The Radiant Dijital Dergi Sıfır Sayısı
Dünyayı yerinden oynatan ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı ayakta duran z kuşağı, varoluş mücadelesi veren insanlar, kalıpların içerisinde kalmış, sesini duyuramayan kadınlar... Konuşulması gereken çok fazla konu, yıkılması gereken çok fazla yapı var. The radiant dijital dergi olarak, çıkmayan sesleri duyurmaya, kuralları baştan yazmaya geldik.
Dünyayı yerinden oynatan ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı ayakta duran z kuşağı, varoluş mücadelesi veren insanlar, kalıpların içerisinde kalmış, sesini duyuramayan kadınlar...
Konuşulması gereken çok fazla konu, yıkılması gereken çok fazla yapı var. The radiant dijital dergi olarak, çıkmayan sesleri duyurmaya, kuralları baştan yazmaya geldik.
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Sıfır Sayısı
THE RADIANT
KURALLARI BAŞTAN YAZMAK
İSTEYENLER İÇİN YENİ NESİL
MODA VE YAŞAM DERGİSİ
The Radiant Dijital Dergi
İÇİNDEKİLER
Özünü Arayan Bir’i
Söz Büyüdür
Giydiğimiz şeyin
dönüştürücü kapasitesi:
Topuklu Ayakkabılar
Başlar Mıydın En
Baştan?
Her İlişki Alışveriştir
02
06
11
15
18
Barbie
Dilan Balkay İle Röportaj
80’ler Türkiye Sinemasının
Unutulmaz Kadın
Karakterleri
Yollarda
Yenilenme Yolunda Yedi
Öneri
28
34
37
47
55
Merve Demirci ile
Röportaj
23
The Radiant Dijital Dergi
KURUCUMUZDAN
Eda Dolunay
Founder and The CEO
The Radiant olarak, dünyayı
yerinden oynatan ve dayatılan
zorluklara karşı duran Z kuşağını
temsilen; varoluş mücadelesi veren
herkes için konuşulması gereken
tüm konulara değinmek ve sistemin
empoze etmek istediği kuralları
yıkmak için yaklaşık iki senelik bir
yolculuktayız. Bu yolculukta hep
birlikte çok şey öğrendik,
öğreniyoruz. Cesaret sayımızla en
büyük korkularımızla yüzleştik,
Mucize sayımızla içimizdeki
mucizelere kulak verdik, Dönüşüm
sayımızla dönüştük… Şimdi de Sıfır
sayımızla birlikte tüm yüzleştiğimiz
korkularımıza, içinde
bulunduğumuz durumlara rağmen
sıfırlanmaya niyet ediyoruz. Sıfır
benim için başlangıç demek olsa da
bu sefer sıfırdan başlamıyoruz.
Kaldığımız yerden sıfırlanıp en
güçlü ve yaratıcı halimize
dönüşüyoruz.
1
The Radiant Dijital Dergi
Yazar: Eda Göleli
Özünü Arayan Bir’i
Bugün, geçmişte yitirdiklerimle başladım güne. Eski kişiler, değişen
kimlikler, kaybolan nesnelere kadar benden kopup giden her parçayı
anımsayarak uyandım. Onlar olmadan önce ben kimdim, benden gitmelerinden
sonra kim olarak uyandım, ve iki kişi aynı mıyız, onu tarttım.
Fark ettim ki onlar olmadan önce ben, içime dönükmüşüm. Paylaşmadan
dinler, hissetmeden güler, kaçınamadığımdan kaçarmışım. Onlar geldiğinde ise
ruhumda bir pencere açılmış ve nefes almayı öğrenmişim. İlk kez kokladığım
özgürlük çok tatlı gelmiş ve o pencereleri hiç kapamamışım. Hatta yeri gelmiş
duvarlarımı yıkmışım. Bazen kırık dökük bir ev olarak kalmışım, küçük bir
odada, kendimle uzanmışım. Kendimi tamir ederken bazı kırık parçalarım
uykumda rastlamış bana, hepsi bu.
Evde kimse olmadığında ben kimim diye düşündüm, tavana bakarken. Sessiz
ama huzurluyum. Dingin ama hevesliyim. Kendisiyle zaman geçirmeyi seven
ama üzgün olduğumda pek de aynaya bakmayı sevmeyen biriyim. Aynadaki
ben’i sevmeme rağmen onu üzgün gördüğümde sinirlenirim. Ağlamaktan şişen
gözler beni zayıf hissettirdiğinden mi, kaybettiklerimle yüzleşemediğimden
mi, emin değilim. Kendime duygusal kararlar almayı yasaklamış olduğum
dönemlerimde, içimi ısıtan her anda o mutluluğu hak etmediğimi fısıldayan iç
sesimden yorulduğumdan da olabilir. Belki de sadece, kendi gözlerimin bile
bana düşman kesilip, aynadaki yansımamın yanında birini arıyor
olmasındandır, bitkinliğim. Geçmişe duyduğum özlemden mi, yoksa neredeyse
herkesin kendini yarım olarak görmesinden ve hayatını diğer yarısını bulmaya
adamış olmasından mı, bilmiyorum. Ama ben geçmişi özlemiyor, yarım da
hissetmiyorum. Sadece bazen, eksik.
Kendime yettiğimi hissediyorum, ama bu bana yetmiyor. Kendime
yetmek, başkalarına da acaba yetiyor muyum sorusunu kendime sorup
durmamı ne yazık ki engelleyemiyor, hepsi bu.
2
The Radiant Dijital Dergi
Bugün ne yapsam belirsizliğini seviyorum; ama
"Acaba şimdi ne yapacak?" Belirsizliğini değil.
Kontrol manyaklığımdan mı yoksa kaybetme
korkumdan mı bu, bilmiyorum. Aslında duygularımın
sonsuz bir ufukta uzanan deniz gibi olmasını
seviyorum; uçsuz, derin, kucaklayıcı… Ve
sonsuzluğun verdiği güveni seviyorum. Çünkü sonsuz
olmak, var olmanın en büyük kanıtı. Ama bir ilişkinin
(kişiyle, nesneyle, canlıyla, cansızla) sonu olacak
olması beni kaygılandırıyor, diğer yandan bu fani
doğasının ona kattığı değeri seviyorum. Birini
kaybetme ihtimali beni endişelendiriyor, ama onunla
paylaştığım her anı sonuna kadar ve anında yaşamayı
seviyorum. Sevmediğim, şu “sonuna kadar” meselesi.
“Son” olması. Her şeyin “sıfır”landığı o an. İşte ben
de gözümü açtığımda “sıfır” bende ne çağrıştırıyor,
onu düşündüm. Negatif, zayıf, güçsüz… Kaybetmek,
kaybolmak, yitirmek… Hepsi olumsuz. Bir de
geçenlerde okuduğum bir cümle yankılandı
kulaklarımda “İkiden bir çıkınca ne kalır? Bir kalır
değil mi? Öyle değilmiş işte, yarım kalıyormuşsun.”
Ben de üzgünken aynada kendimle karşılaştığımda,
kendimi yarım gördüğüm için mi sevmiyorum
bakmayı? Ama hayır, yarım olmadığımı biliyorum.
Bildiğimi kendime hatırlatıyor, aynada eksik değil,
yarım değil, bir tam olarak kendimi yeniden görmeye
çalışıyorum. Ben bir’iyim, bir’im. Başka bir’i
geldiğinde iki, gittiğinde yeniden bir olduğumu
unutmamalıyım. Kendimle bir olmayı da.
Üstelik her şeyin “sıfır”landığını hissettiğim o an, en
çok ben kendimi yanıltıyorum. Sıfırın ardındakini
göremiyorum. Oysa sıfırdan sonrası hep pozitif. Sıfır,
dip. Sonrası hep yukarı. Zaten bir her zaman gücü
ifade ediyor.
3
The Radiant Dijital Dergi
Bir’likten kuvvet doğuyor, her devrim bir’inin içine düşen kıvılcımla
ateşleniyor. Bir olmak, tek olmak da eşsizlik veriyor; en değerli olan da eşsiz
olabilmek. Tüm bunların yanı sıra ve en önemlisi de;
Sıfır, bir yandan umut aslında. Yeniden “bir” olma umudu
değil, zaten “bir” olduğunu hatırlama umudu.
Ve dün gece geçmişte yitirdiğimi gördüğüm her şey ve herkes, hala benimle
olan bir’ini anımsatıyor bana: kendimi. İnsan birini ‘kaybettiğinde’ bir parçası
da onunla kopup gittiği için acı çekiyor. Ama aslında o parça, ona verdiği
sevgiden, emekten, gösterdiği şefkatten oluşuyor. Bu parçanın öznesiz,
sahipsiz kalacağından duyduğu endişe ona acı veriyor. Oysa özünde, o
parçanın baştan beri hep ona ait olduğunu unutuyor. Neden sonra fark ediyor:
o sevgiye baştan beri sahip olmasaydım, ona bu sevgiyi gösteremezdim. O
şefkat ruhumdan dolup taşmıyor olsaydı, onu pamuklara saramazdım. O
sevgiye de şefkate de ben sahibim. Sıfır, sadece özneyi değiştirmeyi
hatırlatıyor insana aslında. Biraz da kendine sevgi göster, biraz da kendine
şefkatli ol diyor.
İnsan bunu bir süredir yapmadığını
fark ettiğinde, her fark edişte olduğu
gibi, acı çekiyor. O kaybolmuşlukla,
kendini kaybediyor, özünü arıyor.
Sıfırlanarak ve yarım hissederek
uyandığım o gün çıktığım bu
yolculukta, bir ve tam olduğumu
hatırlatmayı başardı ‘sıfır’ bana.
Şimdi aynaya daha çok bakıyorum,
çünkü artık kendimi eksik
hissetmiyorum. ‘Bir’ olduğunu
hatırlamak için, bazen sıfırlanmak
gerektiğini gördüğümden beri
sıfır’dan korkmuyorum. Çünkü
özümü arıyordum, artık biliyorum.
4
The Radiant Dijital Dergi
The Radiant Dijital Dergi
Yazar: Sarin Şahinoğullarından
SÖZ BÜYÜDÜR
‘’Büyük konuşma gelir başına’’ derdi hep
annem ben küçükken. Ve inanır mısınız
gerçekten de yapmam dediğim, asla
dediğim veya kesin yargılarda
bulunduğum ne varsa hepsini yaşadım.
Küçükken çok daha keskin sınırlarım
vardı ve çevreme uyum sağlamakta pek de
iyi olduğum söylenemezdi. Kendi
bildiklerimden veya alışkanlıklarımdan
farklı olan ne varsa yargılar ve ‘’asla’’lar
ile başlayan cümleler kurardım. Zaman
geçtikçe ve büyümeye başladıkça keskin
sınırlarım törpülenmeye başladı aslında
çizdiğim sınırların sadece kendi içimde
olduğunu anlamaya, kendimi tanımaya
veya çevremde olanların daha çok farkına
varmaya başladım. Bu farkındalıkla
birlikte hayatıma kattığım en anlamlı
kelime ‘’ olabilir ‘’ oldu sanırım.
Evet, olabilir keskin sınırlardan ve cümlelerden uzak, asla ile yarışan ve galip gelen
sihirli bir kelime oldu hayatımda. Böylece ne bir şeye çok fazla üzülüyor ne de ters
bir şey olduğunda çok fazla hayrete düşüyordum çünkü hayatta her şey mümkündü
ve tabii ki olabilirdi. Peki beni bu düşünceye iten şey neydi? Bu kendim için
kendimi korumak için bir nevi savunma mekanizması gibi bir şey miydi yoksa
büyümenin beraberinde getirdiği değişimin hayatıma kattığı bir yenilik miydi?
Açıkçası her ikisi de mümkün fakat yine de pek tatmin olduğum söylenemezdi.
Büyüdükçe kendimi tanımaya dair merakım da artmaya başladı, sahi ben kimdim?
Ben gerçekten nelerden hoşlanırım ve ilgi duyduğum şeyler neydi? İşte bunların
cevabını aramak için hep daha çok okudum, izledim, sorular sordum ve her zaman
önceliği kendi iç sesime verdim.
6
The Radiant Dijital Dergi
The Radiant Dijital Dergi
‘Sonra anladım ki aslında kendini gözlemlemek
kendini iyileştirmekmiş ve annemin
küçüklüğümden beri bana söylediği söz,
ağzımızdan çıkan kelimelerin ve kurduğumuz
cümlelerin gücüyle ilgiliymiş. Meğer ağzımızdan
çıkan her söz sihir niteliğindeymiş. Küçükken
‘’asla’’ ile başlayan veya istemediğim şeylerle dolu
her cümlemin gerçeğe dönüşmesi beni biraz
korkutmaya başlamıştı fakat sonra büyümeye
başladıkça anladım ki ağzımdan çıkanları kendi
istediğim şeylerle ve hayallerimi dillendirmekle
çoğaltırsam onların da gerçekleşmesi mümkündü.
Benim için zamanında canavar niteliğinde olan
kelimeler ve cümleler artık en çok
heyecanlandığım ve zevkle hayaller kurduğum
bir durum haline gelmişti. Son birkaç yılda
anladım ki artık ‘’ olabilir ‘’ kelimesi
yaşadığım veya duyduğum durumlara verip
geçiştirdiğim bir tepkiden ziyade hayatım için
daha iyi neler olabilir veya hayalini kurduğum
durumun gerçekleşmesi için neler mümkün?
şeklinde kullanmaya başladım.
Artık neleri istemediğimi değil gerçekten neleri
istediğimi nelerin beni mutlu edebileceğini ve
kendimin en iyi halini düşünüyorum. Çünkü
anladım ki bu dünyada neyin kaynağı olmayı
seçiyorsak yaşam da bize onun çok daha fazlasını
getiriyor. Benim kaynağım mutluluk, huzur ve
sevgiden ibaret. Peki ya sizin kaynağınız?
7
The Radiant Dergisi
Fotoğrafçı: Kerem Şogen
Takım: Ego
The Radiant Dergisi
Takım: Giae
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
The Radiant Dijital Dergi
GİYDİĞİMİZ ŞEYİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ
KAPASİTESİ: TOPUKLU AYAKKABILAR
Çoğumuz, New York sokaklarında en şık ayakkabılarıyla telaşlı bir şekilde
koşturan Carrie Bradshaw’a, Şeytan Marka Giyer’in kapağında ‘şeytanı’ temsil
eden kırmızı yüksek topuklu stilettoya ve annesinin topuklu ayakkabılarını
giyerek ‘büyümeye olan arzuyu’ simgeleyen kız çocuklarının o duygusal film
sekanslarına aşinayız. Fakat gerçek hayatta ayakkabılarla olan ilişkimizin
fiziksel, sosyal ve psikolojik işlevleri yerine getirmenin çok ötesine geçtiğini de
biliyoruz. Özellikle ayakkabılar arasında öyle bir tanesi var ki toplumsal
cinsiyet rollerini hem yıkan hem de kuran bir potansiyeli, cinsel çekiciliği, sınıf
sembolünü ve çatışmayı tarihsel bir süreç içinde benimsiyor: topuklu ayakkabı.
Bu açıdan, her ne kadar tüm ayakkabı türlerini kullanmak bariz bir cazibe ve
neden gerektirse de topuklu ayakkabı kendisini tasvir etmeyi başaran nadir
türlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
11
The Radiant Dijital Dergi
Amerikalı moda tarihçisi Valerie Steele, topuklu ayakkabıların ilk olarak 10. yüzyılda
İran'da icat edildiğinden ve orijinal olarak erkekler için tasarlandığından bahsediyor.
"Zengin erkekler onları daha fazla boy vermek için giyerdi ve ata bindiklerinde topuklar
üzengi demirlerine tıklardı" diyor. "Fakat Pers kraliyet ailesi 17. yüzyılda Fransız
mahkemelerine gittiğinde, bu akımı da beraberinde getirdiler ve çok geçmeden Avrupa
mahkemelerinde erkekler arasında topuklar yaygınlaştı” diye de ekliyor. Peki nasıl oldu
da topuklu ayakkabı 1640’ların Avrupa’sının güç sembollerinden ve erkek
egemenliğinden sağ kurtuldu da günümüzdeki tüm moda dergilerinin sayfalarını güçlü
bir element olarak doldurmaya başladı? Bu sorunun bir kısmına Steele cevap veriyor:
mahkemelerdeki zengin kadınların, elde bazı sosyal faydaları elde etmek için topuklu
ayakkabılar giymeye başladığını söylüyor. Ancak kadın ayakkabısı, erkek ayakkabı
modellerine göre daha uzun ve daha ince topuklu olduğundan insanların kadınların
ayaklarını ve vücutlarını daha kadınsı gösterdiğini düşünmesinden kaynaklandığını
söylüyor. Bu durumda topuklular, erkeklerin çekici bulduğu bir kadının silüetini
değiştiriyor ve çoğu zaman kadınların cinselliğiyle ilişkilendiriliyor. Steele bu durum
için "Kadın bedenleri her zaman cinselleştirildi ve topuklar kadın erotizmiyle
ilişkilendirilmeye başlandı" diyor. "Bu, erkeklerin daha pratik düz botlar için topuğu
terk ettiği, ancak kadınların onları giymeye devam ettiği zamandı." Yani, bu tarihin son
aşamalarında, büyük ölçüde erkekler tarafından giyilen topukluların, normatif
kadınlığın beklentileriyle derinden aşılandığını ve günümüze bir şekilde cinsiyetçi bir
patikadan ulaştıklarını söyleyebiliriz.
12
Yazar: Eylül Deniz Altuğ
The Radiant Dijital Dergi
Yine de moda tarihine ve sosyal değişime
baktığımızda topuklu ayakkabıları
günümüz ‘kadın’ objesine indirgemek o
kadar da doğru olmayacaktır. Etkinlikler,
performanslar ve otorite için kullanılan
topuklu ayakkabı günümüzde karmaşık
bir amblem haline gelerek provokatör bir
anlam da sunuyor. Örnek olarak, Cristina
Garcia Rodero’nun çektiği ve İspanyol
Onur Yürüyüşü ’ne ait olan fotoğrafta
gözümüze çarpan beyaz ayakkabının
sadece bir kadınlık objesini temsil
etmediğini, daha da ötesinde,
uyumsuzluğun ve isyanın bir dışa
vurumunu temsil ettiğini görüyoruz
(Cristina Garcia Rodero. Gay Pride. Spain
/ Magnum Photos). Aynı şekilde
Ferdinando Scianna tarafından çekilen ve
onur yürüyüşüne ait bir karede de bir
beklentinin ve kategorinin reddine, bir
somut kimlik iddiasına rastlıyoruz. Bu
fotoğraflardaki etkinin, bir spor
ayakkabıyla yaratılmayacağında en
azından çoğumuz hemfikiriz.
Yine başka bir örnek verecek olursak Bruce Davidson’un İran’da çektiği fotoğrafta gözümüze çarpan beyaz
topuklu ayakkabıyı politik ve kültürel bir baş kaldırış olarak görüyoruz ve yine bir toplumsal kimlik
başkaldırışıyla karşı karşıya geliyoruz. Topuklu ayakkabının doğasına ve gelişimine baktığımızda, üretiminin
ve tüketiminin farklılaştığı aşikâr. Günümüze baktığımızda, topuklu ayakkabı kullanmıyor olmanın bile bir
düşünce ve aktivite ortaya koyduğunu görüyoruz.
Fakat topuklu
ayakkabının geçmişte
yarattığı sınırlarının
şeffaflaştığını söylemek
de artık mümkün.
Ayakkabı tüketim
kültürümüz bu açıdan bizi
başka bir soruyla yalnız
bırakıyor: giydiğimiz
şeylerin dönüştürücü
kapasitesinin ne kadar
farkındayız?
13
Elbise: Giae
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
The Radiant Dijital Dergi
BAŞLAR MIYDIN EN BAŞTAN?
Michel Gondry’nin yönetmen koltuğunda oturduğu Eternal Sunshine of the Spotless Mind
(2006), Türkçe adıyla Sil Baştan filmini çoğunuz izlemişsinizdir. Oscar ödüllü bu filmin
başrolünü Kate Winslet ve Jim Carrey paylaşıyor. Film yayınlandığından bu yana seyirciyi
oldukça etkilemiş ve ardında cevapsız sorular bırakmıştır. İki yıl boyunca süren ilişkilerini
noktalayan Clementine ve Joel karakterlerinin yaşadığı olaylara ışık tutuyor film.
Clementine hafızadan istenmeyen yaşanmışlıkların silinmesini sağlayan bir şirket olan
Lacuna’ya gider ve Joel ile yaşadıkları bütün anıları sildirir. Gerçekten de Joel’i görünce
onu tanımaz. Aynısını Joel’in de yapmasıyla işler sarpa sarar çünkü Joel bunu yaptığı için
çok pişman olur. Bu pişmanlık onu yiyip bitirir ve biz de onların ilişkilerini, anılarını
sürrealist bir bakış açısıyla izlemeye başlarız.
Bu film akılda çok fazla soru işareti bırakıyor fakat en derini bence şu “Bir insana nasıl bir
his beslersin ki onu hafızandan sildirmek isteyecek bir seviyeye gelirsin?” Bu aşk mıdır,
nefret midir ya da daha güçlü bir şey midir sizce?
Peki birini hafızadan sildirmek mümkün müdür? Bazen sevgilimizden ayrılırken ya da kötü
bir olay yaşadıktan sonra o duygu bize çok ağır gelebilir. Hatta kimi zaman deriz ki keşke
hafızamdan silebilsem bu yaşadığımı. Bu konuyla alakalı internette araştırma yaptığımda
karşıma Medical News Today isimli internet sitesinin “How To Forget Unwanted
Memories?” başlıklı makalesi çıktı. Makale hafıza sildirmenin imkânsız olduğunu
vurguluyor ve bu konuda alternatif çözümler sunuyor.
“Birçok insan, travmatik bir olayın ardından istenmeyen anılar yaşayabilir. Araştırmacılar,
beynin anıları nasıl yarattığını, depoladığını ve insan zihnini inceleyerek onları nasıl
hatırlayabildiğini anlamaya çalışıyorlar. Bir kişi istenmeyen bir anıyı unutamayabilir, ancak
kişinin olumsuz olayları yönetmesine yardımcı olacak teknikler mevcuttur. Tipik olarak, bu
stratejiler, ilk anıyı bozmayı ve onu olumlu bir anlamla değiştirmeyi, önemini azaltmayı,
başka bir anıyla değiştirmeyi veya anının kendisini bastırmayı içerir.” diyor makale. Çeşitli
alternatif çözümler de TMU tedavisi ve psikiyatride EMDR tedavisiymiş.
15
The Radiant Dijital Dergi
Peki bir insanı ya da bir olayı hafızanızdan silmek ister miydiniz? İmkansız
olmasaydı hafızanızdan sildirmek istediğiniz bir şey olur muydu? Her yaşadığımız
şey bize bir şey öğretir diyorlar. Her tanıdığımız kişi tanımamız gereken biri çünkü
bazı konularda bize yol gösterecek diyorlar. Ancak bazen hayat bizim sabrımızı
sınayan o kadar çok insan çıkarıyor ki karşımıza diyoruz ki bunun dersi nerede?
Tanışmasaydım belki daha iyi olurdu. Hemen hemen herkes yaşıyordur bunu. Peki
cesaretin olur muydu sildirmeye? Böyle bir soruyla ben de cevapsız bir son
bırakıyorum size Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmimizin sonu gibi.
Yazar:Mana Akkor
16
Takım: Giae
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
The Radiant Dijital Dergi
Her İlişki Alışveriştir
’Her ilişki alışveriştir.’’ diye bir söz duymuştum bir süre önce. Kim söyledi veya neyin
üzerine söyledi asla hatırlamıyorum fakat baya kafa yordum bu üç kelimelik cümle üzerine.
Öncelikle özellikle zaten alışveriş dediğimiz anda hepimizin aklına daha elle tutulabilir
maddi şeylerin geldiğine eminim. Benim de ilk başta aklıma somut şeylerden başka bir şey
gelmedi dürüst olmak gerekirse. Fakat irdeleyince fark ettim ki haklılık payı epey yüksek
hatta doğru olarak nitelendirebileceğim bir bakış açısı haline geldi. Evet, ilişkilerimizde her
zaman bir alışveriş yapıyoruz, ancak bu alışveriş duygusal, zihinsel ve hatta ruhsal bir
alışveriş. Bu alışverişler, ilişkilerimizde bize katkı sağlayan ve bizim de katkıda
bulunduğumuz bir takas şeklinde gerçekleşiyor.
Örneğin, bir arkadaşlık ilişkisi düşünelim. İki kişi arasında bir arkadaşlık ilişkisi oluşması,
her iki tarafın da birbirlerinden bir şeyler alıp vermeleriyle gerçekleşir. Arkadaşlık ilişkisi
içinde, bir tarafın sadece alması veya sadece vermesi durumu dengesiz bir ilişki yaratır ve bu
da ilişkiyi sonlandırma noktasına getirebilir. Sonuçta kimse sürekli kendinden verdiği bir
ilişki içerisinde olmak istemez. Bu nedenle, sağlıklı bir arkadaşlık ilişkisinde karşılıklı bir
denge sağlanması ilişkinin devamlılığı için fazlasıyla önemli bir ihtiyaç gerçekten.
Gel gelelim romantik ilişkilere. Bu söz aynı zamanda romantik ilişkiler için de geçerli.
Birbirimize duygusal destek sağlamak, zaman ayırmak, şefkat ve sevgi göstermek gibi şeyler
romantik ilişkilerimizde alışveriş yaparken verdiğimiz soyut ama değerli şeylerdir. Aynı
şekilde birlikte güzel anılar biriktirmek, birbirimize değerli anılar hediye etmek de
ilişkilerimizde alışverişini yaptığımız şeylerdendir.
Amerikalı sosyolog George Homans’ da benimle aynı fikirde olacak ki ilk olarak 1958'de
‘’Alışveriş Olarak Sosyal Davranış (Social Behavior as Exchange) ‘’ adlı makalesinde
bahsettiği Sosyal Alışveriş Teorisi’ni geliştirildi. Sosyal Alışveriş Teorisi, insanların
ilişkilerindeki etkileşimleri ve davranışlarını sonuç odaklı bir şekilde ele alan sosyopsikolojik
bir bakış açısıdır. Bu teoriye göre, insanlar herhangi bir ilişkiye girdiklerinde, bu ilişkiden
belli bir çıktı elde etmeyi hedeflerler. Bu çıktı, fiziksel veya duygusal tatmin, sosyal statü,
maddi kazançlar gibi birçok farklı şey olabilir. Sosyal Alışveriş Teorisi, aynı zamanda
insanların, bir ilişkiden çıkabilecek olası zararları ve faydaları değerlendirerek, ilişkiyi
sürdürmeye veya sonlandırmaya karar verdiklerini de iddia eder. Buna göre, bir ilişki
sürdürülebilir olabilmek için, her iki tarafın da karşı tarafın beklentilerine cevap verebilecek
şekilde davranması gerekmektedir. Bir başka deyişle, herhangi bir ilişkide, her iki taraf da
birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak ve memnuniyetlerini sağlamak için çaba göstermelidir.
18
The Radiant Dergisi
Yazar:Aysel Aktürk
Bu çaba gösterme süreci, karşılıklı beklentilerin karşılanması ile sonuçlanır ve ilişkinin
sürdürülmesine katkı sağlar.
İnsanların ilişkilerdeki çıkarlarının son zamanlarda daha maddi hale gelmesi de inkar
edilemeyecek kadar göz önünde maalesef. Gerektiği kadar dile getirilmemekte olan bu durumun
birçok sebebi olabilir. Bunların arasında kültürel, sosyal ve ekonomik değişimler yer alabilir.
Toplumda yaşanan ekonomik değişimler insanların maddi çıkarlarına daha fazla odaklanmalarına
neden olmuş olabilir. Örneğin, yüksek işsizlik oranları, ekonomik durgunluk ve gelir eşitsizliği
gibi faktörler insanların daha fazla para kazanmaya odaklanmasına neden olabilir. Bu durum da
ilişkilerde maddi çıkarların daha önemli hale getirmiş olabilir.
Sosyal medyanın da etkisi mutlaka vardır ki sosyal medya zaten insanların daha fazla gösteriş
yapmasına ve maddi durumlarını göstermelerine olanak tanıyarak ilişkilerde maddi çıkarların daha
fazla önem kazanmasına neden olabilmekte. Özellikle, cinsel ilişkilerde, bir tarafın diğerine
gösterdiği maddi güç, çekicilik olarak algılanabilir. Günümüzde cinsellik daha açık bir şekilde
konuşulabiliyor ve bu da insanların cinsel tercihlerine daha fazla odaklanmalarına neden
olabiliyor. Bu durum cinsel ilişkilerde maddi çıkarların daha fazla önem kazanmasıyla
sonuçlanmış olabilmesi olasılığını doğuruyor.
Sonuç olarak, her ilişkinin belli başlı aldıkları ve verdikleri vardır. Her ne kadar ilişkilerin bu
denklem üzerine kurulu bir alışveriş olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamasam da insanların
bazen kendileri için bir fayda beklemeden, hatta maliyetli bile olsa başka birine fayda sağlayacak
şekilde davrandığı durumlar da mevcut. Alışveriş kelimesi ilişkiyi açıklamak için yeterli değildir
çünkü insanların davranışları sadece fayda karşılığı değil, bazen başka nedenlerden dolayı da
olabilir. Örneğin, insanlar bazen karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek, bağış yapmak gibi
sosyal davranışlarda bulunabilirler. Bu davranışlar, özellikle anonim bir şekilde yapıldığında,
insanların sadece kendi çıkarlarını değil, aynı zamanda toplumsal refahı da düşündüklerini
gösterir. Dolayısıyla, ilişkilerin açıklanması için sadece alışveriş kavramı yeterli değildir ve diğer
faktörlerin de dikkate alınması gerekir.
19
Takım: Knitology
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
Takım: Knitology
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
MERVE DEMIRCI
Fotoğrafçı: Ece Nur Saygın
The Radiant Dergisi
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben Merve. Bursa’da doğdum ve 5 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuyum. Üniversitede
kamu yönetimi okurken son dönemimde okulumu yarım bırakıp kalıcı makyaj eğitimi almaya
başladım. Istanbul serüvenim de bu noktada başladı. Şu anda da hem sosyal medyada bir içerik
üreticisi hem de bir anne olarak hayatıma devam ediyorum.
Instagram’ı oldukça aktif kullanıyorsunuz. Burada hem kendiniz hakkında hem de moda ile ilgili
pek çok paylaşım yapıyorsunuz. Instagram ne zamandan beri hayatınızın bir parçası?
Instagram’ın ilk zamanlarından beri buralardayım. Dolayısıyla Instagram yıllardır hayatımın bir
parçası. O zamanlar “vlogger” deniyordu, şimdi ise “influencer” diyoruz. Ben hiçbir zaman bu
sıfatlarla ilgilenmedim. Bana keyif veren şey, insanlarla bir şeyler paylaşmak ve onlara gün içinde
bir şeyler anlatmak. Bir de kalıpların dışında olmak… Ben bir kadınım, eşim, arkadaşım ve çok
yönlüyüm. Bunu da sosyal medya hesabımda yansıtmayı seviyorum. Evet, burada kızım Mirel’in
doğması, yakın arkadaşlarımın fenomen olmaya başlaması ve mesleğimde ilerlemem ile paralel
olarak bir kitlem oluşmaya başladı. Ancak ben olabildiğince kendimi yansıtıyorum. Hesabımda
moda, bakım, annelik, sağlıklı beslenme ve daha pek çok konuda içerik üretiyorum; kendimi
sınırlamıyorum.
“Influencer” diye bir meslek yokken bir anda günümüzün en gözde işlerinden birine dönüştü. Siz
Influencer olduğunuzu ilk ne zaman hissettiniz? İçinde bulunduğunuz sektörün sence en büyük
sorunları nedir ve gelecekte bunların ne yönde evrileceğini düşünüyorsunuz?
Ben Influencer olmak istemedim. Söyleşiye gittiğim üniversitelerde de “nasıl influencer olunur?”
şeklinde sorular alıyorum. Şu an bence en büyük problem, henüz kendini keşfetmemiş kişilerin
geniş bir kitleye hitap etmek istemesi ve influencerlık mesleğinin kolay yoldan para kazanmaya
açılan bir kapı olarak görülmesi. Ancak burada da tekelleşme var. Influencer olmak kolay gibi
göründüğü için çoğu kişi sektörün öncülerini taklit etmeye başladı. Bu sektörde öncüler var ve
ben onlara saygı duyuyorum. Bence bu sektörde akışta ve doğal kalabilmek çok zor.
24
The Radiant Dergisi
Fotoğrafçı: Ece Nur Saygın
Influencerlar da birer marka oldular. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında marka olmak, influencer olarak çoğu kişinin yapması gereken bir şey. Şu an Türkiye’de
markalaşan çoğu influencer’ın da yurt dışından esinlendiğini çok sık görüyoruz. Bu kadar geniş bir
kitleye hitap edip bir markaya dönüşmemek çok zor. Ancak konu marka özgünlüğü olduğunda,
burada kişiliğin daha fazla yansıtılması gerektiğini düşünüyorum.
Dergimizin bu sayısının teması “Sıfır”. Sıfır sizin için neyi ifade ediyor? Bize sıfırdan başlamak
kavramıyla kendiniz üzerinden bir örnek verebilir misiniz?
Sıfır benim için bir başlangıç noktasıdır. Ben, hayatım boyunca her zaman sıfırdan başladım. O
noktayı karanlık ve negatif bir nokta olarak düşünmüyorum. Sıfır noktası benim için daha da
güçlenerek çıkacağımı bildiğim bir öğrenme noktası. Sıfır noktasındayken bence o anı iyice
değerlendirmek çok önemli, çünkü insan içinden geçmeden dışına çıkılabilecek bir nokta
olduğunu düşünemiyor. Ben sıfır noktasındayken biri nasıl olduğumu sorduğunda her zaman
“kendimi doğuruyorum” cevabını veririm. Benim için sıfır; kendini doğurmak, konfor alanından
çıkmak ve gelişim dönemi demek.
Nasıl bir çocukluğunuz oldu? Çocukluğunuzda nasıl hayaller kurardınız?
Güzel bir çocukluğum oldu. Yazlık bir sitede büyüdüm. Bu yüzden ağaç tepelerinde ve sokakta
oyun oynayarak büyüme şansım oldu. Çok hayalperesttim ama her zaman çok olgun ve düşünceli
bir çocuktum da. Bu nedenle bir yandan çocukluğumu doyasıya yaşamadığımı da düşünüyorum.
Yaş alsam da çocukluğuna çok sarılan, onu hala yaşatmaya çalışan biriyim. Çocuk aklımı her
zaman düşünürüm. Çocukluğumdaki tadı ve huzuru hala hem kendime hem de kızıma sağlamaya
çalışıyorum.
25
The Radiant Dergisi
Küçük Merve şu an olduğu kişiyi görse ne
düşünürdü? Ona ne söylemek isterdiniz?
Küçüklüğümdeki Merve şu an dönüştüğüm kişiyi
görse ilhamla dolardı. Ama ona hiçbir şey
söylemek istemezdim. O da zaten dinlemezdi.
Merve ne yaşadıysa yaşadığı her şey beni ben
yaptı. O, iyi ki her şeyi yaşadı ve yaşadığı her
şeyi hayatında olumlu bir parçaya
dönüştürebildi.
Kızınız Mirel ile sosyal medyada çok fazla
paylaşım yapıyorsunuz? Göz önünde bir anne
olmak sizin için nasıl bir deneyim?
Mirel’i her zaman doğal bir akışta paylaştım.
Mirel’den önce sosyal medya dışında da
çalışıyordum. Ama Mirel’le birlikte sosyal medya
tam zamanlı işime dönüştü. Mirel’i paylaşmayı
çok seviyorum. Şu an teknolojik bir çağda
yaşıyoruz ve bence hayatımızı paylaşmak ne
kadar normalse benim de kızımı paylaşmam o
kadar normaldi. Çok şanslıydım ki her zaman
hem sosyal medyada hem de hayatımda saf
sevgiyi ve enerjiyi kabul ettim. Mirel’i de
paylaşırken olumsuz dönüşler almadım. Bence
olumsuz bir dönüş almamamın en büyük sebebi
ise hayatımdaki her detayı paylaşmaktan ziyade,
kendi özelime saygı duyarak paylaşımlar yapmak
oldu.
Son olarak, Z kuşağına ve okuyucularımıza
söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Konfor alanlarınızdan çıkın. Her zaman düşünün.
Gelişmeye ve dönüşmeye açık olun!
Röportaj: Eda Dolunay
Elbise: Bornvillian
Fotoğrafçı: Ece Nur Saygın
26
Fotoğrafçı: Ece Nur Saygın
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
Barbie'nin yeni versiyon 2023 yapımındaki fragmanda o muhteşem kemerli
ayağı gördünüz. “Barbie, her şey." Bu doğru: Barbie filmi, fragmanı bile tüm
dünyayı salladı. Sosyal medyadaki hayranlara rağmen, herkes Gerwig’in
MCU'ya açılış yolculuğunun - bu Mattel Sinematik Evren olacağına - hiç
meyve vereceğine ve başaracığına inanmadı. BAFTA için yakın tarihli bir
videoda Robbie, Gerwig ve Noah Baumbach’ın
Barbie senaryosunu okuduktan sonra Barbie filmlerinin yapacağından şüphe
ettiğini itiraf etti. "Bu filmi asla hayata geçiremeyeceğiz, sözleşme de iptal
olacak. İlerleyen zamanlarda dediğimi göreceksiniz."
Peki, Barbie filmi nasıl yapıldı? Gelin süreci birlikte
inceleyelim..
Barbie, büyük bir platform şirketi olan Mattel'in Universal
Pictures ile bir anlaşma imzaladığı 2009 yılında başladı.
Laurence Mark, Barbie IP'ye dayalı bir proje üretecekti,
ancak bu filmden hiçbir şey gelmedi. Ne casting, ne
yatırımcı ne de bir prodüksiyon şirketi.. 2014 yılına kadar
başka bir Barbie filmi şekil almaya başladı, bu sefer Sony
Pictures ile anlaşıldı. Senaryo, Sex and the City yazarı olan
Jenny Bicks'e aitti. Çekimlerin aynı yıl daha sonra
başlaması beklenmesine rağmen, Barbie ve pembe Cabrio
başka bir darbe vurdu. Juno'nun arkasındaki Oscar ödüllü
yazar Diablo Cody, senaryoyu yeniden yazmak için
getirildi ve Sony Head Amy Pascal yapım ekibine katıldı.
28
The Radiant Dergisi
Ve sonra Barbie avı başladı. 2016 yılında komedyen Amy Schumer, Titular
Doll olarak ilan edildi ve hatta kız kardeşi ve yazar ortağı olan Kim Caramele
ile senaryoya başladı. O zamanlar film, Barbieland'dan yeterince mükemmel
olmadığı için kovulan bir bebek hakkında sudan çıkmış bir masal olarak lanse
edildi. Ancak dört ay sonra Schumer rolden uzaklaştı. O
zaman “Çatışmalar planlamak” için, yani geçen yıl Hollywood Reporter ile
yapılan bir röportajda Schumer, uzaklaşma kararı hakkında daha fazla bilgi
verdi. Filmin versiyonunda Barbie'nin tahrikli bir mucit olduğunu söyledi.
Stüdyo, Barbie’nin icadının “Jello'dan yapılmış yüksek topuklular” olmasını
talep etti. “Stüdyo kesinlikle bunu yapmak istediğim şekilde
yapmak istemiyordu, hiçbir kararıma saygı duyulmadı" diye bir açıklamada
bulundu. Yani, bir Barbie dışarıdayken, takım; Barbie'yi tekrar hayata
geçirmek için, çizim tahtasına geri döndü. 2017 yazında Anne Hathaway’in adı
potansiyel bir Barbie olarak bantlanmıştı. Sony'nin Hathaway'de Ocean’ın 8 ve
Avustralyalı yönetmen Alethea Jones ile projede oturum açması için Woo için
çalışan yazar Olivia Milch'i işe aldığı bildirildi. Sonunda Hathaway'in Barbie
oynayacağını açıkladığı için işe yaradı. Ama bir kez daha, trajedi Barbie’nin
rüya evi. Sony’nin proje
seçeneği 2018'de sona erdi ve Mattel hakların kontrolünü yeniden kazandı.
Filmin çıkış tarihi daha sonra 2018 yazından 2020 yazına doğru itildi. Bu
duyurudan kısa bir süre sonra, filmin Hathaway versiyonu parçalandı. Ve
Hathaway oyun dışı bırakıldı.
29
The Radiant Dergisi
Şimdi kemerinin altında neredeyse on yıllık bir gelişme ile Barbie filmi, birer
yaşanmışlık gibi görünmeye başladı.Asla ama asla yapılmayacaktı. Ancak
büyüklerimizin dediği gibi büyük konuşmamak lazım : Barbie'nin kurtarcısı olan
Margot Robbie bu döngüyü kırmaya geldi. Yıldız ilk olarak Ekim 2018'de
Hathaway'in yerini almak için “erken görüşmelerde” söylendi. Bu noktada, Wonder
Woman Director Patty Jenkins'in projeyi çevrelediğine dair söylentiler vardı ve
Robbie'nin yapım şirketi Luckychap'ın oltaya geldiği doğrulandı. Ancak proje tekrar
buhar alıyor olsa da, endüstri şüphesi vardı. Ancak, maviden bir cıvata gibi, Greta
Gerwig içeri girdi ve gördü. Temmuz 2019'da Variety, Gerwig ve ortağı
NoahBaumbach'ın Robbie'nin oynadığı Barbie filmini yazmak için resmen
imzaladıklarını ve Temmuz 2021'de Variety, Gerwig'in filmi de yöneteceğini
doğruladı. British Vogue ile yapılan bir kapak röportajında Robbie: “İnsanlar
genellikle Barbie'duyuyor ve 'Bu filmin ne olacağını biliyorum' ve sonra Greta
Gerwig'in yazdığını ve yönettiğini duyuyorlar ve 'Oh, belki de yapmıyorum, yani
netlik vermemek ve gride bırakmak çok iyi oldu! '' dedi Robbie.
Peki, ne beklemeliyiz? Tüm dünyayı sallayan ve sosyal medyada olay olan bu filmin
2 tanıtımını gçrdükten sonra aklıma gelen şey, aslında, 2001'deki 2 fragmanın birer
parodisini ortaya koyuyor: A Space Odyssey (sadece klip için yazılmış
bir şaka olabilir) ve Robbie, Gosling, Issa Rae dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak
üzere aktörler tarafından canlandırılan çok sayıda Barbie ve Ken, Simu Liu, Dua
Lipa, Ncuti Gatwa, Kate MacKinnon ve Hari Nef. Sırasıyla Emerald
Fennel ve Michael Cera tarafından canlandırılan Midge ve Alan bebekleri (Barbie ve
Ken BFF'ler) ve America Ferrera tarafından canlandırılan en az bir insan karakteri
var ve Will Ferrell bir oyuncak şirketinin CEO'sunu oynarken, Dame Helen Mirren
ilk fragmanın anlatıcısı olarak görevlendiriliyor. Beach Boys'un "Fun, Fun, Fun" adlı
şarkısına ayarlanan ikinci fragman, Liu ve Gosling arasındaki dans gösterileri,
patenler ve "sahil gezileri" ile tamamlanan büyülü Barbie diyarına daha derin bir
dalış yapıyor. Ancak filmin gerçek konusu hakkında çok az şey biliniyor. Sahne
arkası set fotoğraflarından, Ferrell'in bir noktada Barbie ve Ken'in peşinde tekerlekli
ayrıntılarla ilerlediğini gördük. Ferrell, Barbie ve Ken'in IP'sini çalmaya mı
çalışıyor? Tüm yanıtlarımız, Barbie nihayet 21 Temmuz 2023'te sinemalara
girdiğinde ortaya çıkacak. 21 Temmuzda yorumlarınızı instagram hesabımızda
bekliyoruz. Heyecanla kalın!
Yazar:Elif Karbeyaz
30
Elbise: Giae
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
Model: Deniz Şeyhoğlu
Elbise: Knitology
Fotoğrafçı: Kerem Şogen
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
DİLAN BALKAY
The Radiant Dergisi
Röportaj: Eda Dolunay
1- Merhaba, Dilan Balkay kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Kendimi bildim bileli müzikle uğraşıyorum. Müziğe trompet çalarak başladım. 2019’dan beri de
solo projelerde yer alıyorum. Şu anda da Bilgi Üniversitesi’nde Müzik okuyorum. Bu üçüncü
üniversite deneyimim. Başta İspanyol Dili ve Edebiyatı okudum. Ardından Rus Dili ve Edebiyatı
okudum ama hiçbiri müzik kadar ilgimi çekmedi.
2-Nasıl bir çocukluğunuz oldu? Müzikle uğraşmak istediğinizi ne zaman fark ettiniz?
Küçüklüğünüzde müzik sizin için ne ifade ederdi?
Ailemde müzikle ilgilenen insanlar vardı. Hep şarkılı türkülü masalarda büyüdüm. Yani müzik hep
hayatımdaydı diyebilirim. Ben de 9 yaşında trompet çalmaya başladım. Ancak oldukça geç
profesyonelleştim. Bir yandan da küçüklüğümden beri şiir yazıyordum. Ardından bestelemeye
başladım. Sonra da söylemeye karar verdim. Şarkıcı olacağımı düşünmüyordum. Pandemi ile
birlikte albümüm çıktı ve kendimi şu anki konumda buldum.
3- 9 yaşında trompet çalmaya başlamışsınız. Neden trompet çalmayı tercih ettiniz?
Ben Şile’de büyüdüm. O zamanlar belediye orkestrası için müzisyen yetiştiriyorlardı. Orada çok
ciddi bir ekip vardı. Arkadaşlarımdan birkaçı oralarda üflemeli enstrümanlar çalıyorlardı. O sıralar
hoşlandığım Tolga diye bir arkadaşım vardı, beni oraya götürmüştü. Tolga da trompet çalıyordu.
Başta, vücut yapım uygun olmadığından başka enstrümanlar denememi söylediler. Ancak
ısrarlarım sonucunda trompet çalmaya başladım. Bir süre enstrümanla anlaşamadık ama gitgide
kanım kaynadı.
4- Bir süre “Farfara İstanbul” grubuyla sokak müzisyenliği yapmışsınız. Bu size nasıl
deneyimler kazandırdı?
Aslında sokak müzisyenliği hiç planladığım bir şey değildi. Başlarda arkadaşlarımla enstrümanımı
alıp Taksim’de çalıyorduk. Kartal’da bir barda çıkacak ekipte sorun yaşanması üzerine Farfara
İstanbul ile yollarımız kesişti. O sırada sahne alıyorlardı ve onlara dahil oldum. Sokakta çalmaktan
çok keyif aldım. Benim için kendimi çok özgür hissettiğim, tesadüfi bir deneyimdi. O sıralarda 17
yaşındaydım ve sokakta çalmak, sahne korkumu yenmeme de vesile oldu. Çok fazla yere gittim ve
çok fazla yerde sokak müzisyenliği yaptım. Trompet’ime dair çoğu şeyi sokak müzisyenliğine
borçluyum. Doğaçlama bir şekilde trompet çalmaya başladığım için müzikteki birlik hissiyatını
öğrendim ve tekniğimi çok geliştirdim.
5-Kariyeriniz boyunca çeşitli müzik platformlarında yer almış, birçok sanatçıyla çalışmış ve
birçok farklı türde müzik yapmışsınız. O günlerden sizin için unutulmaz olan bir anınızı
bizimle paylaşabilir misiniz?
Sokak müzisyenliği yaptığım 8 kişilik ekiple bir yaz akşamı doğaçlama bir şekilde Kelebekler
Vadisi’nde müzik yapmaya başladık. Etrafımızda ortalama 15 kişi vardı ve bir anda hep birlikte
müzik yapmaya başladık. Ritüel gibiydi. Herkesin üzerinde çok farklı bir atmosfer vardı ve çok
etkilenmiştim. Bir de ilk konserimde insanların söylediğim şarkıya eşlik ettikleri an benim için
unutulmazdı. İnsanların şarkımı bildiklerine inanamıştım ve çok yoğun bir histi.
35
The Radiant Dergisi
6-Müziğe kısmen caz tabanlı bir enstrüman olan trompetle başladıktan sonra alternatif
müziğe yönelme süreciniz nasıl gerçekleşti, biraz anlatabilir misiniz?
Ben trompete caz çalarak başlamadım. Aslında daha çok marş çalıyordum. Cazla hala pek iyi
değil. Henüz anladığımı söyleyemem. Yeni yeni anlamaya çalışıyorum. Sokakta çok farklı etnik
müzikler yaptık. O sırada çok farklı dillerde müzikler yaptık. Alternatif müzikle tanışmam
Evrencan Gündüz sayesinde başladı. Biraz daha profesyonel olmaya başladıkça alternatif müziğe
yöneldim.
7- Bize geçen sene çıkardığınız “ Kuyu” isimli albümüzün hikayesini anlatır mısınız?
Kuyu ‘da birbirinden farklı dönemlerde yazdığım 9 parça var. Şarkıları çok farklı versiyonlarda
denedik ama asla içime sinmedi. Bir süre kuyu üzerine çalışmaya ara verdim ve bence şarkıların
da demlenmeye ihtiyacı var. Pandemi döneminde boş vaktim oldukça Güney Kumaş ile birlikte
şarkıları bir albüme dönüştürdük. Kuyu Albümü pandemi döneminde Dilan’ın yansıması
diyebilirim.
8- Okuyucularımıza ve kitlenize söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Umarım ortak yerde buluşmaya ve keyif ortağı olmaya devam ederiz.
36
The Radiant Dergisi
80'LER TÜRKİYE SİNEMASININ
UNUTULMAZ KADIN
KARAKTERLERİ
The Radiant Magazine Spring 2023
Yazan: Şimal Tuna Gönan
The Radiant Dergisi
Tanıtım Yazısı
60’lı ve 70’li yıllarda dünyayı kasıp kavuran
feminist hareketi, 80’li yıllarda baskı ve yasak
rejimi altındaki Türkiye’ye geç de olsa gelebildi.
Sinemamızdaki kadın temsili de tekdüzelikten
sıyrılarak daha derinlikli, çok yönlü ve gerçekçi
hâle gelmeye başladı. Bireysel arzularına ve
cinselliklerine zincir vurulmamış kadın karakterler
sinemamıza bir güneş gibi doğdu. Ben de sizlere
toplumun değer yargılarına boyun eğmemesiyle
hafızalara kazınmış bu kadın karakterlerden bir
derleme hazırladım...
38
The Radiant Dergisi
İçerikte Yer Alan
Filmler
Kırık Bir Aşk Hikâyesi
(1981)
Adı Vasfiye (1985)
Aaahh Belinda (1986)
Asiye Nasıl Kurtulur?
(1986)
Teyzem (1986)
On Kadın (1987)
39
The Radiant Dergisi
Kırık Bir Aşk Hikâyesi (1981)
Yönetmen: Ömer KAVUR
Senaryo: Ömer KAVUR, Selim İLERİ
Bizleri eski Ayvalık sokaklarında melankolik
bir gezintiye davet eden bu Ömer Kavur
filmi, büyük şehrin kısır çekişmelerinden
kaçmaya çalışan Aysel adında bir edebiyat
öğretmeninin yerleştiği kasabada yaşadığı
hazin bir öyküyü anlatır. Aysel, 80 darbesinin
ardından sakin bir hayatın özlemini çeken,
tek başına bir kadındır. Okulda tanıştığı resim
öğretmeni Bedri, Aysel'i eski öğrencilerden
birinin nişan kutlamasına davet eder; Aysel
ise bu davete icabet etmesiyle birlikte
hayatının değişeceğinden bihaberdir. Nişan
sahibi Fuat adlı genç adam, geçim sıkıntıları
nedeniyle ailesi tarafından sevmediği bir
kadınla mantık evliliğine zorlanmaktadır.
Tam da nişanlandığı gece karşısına çıkan
Aysel'i zihninden bir türlü atamaz ancak bazı
şeyler için geç kalınmıştır.
Bedri Öğretmen'in intihar haberinin kasabada yarattığı yıkım ile beraber ortak bir
acının paydasında buluşan Aysel ve Fuat'ın arasında duygusal bir bağ yeşerir. Kasabanın
gözden uzak köşelerinde görüşmeye devam ederler. Ancak bu birlikteliğin sürüp
gidebilmesi için tutkunun ve aşkın yeterli olmadığını görürüz. Ve her aşkın mutluluğa
gebe olmayabileceğini...
Ömer Kavur, bu filmle yalnızca imkânsız bir aşk öyküsünü dillendirmekle kalmaz; aynı
zamanda dönemin sansürcü politikalarından sıyrılarak kurduğu karamsar atmosferle 12
Eylül'den arta kalan büyük buhran toplumuna da ayna tutar. Neredeyse tüm diyaloglar,
derin bir varoluşçuluk anlatısı üzerine kurulmuştur. Bunun yanı sıra taşra hayatına,
burjuva sınıfına ve eğitimdeki sorunlara dair eleştirel bir yaklaşım barındırmaktadır.
Başrollerini Hümeyra ve Kadir İnanır’ın paylaştığı bu dertler deryası film, akıllara
kazınan enfes müziklerinde de Cahit Berkay’ın imzasını taşımakta.
21 40
Adı Vasfiye (1985)
Yönetmen: Atıf YILMAZ
Senaryo: Necati CUMALI, Barış PİRHASAN
The Radiant Dergisi
Necati Cumalı'nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı
eserinde yer alan öykülerden yola çıkarak Barış
Pirhasan tarafından senaryolaştırılan filmde,
Vasfiye adlı bir kadının zorlu yaşam öyküsü beş
ayrı erkek karakterin nazarından ve ağzından
izleyiciye aktarılmaktadır. Hikâyelerin gerçeklik
ihtimallerine ise izleyicinin kendisi karar
vermelidir. Filmin açılışında, yaratıcılık
bunalımına girmiş genç bir yazar olan Erol;
sokakta rast geldiği bir afişte pavyon şarkıcısı
Sevim Suna'nın fotoğrafını görür ve dalıp
giderken bu güzel kadının hikâyesini öğrenmek
adına derin bir merak duyar. Aniden yanında
beliren bir adam, fotoğraftaki kadının öyküsünü
anlatmaya şu sözlerle başlar: "Vasfiye... Asıl adı
Vasfiye..." Bu kişi, anlatıcı karakterlerden ilki
olan Emin'dir. Emin, Vasfiye ile tanıştığı
çocukluk yıllarından itibaren evliliğe kadar sürüp
giden ilişkilerini adım adım anlatır. Bu ilk
dinlediğimiz hikâyede Vasfiye, kocasına sevgi ve
sadakatle bağlı bir kadındır. Hatta Emin
askerdeyken, ailedeki erkekler Vasfiye'ye cinsel
saldırıda bulunmaya yeltenir ve ona iftira atarak
evden kovarlar. Vasfiye ise alnı ak, başı dik
duruşundan hiç ödün vermez.
Yazarımız Erol, Emin ile oturdukları kıraathanede Vasfiye'nin hayat öyküsünü dinlediği
sırada Emin aniden gözden kaybolur ve ikinci anlatıcı karakter olan Rüstem devreye
girer. O da Vasfiye'yi ilk gördüğü günden itibaren yaşadıklarını bir bir anlatmaya
koyulur. Bu hikâyeler böylece sürüp gider; ta ki yazar Erol, tüm bu anlatılanları
Vasfiye'nin kendisinden dinlemeye karar verene dek. Senaryodaki düğümlerin
çözüleceğini umduğumuz bir noktaya gelindiğinde kucağımıza atılan plot twist, gerçek
ile gerçeküstü kavramlarının kuvvetli bir bileşimini oluşturur.
41
Aaahh Belinda (1986)
Yönetmen: Atıf YILMAZ
Senaryo: Barış PİRHASAN
The Radiant Dergisi
Sinemamızın nadide cevherlerinden biri olan
yönetmen Atıf Yılmaz’ın Aaahh Belinda’sı,
geçtiğimiz günlerde bir Netflix yapımı olarak
yeniden çekilmişti. Ben de ne yazık ki bu
vesileyle “Allah bu millete bir daha Aaahh
Belinda remake’letmesin.” diyerek giriş
yapıyorum ve filmin ilk versiyonuna geri
dönüyorum. Senarist Barış Pirhasan’ın
yazdığı fantastik/gerilim türündeki film,
Serap adında tiyatro oyunculuğu yaparak
geçimini sağlayan ve toplumun çizdiği
kalıplara uymamayı tercih eden entelektüel
bir kadının etrafında gelişmektedir. Serap,
kariyer hayatında ilk defa bir reklam filminde
oynamayı kabul eder, yalnız bunu “köşeyi
dönmek için değil, daha doğru yaşayabilmek
için” yapar. Ancak çekimler esnasında
kendisini bir kâbusun ortasında bulur.
Piyasaya yeni sürülen Belinda şampuanının reklam filminde, Serap’tan, geleneksel bir ev
hanımı rolünü canlandırması istenir. Sahnenin birinde Serap ikna edici bir şekilde rol
yaptığı sırada kendisini reklamda canlandırdığı kadının evreninde bulur. Artık adı Naciye
olmuştur; ömür boyu hizmet bekleyen bir kocası ve iki çocuğu vardır. Ama fikri ve zikri,
Naciye gibi kadınlara yaşatılan bu hayatı reddeden Serap’tır hâlâ. Kutsallaştırılan aile
yapısının bir parçası olmak yerine kariyerine ve özgürlüğüne sahip çıkmak için çalışırken
bir kâbusun içinde sıkışıp kalan Serap, etrafındaki insanları Naciye olmadığına ikna
etmeye çalışır. Serap iken yaşadığı evinde artık bir başkası oturmaktadır; arkadaşları ve
sevgilisi onu tanımamaktadır. Hiçbirinin hayatında Serap olarak var olmamıştır. İnsanlar
onun delirdiğini düşünmeye başlayınca daha fazla direnemeyen Serap, Naciye olmayı
kabullenir. Bundan böyle çocuklarının gönlünü eğleyecek, kocasının ailesine münasip bir
gelin ve evinin hizmetkâr hanımı olacaktır. Bu sırada reklam filmindeki yönetmenin sesi
duyulur, düş dağılır ve Serap kendini setin ortasında bulur.
42
The Radiant Dergisi
Asiye Nasıl Kurtulur (1986)
Yönetmen: Atıf YILMAZ
Senaryo: Barış PİRHASAN, Nuran OKTAR
1969’da Vasif Öngören’in bir tiyatro oyunu
olarak kaleme aldığı Asiye Nasıl Kurtulur, ilk
defa 1973’te yönetmen Nejat Saydam
tarafından beyazperdeye uyarlanmıştır.
Çekilen bu ilk versiyonun başrolünde Türkan
Şoray yer alır. 13 yıl önce çekildiğinde asıl
yetkinliğine erişemeyen film, daha sonra Atıf
Yılmaz’ın sihirli dokunuşuyla biricik ve
unutulmaz bir yapıta dönüşerek Türkiye
sinemasının müzikal janrında kendisine eşsiz
bir yer edinir. Tek mekân çekimleri ve
hikâyenin akışıyla sürekli değişen dekorlar;
seyircisine bir tiyatro izlediğini asla
unutturmaz. Filmin kadrosuna baktığımızda
Müjde Ar, Ali Poyrazoğlu, Hümeyra ve
Füsun Demirel gibi göz kamaştıran pek çok
ismi bir arada görmek de mümkündür.
Asiye Nasıl Kurtulur; kadının toplum içinde sıkışmışlığını, var oluş kavgasını ve el alem
kavramını seks işçiliği üzerinden irdeleyen bir film. Hikâyenin başlangıcında, Fuhuşla
Mücadele Derneği Başkanı Seniye Hanım, Asiye adlı bir kadından aldığı mektup üzerine
onun çalıştığı geneleve gider. Burada, Asiye’nin “kötü yola” düşmekten nasıl
kurtulacağının, nasıl “namuslu” bir hayat sürdürebileceğinin cevabını arayan bir oyun
oynanır. Sona yaklaşırken Seniye Hanım’ın ahlakçı görüşünün yerle bir olması
kaçınılmazdır.
Atıf Yılmaz'ın, her ikisi de başyapıt niteliğinde olan Aaahh Belinda ve Asiye Nasıl
Kurtulur'u aynı yıl içinde çekmesi ise inanılmazdır. Kendisi bu topraklara rast gelmemiş
olsaydı feminist Türkiye sinemasının üzerine toprak atardık muhtemelen...
43
Teyzem (1986)
Yönetmen: Halit Refiğ
Senaryo: Ümit ÜNAL
The Radiant Dergisi
Yönetmen ve senarist Ümit Ünal’ın çok genç
yaşta kaleme aldığı filmin senaryosu,
sinemamızdaki en derinlikli kadın karakterlerden
birinin öyküsünü anlatmaktadır. Filmin afişinde
de belirtildiği üzere: “Bu yaşanmış bir
hikâyedir.”
Ümit Ünal, kendi teyzesinin hayatından
esinlenerek trajik bir gerçekliği eşine az rastlanır
bir incelikle beyazperdeye taşır. Açılış
sahnesinde, hikâyenin anlatıcısı Umur’un,
teyzesinden kalan fotoğraf ve yazıları evin
bodrumundaki beyaz bir el çantasından
çıkardığını görürüz. Teyzesi Üftâde’nin kısacık
ömründen kalan tüm bu hatıralar bir küçük
çantanın içinde saklı kalmış; görülmeyi ve
işitilmeyi beklemiştir yıllarca. Üftâde; annesi,
üvey babası ve erkek kardeşi ile birlikte
İstanbul'da tekdüze bir hayat sürmeye mahkûm
olmuş genç bir kadındır. Hikâyesini ise küçük
yeğeni Umur’un gözlerinden izleriz.
Umur’un annesi Âzâde, üvey babanın baskısından kurtulmak için genç yaşta evlenip Ankara’ya
yerleşse de günün birinde kocası siyasi suçlardan aranmaya başlanınca aile evine dönüş yapmak
zorunda kalır. Böylelikle küçük Umur, beklenmedik bir gecede teyzesi Üftâde’nin hayatına
dahil olur. İstanbul’da yaptıkları ufak çaplı gezintilerde teyzesinin yaşadığı her şeyin detaylı bir
gözlemcisi ve şahidi hâline gelmiştir artık; Üftâde’nin minik sırdaşı ve arkadaşıdır. Uzun yıllar
boyunca üvey babasının tacizlerine maruz kalarak bir tahakküm altında yaşadığı anlaşılan
Üftâde, bu hayattan kaçıp kurtulmak istemektedir. Üvey babanın karanlık varlığı, evin her
köşesinde yer alan fotoğrafları ve Üftâde’nin peşinde dolanan gölgesi küçük Umur’un da
dikkatini çeker elbette. Ama ne yazık ki yalnızca onun dikkatini çeker.
Umur, uzun bir süre teyzesini kötülüklerden koruyamamanın bunalımı ile yaşar. Ailesiyle
beraber İzmir'e döndüğünde Üftâde'nin resmini çizdiği sahnede teyzesinin yüzünü boş bırakınca
annesi, bunun nedenini sorar. "Yüzünü tam hatırlamıyorum." diye cevaplar Umur. Filmi her
izleyişimde gözlerimin nemlenmesine yol açan sahnelerden yalnızca bir tanesidir bu.
Kısaca özetleyecek olursam; yitip gitmemesi gereken bir kadın belleğinin yeniden
canlandırılmasından doğan benzersiz bir filmdir Teyzem.
44
On Kadın (1987)
Yönetmen: Şerif GÖREN
Senaryo: Hüseyin KUZU
The Radiant Dergisi
80'li yılların son dönemine denk gelen
On Kadın, yarattığı kadın temsiliyle
hafızalara kazınan filmlerden bir
tanesidir. 1981 yılında çektiği Yol
filmiyle Cannes'dan Altın Palmiye'ye
layık görülen yönetmen Şerif Gören, o
yıllarda ülkemizde alevlenen feminist
hareketini ve toplumsal cinsiyet
meselesini görmezden gelmemiştir.
Aynı dönemde çekilen diğer filmler
kadar gişe başarısı elde edememiş olsa
da farklı kimlikleri işleyişindeki
başarısı yadsınamaz.
Başrol Türkan Şoray; film boyunca
toplumun farklı tabakalarında, farklı
meslek gruplarında var olma kavgası
sürdüren kadınları canlandırır. Bu
kadınların her biri ataerkinin çizdiği
sınırları aşmak isteyen ve bir şekilde de
sisteme başkaldıran karakterlerden
meydana gelmektedir. Aile içi şiddet,
patron şiddeti, toplum baskısı ve devlet
baskısının kadınlar üzerinde yarattığı
onulmaz hasarlara ışık tutulur.
Filmin sonuna dek dokuz ayrı kadın
hikâyesinden kesitler izleriz. Gelin,
Gazeteci, Çingene, Deniz, Ana-Kız,
Hayat Kadını, İkramiye, Feminist ve
Köylü olmak üzere dokuz farklı kadın
profili karşımıza çıkar. Hepsi bambaşka
hayatların öznesidir; film onları ortak
bir paydada buluşturmuştur. Onuncu ve
son kadın ise bu filmi izleyen kadındır.
45
Elbise: Giae
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
Fotoğraf: Kerem Akyol
Instagram: @Kekmundo
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
YOLLARDA
Röportaj: Lara Çelikler
Instagram: @kekmundo
Fransızca’da anlamına hayranlık beslediğim bir kavram var: Flaneur.
“Flaneur, yaşamın içerisinde kendi hakikatine ulaşmak adına yersiz yurtsuzluğu seçmiş
kişidir.” Hareket etmek, sürekli yollarda olmak, yeniliğin ve mutluluğun peşinden gitmek;
tek hedefimizin mutlu olmak olduğu, önemli olanın özgürlüğümüz olduğu bir dünya
hepimiz için bir ütopya. Fakat bunu gerçekleştirebilen, hatta gerçekleştirmek için milyon
liralara ihtiyacımız olmadığını gösteren 21 yaşındaki Kerem’le çok keyifli bir röportaj
yaptık.
Kerem İstanbul’daki kurulu hayatını, işini ve çevresini radikal bir kararla terk edip kendini
yollara atan bir gezgin. Yollarda mutluluğu arayıp bulan ve özgürlüğünü keşfeden Kerem,
hayatının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını söylüyor. Bize deneyimlerini ve
düşüncelerini anlatıyor.
• Sıfır, sıfırdan başlamak senin için ne ifade ediyor?
Bu soru tam bir sene önce sorulsaydı sıfırdan başlamak benim için imkansızdı derdim.
İnsanın konfor alanını bir anda terk etmesi ve böyle bir maceraya atılması düşüncede çok
zor. Ama şu anda sıfırdan başlayabileceğim her duruma hazırım çünkü yoldayken
kaybedecek hiçbir şeyimin olmadığını ve hayattaki çoğu şeyin önemsiz olduğunu
öğrendim. O yüzden sıfır şu an benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
• Sen de İstanbul’daki kurulu düzenini bırakıp yepyeni bir maceraya atıldın ve bir bakıma
sıfırdan başladın. Bu radikal kararı nasıl aldın?
Meslek lisesinden mezun olur olmaz bir işe girmeye karar verdim. Hem kendim para
kazanmak hem de aileme yardımcı olmak için. Aslında bu iş sürecini birkaç ay olarak
planlamıştım ama toplam 4 yıl sürdü. 4 yıl çağrı merkezinde çalışmak, İstanbul’da
yaşamaya çalışan bir genç olmak ve okumaya çalışan birisi olmak zaten beni epey
yıpratmıştı. Bir çıkış yolu arıyordum. Özgür olabileceğim, monotonlaşmış insan hayatını
yaşamak zorunda olmadığım, sorumluluklarımın en az olduğu bir hayat. Daha sonrasında
her şeyi geride bırakıp özgür olabileceğim bir yolu düşündüm. Geride bırakmak benim için
pek zor olmadı. Yaşadığım bir haftalık o yolculuğumdan sonra plan yapmaya başladım.
Önce bu sürece alışmak için Türkiye turunu planladım. Daha sonrasında işler istediğim
gibi gitmeye başlayınca dünyaya açıldım.
48
Fotoğraf: Kerem Akyol
Instagram: @Kekmundo
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
• Sosyal medyada yeni bir kimlik kazandın. Bu durumu nasıl idare ediyorsun ve insanların senin
hayatında hangi noktaya kadar dahil olacağına nasıl karar veriyorsun?
Sosyal medyada kazandığım kimliğin farkında olmadığını söylesem inandırıcı olur mu bilmiyorum
ama cidden bu doğru. Nisan 2022’de çıktığım bu yolda sadece bir ay kendi evimde kaldım. Her
gün yolda olduğum, her gün paylaşım yaptığım bir yıl düşünün. Son bir yılım o kadar hızlı geçti
ve o kadar fazla şey yaşadım ki birçok şeyin farkında değilim. Ben hala yola çıktığım gibi
olduğumu zannediyorum. Sosyal medya tamamen bir delilik. Bizim ülkemizde insanların her
konuda fikrinin olması ve her konu hakkında yorum hakkına sahip olduğunu zannetmesi aşırı
aptalca bir durum. Buna alışmak epey zaman alıyor. İnsanlar sizi bilmeden yargılıyor, özel
hayatınıza dahil olmaya çalışıyor. Oldukça zor bir süreçti ama artık umursamıyorum. Herhangi bir
kişi ya da durum hakkında negatif bir düşünceniz varsa susmanızı tavsiye ediyorum. Bana değil
herkese karşı. İnsanların sizin negatif yorumlarınıza ihtiyacı yok. Susmayı ve her şeyi
bilmediğimizi fark ettiğimiz an hayat çok daha güzel olacak. Çözüm basit ama dinlemeyi de
bilmediğimiz için artık kendimi yormuyorum, hiçbir insanın hayatıma dahil olmasına izin
vermiyorum.
• Sen de bir bakıma sıfırdan başladın demiştim. Buraya dönünce hayatının eski monotonluğuna
döneceğinden endişeleniyor musun?
Açıkçası bu konuda bir endişem yok çünkü aşırı zorda kalmadığım sürece monoton bir hayata
dönmem imkânsız.
• Bilmediğin diller, kültürler ve insanlar… Seyahat kaygısı ile nasıl başa çıkıyorsun?
Bu hayatta inandığım tek şey pozitif olmak ve karma. Yola çıktığım ilk günden beri seyahat
kaygım yok. Nerede kalacağımı bilmediğim kaç güne uyandım bilmiyorum. Ne zaman, nerede, ne
yapacağımı hep akışına bıraktım. Her zaman bir çözüm bulacağıma inandım. Otostop çekerken
elbet birinin beni alacağına emindim. Yapmak istediklerimi günün sonunda yapabileceğime
inanmıştım. Ne olursa olsun pozitif düşünüyorum. Yolda tek başınıza iken bir şeyleri çözmeye ve
başarmaya başladığınızı anladığınız an dünyanın en özgüvenli insanı gibi hissediyorsunuz. Her
zaman her şeyin çözümü vardır.
• Bizlere seyahat etmenin artılarından ve eksilerinden bahseder misin?
Bin bir çeşit insan, inanış, kültür, yer, manzara, deneyim... Yola çıktığımdan beri o kadar fazla şey
öğrendim ki sayamam. En önemlisi dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve keşfetmenin birkaç
ömre bile sığmayacağını anlıyorsunuz. Tek başınıza özgüven kazanıyorsunuz. Dünyanın apayrı
noktalarında yeni aileler tanıyorsunuz, arkadaşlıklar ediniyorsunuz. Dil öğrenmeye, yeni lezzetler
tatmaya başlıyorsunuz. Uyandığınız her günde yeni şeyler öğrenmeye başlıyorsunuz bunun dışında
herhangi bir sorumluluğunuz yok. Hesap vermeniz gereken bir patron yok. Almak zorunda
hissettiğiniz ama ihtiyacınız olmayan kıyafetler yok. Azla yetinmeyi öğreniyorsunuz. Yeri
geldiğinde kıyafetlerimi şampuanla yıkamak zorunda kaldım, yeri geldi saatlerce aç kaldım, yeri
geldi dil bilmeden insanlarla anlaşmaya çalıştım, yeri geldi sokaklarda, çadırda kaldım, yeri geldi
dolandırıldım, yeri geldi hastalandım. Bunların hiçbiri eksi değil, hepsinde yeni bir şey öğrendim,
kendimi geliştirdim. En zor anımda bile tek başımayken başarabileceğimi öğrendim.
50
Fotoğraf: Kerem Akyol
Instagram: @Kekmundo
The Radiant Dergisi
Seyahat etmenin en büyük eksisi; duygular ve hisler. Benim için artık çoğu şeyin önemi kalmadı.
Monoton hayatımda yaptığım çoğu şeyin gereksiz olduğunu hissetmeye başladım. Yolda olan
insanların bu yüzden eski hayatına uyum sağlaması çok zor oluyor. İnsanların yaptıkları, hal ve
hareketleri bile bana çok yapmacık gelmeye başlıyor. Bu yüzden sürekli düşünmeye ve doğru olan
şeyin ne olduğunu sorgulamaya başlıyorsunuz.
• Bu kararı verirken beklentilerin neydi ve beklentilerin karşılandı mı?
Tek beklentim özgür olmaktı. Başka hiçbir beklentim yoktu, hayatımın ne kadar süreceğini
bilmiyordum ve sıradanlaşmış iş hayatımda sürüneceğime bu hayatı yaşamaya çalışmayı tercih
etmiştim. Ve şu anda özgür hissediyorum.
• Türkiye’den ve Türkiye gerçeklerinden uzak olmak sana nasıl hissettiriyor?
Tek kelimeyle huzurluyum. Yurtdışına çıktığınızda ülkemizin ne kadar kaotik ve gergin bir yapıya
sahip olduğunu anlayabiliyorsunuz. Birçok ülke gördüm ancak bizim ülkemiz kadar siyasetle
ilgilenen, sinirli, agresif, sürekli konuşan ve yorum yapan bir millet daha görmedim. Çoğu yerde
insanlar böyle saçmalıklarla ilgilenmiyorlar. Çok fazla fakir insan da gördüm ama hep
gülüyorlardı. Biz mutlu olmayı unutmuş haldeyiz, mutlu olan insanları görmeye bile
tahammülümüz yok. Türkiye kaosunda insanın genç yaşta yaşlanması o kadar normal ki.
Düşünmüyorum hiçbir şeyi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
• Seni bu değişime iten şey neydi tam olarak?
Ağustos 2021’de iş değişikliği yapacaktım. İşimden istifa etmiştim ve yeni işime başlayana kadar
bir haftalık bir vaktim vardı. Ağustos 2021 ayına kadar hayatımda hiç otostop çekmemiş ve hiç
çadırda kalmamıştım. O gün kafam atmıştı, hayatımın böyle sürdürülebilir olmadığını ve sürekli
bir yarışta olduğumu ve bunun bana iyi gelmediğini fark etmiştim. Bir çıkış yolu, bir değişiklik
arıyordum. Bu yüzden bu bir haftalık süreci yola çıkarak değerlendirmeye karar verdim. Çadırım
yoktu, arkadaşımı aradım ve bir hafta boyunca çadıra ihtiyacım olduğunu, İstanbul’dan çıkıp
otostopla gidebileceğim en uzak yere kadar gidip geri dönmeyi planladığımı anlattım. Daha
sonrasında plana o da dahil oldu. Biz iki gün içinde derme çatma bir çanta toplayıp yola çıktık.
İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir ve İzmir’i gördük. Ve cumartesi günü yine otostopla
İzmir’den İstanbul’a döndük. Bu süreçte hayatımda ilk kez hangi günde olduğumu düşünmediğim,
saatin kaç olduğunu umursamadığım günler yaşadım. Yapmak zorunda olduğumuz bir şey yoktu.
Haritayı açıp nereye gidelim diye düşünüyor ve o yöne doğru otostop çekiyorduk. Hayatımın
kırılma noktası ise bu yolda oldu. İzmir Dikili’de bir kamyonete otostop çekmiştik, o kamyonetin
kasasında kırk dakika yolculuk yaptım. Ve o dakikalarda hayatım bir daha eskisi gibi olmayacağını
hissetmiştim. Özgürlüğümü keşfetmiştim, hiçbir şeyin özgürlüğümden daha önemli olmadığını
öğrenmiştim. Hayatım boyunca unutmayacağım bir yolculuktu bu. Cumartesi gecesi eve
döndüğümde yeni işimden ne zaman istifa edeceğimi ve uzun süreli bir yolculuğa ne zaman
çıkacağımı düşünmeye başlamıştım.
Yola çıkmadan önce hayatımın amacını çokça düşündüm. Bazılarına göre para, huzur, aile olan bu
şey benim için mutluluktu. Mutlu olmak istiyordum. Bunun için monoton insan yaşamını
istemiyorum, iş yerinde edindikleri statü sayesinde kendini bir şey sanan insanların emirlerini
yerine getirmek istemiyorum. Evlenip bin bir sorunla, sorumlulukla uğraşmak istemiyorum. Bu
dünyaya bir çocuk getirmek istemiyorum. Her zaman bir fazlasını isteyeceğim şeyleri almak için
aylarca kredi ödemek istemiyorum. Tek ilgilendiğim şey kendi hayatım. Sonunu bilmediğim,
yaşayabileceğim sadece bir hayatım olduğunu 21 yaşında öğrendim. Ve ne yaşayabilirsem
yaşayacağıma dair kendime söz verdim. Artık mutluyum.
52
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
Önümüzdeki aylar için seyahat planların neler?
Bir yılı aşkındır yolda olduğum için artık bir tık yorgun hissediyorum. Ve özellikle Hindistan gibi
zorlu bir yerde yaşamak insanı çok daha fazla yıpratıyor. Hindistan’dan sonra kısa bir süre
dinlenmek için Türkiye’ye döneceğim. Daha sonrasında net bir plan olmasa da Avrupa ülkelerini
gezmek için uğraşacağım.
• Sürekli bir yerden başka bir yere seyahat ederken özel hayat, arkadaşlıklar, aile ya da ikili
ilişkiler yaşamak zor oluyor mu? Bununla nasıl başa çıkıyorsun?
Seyahat etmenin eksi tarafının hisler olduğunu söylemiştim. Özel hayat, arkadaşlıklar ve ikili
ilişkiler hepsi kısa süreli. Çünkü hep hareket halindeyim, durmuyorum. Açıkçası birisi için de
durmam. Yola çıktıktan sonra uzun süreli bir şey düşünmeniz imkânsız oluyor. Önceki hayatımda
da uzun süreli ilişkilere sıcak bakmıyordum, benim için değişen pek bir şey olmadı diyebilirim.
Artık birçok şey anlamsız geliyor demiştim ona tüm bu ikili ilişkiler de dahil.
• Kendin için hazırladığın gelecekte Kerem ne yapıyor?
Yakın zamanlı hedefim birkaç sene daha bu şekilde gezmek. Tabii ki olanaklarımı genişletmeyi
hedefliyorum. Daha sonrasında bir araçla gezmek hedeflerimden birisi. Bir jeep alıp, gezmeyi ve
keşfetmeyi düşünüyorum. Uzun zamanlı hedefimden bahsetmek istemiyorum ama kesinlikle
benden beklenilmeyecek ve şaşıracağınız hayallerim var. Zaman neler gösterecek bakalım.
53
Elbise: Giae
Fotoğrafçı: İpek Altıner
The Radiant Dergisi
The Radiant Dergisi
Yenilenme Yolunda Yedi Öneri
İlkbaharın coşkusuyla birlikte, doğanın yenilenme ve canlanma döngüsü başladı. Mevsim
değişikliğinin getirdiği heyecan ve enerji, hepimize hayatında yenilikler yapma motivasyonu
kazandırdı. Güneşin ısısı yavaş yavaş artarken, biz neden doğa gibi yenilenmeyelim? İlkbahar,
yeniden doğuş ve keşif için en uygun zamanlardan biridir. Haydi, kendimizi yenilemek için bu
fırsatı kaçırmayalım. Bu yazıda The Radiant ekibi olarak sizlere hayatınızda sizi olumlu olarak
etkileyebilecek dönüşüm fikirleri vereceğiz.
1. Doğada Vakit Geçir!
Doğa, insanı evinde hissetiren yerlerin en başında gelir. Doğaya baktıkça varoluşumuzu düşünür,
kim olduğumuzu gözden geçiririz. Amaçlarımızı düşünür, hedeflerimizi sorgularız. Evrendeki
yerimizi fark eder, diğer tüm canlılara karşı sorumluluklarımızı hatırlarız. Doğa ruhumuzu
dinlendirir, içimizdeki sesleri susturur. Yapılan araştırmalar, doğada zaman geçirmenin stresi
azalttığını, ruh halimizi iyileştirdiğini ve zihnimizi dinlendirdiğini gösteriyor. Ayrıca, doğada
yürüyüş yapmak veya bisiklete binmek gibi fiziksel aktiviteler yaparak, vücudumuzun sağlığını da
koruyabiliriz. Daha temiz hava soluyarak akciğerlerimizi güçlendirir, güneş ışınlarından D
vitamini
alırız.
2. Meditasyon ve Yogaya Başla!
Yoga ve meditasyon, bedenimizi ve zihnimizi yenilemek için harika bir yoldur. Yoga yaparak
bedenimizi güçlendirebilir, meditasyon yaparak ise zihnimizi sakinleştirebiliriz. Hem bedensel
hem de zihinsel sağlığımıza olumlu etkileri olduğu bilinen bu pratikler, hayatımızı daha huzurlu
geçirmemize fayda sağlar.
3. Yeni Bir Hobi Edin!
Yeni şeyler öğrenmenin insanın özgüvenini artırdığı da son yapılan bilimsel araştırma
sonuçlarından! Tam şimdi kendimize bir hedef belirleyip, yeni bir beceri öğrenerek kendimizi
geliştirebiliriz. Örneğin, yemek yapmak, bir enstrüman çalmak, yabancı dil öğrenmek gibi
aktivitelerle kendimize meydan okuyabiliriz.
4. Yeni Yerler Keşfet!
Her hafta kendine yeni bir restoran/kafe, müze ya da sergi görmek gibi hedefler koy. Tabii
hedeflerini büyütüp başka şehirlere ya da ülkere de gidebilirsin. Ama bunu belirli bir düzende yap
ki alışkanlığa dönüşsün. Yeni yerler görmek her zaman ruha iyi gelir.
5. Kitap Oku!
Kitap okumak, hayatımıza önemli bir dönüşüm getirebilir. Okuma, bizimle aynı fikirde olan veya
farklı bakış açıları sunan insanların düşünceleriyle buluşmamızı sağlar. Bu sayede dünya hakkında
daha geniş bir perspektif kazanırız. Ayrıca, okumak beyin aktivitesini arttırır, kelime haznemizi
zenginleştirir, okuduğumuz kitaplarla bağlantı kurabilir ve hafızamızı geliştirir. Özellikle
teknolojinin geldiği noktada insanlar her geçen gün daha az kitap okumaya başladı. Sen bu zinciri
kır ve her gün kendine zaman/sayfa hedefi koy ve oku!
55
The Radiant Dergisi
6. Sağlıklı Beslenmeye Başla
Sağlıklı beslenme alışkanlığı edinmek, hayatımızda yapabileceğimiz en önemli değişikliklerden
biridir. Sağlıklı beslenme, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu besin öğelerini doğru oranlarda almamızı
sağlar. Böylece vücudumuzun sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı olur, hastalıklardan
korunmamıza ve yaşlanma sürecimizi yavaşlatmamıza yardımcı olur. Beynimizin doğru bir şekilde
çalışmasını sağlar. Kendine basit hedefler koymakla başla. Örneğin her gün en az bir sebze yemeği
yemek ya da haftada sadece bir gün hazır yemek gibi!
7. Dijital Detoks Yap!
Teknolojinin gelişimi, hayatımızı kolaylaştırsa da beraberinde birçok olumsuzluk da getiriyor. Çok
sık dopamin salgısına olanak sağlayan şeylere maruz kalmak insan beyninin işleyişine önemli
ölçüde zarar veriyor. Bu nedenle, belirli bir süre boyunca dijital detoks yapmak, hayatımızda
olumlu bir dönüşüm yaratabilir. Bu süre boyunca telefon, tablet ve bilgisayar gibi cihazları
mümkün olduğunca az kullanarak, gerçek hayata daha fazla odaklanabiliriz. Yine küçük hedeflerle
başlayabilirsin. Bunu uzun bir süreye yaydığında büyük sonuçlar göreceksin.
Bunlar bizim dönüşümüne atacağın ilk adımdaki önerilerimiz. Küçük hedeflerle başla, büyük
başarılar kazan. Dönüşüm yolculuğunda sabırlı ve istikrarlı olmak önemli!
Yazar: Aslı Ayyıldız
56
KURUCULAR:
Eda Dolunay
KREATİF MENAJER:
Sarin Şahinoğulları
TASARIMCILAR:
Eda Dolunay
EDİTÖRLER:
Baş Editör: Lara Çelikler
Ani Nalyan
MODELLER:
Deniz Şeyhoğlu
YAZARLAR:
Elif Karbeyaz
Aslı Ayyıldız
Eda Göleli
Aysel Aktürk
Şimal Tuna
Mana Akkor
Eylül Deniz Serra Alatuğ
Sarin Şahinoğulları
FOTOĞRAFÇILAR:
Ece Nur Saygın
İpek Altıner
Kerem Şogen
KONUKLARIMIZ:
Merve Demirci
Dilan Balkay
Kerem Akyol
MARKALAR:
Knitology
Giae
Bornvillian
Ego