22.03.2023 Views

Antroposen

Antroposen, Hisar Okulları Coğrafya Kulübü (HisGEO) öğrencileri tarafından hazırlanan tematik bir dergidir.

Antroposen, Hisar Okulları Coğrafya Kulübü (HisGEO) öğrencileri tarafından hazırlanan tematik bir dergidir.

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANTROPOSEN

TEHDİT ALTINDAKİ

TÜRKİYE BİYOCOĞRAFYASI

Türkİye’nİn BİYOcoğrafya özellİKLERİ

İKLİM KRİZİ VE BİYOÇEŞİTLİLİK KAYBI

Türkİye’de OrmansIzlaşma

BİYOCOĞRAFYAya GİRİŞ

TükenmenİN EŞİĞİNDE

KORUMA EKOLOJİSİ

İstİlacI Türler

SAYI 1

2023



Hisar Lisesi Öğrencileri Coğrafya Kulübü HisGEO ve coğrafya öğretmenleri olarak 6 Şubat 2023 tarihinde

Kahramanmaraş şehrimizde meydana gelen ve çok sayıda şehrimizde can kaybına neden olan deprem

felaketinden etkilenen tüm vatandaşlarımıza başsağlığı ve geçmiş olsun dileğinde bulunuyoruz. Bir defa

daha görülmüştür ki coğrafya dersi Türkiye gibi afetlerin yoğun olarak yaşandığı bir yerde hayati değere

sahiptir. Ezbere dayalı sığ bir müfredat ile sınırlandırılan, sınavlarda birkaç soru ile sorulmasıyla

değersizleştirilen bu bilimin ülkemizde zorunlu bir ders olarak okutulması sadece afetlere karşı bilincin

artması konusunda değil ileride karşımıza çıkacak İstanbul depremi, kuraklık krizi, iklim değişikliği,

biyoçeşitlilik kaybı, göç hareketleri ve daha birçok sorunun anlaşılması ve çözüm yollarının bulunması için

oldukça önemlidir. Ülkemizde coğrafya alanında çalışan tüm sivil toplum kuruluşlarının bu ortak paydada

çalışması için çağrımızdır.

1


2


Dergimizin ilk sayısı Birleşmiş Milletler’in belirlediği Sürdürülebilir Kalkınma için Küresel Amaçlardan 13.

İklim Eylemi, 14. Sudaki Yaşam ve 15. Karasal Yaşam hedefleri doğrultusunda hazırlanmışVr.

1. Sayı

Yayım Komisyonu

Kerim Willems – 12. Sınıf Öğrencisi

Bade Algan – 9. Sınıf Öğrencisi

Pelin Güzel – Coğrafya Öğretmeni

Tolga Eldurmaz – Coğrafya Öğretmeni

3


4


İçindekiler

Biyocoğrafya 101 – Richard James Ladle 7

Türkiye Biyocoğrafyasının Genel Özellikleri – Prof.Dr. Recep Efe 8

Bir Kitap İncelemesi: Altıncı Yok Oluş – Giray Alkın Erdinç / 10F 10

Çevre Ekolojisi – Kerim Willems / 12D 14

Ustalara Saygı: Prof. Dr. İbrahim Atalay 16

Sulak Alanların Önemi ve Uyulmayan Bir Anlaşma: Ramsar Sözleşmesi – Nil Talya Birol / 9B 17

Yok Olan Bir Sulak Alan ve Yok Olan Bir Tür: Acıgöl Killifishi – Chris Englezou 18

Karacabey Longozu – Alper Tüydeş 20

Bizden Haberler: Sürdürülebilir Farkındalık Haftası Sonrası 22

Türkiye’de Ormansızlaşma – Benan Yangın / 9B 24

Bir Belgesel İncelemesi: Boz Ayının İzinde Sarıkamış – İrem Kocabeyoğlu / 9B 26

İklim Krizi ve Biyoçeşitlilik Kaybı – Seren Anaçoğlu 28

Türkiye’de Nesli Tükenme Tehlikesi Yaşayan Canlılar 30

Boğazın Yunusları – Kerim Willems /12D 31

Anadolu Leoparı – Beril Erkul / 11F 33

Çizgili Sırtlan – Selim Kaysılı / 9E 34

Yeşil Deniz Kaplumbağası – Ayşe Lal Karagülle / 11F 35

Akdeniz Foku - Eylül Derya Küçükbatman / 11E 36

Karakulak – Zeynep Defne Çiftçi / 11D 37

Türkiye’de İstilacı Türler 38

Aslan Balığı – Can Karagözlü / 9B 39

Yeşil Papağan – Taha Beran Haskaya / 9C 40

Kapibara – Çağan Tan Gündüz / 10A 41

İstanbul’da Sivrisinek İstilası – Ece Atila / 10B, Mehmet Emir Şahin /10A 42

Doğaya Dönüş Kulübü 43

5


6


BİYOCOĞRAFYA 101

Richard James Ladle

ERA Tropikal Biyoçeşitlilik ve Ekosistem AraşVrmaları Başkanı, CIBIO, Portekiz

Dünya üzerindeki canlıların nerede, nasıl ve niçin yaşadıklarını coğrafi faktörler bağlamında anlatan

biyocoğrafya, coğrafyacıların çok ilgi göstermediği bir çalışma alanı olarak kalsa da bugün gelinen noktada ne kadar

da önemli olduğunu, yaşanan biyoçeşitlilik kaybının olumsuzlukları arttıkça görmekteyiz. Gerçekten de biyolojiyle

coğrafyanın iç içe girdiği bu alanı anlayabilmek için evrim, taksonomi gibi biyoloji kavramları ile temel düzeyde

ekoloji, jeoloji, klimatoloji ve paleontoloji gibi pek çok farklı bilimi bilmek gerekmektedir. Bu bilimsel arka planla

beraber geçtiğimiz 50 yıl boyunca teknolojide gelinen noktayla beraber akrabalık ilişkilerini ortaya koyan moleküler

metotları ve elde edilen verilerinle evrimsel örüntülerin elde etmemizi sağlayan kladistik teknikler de gelişmiş ve

kolaylaşmıştır. Bu metodolojik değişimin yanı sıra özellikle yaşadığımız iklim değişikliğine bağlı projeksiyonlar

geliştirmek gibi yeni çalışma alanları da doğdu. 50 yıl önce insanların gezegenimizin biyotası ve iklimi üzerindeki

etkilerinin derinlikleri şimdi daha net ve sert bir biçimde görülmektedir. İnsan etkisine bağlı ortaya çıkan

antropojenik sera gazlarının kuvvetlendirdiği genel sera etkisinin gezegen iklimi üzerindeki etkilerinin

değerlendirilmesi, söz konusu sonuçlara en iyi nasıl reaksiyon gösterebileceğimiz, bizim yüzümüzden

gerçekleşenlere karşı hiçbir suçu olmayan diğer canlıları gezegenin dominant türü olarak nasıl koruyacağımızı

belirlemek modern biyocoğrafyada oldukça popüler bir araştırma alanıdır. Artık yazımın başında bahsettiğim

biyocoğrafya tanımına bağlı anlayış geçmişte kalmıştır. Çünkü gezegenimizin doğal dünyasında geriye kalanları

korumak zorunda olduğumuz oldukça açıktır. Olguların geçerliliği konusunda politikacı ve iş insanlarını ikna etme

konusunda şimdiye kadar üretilen ve üretilmeye devam edilen devasa biyocoğrafya verisini kullanmak için yollar

bulmak biyocoğrafyacıların yeni nesillerine kalmıştır. Ancak bu gerçekleştirilebildikten sonra bilimsel bilgiyi

potansiyel eyleme dönüştürecek hayati adımlar atılabilir. Gezegenimizde yaşayan canlıların bugünkü halleri ile

korunabilmeleri için sözü edilen adımların en kısa sürede atılmasını umut ediyorum.

Ve siz, genç arkadaşlarım. İstanbul’da bir lisenin öğrencileri olan gençler. Ben ve benim jenerasyonum

sizlere güzel bir dünya bırakamadık. Onu biyocoğrafyası ve iklimi başta olmak üzere koruyamadık. Ancak sizlere

inancımız tam.

7


TÜRKİYE BİYOCOĞRAFYASININ GENEL ÖZELLİKLERİ

Prof. Dr. Recep Efe

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Üyesi – Balıkesir Üniversitesi/Coğrafya

Türkiye kuzey yarıkürede, 26° - 45° doğu

boylamları ile 36° - 42° kuzey enlemleri arasında yer

alır. Yüzölçümü 78 milyon hektar olup, bu alanın 1,1

milyon hektarı iç göl yüzeyidir. Baraj ve doğal göl

yüzeyleri çıkarıldığında kalan alan 769.600 km²’dir.

Türkiye, sahip olduğu bitki ve hayvan türleri bakımından

dünyanın önemli coğrafyalarından biri olup biyoçeşitlilik

bakımından Avrupa’nın en zengin ülkesidir. Türkiye,

Kazdağı Göknar'ından kardelene, sığla ağacından orman

gülüne kadar çok zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Bu

çeşitlilik doğal hayvan topluluklarında da gözlenir.

Semenderden kelere, kulaklı orman baykuşundan

kelaynak kuşuna, yaban keçisinden şah kartala kadar

birçok hayvan türü Türkiye’nin değişik bölgelerinde

görülür. Coğrafi konumu ve sahip olduğu iklim,

jeomorfolojik özellikler dolayısıyla yaklaşık 12 bin bitki

türüne ev sahipliği yapan Türkiye'de 120 memeli,

450'den fazla kuş, 130 sürüngen ve 300 balık türü

vardır.

Üç kıta arasında köprü görevi yapan, üç tarafı, denizlerle çevrili, Türkiye zengin biyoçeşitliliğe sahiptir.

Türkiye, Palearktik Biyocoğrafya (Ekozonu) alanında yer alır. Türkiye biyolojik çeşitlilik açısından adeta küçük bir kıta

özelliği göstermektedir. Bunun nedenleri arasında üç farklı iklim tipinin görülmesi, bünyesinde Avrupa – Sibirya,

Akdeniz ve İran – Turan olmak üzere üç Biyocoğrafya Bölgesini (BCB) bulundurması sahip olduğu topografik jeolojik,

jeomorfolojik ve toprak çeşitliliği, deniz, göl, akarsu, tatlı, tuzlu ve sodalı göller gibi değişik sulak alan tiplerinin

varlığı, 0 – 5000 metreler arasında değişen yükselti farklılıkları ile derin kanyonlara ve çok farklı ekosistem tiplerine

sahip olması, Avrupa ülkelerine göre buzul döneminden daha az etkilenmesi, kuzey Anadolu’yu güney Anadolu’ya

bağlayan Anadolu Diyagonalinin varlığı ve buna bağlı olarak oluşan ekolojik ve floristik farklılıklar ile üç kıtanın

birleşme noktasında yer alması sayılabilir. Özetle Türkiye, tarım, orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz

ekosistemlerine ve bu ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonlarına sahiptir.

Palearktik bölgede bulunan Türkiye’de Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan olmak üzere üç biyocoğrafya

bölgesine ait bitki türleri bulunur. Ayrıca, orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bu

ekosistemlerin farklı formlarına ve farklı kombinasyonları da yer alır. Türkiye’deki Avrupa-Sibirya fitocoğrafya

Bölgesi Kuzey Anadolu’da Hopa’dan Bulgaristan sınırına kadar uzanmaktadır. Burası en yağışlı bölge olup geniş

kısmı ormanlarla kaplıdır. Akdeniz fitocoğrafya Bölgesi, Akdeniz’e kıyısı olan tüm yöreler ile Trakya’nın batı

kısımlarını kaplar ve çok farklı ekosistem tipleri içerir. İran-Turan bölgesi diğerlerine göre daha genişidir ve Orta ve

Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını içerisine alır. Bölgede karasal iklim ve step bitkileri hakimdir.

Tüm bu bölgelerin kapsadığı alanların içerisinde, yüksekliğe bağlı olarak dikey yönde de iklim farklılıkları

görülmektedir. Örneğin, Antalya’da sıcak bir iklim hüküm sürerken hemen kuzeyindeki Toros dağlarında kış şartları

görülebilmektedir. Bu durum çok sayıdaki ekosistem ve habitatın oluşmasını ve önemli bir tür çeşitliliğinin ortaya

çıkmasını sağlamıştır. Anadolu, birçok canlının geçmişte ve bugün yayılışını önleyen, bitki ve hayvan coğrafyası

açıdan büyük önemi olan, dağ kütlelerinden oluşmuş bariyerlere sahiptir. Bu engeller sadece Türkiye'deki canlıların

çeşitlenmesini sağlamamış, kıtalar arasında da biyolojik bileşim bakımından önemli farkların ortaya çıkmasına

neden olmuştur. Anadolu'nun bitki ve hayvan türleri bakımından zenginliğinin nedenlerinden birisi de budur.

Özellikle Kuaterner’deki buzul ve buzul arası dönemlerde, bu bariyerler, geçişleri büyük ölçüde önlediği için,

popülasyon farklılaşmalarına ya da yayılışların sınırlanmasına neden olmuştur. Türkiye’de biyoçeşitlilik yatay ve

dikey yönde büyük değişiklik gösterir.

8


Avrupa kıtasının tümünde bitki türlerinin sayısı yaklaşık 12.000 kadar olmasına karşın, bugün Türkiye'de

saptanmış bitki türü sayısı hemen hemen bu sayıya yaklaşmışdr. Avrupa'nın birçok ülkesi yanında, komşusu olan

ülkeler arasında da bitki taksonu sayısı açısından en zengin ülkedir. Türkiye'nin florisfk zenginliği Avrupa florası ile

karşılaşdrıldığında açıkça ortaya çıkar. Avrupa’daki 203 familyaya ait, 1541 cins ve 12.000 türe karşılık Türkiye’de 163

familyaya ait 1225 cins ve 10.700 tür bulunmaktadır. Odunsu bitkiler açısından Türkiye çok çeşitli bir yapıya sahipfr.

Ilıman bölgelerde yefşen ve yaygın olarak pek çok ağaç ve çalı türü Türkiye'de de yefşir ve bunlar tek düze ya da

karışık ormanlar oluştururlar. Bu ormanlarda yaşayan hayvan grupları da ormanın niteliklerine göre farklılıklar

gösterir. Orman ağaçları açısından ilginç bir cins olan meşenin 18 türü doğal olarak yefşmektedir. Diğer tarahan

Türkiye, gülgiller (Rosaceae) taksonları ve meyve ağaçları türü bakımından da zengindir. Türkiye endemik bitkiler

açısında da Dünyanın dikkat çeken ülkelerinden birisidir. 9.000 çiçekli bitki türünden yaklaşık 3.000 tanesi endemik

olup bu sayı bütün Avrupa ülkelerinin endemik türlerinin (2.500) sayısından daha fazladır. Endemikler yanında relikt

bitkiler ve anklavlar açısından da Türkiye önemli özelliklere sahipfr.

Kaynakça

Atalay, İ.; Efe, R. (2015). Türkiye Biyocoğrafyası (Bitki ve Hayvan). Meta Basım. İzmir. ISBN 9786058784079

Efe, R . ( 2022 ) . Biyocoğrafya ( 4 . Basım) . Ekin Kitabevi, ISBN 9786258235463 , 398 sayfa .

Efe, R . , Soykan, A . , Cürebal , İ . , Sönmez, S . ( 2008 ) Türkiye’ de Doğal Ortam Bozulmasına Antroposen

Açısından Bakış . Tücaum V . Ulusal Coğrafya Sempozyumu, 16 – 17 Ekim 2008 .

Efe, R . ( 2006 ), The causes of land degradafon and distribufon of natural vegetafon in the Yunt Mountain

, in the Western Turkey . European Geosciences Union , EGU - Geophysical Research Abstracts . Vol . 8 , no . 01778.

Efe, R . ( 2005 ), Land Degradafon in Taurus Mountains ( Southern Turkey ) . European Geosciences Union ,

EGU - Geophysical Research Abstracts . Vol . 7 , no . 00922 .

Efe, R . ( 2004 ), Anthropogenic Degradafon of Natural Vegetafon in Karst Ecosystems in the Southern

Turkey . European Geosciences Union , EGU - Geophysical Research Abstracts . Vol . 6 , 01779 .

9


Bir Kitap İncelemesi

Giray Alkın Erdinç

Hisar Lisesi – 10F

10


ANTROPOSEN’E HOŞGELDİNİZ

Dönüşen Dünya ve Antroposen

Tarih boyunca Dünya, beş büyük yok oluşa sahne olmuştur. Bu büyük yok oluşların tümü doğal süreçlerin

veya olayların bir eseri olarak belirmiştir. Günümüzde, Dünya üzerinde silinmez izler bırakan insanın hakim olduğu

Antroposen Çağ’da ise yok oluşa ilk kez bir tür sebebiyet verebilir; aktiviteleriyle çevreyi çarpıcı derecede

dönüştüren Homo Sapiens Sapiens, iklim değişikliği gibi global ölçekte sorunlara yol açmakta ve altıncı bir yok oluşa

giden yolu hızla döşemektedir.

Paradigmalar, bilimin gelişimini belirleyen temel unsurlar olup bilimin dünyaya bakışını şekillendirir.

Disiplinlerin şekillendiği varsayımlarda ortaya çıkan çelişkiler zamanla birikir ve giderek imkansızlaşan

rasyonelleştirme çabaları, bir tür krize dönüşür. Bu krizlerin sonucu olarak ortaya yeni varsayımlar çıkar ve bilim

felsefesi ile tarihi alanında çalışmış olan Thomas Kuhn’a göre “paradigma kaymaları” bu şekilde gerçekleşir.

Kuhn’un ifadesiyle “Dünya paradigma

kaymaları ile değişmiyor ama sonrasında bilim

insanlarının çalıştığı dünya farklı oluyor.”. “Yok

Oluşların” tarihi de birçok paradigma kayması

ile şekillenmiştir. On sekizinci yüzyıla kadar hiç

var olmamış “yok oluş” kategorisi, mastodon

azı dişleri gibi fosillerin hiçbir çerçeveye

yerleştirilememesi üzerine başta Cuvier

tarafından ortaya konmuştur. Cuvier, yaşamın

felaketlerle dolu bir tarihi olduğunu öne

sürmüştür ancak on yıl içerisinde ortadan

kaybolmuş birçok tür belirlenmiş ve bu durum

da meydana gelmiş “yok oluşların” sayısının

hızla artmasına sebebiyet vermiştir. Lyell gibi

isimler “Tanrı bilir kaç ani yıkım daha

gerekecek?” benzeri sözlerle Cuvier’in

oluşturduğu çerçeveyi alaya almış ve Cuvier’in

oluşturduğu çerçeve zamanla çatlamıştır.

Darwin ve Lyell’in modellerinde ise yok oluşlar,

ani yıkımlardan ziyade her türün kendi

yetersizliklerinin kurbanı olduğu, türe özel

durumlar olarak sunulmuştur. Fakat iridyum

tabakasının keşfiyle beraber Kretase yok

oluşunda Dünya’ya çarpan bir gök cisminin

etkisi olduğu anlaşılmış ve “ani yıkımlar”ın var

olduğu ortaya konmuştur; sonuç olarak Darwin

ve Lyell’in de çerçevesi çatlamış, Cuvier ve

Darwin ile Lyell’in görüşlerinin sentezini içeren,

yavaş değişimler ile uzun zaman aralıklarında

nadiren ortaya çıkan ani yıkımları bir arada ele

alan yeni bir paradigma ortaya çıkmıştır.

Beş büyük yok oluştan ilki, yaşam

formlarında bir tür patlamanın yaşandığı

Kambriyen döneminden sonra gelen

Ordovisyen Dönemi’nin sonlarına doğru

yaşanmıştır. Ordovisyen Dönemi’nde deniz

familyalarının sayısı üç katını çıkmış ve denizler;

deniz yıldızı, deniz kestanesi gibi günümüzde

hala yaşayan ve konodontlar, tripolitler, deniz

akrepleri gibi günümüzde varlığını

sürdürmeyen birçok canlı ile dolu duruma

gelmiştir.

11


Bazı Graptolitler

Dönemin ortalarına doğru ilk bitkiler karada koloni kurmaya başlamıştır. Meydana gelen büyük

yok oluşla beraber ise denizde yaşayan canlıların yaklaşık %85’i ortadan kalkmıştır. Bu yok oluş, dünya için önemli

bir dönüm noktasını teşkil etmiştir ki paleontolog Richard Fortey, konu hakkında “Hayatta kalanlar listesi bir tırnak

farklı olsaydı, dünümüz dünyası da farklı olurdu.” demiştir. Ordovisyen yok oluşu ani bir şekilde meydana gelmiştir.

Graptolitler, yok oluşla beraber ortadan kalkmanın eşiğine gelen önemli bir türdür. Ordovisyen Dönemi’nde son

derece çeşitli yapıları ile hızlı evrilen, yayılan ve ölen bu deniz organizmaları, bol bulunan kalıntıları ile yok oluşa dair

kıymetli bilgiler sunmaktadır. İskoçya’da bulunan Dob’s Linn vadisinde kayaçların içinde hapsolmuş graptolitler, yok

oluşun aniden gerçekleştiğini gözler önüne koymaktadır. Koyu taşlarda bol görünen Graptolitler, açık renkli taşlarda

ise neredeyse hiç görünmemektedir. Ton geçişlerinin çok hızlı olması da ani yok oluşun temel göstergesidir;

stratigrafi uzmanı Zalasiewicz’e göre, yok oluş insan ömrü kadar kısa bir sürede görülmüştür.

Yaklaşık Dört yüz kırk beş yıl önce görülen yok oluşla ilgili ortaya birçok teori atılmıştır. 1984 yılında

Chicago Üniversitesinden iki paleontolog, beş büyük yok oluşla beraber küçük çaplı yok oluşların da gerçekleştiğini

göstermiş ve yok oluşların yirmi altı milyon senede bir gerçekleştiğini belirterek durumu henüz bulunamamış küçük

bir yıldızın astronomik döngüsüne bağlamıştır. “Nemesis Olayı” olarak bilinen bu teori, kamuoyunda heyecan

yaratsa da birçokları tarafından da alaya alınmış ve durumun yalnızca istatistiksel bir tesadüf olduğu kanısına

varılmıştır. Günümüzde genel kabul gören teori ise Ordovisyen sonu yok oluşuna buzullaşmanın neden olduğu

yönündedir. Kara yosunlarının kar bondioksiti çekerek buzullaşmaya, sonuç olarak da yok oluşa yol açtığı

düşünülmektedir.

Ordovisyen boyunca yüksek sıcaklık, yüksek karbondioksit ve deniz seviyeleri hakimken yok oluşun yaşadığı

dönemde sıcaklıklar düşmüş ve Gondwana (Pangea’nın ikiye ayrılmasıyla oluşan güneydeki süper kıta) donmuştur.

Deniz canlılarının habitatları yok olmuş, suyun kimyası değişmiştir fakat yok oluşa sebep olan temel etkenin ne

olduğuna dair hala bir konsensüs oluşmamıştır. Beş büyük yok oluşun ikincisi ve en büyüğü olan Permiyen sonu yok

oluşunda -250 milyon önce- ise havaya büyük çaplı bir karbondioksit salınımı söz konusu olmuştur. Sıcaklıklar

yükselmiş, okyanuslar asitlenmiş ve okyanuslardaki oksijen seviyesinin düşmesiyle beraber deniz organizmaları

muhtemelen boğularak ölmüşlerdir. Bu açıklamaya ek olarak, yükselen sıcaklıkların hidrojen sülfit üreten

bakterilerin çoğalmasına yol açtığı ve suda biriken hidrojen sülfitin önce deniz canlılarını sonra da havaya karışarak

çoğu diğer canlıyı öldürdüğü düşünülmektedir. Carl Zimmer, hidrojen sülfitin sonucu olarak yok oluştaki muhtemel

havayı “camsı mor denizler” ve “soluk yeşil gökyüzü” ile betimlemiştir.

İklim değişikliği, birçok yok oluşta doğrudan veya dolaylı olarak rol oynamıştır. Günümüzde, insanın da bir

tür yok oluşa yol açabileceğini bilmekteyiz. Zalasiewicz’e göre “Şimdiden ardımızda silinmez bir kayıt bıraktık.”.

Evler, saraylar, kütüphaneler, fabrikalar günümüzden milyonlarca yıl sonra incecik bir tabakadan ibaret olacak olsa

da dünya çapında fauna ile floraların dönüştürülmesinin ve iklimde yarattılan değişimin izleri silinemez. İnsan

faaliyetlerinin sonucu olarak yaşam formları birbirlerine karıştı ve milyonlarca yıl sürerek oluşan dengeler insanlar

tarafından değiştirildi, öyle ki günümüzde sıçanlar, insanların ulaşamadığı yerlerde bile yaşam sürmekteler. Gittikleri

yerlerdeki popülasyonu kırıp geçiren sıçanlar, Dünya’nın insanlardan sonraki efendisi olmak için de başlıca adaylar.

Şimdilerde, insanların başlattıkları yeni bir çağın yaşanmakta olduğu düşünülüyor.

12


Bu yeni devrenin adı: “Antroposen”. Kavram, kimyager Paul Crutzen tarazndan ortaya adlmışdr ve temel

iddiası, insanların dünyayı böylesine dönüştürdüğü bu dünyada ardk “Holosen” devrede değil (son buz devrinin

sona ermesiyle başlayan dönem) “Antroposen”de bulunulduğudur. İnsanların jeolojik ölçekteki en büyük etkileri şu

şekilde sıralanabilir: fosil yakıt kullanımının ve ağaçların kontrolsüz kesiminin sonucu olarak atmosfer kompozisyonu

değişfrilmektedir, büyük nehirlere barajlar kurulmakta ya da yatakları değişfrilmektedir, toprak yüzeyin yarısı ila

üçte birinde dönüşüm gerçekleşmişfr, gübre fabrikaları ekosistemleri geride bırakan düzeyde nitrojen üretmektedir,

ulaşılabilir tatlı su kaynaklarının yarısından fazlası kullanılmaktadır. Son iki yüzyılda metan konsantrasyonu iki ka{an

fazla, karbondioksit konsantrasyonu ise yüzde kırk seviyelerinde ardş göstermişfr; Crutzen’e göre küresel iklimin

“İnsan kökenli bu emisyonlar nedeniyle önümüzdeki birkaç bin yıl boyunca doğal davranışından önemli ölçüde

uzaklaşması olasıdır.”. Antroposenin yeni bir devre (devre, devrin; devir de zamanın bir bölümüdür) olarak kabul

edilmesi yönünde çalışmalar var ve birçok bilim insanı da antroposenin, bir devrenin özelliklerini gösterdiği

konusunda hem fikir. Dünya, nedenleri ve zaman aralıkları birbirinden farklılık gösteren beş büyük yok oluşa sahne

olmuştur. İklim değişikliği, bu beş büyük yok oluşun en az ikisinde doğrudan etkili olmuştur. İnsanların silinemez

etkiler bırakdğı Antroposen devrede ise modern insanın faaliyetleri; hem çevreyi tehdit etmekte hem de küresel

ısınmaya sebebiyet vererek iklimi değişfrmektedir. Bu durum, aldncı bir yok oluş ihfmalini göz önüne gefrirken

insanın kendinin ve diğer canlıların sonunu hazırlayıp hazırlamadığı sorusunu da ciddi manâda ortaya koymaktadır.

Kaynakça

"Causes and Effects of Climate Change - the United Nations.

https://www.un.org/en/climatechange/science/causes-effects-climate-change. 16 Ekim 2022.

"Impacts of Climate Change | US EPA." 19 Ağustos. 2022,

https://www.epa.gov/climatechange-science/impacts-climate-change. Accessed 16 Ekim. 2022.

KOLBERT, Elizabeth, “Altıncı Yok Oluş”, Okuyan Us Yayınları, İstanbul, 2016

13


ÇEVRE EKOLOJİSİ

Kerim Willems

Hisar Lisesi – 12D

İklim hem beşeri faaliyetler hem de ekosistem için en belirleyici doğal faktördür. Fosil yakıtların

yakılması, sanayi süreçleri, arazi kullanımı değişiklikleri ve ormansızlaşma gibi çeşitli insan etkinlikleri sonucunda,

önemli sera gazlarının atmosferdeki birikimleri sanayi devriminden beri hızla artmakta ve doğal sera etkisi

kuvvetlenmektedir (Türkeş, 2008). Sera etkisinin kuvvetlenmesi ise küresel sıcaklık ortalamalarının artmasına ve

iklim değişiklinin yaşanmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda özellikle dünya ekosistemlerinde bir tahribat

görülmektedir (Karamanos 2001). IPCC (2021) tahminlerine göre dünya sıcaklıkları 2030 senesinde 1.5ºC

artacaktır. Bu durum ekosistem tahribatını hızlandıracaktır.

Dünyanın tüm kıtalarının kendilerine özgü ekosistemleri ve biyomları bulunmaktadır, yaşayan canlıların

bu ekosistemde yaşayabilmesi için gerekli iklim şartlarının sağlanması gerekmektedir (Harding 2006). Küresel

iklim değişikliği de biyomların kendilerine özgü olan iklim şartlarını bozmaktadır. Bu durum, biyomlarda yaşayan

canlıların hayatını tehdit etmektedir.

Grafik 1. Türlere göre dünyanın biyoçeşitliliği en yüksek olan ülkeler (Harding 2006)

Bu duruma önlem almak amacıyla devletler ulusal ve uluslararası düzeyde çevreyi koruma politikaları

izlemektedir. Bu tarz politikalar, coğrafya ve biyoçeşitlilik disiplinlerinde “Koruma Biyolojisi” olarak

adlandırılmaktadır (Sahney ve Benton 2008). Bu disiplinler arası konunun kavramsallaştırılması dünyada karbon

emisyonlarının arttığı döneme (70’ler) denk gelmektedir (Douglas 1978).

Harita 1. Çevre Ekolojisi metrikleri doğrultusunda 2016 yılının EPI skorları (EPI 2016)

14


Dünya çapında antropojenik kaynaklı iklim değişikliği, yerleşik biyolojik sistemlerin hızla gerilemesine

sebebiyet vermektedir. Koruma ekosistemi disiplini, tehlike altında olan türlerin biyolojik dağılımları, göç eğilimleri,

demografik yapıları ve popülasyon büyüklükleri araştırmaları ile ilgilenir (Wilson 2002). Koruma ekolojisi disiplini

doğrultusunda yapılan araştırmalar gelecek adına endişe verici bir tablo çizmektedir. Koh (et.al 2004)’ün yaptığı

araştırmalara göre, gezegendeki tüm türlerin %50’sinin önümüzdeki 50 yıl içinde kaybolacağı öngörülmektedir. En

pesimistik senaryoların gerçekleşmesi haline, bu tür kayıplarının yoksulluğa ve açlığa çok büyük katkılarda

bulunacağı ve dünyayı içinden çıkılamaz bir kriz ortamına sürükleyeceği ön görülmektedir (MEA 2005). Koruma

Ekolojisi araştırmaları yapan personele “Koruma Biyologları” adı verilir. Koruma Biyologları, Koruma Ekolojisi’nin

çalıştığı alanlar üzerine ve bu konuların yanlış anlaşıldığı taktirde toplumun refahını sürdürme yolundaki engelleri

hakkında araştırmalar yapıp eğitimler vermektedirler. Günümüzün iklim krizi kaynaklı problemlerine rasyonel,

bilime dayalı ve etik çözüm aramakla yükümlüdürler. Bu araştırmalar ışığında kamuoyu ve devletler iklim krizine

karşı bir cevap mekanizması geliştirmekle yükümlüdürler.

Kaynakça

Türkeş, Murat. “Küresel İklim Değişikliği Nedir? Temel Kavramlar, Nedenleri, Gözlenen Ve Öngörülen

Değişiklikler.” İklim Değişikliği Ve Çevre, Su Vakfı, 1 Mar. 2008,

https://dergipark.org.tr/tr/pub/idec/issue/36965/450247.

“Voluntary Environmental Agreements: Evolution and Definition of a New Environmental Policy

Approach.” Taylor & Francis, https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/09640560124364.

“Climate Change 2021: The Physical Science Basis.” IPCC â Intergovernmental Panel on Climate Change,

https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg1/.

“Ecologically Sustainable Development: Origins, Implementation and Challenges.” Desalination, Elsevier,

25 Jan. 2006, https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0011916406000026.

MJ;Sahney S;Benton. “Recovery from the Most Profound Mass Extinction of All Time.” Proceedings.

Biological Sciences, U.S. National Library of Medicine, https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/18198148/.

Wilson, E. Osborne (2002). The future of life. Boston: Little, Brown. ISBN 978-0-316-64853-0.

Koh LP;Dunn RR;Sodhi NS;Colwell RK;Proctor HC;Smith VS; “Species Coextinctions and the Biodiversity

Crisis.” Science (New York, N.Y.), U.S. National Library of Medicine, https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15361627/.

Reid, Walter V. “Millennium Ecosystem Assessment: Ecosystems and Human Well-Being.” World

Resources Institute, 3 Jan. 2005, https://www.wri.org/research/millennium-ecosystem-assessment-ecosystemsand-human-well-being.

15


USTALARA SAYGI KUŞAĞI

İBRAHİM

ATALAY

Türkiye’de biyocoğrafya denilince ilk akla gelen kişi olan

Prof. Dr. İbrahim Atalay, 1947 yılında Malatya’da dünyaya

gelmiş 1969 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Coğrafya

enstitüsünden mezun olmuştur. Erzurum Atatürk

Üniversitesi, Ege Üniversitesi ve İzmir 9 Eylül

Üniversitesi’nde toprak coğrafyası, hidrografya, Türkiye

vejetasyon coğrafyası, jeomorfoloji gibi fiziki coğrafya

derslerini vermiştir. Türk Coğrafyasını uluslararası

platforma taşıyan ve Prof. Dr. Sırrı Erinç’ten sonra yurt

dışında en çok çok tanınan, atıf alan Atalay Amerika

Birleşik Devletleri Biblografya Enstitüsü tarafından

coğrafya ve ekoloji alanında ‘’21. Yüzyılın En Büyük 500

Dahisi’’ arasında gösterilmiştir. Çok sayıda kitabı olan

Atalay, bugün Türkiye’de aktif olarak üniversitelerde ders

veren pek çok hocanın yetişmesinde büyük rol oynamıştır.

16


SULAK ALANLARIN ÖNEMİ VE UYULMAYAN BİR ANLAŞMA:

RAMSAR SÖZLEŞMESİ

Nil Talya Birol

Hisar Lisesi – 9B

Ramsar Sözleşmesi Nedir?

Ramsar Sözleşmesi özellikle su kuşlarının yaşaması için uluslararası bir öneme sahip. Bu sözleşme sulak alanların

korunması ve sürdürülebilir kullanımı amaçlayan uluslararası bir sözleşmedir. Bu sözleşme adını İran’da, Ramsar

şehrinde imzalanmasından dolayı almıştır.

Ramsar Sözleşmesi Ne zaman Ortaya Çıktı?

Ramsar Sözleşmesi İran’ın, Ramsar şehrinde 2 Şubat 1971 tarihinde ortaya çıkmıştır. Yani günümüzle tam olarak 5

yıl 328 gün önce ortaya çıkmıştır. Ramsar Sözleşmesine Türkiye 30 Aralık 1993 tarihinde imza atmıştır. Sözleşme 15

Mayıs 1994 tarihinde resmi gazeteye çıkmış, Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmıştır. Ayrıca günümüzde 2 Şubat

Dünya Su Günü olarak kutlanmaktadır.

Ramsar Sözleşmesinin Ortaya Çıkış Sebebi Nedir?

Su kuşlarının mevsimsel göçleri sırasında ülkesel sınırları aşmaları nedeniyle uluslararası kaynak olmaları Ramsar

Sözleşmesinin ulusal politikalarla koordineli uluslararası faaliyetlerin birleştirilmesini sağlamak amacıyla

hazırlanmasının temel nedenidir.

Ramsar Sözleşmesi Neden Önemlidir?

Ramsar Sözleşmesi önemlidir çünkü, uluslararası öneme sahip sulak alanların korunması ve bu sulak alanlarda

yaşayan canlıların yaşamını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için ayrıca sürdürebilir kulanımın sağlanmasını

hedefleyen uluslararası bir antlaşmadır.

Sulak Alanlar Nasıl Tanımlanır?

‘Ramsar Sözleşmesi sulak alanları; doğal veya yapay, devamlı veya geçici, sürekli veya mevsimsel, suları durgun veya

akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketlerinin çekilme devresinde 6 metreyi geçmeyen derinlikleri

kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve

turbiyerler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan su altında kalan yerler

olarak tanımlanmaktadır.’

Sulak Alanlar Neden Önemlidir?

Sulak alanların kaybedilmesi sonucunda geri kazanılması mümkün değildir denilecek kadar zordur. Bu

sebeple birçok önemi olan sulak alanlar korunmalıdır ve sulak alanların kaybına sebep olacak hareketlerden

kaçınılmalıdır. Sulak alanlar içlerinde bulundurdukları biyolojik çeşitlilik nedeni ile dünyanın doğal bir harikası olarak

kabul edilirler. Buna ek olarak sulak alanlar bulundukları bölgede ekolojik, estetik, kültürel, ve rekreasyonel açıdan

fayda sağlayan kaynak görevi görürler ve doğal işlevleri ve ekonomik değerleriyle yeryüzünün en önemli

ekosistemleri olarak kabul edilir. Son olarak ise sulak alanlar bünyelerinde karakteristik bitki ve hayvan

topluluklarına yer verirler. Özellikle, su kuşlarının yaşama ortamı veya mevsimsel göç zamanında uğrak noktaları

olması açısından büyük öneme sahiptirler.

Ramsar Sözleşmesi Türkiye’ de Hangi Bölgeleri Korur?

Ramsar Sözleşmesi, taraf olan ülkelerin her birini, dünyaca öneme sahip en az bir sulak alan ilan etmelerinin yanı

sıra, bu sulak alanları korumakla ve bunların akılcı kullanımlarını sağlamakla da yükümlü kılmaktadır. Ramsar

Sözleşmesi ile ilgili çalışmalar Doğa Koruma Ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.

Türkiye’de 86 sulak alan bulunmaktadır. Ramsar sözleşmesinin imzalanması ile ülkemizde bulunan bazı sulak alanlar

Ramsar Alanı olarak ilan edilmiştir. Ülkemizdeki sulak alanların 14 tanesi Ramsar alanı olarak tescillenmiştir. Ayrıca

59’u Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan ve 13’ü Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescil edilmiştir.

Harita 1. Türkiye’deki Ramsar

Koruma Alanları

17


YOK OLAN BİR SULAK ALAN VE YOK OLAN BİR TÜR: ACIGÖL KİLLİFİSHİ

Ekim ayında, Fresh Water

Life Project yönetim komitesi,

Türkiye'de kritik derecede

tehlikede olan bir killifishin

kaçınılmaz olarak yok olmasını

önlemeye yardımcı olacak bir

projeyi oy birliği ile destekleme

kararı aldı. Sağlanan fon, Ankara,

Türkiye'deki

Hacettepe

Üniversitesi'nden bir araştırma

ekibinin, endemik olarak yalnızca

tatlı su kaynaklarında bulunan bir

tür olan, kritik derecede tehlike

altındaki Acıgöl Gölü killifishinin

(Anatolichthys transgrediens)

esaret altında (akvaryum

ortamında) üreyen popülasyonunu

oluşturmasını sağladı.

Chris Englezou

Freaswater Fish Life Projects

Harita 1. Acıgöl killifishi (ÜsSe erkek, alSa dişi)

Dünyadaki en çok tehlike altındaki ilk 100 tür arasında listelenen Acıgöl killifishinin nüfusundaki düşüşe

neden olan en büyük tehdit, habitatlarında yerli olmayıp istilacı olarak nitelendirilen ve oldukça üretken bir balık

olan poecilid Gambusia holbrooki'nin ortaya çıkması olmuştur. Gambusia holbrooki aynı zamanda canlı

doğuranlardır. Oldukça genç yaşlarda üreyebilen bu balığın yalancı gebelik süreci ve yavrunun büyüme hızı

killifishe göre oldukça kısadır. Sadece bu değil, aynı zamanda killifish yumurtaları da yerler. Habitat değişiklikleri

ve kuraklığa bağlı su kaynaklarının aşırı çekilmesine neden olan diğer insan kaynaklı etkilerle birleştiğinde, Acıgöl

killifishi artık geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiştir. Hacettepe Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre

2013 – 2016 yılları arasında gölün killifish habitatı konumundaki kıyılarında killifish türü ile Gambusya’nın nüfus

oranlarına bakıldığında, gölü besleyen bir nehir haricinde her noktada Gambusya baskın tür haline gelmiştir.

Harita 1. Acıgöl killifishinin habitat alanlarında

Gambusya ile nüfus oranı (2013 – 2016)

Harita 2. Acıgöl killifishinin habitat alanlarında

Gambusya ile nüfus oranı (2022)

Hacettepe Üniversitesi ekibi tarafından 2022 yılında Zoological Society of London (ZSL) tarafından

finanse edilen araştırmasında ise türün hızla yok olmaya doğru ilerlediğini ve uygun önlem alınmazsa

önümüzdeki yıllarda yok olma olasılığının yüksek olduğu görülmektedir. Mick Agnew Killifish Koruma

Fonu aracılığıyla sağlanan finansman, Profesör Baran Yoğurtçuoğlu liderliğindeki Hacettepe Üniversitesi

araştırma ekibi, balıkları su kaplumbağaları ve kuşlar tarafından avlanmaktan korumak ve balıkların yeni

ortamlarına daha iyi uyum sağlamasını sağlamak için tasarlanmış mezokozmlar (yarı yapay üreme havuzları) satın

alıp kurmasını sağladı. Yetiştirme projesi, Türkiye'de Acıgöl killifishi özelinde bir balık türünün kurtarılmasına

yönelik ilk örnektir. Bu proje yalnızca balıkların güvenli ve kontrollü koşullar altında üremelerini sağlamakla

kalmayacak, aynı zamanda göl ekosistemine bu türü yeniden kazandırma çabalarını besleyecektir.

18


Bu projenin bir parçası olarak, Fresh Water Life Project, Hacettepe Üniversitesi ekibine, Acıgöl killifishinin

habitattaki rakibi olan Gambusia holbrooki'ye karşı fonksiyonel ekolojik tepkisini belirlemek üzere tasarlanmış

bilimsel testler yapmak üzere ısıtıcılar ve havalandırıcılar içeren 6 akvaryum satın alması için fon sağladı . İşlevsel

ekolojik tepki, mevcut, ortaya çıkan ve gelecekteki istilacı yabancı türlerin yerel türler üzerindeki ekolojik etkilerini

tahmin etmek için kullanılan güçlü bir tahmin aracıdır. Bu araştırma, istilacı türlerin Acıgöl killifishleri birinin yüksek

lisans tezinin bir parçasını oluşturan sonuçlarla nicelleştirmeyi umacaktır. Nesli kritik derecede tehlikede olan bu

balık türünü korumak için gerekli önlemlerin alınmadığı yıllardan sonra, çok yakın bir gelecekte Acıgöl Gölü

killifishinin vahşi doğada neslinin tükenmesi çok muhtemel görünüyor. Acıgöl Gölü killifishini korumak için finanse

edilen bu yerel çabanın kurulması, Profesör Yoğurtçuoğlu ve ekibinin, türün DNA'sının korunması için son bir umut

olarak kriyoprezervasyonunu içeren bir süreç olan biyo-bankalamaya yönelik ilk adımlarını atmasını sağlayacaktır.

Tam desteğimizle, türlerin biyobankalanmasını ilk kez yapmak için Türkiye'deki ilgili bakanlığa başvuracaklardır

Chris Englezou Kimdir?

Chris, öncelikle tatlı su teleostları, kabuklular ve makrofitlerle ilgilenen bir su

araşdrmacısı ve doğa bilimcidir. Balık besleme uzmanı olan Chris, kişisel araşdrmaları

arasında Kıbrıs adasındaki tatlı su ve kıyı habitatları ile Amazon ve Orinoco

havzalarında meydana gelen sürdürülemez uygulamaların ekolojik etkileri; aynı

zamanda nadir ve nesli tükenmekte olan yağmur ormanı bitkilerinin hevesli bir

koleksiyoncusu ve yefşfricisidir.

Freashwater Life Project

Fresh Water Life Project, dünyanın her

yerindeki tatlı su yaşam alanlarını koruma

amacıyla bağımsız araştırmacılardan oluşan

küçük bir ekip tarafından

kurulmuştur. Misyonumuz, tatlı su

biyoçeşitliliği için sağlıklı bir gelecek sağlamak

ve tatlı su ekosistemlerinin geleceğe iyi bir

şekilde ulaşmasını sağlamak için sulak alanları,

gölleri, nehirleri ve diğer iç su habitatlarını

korumak için somut önlemler

almaktır. Vizyonumuz, insan gelişiminin,

yenilenebilir uygulamalara ayrı bir öncelik

vererek sürdürülebilir bir şekilde gerçekleştiği

bir vizyondur.

Tatlı su habitatları, su talebi arttıkça ve

sürdürülemez gelişme habitatları endişe verici

oranlarda yok etmeye devam ettiği sürece

büyük bir baskı altında olacaktır. Şehirlerin

genişlemesi, plastik atıklardaki artış ve

geleneksel tarımın durdurulamaz büyümesi,

görünürde olumlu bir sonuç olmaksızın hızla

devam ediyor. Fresh Water Life Project, en

büyük nehirlerden en küçük lagünlere kadar

önemli doğal su ekosistemlerini birer birer

korumak, su habitatlarının oluşturulmasına ve

eski haline getirilmesine yardımcı olmak ve tatlı

su biyoçeşitliliğinin ve ekosistemlerin toplumda

oynadığı rolün insan yararına anlaşılmasına

yardımcı olmak için çalışır.

Organizasyonu daha yakından tanımak

ve destek olmak için

19


Alper Tüydeş’in Objektifinden

KARACABEY

LONGOZU

Güney Marmara akarsularının büyük bölümünün birleşmesiyle oluşan Susurluk Irmağı, Bursa’nın

Karacabey ilçesine bağlı Yeniköy yakınlarında Marmara Denizi ile buluşmaktadır. Susurluk Irmağı’nın oluşturduğu

Kocaçay Deltası, göl, bataklık, kumul ve longoz ormanından meydana gelmektedir. Marmara Denizi’nin güney

kıyısında yer alan delta, göl, bataklık, kumul ve su basar orman ekosistemlerinden meydana gelir. Deltanın batı

yarısında, toplam alanı 194 ha olan ve Maliç Deresi tarafından beslenen Dalyan ve Poyraz gölleri, 600 ha alan

kaplayan sazlıklar, 730 hektarlık bir alana yayılmış dişbudak, kızılağaç ve söğütlerden oluşan su basar ormanlar ve

çok çeşitli floraya sahip geniş bir kumul bandı bulunmaktadır.

Deltada üreyen türler arasında kara leylek, pasbaş patka, bataklık kırlangıcı, akça cılıbıt, küçük balaban,

gece balıkçılı, alaca balıkçıl, küçük ak balıkçıl, gri balıkçıl, kuğu, yeşilbaş, çıkrıkçın, Macar ördeği, elmabaş patka, ak

kuyruklu kartal, sakar meke, poyraz kuşu, sumru, küçük sumru ve pek çok ağaçkakan türü sayılabilir. Ayrıca göç

esnasında küçük karabatak, ak pelikan, kışın ise sakar meke başta olmak üzere büyük sayıda su kuşu bulunur.

20


Kocaçay Deltası ve genel olarak Karacabey Longoz Ormanları, bütün bu özellikleriyle dergimiz için kendi

çektiği fotoğrafları bizimle paylaşan Alper Tüydeş gibi doğaseverlere, hem kuş gözlemciliği yapma hem piknik

yapma hem de arkalarına güzel bir doğa manzarasını alarak denize girme olanaklarını sunmaktadır. Bakanlık

koordinatörlüğünde 12. 10. 2007 tarihinde gerçekleştirilen Ulusal Sulak Alan Komisyonu toplantısı sonucunda

Kocaçay Deltası, sulak alan koruma bölgelerinin sınırları belirlenmiştir. Koruma bölgeleri sınırlarında yapılması

planlanan faaliyetler de “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” ile ilgili hükümler çerçevesinde verilmektedir.

21


Okulumuzda ’’Sürdürülebilir Farkındalık Hahası’’ kapsamında 21 Aralık günü coğrafya öğretmenlerimizden Pelin Güzel’in

ve öğrenci arkadaşlarımızın hazırladığı çok sayıda modülden oluşan bir etkinlik düzenlendi. Ülkemizin biyocoğrafyasına

yönelik modüllerin de yer aldığı etkinlikte doğal çevrenin korunmasına yönelik tükefm alışkanlıklarımızı nasıl

değişfrmemiz gerekfğine dair farklı çalışmalar da yer aldı.

22


Bizden Haberler:

Sürdürülebilir Farkındalık Haftası

Okulumuz coğrafya öğretmenlerinden Pelin Güzel’in rehberliğinde bu sene ikincisini düzenlediğimiz

Sürdürülebilir Farkındalık Haftası kapsamında 21 Aralık günü öğrenci arkadaşlarımızın oluşturduğu ve görev aldığı

çok sayıda modülde bilinçli bir tüketici olma ve daha sürdürülebilir bir hayat yaşamak adına yol gösterici

farkındalık çalışmaları yapıldı. Etkinlikler kapsamında bağış olarak toplanan para Dünya Doğal Yaşamı Koruma

Vakfının (WWF) ve Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfının (TEMA) çeşitli

kampanyalarına bizim adımıza bağışlandı. Bağışta bulunan ve organizasyonda yer alan tüm öğrenci

arkadaşlarımıza ve öğretmenlerimize teşekkür ederiz.

Okulumuzun coğrafya öğretmenleri, lise öğrencileri

adına 21 Aralık günü kutladığımız Sürdürülebilir

Farkındalık Haftası etkinliklerinden toplanan bağışlarla

Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfının (WWF) hayvan

evlat edinme programı kapsamında ülkemizde nesli

tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan yeşil deniz

kaplumbağası evlat edinmiştir.

Program hakkında daha fazla bilgi almak ve bir hayvan

evlat edinerek destek olmak için

Okulumuzun Sosyal Bilimler Öğretmenleri, lise

öğrencileri adına 21 Aralık günü kutladığımız

Sürdürülebilir Farkındalık Haftası etkinliklerinden

toplanan bağışlarla Türkiye Erozyonla Mücadele,

Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA)

aracılığıyla Eskişehir’deki Çukurören hatıra ormanına

28 adet fidan bağışlamıştır.

Program hakkında daha fazla bilgi almak ve fidan

bağışında bulunmak için

23


TÜRKİYE’DE ORMANSIZLAŞMA

Benan Yangın

Hisar Lisesi – 9B

Ormansızlaşma tüm dünyayı etkileyen önemli bir çevre sorunudur. Ormansızlaşma, ormanların veya ağaç

dikili alanların tahrip edilmesi ve ağaçsız kalması veya bırakılmasıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de

ormansızlaşma hem doğal olaylar hem de insan faaliyetleri sonucu oluşmaktadır. İklim değişikliği nedeniyle oluşan

ve beklenenden uzun süren yangınlar ya da insan eliyle başlatılan yangınlar, endemik bitki yapısını etkileyen

hastalıklar, artan nüfusun barınma ve ekonomik ihtiyacını karşılamak için mevcut tarım alanlarını genişletmek,

hayvancılık ve madencilik faaliyetlerinde bulunmak ve ormanlık alanları konut kullanımına açmak gibi yapılan insan

faaliyetleri ve var olan bitki örtüsünün ticari türler ile değiştirilme isteği gibi nedenlerle ülkedeki ormanlık alanlar

azaltılmakta ve yok edilmektedir.

Harita 1. Türkiye’nin orman alanlarındaki değişim

Ormancılar Derneği’nin 2022 yılında yayınladığı rapora göre, Türkiye’de göç veren ve nüfusu azalan

bölgelerde terk edilen tarım topraklarıyla meralar kendiliğinden ormanlaşmıştır. Fakat nüfusun yoğunlaştığı

bölgelerde ormansızlaşma yaşanmaya devam etmiştir. Aynı raporda ülkemizin özellikle insan eliyle ormansızlaşma

riski altında olduğu görülmektedir. Bu riskin en önemli sebeplerinden biri orman alanlarının ormancılık amacı

dışındaki kullanıma tahsis edilmesidir. Ülkemizde ormanlar sıklıkla enerji santrallerine, madencilik faaliyetlerine ve

özellikle Akdeniz ve Ege Bölgeleri’nde otellere tahsis edilmektedir. Bu tahsislerin yapılmasında en önemli yardımcı

da 1961 Anayasası ile hukuki olarak temellendirilen orman dışına çıkarma faaliyetleridir. Bütün bunlar ormanların

parçalanmasına, ekolojik sistemin bozulmasına ve ormanlar ağaçlar ve bitki örtüsünü tehdit eden hastalıklara

neden olmaktadır.

Bir başka neden ise ormanların ticari üretim için kullanılmasıdır. Bu çift başlı bir sorundur. Sorunlardan ilki

artan nüfüs ve dolayısıyla ihtiyaç duyulan ekonomik faaliyetin artmasıdır. Bu durum odun üretimi nedeniyle

ormanların tahrip edilmesine sebep olmaktadır. Ormanlarla ilgili bir diğer ekonomik faaliyet ise endüstriyel

ağaçlandırmadır.

Tablo 1. Şehirlere göre orman alanlarındaki

değişim (Günşen ve Atmış, 2019)

24


Endüstriyel ağaçlandırma “kalite ürefminden çok kitlesel ürefme yönelik, alan hazırlığının ve bakımların

mekanizasyonla yapıldığı, hızlı gelişen türlerin kullanıldığı, genefk açıdan ıslah edilmiş tohumlardan elde edilen veya

vejetaff üretme ile elde edilen fidanlarla dikimlerin yapıldığı, daha geniş dikim aralıkları, gerekfğinde sulama,

gübreleme ve budama uygulanan, yüksek ardmlı ve kısa idare süreli ağaçlandırmalar” (Boydak ve Çalışkan, 2014)

olarak tanımlanmaktadır. Bu durum da aşırı odun ürefmiyle ilişkilendirilmektedir.

Çağımızın en önemli sorunu olan iklim değişikliği dünyada ve ülkemizde ormanların geleceğini tehdit

etmektedir. Şiddetini arttırarak değişen orman yangını trendleri ormansızlaşmayı arttırmakta, ormansızlaşma ise

iklim krizinin etkilerinin daha fazla hissedilmesine neden olmaktadır. Ormansızlaşma ekosistem üzerinde geri

dönülemez zararlara neden olarak canlıların sürdürülebilir beşeri ekonomik faaliyetlerini tehdit etmektedir.

Son olarak ülkemizde çölleşmeye uzun yıllardır dikkat çeken ve bu konuda bilgilendirme, ağaçlandırma ve

toplumsal farkındalık oluşturma konusunda yoğun çabalar göstermiş olan Hayrettin Karaca’yı rahmetle anıyor ve

kurucusu olduğu TEMA Vakfı’na gelecek nesiller adına minnetlerimi iletiyorum.

Kaynakça

Boydak, M., Çalışkan, S., 2014. Ağaçlandırma.OGEMVAK, 712s, İstanbul

Günşen, Hikmet Batuhan & Atmiş, Erdoğan. (2019). Analysis of forest change and deforestation in Turkey.

International Forestry Review. 21. 182-194. 10.1505/146554819826606577.

"Ormansızlaşma - Vikipedi." https://tr.wikipedia.org/wiki/Ormansızlaşma. Accessed 4 Jan. 2023.

"Türkiye'de Ormansızlaşma ve Orman Bozulması." 5 Jun. 2022,

https://www.ormancilardernegi.org/dosyalar/files/tod_ormansizlasma_web.pdf. Accessed 4 Jan. 2023.

25


Bir Belgesel İncelemesi

İrem Kocabeyoğlu

Hisar Lisesi – 9B

26


BOZAYININ İZİNDE: SARIKAMIŞ

Utah Üniversitesinden Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu liderliğinde Gökberk Koçal ve Emre Karbek tarazndan

yöneflen 2013 yapımlı belgesel, Türkiye’de çekilen ilk Nafonal Geographic belgeselidir. Belgesel, Türkiye’deki

bozayıları korumak için Sarıkamış’ta yapılan “Yaban Hayad Koridoru” adlı projeyi ve Türkiye’deki bozayıları

anlatmaktadır.

Belgesele konu olan bozayılar, hepçil ailesinin en büyük üyelerinden biridir. Baş – gövde uzunluğu 1,4 ila

2,8 m arasında, omuz yükseklikleri 70 ila 153 cm arasında değişebilir. Bozayıların günlük 35 ila 40 kg besin

tüketme ihfyacı vardır fakat temel besin kaynakları olan yaban domuzları ve geyikler insanlar tarazndan

avlandığı için yeterli besin bulunmakta sorun yaşarlar. Bozayıların standart bir yaşam için 300 m 2 ’den daha geniş

bir alana ihfyacı vardır. Yaşam alanları azaldığı için daha büyük bir sorun olan insanlarla karşılaşırlar. İnsanlar

ayıları kendilerini korumak, postları ve hayvanlarına zarar vermesi nedeniyle ayıları avladığı için sayıları hızla

azalmaktadır.

Yaban Hayat Koridoru Projesi

“Yaban Hayat Koridoru” Projesi, ilk defa 2008 senesinde

Kuzey Doğa Derneği tarafından önerilmiş ve Orman ve Su İşleri

Bakanlığı işbirliğiyle hayata geçmiştir. Kuzey Doğa Derneği 10

yıldır Türkiye’nin doğusundaki vahşi yaşam üzerine çalışmalar

yapan uluslararası bir ekiptir. Ekibin lideri National Geographic’in

öne çıkan kaşiflerinden Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu’dur.

Proje, Kars’ta bulunan Sarıkamış Ormanı ve Allahuekber

Dağları’nda hayata geçirilmiştir. Projenin lideri Şekercioğlu,

araştırmaları neticesinde boz ayılara daha geniş bir yaşam alanı

sağlamak için izole durumdaki Sarıkamış Ormanı’nın kuzeydeki

diğer ormanlarla bağlanması gerektiğini tespit etmiştir. Bunun

için, 162 km uzunluğunda bir koridor boyunca yeni bitkiler,

ağaçlar ve çalılıklar dikilmesi gerekmektedir. Bu koridoru tespit

edebilmek için bozayıları takip etmek için bir sistem

oluşturulmuştur.

Proje kapsamında araştırmacılar ayıları yakalamak için

tuzaklar (kapanlar) ve sakinleştirici ilaç içeren dart tüfekleri

kullanıyorlar. Yakaladıkları ayıyı sakinleştirdikten sonra ölçüleri,

kan testleri, yaşı ve cinsiyeti kayda alıyorlar. Boz ayıların

hareketlerini kaydetmek ve incelemek için boyunlarına bir

tasma takılıyorlar. Bu tasma; hayvanın hızı, yeri, vücut sıcaklığı

ve nabzı hakkında bilgi toplayabiliyor. Tasmanın üst kısmında

sıcaklık, hareket, yaşam ve kış uykusu sensörlerinin yanı sıra,

belirli zaman aralıklarıyla hayvanın koordinatlarını cep telefonu

mesajı olarak ileten bir GSM modülü bulunuyor. Büyük pil

ünitesi iki yıl kadar dayanabiliyor. Zamanı geldiğinde, otomatik

açılma mekanizması tasmanın düşmesini sağlıyor.

Harita 1. Sarıkamış’ta proje kapsamında

tasmalanan ayıların yaşam alanları

Araşdrmaları sonucunda ayıların çöplüğe

yakın alanlarda yaşadığını gözlemliyorlar. Ayılar,

insanlardan kaçınabilmek için gündüz ormanda gece

açıklıklarda hareket etmeyi tercih ediyor. Bu durum

ayıların yaşam alanını kısıtlıyor ve hareketlerini

zorlaşdrıyor. Bu proje sayesinde ellerine çok değerli

birinci elden bilgiler elde ediliyor. Türkiye’de bu işin

yaygınlaşmasını, daha fazla hayvanın daha iyi şartlarda

takip edilmesini sağlamak Türkiye’nin ekolojisi

açısından ve Türkiye doğa koruma açısından çok

önemli bir adım.

27


İKLİM KRİZİ VE BİYOÇEŞİTLİLİK KAYBI

Seren Anaçoğlu

Avrupa Birliği İklim Komisyonu’na Türkiye İklim Elçisi

Bahçeşehir Üniversitesi

Seren Anaçoğlu Kimdir?

2019 yılından beri iklim aktivisti, insan ve hayvan

hakları savunucusu olan olan Seren Anaçoğlu

dergimizin ilk sayısı için ‘’İklim Krizi ve Biyoçeşitlilik

Kaybı’’ hakkında bir yazı kaleme aldı. Bahçeşehir

Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenci olan

Anaçoğlu 2021 yılında Avrupa Birliği İklim

Komisyonu’na Türkiye İklim Elçisi olarak seçildi.

Ülkemizde düzenlenen 4 büyük iklim grevinde etkin

rol oynadı. Başta TEDx olmak üzere çok sayıda

konferansta konuşmacı olarak görev aldı. Öğrenim

hayatına devam eden Anaçoğlu halen kadın

girişimcilerin ürettiği tohumları ormanlardaki verimli

arazilere dronlarla bırakan bir bağış toplama şirketi

olan Ecording’de çalışıyor.

Günümüzde çok önemli bir küresel sorun haline gelen iklim krizi insan, doğa ve hayvan hakları ile ilgili

birçok sorunu da beraberinde gefrmişfr. Bu sorunların arasında, biyoçeşitlilik kaybı konusu da yer almaktadır.

Biyoçeşitlilik kaybı, doğal yaşam alanlarının yok olması, çevre kirliliği ve iklim değişikliği nedeniyle, türlerin

nesillerinin tükenmesi veya türlerin çeşitliliğinde azalma olarak tanımlanabilir. Bu durum, insan, doğa ve hayvan

hakları ile ilgili birçok sorunu da beraberinde gefrmektedir.

İklim krizi, insan faaliyetlerinin doğaya verdiği zararlar sonucu, dünya üzerindeki iklim sisteminin değişmesi

olarak tanımlanabilir. Bu değişim, dünya genelinde sıcaklıkların yükselmesine, deniz seviyelerinin yükselmesine,

yağışların artmasına veya azalmasına ve doğal afetlerin sıklığının artmasına sebep olur. Bu durum, doğal yaşam

alanlarındaki türlerin haya{a kalması için uygun ortamların yok olmasına neden olmaktadır. Doğal yaşam alanlarının

yok olması, biyoçeşitlilik kaybına neden olmaktadır. Biyoçeşitlilik, dünya üzerindeki canlı türlerinin çeşitliliğini ifade

eder. Bu çeşitlilik, insan sağlığına, gıda ürefmine, ekonomik kalkınmaya ve ekosistem işlevlerine katkı sağlamaktadır.

Ancak, iklim değişikliği ve insan faaliyetleri nedeniyle doğal yaşam alanları yok olmaya başladıkça, türlerin

nesillerinin tükenmesi veya türlerin çeşitliliğinde azalma görülmektedir.

Biyoçeşitlilik kaybı, insan haklarına doğrudan etkileri olan bir konudur. İnsanlar, doğal kaynaklardan

faydalanarak, yaşamlarını sürdürmektedirler. Ancak, biyoçeşitlilik kaybı sonucu, insanların doğal kaynaklardan

faydalanması zorlaşmaktadır. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar, doğal kaynaklara daha çok ihfyaç

duymaktadır. Bu nedenle, biyoçeşitlilik kaybı, yoksulluk ve gıda güvencesizliği gibi sorunları da beraberinde

gefrmektedir. Biyoçeşitlilik kaybı, aynı zamanda, yerli halklar ve yerli topluluklar için de bir sorun oluşturmaktadır.

Yerli halklar, doğal kaynaklara bağımlı bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler ve bu kaynaklar üzerinde hak

sahibidirler. Ancak, biyoçeşitlilik kaybı nedeniyle, bu kaynaklar yok olmaktadır ve yerli halkların yaşamı tehlikeye

girmektedir. Bu durum, yerli halkların kültürel mirası ve kimlikleri üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Biyoçeşitlilik kaybı, doğa ve hayvan hakları üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu durum, insanların

doğayı sömürmesi ve türlerin nesillerinin tükenmesine neden olmasıyla birleşfğinde, doğanın hakkına saygı

gösterilmemesine neden olmaktadır. Hayvanlar da biyoçeşitlilik kaybından olumsuz etkilenmektedir. Doğal yaşam

alanlarının yok olması, hayvanların beslenme, barınma ve üreme ihfyaçlarının karşılanmasını zorlaşdrmaktadır. Bu

durum, hayvanların nesillerinin tükenmesine neden olmakta ve bu da doğal ekosistemlerin bozulmasına neden

olmaktadır.

28


Biyoçeşitlilik kaybının önüne acilen geçmek için doğal yaşam alanlarının korunması, yenilenebilir enerji

kaynaklarının kullanımının artırılması, çevre dostu üretim yöntemlerinin benimsenmesi ve her alanda

sürdürülebilirliğin teşvik edilmesi ivedilikle gerekmektedir. Ayrıca, çevre dostu üretim yöntemlerinin benimsenmesi

de biyoçeşitlilik kaybının önlenmesinde etkilidir. Geleneksel tarım yöntemleri, kimyasalların kullanımı ve aşırı

sulama gibi faktörler, doğal kaynakların tükenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, organik tarım, agroforestry ve

permakültür gibi çevre dostu tarım yöntemlerinin kullanımı artırılmalıdır.

İklim krizi yüzünden ortaya çıkan biyoçeşitlilik kaybı ile ilgili bazı çarpıcı bilgiler:

• 2019 yılında yayınlanan bir rapor, dünya genelindeki vahşi hayvan popülasyonunun son 50 yılda %60 oranında

azaldığını gösteriyor. Bu kayıp, iklim krizinin yanı sıra, habitat kaybı, avlanma ve kirlilik gibi diğer faktörlerden de

kaynaklanıyor.

• Dünya genelindeki ormanların yaklaşık %17'si son 50 yılda yok edildi. Bu ormanların yok olması,

milyonlarca bitki ve hayvan türünün yok olmasına ve iklim krizinin daha da kötüleşmesine neden oldu.

• Bu da ekonomik refahı iklim krizinden üstün tutanlara gelsin; Biyoçeşitlilik kaybının ekonomik maliyeti de

oldukça yüksektir. Örneğin, arıların yok olması, dünya genelindeki gıda üretimini %35 azaltabilir ve bu da

milyarlarca dolarlık kayıplara neden olabilir.

İklim krizi nedeniyle ortaya çıkan biyoçeşitlilik kaybı, insan, doğa ve hayvan hakları boyutlarıyla yakından

ilişkilidir. Bu nedenle, biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir şekilde yönetilmesi için uluslararası iş birliği, politik

irade ve toplumsal destek gereklidir. Ancak, herkesin bireysel olarak da harekete geçerek, sürdürülebilir yaşam

tarzları benimseyerek ve doğal kaynakları korumaya yönelik adımlar atarak bu sürece katkıda bulunabileceği

unutulmamalıdır.

Seren Anaçoğlu’nıun da bir parçası olduğu ülkemizde de doğal sebeplerden ya da insan eliyle tahrip edilmiş

ormanlık alanların korunması ve geri kazanılması için faaliyet gösteren Ecording hakkında daha fazla bilgi almak ve

tohum topu projesine destekte bulunmak için.

29


30

TÜRKİYE’DE

TÜKENME

TEHLİKESİYLE KARŞI

KARŞIYA OLAN BAZI

CANLILAR


BOĞAZ’IN YUNUSLARI

Kerim Willems

Hisar Lisesi – 12D

Eğer geçmişte İstanbul Boğazını turlama

fırsatınız olduysa, bir şekilde Boğaz yunuslarının ara

sıra su üstüne çıktıklarını görmüşsünüzdür. Halk

arasında “Boğazın Sokak Çocukları” diye adlandırılan

Boğaz yunuslarının 3 türü boğazlarda görülmüştür.

Bunlar:

1. Afalina (Tursiops truncatus)

1.Tırtak (Delphinus delphis)

2.Mutur (Phocoena phocoena) (TÜDAV 2014)

Bunun yanında Türkiye deniz ekosisteminde

balina familyasında bulunan birçok tür

bulunmaktadır. Familyada bulunan diğer türler ile

birlikte boğaz yunuslarının da nesli tehdit altındadır

(TÜDAV 2014). İstanbul’da denizlerde yoğun olarak

görülen “müsilaj” ile beraber yayılan (Öztürk, Şeker

2021) aşırı avlanma, tesadüfi yakalanma gibi

trendler Marmara’da görülen yunusların türlerininin

popülasyonlarını azaltmaktadır (Tüdav 2014).

Harita 1. Boğaz Yunuslarının

görüleceği noktalar (Çalışkan 2022)

Türkiye’de avcılık sırasında rastlanan vakalar ortaya endişe verici bir tablo koymaktadır. 2013 verilerine

göre Karadeniz’de yılda en az 3 bin yunusun “bycatch” sonucu ağlara yakalandığı ve karaya vurduğu tahmin

edilmektedir (Tonay 2013). Karadeniz’de gerçekleşen bu vakaların önemli olmasının sebebi bu yunusların Bad

Karadeniz ve İstanbul Boğazının kuzeyinde daha yoğun yaşamalarıdır, bu bölgelerde görülen vakalar Boğaz

Yunuslarının habitatlarını tehdit etmektedir (Çalışkan 2022).

Bu noktada Türkiye’de görülen müsilajın bu canlı türlerinin habitatlarını olumsuz etkilediğini söylemek

de yanlış olmaz. 2003 yılında Mutur türü üzerine yapılan araşdrmalar sonucunda denizde yüksek derece kimyasal

kirlefciler tespit edilmişfr (TÜDAV 2014). Avlanma ve Deniz kirliliğinin ulaşdğı nokta, uluslararası çevre koruma

STK’larınında dikkafni çekmektedir. İstanbul’da görülen boğaz yunus türlerinden bir tanesi olan Tırtak, 2003

yılından beri Dünya ve Doğal Kaynakları Koruma birliği tarazndan “kırmızı liste” (nesli tükenmekte olan canlılar)

listesine almışdr (Tüdav 2014). Bu türlerin nesillerinin tehlike aldnda olmasının nedeni aşırı avlanma ve deniz

kirliliği olmak üzere iki nedene indirgenebilir.

31


Görsel 1. Müsilaj Oluşumu ve Zararları ile alakalı Papyon Analiz

Modeli (Öztürk et.al 2021).

Peki bu türleri korumak için ülkemizde neler yapılıyor? Ülkemizde boğaz turizmininin sembolü haline gelen Boğaz

Yunusları türleri kanunlar ile koruma altına alınmaktadır. Ülkemizde 1983 yılından beri Afalina, Tırtak ve Mutur

dahil bütün deniz memelilerinin avlanması yasaklanmıştır (TÜDAV 2014). Ayrıyeten, uluslararası antlaşmalar ve

Barselona sözleşmesi çerçevesinde bu türler koruma altına alınmaktadırlar (UNEP 2017)

Kaynakça

“İTÜ Haberler: İstanbul Teknik Üniversitesi Haberler: ITU1773.” Haberler, hÜps://haberler.itu.edu.tr/.

“Barcelona Convention and Protocols.” Barcelona Convention and Protocols | UNEPMAP,

https://www.unep.org/unepmap/who-we-are/barcelona-convention-and-protocols.

“Arda M. Tonay'dan: Yunus Yoksa Balık Da Yok!” Bianet, https://bianet.org/bianet/hayvan-haklari/150589-

yunus-yoksa-balik-da-yok.

Marmara Deniz Ekolojisi; Deniz Salyası Oluşumu, Etkileşimleri Ve Çözüm ...

https://www.researchgate.net/profile/Zeki-Yuemuen-

2/publication/353138674_Marmara_Denizi'nde_Musilaj_Sorunu_ve_Cozum_Yontemleri/links/60fde3270c2bfa282

aff1f30/Marmara-Denizinde-Muesilaj-Sorunu-ve-Coezuem-Yoentemleri.pdf.

32


ANADOLU LEOPARI (Panthera pardus saxicolor)

Beril Erkul

Hisar Lisesi – 11F

Anadolu Panterlerinin doğal yaşamı neresidir?

Anadolu panterleri, Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, daha çok

ormanlık ve dağlık alanlarda yaşamıştır. Bu canlıların yaşamı için bulundukları

bölge içinde kara ve deniz dağılışı oldukça önemli bir faktördür. Fakat doğada

bir çok ağaçlık alan yok edilmesi sebebi ile bu canlılar doğal yaşam alanları ve

av kaynaklarının azalması parsları insanların yaşadığı yerlere yönlendirmiş ve

bu da genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldürülmelerine yol açmaktadır.

Çünkü insanlar bu denli vahşi bir türü tehlike ve saldırı teşkil etmeleri sebebi

ile yok etmek istemişlerdir. Ani karşılaşmalar olmaması için arazide

gezenlerin yalnız olmaması gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Başkaya,

"Anadolu Parsı en nihayetinde yırtıcı bir hayvan ama durduk yere insana

saldırmaz" diyerek öne atmıştır. Kendisi vahşi olduğunu fakat saldırmaları

konusunda kesin bir şey söylememiştir. Parslara ormanlık, dağlık yüksek

alanlar gerekmektedir ki yaşamlarını ve nesillerini geleceğe aktarabilsinler.

Aynı zamanda parslar yaşam alanlarını öyle benimseyen hayvanlardır ki

yavruları olduğunda onları bile kendi alanlarından kovarlar.

Nesli tükenmekte olan bu panter ülkemiz sınırları içinde hangi bölgede

görülür?

Normalde birçok insanın neslinin tükendiğini iddia e‰ği bu

Anadolu parsı en son 1974 yılında görülmüştü. Fakat yıllar sonra tekrar

kameralara yansıdı. Bu tür en yoğun popülasyonları Doğu Anadolu'da,

onun ardından Doğu Karadeniz'de. Bunu Bad Karadeniz, Akdeniz ve

ha{a kısmen Ege takip etmekte olduğu söylenmektedir. En yakın

zamanda Türkiye’de görülmüştür. Doğa Koruma Milli Parklar Artvin Şube

Müdürü ekipleri tarazndan il genelinde 200'ün üzerinde konulan

fotokapanlarla görüntülenen Anadolu Parsı herkesi şaşırtmışd. Çünkü

Anadolu Parslarının türlerinin tükendiği düşünülmekteydi. Bu leopar

türü ilk defa Türkiye’de 2013 yılında iki kere görülmüştür. İlk görülüşünde

Kaçkar Dağları diye adlandırılan yerde fotokapanlara yakalanmış ve

görüntüleri elde edilmişfr. İkinci Kamera görüntüsünde ise Diyarbakır’ın

Çınarlı adlı Ilçesine bağlı Solmaz köyünde öldürülmüştür.

Ancak sonrasında görülen canlının İran parsı olduğu anlaşılmıştır. Böylece eski yıllarda tükenildiği iddia edilen

canlının hala var olduğu anlaşıldı. Türkiye topraklarında Anadolu parsına rastlandığı resmen açıklandı ve birçok

insan tarafından bilinçlendirildi.

Uzmanlar, parsın korunması için stratejik çalışmaya ve toplumsal bilincin artırılmasına ihtiyaç duyulduğunu

belirtiyor. Çünkü bu parslar sınırlı sayıda kalan canlılar ve toplum tarafından korunmaya ihtiyaç duyan bir türdür.

Zira korunmadığı ve avcılar tarafından vurulmaya çalışılırsa türün kökü yok olur ve gelecek yıllarda “Anadolu Pars’ı”

diye bir tür kalmaz. Böylece eski yıllarda tükenildiği iddia edilen canlının hala var olduğu anlaşıldı. Türkiye

topraklarında Anadolu parsına rastlandığı resmen açıklandı ve birçok insan tarafından bilinçlendirildi. Uzmanlar,

parsın korunması için stratejik çalışmaya ve toplumsal bilincin artırılmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor. Çünkü

bu parslar sınırlı sayıda kalan canlılar ve toplum tarafından korunmaya ihtiyaç duyan bir türdür. Zira korunmadığı ve

avcılar tarafından vurulmaya çalışılırsa türün kökü yok olur ve gelecek yıllarda “Anadolu Pars’ı” diye bir tür kalmaz.

Çok iri, çevik ve vahşi bir tür olduğundan çevreye tehlike yaratmaktadır. Bu sebepten ötürü zarar görmeden

koruma altına alınmalıdırlar. Böylece hem nesillerinin devamı konusunda tehlike altına girmemiş olurlar.

Kaynakça

“Anadolu Parsı.” Doğa Derneği, https://www.dogadernegi.org/anadolu-parsi/.

“Varlığı Kanıtlanan Anadolu Leoparı Nerede Görüntülendi? Anadolu Leoparının Özellikleri Neler, Leopara

Ilk ISMI Kim Verdi?” Anasayfaya Dönmek Için Tıklayın, 10 Oct. 2022,

https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/varligi-kanitlanan-anadolu-parsi-nerede-goruntulendi-anadolu-parsininozellikleri-neler-parsa-ilk-ismi-kim-verdi-1990833.

33


ÇİZGİLİ SIRTLAN (Hyaena hyaena)

Selim Kaysılı

Hisar Lisesi – 9E

Çizgili Sırtlan, sırtlangiller familyasında olan ve

günümüzde neslini koruyabilen 4 sırtlan türünden biridir.

Latince ismi Hyaena hyaena’dır. Ortalama 24 yıla kadar

yaşayabilirler. Hem etçil hem de otçuldurlar. Genellikle leşler

ile beslenirler. Agresif hayvanlar değillerdir ve insanlara

durduk yer saldırmazlar. Bireysel hareket ederler ve grup

halinde dolaştıkları nadiren görülür. Ortalama 65-80

santimetre yüksekliğindedirler ve baştan kuyruğa kadar 1

metre uzunluğundadırlar. Kütleleri 25-45 kilogram arasında

değişmektedir. Gövdelerinde, bacaklarında ve başlarında

siyah ve gri çizgiler vardır.

Dünya Doğayı Koruma birliğine göre çizgili sırtlanlar

“Nesli Tükenmekte Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı

Listesi”nde yer almaktadır. Bangladeş'te soyları tükenmiş,

Orta Asya’da ise birkaç tane kalmıştır. 2014 sayımına göre

Dünya’da 5,000 ila 9,999 çizgili sırtlanın kaldığı görülmüştür.

Bunun nedeni çizgili sırtlanların kürkleri için katledilmesi,

habitatlarının yok edilmesi ve av bulamamalarıdır. Aynı

zamanda da vücut bölümleri için kaçak avcılar tarafından

öldürülmektedirler. Örnek olarak Fas’ta çizgili sırtlanların

beyinleri yüksek fiyatlara satılmaktadır. Ayrıca sırf derilerinin

satılması için yasa dışı pazarlar vardır.

Türkiye’de ise çizgili sırtlanların avlanması yasaktır

ve bazı çizgili sırtlanların görüldüğü bölgeler koruma altına

alınmıştır. Çizgili sırtlanlar, Çevre ve Orman Koruma Bakanlığı

Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü tarafından

fotokapanlarla izlenmektedir. Avlayanlara 15.000 TL’den

başlayan para cezaları uygulanmaktadır. Çizgili sırtlanların

Türkiye’deki popülasyonunu korumak amaçlı 38.881

hektarlık bir yaban hayatı geliştirme sahası yapılmıştır. Bu

çalışmalar neticesinde çizgili sırtlanlar Hatay’da ve

Kahramanmaraş’ta sıklıkla fotokapanlara yakalanacak kadar

çoğaldıkları düşünülmektedir.

Harita 1. Çizgili sırtlanların dağılışı

Kaynakça

“Hatay'da Çizgili Sırtlan Fotokapanla Görüntülendi.” Anadolu Ajansı,

https://www.aa.com.tr/tr/yasam/hatayda-cizgili-sirtlan-fotokapanla-goruntulendi/2504192.

“'Kırmızı Listede' Yer Alan Çizgili Sırtlan Kahramanmaraş'ta Fotokapana Takıldı.” Anadolu Ajansı,

https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/kirmizi-listede-yer-alan-cizgili-sirtlan-kahramanmarasta-fotokapanatakildi/1813243.

“Çizgili sırtlan” Wikipedia, Wikipedia Foundafon, February 24, 2022,

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87izgili_s%C4%B1rtlan#

Howard, Craig. “Hyaena Hyaena (Striped Hyena).” Animal Diversity Web,

https://animaldiversity.org/accounts/Hyaena_hyaena/.

34


YEŞİL DENİZ KAPLUMBAĞASI (Chelonia mydas)

Ayşe Lal Karagülle

Hisar Lisesi – 11F

Dünya’da bilinen yedi tane deniz kaplumbağası yaşar ve bunların beşi Akdeniz’de görülebilir. Bunlardan en

yaygın olanı yeşil deniz kaplumbağasıdır. Bu kaplumbağa türünün sırt tarafı kırmızımsı kahverengi, alt tarafı ise

beyazımsı açık sarı rengindedir. Bacakları yüzmelerini sağlayacak şekilde kürek biçimindeyken dış kenarlarında ise

en fazla 2 tırnak bulunur. Yumurtalarını gece kumsalda açtıkları çukurlara gömerler ve bir defasında ise 100

yumurta bırakabilirler. Yavrular 2 aylık kuluçka döneminden sonra gece vakti yumurtadan çıkarak denize girerler.

Yanlış yönelim sonucu denize ulaşamayan yavruların kuruyarak ya da avcılara yakalanarak ölme riskleri bulunur.

Deniz kaplumbağaları yaşamlarının büyük bir bölümünü kıtalar arası denizlerde geçirirler. Akdeniz’de

bugüne kadar yapılan araştırmalar iribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta) ve yeşil deniz kaplumbağasının

(Chelonia mydas) türünün en önemli yuvalama alanlarının Türkiye ve Yunanistan olduğunu gösterir. Yeşil deniz

kaplumbağası nüfusunun %50'sinden fazlası Türkiye’de bulunur. Ekincik, Köyceğiz, Dalyan, Dalaman, Fethiye başlıca

olmak üzere 21 kumsalda deniz kaplumbağalarının izleme, araştırma ve koruma çalışmaları yürütülür.

Deniz kaplumbağası türlerinin avlanması, ışık kirliliği, kumsalların işgali gibi sebeplerden dolayı ülkemizde

nesli tükenen hayvanlar listesinde yer alıyordur. Günümüzde IUCN tarafından koruma altına alınan tür için bazı

önleyici politikalar takip edilir. Yuvalara sıcaklık ölçer konulması, yuvalama kumsallarını koruma altına alma, hedef

dışı avcılık ile ilgili mücadele ve uydudan izleme çalışmaları alınan sadece birkaç önleme örnektir. Nesli tükenmekte

olan bu hayvanları korumak için bölgesel ve ulusal kurumlar, yerel yönetimler ve birçok sivil toplum kuruluşu

gönüllüler ile beraber çalışmaktadır.

Kaynakça

“Türler.” WWF, h{ps://www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/doga_koruma/turler/.

“Deniz Kaplumbağaları Hakkında.” Ekolojik Araşdrmalar Derneği, 7 July 2021, h{ps://ekad.org.tr/denizkaplumbagalari/.

35


AKDENİZ FOKU (Monachus monachus)

Eylül Derya Küçükbatman

Hisar Lisesi – 11E

Akdeniz foku (Monachus monachus),

en yoğun popülasyonu Ege Denizi’nde görülen

fokgiller familyasından bir deniz memelisidir.

Dünya’nın en nadir 12 memelisinden birisidir. İri

bir deniz memelisi olan Akdeniz fokunun boyu

2-3 metredir. Ağırlığı ise 200-300 kilogram

arasında değişmektedir. Türkiye kıyılarında

foklar, Marmara, Ege ve Akdeniz sahillerde var

olma mücadelesi vermektedir. Bu canlılar sakin,

deniz kirliliğin az bulunduğu bölgelerde

yaşamlarını sürdürmektedirler. Akdeniz foku,

diğer yüzgeçayaklı türlerine göre daha az sosyal

bir canlıdır. Bu canlının Dünya’da en çok

görüldüğü ülkelerden biri de Türkiye’dir. Ülkemiz

kıyılarında doğu Akdeniz fokları genellikle yalnız

dolaşırlar ve nadiren birlikte görülürler.

Harita 1. Akdeniz fokunun dağılışı

Akdeniz foku yavrusunu büyütmek ve doğurmak için

mutlaka bir karaya, özellikle kıyı mağaralarına ihfyaç duymaktadır.

Bu mağaralar foklar için bir dinlenme bölgesidir ve bu bölgelerin

zarar görmesi, bu canlıların yaşamına büyük bir zarar

göstermektedir. Akdeniz foku, yüzgeçayaklılar gibi etobur bir canlıdır

ve besininin büyük bir çoğunluğunu su aldna dalarak yakaladığı

balık, ahtapot ve ıstakoz gibi canlılardan oluşmaktadır. Avını

yakaladığına su üstüne çıkarmaktadırlar. Akdeniz fokları, zaman

zaman kıyı balıkçılıkların yakaladıkları, ağlarına takılan balıklar ile

beslendiği bilinmektedir. Bunun sonucunda da fokların kıyı balıkçılar

tarazndan kasıtlı olarak öldürülmesine yol açmaktadır.

Akdeniz fokları 20. Yüzyılın başına kadar tüm Akdeniz kıyıları ile Atlantik kıyılarında, Portekiz’den Batı Afrika

sahillerindeki Senegal’e kadar uzanan bir bölgelerde, binlerle ifade edilen bir nüfusa sahip olarak serbest

yaşamlarını sürdürüyordu. Fakat aşırı avlanma, kasıtlı öldürmeler, yakın çağda kıyılardaki yaşam alanları kaybı ve

mağaralarında rahatsız edilmeler sonucunda bu canlı türünün nüfusu azalmaya başlamıştır. Son yıllarda ise bu türe

karşı en önemli tehdit, kıyıların betonlaşmasıdır. Akdeniz foku bugün dünyada sadece 4 ülkede, Yunanistan,

Türkiye, Moritanya ve Madeira Adalarında yaşamaktadırlar ve toplam dünya nüfusu 700-750 civarındadır.

Mağaraları barınma ve dinlenme amacı ile kullanan Akdeniz foku, Dünya Koruma Birliği (IUCN) tarafından

yayımlanan Kırmızı listede yani nesli kritik derecede tehlike altında olan bir tür olarak sınıflandırılmıştır. Bu

kapsamda Barselona, Bern ve CITES Uluslararası sözleşmeleri tarafından koruma altına alınmıştır. Türkiye’de de Ege

Mağara Araştırma ve Koruma Derneği bu mağaraları bu tür hayvanlar için koruma altına almaktadırlar.

Kaynakça

“Akdeniz Foku (Monachus Monachus) – Sad-AFAG.” SAD, https://sadafag.org/akdeniz-foku/.

“Akdeniz Foku.” Ana Sayfa, https://izmir.ktb.gov.tr/TR-77377/akdeniz-foku.html.

“Akdeniz Foku Ve Korunması.” TÜDAV, https://tudav.org/calismalar/denizel-biyocesitlilik/denizmemelileri-calismalari/akdeniz-foku-arastirmalari-2/.

“Akdeniz Fokları.” Maaralar Koruyalm RSS, http://www.egemak.org.tr/magaralarikoruyalim/akdenizfoklari/.

36


KARAKULAK (Caracal caracal)

Zeynep Defne Çi[çi

Hisar Lisesi – 11D

Karakulak Türkiye’deki nesli tükenmekte olan bir kedigil türüdür. Türün

Lafnce ismi olan Caracal Caracal da Türkçe’deki karakulak kelimesinden

gelmektedir ve 1761 yılında Georges Buffon tarazndan tür bu şekilde

adlandırılmışdr. Dişileri yaklaşık 8-13 kilogram arası, erkekleri ise 12-18 kilogram

arasında olan karakulaklar kahverengi tonlarında vücutlara sahipfrler ve en

belirgin dış görünüş özellikleri ucunda uzun ve sivri tüy tutamları olan siyah

kulaklarıdır.

Karakulaklara birçok farklı ortamda rastlanabilir fakat çöl ve tropikal

yağmur ormanları biyomlarında asla görülmezler.

Kaynakça

İlemin, Yasin, et al. “Evidence on Sympatric Occurrence of Caracal Caracal and Lynx Lynx in Anatolia -

Biology Bulletin.” SpringerLink, Pleiades Publishing, 13 Jan. 2021,

https://link.springer.com/article/10.1134/S1062359020060060#Sec3.

“Caracal Lynx.” Smithsonian's National Zoo, 31 Oct. 2018, https://nationalzoo.si.edu/animals/caracallynx.

Harita 1. Karakulağın dağılışı

Karakulaklar, genellikle çayır ve çalılıkların

bulunduğu kurak bölgeleri tercih ederler. Dünya’da

görüldükleri ana bölgeler Ortadoğu, Orta Asya, Afrika ve

Pakistan ile Hindistan’ın bazı bölgeleridir. Türkiye’de ise

görüldükleri ana yerler Toroslar, Güneydoğu Anadolu ve

Konya Havzasıdır. Karakulaklar hepçil canlılardır ve

sincaplar, fareler, tavşanlar gibi kemirgenler ve kuşlar

onların ana besin kaynağıdır fakat meyve yedikleri ve

farklı hayvanları avladıkları da nadir de olsa

görülmektedir. Hindistan, Rajhastan’da karakulaklar

üzerinde yapılan bir araşdrma kemirgenlerin incelenen

karakulak popülasyonunun besin kaynağının %70’ini

oluşturduğunu tespit etmişfr. Karakulaklar Dünya

genelinde nesli tehlike aldnda olan bir tür olarak

kategorize edilmiyor olsalar da belirli bölgelerdeki

nesilleri tehlike aldndadır ve Türkiye de bu bölgelerden

biridir.

Bu türün nesli tehlike altında olmasının nedenleri bölgelere göre değişiklik göstermektedir.

Bu türün Türkiye’de nesli tehlike altında olan bir tür olmasının tespit edilen ana nedenleri yangınlar ve karakulak

türünün insan aktivitelerine olan hassaslığıdır fakat Dünya çapında aşırı avlanma nedeniyle de nesillerinin tehlike

altına girdiği bölgeler bulunmaktadır. Karakulak türünün Türkiye’deki yaşam alanlarında insan yerleşimi arttıkça

türün daha az görüldüğü gözlemlenmektedir. Tarım zararlıları olarak görülen kemirgen popülasyonlarının birçok

bölgede insan eliyle azaltılması da ana besin kaynakları arasında kemirgenler olan karakulak türünün yerleşimin

arttığı bölgelerde daha az görülmesinin önemli bir nedenidir. Karakulakların yaşam alanı içinde bulunan yerleşim

yerlerindeki evcil hayvanların da karakulak popülasyonuna hastalıklar taşıdığı tahmin edilmektedir. Karakulak

popülasyonları ve evcil hayvan popülasyonları etkileşim içinde olmasa da bir evcil hayvanın dışkısı, idrarı veya

salyası ile temas eden bir karakulak bu şekilde hastalık kapabilir. Türkiye’de özellikle son yıllarda daha sık

görülmeye başlayan orman yangınları da karakulak nüfusunun azalmasına sebep olmuştur. Türkiye’de

karakulakların yaşam alanının yaklaşık beşte birinin 2021 senesindeki yangınlar nedeniyle tahrip olduğu

düşünülmektedir.

“Caracal.” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, Inc., 13 Feb. 2023,

https://www.britannica.com/animal/caracal-mammal.

37


38

TÜRKİYE’DEKİ BAZI

İSTİLACI TÜRLER


ASLAN BALIĞI (Pterois miles)

Can Karagözlü

Hisar Lisesi – 9B

Aslan balığı (Pterois miles), kıyıya yakın, 50 metre

derinliğe kadar alanlarda yaşayabilen; Hint Okyanusu, Büyük

Okyanus ve Kızıldeniz’de yaşamını sürdüren tropikal bir balık

türüdür. Bu balık türü daha çok mercanlık ve kayalık

bölgelerde hayatını sürdürmeyi tercih eder. Şu anda 11 tane

tanımlanmış aslan balığı türü vardır. Aslan balıkları çizgili ve

uzun tüyleri ile kendine özel görünüşü olan balıklardan biridir.

Yetişkinleri 40 cm’ye kadar büyüyebilir. Gözlerinin üstünde ve

ağzının altında pektoral yüzgeçler vardır. Balık avlanırken

yüzgeçlerini açar ve avını sıkıştırır. Aslan balıkları pek çok deniz

canlıları ile beslenebilir. Bunlar küçük balıklar, yumuşakçalar

ve eklem bacaklılar olarak öne çıkar.

Aslan balıkları esaret altında ortalama 20 yıl yaşayabilir fakat doğada genel olarak 8 ila 12 yıl arasında

yaşarlar. Zehri ve dış görünüşü ile çok ilginç balık türlerinden biridir. Aslan balığı yüzgeçlerini açar ve avını köşeye

sıkıştırır. Eğer avın kaçma imkanı yoksa bu balığa yem olur. Üst kısımlarında olan iğnelere eğer bir insan değerse

terleme, solunum sorunları ve birkaç gün boyunca yanma olur. Bu zehrin en kötü sonucu ise ölümdür. Türkiye’de

aslan balıkları istilacı sınıfına girmekte ve her geçen gün sayıları giderek artmaktadır.

Aslan Balığı Nereden Geldi?

Aslan balığı avcı bir türdür yerli türlere yaşam alanı bırakmaz. Aslan balığı Türkiye’de çoğunlukla Edremit

Körfezi ve çevresinde görülür. Akdeniz’de ilk defa 1990 yılında raporlanan bu balık türünün Kızıldeniz’den Süveyş

Kanalı aracılığıyla doğrudan, yük gemilerinin balast tankları ile dolaylı olarak geldiği düşünülmektedir. Son yıllarda

ise iklim değişikliği ve sulardaki ısınma gibi sebeplerden dolayı hızla yayılan aslan balığı, İzmir’in kıyılarına kadar

geldi.

Aslan Balıklarının Ne Zararı Var?

Aslan balıkları yerli türlere karşı bir tehdittir. Bu balığın ana vatanı Asya’dır. Karayip ve Meksika

körfezlerinde de doğal bir ekosistemi vardır. Fakat bu balık Akdeniz’de istilacı bir tür olarak sınıflandırılır. Bu balık

türü yerli türlere göre hızlı bir şekilde ürer ve hızlı büyür. Aslan balıkları 4 günde 30-40 bin civarı yumurta bıraktığı

bilinmektedir. Zehirli bir balık türü olan aslan balığı bulundukları ortamdaki balıkları öldürür ve diğer balık türlerini

tehdit eder. Yerli balık türleri bu balığı tanımadıkları için bir tehdit olarak algılamaz ve kolay av olur. Özellikle de

yavru balıklarla beslendikleri için ekolojik devamlılığı sarsar. Ayrıca bu balıklar kıyılarda temas edilmesi durumunda

insanlara da zarar vermektedir. Ekolojik ve insan sağlığına yönelik tehditlerin haricinde aslan balığı ekonomiye de

zarar verir. Uzun süredir Türkiye’de olan balon balığı ile birlikte Türkiye’deki balıkçılık faaliyetlerinde ürün kaybına

neden olmaktadır. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Avlama Teknolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Vahdet Ünal, doymak bilmeyen aslan balıklarının balon balığından istilacılık açısından daha büyük bir kapasitesi

olduğunu söylemektedir.

Kaynakça

“Aslan Balığı.” Wikipedia, Wikimedia Foundafon, 6 Sept. 2022,

h{ps://tr.wikipedia.org/wiki/Aslan_bal%C4%B1%C4%9F%C4%B1.

“İsflacı Aslan Balığı Kıyılarımızda: Görürseniz Çöpe Atmayın.” Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın, 11 Nov.

2021, h{ps://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/isflaci-aslan-baligi-kiyilarimizda-gorurseniz-cope-atmayin-1883910.

Ntv. “Aslan Balığı Kuzey Ege'ye Çıkd.” Ntv.com.tr, NTV, 11 Nov. 2021,

h{ps://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/aslan-baligi-kuzey-egeye-cikf,d5rIFZQQdUev1MTM6c5kSg.

Varyozdöken, Melis. “Kıbrıs Sularında, Aslan Balıklarının ıṡflasına Karşı Mücadele Veriliyor!” Evrim Ağacı,

Evrim Ağacı, 22 Aug. 2019, h{ps://evrimagaci.org/kibris-sularinda-aslan-baliklarinin-isflasina-karsi-mucadeleveriliyor-640.

39


YEŞİL PAPAĞAN (Psittacula eupatria)

Taha Beran Haskaya

Hisar Lisesi – 9C

Ülkemizde bulunan iki tür papağandan biri olan “Yeşil Papağan” bir istilacı türdür. İstilacı tür, popülasyon

büyüklüğü aşırı artmış, böylece bulunduğu ortama zarar vermeye başlamış organizmalara verilen isimdir. Bu şekilde

tanımlanan türlerin çoğu diğer türlere göre bulunduğu ortama nötr etki de yapabilir ya da yararlı da olabilir. Fakat

bir tür istilacı olarak tanımlanıyorsa, bulunduğu ortamdaki diğer türleri olumsuz etkileyerek ekolojik, çevresel ya da

ekonomik hasara neden olur. Bu tanımlamadan anlaşılacağı gibi, bir türün zararlı olması ona “istilacı” sıfatı

kazandırmaktadır. Bu tanıma göre Yeşil Papağanlar istilacı türlerdir. Yeşil Papağanlar başka türler üzerinde rekabetçi

bir baskı kurmuşlardır. Ayrıca bazı ülkelerde Yeşil Papağanlar tarım ürünlerine verdikleri zarar sebebiyle de istilacı

tür olarak tanımlanmışlardır. Buna ek olarak meyve bahçeleri, mısır, tahıl gibi tarımsal ürünlere zarar verdiği için

tarım zararlısı olarak kabul edilirler. Popülasyon durumları artış göstermektedir, ülkemizde yaklaşık 1355 Yeşil

Papağan olduğu ve bunların 1000 tanesinin İstanbul’da olduğu tahmin edilmektedir. Yeşil papağan Türkiye’de her

geçen gün daha da yayılmakta ve nüfusu artış göstermektedir. Birçok ülkede uzun yıllar herhangi bir etki

göstermeksizin varlık gösteren bu türün nüfusu belli bir eşik değerin üzerine ulaştığında olumsuz etkilerinin arttığı

bildirilmektedir. Bu nedenle Yeşil papağanların Türkiye’de dağılım durumlarının, popülasyon büyüklüklerinin ve

etkilerinin izlenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması önemlidir.

Kaynakça

Perktaş, Yazar: Utku. “Yeşil Papağanlar Istilacı Tür Mü? - Yetkin Report: Siyaset, Ekonomi Haber-Analiz,

Yorum.” Yetkin Report | Siyaset, Ekonomi Haber-Analiz, Yorum, 13 June 2022,

https://yetkinreport.com/2022/06/12/yesil-papaganlar-istilaci-tur-mu/.

Yeşil Papağan – Terias Projesi, http://karasalistilacilar.org/yesil-papagan/.

40


KAPİBARA (Hydrochoerus hydrochoerus)

Çağan Tan Gündüz

Hisar Lisesi - 10A

Su maymunu veya kapibaralar (Hydrochoerus

hydrochaeris) ılık ve çok nemli arazileri seven, ana vatanı

Güney Amerika’ olmasına rağmen iklim değişikliği nedeniyle

çok çeşitli yerlerde görülen Dünya’nın yaşayan en büyük

kemirgen türüdür. Boyları 60 sanfmetreye kadar çıkabilen bu

hayvanlar, oldukça dayanıklıdır. En yakın akrabaları olan gine

fareleriyle (kobay fareleri) en büyük benzerlikleri burun

çevreleridir. Sulak alanların bu canlı için önemi ayaklarının

palet şeklinde olmasından anlaşılabilir. Yaşamlarını

sürdürdükleri habitatlar, yaşadıkları bölgeler değişse bile

değişmemişfr. Güney Amerika’da tropik ormanların büyük bir

çoğunluğunda görülebilen bu canlı, aynı zamanda ekvator

kuşağında tropikal bir iklimde yaşar. Kendilerinin en büyük

düşmanları puma ve piton gibi büyük yerel avcılardır, bu

avcılardan korunma yöntemi olarak sulak alanlarda toplu bir

şekilde yaşarlar ve çevikliklerini kullanırlar. Kendileri yok olma

tehlikesinden uzakdrlar fakat popülasyonları azdır ve nadir

bulunurlar.

Puma ve piton gibi avcılardan kaçmaları yine çok sevdikleri burunlarından geçer, bir genetik mucizesi olan

burunları onlara suyun altında uyuma yetisi kazandırır ve bu canlılardan gizlenmelerini sağlar. Kapibaraların

derilerinin kalın ve yağlı olması onların esnek bir sıcaklıkta yaşamasını ve aynı zamanda mekanik darbelere karşı

dayanıklı olmasını sağlar. Bu sayılan özellikler kapibara için ne kadar yararlıysa kapibaranın taşındığı yerlerdeki

bölgenin endemik türleri için bir o kadar tehdit unsuru oluşturur. Günümüzde bunun bir örneği olarak Amerika’nın

Florida eyaletinde bir hayvanat bahçesinde muhafaza edilen kapibaraların kaçması ve doğaya karışması sonucu,

vahşi kapibaralar buradaki dengeyi bozmuş ve kapibaraların yoğun tüketiciliği göz önüne alındığında büyük

sıkıntılar doğurur. Kapibaraların adaptasyonunun iyi olduğunu kanıtlayan bir diğer unsur ise IUCN listesinde en

düşük öncelikte kendisine yer bulmasıdır. 15 kişilik bir kapibara grubunda dişi çoğunluk görülmesi muhtemel

olmakla beraber liderlik görevi her zaman bir dominant erkek kapibara tarafından gerçekleştirilir. Bu liderlik

çiftleşmeyi etkilemez, dişi kapibaralar çiftleşeceği erkeği seçer ve bu durum lider kapibara haricinde kalan

erkeklerin de çiftleşmesine olanak sağlar. Çiftleşmeyi suda gerçekleştiren kapibaralar, dişi kapibaranın istemediği

bir çiftleşmeden kaçmasını sağlamak için suya dalmasına veya sudan çıkmasına olanak sağlar. Suda uyuyan ve suda

dinlenen kapibaralar ön ayak paletleri sayesinde suda çok çeviktirler.

Kapibaralar doğal ortamı dışında kürkü için yetiştirilen bir çiftlik hayvanı olarak karşımıza çıkar.

Bulgaristan’da yer alan çiftliklerden kaçan Kapibaralar Meriç Nehri’nde, İran ve Ermenistan’daki çiftliklerden kaçan

kapibaralar ise Arpaçay, Karasu ve Aralık Çayı’nda yabani bir popülasyon oluşturup hızla üremişlerdir. Ülkemizde

IUCN kapsamında koruma altında olan bu tür hem su altı florasını oluşturan bitkileri yiyerek yerel ekosistemi hem

de ekinleri yiyerek tarımsal üretime büyük zararlar vermektedir.

Kaynakça

Göksün, Ege. “Kapibara (Hydrochoerus Hydrochaeris).” Evrim Ağacı, Evrim Ağacı, 31 Dec. 2021,

https://evrimagaci.org/kapibara-hydrochoerus-hydrochaeris-11259.

“Capybara Facts.” Animals, https://www.nationalgeographic.com/animals/mammals/facts/cabybarafacts.

Frens, Kathryn. “Hydrochoerus Hydrochaeris (Capybara).” Animal Diversity Web,

https://animaldiversity.org/accounts/Hydrochoerus_hydrochaeris/.

41


42

Kulüp arkadaşlarımız bu sene Eskişehir Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen 4. Uluslararası Afet &

Dirençlilik Kongresi’nde ’’İklim Değişikliği ve Güvenli Kentler’’ temalı ortaöğretim öğrencileri arası

bilimsel poster yarışmasında birinci olmuştur. Arkadaşlarımızı tebrik ederiz.


“Doğa bir alternaff değil, yaşamın ta

kendisidir” diyor, Henry David Thoreau..

Sonra usta yönetmen James

Cameron'ın imzasını taşıyan 2009 yapımı film

geliyor aklımıza.. Film, Pandora adında uzaktaki bir

gezegenin kaynaklarını sömürmek için kurulan askeri Avatar programını

anladr, gezegene gi‰kten sonra Avatar bedenine zihnini aktaran Jake Sully,

Pandora’nın doğası ve oranın yerlileri ile kurduğu bağ sayesinde Dünya’da hiç

hissedemediği doğa ve canlı uyumunu, bu gezegende keşfeder...

“Ben doğayım. Doğa da ben…” anlayışından hareketle, döngünün içinde

bir parça olduğumuzu, bize iyi gelenin doğaya ve doğaya iyi gelenin de bize şifa

olacağına inanıyoruz. Tercihlerimiz bugünümüzü belirliyor dolayısıyla bireysel

anlamda sorumluluğu paylaşmamız gerekiyor diye düşünüyoruz. Ne yazık ki, insanoğlu bugün geldiği noktada tükefm limitlerini

aşmış gözüküyor. Bir Dünya’mız olmasına rağmen, 1.75 Dünya varmışçasına tükefyor.

Kulübün kurulma amacı çok naif bir dilek üzerine gerçekleşf; Çocuklarımız (öğrencilerimiz) ve biz, topraklanmak için

taflleri beklemek zorunda kalmayalım istedik. Toprağa dokunalım, ağaca sarılalım. Bakmakla, görmenin farkını hissetmekhisse‰rmek

istedik. Doğayla bir ve uyum içinde olduğumuzda, onun kendi kendini yenileme sürecini desteklemiş

oluyoruz. Almadan üretmenin mümkün olabileceğini göstermek istedik. Toprağın ne kadar cömert bir “veren el” olduğunu

uygulamalarla anlatmaya çalışdk. Kaynakları israf etmemek, ürefm tükefm alışkanlıklarımıza “sürdürülebilirlik” anlayışını

sokmak, her tür kaynağı bu düşünce ile daha etkin ve verimli kullanmak, temel ürefm biçimlerini tanımak, hızlanan ve giderek

doğadan uzaklaşan dünyalarımıza bir pencere açmak, fazla olanı bereketlendirmek, geleneksel saklama yöntemlerini

öğrenmek- öğretmek, en çok da “azın çok olabileceğini” göstermek istedik.

Kulübümüzün ismi “Doğaya Dönüş”ün “Dönüş” kısmı aslında hem tekrar insanı doğaya döndürmeyi hem de onda

yara ğımız her tür tahribadn aslında bize döndüğüne vurgu yapmak içindi. Dengeyi bozduğumuz her noktada aslında kendi

bütünsel sağlığımızı da bozmuş oluyoruz. Denize a ğımız plasfk bir gün, yediğimiz deniz ürünüyle hücremize giriyor olacak.

Verdiğimiz kirli gaz ciğerlerimizi, a ğımız kirli su cildimizi ve tüm işleyişimizi bozacak. Bugün anne sütünde bile mikroplasfk

bulunması durumun ne denli vahim olduğunun üzücü bir örneği. Diğer ana gayemiz ise, koklayarak, duyarak, dokunarak,

görerek kısaca duyumsayarak öğrenmenin asıl kalıcı öğrenme olduğunu ve okulun, sınıflardan, kitaplardan ve sınırları çizilmiş

kalıplardan fazlası - salt hayadn kucağı- olabileceğini anlatmakd. Sızrdan bir yaşam kurmaya çalışsaydı insanoğlu, doğada doğal

ortam ile neler yapabilirdi diye düşündürmek ve olası uygulamaları yerinde göstermek istedik. Kerpiçten kulübe yapmak,

toprağı ekip biçmek, probiyofk turşular kurmak, yaz sebzelerinden kışlık konserveler hazırlamak, okulun organik adklarını

bahçede kompost yaparak toprağa geri döndürmek bu hedeflerimize yönelik uygulamalar arasında.

Ayrıca öğrencilerimizin doğadaki sanad fark etmeleri için de ekolojik sanat temalı etkinlikler hazırladık. Okul

bahçesindeki bitkilerin sınıflandırılması, kozalak, yaprak gibi bölümlerin toplanması, bazı yaprakların kurutulup ayraç haline

gefrilmesi, bazı kozalaklardan anahtarlık yapılması, Ihlamur gibi çok yıllık ağaçların mikroskopik incelenmesi ve fotoğraflarının

çekilmesi, doğa temalı epoksi reçine kolye ve obje yapımı, petride özel proteinlerle boyanmış bakteri kolonileri biyoloji tabanlı

sanat çalışmalarımızın bazıları..

Bu bağlamda, çalışmalarımıza kadlmak, katkıda bulunmak isteyen öğrencilerimizi gelecek dönemlerde kulübümüze

bekliyoruz.

Tuğba Elif Teker /Biyoloji Öğretmeni

Pelin Güzel /Coğrafya Öğretmeni

43




Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!