30.09.2016 Views

EKIM-KASIM-BASKI

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Ekim - Kasım 2016<br />

ISSN 2149-7060<br />

ISSN 2149-7060<br />

www.thegreatwildlife.com<br />

13,5 TL Doğa, Doğa Sporları ve Doğa Aktiviteleri<br />

Olimpiyatlar ve<br />

Otomobil Sporu<br />

ECE<br />

GÜRSEL<br />

“Spor ve Doğa<br />

Benim Vazgeçilmezim”<br />

Esrarı Keşfeden Genç<br />

Neyi İcat Eder?<br />

Doğa, Tarih<br />

Nihayet<br />

Hep Merak Ettiğim<br />

SLOVENYA<br />

DIŞARIDAKİ<br />

MOTOSİKLET<br />

Bir AKYA<br />

Hikayesi<br />

Anadolu’ da Bir Pars<br />

TGWL | 1<br />

O<br />

U<br />

T<br />

D<br />

O<br />

O<br />

R


2 | TGWL


www.orgaz.com.tr info@orgaz.com.tr T: +90 212 659 90 54 F: +90 212 659 90 64<br />

TGWL | 3


Ticaretinizi<br />

Büyütün<br />

Kazancınızı<br />

Artırın<br />

4 | TGWL


Stoklarınızı Eritin<br />

Kârınızı Artırın<br />

Atıl Kapasitenizi Değerlendirin<br />

Müşterilerinizi Artırın<br />

Nakitinizi Koruyun<br />

Yeni İş Ortakları Kazanın<br />

Florya Cad. Florya Plaza No: 88/4 Florya - İstanbul<br />

Tel : +90 212 468 60 00 Faks : +90 212 468 60 99<br />

www.turkbarter.com info@turkbarter.com<br />

TGWL | 5


editörden<br />

Yaz sıcaklarının ardından sokakları inceden yapraklar sarmaya başlarken,<br />

kuşların göç zamanı, gökyüzünde sürü sürü kanatlar, sonbaharın habercisi<br />

oluyor.<br />

Kırmızının tonlarının akşamüstü boğaza yansımasının, kabaran palamutlarla<br />

dalgalandığını izliyoruz. Zaman palamut zamanı, tüm kayıklara rasgele…<br />

The Great WildLife adına<br />

Bu sayımızda katkıda bulunan:<br />

Orion Film Stüdyoları- Hakkı Yazıcı’ya<br />

Sedef Günşıray’a<br />

Ant Outdoor’a<br />

Etiler Juju Kuaför’e<br />

Makyöz-Neriman Kardeş’e<br />

Fotoğraf-Yavuz Ustabaş’a<br />

Teşekkür ederiz…<br />

Mutlu olmak için doğadan ayrılmayın…<br />

Aybeniz Orhan<br />

6 | TGWL


The Great Wild Life Eylül-Ekim.pdf 1 09.08.2016 09:57:23<br />

C<br />

M<br />

Y<br />

CM<br />

MY<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

TGWL | 7


İÇİNDEKİLER<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Aromaterapi Aybeniz Orhan<br />

Sorumlu<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Aybeniz Orhan<br />

Editör<br />

Cihan Uçar<br />

Kreatif Direktör<br />

M. Cüneyt Er<br />

Huzurlarınızda<br />

En Güzel Basketbolcu<br />

ECE GÜRSEL<br />

Ben elimi attığım her işte başarılı<br />

olmak istiyorum. Benim yaptığım<br />

projeler, hep birbiri ile bağlantılı...<br />

Hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsini<br />

yapmak çok keyifli.<br />

Katkıda Bulunanlar<br />

Alper Uçar<br />

Bora Pir<br />

Derya Karaköse<br />

Dr. Salih Şentürk<br />

Erkan Kayaöz<br />

Faruk Kahraman - Ferhan Coşkun<br />

Giresun Turizm Altyapı<br />

Hayri Sezer<br />

Hizmet Birliği<br />

İskender Aruoba<br />

Kemal Kırar<br />

Mehmet Emin Bora<br />

Melissa Değer (Melek)<br />

Meral Birinci<br />

Mustafa Aydemir<br />

Nagihan Tokmak<br />

Oktuğ Erol<br />

S. Aygün Başarır<br />

Şeref Erbil<br />

Tolga Bora<br />

Ümit Çukurel<br />

Valentin Chirvase<br />

8 | TGWL<br />

ISSN: 2149-7060<br />

Sayı 5 / Eylül - Ekim<br />

Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın<br />

Yönetim Yeri<br />

Kumköy Turban Cad. Gulet Sok.<br />

No.7 Sarıyer - İSTANBUL<br />

Tel.: (0212) 352 89 44<br />

Faks: (0212) 351 80 94<br />

www.thegreatwildlife.com<br />

info@thegreatwildlife.com<br />

Basım Yeri<br />

İhlas Gazetecilik A.Ş.<br />

29 Ekim Caddesi No: 11/A 41<br />

Yenibosna - İSTANBUL<br />

Tel: 0212 454 30 00<br />

Dağıtım<br />

www.kdd.com.tr<br />

Anadolu’da Bir Pars<br />

Biz neredeyse 20 yıldır bu soruyu,<br />

kendimize ve etraftaki birçok kişiye<br />

bıkmadan usanmadan sormayı<br />

sürdürdük. Dahası araştırdık.<br />

Buruk Veda<br />

Yaklaşık olarak 5 aydır yurdumuzda<br />

bulunan bıldırcınlar binlerce yıldır<br />

olduğu gibi ülkemizi terk etmek<br />

üzere hazırlık yapmaktadırlar.<br />

Konu Eğitim İse En<br />

Baştan Ne Yaptığımızı<br />

Bilmek Gerek<br />

Bana göre avcılık insanların özünde<br />

olup günümüzde ise genlerinde<br />

bastırılmış olarak tuttukları ilk<br />

fırsatta tetiklenip engel<br />

olamayacakları doğal bir şey.<br />

14<br />

20<br />

26<br />

30<br />

Doğa, Tarih Nihayet Hep<br />

Merak Ettiğim Slovenya<br />

Başlamak bitirmenin yarısıdır<br />

diye hep söylerim. Seyahatten<br />

döndüğüm günden beri, “artık<br />

bugün”, “yok yarın” diyerek,<br />

yazıyı son teslim etme gününe<br />

az bir süre kala, kalemi biraz<br />

evvel, alabildim elime.<br />

36


Olimpiyatlar ve<br />

Otomobil Sporu<br />

Yarışlarda kullanılan arabaların ataları aslında ilk<br />

defa Anadolu’nun güneyinde Mezopotamya’da<br />

M.Ö. 3000 yılında kullanılmaya başlandı.<br />

Bir Akya Hikayesi<br />

Genellikle balıklar üzerine bilgi aktaran yazılarıma<br />

bu sayımızda ara verip sizlerle çok yeni çok<br />

sıcak bir anımı paylaşmak istedim.<br />

44 64<br />

Dışarıdaki Motosiklet<br />

Böyle zaman zaman, kendi başıma kaldığımda,<br />

aklıma gelenleri yazma gibi yeni bir faaliyet<br />

başladı. Sanki, bir boşluk var da orayı ben<br />

dolduracakmışım gibi.<br />

48<br />

Bir Akya Hikayesi<br />

İglo nedir, kimlerdendir,<br />

nasıl yapılır bir bakalım...<br />

68<br />

Geçilecek Değil<br />

Kalınacak Şehirdir Ordu<br />

Karadeniz’de en çok mavi bayrağa sahip il olduk.<br />

54<br />

Tuzla Milas Boğaziçi Köyü<br />

Tuzla Milas delta içinde bulunan, Boğaziçi<br />

Köyü halkı Arnavut olup, çoluk çocuk ailecek<br />

balıkçı kendi özünde.<br />

72<br />

TGWL | 9


Köğeğim ve Ben<br />

Oxford Üniversitesi arkeoloji bölümü biyoloğu Dr. Greger<br />

LARSON, “En azından 15.000 yıldan bu yana köpeklerin<br />

kendi aralarında rastgele, kurtlarla çiftleşmeleri ve 19. yy’da<br />

Avrupa’ da başlayan yeni köpek ırkı üretme çılgınlığı,ki bu<br />

sayede bugün bildiğimiz çoğu ırk üretildi, sayesinde köpeklerin<br />

gen havuzu çorbaya dönmüş durumda.”<br />

84<br />

Sen<br />

“Bir Dünya Keşfet”<br />

Diye<br />

‘’Ne kadar da geç kalmışım’’ diye<br />

düşünmüştüm, ilk batık dalışımı<br />

yaptığımda. Neredeyse yedi yıl<br />

evvel ilk yıldızımı aldığım dalışlar<br />

sırasında. Neyse ki yaşadığım<br />

sevinç, pişmanlığımı örtecek kadar<br />

büyüktü. Bana bu muhteşem dünyayı<br />

tanıtan eğitmenler yanımdaydı.<br />

Şaşkınlığıma regülatör altından<br />

güldüler mi bilmem ama gözlerde<br />

bir gülümseyişi hep hissettim. Belli<br />

ki bu gönüllü çaba paylaşıldıkça<br />

artan bir ‘’mutluluk’’ yaratıyordu...<br />

90<br />

Süslü Kadınlar<br />

Türkiye’yi Dolaşıyor<br />

10 | TGWL<br />

“Kendi yaşanmışlığımdan yola çıkarak bu<br />

tur fikrini ortaya attım. Ben yaklaşık 38 yaşımda<br />

bisiklete binmeyi öğrendim. İlk başladığım<br />

zamanlarda bana yardımcı olan<br />

yakın arkadaşlarım olmasaydı cesaret<br />

edip de bisikletimle yollara çıkamazdım.<br />

Ben de İzmir kadınlarına cesaret vermek<br />

istedim. Çevremde 38 yaşımdan sonra<br />

nasıl cesaret edip de turlara gittiğimi,bu<br />

yaştan sonra nasıl uzun turlara gittiğimi<br />

soran çok kadın oldu. Çoğu insandan<br />

duyduğum ise,bisikletlerinin balkonda,-<br />

bodrumda çürümüş olduğuydu...<br />

94


TGWL | 11


Atlarla Geçmişe<br />

ve Doğaya Koşun<br />

Şehirleşen modern yaşamın sürükleyen<br />

akıntısı içinde, her birimiz kendi hayatında<br />

farklı tempolara ayak uydurarak yaşamımızı<br />

sürdürmeye devam ediyoruz.<br />

Yatçılık Kültürünün<br />

Yazılı Olmayan Kuralları<br />

Teknede yaşamanın değerini bilen başarılı<br />

yazar Emir Kunt, ikinci kitabı Armatore ile<br />

bir kez daha deniz ve tekne tutkunlarıyla<br />

buluşuyor.<br />

102 124<br />

Kas Esnetme Hareketleri<br />

ve Streching<br />

Artık sağlıklı olma çabası ve fiziksel uygunluğun<br />

sağlanması, bütün insanların temel<br />

amaçlarından biri olmuştur.<br />

110<br />

Esrarı Keşfeden Genç<br />

Neyi İcat Eder?<br />

İnsan, dünyada var olanları keşfeder, bir de<br />

var olanları birbiriyle birleştirerek bir şeyleri<br />

icat eder. İnsanlık Amerika’yı keşfetti ve<br />

Amerikalılar uzaya giden bir araç icat ettiler.<br />

126<br />

Türkiye’de Muay Thai<br />

& KickBoxing<br />

118<br />

Kervan 1915 Filmi<br />

Ne Anlatmak İster?<br />

132<br />

12 | TGWL


TGWL | 13


Huzurlarınızda En Güzel Basketbolcu<br />

Ben elimi attığım her işte başarılı olmak istiyorum. Benim yaptığım<br />

projeler, hep birbiri ile bağlantılı... Hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsini<br />

yapmak çok keyifli. Umarım uzun yıllar da devam ederim. Asla yapmam<br />

dediğim tek şey, işimi bırakmak olur... Evet çalışmadan asla yapamam.<br />

14 | TGWL


TGWL | 15


Ece Hanım sizi herkes Türkiye güzeli 2.’si, şarkıcı ve<br />

manken olarak tanıyor. Biz The Great Wildlife Dergisi<br />

olarak sizi eski iyi bir basketbol sporcusu olarak<br />

tanıyoruz, sizinle sporcu kimliğinizle ilgili bir söyleşi<br />

yapmak istiyoruz…<br />

Basketbola merakınız ne zaman başladı?<br />

- Ben 5 yaşında spor yapmaya atletizm ile başladım. O yıllarda<br />

babam Antalya Spor’ un futbol teknik direktörü idi. Sporcu<br />

kimliğimi biraz da babama borçluyum. Onun yetiştirmesi ile<br />

11 yaşında atletizmden basketbola geçiş yaptım. Antalya Koleji<br />

ve Akdeniz Kolejinde uzun yıllar forma giyme şansı buldum.<br />

Kaç sene basketbol oynadınız?<br />

- Toplam 8 yıl oynadım. Gerek A takımda gerekse okul takımında.<br />

Neden basketbol?<br />

- Kendimi o spor dalında iyi hissediyordum ve çok seviyordum.<br />

Hala da maçları izlemeye giderim.<br />

Profesyonel olarak herhangi<br />

bir takımda oynadınız mı?<br />

- Tabi ki... Yukarıda da bahsettiğim gibi Antalya ve Akdeniz<br />

Kolejinde oynadım. Ve kulübümüz ile birçok başarılara imza<br />

attık. Türkiye şampiyonluğu ve birçok madalya gibi...<br />

Bir sakatlık sonrası basketbolu<br />

bırakmışsınız, nasıl bir sakatlık geçirdiniz?<br />

- Evet, iyi bir takıma transfer olacak iken sol dizimin çapraz<br />

bağlarını kopardım. Sonrasında gerileme dönemi oldu ve<br />

modelliğe başladım.<br />

Şuan yaptığınız herhangi bir spor var mıdır?<br />

- Fitness yapıyorum elimden geldiğince. Yoga ve pilates ile de<br />

destekliyorum.<br />

16 | TGWL


TGWL | 17


Spor hayatınıza nasıl bir yön veriyor?<br />

- Kesinlikle daha disiplinli olmamı sağlıyor. Fit bir vücut ve iyi bir cilt…<br />

Eğer basketbolda sakatlık geçirmeseydiniz basketbola devam eder miydiniz?<br />

- Uzun yıllar ederdim. Hatta büyük ihtimalle yurt dışında oynuyor olurdum. Ben bir basketbol aşığıyım.<br />

Sporla ilgili bu günün gençliğine nasıl bir tavsiyede bulunursunuz?<br />

- Ara vermeden, bırakmadan, disiplinli bir şekilde yapmalılar. En azından açık alanda yürüyüş dahi<br />

olsa yapsınlar. Sağlık açısından çok ama çok önemlidir. Muhakkak hareket halinde olmalılar.<br />

Mankenliğe nasıl karar verdiniz?<br />

- Yaşıma göre uzun boyum vardı. Spor hayatım da bitince bir ajansa gittim ve kapısını çaldım. Sonra<br />

o kapıdan giriş o giriş, bugünlere geldik.<br />

Kariyerinizde gelecekle ilgili bir planınız var mıdır?<br />

- Tabi ki var... Şu anda oyunculuğa çok kanalize olmuş durumdayım. Tv dizilerinde rol almak için<br />

çeşitli görüşmelere gidiyorum. Tv’ de bir projeye imza atmak istiyorum. Yeni sezonda “HANGİSİ<br />

KARISI” isimli tiyatro oyunumuz da devam edecek. Yoğun bir sezon beni bekliyor.<br />

Renkli bir kişiliğe sahipsiniz, hem iyi bir sporcu, hem iyi bir manken, şarkıcı ve<br />

tiyatrocusunuz. Hepsini bir arada yapmak keyifli olsa gerek, zorlandığınız ve asla yapamam<br />

dediğiniz her hangi bir alan var mıdır?<br />

- Ben elimi attığım her işte başarılı olmak istiyorum. Benim yaptığım projeler, hep birbiri ile<br />

bağlantılı... Hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsini yapmak çok keyifli. Umarım uzun yıllar da devam<br />

ederim. Asla yapmam dediğim tek şey, işimi bırakmak olur... Evet çalışmadan asla yapamam.<br />

18 | TGWL


TGWL | 19


Biz neredeyse 20 yıldır bu soruyu,<br />

kendimize ve etraftaki<br />

birçok kişiye bıkmadan usanmadan<br />

sormayı sürdürdük.<br />

Dahası araştırdık. Yetinmedik,<br />

bizimle aynı görüşteki<br />

sevgili Hagop Savul ve Erkan<br />

Kayaöz gibi arkadaşlarımızla<br />

her olasılığı değerlendirmek<br />

üzere kendimizi yollara,<br />

dağlara vurduk. Bir gün<br />

dahi tulliana’nın yaşamını<br />

sürdürmekte olduğuna dair<br />

inancımızı yitirmedik, yitirmeyeceğiz<br />

de...<br />

Hagop Savul<br />

EFSANENİN<br />

Peşinde<br />

ANADOLU’DA<br />

20 | TGWL


BİR PARS<br />

TGWL | 21


Anadolu Pars’ı, oldukça kalabalık bir aileden geliyor.<br />

Kedigiller ailesindeki akrabaları, güney kutbu ile 70.<br />

enlemin kuzeyi haricinde dünyanın her yerine dağılmış<br />

vaziyetteler. Bazı akrabaları coğrafi olarak ondan çok<br />

uzaklarda yaşasalar da, bazıları ile Anadolu’da birlikte yaşıyor…<br />

Ya da yaşamıştı…<br />

Anadolu Pars’ı bu topraklarda, bir zamanlar akrabaları Aslan,<br />

Kaplan ya da Çita ile sıkça karşılaşıyordu.<br />

Oysa 19. yüzyıldan bu yana Çita ve Asya Aslan’ına, 1970’lerden<br />

beri de Hazar Kaplan’ına rastlamış olması mümkün değil. Belki<br />

son Kaplan ile son Anadolu Pars’ı, 1970’li yılların sonunda dağlık<br />

bir bölgede karşılaşmış, ‘Akıllı Adam’ tarafından nasıl tüketildikleri<br />

konusunda biraz dertleşmişlerdir. Kim bilir?<br />

Biz neredeyse 20 yıldır bu soruyu, kendimize ve etraftaki birçok<br />

kişiye bıkmadan usanmadan sormayı sürdürdük. Dahası araştırdık.<br />

Yetinmedik, bizimle aynı görüşteki sevgili Hagop Savul ve<br />

Erkan Kayaöz gibi arkadaşlarımızla her olasılığı değerlendirmek<br />

üzere kendimizi yollara, dağlara vurduk. Bir gün dahi Tulliana’nın<br />

yaşamını sürdürmekte olduğuna dair inancımızı yitirmedik, yitirmeyeceğiz<br />

de.<br />

2001 yılana kadar sürdürdüğümüz ‘soruşturma, kovuşturmaya<br />

yeni bir haber ekleme umudumuzu hep muhafaza ettik ve kitabın<br />

yayın tarihi bu nedenle 7 yıl ertelendi. Ancak birçok ‘yaşam belirtisine’<br />

rağmen somut bir veriye ulaşmak mümkün olmadı.<br />

Umuyoruz ki, uzak olmayan bir tarihte bir ek yaparak bu kitapta<br />

Pantera Pardus Tulliana’nın yaşadığı haberini sizlerle paylaşabiliriz.<br />

O güne dek heyecanlı arayışımız devam edecek.<br />

22 | TGWL


Kedigiller (felidae) familyası Türkiye’de;<br />

yaban kedisi (felis silvestris), step kedisi (felis<br />

ocreata), saz kedisi (felis chaus), vaşak<br />

(lynx lynx), pardel vaşağı (lynx pardina),<br />

karakulak (lynx caracal), kaplan (panthera<br />

tigris) aslan (panthera leo) ve pars (panthera<br />

pardus tulliana) ile temsil edilir.<br />

Tarihi kaynaklar ve arkeolojik araştırmalardan<br />

anlaşıldığı üzere, söz konusu<br />

kediler, Çatalhöyük sakinlerinden Hititler’e,<br />

Asurlular’dan Osmanlılar’a kadar<br />

binlerce yıl boyunca günlük yaşamın,<br />

inançların ve kültürün bir parçası olarak<br />

Anadolu insanı ile birlikte var olmuşlardır.<br />

Doğu Anadolu’da yakalanmış bir karakulak,<br />

dilimizden diğer dillere geçmiş adıyla<br />

caracal.<br />

Hagop Savul<br />

Efsanenin Peşinde<br />

Erkan Kayaöz ve Hagop Savul Anadolu<br />

Biyoloji Tarihi adında bir eser ortaya koymak<br />

üzere 1999 yılında çalışmalara başladılar.<br />

Hagop Savul, Anadolu Pars’ının<br />

izini yalnızca sahada sürmekle yetinmedi,<br />

karış karış gezdiği her köyden, her avcı<br />

kulübünden, kimi zaman ev ziyaretleriyle<br />

Anadolu Pars’ına dair tüm belge ve kayıtları<br />

araştırdı, derledi. Yaşayan pars avcılarıyla,<br />

vefat etmiş olanların yakınlarıyla,<br />

Tulliana ile karşılaşmış kişilerle, postunu<br />

koleksiyonlarında muhafaza edenlerle tek<br />

tek konuştu, fotoğraflarını çekti ve hepsini<br />

kayıt altına aldı. Devam eden sayfalarda<br />

sohbet niteliğindeki teyp kayıtlarından<br />

bazılarına yer verdik.<br />

TGWL | 23


‘Anadolu Pars’ının nesli tükenmiştir,<br />

siz ütopya peşinde koşuyorsunuz’<br />

diyenlere karşı azmin<br />

zaferini kutluyoruz…<br />

Ali Üstay’ın koleksiyonunda<br />

iki adet Anadolu Pars’ı<br />

bulunmakta. Post ofisinde,<br />

tahnit edilmiş olan ise Ali Üstay’ın<br />

Kurduğu Yaban Hayatı Müzesi’nde<br />

muhafaza ediliyor. Üstay her<br />

ikisini de 1975 yılında Beyoğlu’nda<br />

bir kürkçüden satın alarak, onların<br />

muhetemelen bir kadın paltosu<br />

olma yolundaki kaderlerini değiştirmiş.<br />

Parsların şevrotin av tüfeğiyle<br />

vurulduğu tahmin edilmekte.<br />

Ali Üstay 22 Ağustos 1997, İstanbul<br />

Hagop Savul meşhur Mantolu<br />

Hasan’ı, Dr. Ahmet Kenzi Songür’den<br />

de dinledi. Songür<br />

1948-52 senelerinde belediye<br />

doktoru olarak Selçuk’ta hizmet vermekteyken,<br />

Mantolu Hasan ile tanışmış.<br />

“Kendim de av meraklısıydım. Orada<br />

leopar avcısı meşhur bir avcıyla tanıştım.<br />

Mantolu Hasan’dı ismi. Bu adamın bütün<br />

yaşamı leopar avlamak, İzmir’e götürüp<br />

satmak ve bunun geliriyle geçinmekti.<br />

Selçuk’un inciri meşhurdur, o zamanlar<br />

12 dönümlük bir incir bahçesini sattığı<br />

leoparların parasıyla aldığı söylenirdi.<br />

12 dönümlük bir incir bahçesi o zamanlar<br />

erişilmez bir pahalılıkta idi. Benim<br />

kendisinden duyduğum 12 tane leopar<br />

vurduğudur.<br />

Bir keresinde leopar tarafından yaralanmıştı,<br />

belediye doktoru olarak bana müracaat<br />

etti. Hayvan ayakkabısıyla beraber<br />

küçük parmağını koparmış, kafa derisini<br />

pençesiyle alnına indirmiş, bu durumda<br />

geldi. Ayak parmağını da ayakkabısıyla<br />

beraber ısırıp, derisiyle koparıp, parmağı<br />

götürmüştü. Kafa derisini arkada parçalamış,<br />

alnına indirmiş. Yapabildiğim kadar<br />

geriye çektim, bir güzel dezenfekte ettim,<br />

sarıp sarmaladım, İzmir Devlet Hastanesi’ne<br />

sevk ettim.<br />

Ondan dinlediğim çok enteresan hikâyeler<br />

vardır. Avcılık tarzı şöyleydi: Fak<br />

24 | TGWL<br />

kuruyordu, kapan yani. Gerilmiş yaylı,<br />

demirden yapılmış büyük bir fak. İçine et,<br />

kokmuş balık, öteberi koyuyordu. Fakı<br />

dört, beş yerinden, 2-3 metrelik zincirlerle<br />

zincirliyordu, zincirlerin ucunda da<br />

demirden çengeller bulunuyordu. Kaplan<br />

geliyor, oraya bırakılan şeyi yiyeyim derken<br />

ya pençesini kaptırıyor ya kafasını. Kafasını<br />

kaptırırsa zaten boğularak ölüyor. Bileğinden<br />

yakalanırsa, fakla beraber ilerlemeye<br />

başlıyor, zincirlerin ucundaki çengeller bir<br />

yere takılınca hayvan boyuna çekmeye çalışıyor.<br />

Mantolu iki gün, üç gün, dört gün<br />

uzaktan takip ediyor bu hadiseyi, yanına<br />

sokulmuyor.<br />

Havyan o hale geliyor ki, aç, susuz, baygın<br />

vaziyette yatarken yaklaşıyor yanına.<br />

Derisini zedelememek için bir gözüne,<br />

diğer gözünden çıkacak şekilde ateş ediyor<br />

tek kurşunla. Derisi zedelenirse iyi para<br />

etmiyormuş. Bu şekilde öldürüyor, derisini<br />

yüzüyor, tabaklatıyor ve İzmir’e getirip satıyor.<br />

O zamanki parayla 500 lira çok para<br />

idi. 500 liraya sattım diye gelir anlatırdı.<br />

Bir keresinde, kaptırdığı bileğini kendi<br />

koparmış ve üçayaklı kalmış hayvan. Bir<br />

müddet sonra o üçayaklı hayvanı da gene<br />

vurdu, getirdi Mantolu. Selçuk’ta meydana<br />

astı.”<br />

Dr. Ahmet Kenzi Songür<br />

7 Ocak 1998, İzmir<br />

Sonunda...<br />

Hagop Savul, 1-15 Ekim 2001<br />

tarihlerinde Doğu Karadeniz’e çıktı.<br />

Çamlıhemşin, Kaçkar Dağları, Hazindağı,<br />

Pokut, Sal, Elevit Yaylalarında<br />

araştırmalarına devam etti. Sonunda 5<br />

Ekim 2001 günü bir anda karşı kayalığın<br />

üzerinde oturmakta olan Anadolu<br />

Pars’ının farkına vardı.<br />

Büyük bir heyecana kapılan Hagop Savul<br />

hızla kamerasına uzandı. Çok çevik<br />

olduğunu bildiği Pars’ı gözden kaybolmadan<br />

belgelemek istiyordu. Bu çok<br />

kısa ve karmaşık süreçte otomatik kamera<br />

arka plana odaklanmış, Anadolu<br />

Pars’ı sonunda bir fotoğraf karesinde<br />

tespit edilmiş olsa da, görüntü arzu<br />

edilen nitelikte olamamıştı.<br />

Arazide Hagop Savul ile birlikte olan<br />

Erkan Kayaöz duygularını şöyle ifade<br />

ediyor:<br />

“Anadolu Pars’ının fotoğrafı artık<br />

arkadaşım Hagop’un arşivinde. Evet,<br />

artık Anadolu Pars’ının yaşadığını kayıtlı<br />

olarak biliyoruz. ‘Anadolu Pars’ının<br />

nesli tükenmiştir, siz ütopya peşinde<br />

koşuyorsunuz’ diyenlere karşı azmin<br />

zaferini kutluyoruz. Özverili çalışmaları<br />

ile yaban hayatını taçlandıran Hagop<br />

Savul’a binlerce teşekkürler.”<br />

Hagop Savul ve Erkan Kayaöz artık<br />

Anadolu Pars’ının Kaçkarlar’da yaşadığını<br />

biliyor, Amanoslar’dan da aynı<br />

haberin eninde sonunda geleceğine<br />

inanıyor. Zaten bu haberin ardından<br />

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden Pars<br />

ihbarları gelmeye devam ediyor.<br />

Biz de araştırma, derleme ve belgeleme<br />

çalışmalarıyla bu kitabın hazırlanmasına<br />

çok önemli katkılar sağlayan Hagop<br />

Savul ve Erkan Kayaöz’e gönülden<br />

teşekkür ediyoruz.


Özgür Yaşa, Mutlu ol<br />

Farklı Tutkular, Aynı<br />

Eşsiz bir outdoor deneyimi için tıklayın<br />

www.kamperest.com<br />

TGWL | 25


Buruk<br />

Veda<br />

Mehmet Emin Bora<br />

26 | TGWL


TGWL | 27


Yaklaşık olarak 5 aydır yurdumuzda bulunan bıldırcınlar<br />

binlerce yıldır olduğu gibi ülkemizi terk<br />

etmek üzere hazırlık yapmaktadırlar. Yavrular yumurtadan<br />

çıkmış, yırtıcılardan korunmayı öğrenmiş,<br />

küçücük kanatları ile yaptıkları kısa mesafeli uçuşlar –işimize<br />

gelmese de- aslında o büyük yolculuğun ön hazırlığıdır. Tahıl<br />

ve yağlı tohumlarla beslenmişler, vücutlarında biriktirdikleri<br />

yağları, yapacakları uzun uçuşlar sırasında gereken kaloriyi<br />

sağlamakta kullanacaklar.<br />

Ekvator kuşağını bulmak için geceleri ay ve yıldızları, gündüzleri<br />

ise yerin manyetik alanını, bir pusula gibi ustalıkla<br />

kullanmaktadırlar. Bu yeti, genetik bir miras olarak nesilden<br />

nesile aktarılmak sureti ile sonsuza kadar soylarının devamını<br />

sağlayacak.<br />

Eylül ayının başlarında kuzeyin uçsuz bucaksız steplerinden<br />

Afrika’ya gidecek olan pek çok kuş türü gibi bıldırcınlar da,<br />

28 | TGWL


kutsal göçün başlangıç işaretini bir dizi doğal değişimden<br />

alır. Sobahar yağmurları, bir ikaz işareti niteliğindedir. Hızlı<br />

esen Kuzey rüzgarları ise mutlaka kullanılması gereken bir<br />

ulaşım aracı gibidir. Hava şartlarında oluşan ani değişiklikleri<br />

ustaca kullanabilirler. Bunu, inanılmaz bir düzen içinde<br />

her yıl aynı zamanda yerine getirirler.<br />

Küçücük beyinlerinde çalan alarm zilleri onlara “hadi güneye,<br />

güneye” diye zorlamaktadır.<br />

Ayrıca şimdi gitmelidirler ki<br />

seneye gelebilsinler!..<br />

Bir sabah Kuzeydeki bir platodan kalkarlar ve tek bir uçuşla<br />

ülkemizin Karadeniz sahillerine kadar varırlar. Bu uzun<br />

maratonun ardından yorgun ve bitkindirler. Kara parçasına<br />

erişmenin müjdecisi, insanoğlunun icadı ışıktır. Dolayısıyla,<br />

gördükleri ilk ışığa yönelirler. Birkaç gün dinlenmeleri<br />

gerekir. Afrika’ya varmak için önlerinde aşılması gereken<br />

kocaman bir deniz ve daha çok uzun bir yol vardır.<br />

Yolculuğun sonuna doğru dayanma güçleri bitmek üzeredir.<br />

Her an yükseklik kaybederken, neredeyse denizi yalarcasına<br />

ışığa doğru uçarlar.<br />

Bilemezler korkunç o korkunç tuzağı.<br />

Bütan gazının çıkardığı ışığın önüne gerilmiş bir ağ, varacakları<br />

son nokta olur.<br />

Ağın arkasındaki adam ise histeri krizi içinde av yaptığını<br />

zannetmektedir.<br />

Ne insanlığa ne de avcılığa yakışır.<br />

Bıldırcın Teybi<br />

Kurtulanlara içgüdüleri önder olur. Birkaç gün içinde, kendilerini<br />

toplar toplamaz, yeniden yola koyulurlar. Balkanlar<br />

üzerinden Akdeniz’i geçerlerse, daha az zorlanacaklarını<br />

bilirler. Saroz Körfezi ve<br />

Bunun adı tuzaktır!<br />

Yunanistan üzerinden değişmez hedef yine Afrika’dır. Büyük<br />

göçte kılavuzlar arkada kalan yeni yavrulara yol gösterir.<br />

Sürekli:<br />

“Güneye... Güneye“ diye bağırırlar.<br />

Sadece siz duymazsınız onları.<br />

Devamlı uçmaktan yorulan yavrular, zayıflayan anaçlar,<br />

bir nebze olsun soluklanmak isterler. Ama dinlenmek için<br />

güvenli yer neresidir acaba? Aniden yerden dost sesler<br />

yükselir gökyüzüne. Emin bir konaklama alanı bulunmuştur!..<br />

Sevinç içinde hep beraber yere inerler.<br />

Gün ağarırken dost bildiği seslerin yerini, tüfek sesleri alır.<br />

Yine medeniyetin tuzağına düşmüşlerdir. O riya dolu sesler<br />

medeniyetin amaç dışı kullanılan bir aygıtından çıkmıştır.<br />

Bu bir teyptir.<br />

Hayvanlar aleminde yalan yoktur. Nereden bilsinler!<br />

Şimdi umut; bir yudum su,<br />

belki de bir başak tanesidir<br />

Bu badireyi de atlatanlar buruk bir veda ile ülkemizi terk<br />

ederler. Belki de sitemlerini, seneye yurdumuza daha az<br />

gelmekle ortaya koyacaklardır.<br />

Bahse konu yasak avlanma metodlarını kullanan insanlar<br />

(!) da kendilerini avcı zannederler. Çirkin mazeretleri her<br />

zaman hazırdır:<br />

“ Başka türlü olmuyor ki!..“<br />

Oysa kullandıkları yöntemin hiçbir ahlaki değeri yoktur. Bu<br />

gerçeği seslendirdiğiniz zaman, az gelişmiş ülkeleri örnek<br />

göstermeye kalkarlar. “Kötü örneğin emsal teşkil etmediğini”<br />

hiç düşünmezler.<br />

• Bu yasa dışı ses cihazlarını kim getirir?<br />

• !..<br />

- Kim satar?<br />

- !..<br />

- Kim alır?<br />

- !..<br />

- Yasa dışı bu yöntemleri tamamen<br />

ortadan kaldırmak çok mu zordur?<br />

Aslında bu kişiler yaptıkları işin yasalar karşısında suç olduğunu<br />

bilirler ve bile bile yaparlar. Bütün bunları gördükten<br />

sonra insanların birbirini aşağılamak için kullandığı “kuşbeyinli”<br />

değiminin neye istinaden söylendiğini anlamakta her<br />

zaman güçlük çekmişimdir.<br />

Vurdukları kuşun tamamı kadar yürekleri olmayan bu kişiler<br />

avcı değil, avcıların yüzkaralarıdır.<br />

02.09.1995<br />

Bu yazımın Milliyet Gazetesi’nde yayınlandığı tarihten bugüne<br />

kadar, yaklaşık olarak 21 yıl geçmiş.<br />

13 ağustos 2016 günü bıldırcın avı açıldı. Aynı gün ben de<br />

71 yılı geride bıraktım. Hayat zaman zaman tesadüflerden<br />

ibarettir. Şans ise sadece hazır olana güler. (13 Ağustos<br />

2016 / Çamlıdere)<br />

TGWL | 29


Konu Eğitim İse<br />

En Baştan<br />

Ne Yaptığımızı<br />

Bilmek Gerek…<br />

Yazan: Alper Uçar - Cihan Uçar<br />

30 | TGWL


TGWL | 31


Hadi kaldığımız yerden<br />

bu sayımızda devam<br />

edelim. Öncelikle<br />

açılmış olan yeni av<br />

sezonunda avcılığa ve doğaya<br />

gönül vermiş tüm dostlarımıza<br />

selam eder, kazasız belasız bir sezon<br />

geçirmelerini dilerim. Önceki<br />

yazımızda kendimden ve ailemden<br />

kısaca bahsedip, özellikle ‘Deutsch<br />

Kurzhaar’ av köpekleri ve<br />

eğitimleri ile ilgili sizlere mevcut<br />

deneyimlerimi aktarmaya çalışacağımı<br />

söylemiştim.<br />

Fakat ağabeyim Cihan UÇAR ile<br />

yazılarım üzerine bir istişareden<br />

sonra birkaç değişiklik yapmaya<br />

karar verdik. Yazımızı ağabey-kardeş<br />

olarak birlikte yazmayı kararlaştırarak<br />

onun önerisi üzerine,<br />

öncelikle bir ırkın üzerine yoğunlaşmadan,<br />

genel olarak deutsch<br />

kurzhaar ile tanışana kadar besleğimiz<br />

ırklar ve işin özü olan avcılık,<br />

avlanma yöntemleri gibi konuları<br />

da ele alarak siz değerli dostlarımıza<br />

en başından avcılığı ve<br />

neden deutsch kurzhaar oluşunu<br />

aktaracağız. Sözü şimdi ağabeyim<br />

Cihan UÇAR’a bırakıyorum.<br />

Merhaba saygıdeğer dostlarımız.<br />

Bir önceki sayıdaki yazımızda kardeşim<br />

ile tanışmıştınız. Kardeşimin<br />

bana bu konuyu açtığında aklıma<br />

bazı değişikler yapmak geldi. Bu<br />

eğitim ve deutsch kurzhaar ırkını<br />

anlatmadan önce kendimde genç<br />

bir avcı olarak ava yeni başlayacak<br />

hevesli kardeşlerimize ve<br />

büyüklerimize elimizden geldiğince<br />

bilgilerimizi ve yaşadığımız tecrübelerimizi<br />

aktarmak istedim. Onun<br />

için en baştan avcılık nedir? , nasıl<br />

yapılır? , ne ile ne avlanır? , hangi<br />

ırk yaptığımız ya da yapacağımız<br />

ava daha uygundur gibi konuları<br />

siz değerli dostlarımıza aktardıktan<br />

sonra kendimizin daha önce<br />

sahip olduğu ırklar ve eğitimleri ile<br />

ilgili konuları sizlere kardeşim ile<br />

birlikte aktaracağız.<br />

Avcılık Nedir?<br />

Avcılık, bir canlının değişik amaçlarla<br />

diğer canlıyı, ölü veya diri<br />

olarak ele geçirmek için yürüttüğü<br />

bir eylemdir.<br />

Ancak burada avcının ava karşı<br />

mutlak üstünlüğünün olması etik değildir.<br />

Adına avcılık dediğimiz olayın<br />

gerçekten oluşması için avlananın<br />

kaçıp kurtulma şansının olması, kural<br />

olarak kaçabilecek güçte olması<br />

gereklidir. Avın kaçabilme şansına<br />

koşut avcının eve eli boş dönme<br />

olasılığı vardır. Avcılığın en güzel<br />

yanı her zaman zor ve heyecanlı<br />

olanıdır bana göre.<br />

Peki Neden Avcılık?<br />

Bana göre avcılık insanların özünde<br />

olup günümüzde ise genlerinde<br />

bastırılmış olarak tuttukları ilk fırsatta<br />

tetiklenip engel olamayacakları<br />

doğal bir şey. İnsanları ava iten şey<br />

yaratışından kaynaklanmaktadır. Biyolojik<br />

olarak baktığımızda insanlar<br />

etobur özelliği taşımaktadır. Yani<br />

gözler mesafe tayini yapabilmek için<br />

kafanın önünde (saldırı yapabilmek<br />

için), diğer etoburlar gibi de kesici<br />

ve parçalayıcı dişlere sahip oluşu<br />

bana göre bunun kanıtlarından<br />

bazılarıdır.<br />

Günümüzde ise insanları avcılığa<br />

iten neden; İnsan kendine verilen<br />

yaşamı içgüdüleriyle yaşayan hayvanların<br />

aksine, bulunduğu çeşitli<br />

uğraşlar, seçim ve davranış biçimleriyle<br />

doldurmaya çalışmaktadır. Hayat<br />

mücadelesi de denilen bu olgu<br />

birçok sorumluluğu beraberinde getirmektedir.<br />

Yapmayı zorunlu olduğu<br />

işlerin baskısı altında bunalan insan,<br />

yaşamına bir anlam katabilmenin<br />

ve mutlu olmanın özlemini çeker.<br />

İnsan arayıştan yola çıkarak doğaya<br />

dönüş yollarından biri olan avcılığı,<br />

kendisini mutlu eden anlamlı bir<br />

etkinlik olarak bulur ve uygular.<br />

Neden böyle bir genel kapsamı<br />

konu aldım diye soracak olursanız?<br />

Yeni ava başlayacak genç<br />

arkadaşlarım ve değerli büyüklerimin<br />

yaşadığım sıkıntılar ile uğraşıp<br />

vakit kaybetmeden kendi tarzlarını<br />

bulmalarını ve konunun genel<br />

olarak eğitim oluşundan işe en<br />

başından başlayarak ne yaptığımızı<br />

bilmemizi istedim. Artık avcılık<br />

nedir diye başlamanın zamanı<br />

geldi.<br />

32 | TGWL<br />

İlk insanla başlayan avcılık tutkusunda,<br />

çevresel koşullara göre kullanılan aletler<br />

ve iklime göre yöntemler değişmiş<br />

fakat özü değişmemiştir. Avlanmanın<br />

bir ayrıcalık olduğu gerçeği,<br />

tarih boyunca süre gelmiştir.


TGWL | 33


Gelişim Sürecine Göre<br />

Avcılığın Basamakları<br />

Avcılığa ilk başlayanlar ile yeterli doyuma ulaşmış ve tecrübe<br />

sahibi olmuş avcılar arasında büyük farklar görülmektedir.<br />

Daha yeni avcılığa başlamış kişilerde, gerek içgüdüsel olarak,<br />

gerekse frenlenemeyen bir tutku olarak, yaban hayatını<br />

gelişi güzel ele geçirme isteği ağır basmaktadır. Alınan avcılık<br />

eğitimi ve kişisel gelişim süreci sonucunda, daha ileriki yıllarda<br />

bu istek daha kontrollü bir hal almaktadır. Ve basamakları şu<br />

şekildedir:<br />

• Öğrenme basamağı<br />

• Sınırlara ulaşma basamağı<br />

• Trofe basamağı<br />

• Methot basamağı<br />

• Sportmenlik basamağı<br />

Kısaca bu basamakları açıklayacak olursak: öğrenme basamağında<br />

avcı tüfek edinme, nişan ve atış stilleri deneme,<br />

hangi ava uygunluk göstereceğini seçme aşamasında olduğu<br />

basmaktır. Sınırlara ulaşma basamağında ise amaç sınırları<br />

zorlayarak çok avı ele geçirme çabasında olarak hırslı olunan<br />

bir basamaktır. Avcı sabahtan akşama kadar av peşinde<br />

koşturur. Trofe basamağı ise av minimize edilmiş, önceden<br />

belirlenmiş ve avcılığı genelde kamp kurarak 4-5 günde yapılan<br />

avlanılan hayvanın belirgin özellikleri olan bir basmaktır.<br />

Ben şahsen bu basamağa nail olamadan pas geçtim. Çünkü<br />

ülkemizde trofe avcılığı yapmak avcının ekonomisinin belli bir<br />

seviyenin üstünde olmasını gerektirmektedir ne yazık ki. Methot<br />

basamağında avcı doyuma ulaşmış bir şekilde ava daha çok<br />

kaçma şansı verdiği bir basamaktır. Tüfeğinin kalibresini düşü-<br />

34 | TGWL


ür, köpeksiz ava gitmeye çalışır, her avı<br />

beğenip vurmaz bu basamakta. Kısaca<br />

biraz yaşlanınca olacak işler bana göre…<br />

Sportmenlik basamağında ise uzun yıllar<br />

avcılık yapmış artık son noktada olup<br />

tamamen doyuma ulaşmış bir avcı vardır<br />

karşımızda. Bu aşamada genelde avcı<br />

kendi anılarını tecrübelerini aktarmak ister<br />

ve bunun üzerine kitap yazma ve dergilerde<br />

verdiği yazılar ile gelecek olan nesillere<br />

bilgiler aktarmak ister. Umarım gün<br />

gelirde kardeşim ile de ben bu basamağa<br />

ulaşırız…<br />

Kardeşim Alper ile birlikte bir sonraki yazımızda<br />

ülkemizde yaygın olarak yapılan<br />

avcılık ve avlanma şekilleri ile yapmaya<br />

karar verdiğimiz avcılık çeşidine göre<br />

bizim beslediğimiz ve genel olarak yaygın<br />

olan av köpeği ırkı seçimi hakkında sizleri<br />

mevcut bilgi ve tecrübelerimiz doğrultusunda<br />

bilgilendirmeye çalışacağız.<br />

Sağlıcakla kalın…<br />

TGWL | 35


36 | TGWL<br />

Ümit Çukurel


Ümit Çukurel<br />

Başlamak bitirmenin yarısıdır diye hep söylerim.<br />

Seyahatten döndüğüm günden beri, “artık bugün”,<br />

“yok yarın” diyerek, yazıyı son teslim etme<br />

gününe az bir süre kala, kalemi biraz evvel, alabildim<br />

elime. Anladım ki yazmak, sıcak yaz günlerinde zor<br />

yapılan şeylerden biriymiş, çünkü etrafta insanın konsantrasyonunu<br />

bozacak şey çok. Her neyse, işin yarısını bitirdiğime<br />

göre, kalan yarısı için asıl konumuza geri dönebiliriz.<br />

TGWL | 37


Anlaşılan Slovenya isminin bana birşey ifade<br />

etmesi, eski Rus Cumhuriyetlerinden<br />

biri veya Çeko-Slovakya’nın bir parçası<br />

olmadığını anlamak için motosiklete<br />

binmeye başlamam gerekiyormuş. İlk uzun -kendime<br />

göre tabii- seyahatim için 2009 yılının sıcak bir yaz<br />

günü Trieste’den motosikleti almaya giderken uçağımız<br />

Ljubljana’ya inince, o güne kadar sandıklarımın<br />

tümünün yanlış olduğunun farkına varmam uzun<br />

sürmemişti. Meğerse Slovenya, 1991 yılında bağımsızlığını<br />

ilan etmiş ve gördüğüm kadarıyla, dağılmış<br />

Yugoslavya’nın Avrupa’lı olmaya en yakın ülkesiymiş;<br />

ne yapalım, ne demişler öğrenmenin yaşı yoktur.<br />

O günden sonra neredeyse yaptığım bütün seyahatler<br />

Ljubljana havaalanı ve Trieste limanından<br />

başlamış olmasına rağmen, her zaman aklımda olan o, “Slovenya’yı<br />

baştan sona bir gezmek gerek” fikrini gerçekleştirmek 2016 yazına<br />

nasip oldu.<br />

Görünüşe göre, yaklaşan bayram tatilini önceki hafta ile birleştirip<br />

uzatma fikri sadece benim aklıma gelmemiş; daha önce Pendik<br />

limanında gönderilme sırasına girmiş bu kadar çok motosiklet görmemiştim.<br />

Aşırı sıcak bir günde, yeni ve yavaş prosedürlerle savaş<br />

verip, birkaç saat içerisinde motorları feribota yükleyerek gidiş gününü<br />

beklemek üzere evlerimize döndük.<br />

Öğle saatlerinde Trieste’ye vardığımızda, bu kadar yıldan sonra bir ilk,<br />

feribot gelmiş, bizim motorları çıkartmamızı bekliyordu. Bu iyi birşeydi,<br />

en azından o sıcakta Trieste’de gezip vakit öldürmeye gerek kalmamıştı.<br />

Hava çok sıcaktı, motorları indirip ayrı yönlere doğru yola çıkacaktık.<br />

Herkes güzel güzel seyahatlerini planlamıştı; bir ben, tembel Ümit,<br />

hala, “şimdi nereye gitsem acaba?” diye düşünüyordum. Bled’e mi<br />

38 | TGWL


gitsem, Ljubljana’ya mı gitsem;<br />

koca ülke önümdeydi ama ben<br />

zahmet edip önceden bir plan<br />

program yapmamıştım.<br />

Neyse, haritaya ve havanın sıcaklığına<br />

bakınca, hafta sonunu<br />

deniz kenarı, sayfiye tadında bir<br />

yerlerde geçireyim diye düşünmeye<br />

başladım. Gidilmesi<br />

gerektiğini listelediğim yerlerden<br />

biri çok yakında, Lipica Harası’ydı;<br />

sonradan orada öğrendiğim<br />

üzere, dünyaca meşhur Lipizzaner<br />

atları buradan çıkarmış.<br />

Aslında bir at yarışı meraklısı<br />

falan değilim de, rehber gidilip<br />

görülmesi gereken yerlerden biri<br />

olarak işaretlemiş; hayvanları<br />

severim, vaktim de var diye düşünüp,<br />

daha fazla vakit kaybetmeden<br />

Slovenya’ya doğru Trieste<br />

Limanı’nı terk ettim.<br />

Saatlerce yol yaptıktan sonra<br />

-pardon, 15 dakika kadar yol<br />

yaptıktan sonra, ne zaman ve<br />

nasıl olduğunu anlamadan<br />

kendimi Slovenya’da, 5 dakika<br />

sonra da Lipica’da buldum. Başlangıç<br />

pek iç açıcı değildi, daha<br />

motor ısınmadan, ilk turistik ziyaretimi yapmak<br />

üzere Lipica Harası’na giriş yaptım.<br />

Büyük bir alana dağılmış tarihi hara, eski<br />

binalar, gösteri alanları ve ahırlara sahipti.<br />

Gösteri saatini kaçırmıştım, atların çoğu<br />

da ahırlarda ve parmaklıklar arkasındaydı,<br />

ama bir saat kadar gezip etrafa baktıktan<br />

sonra yoluma geri döndüm. Gösteriyi<br />

yakalasaydım iyi olur muydu, olabilir.<br />

Fakat bir daha gider miyim? Hiç sanmam;<br />

mesela, Tayland’da fillerle bile daha fazla<br />

sosyallesebiliyorsunuz.<br />

Hafta sonu için Piran’da karar kıldım;<br />

çok yorgundum, kilometrelerce -35-40 kadar-<br />

yol yapmıştım birkaç gün dinlenmem<br />

gerekiyordu. İşin doğrusu Slovenya küçük<br />

bir ülke ve mesafeler çok kısa; otobandan<br />

giderseniz daha da kısa, ama yine de,<br />

uzun da sürse güzellikler her zaman ara<br />

yollarda.<br />

Piran ve İzola Slovenya’nın denize açılan<br />

kapısı; ikisi de yapıları ve dar sokakları ile<br />

Venedik benzeri bir mimariye sahip tarihi<br />

yerler. Tarihi derken, bizim tarihi yerlere<br />

pek benzemiyor, ikisi de inşa edildikleri<br />

güne yakın bir şekilde tertemiz korunuyor.<br />

Biraz Slovenya’dan bahsetmek gerekirse;<br />

öncelikle, gidebilmek için Schengen vizesi<br />

almamız gerekiyor. Para birimleri Euro,<br />

başkentleri ve en büyük şehirleri Ljubljana,<br />

nüfusları ise 2 milyon civarı; kısacası<br />

huzurlu bir yer.<br />

Akşamüstü Piran’a vardığımda güneş<br />

gücünü birazcık kaybetmeye başlamıştı.<br />

Açıkçası çok sıcak bir gün olmuştu ve uzun<br />

bir yol yapmasam da sıcak tüm enerjimi<br />

alıp götürmüştü. Neyseki, motosikletle<br />

gezdiğim için, arabaların giremeyeceği<br />

dar sokaklardan birinde bulduğum şirin<br />

bir otele yerleştim ve motoru sokağa park<br />

ettim. Bu arada, dar sokaklar derken,<br />

bazıları çok dardı, öyle ki, oteli buluncaya<br />

kadar bir defa geri geri bayağı bir yol<br />

gitmem gerekti.<br />

Peki, “Piran’a gidersek ne yapabiliriz?”<br />

sorusuna vereceğim yanıt, güneş varken<br />

bulduğunuz herhangi bir boşluktan denize<br />

girin, zaten sahil boyunca insanlar denize<br />

girsin diye merdivenler ve geçişler koymuşlar.<br />

Sonra dar sokaklarında kaybolun,<br />

tepedeki kiliseye gidip, hala nefes varsa<br />

eğer, kulesine çıkarak manzaranın tadını<br />

çıkarın. Akşam da sahildeki restoranlardan<br />

birinde güzel bir yemek yiyip, sonrasında<br />

yine aralardaki barlarda takılın.<br />

Piran’da yaptığım program, pazartesi<br />

sabahı Maribor’a geçmek olsa da, İstanbul’dan<br />

arkadaşlarım Murat ve Güray<br />

TGWL | 39


“gel, pazartesi Bled’de buluşalım” dediğinde uzun uğraşlar sonucu<br />

-5 10 dakika kadar- yaptığım rotamı değiştirip, pazartesi<br />

günü Piran’dan çıkıp istikametimi Bled’e çevirdim.<br />

Bled yolunda görmek istediğim, görülmesi gerekenlerden 2<br />

yer vardı; Postojna Mağarası ve Predjama Kalesi. Akşama<br />

kadar Bled’de olabilirim diye düşünüyordum, dediğim gibi ne<br />

de olsa Slovenya’da mesafeler çok kısa.<br />

Postojna’ya vardığımda hava güzeldi, fakat mağaralara doğru<br />

yürümeye başladığımda uzaktan sesleri gelen gök gürültüleri,<br />

bizzat sağanak yağmur şeklinde teşrif ettiler. Uzun bir yürüyüş,<br />

iniş ve tırmanıştan sonra kapağı müzeye attığımda iyice ıslanmıştım.<br />

Hep soruyorum, yok mudur bu işin ortası; hayat, ya<br />

sıcaktan yanmak, ya da sağanak yağmurdan sırılsıklam olmak<br />

mıdır hep?<br />

Yola çıkmak için hem sıvı takviyesi, hem de elbiselerden sıvı<br />

tahliyesi için bayağı bir beklemek zorunda kaldım; motosiklet<br />

yaşamında ıslak kıyafet üzerine yağmurluk giymek kadar<br />

keyifsiz bir başka şey, olsa olsa üzerinize yağmurluk giymenize<br />

rağmen ıslanmanız olabilir.<br />

Predjama Kalesi’ne vardığımda yağmur iyice yavaşlamıştı;<br />

ama sonrasında yine giymeye üşeneceğim için yağmurluğu<br />

çıkartmayınca, içerideki bütün katları dilim bir karış dışarıda<br />

inip çıkmak zorunda kaldım.<br />

Predjama, bizim Sumela Manastırı gibi dağların içine inşa<br />

edilmiş. Hikaye şöyle ki, isyankar Predjama şövalyesi Erazen’in<br />

gizli -nasıl gizli kalmışsa- kalesiymiş. İçeride odalar, cephanelikler<br />

vs birçok eski eşyalar görebilirsiniz; tarih meraklılarına<br />

tavsiye ederim.<br />

Predjama’dan çıktıktan sonra km olarak az, ama güzergah<br />

olarak virajlı ve karanlık orman yollarından Bled’e doğru yola<br />

çıktım. Daha önce birkaç defa Bled Camping’de bir akşam<br />

kamp yapıp, oradan gideceğim yerlere doğru yola çıkmıştım,<br />

Slovenya hakkındaki bilgim o kadardı.<br />

Akşama doğru Bled’e vardım; “ne var ne yok, bir iki de fo-<br />

40 | TGWL


toğraf çekeyim” derken, bir de baktım,<br />

tanıdık TR plakalı 2 motor göl kenarına<br />

park etmiş. Ayarlama yapsaydık<br />

bu kadar iyi zamanlama olmazdı; çok<br />

geç olmadan bir yer bulup yerleştik ve<br />

akşam yemeği için dışarı çıktık.<br />

Bled Gölü, turist çeken kalabalık bir yer<br />

ve göl manzarası günün her saati güzel<br />

fotoğraflar verebiliyor. Gün içinde gölün<br />

pırıl pırıl sularında yüzebilir, tekne<br />

ile gölün ortasındaki kiliseye gidebilir<br />

ve göl çevresindeki yürüyüş parkurlarında<br />

yürüyebilirsiniz; bütün bunların<br />

yanında Bled Kalesi’ni gezmeyi de<br />

unutmayın tabii.<br />

Bled’in kalabalığı bizi biraz yorunca<br />

ve kaleyi de gezdikten sonra sıcak<br />

basınca, yaklaşık yarım saat mesafede<br />

Bohinj Gölü’ne doğru yola çıktık; önceden<br />

aldığım bilgilere göre Bled’den<br />

daha sakin ve doğası daha az ellenmiş<br />

bir yerdi, vardığımız zaman da kendi<br />

gözlerimizle görüp buna şahit olduk.<br />

Bohinj, doğudan batıya uzanan şekli<br />

ile uçsuz bucaksız gibi görünüyordu.<br />

Bled’e göre, daha çok doğa sporu<br />

ağırlıklı aktivitelerle uğraşanlar tarafından<br />

tercih ediliyor; gelen arabalardan<br />

da bunu görebilirsiniz, hepsinin<br />

arkasında bisikletler, kanolar vs..<br />

Konaklama alternatifleri ise Bled’e göre<br />

biraz daha az gibi, ama “birşeyler ayarlamadan gidersek açıkta kalır mıyız?” diye<br />

sorarsanız, tahmin etmem.<br />

Slovenya’da deniz kenarı pek fazla şehir olamayabilir, ama ülkenin her yerindeki<br />

yemyeşil ormanlar içerisindeki bu tertemiz göller, zaten nüfusu çok da fazla olmayan<br />

bu ülkeyi turistik açıdan tercih haline getiriyor. Biz de bunu bizzat tecrübe ettik; daha<br />

önce tertemiz tatlı sularda, yanımızda, -belki de doğalarında mantıksız bir şekilde<br />

avlanmadıkları için- bizden korkmayan ördekler ve kuğularla yüzmemiştim.<br />

Bohinj’den sonra ülkenin diğer ucuna olan programıma devam etmenin vakti gelmişti.<br />

İlk olarak Skofja Loka’ya gidip, biraz gezdikten sonra Ptuj’a geçecektim. Skofja<br />

Loka’ya vardığım zaman, motoru park edip yürümeye başladım. Hava çok sıcaktı<br />

TGWL | 41


ve gördüğüm yerler de hoşuma gitmişti; etraftan birilerine sordum, “Skofja<br />

Loka mı iyidir, Ptuj mu?”. Bir insan bu kadar seyahatten hiç mi ders almaz,<br />

değil mi? Gelen cevap sürpriz olmadı, “tabii ki Skofja Loka”. Öyle dediği<br />

zaman zaten sıcaktan baymış olan ben, hemen ilk gördüğüm otele yerleştim;<br />

ne kadar da kolay ikna oluyorsam.<br />

Skofja Loka ve Ptuj, Slovenya’nin eski çağlardan kalmış ve çok bozulmadan<br />

korunmuş şehirlerinden ikisi. Günün kalanını Skofja Loka’nın tarihi meydanında<br />

ve sokaklarında gezinerek geçirdim. Ertesi gün de uyanıp Ptuj’a<br />

gittim, kapısından girer girmez de, önceki akşam Skofja Loka değil de<br />

Ptuj’da kalmış olmam gerektiğini anladım. Skofja Loka kötü müydü, değildi;<br />

ama Ptuj daha büyüktü ve daha çok vakit ayırmak gerekiyordu. Fakat hafta<br />

sonuna Maribor’da yer ayırttığım için yoluma devam etmem gerekti.<br />

Bu arada Skofja Loka’da başıma ne gelse beğenirsiniz; vardığımda otelin<br />

avlusuna motoru güvenli bir şekilde<br />

park ettim. Sabah kalktığımda,<br />

bir baktım ki sokakta inşaat var<br />

ve çıkış kapalı. Otel sahibine “ne<br />

etçez?” dedim; “merak etme,<br />

hallederiz” falan filan dedi, bana<br />

merdivenleri gösterip, “buradan<br />

çıkartırız” dedi. Muhtemelen beni<br />

Marc Coma falan sandı. Biraz<br />

sonra elinde uzun kalaslarla<br />

geldi, merdivene dayayıp, “hadi<br />

güle güle” dedi. Motor zaten<br />

tepeleme dolu, çok ağır; ben mi?<br />

Daha önce böyle cambazlıklar<br />

yapmamışım, kalaslar da oynayıp<br />

duruyorlar. Düşürsem, motorun bir<br />

yerlerini kırmayı bırak, muhtemelen<br />

kendimi de bir güzel kırarım.<br />

Neyse iş başa düştü, baktım yapacak<br />

birşey yok, eleman da bayağı<br />

ciddi; neyse o arkadan biraz ittirdi,<br />

ben biraz acemi şansımla yine<br />

yalan söylemeyeyim, beklediğimden<br />

de kolay bir şekilde motoru<br />

caddeye çıkarttık.<br />

Slovenya seyahati boyunca öğle<br />

yemeklerinde nedense durduğum<br />

yerlerde genellikle tost buluyordum;<br />

sonrasında da dondurma<br />

yiyordum. Slovenya’da dondurma<br />

çok iyi ve bence bulması en kolay<br />

şeydi, adımbaşı dondurmacı vardı<br />

ve külahlardaki toplar da kocamandı.<br />

Tavsiye ederim, size de<br />

giderseniz bol bol dondurma yiyin;<br />

özel birşey değil, ama iyi gidiyor.<br />

42 | TGWL


Maribor’a geçmeden önce, adını yıllar önce başka bir kaynakta<br />

duyduğum Jeruzalem’e uğradım. Jeruzalem, üzüm bağları<br />

ve tabii şaraplarıyla meşhur bir bölge. En güzeli ise, kayboluncaya<br />

kadar uçsuz bucaksız bağların arasında gezmek idi.<br />

Genel olarak herşey güzeldi, fakat hava çok sıcaktı; nedenini<br />

bilmiyorum, sıcak hava ilk defa bu seyahatte çok yordu. Akşam<br />

olurken Maribor’a girdim ve otelime yerleşti.<br />

O hafta sonu şansıma Maribor’da Lent Festivali vardı. Lent,<br />

Maribor’un nehir kıyısı semtiydi ve bu her sene yapılan bir<br />

festivalmiş. Festivalleri severim, çünkü ortalık hareketli ve<br />

yapacak şey çok olur. Nitekim akşam boyunca açık havada<br />

konserler ve gösterilerle güzel bir hafta sonu geçti. Festival,<br />

cumartesi gecesi, gece yarısında nehir üzerinde güzel bir havai<br />

fişek gösterisi ile sona erdi.<br />

Pazar günü Ljubljana’ya geçecektim, sabah sağanak yağmurla<br />

uyandım; o kadar sıcağın arkasından çok da anormal birşey<br />

olmasa gerek diye düşündüm. Neyse ki çok fazla yolum yoktu;<br />

Ljubljana’ya kadar durmadan sağanak bir yağmur altında yol<br />

yaparak öğlen gibi şehire giriş yaptım. İyi bir kıyafetle yağmurda<br />

mı gitmek, yoksa hafif bir kıyafetle deli sıcakta mı gitmek<br />

diye sorsanız, büyük olasılıkla o gün yediğim yağmuru tercih<br />

ederdim.<br />

Ljubljana, adına layık büyük ve güzel bir şehir; uzun zamandır<br />

nasıl bir yer diye çok da merak ediyordum. Ne demişler,<br />

geç olsun, güç olmasın. Ljubljana’nın merkezinde görülmesi<br />

gereken tarihi yerlerden bazıları üçüz köprüler, Ejderha köprüsü,<br />

Ljubljana Kalesi ve yine ara sokaklar. Şehrin ortasından<br />

geçen derenin etrafında vakit geçirebilirsiniz; güzel cafeler ve<br />

restoranlar mevcut.<br />

Slovenya seyahatini Vrsic Pass üzerinden İtalya’ya geçerek<br />

bitirecektim. En azından bu, en başından beri planımdı. Eski<br />

seyahatlerden birinde Bled’den İtalya’ya geçmek için yine<br />

aynı yolu kullanacaktık; fakat Jesenice’de yol kapalı olduğu<br />

için başka bir yerden geçmek zorunda kalmıştık, sonunda da<br />

kendimizi Avusturya’da bulmuştuk.<br />

Vrsic Pass yolunu 1915 yılında Avusturya Macaristan imparatoru’nun<br />

emriyle savaş esirlerine yaptırmışlar; bunlardan çoğu<br />

Rus’muş, bu sebeple de 2006 yılından beri yol Rus Yolu olarak<br />

anılıyormuş. Yol üzerinde ahşap bir kilise var, adı da bu sebeple<br />

Rus Kilisesi. Her ne kadar bu seneki seyahatimi pass geçişleri<br />

üzerine tasarlamadıysam da, ilk geçiş oldu Vrsic; İtalya’ya<br />

ininceye kadar da dağ yolları ve dereler; kısacası Slovenya son<br />

kilometresine kadar güzel tabiatıyla peşimi bırakmadı.<br />

Güzel bir ülkeye, güzel bir veda oldu Vrsic Pass; akşamüstü<br />

İtalya’ya, çok vakit geçirmeden Avusturya’ya geçtim. Daha<br />

seyahatin başında sayılırdım ve gidecek yer çoktu, çoktu ama<br />

yapılmış program yoktu; neyse devamında nasıl bir gezi oldu,<br />

o da artık gelecek sayıya.<br />

TGWL | 43


Olimpiyatlar ve<br />

Otomobil Sporu<br />

İskender Aruoba<br />

Saygıdeğer okurlar;<br />

Bu Great Wild Life Dergisinde ikinci yazım. Önce ilkyazım da<br />

yaptığımız bir hatayı düzelteyim. Başlık; “Güle Güle Otomobil,<br />

Aşkım…” olacaktı. Oysa “Güle Güle, Otomobil Aşkım” diye<br />

bir manşet atmışız ki sanki bendeki otomobil sevgisine artık güle güle<br />

diyoruz… Öyle değil tabi bu sevgi bir ömür sürecek sevgilerden;<br />

Ben, benim alıştığım “otomobile” güle güle diyordum. Çünkü artık<br />

otomobil, hatta “karayolu seyahati” elektrikli ve sürücüsüz “araçlar”<br />

ile yeniden icat ediliyor…<br />

Yaz olimpiyatlarının yapıldığı mevsimdeyiz. Bunlar dört yılda bir<br />

gerçekleştirilen her ülkeden çok sayıda sporcunun katıldığı büyük organizasyonlar.<br />

Bu yıl Brezilya’nın Başkenti Rio’da yapılıyor. İstanbul’a<br />

alalım diye epey uğraşmış, ancak becerememişlerdi…<br />

YARIŞLARDA KULLANILAN<br />

ARABALARIN ATALARI ASLINDA<br />

İLK DEFA ANADOLU’NUN<br />

GÜNEYİNDE MEZOPOTAMYA’DA<br />

M.Ö. 3000 YILINDA<br />

KULLANILMAYA BAŞLANDI.<br />

O DÖNEMLERDEN 10 ASIR ÖNCE<br />

M.Ö. 4000 YILLARINDA ORTA<br />

ASYA STEPLERİNDE YAŞAYAN<br />

ATALARIMIZ ATI<br />

EHLİLEŞTİRMİŞ VE ÇOK<br />

ÇEŞİTLİ SAHALARDA<br />

KULLANMAYA<br />

BAŞLAMIŞTI BİLE.<br />

atletler katılırdı. Yani bugünkü “uluslararası” vasfı o gün de vardı.<br />

Hoş o gün “ULUS” kavramı da orta da yoktu…<br />

Otomobilciler olarak bizleri ilgilendiren kısmı hiç şüphesiz “atlı araba<br />

yarışları” olmuştur. Çünkü hem otomobil hem de sporunun tarihi<br />

atlı araba ile başlar. Modern olimpiyatlara “otomobil sporu” daha<br />

alınmıyor. Bunun (bence) sebepleri üzerinde ayrıca duracağız. Atlı<br />

araba yarışları olimpiyat oyunlarından önce ve ayrı başlamış ancak<br />

atletlerin koşmasından çok daha heyecan verici oldukları için oyunlara<br />

dâhil edilmiştir.<br />

İlk olimpiyatlar ve spor dalları<br />

Olimpiyatlar Yunanistan’da Tanrılar için yapılmaya başlandı. İlk kayıtlara<br />

M.Ö. 776 yılında rastlanır. İlk olimpiyatlar sadece koşu alanında<br />

düzenlenirdi. Daha sonra cirit, güreş gibi askere, savaşa yönelik,<br />

vücut kuvvetinin akıllıca kullanılmasına yönelik sporlar da eklendi.<br />

Tanrılara yönelik yapıldığı için baba Tanrı Zeus’un oturduğuna inanılan<br />

Olympos Dağ’ının eteklerinde Olimpia kentinde inşa edilmiş<br />

“spor tesislerinde” yapılırdı. Sadece erkek atletler çırılçıplak katılır,<br />

evli kadınlar seyre alınmaz bekâr kızlara özel bir “tribün” ayrılırdı…<br />

Yunanistan’da yapılan Olimpiyatlara Avrupa’nın çeşitli yerlerinden<br />

Roma atlı araba yarışları<br />

2 atlılar grup N; 4 atlılar grup A olsa gerek… Ya da Formula 2 ve<br />

Formula 1 gibi… Ayrıca arabaları hazırlayan “mekanikler” çeşitli<br />

“modifikasyonlar” ile arabaları güçlendiriyorlardı…<br />

Atlar ise çok özel teknikler ile yetiştiriliyordu. (Antik bir ticari anlaşma<br />

metninden anlaşıldığına göre, işçi yevmiyesi 25 dinar olup, bir köle<br />

44 | TGWL


25.000 dinara satılırken, eğitimli bir yarış<br />

atı 90.000 dinar ediyordu..!) Bu günün<br />

rakamları ile mesela bir Mercedes Formula<br />

1 motorunun yıllık kullanım maliyetinin 100<br />

milyon TL yapması gibi.<br />

Bu yarışlarda kullanılan arabaların ataları<br />

aslında ilk defa Anadolu’nun güneyinde<br />

Mezopotamya’da M.Ö. 3000 yılında<br />

kullanılmaya başlandı. O dönemlerden 10<br />

asır önce M.Ö. 4000 yıllarında Orta Asya<br />

steplerinde yaşayan atalarımız atı ehlileştirmiş<br />

ve çok çeşitli sahalarda kullanmaya<br />

başlamıştı bile. Bunların arasında tabii olarak<br />

sürat yarışları ve cirit gibi “Atlı Sporlar”<br />

da vardı. Bir diğer atalarımız Hititler M.Ö.<br />

2000’li yıllarda at arabalarını geliştirmesi ile<br />

savaşlarda daha sık kullanılmaya başladılar.<br />

Hatta tarihin ilk yazılı anlaşması olan<br />

Kadeş’te, Hitit ordusunda 3500 at arabalı<br />

asker bulunduğu yazar. Bu dönemlerde<br />

at yarışlarının yanı sıra araba yarışları da<br />

başladı.<br />

Aynı eğilim otomobilde de olmuştu. İlk<br />

“otomobile benzer otomobiller” 1800’lerin<br />

sonunda görülmeğe başlanmış ve 1886’da<br />

Gottlieb Daimler modern otomobilin başlangıcı<br />

sayılabilecek 4 tekerlekli 4 zamanlı<br />

benzin motorlu otomobili yaptıktan hemen<br />

8 yıl sonra 1894’de, Fransız Petit Journal<br />

Gazetesi dünyanın ilk otomobil yarışını<br />

organize etmişti. Ancak Bu yarışta buharlı,<br />

elektrikli otomobiller de vardı. Birinci gelen<br />

buharlıyı, ateşçi (chauffeur/Şoför) taşıdığı<br />

için ihraç ettiler!<br />

18. Yüzyıl at arabası yarışları<br />

Antik Dünya’nın büyük şehirlerinde ve<br />

olimpiyatlarda yapılan at arabası yarışlarında<br />

maharetli sürücülerin yeteneklerini<br />

sergilemesi, kontrole ve süratli viraj almaya<br />

dayalı yarışlara dönüşmüş, asker kökenli<br />

yarışçılar da giderek yerlerini bu işin eğitimini<br />

alıp bunu meslek haline getiren “Pilotlara”<br />

bırakmıştı. Ancak, mükâfatları “pilotlar”<br />

değil; araba ve atların sahipleri alırdı…<br />

Yani o günden bu yana bir “Manufacturers<br />

Championship, MARKALAR ŞAMPİYONA-<br />

SI” mevcut…<br />

Araba yarışları ilk defa M.Ö. 680’de (yazılı<br />

olimpiyat başlangıcından yaklaşık bir asır<br />

sonra) olimpiyat oyunlarında bir kategori<br />

olarak kabul edilmiştir. Hıristiyanlığın yayılması<br />

ile “insani olmayan” ölümüne yapılan<br />

gladyatör oyunlarını yasaklanınca halkın en<br />

büyük eğlence kaynağı at yarışları oldu.<br />

Çünkü buralarda (tesadüfî de olsa) asıl<br />

seyri beklenen “ölüm” olabiliyordu. İnsan<br />

doğasında maalesef bu duygu bulunuyor.<br />

Boğa güreşinde de genel olarak matadora<br />

“ole-yaşa!” deniliyor ancak seyirci boğayı<br />

tutuyor…<br />

İstanbul yarış pisti (Hipodrom)<br />

kalıntıları. 16. Yüzyıl<br />

Antik dünyanın çeşitli büyük şehirlerinde bulunan<br />

hipodromlarında at yarışlarına büyük<br />

ilgi gösterilirdi. Ancak bunların arasında en<br />

büyüğü ve görkemlisi Konstantinopolis yani<br />

İstanbul’daki “At Meydanı” idi. Yarışların<br />

yapıldığı Hipodrom, At Meydanı (Hippos-At,<br />

Dromos-Yol, Koşu Yolu,) şehir halkı için<br />

en büyük eğlence kaynağıydı. Gladyatör<br />

dövüşleri kadar şiddet içermese de rakibi<br />

sıkıştırmak, duvara çarpmasını sağlamak,<br />

yolunu kapatmak gibi saldırgan bir tutum<br />

kurallara aykırı olmadığı gibi takdir edilirdi.<br />

Ancak küfür etmek yasaktı.<br />

M.S. sonra 393 yılında ise Hıristiyan<br />

Roma İmparatoru Theodosius oyunların<br />

putperestlikten kalma bir adet olduğu<br />

gerekçesiyle yasakladı. Yasak 22 asır<br />

sonra kalktı. Baron Pierre de Coubertin 23<br />

Haziran 1894 günü Paris, Sorbonne’da bir<br />

kongre organize etti ve burada Uluslararası<br />

Olimpiyat Komitesi (COI-IOC) kuruldu ve<br />

Pierre de Coubertin genel sekreter oldu. De<br />

Coubertin, 1937 yılında Cenevre’de ölene<br />

dek IOC’nin onursal başkanı olarak kaldı.<br />

Olimpik Sporculara vasiyet olarak; “kazanmak<br />

değil, katılmak önemlidir” fikrini bıraktı.<br />

Bugün Yaz Olimpiyatlarında 41 ayrı spor<br />

dalı var. Bunlar arasında “otomobil sporu”<br />

yok. Oysa 110 sayfalık “Olimpik Kurallar”<br />

arasında motor sporu yasaktır diye bir<br />

madde artık yok. Üstelik bu spor, birçok<br />

olimpik spordan daha çok “Olimpik Spor<br />

kriteri” taşıyor. Eskiden kurallar arasında<br />

olan “Performansın mekanik itişe dayandığı<br />

sporlar kabul edilemez” kuralı 2007’de<br />

kaldırıldı. Birçok motor sporu karşıtının iddia<br />

ettiği gibi “İnsan gücü dışında güç kullanan<br />

sporlar olimpik olmaz!” savı da doğru değil.<br />

İnsan gücü dışında güç taşıyan çok spor var.<br />

Üstelik tarihte birkaç defa otomobil sporu<br />

olimpik spor olarak vardı. 1900 Paris Olimpiyatlarında<br />

800 kilometrelik iki kategorili<br />

bir yarış yapıldı ve (biri Louis Renault olmak<br />

üzere) 4 pilot altın madalya aldı. Daha<br />

sonra Londra’da programa alındı.<br />

Sadece insan gücü söz konusu olsa idi;<br />

tenis raketi, kano gibi aletler ve özellikle<br />

yelken yarışı (tam 9 farklı sınıf var!) ve<br />

atçılık (Equestrian) (Üstelik 3 ayrı dalda, At<br />

Giyimi, Engelli Yarış ve At Terbiyesi) olimpik<br />

olamazdı…<br />

İlk otomobil yarışı birincisi<br />

Albert Lemaitre<br />

Peugeot 3 HP 1894 - Paris-Rouen<br />

“Atlı Spor konusu açılmışken, çocukluğumda<br />

iftihar ile seyrettiğim Türk Atlı Sporcularından<br />

bahsetmem gerekir. Bunlar çeşitli altın<br />

madalyalar, birincilikler kazanmış insanlardı.<br />

Tarihin en önemli 5 atçısından biri olan<br />

Albay Nail Gönenli babamın dostu idi. Ankara’da<br />

geçirdiğim ortaokul ve lise yıllarında<br />

Bahçeli Evlerdeki Süvari Alayında rahmetli<br />

Nail Ağabeyin atı “Tombul’a” binerdim.”<br />

Hem Kurallar kitabında hem de CIO<br />

(Uluslararası Olimpik Komite) tarafından<br />

bu manada (artık) yazılmış, söylenmiş bir şey<br />

olmadığına ve kalmadığına göre; Neden<br />

Otomobil sporları olimpiyatlarda yok?<br />

Otomobil Sporu FIA (Uluslararası Otomobil<br />

Federasyonu) tarafından yönetilir ve 140<br />

ülkede 235 federasyon ve Otomobil kulübü<br />

tarafından temsil edilir.<br />

(FIA, IOC gibi Fransa’da 1904’de Automobile<br />

Clubs Reconnus (AIACR) “Fransız<br />

Otomobil Kulüpleri Birliği” olarak kurulmuş;<br />

1937’de Uluslararasına dönüşte; Türkiye,<br />

Büyük Atatürk’ün kurduğu “Türk Seyyahin<br />

Cemiyeti, şimdi TTOK (Türk Turing Otomobil<br />

Kurumu)” ile kurucu üye olmuştu. Daha<br />

sonra da TTOK ve dönemin başkan ve spor<br />

komitesi yöneticilerinin beceriksizliği yüzünden<br />

“Belki devlet bir işe yarar” düşüncesi<br />

ile Türkiye Otomobil Sporları Federasyon<br />

(TOSFED) kuruldu.<br />

Otomobil sporunu (dolayısı ile FIA’yı) diğer<br />

sporlardan ayıran en önemli faktör; Spor<br />

yapılan “ARAÇ’IN” dünyanın en büyük<br />

endüstrisinin ürünü olmasıdır. Böyle olunca<br />

sporun yapılması esnasında ortaya çıkan<br />

TGWL | 45


özellikler tanıtım, reklam, diğer sporlardan<br />

çok daha yüksek oluyor…<br />

Dünyanın en ünlü ilk pilotu<br />

Juan Manuel Fangio<br />

Otomobil yarışı ve medya<br />

FIA’nın ve özellikle dünyanın en popüler<br />

sporu olan FORMULA 1 sporun kontrolü<br />

ise FIA’nın değil Bernie Ecclestone isimli bir<br />

şahısın kontrolü altında. Otomobil Sporu,<br />

dünyanın en pahalı sporcularını barındırıyor.<br />

Ayrıca olimpiyatlardan (yaklaşık<br />

3,5 milyar seyirci) sonra en çok seyirciye<br />

(4 yılda 2 milyar civarında) sahip spor<br />

dallarından biri. (Futbol yılda 3,2 Milyar)<br />

Öte yandan 3,5 milyar olimpiyat seyircisi<br />

4 yılda bir 41 farklı spor dalını izlemek için<br />

bir araya gelirken, her yıl 450 milyon F1<br />

seyircisi toplanıyor.<br />

FIA kuralına göre sadece onun onayladığı<br />

spor müsabakalarına girebilirsiniz. Aksi<br />

olursa lisansınız iptal edilir. Yani sadece F1<br />

değil, Pist, Ralli, Tırmanma, Slalom vs. gibi<br />

dallarda da FIA’ya bağlısınız.<br />

FIA ayrıca tüm müsabaka ve şampiyonaların<br />

TV haklarını elinde tutuyor. Bu TV<br />

hakları ise (F1’in hakları öteki tüm sporların<br />

toplam TV haklarından daha değerli)<br />

Ecclestone’a ait International Sportsworld<br />

Communications şirketi tarafından satın<br />

alınmış durumda. Öte yandan (para onda<br />

olduğu için) F1 Administration, yani F1<br />

yönetimi de Ecclestone tarafından kontrol<br />

ediliyor. Kurala göre FIA’nın olimpiyata<br />

alınması için doğrudan IOC’ye başvurması<br />

gerekiyor.<br />

Ahşap yarış pisti (Kansas, ABD<br />

Ancak anlaşılan gayet “benmerkezci”<br />

bir kişilik olan Ecclestone “pastayı” bir<br />

şekilde paylaşmak istemiyor. Çok mantıklı<br />

başka bir sebep de yok galiba…<br />

Bugünün FIA başkanı, eski dostum Jean<br />

Todd (anlaşılan) uzun vadeli bir “geçiş”<br />

programı yürütmekte. Bu konuyu 2012’de<br />

İstanbul’da yapılan FIA genel kurulunda<br />

görüşmüştük. Yardımcısı olan İsveçli Lars<br />

Österlind bu konuda çalışmalara başlamıştı.<br />

Muhtemelen, özel bir pist istemeyen<br />

(kapatılmış şehir sokaklarında yapılan)<br />

Formula E olimpiyatlara katılabilir. ‘F.E.’<br />

46 | TGWL<br />

Formula 1 benzeri otomobillerin sadece<br />

elektrikli motor ile gidenleri. 2012’de kuralları<br />

daha yeni konuyordu. FIA Formula E<br />

müsabakaları 2014’de başladı. Ayni şase<br />

ve motoru kullanan yani sporcuya daha<br />

çok iş düşen bu “çevreci ve gürültüsüz”<br />

otomobil sporu dalını belki de 2020 Tokyo<br />

Olimpiyatlarında ilk defa görebiliriz. Ya da<br />

tek bir markadan alınan bir ralli otomobili<br />

ile stadyumda Rallikros? Veya tek üreticili<br />

ya da IOC’nin koyduğu kurallara uygun<br />

olarak üretilen bir go-kart?<br />

Eski dost Jean Todd ile birlikte<br />

(FIA Başkanı)<br />

Bütün bu gelişmeler olurken<br />

bizde neler oluyor..!<br />

Olimpiyata 103 sporcumuz gitti. 25 tanesi<br />

devşirme. Kaç yönetici beraber gitmiş<br />

bulamadım..!<br />

Nüfus bakımından bizden 10’ar milyon<br />

küçük İngiltere’nin 56, Fransa’nın<br />

34, İtalya’nın 25, üçte birimizden küçük<br />

Avustralya’nın 27 madalyası var. Dünyanın<br />

19’uncu kalabalık ülkeyiz. Sıralamada ise<br />

8 madalya ile 41’inci..<br />

Eskiden Atlı sporda manejleri kasıp kavururduk;<br />

Süvari alayını kapattık<br />

Bizim Binici Rio’da 61.inci oldu. Galiba 70<br />

atlet katıldı.<br />

Yetkililer Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezleri<br />

(TOHM) adlı bir yerler kurup, kabiliyetli<br />

sporcuları buralarda Olimpiyat madalyası<br />

için yetiştireceklermiş. Ancak Millet nasıl<br />

“kabiliyetli sporcu” haline nasıl gelecek<br />

orası pek belli değil.”<br />

İstanbul, tarihin en büyük antik araba yarışı<br />

hipodromuna sahipti. Dünyadan 100 yıl<br />

sonra bir F1 pisti yapabildik, şimdi otopark<br />

olarak kullanılıyor. Bizim otomobil sporcusu<br />

için “TOHM” yok, kendi imkânları ile yetişiyor<br />

ama Avrupa ve Balkan şampiyonuyuz.<br />

Formula E (elektrikli Formula1 yarışları)<br />

Dünyanın 16.ıncı Otomobil üreticisiyiz; ancak<br />

kendi markamız yok. 10 yıldır otomobil<br />

“ELEKTRİKLİ” olarak yeniden yaratılıyor;<br />

bizde tık yok.. Cumhurbaşkanımız “bir<br />

Babayiğit” çıksın yapsın istiyor. Birileri ise<br />

fabrikası kapanmış eski markadan yerli<br />

Otomobil yapmağa çalışıyor…<br />

Beysbol, Softbol (bir nevi beysbol), Karate,<br />

Kaykay, Sörf, ve Spor Tırmanma dallarının<br />

alınacağı 2020 Tokyo Olimpiyatlarına<br />

otomobil sporumuzu da inşallah alırlar, çok<br />

yakışır. Biz de seyrede dururuz gayri…<br />

Modern RallyCross


Yeni Sezonda Tüm Avcılarımıza<br />

RASTGELE!<br />

TÜRKİYE DİSTRİBÜTÖRÜ<br />

444 84 06<br />

www.kamperest.com<br />

TGWL | 47


Dışarıdaki<br />

Motosiklet<br />

Hakkı Orun<br />

48 | TGWL


TGWL | 49


Yine öyle bir günde, Sokaklar ile ilgili birşeyler karalamıştım.<br />

“Hayat Sokaktadır” diye.<br />

Hayat sokaktadır.<br />

Onun dışındaki yerler, hayatın belli kesimleri için yapılması gerekenleri<br />

yerine getirmemiz ve hatta korunmamız icin ayrılmış<br />

yerlerdir.<br />

Sokak nedir bilirsiniz hepiniz değil mi! Lakin, kıymetini bildiğimiz<br />

pek söylenemez.<br />

Hayat sokakta geçer.<br />

iş sokakta bulunur,<br />

hayvan sokakta,<br />

arkadaş sokakta,<br />

komşu sokakta,<br />

bakkal sokaktadır,<br />

dostluk sokakta...<br />

Velhasılı hayat sokaktadır.<br />

Şimdilerde bu sokakların kaybolduğunu gözlüyoruz.<br />

Şimdi yeni yeni bloklarda oturmaya sitelerde yaşamaya başlayınca,<br />

bizler çekildik sokaklardan çünkü sokaklar kalmadı<br />

artık, eh bakkal baba da kapadı dükkanı, Ayten teyzeler de<br />

taşınmışlar huzur sitesine. Artık kimse kimseyi tanıyıp da kavga<br />

filan çıktığında ayırmıyor, su da içemiyoruz komşu kapılarda...<br />

Eskiden biz top oynardık sokaklarda ve susadığımızda giderdik,<br />

Ayten teyzenin kapısında su içerdik. Bakkal baba ne istersek<br />

verirdi bize, kimse bize yan bakamazdı o sokakta, kavga<br />

çıktı mı komşular ayırırdı...<br />

Böyle zaman zaman, kendi başıma kaldığımda, aklıma<br />

gelenleri yazma gibi yeni bir faaliyet başladı.<br />

Sanki, bir boşluk var da orayı ben dolduracakmışım<br />

gibi.<br />

Boşluk var evet.<br />

İşte sokak olmayınca ne iş kaldı arayacak, ne dost kaldi birlikte<br />

oynayacak, ne bakkal baba, top da kimse oynamıyor zaten.<br />

Sitelerde betonlara gömdük dostlukları, halbuki neydi bir<br />

zamanlar…<br />

İnsan hayatının en temel ihtiyaçlarından biri de, değişiklik<br />

değil mi zaten. Ama hangi yöne?<br />

50 | TGWL


Değişiklik demişken, bir kalıcı değişiklikler var, bir de sürekli<br />

değişiklikler var hayatımızda. Kalıcı olanlar, çevremizdeki<br />

değişiklikler, insanların değişmesi, ülkenin değişmesi, birkaç<br />

günlüğüne bir yerlere gidip kalmak gibi iken, sürekli degişiklikler,<br />

yolda olmak gibidir.<br />

Yolda olmak, zaman içinde, o kadar çok değişiklik içinde<br />

tutuyor ki, tadına doyulmuyor.<br />

Bir de bu değişikliği yaşarken kullandığımız araçlar var.<br />

Bence en insanî olanı, tabiatın şartlarına biraz daha fazla maruz<br />

kaldığımız, daha içinde olduğumuz motosiklet gibi sanki.<br />

Araba kullanmak, sinemada oturup bir film seyretmek gibi<br />

iken, motor kullanmak, o filmin içinde oynamak gibi derler.<br />

Yağmur yüzünüze vurabilir kaskınızın vizörünü biraz aralayınca.<br />

Ben yolda olmayı çok seviyorum.<br />

Hani küçükken sokaklarda oynuyormuşum gibi.<br />

Seyahate çıkarken eğer yolu düşünüyorsanız, çok eğleneceksiniz<br />

demektir. Yoksa, gideceğiniz yerde varacağınız kişiler, ya<br />

da o yeri, veya oteli düşünüyorsanız oraya gittiğinizde hiçbir<br />

sürprizi kalmıyor işin.<br />

Bilinmezlik değil mi zaten bizi çeken.<br />

Motosiklet kullananlar ile ilgili çok sevdiğim bir deyiş vardır.<br />

Psikolog muayenehanesinin önünde park etmiş bir motosiklet<br />

göremezsiniz.<br />

Motor kullanmanın acayip rahatlatıcı yönleri var. Hele bir de<br />

mücadeleci bir ruhunuz ve içinizde yaşamakta olan bir çocuk<br />

varsa, kurtuluşunuz mümkün değildir.<br />

O gün yine, bir mesaj geldi Ali’den.<br />

Ali Hollanda’da yaşıyor, ama her yıl, onunla birlikte, 4 ya da 5<br />

kişi Alp Dağları’na gezmeye gideriz, motorlarımızla.<br />

- Büyük Beyaz, ne yapıyorsun? Nordkapp’a geliyor musun?<br />

- Ne Nordkapp’ı? Sizin gittiğiniz tarihte gelemem ama dur bir<br />

bakayım.<br />

Bu arada, aylık programımı yapıp, işlerimi yoluna koyarak,<br />

gitmek için heyecandan yanıyorum.<br />

Önce Finlandiya’dan Schengen vizemizi alıyoruz ve Aliler<br />

dönüş yolunda iken, biz bir arkadaşımla birlikte Moskova’dan<br />

yola çıkıyoruz, Temmuz 12, 2014.<br />

TGWL | 51


Moskova’dan, St. Petersburg’a doğru çıkıyoruz yola sabah<br />

erkenden. O gün akşam üzeri Helsinki’ye hareket edecek<br />

gemide yerimiz ve kamaralarımız hazır. Motorlarımız servise<br />

girdi çıktı. Herşey yolunda gibi. Yolda önce, öbür arkadaşımın<br />

motorunun yağ kapağını yerine tam oturtamamışlar serviste ve<br />

yerinden çıkmış, yer gök yağ içinde duruyoruz.<br />

Benim motorda, zaman zaman elektrik kesintileri yaşıyorum.<br />

Motoru çalıştırmak için marşa basıyorum ama, bazen hiç<br />

ceryan gelmiyor, sonra bir ara geliyor.<br />

O gece feribotta, güzel bir uyku çekiyor ve sabah kahvaltıya<br />

çıkıyoruz bir üst güverteye. Mükellef bir kahvaltı ve sonrasında<br />

garaja iniyoruz. Can basıyor marşa motoru calışıyor ve o<br />

çıkıyor. Ben marşa basamıyorum çünkü yine ceryan yok!!! Başlıyorum<br />

motoru iterek çıkartmaya gemiden ve gemici soruyor;<br />

- Hayırdır?<br />

- Millet uyuyor kardeşim onun için çalıştırmıyorum deyince<br />

adam gülüyor.<br />

- Çalışmıyor ondan diyorum. Hay Allah anlamında ortodoks<br />

dininde birşeyler söylüyor.<br />

başlıyorum motoru kurcalamaya ama çalışmıyor. Dur lan<br />

diyorum bir açayım şu seleyi de aküye bir bakayım. Öyle de<br />

yapıyorum. Bir de ne göreyim????<br />

Akü başına gelen bütün kablolar akübaşına takılı ama vidası<br />

orada kenarda duruyor. Herifçioğlu vidayı yerine takmayınca<br />

o bağlı kablolar bir değiyor, bir değmiyor böylece benim<br />

ABS lambası bir yanıyor bir sönüyor, motor da bir çalışıyor bir<br />

çalışmıyor.<br />

Alıyorum elime tornavidayı, açıyorum ağzımı, yumuyorum<br />

gözümü. O arada vidayı sıktıktan sonra bir basıyorum marşa<br />

motor şimşek gibi!<br />

Basıyorum gaza ve doooğru servise. Can da orada ama servis<br />

henüz kapalı, günlerden Cumartesi ve servis sabah 10:00 da<br />

açılıyor, bekliyoruz ne yapalım. Burada bütün eksikliklerimizi<br />

giderip, lastiklerimizi de taktırıp şen ve mesut devam ediyoruz<br />

yolumuza.<br />

Nordkapp, Norveç’in kuzeyinde, kuzey kutbuna doğru uzanan<br />

kara parcasının en uç noktasıdır.<br />

Haziran ayında burada güneşin hareketlerinden oluşan ışık<br />

oyunları seyretmeye değer. Hatta sırf bu olaylar sayesinde,<br />

yılda 200.000 turisti ağırlamaktadır Nordkapp.<br />

Kuzey arctic kutup halkası üzerinde yer aldığı için adı İngilizce’de<br />

North Cape, Norveççe’de de Nordkapp olmuştur.<br />

O gün Finlandiya’da bayağı bir yol yaptık. Önce Vaasa’ya<br />

yönlendik hani oradan feribotla karşıya geçeriz filan diye ama,<br />

biz gittiğimizde, bizimle İngilizce konuşmaya çalışan birkaç kişi<br />

vardı bir minibüs ile ama feribot yarın sabaha varmış.<br />

Bu arada baktım adamlar aralarında Fince konuşmuyorlar bir<br />

dinleyince baktık ki adamlar Rus iyi mi! Haydaa bir muhabbet,<br />

bizim plakalar da Moskova olunca, neyse, ne yapalim derken<br />

Can devam dedi, verdik gazi kuzeye... Oulu!<br />

Bir kamp yeri buluyoruz bir gölün kıyısında. Yastık sırt çantası,<br />

yorgan motor ceketi oluyor.<br />

- Yaa işte öyle diyorum, Tanrı yardımcın olsun demek istiyor.<br />

Neyse gemiden çıkıyorum, ilk durak Pasaport kontrol sırası.<br />

Tabii benim motor sürekli çalışıyor. Rusya’dan ucuz benzini de<br />

almadık, burada 5 misli paraya benzin yakıyoruz, çok yaşa<br />

Avilon. ( BMW Moscow)<br />

Pasaport kontrolündeki bayan polis;<br />

“motorunuzu durdurun” diyor<br />

olmaz sonra çalışmıyor diyorum utanarak. Şimdi servise gidiyorum<br />

Ooo! diyor ne geldin çalışmayan motorla der gibi<br />

Neyse ben geçiyorum kontrolden sıra Can’da ve ben kontrol<br />

alanından çıkıyor yolun kenarına yanaşıyorum hala gümrük<br />

sahası olduğundan trafik yok ama, normal alışkanlıkla yan<br />

ayağı açınca motor stop ediyoooor! Açıyorum kontağı ekran<br />

yok, ceryan yok.<br />

- Ne oldu Hakkı hocam?<br />

- Yan ayağı açtım stop etti, çalışmıyor.<br />

- Ne yapacağız?<br />

- Bak navigasyonda şurada bir servis buldum sen oraya git<br />

arka tekeri ve balatalarındaki yağları temizlet, bana da buraya<br />

bir servis aracı gönder<br />

- “Evet hocam en iyisi bu” deyip gidiyor.<br />

İkimizin navigasyonu da aynı adrese kurulu. Bu arada ben<br />

52 | TGWL<br />

Oulu’dan çıkıp biraz fiyordlara doğru gitmenin kimseye bir<br />

zararı olmaz herhalde.<br />

Biz de öyle yapıyor ve otel rezervasyonumuzu yapıp, Hammerfest’e<br />

doğru yola çıkıyoruz.<br />

Otelimiz çok sempatik bir otel. Küçük ve dağ evi havasında.<br />

Resepsiyonda kimse yok, garson bizim girişimizi yapıyor.<br />

Bu arada;<br />

- Çiğ somon var mı diye soruyorum<br />

- Şanslısınız bu akşam somon var açık büfede diyor ama<br />

haşlanmış<br />

- Hayır hayır bana çiğ lazım diyorum ve sormaya gidiyor, o<br />

arada biz de giriş kartlarını dolduruyoruz.<br />

- Şefle konuştum varmış ama marine etmek lazım dedi.<br />

- Yok yok siz büyük bir parça somonu çiğ olarak bir tabağa<br />

koyun bana da yarım limon ve tuz verin ben marine ederim.<br />

deyince;<br />

- Olur muu! diyor hayretle<br />

ve oluyor elbette, ilk defa yapmıyorum ya! Önce biraz tuz,<br />

sonra limon suyu bolca ve ….<br />

Şimdi bu seyahatte Nordkapp’a varmış olmak, sadece torunlarıma,<br />

“Ben motorumla Kuzey Kutbu’na gitmiştim”


deyip bu gezi raporunu okumak için önemli.<br />

Ama Nordkapp’a gidene kadarki yol kısmı muhteşem.<br />

Oteller kapalı, Dünyanın ilk meridyeninin hazırlanışı,<br />

güneşin batmamasi, Nordkapp rüzgari, her istediğinizi<br />

hürriyet sınırlari içinde yapabiliyor olmanız, herkesin sizden<br />

korkuyormuş gibi araç kullanıyor olması, motosikletin<br />

neden icat edildiği gibi şeylerin farkına varıyorsunuz.<br />

Geyik muhabbeti mesela; Finlandiya’da yollarda sürekli<br />

geyik görebiliyor olmanız ve trafik için bayağı bir tehlike<br />

oluşturuyor olmalarını kastediyorum.<br />

İsveç’te otoparklarda elektrikli araçlar için prizler mevcut<br />

mesela.<br />

İsveç’in bir köyünde bir Meksika yemeği yiyebiliyor<br />

olmak.<br />

TGWL | 53


54 | TGWL


Geçilecek Değil<br />

Kalınacak Şehirdir<br />

ORDU<br />

TGWL | 55


Ordu Yaylaları<br />

Karadeniz’de En Çok Mavi Bayrağa Sahip İl Olduk<br />

Ordu’nun Dereleri Turizme Akıyor<br />

5 Müze, 5.000 Nitelikli Yatak ve 5 Milyon Ziyaretçi<br />

- Sayın TOPARLAK öncelikle sizi<br />

yakından tanımak adına bize kendinizden<br />

bahseder misiniz?<br />

1965 Ordu’nun Eskipazar Köyünde<br />

dünyaya geldim. İlk eğitimimi Güzelordu<br />

İlköğretim Okulu’nda, ortaöğretim<br />

ve lise eğitimimi Ordu İmam Hatip<br />

Lise’sinde tamamladım. Yükseköğrenimimi<br />

ise Anadolu Üniversitesi Sosyal<br />

Bilimler Fakültesinde tamamladım.<br />

Memuriyete 1985 yılında adım atmakla<br />

birlikte, 1987 yılında Ordu İl Kültür<br />

ve Turizm Müdürlüğü’nde göreve<br />

başladım ve aynı kurumda 27 yıllık<br />

görev sürem içerisinde Saymanlıktan,<br />

Şefliğe, Turizm Şube Müdürlüğü’nden,<br />

İl Müdür Yardımcılığı’na kadar tüm<br />

kademelerde görev aldım. 19 Ağustos<br />

2014 tarihinde ise bakanlık oluru ile<br />

Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne<br />

atandım. Aile yaşantıma gelirsek evli ve<br />

2 kız çocuğu babasıyım.<br />

- İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün<br />

misyonu nedir? Görev alanları ve<br />

sorumlulukları nelerdir?<br />

Milli, manevi, tarihi, kültürel ve turistik<br />

değerleri araştırmak, geliştirmek,<br />

korumak, yaşatmak, değerlendirmek,<br />

yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve<br />

bu suretle milli bütünlüğün güçlenmesine<br />

ve ekonomik gelişmeye katkıda<br />

bulunmak, kültür ve turizm konuları ile<br />

ilgili kamu kurum ve kuruluşlarını yönlendirmek,<br />

bu kuruluşlarla işbirliğinde<br />

bulunmak, yerel yönetimler, sivil toplum<br />

kuruluşları ve özel sektör ile iletişimi<br />

geliştirmek ve işbirliği yapmak, yerel<br />

yönetimler, kamu kurum ve kuruluşları<br />

tarafından kurulan veya kamu personelini<br />

desteklemek için kurulan dernekler<br />

ve aynı amaçlarla Türk Medeni Kanununa<br />

göre kurulan vakıflar dışındaki<br />

asıl amacı kültür, sanat, turizm ve<br />

tanıtım faaliyeti olan dernek ve vakıflar<br />

ile özel tiyatrolar tarafından gerçekleştirilecek<br />

projelere nakdi yardımda<br />

bulunmak, tarihi ve kültürel varlıkları<br />

korumak, turizmi, milli ekonominin<br />

verimli bir sektörü haline getirmek için<br />

yurdun turizme elverişli bütün imkanları<br />

değerlendirmek, geliştirmek ve pazar-<br />

56 | TGWL


lamak, kültür ve turizm alanlarında<br />

her türlü yatırım, iletişim ve gelişim<br />

potansiyelini yönlendirmek, kültür ve<br />

turizm yatırımları ile ilgili taşınmazları<br />

temin etmek, gerektiğinde kamulaştırmak,<br />

bunların etüt, proje ve inşaatını<br />

yapmak, yaptırmak, Türkiye’nin turistik<br />

varlıklarını her alanda tanıtıcı faaliyetler<br />

ile her türlü imkan ve araçlardan<br />

faydalanarak kültür ve turizmle ilgili<br />

tanıtma hizmetlerini yürütmek gibi<br />

sorumluluklarımız var.<br />

- Ordu’da Turizm’in gelişmesi ve<br />

istenilen seviyeye ulaşması için alt<br />

yapının yeterli olduğunu düşünüyor<br />

musunuz?<br />

Son yıllarda turizm açısından yapılan<br />

fiziki mekanlar ve altyapı çalışmalarımızın<br />

turizmin gelişmesi adına<br />

ciddi ilerleme sağlamıştır. Bunların en<br />

önemlisi kuşkusuz ki Ordu-Giresun<br />

Havaalanı oluşturmaktadır. Ordu- Giresun<br />

Havaalanı Ülkemizin ve Avrupa’nın<br />

denize dolgu yöntemiyle inşa<br />

edilmiş ilk havaalanıdır. 22.05.2015<br />

tarihinde hizmete açılan havaalanı<br />

sayesinde turizm adına en büyük<br />

ulaşım sorunu çözülmüştür. Buna<br />

paralel olarak havaalanı yanında hayata<br />

geçirilen “Çikolata Park’’ projesi<br />

Karadeniz’de en çok<br />

mavi bayrağa sahip il olduk<br />

Önem arz eden çalışmalardan<br />

bir diğeri de “Yeşil Yol” projesi.<br />

Turizm alanlarını birbirine bağlayarak<br />

, bölgenin turizm potansiyelini<br />

arttırmak amacıyla başlayan<br />

proje. Samsun, Ordu, Giresun,<br />

Gümüşhane, Bayburt, Trabzon,<br />

Rize ve Artvin olmak üzere 8<br />

ilin önemli yaylalarını ve turizm<br />

merkezlerini birbirine bağlayan,<br />

bölgeye gelen yerli ve yabancı<br />

turistlerin belirlenen güzergâh boyunca<br />

güvenli, konforlu bir şekilde<br />

seyahat etmesine imkan sağlayarak<br />

Doğu Karadeniz’e yeni<br />

canlılık ve şekil kazandıracak.<br />

ile ilimizde fındık satışını artırmak,<br />

bölgemizde fındıklı ürün çeşitliliğini<br />

desteklemek (BUTİK ÇİKOLATA vb.),<br />

yöresel ürünlerin satışının sağlanması,<br />

yöresel yemeklerin tanıtımı ve sunumu<br />

hedeflenmiştir.<br />

Karadeniz’in ilk botanik bahçesi yine<br />

ilimizde faaliyet gösterecektir. Türkiye’nin<br />

dünya mirası özel eserlerinin<br />

birebir küçültülmüş hallerinin sergileneceği,<br />

186 dönümlük fidan üretim<br />

sahasında 116 dönüm arazi üzerine<br />

kurulacak olan botanik bahçesinin<br />

toplam yatırım maliyeti ise 12 milyon<br />

500 bin TL’yi buluyor. Proje çalışmaları<br />

tamamlanmış olan tesiste aynı zamanda<br />

toplantı, nikah gibi pasif etkinliklere<br />

de fırsat verilecek. Yine deniz<br />

turizmi alanında Ordu Merkez Akyazı<br />

Halk Plajı, Cumhuriyet Mahallesi Plajı,<br />

Ünye Uzunkum Plajı ve Fatsa Çamlık<br />

Plajı Mavi Bayrak ile ödüllendirilerek,<br />

Karadeniz’de en çok mavi bayrağa<br />

sahip il olduk. Kış turizmi kapsamında<br />

650 dönüm arazi üzerine inşa edilen<br />

Karadeniz’in en büyük kayak merkezinin<br />

içerisinde dağ evi mimarisinde 8<br />

adet yapı ve 2 adet telesiyej mekanik<br />

hattı bulunuyor. Ülkemizin denize ve<br />

havaalanına en yakın merkezi olan<br />

Kayak Merkezinde 5 bin metre uzunluğunda<br />

35 metre genişliğinde parkur<br />

bulunuyor. Tesis içindeki binalarda<br />

sağlık merkezi, bilet satış ve kayak<br />

malzemeleri satış noktaları, alt ve<br />

üst istasyonlarda yeme içme tesisleri<br />

bulunuyor.<br />

Bunların yanı sıra 2000’li yılların başından<br />

itibaren ekolojik turizm<br />

Başkotanı Köprüsü<br />

TGWL | 57


alanında önemli çalışmalar yapan<br />

Fatsa Kabakdağ Köyü 93 harbiden<br />

sonra Gürcistan’dan bölgeye gelenlerin<br />

kurduğu bir köydür. Köyde, taş ve<br />

ahşap malzemelerden inşa edilmiş,<br />

100’ün üzerine tescilli mimarlık örneği<br />

bulunmaktadır. Kabakdağ bir Gürcü<br />

Köyü olduğundan ve Gürcü halkın<br />

gelenek ve göreneklerini yaşatma<br />

çabası sayesinde gerek gündelik<br />

yaşamlarında, gerek özel günlerinde<br />

ve mutfaklarında Gürcü esintisine<br />

rastlamak mümkündür. Yemeklerde<br />

ağırlıklı olarak ceviz ve baharatlar<br />

(kinzi, fesleğen, çörek otu) bulunur, ilk<br />

kez 2004 yılında yapılan Kabakdağ<br />

Şenliği, Gürcü kültürünün yansımasıdır.<br />

Köyde aynı zamanda 60 misafirin<br />

ağırlanabileceği ev otelleri bulunmaktadır,<br />

misafirlere köy halkı tarafından<br />

32 Gayde gibi oyunlar sergileniyor.<br />

Eko turizmde ivme yakalayan diğer<br />

bir köyde Kayabaşı, Ordu merkeze<br />

10 km ve 10 dakika mesafede yeşilin<br />

bin bir tonunu barındıran Kayabaşı<br />

Köyünde Hazal, Fadıkana, Köyüm ve<br />

Ormancının yeri gibi ikram noktaları<br />

bulunuyor. Köyde kullanılmayan 30<br />

civarı ev yaklaşık olarak 100 oda<br />

200 yatak kapasitesi ile konaklama<br />

merkezi olarak kullanılmaktadır. Eko<br />

Turizm kapsamında köye gelenler, süt<br />

sağma, yumurta toplama, yün yataklarda<br />

yatma, doğa yürüyüşü imkanının<br />

yanında odun ateşi ile Karadeniz’e<br />

özgü kuzine sobalar, üzerinde pişen<br />

yemeklerden yeme imkanı buluyor.<br />

Ayrıca çocuklara köy yaşamını<br />

öğrenme imkanı sağlanıyor. Önem<br />

arz eden çalışmalardan bir diğeri de<br />

“Yeşil Yol” projesi. Turizm alanlarını,<br />

birbirine bağlayarak , bölgenin turizm<br />

potansiyelini arttırmak amacıyla başlayan<br />

proje. Samsun, Ordu, Giresun,<br />

Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize<br />

ve Artvin olmak üzere 8 ilin önemli<br />

yaylalarını ve turizm merkezlerini birbirine<br />

bağlayan, bölgeye gelen yerli ve<br />

yabancı turistlerin belirlenen güzergâh<br />

boyunca güvenli, konforlu bir şekilde<br />

seyahat etmesine imkan sağlayarak<br />

Doğu Karadeniz’e yeni canlılık ve şekil<br />

kazandıracak.<br />

- Ordu’da son yıllarda turizm alanında<br />

olumlu gelişmeler gözlemliyoruz.<br />

Rakamlarla Ordu turizminin<br />

durumu nedir?<br />

2011 yılında 205.265 yerli 9.041<br />

yabancı olmak üzere toplam 214.306<br />

ziyaretçi<br />

2012 yılında 260.098 yerli 15.944<br />

yabancı olmak üzere toplam 276.042<br />

ziyaretçi<br />

2013 yılında 280.201 yerli 14.039<br />

yabancı olmak üzere toplam 294.240<br />

ziyaretçi<br />

2014 yılında 329.282 yerli 14.273<br />

yabancı olmak üzere toplam 343.555<br />

ziyaretçi<br />

2015 yılında 453.170 yerli 29.693<br />

yabancı olmak üzere toplam 482.863<br />

ziyaretçi<br />

Son 5 yılda genel toplamda<br />

1.415.267 turist ilimizde ağırlanmıştır.<br />

Bu verilerin artışlarında turizm çalışmalarının,<br />

tanıtım çalışmalarının,<br />

ilimize son yıllarda kazandırılan Marka<br />

Otellerin katkısı son derece büyük.<br />

Bunun yanı sıra 13.’sü gerçekleşecek<br />

olan uluslararası geleneksel Vosvos<br />

şenliği ilimizin dünya ya açılan önemli<br />

pencerelerinden biri. Şehir merkezi<br />

sahil yolu üzerinde bir adet, Fatsa ve<br />

Ünye, Ulubey İlçelerimizde de birer<br />

adet olmak üzere toplam üç adet<br />

Turizm Tanıtım Büromuz bulunuyor.<br />

Turizm haftası kutlamalarını salonlardan<br />

çıkararak ilçelerimizde düzenlemeye<br />

başladık. Bu doğrultuda 2014<br />

yılında “Turizm Haftası” açılışını Fatsa<br />

58 | TGWL


TGWL | 59


İlçesi Kabakdağ Köyünde gerçekleştirdik.<br />

2015 yılında ise Ünye İlçemizde<br />

Turizm Haftası etkinliklerini gerçekleştirdik.<br />

2016 yılında da Turizm Haftası<br />

açılış programını Ulubey İlçemiz Güzelyurt<br />

Mahallesinde gerçekleştirdik.<br />

Bununla birlikte Güzelyurt Mahallesini<br />

eko turizme açma çalışmalarımız tüm<br />

hızıyla devam ediyor.<br />

- Arap dünyasına yönelik bir takım<br />

çalışmalar yapıldı. Dönüşlerle<br />

ilgili durum nedir? Bu dönüşlerden<br />

memnun musunuz?<br />

07-11 Mayıs 2015 tarihleri arasında<br />

Sayın Valimizin girişimleriyle<br />

“Ordu’nun Dereleri Turizme Akıyor”<br />

Projesi kapsamında 17 ülkeden 32<br />

Arap gazeteciyi İlimizde ağırladık. 05-<br />

11 Kasım 2015 tarihleri arasında yine<br />

Sayın Valimizin yaptığı davet üzerine<br />

İlimize gelen, 26 farklı ülkeden toplam<br />

86 gazeteciye 6 gün boyunca İlimizin<br />

tarihi ve turistik değerlerini tanıtarak<br />

körfez ülkelerinin gazete ve televizyonlarında<br />

Ordu ile ilgili 3 bine yakın<br />

haber yayınlanması sağlandı.<br />

Bu çalışmalarımızın geri dönüşümünü<br />

2015 yılında konaklama istatistiği verilerinde<br />

% 41 artış olarak gördük. 19<br />

Temmuz 2016 tarihinde İlimize gelen<br />

ilk Riyad Kafilesini ağırladık. Bundan<br />

böyle Ordu-Giresun Havaalanı her<br />

hafta Riyad’dan direkt uçuşlarla turist<br />

kafileleri şehrimize gelecek. Yine 5<br />

Ağustos 2016 tarihinde Kıbrıs Turizm<br />

ve Çevre Bakanı ile Kıbrıs Ticaret<br />

Odası temsilcileri Ordu’ya gelecek.<br />

- Kültürel anlamda ne gibi<br />

çalışmalar içerisindesiniz?<br />

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Müze<br />

Müdürlüğünce 2010 yılından itibaren<br />

başlatılan kazı çalışmalarında<br />

2300 yıl öncesine ait, tapınak ve kale<br />

duvarlarına rastlanmıştır. Kurul Kalesi<br />

Karadeniz Bölgesinde ilk arkeolojik<br />

kazı alanıdır. 2011 de başlayan kazı<br />

çalışmaları 2012, 2013, 2014, 2015<br />

yılında da devam etmiştir. 2016 yılı<br />

60 | TGWL


kazı çalışmalarına başlanmıştır.<br />

Fatsa Cıngırt Kalesi kazı çalışmaları<br />

dönemler halinde 2011, 2012,<br />

2013, 2014 yıllarında yapılmıştır.<br />

Dönemler halinde kazılara devam<br />

edilecektir.<br />

Restorasyon çalışmalarımıza gelince;<br />

14 Mayıs 2015 tarihinde başlanan<br />

Kahraman Sağra Konağı Restorasyon<br />

Uygulama işi tamamlanmış olup<br />

Hareketli Etnoğrafya Müzesi olması<br />

planlanmaktadır. Eski Vali Konağı<br />

Çocuk Kütüphanesi yapılmak üzere<br />

onarım ve restorasyon ihalesi işlemleri<br />

başladı. Altınordu İlçesi Kabana Çeşmesi<br />

Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon<br />

Proje Yapım işi için Samsun Kurul’dan<br />

onaylandıktan sonra restore edilecektir.<br />

Gölköy İlçesi Dereçayır Camii<br />

Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve<br />

Elektrik Proje Yapım işi tamamlanmak<br />

üzere olup restorasyon uygulama<br />

işine başlandı. Gölköy İlçesi Yemişgen<br />

Kilisesi Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon<br />

Proje Yapım işi tamamlanmış olup<br />

kurul tarafından onaylandı. Kumru<br />

Samur Camii Restorasyon Uygulama<br />

işi tamamlanmak üzeredir.<br />

Turizm çalışmalarımızın yanı sıra kültürel<br />

çalışmalarımıza da ağırlık verdik.<br />

Bunlardan en önemlilerinden biri Gazi<br />

halk kütüphanesinin 900 m2 olan<br />

kullanım alanını 1800 m2’ye çıkararak<br />

aynı anda 206 kişiye hizmet veren<br />

büyük bir okuma salonu, araştırmaların<br />

yapılacağı tarih bölümü, her türlü<br />

söyleşinin yapılacağı şark köşesi, revir<br />

ve bayan mescit oluşturulmasıdır. Yine<br />

başta Altınordu İlçemiz olmak üzere<br />

hiç kütüphane olmayan 3 İlçemizde<br />

halk kütüphanelerini hizmete açtık. Bu<br />

çalışmaların yanı sıra Ulubey, İkizce,<br />

Çatalpınar, Aybastı, Çamaş, Korgan,<br />

Perşembe, Fatsa ve Çaybaşı İlçelerimizin<br />

kütüphane hizmet binalarını<br />

modernize ederek daha kullanışlı hale<br />

getirdik.<br />

- Kurum olarak ileriye yönelik<br />

hedefleriniz nelerdir? Sizleri yakın<br />

zamanda hangi çalışmaların içinde<br />

göreceğiz?<br />

Önümüzdeki 5 Yıllık Hedefler<br />

• 5 Müze, 5.000 nitelikli yatak ve 5<br />

milyon ziyaretçi,<br />

• En az 2 Arkeolojik alanın ziyaretçilerin<br />

hizmetine açılacak mekanlar haline<br />

Aybastı Yaylası<br />

TGWL | 61


Ordu’nun Dereleri<br />

Ordu’nun Dereleri<br />

Ünye Kalesi<br />

Antik Kale<br />

Ordu Genel Görünüm<br />

Kaleköy Kalesi<br />

Kaya Mezarları<br />

62 | TGWL


getirilmesi,<br />

• En az 2 yaylada, Türkiye ve Dünyada<br />

bilinen ve tercih edilen konaklama<br />

mekanların oluşturulması,<br />

• Yaylalara helikopter ve teleferik ile<br />

ulaşımın sağlanması, yayla merkezlerinde<br />

sokak sağlıklaştırma çalışmaları<br />

yapılması,<br />

• Çambaşı Kış Sporları Merkezinin,<br />

Türkiye’deki kayak merkezleri içinde<br />

tercih edilen bir kayak merkezi haline<br />

gelmesi,<br />

• Deniz turizminin yaygınlaşması,<br />

• Kültür ve Turizm Bakanlığı projesi<br />

olan ve Kalkınma Bakanlığı’nca desteklenen,<br />

yaylaları birbirine bağlayan<br />

“Yeliş Yol Projesi”nin tamamlanması,<br />

• Sokak Sağlıklaştırma Projesi çalışmalarına<br />

devam edilerek daha fazla yapının<br />

restorasyonun gerçekleştirilmesi,<br />

• Mavi bayraklı plajların oluşturulması,<br />

• En az 3 köyü, Türkiye’nin en çok<br />

bilinen Eko Köyü haline getirmek,<br />

- Son olarak The Great Wild Life<br />

okuyucularına ve Ordululara vermek<br />

istediğiniz bir mesaj var mı?<br />

Öncelikle bu röportajın oluşumunda<br />

katkıda bulunan Kuzey in Yıldızı Dergisi<br />

çalışanları ve imtiyaz sahiplerine teşekkür<br />

ediyorum. Farklı turizm alternatifleri<br />

ile son yıllarda tanıtımına büyük önem<br />

verdiğimiz İlimizde, doğa güzellikleri,<br />

ahşap mimari örnekleri, özgün yemek<br />

çeşitleri, bitki örtüsü, mavi ve yeşilin<br />

kucaklaştığı koy ve kumsalları, birbirinden<br />

güzel yaylalarıyla misafirlerimizi<br />

ağırlamayı bekliyoruz.<br />

TGWL | 63


64 | TGWL<br />

Yazan: S. Aygün Başarır


Bir<br />

AKYA<br />

Hikayesi<br />

Saros Körfezi<br />

TGWL | 65


Genellikle balıklar üzerine bilgi aktaran yazılarıma bu<br />

sayımızda ara verip sizlerle çok yeni çok sıcak bir<br />

anımı paylaşmak istedim. 15 Temmuz 2016 darbe<br />

girişiminden bir gün önce “Saros Körfez’inde” noktalanan<br />

Akya avım aslında 20 Haziran da “Datça- Selimiye’de”<br />

başlamıştı...!<br />

Fransa’dan gelen arkadaşım ve iki çocuğuyla Bodrum’da buluşup<br />

iki aile olarak tekne seyahati planlamış idik. İki haftalık programımız<br />

Gökova’dan başlayıp Datça’nın neredeyse her tarafını<br />

gezmemize yetecek kadarda uzundu.<br />

Teknemizdeki en küçük yolcu olan erkek çocuğu Ruben aynı<br />

zamanda teknenin en hızlı olta balıkçısı. Mola verdiğimiz her koy<br />

veya körfezde muhakkak balık yakalama çabası içerisine girer<br />

bende ona uygun takımlar hazırlayıp başarılı olması için desteklemekteydim.<br />

Fakat temmuz ayı balık yakalamak için çok iyi bir<br />

ay olmamakla birlikte bu kadarda sıfır olması akıl alacak gibi değildi.<br />

Her sabah ve akşam palet gözlük dalıp çevredeki balıkları<br />

tespit etmeye çalışıyorum fakat kimsecikler yoktu.<br />

Ruben sadece minnacık Lapin ve Hanoz balıkları yakalayabiliyordu.<br />

Yakalayabildiği rekor balık 20 gram idi. Neyse günler<br />

geçti turun sonunun yaklaştığı bir sabah saat 06.00’da Selimiye<br />

Kasaba’sının önüne 20 metre derinliğe çapa attık ve orada kahvaltı<br />

hazırlıkları yaparken denizin derinliklerinde büyük balıklara<br />

ait yansımalar gördüm. Hemen dipli bir zoka takımı hazırlayıp,<br />

kamış vasıtasıyla aşağıya indirdim. Anında bir balık yapışınca<br />

kamışı Ruben’e verdim. Balık Ruben’in çekebileceği kadar bir şey<br />

idi. Aman tanrım manzara müthiş bir hal almıştı. Çığlıklar atıyor,<br />

yerlere düşüyor, kalkıyor ama balığı su üstüne çıkartamıyordu.<br />

Oğlan kan ter içinde 20 dakika sonunda balığı teknenin içerisine<br />

aldı. Balık 1,5 kg’lık bir Akya palazı idi. Denizden 1 kova su alıp<br />

balığı içine bıraktık.<br />

Olağan üstü güzellikte bir balıktı. Gümüşten daha parlak olan<br />

66 | TGWL


vücudunu çatal bir kuyrukla sonlandırıyordu. Çok belirgin ve çok şık yanal çizgiye sahip<br />

idi. Ruben çok gururlanmış bir halde tebriklerimizi kabul ediyor ve en sonunda iyi bir<br />

ziyafet çekebileceğimizin de müjdesini veriyordu. Balığımızın kovadaki suyunu üçüncü kez<br />

değiştirdikten sonra Ruben’e bu balığın gelişmiş halinin, 20-30 kg’lık resimlerini gösterdim.<br />

Ne demek istediğimi derhal anladı. Çok üzüldü ama kovayı denize boşalttı ve balığı<br />

tekrar denizlerine iade etti.<br />

Seyahat bitti Saros’a geri döndüm. İlk iki gün eksikliklerini giderdiğim yeni teknemle ilk<br />

defa balık avlamaya çıkacağız. Açıkçası bende heyecanlıyım çünkü alüminyum olan<br />

teknenin deniz performansını çok merak ediyorum. İki gece konaklamalı üç tam gün hem<br />

seyahat yapacağız hem de balığa bakacağız.<br />

14 Temmuz sabahı erkenden Güneyli Liman’ından hareket ettik. Akşam Kömür Liman’ında<br />

demirde kalacağız. Yol boyunca uzun boylu zarganalar yakaladık. İçlerinden en<br />

büyük iki tanesini Akya yakalamak için hazırlanmış takımlara monte edip, üzerinde çıkrık<br />

makara bulunan kamışlarla denize uzattık.<br />

Artık takımlar neredeyse 3 saattir denizdeyken çok sağlam bir vuruş aldık. Oltanın diğer<br />

ucundaki güçlü yüzücünün ismi Akya olmalıydı. En güçlü mücadelesini verdiği ilk 15<br />

dakika boyunca 3 kere su üstüne çıkıp tekrar daldı. En sonunda balığımızı ikna edip<br />

güvertemize aldık.<br />

Çok güzel bir balıktı. Gümüşten daha parlak olan vücudunu çatal bir kuyrukla sonlandırıyordu.<br />

Çok belirgin ve çok şık yanal çizgiye sahipti. Tek farkı 1,40 metre uzunluğunda<br />

ve 18,5 kg ağırlığındaydı. Eğer Ruben yanımda olsa muhtemelen sevinçten ağlardı. O<br />

gün denize yapılan yatırımın mislisiyle geriye döndüğünü görmek gerçekten çok güzeldi.<br />

Hoşça kalın…<br />

TGWL | 67


zamansız elbette... ancak şu kavurucu yaz gününde serinletici bir hayal...<br />

Şafak Gökhan<br />

68 | TGWL


TGWL | 69


İ<br />

glo nedir, kimlerdendir ,nasıl<br />

yapılır bir bakalım<br />

İglo ,eskimoların hayatlarını<br />

idame ettirmek ve avlanma<br />

amaçlı geçici olarak yaşadığı<br />

sıkıştırılmış kardan yapılan çadır, ev<br />

anlamına gelir.<br />

Eskimolar kış aylarında sıkıştırılmış<br />

kar kürtününden iglo yaparak hayatlarını<br />

sürseler de yaz aylarını, hayvan<br />

derisi çadırlarda veya taş, çamur<br />

ve ağaçtan yapılan barınaklarda<br />

geçirirler. Wikipedi öyle diyo. Özgür<br />

ansiklopedi ya hani...<br />

Ve şimdi ansiklopediyi bir rafa kavurucu<br />

yaz aylarını da kıyıya bırakıp<br />

konumuzun çocukluğuna inelim.<br />

Yaşantımızın daha tıfıl dönemlerinde<br />

herkes gibi illaki şu yaşımıza oranla<br />

daha fazla barınak yapmışızdır.<br />

Küçüklüğümüzü hatırlayınca köy,<br />

bağ, bahçe çocukluğu olanlar daha<br />

iyi bilirler ki evin karşısındaki tepeye<br />

ağaç çatarak eski çuvallardan<br />

yapılmış çadır bez ev içinde köpeğinle<br />

havanın kararmasını beklemek<br />

bütün köyün üzerine batan güneşi<br />

izlemek muazzam bi duygu verirdi.<br />

Ancak bu durum kar yağınca değişir.<br />

Kar yağınca barınak yapmak güç<br />

bela hayallerde kalırdı.<br />

O barınak yapılan çuvalı kışın yine<br />

kullanırdım elbette ,içine saman doldurup<br />

tepeden aşağıya kaya kaya<br />

atkımı rüzgara kata kata donmuş<br />

dereyi uçarak geçmişliğim olmuştur<br />

ancak kışın hiç o çuvalla tam anlamıyla<br />

barınak yapamamıştım. Her<br />

denememde yıkılır ıslanıp donardı<br />

tepede olduğum için de daha fazla<br />

rüzgar alır aksine buz gibi kas katı<br />

üzerime yapışırdı.<br />

Şimdi gelelim nasıl yapılır kısmına?<br />

Gerekli araçlar : Testere (bizim yanımızda kürek vardı kürek kullandık)<br />

İglo yapabilmek için elbette kar yapısı, hacmi, kürtünlüğü önemli. Rüzgar<br />

almış kesilebilir sert mukavemette olması sulanıp, buzlaşıp ağırlaşmamış<br />

olması gerekli. Olmalı ki duvarlar iyi örülsün, ağırlığı taşımayıp çökme<br />

yaşanmasın. Ne çok şey gerekli değil mi? Sakin olun hepsi doğada ve<br />

becerilerinizde mevcut.<br />

Yaşım bu yaş oldu hala içimde bi<br />

ukteydi karda bir barınak yapmak.<br />

İgloyu ilk olarak gazete kuponları<br />

biriktirilerek alınan ansiklopedilerimizde<br />

görmüştüm<br />

Halen bi köylü olan ben, dağcılık<br />

ve doğa sporları tutkunu olarak<br />

Bolu ilinin yüksek dağlarında öğrendiklerimi<br />

deneyimlerimi bir araya<br />

getirerek Bolu Dağcılık ve Arama<br />

Kurtarma Kulübü bünyesinde küçüklüğümdeki<br />

ukteyi gerçekleştirdim.<br />

Karda kışta çadır kurmak dışında bir<br />

barınak yaptım.<br />

70 | TGWL


Eskimolar kar testeresi kullanarak<br />

başlangıçta igloyu yapacakları<br />

yerdeki kar zemininden tuğla şeklinde<br />

bloklar keserek iglonun içini<br />

oymuşlar. Kestikleri tuğlaları kesilmemiş<br />

kar kürtünü zeminine açısı<br />

içe büküm eğimli gelecek şekilde<br />

dizmiş böylelikle kot farkını iki tuğla<br />

boyuna çıkarmışlar bizde onların<br />

izinden giderek duvarımızı örmeye<br />

başladık yapılmaz değil yapılır.<br />

Bir yandan örülen tuğlalarda diğer<br />

yandan sıva ve harç olarak yine kar<br />

kullanılıp boşluklar kapatılır.<br />

İlk sıra üzerine kemer şeklinde gelecek<br />

şekilde yine içe eğimli sıralanarak<br />

devam edilir. Yüksekliği ise çok<br />

rüzgar almayacak şekilde kişilerin<br />

kendi boylarına göre ayarlanarak<br />

kubbe şekli verilerek kapatılır.<br />

Kapı girişine L şeklinde kısa bi<br />

koridor yada set yapılması içeriye<br />

soğuk hava ve kar girişini engeller<br />

fazla eşya ve çantaların içeride yer<br />

kaplamaması sağlanır. İglonuza<br />

küçük bi hava penceresi açmakta<br />

fayda var.<br />

Elinize sağlık.. İglonuzun içerisinde<br />

sıcak bı dağ çayı içip güzel bir uyku<br />

çekebilirsiniz.. Oh miss.<br />

Şu yaz günlerinde olmasa da her<br />

zaman aklımızda şu soru vardır<br />

(haklı olarak) iglonun içi sıcak olur<br />

mu?<br />

Buzdan kardan bi ev ne kadar sıcak<br />

olabilir ki ? (-zaten sıcak olsaydı<br />

erir yıkılırdı. kesin buz gibidir ? –<br />

hayır dışarıda hava sıcaklığı rüzgarla<br />

daha da soğuk buz gibi hissedilirken<br />

iglonun içi yaklaşık +2,+4<br />

derece olur.<br />

Ortam ısısı mumlarla ve kişi sayısına<br />

göre +10, +12 derecelere<br />

kadar çıkarılabilir ve iglo içerisinde<br />

yükselen sıcak hava iglo tuğlalarının<br />

yüzeyini ısıtıp soğutur ,dondurarak<br />

yalıtım sağlar üzerine yağan kar<br />

iglonun daha da sağlamlaşmasına<br />

katkıda bulunur.<br />

Ancak iglo içerisindeki karlı zemine<br />

direk temas ederek oturmak, yatmak<br />

ısı kaybına yol acar ve hipotermi<br />

oluşturabilir.<br />

He yok ya ben evde durmak ,oturmak<br />

istiyorum kar kış sevmiyorum<br />

diyenlere ..bir fikir; sizler de evde<br />

oturup küp şekerlerden iglo yapabilirsiniz<br />

doğayla hoşçakalın.<br />

TGWL | 71


Şeref Erbil<br />

Tuzla Milas<br />

Boğaziçi Köyü<br />

72 | TGWL


Tuzla Milas delta içinde bulunan, Boğaziçi<br />

Köyü halkı Arnavut olup, çoluk çocuk<br />

ailecek balıkçı kendi özünde. Tekneleri ile<br />

her sabah erkenden balık ağlarını toplamaya<br />

giderken kadınların, balıkçı tekneleriyle balık<br />

ağı topladığını ve köye döndüğünde balık ağlarını<br />

temizlerken tüm aile fertlerini bir arada görmek bu<br />

köye aittir.<br />

Atalarından aldıkları geleneksel balıkçılığı devam<br />

ettirmektedirler. Kendi kooperatifleri bulunmaktadır.<br />

Yöre halkı Bodrum’dan Milas’tan gelip, avlanan balıkları,<br />

karidesleri, dilbalıklarını, çupraları, levrekleri<br />

canlı canlı görüp alabilirler.<br />

Ayriyeten cennetten bir köşe, sıra-sıra balıkçı tekneleri,<br />

uçan ördekler, mekeler… Burada doğal hayatın<br />

bir parçası haline geldiğinizi görürsünüz. Deltanın bir<br />

parçası olan Boğaziçi Köyü ayrıca balık restoranları<br />

ile hizmet vererek de turizme katkıda bulunmaktadır.<br />

TGWL | 73


Tuzla Bargilya Göçmen Kuşları Koruma<br />

ve Rehabilitasyon Derneği’nin Amacı<br />

Derneğimiz 12.02.2015 tarih 1962 sayılı yazı ile Muğla İli,<br />

Milas-Bodrum İlçeleri arasındaki yörenin tek deltası olan Tuzla<br />

Deltası(Boğaziçi Deltası) için kurulmuştur.<br />

1995 yılında Şeref Hoca’nın önerisi, Muğla Valisi Lütfü Yeğenoğlu<br />

ve Vali Yardımcısı Ali Haydar Küçüğün katkısı ile Doğal<br />

Alan korumasına alınmıştır. 2004 Ulusal Sulak Alan Komisyonu<br />

tarafından koruma kapsamına alınarak yönetim planı<br />

yapılmıştır. Halep Çamı Tabiatı Koruma Alanına komşu, sulak<br />

alan havzası, Tuzla Sulak Alanı ve Güllük Dalyanı alanından<br />

oluşmaktadır. Tuzla ve Güllük her yıl 3000’in üzerinde flamingoya<br />

ev sahipliği yapmasının dışında; Güllük Körfez’i Boğaziçi’nden<br />

geçip gelen deniz balıklarına da kuluçka bölgesi<br />

olması nedeniyle gözde bir bölgedir.<br />

Deltanın tarihi ve kültürel kalıntılarının öne çıkması turizmdeki<br />

yerini alması acısından; deltanın kenarında bulunan Bargilya<br />

Krallığı kalıntılarının Turizm Bakanlığını ilgisi ve koruması alanına<br />

girmesi de, bölgenin tahrip edilmesini önlemek acısından<br />

önemlidir. Boğaziçi’nin balıkçı köyü olduğunu; küçük teknelerin,<br />

balıkçıların balık ağlarını ayıklarken ortamın doğallığını<br />

yitirmeden korunmasına önem vermesini, Tuzla Boğaziçi<br />

Köyü’nün sabahları, koyun resmini denizin üzerinde yansımasını<br />

görme ayrıcalığına sahip olup; mekelerin, karabatakların,<br />

ördeklerin dalıp çıktığını, martıların denizin üzerinde uçuşunu<br />

Bargylia Tuz Gölü Filamingolar<br />

Bu doğa harikası deltanın korunması bizden sonraki nesillere<br />

de aktarılması gerekirken, avlanma ve deltada bilinçsizce yapılaşma<br />

olması tarihe ve doğal yaşama yapılmış zulümdür. Bu<br />

bölgenin doğal hali ile ve arka kısımlarının tarım alanı olarak<br />

kalması doğru olandır.<br />

Deltanın içinde inşa edilen kaçak yapıların atık sularının bu<br />

bölgeyi kirletmekte olduğunu, deltanın hemen kenarında balık<br />

ağları, tel örgüler, elektrik direkleri deltanın içerisinde betonla<br />

yürütülmüş su boruları deltanın yok olmasına, burada ki<br />

canlıların ölümüne sebep olmaktadır. Bütün bölge halkının ve<br />

özellikle gençlerimizin bu bölgeye sahip çıkmaları ve bölgeyi<br />

korumaya duyarlı olmasının bölge içi ileriki dönemde kazanç<br />

olacağını düşünmekteyiz. Bu bölgenin korunması ve tekrar<br />

hayat bulması acısından acil olarak yapılması gereken; uçan<br />

kuşlar hastanesi, rehabilitasyon hastanesi, yüzen kuluçka alanları,<br />

yıllık olarak deltanın kirlilik oranlarını ölçen kurum-kuruluşların<br />

destek vermesi ve turistik olarak da çevresinde patika<br />

yürüme-dinlenme alanları, gözetleme kuleleri kurulması önem<br />

arz edilmektedir.<br />

Kurucu Üyeler:<br />

• Şerafettin ELBİL<br />

• Yılmaz DURMUŞ<br />

• Burçak ÖLÇÜCÜ<br />

• Bilal BİLGE<br />

• Onur DURMUŞ<br />

• Oktay ÖZCAN<br />

izlemek bu köyün yaşam tarzıdır. Bu yaşamı ve bu doğal güzelliği<br />

bozmamalı ve görmezden gelmemeliyiz.<br />

Metruk Tuzlası Sulak Alan Koruma Bölgesi<br />

Tuzla Sulak Alanı 2001 yılında IBA (İmportant Bird Area) tarafından<br />

dünyaca önemli kuş alanı olarak belirlenmiştir. 2004<br />

Ulusal Sulak Alan Komisyonu tarafından koruma kapsamına<br />

alınarak yönetim planı yapılmıştır. Ramsar sözleşmesine aday<br />

Sulak Alan 380 Hektar alanı kapsar ve her yıl 3000 civarında<br />

flamingoya ev sahipliği yapmaktadır. Burada üreyen kuş türü<br />

74 | TGWL


118’dir. Her yıl bölgeye ziyaretçi kuşlarla birlikte 250’ye yakın<br />

kuş türü bulunmaktadır.<br />

Halep Çamı Tabiatı Koruma Alanına komşu, sulak alan<br />

havzası, Tuzla Sulak Alanı ve Güllük Dalyanı Alanından<br />

oluşmaktadır. 380 Hektar Tuzla Sulak Alanı ve 800 Hektar<br />

Güllük Dalyanı olmak üzere yaklaşık 1180 Hektarlık bir alanı<br />

kapsamaktadır. Tuzla ve Güllük 2001 yılında IBA (İmportant<br />

Bird Area) önemli kuş alanı olarak tanımlanmıştır. Tuzla Gölü<br />

ve Güllük Dalyanı hafif tuzlu ve acımsı suyu kuşların yaşamsal<br />

besin kaynağı olan balık, deniz yosunları ve küçük canlıları<br />

barındırır. Tuzla ve Güllük her yıl 2 bin flamingoya ev sahipliği<br />

yapmaktadır. Sürü halinde havalandıklarında pembe ve siyah<br />

kanatlarıyla gerçekten görülmeye değer bir manzara oluştururlar.<br />

Göçmen kuşlar, kuzeyde havanın soğuması ile birlikte; Ekim<br />

sonu, Kasım başı gibi ilk parti gelmeye başar. Aralık-Ocak-Şubat<br />

ayların da sayı maksimum seviyeye çıkar. Şubat sonu Mart<br />

başı gibi de tekrar kuzeye göç başlar. Tuzla ve Güllük Dalyanı,<br />

kuşların önemli konaklama ve beslenme alanlarındandır.<br />

Tuzla ve Güllük Sulak Alanı<br />

Alanı: 520 Hektar<br />

Sulak Alan Tipi : Doğal<br />

Bölgedeki kuşlar şu şekildedir; nadir kuşlardan Dalmaçyalı<br />

(45 adet) ve Beyaz Pelikan, Balık Kartalı, Gri Balıkçıl (230<br />

civarında), Kaz türleri Tuzlada görülebilir. Çamurlu sığ bölgelerde<br />

3000 dolayında ördek türleri, Karabay Martısı (300<br />

adet), İspinoz (50 adet), Büyük Akbalıkçıl (250 adet), Kılkuyruk<br />

(155 adet), Kaşık Gaga (500 adet), Fiyu (90 adet), Yağmurcunlular’a<br />

ve nadir türlerden Terek Düdükçünü’ne de burada<br />

rastlanılmaktadır.<br />

Gölü çevreleyen çeşitlilik, kuşlar için olduğu kadar diğer<br />

yabanıl hayvanlara da yaşam alanı sınmaktadır. Genellikle su<br />

kaplumbağası, çeşitli yılan türleri, yabanıl domuzu, porsuk,<br />

tilki, oklukirpi gibi türler birer birer yok olmakla birlikte hâlâ<br />

IBA rastlanabiliyor. Metruk Tuzlası ve Güllük Dalyanı Sulak<br />

Alanı besleyen yeraltı suları ile birbirini destekleyen bir çanak<br />

oluşmakta olup sulak alan tek bir ekosistem olarak düşünülmelidir.<br />

TGWL | 75


Barglia (Bargylia) Antik Kenti<br />

Bargylia, Milas /Güllük Körfezi’nin güneyinde<br />

evvelce Lasos Körfezi’ne açılan fakat bugün<br />

dolmuş olan dar ve derin bir koyun (Varvil)<br />

oluşturduğu küçük bir yarımadadaki tepecik<br />

üzerindedir.<br />

Bargilya sözcüğü, Prof. Bilge Umar’a göre<br />

M.Ö. 2000 de Luwi veya M.Ö. 1000’de Karia<br />

dilinden gelmiş “yüksekteki yer” anlamındadır,<br />

Byzantion’lu Stephanos, Bargylia’nın eski isminin<br />

“Andanos” olduğunu yazmaktadır. Ancak bu<br />

isim Hellen dilinde bir anlamı bulunmamaktadır.<br />

Antik çağlarda kent isimleri veya o kentin kahramanları<br />

mitolojik öykülere bağlantılıdır. Buna<br />

göre Bellerophon’un, kanatlı atının attığı bir çifte<br />

ile yakın arkadaşı Barglos ölmüştür. Buna çok<br />

üzülen Bellerophon’da arkadaşının anısına bu<br />

kenti kurmuştur. Bu nedenle de Bargylia sikkeleri<br />

üzerinde Pegasus tasvirlerine yer verilmiştir.<br />

Kentin ismini ilk kez M.Ö. V. yüzyılında Attika<br />

–Delos Deniz Birliğine ödenen vergi listelerinde<br />

rastlanmıştır. Büyük İskender’in Karia’yı ele<br />

geçirmesinden sonra kenti üs olarak kullanmıştır.<br />

M.Ö. III. yüzyılından sonra kent büyük<br />

gelişim göstermiştir. Bu dönemde kentin Artemis<br />

Kindyas tapınağına sahip olduğunu Strabon’dan<br />

öğreniyoruz. Hellenistik çağda da isimden söz<br />

ettirmiştir, Pergamon krallığının donanması da<br />

limanından yararlanmıştır. Bargylia Apameia barışından<br />

sonra Rodos’un egemenliğine girmişse<br />

de kısa bir süre sonra Roma’dan yana olmuştur.<br />

Bu dönemde kent sikke bastırmış tır. Hıristiyanlık<br />

devrindeyse bir piskoposluk merkezi konumundadır.<br />

76 | TGWL


TGWL | 77


Bargylia’da bilimsel bir kazı yapılmamıştır. Bu nedenle de<br />

kentle ilgili bildiklerimiz kısıtlıdır. Günümüzde İlk Çağ Surlarından<br />

bazı parçalar, mabet temelleri, kabartmalı bir sunak,<br />

tiyatro kalıntıları, küçük bir odeon, stoa kalıntısı, Roma çağı su<br />

kemerleri, Bizans dönemi suru ve nekropole ait bazı parçalar<br />

gelebilmiştir.<br />

Burada Artemis Kindyas’ın çok saygı gördüğü adına yapıldığı<br />

yazılan mabetten anlıyoruz. Alçak bir tepeciğim kuzeyindeki<br />

kalıntılarda Roma izleri açıkça görülmektedir. Kabartmalı<br />

sunak üzerine uzun elbiseli, elinde okuyla Artemis Kindyas,<br />

Lir çalan Apollon uzun pelerinle bir erkek tasvir edilmiştir. Bu<br />

olasılıkla bu erkek kente adını veren Bargylyos’dur.<br />

Tiyatronun güney duvar parçaları günümüze ulaşabilmiştir,<br />

Cavea’nın parçaları ise yerlerinden sökülerek başka yerlerde<br />

kullanılmıştır. Sir Charles Newton burasını gezerken Odeon’un<br />

oturma sıralarını görmüşse de günümüzde bunlardan da<br />

hiçbir iz kalmamıştır.<br />

Bargylia Kenti’nin lokalizasyonu, antik yazarlar tarafından<br />

gerçekleştirilmiştir. Strabon’un, verildiği bilgilere göre kent;<br />

Varvil Koyu, Gök Asar mevkiinde bulunmaktadır. Günümüzde,<br />

Gök Asar, Varvil Koyu’nda bulunan Bargylia Kenti, M.Ö. III.<br />

yüzyılda, sınırlarına dayanan deniz nedeni ile ticari anlamda<br />

ivme kazanmıştır.<br />

Kentin kuruluşu, efsanelere dayandırılmaktadır. Efsaneye<br />

göre; Kahraman Bellerophontes, Poseidon’un dölündendir.<br />

Kahramanın, tanrısal nitelikleri de, Poseidon’dan gelmektedir.<br />

Yiğidin kanatlı uçan atı, Pegasos Bargylia Kentinin kaderini<br />

belirlemiştir. Kahraman Bellerophontes’in, en yakın arkadaşı<br />

Bargylos’tur. Bir gün, Bargylos, kanatlı atın çifteleri ile ölünce,<br />

Bellerophontes, Karia’da kurduğu bu kente, arkadaşının anısına,<br />

Bargylia adını verir. Bu efsane kentin sikkelerinde karşımıza<br />

çıkmaktadır. Hekatomnidler Döneminde sürdürülen, Hellenleşme<br />

politikasının doğurduğu sonuçlar neticesinde, kent bir<br />

Yunan Kolonizasyonu’na dönüştürülmüştür.<br />

Artemis Kindyas kültü, Kindya kentinin Bargylia sınırlarına dahil<br />

edilmesi ile varlığını sürdürmüştür. Artemis’e ait tapınağının<br />

alanı, günümüzde, Kemikler Köyü sınırları içinde, bir tepede<br />

tespit edilmiştir. Bu alanda pek çok yapı parçası ve tanrıçaya<br />

adanan yazıt bulunmuştur.<br />

Yazıtlardan birinde, Artemis’in, bir kent tanrıçası olarak, halkını<br />

nasıl koruduğu anlatılmaktadır. Roma Döneminde, Pergamon<br />

Krallığı’nı, III. Attalos, Roma hâkimiyetine bırakır. Bu olay üzerine<br />

ayaklanan, Aristonikos Myndos’u ele geçirir. Bargylialılar<br />

ise, bu süreçte güçlerini, Romalılar tarafında kullanır. Aristonikos’un,<br />

Myndos’dan sonra ele geçireceği kent, Bargylia’dır.<br />

Bu sırada, korkuya kapılan halka, Artemis Kindyas’ın epifanisi<br />

ortaya çıkar. Bu olay yazıtta; ‘halkı belli bir düşmana karşı<br />

(Aristonikos), savaşta, kentimizi ve topraklarımızı, özerkliğimiz,<br />

yurdumuzun özgürlüğünü, bizi tehdit eden, birçok tehlikeden,<br />

Artemis Kindyas’ın epifanisi kurtardı’ yazmaktadır.<br />

Tanrıçanın tapınak alanı, Newton tarafından tespit edilmiştir.<br />

Tapınak Kemikler Köyü sınırları içinde, bir tepenin doruğunda<br />

bulunur. Tapınağın uzunluğu 30,5 metreyi bulmaktadır.<br />

Tapınakta bulunan kült heykelinin, açık bir alanda bulunmasına<br />

rağmen, üstüne yağmur ve kar damlalarının düşmediğine<br />

inanılırdı. Roma Dönemi’ne tarihlenen Korinth düzeninde ki<br />

tapınağın kim için yapıldığı bilinmemektedir.<br />

Tapınak alanı ile odeion arasında, dört tarafı, bezemeli bir<br />

78 | TGWL


sunak bulunmuştur. Günümüzde, ikiye ayrılmış olan sunak,<br />

Milas Müzesi, döküm kayıtlarında 1396 numaralı eser olarak,<br />

bahçede sergilemektedir. Sunağın ilk yüzünde; uzun bir peplos<br />

içinde Artemis Kindyas betimlenir. Tanrıça, sol elinde bir yay<br />

tutmakta, sağ eliyle de sadağından ok çıkarırken görülmektedir.<br />

İkinci kabartmada; elinde çelenk bulunan Apollon yer alır.<br />

Apollon ve Artemis’in kült ortaklığına göstermesi açısından<br />

önemli bir örnektir. Sunağın üçüncü yüzünde ise; yiğit Bargylos<br />

olduğu düşünülen bir pelerin içinde ayakta tasvir edilen, erkek<br />

figürü yer alır. Sunağın son yüzünde ise; bereket boynuzu<br />

taşıyan, bir dişi figür bulunmaktadır.<br />

Tapınak alanında bulunan yazıtlardan bir tanesi de, İmparatorluk<br />

döneminin başına tarihlenir. Doğu eyaletlerinde, eski<br />

Anadolu Tanrıları için uygulanan bir onurlandırma ile Artemis<br />

Kindyas ve Agustus tapınakları birleştirilmiştir. İmparatorluk<br />

kültü, insanların dil, din, ırk ayrılıklarına bakmaksızın imparatorluğa<br />

bağlılığı teşvik eden ve halkı bir arada tutmaya yönelik<br />

oluşturulmuş bir kurumdur. Roma döneminde, geniş coğrafyalara<br />

yayılmış halkaların bir arada kalarak, birlik ve beraberliği<br />

sağlayan bir devlet kurumudur. Artemis Kindyas gibi, tamamen<br />

yerel özelliklerle çevrelenmiş bir kültün imparatordan bağlarının<br />

kopmaması için birleştirilmiştir. Kentin kalıntıları arasında,<br />

Hellenistik ve Roma Dönemlerine ait yapılar, kuzeydeki tepede,<br />

Bizans Dönemi kalıntıları ise, güneydeki tepede yer alır.<br />

Kent suları:<br />

Antik kentin akropol ve nekropol alanları arasında, kentin<br />

surları yer alır. Günümüzde, halk arasında, Bozkale olarak<br />

adlandırılan surlar, yontulmuş, büyük kaya bloklarından elde<br />

edilmiştir. Duvar örgü tekniği olarak da, M.Ö IV. yüzyıla tarihlenmektedir.<br />

Akropol alanındaki üç basamaklı sunak:<br />

Kentin akropol alanı içinde yer alan üç basamaklı kuruluş,<br />

ana kayanın üzerine oyularak elde edilmiştir. Anadolu’da tanrı<br />

ve tanrıçalar için inşa edilen, dağ doruklarında ki tahtlar gibi<br />

planlanmıştır. Bu kuruluşunun, hemen önünde de üç adet<br />

dikdörtgen planlı oda bulunur. Duvarları, düzgün kesme taslarla<br />

örülü odaların, ne gibi bir fonksiyonu olduğu konusunda<br />

herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.<br />

Su kemerleri:<br />

Kente su taşıyan kemerlerden, günümüze çok az kalıntı ulaşa<br />

bilmektir. Kemer kalıntıları, iki tepe arasında bulunmaktadır.<br />

Stoa:<br />

Odeonun güneydoğusunda iki zirve arasında kalan boğazda<br />

bir stoaya ait kalıntılar bulunur. Güneydoğu–kuzeybatı doğrultusunda<br />

ki yapı yaklaşık 15 metre uzunluğundadır. Stylobat<br />

üzerinde görülen anathyrosis izleri yıkılmış olan sütunların<br />

yerlerini göstermektedir.<br />

Nekropol alanı:<br />

Nekropol alanı doğudaki Bizans yapısından itibaren köye doğru<br />

devam eder. Bargylia kenti nekropol alanında, yüzeyde pek<br />

çok mezar buluntusu bulunmaktadır. Köyün girişinde yol ile<br />

deniz arasında ki az meyilli alanda dikkati çeken lahit mezarlar<br />

genellikle sade yapılmışlardır. Bu lahitlerden en iyi korunanı<br />

üzerinde yazıt yer alır. Lahit şimdi Milas müzesi bahçesine<br />

taşınmıştır. Üzerindeki kapak ise kendisine ait değildir.<br />

Bilindiği üzere medeniyetin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği<br />

yapmış Muğla İli, Milas İlçesi, Tuzla Gölü ve etrafında<br />

bulunan, Meşelik ve Boğaziçi Mahallelerinde gerek Roma ve<br />

Bizans dönemlerine ait gerekse Osmanlı Döneminden miras<br />

olarak kalan birçok tarihi eser mevcuttur. Söz konusu tarihi<br />

eserlerin bir kısmının bulunduğu alan Bargylia antik kenti<br />

olarak yer almakta ve etrafında daha birçok tarihi eser bulunmaktadır.<br />

Ancak ne yazık ki bugüne kadar yer altında kalan<br />

tarihi eserler gün yüzüne çıkartılmadığı gibi, söz konusu tarihi<br />

eserlerin korunması için hiçbir şey yapılmamış ve var olan<br />

tarihi eserler tahrip edilmiştir. Şöyle ki; milli park içerisin<br />

TGWL | 79


80 | TGWL


Bargilya Tuzla Boğaziçi<br />

TGWL | 81


deki kalan alanlara defineciler tarafından herhangi bir değer<br />

verilmediği ve korunmadığı gibi, zararda verilmektedir. Öyle ki<br />

tarihi eserler özel taşınmazların sınırlarında duvar yapımında<br />

kullanılmakta, parçalanmakta, pislik içinde bırakılmakta ve<br />

adeta yok olması sağlanmaktadır.<br />

Oysa ki tarihi sit milli tarihimiz açısından önemli olayların<br />

cereyan ettiği ve doğal yapısıyla birlikte korunması gereken<br />

alanlardır. Neredeyse bir tarihi kent olabilecek geniş bir alanda<br />

bulunan tüm tarihi eserler kederine terk edilmiş bir vazıyettedir.<br />

Büyük bir kısmı özel mülke konu olan alanlar, sahipleri<br />

tarafından satışa çıkartılmakta ve Tuzla Bargylia diye (İnternet<br />

ortamında) gidip girin antik yeri satılık olduğunu göreceksiniz.<br />

Sadece geçmişimizi değil ülkemizin geleceği de yok edilmekte<br />

milli mirasımız kaybolmaktadır.<br />

Sit alanı olan veya olmayan, tarihi ve kültürel değerlerini koruyan<br />

alanların daha imara açılmadan, inşaat yapılması gerek<br />

kanunlara ve gerekse ilgili yönetmeliklere aykırıdır. Devam etmekte<br />

olan tüm bu yıkım ve talana karşı mücadele edebilmek<br />

için tarafımızca Tuzla Bargylia Göçmen Kuşları Koruma Ve<br />

Rehabilitasyon Derneği oluşturulmuş ve bu zararların önlenebilmesi<br />

için her türlü mücadeleler verilmektedir. Ancak yeterli<br />

olmadığı ve olmayacağı da açıktır.<br />

Bu sebeplerle;<br />

1- Gerek kuşları ve doğasıyla ve gerekse tarihi eserleriyle<br />

istisnai bir alan olan Muğla İli, Milas İlçesi Tuzla- Boğaziçi-Meşelik<br />

Mahalli alanların ve dışındaki daha geniş alanlarda<br />

araştırma ve çalışma yapılarak korumaya alınması,<br />

2- Tarihi eserleri, bitki örtüsü, topografik yapıyı tahribata<br />

yönelik hiçbir inşai ve fiziki uygulamada bulunulmaması,<br />

3- Alanlara verilen zararlar için her türlü denetimin yapılmasını<br />

beklemekteyiz.<br />

82 | TGWL


Bilindiği üzere Tuzla Deltası, bölgesel ölçekte kuş çeşitliliğinin<br />

en zengin olarak temsil edildiği alanlardan birisidir.<br />

Türkiye’de bölge flamingo ve cılıbık kuşları ile ördek<br />

türlerine ev sahipliği yaptığı, nadir kuşlardan Dalmaçyalı,<br />

Beyaz Pelikan, Balık Kartalı, Gri Balıkçıl, Kaz Türleri<br />

gibi 250’ye yakın kuş türünün ve onbinlerce kuşun da<br />

temsil edildiği ve kesiştiği bir bölgede bulunması nedeni<br />

ile küresel ölçekte de oldukça önemli konumda olan bir<br />

alandır. Ancak söz konusu alan ve çevresinde öncelikle<br />

su boruları, elektrik direkleri ile müdahaleler yapılmış,<br />

teller ve duvar çevrilmiş, balıkçı ağları örülmüş ve alan<br />

kuşlar için doğal yaşam alanından çıkartılmaya başlamıştır.<br />

Bölgede avlanma yapılmakta, ağaçlar kesilmekte, her<br />

gün onlarca canlıya zarar verilmektedir. Alan içerisindeki,<br />

kritik türler, tehlike altında olan, endemik, dar yayılımlı<br />

ve yaşamlarının belirli dönemlerinde alana bağımlı olan<br />

türler ve bu kritik türlerin habitatlarında olan ilişkileri,<br />

yayılım sınırları, habitat kalitesi ve işlevi azalmıştır. Türlerin<br />

üreme alanı zarar görmüş ve her geçen gün tahribat<br />

artmakta ve tehlike çoğalmaktadır.<br />

Yavaş yavaş alanda gecekondu şeklinde binalar belirmeye<br />

başlamış ve moloz dâhil her türlü pisliğin atıldığı bir<br />

alana dönmeye başlamıştır. Su arkları genişletilmiş, göl<br />

etrafında çölleşmeye başlamıştır.<br />

Doğal sit alanı olarak belirlenen alan yetersiz iken hem<br />

sit alanlarına müdahale edilmekte hem de tüm çevreye<br />

zarar verilmektedir.<br />

Yine Muğla İli, Milas İlçesi, Meşelik Mahallesi, Halepçamı-Sırtlandağ<br />

bölgesi olarak geçen alanda da çevreye<br />

zarar verilmekte ve doğa katledilmektedir. Bilindiği üzere<br />

söz konusu ağaç türü Türkiye’de sadece Artvin, Fetiye<br />

ve Milas olmak üzere üç yerde mevcut olup, nadide bir<br />

türdür.<br />

Doğal yapısı az değişmiş, modern yaşam ve önemli<br />

ölçüde insan faaliyetleri tarafından etkilenmiş, doğal süreçlerin<br />

hakim olduğu, koruma amaçlarına uygun olarak<br />

yörede yaşayanların alanın mevcut kaynaklarını kullanmasını<br />

sağlayarak doğal hayata dayalı geleneksel yaşam<br />

şekillerinin korunması gerektiği bu alanlarda etrafında<br />

inşaat yapılmaya başlamış ve tarımsal niteliği korunacak<br />

olan alanlar satışa sunulmaya başlamış ve doğanın<br />

dengesi ve sit alanları hızla bozulmaktadır.<br />

Gerek kuşlar gerekse yaşayan tüm canlıların korunması<br />

için tarafımızca bir Tuzla Bargilya Göçmen Kuşları<br />

Koruma ve Rehabilitasyon Derneği oluşturulmuş ve bu<br />

zararların önlenmesi için her türlü mücadele verilmektedir.<br />

Ancak yeterli olmadığı ve olmayacağı da açıktır.<br />

Bu sebeplerle:<br />

1- Tuzla Bölgesindeki kuş türlerini ve yaşamlarını<br />

devam ettirebilmek için yeni ve daha geniş bir saha çalışması,<br />

yapılması, gözetleme alanları oluşturulması,<br />

2- Gerek Tuzla Bölgesi ve gerekse Halepçamı-Sırtlandağı<br />

Bölgesinde, yapılarından kaynaklanan, oldukça<br />

zengin bir canlı türlerin yaşam alanları çeşitliliğine de<br />

sahip olan bu alanın ve çevresinin bir bütün olarak irdelenmesi,<br />

alan sınırlarını, kritik türlerin yayılım sınırları da<br />

dikkate alınarak ve çevresel faktör göz önünde bulundurulmalıdır.<br />

TGWL | 83


KÖPEĞİM VE BEN<br />

Oxford Üniversitesi arkeoloji bölümü biyoloğu Dr. Greger LARSON, “En azından<br />

15.000 yıldan bu yana köpeklerin kendi aralarında rastgele, kurtlarla çiftleşmeleri<br />

ve 19. yy’da Avrupa’ da başlayan yeni köpek ırkı üretme çılgınlığı,ki bu sayede<br />

bugün bildiğimiz çoğu ırk üretildi, sayesinde köpeklerin gen havuzu çorbaya<br />

dönmüş durumda.”<br />

Nusret Tanık<br />

84 | TGWL


TGWL | 85


“Dog Language”<br />

An Encyclopedia Of CanineBehaviour<br />

Robert ABRANTES<br />

Yapılan bazı araştırmalar köpeklerle insanların arasındaki<br />

dostluğun 15.000 yıl önce başladığını belirtiyor.<br />

Buna karşın bazı biyologlar, buluntulardan çıkarılan<br />

DNA örneklerine, kafatası incelemelerine dayanarak<br />

bu dostluğu 30.000 yıl öncesine kadar götürüyor.<br />

Oxford Üniversitesi arkeoloji bölümü biyoloğu Dr. Greger<br />

LARSON, “En azından 15.000 yıldan bu yana köpeklerin kendi<br />

aralarında rastgele, kurtlarla çiftleşmeleri ve 19. yy’da Avrupa’<br />

da başlayan yeni köpek ırkı üretme çılgınlığı,ki bu sayede<br />

bugün bildiğimiz çoğu ırk üretildi, sayesinde köpeklerin gen<br />

havuzu çorbaya dönmüş durumda.”<br />

(The Big Search to Find Out Where Dogs Come From The<br />

New York TimesBy JAMES GORMANJAN. 18, 2016)<br />

Yani henüz köpeklerin kurtlardan geldiğine dair kesin bir bilgiye<br />

sahip değiliz. Dr. Larson’ un yaptığı çalışmanın neticesi merakla<br />

bekleniyor.<br />

Aslında çok basitçe açıklanabilecek bir konu. Köpeklerin evcilleşmesi<br />

insanlarla arasındaki çıkar ilişkisine dayanır. Köpekler<br />

tabiatları gereği faydacı yaratıklardır. Av esnasında insana<br />

yardım etmeleri, geceleri vahşi hayvanları insanların yaşam<br />

alanlarında uzak tutmaları atalarımızı memnun etmiş olacak ki,<br />

onlar da bu davranışların karşılığında yemek vererek aradaki<br />

bağı pekiştirmişler. Bu dostluk uzun yıllardır sürmektedir. İnsanların<br />

gelişen ihtiyaçları köpeklerden beklentilerini de yükseltmiş,<br />

kullanım alanlarını genişletmiştir.<br />

Köpeklerin vücut dili, onları anlamamız için ipucu verir. Bir<br />

köpek korkuyor mu, agresif mi, agresif ise kaynağı dominantlık<br />

mı, bir nesneyi korumak mı yoksa korku mu? İşte bunların<br />

hepsini köpeğimizi gözlemleyerek anlayabiliriz.<br />

Dominant agresif bir köpeğin kulakları ve kuyruğu dik, üst<br />

dudaklarını kaldırdığında ağzı “C” şeklinde açık durur. Doz arttıkça<br />

göz bebekleri küçülür. Direkt göz teması kurar. Dominant<br />

agresif köpek geri adım atmaz.<br />

Korku kaynaklı agresiflikte köpeğin kulakları başın arkasına<br />

doğru yatık, kuyruk bacaklarının arasında ve üst dudakları<br />

kalmış halde ağzı “V” şeklindedir. Köpek korktuğu uyarıcıdan<br />

uzaklaşınca eski haline geri döner.<br />

Koku, en önemli duyu..!<br />

Köpeklerin koku alma yetenekleri insanlara göre çok gelişmiştir.<br />

Bir insanda 5 milyon koku reseptörü varken Bloodhound cinsi<br />

köpeklerde bu sayı 300 milyona yaklaşmaktadır. Koku duyusu<br />

böyle gelişmiş olunca köpeklerin koku üzerine çalışma alanları<br />

genişlemiştir.<br />

Her renk boya kokusunun farklı olması köpeğin, bir yere gizlenmiş<br />

olan banknotu bulmasına yardımcı olur. Pil kokusu cep telefonu<br />

bulmaya yarar. Günümüzde bazı tıp kurumlarında yapılan<br />

çalışmalar köpeklerin kanseri koku yoluyla bulup bulamayacağı<br />

86 | TGWL


üzerine çalışmaktadır.<br />

Peki bir köpek kayıp birini onu hiç tanımadan nasıl bulabilir?<br />

İnsanlar yürürken üzerlerinden kıl, saç, deri gibi bazı parçacıklar<br />

dökerler. Ayrıca tenimizden, terimizden oluşan koku molekülleri<br />

ağır oldukları için yere çökerler. Kayıp insanın kaybolduğu<br />

noktaya getirilen köpek yere çökmüş en taze kokuları takip<br />

etmeye başlar. Onun kafasında kayıp insanı bulmak yerine<br />

alacağı ödül vardır.<br />

Koku takip köpekleri, diğer iş köpekleri gibi, top gibi bir<br />

oyuncağa tutkuyla bağlanırlar. Aslında kaybolmuş oyuncaklarını<br />

ararlar. Toplarını ararken bizim aramasını istediğimiz<br />

nesneyi bulur. İş köpekleri oyuncaklarına o kadar bağlıdırlar ki<br />

çevreden gelen uyarıcılara aldırış etmezler. Eğitimleri esnasında,<br />

işlerini yaparken dikkatini dağıtacak bir sürü senaryodan<br />

geçerler. Arama yaptıkları yerde mangal yakılması, yüksekli<br />

müzik, lunapark, elektrik süpürgesinin çalışması gibi örnekleri<br />

sıralayabiliriz.<br />

EVE GELİŞ<br />

Köpek sahiplenmeden önce mutlaka konusunda yeterli bilgi ve<br />

deneyime sahip birine danışmanın gerekli olduğuna inanıyorum.<br />

Bir kişi veya aile benden bu konuda tavsiye istediğinde,<br />

köpekli hayatın nasıl olacağını akıllarında somutlaştırmak için<br />

bu birlikteliğin bir projeksiyonunu yaparım.<br />

Köpek bir oyuncak değil biyolojik ve psikolojik bir canlıdır.<br />

Demek ki biyolojik ihtiyaçlarının yanında psikolojik ihtiyaçları<br />

da vardır. Yaşam döngüsünü ortalama 15 yıl olarak alırsak,<br />

normal şartlar altında, köpeğimizin bizden önce bizi terk<br />

edeceğini baştan kabul etmemiz gerekir. Bu süre zarfında sakat<br />

kalabilir, bakıma muhtaç olabilir. Bu süreçte onun yanında<br />

“The Dog’s Mind”<br />

Understanding Your Dog’s Behavior<br />

BruceFOGLE, D.V.M.,M.R.C.V.S.<br />

“Dog Language”<br />

An Encyclopedia Of CanineBehaviour<br />

Robert ABRANTES<br />

olmayı baştan kabul etmeliyiz.<br />

Köpek yavrusu gözleri ve kulakları kapalı doğar. Sırasıyla gözler<br />

sonra da kulaklar açılır. Bacaklarını gövdesine çekebildiğini<br />

fark eden yavru artık ayaklanmıştır ve içine doğduğu dünyayı<br />

keşfetmeye başlar. Seslere karşı ilgi artar. Nesneleri kokusuyla,<br />

ağız yoluyla tanımaya başlar. Diş değiştirme vakti geldiğinde,<br />

kaşınan diş etleri yavrunun nesneleri ağzıyla gevelemesini, kemirmesini<br />

teşvik eder. Koltuk köşeleri, masa ayakları, ayakkabılar<br />

ve daha sayamadığım birçok nesne hedef haline gelir.<br />

Yavru tuvalet alışkanlığını henüz oturtmamışsa evi, büyük bir<br />

tuvalet alanı olarak kabul edecektir. Bize göre kabul edilemeyecek<br />

bu olay onun köpek dünyasında ise çok normaldir. Konforumuzu<br />

etkileyen bu olaylar yavruya karşı toleransımız aşağıya<br />

çekebilir. İşte zorlu süreç. Tolerans düşünce ses sertleşmeye<br />

başlar ve devamını herkes kendisi söylesin. Oysa ki yavru daha<br />

4-5 aydır dünyada nefes almaktadır. Ne Türkçe bilir ne de insanların<br />

dünyasını tanır. Gerçekte, bazen kabul etmekte zorluk<br />

yaşarız ama, o bir hayvandır ve köpektir. İhtiyaçları, düşünceleri<br />

bizlerinkinden çok farklıdır.<br />

Gelişimin 2. Evresi olan 3-7. Haftalar artık limitleri, sınırları<br />

öğrenme, sınırlı ortamında farklı nesnelerle sosyalleşme<br />

vaktidir. Tek başına keşfedemeyeceği kadar büyük bir dünya<br />

sunmak yavrunun kafasında karışıklığa yol açar. Köpekler yol<br />

gösterilmesini severler ve isterler.Böylece kendilerini daha rahat<br />

hissederler.<br />

Bir piramit düşünelim. Piramidin en tepesinde lider köpek yer<br />

alır. Liderin altındaki grup hem lider olmak ister hem de lider<br />

olmak istemez. Piramidin altında vasıfsızlar grubu yer alır.<br />

Liderlik stresli bir iştir. Sürüye yemek, su, barınılacak güvenli yer<br />

bulmak liderin işidir. Bir yere göç edilecekse yeni yeri bulmak,<br />

kendi grubunu korumak hep liderin işidir. Burada bize düşen<br />

yavruya bir liderinin olduğu ve ona güvenmesi gerektiğini<br />

aktarabilmektir.<br />

TGWL | 87


Yavrular annelerinden ayrılana kadar<br />

geçen süreçte kendi aralarında hiyerarşilerini<br />

oturtmaya çalışırlar. Kendi aralarında<br />

oynadıkları oyunlar hırlamalı, ısırıklı,<br />

kavgalı da olabilir. Isırığının ne kadar acı<br />

verdiğini diğer yavrunun verdiği reaksiyonlardan<br />

öğrenir.<br />

Yavruların bir kısmı hareketli iken bir<br />

kısmı daha sakin ve teslimiyetçidir. Seçim<br />

zamanı bu özelliklere çok dikkat etmeli,<br />

hayat tarzımıza en uygun yavruyu<br />

seçmeliyiz. Hareketli yavrular çevrelerine<br />

daha ilgilidir. Doğru olan, onun bizi değil<br />

bizim onu seçmemizdir. Amaç birlikte bir<br />

hayat geçirmekse yapacağımız seçim onu<br />

mümkün olduğu kadar, ama konforumuzu<br />

etkilemeden, hayatımızın içine<br />

katmaktır.<br />

TUVALET<br />

ALIŞKANLIĞI / EĞİTİMİ<br />

Yavruya tuvalet alışkanlığını nasıl kazandırıyorum?<br />

Köpekler 4 aylıktan itibaren ay<br />

kadar saat çişlerini tutar. 4 aylık 4 saat,<br />

5 aylık 5 saat, 6 aylık 6 saat. Önce bir<br />

taşıma kutusu (box, crate) edinmemiz<br />

gerekir. Ne kadar büyük olması gerektiği<br />

köpeğin boyutuyla ilgilidir. Taşıma kutusunu<br />

seçerken yavrunun sırtının kutunun<br />

tavanına değmeyecek şekilde ve rahatlıkla<br />

dönebilecek büyüklükte olmasına<br />

dikkat etmeliyiz.<br />

Köpekler yattıkları yere, çok mecbur<br />

kalmadıkça, tuvaletlerini yapmaz.<br />

Yavru taşıma kutusunda rahatça vakit<br />

geçirebilecek seviyeye gelmelidir. Bunun<br />

için ilk adım yavrunun oyun oynamış,<br />

yorulmuş, kutuya girer girmez uyuyacak<br />

durumda olmasıdır. Yani kutunun ceza<br />

yeri değil kendini güvende hissedip, yatıp<br />

uyuyacağı bir yer olduğunu anlamalıdır.<br />

Yavrular gelişme dönemlerinde günlerinin<br />

çoğunluğunu uyuyarak geçirirler.<br />

Çalışmaya başlayabiliriz. Ne demiştik<br />

4 ay 4 saat. O zaman her 4 saatte bir<br />

yavruyu tuvaletini yapmasını istediğimiz<br />

yere çıkarmalıyız. Tuvalet, oyun, mama.<br />

Yorulunca tekrar kutuya. Kutu hiçbir zaman<br />

ceza alanı değildir. Aksine bir daha<br />

çıkabilmesi için girmesi gereken bir yerdir.<br />

Bu rutini takip edersek kısa sürede tuvalet<br />

alışkanlığı oturur. Dikkat etmemiz gereken<br />

yavrunun kutunun içine yorgun girecek<br />

olmasıdır.<br />

Yavrular uyandıktan , yemek yedikten ,<br />

oyun oynadıktan ve yıkandıktan sonra<br />

tuvaletleri yapar.<br />

BESLENME<br />

Gelişim çağındaki köpekler, protein ve<br />

yağ oranı ihtiyaçlarına göre dengelenmiş<br />

mamalarla beslenmelidir. Ben, beslemede<br />

kuru mamayı tercih ediyorum. Kuru<br />

mamayı alırken ilk 3 içerik benim için<br />

çok önemlidir. Protein kaynağı olarak ne<br />

kullanılmış. Protein kaynağının soyadan<br />

olmamasına dikkat ederim.İmkan<br />

ölçüsünde satın alınacak kaliteli bir kuru<br />

mama, içinde, köpeğin ihtiyacı olan<br />

vitamin, mineralleri de barındırdığı için<br />

başka takviyeye gerek kalmaz. Miktarı<br />

az gibi görünse de kuru mama midede<br />

şişeceği için tokluk hissi verir. Mamada<br />

yapacağımız yatırım ileri vadede olası<br />

bazı hastalıkları da engelleyecektir.<br />

Pişmiş kemik kırıldığında kıymıklanma<br />

yapar. Sindirim ağızdan başlayıp kalın<br />

barsakta son bulur. Kırılmış bir kemik<br />

parçasının kıymığının bütün bu yolu geçerken<br />

bir yere takılması sürpriz olmasa<br />

gerek.<br />

Köpeğimizin aşılarını aksatmayalım.<br />

Veterinerimizin bakım ve beslenme için<br />

yaptığı uyarılara dikkat edelim.<br />

Umarım az da olsa merak ettiğiniz konuları<br />

aydınlatabilmişimdir. Köpeğimizle<br />

mutlu bir yaşam, konforumuzu etkilemeden<br />

onu mümkün olduğu kadar hayatımızın<br />

içe katmaktan geçer.<br />

Hoşçakalın...<br />

88 | TGWL


TGWL | 89


90 | TGWL<br />

Ferhan Coşkun


Sen<br />

“Bir Dünya Keşfet”<br />

Diye<br />

''Ne kadar da geç kalmışım'' diye düşünmüştüm,<br />

ilk batık dalışımı yaptığımda.<br />

Neredeyse yedi yıl evvel ilk yıldızımı<br />

aldığım dalışlar sırasında. Neyse ki yaşadığım<br />

sevinç, pişmanlığımı örtecek kadar<br />

büyüktü. Bana bu muhteşem dünyayı<br />

tanıtan eğitmenler yanımdaydı. Şaşkınlığıma<br />

regülatör altından güldüler mi bilmem<br />

ama gözlerde bir gülümseyişi hep hissettim.<br />

Belli ki bu gönüllü çaba paylaşıldıkça<br />

artan bir ''mutluluk'' yaratıyordu...<br />

Dalış eğitmenliği tarif edilmez bir aşk<br />

olmalı. Ciddi ve meşakkatli bir eğitim<br />

sonunda edinilen bu bröve, verdikleri gönüllü<br />

eğitimlerde öğrencilere hep gülen<br />

bir yüz, bitmez bir sabır olarak dönüyor.<br />

Biz de biraz olsun bu aşkın nasıl geliştiğini<br />

anlamak için hocalarımız Hagop<br />

Bahadırlıoğlu ve Giray Pultar ile küçük bir<br />

söyleşi yaptık.<br />

TGWL | 91


Sevgili Hagop Bahadıroğlu, scubaya<br />

başlamadan önce de denize ilginiz var mıydı?<br />

Çocukluğumuzda ağabeyim hep arabalarla oynardı. Oysa<br />

benim hiçbir zaman oyuncak arabalara düşkünlüğüm olmadı.<br />

Ben hep teknelerle oynamayı severdim. Denize olan aşkım çocukluktan<br />

diyebiliriz. Onlu yaşlarımda kendinden şnorkeli olan bir<br />

maskem vardı. Büyük bir heyecanla, sürekli su altını seyrederdim.<br />

Bu çok hoşuma giderdi. Babama hep bir tekne alalım derdim.<br />

Büyüdüğümde de çocukluk düşlerimden hiç vazgeçmedim. Bunu,<br />

hayatımın dört ayrı zaman diliminde dört ayrı teknem olmasından<br />

anlayabiliriz. Tabii bu süre boyunca hiç arabam olmadı...<br />

deneme dalışı yapmak istemişti. Scuba ekipmanı üzerindeydi ve<br />

gerekli bilgileri öncesinde kendisine vermiştik. Su yüzeyinde adaptasyon<br />

yaptık. Tam ''ok'' verip onu daldırmayı düşünürken kendisi<br />

birden kafasını suyun üzerine çıkartıp ''ööööfff konsantrasyonumu<br />

bozuyorsun'' diye hayıflanmıştı. Ben mi eğitmenim o mu, bir an<br />

şaşkınlıktan kala kalmıştım...<br />

Eğitmenlik brövesi aldığınız<br />

ilk gün neler hissettiniz?<br />

Aktif balık adamlar çok köklü bir dernek. Denizi ve dalışı sevdirmek<br />

için gönüllü eğitmenlerimiz bize yol göstermişti. Fakat daha<br />

çok insan dalış yapmak istiyor ve eğitmenlerin üzerindeki yük gittikçe<br />

artıyordu. İlk zamanlar eğitmen olmak aklımdan geçmemişti<br />

tabii. Ben daha çok dalışın keyfini çıkarmak istiyordum. Fakat<br />

Hagop Bahadıroğlu<br />

Aktif Balık Adamlar ailesi büyüdükçe sorumluluğu paylaşmam<br />

gerektiğini hissettim. Yani aslında eğitmen brövesini zorunluluktan<br />

aldığım söylenebilir. Aktif Balık Adamlar spor kulübünün bilgi<br />

yüklü bir dernek olmasını ve bunu paylaşmasını çok istiyordum.<br />

Halen, yola çıktığımız bu amaç için gayret sarf ettiğimizi söyleyebilirim.<br />

Verdiğiniz ilk eğitimi hatırlıyor musunuz?<br />

En ilginç deneyiminiz hangisiydi?<br />

Brövemi alalı on dört yıl oluyor. Verdiğim ilk eğitimi unutmuşum<br />

ne yazık ki. Fakat bir çok dost ve anı biriktirdim. Anılarımdan<br />

biri çok ilginç. Bir bayan arkadaşımız Yassıada gezimizde ilk kez<br />

Bir gün bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Kendisi aynı zamanda<br />

öğrencimdi de. Bana Antalya Kaş'ta yaptığı bir dalışı anlatmıştı.<br />

Orada tek başına bir tekneye gitmiş. Dalmak istediğini söylemiş.<br />

Teknedeki arkadaşlar da ona bir ''buddy'' vermişler. Her ikisi de<br />

CMAS iki yıldızlı dalgıç. Efendim çok güzel bir dalış yapmışlar beraber.<br />

Sanki birlikte elli dalış yapmışlar gibi uyumlular. Dalış tarzı<br />

olsun canlılara yaklaşım açısından olsun süper bir dalış olmuş.<br />

Tekneye çıkılmış tabii sohbet başlamış. Dalışta gördüklerini birbirlerine<br />

anlattıktan sonra “Sen hangi kulüptensin, hocan kim?”<br />

92 | TGWL


hareketler olacaktır. Bundan dolayı kulübümüzde, yaptığımız<br />

tüm dalışların sonunda, pratik su altı eğitim çalışmalarından bir<br />

tanesini eğitim tekrarı olarak gerçekleştiririz.<br />

Dalışlarda sıklıkla yaptığımız eğitimlerin yanında, kulüpte gerçekleştirdiğimiz<br />

teorik eğitimlere dalıcı arkadaşlarımızın tekrar tekrar<br />

katılımları, kulüpte ve gezilerde gerçekleşen sohbetler sırasında<br />

paylaşılan dalış deneyimleri, kulüp olarak güvenli dalışlar yapmamızı<br />

sağlayan önemli unsurlardır.<br />

Dalış eğitiminde yeni yaklaşımları sürekli takip edip kendini<br />

güncelleyen bir eğitmen Giray Pultar. Son zamanda üzerinde<br />

durduğunuz en dikkat çekici gelişmelerden bahseder misiniz?<br />

Dalış kazalarında toplanan istatistiklere dayalı olarak dalış sistemlerinde<br />

ve eğitimlerde değişiklikler yapılmaya başlandı.<br />

Daha önceleri genel bir dalış eğitimi almış dalgıçıların çok çeşitli<br />

dalışları yapabilecekleri düşünülürken, artık eğitim sistemlerinde<br />

dalış çeşidine göre uzmanlık eğitimleri alınması ön plana çıkmaya<br />

başladı. Artık, gece dalışı, derin dalış, kovuk dalışı gibi uzmanlık<br />

eğitimlerinin yanında suyun altında olmayan ancak dalış ile ilgili<br />

ilk yardım, oksijen kullanımı gibi uzmanlık eğitimlerine önem<br />

veriliyor.<br />

Aktif Balık Adamlar spor kulübünde hem deneyimlerini aktararak<br />

olası senaryoları önümüze koyan değerli hocalarımız, hem de<br />

günceli takip ederek gelişmelerden kopmamızı engelleyen araştırmacı<br />

eğitmenler arasındayız.<br />

diye sorduğunda ''Aktif Balık Adamlar, Hagop Hoca'' cevabıyla<br />

muhabbet derinleşmiş. Meğerse her iki dalgıç da değişik zamanlarda<br />

kulübe üye olmuş öğrencilerim. Kulüpte karşılaşmasalar da<br />

Kaş'ta bir teknede tesadüf etmişlerdi.<br />

Tanınmış bir eğitmen olarak bir çok eğitmenin bröve almasında<br />

katkınız oldu. Aklınıza<br />

yetiştirdiğiniz eğitmenler geldiğinde<br />

hissettiklerinizden bahseder misiniz?<br />

Dalış eğitmenliğim sırasında ve hatta öncesinde bile yegane<br />

amacım hep bilgi paylaşımıydı. Bu sporla ilgilenirken evet, dediğiniz<br />

gibi bir çok arkadaşımızın eğitmen olmasına etkim oldu.<br />

Onlarında içlerinde yaşattıkları araştırmacı ruhun hem kendilerine<br />

hem de bana öğrettiği çok şey var. Bu gün, görüyorum ki çok iyi<br />

eğitmenler yetiştirdik kulübümüzde. Şu anda da yetişmeye devam<br />

ediyor. O eğitmen ve asistan arkadaşları görünce derneğim ve<br />

camiamı çok güçlü hissediyorum. Tabii gururlanıyorum da. Hele<br />

bir eğitmen beni ‘’hocam’’ diye başkalarına tanıttığında, ne yalan<br />

söyleyeyim koltuklarım fena kabarıyor...<br />

Birinden biri olmaz ise her zaman eksik kalacak bir spor dalı<br />

scuba. Bu iki sağlam sütun üzerine inşa ettiğimiz dalış eğitimleri<br />

yeni başlayan kursiyerler için hem güven duygusu hem de yüksek<br />

kalitede eğitim sunuyor.<br />

Yaptığımız sporun hep keyifli yanları sohbetlerimizin konusu olsa<br />

da ara eğitimlerle sürekli olarak yeteneklerimizi ve bilincimizi dinç<br />

tutuyoruz. Klup başkanımız ve değerli eğitmen Ümit Okaymirza’nın<br />

dediği gibi ‘’önce iş güvenliği’’...<br />

Bir sonraki yazımızda su altında fotoğraf konusu üzerinde durma<br />

arzusundayız. 10 - 17 Eylül tarihleri arasında Bodrum’da gerçekleşecek<br />

kalabalık dalış gezimizin sonunda objektiflere takılanlarla<br />

karşınızdayız. Gerek geniş açı gerek makro fotoğraflarla,<br />

endemik canlılığı da sunmaya çalışacağız. Bize ayrılan sayfalarda,<br />

ödüllü fotoğrafçımız Ferhan Coşkun ve Hanife Küçükler’in de<br />

sesleri olacak.<br />

Mutlu ve güvenli dalışlar sevgili deniz dostları...<br />

Kulübümüzün genç eğitmenlerinden Giray<br />

Pultar ile söyleşimize devam edelim. Sevgili<br />

Giray, dalış güvenliği için nasıl bir eğitim<br />

öngörülüyor. Konuya ilgi duyan okurlara<br />

kısaca bilgi verebilir misin?<br />

Suya girmeden önce alınan teorik eğitimin dalış güvenliği açısından<br />

çok büyük önemi var. Teorik eğitim sırasında başımıza gelecek<br />

olaylara karşı nasıl korunabileceğimizi, başımıza geldiğinde<br />

de nasıl davranacağımızı öğreniriz. Vurgun, derinlik sarhoşluğu,<br />

hipoksi gibi sorunların oluşmaması için kurgulanmış dalış kuralların<br />

mantığını öğreniriz teorik dalış eğitiminde.<br />

Pratik dalış eğitimlerinde ise dalışlarımızın güvenli olması için<br />

yapacaklarımızı bizzat uygular, olası problemlere karşı yapmamız<br />

gereken hareketlerin tekrarını gerçekleştiririz. Acil durumda<br />

aklımıza ilk gelecek hareketler, tekrar tekrar pratiğini yaptığımız<br />

TGWL | 93


Süslü Kadınlar<br />

Türkiye’yi Dolaşıyor<br />

94 | TGWL


TGWL | 95


1- Sevgili Sema, istersen ilk önce seni tanıyalım,<br />

Sema, nam-ı değer Sema Gür Uçuşan Teker kimdir?<br />

Merhaba.Ben 1973 yılında Bandırma’da doğdum.20 yıldır<br />

İzmir Amerikan Koleji’nde tarih öğretmeniyim. Uzun yıllar salon<br />

danslarıyla ilgilendim. Şarkıcılık da yaptım. 4 yıldır da aktif<br />

olarak bisiklet kullanıcısı ve aktivistiyim.<br />

2- Bu Uçuşan Teker de neyin nesi kuzum!..<br />

Kendi kendime taktığım bir lakap.Ben bisiklete yaklaşık 38-39<br />

yaşlarımda başladım.Hayatımda 3 tekerlekli bisikletler dışında<br />

hiç bisiklet olmadı.Bisiklete binmeyi öğrenince de hemen<br />

gruplarla sürüşlere başladım. Bisiklet grupları çok kalabalıktı<br />

ve ben dengede durmakta bile zorlanıyordum. Diğer bisikletçilerin<br />

beni farketmesi için kaskıma kocaman bir tüy taktım ve<br />

bana yaklaşmamaları konusunda uyardım.Uzaktan kafasında<br />

tüy olan ve uçuşan bir teker olarak görünüyordum. Sosyal<br />

medyada da bu lakap insanların dikkatini çekti. Nereden<br />

bilebilirlerdi ki “uçuşan teker”in bisiklete binmeyi yeni öğrenen<br />

ve savrulan bir kadından çıktığını<br />

3- Süslü Kadınlar nasıl başladı?<br />

Neden Süslü Kadınlar, neden bisiklet?<br />

Ben bisiklete binmeyi geç öğrendim. İlk başladığım zamanlarda<br />

bana yardımcı olan yakın arkadaşlarım olmasaydı cesaret<br />

edip de bisikletimle yollara çıkamazdım. Ben de İzmir kadınlarına<br />

cesaret vermek istedim. Çevremde 38 yaşımdan sonra<br />

nasıl cesaret edip de turlara gittiğimi, bu yaştan sonra nasıl<br />

uzun turlara gittiğimi soran çok kadın oldu. Çoğu insandan<br />

duyduğum ise, bisikletlerinin balkonda, bodrumda çürümüş<br />

olduğuydu... Beni cesaretlendiren arkadaşlarım vardı, o zaman<br />

evlerinden bisikletlerini çıkarıp kadınları yollara dökecek<br />

bir şey yapmam gerektiğini düşündüm. Bisiklete binmeyi az<br />

bilen kadınlar da varolan turların erkek egemen tavrından<br />

yakınıyordu. Onları cesaretlendirecek bir hareket yapabileceğimi<br />

düşündüm.<br />

Başlangıçta derin bir felsefe ile başlamadım aslında.Ufak bir<br />

dokunuş olur diye düşündüm. Süslü kelimesi aslında bir duruş.<br />

Türkiye’de kadın olmak çok zor. Çünkü açık ya da üstü kapalı,<br />

bir şekilde sizin nasıl davranmanız,ne giymeniz gerektiğine<br />

toplumsal baskı karar veriyor. Süslü olmak aslında “Sana ne<br />

istediğim gibi bisiklete binerim” demek.Yani amacımız dikkat<br />

çekmek.<br />

4- Süslü kadınlar Türkiye’de, hatta dünyada<br />

neyi değiştirmek istiyorlar? Protesto ettikleri nedir?<br />

Erkek egemen dünyaya karşı, “Biz varız,istediğimiz gibi,istediğimiz<br />

zaman yollarda oluruz” mesajı vermek istiyoruz. Farkındalık<br />

yaratmaya çalışıyoruz. Otomobillerden boğulan insanlara<br />

alternatif bir ulaşım aracı gösteriyoruz. Bisiklete binen<br />

kadınları çoğaltmaya çalışıyoruz. Çok olursak bisiklet yolla-<br />

96 | TGWL


ının artacağına inanıyoruz. Türkiye’de kadının dik duruşunu<br />

göstermek istiyoruz.<br />

5- İlk başlarken kaç kişiydiniz, şu an kaç kişisiniz?<br />

Diğer şehirlerden de size katılanlar oldu mu?<br />

İlk turu 22 Eylül 2013 Pazar, ikincisi 21 Eylül 2014’te üçüncüsünü<br />

20 Eylül 2015’te yaptık. Bu yıl da 25 Eylül 2016 Pazar<br />

günü yapacağız. Etkinliklerimizi sosyal medya üzerinden duyuruyoruz.İlk<br />

yıl tura yaklaşık 250 kişi geldi.İkinci yıl 500, geçen<br />

yıl da yaklaşık 1000 kişi geldi.Sayımız giderek arttı.Turu fark<br />

eden 20 şehir,turu yapma kararı aldı. Büyüdüğümüz için kar<br />

amacı güdülmemesi amacıyla turun tüm haklarını satın aldım.<br />

Bir çok şehirde gönüllü bisikletçi kadınlarla işbirliği içindeyiz<br />

şimdi...<br />

6- Sana göre iyi bir “Süslü Kadın” nasıl olmalıdır?<br />

Ha haa evet artık böyle bir kavram oluştu değil mi? Ne tuhaf,<br />

ben süslü biri değilim. Ama olabilirim de bu sadece beni<br />

ilgilendirir. Kafamızdaki kalıplardan sıyrılmamız gerekir. Süslü<br />

olan aptaldır, erkek gibi görünen kadın akıllıdır imajı hissediyorum<br />

bazen. Bunlar hep kafamızda yarattığımız kalıplar. Süslü<br />

kadın, kalıpların dışında kendi istediği gibi yaşayan kadındır.<br />

7- Erkekler Süslü Kadınlar<br />

insiyatifinin bir yerinde varlar mı?<br />

Erkekler; turumuzu destekleyenler ve bizden nefret edenler<br />

olarak ikiye ayrılıyor. İlk yıl erkeklerin gelmesini istemedik ve<br />

kıyamet koptu.Erkekler çok alındılar çünkü tüm turları kendileri<br />

yapıyordu! Ama çok iyi niyetli destek olmak isteyen erkek<br />

arkadaşlarımız bizi yumuşattı. Tura gelebileceklerini ama ön<br />

planda olamayacaklarını, uygun kıyafetle gelmeleri gerektiğini<br />

kendilerine anlattık ve bize uyum sağladılar. Koordinasyonumuzda<br />

erkeklerin yeri yok.Ancak her zaman destekçimiz<br />

oldular.<br />

8- Süslü Kadınlar insiyatifi bugüne<br />

kadar neler yaptı ve neler başardı?<br />

Sanırım İzmir’de daha çok kadının bisiklete binmesine katkı<br />

sağladık. Ayrıca İzmir’in tanıtımına fotoğraflarımızla büyük<br />

destek verdik. Ayrıca bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü armağanı<br />

olarak 4 günde yaklaşık 250 kadının bisiklete binmeyi<br />

öğrenmesini sağladık. En önemlisi de gülümseyen bir eylem<br />

örneği verdik...<br />

9- Belli bir yönetim kadrosu var mı, yoksa herkes<br />

kendi başına bir lider mi? Kararları kimler, nasıl alıyor?<br />

Bu etkinliğin fikir annesiyim, kurucusuyum.Ancak yakın arkadaşlarımız<br />

hep destek verdi. Arkadaşım Pınar Pinzuti başarılı<br />

bir bisiklet aktivistidir.Dünya gezginidir ve sosyal medya konusunda<br />

uzmandır.Bisiskletizm adlı bir oluşumu ve sayfası var.<br />

Bisiklet blog yazarı. Onun sihirli elleriyle sosyal medyayı yönetiyoruz<br />

ve çoğalıyoruz. Arkadaşım Tuğba Laçiner de poster,<br />

logo tasarımları konusunda yardım ediyor. 3 kişi gibi görünsek<br />

de tüm kadınlar bize destek olmaya hazır ve coşkulular.Biz bir<br />

kurum değiliz.Biz aktivist kadınlarız ve gönüllü bisiklet misyonerleriyiz...<br />

10- Sevgili Sema, herkes bilir ki İzmir’in kızları<br />

güzellikleriyle ünlüdür, şimdi bir de<br />

protestoculuk mu eklendi? Ne dersin?<br />

İzmir kadınları her zaman farklı duruşlarıyla tanınıyorlar. Cumhuriyet<br />

mitinglerinde her zaman öncü oldular. İzmir Osmanlı<br />

döneminde de farklıymış.Bir liman kenti, levanten kenti olduğu<br />

için çok farklı kültürler bu şehirde bütünleşmiş. “Gavur İzmir”<br />

deyimi de bu çok kültürlülükle ilgilidir. Süslü Kadınlar bu birikimin<br />

bir devamı olabilir ancak...<br />

11- Bundan sonra Süslü Kadınlar’ı neler bekliyor?<br />

Bu hareket bir kadın sohbetinde başladı. Hiç tahmin etmediğim<br />

yerlerdeyiz şimdi.Bana bundan 4 yıl önce şu anki durum<br />

söylenseydi kahkahalarla gülerdim,”hadi canım” derdim. Ama<br />

farklı ve basit bir dokunuş bu hareketi doğurdu sanırım.<br />

Bundan sonra çoğalarak devam edeceğimizi düşünüyorum.<br />

En önemli görevimiz daha çok kadının bisikletle tanışmasını<br />

sağlamak. Bisiklet eğitimi yönünde çalışmalar yapmaya devam<br />

edeceğiz. Ne kadar çok kadını sokağa çıkarabilirsek ve ne kadar<br />

çok otomobili yoldan uzak tutabilirsek o kadar amacımıza<br />

ulaşmış olacağız. Bisiklet özgürlüktür.Türk kadınları bisikletlerine<br />

binip özgürce dolaşmayı hak ediyor...<br />

TGWL | 97


SÜSLÜ KADINLAR BİSİK-<br />

LET TURU, yılda bir yapılmasını<br />

planladığım bir bisiklet<br />

ve kadın etkinliğidir.<br />

Tur bir dikkat çekme eylemidir.<br />

İlk tur 22 Eylül 2013<br />

Pazar, ikincisi 21 Eylül<br />

2014’te yapıldı.Bu yıl 20<br />

Eylül 2015’te yaptık. Bu yıl<br />

da 25 Eylül 2016’da yapacağız.<br />

Eş zamanlı olarak<br />

28 şehir de turumuzu<br />

gerçekleştirecek.<br />

Bu tura İzmir kadınları şık<br />

kıyafetleri ve süsledikleri<br />

bisikletleriyle geliyorlar.<br />

Herhangi bir parti veya<br />

bisiklet grubu simgesi taşınmamasına<br />

özen gösteriyoruz.Tüm<br />

bisikletli<br />

İzmir kadınları katılabilir.<br />

Şartımız şık ve elbiseli olmak,bisikleti<br />

süslemek ve<br />

şaşkın şaşkın bakanlara el<br />

sallayıp gülümsemek.<br />

98 | TGWL<br />

Etkinliğin<br />

Tanımı<br />

Çıkış Noktası<br />

ve Amacımız<br />

Kendi yaşanmışlığımdan yola çıkarak bu tur<br />

fikrini ortaya attım. Ben yaklaşık 38 yaşımda<br />

bisiklete binmeyi öğrendim. İlk başladığım<br />

zamanlarda bana yardımcı olan yakın<br />

arkadaşlarım olmasaydı cesaret edip de bisikletimle<br />

yollara çıkamazdım. Ben de İzmir<br />

kadınlarına cesaret vermek istedim. Çevremde<br />

38 yaşımdan sonra nasıl cesaret edip de<br />

turlara gittiğimi,bu yaştan sonra nasıl uzun<br />

turlara gittiğimi soran çok kadın oldu. Çoğu<br />

insandan duyduğum ise,bisikletlerinin balkonda,bodrumda<br />

çürümüş olduğuydu...<br />

Beni cesaretlendiren arkadaşlarım vardı, o<br />

zaman evlerinden bisikletlerini çıkarıp kadınları<br />

yollara dökecek bir şey yapmam gerektiğini<br />

düşündüm.Bisiklete binmeyi az bilen<br />

kadınlar da varolan turların erkek egemen<br />

tavrından yakınıyordu. Onları cesaretlendirecek<br />

bir hareket yapabileceğimi düşündüm.<br />

Ben “KADIN SOKAĞA ÇIKARSA DÜNYA-<br />

NIN DEĞİŞECEĞİNE” inanıyorum. Kadın<br />

Neden<br />

Eylül Sonları?<br />

sokağa çıkar bisiklete binerse, çocuğu da<br />

biner. Onlar bisiklete binerse evin babası<br />

da biner... Neden bisiklet? Bisiklet özgürlüğün<br />

simgesidir. Türkiye kadınlarının özgürlük<br />

simgesi neden bisiklet olmasın? İstediğim kıyafetle,istediğim<br />

zaman bisikletimle sokağa<br />

çıkabilmeliyim. İnsanlar bu görüntüye alışmalı.Bu<br />

hareketin başlatılabileceği en uygun<br />

şehir de İzmir...<br />

Kısaca amacımız; kadının özgür duruşunu<br />

göstermek, erkek egemen toplumda bisiklet,<br />

özgürlük ve kadın temasına dikkat çekmek,<br />

bisikletin bir ulaşım aracı olduğunu, günlük<br />

kıyafetle de binilebileceğini vurgulamak,<br />

daha çok insanın bisiklete binmesini sağlamak,<br />

bisikletliler çoğaldıkça bisiklet yolları<br />

ile ilgili yaptırımın artmasını sağlamak, bisiklet<br />

kazalarına dikkat çekmek, araç trafiğine<br />

alternatif bir düşünce yaratmak, çevreci ve<br />

sessiz bir ulaşım aracını topluma düşündürtmek.<br />

Bu bir farkındalık etkinliğidir.<br />

Çünkü Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında “Otomobilsiz<br />

Kentler Günü”’ne dikkat çekmek istedik.


Eleştirildiğimiz<br />

Nokta<br />

Erkek bisikletçiler tarafından “ayrımcı” olarak nitelendirildik.<br />

Destekleyenler de oldu ancak rahatsız edici söylemler<br />

de duyduk. Biz “pozitif ayrımcılık” yapıyoruz. Feminist<br />

bir hareket değiliz.Siyasi bir yanımız varsa o da “kadının<br />

özgür duruşu”dur. Bir erkeğin yönlendirmesi ve izni olmadan,<br />

dilediğimiz gibi bisikletimizle ya da bisikletsiz sosyal<br />

yaşama karışmaktır duruşumuz...<br />

Biz kadın bisikletçiler diğer zamanlarda turlara, formamızla,<br />

uygun kıyafetimizle kadın erkek bir arada gidiyoruz zaten.<br />

Amacımız bisiklete hep süslü binilmesi değil ki. Bisiklet<br />

günlük hayatımızın bir parçası olabilir. ”Günlük kıyafetimizle<br />

ya da elbisemizle de binebiliriz” kısmını göstermek<br />

istedik. İzmir’deki tüm bisiklet eylemleri kadın-erkek bir<br />

arada yapılıyor. Çoğuna katılıyoruz. Biz ayrımcı değiliz...<br />

Süslü Kadınlar Bisiklet Turu amacına<br />

ulaştı mı? Turdan sonra neler oldu?<br />

Biz bu etkinliğe kadın ve bisiklet olgusuna dikkat çekmek<br />

için başladık. Ancak büyük cümleler kurmadık. Bazen<br />

ufak ve yaratıcı bir hareket,büyük çığlıklardan daha etkili<br />

oluyormuş onu anladık. İlk tura yaklaşık 250 kadın,ikinci<br />

tura yaklaşık 500 kadın geldi. 2015 yılında yaklaşık 1000<br />

kadın geldi.<br />

25 Eylül 2016’da 28 şehirde<br />

eş zamanlı yapılacak tur. Merkez tabii ki İzmir.<br />

Sadece Facebook üzerinden örgütledik insanları. Daha<br />

sonra diğer sosyal medya hesaplarımızı Bisikletizm sayfasının<br />

kurucusu bisiklet gezgini ve yazarı Pınar Pinzuti açtı<br />

ve yönetti. Başka bir destek almadık.Hiçbir kuruluş ve kişi<br />

desteği kullanmadık.<br />

Turdan sonra hiç tanımadığımız kadınlar bize ulaştılar ve<br />

artık hayatlarına bisikleti dahil ettiklerini, kendi aralarında<br />

toplanıp turlar yaptıklarını paylaştı.Fotoğraf gönderdiler.<br />

Türkiye’nin birçok şehrinden bize bisikletli kadın fotoğrafı<br />

gelmeye başladı. Örneğin Ağrı’dan bize ulaşan bir kadın<br />

cesaret edip orada tek başına yollarda bisikletle gezmeye<br />

başladı.<br />

Bazı anneler çocuklarını da tura getirdi ve artık ailecek<br />

bisiklete bindiklerini söylediler.<br />

8 Mart Kadınlar Günü’nde aracılığımızla yapılan bir etkinlikle<br />

yaklaşık 250 kadın bisiklete binmeyi öğrendi.<br />

Medyanın ilgisi giderek büyüdü. Ulusal kanallarda canlı<br />

yayınlar yapıldı. Uluslararası basının ilgisini çektik. BBC<br />

haberlerine çıktık. Bu ilgi daha çok süslüye ulaşmamızı<br />

sağladı.<br />

İzmir’in dünyaya tanıtımına katkıda bulunduk. Türkiye’nin<br />

batıya bakan yüzü olarak tanıtılmaya başlandık. Daha çok<br />

kadının bisiklete ilgi duymasını sağladığımızı düşünüyoruz.<br />

Web sayfamız: www.suslukadinlarbisikletturu.com<br />

TGWL | 99


#SKBT Süslü Kadınlar Bisiklet Turu bir farkındalık etkinliğidir; bisiklet sürüşü<br />

belediyenin ve bakanlığın dikkatini çekmek için “süslü” olarak yapılmaktadır.<br />

Bisikletle güvenli bir şekilde ulaşımını sağlamak isteyen kadınların bisiklet<br />

yolları ve hizmetleri talebini eğlenceli bir şekilde iletmesidir.<br />

Manifesto<br />

Bisiklete herkesin binebildiğini, hatta çok güzel bindiğini, o da yetmezmiş gibi süslü<br />

püslü bindiğini göstermek için Otomobilsiz Kentler Gününde her yıl SÜSLÜ KADINLAR<br />

yollarda olacak. Kentlerin yollarını egzoz dumanı kokusu değil, parfüm kokusu saracak.<br />

Yaptır saçları, sür parfümünü, giy kokoş elbiseni, tak şalını, sür rujunu-ojeni, giy<br />

topuklunu; sadece kendini mi süsleyeceksin? Hayııır… Bisikletini de süsle, çık yollara…<br />

Tura Katılım Koşulları:<br />

1- Kadın olmak<br />

2- Süslü olmak<br />

3- Süslü bir bisiklete sahip olmak<br />

4- En fazla 10 km hızla ilerlemek<br />

5- Şaşkın şaşkın bakanlara el sallamak<br />

Peki, nedir bu turun hikayesi?<br />

Süslü Kadınlar Bisiklet Turu etkinliği ilk kez 2013 yılında “Dünya Otomobilsiz Kentler<br />

Günü” etkinliği çerçevesinde yapıldı. Bu etkinlik Sema Gür tarafından facebook etkinliği<br />

olarak açıldı ve kulaktan kulağa dolaşarak bir çok kadına ulaştırıldı ; bisiklet turuna<br />

tam 300 kadın katıldı. Kadınlar en güzel kıyafetlerini giyerek, bisikletlerini çiçeklerle ve<br />

kurdelelerle süsleyerek Konak meydanında toplandı ve Alsancak’a pedal çevirdikten<br />

sonra ‘’şehirlerde egzoz kokusu yerine parfüm kokusu olsun’’ konulu basın açıklamasını<br />

yaptılar.<br />

2014’de ikinci defa düzenlenen etkinlik, yazılı medyada ve televizyon kanallarında<br />

yayınlanarak daha fazla kişiye ulaştı ve katılımcı sayısı iki katına çıktı.<br />

2015 yılında 20 Eylül’de 10 kentte eş zamanlı olarak etkinlik yerli ve yabancı basında<br />

günlerce gündemde kaldı.<br />

25 Eylül 2016 Pazar günü eş zamanlı olarak 28 şehirde yapılacak.<br />

100 | TGWL


TGWL | 101


Atlarla Geçmişe ve Doğaya Koşun<br />

Şehirleşen modern yaşamın sürükleyen akıntısı içinde,<br />

her birimiz kendi hayatında farklı tempolara ayak uydurarak<br />

yaşamımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Bazen<br />

stres, bazen ise monoton bir düzen yaşamımızda bizlere<br />

eşlik ediyor. Hepimiz zaman zaman bu akıntının içerisinden sıyrılarak<br />

bir süreliğine de olsa özgürlüğe doğru koşmak isteriz. Bu<br />

durumda çözümü ise, kimimiz sahil kentlerine gitmekte kimimiz<br />

de saf doğayla bütünleşmekte bulur. Ancak hızla yapılaşan bir<br />

modern yaşam içerisinde her birimizin belirli bir düzeni olduğundan<br />

dolayı, her ihtiyacımız olduğu an doğanın o özgür ruhuna<br />

dostluk etmenin ne yazık ki pek de kolay olmadığını düşünürüz.<br />

Oysa modern şehir yaşamının hemen bir adım ötesinde bile<br />

Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği doğayla buluşabilmenizi<br />

mümkün kılıyor. Doğanın tüm canlılığı ve saflığı içerisinde<br />

aileler ve çocuklar, genç-yaşlı herkes bu güzel anları birlikte<br />

deneyimleyebiliyorlar.<br />

Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği, toplumun her<br />

kesimine hitap eden kapsamlı olanaklarıyla, özellikle at sevgisini<br />

ve Türk kültüründeki ata olan düşkünlüğü esas alarak İstanbul ve<br />

Kapadokya’da birçok konuda sizlere imkan sunuyor.<br />

İstanbul şehir merkezinin hemen yanı başında, Sarıyer ilçesindeki<br />

Gümüşdere Köyü Ovası’nda, 2003 yılında kurulan Atlıtur Sağlık,<br />

Spor ve Doğal Yaşam Derneği, çevresi Belgrad ormanlarıyla<br />

çevrili bir oksijen cennetinde, at sevgisi, at bakımı ve sağlığı, at<br />

neslinin geliştirilmesi, hipoterapi, binicilik gibi temel konularda<br />

102 | TGWL


eğitim programları düzenliyor.<br />

Bunun yanı sıra, doğada binicilik alanında<br />

uzmanlaşmış bir tesis olarak da<br />

at binmek isteyen yerli yabancı birçok<br />

kişiye hizmet veriyor.<br />

İnsanlara; saf, masumane ve sıcak<br />

yaklaşan canlılardan biri olan atlar,<br />

özellikle çocukların atlarla arasında<br />

kurdukları sıcak bağlarla birlikte, canlı<br />

sevgisi ve bilincinin yanı sıra empati kabiliyeti,<br />

farkındalık bilinci ve içsel iletişim<br />

gücü gibi önemli kazanımlara da sahip<br />

olmanızı sağlıyor.<br />

Sadece bununla da sınırlı kalmayan<br />

ve kas gelişimi, kan dolaşımı, solunum<br />

gelişimi, sindirim sisteminin gelişimi,<br />

duygusal bütünleşme ve kendine güven<br />

gibi birçok türde fayda sağlayan bu<br />

alanda, Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal<br />

Yaşam Derneği de sizlere ev sahipliği<br />

yapmış oluyor.<br />

TGWL | 103


Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam<br />

Derneği, 15 dakikalık doğa turları,<br />

acemilere yönelik bahçeler arası<br />

çay kahve ikramı ve 30 dakikalık<br />

doğa turları, çift kişilik organik<br />

çiftlik kahvaltısı ve 15 dakika doğa<br />

turları, bir saatlik veya iki saatlik sürelerden<br />

oluşan daha deneyimlilere<br />

ve profesyönellere yönelik doğa<br />

turları, sahilde fotoğraf çekimleri<br />

gibi çeşitli kampanya paketleriyle<br />

de ihtiyacınıza yönelik olarak birçok<br />

konuda hizmet alabiliyorsunuz.<br />

Kapadokya’da ise “Atlıtur Cappadocia”<br />

olarak hizmet olarak hizmete<br />

başlayan Atlıtur Sağlık, Spor<br />

ve Doğal Yaşam Derneği, Avanos<br />

vadisinde yer alarak, doğanın<br />

ruhunu ve at biniciliğinin verdiği<br />

özgürlüğü keşfetmek isteyenler için<br />

de artık kapılarını açmış bulunuyor.<br />

Burada sunmuş olduğu konaklama<br />

imkanlarıyla Damsa gölü, Avanos<br />

vadisi gibi çeşitli doğal alanları<br />

sizlere at turları eşliğinde gezdiriyor.<br />

Ayrıca bölgedeki dağların eteklerinde<br />

yetişen leziz üzümlerin ve diğer<br />

104 | TGWL


TGWL | 105


doğal bitki örtüsünün yansıttığı manzaraya tanıklık etmenize de imkan<br />

sağlayan “Atlıtur Cappadocia” Kapdokyanın unutulmaz doğası<br />

ve Atların dostluğunu harmanlayarak sizlere unutulmaz bir deneyim<br />

yaşatmayı garanti ediyor.<br />

Çocuklar için workshoplar, ormanda atlı tur, özel fotoğraf çekimleri,<br />

organik kahvaltı ile birleşen doğa turları, profesyonel eğitmenler<br />

eşliğinde ders paketleri gibi daha birçok alanda hizmet veren “Atlıtur<br />

Kappadocia” Kapadokya’nın geleneksel turizm hizmetleri olan balon<br />

gezileri ve kültür turizmi gibi etkinliklerden faydalanmak isteyen misafirerine<br />

de bu zevkten mahrum bırakmayıp isteğe bağlı olarak bu<br />

hizmetleri de güvenilir acenteler aracılığı ile sağlıyor.<br />

106 | TGWL


TGWL | 107


108 | TGWL<br />

“Avm, okul ve halka açık birçok alanda kurduğumuz manej ya da biniş alanları<br />

ile her yıl binlerce kişiyle buluşuyoruz. Biz sizlere geliyoruz!” şeklinde vurgu yapan<br />

Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği, doğayı ve atları tüm şartlarda keşfetmenize<br />

olanak sağlayabilecek çalışmalarıyla da ön plana çıkmaya devam ediyor.<br />

Doğa tutkusu, özgürlük ve heyecan, farklı güzellikler, unutulmaz anlar yaşamak ve<br />

zihninizi boşaltmak istiyorsanız Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği sizleri<br />

hem İstanbul’da hem de Kapadokya’da ağırlamak için sizleri bekliyor…


TGWL | 109


spor<br />

Op. Dr. Salih Şentürk<br />

110 | TGWL


KAS ESNETME<br />

HAREKETLERİ<br />

Streching<br />

Artık sağlıklı olma çabası ve fiziksel uygunluğun<br />

sağlanması, bütün insanların temel<br />

amaçlarından biri olmuştur. Bu amacın gerçekleştirilmesi<br />

ise yeterli ve dengeli beslenme<br />

ile birlikte düzenli egzersiz yapmaktan geçer. Terapi<br />

egzersizleri olarak nitelendirilebilen bu uygulamaların<br />

önemli bir kısmını esnetme ve germe egzersizleri oluşturmaktadır.<br />

Esneklik çalışmalarının en önemli faydalarından<br />

birisi de kasların gevşetilmesinde etkili oluşudur.<br />

TGWL | 111


Stres; insan vücudunun fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik<br />

ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda<br />

oluşan baskı halidir. Günümüzde insan ihtiyaçlarının<br />

türleri ve düzeyleri oldukça farklılaşmıştır. Bu ihtiyaçların<br />

karşılanması ise toplumların en büyük problemlerini<br />

oluşturmaktadır. Birçok bilim adamı, egzersizin ve hareket<br />

etmenin stresten korunmak açısından oldukça önemli olduğu<br />

konusunda birleşmektedir. Artık sağlıklı olma çabası ve fiziksel<br />

uygunluğun sağlanması, bütün insanların temel amaçlarından<br />

biri olmuştur. Bu amacın gerçekleştirilmesi ise yeterli ve dengeli<br />

beslenme ile birlikte düzenli egzersiz yapmaktan geçer. Terapi<br />

egzersizleri olarak nitelendirilebilen bu uygulamaların önemli<br />

bir kısmını esnetme ve germe egzersizleri oluşturmaktadır. Esneklik<br />

çalışmalarının en önemli faydalarından birisi de kasların<br />

gevşetilmesinde etkili oluşudur.<br />

Kasların normal sınırlarının üzerindeki kasılmaları, bir takım<br />

olumsuzlukları beraberinde getirir. Örneğin; kan basıncında<br />

artış, daha fazla enerji harcanması, kan dolaşımının bozulması<br />

ve bunun sonucu olarak oksijen ve gerekli besin maddelerinin<br />

vücuttan uzaklaştırılamaması vb. gibi. Bunun sonucunda ise<br />

vücut yorgun düşecek ve kaslarda çeşitli ağrılar oluşacaktır.<br />

Çeşitli nedenlerle oluşabilen ve normal sınırların ötesinde kasılı<br />

bulunan kasların gevşetilmesinde en etkili yöntem germe (stretching)<br />

egzersizleridir. Esneklik çalışması yaparken kişi kendisini<br />

çok iyi dinlemeli, yorulmamalı ve kontrol altında tutabilmelidir.<br />

İyi bir postür ve vücut simetrisi için planlı ve düzenli bir egzersiz<br />

programı gerekmektedir. Bu program fiziksel uygunluğu<br />

geliştirmeye yönelik olmalıdır. Fiziksel uygunluğu gelişen bireyin,<br />

estetik ve kuvveti iyi düzeyde, kalp dolaşım sistemi dayanıklılığı<br />

ve vücut kompozisyonu gelişmiş demektir.<br />

Postür zayıflıklarını gidermenin iki temel yolu vardır. Bunlardan<br />

ilki, her iki taraftaki kasları eşit seviyede güçlendirmek, ikincisi<br />

ise, kuvvetli kası esneterek vücut simetrisini sağlamaktır. İdeali<br />

ise her ikisini de dengede tutmaktır. İçinde bulunduğumuz<br />

yüzyılda teknolojik gelişmeler sonunda ve yaşam tarzımızdaki<br />

değişikliklerden dolayı insanoğlu daha az çalışır duruma gelmiş<br />

ve bunun sonucunda ise teknolojik hastalıklar adını verebileceğimiz<br />

rahatsızlıklar meydana gelmiştir.<br />

Bu yaşam tarzı bazı kasların güçsüz kalmasına ya da kasılmalarına<br />

neden olmuştur. Bu zayıf ya da kısalmış kaslar ise vücut<br />

simetrisini bozmaktadır. Bu kasların gevşetilmesi, güçlendirilmesi<br />

ve uzatılması ise düzenli bir esneklik çalışmasını gerektirir.<br />

112 | TGWL


Egzersiz Öncesi ve Sonrası Germe Hareketleri<br />

Germe hareketlerinin amacı herhangi bir egzersizden<br />

önce ve sonra hafifçe kasları uzatmak ve dokunun<br />

esnekliğini arttırmaktır. Eğer doğru uygulanırsa<br />

germe, sakatlıkların önlenmesinde yardımcı olur ve<br />

atletik performansı arttırır.<br />

Germe sırasında hatırlamanız gereken noktalar:<br />

Gerdirmeden önce daima ısının. Bu vücuttaki kan<br />

akışını hızlandırır ki bu kasları daha fazla esnetebilmemizi<br />

sağlar.<br />

Egzersiz ardından, krampa ve ani baş dönmesine<br />

yol açabilecek olan, kaslarınıza kan pompalanmasından<br />

kaçınmak adına germeye başlamadan önce<br />

kalp atış hızını yavaşça azaltın. Bunu kısa aralıklı<br />

dinlenme molaları ile yapabilirsiniz.<br />

Terliyseniz duş aldıktan sonra germe yapın ki sıcak<br />

su kaslarınızın gevşemesine yardımcı olsun.<br />

Kasın gevşediğini hissedene dek germeyi sürdürün,<br />

daha sonra bir 15 saniye daha tekrarlayın.<br />

Gerdirme esnasında hafif bir rahatsızlık hissetmelisiniz,<br />

eğer bir şey hissetmiyorsanız, o zaman germeyi<br />

yanlış veya eksik yapıyor olabilirsiniz.<br />

Ciddi bir ağrı hissettiğinizde ise egzersizinize derhal<br />

son verin.<br />

Düzenli olarak nefes alıp vermeyi unutmayın, nefesinizi<br />

asla tutmayın.<br />

Germe egzersizleri, çalışma öncesi ‘’ısınma’’ ve<br />

çalışma sonrası ‘’soğuma’’ hareketleri olarak vücut<br />

esnekliğinin artmasını sağlarlar.<br />

TGWL | 113


Isınma<br />

Isınma, vücudun kendisini zihinsel ve fiziksel olarak<br />

egzersize hazırlamasına yardımcı olur ve sakatlanma<br />

olasılığınızı azaltır.<br />

Amaç vücuda herhangi bir baskı uygulamadan yavaş<br />

yavaş kan dolaşımını arttırmaktır. Isınma sırasında<br />

bazı sakatlık veya hastalıkların farkına varabilir ve ileri<br />

düzeydeki sakatlanmaları önleyebilirsiniz.<br />

Vücut sıcaklığını arttırmak için üzerinize fazladan giysi<br />

giyebilirsiniz ki bu size daha esnek ve gerdirmeye<br />

hazır kaslar olarak geri dönecektir.<br />

Amaç en az 5 dakika ısınmak ve aynı süre de germe<br />

yapmak. Çalışmaya başladığınızda 30 dakika<br />

ısınmanın vücudunuz için en iyisi olduğunun farkına<br />

varacaksınız.<br />

Her pozisyonda en az 20-30 saniye durun. Burnunuzdan<br />

yavaşça nefes alın, ağzınızdan verin. Bu, germe<br />

hareketlerinizi yapmayı kolaylaştıracaktır.<br />

114 | TGWL


TGWL | 115


Soğuma<br />

Herhangi bir fiziksel aktiviteyi bitirdiğiniz zaman,<br />

kalp atışınızı ve nefesinizi yavaş yavaş daha rahat,<br />

rahatça konuşabileceğiniz seviyeye indirmeniz<br />

gerekir. Yürümek veya bisiklet sürmek gibi hafif<br />

aerobik egzersizler bunun için mükemmeldir. Her<br />

hareketi en az 20-30 saniye yapın, rahat nefes<br />

alın. Burnunuzdan derin nefes alın ve ağzınızdan<br />

verin.<br />

Esneme Egzersizleri Neden Mutlaka Yapılmalı?<br />

Düzenli yapılan esneme egzersizleri esnekliği ve<br />

performansı arttırır.<br />

Planlı bir kas esneme egzersizi tek yönlü kas yükünden<br />

kaçınmamızı sağlar.<br />

Doğru şekilde esnetilen kaslar omurga ve eklemler<br />

tarafından taşınan fazla yükün azaltılmasını sağlar.<br />

Esneme Egzersizleri Nasıl Yapılmalı?<br />

Egzersizlere başlamadan önce mutlaka ısının.<br />

(Tercihen hafif tempolu koşu)<br />

Ani ve kuvvetli hareketlerden kaçının.<br />

Gerilen adalede bir gerginlik hissetmelisiniz, acı<br />

değil.<br />

Esneme pozisyonunu en az 20 saniye koruyun,<br />

rahatça nefes alın ve rahatlayın.<br />

Daima her iki tarafınızı da esnetin. (Sağ ve Sol)<br />

116 | TGWL


TGWL | 117


118 | TGWL<br />

Hayrullah Camadan


Türkiye’de<br />

&<br />

KICKBOX<br />

muay thai<br />

TGWL | 119


19/01/1955 yılında İstanbul<br />

Sarıyer’de doğdu. İlk ve orta<br />

öğrenimini İstanbul’da tamamladı.<br />

1970 yılında Uzakdoğu sporlarına<br />

Karate ile başladı.<br />

1977 yılında Hollanda’da Kickboxing<br />

ile tanıştı. Aynı yıl Amsterdam’da açık<br />

siklette şampiyonluklar yaşadı. Daha<br />

sonra Amsterdam’da Chakuriki kulübünde<br />

Prof. Thom Harinck yönetiminde<br />

Muaythai ve Kickboxing eğitimi aldı.<br />

Burada da birdizi müsabakalar yaptı.<br />

Aynı klüpte spora kazandırdığı bazı Türk<br />

sporcularının Dünya ve Avrupa Şampiyonuklarına<br />

yükselmelerinde öncü oldu.<br />

Bu Sporcularımızın1980-1996 yılları<br />

arasında ki şampiyonlukları, Tuncay<br />

Çoban (Hollanda Şampiyonu), Muzaffer<br />

Yamalı (Avrupa Şampiyonu ve Dünya<br />

ikincisi), Tekin Dönmez (Avrupa Şampiyonu),<br />

Hasan Çolak (Hollanda Şampiyonu),<br />

Bayram Çolak (Avrupa ve Dünya<br />

Şampiyonu). 1982 yılında Türkiye’ye<br />

döndü. Ticaretle meşgul olduğu bu<br />

dönemde ülkemizdeki bazı spor kulüplerinde<br />

Muaythai ve Kickboxing sporlarını<br />

tanıtmaya başladı. 1985 yılında Camadan<br />

GYM’i kurarak çalışmalarını kendi<br />

kulübünde devam ettirdi. O yıllarda<br />

ülkemizde bu sporlar tanınmadığı ve bu<br />

branşta sporcu bulunmadığı için, kendi<br />

sporcuları arasında düzenli olarak her<br />

yıl kulübünde bulunan ringde müsabakalar<br />

düzenlemeye başladı. 1986<br />

yılında Cemal Çolak ve Camadan<br />

GYM sporcuları arasında ilk Kickboxing<br />

karşılaşmaları yapılarak, Türkiye’de bu<br />

sporun dostça yapılabildiği gösterilmiş<br />

oldu.<br />

Hayrullah Camadan, 1990 yılında WM-<br />

TA(World Muaythai Association) Türkiye<br />

temsilcisi oldu. 1991 yılında Muaythai<br />

(Tayland Boksu) Derneğini kurdu. Aynı<br />

yıl 1 Haziran’da İstanbul Caferağa Spor<br />

Kompleksinde Türkiye’de ilk uluslararası<br />

profesyonel Muaythai galasını Murat<br />

Dodurga ile beraber gerçekleştirdi. Bu<br />

galada, o yılın dünyaca ünlü Tayland’lı<br />

Sing Phay Boune ve Fransa şampiyonu,<br />

Avrupa ikincisi Fikret Erdoğan’ın<br />

karşılaşmasında yer aldı. Türkiye’deki<br />

bu ilk profesyönel galada, Camadan<br />

sporcularından şuan Metro Marketler<br />

Zincirinde Bölüm Müdürü olan Sungur<br />

Aydın Türkiye’nin ilk A Class sporcusu<br />

olarak yer aldı. Mehmet Civgin, Ömür<br />

Kamış, Tolga Saral, Gökhan Başoğlu<br />

bu gecedeki B Class dövüşen Camadan<br />

GYM sporcularıdır. Bu yılın Eylül ayında<br />

EMTA(European Muaythai Association)<br />

nın davetlisi olarak beraber çalıştığı<br />

uluslararası koordinatör Murat Dodurga<br />

ile Amsterdam’da ki toplantıda yer<br />

aldı. Aynı yıl sporcusu Mehmet Civgin’i<br />

Avrupa şampiyonu Numbo ile Paris’te<br />

dövüştürdü. 1992-1997 yılları arasında<br />

10’dan fazla galaya imzasını attı. 1993<br />

yılında sporcusu Birol Topuz’la Amsterdam’da<br />

EMTA toplantısına katıldı. Aynı<br />

yıl Detlef Turneo’nun başkanı olduğu<br />

IKBF Türkiye temsilcisi oldu. 1994<br />

yılında Tayland’da kurulan IAMTF(International<br />

Amateur Muaythai Federation)<br />

un İngiltere Temsilciliğine bağlanarak,<br />

IAMTF’nun Türkiye temsilcisi oldu.<br />

Birol Topuz, Serkan Yavuz (Apache<br />

Serkan) gibi tanınmış sporcuları yetiştirdi.<br />

1994 yılı başında 1.000 m² alanı<br />

olan ikinci salonunu Küçükyalı’da açtı.<br />

Halen bu salonunda Muaythai çalışmalarını<br />

devam ettirmekte olan Hayrullah<br />

Camadan ayrıca, 2003 yılında kurulan<br />

Türkiye Muay Thai Federasyonu’nun Organizasyon<br />

ve Danışma Kurulu Başkanlığı<br />

görevini devam ettirmektedir.<br />

Prof.Thom Harinck’in diploma verdiği 7<br />

antrenörden biri olan Hayrullah Camadan’ın,<br />

ayrıca FFBT(Federation Française<br />

De Boxe Thailandaise) den diploması<br />

bulunmaktadır.<br />

Kaan Soyak, Nurkan Kemalbay, Alican<br />

Ulusoy, Adnan ve Volkan Vural, Levent<br />

Yüce, Bertan Tanaçar, Hakan Karakaya,<br />

Mutlu Tuncay,Altuğ Aksoy, Mehmet<br />

Bilgiç, Erkan Manav, Oğuzhan Yayla ve<br />

daha bir çok tanınmış simanında arasında<br />

bulunduğu kişilere değişik dönemlerde<br />

özel ders vermiştir.<br />

Hayrullah CAMADAN, Prof.Thom Harinck’ten<br />

öğrendiği bu spor branşlarının<br />

(Muaythai ve Kickboxing) Türkiye’de ki<br />

öncüsü olmuştur.<br />

(Kick Boks) KICKBOXING’İN TARİHİ<br />

Kick Boxing, Uzak Doğu Savaş<br />

Sanatları tarih boyunca<br />

çok fazla çeşitlilik göstermiştir.<br />

Bu sanatlar dünyada<br />

ve ülkemizde Karate adı ile tanınmış ve<br />

yaygınlaşmıştır. İlk olarak bu sanatlar ile<br />

Almanlar, II. Dünya savaşında müttefik<br />

oldukları Japonlardan öğrendikleri Judo<br />

ve Jiu-Jitsu ile tanıştı. Daha sonraları<br />

savaşın galibi olan Amerikalıların da ilk<br />

tanıştıkları sanat Judo ve Jiu-Jitsu olmuştur.<br />

Her ne kadar daha önceleri göçler<br />

ile Amerika’ya gelmiş Japon ve Çinliler<br />

olsa da bu sanatları bilenler o dönemlerde<br />

bilgilerini gizlerlerdi ve doğal olarak<br />

Uzak Doğuluların hepsi de bu sanatları<br />

bilmezlerdi.<br />

Batıda ise savaş sanatları yerel stillere<br />

sahipti. Pankras, Boks, Savate, Güreş<br />

bunlardan bazılarıdır. Ancak bunlardan<br />

sadece Boks ve Güreş (Serbest ve Grekoromen)<br />

genel olarak kabul görmüştü.<br />

II. Dünya Savaşı ve Çin Komünist ihtilali<br />

sonrası göçler ile batıda Uzak Doğu stilleri<br />

yaygınlaşmaya başladı. Kore savaşı<br />

120 | TGWL


sonunda Taekwon-Do’da batıda gelişen<br />

bu stiller arasında yerini aldı.<br />

En yoğun göç alan Amerika’da stiller<br />

zenginlik göstermesine rağmen uzun<br />

zaman boyunca tamamı Karate olarak<br />

adlandırıldı.<br />

Bu aynı zamanda modern Kick Boxing’in<br />

temellerini oluşturdu. Birbirinden farklılıklar<br />

içeren bu branşlar kendi aralarında<br />

kendilerine mahsus kurallar ile yarışma<br />

usullerine sahip olmasına rağmen birbirlerinden<br />

farklı özellikleri sebebi ile ortak<br />

karşılaşmalar sorun olmaktaydı. İlk ortak<br />

karşılaşmalar Amerika’da serbest döğüş<br />

karşılaşmaları ile başladı ama Uzak Doğu<br />

stillerinin felsefelerinden kaynaklanan taassup<br />

sebebi ile bu yarışmalara iştirakleri çok<br />

yaygın değildi. 1970’li yıllara doğru Bruce<br />

Lee ile başlayan yeni bir hareket ile Uzak<br />

Doğu stilleri Batıda yaygın kabul görerek<br />

gelişmeye başladı. O dönemlerde tüm<br />

stillerin aynı yarışmada karşılaştığı müsabakalara<br />

Amerikan Karatesi veya Amerikan<br />

Boksu olarak tanındı. Bu yarışmalar<br />

zamanla vuruşlu yarışmalar içerisinde Full<br />

Contact olarak isimlendirilmeye başlandı.<br />

Deneyimsiz sporcular için ise Light Contact<br />

ve Semi Contact alt branşları oluştu. Ancak<br />

işin adı halen Karate idi. Full, Light, Semi<br />

Contact Karate branşları olarak tanındıktan<br />

sonra Avrupa’da da aynı biçimde<br />

kabul gördü. Avrupa’da Fransa, Hollanda<br />

ve Almanya’da hızla yaygınlaştı.<br />

Amerika’da Benny Urquidez’in başını<br />

çektiği bir hareket “Bacaklarını savunamayan<br />

dövüşçü, dövüşçü değildir.” sözü ile<br />

Full Contact akımı ile ters düştü. Avrupa’da<br />

Taylandlılardan eğitim gören bir ekol ile<br />

beraber Kick Boxing ismini kullanmaya<br />

başladılar ve Karate adından uzaklaşıldı.<br />

Profesyönel organizasyonların doğmaya<br />

başladığı bu dönemde Full Contact Karate,<br />

PKA (Professional Karate Association); Kick<br />

Boxing, WKA (World Kick boxing Association);<br />

Muaythai, WMTA (World Muaythai<br />

Association) ve EMTA (European Muaythai<br />

Association) ile tanındı. Bu organizasyonlardan<br />

Kick Boxing ve Muaythai organizasyonları<br />

beraber hareket ederek ortak isimle<br />

“Kick Boxing” yahut “Thai Boxing” olarak<br />

anılmaya başladı. Halen daha Avrupa’da<br />

ve Dünyada bu sebeple Kick Boxing ve<br />

Thai Boxing (Muaythai) aynı branş olarak<br />

kabul görür. 1980’li yılların başlarında<br />

Hollanda’da Hollanda Kick Boxing federasyonu<br />

adıyla faaliyet gösteren federasyona<br />

Tayland Hükümeti tepki göstererek<br />

kendi sporlarının “Muaythai” olduğunu<br />

resmi bir yazı ile bildirmiş ve 1984 yılında<br />

bu federasyon ikiye ayrılarak Muaythai ve<br />

Kick Boxing federasyonları olarak faaliyetlerine<br />

başlamışlardır. Muaythai federasyonunun<br />

başına Hayrullah Camadan’ın<br />

Antrenörü olan Chakuriki Kulübünün<br />

sahibi Prof.Thom Harinck getirilmiştir. Prof.<br />

Harinck Tayland hükümetinin onayı ile tüm<br />

Dünya Muaythai federasyonunun başına<br />

getirilmiştir. Muaythai, Kick Boxing ve Thai<br />

Boxing isimleri tüm dünyada aynı şekilde<br />

anlaşılır ve yorumlanır olmalarına rağmen<br />

son zamanlarda Japonların girişimleri ve<br />

Taylandlıların itirazları neticesinde farklı<br />

olarak isimlendirilmeye başlamıştır.<br />

Kick Boxing’in popüleritesi Full Contact<br />

Karate yapanların iştahını kabartmış ve<br />

onlarda tekniklerini Kick Boxing olarak<br />

isimlendirmeye başlamışlardır. Japonlar<br />

ise Muaythai Taylandlılara ait diye dirsek<br />

vuruşları ve Klinch tekniklerini yasaklayarak<br />

yaptıkları karşılaşmalara Kick Boxing<br />

demişlerdir. K-1 organizasyonu dünya<br />

çapında yaygınlık kazanmaya başlayınca<br />

Kick Boxing’in dünya çapında popüleritesi<br />

de artmış, dirsek vuruşlarına sıcak bakmayan<br />

batılıları daha hızlı cezbetmiştir. Son<br />

dönemlerde Klinch’e tamamen karşı olan<br />

K-1 organizasyonu bu konuda daha esnek<br />

hareket etmeye başlayarak Muaythai’ye<br />

biraz daha yaklaşmıştır. Bu sporu tekellerinde<br />

tutmaya çabalayan Taylandlılar ve<br />

Japonlar kuralları kendilerine göre esneterek<br />

Kick Boxing ve Muaythai ayrışmasına<br />

sebep olmuşlardır.<br />

TGWL | 121


TÜRKİYE’DE KICKBOXING<br />

1982 yılında çeşitli spor kulüplerinde Hayrullah<br />

Camadan tarafından ilk Muaythai ve Kick Boxing<br />

çalışmalarına başlandı.<br />

1994 yılında Türkiye Boks Federasyonu Başkanlığı<br />

bünyesinde H.Caner DOĞANELİ Başkanlığında Semi<br />

Contact, Light Contact ve Full Contact branşlarında<br />

faaliyetlerine başladı. 1994 yılında ilk Türkiye Kick Boks<br />

Şampiyonası Ankara’da Atatürk Spor Salonunda büyük<br />

bir katılımla gerçekleşti, Türk Milli Takımı ilk kez IAKSA’nın<br />

1996 yılında Avusturya’nın Graz Şehrinde düzenlediği<br />

Avrupa Kick Boks Şampiyonasına iştirak etti.<br />

1998 yılında IAKSA tarafından Avrupa Kick Boks Şampiyonası<br />

İstanbul’da yapıldı. Bu şampiyona esnasında<br />

çıkan bir tartışma neticesinde faaliyetler 2001 yılına<br />

kadar geçici olarak durduruldu ve 2001 yılında tekrar<br />

Türkiye Boks Federasyonu Başkanlığı bünyesinde H.Caner<br />

DOĞANELİ’nin Başkanlığında ulusal ve uluslar arası<br />

faaliyetlere başladı.<br />

1994 ile 2006 yılları arasında IAKSA (Uluslararası Amatör<br />

Kick Boks Spor Birliği)’ya, 2006 yılından itibaren de<br />

WAKO (Dünya Kick Boks Organizasyonları Birliği)’ya üye<br />

olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.<br />

2004 yılında Türkiye Boks Federasyonundan ayrılan Kick<br />

Boks, Mücadele Sporları Federasyonu Başkanlığı adı<br />

altında Mehmet Tunç TURGUT’un Federasyon Başkanlığı<br />

ile faaliyetlerini sürdürdü.<br />

2004 yılında İsviçre’nin Basel Şehrinde yapılan IAK-<br />

SA’nın Genel Kurulunda, Yönetim Kurulu üyeliğine Mehmet<br />

Tunç TURGUT, Hakem Kurulu Üyeliğine ise Salim<br />

KAYICI seçildi.<br />

12 Eylül 2006 tarih ve 281 sayılı Bakanlık oluru ile Mücadele<br />

Sporları Federasyonu lağv edilmiş ve Türkiye Kick<br />

Boks Federasyonu adıyla faaliyetlerine devam etmiştir.<br />

2006 tarihinde idari ve mali yönden özerklik kazanmış<br />

ve aynı yılda IAKSA ile WAKO’nun birleşmesiyle Türkiye,<br />

WAKO (Dünya Kick Boks Organizasyonları Birliği)’ya<br />

üye olmuştur.25 Ekim 2011 tarihinde Dünya Kick Boks<br />

Organizasyonları Birliği (WAKO)’nin yapılan Genel<br />

Kurulundaki seçimlerde Federasyon Başkanı Sayın Salim<br />

KAYICI WAKO Yönetim Kurulu Üyeliğine Seçilmiştir.<br />

İdari ve Mali Yönden Özerklik kazanan Türkiye Kick Boks<br />

Federasyonunun ilk Seçimli Olağan Genel Kurulu 25<br />

Nisan 2007’de ve ikinci Seçimli Olağan Genel Kurulu<br />

ise 27 Eylül 2008 tarihinde yapılmış her iki genel kurulda<br />

da Federasyon Başkanlığına Salim KAYICI seçilmiştir.<br />

Profesyonel Kick Boks Şubesi 26 Haziran 2007 tarih ve<br />

132 sayılı Bakanlık Onayı ile kurulmuş olup, Ulusal ve<br />

Uluslararası Profesyonel faaliyetlere iştirak edebilmesi için<br />

ise WAKO PRO’ya üye olmuştur.<br />

3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat<br />

ve Görevleri hakkındaki kanun ile 6215 sayılı kanunla<br />

yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenerek Bağımsız<br />

Spor Federasyonu statüsünü almıştır.<br />

MUAY THAI<br />

MUAYTHAI’IN TARİHİ<br />

Muaythai (Tayland Boksu); savaşların kılıç, ok ve mızraklarla yapıldığı<br />

ortaçağ dönemlerinde başladı. Yumruk yumruğa yapılan bu dövüşte<br />

yumruklar, tekmeler, dizler ve dirsekler silah olarak kullanılır. Askeri<br />

eğitime de dahil edilen bu spor Kral Naresuan zamanında (M.S.<br />

1560) meşhur oldu. Kral, Burma ve Siam arasındaki savaşlarda esir<br />

düşmüştü. Burmalılar kendi dövüşçülerini dünyanın en iyi dövüşçüleri<br />

olarak kabul ediyorlardı ve krala en iyi dövüşçüleri ile dövüşmesi için<br />

bir şans tanıdılar. Eğer kazanırsa özgür olacaktı ve kral kazandı. Kral<br />

Narasuen, SİAM’a döndüğünde büyük bir şölenle karşılandı ve kısa<br />

zaman da siam stili boks ulusal bir spor olarak kabül gördü. O günlerden<br />

itibaren 20. yy baslarına kadar; dövüşçüler atların derilernden<br />

sırımlar yapıp eldiven olarak kullandılar. Ayrıca; dövüşçüler kendi<br />

aralarında anlaşarak cam parçalarını ezip sırımların üzerine yapıştırabiliyorlardı.<br />

Taylantlılar Muaythai’yi kendilerine prestij sağlayan ulusal<br />

bir spor olarak kabul ederler. Taylantlı erkek çocuklar okuluna giderek<br />

veya kendi başlarına Thai sitili boksun nasıl yapılacağını öğrenirler.<br />

Taylant’lı kızlar bile Muaythai’nin temel prensiplerini bilirler ve gerektiğinde<br />

bunları, kendilerini savunabilmek için kullanırlar. Muaythai bir<br />

çok ülkede popüler olmuş ve geniş bir kitleye yayılmıştır.<br />

MUAYTHAI’nin gelişimi<br />

Şu anda thai stili boksun başlangıç tarihini gösteren kesin kaynaklar<br />

maalesef yok. Sadece Thai Boxun Taylandlıların Çinin güneyinden<br />

göç etmeleriyle başladığını varsayabilmekteyiz. Taylandlılar bu göç<br />

esnasında yöre halkının büyük bir direnişi ile karşılaştılar ve saldırganlardan<br />

saklanmak zorunda kaldılar. Hayatta kalabilmek için büyük<br />

mücadeleler verdiler. Eski zaman silahları sadece kılıç mızrak, kargı,<br />

ok veya yaylardan ibaretti. Fakat bu silahlar yakın dövüşte çok hantal<br />

kalıyorlardı. Dolayısıyla dirsekler, yumruklar, dizler ve tekmeler Taylantlılara<br />

daha pratik geldi. Sonuçta çok başarılı olmuşlardı, böylece<br />

savaşlarda kullanılan yeni bir dövüş sanatı gelişmiş oldu.<br />

İşte bu MUAYTHAI’di yani TAYLAND BOKSU. Taylandlılar nihayet<br />

uygun bir yere yerleşerek kendi şehirlerini kurdular ve büyük bir devlet<br />

olup arazilerini genişletmeye başladılar. Artık en büyük ihtiyaçları<br />

ülkeyi savunabilecek büyük bir orduydu. İşte askerlere silah kullanımı<br />

yanında Muaythai’i çalışma zorunluluğu getirildi. Böylece atak ve<br />

savunma için yeni taktik ve teknikler geliştirdiler ve bunlara da boks<br />

teknikleri adını verdiler. Sonraları siviller bu dövüş sanatına el atarak<br />

onu “bir kendi kendini savunma sanatı” yada asker olmak için ihtiyaç<br />

duyulan beceri olarak gördüler. Tayland krallarından Kuhun Luang<br />

Sorasak ( Kaplan Kral) sık sık çeşiyli ülkelerin tapınaklarına giderek<br />

kim olduğunu belli etmeden gizlice dövüşlere katılıyordu. Kral<br />

yetenekli bir dövüşçü olarak bilinirdi. Çoğunlukla kendini gizleyip halk<br />

arasında dövüşlere katıldığından bir halk kahramanı olarak kabül<br />

gördü.<br />

Rattanoksin döneminde Muaythai bir ulusal dönüş sanatı olmaya<br />

devam etti ve düzenlenen eğlencelerde yarışmaları yapıldı. Maçlarda<br />

zaman tutma işlemi delik bir hindistan cevizi kabuğunun yüzdürülmesiyle<br />

yapılıyordu. Kabuk battığında raundun bittiğini belli etmek için<br />

ise davul çalınıyordu. 1788’de iki fransız kardeş Taylanda geldiler.<br />

Bu iki kardeş Hind-i Çin’in kenarın da ve adalarda pek çok boksörü<br />

mağlup etmişlerdi. Kral 1.RAMA bu meydan okumayı kabul etti.<br />

Bu arada Phraya Klang meydan okumayı kabul edeceğini fakat 50<br />

chang tutarında bahse girmeleri gerektiğini söyledi. (50 chang o<br />

zaman yüklü bir miktardı) .Ama kral koruyucularından Muen Plan’ı<br />

Fransızlarla dövüşmek için seçti. Karşılaşma büyük sarayın açık alanında<br />

düzenlendi. Muen Plan krala ait dövüş giysilerini giydi. Ğöğsü<br />

açıktı ve sihirli bir tılsım takmıştı. Ayrıca darbeleri önlemek içinde<br />

122 | TGWL


vücuduna yağ sürmüştü. Dövüş başladığında Fransız,<br />

Muenin köprücük kemiğine ve boynuna atak yaptı ancak<br />

Muen kendini Muaythai ile savundu. Fransızın kardeşi<br />

abisinin hiçbir ilerleme yapamadığını görünce sinirlendi ve<br />

Muen’e arkadan gizlice vurdu. Bu esnada Muen Fransızın<br />

işini bitirmişti bile. Muhafızlar kurallara uymayan bu hileye<br />

karşı ileri atıldılar, sonra Fransızlar yenildiklerini kabul<br />

ederek geri çekildiler. Ertesi gün Tayland’dan ayrıldılar ve<br />

birdaha Tayland Boksörleri ile dövüşmemeleri gerktiğini<br />

öğrendiler. Kral 5.Rama döneminde Thai-Boks maçları çok<br />

meşhur olmuştu ve galip gelenler Kraldan çeşitli ünvanlar<br />

ve hediyeler alıyorlardı. Yine bu dönemlerde boks kampları<br />

düzenlenmeye başlandı. Kral ailesine mensup kimseler,<br />

diğer ülkelerden yetenekli kimseler bulup kamplar arası<br />

dövüşler düzenliyorlardı. Galip gelenler para ve değerli<br />

armağanlarla ödüllendiriliyordu. Bu dönem TAYLAND<br />

BOKSU’unun altın çağı olarak nitelendirilir. Kral 6.Rma<br />

döneminde de Thai-Boks maçları devam etti. Bu dönemde<br />

maçlar uygun genişlikteki alanlarda ama standart olmayan<br />

ringlerde yapılıyordu. Zamanla halatlarla çevrili, standart<br />

yükseklikteki ringlerde yapılmaya başlandı. İlk ring 1921<br />

yılında SUAN KULARP denilen yerde inşa edildi. Fakat;<br />

gelenekselliğe uyarak dövüşçüler hala ellerini sırımlarla<br />

sarmaya devam ediyorlardı. THAI-BOKS yaygınlaştıkça<br />

Thai-Boksörlerine meydan okuyan yabancı dövüşçülerin<br />

sayısı da artmaya başladı. Önemli ve meşhur bir serbest<br />

stil maçı genç boksör HARNTALAY ile Çin’den gelen CHİN<br />

CHANG arasında yapıldı. Karşılaşmayı büyük bir kalabalık<br />

izliyordu. Sonuçta genç Harntalay rakibini sert bir tekme ile<br />

saf dışı bıraktı.<br />

Bu dönemden sonra ringlerde hakemlerde görev yapmaya<br />

başladı. Rauntlar dakikalarla belirlenmeye başlandı. Bütün<br />

bu yenilikler dış ülkelerden gelen etkiler sonucu benimsendi.<br />

Ancak sırım ile elleri bağlama 1929 yılına kadar sürdü.<br />

Bundan sonra normal boks eldiveninin kullanımına geçildi.<br />

Lumpini parkındaki ringde Filipinli bir boksörün ilk defa<br />

box eldivenleriyle gösteri yapması, sonraları eldivenlerin<br />

kullanılmasını teşvik etti. Kral 7. Rama dönemi önemli bazı<br />

değişikliklerin yapıldığı dönemdir. Bangkok’ta ve diğer şehirlerde<br />

kalıcı Thai-Boks statları inşa edildi. Fakat bu statlar<br />

2. Dünya Savaşı (1942-45) süresince yavaş yavaş ortadan<br />

kayboldu. Savaştan sonra ise bir gecede mantar gibi tekrar<br />

ortaya çıktılar. Turnuvalarda dövüşmek için diğer ülkelerden<br />

gelen pek çok boksör Bangkok’ta toplanıyordu. Nihayet ilk<br />

standart boks stadyumu 1945’te inşa edildi ve adı RAJA-<br />

DAMNERN olarak belirlendi (bu stat halen faaliyette olup<br />

dünyanın en ünlü statyumudur)<br />

Artık muhtelif kurallar koymanın zamanı gelmişti, 3’er<br />

dakikadan 5 raunt üzerinden maçlar düzenlendi. Rauntlar<br />

arasına 2 dakika mola süreleri ilave edildi. Daha sonra ise<br />

sikletler belirlenerek bu kilolarda şampiyonlar belirlenmeye<br />

başlandı. En sonunda Muaythai günümüzdeki şeklini aldı.<br />

Ancak Thai-Boks halen gelişimini sürdürmektedir. Muaythai<br />

artık uluslar arası bir dövüş sanatıdır. Eğer bu spor ile<br />

ilgilenen herkes, bu sanatı yükseltmeye , korumaya ve gelecek<br />

nesillere aktarmaya gayret ederse, Thai-Boks ilelebet<br />

yaşayacak ; Tayland halkı için çok değerli bir sanat olmaya<br />

ve kendilerini tanıtmaya devam edecektir.<br />

TÜRKİYE’DE MUAYTHAI<br />

1982 yılında çeşitli spor kulüplerinde Hayrullah Camadan<br />

tarafından ilk Muaythai ve Kick Boxing çalışmalarına<br />

başlandı. 1999’da Hasan YILDIZ’ ın IAMTF (Uluslararası<br />

Amatör Muaythai Federasyonu)’ile ve Tayland Büyükelçiliği<br />

ile birlikte girişimde bulunarak Dışişleri Bakanlığı aracılığı<br />

ile nota yazdırılarak Muaythai sporunu Ülkemizde<br />

yasallaşması için çalışmalar başlattı. 2002 Yılında IAMTF<br />

Temsilcisi Hasan YILDIZ ile Tayland Büyükelçiliği, Ankara<br />

Hilton Otelde Amatör Muaythai gösteri müsabakalarını<br />

organize edildi. Aynı yıl içerisinde Mersinde bulunan Muaythai<br />

Spor Kulüpleri Federasyonunca , Genel Müdürlüğün<br />

Spor Kuruluşları daire başkanlığından uluslararası şartları<br />

taşıdığından Muaythai çalışma izni alarak ilk Türkiye iller<br />

arası<br />

Muaythai gösteri müsabakaları organize<br />

edildi ve federasyonun kurulması için Hasan YIL-<br />

DIZ, Emekli Jandarma Albay Yaşar ECEL ile dosya<br />

hazırlanarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne<br />

verildi. 2003-2004-2005 Yılarında Karate Federasyonu<br />

altına faaliyet gösteren Muaythai, 2007<br />

Yılının başlarında kurulmuş olan Türkiye Muaythai<br />

Federasyonu ile 2007 yılından itibaren IFMA’ya<br />

tam üyeliğe kabul edilmiştir ve hala IFMA üyesidir.<br />

Türkiye Muaythai Federasyonu 2009 yılından<br />

itibaen özerk bir federasyon olarak faaliyetlerini<br />

sürdürmektedir.<br />

TGWL | 123


124 | TGWL


NE DEDİLER?<br />

“Emir Kunt bir gazeteci değil, ama<br />

yazdığı yazılar, denizcilere kendilerini<br />

görebilecekleri bir ayna tutuyor. Denizci<br />

olmasanız bile bu kitabı okuduğunuzda<br />

çok eğlenecek ve ‘yerli<br />

ve milli’ yatçılığımızın bir fotoğrafını<br />

çekmiş olacaksınız.”<br />

Emir Kunt<br />

Mehmet Y. Yılmaz<br />

tYatçılık Kültürünün<br />

Yazılı Olmayan Kuralları<br />

Teknede yaşamanın değerini bilen başarılı yazar Emir<br />

Kunt, ikinci kitabı Armatore ile bir kez daha deniz ve tekne<br />

tutkunlarıyla buluşuyor. Kitabın ismi, 4 yıl önce bir arkadaşının<br />

teknesini getirmeye gittiklerinde Adriyatik’i geçerken<br />

yazılmış ‘Armatore’ isimli yazıdan geliyor.<br />

Yacht Türkiye dergisindeki “Dalgalı Sohbetler” köşesinde yazdığı<br />

yazılarıyla dikkat çeken Emir Kunt, özgün dili ve ironik üslubuyla<br />

“tekneciliği” ve “yatçılık kültürünü” Armatore’de okurlarına anlatıyor.<br />

Zamansız yazılar yazan Kunt’un tespitleri bugüne kadar yazılı<br />

olmayan Yatçılık adabı ile ilgili konuları bir araya topluyor. Kunt’un<br />

ilk kitabı Beyaz Türk Yatçıları gibi teknede bulunması gereken başucu<br />

kitabı niteliğindeki Armatore eğlenceli üslubuyla bu yaza neşe<br />

katacak gibi.<br />

Armatore, Altın Kitaplar etiketiyle raflardaki yerini alıyor!<br />

‘...İkinci kitabı çıkardığımıza göre, yazılı olmayan kurallarda bir<br />

şekilde kör topal derlenmeye, bir-iki kitabın içinde toplanmaya<br />

başlıyor galiba. Tabii aklımızın yettiğince, görgümüzden bilgimizden<br />

yer edenleri dökebildiğimiz kadar, ama katiyen haddimizi aşacak<br />

kadar değil.’<br />

“Kimilerinin 40’ından sonra görüp<br />

öğrenmeden yazmaya çalıştığı şeyler,<br />

Emir Kunt için çocukluk hatırası.<br />

Güvertede emekleyerek başladığı<br />

denizcilikte, yaşı kadar tecrübeye sahip.Yazılarında<br />

bu tecrübeyi görüyor,<br />

hissediyor, kokusunu alıyorsunuz.”<br />

Fatih Altaylı<br />

“Özgün dili ve birbirinden ilginç<br />

tespitleriyle kendi okurunu yaratan<br />

Emir Kunt’un Bukowskivari yazılarının<br />

okurlarımız gibi ben de müptelasıyım.<br />

İlk kitabı Beyaz Türk Yatçıları gibi elinizde<br />

tuttuğunuz Armatore’nin de çok<br />

ilgi göreceğine adım kadar eminim.<br />

Gülmek garanti, ders çıkarmak ise<br />

size kalmış.”<br />

Eyüp Özel<br />

“This is the book that I’ve seen many<br />

times in the hands of my customers,<br />

reading and laughing some times…”<br />

Mano<br />

TGWL | 125


Esrarı<br />

Keşfeden Genç<br />

NEYİ İCAT EDER?<br />

Zafer Ercan<br />

126 | TGWL


TGWL | 127


İnsan, dünyada var olanları<br />

keşfeder, bir de var olanları birbiriyle<br />

birleştirerek bir şeyleri icat<br />

eder. İnsanlık Amerika’yı keşfetti<br />

ve Amerikalılar uzaya giden bir araç<br />

icat ettiler. Ancak Amerika keşfedilirken<br />

milyonlarca insan keşifçiler tarafından<br />

öldürülünce insanlık katledildi. Ardından<br />

yapılan insanlığa faydalı icatlar bu<br />

kıtanın günahını temizlemeye yeter mi,<br />

işte orası pek mümkün görünmüyor.<br />

İnsanoğlu her konuda, iyilik ve kötülük<br />

olmak üzere hep iki yönde ilerler.<br />

İnsan denen varlık, icadıyla insanları<br />

mutlu edebildiği gibi, aynı icadıyla<br />

kendi hırsı uğruna binlerce insana<br />

zarar verebilmektedir. Petrolün keşfiyle<br />

birlikte yürütülen araçların icadı buna<br />

en çarpıcı örnektir. Petrolün, araçları yürütüp<br />

insanlığa faydalı olması sağlandı<br />

ancak enerji piyasası -“yalnızca benim,<br />

hep benim, hepsi yalnız benim olsun”<br />

diyenlerin- yüzünden petrol bölgelerinde<br />

sayısız insan öldürüldü ve halen de<br />

öldürülmeye devam ediyor.<br />

Petrol dünyaya çağ atlatmışken, petrol<br />

yüzünden katiller ve maktuller, dünyaya<br />

halen Kabil ve Habil zamanını<br />

yaşatmaya devam etmektedir. Keşif ve<br />

icat insana bahşedilen akıl sayesinde<br />

gerçekleştirilir. Keşif ve icat bağımlılık<br />

yapıcı maddeler için de geçerlidir.<br />

Bağımlılık yapıcı maddeleri keşfeden<br />

ve keşfettiği maddeleri birbiriyle cem<br />

ederek yeni yeni icatlar ortaya çıkaran<br />

insanlar bunu da akılları sayesinde<br />

yapmaktadırlar. Ne hazindir ki aklıyla<br />

bulduğu uyuşturucular insanoğlunun<br />

aklını almaktadır.<br />

Doğal olan uyuşturucular denince akla<br />

ilk olarak tüm dünyada “esrar” maddesi<br />

gelmektedir. Üretim ve kullanım<br />

yaygınlığı ile doğal olan uyuşturucu-<br />

128 | TGWL


ların lideri olan esrar maddesinin dahi<br />

günümüzde içerisindeki etken madde<br />

olan THC’nin (Tetra Hidro Cannabinol)<br />

daha etkili olması için uyuşturucunun<br />

elde edildiği bitki olan Hint Kenevirinin<br />

genetiği değiştirilmektedir. Böylece THC<br />

oranı % 20’lere kadar çıkabilen, kullanıcıyı<br />

hızla etkileyen, kısa sürede bağımlı<br />

hale getiren yeni nesil uyuşturucular<br />

ortaya çıkmaktadır. Uzmanlar, GDO’lu<br />

buğday ve mısırın doğallığının bile<br />

ortadan kalktığını söylerken, yeni nesil<br />

bu esrar maddesine artık doğal uyuşturucu<br />

demek de tartışmalı hale gelmiştir.<br />

Gerçi insanoğlunun esrardan günümüzde<br />

ortaya çıkan bu tartışması için<br />

uzak durması gerekmiyor. Esrar maddesi<br />

bağımlılık yapar. Bundan ötesinde yapılan<br />

her felsefe kullanıcıların kullanmak<br />

için vicdanlarına attıkları yalanlardır, o<br />

kadar.<br />

Esrar kullanımı için ortaya atılan yalanların<br />

Türkiye’de bilinen en meşhur olanı;<br />

“Ottur günahı yoktur!” yalanıdır. Esrarın<br />

doğallığına vurgu yapan bu yalanı<br />

söyleyen, söylerken de inanan ve hatta<br />

çevresini teşvik eden her esrar talepçisi<br />

bu söz sonrasında esrarı savunmak için<br />

kesinlikle başka bir bağımlılık yapıcı<br />

maddenin yardımına ihtiyaç duyar.<br />

Esrarı savunmak için yaptığı kıyaslarda,<br />

en başta sigara ve alkolden yardım alır.<br />

Esrarı başka kötülerle karşılaştırarak<br />

savunur. Bu durum, iki katili karşılaştırırken<br />

birinin diğerine göre daha insaflı<br />

adam öldürdüğünü anlatmak gibi bir<br />

şeydir. Dolayısıyla insanları bağımlı<br />

hale getiren bu katillerin birbiri ile kıyası<br />

onların katil olduğu gerçeğini asla<br />

değiştiremez. Ancak deneyen, kullanan<br />

ve en sonunda bağımlı olan her insan<br />

kullandığı maddeyi savunmaya devam<br />

etme aşamasında ise kötüyle bir başka<br />

kötüyü kıyas etmekten başka akılcı bir<br />

yolu da bulması mümkün değildir.<br />

Esrar maddesi Türkiye’de üretilen bir<br />

maddedir. Birçok madde başka coğrafyalardan<br />

ülkemize gelirken, esrar topraklarımızdan<br />

elde edilen ve doğrudan<br />

iç piyasaya yani Türk Gençliğine hitap<br />

eden bir maddedir. Yaygınlık araştırmalarından<br />

da anlaşılacağı üzere, ülkemiz<br />

gençleri arasında kullanılan yasa dışı<br />

bağımlılık yapıcı madde olma liderliğini<br />

kolay kolay başka bir maddeye kaptırmaz.<br />

Bu liderliğinin, yakın gelecekte de<br />

değişmeyeceğini, üretim ve kullanım<br />

sıklığı ispatlamaktadır. Polisin yakalamalarındaki<br />

şüpheli sayısı ve madde miktarı<br />

da bu durumun resmi tescilidir.<br />

Esrar yakılarak tüketilen bir maddedir.<br />

Dolayısıyla en yaygın kullanım şekli<br />

tütünle karıştırılarak kullanılmasıdır.<br />

Esrarın sigara olan ilişkisi, “her esrar<br />

kullanıcısı aynı zamanda sigara içmektedir.”<br />

çıkarımını ortaya çıkarıyor ve bu<br />

çıkarım bir varsayım değil esrar bağımlılarının<br />

aynı zamanda nikotin bağımlısı<br />

olduğu gerçeğidir. Bu gerçek bize bağımlıların<br />

bu yolculuğa ilk olarak sigara<br />

ile adım attığını ispatlıyor. Bu nedenle;<br />

ergenlik dönemine adım atan gençlerin<br />

sigaradan korunması, sigaraya temas<br />

etmemeleri, yakılarak tüketilen tüm<br />

uyuşturucuların hayatlarına girmemesi<br />

için kurulan sağlam bir baraj anlamına<br />

gelir. Bu barajın ilk engel olacağı madde<br />

ise kesinlikle esrardır.<br />

Esrar, Hint Keneviri bitkisinin yapraklarından<br />

elde edilir. Bunun için olgunlaşan<br />

bitkinin yaprakları koparılarak kurutulur.<br />

Bunun için bitkinin tüm yaprakları<br />

kullanılabilirken, THC oranı yüksek olan<br />

bitkinin en ucu yani tohumlu kısımları<br />

tercih edilir. Esrar kurutulduğu andan<br />

itibaren doğrudan kullanılabildiği<br />

gibi yapraklar iyice ezilerek toz haline<br />

getirilir, bu işlemin en sonunda ise toz<br />

olan esrar maddesi farklı yöntemlerle<br />

preslenir. Böylece yoğunlaştırılmış esrar<br />

maddesi yakılıp kullanılırken yavaş yavaş<br />

yandığı için içindeki etken maddenin<br />

kullanıcıya daha yoğun ve kalıcı etki<br />

yapması sağlanır.<br />

Esrarın elde edildiği Hint Keneviri<br />

bitkisi dünyanın her yerinde saksılarda,<br />

seralarda ve büyük arazilerde yetiştirilmektedir.<br />

Çok özen gösterilmeden<br />

hayatta kalabilen bir bitkidir. Bu özelliği<br />

esrar maddesinin yaygın kullanımının en<br />

büyük sebeplerindendir. Diğer bir yaygın<br />

olmasının en büyük sebebi ise maalesef<br />

dünyanın bazı ülkelerinde kullanımı<br />

konusunda bir takım serbestliklerin<br />

TGWL | 129


getirilmiş olmasıdır. Bilhassa bu konuda<br />

bir şeyler duyan kullanıcı gençlerin kullanma<br />

gerekçeleri arasında bu ülkeleri<br />

örnek gösterip kendi kullanımlarının<br />

anormal olmadığını açıklama girişimleri<br />

ile karşılaşmaktayız.<br />

Esrar konusunda kullanımı düzenleyen<br />

ülkeler aslında ne yapmaktadır? Bu<br />

sorunun cevabını iyi vermek gerekir. Bir<br />

kere en baştan şunu belirtmek gerekir<br />

ki, bir ülkenin kanunlarıyla kullanımını<br />

serbest bıraktığı esrar maddesinin,<br />

bağımlılık yapma özelliği de kanunlarla<br />

ortadan kaldırılamıyor. Tıpkı serbest<br />

olup da bağımlı insanlar yaratan alkol<br />

ve sigara gibi. Sigara ve alkolün yasal<br />

olduğu için savunulacak bir tarafı<br />

olmadığını aklı yerinde olan herkes bilir,<br />

esrarın yasallaşması bu anlamda bundan<br />

farklı değildir. Ayrıca bu serbestliğin<br />

bulunduğu ülkelerde bu kanun herkes<br />

tarafından elbette kabul görmüyor. Neticede<br />

böyle kanunlar çıkarmak bir siyasi<br />

karardır. Ve siyasetin de her zaman<br />

insanlık için doğru kararlar almadığını<br />

bu dünyada yaşamış her insan bilir.<br />

Esrarı serbest bırakan insanlar en basit<br />

tabiriyle, ülkesinde olan bağımlılık oranlarını,<br />

yasa dışı yakalanan uyuşturucu<br />

miktarlarını, çıkardığı kanunla birlikte<br />

anında değiştiriyor. Kanunlar bu anlamda<br />

aynı zamanda birer istatistik hilesidir.<br />

Ancak bu hile sayesinde o ülkelerin<br />

çocuklarının yasal olan esrar sayesinde<br />

bağımlılıkla mücadele ettiği ve bu<br />

yöntemin bir başarı olduğunu söylemek<br />

mümkün değildir.<br />

Bu ülkelerin en başında gelen Hollanda,<br />

esrarın serbest bırakıldığı, kullanım<br />

için dükkânların açıldığı en bilinen<br />

örnektir. Ancak Hollanda, aslında bu<br />

kararı neden aldı veya daha doğru bir<br />

ifadeyle neden bunu yapmak zorunda<br />

kaldı? Bunu anlamak gerekir. 1980’li<br />

yıllarda Hollanda’da eroin kullanımı<br />

çok yaygınlaşmış ve bu nedenle eroinman<br />

olan bu genç nüfus hızla aşırı doz<br />

eroin kullanımı sonucunda ölüyordu.<br />

Bu felaketin karşısında acilen bir şeyler<br />

yapılması gerekiyordu. Hollanda’nın o<br />

anda bulduğu çözüm ehven-i şer olan<br />

hard drug, soft drug ayrımına gitmek<br />

oldu. Yani uyuşturucuları, daha az ve<br />

daha çok zararlı diye kategorize etmek<br />

zorunda kaldı.<br />

Az zararlı uyuşturucu başlığının altına;<br />

esrar ve türevleriyle, sihirli mantar denilen<br />

aslı zehirli mantar olan maddeleri<br />

koydu ve bunların coffeeshop adını verdiği<br />

dükkânlarda belli miktarlarda yasal<br />

kullanımına izin verdi. Hollanda’nın<br />

hedefi o anda eroinden ölen gençlerine<br />

“illa kullanacaksanız bunu kullanın” diye<br />

bir tercih sunmaktı, neticede eroin kullanımı<br />

ve ölümleri geriledi. Ancak Avrupa<br />

Birliği’nin, “uyuşturucu turizmi yapmayın”<br />

itirazı ve gençlerin başka bağımlılık<br />

130 | TGWL


aşlıklarında serbestçe dolaşıyor olması<br />

ve çıkarılan kanunun yılar içerisinde<br />

hedefledikleri amacına ulaşması nedeniyle<br />

Hollanda geçtiğimiz günlerde yeni<br />

düzenlemelere gitti. Buna göre;<br />

1- Yeni dükkân açılması<br />

için izin vermiyor,<br />

2- Dükkânların bir başkasına devrine<br />

izin vermiyor ve böylece bu işten vazgeçenlerin<br />

dükkânlarını kapamasıyla sayıyı<br />

azaltıyor.<br />

3- Son olarak ise ülke insanı dışında<br />

girişleri yasaklayarak uyuşturucu turizmi<br />

suçlamasından kurtuldu. Yani Hollanda<br />

bu işten vazgeçiyor. Hollanda’ya bakarak<br />

bu iş bizde de serbest olsun diyenlere<br />

duyurulur.<br />

Esrarın etkileri<br />

Esrarın etkilerini 2005 yılında çıkan “Testi<br />

Kırılmadan” adlı kitabımızdan aktaralım:<br />

Esrar bağımlılık yapar. Etkisindeyken<br />

hayaller gösterir, kullanıcının normal<br />

hayat algısını bozar. Esrarın etkileri,<br />

alınan THC miktarına veya kullanım şekline<br />

göre değişir. Esrarın sigara yoluyla<br />

içiminde THC maddesi hızlı bir biçimde<br />

akciğerlere geçer, kan dolaşımına karışır<br />

ve daha sonra da beyne ulaşır. Etkiler<br />

neredeyse anında belirir ve iki-dört saate<br />

kadar sürebilir. Çok sık görülmese de,<br />

yutarak alındığında THC maddesi daha<br />

yavaş kana karışır bununla beraber etkisi<br />

daha yoğun ve uzun olur.<br />

Esrar kullananlar organizmalarının farklı<br />

tepkiler gösterdiğini belirtirler. Bu tepkiler<br />

barışçıl ve coşkulu olmaktan, saçmalama<br />

ve paranoyaya kadar değişebilir. Fiziksel<br />

tepkiler gözlerin kanlanması, hafif çarpıntı,<br />

ağız kuruması olarak listelenebilir.<br />

Kullanıcılar sıkça büyük açlık hissederler.<br />

Esrar bağımlılarında en sık görülen sorun,<br />

ciddi unutkanlıklardır. Kendi tabirleri<br />

ile unutkanlık hallerine “ekmek kafa”<br />

argosunu kullanırlar.<br />

Esrar kullanımı ve bu kadar yaygın<br />

olması yaşadığımız ciddi sorunlardan bir<br />

tanesidir. Madde kullanıcıları ne kullanırsa<br />

kullansın, genelde ilk denedikleri ya<br />

da kullandıkları maddenin esrar olduğu,<br />

hem bilimsel çalışmalarda, hem de polis<br />

tecrübelerimizde ispatlanmış bir durumdur.<br />

Esrarla ilgili bilinmesi gereken önemli<br />

konulardan biri de, tek bir kez alındığında<br />

dahi, vücut içerisinde 30 güne kadar<br />

izlenmesi mümkün özelliklere sahiptir.<br />

Herhangi bir testte en rahat tespit edilen<br />

maddedir. Uzun süre esrar kullanan<br />

insanlarda ise, THC (etkin madde) birkaç<br />

ay süreyle vücutta kalabilmektedir.<br />

Esrar kullanıcıları maddenin etkisi artırmak<br />

için esrar dumanını hızlı bir şekilde<br />

ciğerlerine çekerler ve 3-4 saniye kadar<br />

içlerinde tuttuktan sonra dumanı serbest<br />

bırakırlar. Bu yöntem bağımlıların sık<br />

yaptıkları bir kullanma şeklidir. Böylece;<br />

dumandan kaynaklanan ısı ve tahriş edici<br />

esrar içerisindeki maddeler nedeni ile<br />

solunum yollarında yaraların oluşmasına<br />

neden olur.<br />

Türkiye’de esrar maddesi yasal değildir<br />

ve kullanımı tutuklanma, yargılanma ve<br />

hapse girme gibi yasal sonuçlara sebep<br />

olabilir. Bununla beraber, uyuşturucu<br />

testleri sonucunda kişi ehliyetini, sigortasını,<br />

kredilerini ve bir takım sosyal hizmetlerde<br />

yer alma hakkını kaybedebilir.<br />

Kısacası; “bir kereden bir şeyler olur!”<br />

TGWL | 131


132 | TGWL<br />

kervan1915 filmi<br />

Ne Anlatmak İster?


Yönetmen İsmail Güneş<br />

24 Nisan 2014 tarihinde Başbakan olan Sayın Recep<br />

Tayyip Erdoğan’ın kamuoyuna duyurduğu mektup<br />

bu filminin çıkış kahramanı olan Erzincan Eğin’li<br />

Katırcı Salim’in hikayesinden bir film yapma arzusunu<br />

oluşturmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel<br />

değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya<br />

devam edecektir. Fakat 1915 olaylarının Türkiye karşıtlığı<br />

için bir bahane olarak kullanılması ve siyasi çatışma konusu<br />

haline getirilmesi de kabul edilemez. Birinci Dünya Savaşı<br />

esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu<br />

acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve<br />

ilmi bir sorumluluktur.<br />

Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği<br />

I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar<br />

doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler<br />

arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum<br />

ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır. bugünün<br />

dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar<br />

üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin<br />

inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir.”<br />

TGWL | 133


Halep’e kadar süren zorlu yolculukları<br />

sırasında yaşanan olaylar çerçevesinde;<br />

dönemin tarihi, sosyal, siyasi, kültürel ve<br />

ahlaki panoraması çizilmeye çalışılmıştır.<br />

Kervan filminde uygulanan olan yöntem,<br />

bir suçlu bulmak değildir. Yaşanıp<br />

bitmiş bir gerçeğin arka planındaki<br />

derin beşeri ilişkilere bir çözümleme<br />

denemesidir. Politikanın muhalif/isyancı<br />

yüzünün getirdiği dalgalanmaların,<br />

kendi bahçesini işlemekle meşgul<br />

olması gereken insanları nasıl etkilediği,<br />

vicdani bir üslupla anlatılmıştır.<br />

Böylece, sürekli istismar edilen ve “geri<br />

dönüş ön koşullu bir tehcir” olduğu<br />

halde;<br />

“soykırım” tanımı ile bir ulusu mahkûm<br />

Kervan1915, Osmanlı Devleti’nin,<br />

1915 yılında, savaş bölgelerinde<br />

erkekleri düşman saflarına katılma<br />

ihtimali olduğu için; lojistik<br />

destek sağlayan, sağlama ihtimali olan<br />

sivil Ermenileri, harp sonuçlanıncaya<br />

kadar tehcir (zorunlu göç ve iskân)<br />

kararının uygulamasından bir kesitin<br />

anlatıldığı yol hikâyesidir.<br />

Giresun meydanında toplanan ve taşıma<br />

işini ihale sonucu alan Katırcı Salim<br />

ve adamları 100 civarında Ermeni kadın<br />

ve çocuğu Halep’e ulaştırma görevi<br />

almışlardır.<br />

Birbirlerine hiç güveni kalmamış Osmanlı<br />

vatandaşları Türkler ve Ermenilerden<br />

bir grup insanın Giresun’dan<br />

134 | TGWL


TGWL | 135


etmek isteyen politize tarih anlayışı karşısında, hakikat billur<br />

netliğinde ortaya konulmaya çalışılmıştır.<br />

Tehcir kararının uygulanması sırasında kadın ve çocuklardan<br />

oluşan bir grup Ermeni’nin savaş sona erinceye kadar zorunlu<br />

olarak ikamet ettirilecekleri Suriye’ye taşınmasını bir iş olarak<br />

üstlenen Katırcı Salim ve adamlarının İslam’ın emrettiği “emanete<br />

ihanet etmeme” ahlakını dirayetle hayata geçirmelerinin<br />

örnek öyküsü...<br />

Bu çerçevede Türkler ve Ermeniler arasında Birinci Dünya<br />

Savaşı sırasında tamamen bozulan itimat duygusunun nelere<br />

mal olduğuna film yoluyla bir ayna tutma çabası...<br />

Diaspora tarihçileri, 1915 tehcirini, önünde ve ardındaki<br />

136 | TGWL<br />

gerekçeleri ve sonuçları bir yana bırakarak bir soykırım iddiasına<br />

indirgemekte, böyle bir karardan hem dönemin Osmanlı<br />

hükümetini, hem Cumhuriyet dönemini, hem de bütün Türk<br />

milletini mahkûm etmek sevdası gütmektedirler.<br />

Anadolu’nun fethinden beri birlikte yaşama kültürünü tesis etmiş<br />

olan Türk milleti, Osmanlı Barışı denilen 600 yıllık dönemde<br />

de İslam’ın “Millet Sistemi”ne uyarak pek çok etnik grup ile<br />

birlikte, barış içinde yaşamayı sürdürmüştür. 21. Yüzyılı idrak<br />

etmiş olan bizler, çağımıza yakışır biçimde kendi gerçeklerimizi<br />

yüksek sanat ve estetik kaygılarından asla vazgeçmeden dünya<br />

kamuoyuna anlatmak zorundayız.<br />

Kervan1915 film projesi bu bağlamda yeni bir algı sağlayabil-


mek ve bunu hem kendi hem dünya kamuoyuna hissettirebilmeyi<br />

hedeflemiştir.<br />

Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı, arkasında toplam<br />

8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp<br />

veya esir bıraktığı Birinci Dünya savaşının yaşandığı bir dönemde,<br />

Türkiye’nin Karadeniz kıyısında, Yemyeşil Giresun’dan<br />

çorak topraklara doğru yola çıkan bir kervan...<br />

Kadın ve çocuklardan oluşan onlarca kişi... Daha önce ileri<br />

katırlarla yük taşımak olan 20 kadar katırcı...<br />

Yaklaşık 1000 kilometre boyunca dağları, ırmakları aşarak,<br />

çorak Halep’e varacaklar…<br />

60 gün 60 gece gök ile<br />

yeryüzü arasında...<br />

İntikam için, talan için can alan çeteler...<br />

Bu yolculukta imkânsızı mümkün kılan bir gönül hikâyesi...<br />

Ahmet ile Suzan’ın kalpleri ısıtacak aşkı...<br />

Aldığı her emaneti sahibine şartlar ne olursa olsun teslim eden<br />

Katırcı Salim ve arkadaşları bu seferi başarabilecekler mi?<br />

27 Haziran 1915’te zorunlu olarak yola çıkan Kervanı, 100 yıl<br />

önce yaşanan acıları anlamak ve anlatmak için, 27 Haziran<br />

2015’te ‘gönüllü’ bir ekiple yeniden yola çıktı...<br />

‘İnsan sevgidendir’ demek için...<br />

7 Ekim 2016 tarihinde sinemalarda...<br />

TGWL | 137


Filmin Hikayesi<br />

I. Dünya<br />

Savaşı’nda Osmanlı<br />

topraklarına<br />

giren Ruslara Anadolu’daki Ermenilerin<br />

destek verme ihtimali üzerine Osmanlı<br />

hükümeti, Ermeni isyanlarını bastırmak<br />

için 1915’de Ermeni tehcirini onaylar.<br />

Karadeniz kıyısındaki Giresun’da yaşayan<br />

Ermeni kadınların bir kısmının Halep’e<br />

tehcirini ise inatçı, sözünden dönmeyen,<br />

taşıdığını emanet sayıp canı pahasına<br />

koruyan Katırcı Salim üstlenir. Ermeni<br />

kadın ve çocukları yurtlarından koparan<br />

bu zorunlu göç yaya olarak yapılacaktır.<br />

İlk defa insan taşıyacak olan Salim ve<br />

adamları yolculuk boyunca nasıl davranacaklarını<br />

bilememektedir. Salim’in<br />

açgözlü ve fırsatçı rakibi, altın peşinde<br />

koşan Karahisarlı Murat kafileyi gizlice<br />

takip etmektedir. Üstelik Giresun’dan<br />

aynı gün yola çıkan tehcir kafilelerinin<br />

bazıları soyulmuş, katledilmişlerdir. Katırcı<br />

Salim, geçmişte Sivas’ta yaşadığı acıklı<br />

aşk hikâyesi sebebiyle, belirlenmiş resmî<br />

tehcir güzergâhı yerine farklı yoldan gider.<br />

Bu yüzden yolculuk, sarp dağlar, zorlu<br />

geçitler, derin vadiler boyunca daha da<br />

zorlaştığı gibi diğer yandan çeteler ve<br />

asker kaçakları kafileyi tehdit etmeye<br />

başlar. Güzergah değişikliği ve çatışmalar<br />

kafiledeki Ermeniler arasında güvensizliğe<br />

sebebiyet vermiş, emniyet içinde olduklarını<br />

bilmeyen Ermeni kadınlar katırcıların<br />

kendilerini öldüreceğini düşünmeye<br />

başlamışlardır.<br />

On yıl önce bir deniz kazasında kaybettiği<br />

kocasının bir gün çıkıp geleceğini saplantı<br />

haline getirmiş Hayganuş, Salim’in işini<br />

zorlaştırmaktadır. Üstelik Hayganuş, Salim<br />

istememesine rağmen hamile kız kardeşi<br />

ile bunak kayınvalidesini gizlice kafileye<br />

dâhil etmiştir. Hayganuş’un ailesini bir<br />

arada tutma gayreti ise kızı Suzan ile<br />

Katırcı Salim’in en güvendiği adamı Ahmet’in<br />

ilk görüşte birbirine âşık olmasıyla<br />

sonuçlanacaktır. Salim, Ahmet’in hisleri<br />

ile duygudaşlık kuramayacaktır. Çünkü<br />

ona göre Ahmet emanete ihanet etmiştir.<br />

Onlarca insanın sorumluluğu, sevdiği<br />

adamının “ihaneti” Katırcı Salim’i yıldıracak<br />

mıdır?<br />

Taşıdığı her emaneti sahibine teslim etmekle<br />

nam salmış Salim bu sefer başarabilecek<br />

midir?<br />

Senaryo Yazarlığını ve Yönetmenliğini<br />

İsmail Güneş’in üstlendiği Kervan 1915<br />

filminin önemli rollerinde Murat Han,<br />

Ayşe Akın, İbrahim Kendirci, İpek Tuzcuoğlu,<br />

Fatih Ayhan, Ali Kemal Yılmaz ve<br />

Meriç Başaran oynadı. Özgün müziklerinin<br />

Suren Asatryan tarafından yapılan<br />

Kervan1915’in yapımcılığını Aynur Güneş<br />

yaptı.<br />

1915 Ermeni Tehcirini anlatan Türkiye’de<br />

ilk film olan Kervan1915 Üç ay süren yoğun<br />

bir çekim sonrasında yapım sonrası<br />

işlemleri 9 ay sürdü.<br />

138 | TGWL


TGWL | 139


gurme<br />

Eylül ayı gelir, balıklar ağlara takılır. Hele palamutlar resmen<br />

egemenliklerini ilan edercesine boy gösterirler tezgâhlarda. Sezon<br />

palamut sezonu, kızartması da güzel ızgarası da… Ama biz tavsiye<br />

üzerine karalahana yaprağında palamut yiyoruz Hanımeli’de.<br />

Karadeniz mutfağının olmazsa olmazıdır karalahana. Bazen kaygana ve<br />

hamsi pilavı bazen de kuymak ve tursu kavurması eşlik eder bu eşsiz lezzete.<br />

Karalahana dolmasını ve çorbasını hepimiz biliriz. Kullanım alanı bu kadar<br />

kısıtlı mıdır bu Karadeniz incisinin?; Hep satır kıyma mı eslik eder lahanaya?<br />

;Başka tatlarla birleşemez mi?<br />

Bu sorulara mesleki bir yaklaşım ile yanıt aramış Hanımeli Balık ailesi.<br />

Neden olmasın diyerek yola çıkmışlar ve palamudu karalahana yaprağı ile<br />

buluşturmuşlar. Bizde sizler gibi, “Nasıl yani?” demekten kendimizi alamadık<br />

ilk duyduğumuzda; sarmadan bahsediyorlar sandık. Mekân sahipleri hafif<br />

bir tebessüm ile adeta aklımızdakini okurmuşçasına cevap veriyorlar:” Hayır<br />

efendim sarma değil. “<br />

140 | TGWL


Bakır tavalar ile donanıyor masamız. Balık pulları gibi<br />

göz alıyor bakır rengi. Garsonun kapağı kaldırmasıyla<br />

burnumuza gelen kokular adeta bizleri büyülüyor. Hiç bir<br />

ön yargı ve soru işareti kalmıyor o andan itibaren aklımızda.<br />

Palamut tabaklarımıza servis edilirken bizlerde,<br />

aramızdan ilk kim tadacak acaba diye merak ediyoruz.<br />

Bazı gönüllüler çıkmıyor değil... Küçük pazarlıklar da<br />

yapılıyor… Zorda olsa bir karara varıyor, balığın masadaki<br />

herkese servis edilmesini bekleyip hep beraber<br />

tadıyoruz bizim için oldukça yeni fakat mekân ve müdavimleri<br />

için mazisi öncelere dayanan bu lezzeti.<br />

Gerçekten nefis! Palamut, lahana, soğan ve sarımsak<br />

birbirlerine çok yakışmışlar. İnsanın yedikçe yiyesi balığın<br />

suyuna bandırdıkça bandırası geliyor ekmeği… Bu kadar<br />

lezzetli olabileceğini acık konuşmak gerekirse tahmin<br />

etmiyorduk.<br />

Biz haftaya tekrar gidip Hanımeli’de “karalahana yaprağında<br />

palamut” yiyoruz. Henüz bu farklı lezzeti denememiş<br />

olan okuyucularımıza da sezonu kaçırmamalarını<br />

tavsiye ediyoruz. Balık sezonu Eylül ayını “karalahana<br />

yaprağında palamut” ile taçlandırmanız dileğiyle...<br />

TGWL | 141


142 | TGWL


TGWL | 143


144 | TGWL

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!