SAYE Kasım 2023
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
SAYE
1
SAYE
SAYE
Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi
SAYI: 1 Kasım 2023
Bu e-dergi MUSTAFA HAKAN GÜVENÇER FEN LİSESİ
Kültür, Edebiyat kulübü öğrencilerinin ortaya çıkardığı bir
çalışmadır.
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Zehra BAYIR
YAZI İŞLERİ YAYIN YÖNETMENİ
Büşra ERDOĞAN
MİZANPAJ
Muhammed Emin KUL
TASARIM
İbrahim Hayri KOÇ
YAZARLAR
Büşra ERDOĞAN
Berra ERSOYDAN
Asrın Nisa EROL
Özge ERDOĞAN
Tuana TUNCAY
Eylül IŞIK
Ali Erkan ERSİN
Zeliha Nur ULUDAĞ
Tuana Satı BEKEN
Yağmur Zeynep ÖZAL
ÇİZERLER
Ela Nur AYDAMAK
Zeliha Nur ULUDAĞ
İLETİŞİM
sayedergi0@gmail.com
*Her hakkı saklıdır.
2
SAYE
SAYE
İÇİNDEKİLER
Editör Yazısı…………………………………………………………………. 4
Vatan Dediğin Nedir? ………………… ………………………………. 5
On Beş Yılı Karşılarken………………………………………………….. 6
Ateşten Gömlek ve Vatan Sevgisi…………………..…………….. 8
Kahraman Aliye’ye Mektup………………………………………… 10
Halit Fahri OZANSOY………………… ……………………………….. 11
VATANSIZLAŞTIRMANIN BİR DİĞER ADI: MANKURTLAŞTIRILMAK……….. 13
Sanat, Edebiyat ve Atatürk………………………………………… 15
Edebi Bir Tür Tanıyalım: Küçürek Hikayesi…………………. 17
Bir Sözcük Bin Hazine…………………………………………………… 19
3
SAYE
EDİTÖRÜMÜZDEN…
Saye dergisinden bütün okurlarına merhabalar...
Uzun süredir ilmek ilmek işlediğimiz dergimizin ilk sayısını nihayet sizlere sunmanın
kıvancını yaşıyoruz. Öncelikle sizlere neden dergi işine başladığımızdan, dergimizin
çıkış amacından bahsetmek istiyorum. Dergimizin amacı okulumuzda edebi bir bilinç
oluşturmak, okulumuzun böyle bir sosyal proje içerisinde yer almasını sağlamak,
kalemi kuvvetli arkadaşlarımızın cevherlerini ortaya çıkarmaya yardımcı olmak ve
birçok edebi eseri, yazarı ve şairi siz değerli okurlarımıza tanıtmaktır. İsmimiz neden
Saye diye merak eden meraklı okurlarımızın da kafalarındaki soru işaretlerini gidermek
isterim. Saye kelime anlamı olarak gölge demek. Bizler de bizden öncekilerin gölgesi,
bizden sonrakilerin ışığı olmayı amaçlıyoruz.
İçerik her edebi eserin kalbidir. Etkileyici ve özgün içeriğe sahip eserler, kaliteli işler
ortaya çıkarır. Biz de bu düşünceyle sizlere estetik bir haz uyandıracak, yeni bilgiler
kazandıracak bir eser meydana getirmek istedik. Her Türk evladı gibi bizler de
Cumhuriyetimizin 100. yılının şerefini ve gururunu yaşamaktayız. Bu nedenle ilk
sayımızı vatan teması üzerine oluşturduk. Dergimizde 100. yılımıza özel vatan temalı
edebi eserlerin yanı sıra ilham kaynağı olabilecek yazar ve şairleri tanıtmak istedik.
Ayrıca hayata bakışınızı değiştirecek eserlere aracılık etmek amacıyla sevgili
yazarlarımızın yorumlarıyla sizleri baş başa bırakıyoruz.
Belirli aralıklarla yayınlamayı planladığımız dergimizin her sayısında sizlere edebiyat
hakkında yeni bilgiler sunmayı, sizi sıkmadan yeni şiirler, denemeler, mini hikayeler,
röportajlar eklemeyi hedefliyoruz. Tekrara yer vermeden özgün içerikler oluşturmayı ve
bu görevi sürdürmeyi artık boynumuzun borcu bildiğimizi de siz değerli
okuyucularımıza bildirmek isteriz.
Başta değerli Müdürümüz Fatih ERDOĞAN’a destekleri için teşekkürlerimizi sunarız.
Dergimizin mimarı, bize her koşulda destek olan, inanan ve güvenen Türk Dili ve
Edebiyatı Öğretmenimiz Zehra BAYIR’a, okulumuzdan mezun olsa da ilk sayımızın
tasarımında bize yardımcı olan İbrahim Hayri KOÇ’a, bir sorun çıktığında dişini tırnağına
takarak yardımcı olan yazarlarımıza, dergimizin web kısmında çalışan ve bütün gününü
bu işe harcayan arkadaşlarımıza, dergimizin çizim kısmında görev alan ve saatlerce
masa başında bu çizimleri yetiştirmeye çalışan çizerlerimize, bu süreçte bizi yalnız
bırakmadıkları için sonsuz teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Dergimiz artık siz kıymetli okurlarımıza emanetimizdir. “Saye” olarak birbirinden
kaliteli içeriklere ulaşma arzusuyla...
Büşra ERDOĞAN
EDİTÖR
4
SAYE
VATAN DEDİĞİN NEDİR?
Vatan bir ulusun bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçasıdır.
Biz vatan tanımını şimdi kolay bir şekilde yapabiliyoruz ama ya vatanımız olmasaydı, ya burası
benim vatanım diyebileceğimiz bir yer olmasaydı... Bu yüzden kendi vatanımızı benimserken
kaybolmaması için dış emellerden muhafaza etmeliyiz. Sonuçta vatan dediğin şey basit bir kelime
değildir. Vatan sevgisi kişiyi de refaha çıkaran bir rüzgardır. Bunun hakkında Mustafa Kemal
ATATÜRK'ÜN güzel bir sözü vardır" Vatan sevgisi, ruhları kurtaran en kuvvetli rüzgârdır." Bu sözünden
anlayabileceğimiz gibi vatan sadece bir toprak parçasından ibaret değildir. Kişinin toplumuna , ırkına,
yaşadığı toprağa olan tutumununa karşı içinde yanan ateştir. Bu ateşi söndürmeyecek olan da
duygulardır. Kimse bu duyguların ötesine geçmez, geçtiği takdirde sıkıntı vardır. Sonuçta İstiklâl
Marşımızın bir kıtasında " Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlal" diyor. Buradan anlayabileceğimiz
üzere bahsettiğim duygular ebedi olması lazım böyle değil ise temelinin üzerinde durduğu inşaat
yıkılmaya yakındır.
Atamızın uçurumun kenarından kurtardığı bu vatanın değerini bilip bir karış toprağı için canımızı göz
önüne alıp sahip çıkmalıyız.
Tuana Satı BEKEN 9-B
5
SAYE
ON BEŞ YILI KARŞILARKEN...
“Kim derdi yarılsın da nihayet yerin altı,
Bir anda dirilsin de şu milyonla karaltı.
Topraklaşan ellerde birer meşale yansın.
Kim der ki şu milyonla adam birden uyansın.
Kim derdi seher yıldızı doğsun da bir evden,
Kaçsın da cehennemler o bir dalma alevden,
Canlansın ışık selleri olsun da o damla
Beş devletin öldürdüğü devlet bir adamla.
Kim der ki en son rakamlar da delirsin.
On beş asır on beş yılın eb'adına girsin.
Dünyaları bir fert evet oynattı yerinden,
Sarsıldı demirler evet azmin demirinden.
Mazi yıkılıp gitti evet fesli, kafesli:
Lâkin bugünün ey granit bünyeli nesli,
Bir şey ele geçmez şerefin sade adından.
Sen arşı bırak, varsa haber ver kanadından.
Gökten ne çıkar? Gök ha büyükmüş ha değilmiş,
Sen alnını göster ne kadar yükselebilmiş.
Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir,
Tarihi kendin yazıyorsan, eserindir.
Bahsetme bugün sade dünün mucizesinden,
İnsan utanır sonra yarın kendi sesinden.
Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse;
Sen asrını üstünde izin varsa benimse;
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır. “
Mithat Cemal KUTAY
6
SAYE
Tarihimize dönüp baktığımızda; savaşlardan yorgun düşmüş bir millet, hasta bir
Osmanlı… Kim derdi millet dirilsin üstündeki ölü toprağını atıp uyansın milli mücadele
başlasın o meşaleyi genç yaşlı kadın erkek taşısın. Kim derdi korkusuz bir komutan
ordunun başına geçip namı yedi düvele yayılıp her cephede korkulan bir kahraman
olsun dünyayı yerinden oynatsın ve azimle özgürlüğü ve yeni bir neslin doğuşunu
başlatsın.
Fesler ve kafesler mazide kaldı artık evet modern özgür bir millet var. İçinde
bulunduğun şartlardan yakınma, imkansız deme, sen mücadele ederken elinden ne
gelir ona bak inan ve devam et.
O zaman yazdığın tarih senindir. Dün tesadüfen elde edilmiş mucizelerle bugün
övünme sonra utanır pişman olursun ve unutma ki kimse senin var olman için
çabalamaz sen çabalamışsan varsın bu hayatta hiçbir şey yapmayıp sadece
konuşanlarla değil toprağı için mücadele edenlerle cennettir bu vatan.
“Bayrakları bayrak yapan üstünde ki kandır
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Bir milletin bayrağı dalgalanıyorsa dökülen şehit kanları sayesindedir. Ve bu
topraklarda özgürce yaşayabiliyorsak bu şehit kanları sayesindedir.
ASRIN NİSA EROL 9-D
7
SAYE
HALİDE EDİP ADIVAR ATEŞTEN GÖMLEK KİTABI VE VATAN SEVGİSİ
1-KİTAP HAKKINDA
I. Dünya Savaşı'nın bitişi ve düzenli orduya geçiş süresince ele alınan Ateşten
Gömlek kitabı Kurtuluş Savaşı'nı ele alan ilk roman örneğimizdir. Kitabın yazarı olan
Halide Edip Adıvar bilindiği üzere Kurtuluş Savaşı'nda önemli rol oynamıştır, yazdığı
Ateşten Gömlek romanını da önemli kılan unsurların başında yaşadıklarını okuyucuya
aktabilmesi yatmaktadır.
2-ATEŞTEN GÖMLEK KİTABININ KONUSU VE ANA FİKRİ
Ateşten Gömlek kitabının asıl işlemek istediği vatan duygusudur, vatan aşkı ne
pahasına olursa olsun her şeyden önce gelir. Bir ülkeyi ayakta tutan şey halkın
içindeki sönmeyen vatan duygusudur, bu duygu insanların içinde yer aldığı sürece
milli birlik ve beraberlik bilincinde olan toplumu hiçbir güç yıkamaz. Bunun en iyi
örneğini Kurtuluş Savaşı’nda görüyoruz ve Ateşten Gömlek romanı da vatan
duygusunu ele alan bir kitaptır fakat yazar bu duyguyu belirli bir olay çerçevesinde
iletmiştir. Bu olay çerçevesi ise şöyledir; roman İzmirli olan Ayşe ve yakınlarının
üzerine Kurtuluş Savaşı mücadelesini ve aşamalarını aynı zamanda kahramanların bu
zorlu dönemdeki ruhsal durumlarını anlatır. Ana fikre gelecek olursak kitabı bitirdiğim
zaman benim buradan çıkarttığım ana fikir şöyle: Vatan sevgisi ne yaşanırsa yaşansın
hiçbir amaç uğruna bırakılmaması gerken bir duygudur ve her şeyden önce gelir.
3-ATEŞTEN GÖMLEK KİTABININ NEDEN OKUMALIYIZ?
Sizlere biraz bu romanı neden okumanız gerektiğinden bahsedeceğim okuma
nedenlerinden bence en önemlisi, vatan sevgisini geliştirmesi. Bunun önemi
günümüzde çok büyüktür. Hatta bunun üzerine Atatürk: “Türkiyenin vatan sevgisi ile
dolu göğüsleri, düşmanların melun ihtiraslarına karşı daima bir duvar gibi
yükselecektir” sözüyle vatan sevgisine vurgu yapmıştır.Atatürk hayatı boyunca Türk
milletinin çağdaş olması için mücadele vermiştir. Bu mücadelenin altında yatan
elbette Atatürk’te var olan derin vatan sevgisidir. Bu vatan sevgisi sayesinde birçok
kişinin başaramayacağı şeyleri başaran bir liderdir. Bu söylediklerimden de
anlayacağınız üzere vatan duygusuna sahip olmak çok önemlidir. Ateşten Gömlek
kitabının bu konuda yardımcı olabilecek nitelikli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
Bunun dışında ben kitabı okuduğum zaman tarih dersini anlamama yardımcı
olduğunu fark ettim burada verilmek istenen bilgi doğrudan verilmemiştir bir olay
çerçevesi içerisinde saklı olan bilgiler yazarın kurgulaması ile birlikte çok daha kalıcı
bir öğrenme sağlayabilir. Son olarak birinci el kaynaklardan olması sebebiyle de
gelecek nesillere vatan sevgisinin aktarılmasında da önemli rol oynar.
8
SAYE
4-KİTAP İLE İLGİLİ ÖNERİLERİM
Kitabı okurken kendinizi sanki o dönemde bir insan gibi hayal edin bunu yapmanız
duyguya girmenize yardımcı olarak anlamanızı kolaylaştırır. Bir başka önerim ise tüm
anlattıklarımdan sonra kitabı okumaya karar verdiyseniz kitabı alacağınız zaman
dikkatli olmanız gerek. Kitap iki farklı şekilde basılmış bu iki kitaptan birincisi Osmanlı
Türkçesi ile yazılmış ve bu kitapta Osmanlı Türkçesinden aşina olmadığımız
sözcükler bulunduğu için sizin kitabı anlamanızda güçlükler çıkararak okuma akışınızı
bozabilir. Bir diğer baskısı ise günümüz Türkçesine uyarlanmış halidir. Günümüz
Türkçesine uyarlanmış halini okumanız daha sürükleyici olabilir, bu yüzden ikinci
basımı almanızı öneririm.
5- KİTABIN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ
Kitabın 2 ayrı basımı olduğundan bahsetmiştim günümüz Türkçesine uyarlanan kitabı
baz alırsak yabancı kelimelere fazla yer verilmediğini fark ederiz. Kitabın anlatımının
coşkulu ve heyecanı olması benim içimde uyandırdığı vatan duygusu ile birlikte
romanı akıcı bir şekilde okumamı sağladı.
6-KİTAPTA BENİ EN ÇOK ETKİLEYEN ŞEY
O dönemin ne kadar zorlu olduğunu ancak yaşayan ve gören insanlar anlayabilir.
Daha önce bahsettiğim gibi, yazar olayları bizzat yaşadığı için bu duyguyu gayet güzel
işlemiştir. Kitabı okuduğumda, kendi ülkemdeki insanların vatan sevgilerinin ne kadar
dinç olduğunu ve milli birlik ve beraberliği gözleri kapalı bir şekilde sürdürdüklerini
görmek beni etkileyen şeylerden birisiydi. Bunun dışında, kitabın sonundaki büyük
ikilemle birlikte okurdaki merak duygusunun dinç tutulmaya çalışılması da beni
etkileyen olaylardandı.
BERRA ERSOYDAN 9-D
9
SAYE
Kahraman Aliye'ye 1 ,
" Toprağınız toprağım, eviniz evim; bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım
ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billâhi!" çıkmıyor bu sözlerin aklımdan,
silinmiyor yaşadığın hiçbir an zihnimden.
Nice felaketler gördü bu topraklar, nice kınalı kuzularını şehit verdi bu analar lakin
hiçbirinin acısı milletin kendi içinde birbirine yaşattığı kadar acı olmamıştı. Hiçbirinin
acısı yarı cahilliğin getirdiği bilinçsizlik ve düşüncesizlik kadar ağır olmamıştı.
Henüz işgal yıllarında, asker siperde toprağı için savaşırken; geleceğin mimarı sen ve
senin gibi onlarcası Anadolu'nun küçük yüreklerini, geleceğin yegane temsilcilerini;
ilim, bilim ve fenin yolunda aydınlatmaya çalışırken bir yandan da en büyük
düşmanımız cehaletle savaş vermekteydiniz.
Siz Muallimler yol gösterici bir ışık demeti, halkın daima yanında olan, halkın sesine
kulak veren maarif neferleriydiniz ancak bir yandan da sizin bu gayenizi saptırma
yolunda olan cahil, Türk düşmanı, eğitimsiz, vatan, millet ve din kavramlarını ayırt
edemeyecek zihniyetlerle dolu büyük bir kesimle uğraşmak zorundaydınız. Bu
durumun üstesinden gelmek mükellefiyetindeydiniz çünkü Gazi Mustafa Kemal
Atatürk'ün de söylediği gibi gerçek kurtuluş ancak cehaletin ortadan kaldırılmasıyla
olacaktı.
Yunan kumandanına karşı yüzünde ve yürüyüşündeki kat'i kudretin, yılmazlığının
oluşturduğu başkaldırış, hiç kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği ancak kendini
esasen Türk hisseden, damarlarından akan kanın kime ait olduğunu hissedebilen her
Türk'ün düşünmeksizin ve taviz vermeksizin yapacağı ender ve kıymetli
hareketlerdendi. Dini kendi işlerine alet etmiş şahsiyetlere karşı göstermiş olduğun
dik duruş ve din kavramını doğru anlamlandırma çabasına sahip olman takdire
şayandı çünkü sana göre din, nurlar içinde nihayetsiz bir rahmetin, şefaatin tecellisi;
kundakta ümmeti için şefaat talep eden Peygamber'in, asi ümmetine melce olan
büyük Muhammed'in dini idi. Sana göre din yüreğin sonsuz derinliklerinde sevgiyle
korunacak kutsal bir değerdi. Çağdaş yaşamın gereksinimleriyle karıştırılmaması
gereken ahlaki bir oluşumdu.
İyileştirmek, yaralarını sarmak istediğin, kendi milletin tarafından son nefesini
verinceye dek iğrenç ve çirkin "Vurun Kahpeye!" nidaları yükselirken bile kanlı
dudaklarından dökülen son cümlelerdi şunlar:
" Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık
olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billâhi!"
Her şey için teşekkür ederiz sana ve senin gibi isimsiz nice kahramana...
Yağmur Zeynep Özal 11-C
1 Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye romanının ana karakteridir.
10
SAYE
HALİT FAHRİ OZANSOY
“Mah’ a serilmiş ay yıldız örtüsü, o dur ki şehidimin son örtüsü…”
Ailesindeki pek çok vatan şairinden ona aşılanan bu vatan sevgisi, onu bu vatan
uğruna adeta mücella bir dilek eylemiştir.
İLK YAZISI
“EBEDİ SÜRECEK HAZLARA BİR KALA, UFKA BAKAN YİĞİTLERE HAYRAN OLMAYA;
İŞTE GİDER YİĞİDİM AHDİN OKUMAYA…”
İlk yazısı 1910 Mart’ında Traje Mecmuasında yayımlanan FACİA-İ BEŞERDEN BİR
LEVHA isimli yazısıdır. Bu yazı onun edebiyata ilk adımı olmasına karşın ona vatan
sevgisini nice emekleriyle işleyen familyasına verdiği ilk meyvedir. Onu yazmaya
teşvikte bulunan ilk şahıs MEKTEBİ SULTANİ’DEKİ (GALATASARAY LİSESİ ) edebiyat
muallimi Ali Kami Akyüz’dür. Onun yazılarını kontrol ve teşvikiyle ona yapıcı bir
destekte bulunmuştur. Hatta bu yazısı Galatasaray Lisesi’nde sergilenmektedir.
ÇANAKKALE GEZİSİ
“GÖZLERİNDE AYET AYET BÜYÜYEN AŞKI VATAN, MERMİLER BU DAVADA CANI
KURBAN, YİĞİT GİDER KALIR REHBER KAN KOKUSUNDAN BOĞULAN GEMİLER…”
Harbiye Nazırı Talat Paşa 1915’te Çanakkale Harbi’ni yaşayan ordunun ve halkın
moralini yükseltmek için dönemin ediplerine bir cephe gezisi düzenlenmiştir. Bu gezi
milli duyguları kuvvetlendirecek eserler ortaya çıkartır. Bu yolla Halit Fahri’nin
edebiyat ile tanışması gerçekleşmiştir. Gezi sonucu ortaya çıkan pek çok kitap
arasından yalnızca üç kişiye ait üç farklı eser kitap olmaya layık görülmüştür. Bu
eserlerden biri de Halit Fahri’ye ait CENK DUYGULARI adlı eseridir.
GAZETECİ KİMLİĞİ
“TOPRAĞIN KARA SİNESİNE ÖRSELENMİŞ RÜZGARDA YÜKSELEN UMUDA KISIK
NEŞEYLE YÜKSELEN BAHAR, AL ELİNE GÖZGÜYÜ BAK İŞTE KAHRAMAN SENİN
YÜREĞİNDE YATAN… “
Savaş yıllarında gerek durum bildirimi, gerek köşe yazarlığı, gerek cepheden haber
getirme gibi pek çok kutsi görevde bulunmuştur. Bu durum onun yazı hayatının
şekilenmesinde önemlice görev almıştır. Savaş meydanını kendi gözleriyle görmüş
olması milli duygularını ayaklandırıp kalemine bin katmıştır.
ÖĞRETMENLİK YILLARI
“İNKILAPLARA KOŞAR ELİNDE İNKILAP MEŞALESİ, CEPKENİNDE MÜREKKEP LEKESİ
,CEHALETE BOĞULMAYA YÜZ TUTMUŞ ISTIRAPLI KARANLIĞA FELAKET,BU
VATANIN ÇOCUKLARINA HOŞNAME ÜMİTLERDEN EN GÜZELİ…”
11
SAYE
Mezunu olduğu Mekteb-İ Sultani’de 40 yıllık bir edebiyat öğretiminde bulundu. Bu
süreç artık olduğunu, onunda usta bir yazar-ı şahan olduğunu istimna etmekteydi.
Yazma kutsaliyetini birde bu cennet-ül mekan vatan için yapmak bilincine ermiş idi.
BEŞ HECECİLER
Bu kişiler aruz ölçü yapısına dikkat ederek vatan, mertlik, mütevaziyet, yiğitlik gibi
konuları kullanarak yazdıkları şiirlerle Fecri-Ati şiir topluluğunu temsilde
bulunmaktaydılar. İşte Halit Fahri bu grubun en büyük temsilcisiydi.
İŞTE BU SAYIDA HALİT FAHRİ OZANSOY’U ÖĞRENDİK, KULLANDIĞI ARUZLARDA
GİDİP GELİŞİ, KAYBOLDUĞU HAZLAR ÇELİŞKİSİ, ONU PEK ÇOK OLUMSUZ
ELEŞTRİYE MARUZİYETE TABİİ TUTSA DA O BU GÜZEL KAFTANI GİYME ATEŞİNDEN
VAZGEÇMEYEREK BİZE BU VATAN TUTKUSUNU TATTIRMA KABİLİYET VE
METELİĞİNİ ÜSTLENMİŞTİR, SON KELAMLARLA SÖZÜ BİTİRİYOR, SAĞLIK VE
ESENLİKLER DİLİYORUM.
Eylül IŞIK 9-C
12
SAYE
VATANSIZLAŞTIRMANIN BİR DİĞER ADI: MANKURTLAŞTIRILMAK
Kim olduğunu hatırlamadığın sürece kim olduğunun önemi var mıdır? Sen kimsin sorusuna
cevap veremediğin müddetçe yaşamanın anlamı nedir? Kim olduğunu nereden öğrenebilirsin
peki? Cevap hafızadır. Anıların, duyguların, tecrübelerin, adının, vatanının ve bildiğin her şeyin
kayıtlı olduğu yer hafızadır. Hafızan seni sen yapan her şeydir. Güçlü bir hafıza ağır bir cazadır
derler peki olmayan bir hafızanın cezası ne kadar ağırdır? Hatırlamadığın her an, unuttuğun her
isim seni nasıl eksiltir? Koskocaman bir adamken yeni doğmuş bir bebek gibi tecrübesiz
kalmanın zorluğu kelimeler ile tarif edilemez. Vatanını, evini, yurdunu, benliğini bilmemek,
hatırlamamak nasıl bir acıdır? Bunları size sormamdaki amacım size anlatacağım karakteri daha
iyi anlamanız: Mankurt.
Mankurt, özel bir ismi bile olmayan karakterdir. Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı
kitabındaki köleliğinin bile farkında olmayan bir karakter. Mankurt kime denir, ilk olarak buna
bakalım. Mankurt savaşlarda esir düşmüş boylu poslu gençlere işkence uyguladıktan yani
mankurtlaştırıldıktan sonra onlara verilen isimdir. Mankurtlaştırma nasıl yapılır: Önce esirin
kafasındaki her saç teli kazınır, bu sırada da bir devenin kürkü yüzülürmüş. Yüzülen deri esirin
kafasına sarılır, esir güneş altına bırakılırmış. Tabii kafasını hareket ettiremesin diye boynuna
tahta sabitlenir ve uzak bir yere bağlanırmış. Sıcakta büzüşen deve kürkü ve çıkmaya çalışan
saçlar esirlere büyük acılar çektirirmiş. Günler sonra bazıları ölür bazıları ise kendini
kaybedermiş yani hafızalarını. Hafızalarını kaybedenler artık mankurt olurlarmış. Mankurtlar
sahiplerine ölümüne sadık, kendi kararlarını alamayan, sadece emirleri uygulayan bir robottan
farksızdırlar. Kim olduklarını, nasıl buraya geldiklerini bilmediklerinden, hatırlamadıklarından
evlerine de dönemez, sahiplerine karşı gelemezlermiş.
Bazı mankurtlardan kuruyan deve kürkü çıkmaz ve bu onların hassas yanıdır. Bu sebeple
kafalarından şapkalarını çıkarmazlar.Bir gün yine bir delikanlı, vatan için savaşmaya hazır bir
yiğit, bir ananın oğlu mankurtlaştırılır. Anası oğlunun mankurtlaştığını öğrendiğinde onu aramaya
çıkar. Mankurt ise onu hatırlamaz. Kendi vatanını, adını, düşmana yardım ettiğini bilmez. Anası
onun vatanına döndüğünde hafızasının geri geleceğini umut eder ve onu götürmek ister.
Sahipleri mankurta anasının sadece şapkasını çıkarmak için geldiğini söyleyince anasını öldürür.
Anasının son sözleri “Adını hatırla, kim olduğunu hatırla. Babanın adı Dönenbay! Dönenbay!
Dönenbay!” olurken efsaneye göre orada uçan bir kuş bunu tekrarlamaya başlar. O kuşun ismi o
gün bu gün Dönenbay Kuşu’dur. Derseniz ki bu efsaneyi nereye bağlayacaksın, size şunu demek
isterim: Köleleştirilmiş, hafızasından her şeyi silinmiş, vatansızlaştırılmış, duyguları, düşünceleri
elinden alınmış bir mankurt robottan farksızdır; bence insan hafızasını elinde tuttuğu sürece
vatanı için savaşır. Çünkü vatanında olmayan her kişi kullanılmak için robotlaştırılmaya çalışılır.
Siz fark etmeseniz bile hafızanızdan sessizce parçalar alınarak mankurtlaştırılırsınız. Bu
işkenceler ile değil, göz boyama ile yapılır. Hafıza insanı insan yapan her şeyi içine alır ve sizi
kölelikten kurtarır. Kim bilir belki hafıza sadece geçmişin değil, geleceğin de tahtıdır.
Zeliha Nur ULUDAĞ 11-E
13
SAYE
14
SAYE
SANAT, EDEBİYAT VE ATATÜRK
Sanat denince aklımıza ne gelir? Resim, heykel, mimari, müzik, tiyatro, dans,
bale, sinema… Çok fazla ve hepsi kendi özgün özelliklerine sahipler. Aynı insanlar gibi
yani. Farklı fikirler farklı düşüncelerle doludur sanat. Onu görüp öğrenen insanlarla
hayata ışık tutar. Her bir eserde farklı bir duygu, düşünce vardır ve onlar sayesinde
insanlar farklılaşır. Bu sayede insanlar, devletler gelişir. Sanat bir toplumun, bir
devletin, bir ülkenin yapı taşıdır. Özgünlüktür, zevktir; yapan kişi için bir ayna, onu
gören kişi için bir farkındalıktır.
Bir milletin gururu, aşkıdır sanat. Onu yansıtan şeydir. Sanat olmayan toplum
gelişmemiştir, geri kalmıştır; o toplumdaki insanlar empatiden yoksun, bencil ve
güzeli bilmeyen insanlardır. Sanatçılar da yaptıkları sanatla insanları
hoşgörüsüzlükten korur, insanlara farklı bakış açılarını öğretirler. Bir toplumdan
sanatçı çıkmazsa sanat oluşmaz, o toplum artık sıradan ve gelişmemiş bir toplum
olur. Sonunda da saygısız, yorumlama kabiliyeti düşük, tek düze insanlarla dolar o
ülke. Bu yüzden sanat bir devletin kuruluşunda, toparlanışında, yapılandırılışında çok
önemlidir.
Atatürk bunu biliyordu en başında. Bu yüzden bu ülkeyi kurarken en çok önem
verdiği şeylerden biri buydu. Kendisi bir sanatseverdi çünkü. Müzik dinler, dans eder,
okurdu. Operaya ve baleye ilgi duyması, tiyatro, edebiyat, heykeltıraşlık, mimarî, resim,
müzik gibi sanat dallarıyla ve sanatçılarla ilgilenmesi, onları desteklemesinden anlarız
biz bunu. Sanatçı yetiştirmek için, bu ülkeyi geliştirmek için verdiği uğraşta net bir
şekilde görülebilir. Sanatta da en ehemmiyet verdiği yazını çok severdi, ona çok değer
verirdi Atatürk. Okumak onun için çok değerliydi. Okuyarak kendini geliştirdi, Atatürk
oldu. Kant okuyan, Balzac okuyan Atatürk öğrenerek öğrendiğini deneyimleyerek
Atatürk oldu. İleri görüşlülüğü, insanlarla bağ kurması, edebi, genel kültürü, zekâsı…
Bizi hayran bırakan her özelliğine, okuma azmi güç kattı. Okumak için de okumadı
Atam; severek, isteyerek yaptı bunu. Her şeyden önemliydi onun için okumak. Öyle ki
Çalıkuşu’nu –en sevdiği roman- cephedeyken, o zorlu ve uykusuz gecelerde bitirdi.
Okumaktan asla ödün vermedi. Onun için okumanın zamanı ve mekânı yoktu. Kendi
evlatlarını yetiştirirken de buna önem verdi. Sanata ve edebiyata, bunu da şu sözüyle
gösterdi bize: Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak
demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet
alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır. Onun
evlatlarında istediği şey de sanatı ve bilimi yüceltmeleriydi.
Yazın da bir sanattır sonuçta. İnsanlar, dönemlere yayılmış hikâyelerle, tarihin
yazılmış kaynaklarla, ufuk açan romanlarla, insanı düşündüren şiirlerle, farklı farklı
düşüncelerin denemeye dönüştürülmesini ancak okumak, anlamda edebiyat ile
yaparlar.
15
SAYE
Atatürk’ ün evlatları ise biziz. Suyuna, taşına hayran olduğumuz bu vatanı
yüceltmekti bizden istediği. Zira bu vatanın çok değerli olduğunu biliyordu. Bu güzel
ülkeyi kurtardı, bizim için vatan yaptı. Türklerin vatanıydı çünkü burası. Onun ve
milletinin vatanı. O ülkeyi geliştirmek insanların keyifle mutlulukla yaşayacağı bir
vatan olmasını isterdi.
Ömrünün bu gelişimi izleyecek kadar uzun olmadığını biliyordu. Fakat asla
durmadı. Bu yüzden çocuklardan ve gençlerden hür fikirler ile devam etmelerini istedi.
Onu anlamalarını istedi. Onu anlamak da okuyarak olacaktır elbette.
Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Hatay’a her karışı zenginliklerle, kültürel
çeşitliklerle, bakmaya doyamayacağımız harikalarla, eşsiz şehirleriyle, inanılmaz
sanatıyla, mimarisiyle, başarılarıyla bu vatanı, Türkiye’yi sanatla yüceltebiliriz.
Zira sanat insanları geliştirir. Sanat güzelliktir, güzel olan şeyler eserlerde her
zaman önceliktir ve güzellik insanları bir araya getiren ortak bir paydadır. Farklı
güzellik anlayışları sanatta, eserlerde buluşur. O estetiğin altındaki anlamı biz seçeriz,
kendimize uyarlarız. Yakın hissettiğimiz eserleri duygularımızla birleştiririz. Kendimizi
anlamaya başlarız. Düşüncelerimiz anlam kazanmaya başlar. Mantığa sahip oluruz.
Aynı zamanda sanatla duygudaşlık yaparız. Başka insanların neler hissettiğini
anlamaya çalışırız. Eserlerdeki duyguları anlamaya çalışırız. Bu şekilde birey olarak
gelişiriz. Bir kişiden bin kişiye, gelişen insanlar toplumu da geliştirir. Sanatı yayarak,
onu anlatarak başkalarına tanıtır. Sanat arttıkça gören duyan da artar. On binden yüz
binlere, insanlar uyum içinde birleşirler. Bu şekilde ülkeler gelişir. O ülkenin içindeki
insanlar birlik oldukça, beraber yaşadıkça bağlılıkları artar; ülkelerine ve insanlarına.
Bütün olarak yaşayan insanlarla bütün olan bir vatan oluşur. "Bir millet sanata önem
vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur." demiştir Atatürk. Sanatın yokluğunda bir
ülke, ülke olmaz çünkü.
Sanatın ve onun içindeki edebiyat da bu yüzden değerlidir. İnsanların bir olması
için, birlik içinde olmak için. Bu ülkenin her köşesindeki insanların birbirini anlaması
için. Toplum olabilmek için.
Özge ERDOĞAN 9-B
16
SAYE
EDEBİ BİR TÜR TANIYALIM:
KÜÇÜREK HİKAYE
Hikayenin alt türü olan küçürek hikaye türü, kısacık metinlerdir. Bu türün ortaya
çıkışında farklı türlerin minimalleştirilmesi etkili olmuştur, bu tür de hikayenin
minimalleştirilmesi sonucu ortaya çıkan türümüzdür. Genellikle 500 kelimeden az
sözcükle kurulan bu türde aralarında tek cümlelik hikayeler de vardır ve yine kısalığı
dolayısıyla zaman, mekan, kişi gibi hikaye unsurlarından detaylıca bahsedilmez.
Küçürek öykü, yapısı gereği, öğüt verme, karakter geliştirme, okuyucuyu belli bir
noktaya taşıma gibi amaçlar gütmez. Sağladığı duygu yoğunluğu ile anlık uyarmalar
yapar ve gerçekleri sezdirir. İnsanları olayla aniden yüzleştirir. Tıpkı şiirlerde olduğu
gibi yoğun ve imgesel bir anlatım söz konusudur. Okurun zihninde verilmeyenleri
oluşturması beklenen bu türde genellikle; kısa anılar, yaşanmış küçük olaylar, kurulan
düşler, veya yazarın kendiyle sohbeti gibi kısacık konular ele alınır. Az söz ile çok
şeyin anlatımı olarak da nitelendirebildiğimiz bu türde yazarın kaleminin ustalık
gerektirmesi ve çok sözden kaçınması bu türü şiire yakınlaştırır.
Hayatın karmaşası ve monoton temposuyla beraber bizi uzunca hikayelerden ve
yazılardan uzaklaştırması bir yana,elimize kitap alamayışımızla beraber kısa ve öz
türlere verebileceğimiz önem arttı. Küçürek hikaye türü de tıpkı bu tanıma uymaktadır
fikrimce.
Öte yandan bu tür uzunluğu yüzünden okuyucuyu oyalayamamak ve beğeni
kazanmak için kusursuz olmak gibi bir zorunluluklarının olduğu da varsayılabilir.
Küçürek kısadır ve okurun beklentisini karşılayamadığında okur hemen bir başka
küçürek öyküye geçer ve diğerini kolaylıkla unutabilir. Yani küçürek öyküde başarısız
olma ihtimali ve tehlikesi daha yüksektir. İyisi muhakkak akılda kalır ve kötüsü
kolaylıkla unutulur. Bu tür ile ünü yayılan az sayıda yazar olmalı. Lakin Türk
Edebiyatımızda adını bu türle duyurmuş yazar örneğimiz de yok değil: Ferit Edgü.
Kendisi Türk edebiyatının küçürek öykü denilince aklımıza gelmesi gereken
kişisidir.Aynı zamanda Ferit Edgü küçüreği ''Yalnızca bir ânın saptaması olan
öykücükler.''olarak tanımlıyor.
Bu tarzda yazılan öyküleri düzyazı şiirle karıştırmamak gerek. Bazı metinlerin biçimsel
benzerliği kullanılan kafiyeler, anlatım yoğunluğu bu iki türü karıştırmamıza neden
olabilir. Peki ya bizden bir küçürek okumak ister misiniz?
17
SAYE
çifte yazgı
-kaç mermi kaldı?
-iki... İki mermiyle ne yapılır
-çok şey...
-sadece iki mermiyle mi?
-hayır, al bunu, git karşı hendeğe. Bir cep dolusu mermin varmış gibi savaş.
-ama nasıl olur?
-inan
-iki mermiye?
-hayır, vatan sevgine...
Tuana TUNCAY 9-D
18
SAYE
"Sayende".
Söylenmesi ne kadar
zor, anlamı ne kadar
büyük bir kelime. Biz de
bu sayımızda bu
kelimenin derinlerine
inelim dedik. Ne demek
sayende? Sözcük,
dergimizin ismine yer
verdiğimiz, Farsça'da
gölge anlamını taşıyan
'Saye'den türer. Fars
toplumlarında destek
olan, yardım alan
anlamında kullanılır.
Kelime anlamı ise
senin gölgende, senin
yardımınla manalarına
gelen samimi bir
teşekkürdür. Haydi, siz
de bu yazıyı
okuduğunuzda
sayende dediğiniz bir
insana değerini
hatırlatın!
19