You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Ekim - Kasım 2016<br />
ISSN 2149-7060<br />
ISSN 2149-7060<br />
www.thegreatwildlife.com<br />
13,5 TL Doğa, Doğa Sporları ve Doğa Aktiviteleri<br />
Olimpiyatlar ve<br />
Otomobil Sporu<br />
ECE<br />
GÜRSEL<br />
“Spor ve Doğa<br />
Benim Vazgeçilmezim”<br />
Esrarı Keşfeden Genç<br />
Neyi İcat Eder?<br />
Doğa, Tarih<br />
Nihayet<br />
Hep Merak Ettiğim<br />
SLOVENYA<br />
DIŞARIDAKİ<br />
MOTOSİKLET<br />
Bir AKYA<br />
Hikayesi<br />
Anadolu’ da Bir Pars<br />
TGWL | 1<br />
O<br />
U<br />
T<br />
D<br />
O<br />
O<br />
R
2 | TGWL
www.orgaz.com.tr info@orgaz.com.tr T: +90 212 659 90 54 F: +90 212 659 90 64<br />
TGWL | 3
Ticaretinizi<br />
Büyütün<br />
Kazancınızı<br />
Artırın<br />
4 | TGWL
Stoklarınızı Eritin<br />
Kârınızı Artırın<br />
Atıl Kapasitenizi Değerlendirin<br />
Müşterilerinizi Artırın<br />
Nakitinizi Koruyun<br />
Yeni İş Ortakları Kazanın<br />
Florya Cad. Florya Plaza No: 88/4 Florya - İstanbul<br />
Tel : +90 212 468 60 00 Faks : +90 212 468 60 99<br />
www.turkbarter.com info@turkbarter.com<br />
TGWL | 5
editörden<br />
Yaz sıcaklarının ardından sokakları inceden yapraklar sarmaya başlarken,<br />
kuşların göç zamanı, gökyüzünde sürü sürü kanatlar, sonbaharın habercisi<br />
oluyor.<br />
Kırmızının tonlarının akşamüstü boğaza yansımasının, kabaran palamutlarla<br />
dalgalandığını izliyoruz. Zaman palamut zamanı, tüm kayıklara rasgele…<br />
The Great WildLife adına<br />
Bu sayımızda katkıda bulunan:<br />
Orion Film Stüdyoları- Hakkı Yazıcı’ya<br />
Sedef Günşıray’a<br />
Ant Outdoor’a<br />
Etiler Juju Kuaför’e<br />
Makyöz-Neriman Kardeş’e<br />
Fotoğraf-Yavuz Ustabaş’a<br />
Teşekkür ederiz…<br />
Mutlu olmak için doğadan ayrılmayın…<br />
Aybeniz Orhan<br />
6 | TGWL
The Great Wild Life Eylül-Ekim.pdf 1 09.08.2016 09:57:23<br />
C<br />
M<br />
Y<br />
CM<br />
MY<br />
CY<br />
CMY<br />
K<br />
TGWL | 7
İÇİNDEKİLER<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Aromaterapi Aybeniz Orhan<br />
Sorumlu<br />
Yazı İşleri Müdürü<br />
Aybeniz Orhan<br />
Editör<br />
Cihan Uçar<br />
Kreatif Direktör<br />
M. Cüneyt Er<br />
Huzurlarınızda<br />
En Güzel Basketbolcu<br />
ECE GÜRSEL<br />
Ben elimi attığım her işte başarılı<br />
olmak istiyorum. Benim yaptığım<br />
projeler, hep birbiri ile bağlantılı...<br />
Hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsini<br />
yapmak çok keyifli.<br />
Katkıda Bulunanlar<br />
Alper Uçar<br />
Bora Pir<br />
Derya Karaköse<br />
Dr. Salih Şentürk<br />
Erkan Kayaöz<br />
Faruk Kahraman - Ferhan Coşkun<br />
Giresun Turizm Altyapı<br />
Hayri Sezer<br />
Hizmet Birliği<br />
İskender Aruoba<br />
Kemal Kırar<br />
Mehmet Emin Bora<br />
Melissa Değer (Melek)<br />
Meral Birinci<br />
Mustafa Aydemir<br />
Nagihan Tokmak<br />
Oktuğ Erol<br />
S. Aygün Başarır<br />
Şeref Erbil<br />
Tolga Bora<br />
Ümit Çukurel<br />
Valentin Chirvase<br />
8 | TGWL<br />
ISSN: 2149-7060<br />
Sayı 5 / Eylül - Ekim<br />
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın<br />
Yönetim Yeri<br />
Kumköy Turban Cad. Gulet Sok.<br />
No.7 Sarıyer - İSTANBUL<br />
Tel.: (0212) 352 89 44<br />
Faks: (0212) 351 80 94<br />
www.thegreatwildlife.com<br />
info@thegreatwildlife.com<br />
Basım Yeri<br />
İhlas Gazetecilik A.Ş.<br />
29 Ekim Caddesi No: 11/A 41<br />
Yenibosna - İSTANBUL<br />
Tel: 0212 454 30 00<br />
Dağıtım<br />
www.kdd.com.tr<br />
Anadolu’da Bir Pars<br />
Biz neredeyse 20 yıldır bu soruyu,<br />
kendimize ve etraftaki birçok kişiye<br />
bıkmadan usanmadan sormayı<br />
sürdürdük. Dahası araştırdık.<br />
Buruk Veda<br />
Yaklaşık olarak 5 aydır yurdumuzda<br />
bulunan bıldırcınlar binlerce yıldır<br />
olduğu gibi ülkemizi terk etmek<br />
üzere hazırlık yapmaktadırlar.<br />
Konu Eğitim İse En<br />
Baştan Ne Yaptığımızı<br />
Bilmek Gerek<br />
Bana göre avcılık insanların özünde<br />
olup günümüzde ise genlerinde<br />
bastırılmış olarak tuttukları ilk<br />
fırsatta tetiklenip engel<br />
olamayacakları doğal bir şey.<br />
14<br />
20<br />
26<br />
30<br />
Doğa, Tarih Nihayet Hep<br />
Merak Ettiğim Slovenya<br />
Başlamak bitirmenin yarısıdır<br />
diye hep söylerim. Seyahatten<br />
döndüğüm günden beri, “artık<br />
bugün”, “yok yarın” diyerek,<br />
yazıyı son teslim etme gününe<br />
az bir süre kala, kalemi biraz<br />
evvel, alabildim elime.<br />
36
Olimpiyatlar ve<br />
Otomobil Sporu<br />
Yarışlarda kullanılan arabaların ataları aslında ilk<br />
defa Anadolu’nun güneyinde Mezopotamya’da<br />
M.Ö. 3000 yılında kullanılmaya başlandı.<br />
Bir Akya Hikayesi<br />
Genellikle balıklar üzerine bilgi aktaran yazılarıma<br />
bu sayımızda ara verip sizlerle çok yeni çok<br />
sıcak bir anımı paylaşmak istedim.<br />
44 64<br />
Dışarıdaki Motosiklet<br />
Böyle zaman zaman, kendi başıma kaldığımda,<br />
aklıma gelenleri yazma gibi yeni bir faaliyet<br />
başladı. Sanki, bir boşluk var da orayı ben<br />
dolduracakmışım gibi.<br />
48<br />
Bir Akya Hikayesi<br />
İglo nedir, kimlerdendir,<br />
nasıl yapılır bir bakalım...<br />
68<br />
Geçilecek Değil<br />
Kalınacak Şehirdir Ordu<br />
Karadeniz’de en çok mavi bayrağa sahip il olduk.<br />
54<br />
Tuzla Milas Boğaziçi Köyü<br />
Tuzla Milas delta içinde bulunan, Boğaziçi<br />
Köyü halkı Arnavut olup, çoluk çocuk ailecek<br />
balıkçı kendi özünde.<br />
72<br />
TGWL | 9
Köğeğim ve Ben<br />
Oxford Üniversitesi arkeoloji bölümü biyoloğu Dr. Greger<br />
LARSON, “En azından 15.000 yıldan bu yana köpeklerin<br />
kendi aralarında rastgele, kurtlarla çiftleşmeleri ve 19. yy’da<br />
Avrupa’ da başlayan yeni köpek ırkı üretme çılgınlığı,ki bu<br />
sayede bugün bildiğimiz çoğu ırk üretildi, sayesinde köpeklerin<br />
gen havuzu çorbaya dönmüş durumda.”<br />
84<br />
Sen<br />
“Bir Dünya Keşfet”<br />
Diye<br />
‘’Ne kadar da geç kalmışım’’ diye<br />
düşünmüştüm, ilk batık dalışımı<br />
yaptığımda. Neredeyse yedi yıl<br />
evvel ilk yıldızımı aldığım dalışlar<br />
sırasında. Neyse ki yaşadığım<br />
sevinç, pişmanlığımı örtecek kadar<br />
büyüktü. Bana bu muhteşem dünyayı<br />
tanıtan eğitmenler yanımdaydı.<br />
Şaşkınlığıma regülatör altından<br />
güldüler mi bilmem ama gözlerde<br />
bir gülümseyişi hep hissettim. Belli<br />
ki bu gönüllü çaba paylaşıldıkça<br />
artan bir ‘’mutluluk’’ yaratıyordu...<br />
90<br />
Süslü Kadınlar<br />
Türkiye’yi Dolaşıyor<br />
10 | TGWL<br />
“Kendi yaşanmışlığımdan yola çıkarak bu<br />
tur fikrini ortaya attım. Ben yaklaşık 38 yaşımda<br />
bisiklete binmeyi öğrendim. İlk başladığım<br />
zamanlarda bana yardımcı olan<br />
yakın arkadaşlarım olmasaydı cesaret<br />
edip de bisikletimle yollara çıkamazdım.<br />
Ben de İzmir kadınlarına cesaret vermek<br />
istedim. Çevremde 38 yaşımdan sonra<br />
nasıl cesaret edip de turlara gittiğimi,bu<br />
yaştan sonra nasıl uzun turlara gittiğimi<br />
soran çok kadın oldu. Çoğu insandan<br />
duyduğum ise,bisikletlerinin balkonda,-<br />
bodrumda çürümüş olduğuydu...<br />
94
TGWL | 11
Atlarla Geçmişe<br />
ve Doğaya Koşun<br />
Şehirleşen modern yaşamın sürükleyen<br />
akıntısı içinde, her birimiz kendi hayatında<br />
farklı tempolara ayak uydurarak yaşamımızı<br />
sürdürmeye devam ediyoruz.<br />
Yatçılık Kültürünün<br />
Yazılı Olmayan Kuralları<br />
Teknede yaşamanın değerini bilen başarılı<br />
yazar Emir Kunt, ikinci kitabı Armatore ile<br />
bir kez daha deniz ve tekne tutkunlarıyla<br />
buluşuyor.<br />
102 124<br />
Kas Esnetme Hareketleri<br />
ve Streching<br />
Artık sağlıklı olma çabası ve fiziksel uygunluğun<br />
sağlanması, bütün insanların temel<br />
amaçlarından biri olmuştur.<br />
110<br />
Esrarı Keşfeden Genç<br />
Neyi İcat Eder?<br />
İnsan, dünyada var olanları keşfeder, bir de<br />
var olanları birbiriyle birleştirerek bir şeyleri<br />
icat eder. İnsanlık Amerika’yı keşfetti ve<br />
Amerikalılar uzaya giden bir araç icat ettiler.<br />
126<br />
Türkiye’de Muay Thai<br />
& KickBoxing<br />
118<br />
Kervan 1915 Filmi<br />
Ne Anlatmak İster?<br />
132<br />
12 | TGWL
TGWL | 13
Huzurlarınızda En Güzel Basketbolcu<br />
Ben elimi attığım her işte başarılı olmak istiyorum. Benim yaptığım<br />
projeler, hep birbiri ile bağlantılı... Hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsini<br />
yapmak çok keyifli. Umarım uzun yıllar da devam ederim. Asla yapmam<br />
dediğim tek şey, işimi bırakmak olur... Evet çalışmadan asla yapamam.<br />
14 | TGWL
TGWL | 15
Ece Hanım sizi herkes Türkiye güzeli 2.’si, şarkıcı ve<br />
manken olarak tanıyor. Biz The Great Wildlife Dergisi<br />
olarak sizi eski iyi bir basketbol sporcusu olarak<br />
tanıyoruz, sizinle sporcu kimliğinizle ilgili bir söyleşi<br />
yapmak istiyoruz…<br />
Basketbola merakınız ne zaman başladı?<br />
- Ben 5 yaşında spor yapmaya atletizm ile başladım. O yıllarda<br />
babam Antalya Spor’ un futbol teknik direktörü idi. Sporcu<br />
kimliğimi biraz da babama borçluyum. Onun yetiştirmesi ile<br />
11 yaşında atletizmden basketbola geçiş yaptım. Antalya Koleji<br />
ve Akdeniz Kolejinde uzun yıllar forma giyme şansı buldum.<br />
Kaç sene basketbol oynadınız?<br />
- Toplam 8 yıl oynadım. Gerek A takımda gerekse okul takımında.<br />
Neden basketbol?<br />
- Kendimi o spor dalında iyi hissediyordum ve çok seviyordum.<br />
Hala da maçları izlemeye giderim.<br />
Profesyonel olarak herhangi<br />
bir takımda oynadınız mı?<br />
- Tabi ki... Yukarıda da bahsettiğim gibi Antalya ve Akdeniz<br />
Kolejinde oynadım. Ve kulübümüz ile birçok başarılara imza<br />
attık. Türkiye şampiyonluğu ve birçok madalya gibi...<br />
Bir sakatlık sonrası basketbolu<br />
bırakmışsınız, nasıl bir sakatlık geçirdiniz?<br />
- Evet, iyi bir takıma transfer olacak iken sol dizimin çapraz<br />
bağlarını kopardım. Sonrasında gerileme dönemi oldu ve<br />
modelliğe başladım.<br />
Şuan yaptığınız herhangi bir spor var mıdır?<br />
- Fitness yapıyorum elimden geldiğince. Yoga ve pilates ile de<br />
destekliyorum.<br />
16 | TGWL
TGWL | 17
Spor hayatınıza nasıl bir yön veriyor?<br />
- Kesinlikle daha disiplinli olmamı sağlıyor. Fit bir vücut ve iyi bir cilt…<br />
Eğer basketbolda sakatlık geçirmeseydiniz basketbola devam eder miydiniz?<br />
- Uzun yıllar ederdim. Hatta büyük ihtimalle yurt dışında oynuyor olurdum. Ben bir basketbol aşığıyım.<br />
Sporla ilgili bu günün gençliğine nasıl bir tavsiyede bulunursunuz?<br />
- Ara vermeden, bırakmadan, disiplinli bir şekilde yapmalılar. En azından açık alanda yürüyüş dahi<br />
olsa yapsınlar. Sağlık açısından çok ama çok önemlidir. Muhakkak hareket halinde olmalılar.<br />
Mankenliğe nasıl karar verdiniz?<br />
- Yaşıma göre uzun boyum vardı. Spor hayatım da bitince bir ajansa gittim ve kapısını çaldım. Sonra<br />
o kapıdan giriş o giriş, bugünlere geldik.<br />
Kariyerinizde gelecekle ilgili bir planınız var mıdır?<br />
- Tabi ki var... Şu anda oyunculuğa çok kanalize olmuş durumdayım. Tv dizilerinde rol almak için<br />
çeşitli görüşmelere gidiyorum. Tv’ de bir projeye imza atmak istiyorum. Yeni sezonda “HANGİSİ<br />
KARISI” isimli tiyatro oyunumuz da devam edecek. Yoğun bir sezon beni bekliyor.<br />
Renkli bir kişiliğe sahipsiniz, hem iyi bir sporcu, hem iyi bir manken, şarkıcı ve<br />
tiyatrocusunuz. Hepsini bir arada yapmak keyifli olsa gerek, zorlandığınız ve asla yapamam<br />
dediğiniz her hangi bir alan var mıdır?<br />
- Ben elimi attığım her işte başarılı olmak istiyorum. Benim yaptığım projeler, hep birbiri ile<br />
bağlantılı... Hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsini yapmak çok keyifli. Umarım uzun yıllar da devam<br />
ederim. Asla yapmam dediğim tek şey, işimi bırakmak olur... Evet çalışmadan asla yapamam.<br />
18 | TGWL
TGWL | 19
Biz neredeyse 20 yıldır bu soruyu,<br />
kendimize ve etraftaki<br />
birçok kişiye bıkmadan usanmadan<br />
sormayı sürdürdük.<br />
Dahası araştırdık. Yetinmedik,<br />
bizimle aynı görüşteki<br />
sevgili Hagop Savul ve Erkan<br />
Kayaöz gibi arkadaşlarımızla<br />
her olasılığı değerlendirmek<br />
üzere kendimizi yollara,<br />
dağlara vurduk. Bir gün<br />
dahi tulliana’nın yaşamını<br />
sürdürmekte olduğuna dair<br />
inancımızı yitirmedik, yitirmeyeceğiz<br />
de...<br />
Hagop Savul<br />
EFSANENİN<br />
Peşinde<br />
ANADOLU’DA<br />
20 | TGWL
BİR PARS<br />
TGWL | 21
Anadolu Pars’ı, oldukça kalabalık bir aileden geliyor.<br />
Kedigiller ailesindeki akrabaları, güney kutbu ile 70.<br />
enlemin kuzeyi haricinde dünyanın her yerine dağılmış<br />
vaziyetteler. Bazı akrabaları coğrafi olarak ondan çok<br />
uzaklarda yaşasalar da, bazıları ile Anadolu’da birlikte yaşıyor…<br />
Ya da yaşamıştı…<br />
Anadolu Pars’ı bu topraklarda, bir zamanlar akrabaları Aslan,<br />
Kaplan ya da Çita ile sıkça karşılaşıyordu.<br />
Oysa 19. yüzyıldan bu yana Çita ve Asya Aslan’ına, 1970’lerden<br />
beri de Hazar Kaplan’ına rastlamış olması mümkün değil. Belki<br />
son Kaplan ile son Anadolu Pars’ı, 1970’li yılların sonunda dağlık<br />
bir bölgede karşılaşmış, ‘Akıllı Adam’ tarafından nasıl tüketildikleri<br />
konusunda biraz dertleşmişlerdir. Kim bilir?<br />
Biz neredeyse 20 yıldır bu soruyu, kendimize ve etraftaki birçok<br />
kişiye bıkmadan usanmadan sormayı sürdürdük. Dahası araştırdık.<br />
Yetinmedik, bizimle aynı görüşteki sevgili Hagop Savul ve<br />
Erkan Kayaöz gibi arkadaşlarımızla her olasılığı değerlendirmek<br />
üzere kendimizi yollara, dağlara vurduk. Bir gün dahi Tulliana’nın<br />
yaşamını sürdürmekte olduğuna dair inancımızı yitirmedik, yitirmeyeceğiz<br />
de.<br />
2001 yılana kadar sürdürdüğümüz ‘soruşturma, kovuşturmaya<br />
yeni bir haber ekleme umudumuzu hep muhafaza ettik ve kitabın<br />
yayın tarihi bu nedenle 7 yıl ertelendi. Ancak birçok ‘yaşam belirtisine’<br />
rağmen somut bir veriye ulaşmak mümkün olmadı.<br />
Umuyoruz ki, uzak olmayan bir tarihte bir ek yaparak bu kitapta<br />
Pantera Pardus Tulliana’nın yaşadığı haberini sizlerle paylaşabiliriz.<br />
O güne dek heyecanlı arayışımız devam edecek.<br />
22 | TGWL
Kedigiller (felidae) familyası Türkiye’de;<br />
yaban kedisi (felis silvestris), step kedisi (felis<br />
ocreata), saz kedisi (felis chaus), vaşak<br />
(lynx lynx), pardel vaşağı (lynx pardina),<br />
karakulak (lynx caracal), kaplan (panthera<br />
tigris) aslan (panthera leo) ve pars (panthera<br />
pardus tulliana) ile temsil edilir.<br />
Tarihi kaynaklar ve arkeolojik araştırmalardan<br />
anlaşıldığı üzere, söz konusu<br />
kediler, Çatalhöyük sakinlerinden Hititler’e,<br />
Asurlular’dan Osmanlılar’a kadar<br />
binlerce yıl boyunca günlük yaşamın,<br />
inançların ve kültürün bir parçası olarak<br />
Anadolu insanı ile birlikte var olmuşlardır.<br />
Doğu Anadolu’da yakalanmış bir karakulak,<br />
dilimizden diğer dillere geçmiş adıyla<br />
caracal.<br />
Hagop Savul<br />
Efsanenin Peşinde<br />
Erkan Kayaöz ve Hagop Savul Anadolu<br />
Biyoloji Tarihi adında bir eser ortaya koymak<br />
üzere 1999 yılında çalışmalara başladılar.<br />
Hagop Savul, Anadolu Pars’ının<br />
izini yalnızca sahada sürmekle yetinmedi,<br />
karış karış gezdiği her köyden, her avcı<br />
kulübünden, kimi zaman ev ziyaretleriyle<br />
Anadolu Pars’ına dair tüm belge ve kayıtları<br />
araştırdı, derledi. Yaşayan pars avcılarıyla,<br />
vefat etmiş olanların yakınlarıyla,<br />
Tulliana ile karşılaşmış kişilerle, postunu<br />
koleksiyonlarında muhafaza edenlerle tek<br />
tek konuştu, fotoğraflarını çekti ve hepsini<br />
kayıt altına aldı. Devam eden sayfalarda<br />
sohbet niteliğindeki teyp kayıtlarından<br />
bazılarına yer verdik.<br />
TGWL | 23
‘Anadolu Pars’ının nesli tükenmiştir,<br />
siz ütopya peşinde koşuyorsunuz’<br />
diyenlere karşı azmin<br />
zaferini kutluyoruz…<br />
Ali Üstay’ın koleksiyonunda<br />
iki adet Anadolu Pars’ı<br />
bulunmakta. Post ofisinde,<br />
tahnit edilmiş olan ise Ali Üstay’ın<br />
Kurduğu Yaban Hayatı Müzesi’nde<br />
muhafaza ediliyor. Üstay her<br />
ikisini de 1975 yılında Beyoğlu’nda<br />
bir kürkçüden satın alarak, onların<br />
muhetemelen bir kadın paltosu<br />
olma yolundaki kaderlerini değiştirmiş.<br />
Parsların şevrotin av tüfeğiyle<br />
vurulduğu tahmin edilmekte.<br />
Ali Üstay 22 Ağustos 1997, İstanbul<br />
Hagop Savul meşhur Mantolu<br />
Hasan’ı, Dr. Ahmet Kenzi Songür’den<br />
de dinledi. Songür<br />
1948-52 senelerinde belediye<br />
doktoru olarak Selçuk’ta hizmet vermekteyken,<br />
Mantolu Hasan ile tanışmış.<br />
“Kendim de av meraklısıydım. Orada<br />
leopar avcısı meşhur bir avcıyla tanıştım.<br />
Mantolu Hasan’dı ismi. Bu adamın bütün<br />
yaşamı leopar avlamak, İzmir’e götürüp<br />
satmak ve bunun geliriyle geçinmekti.<br />
Selçuk’un inciri meşhurdur, o zamanlar<br />
12 dönümlük bir incir bahçesini sattığı<br />
leoparların parasıyla aldığı söylenirdi.<br />
12 dönümlük bir incir bahçesi o zamanlar<br />
erişilmez bir pahalılıkta idi. Benim<br />
kendisinden duyduğum 12 tane leopar<br />
vurduğudur.<br />
Bir keresinde leopar tarafından yaralanmıştı,<br />
belediye doktoru olarak bana müracaat<br />
etti. Hayvan ayakkabısıyla beraber<br />
küçük parmağını koparmış, kafa derisini<br />
pençesiyle alnına indirmiş, bu durumda<br />
geldi. Ayak parmağını da ayakkabısıyla<br />
beraber ısırıp, derisiyle koparıp, parmağı<br />
götürmüştü. Kafa derisini arkada parçalamış,<br />
alnına indirmiş. Yapabildiğim kadar<br />
geriye çektim, bir güzel dezenfekte ettim,<br />
sarıp sarmaladım, İzmir Devlet Hastanesi’ne<br />
sevk ettim.<br />
Ondan dinlediğim çok enteresan hikâyeler<br />
vardır. Avcılık tarzı şöyleydi: Fak<br />
24 | TGWL<br />
kuruyordu, kapan yani. Gerilmiş yaylı,<br />
demirden yapılmış büyük bir fak. İçine et,<br />
kokmuş balık, öteberi koyuyordu. Fakı<br />
dört, beş yerinden, 2-3 metrelik zincirlerle<br />
zincirliyordu, zincirlerin ucunda da<br />
demirden çengeller bulunuyordu. Kaplan<br />
geliyor, oraya bırakılan şeyi yiyeyim derken<br />
ya pençesini kaptırıyor ya kafasını. Kafasını<br />
kaptırırsa zaten boğularak ölüyor. Bileğinden<br />
yakalanırsa, fakla beraber ilerlemeye<br />
başlıyor, zincirlerin ucundaki çengeller bir<br />
yere takılınca hayvan boyuna çekmeye çalışıyor.<br />
Mantolu iki gün, üç gün, dört gün<br />
uzaktan takip ediyor bu hadiseyi, yanına<br />
sokulmuyor.<br />
Havyan o hale geliyor ki, aç, susuz, baygın<br />
vaziyette yatarken yaklaşıyor yanına.<br />
Derisini zedelememek için bir gözüne,<br />
diğer gözünden çıkacak şekilde ateş ediyor<br />
tek kurşunla. Derisi zedelenirse iyi para<br />
etmiyormuş. Bu şekilde öldürüyor, derisini<br />
yüzüyor, tabaklatıyor ve İzmir’e getirip satıyor.<br />
O zamanki parayla 500 lira çok para<br />
idi. 500 liraya sattım diye gelir anlatırdı.<br />
Bir keresinde, kaptırdığı bileğini kendi<br />
koparmış ve üçayaklı kalmış hayvan. Bir<br />
müddet sonra o üçayaklı hayvanı da gene<br />
vurdu, getirdi Mantolu. Selçuk’ta meydana<br />
astı.”<br />
Dr. Ahmet Kenzi Songür<br />
7 Ocak 1998, İzmir<br />
Sonunda...<br />
Hagop Savul, 1-15 Ekim 2001<br />
tarihlerinde Doğu Karadeniz’e çıktı.<br />
Çamlıhemşin, Kaçkar Dağları, Hazindağı,<br />
Pokut, Sal, Elevit Yaylalarında<br />
araştırmalarına devam etti. Sonunda 5<br />
Ekim 2001 günü bir anda karşı kayalığın<br />
üzerinde oturmakta olan Anadolu<br />
Pars’ının farkına vardı.<br />
Büyük bir heyecana kapılan Hagop Savul<br />
hızla kamerasına uzandı. Çok çevik<br />
olduğunu bildiği Pars’ı gözden kaybolmadan<br />
belgelemek istiyordu. Bu çok<br />
kısa ve karmaşık süreçte otomatik kamera<br />
arka plana odaklanmış, Anadolu<br />
Pars’ı sonunda bir fotoğraf karesinde<br />
tespit edilmiş olsa da, görüntü arzu<br />
edilen nitelikte olamamıştı.<br />
Arazide Hagop Savul ile birlikte olan<br />
Erkan Kayaöz duygularını şöyle ifade<br />
ediyor:<br />
“Anadolu Pars’ının fotoğrafı artık<br />
arkadaşım Hagop’un arşivinde. Evet,<br />
artık Anadolu Pars’ının yaşadığını kayıtlı<br />
olarak biliyoruz. ‘Anadolu Pars’ının<br />
nesli tükenmiştir, siz ütopya peşinde<br />
koşuyorsunuz’ diyenlere karşı azmin<br />
zaferini kutluyoruz. Özverili çalışmaları<br />
ile yaban hayatını taçlandıran Hagop<br />
Savul’a binlerce teşekkürler.”<br />
Hagop Savul ve Erkan Kayaöz artık<br />
Anadolu Pars’ının Kaçkarlar’da yaşadığını<br />
biliyor, Amanoslar’dan da aynı<br />
haberin eninde sonunda geleceğine<br />
inanıyor. Zaten bu haberin ardından<br />
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden Pars<br />
ihbarları gelmeye devam ediyor.<br />
Biz de araştırma, derleme ve belgeleme<br />
çalışmalarıyla bu kitabın hazırlanmasına<br />
çok önemli katkılar sağlayan Hagop<br />
Savul ve Erkan Kayaöz’e gönülden<br />
teşekkür ediyoruz.
Özgür Yaşa, Mutlu ol<br />
Farklı Tutkular, Aynı<br />
Eşsiz bir outdoor deneyimi için tıklayın<br />
www.kamperest.com<br />
TGWL | 25
Buruk<br />
Veda<br />
Mehmet Emin Bora<br />
26 | TGWL
TGWL | 27
Yaklaşık olarak 5 aydır yurdumuzda bulunan bıldırcınlar<br />
binlerce yıldır olduğu gibi ülkemizi terk<br />
etmek üzere hazırlık yapmaktadırlar. Yavrular yumurtadan<br />
çıkmış, yırtıcılardan korunmayı öğrenmiş,<br />
küçücük kanatları ile yaptıkları kısa mesafeli uçuşlar –işimize<br />
gelmese de- aslında o büyük yolculuğun ön hazırlığıdır. Tahıl<br />
ve yağlı tohumlarla beslenmişler, vücutlarında biriktirdikleri<br />
yağları, yapacakları uzun uçuşlar sırasında gereken kaloriyi<br />
sağlamakta kullanacaklar.<br />
Ekvator kuşağını bulmak için geceleri ay ve yıldızları, gündüzleri<br />
ise yerin manyetik alanını, bir pusula gibi ustalıkla<br />
kullanmaktadırlar. Bu yeti, genetik bir miras olarak nesilden<br />
nesile aktarılmak sureti ile sonsuza kadar soylarının devamını<br />
sağlayacak.<br />
Eylül ayının başlarında kuzeyin uçsuz bucaksız steplerinden<br />
Afrika’ya gidecek olan pek çok kuş türü gibi bıldırcınlar da,<br />
28 | TGWL
kutsal göçün başlangıç işaretini bir dizi doğal değişimden<br />
alır. Sobahar yağmurları, bir ikaz işareti niteliğindedir. Hızlı<br />
esen Kuzey rüzgarları ise mutlaka kullanılması gereken bir<br />
ulaşım aracı gibidir. Hava şartlarında oluşan ani değişiklikleri<br />
ustaca kullanabilirler. Bunu, inanılmaz bir düzen içinde<br />
her yıl aynı zamanda yerine getirirler.<br />
Küçücük beyinlerinde çalan alarm zilleri onlara “hadi güneye,<br />
güneye” diye zorlamaktadır.<br />
Ayrıca şimdi gitmelidirler ki<br />
seneye gelebilsinler!..<br />
Bir sabah Kuzeydeki bir platodan kalkarlar ve tek bir uçuşla<br />
ülkemizin Karadeniz sahillerine kadar varırlar. Bu uzun<br />
maratonun ardından yorgun ve bitkindirler. Kara parçasına<br />
erişmenin müjdecisi, insanoğlunun icadı ışıktır. Dolayısıyla,<br />
gördükleri ilk ışığa yönelirler. Birkaç gün dinlenmeleri<br />
gerekir. Afrika’ya varmak için önlerinde aşılması gereken<br />
kocaman bir deniz ve daha çok uzun bir yol vardır.<br />
Yolculuğun sonuna doğru dayanma güçleri bitmek üzeredir.<br />
Her an yükseklik kaybederken, neredeyse denizi yalarcasına<br />
ışığa doğru uçarlar.<br />
Bilemezler korkunç o korkunç tuzağı.<br />
Bütan gazının çıkardığı ışığın önüne gerilmiş bir ağ, varacakları<br />
son nokta olur.<br />
Ağın arkasındaki adam ise histeri krizi içinde av yaptığını<br />
zannetmektedir.<br />
Ne insanlığa ne de avcılığa yakışır.<br />
Bıldırcın Teybi<br />
Kurtulanlara içgüdüleri önder olur. Birkaç gün içinde, kendilerini<br />
toplar toplamaz, yeniden yola koyulurlar. Balkanlar<br />
üzerinden Akdeniz’i geçerlerse, daha az zorlanacaklarını<br />
bilirler. Saroz Körfezi ve<br />
Bunun adı tuzaktır!<br />
Yunanistan üzerinden değişmez hedef yine Afrika’dır. Büyük<br />
göçte kılavuzlar arkada kalan yeni yavrulara yol gösterir.<br />
Sürekli:<br />
“Güneye... Güneye“ diye bağırırlar.<br />
Sadece siz duymazsınız onları.<br />
Devamlı uçmaktan yorulan yavrular, zayıflayan anaçlar,<br />
bir nebze olsun soluklanmak isterler. Ama dinlenmek için<br />
güvenli yer neresidir acaba? Aniden yerden dost sesler<br />
yükselir gökyüzüne. Emin bir konaklama alanı bulunmuştur!..<br />
Sevinç içinde hep beraber yere inerler.<br />
Gün ağarırken dost bildiği seslerin yerini, tüfek sesleri alır.<br />
Yine medeniyetin tuzağına düşmüşlerdir. O riya dolu sesler<br />
medeniyetin amaç dışı kullanılan bir aygıtından çıkmıştır.<br />
Bu bir teyptir.<br />
Hayvanlar aleminde yalan yoktur. Nereden bilsinler!<br />
Şimdi umut; bir yudum su,<br />
belki de bir başak tanesidir<br />
Bu badireyi de atlatanlar buruk bir veda ile ülkemizi terk<br />
ederler. Belki de sitemlerini, seneye yurdumuza daha az<br />
gelmekle ortaya koyacaklardır.<br />
Bahse konu yasak avlanma metodlarını kullanan insanlar<br />
(!) da kendilerini avcı zannederler. Çirkin mazeretleri her<br />
zaman hazırdır:<br />
“ Başka türlü olmuyor ki!..“<br />
Oysa kullandıkları yöntemin hiçbir ahlaki değeri yoktur. Bu<br />
gerçeği seslendirdiğiniz zaman, az gelişmiş ülkeleri örnek<br />
göstermeye kalkarlar. “Kötü örneğin emsal teşkil etmediğini”<br />
hiç düşünmezler.<br />
• Bu yasa dışı ses cihazlarını kim getirir?<br />
• !..<br />
- Kim satar?<br />
- !..<br />
- Kim alır?<br />
- !..<br />
- Yasa dışı bu yöntemleri tamamen<br />
ortadan kaldırmak çok mu zordur?<br />
Aslında bu kişiler yaptıkları işin yasalar karşısında suç olduğunu<br />
bilirler ve bile bile yaparlar. Bütün bunları gördükten<br />
sonra insanların birbirini aşağılamak için kullandığı “kuşbeyinli”<br />
değiminin neye istinaden söylendiğini anlamakta her<br />
zaman güçlük çekmişimdir.<br />
Vurdukları kuşun tamamı kadar yürekleri olmayan bu kişiler<br />
avcı değil, avcıların yüzkaralarıdır.<br />
02.09.1995<br />
Bu yazımın Milliyet Gazetesi’nde yayınlandığı tarihten bugüne<br />
kadar, yaklaşık olarak 21 yıl geçmiş.<br />
13 ağustos 2016 günü bıldırcın avı açıldı. Aynı gün ben de<br />
71 yılı geride bıraktım. Hayat zaman zaman tesadüflerden<br />
ibarettir. Şans ise sadece hazır olana güler. (13 Ağustos<br />
2016 / Çamlıdere)<br />
TGWL | 29
Konu Eğitim İse<br />
En Baştan<br />
Ne Yaptığımızı<br />
Bilmek Gerek…<br />
Yazan: Alper Uçar - Cihan Uçar<br />
30 | TGWL
TGWL | 31
Hadi kaldığımız yerden<br />
bu sayımızda devam<br />
edelim. Öncelikle<br />
açılmış olan yeni av<br />
sezonunda avcılığa ve doğaya<br />
gönül vermiş tüm dostlarımıza<br />
selam eder, kazasız belasız bir sezon<br />
geçirmelerini dilerim. Önceki<br />
yazımızda kendimden ve ailemden<br />
kısaca bahsedip, özellikle ‘Deutsch<br />
Kurzhaar’ av köpekleri ve<br />
eğitimleri ile ilgili sizlere mevcut<br />
deneyimlerimi aktarmaya çalışacağımı<br />
söylemiştim.<br />
Fakat ağabeyim Cihan UÇAR ile<br />
yazılarım üzerine bir istişareden<br />
sonra birkaç değişiklik yapmaya<br />
karar verdik. Yazımızı ağabey-kardeş<br />
olarak birlikte yazmayı kararlaştırarak<br />
onun önerisi üzerine,<br />
öncelikle bir ırkın üzerine yoğunlaşmadan,<br />
genel olarak deutsch<br />
kurzhaar ile tanışana kadar besleğimiz<br />
ırklar ve işin özü olan avcılık,<br />
avlanma yöntemleri gibi konuları<br />
da ele alarak siz değerli dostlarımıza<br />
en başından avcılığı ve<br />
neden deutsch kurzhaar oluşunu<br />
aktaracağız. Sözü şimdi ağabeyim<br />
Cihan UÇAR’a bırakıyorum.<br />
Merhaba saygıdeğer dostlarımız.<br />
Bir önceki sayıdaki yazımızda kardeşim<br />
ile tanışmıştınız. Kardeşimin<br />
bana bu konuyu açtığında aklıma<br />
bazı değişikler yapmak geldi. Bu<br />
eğitim ve deutsch kurzhaar ırkını<br />
anlatmadan önce kendimde genç<br />
bir avcı olarak ava yeni başlayacak<br />
hevesli kardeşlerimize ve<br />
büyüklerimize elimizden geldiğince<br />
bilgilerimizi ve yaşadığımız tecrübelerimizi<br />
aktarmak istedim. Onun<br />
için en baştan avcılık nedir? , nasıl<br />
yapılır? , ne ile ne avlanır? , hangi<br />
ırk yaptığımız ya da yapacağımız<br />
ava daha uygundur gibi konuları<br />
siz değerli dostlarımıza aktardıktan<br />
sonra kendimizin daha önce<br />
sahip olduğu ırklar ve eğitimleri ile<br />
ilgili konuları sizlere kardeşim ile<br />
birlikte aktaracağız.<br />
Avcılık Nedir?<br />
Avcılık, bir canlının değişik amaçlarla<br />
diğer canlıyı, ölü veya diri<br />
olarak ele geçirmek için yürüttüğü<br />
bir eylemdir.<br />
Ancak burada avcının ava karşı<br />
mutlak üstünlüğünün olması etik değildir.<br />
Adına avcılık dediğimiz olayın<br />
gerçekten oluşması için avlananın<br />
kaçıp kurtulma şansının olması, kural<br />
olarak kaçabilecek güçte olması<br />
gereklidir. Avın kaçabilme şansına<br />
koşut avcının eve eli boş dönme<br />
olasılığı vardır. Avcılığın en güzel<br />
yanı her zaman zor ve heyecanlı<br />
olanıdır bana göre.<br />
Peki Neden Avcılık?<br />
Bana göre avcılık insanların özünde<br />
olup günümüzde ise genlerinde<br />
bastırılmış olarak tuttukları ilk fırsatta<br />
tetiklenip engel olamayacakları<br />
doğal bir şey. İnsanları ava iten şey<br />
yaratışından kaynaklanmaktadır. Biyolojik<br />
olarak baktığımızda insanlar<br />
etobur özelliği taşımaktadır. Yani<br />
gözler mesafe tayini yapabilmek için<br />
kafanın önünde (saldırı yapabilmek<br />
için), diğer etoburlar gibi de kesici<br />
ve parçalayıcı dişlere sahip oluşu<br />
bana göre bunun kanıtlarından<br />
bazılarıdır.<br />
Günümüzde ise insanları avcılığa<br />
iten neden; İnsan kendine verilen<br />
yaşamı içgüdüleriyle yaşayan hayvanların<br />
aksine, bulunduğu çeşitli<br />
uğraşlar, seçim ve davranış biçimleriyle<br />
doldurmaya çalışmaktadır. Hayat<br />
mücadelesi de denilen bu olgu<br />
birçok sorumluluğu beraberinde getirmektedir.<br />
Yapmayı zorunlu olduğu<br />
işlerin baskısı altında bunalan insan,<br />
yaşamına bir anlam katabilmenin<br />
ve mutlu olmanın özlemini çeker.<br />
İnsan arayıştan yola çıkarak doğaya<br />
dönüş yollarından biri olan avcılığı,<br />
kendisini mutlu eden anlamlı bir<br />
etkinlik olarak bulur ve uygular.<br />
Neden böyle bir genel kapsamı<br />
konu aldım diye soracak olursanız?<br />
Yeni ava başlayacak genç<br />
arkadaşlarım ve değerli büyüklerimin<br />
yaşadığım sıkıntılar ile uğraşıp<br />
vakit kaybetmeden kendi tarzlarını<br />
bulmalarını ve konunun genel<br />
olarak eğitim oluşundan işe en<br />
başından başlayarak ne yaptığımızı<br />
bilmemizi istedim. Artık avcılık<br />
nedir diye başlamanın zamanı<br />
geldi.<br />
32 | TGWL<br />
İlk insanla başlayan avcılık tutkusunda,<br />
çevresel koşullara göre kullanılan aletler<br />
ve iklime göre yöntemler değişmiş<br />
fakat özü değişmemiştir. Avlanmanın<br />
bir ayrıcalık olduğu gerçeği,<br />
tarih boyunca süre gelmiştir.
TGWL | 33
Gelişim Sürecine Göre<br />
Avcılığın Basamakları<br />
Avcılığa ilk başlayanlar ile yeterli doyuma ulaşmış ve tecrübe<br />
sahibi olmuş avcılar arasında büyük farklar görülmektedir.<br />
Daha yeni avcılığa başlamış kişilerde, gerek içgüdüsel olarak,<br />
gerekse frenlenemeyen bir tutku olarak, yaban hayatını<br />
gelişi güzel ele geçirme isteği ağır basmaktadır. Alınan avcılık<br />
eğitimi ve kişisel gelişim süreci sonucunda, daha ileriki yıllarda<br />
bu istek daha kontrollü bir hal almaktadır. Ve basamakları şu<br />
şekildedir:<br />
• Öğrenme basamağı<br />
• Sınırlara ulaşma basamağı<br />
• Trofe basamağı<br />
• Methot basamağı<br />
• Sportmenlik basamağı<br />
Kısaca bu basamakları açıklayacak olursak: öğrenme basamağında<br />
avcı tüfek edinme, nişan ve atış stilleri deneme,<br />
hangi ava uygunluk göstereceğini seçme aşamasında olduğu<br />
basmaktır. Sınırlara ulaşma basamağında ise amaç sınırları<br />
zorlayarak çok avı ele geçirme çabasında olarak hırslı olunan<br />
bir basamaktır. Avcı sabahtan akşama kadar av peşinde<br />
koşturur. Trofe basamağı ise av minimize edilmiş, önceden<br />
belirlenmiş ve avcılığı genelde kamp kurarak 4-5 günde yapılan<br />
avlanılan hayvanın belirgin özellikleri olan bir basmaktır.<br />
Ben şahsen bu basamağa nail olamadan pas geçtim. Çünkü<br />
ülkemizde trofe avcılığı yapmak avcının ekonomisinin belli bir<br />
seviyenin üstünde olmasını gerektirmektedir ne yazık ki. Methot<br />
basamağında avcı doyuma ulaşmış bir şekilde ava daha çok<br />
kaçma şansı verdiği bir basamaktır. Tüfeğinin kalibresini düşü-<br />
34 | TGWL
ür, köpeksiz ava gitmeye çalışır, her avı<br />
beğenip vurmaz bu basamakta. Kısaca<br />
biraz yaşlanınca olacak işler bana göre…<br />
Sportmenlik basamağında ise uzun yıllar<br />
avcılık yapmış artık son noktada olup<br />
tamamen doyuma ulaşmış bir avcı vardır<br />
karşımızda. Bu aşamada genelde avcı<br />
kendi anılarını tecrübelerini aktarmak ister<br />
ve bunun üzerine kitap yazma ve dergilerde<br />
verdiği yazılar ile gelecek olan nesillere<br />
bilgiler aktarmak ister. Umarım gün<br />
gelirde kardeşim ile de ben bu basamağa<br />
ulaşırız…<br />
Kardeşim Alper ile birlikte bir sonraki yazımızda<br />
ülkemizde yaygın olarak yapılan<br />
avcılık ve avlanma şekilleri ile yapmaya<br />
karar verdiğimiz avcılık çeşidine göre<br />
bizim beslediğimiz ve genel olarak yaygın<br />
olan av köpeği ırkı seçimi hakkında sizleri<br />
mevcut bilgi ve tecrübelerimiz doğrultusunda<br />
bilgilendirmeye çalışacağız.<br />
Sağlıcakla kalın…<br />
TGWL | 35
36 | TGWL<br />
Ümit Çukurel
Ümit Çukurel<br />
Başlamak bitirmenin yarısıdır diye hep söylerim.<br />
Seyahatten döndüğüm günden beri, “artık bugün”,<br />
“yok yarın” diyerek, yazıyı son teslim etme<br />
gününe az bir süre kala, kalemi biraz evvel, alabildim<br />
elime. Anladım ki yazmak, sıcak yaz günlerinde zor<br />
yapılan şeylerden biriymiş, çünkü etrafta insanın konsantrasyonunu<br />
bozacak şey çok. Her neyse, işin yarısını bitirdiğime<br />
göre, kalan yarısı için asıl konumuza geri dönebiliriz.<br />
TGWL | 37
Anlaşılan Slovenya isminin bana birşey ifade<br />
etmesi, eski Rus Cumhuriyetlerinden<br />
biri veya Çeko-Slovakya’nın bir parçası<br />
olmadığını anlamak için motosiklete<br />
binmeye başlamam gerekiyormuş. İlk uzun -kendime<br />
göre tabii- seyahatim için 2009 yılının sıcak bir yaz<br />
günü Trieste’den motosikleti almaya giderken uçağımız<br />
Ljubljana’ya inince, o güne kadar sandıklarımın<br />
tümünün yanlış olduğunun farkına varmam uzun<br />
sürmemişti. Meğerse Slovenya, 1991 yılında bağımsızlığını<br />
ilan etmiş ve gördüğüm kadarıyla, dağılmış<br />
Yugoslavya’nın Avrupa’lı olmaya en yakın ülkesiymiş;<br />
ne yapalım, ne demişler öğrenmenin yaşı yoktur.<br />
O günden sonra neredeyse yaptığım bütün seyahatler<br />
Ljubljana havaalanı ve Trieste limanından<br />
başlamış olmasına rağmen, her zaman aklımda olan o, “Slovenya’yı<br />
baştan sona bir gezmek gerek” fikrini gerçekleştirmek 2016 yazına<br />
nasip oldu.<br />
Görünüşe göre, yaklaşan bayram tatilini önceki hafta ile birleştirip<br />
uzatma fikri sadece benim aklıma gelmemiş; daha önce Pendik<br />
limanında gönderilme sırasına girmiş bu kadar çok motosiklet görmemiştim.<br />
Aşırı sıcak bir günde, yeni ve yavaş prosedürlerle savaş<br />
verip, birkaç saat içerisinde motorları feribota yükleyerek gidiş gününü<br />
beklemek üzere evlerimize döndük.<br />
Öğle saatlerinde Trieste’ye vardığımızda, bu kadar yıldan sonra bir ilk,<br />
feribot gelmiş, bizim motorları çıkartmamızı bekliyordu. Bu iyi birşeydi,<br />
en azından o sıcakta Trieste’de gezip vakit öldürmeye gerek kalmamıştı.<br />
Hava çok sıcaktı, motorları indirip ayrı yönlere doğru yola çıkacaktık.<br />
Herkes güzel güzel seyahatlerini planlamıştı; bir ben, tembel Ümit,<br />
hala, “şimdi nereye gitsem acaba?” diye düşünüyordum. Bled’e mi<br />
38 | TGWL
gitsem, Ljubljana’ya mı gitsem;<br />
koca ülke önümdeydi ama ben<br />
zahmet edip önceden bir plan<br />
program yapmamıştım.<br />
Neyse, haritaya ve havanın sıcaklığına<br />
bakınca, hafta sonunu<br />
deniz kenarı, sayfiye tadında bir<br />
yerlerde geçireyim diye düşünmeye<br />
başladım. Gidilmesi<br />
gerektiğini listelediğim yerlerden<br />
biri çok yakında, Lipica Harası’ydı;<br />
sonradan orada öğrendiğim<br />
üzere, dünyaca meşhur Lipizzaner<br />
atları buradan çıkarmış.<br />
Aslında bir at yarışı meraklısı<br />
falan değilim de, rehber gidilip<br />
görülmesi gereken yerlerden biri<br />
olarak işaretlemiş; hayvanları<br />
severim, vaktim de var diye düşünüp,<br />
daha fazla vakit kaybetmeden<br />
Slovenya’ya doğru Trieste<br />
Limanı’nı terk ettim.<br />
Saatlerce yol yaptıktan sonra<br />
-pardon, 15 dakika kadar yol<br />
yaptıktan sonra, ne zaman ve<br />
nasıl olduğunu anlamadan<br />
kendimi Slovenya’da, 5 dakika<br />
sonra da Lipica’da buldum. Başlangıç<br />
pek iç açıcı değildi, daha<br />
motor ısınmadan, ilk turistik ziyaretimi yapmak<br />
üzere Lipica Harası’na giriş yaptım.<br />
Büyük bir alana dağılmış tarihi hara, eski<br />
binalar, gösteri alanları ve ahırlara sahipti.<br />
Gösteri saatini kaçırmıştım, atların çoğu<br />
da ahırlarda ve parmaklıklar arkasındaydı,<br />
ama bir saat kadar gezip etrafa baktıktan<br />
sonra yoluma geri döndüm. Gösteriyi<br />
yakalasaydım iyi olur muydu, olabilir.<br />
Fakat bir daha gider miyim? Hiç sanmam;<br />
mesela, Tayland’da fillerle bile daha fazla<br />
sosyallesebiliyorsunuz.<br />
Hafta sonu için Piran’da karar kıldım;<br />
çok yorgundum, kilometrelerce -35-40 kadar-<br />
yol yapmıştım birkaç gün dinlenmem<br />
gerekiyordu. İşin doğrusu Slovenya küçük<br />
bir ülke ve mesafeler çok kısa; otobandan<br />
giderseniz daha da kısa, ama yine de,<br />
uzun da sürse güzellikler her zaman ara<br />
yollarda.<br />
Piran ve İzola Slovenya’nın denize açılan<br />
kapısı; ikisi de yapıları ve dar sokakları ile<br />
Venedik benzeri bir mimariye sahip tarihi<br />
yerler. Tarihi derken, bizim tarihi yerlere<br />
pek benzemiyor, ikisi de inşa edildikleri<br />
güne yakın bir şekilde tertemiz korunuyor.<br />
Biraz Slovenya’dan bahsetmek gerekirse;<br />
öncelikle, gidebilmek için Schengen vizesi<br />
almamız gerekiyor. Para birimleri Euro,<br />
başkentleri ve en büyük şehirleri Ljubljana,<br />
nüfusları ise 2 milyon civarı; kısacası<br />
huzurlu bir yer.<br />
Akşamüstü Piran’a vardığımda güneş<br />
gücünü birazcık kaybetmeye başlamıştı.<br />
Açıkçası çok sıcak bir gün olmuştu ve uzun<br />
bir yol yapmasam da sıcak tüm enerjimi<br />
alıp götürmüştü. Neyseki, motosikletle<br />
gezdiğim için, arabaların giremeyeceği<br />
dar sokaklardan birinde bulduğum şirin<br />
bir otele yerleştim ve motoru sokağa park<br />
ettim. Bu arada, dar sokaklar derken,<br />
bazıları çok dardı, öyle ki, oteli buluncaya<br />
kadar bir defa geri geri bayağı bir yol<br />
gitmem gerekti.<br />
Peki, “Piran’a gidersek ne yapabiliriz?”<br />
sorusuna vereceğim yanıt, güneş varken<br />
bulduğunuz herhangi bir boşluktan denize<br />
girin, zaten sahil boyunca insanlar denize<br />
girsin diye merdivenler ve geçişler koymuşlar.<br />
Sonra dar sokaklarında kaybolun,<br />
tepedeki kiliseye gidip, hala nefes varsa<br />
eğer, kulesine çıkarak manzaranın tadını<br />
çıkarın. Akşam da sahildeki restoranlardan<br />
birinde güzel bir yemek yiyip, sonrasında<br />
yine aralardaki barlarda takılın.<br />
Piran’da yaptığım program, pazartesi<br />
sabahı Maribor’a geçmek olsa da, İstanbul’dan<br />
arkadaşlarım Murat ve Güray<br />
TGWL | 39
“gel, pazartesi Bled’de buluşalım” dediğinde uzun uğraşlar sonucu<br />
-5 10 dakika kadar- yaptığım rotamı değiştirip, pazartesi<br />
günü Piran’dan çıkıp istikametimi Bled’e çevirdim.<br />
Bled yolunda görmek istediğim, görülmesi gerekenlerden 2<br />
yer vardı; Postojna Mağarası ve Predjama Kalesi. Akşama<br />
kadar Bled’de olabilirim diye düşünüyordum, dediğim gibi ne<br />
de olsa Slovenya’da mesafeler çok kısa.<br />
Postojna’ya vardığımda hava güzeldi, fakat mağaralara doğru<br />
yürümeye başladığımda uzaktan sesleri gelen gök gürültüleri,<br />
bizzat sağanak yağmur şeklinde teşrif ettiler. Uzun bir yürüyüş,<br />
iniş ve tırmanıştan sonra kapağı müzeye attığımda iyice ıslanmıştım.<br />
Hep soruyorum, yok mudur bu işin ortası; hayat, ya<br />
sıcaktan yanmak, ya da sağanak yağmurdan sırılsıklam olmak<br />
mıdır hep?<br />
Yola çıkmak için hem sıvı takviyesi, hem de elbiselerden sıvı<br />
tahliyesi için bayağı bir beklemek zorunda kaldım; motosiklet<br />
yaşamında ıslak kıyafet üzerine yağmurluk giymek kadar<br />
keyifsiz bir başka şey, olsa olsa üzerinize yağmurluk giymenize<br />
rağmen ıslanmanız olabilir.<br />
Predjama Kalesi’ne vardığımda yağmur iyice yavaşlamıştı;<br />
ama sonrasında yine giymeye üşeneceğim için yağmurluğu<br />
çıkartmayınca, içerideki bütün katları dilim bir karış dışarıda<br />
inip çıkmak zorunda kaldım.<br />
Predjama, bizim Sumela Manastırı gibi dağların içine inşa<br />
edilmiş. Hikaye şöyle ki, isyankar Predjama şövalyesi Erazen’in<br />
gizli -nasıl gizli kalmışsa- kalesiymiş. İçeride odalar, cephanelikler<br />
vs birçok eski eşyalar görebilirsiniz; tarih meraklılarına<br />
tavsiye ederim.<br />
Predjama’dan çıktıktan sonra km olarak az, ama güzergah<br />
olarak virajlı ve karanlık orman yollarından Bled’e doğru yola<br />
çıktım. Daha önce birkaç defa Bled Camping’de bir akşam<br />
kamp yapıp, oradan gideceğim yerlere doğru yola çıkmıştım,<br />
Slovenya hakkındaki bilgim o kadardı.<br />
Akşama doğru Bled’e vardım; “ne var ne yok, bir iki de fo-<br />
40 | TGWL
toğraf çekeyim” derken, bir de baktım,<br />
tanıdık TR plakalı 2 motor göl kenarına<br />
park etmiş. Ayarlama yapsaydık<br />
bu kadar iyi zamanlama olmazdı; çok<br />
geç olmadan bir yer bulup yerleştik ve<br />
akşam yemeği için dışarı çıktık.<br />
Bled Gölü, turist çeken kalabalık bir yer<br />
ve göl manzarası günün her saati güzel<br />
fotoğraflar verebiliyor. Gün içinde gölün<br />
pırıl pırıl sularında yüzebilir, tekne<br />
ile gölün ortasındaki kiliseye gidebilir<br />
ve göl çevresindeki yürüyüş parkurlarında<br />
yürüyebilirsiniz; bütün bunların<br />
yanında Bled Kalesi’ni gezmeyi de<br />
unutmayın tabii.<br />
Bled’in kalabalığı bizi biraz yorunca<br />
ve kaleyi de gezdikten sonra sıcak<br />
basınca, yaklaşık yarım saat mesafede<br />
Bohinj Gölü’ne doğru yola çıktık; önceden<br />
aldığım bilgilere göre Bled’den<br />
daha sakin ve doğası daha az ellenmiş<br />
bir yerdi, vardığımız zaman da kendi<br />
gözlerimizle görüp buna şahit olduk.<br />
Bohinj, doğudan batıya uzanan şekli<br />
ile uçsuz bucaksız gibi görünüyordu.<br />
Bled’e göre, daha çok doğa sporu<br />
ağırlıklı aktivitelerle uğraşanlar tarafından<br />
tercih ediliyor; gelen arabalardan<br />
da bunu görebilirsiniz, hepsinin<br />
arkasında bisikletler, kanolar vs..<br />
Konaklama alternatifleri ise Bled’e göre<br />
biraz daha az gibi, ama “birşeyler ayarlamadan gidersek açıkta kalır mıyız?” diye<br />
sorarsanız, tahmin etmem.<br />
Slovenya’da deniz kenarı pek fazla şehir olamayabilir, ama ülkenin her yerindeki<br />
yemyeşil ormanlar içerisindeki bu tertemiz göller, zaten nüfusu çok da fazla olmayan<br />
bu ülkeyi turistik açıdan tercih haline getiriyor. Biz de bunu bizzat tecrübe ettik; daha<br />
önce tertemiz tatlı sularda, yanımızda, -belki de doğalarında mantıksız bir şekilde<br />
avlanmadıkları için- bizden korkmayan ördekler ve kuğularla yüzmemiştim.<br />
Bohinj’den sonra ülkenin diğer ucuna olan programıma devam etmenin vakti gelmişti.<br />
İlk olarak Skofja Loka’ya gidip, biraz gezdikten sonra Ptuj’a geçecektim. Skofja<br />
Loka’ya vardığım zaman, motoru park edip yürümeye başladım. Hava çok sıcaktı<br />
TGWL | 41
ve gördüğüm yerler de hoşuma gitmişti; etraftan birilerine sordum, “Skofja<br />
Loka mı iyidir, Ptuj mu?”. Bir insan bu kadar seyahatten hiç mi ders almaz,<br />
değil mi? Gelen cevap sürpriz olmadı, “tabii ki Skofja Loka”. Öyle dediği<br />
zaman zaten sıcaktan baymış olan ben, hemen ilk gördüğüm otele yerleştim;<br />
ne kadar da kolay ikna oluyorsam.<br />
Skofja Loka ve Ptuj, Slovenya’nin eski çağlardan kalmış ve çok bozulmadan<br />
korunmuş şehirlerinden ikisi. Günün kalanını Skofja Loka’nın tarihi meydanında<br />
ve sokaklarında gezinerek geçirdim. Ertesi gün de uyanıp Ptuj’a<br />
gittim, kapısından girer girmez de, önceki akşam Skofja Loka değil de<br />
Ptuj’da kalmış olmam gerektiğini anladım. Skofja Loka kötü müydü, değildi;<br />
ama Ptuj daha büyüktü ve daha çok vakit ayırmak gerekiyordu. Fakat hafta<br />
sonuna Maribor’da yer ayırttığım için yoluma devam etmem gerekti.<br />
Bu arada Skofja Loka’da başıma ne gelse beğenirsiniz; vardığımda otelin<br />
avlusuna motoru güvenli bir şekilde<br />
park ettim. Sabah kalktığımda,<br />
bir baktım ki sokakta inşaat var<br />
ve çıkış kapalı. Otel sahibine “ne<br />
etçez?” dedim; “merak etme,<br />
hallederiz” falan filan dedi, bana<br />
merdivenleri gösterip, “buradan<br />
çıkartırız” dedi. Muhtemelen beni<br />
Marc Coma falan sandı. Biraz<br />
sonra elinde uzun kalaslarla<br />
geldi, merdivene dayayıp, “hadi<br />
güle güle” dedi. Motor zaten<br />
tepeleme dolu, çok ağır; ben mi?<br />
Daha önce böyle cambazlıklar<br />
yapmamışım, kalaslar da oynayıp<br />
duruyorlar. Düşürsem, motorun bir<br />
yerlerini kırmayı bırak, muhtemelen<br />
kendimi de bir güzel kırarım.<br />
Neyse iş başa düştü, baktım yapacak<br />
birşey yok, eleman da bayağı<br />
ciddi; neyse o arkadan biraz ittirdi,<br />
ben biraz acemi şansımla yine<br />
yalan söylemeyeyim, beklediğimden<br />
de kolay bir şekilde motoru<br />
caddeye çıkarttık.<br />
Slovenya seyahati boyunca öğle<br />
yemeklerinde nedense durduğum<br />
yerlerde genellikle tost buluyordum;<br />
sonrasında da dondurma<br />
yiyordum. Slovenya’da dondurma<br />
çok iyi ve bence bulması en kolay<br />
şeydi, adımbaşı dondurmacı vardı<br />
ve külahlardaki toplar da kocamandı.<br />
Tavsiye ederim, size de<br />
giderseniz bol bol dondurma yiyin;<br />
özel birşey değil, ama iyi gidiyor.<br />
42 | TGWL
Maribor’a geçmeden önce, adını yıllar önce başka bir kaynakta<br />
duyduğum Jeruzalem’e uğradım. Jeruzalem, üzüm bağları<br />
ve tabii şaraplarıyla meşhur bir bölge. En güzeli ise, kayboluncaya<br />
kadar uçsuz bucaksız bağların arasında gezmek idi.<br />
Genel olarak herşey güzeldi, fakat hava çok sıcaktı; nedenini<br />
bilmiyorum, sıcak hava ilk defa bu seyahatte çok yordu. Akşam<br />
olurken Maribor’a girdim ve otelime yerleşti.<br />
O hafta sonu şansıma Maribor’da Lent Festivali vardı. Lent,<br />
Maribor’un nehir kıyısı semtiydi ve bu her sene yapılan bir<br />
festivalmiş. Festivalleri severim, çünkü ortalık hareketli ve<br />
yapacak şey çok olur. Nitekim akşam boyunca açık havada<br />
konserler ve gösterilerle güzel bir hafta sonu geçti. Festival,<br />
cumartesi gecesi, gece yarısında nehir üzerinde güzel bir havai<br />
fişek gösterisi ile sona erdi.<br />
Pazar günü Ljubljana’ya geçecektim, sabah sağanak yağmurla<br />
uyandım; o kadar sıcağın arkasından çok da anormal birşey<br />
olmasa gerek diye düşündüm. Neyse ki çok fazla yolum yoktu;<br />
Ljubljana’ya kadar durmadan sağanak bir yağmur altında yol<br />
yaparak öğlen gibi şehire giriş yaptım. İyi bir kıyafetle yağmurda<br />
mı gitmek, yoksa hafif bir kıyafetle deli sıcakta mı gitmek<br />
diye sorsanız, büyük olasılıkla o gün yediğim yağmuru tercih<br />
ederdim.<br />
Ljubljana, adına layık büyük ve güzel bir şehir; uzun zamandır<br />
nasıl bir yer diye çok da merak ediyordum. Ne demişler,<br />
geç olsun, güç olmasın. Ljubljana’nın merkezinde görülmesi<br />
gereken tarihi yerlerden bazıları üçüz köprüler, Ejderha köprüsü,<br />
Ljubljana Kalesi ve yine ara sokaklar. Şehrin ortasından<br />
geçen derenin etrafında vakit geçirebilirsiniz; güzel cafeler ve<br />
restoranlar mevcut.<br />
Slovenya seyahatini Vrsic Pass üzerinden İtalya’ya geçerek<br />
bitirecektim. En azından bu, en başından beri planımdı. Eski<br />
seyahatlerden birinde Bled’den İtalya’ya geçmek için yine<br />
aynı yolu kullanacaktık; fakat Jesenice’de yol kapalı olduğu<br />
için başka bir yerden geçmek zorunda kalmıştık, sonunda da<br />
kendimizi Avusturya’da bulmuştuk.<br />
Vrsic Pass yolunu 1915 yılında Avusturya Macaristan imparatoru’nun<br />
emriyle savaş esirlerine yaptırmışlar; bunlardan çoğu<br />
Rus’muş, bu sebeple de 2006 yılından beri yol Rus Yolu olarak<br />
anılıyormuş. Yol üzerinde ahşap bir kilise var, adı da bu sebeple<br />
Rus Kilisesi. Her ne kadar bu seneki seyahatimi pass geçişleri<br />
üzerine tasarlamadıysam da, ilk geçiş oldu Vrsic; İtalya’ya<br />
ininceye kadar da dağ yolları ve dereler; kısacası Slovenya son<br />
kilometresine kadar güzel tabiatıyla peşimi bırakmadı.<br />
Güzel bir ülkeye, güzel bir veda oldu Vrsic Pass; akşamüstü<br />
İtalya’ya, çok vakit geçirmeden Avusturya’ya geçtim. Daha<br />
seyahatin başında sayılırdım ve gidecek yer çoktu, çoktu ama<br />
yapılmış program yoktu; neyse devamında nasıl bir gezi oldu,<br />
o da artık gelecek sayıya.<br />
TGWL | 43
Olimpiyatlar ve<br />
Otomobil Sporu<br />
İskender Aruoba<br />
Saygıdeğer okurlar;<br />
Bu Great Wild Life Dergisinde ikinci yazım. Önce ilkyazım da<br />
yaptığımız bir hatayı düzelteyim. Başlık; “Güle Güle Otomobil,<br />
Aşkım…” olacaktı. Oysa “Güle Güle, Otomobil Aşkım” diye<br />
bir manşet atmışız ki sanki bendeki otomobil sevgisine artık güle güle<br />
diyoruz… Öyle değil tabi bu sevgi bir ömür sürecek sevgilerden;<br />
Ben, benim alıştığım “otomobile” güle güle diyordum. Çünkü artık<br />
otomobil, hatta “karayolu seyahati” elektrikli ve sürücüsüz “araçlar”<br />
ile yeniden icat ediliyor…<br />
Yaz olimpiyatlarının yapıldığı mevsimdeyiz. Bunlar dört yılda bir<br />
gerçekleştirilen her ülkeden çok sayıda sporcunun katıldığı büyük organizasyonlar.<br />
Bu yıl Brezilya’nın Başkenti Rio’da yapılıyor. İstanbul’a<br />
alalım diye epey uğraşmış, ancak becerememişlerdi…<br />
YARIŞLARDA KULLANILAN<br />
ARABALARIN ATALARI ASLINDA<br />
İLK DEFA ANADOLU’NUN<br />
GÜNEYİNDE MEZOPOTAMYA’DA<br />
M.Ö. 3000 YILINDA<br />
KULLANILMAYA BAŞLANDI.<br />
O DÖNEMLERDEN 10 ASIR ÖNCE<br />
M.Ö. 4000 YILLARINDA ORTA<br />
ASYA STEPLERİNDE YAŞAYAN<br />
ATALARIMIZ ATI<br />
EHLİLEŞTİRMİŞ VE ÇOK<br />
ÇEŞİTLİ SAHALARDA<br />
KULLANMAYA<br />
BAŞLAMIŞTI BİLE.<br />
atletler katılırdı. Yani bugünkü “uluslararası” vasfı o gün de vardı.<br />
Hoş o gün “ULUS” kavramı da orta da yoktu…<br />
Otomobilciler olarak bizleri ilgilendiren kısmı hiç şüphesiz “atlı araba<br />
yarışları” olmuştur. Çünkü hem otomobil hem de sporunun tarihi<br />
atlı araba ile başlar. Modern olimpiyatlara “otomobil sporu” daha<br />
alınmıyor. Bunun (bence) sebepleri üzerinde ayrıca duracağız. Atlı<br />
araba yarışları olimpiyat oyunlarından önce ve ayrı başlamış ancak<br />
atletlerin koşmasından çok daha heyecan verici oldukları için oyunlara<br />
dâhil edilmiştir.<br />
İlk olimpiyatlar ve spor dalları<br />
Olimpiyatlar Yunanistan’da Tanrılar için yapılmaya başlandı. İlk kayıtlara<br />
M.Ö. 776 yılında rastlanır. İlk olimpiyatlar sadece koşu alanında<br />
düzenlenirdi. Daha sonra cirit, güreş gibi askere, savaşa yönelik,<br />
vücut kuvvetinin akıllıca kullanılmasına yönelik sporlar da eklendi.<br />
Tanrılara yönelik yapıldığı için baba Tanrı Zeus’un oturduğuna inanılan<br />
Olympos Dağ’ının eteklerinde Olimpia kentinde inşa edilmiş<br />
“spor tesislerinde” yapılırdı. Sadece erkek atletler çırılçıplak katılır,<br />
evli kadınlar seyre alınmaz bekâr kızlara özel bir “tribün” ayrılırdı…<br />
Yunanistan’da yapılan Olimpiyatlara Avrupa’nın çeşitli yerlerinden<br />
Roma atlı araba yarışları<br />
2 atlılar grup N; 4 atlılar grup A olsa gerek… Ya da Formula 2 ve<br />
Formula 1 gibi… Ayrıca arabaları hazırlayan “mekanikler” çeşitli<br />
“modifikasyonlar” ile arabaları güçlendiriyorlardı…<br />
Atlar ise çok özel teknikler ile yetiştiriliyordu. (Antik bir ticari anlaşma<br />
metninden anlaşıldığına göre, işçi yevmiyesi 25 dinar olup, bir köle<br />
44 | TGWL
25.000 dinara satılırken, eğitimli bir yarış<br />
atı 90.000 dinar ediyordu..!) Bu günün<br />
rakamları ile mesela bir Mercedes Formula<br />
1 motorunun yıllık kullanım maliyetinin 100<br />
milyon TL yapması gibi.<br />
Bu yarışlarda kullanılan arabaların ataları<br />
aslında ilk defa Anadolu’nun güneyinde<br />
Mezopotamya’da M.Ö. 3000 yılında<br />
kullanılmaya başlandı. O dönemlerden 10<br />
asır önce M.Ö. 4000 yıllarında Orta Asya<br />
steplerinde yaşayan atalarımız atı ehlileştirmiş<br />
ve çok çeşitli sahalarda kullanmaya<br />
başlamıştı bile. Bunların arasında tabii olarak<br />
sürat yarışları ve cirit gibi “Atlı Sporlar”<br />
da vardı. Bir diğer atalarımız Hititler M.Ö.<br />
2000’li yıllarda at arabalarını geliştirmesi ile<br />
savaşlarda daha sık kullanılmaya başladılar.<br />
Hatta tarihin ilk yazılı anlaşması olan<br />
Kadeş’te, Hitit ordusunda 3500 at arabalı<br />
asker bulunduğu yazar. Bu dönemlerde<br />
at yarışlarının yanı sıra araba yarışları da<br />
başladı.<br />
Aynı eğilim otomobilde de olmuştu. İlk<br />
“otomobile benzer otomobiller” 1800’lerin<br />
sonunda görülmeğe başlanmış ve 1886’da<br />
Gottlieb Daimler modern otomobilin başlangıcı<br />
sayılabilecek 4 tekerlekli 4 zamanlı<br />
benzin motorlu otomobili yaptıktan hemen<br />
8 yıl sonra 1894’de, Fransız Petit Journal<br />
Gazetesi dünyanın ilk otomobil yarışını<br />
organize etmişti. Ancak Bu yarışta buharlı,<br />
elektrikli otomobiller de vardı. Birinci gelen<br />
buharlıyı, ateşçi (chauffeur/Şoför) taşıdığı<br />
için ihraç ettiler!<br />
18. Yüzyıl at arabası yarışları<br />
Antik Dünya’nın büyük şehirlerinde ve<br />
olimpiyatlarda yapılan at arabası yarışlarında<br />
maharetli sürücülerin yeteneklerini<br />
sergilemesi, kontrole ve süratli viraj almaya<br />
dayalı yarışlara dönüşmüş, asker kökenli<br />
yarışçılar da giderek yerlerini bu işin eğitimini<br />
alıp bunu meslek haline getiren “Pilotlara”<br />
bırakmıştı. Ancak, mükâfatları “pilotlar”<br />
değil; araba ve atların sahipleri alırdı…<br />
Yani o günden bu yana bir “Manufacturers<br />
Championship, MARKALAR ŞAMPİYONA-<br />
SI” mevcut…<br />
Araba yarışları ilk defa M.Ö. 680’de (yazılı<br />
olimpiyat başlangıcından yaklaşık bir asır<br />
sonra) olimpiyat oyunlarında bir kategori<br />
olarak kabul edilmiştir. Hıristiyanlığın yayılması<br />
ile “insani olmayan” ölümüne yapılan<br />
gladyatör oyunlarını yasaklanınca halkın en<br />
büyük eğlence kaynağı at yarışları oldu.<br />
Çünkü buralarda (tesadüfî de olsa) asıl<br />
seyri beklenen “ölüm” olabiliyordu. İnsan<br />
doğasında maalesef bu duygu bulunuyor.<br />
Boğa güreşinde de genel olarak matadora<br />
“ole-yaşa!” deniliyor ancak seyirci boğayı<br />
tutuyor…<br />
İstanbul yarış pisti (Hipodrom)<br />
kalıntıları. 16. Yüzyıl<br />
Antik dünyanın çeşitli büyük şehirlerinde bulunan<br />
hipodromlarında at yarışlarına büyük<br />
ilgi gösterilirdi. Ancak bunların arasında en<br />
büyüğü ve görkemlisi Konstantinopolis yani<br />
İstanbul’daki “At Meydanı” idi. Yarışların<br />
yapıldığı Hipodrom, At Meydanı (Hippos-At,<br />
Dromos-Yol, Koşu Yolu,) şehir halkı için<br />
en büyük eğlence kaynağıydı. Gladyatör<br />
dövüşleri kadar şiddet içermese de rakibi<br />
sıkıştırmak, duvara çarpmasını sağlamak,<br />
yolunu kapatmak gibi saldırgan bir tutum<br />
kurallara aykırı olmadığı gibi takdir edilirdi.<br />
Ancak küfür etmek yasaktı.<br />
M.S. sonra 393 yılında ise Hıristiyan<br />
Roma İmparatoru Theodosius oyunların<br />
putperestlikten kalma bir adet olduğu<br />
gerekçesiyle yasakladı. Yasak 22 asır<br />
sonra kalktı. Baron Pierre de Coubertin 23<br />
Haziran 1894 günü Paris, Sorbonne’da bir<br />
kongre organize etti ve burada Uluslararası<br />
Olimpiyat Komitesi (COI-IOC) kuruldu ve<br />
Pierre de Coubertin genel sekreter oldu. De<br />
Coubertin, 1937 yılında Cenevre’de ölene<br />
dek IOC’nin onursal başkanı olarak kaldı.<br />
Olimpik Sporculara vasiyet olarak; “kazanmak<br />
değil, katılmak önemlidir” fikrini bıraktı.<br />
Bugün Yaz Olimpiyatlarında 41 ayrı spor<br />
dalı var. Bunlar arasında “otomobil sporu”<br />
yok. Oysa 110 sayfalık “Olimpik Kurallar”<br />
arasında motor sporu yasaktır diye bir<br />
madde artık yok. Üstelik bu spor, birçok<br />
olimpik spordan daha çok “Olimpik Spor<br />
kriteri” taşıyor. Eskiden kurallar arasında<br />
olan “Performansın mekanik itişe dayandığı<br />
sporlar kabul edilemez” kuralı 2007’de<br />
kaldırıldı. Birçok motor sporu karşıtının iddia<br />
ettiği gibi “İnsan gücü dışında güç kullanan<br />
sporlar olimpik olmaz!” savı da doğru değil.<br />
İnsan gücü dışında güç taşıyan çok spor var.<br />
Üstelik tarihte birkaç defa otomobil sporu<br />
olimpik spor olarak vardı. 1900 Paris Olimpiyatlarında<br />
800 kilometrelik iki kategorili<br />
bir yarış yapıldı ve (biri Louis Renault olmak<br />
üzere) 4 pilot altın madalya aldı. Daha<br />
sonra Londra’da programa alındı.<br />
Sadece insan gücü söz konusu olsa idi;<br />
tenis raketi, kano gibi aletler ve özellikle<br />
yelken yarışı (tam 9 farklı sınıf var!) ve<br />
atçılık (Equestrian) (Üstelik 3 ayrı dalda, At<br />
Giyimi, Engelli Yarış ve At Terbiyesi) olimpik<br />
olamazdı…<br />
İlk otomobil yarışı birincisi<br />
Albert Lemaitre<br />
Peugeot 3 HP 1894 - Paris-Rouen<br />
“Atlı Spor konusu açılmışken, çocukluğumda<br />
iftihar ile seyrettiğim Türk Atlı Sporcularından<br />
bahsetmem gerekir. Bunlar çeşitli altın<br />
madalyalar, birincilikler kazanmış insanlardı.<br />
Tarihin en önemli 5 atçısından biri olan<br />
Albay Nail Gönenli babamın dostu idi. Ankara’da<br />
geçirdiğim ortaokul ve lise yıllarında<br />
Bahçeli Evlerdeki Süvari Alayında rahmetli<br />
Nail Ağabeyin atı “Tombul’a” binerdim.”<br />
Hem Kurallar kitabında hem de CIO<br />
(Uluslararası Olimpik Komite) tarafından<br />
bu manada (artık) yazılmış, söylenmiş bir şey<br />
olmadığına ve kalmadığına göre; Neden<br />
Otomobil sporları olimpiyatlarda yok?<br />
Otomobil Sporu FIA (Uluslararası Otomobil<br />
Federasyonu) tarafından yönetilir ve 140<br />
ülkede 235 federasyon ve Otomobil kulübü<br />
tarafından temsil edilir.<br />
(FIA, IOC gibi Fransa’da 1904’de Automobile<br />
Clubs Reconnus (AIACR) “Fransız<br />
Otomobil Kulüpleri Birliği” olarak kurulmuş;<br />
1937’de Uluslararasına dönüşte; Türkiye,<br />
Büyük Atatürk’ün kurduğu “Türk Seyyahin<br />
Cemiyeti, şimdi TTOK (Türk Turing Otomobil<br />
Kurumu)” ile kurucu üye olmuştu. Daha<br />
sonra da TTOK ve dönemin başkan ve spor<br />
komitesi yöneticilerinin beceriksizliği yüzünden<br />
“Belki devlet bir işe yarar” düşüncesi<br />
ile Türkiye Otomobil Sporları Federasyon<br />
(TOSFED) kuruldu.<br />
Otomobil sporunu (dolayısı ile FIA’yı) diğer<br />
sporlardan ayıran en önemli faktör; Spor<br />
yapılan “ARAÇ’IN” dünyanın en büyük<br />
endüstrisinin ürünü olmasıdır. Böyle olunca<br />
sporun yapılması esnasında ortaya çıkan<br />
TGWL | 45
özellikler tanıtım, reklam, diğer sporlardan<br />
çok daha yüksek oluyor…<br />
Dünyanın en ünlü ilk pilotu<br />
Juan Manuel Fangio<br />
Otomobil yarışı ve medya<br />
FIA’nın ve özellikle dünyanın en popüler<br />
sporu olan FORMULA 1 sporun kontrolü<br />
ise FIA’nın değil Bernie Ecclestone isimli bir<br />
şahısın kontrolü altında. Otomobil Sporu,<br />
dünyanın en pahalı sporcularını barındırıyor.<br />
Ayrıca olimpiyatlardan (yaklaşık<br />
3,5 milyar seyirci) sonra en çok seyirciye<br />
(4 yılda 2 milyar civarında) sahip spor<br />
dallarından biri. (Futbol yılda 3,2 Milyar)<br />
Öte yandan 3,5 milyar olimpiyat seyircisi<br />
4 yılda bir 41 farklı spor dalını izlemek için<br />
bir araya gelirken, her yıl 450 milyon F1<br />
seyircisi toplanıyor.<br />
FIA kuralına göre sadece onun onayladığı<br />
spor müsabakalarına girebilirsiniz. Aksi<br />
olursa lisansınız iptal edilir. Yani sadece F1<br />
değil, Pist, Ralli, Tırmanma, Slalom vs. gibi<br />
dallarda da FIA’ya bağlısınız.<br />
FIA ayrıca tüm müsabaka ve şampiyonaların<br />
TV haklarını elinde tutuyor. Bu TV<br />
hakları ise (F1’in hakları öteki tüm sporların<br />
toplam TV haklarından daha değerli)<br />
Ecclestone’a ait International Sportsworld<br />
Communications şirketi tarafından satın<br />
alınmış durumda. Öte yandan (para onda<br />
olduğu için) F1 Administration, yani F1<br />
yönetimi de Ecclestone tarafından kontrol<br />
ediliyor. Kurala göre FIA’nın olimpiyata<br />
alınması için doğrudan IOC’ye başvurması<br />
gerekiyor.<br />
Ahşap yarış pisti (Kansas, ABD<br />
Ancak anlaşılan gayet “benmerkezci”<br />
bir kişilik olan Ecclestone “pastayı” bir<br />
şekilde paylaşmak istemiyor. Çok mantıklı<br />
başka bir sebep de yok galiba…<br />
Bugünün FIA başkanı, eski dostum Jean<br />
Todd (anlaşılan) uzun vadeli bir “geçiş”<br />
programı yürütmekte. Bu konuyu 2012’de<br />
İstanbul’da yapılan FIA genel kurulunda<br />
görüşmüştük. Yardımcısı olan İsveçli Lars<br />
Österlind bu konuda çalışmalara başlamıştı.<br />
Muhtemelen, özel bir pist istemeyen<br />
(kapatılmış şehir sokaklarında yapılan)<br />
Formula E olimpiyatlara katılabilir. ‘F.E.’<br />
46 | TGWL<br />
Formula 1 benzeri otomobillerin sadece<br />
elektrikli motor ile gidenleri. 2012’de kuralları<br />
daha yeni konuyordu. FIA Formula E<br />
müsabakaları 2014’de başladı. Ayni şase<br />
ve motoru kullanan yani sporcuya daha<br />
çok iş düşen bu “çevreci ve gürültüsüz”<br />
otomobil sporu dalını belki de 2020 Tokyo<br />
Olimpiyatlarında ilk defa görebiliriz. Ya da<br />
tek bir markadan alınan bir ralli otomobili<br />
ile stadyumda Rallikros? Veya tek üreticili<br />
ya da IOC’nin koyduğu kurallara uygun<br />
olarak üretilen bir go-kart?<br />
Eski dost Jean Todd ile birlikte<br />
(FIA Başkanı)<br />
Bütün bu gelişmeler olurken<br />
bizde neler oluyor..!<br />
Olimpiyata 103 sporcumuz gitti. 25 tanesi<br />
devşirme. Kaç yönetici beraber gitmiş<br />
bulamadım..!<br />
Nüfus bakımından bizden 10’ar milyon<br />
küçük İngiltere’nin 56, Fransa’nın<br />
34, İtalya’nın 25, üçte birimizden küçük<br />
Avustralya’nın 27 madalyası var. Dünyanın<br />
19’uncu kalabalık ülkeyiz. Sıralamada ise<br />
8 madalya ile 41’inci..<br />
Eskiden Atlı sporda manejleri kasıp kavururduk;<br />
Süvari alayını kapattık<br />
Bizim Binici Rio’da 61.inci oldu. Galiba 70<br />
atlet katıldı.<br />
Yetkililer Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezleri<br />
(TOHM) adlı bir yerler kurup, kabiliyetli<br />
sporcuları buralarda Olimpiyat madalyası<br />
için yetiştireceklermiş. Ancak Millet nasıl<br />
“kabiliyetli sporcu” haline nasıl gelecek<br />
orası pek belli değil.”<br />
İstanbul, tarihin en büyük antik araba yarışı<br />
hipodromuna sahipti. Dünyadan 100 yıl<br />
sonra bir F1 pisti yapabildik, şimdi otopark<br />
olarak kullanılıyor. Bizim otomobil sporcusu<br />
için “TOHM” yok, kendi imkânları ile yetişiyor<br />
ama Avrupa ve Balkan şampiyonuyuz.<br />
Formula E (elektrikli Formula1 yarışları)<br />
Dünyanın 16.ıncı Otomobil üreticisiyiz; ancak<br />
kendi markamız yok. 10 yıldır otomobil<br />
“ELEKTRİKLİ” olarak yeniden yaratılıyor;<br />
bizde tık yok.. Cumhurbaşkanımız “bir<br />
Babayiğit” çıksın yapsın istiyor. Birileri ise<br />
fabrikası kapanmış eski markadan yerli<br />
Otomobil yapmağa çalışıyor…<br />
Beysbol, Softbol (bir nevi beysbol), Karate,<br />
Kaykay, Sörf, ve Spor Tırmanma dallarının<br />
alınacağı 2020 Tokyo Olimpiyatlarına<br />
otomobil sporumuzu da inşallah alırlar, çok<br />
yakışır. Biz de seyrede dururuz gayri…<br />
Modern RallyCross
Yeni Sezonda Tüm Avcılarımıza<br />
RASTGELE!<br />
TÜRKİYE DİSTRİBÜTÖRÜ<br />
444 84 06<br />
www.kamperest.com<br />
TGWL | 47
Dışarıdaki<br />
Motosiklet<br />
Hakkı Orun<br />
48 | TGWL
TGWL | 49
Yine öyle bir günde, Sokaklar ile ilgili birşeyler karalamıştım.<br />
“Hayat Sokaktadır” diye.<br />
Hayat sokaktadır.<br />
Onun dışındaki yerler, hayatın belli kesimleri için yapılması gerekenleri<br />
yerine getirmemiz ve hatta korunmamız icin ayrılmış<br />
yerlerdir.<br />
Sokak nedir bilirsiniz hepiniz değil mi! Lakin, kıymetini bildiğimiz<br />
pek söylenemez.<br />
Hayat sokakta geçer.<br />
iş sokakta bulunur,<br />
hayvan sokakta,<br />
arkadaş sokakta,<br />
komşu sokakta,<br />
bakkal sokaktadır,<br />
dostluk sokakta...<br />
Velhasılı hayat sokaktadır.<br />
Şimdilerde bu sokakların kaybolduğunu gözlüyoruz.<br />
Şimdi yeni yeni bloklarda oturmaya sitelerde yaşamaya başlayınca,<br />
bizler çekildik sokaklardan çünkü sokaklar kalmadı<br />
artık, eh bakkal baba da kapadı dükkanı, Ayten teyzeler de<br />
taşınmışlar huzur sitesine. Artık kimse kimseyi tanıyıp da kavga<br />
filan çıktığında ayırmıyor, su da içemiyoruz komşu kapılarda...<br />
Eskiden biz top oynardık sokaklarda ve susadığımızda giderdik,<br />
Ayten teyzenin kapısında su içerdik. Bakkal baba ne istersek<br />
verirdi bize, kimse bize yan bakamazdı o sokakta, kavga<br />
çıktı mı komşular ayırırdı...<br />
Böyle zaman zaman, kendi başıma kaldığımda, aklıma<br />
gelenleri yazma gibi yeni bir faaliyet başladı.<br />
Sanki, bir boşluk var da orayı ben dolduracakmışım<br />
gibi.<br />
Boşluk var evet.<br />
İşte sokak olmayınca ne iş kaldı arayacak, ne dost kaldi birlikte<br />
oynayacak, ne bakkal baba, top da kimse oynamıyor zaten.<br />
Sitelerde betonlara gömdük dostlukları, halbuki neydi bir<br />
zamanlar…<br />
İnsan hayatının en temel ihtiyaçlarından biri de, değişiklik<br />
değil mi zaten. Ama hangi yöne?<br />
50 | TGWL
Değişiklik demişken, bir kalıcı değişiklikler var, bir de sürekli<br />
değişiklikler var hayatımızda. Kalıcı olanlar, çevremizdeki<br />
değişiklikler, insanların değişmesi, ülkenin değişmesi, birkaç<br />
günlüğüne bir yerlere gidip kalmak gibi iken, sürekli degişiklikler,<br />
yolda olmak gibidir.<br />
Yolda olmak, zaman içinde, o kadar çok değişiklik içinde<br />
tutuyor ki, tadına doyulmuyor.<br />
Bir de bu değişikliği yaşarken kullandığımız araçlar var.<br />
Bence en insanî olanı, tabiatın şartlarına biraz daha fazla maruz<br />
kaldığımız, daha içinde olduğumuz motosiklet gibi sanki.<br />
Araba kullanmak, sinemada oturup bir film seyretmek gibi<br />
iken, motor kullanmak, o filmin içinde oynamak gibi derler.<br />
Yağmur yüzünüze vurabilir kaskınızın vizörünü biraz aralayınca.<br />
Ben yolda olmayı çok seviyorum.<br />
Hani küçükken sokaklarda oynuyormuşum gibi.<br />
Seyahate çıkarken eğer yolu düşünüyorsanız, çok eğleneceksiniz<br />
demektir. Yoksa, gideceğiniz yerde varacağınız kişiler, ya<br />
da o yeri, veya oteli düşünüyorsanız oraya gittiğinizde hiçbir<br />
sürprizi kalmıyor işin.<br />
Bilinmezlik değil mi zaten bizi çeken.<br />
Motosiklet kullananlar ile ilgili çok sevdiğim bir deyiş vardır.<br />
Psikolog muayenehanesinin önünde park etmiş bir motosiklet<br />
göremezsiniz.<br />
Motor kullanmanın acayip rahatlatıcı yönleri var. Hele bir de<br />
mücadeleci bir ruhunuz ve içinizde yaşamakta olan bir çocuk<br />
varsa, kurtuluşunuz mümkün değildir.<br />
O gün yine, bir mesaj geldi Ali’den.<br />
Ali Hollanda’da yaşıyor, ama her yıl, onunla birlikte, 4 ya da 5<br />
kişi Alp Dağları’na gezmeye gideriz, motorlarımızla.<br />
- Büyük Beyaz, ne yapıyorsun? Nordkapp’a geliyor musun?<br />
- Ne Nordkapp’ı? Sizin gittiğiniz tarihte gelemem ama dur bir<br />
bakayım.<br />
Bu arada, aylık programımı yapıp, işlerimi yoluna koyarak,<br />
gitmek için heyecandan yanıyorum.<br />
Önce Finlandiya’dan Schengen vizemizi alıyoruz ve Aliler<br />
dönüş yolunda iken, biz bir arkadaşımla birlikte Moskova’dan<br />
yola çıkıyoruz, Temmuz 12, 2014.<br />
TGWL | 51
Moskova’dan, St. Petersburg’a doğru çıkıyoruz yola sabah<br />
erkenden. O gün akşam üzeri Helsinki’ye hareket edecek<br />
gemide yerimiz ve kamaralarımız hazır. Motorlarımız servise<br />
girdi çıktı. Herşey yolunda gibi. Yolda önce, öbür arkadaşımın<br />
motorunun yağ kapağını yerine tam oturtamamışlar serviste ve<br />
yerinden çıkmış, yer gök yağ içinde duruyoruz.<br />
Benim motorda, zaman zaman elektrik kesintileri yaşıyorum.<br />
Motoru çalıştırmak için marşa basıyorum ama, bazen hiç<br />
ceryan gelmiyor, sonra bir ara geliyor.<br />
O gece feribotta, güzel bir uyku çekiyor ve sabah kahvaltıya<br />
çıkıyoruz bir üst güverteye. Mükellef bir kahvaltı ve sonrasında<br />
garaja iniyoruz. Can basıyor marşa motoru calışıyor ve o<br />
çıkıyor. Ben marşa basamıyorum çünkü yine ceryan yok!!! Başlıyorum<br />
motoru iterek çıkartmaya gemiden ve gemici soruyor;<br />
- Hayırdır?<br />
- Millet uyuyor kardeşim onun için çalıştırmıyorum deyince<br />
adam gülüyor.<br />
- Çalışmıyor ondan diyorum. Hay Allah anlamında ortodoks<br />
dininde birşeyler söylüyor.<br />
başlıyorum motoru kurcalamaya ama çalışmıyor. Dur lan<br />
diyorum bir açayım şu seleyi de aküye bir bakayım. Öyle de<br />
yapıyorum. Bir de ne göreyim????<br />
Akü başına gelen bütün kablolar akübaşına takılı ama vidası<br />
orada kenarda duruyor. Herifçioğlu vidayı yerine takmayınca<br />
o bağlı kablolar bir değiyor, bir değmiyor böylece benim<br />
ABS lambası bir yanıyor bir sönüyor, motor da bir çalışıyor bir<br />
çalışmıyor.<br />
Alıyorum elime tornavidayı, açıyorum ağzımı, yumuyorum<br />
gözümü. O arada vidayı sıktıktan sonra bir basıyorum marşa<br />
motor şimşek gibi!<br />
Basıyorum gaza ve doooğru servise. Can da orada ama servis<br />
henüz kapalı, günlerden Cumartesi ve servis sabah 10:00 da<br />
açılıyor, bekliyoruz ne yapalım. Burada bütün eksikliklerimizi<br />
giderip, lastiklerimizi de taktırıp şen ve mesut devam ediyoruz<br />
yolumuza.<br />
Nordkapp, Norveç’in kuzeyinde, kuzey kutbuna doğru uzanan<br />
kara parcasının en uç noktasıdır.<br />
Haziran ayında burada güneşin hareketlerinden oluşan ışık<br />
oyunları seyretmeye değer. Hatta sırf bu olaylar sayesinde,<br />
yılda 200.000 turisti ağırlamaktadır Nordkapp.<br />
Kuzey arctic kutup halkası üzerinde yer aldığı için adı İngilizce’de<br />
North Cape, Norveççe’de de Nordkapp olmuştur.<br />
O gün Finlandiya’da bayağı bir yol yaptık. Önce Vaasa’ya<br />
yönlendik hani oradan feribotla karşıya geçeriz filan diye ama,<br />
biz gittiğimizde, bizimle İngilizce konuşmaya çalışan birkaç kişi<br />
vardı bir minibüs ile ama feribot yarın sabaha varmış.<br />
Bu arada baktım adamlar aralarında Fince konuşmuyorlar bir<br />
dinleyince baktık ki adamlar Rus iyi mi! Haydaa bir muhabbet,<br />
bizim plakalar da Moskova olunca, neyse, ne yapalim derken<br />
Can devam dedi, verdik gazi kuzeye... Oulu!<br />
Bir kamp yeri buluyoruz bir gölün kıyısında. Yastık sırt çantası,<br />
yorgan motor ceketi oluyor.<br />
- Yaa işte öyle diyorum, Tanrı yardımcın olsun demek istiyor.<br />
Neyse gemiden çıkıyorum, ilk durak Pasaport kontrol sırası.<br />
Tabii benim motor sürekli çalışıyor. Rusya’dan ucuz benzini de<br />
almadık, burada 5 misli paraya benzin yakıyoruz, çok yaşa<br />
Avilon. ( BMW Moscow)<br />
Pasaport kontrolündeki bayan polis;<br />
“motorunuzu durdurun” diyor<br />
olmaz sonra çalışmıyor diyorum utanarak. Şimdi servise gidiyorum<br />
Ooo! diyor ne geldin çalışmayan motorla der gibi<br />
Neyse ben geçiyorum kontrolden sıra Can’da ve ben kontrol<br />
alanından çıkıyor yolun kenarına yanaşıyorum hala gümrük<br />
sahası olduğundan trafik yok ama, normal alışkanlıkla yan<br />
ayağı açınca motor stop ediyoooor! Açıyorum kontağı ekran<br />
yok, ceryan yok.<br />
- Ne oldu Hakkı hocam?<br />
- Yan ayağı açtım stop etti, çalışmıyor.<br />
- Ne yapacağız?<br />
- Bak navigasyonda şurada bir servis buldum sen oraya git<br />
arka tekeri ve balatalarındaki yağları temizlet, bana da buraya<br />
bir servis aracı gönder<br />
- “Evet hocam en iyisi bu” deyip gidiyor.<br />
İkimizin navigasyonu da aynı adrese kurulu. Bu arada ben<br />
52 | TGWL<br />
Oulu’dan çıkıp biraz fiyordlara doğru gitmenin kimseye bir<br />
zararı olmaz herhalde.<br />
Biz de öyle yapıyor ve otel rezervasyonumuzu yapıp, Hammerfest’e<br />
doğru yola çıkıyoruz.<br />
Otelimiz çok sempatik bir otel. Küçük ve dağ evi havasında.<br />
Resepsiyonda kimse yok, garson bizim girişimizi yapıyor.<br />
Bu arada;<br />
- Çiğ somon var mı diye soruyorum<br />
- Şanslısınız bu akşam somon var açık büfede diyor ama<br />
haşlanmış<br />
- Hayır hayır bana çiğ lazım diyorum ve sormaya gidiyor, o<br />
arada biz de giriş kartlarını dolduruyoruz.<br />
- Şefle konuştum varmış ama marine etmek lazım dedi.<br />
- Yok yok siz büyük bir parça somonu çiğ olarak bir tabağa<br />
koyun bana da yarım limon ve tuz verin ben marine ederim.<br />
deyince;<br />
- Olur muu! diyor hayretle<br />
ve oluyor elbette, ilk defa yapmıyorum ya! Önce biraz tuz,<br />
sonra limon suyu bolca ve ….<br />
Şimdi bu seyahatte Nordkapp’a varmış olmak, sadece torunlarıma,<br />
“Ben motorumla Kuzey Kutbu’na gitmiştim”
deyip bu gezi raporunu okumak için önemli.<br />
Ama Nordkapp’a gidene kadarki yol kısmı muhteşem.<br />
Oteller kapalı, Dünyanın ilk meridyeninin hazırlanışı,<br />
güneşin batmamasi, Nordkapp rüzgari, her istediğinizi<br />
hürriyet sınırlari içinde yapabiliyor olmanız, herkesin sizden<br />
korkuyormuş gibi araç kullanıyor olması, motosikletin<br />
neden icat edildiği gibi şeylerin farkına varıyorsunuz.<br />
Geyik muhabbeti mesela; Finlandiya’da yollarda sürekli<br />
geyik görebiliyor olmanız ve trafik için bayağı bir tehlike<br />
oluşturuyor olmalarını kastediyorum.<br />
İsveç’te otoparklarda elektrikli araçlar için prizler mevcut<br />
mesela.<br />
İsveç’in bir köyünde bir Meksika yemeği yiyebiliyor<br />
olmak.<br />
TGWL | 53
54 | TGWL
Geçilecek Değil<br />
Kalınacak Şehirdir<br />
ORDU<br />
TGWL | 55
Ordu Yaylaları<br />
Karadeniz’de En Çok Mavi Bayrağa Sahip İl Olduk<br />
Ordu’nun Dereleri Turizme Akıyor<br />
5 Müze, 5.000 Nitelikli Yatak ve 5 Milyon Ziyaretçi<br />
- Sayın TOPARLAK öncelikle sizi<br />
yakından tanımak adına bize kendinizden<br />
bahseder misiniz?<br />
1965 Ordu’nun Eskipazar Köyünde<br />
dünyaya geldim. İlk eğitimimi Güzelordu<br />
İlköğretim Okulu’nda, ortaöğretim<br />
ve lise eğitimimi Ordu İmam Hatip<br />
Lise’sinde tamamladım. Yükseköğrenimimi<br />
ise Anadolu Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Fakültesinde tamamladım.<br />
Memuriyete 1985 yılında adım atmakla<br />
birlikte, 1987 yılında Ordu İl Kültür<br />
ve Turizm Müdürlüğü’nde göreve<br />
başladım ve aynı kurumda 27 yıllık<br />
görev sürem içerisinde Saymanlıktan,<br />
Şefliğe, Turizm Şube Müdürlüğü’nden,<br />
İl Müdür Yardımcılığı’na kadar tüm<br />
kademelerde görev aldım. 19 Ağustos<br />
2014 tarihinde ise bakanlık oluru ile<br />
Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne<br />
atandım. Aile yaşantıma gelirsek evli ve<br />
2 kız çocuğu babasıyım.<br />
- İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün<br />
misyonu nedir? Görev alanları ve<br />
sorumlulukları nelerdir?<br />
Milli, manevi, tarihi, kültürel ve turistik<br />
değerleri araştırmak, geliştirmek,<br />
korumak, yaşatmak, değerlendirmek,<br />
yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve<br />
bu suretle milli bütünlüğün güçlenmesine<br />
ve ekonomik gelişmeye katkıda<br />
bulunmak, kültür ve turizm konuları ile<br />
ilgili kamu kurum ve kuruluşlarını yönlendirmek,<br />
bu kuruluşlarla işbirliğinde<br />
bulunmak, yerel yönetimler, sivil toplum<br />
kuruluşları ve özel sektör ile iletişimi<br />
geliştirmek ve işbirliği yapmak, yerel<br />
yönetimler, kamu kurum ve kuruluşları<br />
tarafından kurulan veya kamu personelini<br />
desteklemek için kurulan dernekler<br />
ve aynı amaçlarla Türk Medeni Kanununa<br />
göre kurulan vakıflar dışındaki<br />
asıl amacı kültür, sanat, turizm ve<br />
tanıtım faaliyeti olan dernek ve vakıflar<br />
ile özel tiyatrolar tarafından gerçekleştirilecek<br />
projelere nakdi yardımda<br />
bulunmak, tarihi ve kültürel varlıkları<br />
korumak, turizmi, milli ekonominin<br />
verimli bir sektörü haline getirmek için<br />
yurdun turizme elverişli bütün imkanları<br />
değerlendirmek, geliştirmek ve pazar-<br />
56 | TGWL
lamak, kültür ve turizm alanlarında<br />
her türlü yatırım, iletişim ve gelişim<br />
potansiyelini yönlendirmek, kültür ve<br />
turizm yatırımları ile ilgili taşınmazları<br />
temin etmek, gerektiğinde kamulaştırmak,<br />
bunların etüt, proje ve inşaatını<br />
yapmak, yaptırmak, Türkiye’nin turistik<br />
varlıklarını her alanda tanıtıcı faaliyetler<br />
ile her türlü imkan ve araçlardan<br />
faydalanarak kültür ve turizmle ilgili<br />
tanıtma hizmetlerini yürütmek gibi<br />
sorumluluklarımız var.<br />
- Ordu’da Turizm’in gelişmesi ve<br />
istenilen seviyeye ulaşması için alt<br />
yapının yeterli olduğunu düşünüyor<br />
musunuz?<br />
Son yıllarda turizm açısından yapılan<br />
fiziki mekanlar ve altyapı çalışmalarımızın<br />
turizmin gelişmesi adına<br />
ciddi ilerleme sağlamıştır. Bunların en<br />
önemlisi kuşkusuz ki Ordu-Giresun<br />
Havaalanı oluşturmaktadır. Ordu- Giresun<br />
Havaalanı Ülkemizin ve Avrupa’nın<br />
denize dolgu yöntemiyle inşa<br />
edilmiş ilk havaalanıdır. 22.05.2015<br />
tarihinde hizmete açılan havaalanı<br />
sayesinde turizm adına en büyük<br />
ulaşım sorunu çözülmüştür. Buna<br />
paralel olarak havaalanı yanında hayata<br />
geçirilen “Çikolata Park’’ projesi<br />
Karadeniz’de en çok<br />
mavi bayrağa sahip il olduk<br />
Önem arz eden çalışmalardan<br />
bir diğeri de “Yeşil Yol” projesi.<br />
Turizm alanlarını birbirine bağlayarak<br />
, bölgenin turizm potansiyelini<br />
arttırmak amacıyla başlayan<br />
proje. Samsun, Ordu, Giresun,<br />
Gümüşhane, Bayburt, Trabzon,<br />
Rize ve Artvin olmak üzere 8<br />
ilin önemli yaylalarını ve turizm<br />
merkezlerini birbirine bağlayan,<br />
bölgeye gelen yerli ve yabancı<br />
turistlerin belirlenen güzergâh boyunca<br />
güvenli, konforlu bir şekilde<br />
seyahat etmesine imkan sağlayarak<br />
Doğu Karadeniz’e yeni<br />
canlılık ve şekil kazandıracak.<br />
ile ilimizde fındık satışını artırmak,<br />
bölgemizde fındıklı ürün çeşitliliğini<br />
desteklemek (BUTİK ÇİKOLATA vb.),<br />
yöresel ürünlerin satışının sağlanması,<br />
yöresel yemeklerin tanıtımı ve sunumu<br />
hedeflenmiştir.<br />
Karadeniz’in ilk botanik bahçesi yine<br />
ilimizde faaliyet gösterecektir. Türkiye’nin<br />
dünya mirası özel eserlerinin<br />
birebir küçültülmüş hallerinin sergileneceği,<br />
186 dönümlük fidan üretim<br />
sahasında 116 dönüm arazi üzerine<br />
kurulacak olan botanik bahçesinin<br />
toplam yatırım maliyeti ise 12 milyon<br />
500 bin TL’yi buluyor. Proje çalışmaları<br />
tamamlanmış olan tesiste aynı zamanda<br />
toplantı, nikah gibi pasif etkinliklere<br />
de fırsat verilecek. Yine deniz<br />
turizmi alanında Ordu Merkez Akyazı<br />
Halk Plajı, Cumhuriyet Mahallesi Plajı,<br />
Ünye Uzunkum Plajı ve Fatsa Çamlık<br />
Plajı Mavi Bayrak ile ödüllendirilerek,<br />
Karadeniz’de en çok mavi bayrağa<br />
sahip il olduk. Kış turizmi kapsamında<br />
650 dönüm arazi üzerine inşa edilen<br />
Karadeniz’in en büyük kayak merkezinin<br />
içerisinde dağ evi mimarisinde 8<br />
adet yapı ve 2 adet telesiyej mekanik<br />
hattı bulunuyor. Ülkemizin denize ve<br />
havaalanına en yakın merkezi olan<br />
Kayak Merkezinde 5 bin metre uzunluğunda<br />
35 metre genişliğinde parkur<br />
bulunuyor. Tesis içindeki binalarda<br />
sağlık merkezi, bilet satış ve kayak<br />
malzemeleri satış noktaları, alt ve<br />
üst istasyonlarda yeme içme tesisleri<br />
bulunuyor.<br />
Bunların yanı sıra 2000’li yılların başından<br />
itibaren ekolojik turizm<br />
Başkotanı Köprüsü<br />
TGWL | 57
alanında önemli çalışmalar yapan<br />
Fatsa Kabakdağ Köyü 93 harbiden<br />
sonra Gürcistan’dan bölgeye gelenlerin<br />
kurduğu bir köydür. Köyde, taş ve<br />
ahşap malzemelerden inşa edilmiş,<br />
100’ün üzerine tescilli mimarlık örneği<br />
bulunmaktadır. Kabakdağ bir Gürcü<br />
Köyü olduğundan ve Gürcü halkın<br />
gelenek ve göreneklerini yaşatma<br />
çabası sayesinde gerek gündelik<br />
yaşamlarında, gerek özel günlerinde<br />
ve mutfaklarında Gürcü esintisine<br />
rastlamak mümkündür. Yemeklerde<br />
ağırlıklı olarak ceviz ve baharatlar<br />
(kinzi, fesleğen, çörek otu) bulunur, ilk<br />
kez 2004 yılında yapılan Kabakdağ<br />
Şenliği, Gürcü kültürünün yansımasıdır.<br />
Köyde aynı zamanda 60 misafirin<br />
ağırlanabileceği ev otelleri bulunmaktadır,<br />
misafirlere köy halkı tarafından<br />
32 Gayde gibi oyunlar sergileniyor.<br />
Eko turizmde ivme yakalayan diğer<br />
bir köyde Kayabaşı, Ordu merkeze<br />
10 km ve 10 dakika mesafede yeşilin<br />
bin bir tonunu barındıran Kayabaşı<br />
Köyünde Hazal, Fadıkana, Köyüm ve<br />
Ormancının yeri gibi ikram noktaları<br />
bulunuyor. Köyde kullanılmayan 30<br />
civarı ev yaklaşık olarak 100 oda<br />
200 yatak kapasitesi ile konaklama<br />
merkezi olarak kullanılmaktadır. Eko<br />
Turizm kapsamında köye gelenler, süt<br />
sağma, yumurta toplama, yün yataklarda<br />
yatma, doğa yürüyüşü imkanının<br />
yanında odun ateşi ile Karadeniz’e<br />
özgü kuzine sobalar, üzerinde pişen<br />
yemeklerden yeme imkanı buluyor.<br />
Ayrıca çocuklara köy yaşamını<br />
öğrenme imkanı sağlanıyor. Önem<br />
arz eden çalışmalardan bir diğeri de<br />
“Yeşil Yol” projesi. Turizm alanlarını,<br />
birbirine bağlayarak , bölgenin turizm<br />
potansiyelini arttırmak amacıyla başlayan<br />
proje. Samsun, Ordu, Giresun,<br />
Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize<br />
ve Artvin olmak üzere 8 ilin önemli<br />
yaylalarını ve turizm merkezlerini birbirine<br />
bağlayan, bölgeye gelen yerli ve<br />
yabancı turistlerin belirlenen güzergâh<br />
boyunca güvenli, konforlu bir şekilde<br />
seyahat etmesine imkan sağlayarak<br />
Doğu Karadeniz’e yeni canlılık ve şekil<br />
kazandıracak.<br />
- Ordu’da son yıllarda turizm alanında<br />
olumlu gelişmeler gözlemliyoruz.<br />
Rakamlarla Ordu turizminin<br />
durumu nedir?<br />
2011 yılında 205.265 yerli 9.041<br />
yabancı olmak üzere toplam 214.306<br />
ziyaretçi<br />
2012 yılında 260.098 yerli 15.944<br />
yabancı olmak üzere toplam 276.042<br />
ziyaretçi<br />
2013 yılında 280.201 yerli 14.039<br />
yabancı olmak üzere toplam 294.240<br />
ziyaretçi<br />
2014 yılında 329.282 yerli 14.273<br />
yabancı olmak üzere toplam 343.555<br />
ziyaretçi<br />
2015 yılında 453.170 yerli 29.693<br />
yabancı olmak üzere toplam 482.863<br />
ziyaretçi<br />
Son 5 yılda genel toplamda<br />
1.415.267 turist ilimizde ağırlanmıştır.<br />
Bu verilerin artışlarında turizm çalışmalarının,<br />
tanıtım çalışmalarının,<br />
ilimize son yıllarda kazandırılan Marka<br />
Otellerin katkısı son derece büyük.<br />
Bunun yanı sıra 13.’sü gerçekleşecek<br />
olan uluslararası geleneksel Vosvos<br />
şenliği ilimizin dünya ya açılan önemli<br />
pencerelerinden biri. Şehir merkezi<br />
sahil yolu üzerinde bir adet, Fatsa ve<br />
Ünye, Ulubey İlçelerimizde de birer<br />
adet olmak üzere toplam üç adet<br />
Turizm Tanıtım Büromuz bulunuyor.<br />
Turizm haftası kutlamalarını salonlardan<br />
çıkararak ilçelerimizde düzenlemeye<br />
başladık. Bu doğrultuda 2014<br />
yılında “Turizm Haftası” açılışını Fatsa<br />
58 | TGWL
TGWL | 59
İlçesi Kabakdağ Köyünde gerçekleştirdik.<br />
2015 yılında ise Ünye İlçemizde<br />
Turizm Haftası etkinliklerini gerçekleştirdik.<br />
2016 yılında da Turizm Haftası<br />
açılış programını Ulubey İlçemiz Güzelyurt<br />
Mahallesinde gerçekleştirdik.<br />
Bununla birlikte Güzelyurt Mahallesini<br />
eko turizme açma çalışmalarımız tüm<br />
hızıyla devam ediyor.<br />
- Arap dünyasına yönelik bir takım<br />
çalışmalar yapıldı. Dönüşlerle<br />
ilgili durum nedir? Bu dönüşlerden<br />
memnun musunuz?<br />
07-11 Mayıs 2015 tarihleri arasında<br />
Sayın Valimizin girişimleriyle<br />
“Ordu’nun Dereleri Turizme Akıyor”<br />
Projesi kapsamında 17 ülkeden 32<br />
Arap gazeteciyi İlimizde ağırladık. 05-<br />
11 Kasım 2015 tarihleri arasında yine<br />
Sayın Valimizin yaptığı davet üzerine<br />
İlimize gelen, 26 farklı ülkeden toplam<br />
86 gazeteciye 6 gün boyunca İlimizin<br />
tarihi ve turistik değerlerini tanıtarak<br />
körfez ülkelerinin gazete ve televizyonlarında<br />
Ordu ile ilgili 3 bine yakın<br />
haber yayınlanması sağlandı.<br />
Bu çalışmalarımızın geri dönüşümünü<br />
2015 yılında konaklama istatistiği verilerinde<br />
% 41 artış olarak gördük. 19<br />
Temmuz 2016 tarihinde İlimize gelen<br />
ilk Riyad Kafilesini ağırladık. Bundan<br />
böyle Ordu-Giresun Havaalanı her<br />
hafta Riyad’dan direkt uçuşlarla turist<br />
kafileleri şehrimize gelecek. Yine 5<br />
Ağustos 2016 tarihinde Kıbrıs Turizm<br />
ve Çevre Bakanı ile Kıbrıs Ticaret<br />
Odası temsilcileri Ordu’ya gelecek.<br />
- Kültürel anlamda ne gibi<br />
çalışmalar içerisindesiniz?<br />
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Müze<br />
Müdürlüğünce 2010 yılından itibaren<br />
başlatılan kazı çalışmalarında<br />
2300 yıl öncesine ait, tapınak ve kale<br />
duvarlarına rastlanmıştır. Kurul Kalesi<br />
Karadeniz Bölgesinde ilk arkeolojik<br />
kazı alanıdır. 2011 de başlayan kazı<br />
çalışmaları 2012, 2013, 2014, 2015<br />
yılında da devam etmiştir. 2016 yılı<br />
60 | TGWL
kazı çalışmalarına başlanmıştır.<br />
Fatsa Cıngırt Kalesi kazı çalışmaları<br />
dönemler halinde 2011, 2012,<br />
2013, 2014 yıllarında yapılmıştır.<br />
Dönemler halinde kazılara devam<br />
edilecektir.<br />
Restorasyon çalışmalarımıza gelince;<br />
14 Mayıs 2015 tarihinde başlanan<br />
Kahraman Sağra Konağı Restorasyon<br />
Uygulama işi tamamlanmış olup<br />
Hareketli Etnoğrafya Müzesi olması<br />
planlanmaktadır. Eski Vali Konağı<br />
Çocuk Kütüphanesi yapılmak üzere<br />
onarım ve restorasyon ihalesi işlemleri<br />
başladı. Altınordu İlçesi Kabana Çeşmesi<br />
Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon<br />
Proje Yapım işi için Samsun Kurul’dan<br />
onaylandıktan sonra restore edilecektir.<br />
Gölköy İlçesi Dereçayır Camii<br />
Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon ve<br />
Elektrik Proje Yapım işi tamamlanmak<br />
üzere olup restorasyon uygulama<br />
işine başlandı. Gölköy İlçesi Yemişgen<br />
Kilisesi Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon<br />
Proje Yapım işi tamamlanmış olup<br />
kurul tarafından onaylandı. Kumru<br />
Samur Camii Restorasyon Uygulama<br />
işi tamamlanmak üzeredir.<br />
Turizm çalışmalarımızın yanı sıra kültürel<br />
çalışmalarımıza da ağırlık verdik.<br />
Bunlardan en önemlilerinden biri Gazi<br />
halk kütüphanesinin 900 m2 olan<br />
kullanım alanını 1800 m2’ye çıkararak<br />
aynı anda 206 kişiye hizmet veren<br />
büyük bir okuma salonu, araştırmaların<br />
yapılacağı tarih bölümü, her türlü<br />
söyleşinin yapılacağı şark köşesi, revir<br />
ve bayan mescit oluşturulmasıdır. Yine<br />
başta Altınordu İlçemiz olmak üzere<br />
hiç kütüphane olmayan 3 İlçemizde<br />
halk kütüphanelerini hizmete açtık. Bu<br />
çalışmaların yanı sıra Ulubey, İkizce,<br />
Çatalpınar, Aybastı, Çamaş, Korgan,<br />
Perşembe, Fatsa ve Çaybaşı İlçelerimizin<br />
kütüphane hizmet binalarını<br />
modernize ederek daha kullanışlı hale<br />
getirdik.<br />
- Kurum olarak ileriye yönelik<br />
hedefleriniz nelerdir? Sizleri yakın<br />
zamanda hangi çalışmaların içinde<br />
göreceğiz?<br />
Önümüzdeki 5 Yıllık Hedefler<br />
• 5 Müze, 5.000 nitelikli yatak ve 5<br />
milyon ziyaretçi,<br />
• En az 2 Arkeolojik alanın ziyaretçilerin<br />
hizmetine açılacak mekanlar haline<br />
Aybastı Yaylası<br />
TGWL | 61
Ordu’nun Dereleri<br />
Ordu’nun Dereleri<br />
Ünye Kalesi<br />
Antik Kale<br />
Ordu Genel Görünüm<br />
Kaleköy Kalesi<br />
Kaya Mezarları<br />
62 | TGWL
getirilmesi,<br />
• En az 2 yaylada, Türkiye ve Dünyada<br />
bilinen ve tercih edilen konaklama<br />
mekanların oluşturulması,<br />
• Yaylalara helikopter ve teleferik ile<br />
ulaşımın sağlanması, yayla merkezlerinde<br />
sokak sağlıklaştırma çalışmaları<br />
yapılması,<br />
• Çambaşı Kış Sporları Merkezinin,<br />
Türkiye’deki kayak merkezleri içinde<br />
tercih edilen bir kayak merkezi haline<br />
gelmesi,<br />
• Deniz turizminin yaygınlaşması,<br />
• Kültür ve Turizm Bakanlığı projesi<br />
olan ve Kalkınma Bakanlığı’nca desteklenen,<br />
yaylaları birbirine bağlayan<br />
“Yeliş Yol Projesi”nin tamamlanması,<br />
• Sokak Sağlıklaştırma Projesi çalışmalarına<br />
devam edilerek daha fazla yapının<br />
restorasyonun gerçekleştirilmesi,<br />
• Mavi bayraklı plajların oluşturulması,<br />
• En az 3 köyü, Türkiye’nin en çok<br />
bilinen Eko Köyü haline getirmek,<br />
- Son olarak The Great Wild Life<br />
okuyucularına ve Ordululara vermek<br />
istediğiniz bir mesaj var mı?<br />
Öncelikle bu röportajın oluşumunda<br />
katkıda bulunan Kuzey in Yıldızı Dergisi<br />
çalışanları ve imtiyaz sahiplerine teşekkür<br />
ediyorum. Farklı turizm alternatifleri<br />
ile son yıllarda tanıtımına büyük önem<br />
verdiğimiz İlimizde, doğa güzellikleri,<br />
ahşap mimari örnekleri, özgün yemek<br />
çeşitleri, bitki örtüsü, mavi ve yeşilin<br />
kucaklaştığı koy ve kumsalları, birbirinden<br />
güzel yaylalarıyla misafirlerimizi<br />
ağırlamayı bekliyoruz.<br />
TGWL | 63
64 | TGWL<br />
Yazan: S. Aygün Başarır
Bir<br />
AKYA<br />
Hikayesi<br />
Saros Körfezi<br />
TGWL | 65
Genellikle balıklar üzerine bilgi aktaran yazılarıma bu<br />
sayımızda ara verip sizlerle çok yeni çok sıcak bir<br />
anımı paylaşmak istedim. 15 Temmuz 2016 darbe<br />
girişiminden bir gün önce “Saros Körfez’inde” noktalanan<br />
Akya avım aslında 20 Haziran da “Datça- Selimiye’de”<br />
başlamıştı...!<br />
Fransa’dan gelen arkadaşım ve iki çocuğuyla Bodrum’da buluşup<br />
iki aile olarak tekne seyahati planlamış idik. İki haftalık programımız<br />
Gökova’dan başlayıp Datça’nın neredeyse her tarafını<br />
gezmemize yetecek kadarda uzundu.<br />
Teknemizdeki en küçük yolcu olan erkek çocuğu Ruben aynı<br />
zamanda teknenin en hızlı olta balıkçısı. Mola verdiğimiz her koy<br />
veya körfezde muhakkak balık yakalama çabası içerisine girer<br />
bende ona uygun takımlar hazırlayıp başarılı olması için desteklemekteydim.<br />
Fakat temmuz ayı balık yakalamak için çok iyi bir<br />
ay olmamakla birlikte bu kadarda sıfır olması akıl alacak gibi değildi.<br />
Her sabah ve akşam palet gözlük dalıp çevredeki balıkları<br />
tespit etmeye çalışıyorum fakat kimsecikler yoktu.<br />
Ruben sadece minnacık Lapin ve Hanoz balıkları yakalayabiliyordu.<br />
Yakalayabildiği rekor balık 20 gram idi. Neyse günler<br />
geçti turun sonunun yaklaştığı bir sabah saat 06.00’da Selimiye<br />
Kasaba’sının önüne 20 metre derinliğe çapa attık ve orada kahvaltı<br />
hazırlıkları yaparken denizin derinliklerinde büyük balıklara<br />
ait yansımalar gördüm. Hemen dipli bir zoka takımı hazırlayıp,<br />
kamış vasıtasıyla aşağıya indirdim. Anında bir balık yapışınca<br />
kamışı Ruben’e verdim. Balık Ruben’in çekebileceği kadar bir şey<br />
idi. Aman tanrım manzara müthiş bir hal almıştı. Çığlıklar atıyor,<br />
yerlere düşüyor, kalkıyor ama balığı su üstüne çıkartamıyordu.<br />
Oğlan kan ter içinde 20 dakika sonunda balığı teknenin içerisine<br />
aldı. Balık 1,5 kg’lık bir Akya palazı idi. Denizden 1 kova su alıp<br />
balığı içine bıraktık.<br />
Olağan üstü güzellikte bir balıktı. Gümüşten daha parlak olan<br />
66 | TGWL
vücudunu çatal bir kuyrukla sonlandırıyordu. Çok belirgin ve çok şık yanal çizgiye sahip<br />
idi. Ruben çok gururlanmış bir halde tebriklerimizi kabul ediyor ve en sonunda iyi bir<br />
ziyafet çekebileceğimizin de müjdesini veriyordu. Balığımızın kovadaki suyunu üçüncü kez<br />
değiştirdikten sonra Ruben’e bu balığın gelişmiş halinin, 20-30 kg’lık resimlerini gösterdim.<br />
Ne demek istediğimi derhal anladı. Çok üzüldü ama kovayı denize boşalttı ve balığı<br />
tekrar denizlerine iade etti.<br />
Seyahat bitti Saros’a geri döndüm. İlk iki gün eksikliklerini giderdiğim yeni teknemle ilk<br />
defa balık avlamaya çıkacağız. Açıkçası bende heyecanlıyım çünkü alüminyum olan<br />
teknenin deniz performansını çok merak ediyorum. İki gece konaklamalı üç tam gün hem<br />
seyahat yapacağız hem de balığa bakacağız.<br />
14 Temmuz sabahı erkenden Güneyli Liman’ından hareket ettik. Akşam Kömür Liman’ında<br />
demirde kalacağız. Yol boyunca uzun boylu zarganalar yakaladık. İçlerinden en<br />
büyük iki tanesini Akya yakalamak için hazırlanmış takımlara monte edip, üzerinde çıkrık<br />
makara bulunan kamışlarla denize uzattık.<br />
Artık takımlar neredeyse 3 saattir denizdeyken çok sağlam bir vuruş aldık. Oltanın diğer<br />
ucundaki güçlü yüzücünün ismi Akya olmalıydı. En güçlü mücadelesini verdiği ilk 15<br />
dakika boyunca 3 kere su üstüne çıkıp tekrar daldı. En sonunda balığımızı ikna edip<br />
güvertemize aldık.<br />
Çok güzel bir balıktı. Gümüşten daha parlak olan vücudunu çatal bir kuyrukla sonlandırıyordu.<br />
Çok belirgin ve çok şık yanal çizgiye sahipti. Tek farkı 1,40 metre uzunluğunda<br />
ve 18,5 kg ağırlığındaydı. Eğer Ruben yanımda olsa muhtemelen sevinçten ağlardı. O<br />
gün denize yapılan yatırımın mislisiyle geriye döndüğünü görmek gerçekten çok güzeldi.<br />
Hoşça kalın…<br />
TGWL | 67
zamansız elbette... ancak şu kavurucu yaz gününde serinletici bir hayal...<br />
Şafak Gökhan<br />
68 | TGWL
TGWL | 69
İ<br />
glo nedir, kimlerdendir ,nasıl<br />
yapılır bir bakalım<br />
İglo ,eskimoların hayatlarını<br />
idame ettirmek ve avlanma<br />
amaçlı geçici olarak yaşadığı<br />
sıkıştırılmış kardan yapılan çadır, ev<br />
anlamına gelir.<br />
Eskimolar kış aylarında sıkıştırılmış<br />
kar kürtününden iglo yaparak hayatlarını<br />
sürseler de yaz aylarını, hayvan<br />
derisi çadırlarda veya taş, çamur<br />
ve ağaçtan yapılan barınaklarda<br />
geçirirler. Wikipedi öyle diyo. Özgür<br />
ansiklopedi ya hani...<br />
Ve şimdi ansiklopediyi bir rafa kavurucu<br />
yaz aylarını da kıyıya bırakıp<br />
konumuzun çocukluğuna inelim.<br />
Yaşantımızın daha tıfıl dönemlerinde<br />
herkes gibi illaki şu yaşımıza oranla<br />
daha fazla barınak yapmışızdır.<br />
Küçüklüğümüzü hatırlayınca köy,<br />
bağ, bahçe çocukluğu olanlar daha<br />
iyi bilirler ki evin karşısındaki tepeye<br />
ağaç çatarak eski çuvallardan<br />
yapılmış çadır bez ev içinde köpeğinle<br />
havanın kararmasını beklemek<br />
bütün köyün üzerine batan güneşi<br />
izlemek muazzam bi duygu verirdi.<br />
Ancak bu durum kar yağınca değişir.<br />
Kar yağınca barınak yapmak güç<br />
bela hayallerde kalırdı.<br />
O barınak yapılan çuvalı kışın yine<br />
kullanırdım elbette ,içine saman doldurup<br />
tepeden aşağıya kaya kaya<br />
atkımı rüzgara kata kata donmuş<br />
dereyi uçarak geçmişliğim olmuştur<br />
ancak kışın hiç o çuvalla tam anlamıyla<br />
barınak yapamamıştım. Her<br />
denememde yıkılır ıslanıp donardı<br />
tepede olduğum için de daha fazla<br />
rüzgar alır aksine buz gibi kas katı<br />
üzerime yapışırdı.<br />
Şimdi gelelim nasıl yapılır kısmına?<br />
Gerekli araçlar : Testere (bizim yanımızda kürek vardı kürek kullandık)<br />
İglo yapabilmek için elbette kar yapısı, hacmi, kürtünlüğü önemli. Rüzgar<br />
almış kesilebilir sert mukavemette olması sulanıp, buzlaşıp ağırlaşmamış<br />
olması gerekli. Olmalı ki duvarlar iyi örülsün, ağırlığı taşımayıp çökme<br />
yaşanmasın. Ne çok şey gerekli değil mi? Sakin olun hepsi doğada ve<br />
becerilerinizde mevcut.<br />
Yaşım bu yaş oldu hala içimde bi<br />
ukteydi karda bir barınak yapmak.<br />
İgloyu ilk olarak gazete kuponları<br />
biriktirilerek alınan ansiklopedilerimizde<br />
görmüştüm<br />
Halen bi köylü olan ben, dağcılık<br />
ve doğa sporları tutkunu olarak<br />
Bolu ilinin yüksek dağlarında öğrendiklerimi<br />
deneyimlerimi bir araya<br />
getirerek Bolu Dağcılık ve Arama<br />
Kurtarma Kulübü bünyesinde küçüklüğümdeki<br />
ukteyi gerçekleştirdim.<br />
Karda kışta çadır kurmak dışında bir<br />
barınak yaptım.<br />
70 | TGWL
Eskimolar kar testeresi kullanarak<br />
başlangıçta igloyu yapacakları<br />
yerdeki kar zemininden tuğla şeklinde<br />
bloklar keserek iglonun içini<br />
oymuşlar. Kestikleri tuğlaları kesilmemiş<br />
kar kürtünü zeminine açısı<br />
içe büküm eğimli gelecek şekilde<br />
dizmiş böylelikle kot farkını iki tuğla<br />
boyuna çıkarmışlar bizde onların<br />
izinden giderek duvarımızı örmeye<br />
başladık yapılmaz değil yapılır.<br />
Bir yandan örülen tuğlalarda diğer<br />
yandan sıva ve harç olarak yine kar<br />
kullanılıp boşluklar kapatılır.<br />
İlk sıra üzerine kemer şeklinde gelecek<br />
şekilde yine içe eğimli sıralanarak<br />
devam edilir. Yüksekliği ise çok<br />
rüzgar almayacak şekilde kişilerin<br />
kendi boylarına göre ayarlanarak<br />
kubbe şekli verilerek kapatılır.<br />
Kapı girişine L şeklinde kısa bi<br />
koridor yada set yapılması içeriye<br />
soğuk hava ve kar girişini engeller<br />
fazla eşya ve çantaların içeride yer<br />
kaplamaması sağlanır. İglonuza<br />
küçük bi hava penceresi açmakta<br />
fayda var.<br />
Elinize sağlık.. İglonuzun içerisinde<br />
sıcak bı dağ çayı içip güzel bir uyku<br />
çekebilirsiniz.. Oh miss.<br />
Şu yaz günlerinde olmasa da her<br />
zaman aklımızda şu soru vardır<br />
(haklı olarak) iglonun içi sıcak olur<br />
mu?<br />
Buzdan kardan bi ev ne kadar sıcak<br />
olabilir ki ? (-zaten sıcak olsaydı<br />
erir yıkılırdı. kesin buz gibidir ? –<br />
hayır dışarıda hava sıcaklığı rüzgarla<br />
daha da soğuk buz gibi hissedilirken<br />
iglonun içi yaklaşık +2,+4<br />
derece olur.<br />
Ortam ısısı mumlarla ve kişi sayısına<br />
göre +10, +12 derecelere<br />
kadar çıkarılabilir ve iglo içerisinde<br />
yükselen sıcak hava iglo tuğlalarının<br />
yüzeyini ısıtıp soğutur ,dondurarak<br />
yalıtım sağlar üzerine yağan kar<br />
iglonun daha da sağlamlaşmasına<br />
katkıda bulunur.<br />
Ancak iglo içerisindeki karlı zemine<br />
direk temas ederek oturmak, yatmak<br />
ısı kaybına yol acar ve hipotermi<br />
oluşturabilir.<br />
He yok ya ben evde durmak ,oturmak<br />
istiyorum kar kış sevmiyorum<br />
diyenlere ..bir fikir; sizler de evde<br />
oturup küp şekerlerden iglo yapabilirsiniz<br />
doğayla hoşçakalın.<br />
TGWL | 71
Şeref Erbil<br />
Tuzla Milas<br />
Boğaziçi Köyü<br />
72 | TGWL
Tuzla Milas delta içinde bulunan, Boğaziçi<br />
Köyü halkı Arnavut olup, çoluk çocuk<br />
ailecek balıkçı kendi özünde. Tekneleri ile<br />
her sabah erkenden balık ağlarını toplamaya<br />
giderken kadınların, balıkçı tekneleriyle balık<br />
ağı topladığını ve köye döndüğünde balık ağlarını<br />
temizlerken tüm aile fertlerini bir arada görmek bu<br />
köye aittir.<br />
Atalarından aldıkları geleneksel balıkçılığı devam<br />
ettirmektedirler. Kendi kooperatifleri bulunmaktadır.<br />
Yöre halkı Bodrum’dan Milas’tan gelip, avlanan balıkları,<br />
karidesleri, dilbalıklarını, çupraları, levrekleri<br />
canlı canlı görüp alabilirler.<br />
Ayriyeten cennetten bir köşe, sıra-sıra balıkçı tekneleri,<br />
uçan ördekler, mekeler… Burada doğal hayatın<br />
bir parçası haline geldiğinizi görürsünüz. Deltanın bir<br />
parçası olan Boğaziçi Köyü ayrıca balık restoranları<br />
ile hizmet vererek de turizme katkıda bulunmaktadır.<br />
TGWL | 73
Tuzla Bargilya Göçmen Kuşları Koruma<br />
ve Rehabilitasyon Derneği’nin Amacı<br />
Derneğimiz 12.02.2015 tarih 1962 sayılı yazı ile Muğla İli,<br />
Milas-Bodrum İlçeleri arasındaki yörenin tek deltası olan Tuzla<br />
Deltası(Boğaziçi Deltası) için kurulmuştur.<br />
1995 yılında Şeref Hoca’nın önerisi, Muğla Valisi Lütfü Yeğenoğlu<br />
ve Vali Yardımcısı Ali Haydar Küçüğün katkısı ile Doğal<br />
Alan korumasına alınmıştır. 2004 Ulusal Sulak Alan Komisyonu<br />
tarafından koruma kapsamına alınarak yönetim planı<br />
yapılmıştır. Halep Çamı Tabiatı Koruma Alanına komşu, sulak<br />
alan havzası, Tuzla Sulak Alanı ve Güllük Dalyanı alanından<br />
oluşmaktadır. Tuzla ve Güllük her yıl 3000’in üzerinde flamingoya<br />
ev sahipliği yapmasının dışında; Güllük Körfez’i Boğaziçi’nden<br />
geçip gelen deniz balıklarına da kuluçka bölgesi<br />
olması nedeniyle gözde bir bölgedir.<br />
Deltanın tarihi ve kültürel kalıntılarının öne çıkması turizmdeki<br />
yerini alması acısından; deltanın kenarında bulunan Bargilya<br />
Krallığı kalıntılarının Turizm Bakanlığını ilgisi ve koruması alanına<br />
girmesi de, bölgenin tahrip edilmesini önlemek acısından<br />
önemlidir. Boğaziçi’nin balıkçı köyü olduğunu; küçük teknelerin,<br />
balıkçıların balık ağlarını ayıklarken ortamın doğallığını<br />
yitirmeden korunmasına önem vermesini, Tuzla Boğaziçi<br />
Köyü’nün sabahları, koyun resmini denizin üzerinde yansımasını<br />
görme ayrıcalığına sahip olup; mekelerin, karabatakların,<br />
ördeklerin dalıp çıktığını, martıların denizin üzerinde uçuşunu<br />
Bargylia Tuz Gölü Filamingolar<br />
Bu doğa harikası deltanın korunması bizden sonraki nesillere<br />
de aktarılması gerekirken, avlanma ve deltada bilinçsizce yapılaşma<br />
olması tarihe ve doğal yaşama yapılmış zulümdür. Bu<br />
bölgenin doğal hali ile ve arka kısımlarının tarım alanı olarak<br />
kalması doğru olandır.<br />
Deltanın içinde inşa edilen kaçak yapıların atık sularının bu<br />
bölgeyi kirletmekte olduğunu, deltanın hemen kenarında balık<br />
ağları, tel örgüler, elektrik direkleri deltanın içerisinde betonla<br />
yürütülmüş su boruları deltanın yok olmasına, burada ki<br />
canlıların ölümüne sebep olmaktadır. Bütün bölge halkının ve<br />
özellikle gençlerimizin bu bölgeye sahip çıkmaları ve bölgeyi<br />
korumaya duyarlı olmasının bölge içi ileriki dönemde kazanç<br />
olacağını düşünmekteyiz. Bu bölgenin korunması ve tekrar<br />
hayat bulması acısından acil olarak yapılması gereken; uçan<br />
kuşlar hastanesi, rehabilitasyon hastanesi, yüzen kuluçka alanları,<br />
yıllık olarak deltanın kirlilik oranlarını ölçen kurum-kuruluşların<br />
destek vermesi ve turistik olarak da çevresinde patika<br />
yürüme-dinlenme alanları, gözetleme kuleleri kurulması önem<br />
arz edilmektedir.<br />
Kurucu Üyeler:<br />
• Şerafettin ELBİL<br />
• Yılmaz DURMUŞ<br />
• Burçak ÖLÇÜCÜ<br />
• Bilal BİLGE<br />
• Onur DURMUŞ<br />
• Oktay ÖZCAN<br />
izlemek bu köyün yaşam tarzıdır. Bu yaşamı ve bu doğal güzelliği<br />
bozmamalı ve görmezden gelmemeliyiz.<br />
Metruk Tuzlası Sulak Alan Koruma Bölgesi<br />
Tuzla Sulak Alanı 2001 yılında IBA (İmportant Bird Area) tarafından<br />
dünyaca önemli kuş alanı olarak belirlenmiştir. 2004<br />
Ulusal Sulak Alan Komisyonu tarafından koruma kapsamına<br />
alınarak yönetim planı yapılmıştır. Ramsar sözleşmesine aday<br />
Sulak Alan 380 Hektar alanı kapsar ve her yıl 3000 civarında<br />
flamingoya ev sahipliği yapmaktadır. Burada üreyen kuş türü<br />
74 | TGWL
118’dir. Her yıl bölgeye ziyaretçi kuşlarla birlikte 250’ye yakın<br />
kuş türü bulunmaktadır.<br />
Halep Çamı Tabiatı Koruma Alanına komşu, sulak alan<br />
havzası, Tuzla Sulak Alanı ve Güllük Dalyanı Alanından<br />
oluşmaktadır. 380 Hektar Tuzla Sulak Alanı ve 800 Hektar<br />
Güllük Dalyanı olmak üzere yaklaşık 1180 Hektarlık bir alanı<br />
kapsamaktadır. Tuzla ve Güllük 2001 yılında IBA (İmportant<br />
Bird Area) önemli kuş alanı olarak tanımlanmıştır. Tuzla Gölü<br />
ve Güllük Dalyanı hafif tuzlu ve acımsı suyu kuşların yaşamsal<br />
besin kaynağı olan balık, deniz yosunları ve küçük canlıları<br />
barındırır. Tuzla ve Güllük her yıl 2 bin flamingoya ev sahipliği<br />
yapmaktadır. Sürü halinde havalandıklarında pembe ve siyah<br />
kanatlarıyla gerçekten görülmeye değer bir manzara oluştururlar.<br />
Göçmen kuşlar, kuzeyde havanın soğuması ile birlikte; Ekim<br />
sonu, Kasım başı gibi ilk parti gelmeye başar. Aralık-Ocak-Şubat<br />
ayların da sayı maksimum seviyeye çıkar. Şubat sonu Mart<br />
başı gibi de tekrar kuzeye göç başlar. Tuzla ve Güllük Dalyanı,<br />
kuşların önemli konaklama ve beslenme alanlarındandır.<br />
Tuzla ve Güllük Sulak Alanı<br />
Alanı: 520 Hektar<br />
Sulak Alan Tipi : Doğal<br />
Bölgedeki kuşlar şu şekildedir; nadir kuşlardan Dalmaçyalı<br />
(45 adet) ve Beyaz Pelikan, Balık Kartalı, Gri Balıkçıl (230<br />
civarında), Kaz türleri Tuzlada görülebilir. Çamurlu sığ bölgelerde<br />
3000 dolayında ördek türleri, Karabay Martısı (300<br />
adet), İspinoz (50 adet), Büyük Akbalıkçıl (250 adet), Kılkuyruk<br />
(155 adet), Kaşık Gaga (500 adet), Fiyu (90 adet), Yağmurcunlular’a<br />
ve nadir türlerden Terek Düdükçünü’ne de burada<br />
rastlanılmaktadır.<br />
Gölü çevreleyen çeşitlilik, kuşlar için olduğu kadar diğer<br />
yabanıl hayvanlara da yaşam alanı sınmaktadır. Genellikle su<br />
kaplumbağası, çeşitli yılan türleri, yabanıl domuzu, porsuk,<br />
tilki, oklukirpi gibi türler birer birer yok olmakla birlikte hâlâ<br />
IBA rastlanabiliyor. Metruk Tuzlası ve Güllük Dalyanı Sulak<br />
Alanı besleyen yeraltı suları ile birbirini destekleyen bir çanak<br />
oluşmakta olup sulak alan tek bir ekosistem olarak düşünülmelidir.<br />
TGWL | 75
Barglia (Bargylia) Antik Kenti<br />
Bargylia, Milas /Güllük Körfezi’nin güneyinde<br />
evvelce Lasos Körfezi’ne açılan fakat bugün<br />
dolmuş olan dar ve derin bir koyun (Varvil)<br />
oluşturduğu küçük bir yarımadadaki tepecik<br />
üzerindedir.<br />
Bargilya sözcüğü, Prof. Bilge Umar’a göre<br />
M.Ö. 2000 de Luwi veya M.Ö. 1000’de Karia<br />
dilinden gelmiş “yüksekteki yer” anlamındadır,<br />
Byzantion’lu Stephanos, Bargylia’nın eski isminin<br />
“Andanos” olduğunu yazmaktadır. Ancak bu<br />
isim Hellen dilinde bir anlamı bulunmamaktadır.<br />
Antik çağlarda kent isimleri veya o kentin kahramanları<br />
mitolojik öykülere bağlantılıdır. Buna<br />
göre Bellerophon’un, kanatlı atının attığı bir çifte<br />
ile yakın arkadaşı Barglos ölmüştür. Buna çok<br />
üzülen Bellerophon’da arkadaşının anısına bu<br />
kenti kurmuştur. Bu nedenle de Bargylia sikkeleri<br />
üzerinde Pegasus tasvirlerine yer verilmiştir.<br />
Kentin ismini ilk kez M.Ö. V. yüzyılında Attika<br />
–Delos Deniz Birliğine ödenen vergi listelerinde<br />
rastlanmıştır. Büyük İskender’in Karia’yı ele<br />
geçirmesinden sonra kenti üs olarak kullanmıştır.<br />
M.Ö. III. yüzyılından sonra kent büyük<br />
gelişim göstermiştir. Bu dönemde kentin Artemis<br />
Kindyas tapınağına sahip olduğunu Strabon’dan<br />
öğreniyoruz. Hellenistik çağda da isimden söz<br />
ettirmiştir, Pergamon krallığının donanması da<br />
limanından yararlanmıştır. Bargylia Apameia barışından<br />
sonra Rodos’un egemenliğine girmişse<br />
de kısa bir süre sonra Roma’dan yana olmuştur.<br />
Bu dönemde kent sikke bastırmış tır. Hıristiyanlık<br />
devrindeyse bir piskoposluk merkezi konumundadır.<br />
76 | TGWL
TGWL | 77
Bargylia’da bilimsel bir kazı yapılmamıştır. Bu nedenle de<br />
kentle ilgili bildiklerimiz kısıtlıdır. Günümüzde İlk Çağ Surlarından<br />
bazı parçalar, mabet temelleri, kabartmalı bir sunak,<br />
tiyatro kalıntıları, küçük bir odeon, stoa kalıntısı, Roma çağı su<br />
kemerleri, Bizans dönemi suru ve nekropole ait bazı parçalar<br />
gelebilmiştir.<br />
Burada Artemis Kindyas’ın çok saygı gördüğü adına yapıldığı<br />
yazılan mabetten anlıyoruz. Alçak bir tepeciğim kuzeyindeki<br />
kalıntılarda Roma izleri açıkça görülmektedir. Kabartmalı<br />
sunak üzerine uzun elbiseli, elinde okuyla Artemis Kindyas,<br />
Lir çalan Apollon uzun pelerinle bir erkek tasvir edilmiştir. Bu<br />
olasılıkla bu erkek kente adını veren Bargylyos’dur.<br />
Tiyatronun güney duvar parçaları günümüze ulaşabilmiştir,<br />
Cavea’nın parçaları ise yerlerinden sökülerek başka yerlerde<br />
kullanılmıştır. Sir Charles Newton burasını gezerken Odeon’un<br />
oturma sıralarını görmüşse de günümüzde bunlardan da<br />
hiçbir iz kalmamıştır.<br />
Bargylia Kenti’nin lokalizasyonu, antik yazarlar tarafından<br />
gerçekleştirilmiştir. Strabon’un, verildiği bilgilere göre kent;<br />
Varvil Koyu, Gök Asar mevkiinde bulunmaktadır. Günümüzde,<br />
Gök Asar, Varvil Koyu’nda bulunan Bargylia Kenti, M.Ö. III.<br />
yüzyılda, sınırlarına dayanan deniz nedeni ile ticari anlamda<br />
ivme kazanmıştır.<br />
Kentin kuruluşu, efsanelere dayandırılmaktadır. Efsaneye<br />
göre; Kahraman Bellerophontes, Poseidon’un dölündendir.<br />
Kahramanın, tanrısal nitelikleri de, Poseidon’dan gelmektedir.<br />
Yiğidin kanatlı uçan atı, Pegasos Bargylia Kentinin kaderini<br />
belirlemiştir. Kahraman Bellerophontes’in, en yakın arkadaşı<br />
Bargylos’tur. Bir gün, Bargylos, kanatlı atın çifteleri ile ölünce,<br />
Bellerophontes, Karia’da kurduğu bu kente, arkadaşının anısına,<br />
Bargylia adını verir. Bu efsane kentin sikkelerinde karşımıza<br />
çıkmaktadır. Hekatomnidler Döneminde sürdürülen, Hellenleşme<br />
politikasının doğurduğu sonuçlar neticesinde, kent bir<br />
Yunan Kolonizasyonu’na dönüştürülmüştür.<br />
Artemis Kindyas kültü, Kindya kentinin Bargylia sınırlarına dahil<br />
edilmesi ile varlığını sürdürmüştür. Artemis’e ait tapınağının<br />
alanı, günümüzde, Kemikler Köyü sınırları içinde, bir tepede<br />
tespit edilmiştir. Bu alanda pek çok yapı parçası ve tanrıçaya<br />
adanan yazıt bulunmuştur.<br />
Yazıtlardan birinde, Artemis’in, bir kent tanrıçası olarak, halkını<br />
nasıl koruduğu anlatılmaktadır. Roma Döneminde, Pergamon<br />
Krallığı’nı, III. Attalos, Roma hâkimiyetine bırakır. Bu olay üzerine<br />
ayaklanan, Aristonikos Myndos’u ele geçirir. Bargylialılar<br />
ise, bu süreçte güçlerini, Romalılar tarafında kullanır. Aristonikos’un,<br />
Myndos’dan sonra ele geçireceği kent, Bargylia’dır.<br />
Bu sırada, korkuya kapılan halka, Artemis Kindyas’ın epifanisi<br />
ortaya çıkar. Bu olay yazıtta; ‘halkı belli bir düşmana karşı<br />
(Aristonikos), savaşta, kentimizi ve topraklarımızı, özerkliğimiz,<br />
yurdumuzun özgürlüğünü, bizi tehdit eden, birçok tehlikeden,<br />
Artemis Kindyas’ın epifanisi kurtardı’ yazmaktadır.<br />
Tanrıçanın tapınak alanı, Newton tarafından tespit edilmiştir.<br />
Tapınak Kemikler Köyü sınırları içinde, bir tepenin doruğunda<br />
bulunur. Tapınağın uzunluğu 30,5 metreyi bulmaktadır.<br />
Tapınakta bulunan kült heykelinin, açık bir alanda bulunmasına<br />
rağmen, üstüne yağmur ve kar damlalarının düşmediğine<br />
inanılırdı. Roma Dönemi’ne tarihlenen Korinth düzeninde ki<br />
tapınağın kim için yapıldığı bilinmemektedir.<br />
Tapınak alanı ile odeion arasında, dört tarafı, bezemeli bir<br />
78 | TGWL
sunak bulunmuştur. Günümüzde, ikiye ayrılmış olan sunak,<br />
Milas Müzesi, döküm kayıtlarında 1396 numaralı eser olarak,<br />
bahçede sergilemektedir. Sunağın ilk yüzünde; uzun bir peplos<br />
içinde Artemis Kindyas betimlenir. Tanrıça, sol elinde bir yay<br />
tutmakta, sağ eliyle de sadağından ok çıkarırken görülmektedir.<br />
İkinci kabartmada; elinde çelenk bulunan Apollon yer alır.<br />
Apollon ve Artemis’in kült ortaklığına göstermesi açısından<br />
önemli bir örnektir. Sunağın üçüncü yüzünde ise; yiğit Bargylos<br />
olduğu düşünülen bir pelerin içinde ayakta tasvir edilen, erkek<br />
figürü yer alır. Sunağın son yüzünde ise; bereket boynuzu<br />
taşıyan, bir dişi figür bulunmaktadır.<br />
Tapınak alanında bulunan yazıtlardan bir tanesi de, İmparatorluk<br />
döneminin başına tarihlenir. Doğu eyaletlerinde, eski<br />
Anadolu Tanrıları için uygulanan bir onurlandırma ile Artemis<br />
Kindyas ve Agustus tapınakları birleştirilmiştir. İmparatorluk<br />
kültü, insanların dil, din, ırk ayrılıklarına bakmaksızın imparatorluğa<br />
bağlılığı teşvik eden ve halkı bir arada tutmaya yönelik<br />
oluşturulmuş bir kurumdur. Roma döneminde, geniş coğrafyalara<br />
yayılmış halkaların bir arada kalarak, birlik ve beraberliği<br />
sağlayan bir devlet kurumudur. Artemis Kindyas gibi, tamamen<br />
yerel özelliklerle çevrelenmiş bir kültün imparatordan bağlarının<br />
kopmaması için birleştirilmiştir. Kentin kalıntıları arasında,<br />
Hellenistik ve Roma Dönemlerine ait yapılar, kuzeydeki tepede,<br />
Bizans Dönemi kalıntıları ise, güneydeki tepede yer alır.<br />
Kent suları:<br />
Antik kentin akropol ve nekropol alanları arasında, kentin<br />
surları yer alır. Günümüzde, halk arasında, Bozkale olarak<br />
adlandırılan surlar, yontulmuş, büyük kaya bloklarından elde<br />
edilmiştir. Duvar örgü tekniği olarak da, M.Ö IV. yüzyıla tarihlenmektedir.<br />
Akropol alanındaki üç basamaklı sunak:<br />
Kentin akropol alanı içinde yer alan üç basamaklı kuruluş,<br />
ana kayanın üzerine oyularak elde edilmiştir. Anadolu’da tanrı<br />
ve tanrıçalar için inşa edilen, dağ doruklarında ki tahtlar gibi<br />
planlanmıştır. Bu kuruluşunun, hemen önünde de üç adet<br />
dikdörtgen planlı oda bulunur. Duvarları, düzgün kesme taslarla<br />
örülü odaların, ne gibi bir fonksiyonu olduğu konusunda<br />
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.<br />
Su kemerleri:<br />
Kente su taşıyan kemerlerden, günümüze çok az kalıntı ulaşa<br />
bilmektir. Kemer kalıntıları, iki tepe arasında bulunmaktadır.<br />
Stoa:<br />
Odeonun güneydoğusunda iki zirve arasında kalan boğazda<br />
bir stoaya ait kalıntılar bulunur. Güneydoğu–kuzeybatı doğrultusunda<br />
ki yapı yaklaşık 15 metre uzunluğundadır. Stylobat<br />
üzerinde görülen anathyrosis izleri yıkılmış olan sütunların<br />
yerlerini göstermektedir.<br />
Nekropol alanı:<br />
Nekropol alanı doğudaki Bizans yapısından itibaren köye doğru<br />
devam eder. Bargylia kenti nekropol alanında, yüzeyde pek<br />
çok mezar buluntusu bulunmaktadır. Köyün girişinde yol ile<br />
deniz arasında ki az meyilli alanda dikkati çeken lahit mezarlar<br />
genellikle sade yapılmışlardır. Bu lahitlerden en iyi korunanı<br />
üzerinde yazıt yer alır. Lahit şimdi Milas müzesi bahçesine<br />
taşınmıştır. Üzerindeki kapak ise kendisine ait değildir.<br />
Bilindiği üzere medeniyetin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği<br />
yapmış Muğla İli, Milas İlçesi, Tuzla Gölü ve etrafında<br />
bulunan, Meşelik ve Boğaziçi Mahallelerinde gerek Roma ve<br />
Bizans dönemlerine ait gerekse Osmanlı Döneminden miras<br />
olarak kalan birçok tarihi eser mevcuttur. Söz konusu tarihi<br />
eserlerin bir kısmının bulunduğu alan Bargylia antik kenti<br />
olarak yer almakta ve etrafında daha birçok tarihi eser bulunmaktadır.<br />
Ancak ne yazık ki bugüne kadar yer altında kalan<br />
tarihi eserler gün yüzüne çıkartılmadığı gibi, söz konusu tarihi<br />
eserlerin korunması için hiçbir şey yapılmamış ve var olan<br />
tarihi eserler tahrip edilmiştir. Şöyle ki; milli park içerisin<br />
TGWL | 79
80 | TGWL
Bargilya Tuzla Boğaziçi<br />
TGWL | 81
deki kalan alanlara defineciler tarafından herhangi bir değer<br />
verilmediği ve korunmadığı gibi, zararda verilmektedir. Öyle ki<br />
tarihi eserler özel taşınmazların sınırlarında duvar yapımında<br />
kullanılmakta, parçalanmakta, pislik içinde bırakılmakta ve<br />
adeta yok olması sağlanmaktadır.<br />
Oysa ki tarihi sit milli tarihimiz açısından önemli olayların<br />
cereyan ettiği ve doğal yapısıyla birlikte korunması gereken<br />
alanlardır. Neredeyse bir tarihi kent olabilecek geniş bir alanda<br />
bulunan tüm tarihi eserler kederine terk edilmiş bir vazıyettedir.<br />
Büyük bir kısmı özel mülke konu olan alanlar, sahipleri<br />
tarafından satışa çıkartılmakta ve Tuzla Bargylia diye (İnternet<br />
ortamında) gidip girin antik yeri satılık olduğunu göreceksiniz.<br />
Sadece geçmişimizi değil ülkemizin geleceği de yok edilmekte<br />
milli mirasımız kaybolmaktadır.<br />
Sit alanı olan veya olmayan, tarihi ve kültürel değerlerini koruyan<br />
alanların daha imara açılmadan, inşaat yapılması gerek<br />
kanunlara ve gerekse ilgili yönetmeliklere aykırıdır. Devam etmekte<br />
olan tüm bu yıkım ve talana karşı mücadele edebilmek<br />
için tarafımızca Tuzla Bargylia Göçmen Kuşları Koruma Ve<br />
Rehabilitasyon Derneği oluşturulmuş ve bu zararların önlenebilmesi<br />
için her türlü mücadeleler verilmektedir. Ancak yeterli<br />
olmadığı ve olmayacağı da açıktır.<br />
Bu sebeplerle;<br />
1- Gerek kuşları ve doğasıyla ve gerekse tarihi eserleriyle<br />
istisnai bir alan olan Muğla İli, Milas İlçesi Tuzla- Boğaziçi-Meşelik<br />
Mahalli alanların ve dışındaki daha geniş alanlarda<br />
araştırma ve çalışma yapılarak korumaya alınması,<br />
2- Tarihi eserleri, bitki örtüsü, topografik yapıyı tahribata<br />
yönelik hiçbir inşai ve fiziki uygulamada bulunulmaması,<br />
3- Alanlara verilen zararlar için her türlü denetimin yapılmasını<br />
beklemekteyiz.<br />
82 | TGWL
Bilindiği üzere Tuzla Deltası, bölgesel ölçekte kuş çeşitliliğinin<br />
en zengin olarak temsil edildiği alanlardan birisidir.<br />
Türkiye’de bölge flamingo ve cılıbık kuşları ile ördek<br />
türlerine ev sahipliği yaptığı, nadir kuşlardan Dalmaçyalı,<br />
Beyaz Pelikan, Balık Kartalı, Gri Balıkçıl, Kaz Türleri<br />
gibi 250’ye yakın kuş türünün ve onbinlerce kuşun da<br />
temsil edildiği ve kesiştiği bir bölgede bulunması nedeni<br />
ile küresel ölçekte de oldukça önemli konumda olan bir<br />
alandır. Ancak söz konusu alan ve çevresinde öncelikle<br />
su boruları, elektrik direkleri ile müdahaleler yapılmış,<br />
teller ve duvar çevrilmiş, balıkçı ağları örülmüş ve alan<br />
kuşlar için doğal yaşam alanından çıkartılmaya başlamıştır.<br />
Bölgede avlanma yapılmakta, ağaçlar kesilmekte, her<br />
gün onlarca canlıya zarar verilmektedir. Alan içerisindeki,<br />
kritik türler, tehlike altında olan, endemik, dar yayılımlı<br />
ve yaşamlarının belirli dönemlerinde alana bağımlı olan<br />
türler ve bu kritik türlerin habitatlarında olan ilişkileri,<br />
yayılım sınırları, habitat kalitesi ve işlevi azalmıştır. Türlerin<br />
üreme alanı zarar görmüş ve her geçen gün tahribat<br />
artmakta ve tehlike çoğalmaktadır.<br />
Yavaş yavaş alanda gecekondu şeklinde binalar belirmeye<br />
başlamış ve moloz dâhil her türlü pisliğin atıldığı bir<br />
alana dönmeye başlamıştır. Su arkları genişletilmiş, göl<br />
etrafında çölleşmeye başlamıştır.<br />
Doğal sit alanı olarak belirlenen alan yetersiz iken hem<br />
sit alanlarına müdahale edilmekte hem de tüm çevreye<br />
zarar verilmektedir.<br />
Yine Muğla İli, Milas İlçesi, Meşelik Mahallesi, Halepçamı-Sırtlandağ<br />
bölgesi olarak geçen alanda da çevreye<br />
zarar verilmekte ve doğa katledilmektedir. Bilindiği üzere<br />
söz konusu ağaç türü Türkiye’de sadece Artvin, Fetiye<br />
ve Milas olmak üzere üç yerde mevcut olup, nadide bir<br />
türdür.<br />
Doğal yapısı az değişmiş, modern yaşam ve önemli<br />
ölçüde insan faaliyetleri tarafından etkilenmiş, doğal süreçlerin<br />
hakim olduğu, koruma amaçlarına uygun olarak<br />
yörede yaşayanların alanın mevcut kaynaklarını kullanmasını<br />
sağlayarak doğal hayata dayalı geleneksel yaşam<br />
şekillerinin korunması gerektiği bu alanlarda etrafında<br />
inşaat yapılmaya başlamış ve tarımsal niteliği korunacak<br />
olan alanlar satışa sunulmaya başlamış ve doğanın<br />
dengesi ve sit alanları hızla bozulmaktadır.<br />
Gerek kuşlar gerekse yaşayan tüm canlıların korunması<br />
için tarafımızca bir Tuzla Bargilya Göçmen Kuşları<br />
Koruma ve Rehabilitasyon Derneği oluşturulmuş ve bu<br />
zararların önlenmesi için her türlü mücadele verilmektedir.<br />
Ancak yeterli olmadığı ve olmayacağı da açıktır.<br />
Bu sebeplerle:<br />
1- Tuzla Bölgesindeki kuş türlerini ve yaşamlarını<br />
devam ettirebilmek için yeni ve daha geniş bir saha çalışması,<br />
yapılması, gözetleme alanları oluşturulması,<br />
2- Gerek Tuzla Bölgesi ve gerekse Halepçamı-Sırtlandağı<br />
Bölgesinde, yapılarından kaynaklanan, oldukça<br />
zengin bir canlı türlerin yaşam alanları çeşitliliğine de<br />
sahip olan bu alanın ve çevresinin bir bütün olarak irdelenmesi,<br />
alan sınırlarını, kritik türlerin yayılım sınırları da<br />
dikkate alınarak ve çevresel faktör göz önünde bulundurulmalıdır.<br />
TGWL | 83
KÖPEĞİM VE BEN<br />
Oxford Üniversitesi arkeoloji bölümü biyoloğu Dr. Greger LARSON, “En azından<br />
15.000 yıldan bu yana köpeklerin kendi aralarında rastgele, kurtlarla çiftleşmeleri<br />
ve 19. yy’da Avrupa’ da başlayan yeni köpek ırkı üretme çılgınlığı,ki bu sayede<br />
bugün bildiğimiz çoğu ırk üretildi, sayesinde köpeklerin gen havuzu çorbaya<br />
dönmüş durumda.”<br />
Nusret Tanık<br />
84 | TGWL
TGWL | 85
“Dog Language”<br />
An Encyclopedia Of CanineBehaviour<br />
Robert ABRANTES<br />
Yapılan bazı araştırmalar köpeklerle insanların arasındaki<br />
dostluğun 15.000 yıl önce başladığını belirtiyor.<br />
Buna karşın bazı biyologlar, buluntulardan çıkarılan<br />
DNA örneklerine, kafatası incelemelerine dayanarak<br />
bu dostluğu 30.000 yıl öncesine kadar götürüyor.<br />
Oxford Üniversitesi arkeoloji bölümü biyoloğu Dr. Greger<br />
LARSON, “En azından 15.000 yıldan bu yana köpeklerin kendi<br />
aralarında rastgele, kurtlarla çiftleşmeleri ve 19. yy’da Avrupa’<br />
da başlayan yeni köpek ırkı üretme çılgınlığı,ki bu sayede<br />
bugün bildiğimiz çoğu ırk üretildi, sayesinde köpeklerin gen<br />
havuzu çorbaya dönmüş durumda.”<br />
(The Big Search to Find Out Where Dogs Come From The<br />
New York TimesBy JAMES GORMANJAN. 18, 2016)<br />
Yani henüz köpeklerin kurtlardan geldiğine dair kesin bir bilgiye<br />
sahip değiliz. Dr. Larson’ un yaptığı çalışmanın neticesi merakla<br />
bekleniyor.<br />
Aslında çok basitçe açıklanabilecek bir konu. Köpeklerin evcilleşmesi<br />
insanlarla arasındaki çıkar ilişkisine dayanır. Köpekler<br />
tabiatları gereği faydacı yaratıklardır. Av esnasında insana<br />
yardım etmeleri, geceleri vahşi hayvanları insanların yaşam<br />
alanlarında uzak tutmaları atalarımızı memnun etmiş olacak ki,<br />
onlar da bu davranışların karşılığında yemek vererek aradaki<br />
bağı pekiştirmişler. Bu dostluk uzun yıllardır sürmektedir. İnsanların<br />
gelişen ihtiyaçları köpeklerden beklentilerini de yükseltmiş,<br />
kullanım alanlarını genişletmiştir.<br />
Köpeklerin vücut dili, onları anlamamız için ipucu verir. Bir<br />
köpek korkuyor mu, agresif mi, agresif ise kaynağı dominantlık<br />
mı, bir nesneyi korumak mı yoksa korku mu? İşte bunların<br />
hepsini köpeğimizi gözlemleyerek anlayabiliriz.<br />
Dominant agresif bir köpeğin kulakları ve kuyruğu dik, üst<br />
dudaklarını kaldırdığında ağzı “C” şeklinde açık durur. Doz arttıkça<br />
göz bebekleri küçülür. Direkt göz teması kurar. Dominant<br />
agresif köpek geri adım atmaz.<br />
Korku kaynaklı agresiflikte köpeğin kulakları başın arkasına<br />
doğru yatık, kuyruk bacaklarının arasında ve üst dudakları<br />
kalmış halde ağzı “V” şeklindedir. Köpek korktuğu uyarıcıdan<br />
uzaklaşınca eski haline geri döner.<br />
Koku, en önemli duyu..!<br />
Köpeklerin koku alma yetenekleri insanlara göre çok gelişmiştir.<br />
Bir insanda 5 milyon koku reseptörü varken Bloodhound cinsi<br />
köpeklerde bu sayı 300 milyona yaklaşmaktadır. Koku duyusu<br />
böyle gelişmiş olunca köpeklerin koku üzerine çalışma alanları<br />
genişlemiştir.<br />
Her renk boya kokusunun farklı olması köpeğin, bir yere gizlenmiş<br />
olan banknotu bulmasına yardımcı olur. Pil kokusu cep telefonu<br />
bulmaya yarar. Günümüzde bazı tıp kurumlarında yapılan<br />
çalışmalar köpeklerin kanseri koku yoluyla bulup bulamayacağı<br />
86 | TGWL
üzerine çalışmaktadır.<br />
Peki bir köpek kayıp birini onu hiç tanımadan nasıl bulabilir?<br />
İnsanlar yürürken üzerlerinden kıl, saç, deri gibi bazı parçacıklar<br />
dökerler. Ayrıca tenimizden, terimizden oluşan koku molekülleri<br />
ağır oldukları için yere çökerler. Kayıp insanın kaybolduğu<br />
noktaya getirilen köpek yere çökmüş en taze kokuları takip<br />
etmeye başlar. Onun kafasında kayıp insanı bulmak yerine<br />
alacağı ödül vardır.<br />
Koku takip köpekleri, diğer iş köpekleri gibi, top gibi bir<br />
oyuncağa tutkuyla bağlanırlar. Aslında kaybolmuş oyuncaklarını<br />
ararlar. Toplarını ararken bizim aramasını istediğimiz<br />
nesneyi bulur. İş köpekleri oyuncaklarına o kadar bağlıdırlar ki<br />
çevreden gelen uyarıcılara aldırış etmezler. Eğitimleri esnasında,<br />
işlerini yaparken dikkatini dağıtacak bir sürü senaryodan<br />
geçerler. Arama yaptıkları yerde mangal yakılması, yüksekli<br />
müzik, lunapark, elektrik süpürgesinin çalışması gibi örnekleri<br />
sıralayabiliriz.<br />
EVE GELİŞ<br />
Köpek sahiplenmeden önce mutlaka konusunda yeterli bilgi ve<br />
deneyime sahip birine danışmanın gerekli olduğuna inanıyorum.<br />
Bir kişi veya aile benden bu konuda tavsiye istediğinde,<br />
köpekli hayatın nasıl olacağını akıllarında somutlaştırmak için<br />
bu birlikteliğin bir projeksiyonunu yaparım.<br />
Köpek bir oyuncak değil biyolojik ve psikolojik bir canlıdır.<br />
Demek ki biyolojik ihtiyaçlarının yanında psikolojik ihtiyaçları<br />
da vardır. Yaşam döngüsünü ortalama 15 yıl olarak alırsak,<br />
normal şartlar altında, köpeğimizin bizden önce bizi terk<br />
edeceğini baştan kabul etmemiz gerekir. Bu süre zarfında sakat<br />
kalabilir, bakıma muhtaç olabilir. Bu süreçte onun yanında<br />
“The Dog’s Mind”<br />
Understanding Your Dog’s Behavior<br />
BruceFOGLE, D.V.M.,M.R.C.V.S.<br />
“Dog Language”<br />
An Encyclopedia Of CanineBehaviour<br />
Robert ABRANTES<br />
olmayı baştan kabul etmeliyiz.<br />
Köpek yavrusu gözleri ve kulakları kapalı doğar. Sırasıyla gözler<br />
sonra da kulaklar açılır. Bacaklarını gövdesine çekebildiğini<br />
fark eden yavru artık ayaklanmıştır ve içine doğduğu dünyayı<br />
keşfetmeye başlar. Seslere karşı ilgi artar. Nesneleri kokusuyla,<br />
ağız yoluyla tanımaya başlar. Diş değiştirme vakti geldiğinde,<br />
kaşınan diş etleri yavrunun nesneleri ağzıyla gevelemesini, kemirmesini<br />
teşvik eder. Koltuk köşeleri, masa ayakları, ayakkabılar<br />
ve daha sayamadığım birçok nesne hedef haline gelir.<br />
Yavru tuvalet alışkanlığını henüz oturtmamışsa evi, büyük bir<br />
tuvalet alanı olarak kabul edecektir. Bize göre kabul edilemeyecek<br />
bu olay onun köpek dünyasında ise çok normaldir. Konforumuzu<br />
etkileyen bu olaylar yavruya karşı toleransımız aşağıya<br />
çekebilir. İşte zorlu süreç. Tolerans düşünce ses sertleşmeye<br />
başlar ve devamını herkes kendisi söylesin. Oysa ki yavru daha<br />
4-5 aydır dünyada nefes almaktadır. Ne Türkçe bilir ne de insanların<br />
dünyasını tanır. Gerçekte, bazen kabul etmekte zorluk<br />
yaşarız ama, o bir hayvandır ve köpektir. İhtiyaçları, düşünceleri<br />
bizlerinkinden çok farklıdır.<br />
Gelişimin 2. Evresi olan 3-7. Haftalar artık limitleri, sınırları<br />
öğrenme, sınırlı ortamında farklı nesnelerle sosyalleşme<br />
vaktidir. Tek başına keşfedemeyeceği kadar büyük bir dünya<br />
sunmak yavrunun kafasında karışıklığa yol açar. Köpekler yol<br />
gösterilmesini severler ve isterler.Böylece kendilerini daha rahat<br />
hissederler.<br />
Bir piramit düşünelim. Piramidin en tepesinde lider köpek yer<br />
alır. Liderin altındaki grup hem lider olmak ister hem de lider<br />
olmak istemez. Piramidin altında vasıfsızlar grubu yer alır.<br />
Liderlik stresli bir iştir. Sürüye yemek, su, barınılacak güvenli yer<br />
bulmak liderin işidir. Bir yere göç edilecekse yeni yeri bulmak,<br />
kendi grubunu korumak hep liderin işidir. Burada bize düşen<br />
yavruya bir liderinin olduğu ve ona güvenmesi gerektiğini<br />
aktarabilmektir.<br />
TGWL | 87
Yavrular annelerinden ayrılana kadar<br />
geçen süreçte kendi aralarında hiyerarşilerini<br />
oturtmaya çalışırlar. Kendi aralarında<br />
oynadıkları oyunlar hırlamalı, ısırıklı,<br />
kavgalı da olabilir. Isırığının ne kadar acı<br />
verdiğini diğer yavrunun verdiği reaksiyonlardan<br />
öğrenir.<br />
Yavruların bir kısmı hareketli iken bir<br />
kısmı daha sakin ve teslimiyetçidir. Seçim<br />
zamanı bu özelliklere çok dikkat etmeli,<br />
hayat tarzımıza en uygun yavruyu<br />
seçmeliyiz. Hareketli yavrular çevrelerine<br />
daha ilgilidir. Doğru olan, onun bizi değil<br />
bizim onu seçmemizdir. Amaç birlikte bir<br />
hayat geçirmekse yapacağımız seçim onu<br />
mümkün olduğu kadar, ama konforumuzu<br />
etkilemeden, hayatımızın içine<br />
katmaktır.<br />
TUVALET<br />
ALIŞKANLIĞI / EĞİTİMİ<br />
Yavruya tuvalet alışkanlığını nasıl kazandırıyorum?<br />
Köpekler 4 aylıktan itibaren ay<br />
kadar saat çişlerini tutar. 4 aylık 4 saat,<br />
5 aylık 5 saat, 6 aylık 6 saat. Önce bir<br />
taşıma kutusu (box, crate) edinmemiz<br />
gerekir. Ne kadar büyük olması gerektiği<br />
köpeğin boyutuyla ilgilidir. Taşıma kutusunu<br />
seçerken yavrunun sırtının kutunun<br />
tavanına değmeyecek şekilde ve rahatlıkla<br />
dönebilecek büyüklükte olmasına<br />
dikkat etmeliyiz.<br />
Köpekler yattıkları yere, çok mecbur<br />
kalmadıkça, tuvaletlerini yapmaz.<br />
Yavru taşıma kutusunda rahatça vakit<br />
geçirebilecek seviyeye gelmelidir. Bunun<br />
için ilk adım yavrunun oyun oynamış,<br />
yorulmuş, kutuya girer girmez uyuyacak<br />
durumda olmasıdır. Yani kutunun ceza<br />
yeri değil kendini güvende hissedip, yatıp<br />
uyuyacağı bir yer olduğunu anlamalıdır.<br />
Yavrular gelişme dönemlerinde günlerinin<br />
çoğunluğunu uyuyarak geçirirler.<br />
Çalışmaya başlayabiliriz. Ne demiştik<br />
4 ay 4 saat. O zaman her 4 saatte bir<br />
yavruyu tuvaletini yapmasını istediğimiz<br />
yere çıkarmalıyız. Tuvalet, oyun, mama.<br />
Yorulunca tekrar kutuya. Kutu hiçbir zaman<br />
ceza alanı değildir. Aksine bir daha<br />
çıkabilmesi için girmesi gereken bir yerdir.<br />
Bu rutini takip edersek kısa sürede tuvalet<br />
alışkanlığı oturur. Dikkat etmemiz gereken<br />
yavrunun kutunun içine yorgun girecek<br />
olmasıdır.<br />
Yavrular uyandıktan , yemek yedikten ,<br />
oyun oynadıktan ve yıkandıktan sonra<br />
tuvaletleri yapar.<br />
BESLENME<br />
Gelişim çağındaki köpekler, protein ve<br />
yağ oranı ihtiyaçlarına göre dengelenmiş<br />
mamalarla beslenmelidir. Ben, beslemede<br />
kuru mamayı tercih ediyorum. Kuru<br />
mamayı alırken ilk 3 içerik benim için<br />
çok önemlidir. Protein kaynağı olarak ne<br />
kullanılmış. Protein kaynağının soyadan<br />
olmamasına dikkat ederim.İmkan<br />
ölçüsünde satın alınacak kaliteli bir kuru<br />
mama, içinde, köpeğin ihtiyacı olan<br />
vitamin, mineralleri de barındırdığı için<br />
başka takviyeye gerek kalmaz. Miktarı<br />
az gibi görünse de kuru mama midede<br />
şişeceği için tokluk hissi verir. Mamada<br />
yapacağımız yatırım ileri vadede olası<br />
bazı hastalıkları da engelleyecektir.<br />
Pişmiş kemik kırıldığında kıymıklanma<br />
yapar. Sindirim ağızdan başlayıp kalın<br />
barsakta son bulur. Kırılmış bir kemik<br />
parçasının kıymığının bütün bu yolu geçerken<br />
bir yere takılması sürpriz olmasa<br />
gerek.<br />
Köpeğimizin aşılarını aksatmayalım.<br />
Veterinerimizin bakım ve beslenme için<br />
yaptığı uyarılara dikkat edelim.<br />
Umarım az da olsa merak ettiğiniz konuları<br />
aydınlatabilmişimdir. Köpeğimizle<br />
mutlu bir yaşam, konforumuzu etkilemeden<br />
onu mümkün olduğu kadar hayatımızın<br />
içe katmaktan geçer.<br />
Hoşçakalın...<br />
88 | TGWL
TGWL | 89
90 | TGWL<br />
Ferhan Coşkun
Sen<br />
“Bir Dünya Keşfet”<br />
Diye<br />
''Ne kadar da geç kalmışım'' diye düşünmüştüm,<br />
ilk batık dalışımı yaptığımda.<br />
Neredeyse yedi yıl evvel ilk yıldızımı<br />
aldığım dalışlar sırasında. Neyse ki yaşadığım<br />
sevinç, pişmanlığımı örtecek kadar<br />
büyüktü. Bana bu muhteşem dünyayı<br />
tanıtan eğitmenler yanımdaydı. Şaşkınlığıma<br />
regülatör altından güldüler mi bilmem<br />
ama gözlerde bir gülümseyişi hep hissettim.<br />
Belli ki bu gönüllü çaba paylaşıldıkça<br />
artan bir ''mutluluk'' yaratıyordu...<br />
Dalış eğitmenliği tarif edilmez bir aşk<br />
olmalı. Ciddi ve meşakkatli bir eğitim<br />
sonunda edinilen bu bröve, verdikleri gönüllü<br />
eğitimlerde öğrencilere hep gülen<br />
bir yüz, bitmez bir sabır olarak dönüyor.<br />
Biz de biraz olsun bu aşkın nasıl geliştiğini<br />
anlamak için hocalarımız Hagop<br />
Bahadırlıoğlu ve Giray Pultar ile küçük bir<br />
söyleşi yaptık.<br />
TGWL | 91
Sevgili Hagop Bahadıroğlu, scubaya<br />
başlamadan önce de denize ilginiz var mıydı?<br />
Çocukluğumuzda ağabeyim hep arabalarla oynardı. Oysa<br />
benim hiçbir zaman oyuncak arabalara düşkünlüğüm olmadı.<br />
Ben hep teknelerle oynamayı severdim. Denize olan aşkım çocukluktan<br />
diyebiliriz. Onlu yaşlarımda kendinden şnorkeli olan bir<br />
maskem vardı. Büyük bir heyecanla, sürekli su altını seyrederdim.<br />
Bu çok hoşuma giderdi. Babama hep bir tekne alalım derdim.<br />
Büyüdüğümde de çocukluk düşlerimden hiç vazgeçmedim. Bunu,<br />
hayatımın dört ayrı zaman diliminde dört ayrı teknem olmasından<br />
anlayabiliriz. Tabii bu süre boyunca hiç arabam olmadı...<br />
deneme dalışı yapmak istemişti. Scuba ekipmanı üzerindeydi ve<br />
gerekli bilgileri öncesinde kendisine vermiştik. Su yüzeyinde adaptasyon<br />
yaptık. Tam ''ok'' verip onu daldırmayı düşünürken kendisi<br />
birden kafasını suyun üzerine çıkartıp ''ööööfff konsantrasyonumu<br />
bozuyorsun'' diye hayıflanmıştı. Ben mi eğitmenim o mu, bir an<br />
şaşkınlıktan kala kalmıştım...<br />
Eğitmenlik brövesi aldığınız<br />
ilk gün neler hissettiniz?<br />
Aktif balık adamlar çok köklü bir dernek. Denizi ve dalışı sevdirmek<br />
için gönüllü eğitmenlerimiz bize yol göstermişti. Fakat daha<br />
çok insan dalış yapmak istiyor ve eğitmenlerin üzerindeki yük gittikçe<br />
artıyordu. İlk zamanlar eğitmen olmak aklımdan geçmemişti<br />
tabii. Ben daha çok dalışın keyfini çıkarmak istiyordum. Fakat<br />
Hagop Bahadıroğlu<br />
Aktif Balık Adamlar ailesi büyüdükçe sorumluluğu paylaşmam<br />
gerektiğini hissettim. Yani aslında eğitmen brövesini zorunluluktan<br />
aldığım söylenebilir. Aktif Balık Adamlar spor kulübünün bilgi<br />
yüklü bir dernek olmasını ve bunu paylaşmasını çok istiyordum.<br />
Halen, yola çıktığımız bu amaç için gayret sarf ettiğimizi söyleyebilirim.<br />
Verdiğiniz ilk eğitimi hatırlıyor musunuz?<br />
En ilginç deneyiminiz hangisiydi?<br />
Brövemi alalı on dört yıl oluyor. Verdiğim ilk eğitimi unutmuşum<br />
ne yazık ki. Fakat bir çok dost ve anı biriktirdim. Anılarımdan<br />
biri çok ilginç. Bir bayan arkadaşımız Yassıada gezimizde ilk kez<br />
Bir gün bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Kendisi aynı zamanda<br />
öğrencimdi de. Bana Antalya Kaş'ta yaptığı bir dalışı anlatmıştı.<br />
Orada tek başına bir tekneye gitmiş. Dalmak istediğini söylemiş.<br />
Teknedeki arkadaşlar da ona bir ''buddy'' vermişler. Her ikisi de<br />
CMAS iki yıldızlı dalgıç. Efendim çok güzel bir dalış yapmışlar beraber.<br />
Sanki birlikte elli dalış yapmışlar gibi uyumlular. Dalış tarzı<br />
olsun canlılara yaklaşım açısından olsun süper bir dalış olmuş.<br />
Tekneye çıkılmış tabii sohbet başlamış. Dalışta gördüklerini birbirlerine<br />
anlattıktan sonra “Sen hangi kulüptensin, hocan kim?”<br />
92 | TGWL
hareketler olacaktır. Bundan dolayı kulübümüzde, yaptığımız<br />
tüm dalışların sonunda, pratik su altı eğitim çalışmalarından bir<br />
tanesini eğitim tekrarı olarak gerçekleştiririz.<br />
Dalışlarda sıklıkla yaptığımız eğitimlerin yanında, kulüpte gerçekleştirdiğimiz<br />
teorik eğitimlere dalıcı arkadaşlarımızın tekrar tekrar<br />
katılımları, kulüpte ve gezilerde gerçekleşen sohbetler sırasında<br />
paylaşılan dalış deneyimleri, kulüp olarak güvenli dalışlar yapmamızı<br />
sağlayan önemli unsurlardır.<br />
Dalış eğitiminde yeni yaklaşımları sürekli takip edip kendini<br />
güncelleyen bir eğitmen Giray Pultar. Son zamanda üzerinde<br />
durduğunuz en dikkat çekici gelişmelerden bahseder misiniz?<br />
Dalış kazalarında toplanan istatistiklere dayalı olarak dalış sistemlerinde<br />
ve eğitimlerde değişiklikler yapılmaya başlandı.<br />
Daha önceleri genel bir dalış eğitimi almış dalgıçıların çok çeşitli<br />
dalışları yapabilecekleri düşünülürken, artık eğitim sistemlerinde<br />
dalış çeşidine göre uzmanlık eğitimleri alınması ön plana çıkmaya<br />
başladı. Artık, gece dalışı, derin dalış, kovuk dalışı gibi uzmanlık<br />
eğitimlerinin yanında suyun altında olmayan ancak dalış ile ilgili<br />
ilk yardım, oksijen kullanımı gibi uzmanlık eğitimlerine önem<br />
veriliyor.<br />
Aktif Balık Adamlar spor kulübünde hem deneyimlerini aktararak<br />
olası senaryoları önümüze koyan değerli hocalarımız, hem de<br />
günceli takip ederek gelişmelerden kopmamızı engelleyen araştırmacı<br />
eğitmenler arasındayız.<br />
diye sorduğunda ''Aktif Balık Adamlar, Hagop Hoca'' cevabıyla<br />
muhabbet derinleşmiş. Meğerse her iki dalgıç da değişik zamanlarda<br />
kulübe üye olmuş öğrencilerim. Kulüpte karşılaşmasalar da<br />
Kaş'ta bir teknede tesadüf etmişlerdi.<br />
Tanınmış bir eğitmen olarak bir çok eğitmenin bröve almasında<br />
katkınız oldu. Aklınıza<br />
yetiştirdiğiniz eğitmenler geldiğinde<br />
hissettiklerinizden bahseder misiniz?<br />
Dalış eğitmenliğim sırasında ve hatta öncesinde bile yegane<br />
amacım hep bilgi paylaşımıydı. Bu sporla ilgilenirken evet, dediğiniz<br />
gibi bir çok arkadaşımızın eğitmen olmasına etkim oldu.<br />
Onlarında içlerinde yaşattıkları araştırmacı ruhun hem kendilerine<br />
hem de bana öğrettiği çok şey var. Bu gün, görüyorum ki çok iyi<br />
eğitmenler yetiştirdik kulübümüzde. Şu anda da yetişmeye devam<br />
ediyor. O eğitmen ve asistan arkadaşları görünce derneğim ve<br />
camiamı çok güçlü hissediyorum. Tabii gururlanıyorum da. Hele<br />
bir eğitmen beni ‘’hocam’’ diye başkalarına tanıttığında, ne yalan<br />
söyleyeyim koltuklarım fena kabarıyor...<br />
Birinden biri olmaz ise her zaman eksik kalacak bir spor dalı<br />
scuba. Bu iki sağlam sütun üzerine inşa ettiğimiz dalış eğitimleri<br />
yeni başlayan kursiyerler için hem güven duygusu hem de yüksek<br />
kalitede eğitim sunuyor.<br />
Yaptığımız sporun hep keyifli yanları sohbetlerimizin konusu olsa<br />
da ara eğitimlerle sürekli olarak yeteneklerimizi ve bilincimizi dinç<br />
tutuyoruz. Klup başkanımız ve değerli eğitmen Ümit Okaymirza’nın<br />
dediği gibi ‘’önce iş güvenliği’’...<br />
Bir sonraki yazımızda su altında fotoğraf konusu üzerinde durma<br />
arzusundayız. 10 - 17 Eylül tarihleri arasında Bodrum’da gerçekleşecek<br />
kalabalık dalış gezimizin sonunda objektiflere takılanlarla<br />
karşınızdayız. Gerek geniş açı gerek makro fotoğraflarla,<br />
endemik canlılığı da sunmaya çalışacağız. Bize ayrılan sayfalarda,<br />
ödüllü fotoğrafçımız Ferhan Coşkun ve Hanife Küçükler’in de<br />
sesleri olacak.<br />
Mutlu ve güvenli dalışlar sevgili deniz dostları...<br />
Kulübümüzün genç eğitmenlerinden Giray<br />
Pultar ile söyleşimize devam edelim. Sevgili<br />
Giray, dalış güvenliği için nasıl bir eğitim<br />
öngörülüyor. Konuya ilgi duyan okurlara<br />
kısaca bilgi verebilir misin?<br />
Suya girmeden önce alınan teorik eğitimin dalış güvenliği açısından<br />
çok büyük önemi var. Teorik eğitim sırasında başımıza gelecek<br />
olaylara karşı nasıl korunabileceğimizi, başımıza geldiğinde<br />
de nasıl davranacağımızı öğreniriz. Vurgun, derinlik sarhoşluğu,<br />
hipoksi gibi sorunların oluşmaması için kurgulanmış dalış kuralların<br />
mantığını öğreniriz teorik dalış eğitiminde.<br />
Pratik dalış eğitimlerinde ise dalışlarımızın güvenli olması için<br />
yapacaklarımızı bizzat uygular, olası problemlere karşı yapmamız<br />
gereken hareketlerin tekrarını gerçekleştiririz. Acil durumda<br />
aklımıza ilk gelecek hareketler, tekrar tekrar pratiğini yaptığımız<br />
TGWL | 93
Süslü Kadınlar<br />
Türkiye’yi Dolaşıyor<br />
94 | TGWL
TGWL | 95
1- Sevgili Sema, istersen ilk önce seni tanıyalım,<br />
Sema, nam-ı değer Sema Gür Uçuşan Teker kimdir?<br />
Merhaba.Ben 1973 yılında Bandırma’da doğdum.20 yıldır<br />
İzmir Amerikan Koleji’nde tarih öğretmeniyim. Uzun yıllar salon<br />
danslarıyla ilgilendim. Şarkıcılık da yaptım. 4 yıldır da aktif<br />
olarak bisiklet kullanıcısı ve aktivistiyim.<br />
2- Bu Uçuşan Teker de neyin nesi kuzum!..<br />
Kendi kendime taktığım bir lakap.Ben bisiklete yaklaşık 38-39<br />
yaşlarımda başladım.Hayatımda 3 tekerlekli bisikletler dışında<br />
hiç bisiklet olmadı.Bisiklete binmeyi öğrenince de hemen<br />
gruplarla sürüşlere başladım. Bisiklet grupları çok kalabalıktı<br />
ve ben dengede durmakta bile zorlanıyordum. Diğer bisikletçilerin<br />
beni farketmesi için kaskıma kocaman bir tüy taktım ve<br />
bana yaklaşmamaları konusunda uyardım.Uzaktan kafasında<br />
tüy olan ve uçuşan bir teker olarak görünüyordum. Sosyal<br />
medyada da bu lakap insanların dikkatini çekti. Nereden<br />
bilebilirlerdi ki “uçuşan teker”in bisiklete binmeyi yeni öğrenen<br />
ve savrulan bir kadından çıktığını<br />
3- Süslü Kadınlar nasıl başladı?<br />
Neden Süslü Kadınlar, neden bisiklet?<br />
Ben bisiklete binmeyi geç öğrendim. İlk başladığım zamanlarda<br />
bana yardımcı olan yakın arkadaşlarım olmasaydı cesaret<br />
edip de bisikletimle yollara çıkamazdım. Ben de İzmir kadınlarına<br />
cesaret vermek istedim. Çevremde 38 yaşımdan sonra<br />
nasıl cesaret edip de turlara gittiğimi, bu yaştan sonra nasıl<br />
uzun turlara gittiğimi soran çok kadın oldu. Çoğu insandan<br />
duyduğum ise, bisikletlerinin balkonda, bodrumda çürümüş<br />
olduğuydu... Beni cesaretlendiren arkadaşlarım vardı, o zaman<br />
evlerinden bisikletlerini çıkarıp kadınları yollara dökecek<br />
bir şey yapmam gerektiğini düşündüm. Bisiklete binmeyi az<br />
bilen kadınlar da varolan turların erkek egemen tavrından<br />
yakınıyordu. Onları cesaretlendirecek bir hareket yapabileceğimi<br />
düşündüm.<br />
Başlangıçta derin bir felsefe ile başlamadım aslında.Ufak bir<br />
dokunuş olur diye düşündüm. Süslü kelimesi aslında bir duruş.<br />
Türkiye’de kadın olmak çok zor. Çünkü açık ya da üstü kapalı,<br />
bir şekilde sizin nasıl davranmanız,ne giymeniz gerektiğine<br />
toplumsal baskı karar veriyor. Süslü olmak aslında “Sana ne<br />
istediğim gibi bisiklete binerim” demek.Yani amacımız dikkat<br />
çekmek.<br />
4- Süslü kadınlar Türkiye’de, hatta dünyada<br />
neyi değiştirmek istiyorlar? Protesto ettikleri nedir?<br />
Erkek egemen dünyaya karşı, “Biz varız,istediğimiz gibi,istediğimiz<br />
zaman yollarda oluruz” mesajı vermek istiyoruz. Farkındalık<br />
yaratmaya çalışıyoruz. Otomobillerden boğulan insanlara<br />
alternatif bir ulaşım aracı gösteriyoruz. Bisiklete binen<br />
kadınları çoğaltmaya çalışıyoruz. Çok olursak bisiklet yolla-<br />
96 | TGWL
ının artacağına inanıyoruz. Türkiye’de kadının dik duruşunu<br />
göstermek istiyoruz.<br />
5- İlk başlarken kaç kişiydiniz, şu an kaç kişisiniz?<br />
Diğer şehirlerden de size katılanlar oldu mu?<br />
İlk turu 22 Eylül 2013 Pazar, ikincisi 21 Eylül 2014’te üçüncüsünü<br />
20 Eylül 2015’te yaptık. Bu yıl da 25 Eylül 2016 Pazar<br />
günü yapacağız. Etkinliklerimizi sosyal medya üzerinden duyuruyoruz.İlk<br />
yıl tura yaklaşık 250 kişi geldi.İkinci yıl 500, geçen<br />
yıl da yaklaşık 1000 kişi geldi.Sayımız giderek arttı.Turu fark<br />
eden 20 şehir,turu yapma kararı aldı. Büyüdüğümüz için kar<br />
amacı güdülmemesi amacıyla turun tüm haklarını satın aldım.<br />
Bir çok şehirde gönüllü bisikletçi kadınlarla işbirliği içindeyiz<br />
şimdi...<br />
6- Sana göre iyi bir “Süslü Kadın” nasıl olmalıdır?<br />
Ha haa evet artık böyle bir kavram oluştu değil mi? Ne tuhaf,<br />
ben süslü biri değilim. Ama olabilirim de bu sadece beni<br />
ilgilendirir. Kafamızdaki kalıplardan sıyrılmamız gerekir. Süslü<br />
olan aptaldır, erkek gibi görünen kadın akıllıdır imajı hissediyorum<br />
bazen. Bunlar hep kafamızda yarattığımız kalıplar. Süslü<br />
kadın, kalıpların dışında kendi istediği gibi yaşayan kadındır.<br />
7- Erkekler Süslü Kadınlar<br />
insiyatifinin bir yerinde varlar mı?<br />
Erkekler; turumuzu destekleyenler ve bizden nefret edenler<br />
olarak ikiye ayrılıyor. İlk yıl erkeklerin gelmesini istemedik ve<br />
kıyamet koptu.Erkekler çok alındılar çünkü tüm turları kendileri<br />
yapıyordu! Ama çok iyi niyetli destek olmak isteyen erkek<br />
arkadaşlarımız bizi yumuşattı. Tura gelebileceklerini ama ön<br />
planda olamayacaklarını, uygun kıyafetle gelmeleri gerektiğini<br />
kendilerine anlattık ve bize uyum sağladılar. Koordinasyonumuzda<br />
erkeklerin yeri yok.Ancak her zaman destekçimiz<br />
oldular.<br />
8- Süslü Kadınlar insiyatifi bugüne<br />
kadar neler yaptı ve neler başardı?<br />
Sanırım İzmir’de daha çok kadının bisiklete binmesine katkı<br />
sağladık. Ayrıca İzmir’in tanıtımına fotoğraflarımızla büyük<br />
destek verdik. Ayrıca bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü armağanı<br />
olarak 4 günde yaklaşık 250 kadının bisiklete binmeyi<br />
öğrenmesini sağladık. En önemlisi de gülümseyen bir eylem<br />
örneği verdik...<br />
9- Belli bir yönetim kadrosu var mı, yoksa herkes<br />
kendi başına bir lider mi? Kararları kimler, nasıl alıyor?<br />
Bu etkinliğin fikir annesiyim, kurucusuyum.Ancak yakın arkadaşlarımız<br />
hep destek verdi. Arkadaşım Pınar Pinzuti başarılı<br />
bir bisiklet aktivistidir.Dünya gezginidir ve sosyal medya konusunda<br />
uzmandır.Bisiskletizm adlı bir oluşumu ve sayfası var.<br />
Bisiklet blog yazarı. Onun sihirli elleriyle sosyal medyayı yönetiyoruz<br />
ve çoğalıyoruz. Arkadaşım Tuğba Laçiner de poster,<br />
logo tasarımları konusunda yardım ediyor. 3 kişi gibi görünsek<br />
de tüm kadınlar bize destek olmaya hazır ve coşkulular.Biz bir<br />
kurum değiliz.Biz aktivist kadınlarız ve gönüllü bisiklet misyonerleriyiz...<br />
10- Sevgili Sema, herkes bilir ki İzmir’in kızları<br />
güzellikleriyle ünlüdür, şimdi bir de<br />
protestoculuk mu eklendi? Ne dersin?<br />
İzmir kadınları her zaman farklı duruşlarıyla tanınıyorlar. Cumhuriyet<br />
mitinglerinde her zaman öncü oldular. İzmir Osmanlı<br />
döneminde de farklıymış.Bir liman kenti, levanten kenti olduğu<br />
için çok farklı kültürler bu şehirde bütünleşmiş. “Gavur İzmir”<br />
deyimi de bu çok kültürlülükle ilgilidir. Süslü Kadınlar bu birikimin<br />
bir devamı olabilir ancak...<br />
11- Bundan sonra Süslü Kadınlar’ı neler bekliyor?<br />
Bu hareket bir kadın sohbetinde başladı. Hiç tahmin etmediğim<br />
yerlerdeyiz şimdi.Bana bundan 4 yıl önce şu anki durum<br />
söylenseydi kahkahalarla gülerdim,”hadi canım” derdim. Ama<br />
farklı ve basit bir dokunuş bu hareketi doğurdu sanırım.<br />
Bundan sonra çoğalarak devam edeceğimizi düşünüyorum.<br />
En önemli görevimiz daha çok kadının bisikletle tanışmasını<br />
sağlamak. Bisiklet eğitimi yönünde çalışmalar yapmaya devam<br />
edeceğiz. Ne kadar çok kadını sokağa çıkarabilirsek ve ne kadar<br />
çok otomobili yoldan uzak tutabilirsek o kadar amacımıza<br />
ulaşmış olacağız. Bisiklet özgürlüktür.Türk kadınları bisikletlerine<br />
binip özgürce dolaşmayı hak ediyor...<br />
TGWL | 97
SÜSLÜ KADINLAR BİSİK-<br />
LET TURU, yılda bir yapılmasını<br />
planladığım bir bisiklet<br />
ve kadın etkinliğidir.<br />
Tur bir dikkat çekme eylemidir.<br />
İlk tur 22 Eylül 2013<br />
Pazar, ikincisi 21 Eylül<br />
2014’te yapıldı.Bu yıl 20<br />
Eylül 2015’te yaptık. Bu yıl<br />
da 25 Eylül 2016’da yapacağız.<br />
Eş zamanlı olarak<br />
28 şehir de turumuzu<br />
gerçekleştirecek.<br />
Bu tura İzmir kadınları şık<br />
kıyafetleri ve süsledikleri<br />
bisikletleriyle geliyorlar.<br />
Herhangi bir parti veya<br />
bisiklet grubu simgesi taşınmamasına<br />
özen gösteriyoruz.Tüm<br />
bisikletli<br />
İzmir kadınları katılabilir.<br />
Şartımız şık ve elbiseli olmak,bisikleti<br />
süslemek ve<br />
şaşkın şaşkın bakanlara el<br />
sallayıp gülümsemek.<br />
98 | TGWL<br />
Etkinliğin<br />
Tanımı<br />
Çıkış Noktası<br />
ve Amacımız<br />
Kendi yaşanmışlığımdan yola çıkarak bu tur<br />
fikrini ortaya attım. Ben yaklaşık 38 yaşımda<br />
bisiklete binmeyi öğrendim. İlk başladığım<br />
zamanlarda bana yardımcı olan yakın<br />
arkadaşlarım olmasaydı cesaret edip de bisikletimle<br />
yollara çıkamazdım. Ben de İzmir<br />
kadınlarına cesaret vermek istedim. Çevremde<br />
38 yaşımdan sonra nasıl cesaret edip de<br />
turlara gittiğimi,bu yaştan sonra nasıl uzun<br />
turlara gittiğimi soran çok kadın oldu. Çoğu<br />
insandan duyduğum ise,bisikletlerinin balkonda,bodrumda<br />
çürümüş olduğuydu...<br />
Beni cesaretlendiren arkadaşlarım vardı, o<br />
zaman evlerinden bisikletlerini çıkarıp kadınları<br />
yollara dökecek bir şey yapmam gerektiğini<br />
düşündüm.Bisiklete binmeyi az bilen<br />
kadınlar da varolan turların erkek egemen<br />
tavrından yakınıyordu. Onları cesaretlendirecek<br />
bir hareket yapabileceğimi düşündüm.<br />
Ben “KADIN SOKAĞA ÇIKARSA DÜNYA-<br />
NIN DEĞİŞECEĞİNE” inanıyorum. Kadın<br />
Neden<br />
Eylül Sonları?<br />
sokağa çıkar bisiklete binerse, çocuğu da<br />
biner. Onlar bisiklete binerse evin babası<br />
da biner... Neden bisiklet? Bisiklet özgürlüğün<br />
simgesidir. Türkiye kadınlarının özgürlük<br />
simgesi neden bisiklet olmasın? İstediğim kıyafetle,istediğim<br />
zaman bisikletimle sokağa<br />
çıkabilmeliyim. İnsanlar bu görüntüye alışmalı.Bu<br />
hareketin başlatılabileceği en uygun<br />
şehir de İzmir...<br />
Kısaca amacımız; kadının özgür duruşunu<br />
göstermek, erkek egemen toplumda bisiklet,<br />
özgürlük ve kadın temasına dikkat çekmek,<br />
bisikletin bir ulaşım aracı olduğunu, günlük<br />
kıyafetle de binilebileceğini vurgulamak,<br />
daha çok insanın bisiklete binmesini sağlamak,<br />
bisikletliler çoğaldıkça bisiklet yolları<br />
ile ilgili yaptırımın artmasını sağlamak, bisiklet<br />
kazalarına dikkat çekmek, araç trafiğine<br />
alternatif bir düşünce yaratmak, çevreci ve<br />
sessiz bir ulaşım aracını topluma düşündürtmek.<br />
Bu bir farkındalık etkinliğidir.<br />
Çünkü Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında “Otomobilsiz<br />
Kentler Günü”’ne dikkat çekmek istedik.
Eleştirildiğimiz<br />
Nokta<br />
Erkek bisikletçiler tarafından “ayrımcı” olarak nitelendirildik.<br />
Destekleyenler de oldu ancak rahatsız edici söylemler<br />
de duyduk. Biz “pozitif ayrımcılık” yapıyoruz. Feminist<br />
bir hareket değiliz.Siyasi bir yanımız varsa o da “kadının<br />
özgür duruşu”dur. Bir erkeğin yönlendirmesi ve izni olmadan,<br />
dilediğimiz gibi bisikletimizle ya da bisikletsiz sosyal<br />
yaşama karışmaktır duruşumuz...<br />
Biz kadın bisikletçiler diğer zamanlarda turlara, formamızla,<br />
uygun kıyafetimizle kadın erkek bir arada gidiyoruz zaten.<br />
Amacımız bisiklete hep süslü binilmesi değil ki. Bisiklet<br />
günlük hayatımızın bir parçası olabilir. ”Günlük kıyafetimizle<br />
ya da elbisemizle de binebiliriz” kısmını göstermek<br />
istedik. İzmir’deki tüm bisiklet eylemleri kadın-erkek bir<br />
arada yapılıyor. Çoğuna katılıyoruz. Biz ayrımcı değiliz...<br />
Süslü Kadınlar Bisiklet Turu amacına<br />
ulaştı mı? Turdan sonra neler oldu?<br />
Biz bu etkinliğe kadın ve bisiklet olgusuna dikkat çekmek<br />
için başladık. Ancak büyük cümleler kurmadık. Bazen<br />
ufak ve yaratıcı bir hareket,büyük çığlıklardan daha etkili<br />
oluyormuş onu anladık. İlk tura yaklaşık 250 kadın,ikinci<br />
tura yaklaşık 500 kadın geldi. 2015 yılında yaklaşık 1000<br />
kadın geldi.<br />
25 Eylül 2016’da 28 şehirde<br />
eş zamanlı yapılacak tur. Merkez tabii ki İzmir.<br />
Sadece Facebook üzerinden örgütledik insanları. Daha<br />
sonra diğer sosyal medya hesaplarımızı Bisikletizm sayfasının<br />
kurucusu bisiklet gezgini ve yazarı Pınar Pinzuti açtı<br />
ve yönetti. Başka bir destek almadık.Hiçbir kuruluş ve kişi<br />
desteği kullanmadık.<br />
Turdan sonra hiç tanımadığımız kadınlar bize ulaştılar ve<br />
artık hayatlarına bisikleti dahil ettiklerini, kendi aralarında<br />
toplanıp turlar yaptıklarını paylaştı.Fotoğraf gönderdiler.<br />
Türkiye’nin birçok şehrinden bize bisikletli kadın fotoğrafı<br />
gelmeye başladı. Örneğin Ağrı’dan bize ulaşan bir kadın<br />
cesaret edip orada tek başına yollarda bisikletle gezmeye<br />
başladı.<br />
Bazı anneler çocuklarını da tura getirdi ve artık ailecek<br />
bisiklete bindiklerini söylediler.<br />
8 Mart Kadınlar Günü’nde aracılığımızla yapılan bir etkinlikle<br />
yaklaşık 250 kadın bisiklete binmeyi öğrendi.<br />
Medyanın ilgisi giderek büyüdü. Ulusal kanallarda canlı<br />
yayınlar yapıldı. Uluslararası basının ilgisini çektik. BBC<br />
haberlerine çıktık. Bu ilgi daha çok süslüye ulaşmamızı<br />
sağladı.<br />
İzmir’in dünyaya tanıtımına katkıda bulunduk. Türkiye’nin<br />
batıya bakan yüzü olarak tanıtılmaya başlandık. Daha çok<br />
kadının bisiklete ilgi duymasını sağladığımızı düşünüyoruz.<br />
Web sayfamız: www.suslukadinlarbisikletturu.com<br />
TGWL | 99
#SKBT Süslü Kadınlar Bisiklet Turu bir farkındalık etkinliğidir; bisiklet sürüşü<br />
belediyenin ve bakanlığın dikkatini çekmek için “süslü” olarak yapılmaktadır.<br />
Bisikletle güvenli bir şekilde ulaşımını sağlamak isteyen kadınların bisiklet<br />
yolları ve hizmetleri talebini eğlenceli bir şekilde iletmesidir.<br />
Manifesto<br />
Bisiklete herkesin binebildiğini, hatta çok güzel bindiğini, o da yetmezmiş gibi süslü<br />
püslü bindiğini göstermek için Otomobilsiz Kentler Gününde her yıl SÜSLÜ KADINLAR<br />
yollarda olacak. Kentlerin yollarını egzoz dumanı kokusu değil, parfüm kokusu saracak.<br />
Yaptır saçları, sür parfümünü, giy kokoş elbiseni, tak şalını, sür rujunu-ojeni, giy<br />
topuklunu; sadece kendini mi süsleyeceksin? Hayııır… Bisikletini de süsle, çık yollara…<br />
Tura Katılım Koşulları:<br />
1- Kadın olmak<br />
2- Süslü olmak<br />
3- Süslü bir bisiklete sahip olmak<br />
4- En fazla 10 km hızla ilerlemek<br />
5- Şaşkın şaşkın bakanlara el sallamak<br />
Peki, nedir bu turun hikayesi?<br />
Süslü Kadınlar Bisiklet Turu etkinliği ilk kez 2013 yılında “Dünya Otomobilsiz Kentler<br />
Günü” etkinliği çerçevesinde yapıldı. Bu etkinlik Sema Gür tarafından facebook etkinliği<br />
olarak açıldı ve kulaktan kulağa dolaşarak bir çok kadına ulaştırıldı ; bisiklet turuna<br />
tam 300 kadın katıldı. Kadınlar en güzel kıyafetlerini giyerek, bisikletlerini çiçeklerle ve<br />
kurdelelerle süsleyerek Konak meydanında toplandı ve Alsancak’a pedal çevirdikten<br />
sonra ‘’şehirlerde egzoz kokusu yerine parfüm kokusu olsun’’ konulu basın açıklamasını<br />
yaptılar.<br />
2014’de ikinci defa düzenlenen etkinlik, yazılı medyada ve televizyon kanallarında<br />
yayınlanarak daha fazla kişiye ulaştı ve katılımcı sayısı iki katına çıktı.<br />
2015 yılında 20 Eylül’de 10 kentte eş zamanlı olarak etkinlik yerli ve yabancı basında<br />
günlerce gündemde kaldı.<br />
25 Eylül 2016 Pazar günü eş zamanlı olarak 28 şehirde yapılacak.<br />
100 | TGWL
TGWL | 101
Atlarla Geçmişe ve Doğaya Koşun<br />
Şehirleşen modern yaşamın sürükleyen akıntısı içinde,<br />
her birimiz kendi hayatında farklı tempolara ayak uydurarak<br />
yaşamımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Bazen<br />
stres, bazen ise monoton bir düzen yaşamımızda bizlere<br />
eşlik ediyor. Hepimiz zaman zaman bu akıntının içerisinden sıyrılarak<br />
bir süreliğine de olsa özgürlüğe doğru koşmak isteriz. Bu<br />
durumda çözümü ise, kimimiz sahil kentlerine gitmekte kimimiz<br />
de saf doğayla bütünleşmekte bulur. Ancak hızla yapılaşan bir<br />
modern yaşam içerisinde her birimizin belirli bir düzeni olduğundan<br />
dolayı, her ihtiyacımız olduğu an doğanın o özgür ruhuna<br />
dostluk etmenin ne yazık ki pek de kolay olmadığını düşünürüz.<br />
Oysa modern şehir yaşamının hemen bir adım ötesinde bile<br />
Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği doğayla buluşabilmenizi<br />
mümkün kılıyor. Doğanın tüm canlılığı ve saflığı içerisinde<br />
aileler ve çocuklar, genç-yaşlı herkes bu güzel anları birlikte<br />
deneyimleyebiliyorlar.<br />
Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği, toplumun her<br />
kesimine hitap eden kapsamlı olanaklarıyla, özellikle at sevgisini<br />
ve Türk kültüründeki ata olan düşkünlüğü esas alarak İstanbul ve<br />
Kapadokya’da birçok konuda sizlere imkan sunuyor.<br />
İstanbul şehir merkezinin hemen yanı başında, Sarıyer ilçesindeki<br />
Gümüşdere Köyü Ovası’nda, 2003 yılında kurulan Atlıtur Sağlık,<br />
Spor ve Doğal Yaşam Derneği, çevresi Belgrad ormanlarıyla<br />
çevrili bir oksijen cennetinde, at sevgisi, at bakımı ve sağlığı, at<br />
neslinin geliştirilmesi, hipoterapi, binicilik gibi temel konularda<br />
102 | TGWL
eğitim programları düzenliyor.<br />
Bunun yanı sıra, doğada binicilik alanında<br />
uzmanlaşmış bir tesis olarak da<br />
at binmek isteyen yerli yabancı birçok<br />
kişiye hizmet veriyor.<br />
İnsanlara; saf, masumane ve sıcak<br />
yaklaşan canlılardan biri olan atlar,<br />
özellikle çocukların atlarla arasında<br />
kurdukları sıcak bağlarla birlikte, canlı<br />
sevgisi ve bilincinin yanı sıra empati kabiliyeti,<br />
farkındalık bilinci ve içsel iletişim<br />
gücü gibi önemli kazanımlara da sahip<br />
olmanızı sağlıyor.<br />
Sadece bununla da sınırlı kalmayan<br />
ve kas gelişimi, kan dolaşımı, solunum<br />
gelişimi, sindirim sisteminin gelişimi,<br />
duygusal bütünleşme ve kendine güven<br />
gibi birçok türde fayda sağlayan bu<br />
alanda, Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal<br />
Yaşam Derneği de sizlere ev sahipliği<br />
yapmış oluyor.<br />
TGWL | 103
Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam<br />
Derneği, 15 dakikalık doğa turları,<br />
acemilere yönelik bahçeler arası<br />
çay kahve ikramı ve 30 dakikalık<br />
doğa turları, çift kişilik organik<br />
çiftlik kahvaltısı ve 15 dakika doğa<br />
turları, bir saatlik veya iki saatlik sürelerden<br />
oluşan daha deneyimlilere<br />
ve profesyönellere yönelik doğa<br />
turları, sahilde fotoğraf çekimleri<br />
gibi çeşitli kampanya paketleriyle<br />
de ihtiyacınıza yönelik olarak birçok<br />
konuda hizmet alabiliyorsunuz.<br />
Kapadokya’da ise “Atlıtur Cappadocia”<br />
olarak hizmet olarak hizmete<br />
başlayan Atlıtur Sağlık, Spor<br />
ve Doğal Yaşam Derneği, Avanos<br />
vadisinde yer alarak, doğanın<br />
ruhunu ve at biniciliğinin verdiği<br />
özgürlüğü keşfetmek isteyenler için<br />
de artık kapılarını açmış bulunuyor.<br />
Burada sunmuş olduğu konaklama<br />
imkanlarıyla Damsa gölü, Avanos<br />
vadisi gibi çeşitli doğal alanları<br />
sizlere at turları eşliğinde gezdiriyor.<br />
Ayrıca bölgedeki dağların eteklerinde<br />
yetişen leziz üzümlerin ve diğer<br />
104 | TGWL
TGWL | 105
doğal bitki örtüsünün yansıttığı manzaraya tanıklık etmenize de imkan<br />
sağlayan “Atlıtur Cappadocia” Kapdokyanın unutulmaz doğası<br />
ve Atların dostluğunu harmanlayarak sizlere unutulmaz bir deneyim<br />
yaşatmayı garanti ediyor.<br />
Çocuklar için workshoplar, ormanda atlı tur, özel fotoğraf çekimleri,<br />
organik kahvaltı ile birleşen doğa turları, profesyonel eğitmenler<br />
eşliğinde ders paketleri gibi daha birçok alanda hizmet veren “Atlıtur<br />
Kappadocia” Kapadokya’nın geleneksel turizm hizmetleri olan balon<br />
gezileri ve kültür turizmi gibi etkinliklerden faydalanmak isteyen misafirerine<br />
de bu zevkten mahrum bırakmayıp isteğe bağlı olarak bu<br />
hizmetleri de güvenilir acenteler aracılığı ile sağlıyor.<br />
106 | TGWL
TGWL | 107
108 | TGWL<br />
“Avm, okul ve halka açık birçok alanda kurduğumuz manej ya da biniş alanları<br />
ile her yıl binlerce kişiyle buluşuyoruz. Biz sizlere geliyoruz!” şeklinde vurgu yapan<br />
Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği, doğayı ve atları tüm şartlarda keşfetmenize<br />
olanak sağlayabilecek çalışmalarıyla da ön plana çıkmaya devam ediyor.<br />
Doğa tutkusu, özgürlük ve heyecan, farklı güzellikler, unutulmaz anlar yaşamak ve<br />
zihninizi boşaltmak istiyorsanız Atlıtur Sağlık, Spor ve Doğal Yaşam Derneği sizleri<br />
hem İstanbul’da hem de Kapadokya’da ağırlamak için sizleri bekliyor…
TGWL | 109
spor<br />
Op. Dr. Salih Şentürk<br />
110 | TGWL
KAS ESNETME<br />
HAREKETLERİ<br />
Streching<br />
Artık sağlıklı olma çabası ve fiziksel uygunluğun<br />
sağlanması, bütün insanların temel<br />
amaçlarından biri olmuştur. Bu amacın gerçekleştirilmesi<br />
ise yeterli ve dengeli beslenme<br />
ile birlikte düzenli egzersiz yapmaktan geçer. Terapi<br />
egzersizleri olarak nitelendirilebilen bu uygulamaların<br />
önemli bir kısmını esnetme ve germe egzersizleri oluşturmaktadır.<br />
Esneklik çalışmalarının en önemli faydalarından<br />
birisi de kasların gevşetilmesinde etkili oluşudur.<br />
TGWL | 111
Stres; insan vücudunun fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik<br />
ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda<br />
oluşan baskı halidir. Günümüzde insan ihtiyaçlarının<br />
türleri ve düzeyleri oldukça farklılaşmıştır. Bu ihtiyaçların<br />
karşılanması ise toplumların en büyük problemlerini<br />
oluşturmaktadır. Birçok bilim adamı, egzersizin ve hareket<br />
etmenin stresten korunmak açısından oldukça önemli olduğu<br />
konusunda birleşmektedir. Artık sağlıklı olma çabası ve fiziksel<br />
uygunluğun sağlanması, bütün insanların temel amaçlarından<br />
biri olmuştur. Bu amacın gerçekleştirilmesi ise yeterli ve dengeli<br />
beslenme ile birlikte düzenli egzersiz yapmaktan geçer. Terapi<br />
egzersizleri olarak nitelendirilebilen bu uygulamaların önemli<br />
bir kısmını esnetme ve germe egzersizleri oluşturmaktadır. Esneklik<br />
çalışmalarının en önemli faydalarından birisi de kasların<br />
gevşetilmesinde etkili oluşudur.<br />
Kasların normal sınırlarının üzerindeki kasılmaları, bir takım<br />
olumsuzlukları beraberinde getirir. Örneğin; kan basıncında<br />
artış, daha fazla enerji harcanması, kan dolaşımının bozulması<br />
ve bunun sonucu olarak oksijen ve gerekli besin maddelerinin<br />
vücuttan uzaklaştırılamaması vb. gibi. Bunun sonucunda ise<br />
vücut yorgun düşecek ve kaslarda çeşitli ağrılar oluşacaktır.<br />
Çeşitli nedenlerle oluşabilen ve normal sınırların ötesinde kasılı<br />
bulunan kasların gevşetilmesinde en etkili yöntem germe (stretching)<br />
egzersizleridir. Esneklik çalışması yaparken kişi kendisini<br />
çok iyi dinlemeli, yorulmamalı ve kontrol altında tutabilmelidir.<br />
İyi bir postür ve vücut simetrisi için planlı ve düzenli bir egzersiz<br />
programı gerekmektedir. Bu program fiziksel uygunluğu<br />
geliştirmeye yönelik olmalıdır. Fiziksel uygunluğu gelişen bireyin,<br />
estetik ve kuvveti iyi düzeyde, kalp dolaşım sistemi dayanıklılığı<br />
ve vücut kompozisyonu gelişmiş demektir.<br />
Postür zayıflıklarını gidermenin iki temel yolu vardır. Bunlardan<br />
ilki, her iki taraftaki kasları eşit seviyede güçlendirmek, ikincisi<br />
ise, kuvvetli kası esneterek vücut simetrisini sağlamaktır. İdeali<br />
ise her ikisini de dengede tutmaktır. İçinde bulunduğumuz<br />
yüzyılda teknolojik gelişmeler sonunda ve yaşam tarzımızdaki<br />
değişikliklerden dolayı insanoğlu daha az çalışır duruma gelmiş<br />
ve bunun sonucunda ise teknolojik hastalıklar adını verebileceğimiz<br />
rahatsızlıklar meydana gelmiştir.<br />
Bu yaşam tarzı bazı kasların güçsüz kalmasına ya da kasılmalarına<br />
neden olmuştur. Bu zayıf ya da kısalmış kaslar ise vücut<br />
simetrisini bozmaktadır. Bu kasların gevşetilmesi, güçlendirilmesi<br />
ve uzatılması ise düzenli bir esneklik çalışmasını gerektirir.<br />
112 | TGWL
Egzersiz Öncesi ve Sonrası Germe Hareketleri<br />
Germe hareketlerinin amacı herhangi bir egzersizden<br />
önce ve sonra hafifçe kasları uzatmak ve dokunun<br />
esnekliğini arttırmaktır. Eğer doğru uygulanırsa<br />
germe, sakatlıkların önlenmesinde yardımcı olur ve<br />
atletik performansı arttırır.<br />
Germe sırasında hatırlamanız gereken noktalar:<br />
Gerdirmeden önce daima ısının. Bu vücuttaki kan<br />
akışını hızlandırır ki bu kasları daha fazla esnetebilmemizi<br />
sağlar.<br />
Egzersiz ardından, krampa ve ani baş dönmesine<br />
yol açabilecek olan, kaslarınıza kan pompalanmasından<br />
kaçınmak adına germeye başlamadan önce<br />
kalp atış hızını yavaşça azaltın. Bunu kısa aralıklı<br />
dinlenme molaları ile yapabilirsiniz.<br />
Terliyseniz duş aldıktan sonra germe yapın ki sıcak<br />
su kaslarınızın gevşemesine yardımcı olsun.<br />
Kasın gevşediğini hissedene dek germeyi sürdürün,<br />
daha sonra bir 15 saniye daha tekrarlayın.<br />
Gerdirme esnasında hafif bir rahatsızlık hissetmelisiniz,<br />
eğer bir şey hissetmiyorsanız, o zaman germeyi<br />
yanlış veya eksik yapıyor olabilirsiniz.<br />
Ciddi bir ağrı hissettiğinizde ise egzersizinize derhal<br />
son verin.<br />
Düzenli olarak nefes alıp vermeyi unutmayın, nefesinizi<br />
asla tutmayın.<br />
Germe egzersizleri, çalışma öncesi ‘’ısınma’’ ve<br />
çalışma sonrası ‘’soğuma’’ hareketleri olarak vücut<br />
esnekliğinin artmasını sağlarlar.<br />
TGWL | 113
Isınma<br />
Isınma, vücudun kendisini zihinsel ve fiziksel olarak<br />
egzersize hazırlamasına yardımcı olur ve sakatlanma<br />
olasılığınızı azaltır.<br />
Amaç vücuda herhangi bir baskı uygulamadan yavaş<br />
yavaş kan dolaşımını arttırmaktır. Isınma sırasında<br />
bazı sakatlık veya hastalıkların farkına varabilir ve ileri<br />
düzeydeki sakatlanmaları önleyebilirsiniz.<br />
Vücut sıcaklığını arttırmak için üzerinize fazladan giysi<br />
giyebilirsiniz ki bu size daha esnek ve gerdirmeye<br />
hazır kaslar olarak geri dönecektir.<br />
Amaç en az 5 dakika ısınmak ve aynı süre de germe<br />
yapmak. Çalışmaya başladığınızda 30 dakika<br />
ısınmanın vücudunuz için en iyisi olduğunun farkına<br />
varacaksınız.<br />
Her pozisyonda en az 20-30 saniye durun. Burnunuzdan<br />
yavaşça nefes alın, ağzınızdan verin. Bu, germe<br />
hareketlerinizi yapmayı kolaylaştıracaktır.<br />
114 | TGWL
TGWL | 115
Soğuma<br />
Herhangi bir fiziksel aktiviteyi bitirdiğiniz zaman,<br />
kalp atışınızı ve nefesinizi yavaş yavaş daha rahat,<br />
rahatça konuşabileceğiniz seviyeye indirmeniz<br />
gerekir. Yürümek veya bisiklet sürmek gibi hafif<br />
aerobik egzersizler bunun için mükemmeldir. Her<br />
hareketi en az 20-30 saniye yapın, rahat nefes<br />
alın. Burnunuzdan derin nefes alın ve ağzınızdan<br />
verin.<br />
Esneme Egzersizleri Neden Mutlaka Yapılmalı?<br />
Düzenli yapılan esneme egzersizleri esnekliği ve<br />
performansı arttırır.<br />
Planlı bir kas esneme egzersizi tek yönlü kas yükünden<br />
kaçınmamızı sağlar.<br />
Doğru şekilde esnetilen kaslar omurga ve eklemler<br />
tarafından taşınan fazla yükün azaltılmasını sağlar.<br />
Esneme Egzersizleri Nasıl Yapılmalı?<br />
Egzersizlere başlamadan önce mutlaka ısının.<br />
(Tercihen hafif tempolu koşu)<br />
Ani ve kuvvetli hareketlerden kaçının.<br />
Gerilen adalede bir gerginlik hissetmelisiniz, acı<br />
değil.<br />
Esneme pozisyonunu en az 20 saniye koruyun,<br />
rahatça nefes alın ve rahatlayın.<br />
Daima her iki tarafınızı da esnetin. (Sağ ve Sol)<br />
116 | TGWL
TGWL | 117
118 | TGWL<br />
Hayrullah Camadan
Türkiye’de<br />
&<br />
KICKBOX<br />
muay thai<br />
TGWL | 119
19/01/1955 yılında İstanbul<br />
Sarıyer’de doğdu. İlk ve orta<br />
öğrenimini İstanbul’da tamamladı.<br />
1970 yılında Uzakdoğu sporlarına<br />
Karate ile başladı.<br />
1977 yılında Hollanda’da Kickboxing<br />
ile tanıştı. Aynı yıl Amsterdam’da açık<br />
siklette şampiyonluklar yaşadı. Daha<br />
sonra Amsterdam’da Chakuriki kulübünde<br />
Prof. Thom Harinck yönetiminde<br />
Muaythai ve Kickboxing eğitimi aldı.<br />
Burada da birdizi müsabakalar yaptı.<br />
Aynı klüpte spora kazandırdığı bazı Türk<br />
sporcularının Dünya ve Avrupa Şampiyonuklarına<br />
yükselmelerinde öncü oldu.<br />
Bu Sporcularımızın1980-1996 yılları<br />
arasında ki şampiyonlukları, Tuncay<br />
Çoban (Hollanda Şampiyonu), Muzaffer<br />
Yamalı (Avrupa Şampiyonu ve Dünya<br />
ikincisi), Tekin Dönmez (Avrupa Şampiyonu),<br />
Hasan Çolak (Hollanda Şampiyonu),<br />
Bayram Çolak (Avrupa ve Dünya<br />
Şampiyonu). 1982 yılında Türkiye’ye<br />
döndü. Ticaretle meşgul olduğu bu<br />
dönemde ülkemizdeki bazı spor kulüplerinde<br />
Muaythai ve Kickboxing sporlarını<br />
tanıtmaya başladı. 1985 yılında Camadan<br />
GYM’i kurarak çalışmalarını kendi<br />
kulübünde devam ettirdi. O yıllarda<br />
ülkemizde bu sporlar tanınmadığı ve bu<br />
branşta sporcu bulunmadığı için, kendi<br />
sporcuları arasında düzenli olarak her<br />
yıl kulübünde bulunan ringde müsabakalar<br />
düzenlemeye başladı. 1986<br />
yılında Cemal Çolak ve Camadan<br />
GYM sporcuları arasında ilk Kickboxing<br />
karşılaşmaları yapılarak, Türkiye’de bu<br />
sporun dostça yapılabildiği gösterilmiş<br />
oldu.<br />
Hayrullah Camadan, 1990 yılında WM-<br />
TA(World Muaythai Association) Türkiye<br />
temsilcisi oldu. 1991 yılında Muaythai<br />
(Tayland Boksu) Derneğini kurdu. Aynı<br />
yıl 1 Haziran’da İstanbul Caferağa Spor<br />
Kompleksinde Türkiye’de ilk uluslararası<br />
profesyonel Muaythai galasını Murat<br />
Dodurga ile beraber gerçekleştirdi. Bu<br />
galada, o yılın dünyaca ünlü Tayland’lı<br />
Sing Phay Boune ve Fransa şampiyonu,<br />
Avrupa ikincisi Fikret Erdoğan’ın<br />
karşılaşmasında yer aldı. Türkiye’deki<br />
bu ilk profesyönel galada, Camadan<br />
sporcularından şuan Metro Marketler<br />
Zincirinde Bölüm Müdürü olan Sungur<br />
Aydın Türkiye’nin ilk A Class sporcusu<br />
olarak yer aldı. Mehmet Civgin, Ömür<br />
Kamış, Tolga Saral, Gökhan Başoğlu<br />
bu gecedeki B Class dövüşen Camadan<br />
GYM sporcularıdır. Bu yılın Eylül ayında<br />
EMTA(European Muaythai Association)<br />
nın davetlisi olarak beraber çalıştığı<br />
uluslararası koordinatör Murat Dodurga<br />
ile Amsterdam’da ki toplantıda yer<br />
aldı. Aynı yıl sporcusu Mehmet Civgin’i<br />
Avrupa şampiyonu Numbo ile Paris’te<br />
dövüştürdü. 1992-1997 yılları arasında<br />
10’dan fazla galaya imzasını attı. 1993<br />
yılında sporcusu Birol Topuz’la Amsterdam’da<br />
EMTA toplantısına katıldı. Aynı<br />
yıl Detlef Turneo’nun başkanı olduğu<br />
IKBF Türkiye temsilcisi oldu. 1994<br />
yılında Tayland’da kurulan IAMTF(International<br />
Amateur Muaythai Federation)<br />
un İngiltere Temsilciliğine bağlanarak,<br />
IAMTF’nun Türkiye temsilcisi oldu.<br />
Birol Topuz, Serkan Yavuz (Apache<br />
Serkan) gibi tanınmış sporcuları yetiştirdi.<br />
1994 yılı başında 1.000 m² alanı<br />
olan ikinci salonunu Küçükyalı’da açtı.<br />
Halen bu salonunda Muaythai çalışmalarını<br />
devam ettirmekte olan Hayrullah<br />
Camadan ayrıca, 2003 yılında kurulan<br />
Türkiye Muay Thai Federasyonu’nun Organizasyon<br />
ve Danışma Kurulu Başkanlığı<br />
görevini devam ettirmektedir.<br />
Prof.Thom Harinck’in diploma verdiği 7<br />
antrenörden biri olan Hayrullah Camadan’ın,<br />
ayrıca FFBT(Federation Française<br />
De Boxe Thailandaise) den diploması<br />
bulunmaktadır.<br />
Kaan Soyak, Nurkan Kemalbay, Alican<br />
Ulusoy, Adnan ve Volkan Vural, Levent<br />
Yüce, Bertan Tanaçar, Hakan Karakaya,<br />
Mutlu Tuncay,Altuğ Aksoy, Mehmet<br />
Bilgiç, Erkan Manav, Oğuzhan Yayla ve<br />
daha bir çok tanınmış simanında arasında<br />
bulunduğu kişilere değişik dönemlerde<br />
özel ders vermiştir.<br />
Hayrullah CAMADAN, Prof.Thom Harinck’ten<br />
öğrendiği bu spor branşlarının<br />
(Muaythai ve Kickboxing) Türkiye’de ki<br />
öncüsü olmuştur.<br />
(Kick Boks) KICKBOXING’İN TARİHİ<br />
Kick Boxing, Uzak Doğu Savaş<br />
Sanatları tarih boyunca<br />
çok fazla çeşitlilik göstermiştir.<br />
Bu sanatlar dünyada<br />
ve ülkemizde Karate adı ile tanınmış ve<br />
yaygınlaşmıştır. İlk olarak bu sanatlar ile<br />
Almanlar, II. Dünya savaşında müttefik<br />
oldukları Japonlardan öğrendikleri Judo<br />
ve Jiu-Jitsu ile tanıştı. Daha sonraları<br />
savaşın galibi olan Amerikalıların da ilk<br />
tanıştıkları sanat Judo ve Jiu-Jitsu olmuştur.<br />
Her ne kadar daha önceleri göçler<br />
ile Amerika’ya gelmiş Japon ve Çinliler<br />
olsa da bu sanatları bilenler o dönemlerde<br />
bilgilerini gizlerlerdi ve doğal olarak<br />
Uzak Doğuluların hepsi de bu sanatları<br />
bilmezlerdi.<br />
Batıda ise savaş sanatları yerel stillere<br />
sahipti. Pankras, Boks, Savate, Güreş<br />
bunlardan bazılarıdır. Ancak bunlardan<br />
sadece Boks ve Güreş (Serbest ve Grekoromen)<br />
genel olarak kabul görmüştü.<br />
II. Dünya Savaşı ve Çin Komünist ihtilali<br />
sonrası göçler ile batıda Uzak Doğu stilleri<br />
yaygınlaşmaya başladı. Kore savaşı<br />
120 | TGWL
sonunda Taekwon-Do’da batıda gelişen<br />
bu stiller arasında yerini aldı.<br />
En yoğun göç alan Amerika’da stiller<br />
zenginlik göstermesine rağmen uzun<br />
zaman boyunca tamamı Karate olarak<br />
adlandırıldı.<br />
Bu aynı zamanda modern Kick Boxing’in<br />
temellerini oluşturdu. Birbirinden farklılıklar<br />
içeren bu branşlar kendi aralarında<br />
kendilerine mahsus kurallar ile yarışma<br />
usullerine sahip olmasına rağmen birbirlerinden<br />
farklı özellikleri sebebi ile ortak<br />
karşılaşmalar sorun olmaktaydı. İlk ortak<br />
karşılaşmalar Amerika’da serbest döğüş<br />
karşılaşmaları ile başladı ama Uzak Doğu<br />
stillerinin felsefelerinden kaynaklanan taassup<br />
sebebi ile bu yarışmalara iştirakleri çok<br />
yaygın değildi. 1970’li yıllara doğru Bruce<br />
Lee ile başlayan yeni bir hareket ile Uzak<br />
Doğu stilleri Batıda yaygın kabul görerek<br />
gelişmeye başladı. O dönemlerde tüm<br />
stillerin aynı yarışmada karşılaştığı müsabakalara<br />
Amerikan Karatesi veya Amerikan<br />
Boksu olarak tanındı. Bu yarışmalar<br />
zamanla vuruşlu yarışmalar içerisinde Full<br />
Contact olarak isimlendirilmeye başlandı.<br />
Deneyimsiz sporcular için ise Light Contact<br />
ve Semi Contact alt branşları oluştu. Ancak<br />
işin adı halen Karate idi. Full, Light, Semi<br />
Contact Karate branşları olarak tanındıktan<br />
sonra Avrupa’da da aynı biçimde<br />
kabul gördü. Avrupa’da Fransa, Hollanda<br />
ve Almanya’da hızla yaygınlaştı.<br />
Amerika’da Benny Urquidez’in başını<br />
çektiği bir hareket “Bacaklarını savunamayan<br />
dövüşçü, dövüşçü değildir.” sözü ile<br />
Full Contact akımı ile ters düştü. Avrupa’da<br />
Taylandlılardan eğitim gören bir ekol ile<br />
beraber Kick Boxing ismini kullanmaya<br />
başladılar ve Karate adından uzaklaşıldı.<br />
Profesyönel organizasyonların doğmaya<br />
başladığı bu dönemde Full Contact Karate,<br />
PKA (Professional Karate Association); Kick<br />
Boxing, WKA (World Kick boxing Association);<br />
Muaythai, WMTA (World Muaythai<br />
Association) ve EMTA (European Muaythai<br />
Association) ile tanındı. Bu organizasyonlardan<br />
Kick Boxing ve Muaythai organizasyonları<br />
beraber hareket ederek ortak isimle<br />
“Kick Boxing” yahut “Thai Boxing” olarak<br />
anılmaya başladı. Halen daha Avrupa’da<br />
ve Dünyada bu sebeple Kick Boxing ve<br />
Thai Boxing (Muaythai) aynı branş olarak<br />
kabul görür. 1980’li yılların başlarında<br />
Hollanda’da Hollanda Kick Boxing federasyonu<br />
adıyla faaliyet gösteren federasyona<br />
Tayland Hükümeti tepki göstererek<br />
kendi sporlarının “Muaythai” olduğunu<br />
resmi bir yazı ile bildirmiş ve 1984 yılında<br />
bu federasyon ikiye ayrılarak Muaythai ve<br />
Kick Boxing federasyonları olarak faaliyetlerine<br />
başlamışlardır. Muaythai federasyonunun<br />
başına Hayrullah Camadan’ın<br />
Antrenörü olan Chakuriki Kulübünün<br />
sahibi Prof.Thom Harinck getirilmiştir. Prof.<br />
Harinck Tayland hükümetinin onayı ile tüm<br />
Dünya Muaythai federasyonunun başına<br />
getirilmiştir. Muaythai, Kick Boxing ve Thai<br />
Boxing isimleri tüm dünyada aynı şekilde<br />
anlaşılır ve yorumlanır olmalarına rağmen<br />
son zamanlarda Japonların girişimleri ve<br />
Taylandlıların itirazları neticesinde farklı<br />
olarak isimlendirilmeye başlamıştır.<br />
Kick Boxing’in popüleritesi Full Contact<br />
Karate yapanların iştahını kabartmış ve<br />
onlarda tekniklerini Kick Boxing olarak<br />
isimlendirmeye başlamışlardır. Japonlar<br />
ise Muaythai Taylandlılara ait diye dirsek<br />
vuruşları ve Klinch tekniklerini yasaklayarak<br />
yaptıkları karşılaşmalara Kick Boxing<br />
demişlerdir. K-1 organizasyonu dünya<br />
çapında yaygınlık kazanmaya başlayınca<br />
Kick Boxing’in dünya çapında popüleritesi<br />
de artmış, dirsek vuruşlarına sıcak bakmayan<br />
batılıları daha hızlı cezbetmiştir. Son<br />
dönemlerde Klinch’e tamamen karşı olan<br />
K-1 organizasyonu bu konuda daha esnek<br />
hareket etmeye başlayarak Muaythai’ye<br />
biraz daha yaklaşmıştır. Bu sporu tekellerinde<br />
tutmaya çabalayan Taylandlılar ve<br />
Japonlar kuralları kendilerine göre esneterek<br />
Kick Boxing ve Muaythai ayrışmasına<br />
sebep olmuşlardır.<br />
TGWL | 121
TÜRKİYE’DE KICKBOXING<br />
1982 yılında çeşitli spor kulüplerinde Hayrullah<br />
Camadan tarafından ilk Muaythai ve Kick Boxing<br />
çalışmalarına başlandı.<br />
1994 yılında Türkiye Boks Federasyonu Başkanlığı<br />
bünyesinde H.Caner DOĞANELİ Başkanlığında Semi<br />
Contact, Light Contact ve Full Contact branşlarında<br />
faaliyetlerine başladı. 1994 yılında ilk Türkiye Kick Boks<br />
Şampiyonası Ankara’da Atatürk Spor Salonunda büyük<br />
bir katılımla gerçekleşti, Türk Milli Takımı ilk kez IAKSA’nın<br />
1996 yılında Avusturya’nın Graz Şehrinde düzenlediği<br />
Avrupa Kick Boks Şampiyonasına iştirak etti.<br />
1998 yılında IAKSA tarafından Avrupa Kick Boks Şampiyonası<br />
İstanbul’da yapıldı. Bu şampiyona esnasında<br />
çıkan bir tartışma neticesinde faaliyetler 2001 yılına<br />
kadar geçici olarak durduruldu ve 2001 yılında tekrar<br />
Türkiye Boks Federasyonu Başkanlığı bünyesinde H.Caner<br />
DOĞANELİ’nin Başkanlığında ulusal ve uluslar arası<br />
faaliyetlere başladı.<br />
1994 ile 2006 yılları arasında IAKSA (Uluslararası Amatör<br />
Kick Boks Spor Birliği)’ya, 2006 yılından itibaren de<br />
WAKO (Dünya Kick Boks Organizasyonları Birliği)’ya üye<br />
olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.<br />
2004 yılında Türkiye Boks Federasyonundan ayrılan Kick<br />
Boks, Mücadele Sporları Federasyonu Başkanlığı adı<br />
altında Mehmet Tunç TURGUT’un Federasyon Başkanlığı<br />
ile faaliyetlerini sürdürdü.<br />
2004 yılında İsviçre’nin Basel Şehrinde yapılan IAK-<br />
SA’nın Genel Kurulunda, Yönetim Kurulu üyeliğine Mehmet<br />
Tunç TURGUT, Hakem Kurulu Üyeliğine ise Salim<br />
KAYICI seçildi.<br />
12 Eylül 2006 tarih ve 281 sayılı Bakanlık oluru ile Mücadele<br />
Sporları Federasyonu lağv edilmiş ve Türkiye Kick<br />
Boks Federasyonu adıyla faaliyetlerine devam etmiştir.<br />
2006 tarihinde idari ve mali yönden özerklik kazanmış<br />
ve aynı yılda IAKSA ile WAKO’nun birleşmesiyle Türkiye,<br />
WAKO (Dünya Kick Boks Organizasyonları Birliği)’ya<br />
üye olmuştur.25 Ekim 2011 tarihinde Dünya Kick Boks<br />
Organizasyonları Birliği (WAKO)’nin yapılan Genel<br />
Kurulundaki seçimlerde Federasyon Başkanı Sayın Salim<br />
KAYICI WAKO Yönetim Kurulu Üyeliğine Seçilmiştir.<br />
İdari ve Mali Yönden Özerklik kazanan Türkiye Kick Boks<br />
Federasyonunun ilk Seçimli Olağan Genel Kurulu 25<br />
Nisan 2007’de ve ikinci Seçimli Olağan Genel Kurulu<br />
ise 27 Eylül 2008 tarihinde yapılmış her iki genel kurulda<br />
da Federasyon Başkanlığına Salim KAYICI seçilmiştir.<br />
Profesyonel Kick Boks Şubesi 26 Haziran 2007 tarih ve<br />
132 sayılı Bakanlık Onayı ile kurulmuş olup, Ulusal ve<br />
Uluslararası Profesyonel faaliyetlere iştirak edebilmesi için<br />
ise WAKO PRO’ya üye olmuştur.<br />
3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat<br />
ve Görevleri hakkındaki kanun ile 6215 sayılı kanunla<br />
yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenerek Bağımsız<br />
Spor Federasyonu statüsünü almıştır.<br />
MUAY THAI<br />
MUAYTHAI’IN TARİHİ<br />
Muaythai (Tayland Boksu); savaşların kılıç, ok ve mızraklarla yapıldığı<br />
ortaçağ dönemlerinde başladı. Yumruk yumruğa yapılan bu dövüşte<br />
yumruklar, tekmeler, dizler ve dirsekler silah olarak kullanılır. Askeri<br />
eğitime de dahil edilen bu spor Kral Naresuan zamanında (M.S.<br />
1560) meşhur oldu. Kral, Burma ve Siam arasındaki savaşlarda esir<br />
düşmüştü. Burmalılar kendi dövüşçülerini dünyanın en iyi dövüşçüleri<br />
olarak kabul ediyorlardı ve krala en iyi dövüşçüleri ile dövüşmesi için<br />
bir şans tanıdılar. Eğer kazanırsa özgür olacaktı ve kral kazandı. Kral<br />
Narasuen, SİAM’a döndüğünde büyük bir şölenle karşılandı ve kısa<br />
zaman da siam stili boks ulusal bir spor olarak kabül gördü. O günlerden<br />
itibaren 20. yy baslarına kadar; dövüşçüler atların derilernden<br />
sırımlar yapıp eldiven olarak kullandılar. Ayrıca; dövüşçüler kendi<br />
aralarında anlaşarak cam parçalarını ezip sırımların üzerine yapıştırabiliyorlardı.<br />
Taylantlılar Muaythai’yi kendilerine prestij sağlayan ulusal<br />
bir spor olarak kabul ederler. Taylantlı erkek çocuklar okuluna giderek<br />
veya kendi başlarına Thai sitili boksun nasıl yapılacağını öğrenirler.<br />
Taylant’lı kızlar bile Muaythai’nin temel prensiplerini bilirler ve gerektiğinde<br />
bunları, kendilerini savunabilmek için kullanırlar. Muaythai bir<br />
çok ülkede popüler olmuş ve geniş bir kitleye yayılmıştır.<br />
MUAYTHAI’nin gelişimi<br />
Şu anda thai stili boksun başlangıç tarihini gösteren kesin kaynaklar<br />
maalesef yok. Sadece Thai Boxun Taylandlıların Çinin güneyinden<br />
göç etmeleriyle başladığını varsayabilmekteyiz. Taylandlılar bu göç<br />
esnasında yöre halkının büyük bir direnişi ile karşılaştılar ve saldırganlardan<br />
saklanmak zorunda kaldılar. Hayatta kalabilmek için büyük<br />
mücadeleler verdiler. Eski zaman silahları sadece kılıç mızrak, kargı,<br />
ok veya yaylardan ibaretti. Fakat bu silahlar yakın dövüşte çok hantal<br />
kalıyorlardı. Dolayısıyla dirsekler, yumruklar, dizler ve tekmeler Taylantlılara<br />
daha pratik geldi. Sonuçta çok başarılı olmuşlardı, böylece<br />
savaşlarda kullanılan yeni bir dövüş sanatı gelişmiş oldu.<br />
İşte bu MUAYTHAI’di yani TAYLAND BOKSU. Taylandlılar nihayet<br />
uygun bir yere yerleşerek kendi şehirlerini kurdular ve büyük bir devlet<br />
olup arazilerini genişletmeye başladılar. Artık en büyük ihtiyaçları<br />
ülkeyi savunabilecek büyük bir orduydu. İşte askerlere silah kullanımı<br />
yanında Muaythai’i çalışma zorunluluğu getirildi. Böylece atak ve<br />
savunma için yeni taktik ve teknikler geliştirdiler ve bunlara da boks<br />
teknikleri adını verdiler. Sonraları siviller bu dövüş sanatına el atarak<br />
onu “bir kendi kendini savunma sanatı” yada asker olmak için ihtiyaç<br />
duyulan beceri olarak gördüler. Tayland krallarından Kuhun Luang<br />
Sorasak ( Kaplan Kral) sık sık çeşiyli ülkelerin tapınaklarına giderek<br />
kim olduğunu belli etmeden gizlice dövüşlere katılıyordu. Kral<br />
yetenekli bir dövüşçü olarak bilinirdi. Çoğunlukla kendini gizleyip halk<br />
arasında dövüşlere katıldığından bir halk kahramanı olarak kabül<br />
gördü.<br />
Rattanoksin döneminde Muaythai bir ulusal dönüş sanatı olmaya<br />
devam etti ve düzenlenen eğlencelerde yarışmaları yapıldı. Maçlarda<br />
zaman tutma işlemi delik bir hindistan cevizi kabuğunun yüzdürülmesiyle<br />
yapılıyordu. Kabuk battığında raundun bittiğini belli etmek için<br />
ise davul çalınıyordu. 1788’de iki fransız kardeş Taylanda geldiler.<br />
Bu iki kardeş Hind-i Çin’in kenarın da ve adalarda pek çok boksörü<br />
mağlup etmişlerdi. Kral 1.RAMA bu meydan okumayı kabul etti.<br />
Bu arada Phraya Klang meydan okumayı kabul edeceğini fakat 50<br />
chang tutarında bahse girmeleri gerektiğini söyledi. (50 chang o<br />
zaman yüklü bir miktardı) .Ama kral koruyucularından Muen Plan’ı<br />
Fransızlarla dövüşmek için seçti. Karşılaşma büyük sarayın açık alanında<br />
düzenlendi. Muen Plan krala ait dövüş giysilerini giydi. Ğöğsü<br />
açıktı ve sihirli bir tılsım takmıştı. Ayrıca darbeleri önlemek içinde<br />
122 | TGWL
vücuduna yağ sürmüştü. Dövüş başladığında Fransız,<br />
Muenin köprücük kemiğine ve boynuna atak yaptı ancak<br />
Muen kendini Muaythai ile savundu. Fransızın kardeşi<br />
abisinin hiçbir ilerleme yapamadığını görünce sinirlendi ve<br />
Muen’e arkadan gizlice vurdu. Bu esnada Muen Fransızın<br />
işini bitirmişti bile. Muhafızlar kurallara uymayan bu hileye<br />
karşı ileri atıldılar, sonra Fransızlar yenildiklerini kabul<br />
ederek geri çekildiler. Ertesi gün Tayland’dan ayrıldılar ve<br />
birdaha Tayland Boksörleri ile dövüşmemeleri gerktiğini<br />
öğrendiler. Kral 5.Rama döneminde Thai-Boks maçları çok<br />
meşhur olmuştu ve galip gelenler Kraldan çeşitli ünvanlar<br />
ve hediyeler alıyorlardı. Yine bu dönemlerde boks kampları<br />
düzenlenmeye başlandı. Kral ailesine mensup kimseler,<br />
diğer ülkelerden yetenekli kimseler bulup kamplar arası<br />
dövüşler düzenliyorlardı. Galip gelenler para ve değerli<br />
armağanlarla ödüllendiriliyordu. Bu dönem TAYLAND<br />
BOKSU’unun altın çağı olarak nitelendirilir. Kral 6.Rma<br />
döneminde de Thai-Boks maçları devam etti. Bu dönemde<br />
maçlar uygun genişlikteki alanlarda ama standart olmayan<br />
ringlerde yapılıyordu. Zamanla halatlarla çevrili, standart<br />
yükseklikteki ringlerde yapılmaya başlandı. İlk ring 1921<br />
yılında SUAN KULARP denilen yerde inşa edildi. Fakat;<br />
gelenekselliğe uyarak dövüşçüler hala ellerini sırımlarla<br />
sarmaya devam ediyorlardı. THAI-BOKS yaygınlaştıkça<br />
Thai-Boksörlerine meydan okuyan yabancı dövüşçülerin<br />
sayısı da artmaya başladı. Önemli ve meşhur bir serbest<br />
stil maçı genç boksör HARNTALAY ile Çin’den gelen CHİN<br />
CHANG arasında yapıldı. Karşılaşmayı büyük bir kalabalık<br />
izliyordu. Sonuçta genç Harntalay rakibini sert bir tekme ile<br />
saf dışı bıraktı.<br />
Bu dönemden sonra ringlerde hakemlerde görev yapmaya<br />
başladı. Rauntlar dakikalarla belirlenmeye başlandı. Bütün<br />
bu yenilikler dış ülkelerden gelen etkiler sonucu benimsendi.<br />
Ancak sırım ile elleri bağlama 1929 yılına kadar sürdü.<br />
Bundan sonra normal boks eldiveninin kullanımına geçildi.<br />
Lumpini parkındaki ringde Filipinli bir boksörün ilk defa<br />
box eldivenleriyle gösteri yapması, sonraları eldivenlerin<br />
kullanılmasını teşvik etti. Kral 7. Rama dönemi önemli bazı<br />
değişikliklerin yapıldığı dönemdir. Bangkok’ta ve diğer şehirlerde<br />
kalıcı Thai-Boks statları inşa edildi. Fakat bu statlar<br />
2. Dünya Savaşı (1942-45) süresince yavaş yavaş ortadan<br />
kayboldu. Savaştan sonra ise bir gecede mantar gibi tekrar<br />
ortaya çıktılar. Turnuvalarda dövüşmek için diğer ülkelerden<br />
gelen pek çok boksör Bangkok’ta toplanıyordu. Nihayet ilk<br />
standart boks stadyumu 1945’te inşa edildi ve adı RAJA-<br />
DAMNERN olarak belirlendi (bu stat halen faaliyette olup<br />
dünyanın en ünlü statyumudur)<br />
Artık muhtelif kurallar koymanın zamanı gelmişti, 3’er<br />
dakikadan 5 raunt üzerinden maçlar düzenlendi. Rauntlar<br />
arasına 2 dakika mola süreleri ilave edildi. Daha sonra ise<br />
sikletler belirlenerek bu kilolarda şampiyonlar belirlenmeye<br />
başlandı. En sonunda Muaythai günümüzdeki şeklini aldı.<br />
Ancak Thai-Boks halen gelişimini sürdürmektedir. Muaythai<br />
artık uluslar arası bir dövüş sanatıdır. Eğer bu spor ile<br />
ilgilenen herkes, bu sanatı yükseltmeye , korumaya ve gelecek<br />
nesillere aktarmaya gayret ederse, Thai-Boks ilelebet<br />
yaşayacak ; Tayland halkı için çok değerli bir sanat olmaya<br />
ve kendilerini tanıtmaya devam edecektir.<br />
TÜRKİYE’DE MUAYTHAI<br />
1982 yılında çeşitli spor kulüplerinde Hayrullah Camadan<br />
tarafından ilk Muaythai ve Kick Boxing çalışmalarına<br />
başlandı. 1999’da Hasan YILDIZ’ ın IAMTF (Uluslararası<br />
Amatör Muaythai Federasyonu)’ile ve Tayland Büyükelçiliği<br />
ile birlikte girişimde bulunarak Dışişleri Bakanlığı aracılığı<br />
ile nota yazdırılarak Muaythai sporunu Ülkemizde<br />
yasallaşması için çalışmalar başlattı. 2002 Yılında IAMTF<br />
Temsilcisi Hasan YILDIZ ile Tayland Büyükelçiliği, Ankara<br />
Hilton Otelde Amatör Muaythai gösteri müsabakalarını<br />
organize edildi. Aynı yıl içerisinde Mersinde bulunan Muaythai<br />
Spor Kulüpleri Federasyonunca , Genel Müdürlüğün<br />
Spor Kuruluşları daire başkanlığından uluslararası şartları<br />
taşıdığından Muaythai çalışma izni alarak ilk Türkiye iller<br />
arası<br />
Muaythai gösteri müsabakaları organize<br />
edildi ve federasyonun kurulması için Hasan YIL-<br />
DIZ, Emekli Jandarma Albay Yaşar ECEL ile dosya<br />
hazırlanarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne<br />
verildi. 2003-2004-2005 Yılarında Karate Federasyonu<br />
altına faaliyet gösteren Muaythai, 2007<br />
Yılının başlarında kurulmuş olan Türkiye Muaythai<br />
Federasyonu ile 2007 yılından itibaren IFMA’ya<br />
tam üyeliğe kabul edilmiştir ve hala IFMA üyesidir.<br />
Türkiye Muaythai Federasyonu 2009 yılından<br />
itibaen özerk bir federasyon olarak faaliyetlerini<br />
sürdürmektedir.<br />
TGWL | 123
124 | TGWL
NE DEDİLER?<br />
“Emir Kunt bir gazeteci değil, ama<br />
yazdığı yazılar, denizcilere kendilerini<br />
görebilecekleri bir ayna tutuyor. Denizci<br />
olmasanız bile bu kitabı okuduğunuzda<br />
çok eğlenecek ve ‘yerli<br />
ve milli’ yatçılığımızın bir fotoğrafını<br />
çekmiş olacaksınız.”<br />
Emir Kunt<br />
Mehmet Y. Yılmaz<br />
tYatçılık Kültürünün<br />
Yazılı Olmayan Kuralları<br />
Teknede yaşamanın değerini bilen başarılı yazar Emir<br />
Kunt, ikinci kitabı Armatore ile bir kez daha deniz ve tekne<br />
tutkunlarıyla buluşuyor. Kitabın ismi, 4 yıl önce bir arkadaşının<br />
teknesini getirmeye gittiklerinde Adriyatik’i geçerken<br />
yazılmış ‘Armatore’ isimli yazıdan geliyor.<br />
Yacht Türkiye dergisindeki “Dalgalı Sohbetler” köşesinde yazdığı<br />
yazılarıyla dikkat çeken Emir Kunt, özgün dili ve ironik üslubuyla<br />
“tekneciliği” ve “yatçılık kültürünü” Armatore’de okurlarına anlatıyor.<br />
Zamansız yazılar yazan Kunt’un tespitleri bugüne kadar yazılı<br />
olmayan Yatçılık adabı ile ilgili konuları bir araya topluyor. Kunt’un<br />
ilk kitabı Beyaz Türk Yatçıları gibi teknede bulunması gereken başucu<br />
kitabı niteliğindeki Armatore eğlenceli üslubuyla bu yaza neşe<br />
katacak gibi.<br />
Armatore, Altın Kitaplar etiketiyle raflardaki yerini alıyor!<br />
‘...İkinci kitabı çıkardığımıza göre, yazılı olmayan kurallarda bir<br />
şekilde kör topal derlenmeye, bir-iki kitabın içinde toplanmaya<br />
başlıyor galiba. Tabii aklımızın yettiğince, görgümüzden bilgimizden<br />
yer edenleri dökebildiğimiz kadar, ama katiyen haddimizi aşacak<br />
kadar değil.’<br />
“Kimilerinin 40’ından sonra görüp<br />
öğrenmeden yazmaya çalıştığı şeyler,<br />
Emir Kunt için çocukluk hatırası.<br />
Güvertede emekleyerek başladığı<br />
denizcilikte, yaşı kadar tecrübeye sahip.Yazılarında<br />
bu tecrübeyi görüyor,<br />
hissediyor, kokusunu alıyorsunuz.”<br />
Fatih Altaylı<br />
“Özgün dili ve birbirinden ilginç<br />
tespitleriyle kendi okurunu yaratan<br />
Emir Kunt’un Bukowskivari yazılarının<br />
okurlarımız gibi ben de müptelasıyım.<br />
İlk kitabı Beyaz Türk Yatçıları gibi elinizde<br />
tuttuğunuz Armatore’nin de çok<br />
ilgi göreceğine adım kadar eminim.<br />
Gülmek garanti, ders çıkarmak ise<br />
size kalmış.”<br />
Eyüp Özel<br />
“This is the book that I’ve seen many<br />
times in the hands of my customers,<br />
reading and laughing some times…”<br />
Mano<br />
TGWL | 125
Esrarı<br />
Keşfeden Genç<br />
NEYİ İCAT EDER?<br />
Zafer Ercan<br />
126 | TGWL
TGWL | 127
İnsan, dünyada var olanları<br />
keşfeder, bir de var olanları birbiriyle<br />
birleştirerek bir şeyleri icat<br />
eder. İnsanlık Amerika’yı keşfetti<br />
ve Amerikalılar uzaya giden bir araç<br />
icat ettiler. Ancak Amerika keşfedilirken<br />
milyonlarca insan keşifçiler tarafından<br />
öldürülünce insanlık katledildi. Ardından<br />
yapılan insanlığa faydalı icatlar bu<br />
kıtanın günahını temizlemeye yeter mi,<br />
işte orası pek mümkün görünmüyor.<br />
İnsanoğlu her konuda, iyilik ve kötülük<br />
olmak üzere hep iki yönde ilerler.<br />
İnsan denen varlık, icadıyla insanları<br />
mutlu edebildiği gibi, aynı icadıyla<br />
kendi hırsı uğruna binlerce insana<br />
zarar verebilmektedir. Petrolün keşfiyle<br />
birlikte yürütülen araçların icadı buna<br />
en çarpıcı örnektir. Petrolün, araçları yürütüp<br />
insanlığa faydalı olması sağlandı<br />
ancak enerji piyasası -“yalnızca benim,<br />
hep benim, hepsi yalnız benim olsun”<br />
diyenlerin- yüzünden petrol bölgelerinde<br />
sayısız insan öldürüldü ve halen de<br />
öldürülmeye devam ediyor.<br />
Petrol dünyaya çağ atlatmışken, petrol<br />
yüzünden katiller ve maktuller, dünyaya<br />
halen Kabil ve Habil zamanını<br />
yaşatmaya devam etmektedir. Keşif ve<br />
icat insana bahşedilen akıl sayesinde<br />
gerçekleştirilir. Keşif ve icat bağımlılık<br />
yapıcı maddeler için de geçerlidir.<br />
Bağımlılık yapıcı maddeleri keşfeden<br />
ve keşfettiği maddeleri birbiriyle cem<br />
ederek yeni yeni icatlar ortaya çıkaran<br />
insanlar bunu da akılları sayesinde<br />
yapmaktadırlar. Ne hazindir ki aklıyla<br />
bulduğu uyuşturucular insanoğlunun<br />
aklını almaktadır.<br />
Doğal olan uyuşturucular denince akla<br />
ilk olarak tüm dünyada “esrar” maddesi<br />
gelmektedir. Üretim ve kullanım<br />
yaygınlığı ile doğal olan uyuşturucu-<br />
128 | TGWL
ların lideri olan esrar maddesinin dahi<br />
günümüzde içerisindeki etken madde<br />
olan THC’nin (Tetra Hidro Cannabinol)<br />
daha etkili olması için uyuşturucunun<br />
elde edildiği bitki olan Hint Kenevirinin<br />
genetiği değiştirilmektedir. Böylece THC<br />
oranı % 20’lere kadar çıkabilen, kullanıcıyı<br />
hızla etkileyen, kısa sürede bağımlı<br />
hale getiren yeni nesil uyuşturucular<br />
ortaya çıkmaktadır. Uzmanlar, GDO’lu<br />
buğday ve mısırın doğallığının bile<br />
ortadan kalktığını söylerken, yeni nesil<br />
bu esrar maddesine artık doğal uyuşturucu<br />
demek de tartışmalı hale gelmiştir.<br />
Gerçi insanoğlunun esrardan günümüzde<br />
ortaya çıkan bu tartışması için<br />
uzak durması gerekmiyor. Esrar maddesi<br />
bağımlılık yapar. Bundan ötesinde yapılan<br />
her felsefe kullanıcıların kullanmak<br />
için vicdanlarına attıkları yalanlardır, o<br />
kadar.<br />
Esrar kullanımı için ortaya atılan yalanların<br />
Türkiye’de bilinen en meşhur olanı;<br />
“Ottur günahı yoktur!” yalanıdır. Esrarın<br />
doğallığına vurgu yapan bu yalanı<br />
söyleyen, söylerken de inanan ve hatta<br />
çevresini teşvik eden her esrar talepçisi<br />
bu söz sonrasında esrarı savunmak için<br />
kesinlikle başka bir bağımlılık yapıcı<br />
maddenin yardımına ihtiyaç duyar.<br />
Esrarı savunmak için yaptığı kıyaslarda,<br />
en başta sigara ve alkolden yardım alır.<br />
Esrarı başka kötülerle karşılaştırarak<br />
savunur. Bu durum, iki katili karşılaştırırken<br />
birinin diğerine göre daha insaflı<br />
adam öldürdüğünü anlatmak gibi bir<br />
şeydir. Dolayısıyla insanları bağımlı<br />
hale getiren bu katillerin birbiri ile kıyası<br />
onların katil olduğu gerçeğini asla<br />
değiştiremez. Ancak deneyen, kullanan<br />
ve en sonunda bağımlı olan her insan<br />
kullandığı maddeyi savunmaya devam<br />
etme aşamasında ise kötüyle bir başka<br />
kötüyü kıyas etmekten başka akılcı bir<br />
yolu da bulması mümkün değildir.<br />
Esrar maddesi Türkiye’de üretilen bir<br />
maddedir. Birçok madde başka coğrafyalardan<br />
ülkemize gelirken, esrar topraklarımızdan<br />
elde edilen ve doğrudan<br />
iç piyasaya yani Türk Gençliğine hitap<br />
eden bir maddedir. Yaygınlık araştırmalarından<br />
da anlaşılacağı üzere, ülkemiz<br />
gençleri arasında kullanılan yasa dışı<br />
bağımlılık yapıcı madde olma liderliğini<br />
kolay kolay başka bir maddeye kaptırmaz.<br />
Bu liderliğinin, yakın gelecekte de<br />
değişmeyeceğini, üretim ve kullanım<br />
sıklığı ispatlamaktadır. Polisin yakalamalarındaki<br />
şüpheli sayısı ve madde miktarı<br />
da bu durumun resmi tescilidir.<br />
Esrar yakılarak tüketilen bir maddedir.<br />
Dolayısıyla en yaygın kullanım şekli<br />
tütünle karıştırılarak kullanılmasıdır.<br />
Esrarın sigara olan ilişkisi, “her esrar<br />
kullanıcısı aynı zamanda sigara içmektedir.”<br />
çıkarımını ortaya çıkarıyor ve bu<br />
çıkarım bir varsayım değil esrar bağımlılarının<br />
aynı zamanda nikotin bağımlısı<br />
olduğu gerçeğidir. Bu gerçek bize bağımlıların<br />
bu yolculuğa ilk olarak sigara<br />
ile adım attığını ispatlıyor. Bu nedenle;<br />
ergenlik dönemine adım atan gençlerin<br />
sigaradan korunması, sigaraya temas<br />
etmemeleri, yakılarak tüketilen tüm<br />
uyuşturucuların hayatlarına girmemesi<br />
için kurulan sağlam bir baraj anlamına<br />
gelir. Bu barajın ilk engel olacağı madde<br />
ise kesinlikle esrardır.<br />
Esrar, Hint Keneviri bitkisinin yapraklarından<br />
elde edilir. Bunun için olgunlaşan<br />
bitkinin yaprakları koparılarak kurutulur.<br />
Bunun için bitkinin tüm yaprakları<br />
kullanılabilirken, THC oranı yüksek olan<br />
bitkinin en ucu yani tohumlu kısımları<br />
tercih edilir. Esrar kurutulduğu andan<br />
itibaren doğrudan kullanılabildiği<br />
gibi yapraklar iyice ezilerek toz haline<br />
getirilir, bu işlemin en sonunda ise toz<br />
olan esrar maddesi farklı yöntemlerle<br />
preslenir. Böylece yoğunlaştırılmış esrar<br />
maddesi yakılıp kullanılırken yavaş yavaş<br />
yandığı için içindeki etken maddenin<br />
kullanıcıya daha yoğun ve kalıcı etki<br />
yapması sağlanır.<br />
Esrarın elde edildiği Hint Keneviri<br />
bitkisi dünyanın her yerinde saksılarda,<br />
seralarda ve büyük arazilerde yetiştirilmektedir.<br />
Çok özen gösterilmeden<br />
hayatta kalabilen bir bitkidir. Bu özelliği<br />
esrar maddesinin yaygın kullanımının en<br />
büyük sebeplerindendir. Diğer bir yaygın<br />
olmasının en büyük sebebi ise maalesef<br />
dünyanın bazı ülkelerinde kullanımı<br />
konusunda bir takım serbestliklerin<br />
TGWL | 129
getirilmiş olmasıdır. Bilhassa bu konuda<br />
bir şeyler duyan kullanıcı gençlerin kullanma<br />
gerekçeleri arasında bu ülkeleri<br />
örnek gösterip kendi kullanımlarının<br />
anormal olmadığını açıklama girişimleri<br />
ile karşılaşmaktayız.<br />
Esrar konusunda kullanımı düzenleyen<br />
ülkeler aslında ne yapmaktadır? Bu<br />
sorunun cevabını iyi vermek gerekir. Bir<br />
kere en baştan şunu belirtmek gerekir<br />
ki, bir ülkenin kanunlarıyla kullanımını<br />
serbest bıraktığı esrar maddesinin,<br />
bağımlılık yapma özelliği de kanunlarla<br />
ortadan kaldırılamıyor. Tıpkı serbest<br />
olup da bağımlı insanlar yaratan alkol<br />
ve sigara gibi. Sigara ve alkolün yasal<br />
olduğu için savunulacak bir tarafı<br />
olmadığını aklı yerinde olan herkes bilir,<br />
esrarın yasallaşması bu anlamda bundan<br />
farklı değildir. Ayrıca bu serbestliğin<br />
bulunduğu ülkelerde bu kanun herkes<br />
tarafından elbette kabul görmüyor. Neticede<br />
böyle kanunlar çıkarmak bir siyasi<br />
karardır. Ve siyasetin de her zaman<br />
insanlık için doğru kararlar almadığını<br />
bu dünyada yaşamış her insan bilir.<br />
Esrarı serbest bırakan insanlar en basit<br />
tabiriyle, ülkesinde olan bağımlılık oranlarını,<br />
yasa dışı yakalanan uyuşturucu<br />
miktarlarını, çıkardığı kanunla birlikte<br />
anında değiştiriyor. Kanunlar bu anlamda<br />
aynı zamanda birer istatistik hilesidir.<br />
Ancak bu hile sayesinde o ülkelerin<br />
çocuklarının yasal olan esrar sayesinde<br />
bağımlılıkla mücadele ettiği ve bu<br />
yöntemin bir başarı olduğunu söylemek<br />
mümkün değildir.<br />
Bu ülkelerin en başında gelen Hollanda,<br />
esrarın serbest bırakıldığı, kullanım<br />
için dükkânların açıldığı en bilinen<br />
örnektir. Ancak Hollanda, aslında bu<br />
kararı neden aldı veya daha doğru bir<br />
ifadeyle neden bunu yapmak zorunda<br />
kaldı? Bunu anlamak gerekir. 1980’li<br />
yıllarda Hollanda’da eroin kullanımı<br />
çok yaygınlaşmış ve bu nedenle eroinman<br />
olan bu genç nüfus hızla aşırı doz<br />
eroin kullanımı sonucunda ölüyordu.<br />
Bu felaketin karşısında acilen bir şeyler<br />
yapılması gerekiyordu. Hollanda’nın o<br />
anda bulduğu çözüm ehven-i şer olan<br />
hard drug, soft drug ayrımına gitmek<br />
oldu. Yani uyuşturucuları, daha az ve<br />
daha çok zararlı diye kategorize etmek<br />
zorunda kaldı.<br />
Az zararlı uyuşturucu başlığının altına;<br />
esrar ve türevleriyle, sihirli mantar denilen<br />
aslı zehirli mantar olan maddeleri<br />
koydu ve bunların coffeeshop adını verdiği<br />
dükkânlarda belli miktarlarda yasal<br />
kullanımına izin verdi. Hollanda’nın<br />
hedefi o anda eroinden ölen gençlerine<br />
“illa kullanacaksanız bunu kullanın” diye<br />
bir tercih sunmaktı, neticede eroin kullanımı<br />
ve ölümleri geriledi. Ancak Avrupa<br />
Birliği’nin, “uyuşturucu turizmi yapmayın”<br />
itirazı ve gençlerin başka bağımlılık<br />
130 | TGWL
aşlıklarında serbestçe dolaşıyor olması<br />
ve çıkarılan kanunun yılar içerisinde<br />
hedefledikleri amacına ulaşması nedeniyle<br />
Hollanda geçtiğimiz günlerde yeni<br />
düzenlemelere gitti. Buna göre;<br />
1- Yeni dükkân açılması<br />
için izin vermiyor,<br />
2- Dükkânların bir başkasına devrine<br />
izin vermiyor ve böylece bu işten vazgeçenlerin<br />
dükkânlarını kapamasıyla sayıyı<br />
azaltıyor.<br />
3- Son olarak ise ülke insanı dışında<br />
girişleri yasaklayarak uyuşturucu turizmi<br />
suçlamasından kurtuldu. Yani Hollanda<br />
bu işten vazgeçiyor. Hollanda’ya bakarak<br />
bu iş bizde de serbest olsun diyenlere<br />
duyurulur.<br />
Esrarın etkileri<br />
Esrarın etkilerini 2005 yılında çıkan “Testi<br />
Kırılmadan” adlı kitabımızdan aktaralım:<br />
Esrar bağımlılık yapar. Etkisindeyken<br />
hayaller gösterir, kullanıcının normal<br />
hayat algısını bozar. Esrarın etkileri,<br />
alınan THC miktarına veya kullanım şekline<br />
göre değişir. Esrarın sigara yoluyla<br />
içiminde THC maddesi hızlı bir biçimde<br />
akciğerlere geçer, kan dolaşımına karışır<br />
ve daha sonra da beyne ulaşır. Etkiler<br />
neredeyse anında belirir ve iki-dört saate<br />
kadar sürebilir. Çok sık görülmese de,<br />
yutarak alındığında THC maddesi daha<br />
yavaş kana karışır bununla beraber etkisi<br />
daha yoğun ve uzun olur.<br />
Esrar kullananlar organizmalarının farklı<br />
tepkiler gösterdiğini belirtirler. Bu tepkiler<br />
barışçıl ve coşkulu olmaktan, saçmalama<br />
ve paranoyaya kadar değişebilir. Fiziksel<br />
tepkiler gözlerin kanlanması, hafif çarpıntı,<br />
ağız kuruması olarak listelenebilir.<br />
Kullanıcılar sıkça büyük açlık hissederler.<br />
Esrar bağımlılarında en sık görülen sorun,<br />
ciddi unutkanlıklardır. Kendi tabirleri<br />
ile unutkanlık hallerine “ekmek kafa”<br />
argosunu kullanırlar.<br />
Esrar kullanımı ve bu kadar yaygın<br />
olması yaşadığımız ciddi sorunlardan bir<br />
tanesidir. Madde kullanıcıları ne kullanırsa<br />
kullansın, genelde ilk denedikleri ya<br />
da kullandıkları maddenin esrar olduğu,<br />
hem bilimsel çalışmalarda, hem de polis<br />
tecrübelerimizde ispatlanmış bir durumdur.<br />
Esrarla ilgili bilinmesi gereken önemli<br />
konulardan biri de, tek bir kez alındığında<br />
dahi, vücut içerisinde 30 güne kadar<br />
izlenmesi mümkün özelliklere sahiptir.<br />
Herhangi bir testte en rahat tespit edilen<br />
maddedir. Uzun süre esrar kullanan<br />
insanlarda ise, THC (etkin madde) birkaç<br />
ay süreyle vücutta kalabilmektedir.<br />
Esrar kullanıcıları maddenin etkisi artırmak<br />
için esrar dumanını hızlı bir şekilde<br />
ciğerlerine çekerler ve 3-4 saniye kadar<br />
içlerinde tuttuktan sonra dumanı serbest<br />
bırakırlar. Bu yöntem bağımlıların sık<br />
yaptıkları bir kullanma şeklidir. Böylece;<br />
dumandan kaynaklanan ısı ve tahriş edici<br />
esrar içerisindeki maddeler nedeni ile<br />
solunum yollarında yaraların oluşmasına<br />
neden olur.<br />
Türkiye’de esrar maddesi yasal değildir<br />
ve kullanımı tutuklanma, yargılanma ve<br />
hapse girme gibi yasal sonuçlara sebep<br />
olabilir. Bununla beraber, uyuşturucu<br />
testleri sonucunda kişi ehliyetini, sigortasını,<br />
kredilerini ve bir takım sosyal hizmetlerde<br />
yer alma hakkını kaybedebilir.<br />
Kısacası; “bir kereden bir şeyler olur!”<br />
TGWL | 131
132 | TGWL<br />
kervan1915 filmi<br />
Ne Anlatmak İster?
Yönetmen İsmail Güneş<br />
24 Nisan 2014 tarihinde Başbakan olan Sayın Recep<br />
Tayyip Erdoğan’ın kamuoyuna duyurduğu mektup<br />
bu filminin çıkış kahramanı olan Erzincan Eğin’li<br />
Katırcı Salim’in hikayesinden bir film yapma arzusunu<br />
oluşturmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel<br />
değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya<br />
devam edecektir. Fakat 1915 olaylarının Türkiye karşıtlığı<br />
için bir bahane olarak kullanılması ve siyasi çatışma konusu<br />
haline getirilmesi de kabul edilemez. Birinci Dünya Savaşı<br />
esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu<br />
acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve<br />
ilmi bir sorumluluktur.<br />
Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği<br />
I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar<br />
doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler<br />
arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum<br />
ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır. bugünün<br />
dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar<br />
üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin<br />
inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir.”<br />
TGWL | 133
Halep’e kadar süren zorlu yolculukları<br />
sırasında yaşanan olaylar çerçevesinde;<br />
dönemin tarihi, sosyal, siyasi, kültürel ve<br />
ahlaki panoraması çizilmeye çalışılmıştır.<br />
Kervan filminde uygulanan olan yöntem,<br />
bir suçlu bulmak değildir. Yaşanıp<br />
bitmiş bir gerçeğin arka planındaki<br />
derin beşeri ilişkilere bir çözümleme<br />
denemesidir. Politikanın muhalif/isyancı<br />
yüzünün getirdiği dalgalanmaların,<br />
kendi bahçesini işlemekle meşgul<br />
olması gereken insanları nasıl etkilediği,<br />
vicdani bir üslupla anlatılmıştır.<br />
Böylece, sürekli istismar edilen ve “geri<br />
dönüş ön koşullu bir tehcir” olduğu<br />
halde;<br />
“soykırım” tanımı ile bir ulusu mahkûm<br />
Kervan1915, Osmanlı Devleti’nin,<br />
1915 yılında, savaş bölgelerinde<br />
erkekleri düşman saflarına katılma<br />
ihtimali olduğu için; lojistik<br />
destek sağlayan, sağlama ihtimali olan<br />
sivil Ermenileri, harp sonuçlanıncaya<br />
kadar tehcir (zorunlu göç ve iskân)<br />
kararının uygulamasından bir kesitin<br />
anlatıldığı yol hikâyesidir.<br />
Giresun meydanında toplanan ve taşıma<br />
işini ihale sonucu alan Katırcı Salim<br />
ve adamları 100 civarında Ermeni kadın<br />
ve çocuğu Halep’e ulaştırma görevi<br />
almışlardır.<br />
Birbirlerine hiç güveni kalmamış Osmanlı<br />
vatandaşları Türkler ve Ermenilerden<br />
bir grup insanın Giresun’dan<br />
134 | TGWL
TGWL | 135
etmek isteyen politize tarih anlayışı karşısında, hakikat billur<br />
netliğinde ortaya konulmaya çalışılmıştır.<br />
Tehcir kararının uygulanması sırasında kadın ve çocuklardan<br />
oluşan bir grup Ermeni’nin savaş sona erinceye kadar zorunlu<br />
olarak ikamet ettirilecekleri Suriye’ye taşınmasını bir iş olarak<br />
üstlenen Katırcı Salim ve adamlarının İslam’ın emrettiği “emanete<br />
ihanet etmeme” ahlakını dirayetle hayata geçirmelerinin<br />
örnek öyküsü...<br />
Bu çerçevede Türkler ve Ermeniler arasında Birinci Dünya<br />
Savaşı sırasında tamamen bozulan itimat duygusunun nelere<br />
mal olduğuna film yoluyla bir ayna tutma çabası...<br />
Diaspora tarihçileri, 1915 tehcirini, önünde ve ardındaki<br />
136 | TGWL<br />
gerekçeleri ve sonuçları bir yana bırakarak bir soykırım iddiasına<br />
indirgemekte, böyle bir karardan hem dönemin Osmanlı<br />
hükümetini, hem Cumhuriyet dönemini, hem de bütün Türk<br />
milletini mahkûm etmek sevdası gütmektedirler.<br />
Anadolu’nun fethinden beri birlikte yaşama kültürünü tesis etmiş<br />
olan Türk milleti, Osmanlı Barışı denilen 600 yıllık dönemde<br />
de İslam’ın “Millet Sistemi”ne uyarak pek çok etnik grup ile<br />
birlikte, barış içinde yaşamayı sürdürmüştür. 21. Yüzyılı idrak<br />
etmiş olan bizler, çağımıza yakışır biçimde kendi gerçeklerimizi<br />
yüksek sanat ve estetik kaygılarından asla vazgeçmeden dünya<br />
kamuoyuna anlatmak zorundayız.<br />
Kervan1915 film projesi bu bağlamda yeni bir algı sağlayabil-
mek ve bunu hem kendi hem dünya kamuoyuna hissettirebilmeyi<br />
hedeflemiştir.<br />
Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı, arkasında toplam<br />
8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp<br />
veya esir bıraktığı Birinci Dünya savaşının yaşandığı bir dönemde,<br />
Türkiye’nin Karadeniz kıyısında, Yemyeşil Giresun’dan<br />
çorak topraklara doğru yola çıkan bir kervan...<br />
Kadın ve çocuklardan oluşan onlarca kişi... Daha önce ileri<br />
katırlarla yük taşımak olan 20 kadar katırcı...<br />
Yaklaşık 1000 kilometre boyunca dağları, ırmakları aşarak,<br />
çorak Halep’e varacaklar…<br />
60 gün 60 gece gök ile<br />
yeryüzü arasında...<br />
İntikam için, talan için can alan çeteler...<br />
Bu yolculukta imkânsızı mümkün kılan bir gönül hikâyesi...<br />
Ahmet ile Suzan’ın kalpleri ısıtacak aşkı...<br />
Aldığı her emaneti sahibine şartlar ne olursa olsun teslim eden<br />
Katırcı Salim ve arkadaşları bu seferi başarabilecekler mi?<br />
27 Haziran 1915’te zorunlu olarak yola çıkan Kervanı, 100 yıl<br />
önce yaşanan acıları anlamak ve anlatmak için, 27 Haziran<br />
2015’te ‘gönüllü’ bir ekiple yeniden yola çıktı...<br />
‘İnsan sevgidendir’ demek için...<br />
7 Ekim 2016 tarihinde sinemalarda...<br />
TGWL | 137
Filmin Hikayesi<br />
I. Dünya<br />
Savaşı’nda Osmanlı<br />
topraklarına<br />
giren Ruslara Anadolu’daki Ermenilerin<br />
destek verme ihtimali üzerine Osmanlı<br />
hükümeti, Ermeni isyanlarını bastırmak<br />
için 1915’de Ermeni tehcirini onaylar.<br />
Karadeniz kıyısındaki Giresun’da yaşayan<br />
Ermeni kadınların bir kısmının Halep’e<br />
tehcirini ise inatçı, sözünden dönmeyen,<br />
taşıdığını emanet sayıp canı pahasına<br />
koruyan Katırcı Salim üstlenir. Ermeni<br />
kadın ve çocukları yurtlarından koparan<br />
bu zorunlu göç yaya olarak yapılacaktır.<br />
İlk defa insan taşıyacak olan Salim ve<br />
adamları yolculuk boyunca nasıl davranacaklarını<br />
bilememektedir. Salim’in<br />
açgözlü ve fırsatçı rakibi, altın peşinde<br />
koşan Karahisarlı Murat kafileyi gizlice<br />
takip etmektedir. Üstelik Giresun’dan<br />
aynı gün yola çıkan tehcir kafilelerinin<br />
bazıları soyulmuş, katledilmişlerdir. Katırcı<br />
Salim, geçmişte Sivas’ta yaşadığı acıklı<br />
aşk hikâyesi sebebiyle, belirlenmiş resmî<br />
tehcir güzergâhı yerine farklı yoldan gider.<br />
Bu yüzden yolculuk, sarp dağlar, zorlu<br />
geçitler, derin vadiler boyunca daha da<br />
zorlaştığı gibi diğer yandan çeteler ve<br />
asker kaçakları kafileyi tehdit etmeye<br />
başlar. Güzergah değişikliği ve çatışmalar<br />
kafiledeki Ermeniler arasında güvensizliğe<br />
sebebiyet vermiş, emniyet içinde olduklarını<br />
bilmeyen Ermeni kadınlar katırcıların<br />
kendilerini öldüreceğini düşünmeye<br />
başlamışlardır.<br />
On yıl önce bir deniz kazasında kaybettiği<br />
kocasının bir gün çıkıp geleceğini saplantı<br />
haline getirmiş Hayganuş, Salim’in işini<br />
zorlaştırmaktadır. Üstelik Hayganuş, Salim<br />
istememesine rağmen hamile kız kardeşi<br />
ile bunak kayınvalidesini gizlice kafileye<br />
dâhil etmiştir. Hayganuş’un ailesini bir<br />
arada tutma gayreti ise kızı Suzan ile<br />
Katırcı Salim’in en güvendiği adamı Ahmet’in<br />
ilk görüşte birbirine âşık olmasıyla<br />
sonuçlanacaktır. Salim, Ahmet’in hisleri<br />
ile duygudaşlık kuramayacaktır. Çünkü<br />
ona göre Ahmet emanete ihanet etmiştir.<br />
Onlarca insanın sorumluluğu, sevdiği<br />
adamının “ihaneti” Katırcı Salim’i yıldıracak<br />
mıdır?<br />
Taşıdığı her emaneti sahibine teslim etmekle<br />
nam salmış Salim bu sefer başarabilecek<br />
midir?<br />
Senaryo Yazarlığını ve Yönetmenliğini<br />
İsmail Güneş’in üstlendiği Kervan 1915<br />
filminin önemli rollerinde Murat Han,<br />
Ayşe Akın, İbrahim Kendirci, İpek Tuzcuoğlu,<br />
Fatih Ayhan, Ali Kemal Yılmaz ve<br />
Meriç Başaran oynadı. Özgün müziklerinin<br />
Suren Asatryan tarafından yapılan<br />
Kervan1915’in yapımcılığını Aynur Güneş<br />
yaptı.<br />
1915 Ermeni Tehcirini anlatan Türkiye’de<br />
ilk film olan Kervan1915 Üç ay süren yoğun<br />
bir çekim sonrasında yapım sonrası<br />
işlemleri 9 ay sürdü.<br />
138 | TGWL
TGWL | 139
gurme<br />
Eylül ayı gelir, balıklar ağlara takılır. Hele palamutlar resmen<br />
egemenliklerini ilan edercesine boy gösterirler tezgâhlarda. Sezon<br />
palamut sezonu, kızartması da güzel ızgarası da… Ama biz tavsiye<br />
üzerine karalahana yaprağında palamut yiyoruz Hanımeli’de.<br />
Karadeniz mutfağının olmazsa olmazıdır karalahana. Bazen kaygana ve<br />
hamsi pilavı bazen de kuymak ve tursu kavurması eşlik eder bu eşsiz lezzete.<br />
Karalahana dolmasını ve çorbasını hepimiz biliriz. Kullanım alanı bu kadar<br />
kısıtlı mıdır bu Karadeniz incisinin?; Hep satır kıyma mı eslik eder lahanaya?<br />
;Başka tatlarla birleşemez mi?<br />
Bu sorulara mesleki bir yaklaşım ile yanıt aramış Hanımeli Balık ailesi.<br />
Neden olmasın diyerek yola çıkmışlar ve palamudu karalahana yaprağı ile<br />
buluşturmuşlar. Bizde sizler gibi, “Nasıl yani?” demekten kendimizi alamadık<br />
ilk duyduğumuzda; sarmadan bahsediyorlar sandık. Mekân sahipleri hafif<br />
bir tebessüm ile adeta aklımızdakini okurmuşçasına cevap veriyorlar:” Hayır<br />
efendim sarma değil. “<br />
140 | TGWL
Bakır tavalar ile donanıyor masamız. Balık pulları gibi<br />
göz alıyor bakır rengi. Garsonun kapağı kaldırmasıyla<br />
burnumuza gelen kokular adeta bizleri büyülüyor. Hiç bir<br />
ön yargı ve soru işareti kalmıyor o andan itibaren aklımızda.<br />
Palamut tabaklarımıza servis edilirken bizlerde,<br />
aramızdan ilk kim tadacak acaba diye merak ediyoruz.<br />
Bazı gönüllüler çıkmıyor değil... Küçük pazarlıklar da<br />
yapılıyor… Zorda olsa bir karara varıyor, balığın masadaki<br />
herkese servis edilmesini bekleyip hep beraber<br />
tadıyoruz bizim için oldukça yeni fakat mekân ve müdavimleri<br />
için mazisi öncelere dayanan bu lezzeti.<br />
Gerçekten nefis! Palamut, lahana, soğan ve sarımsak<br />
birbirlerine çok yakışmışlar. İnsanın yedikçe yiyesi balığın<br />
suyuna bandırdıkça bandırası geliyor ekmeği… Bu kadar<br />
lezzetli olabileceğini acık konuşmak gerekirse tahmin<br />
etmiyorduk.<br />
Biz haftaya tekrar gidip Hanımeli’de “karalahana yaprağında<br />
palamut” yiyoruz. Henüz bu farklı lezzeti denememiş<br />
olan okuyucularımıza da sezonu kaçırmamalarını<br />
tavsiye ediyoruz. Balık sezonu Eylül ayını “karalahana<br />
yaprağında palamut” ile taçlandırmanız dileğiyle...<br />
TGWL | 141
142 | TGWL
TGWL | 143
144 | TGWL