Y'AKIN Edebiyat ve Sanat Dergisi
Sevgili okurlarımız, Bu ayki sayımızda Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Oğuz Atay'ı konu alıyoruz. Şiirleriyle Türk edebiyatına yeni bir soluk getiren Atay, modernleşme sürecinde önemli bir figür olarak kabul edilir. Şiirlerindeki özgün anlatımı ve sade diliyle okurların kalplerinde özel bir yer edinen Atay, eserleriyle Türk edebiyatına önemli katkılarda bulundu. Bu sayımızda, Oğuz Atay'ın hayatı ve eserleri hakkında ilginç yazılar, şiirleri ve makalelerle sizleri buluşturuyoruz. Atay'ın şiirlerinin dil, anlatım ve teması üzerine yazılan analizlerle birlikte, Tutunamayanlar gibi en ünlü eserlerinin özetleri ve değerlendirmeleri de sayfalarımızda yer alacak. Oğuz Atay'ın şiirleri, Türk edebiyatının modernleşme sürecinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Sadece Türk edebiyatına değil, dünya edebiyatına da ilham veren bu büyük şairin eserleriyle dolu sayımızı kaçırmayın. Sevgiyle kalın.
Sevgili okurlarımız,
Bu ayki sayımızda Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Oğuz Atay'ı konu alıyoruz. Şiirleriyle Türk edebiyatına yeni bir soluk getiren Atay, modernleşme sürecinde önemli bir figür olarak kabul edilir. Şiirlerindeki özgün anlatımı ve sade diliyle okurların kalplerinde özel bir yer edinen Atay, eserleriyle Türk edebiyatına önemli katkılarda bulundu.
Bu sayımızda, Oğuz Atay'ın hayatı ve eserleri hakkında ilginç yazılar, şiirleri ve makalelerle sizleri buluşturuyoruz. Atay'ın şiirlerinin dil, anlatım ve teması üzerine yazılan analizlerle birlikte, Tutunamayanlar gibi en ünlü eserlerinin özetleri ve değerlendirmeleri de sayfalarımızda yer alacak.
Oğuz Atay'ın şiirleri, Türk edebiyatının modernleşme sürecinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Sadece Türk edebiyatına değil, dünya edebiyatına da ilham veren bu büyük şairin eserleriyle dolu sayımızı kaçırmayın.
Sevgiyle kalın.
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İÇİNDEKİLER
Türk Edebiyatında Cumhuriyet
Dönemi
-4-
Oğuz ATAY Kimdir?
-7-
Oğuz ATAY’ın Eserleri
-9-
Editör Yazısı
-19-
-3-
CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYAT ÜRÜNLERİ
TÜRK EDEBİYATINDA CUMHURİYET DÖNEMİ
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde
eğitim amacıyla Avrupa’ya,
özellikle Fransa’ya giden gençler
oradaki edebiyatta gördükleri
yenilikleri ülkeye dönüşlerinde
Türk edebiyatında uygulamaya
başlamışlardır. Bu şekilde belli
dönemler halinde günümüze
kadar süren yeni bir edebiyat
başlamıştır. Bu dönemlerden biri
de Cumhuriyet dönemi edebiyatıdır.
Cumhuriyet dönemi edebiyatı,
Millî Edebiyat‘tan kesin hatlarla
ayrılamamaktadır, zira Millî
Edebiyat devri sanatçıları, Cumhuriyet’in
ilk yıllarında en önemli
eserlerini vermişlerdir. Yakup
Kadri Karaosmanoğlu, Halide
Edip, Reşat Nuri, Refik Halit ve
daha birçoğu Cumhuriyet’in ilk 50
yılına damgalarını vurmuşlardır.
Cumhuriyet’in ilanını takiben
hızlı bir şekilde yapılan dil ve
harf devrimleriyle Latin harflerine
dayalı yeni alfabenin kabulü
ve dilde özleşme, 1920’li yıllarda
başlayan ve hâlen devam eden bir
edebiyat döneminin başlangıcı
olarak kabul edilir.
ÖZELLİKLERİ
Cumhuriyet Dönemi Edebiyatının
temelinde İstiklal Savaşı
ve Atatürk devrimleri vardır.
Şiirler, romanlar, hikâyeler bu iki
konu ile doğrudan ya da dolaylı
olarak bağlantılıdır. Millî duygu
ve heyecan geliştirmeye yönelik
bu çabalar Millî edebiyatın bir
devamı niteliğindedir.
Millî edebiyatla başlayan halka
inme, Anadolu’yu tanıma çabası
bu dönemin edebiyatında ana ilkelerden
olmuş, Türk halkının her
kesimi edebiyata girmiştir. Artık
edebiyat İstanbul’un sınırlarını
tamamen aşmıştır. Romanda ve
öyküde toplum sorunları gözleme
dayanan bir gerçekle anlatılmıştır.
Yeni kurulan devlet ile yapılan
bazı devrimleri halka tanıtmak ve
benimsetmek görevi Cumhuriyet
dönemi sanatçılarına düşmüştü.
Sanatçı, siyaset ile halk arasında
bir köprü olmuş, devrimleri
yorumlamış, açıklamış ve savunmuştur.
Yeni dil ve eski dil tartışmaları
Cumhuriyet ile noktalanmış, siyasi
güç, olayı tekeline almış ve Türk
Dil Kurumu’nu kurarak dilde geri
dönülmez bir yenileşme yoluna
gidilmiştir.
Cumhuriyet’ten önce sadece sempati
duyulan Türk Halk sanatları
ve halkbilimi ön plana alınmış,
öncekilerin küçümsediği Karacaoğlan’ın,
Yunus’un tarzı örnek
alınmıştır. Artık harf benzerliği
de kurulan Batı edebiyatı daha
yakından takip edilmiştir. Türk
edebiyatı, batı edebiyatının yeniliklerini,
akımlarını uygulamaya
başlamıştır.
ROMAN VE ÖYKÜ
Cumhuriyet Dönemi edebiyatı
Türkiye’nin gerçeklerine gittikçe
genişleyen ölçüde eğildi. Yurdun
bütün bölgelerinde kentlerdeki,
köylerdeki yaşamı ve insan ilişkilerini,
yurtdışına göçen işçileri
ele aldı. Her sınıftan, her yaşam
biçiminden gelen kahramanları
canlandırdı. Onları kuşatan
toplumsal bozuklukların giderilmesi
için öneriler getirildi.
Dil devrimi, edebiyatı yakından
etkiledi. Türetilen ya da canlandırılan
sözcükler yanında
bölge ağızlarından sözcükler ve
anlatım biçimleri de edebiyata
girdi. Halk söyleyişleri, anlatımı
kadar dünya edebiyatlarından
türlü eğilimlerden, deneylerden
izlenimler görüldü. Cumhuriyet’in
kuruluşunu ele alan yapıtlar
oluşturuldu.
Cumhuriyet’in ilk 10 yılında Türk
Kurtuluş Savaşı’na katılan halk
ve aydınlar, yeni döneme ayak
uydurmaya çalışan çıkarcılar
ve işbirlikçiler[, batı uygarlığı
karşısında geleneksel ahlakın
ve yerleşik değerlerin tartışılması,
toplumdaki değişmelerin,
batılılaşmayı yanlış anlamanın
yıkıcı etkileri gibi toplumsal
konulara bireysel sorunlar,
ruh çözüm deneyleri eklendi.
ŞİİR
Şiirde, Millî Edebiyat akımından
hece veznini devralan kuşak
küçük duyarlılıkları, doğa ve yurt
güzellikleri konu edindi. Biçim
yetkinliğine, arı şiire yönelen
çalışmalar folklordan, tarihin
yanı sıra psikolojiden beslendi.
Simgelere ya da günlük yaşamdan
sahnelere, yaygın izlenimlere,
duyarlığa yaslandı.
Hece veznini kullanmada ulaşılan
ustalığa yeni kalıplar, duraksız
uygulamalar eklendi. İnsanın iç
dünyasına yönelik araştırmalar,
gizemci düşünceler dile getirildi.
-4- -5-
ARAŞTIRMA VE DERLEME
Türk edebiyatını uzun tarihi
ve geniş coğrafyası içinde bir
bütün olarak ele alan, dönemlerini
belirleyen, eski yapıtları
gün ışığına çıkaran yazar Fuad
Köprülü’dür. Fuad Köprülü, siyasal
ve toplumsal kurumlardaki
değişmelerin edebiyattaki etkilerini
gösterdi.
Onun çizdiği çevreye bağlı kalarak
geçmişteki Türk edebiyatını
inceleyen araştırmacılar yetişti:
İbrahim Necmi Dilmen, İsmail
Habip Sevük, Agah Sırrı Levent,
Mustafa Nihat Özön, Nihat Sami
Banarlı, Kenan Akyüz, Abdülbaki
Gölpınarlı, Fahir İz bu alanda
çalışmalar gerçekleştirenlerden
bazılarıdır.
Değerlendirmelerinde düşünce
hareketlerini, yazarların psikolojisini,
anlatım özelliklerini göz
önünde tutanlar (Ahmet Hamdi
Tanpınar, Mehmet Kaplan) oldu.
OĞUZ ATAY KİMDİR?
Kastamonu/İnebolu’da doğdu.
Annesi İstanbullu ilkokul öğretmeni
Muazzez Zeki, babası ise
Kastamonulu, milletvekilliği
yapan hukukçu Cemil Atay’dır.
Anneannesi Melek Hanım dedesi
Zeki Bey’le Yunanistan’da tanışmış
bir Fransız kızıdır. Ailesinin evliliğe
onay vermemesi üzerine kaçan
gençler İstanbul’a gelmişlerdir.
Gerçek adı bilinmeyen genç kadın
Melek adını almış ve Müslüman
olmuştur. Melek Hanım üç kızını
okutmaya ve meslek sahibi yapmaya
önem vermiş; Atay’ın annesi
Muazzez Hanım Edirne Muallim
Mektebi’ni bitirmiş ve Cumhuriyetin
ilk çalışan kadınlarından
olmuştur. Batılı yaşam tarzı ve giyim
kuşamıyla kıyafet devriminin
başlatıldığı Kastamonu’da örnek
bir kişidir.
Okul öncesi yılları Kastamonu
ve İnebolu’da geçti. Babası Cemil
Atay’ın milletvekili seçilmesi üzerine
1939’da Ankara’ya taşındılar.
Atay ilk, orta ve lise öğrenimini
Ankara’da gördü. 1940’da ilkokula
başladı. Okul ile ilgili yazdıklarına
bakılacak olursa okulda çok mutlu
değildir. Ancak çok zeki, meraklı
ve araştırmacı oluşu okulda da
başarılı olmasını sağladı. TED
Yenişehir Lisesi’ni birincilikle
bitirdi. 1951 yılında girdiği İstanbul
Teknik Üniversitesi’nde inşaat
mühendisliği eğitimi aldı. Daha
sonra buradaki hocalarından
Mustafa İnan’ın biyografisini
yazacaktır. İnşaat mühendisliği
okumaya babasının baskıları sonucunda
mecbur kalmıştır. Selim’e
“Lisede iyi bir öğrenci olduğum
içim zor bir meslek seçmeliydim.
Bu nedenle mühendis olmaya
mecburum” dedirtir.
Mühendisliği istemeye istemeye
okuduğu ve mesleğini de pek
sevmeden yaptığı gerek romanlarında
gerekse hakkındaki
tanıklıklarda doğrulanır. Bir yandan
kitaplara sığınmaya, okumaya
ve dünyayı anlamaya çalışmaya
devam etti.
1960 yılından 1976 yılı sonundaki
hastalığına kadar İstanbul Devlet
Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde
hoca olarak çalıştı.
1971’de daha çok bir ders notları
niteliği taşıyan Topoğrafya kitabı
yayımlandı.
1961 yılında 1967 yılına kadar
evli kalacağı Fikriye Gürbüz ile
evlendi. Bu evlilikten Özge adında
bir kızı oldu. 1967 yılındaki
boşanmasının ardından yalnız
yaşamaya başladı ve yazarlık
açısından ölümüne kadar sürecek
olan en verimli dönemi başladı.
1968 yılında uzun yıllar aynı arkadaş
grubunda yer aldığı, yakın
bir arkadaşının eski karısı olan
Sevin Seydi ile ilişkisi başladı.
Atay Tutunamayanlar ve Tehlikeli
Oyunlar’ı Seydi’ye ithaf etmiş,
romanlarındaki iki kadın kahraman,
Günseli ve Bilge’yi de ondan
esinlenerek kurgulamıştır. 1969’da
bu ilişki bitmesinin ardından Atay
çok sarsılmış ve bu ayrılık,Tehlikeli
Oyunlar’da Hikmet ile Bilge
ilişkisiyle masaya yatırılmıştır.
İlk romanı Tutunamayanlar 1970
yılında TRT roman yarışmasını
kazandı. Bu başarıya rağmen Atay
romanının basılması için bir yıl
beklemek ve çok sayıda yayıncı
dolaşmak zorunda kaldı. Roman
1971’de küçük bir yayınevi olan
Sinan Yayınları tarafından yayımlandı.
-7-
1973’te ikinci romanı Tehlikeli
Oyunlar’ı, hemen ertesi yıl üniversiteden
hocası Mustafa İnan’ın
biyografisi olan Bir Bilim Adamının
Romanı’nı yazdı. Bunları
Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro
oyunu takip etti. Atay bu dönemde
olağanüstü bir üretkenlikle
sürekli yazmıştır.
1974’te Yeni Ortam gazetesinde
sanat muhabiri olarak çalışmakta
olan ve 1972 yılında Tutunamayanlar
üzerine yaptıkları bir
söyleşi sırasında tanıdığı Pakize
Kutlu ile evlendi.
1975’te 1972-74 yılları arasında
yazdığı yedi öyküden oluşan
Korkuyu Beklerken yayımlandı.
1976’da tamamlamaya ömrünün
yetmeyeceği Eylembilim’i yazmaya
başladı. Tamamlayamayacağı
bir diğer projesi de üç ciltlik bir
roman dizisi olarak tasarladığı
“Türkiye’nin Ruhu”dur.
1976 sonlarında hastalanan ve
beyninde bir tümör olduğu anlaşılan
Atay tedavi için İngiltere’ye
gitti. Londra ve İstanbul arasında
gidiş gelişlerle bir yıl boyunca
süren tedavi sonuç vermedi ve 13
Aralık 1977’de hayatını kaybetti.
Hayatı boyunca yalnızlıktan
yakınan Oğuz Atay 15 Aralık
1977’de çok kalabalık bir cenaze
töreniyle uğurlandı.
OĞUZ ATAY’IN ESERLERİ
TUTUNAMAYANLAR
Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın ilk romanıdır. 1970 yılında TRT Roman Ödülü’nü kazandı. Oğuz Atay’ın
25’inci ölüm yıldönümü olan 2002 yılında UNESCO, Tutunamayanlar’ı İngilizce’ye tercüme edilmesi gereken
seçkin edebiyat eseri listesine seçti.
Çoğu yazar ve okuyucuya göre modern Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Hatta dil ve üslup
itibarıyla, Türk edebiyatında bir devrim olarak kabul edenler de vardır.
Kitap belirli bir olayı sergilemekten çok; izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerden
oluşur. Berna Moran, bu kitabı hem içerik hem de biçimsel özellikleri bakımından Türk edebiyattında
yepyeni bir evre olarak değerlendirmekte, Jale Parla ise Don Kişot’tan Günümüze Roman başlıklı çalışmasında
modern ve postmodern roman bağlamında Atay’ın ve Tutunamayanlar’ın yerini belirtmektedir. Berna
Moran, Tutunamayanlar’ı “hem söyledikleri, hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak nitelendirir.
Moran’a göre “Oğuz Atay’ın mizah gücü, duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar’ı büyük
bir yeteneğin ürünü yapmış, yapıttaki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş
ve ona çok şey kazandırmıştır.
Konusu;
Selim Işık’ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini
sürmeye ve Selim’in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır. Her insana farklı bir yönünü gösteren
Selim’in görüntüsü, Turgut’un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut’un gözünde netlik
kazanacaktır. Romanda birçok kişi vardır ama her biri aslında Selim’in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar
Selim Işık’ı aydınlatır. Selim Işık, düşünen ve sorgulayan insanın simgesidir ve bu yüzden hayata
tutunamamış ve bir tutunamayan olmuştur.
-9-
TEHLİKELİ OYUNLAR
Kişinin kendiyle savaşmasını ve yenmesini, kendini
dönüştürmesini hayati bir sorun olarak algılamaya çağıran,
çarpıcı ve sarsıcı bir roman. Romanın başkişisi Hikmet
Benol, toplumdaki yoğun kargaşanın temelinde yatan
gerçekliği araştırırken, gerçeklerle içtenlikle ilgilenmenin
toplumu yönetenlerce tehlikeli görüldüğünü seziyor ve
‘oyun oynuyormuş gibi’ ilgilenmenin ve yaşamanın yollarını
araştırıyor. Ve hem ‘tehlikeli’ hem de ‘oyun’la dolu bir yolda
gidebileceği son noktaya kadar ilerliyor.
Konusu;
Hikmet’in Yaşamı, Hayalleri, Hayata yabancılaşması, Sıra dışı
tekniklerle ve cümlelerle anlatılmış hikayesi yer alır. Kitap
en basit deyişle arada kalmış bir insanı anlatıyor. Sayfalar
arasında kalmış bir adamı, üç katlı bir evde ortancı katta
kalmış adamı, Sevgi ile Bilge isminde iki kadın arasında
kalmış bir adamı, bütün insanlığa kızan aynı zamanda da
hepsini bir yandan iyileştirmek isteyen bir adamı anlatıyor.
Özeti;
Hikmet yatağında kendisi ve yaşadığı hayat hakkında düşünmeye
başlar. Karısından ayrılışı ve yeni bir hayata tutunmaya
çalışması. Nurhayat Hanım Hikmet’in komşusudur.
Hikmet’e ordudaki oğlundan gelen mektupları okutarak
cevap yazdırır. Hikmet ise bir oyun kurar. Ordudaki genç
adamın adı Hidayet’tir ve Hikmet kendisine hitaben mektuplar
yazmaktadır. Hikmet Nurhayat oğlunun ev ödevlerine
de yardım eder. Hikmet bu görevler sırasında ikamet ettiği
ülkeyle ilgili alaycı eleştiriler yapmaktadır. Hikmet zaman
zaman karısı Sevgi’nin yanlışlarını ve hayatını yanlışlıklarını
düşünür. Selim, annesinin ölümünden sonra eşi Sevgi’ye
destek olmuştur. Hikmet, Sevgi’nin arkadaş çevresi yüzünden
onu terk etmiştir. Hikmet, her konuda insanlığa yol gösterecek
bir ansiklopedi yazmak istiyor. Romanın sonunda Büyük
Oyun adında bir oyun hayal eden Hikmet, “Ruh Proletaryası”
adlı bir sınıf yaratır ve bu sınıfta ezilenleri bir araya
getirir. Başkalarını oyunlarına sokmaktan yana değildir. Bu
oyunlarda kişilik bölünmesi yaşayan Hikmet, daha sonra
intihar eder.
BİR BİLİM ADAMININ
ROMANI
Oğuz Atay’ın hocası İTÜ İnşaat Fakültesi profesörlerinden
Mustafa İnan’ın hayatının roman kurgusuyla anlatıldığı
Bir Bilim Adamının Romanı, 1975 yılında Bilgi Yayınları
tarafından yayımlanmıştır. Bir Bilim Adamının Romanı
özet olarak Mustafa İnan’ın yoksulluk içerisinde başlayan
hayatının dünyanın en güzel unvanı olan “bilim adamı”nı
hak edişindeki müthiş hikâye anlatılmaktadır. Bir Bilim Adamının
Romanı ana fikri ne kadar zorluk içerisinde yaşanılsa
da ahlakî değerlerden ve özünden hiçbir şey kaybetmeden
nasıl başarıya ulaşılabileceği şeklinde özetlenebilir.
Konusu;
Mustafa İnan’ın köyden çıkış yolundaki ve bilim adamı olma
serüveni tüm gerçekliği ile aktarılır. Mustafa İnan’ın mücadele
kararlılığı, idealizmi, dürüstlüğü ve ahlakı ön plana
çıkıyor. Ülkesi ve yoksullar için çalışan bir adamın zorlukları
ve başarıları konu edinmiştir.
Özeti;
Romanın ilk bölümünde Mustafa İnan’ın çocukluğundan
mezuniyetine kadar gelişen olaylar anlatılır. Mustafa İnan,
1911 yılında bir postacının oğlu olarak Adana’da doğdu.
Dünya Savaşı yıllarına denk gelen çocukluğunda Anadolu’nun
zorlu engellerini başarıyla aşarak öğrencilik hayatında
oldukça başarılı bir öğrenci olmuştur. İkinci bölümde ise
onun idealist bir akademisyen ve üretken ve başarılı bilimsel
faaliyetlerde bulunan bir aydın olarak yaşadığı süreç
aktarılmaktadır. Eşi Jale Hanım ile nasıl tanıştığı ve evliliği
hakkında da bilgiler var. Mustafa İnan’ın bilime karşı büyük
bir tutkusu vardı, sadece mühendislikle değil edebiyattan
felsefeye birçok bilimsel ve düşünsel alanla da ilgilenmiştir.
Yahya Kemal’in sohbetlerinin yakın takipçisidir. Maddi şeylere
önem vermeyen ve sadece bilime çaba göstermeyi üstün
bir değer olarak gören İnan, kendisine teklif edilen her türlü
siyasi ve parasal işleri reddetmiştir. Eğitimine ve bilimine
önem vermeye devam etmiştir. Yoğun iş temposunda tüm
idealist bilim adamları gibi fiziksel sağlığını ihmal eden İnan,
1967 yılında lösemi nedeniyle ölmüştür.
-10- -11-
OYUNLARLA
YAŞAYANLAR
Tanzimat’tan bu yana sürekli değişen politik ve toplumsal değerler, hedefler, ölçütler Türk aydınını kronik
bir bunalıma sürükledi. Oğuz Atay’ın tiyatro eseri, varoluş sorunlarıyla boğuşan ve ‘tutunmaya’ çabalayan
ve bunu pek başaramayan okur-yazarımızın kara güldürüsü. Eylemsizlikle geçmiş bir hayatın doğal ürünü
beceriksizlik ve gülünç olma korkusundan Atay sürükleyici bir oyun çıkarmış. Bir Bilim Adamının Roman’ını
yazdı. ‘Oyunlarla Yaşayanlar’ adlı tiyatro eseri Devlet Tiyatroları’nda sahnelendi. Atay 13 Aralık 1977’de,
büyük projesi ‘Türkiye’nin Ruhu ‘nu yazamadan hayata gözlerini yumdu.
Konusu;
Tanzimat’tan bu yana sürekli değişen siyasi ve toplumsal değerler, hedefler ve kriterler tarafından mahkûm
edilen Türk aydınının kronik bunalımı hikâyesidir.
Özeti;
45-50 yaşlarında bir tarih öğretmeni olan, erken emekli olan kahramanımız Coşkun Ermiş, son derece mutsuz
hayatını sanatın parlaklığına ve ihtişamına taşımıştır. Aslında bunun için önce keman dersleri almaya
karar veren Coşkun, daha sonra tiyatrocu olarak çalışan arkadaşı Saffet’in ikna, destek ve yoğun çabalarıyla
tiyatro işine başlamış ve bundan büyük keyif almaya başlamıştır. Hem komşu hem de oyuncu olan Saffet,
Napolyon oyunlarını yazmaya çalışırken kahramanımız Coşkun’dan vodvil türündeki oyunlarla ilgilenmesini
ister. Tiyatro patronu Servet, Antik Yunan dönemine ait oyunları Coşkun’dan sipariş etmeye başlar. Ancak
kahramanımız Coşkun Bey’in evinde çok farklı bir oyun sahneleniyor. Evin her üyesi aynı zamanda bir
karakterdir. Yaşlanan ve aklını yitiren kayınvalidesi Saadet Dokuz, rüyalarında kendisini ziyarete gelmesini
beklediği Cemil Paşa’yı beklemeye devam eder. Bir gün gelip onu buradan çıkaracağına olan inancı hiç sönmez.
Hatta Coşkun ve oğlu Ümit bazen Cemil Paşa kılığına girerek ona küçük mucizeler yaratmaya çalışırlar.
Coşkun’un oğlu Ümit, günlerini sürekli su oyunları ve taklitler yaparak, okuldan sıkılmış, derslerden ve
ödevlerden yorularak geçirir. Oyunun en başından beri çalışan eşi Cemile, dikiş dikerek kazandığı parayla
evin tüm yükünü omuzlamış ve karşımıza çıkan tek gerçekçi insan kendisi de aynı şekilde kocasının bulmasını
ister. Şimdi daha gerçekçi bir iş var. Ancak zaman geçtikçe kendini engelleyemeyecek ve gerçekliğin
dışına çıkarak hayal gücünden bazı oyunlar kurmaya başlayacaktır. Coşkun ise yazdığı oyunları adeta yaşayarak
hayatına tamamen tiyatro dünyasının sularına dalmış olarak devam ediyor. Peki, hayat nerede başlar ve
nerede biter; oyunun nerede başlayıp nerede bittiği artık karışmaya başlar. İlerleyen süreçte Coşkun, Saffet’in
tiyatro arkadaşı Emel ile görüşmeye başlaR. Ancak Cemile bu durumdan hiçbir şekilde memnun değildir,
onun bu tiyatro işini bırakıp başka bir işe girmesini ve sorumluluklarını bilerek bu hayal dünyasından kurtulmasını
istemektedir. O da bir şirkette iş buldu ama bu sırada Coşkun’un Emel ile sık sık görüşmesi nedeniyle
bazı aşk dedikoduları çıkar. Cemile ve Coşkun bu konuda tartışırken, Dokuz Saadet aniden yere düşer ve
ölür. Bu olayın olduğu akşam eve kolluk kuvvetleri de gelir. Coşkun ise tüm bunlara dayanamayarak evden
çıkar ve Emel’in yanına gider. Hayatın ve oyunun başladığı ve bittiği tüm olayları artık ayırt edemediğini,
bu hayattan bıktığını söyler. Onu anlayan tek kişi Emel’dir ve bundan çok mutludur; O gece ilişkiye girerler.
Coşkun eşyalarını toplayıp evden çıkar ve Emel’in yanına yerleşir. Ama oldukça hastadır. Bir gün Saffet’in
oyunu oynandığı gün, tiyatroya gider ve tüm oyuncular gibi sahne hayatına veda etmek istediğini söyler.
Nitekim Coşkun sahne arkasında hastalanır ve ölür.
-13-
KORKUYU
BEKLERKEN
İçerisinde Oğuz Atay’ın birkaç kısa öyküsünü barındıran Korkuyu Beklerken, 1975’te yayımlanmıştır. Bu
nedenle Korkuyu Beklerken eserinin türü Öykü Derlemesidir. Derlemede en çok dikkat çeken öyküler, kitapla
aynı adı paylaşan Korkuyu Beklerken ve Beyaz Mantolu Adam adlı hikayelerdir. İlk baskısı May Yayınları
tarafından yapılan eserin, güncel baskısı İletişim Yayınları’na aittir.
Konusu;
Korkuyu Beklerken, Sekiz hikayden oluşan Edebiyatımızın postmodern yazarlarından biri olan Atay’ın
hikayelerini topladığı bir eseridir. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği güzel fakat bir o kadar da yalnızlıkla
dolu hikayeler, bireyin yalnızlığını ironi, eleştiri ve mizahla birleştirerek okuyucuya sunmuş ve eserin
sonunda ” Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” diyerek seslenmiş.
Özeti;
Her şey kaygılı ve ürkek bir adam olan kahramanımızın bir gün eve girdiğinde mutfak rafında isimsiz bir
mektup bulmasıyla başlar. Mektup, kahramanımızın daha önce görmediği, hiç aşina olmadığı bir dilde
yazılmıştır. Oldukça endişelenen kahramanımız, eski bir arkadaşı olan bir ölü diller uzmanına Mektubu
gösterip ne yazdığını sormaya karar verir. Mektubu arkadaşına gösterdiğinde bu dilin gizli bir mezhebe ait
olabileceğini söyler fakat ne yazıldığını anlamamıştır. Ölü diller uzmanı da bu konuda uzman olan bir arkadaşına
mektubu gösterir ve mektupta “Bu mektubu okuduğu andan itibaren evden çıkmaması gerektiği”
yazıldığını öğrenir. Kahramanımız bunu duyduğunda başta gülünç bulsa da, sonrasında iyiden iyiye ciddiye
almaya başlar ve kiraladığı dükkanda beraber çalıştığı temizlikçiye birkaç aylığına tatile çıktığını söyleyerek
kendini evine kapatır. Bir süre mektuptan başka bir şey düşünemez olur, fakat sonra açlık baş gösterir. Yiyeceği
ve içeceği tükenmeye başlamıştır, faturayı ödeyemediğinden de telefon bağlantısı kesilmiştir. Açlıktan
başı dönüp de bayılmak üzereyken yeni açılan bir marketin çırağı motosikletle tanıtım broşürü getirir. Çırağa
siparişlerini söyler, bundan böyle aç kalmayacaktır, ta ki parası bitene kadar. Tek sorunu açlık olmayan kahramanımız,
yalnızlıkla başa çıkmaya çalışır bu kez de. Sıkıntıdan evdeki tüm fotoğrafları, kağıtları, kitapları
derleyip düzenlemeye başlar. Fakat çok geçmeden bu sorununa da bir çözüm getirir, yan evin yıkılıp yeniden
yapılmaya başlamasıyla inşaatta çalışanlardan bahçe işleri öğrenmeye başlar. Fakat bir süre sonra da bir sorun
çıktığından inşaat durur.
Kahramanımızda bir süre sonra da para sıkıntısı baş göstermeye başlar, artık bakkalın çırağından sipariş de
veremez olur. Yine açlıktan başı dönmeye başlayıp da bayılacak gibi olduğu bir sırada, bankadaki hesabına
bir ikramiye çıktığını öğrenir. Bol bol yiyecek ve içecek siparişi verir, kendini yemeye adamıştır.
Zaman geçtikçe içindeki korkudan, korkuyu beklemekten yorulan kahramanımız, her şeyi unutmaya karar
verir ve tam tüm evi ateşe verecekken kendini sokaklara atar. Tüm tanıdıklarını ziyaret eder. Teyzesine -veya
halası- evlenmek istediğini söyler. Evine bir süre uğramaz ve geri döndüğünde evinin yıkılmış olduğunu
görür. Yan evdeki inşaat yeniden başlamış ve toprağın kayarak evinin yıkılmasına neden olmuştur. Teyzesinin
bulduğu ve evlenmek için sırasını bekleyen bir kızla nişanlanır, beraber gezmelere, baş başa yemeklere çıkarlar.
Fakat bu kez de diğer tüm çiftler gibi aralarında bir bağın, bir sevginin ve samimiyetin olmaması onu deli
eder. İyice sinirlenen kahramanımız, nişanlısıyla yemeğe gittiği restorandaki diğer çiftlere kendisine gönderilen
mektuptan göndermeye başlar. Fakat çiftlerin hiçbirinde bir değişiklik olmadığını görünce, iyice deliye
döner ve polise kendini ifşa eder. Kendisini pek de ciddiye almayan polislere mektupta yazanların aynısını
bağırmasıyla öykü sona erer.
Korkuyu Beklerken bizlerin, hepimizin öyküsü. Öyküdeki “mektup” imgesi, hayatımızda korktuğumuz,
bizleri hep bir şeylerden alıkoyan kavramları simgeliyor. Hepimiz kendi hayatlarımızın başkahramanlarıyız
aslında. Öykü severlerin ve Oğuz Atay hayranlarının mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitap.
Oğuz Atay’ın romanlarının bir kez tadına varanların, öykülerine doyamayacağı kesin.
-14-
EYLEMBİLİM
“Sevgili Oğuz,… Sana kısaca şunu söylemek istiyordum: “Eylembilim”le bize, tamamlayamamış da olsan,
anlattığın olaylar ve çizdiğin kişilerle, gene de kendi içinde belli bir bütünlüğü olan unutulmaz bir başyapıt
bıraktın. Sahte sağduyuya, yapay aydınlara, basmakalıp kavramlara, kof duyguluklara “Eylembilim”in intikam
kılıcını korkusuzca çeken Server Gözbudak aracılığıyla, çok dolaylı bir biçimde ve kendine özgü inceliğinle
çekilen acıları da eski ustalar gibi yerli yerine yerleştirmeyi başardın. Binlerce teşekkür. Gözlerinden öperim.”-Cevat
Çapan-
Konusu;
Bir devlet üniversitesinde yaşanan olaylara bir profesörün yaklaşımlarını konu alıyor. Ölümünden sonra 40
sayfa bulunur ve olduğu gibi 1987’de yayınlanan Günlük adlı kitabının sonunda “Etkinlik” bölümü adı altında
yayınlanır. Oğuz Atay’ın vefatından 11 yıl sonra, kızı Özge Atay için isimsiz bir pakette 74 sayfalık son eserinin
bulunmasının ardından kitap olarak yayımlanır ve 1998 yılında Eylembilim adıyla yayımlanır. Roman,
Oğuz Atay’ın Türk aydınlarının yönünü sorguladığı ironik bir yapıda kurgulanmıştır. Romandaki olay
örgüsü, 1950’lerden 1980’lere kadar süren sağ-sol çatışmalarına odaklanıyor.
Özeti;
GÜNLÜK
Oğuz Atay’ın edebiyatla ilgili herkes için sürekli merak konusu olmuş günlüğünün bütünü. “Kimse dinlemiyorsa
beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar!
Sonunda bana bunu da yaptınız” sözleriyle başlayan Günlük boyunca okur, yazarın son yıllarındaki yalnızlığını
paylaşmakla kalmıyor, Oyunlarla Yaşayanlar’ın oluşum sürecini adım adım izliyor, bir edebiyat laboratuvarındaymış
gibi. Günlük’ün sonunda, Atay’ın tamamlayamadığı eseri Eylembilim’den şimdilik bulunabilen
parçalar da yer alıyor. Bir Bilim Adamının Romanı’nı yazdı. Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro eseri
Devlet Tiyatroları’nda sahnelendi. Atay 13 Aralık 1977’de, büyük projesi “Türkiye’nin Ruhu’nu yazamadan
hayata gözlerini yumdu.
Eylembilim, okuyucuya Dilaver Kalas isimli bir avukat tarafından, “merhum” Server Özbudak’ın hatıraları
olarak sunulur. Üniversitede matematik profesörü olan ancak bu unvanın anlamından ve onu gerçekten mutlu
edip etmediğinden emin olmayan Server Özbudak, başka bir öğretmen olan Refik Bey’in kalp krizi geçirdiğini
öğrenir ve onun yerine sınıfa girer. Server sınıfa girip kendini tanıttıktan sonra küçük bir şok yaşar.
Öğrencilik yıllarında yanında ders alan ve siyasi görüşleri nedeniyle okuldan atılan Murat İkinci ders alanlar
arasındadır. Murat’ı görmek Server’ın dersi biraz daha gergin bir şekilde işlemesine neden olur. Dersten sonra
Server, kendisini pek sevmeyen dekan tarafından öğrencilerle buluşmaya sürüklenir: Solcu olduğunu anladığımız
bir öğrencinin okulda vurularak öldürülmesi öğrenciler arasında büyük tepkiye neden olur.
Konusu;
Oğuz Atay’ın edebiyatla ilgili herkes için sürekli merak konusu olmuş günlüğünün bütünü. “Kimse dinlemiyorsa
beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa Günlük.
Özeti;
Oğuz Atay bu kitapta yazacağı eserlerin karakter kurgularından bahsediyor. 25 Nisan 1970 tarihli sayfasında,
Tutunamayanlar romanından Selim’e atıfta bulunarak “Günlük” adlı eserini yazmaya başlar. Günlük tutmak
için yeni bir defter aldığını ve kimse onu dinlemiyorsa günlük tutmaktan başka çaresinin kalmadığını
söylüyor. Yazar, hayatını ve küçük ayrıntıları nadiren de olsa not eder. Yazar, Blake Edwards’ın komedisinin
partinin kendisi için komik olmadığını, onun için acı verici olduğunu anlatır. Filmde sakar bir adam var.
Bunun gibi adamlar ya hayatının geri kalanında bir yerde otururlar ya da başkahraman Peter gibi göze çarpmadan
yaşamaktan bahseder.
-16 -17-
Sevgili okurlar,
Bu sayıda sizlere Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Oğuz Atay’ı tanıtmak istiyoruz.
Atay, Türk şiirinin modernleşme sürecinde önemli bir figürdür ve eserleri Türk edebiyatına
önemli katkılarda bulunmuştur.
Oğuz Atay, 1934 yılında İstanbul’da doğdu. Edebiyat dünyasına ilk adımını “Yeditepe Şiir Armağanı”
yarışmasında kazandığı birincilikle attı. Şiirleri, kendine özgü dili ve söyleyişi ile dikkat
çekti ve kısa sürede Türk şiirinin önde gelen isimleri arasına girdi.
Atay’ın şiirlerindeki dil ve anlatım biçimi, Türk edebiyatında öncü bir rol oynadı. Şiirlerindeki
içten ve samimi anlatım, okurların kalbine dokundu ve onu Türk şiirinin en sevilen şairlerinden
biri yaptı. Ayrıca, edebiyat dışında da başarılı bir öğretmen ve yazar olarak tanındı.
Atay’ın eserleri, Türk edebiyatında modernleşme sürecinin önemli bir dönüm noktası olarak
kabul edilir. Şiirleri, Türk edebiyatının geleneksel kalıplarını kırmaya çalışır ve yeni bir anlatım
biçimi sunar. Onun eserleri, sadece Türk edebiyatına değil, dünya edebiyatına da ilham vermiştir.
Oğuz Atay’ın eserleri arasında en ünlüsü “Tutunamayanlar”dır. Bu roman, Türk edebiyatında bir
başyapıt olarak kabul edilir ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Eserinde, modern insanın
toplum ve bireysel kimlik arayışına dair önemli mesajlar verir.
Oğuz Atay, Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biridir. Eserleri, Türk edebiyatına modern
bir soluk getirmiş ve Türk okurlarının kalplerinde özel bir yer edinmiştir. Biz de bu sayımızda,
Atay’ın eserlerine ve hayatına dair ilginç yazılarla sizleri buluşturmayı umuyoruz.
Sevgiyle kalın.
Furkan Eray AKSOY