27.12.2012 Views

Belarus Müslümanları - Diyanet İşleri Başkanlığı

Belarus Müslümanları - Diyanet İşleri Başkanlığı

Belarus Müslümanları - Diyanet İşleri Başkanlığı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Belarus</strong><br />

HAZİRAN 2011 • SAYI 146


Haziran 2011 - Sayı 146<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong> Adına<br />

Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni<br />

Dr. Yüksel SALMAN<br />

Sorumlu Yazı <strong>İşleri</strong> Müdürü<br />

Dr. Faruk GÖRGÜLÜ<br />

Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu<br />

Mustafa BAYRAKTAR (Dön. Ser. İşl. Müd.)<br />

Yayın Koordinatörleri<br />

Sedat MEMİŞ - Bekir GÖKSEL<br />

Tashih<br />

Sedat MEMİŞ - Said ŞAN - Bekir GÖKSEL<br />

Haber ve Fotoğraf<br />

Ahmet ARSLAN - Burhan ÇİMEN<br />

Arşiv<br />

Ali Duran DEMİRCİOĞLU<br />

Dizgi<br />

Latif KÖSE<br />

Abone <strong>İşleri</strong><br />

Tel: (0312) 295 71 96-97 Fax: (0312) 285 18 54<br />

e-mail: dosim@diyanet.gov.tr<br />

Yurt Dışı Yıllık Abone Şartları<br />

A.B. Ülkeleri 24 Euro, İsveç, Danimarka 200 Kron,<br />

İsviçre 36 Frank. Diğer ülkeler için Euro esas<br />

alınacaktır. Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye<br />

İşletme Müdürlüğünün T.C. Ziraat Bankası Ankara-<br />

Akay Şubesindeki TR 84 000 1000 7600 5994<br />

308-5001 Nolu hesabına yatırılması ve makbuzun<br />

fotokopisi ile aboneliğin hangi sayıdan başlayacağını<br />

bildirir bir mektubun "<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong> Döner<br />

Sermaye İşletme Müdürlüğü Üniversiteler Mahallesi<br />

Dumlupınar Bulvarı No:147/A 06800<br />

Çankaya/ANKARA" adresine gönderilmesi gerekir.<br />

Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın<br />

<strong>Diyanet</strong> Avrupa Aylık Dergi (Türkçe)<br />

Temsilcilikler<br />

Yurt dışı: Din Hizmetleri Müşavirlikleri,<br />

Din Hizmetleri Ataşelikleri<br />

Yönetim Merkezi<br />

Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />

Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar Bulvarı No:147/A<br />

06800 Çankaya/ANKARA<br />

Tel: (0312) 295 73 06 Fax: (0312) 284 72 88<br />

e-mail: diniyayinlar@diyanet.gov.tr<br />

avrupahaber@diyanet.gov.tr<br />

Dergide yayımlanacak yazılarda düzeltme<br />

ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel<br />

sorumluluğu, yazarlarına aittir.<br />

Grafı̇ k-Baskı<br />

Sonsöz Matbaacılık Ltd. Şti.<br />

İvedik OSB Matbaacılar Sitesi 35. Cadde<br />

No: 56-58 Yenimahalle/ANKARA<br />

Tel: (0312) 394 57 71 Fax: (0312) 394 57 74<br />

Basım Yeri : ANKARA<br />

Basım Tarihi : 13.06.2011<br />

ISSN: 1302-3225<br />

Her ay ele aldığı konularla dost ve kardeş ülkeler arasında gönül köprüleri<br />

kuran, insanımızı dünyanın çeşitli ülkelerindeki kardeşlerimizle buluşturarak<br />

gönül coğrafyamızı tanıtmaya çalışan <strong>Diyanet</strong> Avrupa Dergimiz, bu sayıda<br />

da sizleri yüz yirmi bin Müslümanın yaşadığı <strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti ile<br />

tanıştırıyor.<br />

1991 yılında bağımsızlığına kavuşan <strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti, yüzde<br />

doksan beşlere ulaşan üniversite mezunu oranıyla Avrupa’nın en eğitimli<br />

ülkelerinden biridir.<br />

Yetmiş yıllık dine soğuk bakış yıllarında dahi kültürlerine sahip çıkan <strong>Belarus</strong><br />

<strong>Müslümanları</strong>, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra İslam’a ve kültürel<br />

değerlerine daha büyük bir aşkla sarılmaya başladılar.<br />

Geçmişte kalan zorlu yılların ardından <strong>Belarus</strong>’ta yaşayan Tatar Müslümanlar,<br />

dinlerini rahatça yaşama ve kültürlerini gelecek kuşaklara aktarma çabası<br />

içerisindeler. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”<br />

hadisinin müjdesine nail olmak için büyük bir azimle Kur’an kurslarına ilgi<br />

göstermektedirler.<br />

Tatar <strong>Müslümanları</strong> geçmiş nesillerin yaşadıkları zorlukları göz önüne<br />

alarak, geleceğe umutla bakmak ve aydınlık bir geleceği inşa etmek<br />

için büyük bir gayretle dini müesseseleri geliştirmeye başlamıştır. Kısıtlı<br />

imkânlarla cami, Kur’an kursu yapma gayreti içerisindedirler. Ülkedeki birkaç<br />

eski cami dışında, namaz kılacak bir mescit bulunmamakta, bu yüzden<br />

ibadetlerini derme çatma binalarda ve inşaat halindeki camilerde zorluklarla<br />

yerine getirmektedirler. Cami ve mescitlerin yapımında yeterince destek<br />

alamadıkları için kendi imkânlarıyla ve <strong>Başkanlığı</strong>mızın desteğiyle bu ağır<br />

yükün altından kalkmaya çalışmaktadırlar.<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mız ve <strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong> arasındaki dayanışma ve<br />

yardımlaşma gün geçtikçe artarak devam etmektedir. Özellikle <strong>Belarus</strong>’lu<br />

gençlerin ülkemizdeki din eğitimi veren kurumlarda eğitim almaları için<br />

her türlü destek verilmektedir. Kardeş şehir kapsamında da başkent Minsk<br />

ile eşleştirilen Malatya ilimiz ve Müftülüğümüz, “Din kardeşinin ihtiyacını<br />

karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin<br />

Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.” hadisi şerifi nden<br />

hareketle, burada yaşayan kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karşılamak için büyük<br />

gayret göstermektedir.<br />

<strong>Belarus</strong>’ta en çok dikkat çeken şey, halkın baskı dönemlerinde bile<br />

İslam ve Osmanlı kültürünü muhafaza etmesidir. Mezar taşlarındaki ay<br />

yıldızlı ambleme kadar ecdadımıza karşı vefa duygularını ifade etmekte<br />

ve muhabbetlerini göstermektedirler. Ayrıca Türkçe ve Osmanlıca<br />

bilmemelerine rağmen Cuma namazlarında hutbeler Osmanlıca ve Arapça<br />

okunmakta, bayram ve teravih namazlarında Türkçe ilahi ve kasideler<br />

söylenmektedir. Bütün bunlar Tatar <strong>Müslümanları</strong>nın dini kimliklerini<br />

günümüze kadar taşımalarına imkân sağladığı gibi, Tatar <strong>Müslümanları</strong>nın<br />

bizlerle iletişimini kolaylaştırmakta ve gönül bağlarımızı güçlendirmektedir.<br />

<strong>Diyanet</strong> Avrupa Dergi olarak, kardeşlerimizin bize, bizim de onlara olan kalbi<br />

yakınlığını dile getirmek, bizlere ayrıca bir mutluluk vermektedir.<br />

Dergimizde ilgiyle okuyacağınız gündem konuları dışında, içinde<br />

bulunduğumuz üç ayların manevi iklimini hissedeceğiniz ve zevkle<br />

okuyacağınız yazılara da yer verdik. Bu vesile ile içinde bulunduğumuz<br />

üç ayların soydaş ve dindaşlarımıza hayırlar getirmesini Cenab-ı Haktan<br />

niyaz ediyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gündemli sayımızda buluşmayı<br />

temenni ediyorum.<br />

Haziran 2011 - 146 1


2<br />

1 EDİTÖRDEN<br />

Dr. Yüksel Salman<br />

4 BAŞYAZI<br />

Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />

5 GÜNDEM<br />

<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong><br />

Hüseyin Şen Yücel<br />

11<br />

Haziran 2011 - 146<br />

içindekiler<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mızın Beyaz Rusya (<strong>Belarus</strong>) <strong>Müslümanları</strong>yla ilişkisi<br />

Kemal Hakkı Kılıç<br />

15 DİN-DÜŞÜNCE-YORUM<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in vefatı<br />

Doç. Dr. Fatih Yahya Ayaz<br />

18<br />

21<br />

23<br />

25<br />

Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin önemi<br />

Dr. Abdülkadir Erkut<br />

DİN VE SOSYAL HAYAT<br />

Kur’an sevgisi<br />

Muammer Yılmaz<br />

Din ve çevre<br />

Yrd. Doç. Dr. A. Vehbi Ecer<br />

Maneviyat iklimi üç aylar<br />

Dr. Ömer Menekşe<br />

29 AİLE<br />

Örnek baba Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

Doç. Dr. Adem Apak<br />

33<br />

Gurbetçi çocuklarımızın öğrenim zorlukları<br />

Prof. Dr. Sefa Saygılı


5<br />

<strong>Belarus</strong><br />

11<br />

15 18 21 23 25 29<br />

�����������������������<br />

TARİH - KÜLTÜR - SANAT<br />

Göçün 50. yılında Türkçe ve Almanca’nın<br />

birbirleri ile etkileşimi<br />

Doç. Dr. Ömer Yılmaz<br />

35<br />

Din, Sanat ve Şehir<br />

Kuddusi Doğan 38<br />

ŞEHİR VE İNSAN<br />

Kocaeli<br />

Veli Değirmenci<br />

PORTRE<br />

Hazreti Osman<br />

Mukadder Arif Yüksel<br />

BİR AYET BİR YORUM<br />

İki tip insan<br />

Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />

BİR HADİS BİR YORUM<br />

En büyük cemaat<br />

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal<br />

40<br />

44<br />

47<br />

51<br />

HABERLER 53<br />

BULMACA<br />

Ali Duran Demircioğlu 64<br />

Haziran 2011 - 146 3


4<br />

başyazı<br />

Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanı<br />

VEFAKÂRLIK ve AHDE VEFA<br />

Vefakârlık ve ahde vefa, İslam ahlakının<br />

temel umdeleri olarak kabul edilmiş,<br />

her ikisi de Allah’la ilişkilerimizi<br />

tanzim etmeleri cihetiyle imanla ilişkilendirilmiş,<br />

birey-toplum ilişiklerini düzenleyen<br />

yönüyle de hukuki müeyyidelere<br />

bağlanmıştır. Her iki haslet de<br />

İslam’ın ahlaki erdemler hiyerarşisinde<br />

en üst mertebelerde tutulmuştur.<br />

Mümin, her şeyden önce Rabbine<br />

karşı hakşinas, kadirbilir ve vefakârdır.<br />

Rabbine karşı vefakâr olan, O’nun<br />

kullarına karşı da kadirşinas ve<br />

vefakâr davranacaktır. Annemize, babamıza,<br />

eşimize, dostumuza karşı her<br />

türlü vefasızlığımız ve kadirbilmezliğimiz,<br />

Rabbimize karşı vefamıza da gölge<br />

düşürecektir.<br />

Aynı hususlar ahde vefa için de fazlasıyla<br />

söz konusudur. Zira insan daha<br />

varlık sahnesinde vücut bulmadan<br />

önce hayatının en büyük ahdini, en<br />

büyük sözünü hem de varlık âleminin<br />

Rabbine vermiştir. İnsan bir misakla<br />

varlık âlemine gelmiştir. Yüce Allah’ın<br />

elest bezminde “Ben sizin Rabbiniz<br />

değil miyim?” hitabına: “Evet (buna)<br />

şahidiz.” (A’raf, 172) diyerek karşılık veren<br />

insan, böylece büyük bir emanet<br />

ve ağır bir sorumluluk üstlenmiştir. Bu<br />

emanet dağlara tevdi edilmiş, dağlar<br />

bu emaneti yüklenmekten kaçınmışlardır.<br />

İnsanoğlu bu büyük sözünde<br />

durmayıp emanete ihanet ettiğinde<br />

zalûm (çok zalim) ve cehûl (çok cahil)<br />

sayılacağını bile bile büyük bir<br />

cesaretle bu emaneti kabul etmiş ve<br />

Allah’a söz vermiştir. (Ahzab, 72)<br />

İnsanoğlunun verdiği bu söz, sıradan<br />

bir söz değildir. Yaratıcısına ver-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

diği bir ahittir, bir misaktır. Varoluşumuzun nihai anlamı, verdiğimiz bu ahde<br />

sadakatimizde yatmaktadır. Bu aynı zamanda hayatımızın ve yaratılışımızın<br />

da gayesidir. Bu söze sadık kalan kişi, hiçbir zaman ahde vefasızlık etmez.<br />

Dolayısıyla ahde vefanın gerçek manası, Allah’a verdiğimiz erdemli ve güvenilir<br />

olma sözümüzü hatırlayıp, ne pahasına olursa olsun bu söze sadakat<br />

göstermekle başlar. İnananlar olarak ahlak telakkimiz, verdiğimiz söze ne<br />

derece sadık kaldığımız ile yakından ilgilidir.<br />

Kur’an’da, verilen sözlerin yerine getirilmemesi Allah katında en sevimsiz<br />

davranışlardan biri olarak kabul edilmekte, dünyevi beklenti ve çıkar nedeniyle<br />

verdiği sözden dönenler, “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini<br />

az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur.<br />

Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları<br />

temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” (Al-i İmran, 7) ayet-i<br />

celilesi ile uyarılmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de verilen her sözü<br />

borç ve emanet olarak telakki etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Emanete riayet<br />

etmeyenin (gerçek manada) imanı yoktur. Ahde vefa göstermeyenin (hakiki<br />

manada) dini yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, III, 134)<br />

Günlük hayatın akışı içinde yeni konuşmaya başlayan çocuğumuza verdiğimiz<br />

sözden, nikâhta eşlerimize verdiğimiz söze -ki bu, manevi boyutuyla bir<br />

misak, hukuki boyutuyla bir akit, ahlak boyutuyla ise bir ahittir- iş anlaşmalarından<br />

topyekûn millete verdiğimiz söze varıncaya kadar, her söz sorumluluktur.<br />

Ve verdiğimiz her söze karşı ahde vefamız, aslında Allah’a verdiğimiz<br />

söze/misaka sadık kaldığımızın bir göstergesidir.<br />

Vefakârlık ve ahde vefa, aynı zamanda peygamberlerin temel özelliklerinden<br />

biridir. Bütün peygamberler hem Allah’a, hem insanlığa, hem de bütün<br />

varlığa son derece vefalı davranan, sözlerinde duran kişilerdir. Kur’an,<br />

yeri geldikçe bize o eşsiz vefa örneklerinin hayatlarından söz eder. Örneğin<br />

Allah’ın dostu ve nebilerin babası Hz. İbrahim, Nemrut’un ateşini göğüslerken<br />

vefasından hiçbir şey kaybetmemiştir. Oğlu İsmail ile beraber yaşamış<br />

oldukları ağır imtihanı Allah’ın ahdine gösterdikleri vefalarıyla başarmışlardır.<br />

Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim’in vefasını “Yoksa, Musa’nın ve çok vefakâr<br />

olan İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?”<br />

(Necm, 36-37) ayetiyle dikkatlerimize sunar.<br />

Bütün hayatı boyunca vefakârlığı bir erdem olarak öğreten ve yaşatan<br />

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de, çevresindekilere küçük yaştan itibaren<br />

vefakâr davranmanın önemini aşılamıştır. En küçük iyilikler için dahi vefa<br />

gerektiğine vurgu yapan Allah Rasûlü, iyi ve kötü günde beraber olan, hüznü<br />

ve sevinçleri birlikte yaşayan eşlerin ve aile fertlerinin birbirlerine karşı<br />

vefakârlığına özel bir vurgu yapmış ve kendisi de bunun en güzel örneklerini<br />

sergilemiştir.<br />

Unutulmamalıdır ki, verilen sözlerin tutulması, ahde vefa, (Al-i İmran, 76) antlaşmalara<br />

riayet, birey olarak kurtuluş vesilesi, toplum olarak da huzur ve<br />

barış unsurudur. Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet<br />

edilmeyen anlaşma ise, toplumsal çöküşü hızlandıracak, ahirette de bize büyük<br />

sorumluluklar yükleyecektir. Söz, Müslümanın onurudur. Söze sadakat,<br />

dünyada onur ve güven, ahirette ise Yüce Allah’ın iltifat ve rızasını kazanmaktır.<br />

Bir müminin Allah’a verdiği söz ile, peygambere mirasçı olmaya namzet bir<br />

âlimin, yahut topluma dini mübini İslam’ı anlatmayı, mihrap, minber ve kürsü<br />

vazifesini deruhte etmeyi üstlenmiş bir insanın sözü aynı değildir. Zira<br />

ikincisi, bildiği bütün hakikatleri gizlemeden, saklamadan insanlığa anlatmaya<br />

ve o bilgi doğrultusunda hayatını tanzim edip yaşamaya söz vermiştir.<br />

Mihrap bir emanettir, kürsü bir emanettir, minber bir emanettir. Ve her biri<br />

için hem Rabbimize hem de bütün topluma verdiğimiz bir söz ve ahd-ü peymanımız<br />

vardır. Yüce Rabbimiz bizleri, hem kendisine hem de kullarına verdiğimiz<br />

sözlere vefadan ayırmasın.


gündem<br />

<strong>Belarus</strong><br />

<strong>Müslümanları</strong><br />

Hüseyin Şen Yücel<br />

<strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti<br />

Koordinatör Din Görevlisi<br />

Ülkenin orta bölümlerinde yer alan başkent Minsk,<br />

etkileyici bir Avrupa başkentidir. Çok sayıda park<br />

ve bahçeye sahiptir. Kent merkezinde yer alan<br />

Tsentralnaja, ülkedeki en güzel meydanlardan biridir.<br />

Beyaz Rusya, tabii güzellikleri ve<br />

zengin tarihi yapılarıyla akıldan<br />

çıkmayacak mekanlar ve izler<br />

barındıran bir ülkedir.<br />

Beyaz Rusya topraklarının üçte<br />

biri derin ormanlarla kaplıdır.<br />

Kayın ağaçlarıyla bezenmiş koruluklar,<br />

geniş yeşil düzlükler ve<br />

engebeli araziler, tahtadan yapılmış<br />

evlerden oluşan panoramik<br />

köyler, yoğun ormanların arasına<br />

gizlenmiş geniş bataklıklar ve<br />

binlerce göl, ülke coğrafyasının<br />

ana temalarıdır. Neman, Pripyat<br />

ve Dnepr nehirleri, ülkedeki<br />

nehirlerin en büyük olanlarıdır.<br />

Raubichi yakınlarındaki Minsk<br />

Gölü, çok sayıda adacık barındırır<br />

ve gür çam ağaçlarıyla çevrilidir.<br />

Ülkenin kuzeyinde bulunan<br />

Braslav Göl Bölgesi, bot gezintileri<br />

için mükemmel bir yerdir.<br />

Bu ormanlık bölgede yer alan<br />

onlarca gölün çoğu, birbirlerine<br />

kanallarla bağlıdır.<br />

Beyaz Rusya; Ortaçağ’dan kalma<br />

kale ve manastırların, 12.<br />

yüzyıla kadar uzanan çok sayıda<br />

mimari eserin bulunduğu bir<br />

ülkedir. Ülkenin orta bölümlerinde<br />

yer alan başkent Minsk,<br />

etkileyici bir Avrupa başkentidir.<br />

Çok sayıda park ve bahçeye sahiptir.<br />

Kent merkezinde yer alan<br />

Tsentralnaja, ülkedeki en güzel<br />

meydanlardan biridir.<br />

Minsk iki milyon nüfusa sahiptir.<br />

Doğu Avrupa’da yer alan Beyaz<br />

Rusya; Polonya, Litvanya, Leton-<br />

Haziran 2011 - 146 5


6<br />

<strong>Belarus</strong> halkının İslam’a bakışı hayli hoşgörülüdür. İslam hakkındaki kanaatleri daha çok<br />

basın ve yayın organlarının yayınladığı program ve haberlere dayanmaktadır. İslam adı<br />

kullanılarak yapılan her olumsuz olay insanların düşüncelerini olumsuz etkilemektedir.<br />

ya, Rusya ve Ukrayna ile sınır<br />

komşusudur.<br />

Soğuk kışların, serin ve nemli<br />

yazların yaşandığı bir ülkedir.<br />

Temmuz ve ağustos ayları, ülkenin<br />

en ılık ve yağışlı geçtiği<br />

dönemdir.<br />

<strong>Belarus</strong>ça resmi dil olmakla birlikte;<br />

çoğunlukla konuşulan dil<br />

Rusça’dır.<br />

Para birimi <strong>Belarus</strong> rublesidir.<br />

<strong>Belarus</strong>’ta Dinî Hayat<br />

<strong>Belarus</strong> gelişmiş eğitim sistemiyle,<br />

yüzde doksanbeşlere<br />

ulaşan üniversite mezunu<br />

oranıyla Avrupa’nın en eğitimli<br />

ülkelerinden biri haline gelmiştir.<br />

Okuma yazma oranının yüksekliği<br />

günlük yaşamda kendisini<br />

Haziran 2011 - 146<br />

hissettirerek düzenli, temiz ve<br />

disiplinli yaşam olarak hayata<br />

yansımaktadır.<br />

<strong>Belarus</strong>’ta <strong>Müslümanları</strong>n dinî<br />

hayatı bu ülkenin vatandaşı olan<br />

Tatar Müslümanlar tarafından<br />

yürütülmektedir. Açıkça söyleyebiliriz<br />

ki, bu ülkede bütün<br />

dinlere karşı engin bir hoşgörü<br />

vardır. <strong>Belarus</strong> halkının İslam’a<br />

bakışı hayli hoşgörülüdür. İslam<br />

hakkındaki kanaatleri daha çok<br />

basın ve yayın organlarının yayınladığı<br />

program ve haberlere<br />

dayanmaktadır. İslam adı kullanılarak<br />

yapılan her olumsuz olay,<br />

insanların düşüncelerini olumsuz<br />

etkilemektedir. Dinin yok edilmeye<br />

çalışıldığı uzun bir dönemden<br />

(resmi ifade ile din durdur-<br />

ma günlerinden) sonra 1990’lardan<br />

itibaren ortaya çıkan açıklık<br />

politikası bu bölgelerde din duygusunun<br />

tekrar yeşermesine yol<br />

açmış ve yeniden mabetler inşa<br />

edilmeye başlanmıştır. Bugün<br />

itibarıyla <strong>Belarus</strong>’ta her mahalleye<br />

bir kilise yapma politikası çerçevesinde,<br />

hızla mabetler inşa<br />

edilmektedir. Yapılan mabetlerin<br />

hiçbirine devlet tarafından mali<br />

kaynak verilmemekte, sadece<br />

yer tahsisi, planlaması, inşaat<br />

ve harcamaların takibi devletin<br />

organları tarafından yerine getirilmektedir.<br />

Kiliseler mali kaynaklarını,<br />

sosyal hayatın her alanına<br />

konan yardım kutularında<br />

toplanan paralarla oluşturmakta<br />

ve inşaatlarını bu şekilde de-


vam ettirmektedirler. Bu yardım<br />

kutusu alanlarına örnek olarak<br />

havaalanları, turistik mekanlar,<br />

restoran, market, hastane, tren<br />

istasyonları, devlet dairelerinin<br />

girişleri ve bankaları sayabiliriz.<br />

<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong>nın hayatlarına,<br />

İslamî yaşam, geleneğin<br />

yeniden yaşama geçirilmesi<br />

çerçevesinde geçmişlerini anma<br />

maksatlı mezar günleri adıyla<br />

takvimleştirdikleri günlerle<br />

başlamıştır; ve en yaygın din<br />

kültürü mezar günü kültürüdür.<br />

<strong>Belarus</strong>’ta bütün Tatar yerleşim<br />

yerlerinin, yıl içinde belirlenmiş<br />

mezar günleri vardır. Mayıs ayında<br />

başlar ve her hafta sonu değişik<br />

bir mezarlıkta anma programları<br />

düzenlenir ve ekim ayına<br />

kadar devam eder. Bu törenler<br />

bayram namazlarından daha<br />

kalabalık olur. Kur’an okuyup<br />

dua etmesini bilenler tarafından<br />

her mezar tek tek ziyaret edilir,<br />

eller mezara değdirilerek salavat<br />

ve tesbihat içeren metinler okunur,<br />

okuma esnasında ziyarete<br />

gelen insanların birbirlerine vermek<br />

üzere getirdikleri meyve ve<br />

çikolatadan oluşan yiyecekler de<br />

mezarların üzerine konur, bütün<br />

mezarlar okunup temizlikleri<br />

de bittiğinde herkes birbirine<br />

bu yiyecekleri sadaka adıyla<br />

dağıtır. Son yıllarda <strong>Diyanet</strong><br />

<strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong> Din Görevlileri<br />

Yöneticiliği bu programlara katılmakta,<br />

böylece programlar daha<br />

özenli yapılmakta ve dinimizin<br />

bu konudaki emir ve yasakları,<br />

dinin özünde olmayan yanlış<br />

uygulamalar gelen ziyaretcilere<br />

anlatılmaktadır. Yapılan dinî<br />

toplantılarda, bölge din cemiyet<br />

başkanları, şikayet olarak şimdiki<br />

gençlerin mezarlara gereken<br />

ilgiyi göstermediklerini, yapılan<br />

anma ve temizlik çalışmalarına<br />

katılmamalarını bir şikayet olarak<br />

arz etmektedirler.<br />

Bölge din cemiyet başkanlarının<br />

yetkileri, <strong>Belarus</strong> Devleti Din<br />

Komitesince belirlenmiştir. Bunlar<br />

ilgili yerleşim yerinde Müs-<br />

Haziran 2011 - 146 7


8<br />

lüman Tatarlar’ın temsilcileridir.<br />

Bunlardan iki tanesi bayandır ve<br />

toplam dokuz din cemiyet başkanı<br />

vardır. Bunlar ihtiyaçlarını<br />

<strong>Belarus</strong> Müftüsü’ne bildirirler,<br />

sahip oldukları Müslüman nüfusu<br />

oranında temsilciyle, müftülük<br />

ve kurullarını seçerler. Bu<br />

kurullar kurban organizasyonları<br />

ve iftar programlarında ihtiyaç<br />

sahiplerini tespit eder ve yapılan<br />

yardımları yerine ulaştırırlar. İbadethanelerin<br />

işleyişini, temizliğini<br />

ve tamirat organizasyonlarını<br />

yerine getirirler.<br />

<strong>Belarus</strong> Müftüsü, beş yılda bir<br />

Tatar <strong>Müslümanları</strong> arasından<br />

seçilir. <strong>Belarus</strong> Devleti tarafından<br />

müftüye, ülkede, İslamî yaşamı<br />

organize etme, din eğitimini<br />

planlama ve bu işler için diğer<br />

ülkelerden öğretici ve okuyucu<br />

davet etme yetkisi verilmiştir.<br />

Müftü, doğum, ölüm ve evlenmelerde<br />

belge düzenler. Gelen<br />

Haziran 2011 - 146<br />

diğer ülke görevlilerinin vize<br />

işleriyle ilgili çalışmalar yapar.<br />

<strong>Belarus</strong> Müftülüğü’nün ibadethane<br />

olarak kullandığı şantiye,<br />

kardeş şehir projesi çerçevesinde<br />

Malatya Müfülüğü ve halkının<br />

katkılarıyla onarılmış, bugün 350<br />

kişilik cemaatın namaz kılabileceği<br />

bir mekan haline getirilmiştir.<br />

Müftülük, bu mescidin köşe-<br />

sinde 10 metrekarelik küçücük<br />

bir odanın içinde faaliyetlerini<br />

yerine getirmeye çalışmaktadır.<br />

<strong>Belarus</strong> Müftülüğü’nün en büyük<br />

projesi, 2003 yılında başlayan<br />

başkent Minsk’in ilk camisini<br />

inşaa etme projesidir.<br />

Bu ülkede yaklaşık 30 bin Müslüman<br />

yaşadığı ilgililerce ifade<br />

edilmektedir. Başkentte, bu


şantiyeden çevrilme mescitten<br />

başka ibadethane yoktur. Yapılacak<br />

cami de tek olacaktır. Cami<br />

inşaatının proje aşamasında<br />

birçok İslam ülkesi yardım sözü<br />

vermiş olmasına rağmen, bunların<br />

çoğu kağıt üzerinde kalmıştır.<br />

Cami, İslam Kültür Merkezi olarak<br />

planlanmıştır. Bünyesinde;<br />

müftülük, idare odaları, okuma<br />

salonları, kütüphane, misafi rhane<br />

ve konferans salonu bulunmaktadır.<br />

Yıllardır devam eden<br />

bu inşaatın bitmesi için iki buçuk<br />

milyon dolara ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Bugün itibarıyla iki milyon<br />

nüfuslu Minsk’te ibadetler,<br />

Malatya Müftülüğü ile Minsk<br />

Müftülüğü’nün kardeş şehir<br />

projesiyle, Malatya halkı ve <strong>Başkanlığı</strong>mızın<br />

katkılarıyla tadilat<br />

edilerek mescide çevrilen mekanda<br />

eda edilmekte, 10 metrekarelik<br />

bir köşesinde de Müftülük<br />

idare odası bulunmaktadır.<br />

Bu mekanda cumartesi günleri<br />

bayanlara, pazar günleri ise çocuklara<br />

düzenli olarak din dersi<br />

verilmektedir. İslam Kültürü’nün<br />

bütün aktiviteleri kısıtlı imkanlar<br />

çerçevesinde bu mescitte yerine<br />

getirilmektedir. Cuma namazlarına<br />

dört yüz, bayram namazlarına<br />

ortalama iki bin Müslüman<br />

iştirak etmektedir. Minsk mescidinde<br />

bütün İslam ülkelerinden<br />

Müslümanlar ibadet etmektedir.<br />

Her ülke Müslümanı, kendi mezhepleri<br />

ve adetleri temelinde<br />

ibadetini yerine getirmektedir.<br />

Kısaca Minsk’teki cuma namazları<br />

kılanlara baktığımızda minik<br />

bir kabe cemaati profi li sergilenmektedir.<br />

Tatar mimarisinin temsil edildiği<br />

iki mescit Novagurodok şehrindedir.<br />

Cami ve ibadet kültürü<br />

olarak baktığımızda karşımıza en<br />

önemli örnek İvya Kasabası’dır.<br />

Bu kasabadaki camilerin, ibadetlerin,<br />

Osmanlı Enderun ya<br />

da Cumhur Müezzinliği’nin,<br />

yetmiş yıllık din durdurma zamanlarında<br />

bile yaşatılabilmiştir.<br />

Cuma namazlarında, hutbede<br />

sadece Osmanlıca ve Arapça<br />

metinler okunur, namazlarda<br />

da imamın sesini sadece fatiha<br />

ve zammı surede duyabilirsiniz,<br />

komutların ilk harfi ni söyler tam<br />

komutları müezzin verir. Cuma<br />

namazlarından önce uzun bir<br />

sûre, Kur’an-ı Kerim elden ele<br />

dolaştırılarak bütün cemaatın<br />

okumasıyla tamamlanır. Namaz<br />

sonunda peygamberler ve dört<br />

büyük meleğin isimlerinden oluşan<br />

esmayı, bütün cemaat koro<br />

halinde okur ve Haşr sûresinin<br />

son ayetlerinin okunması ve<br />

imamın duasıyla iki saate yakın<br />

süren cuma namazı sona erer.<br />

Bayram ve teravih namazlarında<br />

değişik Osmanlıca ilahi ve kasideler<br />

okunur, cenazelerde yedi<br />

hatim okunur, devirleri yapılır.<br />

‘’Esnasında aldım, kabul ettim,<br />

Haziran 2011 - 146 9


10<br />

gene sana heybe eyledum.’’<br />

gibi Türkçe ifadeler, tek kelime<br />

Türkçe bilmeyen yerel imam ve<br />

cemaat tarafından tekrar edilir.<br />

<strong>Belarus</strong> Tatarları, Tatarca ya da<br />

Türkçe konuşamamaktadır; ama<br />

kültürleri asimile olmamıştır ve<br />

bununla da onur duymaktadırlar.<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mız bu bölgedeki<br />

kültür merkezinin tadilatını<br />

planlamaya almış, bürokratik<br />

işlemlerden dolayı iyileştirme<br />

tamamlanamamıştır.<br />

Başkent Minsk’in havaalanı yakınındaki<br />

Smiloviç Köyü, Brest,<br />

Slonim, Aşmani, Maladeçno,<br />

İvya, Keleks Şehri’nde birer ve<br />

Novagurodak Şehri’nde de iki<br />

tane olmak üzere on mescit,<br />

Müftiyat’a bağlı olarak Müslümanlara<br />

hizmet vermektedir.<br />

Bunlardan başka mayıs ayında<br />

başlayan, ekim ayına kadar<br />

her hafta sonu Tatar yerleşim<br />

bölgelerinde mezar günleri çer-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

çevesinde, kültür toplantıları icra<br />

edilmektedir. Müslüman Tatarların<br />

bayramlarda, mezarlıklara yakınlarını<br />

anmak için daha kalabalık<br />

geldiklerini de görürüz. Tatarlar<br />

için mezarlık her şeydir, üzerlerine<br />

titrerler, temizliklerini düzenli<br />

olarak yerine getirirler. Mezar<br />

taşlarında ay yıldızlı amblem olmazsa<br />

olmazdır, bu kültürü eski<br />

mezar taşlarında daha sanatsal<br />

ve kültürel izleriyle görebiliriz.<br />

<strong>Belarus</strong>’ta Tatar Kültürü’nün<br />

somutlaştırılmasında, <strong>Belarus</strong><br />

Müftüsü’nün ve yöneticilik ofi simizin<br />

kardeş şehir programının<br />

önemli katkısı vardır. Düzenli<br />

olarak mescitlerde iftarlar ya da<br />

iftar paketleri verilmekte, kurbanlarda<br />

vekaleten kurbanların<br />

dağıtımı yapılmakta ve Kutlu<br />

Doğum vb. programlar düzenlenerek<br />

İslam kültürü canlı tutulmaktadır.


gündem<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mızın<br />

Beyaz Rusya (<strong>Belarus</strong>)<br />

<strong>Müslümanları</strong>yla<br />

ilişkisi<br />

Kemal Hakkı KILIÇ<br />

Avrasya Ülkeleri Daire Başkanı<br />

Ebubekir Şabanoviç, <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong>na atanan<br />

Prof. Dr. Mehmet Görmez’i tebrik etmek, ayrıca Minsk’te<br />

inşası devam eden cami konusunu görüşmek amacıyla<br />

04-06 Nisan 2011 tarihleri arasında <strong>Başkanlığı</strong>mıza ve<br />

Kardeş Şehir Malatya’ya Minsk Din Cemiyeti Başkanı<br />

İldar Galiyey’le birlikte ziyarette bulunmuştur.<br />

Beyaz Rusya, 1991 yılında bağımsızlığına<br />

kavuşmuş, batısında<br />

Polonya, kuzey batısında Letonya<br />

ve Litvanya, kuzeyinde ve doğusunda<br />

Rusya Federasyonu ve<br />

güneyinde Ukrayna ile çevrilen<br />

bir kuzeydoğu Avrupa ülkesidir.<br />

Yüzölçümü 207.600 km² olup<br />

nüfusu; 10.293.011’dir. Başkenti<br />

Minsk’tir. Diğer önemli şehirleri<br />

ise; Brest, Grodno, Soligorsk,<br />

Novopolotsk, Svetlogorsk vb.dir<br />

<strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti’nde Beyaz<br />

Rusça ve Rusça konuşulmakta<br />

olup, nüfusun %81.2’sini Beyaz<br />

Ruslar, %11.4’ünü Ruslar ve<br />

%7.4’ünü ise Polonyalılar, Ukraynalılar,<br />

Tatarlar ve diğerleri<br />

oluşturmaktadır.<br />

Dinî yapıya gelince; nüfusun<br />

%82’si Doğu Ortodoks, %12’si<br />

Katolik, %1’i Müslüman ve %5’i<br />

de diğer inanç gruplarından<br />

meydana gelmektedir.<br />

Beyaz Rusya’daki Müslüman<br />

nüfusun büyük çoğunluğu, 600<br />

sene önce bu ülkeye göç etmiş<br />

Tatarlardan meydana gelmektedir.<br />

Tatarlar; yüzyıllar önce<br />

sadece bu ülkeye göç etmemiş,<br />

Letonya, Litvanya, Estonya ve<br />

Polonya’ya da göç ederek, dil-<br />

Haziran 2011 - 146 11


12<br />

lerini unutmuşlar ancak, dinî<br />

inançlarını muhafaza etmesini<br />

bilmişlerdir.<br />

<strong>Belarus</strong>’ta yaklaşık 120 bin Müslüman<br />

yaşamaktadır. Bunların<br />

%52’si Tatar, %20’si Azeri, diğerleri<br />

ise Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden<br />

gelenler ile Farslar<br />

ve Araplardan oluşmaktadır.<br />

<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong><br />

Müftülüğü<br />

<strong>Belarus</strong> (Beyaz Rusya) <strong>Müslümanları</strong><br />

Müftülüğü 1994 yılında<br />

kurulmuştur. Bu kurumun müftülüğünü;<br />

1994 tarihinde bu<br />

göreve seçilen İsmail Mutafoviç<br />

Alexandroviç 2005 senesine kadar<br />

yürütmüş olup, ölümünden<br />

sonra boşalan müftülüğe 2005<br />

yılında yapılan seçimde Ebubekir<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Şabanoviç seçilmiştir. Şabanoviç,<br />

30 Ekim 2010 Cumartesi günü<br />

yapılan Müftülük seçiminde 100<br />

delegenin tamamının oyunu<br />

alarak 5 yıllığına yeniden müftü<br />

seçilmiştir.<br />

Ebubekir Şabanoviç, 1940 doğumlu<br />

olup aslen Tatar’dır. Daha<br />

önceleri tarih ve beden eğitimi<br />

öğretmenliği, lise müdürlüğü<br />

ve milli eğitim bakanlığında<br />

danışmanlık vb. görevlerde bulunmuştur.<br />

Ülke genelinde yirmi beş Sünnî<br />

ve bir Şiî din cemiyeti bulunmaktadır.<br />

Yirmi din cemiyeti ise<br />

Ebubekir Şabanoviç’e bağlıdır.<br />

<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong> Müftülüğü’ne<br />

bağlı olarak halen beş<br />

cami ve yedi mescitte dokuz<br />

imam hatip ve altı müezzin görev<br />

yapmakta olup, müftülüğün<br />

‘Hayat’ isimli bir de yayın organı<br />

bulunmaktadır.<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mızca Sunulan<br />

Hizmetler<br />

A- Din Hizmetleri<br />

Beyaz Rusya’da yaşayan <strong>Müslümanları</strong>n<br />

dinî ihtiyaçlarının<br />

karşılanması amacıyla 1993’te<br />

bir din görevlisi gönderilmiştir.<br />

O tarihten itibaren hiç aksatılmadan<br />

din görevlileri gönderilmeye<br />

devam edilmiştir. Halen<br />

bu amaçla gönderilen dördüncü<br />

din görevlimiz görevine devam<br />

etmektedir. Ayrıca Ramazan<br />

aylarında da görev yapmak<br />

üzere bugüne kadar on dört din<br />

görevlisi gönderilmiştir.


B- Eğitim Hizmetleri<br />

<strong>Belarus</strong>’tan Kur’an eğitimi için<br />

getirdiğimiz dokuz öğrencinin<br />

dışında çok arzu etmemize rağmen<br />

ne İmam Hatip Liselerine<br />

ne de İlahiyat Fakültelerine<br />

öğrenci getirmek mümkün olamamıştır.<br />

C- Yayın Hizmetleri<br />

Müslüman kardeşlerimizin dinî<br />

yayın ihtiyaçlarının karşılanması<br />

amacıyla, başta Kur’an-ı<br />

Kerim olmak üzere çeşitli Rusça<br />

dinî kaynaklar ile <strong>Diyanet</strong><br />

Takvimi’nden bugüne kadar<br />

5.000 civarında dinî yayın, soydaşlarımızın<br />

istifadesine sunulmuştur.<br />

Ayrıca, bu ülkede görev<br />

yapan Din Görevlimiz Ekrem<br />

Özler tarafından yazılan veya<br />

tercüme edilen bazı dinî yayınlar<br />

da mahallinde bastırılarak soydaşlarımıza<br />

dağıtılmıştır.<br />

D- Sosyal ve Kültürel<br />

Hizmetler<br />

1- Vekalet Yoluyla Kurban<br />

Kestirilmesi<br />

İhtiyaç içerisinde olan dindaşlarımıza<br />

dağıtılmak üzere<br />

1999 senesinden bugüne kadar<br />

890 adet vekalet yoluyla kurban<br />

kestirilmiş olup, 2010 yılı<br />

Kurban Bayramı’nda da 105<br />

kurban hissesi gönderilmiştir.<br />

2011 senesinde de 210 kurban<br />

hissesi talebi değerlendirmeye<br />

alınacaktır.<br />

2- Kardeş Şehir Projesi<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mızca 2006’da uygulamaya<br />

konulan Kardeş Şehir Projesi<br />

kapsamında, başkent Minsk<br />

ile eşleştirilen Malatya Müftülüğünce,<br />

çok kapsamlı çalışmalar<br />

yapılmış, karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiş,<br />

iftar programları<br />

düzenlenmiş, tamire muhtaç<br />

bazı cami ve mescitler onarılmış,<br />

imamlara maddi destek sağlanmış<br />

ve bazı yayınların basımına<br />

yardımcı olunmuştur. Ayrıca<br />

başkent Minsk’te inşa edilmekte<br />

olan Minsk Camii’nin inşaatına<br />

da maddi destek sağlanmış ve<br />

inşaat tamamlanana kadar da<br />

bu desteğe devam edilecektir.<br />

3- Kutlu Doğum Haftası<br />

Etkinlikleri<br />

Atatürk Üniversitesi İlahiyat<br />

Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.<br />

Dr. Mevlüt Özler, 2007 yılı Kutlu<br />

Doğum Haftası Etkinlikleri çerçevesinde<br />

19-23 Nisan 2007 tarihleri<br />

arasında beş gün süreyle<br />

<strong>Belarus</strong>’ta görevlendirilmiştir.<br />

Atatürk Üniversitesi İlahiyat<br />

Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.<br />

Mevlüt Özler ile Malatya Müftüsü<br />

Mehmet Sönmezoğlu 2008 yılı<br />

Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri<br />

Haziran 2011 - 146 13


14<br />

çerçevesinde 09-14 Nisan 2008<br />

tarihleri arasında altı gün süreyle<br />

<strong>Belarus</strong>’ta görevlendirilmiştir.<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanımız Prof.<br />

Dr. Mehmet Görmez, Başkan<br />

Yardımcısı iken Kutlu Doğum<br />

Haftası etkinliklerine katılmak<br />

amacıyla 29-31 Ağustos 2009<br />

tarihlerinde bu ülkede bulunmuştur.<br />

Harran Üniversitesi İlahiyat<br />

Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.<br />

Dr. Yusuf Ziya Keskin, 2011 yılı<br />

Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine<br />

katılmak amacıyla 13-19<br />

Nisan 2011 tarihleri arasında<br />

<strong>Belarus</strong>’ta görevlendirilmiştir.<br />

4- Çeşitli Yardımlar<br />

<strong>Belarus</strong> Müftülüğü’ne hizmet<br />

aracı alımı için maddi yardımda<br />

bulunulmuştur.<br />

Daha önce <strong>Belarus</strong>’ta din görevlisi<br />

olarak görev yapan Ekrem<br />

Özler tarafından Rusça çevrisi<br />

yapılan (Temel Dini Bilgiler<br />

500, hutbe kitabı 260, Resimli<br />

Namaz Kitabı 250, takvim 500<br />

adet) dinî yayınların basımı için<br />

Türkiye <strong>Diyanet</strong> Vakfınca nakdi<br />

yardım gönderilmiştir.<br />

Haziran 2011 - 146<br />

E- Karşılıklı Ziyaretler<br />

2001 yılında ülkede düzenlenen<br />

uluslararası bir konferansa katılmak<br />

üzere bir katılımcı gönderilmiştir.<br />

İsmail Aleksandroviç 2000 yılında<br />

ülkemize davet edilmiş, 2002<br />

yılında da ülkemizden 3 kişilik<br />

bir heyet, bu ülkeye giderek<br />

cami açılış merasimine katılmıştır.<br />

05-07 Temmuz 2002 tarihleri<br />

arasında uluslararası bir kongreye<br />

katılmak üzere dönemin<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanının başkanlığında<br />

bir heyet gitmiştir.<br />

Avrasya İslam Şûrası Teşkilatı<br />

toplantılarına temsilciler davet<br />

edilerek, katılmaları sağlanmıştır.<br />

<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong> Müftüsü<br />

Ebubekir Şabanoviç, 02-<br />

05/05/2006 tarihleri arasında,<br />

ayrıca 2007 yılı Kasım ayında<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mızı ve Malatya il<br />

Müftülüğü’nü ziyaret etmiş ve<br />

<strong>Başkanlığı</strong>mızla 12 Maddelik Dinî<br />

Alanda İşbirliği Protokolü imzalamıştır.<br />

Ebubekir Şabanoviç, 05-09 2005<br />

ve 12-15 Mayıs 2009 tarihleri<br />

arasında İstanbul’da düzenlenen<br />

altıncı ve yedinci Avrasya İslam<br />

Şûralarına katılmıştır.<br />

Ebubekir Şabanoviç, <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong><br />

<strong>Başkanlığı</strong>na atanan Prof. Dr.<br />

Mehmet Görmez’i tebrik etmek,<br />

ayrıca Minsk’te inşası devam<br />

eden cami konusunu görüşmek<br />

amacıyla 04-06 Nisan 2011<br />

tarihleri arasında <strong>Başkanlığı</strong>mıza<br />

ve Kardeş Şehir Malatya’ya<br />

Minsk Din Cemiyeti Başkanı<br />

İldar Galiyey’le birlikte ziyarette<br />

bulunmuştur.<br />

Kardeş Şehir Projesi kapsamında<br />

Malatya İl Müftüsü Hacı Yusuf<br />

Gül, TDV İnşaat ve Emlak Müdürü<br />

Mehmet Yıldırım ve <strong>Başkanlığı</strong>mız<br />

Personeli Ömer Faruk<br />

Savuran’dan oluşan bir heyet<br />

12-16 Mayıs 2011 tarihlerinde<br />

bu ülkeye bir ziyaret gerçekleştirerek,<br />

başta Minsk Camii olmak<br />

üzere ihtiyaçları mahallinde tespit<br />

etmişlerdir. İmkanlar nispetinde<br />

ihtiyaçların giderilmesi için<br />

gerekli yardımların yapılmasına<br />

gayret edilecektir.


Peygamberimiz<br />

(s.a.s.), Rabbine<br />

kavuşacağı zamanın<br />

yaklaştığını<br />

hissediyordu.<br />

Nitekim hastalığı<br />

sırasında yaptığı<br />

bir konuşmada “Bir<br />

kul ki, Allah onu<br />

dünya ve kendine<br />

kavuşmak arasında<br />

muhayyer kıldı, o da<br />

Allah’a kavuşmayı<br />

tercih etti.”<br />

buyurmuşlardı.<br />

din-düşünce-yorum<br />

Peygamber<br />

Efendimiz (s.a.s.)’in<br />

vefatı<br />

Doç. Dr. Fatih Yahya Ayaz<br />

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi<br />

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.) , ilahî<br />

vahye muhatap olmasından itibaren<br />

ömrünün sonuna kadar İslam’ın<br />

tebliği ve yayılması gibi ağır bir görevi<br />

yerine getirmeye çalışmış, bu<br />

uğurda büyük sıkıntılara ve eziyetlere<br />

göğüs germiştir. Risâlet vazifesini<br />

yerine getirdiği yirmi üç sene boyunca<br />

İslâm’ın tebliği ve <strong>Müslümanları</strong>n<br />

emniyetinin sağlanması, onun temel<br />

hedefl eri olmuş, bu hedefl er doğrultusundaki<br />

gayretlerini son nefesine<br />

kadar aralıksız devam ettirmiştir.<br />

Nitekim ömrünün sonlarına doğru<br />

gerçekleştirdiği Veda Haccı’nda<br />

(10/632) birinci hedefi olan İslâm’ın<br />

tebliği ve insanlara dinin öğretilmesi<br />

vazifesini bir defa daha yerine getirme<br />

imkânı bulmuş, sayıları yüz bini<br />

aşan Müslümanlara İslâm’ın temel<br />

esaslarını hatırlatmıştır. Vefat etmeden<br />

kısa bir süre önce de (Safer 11/<br />

Mayıs 632), Zeyd b. Hârise, Câfer<br />

b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Revâha<br />

gibi Sahabîlerin şehit edildiği Mûte<br />

Savaşı’nda (8/630) <strong>Müslümanları</strong>n<br />

emniyeti için büyük bir tehdit olduğu<br />

anlaşılan Bizans’a karşı Üsâme b.<br />

Zeyd’i komutan olarak tayin ettiği<br />

bir sefer hazırlığına girişmiştir. (İbn<br />

Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ (nşr. İhsan Abbas), I-IX,<br />

Beyrut 1968, II, 189 vd) Böylece hem bu<br />

Sahabîlerin intikamını almak hem<br />

de temel hedefl eri arasında yer alan<br />

<strong>Müslümanları</strong>n emniyet ve huzurunu<br />

temin etmek istemiştir. Bu ordu,<br />

Peygamberimiz (s.a.s.)’in rahatsızlanması<br />

sebebiyle onun sağlığında<br />

yola çıkma imkânını bulamamıştır.<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Üsâme<br />

ordusunu hazırladıktan iki gün sonra<br />

(29 Safer 11/27 Mayıs 632), çarşamba<br />

günü hastalandı. Ümmetinin güvenliği<br />

ve huzurunu her şeyin önünde<br />

tutan Rasûlüllah, kendisini biraz<br />

iyi hissettiği perşembe günü tekrar<br />

orduyla ilgilenmeye başladı. Mübarek<br />

elleriyle sancağı bizzat bağladı<br />

ve her savaş öncesinde yaptığı gibi<br />

orduya bazı tavsiyelerde bulundu.<br />

Onun, sözlerinde durmaları, çocuk ve<br />

kadınları öldürmemeleri, düşmanla<br />

karşılaşmayı temenni etmemeleri,<br />

birbirleriyle çekişmemeleri (Bk. İbrahim<br />

Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB<br />

Yay., Ankara 2004, s. 394) gibi insanlığın<br />

Haziran 2011 - 146 15


16<br />

Son anlarında dahi ümmetini düşünmekten ve tebliğ vazifesini ifa etmekten<br />

vazgeçmiyordu. Vefatından önce kölelere iyi davranılması, yedirilip içirilmeleri ve<br />

ümmetinin namaza müdavim olmaları tavsiyesinde bulundu. Bunun ardından hafi f<br />

bir sesle “Lâ ilâhe illallah, ruh teslimi ne zor şeymiş.” dedi.<br />

bugün de uyması gereken şayan-ı<br />

dikkat tavsiyeleri burada zikredilmelidir.<br />

Ordu sefer için hazırlanırken<br />

Rasûlüllah (s.a.s.)’ın rahatsızlığı da<br />

gittikçe artmaya başladı. Baş ağrısı<br />

ve şiddetli ateşi vardı. Ateşi o kadar<br />

şiddetliydi ki, kendisini ziyaret<br />

eden Ebû Saîd el-Hudrî üzerindeki<br />

örtüye elini koyduğunda bu harareti<br />

hissettiğini ifade etmiştir. (M.<br />

Âsım Köksal, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed<br />

(a.s.) ve İslâmiyet, Medine Devri, I-XI, İstanbul<br />

1987, XI, 25, 26) Ancak ateş nöbetleri<br />

geçirdiği halde <strong>Müslümanları</strong>n<br />

selametini düşünerek orduyla ilgilenmeye<br />

gayret ediyor, bir yandan<br />

da hanımları arasında adaleti gözeterek<br />

yanlarında sırayla kalmaya<br />

özen gösteriyordu. Hastalığı iyice<br />

şiddetlenip yürümekte dahi zorlanmaya<br />

başlayınca hanımlarından<br />

müsaade alarak Hz. Âişe’nin yanın-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

da kalmaya başladı. Diğer hanımlarından<br />

Hz. Âişe’nin yanında kalmak<br />

için müsaade isterken de her<br />

zamanki nezaketi ve edebiyle bunu<br />

açıkça söylemedi. Onun terbiyesinde<br />

yetişmiş olan hanımları durumu<br />

anlayarak kendisine istediği yerde<br />

kalmasına rıza gösterdiklerini ifade<br />

ettiler. Hastalığı ilerleyen ve bitkinlikten<br />

dolayı yürümekte zorlanan<br />

Peygamberimiz, Hz. Ali ve Hz.<br />

Abbas’ın yardımıyla Hz. Âişe’nin<br />

odasına gitti. (Mevlânâ Şiblî Numânî, Son<br />

Peygamber Hz. Muhammed (çev. Yusuf Karaca),<br />

I-II, İz Yay., İstanbul 2008, II, 493)<br />

Peygamberimiz (s.a.s.), Rabbine<br />

kavuşacağı zamanın yaklaştığını<br />

hissediyordu. Nitekim hastalığı sırasında<br />

yaptığı bir konuşmada “Bir<br />

kul ki, Allah onu dünya ve kendine<br />

kavuşmak arasında muhayyer<br />

kıldı, o da Allah’a kavuşmayı tercih<br />

etti.” buyurmuşlardı. Hz. Ebû<br />

Bekir bu konuşmanın manasını<br />

ve muhayyer kılınan kulun da Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.) olduğunu anlamış,<br />

“Nefi slerimiz, mallarımız ve<br />

çocuklarımızla sana feda olalım.”<br />

diyerek ağlamaya başlamıştı. Peygamberimiz<br />

(s.a.s.) onu teskin ve<br />

teselli ederek kendisine olan yakınlığına<br />

işaret etmiş, Hz. Ebû Bekir’in<br />

kapısı hariç Mescid-i Nebevî’nin<br />

avlusuna açılan bütün kapıların<br />

kapatılmasını emretmişti. (İbn Sa’d,<br />

Tabakât, II, 227; Sarıçam, Hz. Muhammed,<br />

s. 395) Rasûlüllah (s.a.s.) bundan<br />

sonra yürüyebildiği zamanlarda<br />

Mescid-i Nebevî’ye giderek namaz<br />

kıldırmaya devam etti. Ancak vefatından<br />

birkaç gün önce kıldırdığı<br />

akşam namazının ardından yatsı<br />

namazına kadar geçen sürede<br />

birçok baygınlık geçirdi ve yerine<br />

imamlık yapmak üzere Hz. Ebû<br />

Bekir’i görevlendirdi.


Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in<br />

hastalığı şiddetli seyretmekle birlikte<br />

kendisini iyi hissettiği anlar<br />

da oluyordu. Vefatından hemen<br />

önce yine böyle bir an yaşanmıştı.<br />

Daha sonra başında bekleyen,<br />

Hz. Ebû Bekir ve bazı Sahabîler<br />

kendisinden müsaade isteyerek<br />

işleriyle ilgilenmek üzere yanından<br />

ayrılmışlardı. Onların ayrılmasından<br />

sonra Peygamberimiz (s.a.s.)’in<br />

hastalığı ağırlaştı. Nefesleri sayılıydı.<br />

Bu son anlarında dahi<br />

ümmetini düşünmekten ve tebliğ<br />

vazifesini ifa etmekten vazgeçmiyordu.<br />

Vefatından önce kölelere iyi<br />

davranılması, yedirilip içirilmeleri<br />

ve ümmetinin namaza müdavim<br />

olmaları tavsiyesinde bulundu.<br />

Bunun ardından hafi f bir sesle “Lâ<br />

ilâhe illallah, ruh teslimi ne zor<br />

şeymiş.” dedi. Güçlükle işitilebilen<br />

“Maa’r-Refîkı’l-A’lâ (En Yüce Dostla<br />

beraber.)”, sözleriyle son nefesini<br />

vererek Hakk’a yürüdü (13 Rebîülevvel<br />

11/8 Haziran 632 Pazartesi kuşluk vakti).<br />

Rasûlüllah’ın vefatı, ashabı derinden<br />

sarsmış ve hüzne boğmuştu.<br />

Bazıları öldüğüne inanamamıştı.<br />

Hz. Ömer bunların başında geliyordu.<br />

Hadiseyi duyan Hz. Ebû Bekir<br />

hemen Peygamberimiz (s.a.s.)’in<br />

mübarek naşının bulunduğu odaya<br />

geldi. Yüzünü açtığında vefat<br />

ettiğini anladı ve gözyaşları içinde<br />

“Sana her şey feda olsun! İşte<br />

mukadder ölümü tattın, hayattayken<br />

güzeldin, ölümünde de güzelsin.”<br />

dedi. Daha sonra metin bir<br />

şekilde dışarı çıktı, Peygamberimiz<br />

(s.a.s.)’in fani, Allah’ın baki olduğunu<br />

hatırlatan bir konuşmayla<br />

ashabı ve Hz. Ömer’i sakinleştirdi.<br />

(İbn Sa’d, Tabakât, II, 264 vd.; Sarıçam, Hz.<br />

Muhammed, s. 396)<br />

Ashab bu konuşmanın ardından<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yıkanıp<br />

kefenlenmesi ve defni için hazırlıklara<br />

başladı. Hz. Üsâme b.<br />

Zeyd, Hz. Abbas ve oğulları Fazl ile<br />

Kusem’in yardımıyla Hz. Ali, Peygamber<br />

Efendimiz (s.a.s.)’i yıkadı.<br />

Doğmadan babasını<br />

kaybeden, altı yaşında<br />

annesinin vefatıyla öksüz<br />

kalan, dedesinin de ölümü<br />

üzerine amcası Ebû<br />

Tâlib’in yanına yerleşen<br />

Peygamberimiz (s.a.s.) daha<br />

çocukluğundan başlayarak<br />

çileli bir hayat sürmüştür.<br />

Salı günü öğleye doğru yıkama<br />

ve kefenleme işi tamamlandı.<br />

Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek naaşı<br />

vefat ettiği odadaki döşeğin<br />

üzerine kondu. Önce erkekler,<br />

daha sonra kadınlar, son olarak<br />

da çocuklar gruplar halinde içeri<br />

girip münferiden cenaze namazını<br />

kıldılar. Nereye gömüleceği<br />

hususunda çıkan ihtilaf, Hz. Ebû<br />

Bekir’in Peygamberimiz (s.a.s.)’den<br />

naklettiği “Peygamberlerin vefat<br />

ettikleri mekâna gömüleceklerini”<br />

bildiren hadisle sorun çözüldü.<br />

Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek naaşı<br />

vefat ettiği Hz. Âişe’nin odasına<br />

defnedildi. Mezarını Ebû Talha el-<br />

Ensârî kazmış, Rasûlüllah (s.a.s.)’ı<br />

istirahatgâhına Hz. Ali, Hz. Üsâme<br />

b. Zeyd ve Hz. Abbas’ın oğulları<br />

Fazl ile Kusem birlikte indirmişlerdi.<br />

Cenaze namazının uzun sürmesi<br />

sebebiyle defi n işlemi ancak salıyı<br />

çarşambaya bağlayan gece yarısından<br />

sonra gerçekleştirilebilmiştir.<br />

(Bk. Sarıçam, Hz. Muhammed, s. 397; Mustafa<br />

Fayda, “Muhammed”, DİA, XXX (İstanbul<br />

2005), s. 422; Âdem Apak, Anahatlarıyla İslâm<br />

Tarihi (1) Hz. Muhammed Dönemi, Ensar Yay.,<br />

İstanbul 2006, s. 302-303)<br />

Doğmadan babasını kaybeden,<br />

altı yaşında annesinin vefatıyla<br />

öksüz kalan, dedesinin de ölümü<br />

üzerine amcası Ebû Tâlib’in yanına<br />

yerleşen Peygamberimiz (s.a.s.),<br />

daha çocukluğundan başlayarak<br />

çileli bir hayat sürmüştür. Hz. Hatice<br />

ile evlendikten sonra maddi<br />

olarak biraz rahatlayan Efendimiz,<br />

boykot yıllarında hem bu küçük<br />

servetini hem de boykotun hemen<br />

ardından biricik eşi ve destekçisi<br />

Hz. Hatice’yi kaybetmiştir. Hayatı<br />

yokluk ve çeşitli sıkıntılarla geçen<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.s.),<br />

mevcut maddi imkânlarını da Allah<br />

yolunda harcamış, vefat ettiğinde<br />

hayatını yansıtan son derece<br />

mütevazı bir miras bırakmıştır. (Hz.<br />

Peygamber’in mirası konusunda ayrıntılı bilgi<br />

için bk. Köksal, İslâm Tarihi, XI, 128-129;<br />

Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber, II, 500<br />

vd) Bunlar da beyaz bir katır, birkaç<br />

silah ve bir miktar da arazidir.<br />

Arazilerin gelirinin ailesinin geçimi<br />

için harcanmasını, kalan kısmının<br />

da devlet hazinesine devredilmesini<br />

emretmiştir. Ölümünden çok<br />

kısa bir süre önce de elindeki yedi<br />

dirhem paranın fakirlere dağıtılmasını<br />

istemiş, Allah’ın huzuruna bu<br />

paralarla gitmekten hayâ edeceğini<br />

ifade etmiştir. (Mustafa Fayda, “Muhammed”,<br />

s. 422) Esasen kendisi “Biz<br />

peygamberler miras bırakmayız;<br />

bizim geride bıraktığımız her türlü<br />

servet sadakadır.” (İbn Sa’d, Tabakât,<br />

II, 314) buyurarak buna işaret etmiştir.<br />

Mevcut terekesine gelince,<br />

bunlardan, mübarek hırkası, kılıcı<br />

ve yüzüğü devlete bırakılmış, hayvanları,<br />

bazı ev aletleri ve ayakkabıları<br />

Hz. Ali ailesine tevdi edilmiş,<br />

hanımlarının oturduğu odalar Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.)’in vasiyetiyle<br />

kendilerine verilmiştir. Bu odalar<br />

da hanımlarının vefatından sonra<br />

arazileri gibi hazineye devredilecek,<br />

yani sadaka kabul edilecektir.<br />

(Sarıçam, Hz. Muhammed, s. 400)<br />

Efendimiz (s.a.s.) geride bu son<br />

derece mütevazı mirasın yanı sıra<br />

bazı borçlar da bırakmıştır. Nitekim<br />

vefat ettiği sırada kendisine<br />

ait bir zırhın borcuna karşılık bir<br />

Yahudî’nin elinde rehin bulunduğu<br />

nakledilmektedir. Yine, Hz. Ebû<br />

Bekir’in halife olduktan sonra Peygamberimiz<br />

(s.a.s.)’den alacağı<br />

bulunanlar için ilan yaptırdığı ve bu<br />

alacakları Bahreyn’den gelen vergilerle<br />

ödediği rivayetler arasındadır.<br />

(Bk. Köksal, İslâm Tarihi, XI, 128-129)<br />

Haziran 2011 - 146 17


18<br />

Kur’an’ı tebliğ<br />

sorumluluğu sadece<br />

Hz. Peygamber’e ve<br />

onun çağdaşlarına<br />

has değildir.<br />

Bu yüzden asrı<br />

saadetten sonra<br />

da her dönemde<br />

Müslümanlar,<br />

Kur’an öğrenim ve<br />

öğretimine büyük<br />

önem vererek<br />

bu sorumluluğun<br />

idrakinde<br />

olmuşlardır.<br />

Haziran 2011 - 146<br />

din-düşünce-yorum<br />

Kur’an öğrenmenin<br />

ve öğretmenin önemi<br />

Dr. Abdülkadir Erkut<br />

Din İşl. Yük. Kurulu Uzmanı<br />

Kur’an’ı Kerim,Yüce Allah tarafından<br />

biz insanlara gönderilen ilahi bir kitaptır.<br />

Kur’an bir şifa ve hidayet kaynağıdır.<br />

İnsanların kendilerine gönderilen<br />

bu ilahi mesajı anlayabilmek ve hayatlarını<br />

ona göre tanzim edebilmek için<br />

mutlaka onu öğrenmeleri ve okumaları<br />

gerekmektedir. Onu okuyup anladıktan<br />

sonra, ondan aldıkları huzur ve mutluluğu<br />

herkese tattırmaları gerekmektedir.<br />

Kur’an’ı ilk öğrenen ve öğreten kişi<br />

Hz Peygamber (s.a.s.)’dir. O, Cebrail<br />

aracılığıyla kendisine bildirilen vahyi<br />

ashabına okumuş, onlara öğretmiş ve<br />

ezberletmiş; söz ve davranışlarıyla da<br />

onun hükümlerini açıklamıştır. Bu sürecin<br />

sonunda “oku” emrinin yankısı Hira<br />

mağarasını aşıp suya atılmış bir taşın<br />

oluşturduğu dalgalar gibi dalga dalga<br />

yayılarak, ulaşabildiği kalpleri ihya<br />

etmiştir. Yüce Allah Hz. Peygamber’i<br />

Kur’an’ın insanlığa ulaştırılmasından<br />

sorumlu tutmuştur. (Maide, 67) Bu da<br />

öncelikli olarak Kur’an’ın öğrenilmesi,<br />

öğretilmesi ve masajlarının tatbiki<br />

şeklinde gerçekleşmiştir. Kur’an öğrenim<br />

ve öğretimi, kimi zaman Mekke’de<br />

olduğu gibi baskı altında, kimi zaman<br />

Medine’de olduğu gibi özgür bir ortamda,<br />

her şart altında ve büyük bir<br />

iştiyakla devam etmiştir.<br />

Kur’an’ı tebliğ sorumluluğu sadece Hz.<br />

Peygamber’e ve onun çağdaşlarına<br />

has değildir. Bu yüzden asrı saadetten<br />

sonra da her dönemde Müslümanlar,<br />

Kur’an öğrenim ve öğretimine büyük<br />

önem vererek bu sorumluluğun idrakinde<br />

olmuşlardır. Hz Peygamber’in,<br />

Müslümanlara bu sorumluluklarını<br />

hatırlatan, Kur’an okumanın önemi<br />

ve fazileti ile ilgili birçok hadisi vardır.<br />

Bunların içinden, özellikle Kur’an’ı öğrenen<br />

ve öğretenlere yönelik şu hadisi<br />

dikkat çekicidir:<br />

“En hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu<br />

öğretendir.” (Buhârî, Fedailu’l-Kur’an, 21 )<br />

Kur’an’ı öğrenen ve öğretenler “en<br />

hayırlı söz” ile meşgul olmaktadırlar.<br />

Zira Hz. Peygamber diğer bir hadisinde<br />

“Şüphesiz sözün en hayırlısı Allah’ın<br />

kitabıdır.” (Müslim, Cum’a, 43) buyurmuştur.<br />

“En hayırlı söz” ile meşgul olanlar<br />

Allah Rasûlü’nün diliyle “En hayırlınız”<br />

taltifi ne mazhar olmuşlardır. Bazı hadis<br />

âlimleri, “öğrenen ve onu öğreten”


Kur’an öğrenim ve öğretiminden, sadece lafzının okunması anlaşılmamalıdır. Çünkü<br />

Kur’an, lafız ve manadan oluşmakta, Yüce Allah onu düşünmek ve ibret almak<br />

amacıyla gönderdiğini ifade etmektedir.<br />

kelimeleri arasındaki “ve” edatından<br />

dolayı, bu müjdenin muhatabının<br />

Kur’an’ı öğrenip öğrendikten sonra<br />

onu başkasına öğretenler olmasının<br />

muhtemel olduğunu söylemişlerdir.<br />

(İbnü Hacer, Fethu’l-Bari, Beyrut-1379, IX, 76)<br />

Ancak söz konusu hadisin başka bir<br />

rivayeti, bu iki sınıfı ayrı ayrı değerlendirmeyi<br />

mümkün kılmaktadır.<br />

Buna göre aynı hadis, “Şüphesiz en<br />

hayırlınız Kur’an’ı öğreten veya onu<br />

öğrenendir.” (Darimi, Fedailu’l-Kur’an, 2)<br />

diye de rivayet edilmiştir. Hadiste<br />

iki kelime birbirine; “veya” edatıyla<br />

bağlandığından, anlam iki fi ilden<br />

birini yapanları içermektedir. Yani<br />

hadisteki müjde, Kur’an’ı öğretme ya<br />

da öğrenme işinden herhangi biri ile<br />

meşgul olanları kapsamaktadır.<br />

Kur’an’ı öğrenme ve öğretme sürecinde<br />

gözetilmesi gereken çeşitli<br />

ilkeler vardır. Ancak bunlardan, söz<br />

konusu hadis bağlamında ihlâs,<br />

samimiyet, azim, sebat ve sürekliliği<br />

özellikle vurgulamak gerekir. Zira bu<br />

değerleri, hadisin ravilerinden Ebu<br />

Abdirrahman es-Sülemi’nin şahsında<br />

görmekteyiz. Ebu Abdirrahman söz<br />

konusu hadisi naklettikten sonra:<br />

“İşte bu hadis beni -Kur’an öğretmek<br />

için- buraya oturttu.” demektedir. O,<br />

bu hadisten aldığı teşvik ile Hz. Osman<br />

döneminden Haccac dönemine<br />

kadar Kur’an öğretimiyle meşgul<br />

olmuştur. Bu sürenin 70 sene olduğu<br />

ifade edilmektedir. (İbnü Kesir, Tefsir, I, 68)<br />

Kur’an öğrenim ve öğretiminden,<br />

sadece lafzının okunması anlaşılmamalıdır.<br />

Çünkü Kur’an, lafız ve<br />

manadan oluşmakta, Yüce Allah onu<br />

düşünmek ve ibret almak amacıyla<br />

gönderdiğini ifade etmektedir. (Sa’d,<br />

29) Asr-ı saadette Hz Peygamber’in<br />

bu müjdesine mazhar olan Müslümanlar,<br />

Kur’an’ın dilini konuştukları<br />

için öğrenim ve öğretim esnasında<br />

tabii olarak onun manalarını anlayabiliyorlardı.<br />

(İbnü Hacer, a.g.e., IX, 76) Bu<br />

yüzden Kur’an’ı öğrenmek sadece<br />

kıraatini öğrenmeye hasredilmemeli,<br />

öğrenirken onun her seviyede insana<br />

hitap eden mesajlarını da anlamaya<br />

çalışmalıyız.<br />

Allah Rasûlü’nün Kur’an’ı öğrenen<br />

ve öğretenlere yönelik bu müjdesi,<br />

Kur’an’ın önemiyle açıklanabilir. Zira<br />

Kur’an, insanın en temel sorularına<br />

ve sorunlarına cevap vermekte, en<br />

onulmaz yaralarına merhem olmaktadır.<br />

İnsan, anlam arayışı içinde<br />

olan bir varlıktır; maddi ihtiyaçlarının<br />

giderilmiş olması onu huzurlu kılmaya<br />

yetmemekte; ruhsuz ve amaçsız<br />

bir hayat, onu derinden sarsmaktadır.<br />

İnsanın manevi ihtiyacı giderildiğinde<br />

ancak huzur ve mutluluk duyabilmektedir.<br />

Geçmişte olduğu gibi<br />

günümüzde de bu anlam arayışının<br />

cevabını Kur’an’da bulmuş insanlara<br />

Haziran 2011 - 146 19


20<br />

Allah’ın bir mucizesi olarak Kur’an defalarca okunabilmekte,<br />

çok okunması bıkkınlık ve usanç uyandırmamakta, aksine<br />

insanı yeni anlam ufuklarıyla insanı karşılaştırmaktadır.<br />

Sonuçta Kur’anla olan iletişim, canlı, aktif ve aynı zamanda<br />

süreklilik arz eden bir meşguliyet haline gelmektedir.<br />

dair bir çok örnek vardır. Bunlardan<br />

biri olan Yusuf İslam (Cat Stevens)<br />

modern dünyanın lüks ve görkemli<br />

yaşantısının içinde büyümüş, genç<br />

yaşında müzik dünyasında bir efsane<br />

haline gelmişti. Ancak efsane<br />

olmanın sonu alkol ve uyuşturucu<br />

bağımlılığı olmuştu. İçinde bulunduğu<br />

çıkmazdan kurtulmak için bir<br />

arayış içine girmiş; çeşitli dinî, felsefi<br />

akımlarla ilgilenmeye başlamıştı.<br />

Zamanla şöhret basamaklarına daha<br />

hızlı tırmanmakta; fakat buna rağmen<br />

iç dünyasındaki çıkmaz daha da<br />

derinleşmekteydi. Bu durum günün<br />

birinde kendisine verilen bir hediye<br />

ile değişti:<br />

“Ağabeyimin bana okumak için<br />

hediye ettiği Kur’an’ı okudum ve<br />

aradığımın bu din olduğunu anladım.<br />

Allah’ın bana, beni hak yola irşad<br />

etmek için gönderdiği bir hidayet<br />

fırsatıydı bu. Kitabı okuduğumda<br />

bana her şeyi anlatarak rehberlik<br />

ediyordu. ‘Ben kimim? Hayatın amacı<br />

nedir? Gerçek nedir ve ne olmalıdır?<br />

Nereden geldim?’ gibi sorularıma<br />

cevap veriyordu. Anladım ki, bu din<br />

Haziran 2011 - 146<br />

gerçek dindi. Ancak Batı dünyasının<br />

anladığı manada ve yaşlılara yönelik<br />

bir din değildi. Ayrıca Batı’da her kim<br />

bir dine intisap etmek isterse, bunun<br />

tek yolu o düşüncenin fanatiği olmaktır.<br />

Ama ben bir fanatik değildim.<br />

Bedenim ve ruhum karmakarışık<br />

olmuştu. Anladım ki, bedenim ve<br />

ruhum ayrı değiller ve dindar olmak<br />

için dağlara çekilmek zorunda değilim.<br />

Artık ilk yapmak istediğim şey<br />

Müslüman olmaktı. Pek çok manevi<br />

ve ruhi yollardan geçmiştim. Ne<br />

yazık ki, hiç biri beni doyuramamıştı.<br />

Rotasız bir gemi gibiydim. Fakat<br />

Kur’an’ı okuduğum zaman, beni öyle<br />

bir hâl bürüdü ki, sanki o benim için<br />

var edilmişti, ben de onun için yaratılmıştım...<br />

Fatiha suresini okuduktan<br />

sonra Kur’an’ın mesajının evrensel<br />

olduğunu anlamaya başladım. Şimdiye<br />

kadar gördüğüm kitapların hiç birine<br />

benzemiyordu. Bütün kelimeler<br />

garip bir şekilde yakındı bana; sanki<br />

içimi bir yakınlık ve erime duygusu<br />

kapladı. Okyanusunu bulmuş bir<br />

ırmak gibiydim.” (A. Arı, Y. Karabulut, Neden<br />

Müslüman Oldum (İhtida Öyküleri), DİB Yayınları,<br />

Ankara-2006, s. 196-197)<br />

Hayatın anlam ve amacını Kur’an<br />

vasıtasıyla bulan insan için, ona olan<br />

ihtiyaç böylece sona ermiş olmamaktadır.<br />

Zira hayatını bu amaç doğrultusunda<br />

devam ettirmesinin önünde<br />

çeşitli engeller çıkabilmektedir. Bu<br />

yüzden hayat yolculuğunda karşısına<br />

çıkacak birçok yoldan doğru olanı<br />

tercih etme noktasında bir rehbere<br />

ihtiyaç duymaktadır. O, her ne kadar<br />

akıl ve irade sahibi bir varlık olsa<br />

da aklının iç ve dış unsurlardan etkilenerek<br />

onu yanlış yönlendirmesi<br />

her zaman mümkündür. Bu yanlış<br />

yönlendirmelere karşı akla rehberlik<br />

edecek olan ise yine Kur’an’dır. Onun<br />

bu yönü, bir ayette “Gerçekten bu<br />

Kur’an en doğru olan yola götürür.”<br />

(İsra 17/9) diye ifade edilmektedir.<br />

Ayrıca Allah’ın bir mucizesi olarak<br />

Kur’an defalarca okunabilmekte,<br />

çok okunması bıkkınlık ve usanç<br />

uyandırmamakta, aksine insanı yeni<br />

anlam ufuklarıyla insanı karşılaştırmaktadır.<br />

Sonuçta Kur’anla olan<br />

iletişim, canlı, aktif ve aynı zamanda<br />

süreklilik arz eden bir meşguliyet<br />

haline gelmektedir. Bu süreç, insanı,<br />

“en hayırlı söz” olan Kur’an’ın öngördüğü<br />

değerlerle bütünleştirerek<br />

Hz. Peygamber’in müjdesine mazhar<br />

kılmaktadır. Kur’an öğrenme ve öğretme<br />

meşguliyetindeki bir topluluğu<br />

ve onların Kur’an’la kurduğu gönül<br />

bağının kazandırdığı manevi hazzı,<br />

Allah Rasûlü başka bir hadisinde<br />

şöyle tasvir etmektedir:<br />

“Bir topluluk Allah’ın Kitabı’nı okuyup<br />

ondan ders almak üzere Allah’ın<br />

evlerinden bir evde bir araya gelecek<br />

olsalar mutlaka üzerlerine sekinet<br />

iner ve onları Allah’ın rahmeti bürür.<br />

Melekler de kanatlarıyla sararlar.<br />

Allah onları yanındakilere anar.” (Ebu<br />

Davud, Salat, 349)<br />

Sonuç olarak İnsanoğlu aklının talep<br />

ettiği cevabı, kalbinin temenni ettiği<br />

huzuru, ruhunun aradığı teselliyi<br />

Kur’an sayesinde bulabilmektedir. O,<br />

maddenin doyurmaktan aciz kaldığı<br />

aklını, kalbini, ruhunu Kur’anla beslemeye<br />

ne kadar muhtaçtır!


Hiçbir Müslüman evi<br />

gösteremezsiniz ki,<br />

o evin ya duvarında<br />

ya da sandık, dolap<br />

ve kütüphanelerinde<br />

Yüce Yaradan’ın<br />

kelâmı bulunmasın.<br />

din ve sosyal hayat<br />

Kur’an sevgisi<br />

Muammer Yılmaz<br />

Tarihçi Yazar<br />

Türk insanında vatan, bayrak ve<br />

Kur’an sevgisi yüzyıllar öncesine<br />

dayanan bir tarihi olgudur.<br />

Milli ve manevi değerlerimizin bir<br />

bütünü olan bu üçlü, milletimizin<br />

gönlünde adeta bütünleşmiştir.<br />

Kur’an ve onun sevgisi her Müslümanın<br />

damarlarından gönlüne<br />

ve yüreğine akan ilâhi bir iksirdir.<br />

Allah Kelâm’ı, bizler için sadece<br />

bir din ve ahiret kitabı değil, aynı<br />

zamanda ruhumuzun aynası, bedenimizin<br />

cilasıdır.<br />

Hiçbir Müslüman evi gösteremezsiniz<br />

ki, o evin ya duvarında ya<br />

da sandık, dolap ve kütüphanelerinde<br />

Yüce Yaratan’ın kelâmı<br />

bulunmasın.<br />

Genç kızlarımızın başındaki örtünün,<br />

sandığındaki çeyizinin motifi<br />

Mushaf kabıdır. Bu kabın üzerindeki<br />

desenler, çiçek ve tasvirler,<br />

yumuşak ve maharetli ellerden<br />

dökülen ruhun ve beynin ilâhi<br />

güzelliğidir.<br />

İnsanoğlunu Yaratan’ına yaklaştıracak<br />

tek rehber ve en büyük<br />

kitap Kur’an’dır. Bu Allah Kelâm’ı,<br />

kainat bilgileri, üslûbu, ahengi ile<br />

bir mucizedir.<br />

Allah Kelâm’ı bir mucize olduğuna<br />

göre, içerdiği mesajlar belirli bir<br />

zaman dilimine ve belirli bir topluma<br />

hitap etmez. O, zaman üstü<br />

ve evrenseldir.<br />

Bu ilâhi mucize, her çağın ve her<br />

toplumun ilacı, kılavuzu, kurtuluş<br />

reçetesi, en büyük şifa kaynağıdır.<br />

ondan birazcık tadanların hayatı<br />

değişir, ruhu dinçleşir, yaşamı manağlaşır.<br />

O bütün canlıları, cansızları<br />

sevgi ve saygıyla kucaklaştırır.<br />

Üslup bakımından Kur’an hiçbir<br />

esere benzemez. Zira insanların<br />

meydana getirdiği eserler ya şiirdir<br />

veya nesirdir. Kur’an ise ne<br />

şiirdir, ne de nesirdir. Kur’an ahiret<br />

âleminin haritası, ilâhi hadiselerin<br />

açıklayıcısı, insanlığın mürebbisi,<br />

insanlığı saadete ulaştıracak yolun<br />

hakiki mürşidi ve rehberidir.<br />

Haziran 2011 - 146 21


22<br />

Kur’an ve onun sevgisi her Müslüman’ın damarlarından gönlüne ve yüreğine akan<br />

ilâhi bir iksirdir. Allah Kelâm’ı, bizler için sadece bir din ve ahiret kitabı değil, aynı<br />

zamanda ruhumuzun aynası, bedenimizin cilasıdır.<br />

Kur’an dua, hikmet, ibadet, kulluk,<br />

emir, davet, zikir, fi kir kitabı<br />

ve hayat nizamıdır.<br />

Peygamberimiz (s.a.s.) Kur’an’ın<br />

özelliğini ve güzelliğini şöyle<br />

anlatır: “Allah’ın Kitabı Kur’an’da<br />

sizden öncekilerin kıssaları, sizden<br />

sonrakilerin haberleri, kendi<br />

aranızda olanların da hükümleri<br />

vardır. O, doğruyu eğriden<br />

ayıran kitaptır. O, hiçbir zaman<br />

değersiz konuşmaz. O, Allah’ın<br />

sağlam ipidir. O, Zikr’i Hakim’dir.<br />

O, dosdoğru yoldur. Kötü arzular<br />

onu asla hedefi nden saptırmaz.<br />

Diller onu bozamaz. O, tekrar<br />

tekrar okunmakla eksilmez.<br />

Onun akılları hayrete düşüren<br />

manaları hiç tükenmez. Onun<br />

ölçülerine göre konuşan doğru<br />

söyler. Ona göre davranan se-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

vap kazanır. Onunla hükmeden<br />

adil olur.” (Tirmizi, Sevabü’l Kur’an, 11)<br />

Ne yazık ki okumak, araştırmak,<br />

düşünmek, çileye soyunmak,<br />

zora talip olmak pek çok insanımızın<br />

hedefi olmaktan çıkmıştır.<br />

Üstelik haddini ve yerini<br />

bilmeyen, efeliği ve ukalalığı da<br />

kendilerine sermaye edinen bu<br />

tiplerin bilmedikleri, görmedikleri<br />

hiçbir şey de yoktur.<br />

Okumayı bir külfet olarak gören<br />

insanımız hâlâ Kur’an mucizesindeki<br />

şifayı alamamış ve tadamamıştır.<br />

Sandıklarda en nâdide<br />

kumaşların içinde ve kitapsız<br />

kütüphane rafl arının üstünde<br />

duran bu mucize; okunmayı<br />

beklemektedir. Bırakınız Arapça’sını,<br />

bu İlâhi Kitab’ın mealini<br />

bile okumayan insanımız ne<br />

kendisinden, ne de kendisini<br />

Yaratan’ın sözlerinden haberdardır.<br />

Böylece adetâ amaçsız,<br />

gayesiz, ruhsuz, yaşadığını farketmemekte<br />

ve mutlu olduğunu<br />

zannetmekte ve bu haliyle ‘’Yalancılar<br />

Kahvesinden Tahta Ata”<br />

binip gitmektedir.<br />

Mucizeler Mucizesi’ni gerçek manada<br />

okuyup, ayetler üzerinde<br />

düşünseydik, birbirimizin kurdu<br />

olur muyduk? Canlı ve cansıza<br />

kıyabilir miydik? Yaratan’ın ayeti<br />

olan çevremizi harabeye çevire<br />

bilir miydik? Gıdaların özü ile<br />

oynayıp kendimizi ve çevremizi<br />

gün gün zehirler miydik? Huzuru,<br />

güveni, mutluluğu, saygı ve<br />

sevgiyi, parada, pulda ve başka<br />

kapılarda arar mıydık?


İyi ve mutlu bir<br />

Müslüman kendi<br />

kendisiyle, sosyal<br />

çevresiyle ve<br />

tabiatla uyumlu<br />

ve barışık olan<br />

kimsedir. Dinimizde<br />

kendisine, sosyal<br />

çevresine ve<br />

doğaya kötülük<br />

yapmak, zarar<br />

vermek haramdır.<br />

din ve sosyal hayat<br />

Din ve çevre<br />

Yrd. Doç.Dr A.Vehbi ECER<br />

Erciyes Ü.İlahiyat Fak.<br />

Emekli Öğr. Üyesi<br />

İnsanoğlu tarihi bir varlıktır. Üstelik<br />

bütün yaratılmışların en yeteneklisi,<br />

en akıllısı, en faziletlisi, en güzelidir.<br />

Hem çevresini, toplumunu ve<br />

kendisini geliştirmeye yetenekli,<br />

hem de devraldığı mirası korumaya<br />

azimli en gelişmiş, medeni bir<br />

varlıktır. Atalarından sosyal içerikli<br />

dili, töreleri, örf ve adetleri, bilimsel<br />

gelişmeleri hazır halde bulmuş,<br />

üzerinde yaşanılan ‘çevre’yi emanet<br />

olarak gelecek kuşaklara devretmek<br />

üzere almıştır. Basit tarifi yle çevre:<br />

Canlı ve cansız varlıkları üzerinde<br />

bulunduran dünya ile onu çevreleyen<br />

atmosferdir. Tüm varlıkların<br />

ortaklaşa yaşadıkları ve kullandıkları<br />

yerdir. Bütün varlıklar gibi insanlar<br />

da çevrenin, doğa (tabiat)’nın birer<br />

parçalarıdırlar. İyi ve mutlu bir<br />

Müslüman kendi kendisiyle, sosyal<br />

çevresiyle ve tabiatla uyumlu ve<br />

barışık olan kimsedir. Dinimizde<br />

kendisine, sosyal çevresine ve<br />

doğaya kötülük yapmak, zarar<br />

vermek haramdır.<br />

Doğal çevrenin bozulması dengelerin<br />

alt-üst olmasına, yaşamımızı ve<br />

sağlığımızı güçlüğe sokmasına<br />

sebep olur. Günümüzde pek de<br />

önemsenmeyen fakat çok tehlikeli<br />

olan atık pillerin zararlarının çevre<br />

sağlığı bakımından öneminin<br />

halkımıza anlatılması lazımdır. Zira<br />

her ailede, her kişide, her evde pil ile<br />

kullanılan eşyaların, aletlerin varlığını<br />

biliyoruz. Evlerde, iş yerlerinde,<br />

sanayide, saatlerde, kameralarda,<br />

hesap makinelerinde, işitme<br />

aletlerinde, kablosuz telefonlarda,<br />

oyuncaklarda, radyolarda,<br />

motorlarda, hoparlörlerde, diz üstü<br />

bilgisayarlarda, el fenerlerinde piller<br />

kullanılır. Bu piller boşalınca genel<br />

olarak kaldırılıp rastgele atılıyor. Bu<br />

basit gibi görünen hareket aslında<br />

büyük felaketlere sebep oluyor.<br />

Bütün Dünya dergisinde bu konuda<br />

bir yazı yazan Cheryl Tanrıverdi<br />

yazısına “Atık Piller Zehirli Birer Saatli<br />

Bombadır” başlığını koymuştur.<br />

(Şubat. 2009, sayı: 2, 57-61) Gerçekten de<br />

bir küçük pilin çok büyük zararları<br />

Haziran 2011 - 146 23


24<br />

olduğu ilmen sabittir. Toprağa,<br />

suya, havaya, insan, hayvan ve<br />

bitki sağlığına büyük zararlar<br />

verdiği bilim adamlarınca tesbit<br />

edilmiştir.<br />

Süresi dolan pillerin derimize,<br />

dilimize dokunması halinde<br />

pildeki bazı kimyasal maddeler<br />

vücudumuza geçmektedir. Çünkü<br />

pillerde civa vardır. Civa merkezi<br />

sinir sistemini etkiliyor, böbrek,<br />

karaciğer ve beyin dokularını<br />

bozuyor, kanser yapıyor, sakat<br />

çocuk doğumlarına sebep oluyor.<br />

Gene pillerde bulunan kadmiyum<br />

bileşikleri kolayca suya karışarak<br />

insan sağlığını tehdit ediyor,<br />

prostat kanseri, kansızlık ve<br />

böbrek hastalıklarını oluşturuyor.<br />

Kurşun ise, solunum ve içme suyu<br />

ile vücuda giriyor, mide ağrısı,<br />

işitme bozukluğu, böbrek ve beyin<br />

iltihapları, kısırlık, dişlerin erken<br />

dökülmesi… gibi hastalıklara sebep<br />

oluyor. Bu konu ile ilgili tehlikeleri<br />

Cheryl Tanrıverdi andığımız<br />

makalesinde çok güzel özetliyor:<br />

“…Pilleri sonuçlarını düşünmeden<br />

atıverdiğimizde, ağır metaller<br />

besinlerde ve balıklarda birikebilir,<br />

içme suyuna ve soluduğumuz<br />

havaya karışabilir. Bu metallere<br />

uzun süre maruz kalmak beyin,<br />

akciğer ve böbreklerde rahatsızlığa<br />

sebep olabiliyor. Ağır metaller<br />

Haziran 2011 - 146<br />

kansere ve sinir hastalıklarına da<br />

neden olabilir. Kurşunun etkisinde<br />

kalmaksa erken doğumla, yavaş<br />

gelişimle ve küçük çocuklarda zekâ<br />

geriliğiyle sonuçlanabiliyor…”<br />

Yapılan araştırmalar sonucunda<br />

bir küçük kalem pilin dört<br />

metrekare toprağı kirlettiği, sekiz<br />

yüz bin litre buyu içilmez hale<br />

getirdiği saptanmıştır. Hayatımızı<br />

kolaylaştıran bu pilleri rastgele<br />

yerlere değil de belediyelerin<br />

sokak aralarına yerleştirdiği<br />

“atık pil kutuları”na atmamız,<br />

böyle kutular yoksa belediyeleri<br />

uyarmamız yerinde olur.<br />

Tıbbi atıkların da ulu orta yerlere<br />

atılması salgın hastalıklara sebep<br />

olduğu bilinmektedir. Ancak,<br />

tıbbi atıklar konusunda diğer<br />

atıklara göre daha duyarlı ve<br />

ciddi davranıldığı görülmektedir.<br />

(Bak: Reşat Kök, “Sağlık Kuruluşlarında Atık<br />

Yönetimi”, Türk Sağlık Sen Dergisi, Temmuz-<br />

Eylül. 2008, sayı: 18,33-35)<br />

Yüce Allah, çevre dediğimiz<br />

dünyamızı bizim kullanmamız<br />

için yaratmış yararlanmamıza<br />

sunmuştur. Hacc suresinin 65.<br />

ayetinde bu konuda şu açıklama<br />

vardır:<br />

“Allah’ın yeryüzündeki her şeyi….<br />

hizmetinize verdiğini görmüyor<br />

musun?”<br />

Gene Kur’an, yeryüzünde<br />

ne varsa hepsinin bizler için<br />

yaratıldığını açıklar. (Bakara, 29)<br />

Şura suresinin 36. ayetinde<br />

ise: “Size verilen şeyler dünya<br />

hayatının geçimliğidir” buyruğu<br />

vardır. Yüce Allah göğü, yeri ve<br />

ikisi arasındakileri oyun olsun<br />

diye yaratmamış (Bak: Enbiya, 48)<br />

insanların, hayvanların ve bitkilerin<br />

hayatlarını sürdürmeleri için (Bak:<br />

Furkan, 48) yaratmıştır. Su, toprak<br />

ve hava hayat kaynaklarıdır. Yüce<br />

Allah: “Allah bütün canlıları sudan<br />

yarattı.” (Nur, 44) buyurur. Secde<br />

suresinde (27. ayet) çorak toprakların<br />

sulandığı, hayvanların ve insanların<br />

yetişen ekinlerden yiyerek<br />

yaşamlarını sürdürdükleri anlatılır.<br />

Gene Kur’an’da gök, yer ve ikisi<br />

arasındaki çevrenin bizim mutlu<br />

ve sağlıklı yaşamamız için temiz<br />

olarak yaratıldığı şöyle anlatılır:<br />

“Yeryüzünü de yaydık, üzerine<br />

sabit dağlar yerleştirdik. Orada<br />

her türden güzel çiftler yetiştirdik.<br />

Bütün bunlar içtenlikle Allah’a<br />

yönelen her kulun gönül gözünü<br />

açmak ve ona öğüt ve ibret<br />

vermek içindir. Gökten de bereketli<br />

bir su indirip onunla kullar için<br />

rızık olarak bahçeler ve biçilecek<br />

ekinler, birbirine girmiş kat kat<br />

tomurcukları olan yüksek hurma<br />

ağaçları bitirdik ve böylece onunla<br />

ölü bir beldeye hayat verdik.” (Kaf,<br />

7-11)<br />

Tabiatın, çevrenin kirlenmesini<br />

sağlığımız, gelecek kuşakların<br />

hayatları, tabiat dengelerinin<br />

korunması için engellemeliyiz.<br />

Dinimiz de kirlenmeye izin<br />

vermez. Bedenimizin, ruhumuzun,<br />

çevremizin temiz tutulmasını<br />

emreder. Hayatımızı kolaylaştıran<br />

bir düğme kadar da olsa,<br />

küçük bir kalem pil de olsa<br />

toprağa, suya, sağlığımıza, hatta<br />

geleceğimize büyük zararlar<br />

verdiğini unutmayalım. Tabiatı,<br />

kendimizi, gelecek kuşakları<br />

koruma konusunda duyarlı olalım.<br />

Belediyeleri de bu konuda uyaralım.


Günahlarla kararan<br />

yüreklerimizi,<br />

merhametten<br />

yoksun paslı<br />

vicdanlarımızı<br />

tövbelerle<br />

ve pişmanlık<br />

gözyaşlarıyla<br />

arındırıp, tertemiz<br />

bir hale getirebilmek<br />

için önümüzden<br />

akıp giden rahmet<br />

pınarıdır Üç Aylar…<br />

din ve sosyal hayat<br />

Maneviyat iklimi<br />

üç aylar<br />

Dr. Ömer Menekşe<br />

Bilgi Yönetimi ve İletişim Daire Başkanı<br />

Rabbimizin bize sunduğu en büyük<br />

nimetlerden biridir zaman…<br />

Çoğu defa nasıl geçtiğini anlamadan<br />

hızla tükenir… Durmadan<br />

akıp giden bir çağlayandır âdeta…<br />

İnsanlar da geceler ve gündüzler<br />

içinden akar... Nereye?<br />

Kur’an’ın belirttiği “O gün”e... “insanların<br />

dünyada yapıp ettiklerinin<br />

kendisine gösterilmesi için kabirlerinden<br />

çıkarılacağı”, (Bkz. Mearic, 43,<br />

44; Âdiyât, 9) “Herkesin kazancının<br />

kendisine eksiksiz geri verileceği<br />

ve hiç kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı’’<br />

(Mü’minun, 62) “Kalblerde<br />

gizlenenlerin ortaya çıkacağı”,<br />

(Âdiyât, 10) “Yüzlerin kararacağı<br />

veya ağaracağı” (Âl-i İmrân, 106) “O<br />

gün”e... Âhiret gününe!..<br />

Her günün gündüzünü ve gecesini<br />

kapsayan beş vakit, çok özel bir<br />

an olarak tahsis edilmiş. Müslüman<br />

olmanın temel şartlarından<br />

olan, “dinin direği” olan, namaza<br />

durduğumuzda günün o namaza<br />

denk düşen kısmını çok çok özelleştirmiş<br />

olmaktayız…<br />

Ayrıca davet ettiğimiz “teheccüd”<br />

namazı, gecelerimize daha da bir<br />

anlam kazandırmakta…<br />

Cumalar özel.<br />

Her yılın bir ayı demek olan Ramazan<br />

günleri özel…<br />

Ömürde bir kere içinden geçip<br />

iliklerinize kadar hissedeceğiniz<br />

Hac günleri özel.<br />

Bütün bu özel günler içinde bir<br />

de özel geceler var... Zamanı<br />

değerlendirmek, ömrü boşa geçirmemek<br />

için müstesna bir fırsat<br />

olan geceler… Akıp giden zamanın<br />

önemli durakları olan ve içinde<br />

kandilleri barındıran… Işıklarıyla<br />

sadece karanlık gecelerimizi değil,<br />

aynı zamanda manevi feyziyle de<br />

bunalan gönüllerimizi aydınlatan,<br />

zihinlerimizi berraklaştıran…<br />

Mübarek gecelerle dolu Üç Aylar…<br />

“Geceyi ihya etme”nin “gündüz<br />

tutulan oruç”la birleştiği müba-<br />

Haziran 2011 - 146 25


26<br />

rek gün ve geceler… Regâib<br />

Kandili’yle başlayan, bin aydan<br />

daha hayırlı Kadir Gecesi’yle<br />

zirveye ulaşan, kandiller zincirini<br />

içinde barındıran, Ramazan<br />

Bayramı’yla da maddî ve manevî<br />

alanda “bayram”a dönüşen<br />

manevi yükseliş ve bağışlanma<br />

ayları…<br />

Yaratılış gayemizi düşünmemiz,<br />

Yaratan ve yaratılanlarla olan<br />

münasebetlerimizi değerlendirmemiz<br />

için bir fırsattır üç aylar...<br />

Günahlarla kararan yüreklerimizi,<br />

merhametten yoksun paslı<br />

vicdanlarımızı tövbelerle ve pişmanlık<br />

gözyaşlarıyla arındırıp,<br />

tertemiz bir hale getirebilmek<br />

için önümüzden akıp giden rahmet<br />

pınarıdır Üç Aylar…<br />

Her gün ömür takvimimizden bir<br />

yaprak koparken, süratle ömür<br />

Haziran 2011 - 146<br />

sermayemiz tükenirken, akıbetimiz<br />

olan ölüme hızla koşarken,<br />

şu fani olan hayat yolunda,<br />

dünyanın ötelere bir hazırlık<br />

yeri olduğunu idrak etmek, asıl<br />

ve ebedî olan ahiret yurduna<br />

hazırlanmak ve az zamanda çok<br />

kazanma vaktidir Üç Aylar…<br />

Kalan günlerimizin, yaşayıp geride<br />

bıraktıklarımızdan daha az<br />

olabileceğinin idraki içinde hayırlı<br />

işlerde yarışmak, faydasız uğraşlardan<br />

kaçınmak, günahlara<br />

dur deyip, sevaplarla buluşmak<br />

zamanıdır Üç Aylar.<br />

Günlük hayatın koşuşturması ve<br />

yoğun temposu içinde gafl etle<br />

kapanmış gözlerimizi basiretle<br />

açmak, katılaşmaya yüz tutan<br />

kalplerimizi Allah’ın zikri ile yumuşatmak,<br />

kibirle dikleşen başlarımızı<br />

tevazuyla eğip alnımızı<br />

secdelere koymak ve bağışlanmak<br />

ümidiyle yakarış anıdır Üç<br />

Aylar.<br />

Dua ve münacatların semaları<br />

titrettiği, Rahmet-i Rahman’ın<br />

mahzun gönüllere sağanak sağanak<br />

indiği, bir ânı bir ömre<br />

bedel bereketli günlerdir Üç<br />

Aylar…<br />

Bu mübarek aylar ile ilgili olarak<br />

Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:<br />

“Ey Allah’ım! Recep ve şabanı<br />

bize mübarek kıl ve bizi<br />

Ramazan’a kavuştur.” (Ahmet b.<br />

Hanbel, Müsned, I, 259)<br />

Yıl, ağaç gibidir. Receb ayı ağacın<br />

yapraklı, şaban meyveli,<br />

Ramazan ise meyvesinin toplanacağı<br />

zamanı gibidir. Receb<br />

tohum ekme, şaban sulama,


Ramazan ise hasat ayıdır. Receb<br />

hürmet, Şaban hizmet, Ramazan<br />

ise nimet ayıdır.<br />

Regaip Kandili<br />

Bu mübarek gece rahmeti, bereketi<br />

ve mağfi reti bol üç ayların<br />

manevi iklimine girildiğinin habercisidir.<br />

Regaib, Recep ayının<br />

da ilk cuma gecesi… Allah’ın<br />

mağfi retinin, engin lütuf ve kereminin<br />

üzerimize sağanak sağanak<br />

yağdığı bir rağbet gecesi…<br />

İstek, arzu ve beğenmedir<br />

rağbet… İnsan rağbet ettiği<br />

değerlere göre rağbet görür.<br />

İçtiği kaynağın berraklığına göre<br />

berrak sözler söyler. Mevlânâ<br />

“Nereye gidiyorsun sen? İşte<br />

osun sen.” der. Vahye râm olan<br />

vahiyden bahis açarken, kötülüğe<br />

rağbet eden de kötüye vurgu<br />

yapar. Kısaca rağbet ettiğini heceler<br />

insanoğlu.<br />

Peygamberler tarihi, rağbet<br />

edenler ile rağbet görenlerin<br />

hikâyesidir.<br />

Nuh’un çağrısına ‘evet’ diyenlerin<br />

rağbeti ile ‘hayır’ diyenlerin<br />

rağbeti.<br />

Hz. Musa’nın sabırlı davetine<br />

rağbet edip denizi onunla geçen,<br />

geçtikten sonraki davetine ise<br />

rağbet etmeyenlerin öyküsü.<br />

Rabbinin burhanı sayesinde harama<br />

rağbet etmeyen Yusuf’un<br />

(a.s.) rağbet etmemesi de bir<br />

rağbet.<br />

“Bir elime ayı bir elime güneşi<br />

verseniz yine davamdan vazgeçmem.”<br />

diyen Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.)’in dünyalık teklifl ere rağbet<br />

etmemesi de bir rağbet.<br />

Yüce Allah, bizim neye ve kime<br />

rağbet edip yönelmemiz gerektiğini<br />

şöyle açıklıyor:<br />

“Ey iman edenler! Size hayat<br />

verecek şeylere sizi çağırdığı<br />

zaman, Allah’ın ve Râsulü’nün<br />

çağrısına uyun.” (Enfal, 24)<br />

“Eğer onlar Allah ve Râsulü’nün<br />

kendilerine verdiğine razı olup,<br />

‘Allah bize yeter, yakında bize<br />

Allah da lütfundan verecek,<br />

Râsulü de. Biz yalnız Allah’a rağbet<br />

edenleriz.’ deselerdi (daha iyi<br />

olurdu).” (Tevbe, 59)<br />

“Boş kaldın mı hemen (başka)<br />

işe koyul ve yalnız Rabbine rağbet<br />

edip O’na yönel.” (İnşirah, 7, 8)<br />

Miraç Kandili<br />

Miraç; recebin 27. gecesi…<br />

Âlemlere rahmet olarak gönderilen<br />

Sevgili Peygamberimize,<br />

Mekke döneminde bir gece,<br />

Mescidi Haram’dan Mescid-i<br />

Aksa’ya, oradan da semaya yaptırılan<br />

hikmet yüklü yolculuk…<br />

Süleyman Çelebi’nin “Şeş cihetten<br />

ol münezzeh zül-celâl,<br />

Bîkemukeyf âna gösterdi cemâl.”<br />

şeklindeki ifadesiyle; mahiyetini,<br />

nasıllık ve niceliğini bilemediğimiz<br />

bir şekilde Yüce Allah ile görüşen<br />

sevgili Peygamberimizin,<br />

şirk koşmayanların affedilebileceği<br />

müjdesi, Bakara sûresinin<br />

son iki ayeti ve beş vakit namaz<br />

hediyesiyle Yüce Âlemlerden<br />

döndüğü gece…<br />

İsra sûresinin başlangıç ayetlerinde<br />

bu kutlu yolculuğun<br />

ilk aşaması şöyle anlatılır:<br />

“Kendisine ayetlerimizden bir<br />

kısmını gösterelim diye kulunu<br />

(Muhammed’i) bir gece Mescid-i<br />

Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz<br />

Mescid-i Aksa’ya<br />

götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç<br />

şüphesiz O, hakkıyla işitendir,<br />

hakkıyla görendir.”<br />

Berat Kandili<br />

Ramazan’ın müjdecisi… Şaban<br />

ayının on beşinci gecesi… Berat…<br />

Berat… Borçtan, hastalıktan, suç<br />

ve cezadan beraat etme, kurtulma…<br />

günahlardan arınma, temize<br />

çıkma, ilâhî af ve rahmete<br />

nâil olma…<br />

Hz. Peygamber şöyle buyurur:<br />

“Şaban ayının 15. gecesini ibadetle<br />

geçirin, gündüzünde de<br />

oruç tutun. Çünkü Yüce Allah,<br />

bu gece dünya semasına rahmetiyle<br />

tecelli eder ve ‘Yok mu<br />

tövbe eden, tövbesini kabul edeyim?<br />

Yok mu rızık isteyen, rızık<br />

vereyim? Yok mu şifa isteyen,<br />

şifa vereyim?.. Yok mu başka<br />

isteği olan ona da istediğini vereyim?”<br />

(İbn Mâce, Sünen, “İkâmetü’s-<br />

salât”, 191)<br />

Haziran 2011 - 146 27


28<br />

Kadir Gecesi<br />

Maddi ve manevi pek çok hikmet<br />

ve rahmeti, bereket ve<br />

mağfi reti bünyesinde barındıran<br />

Ramazan ayında yer alan, Yüce<br />

Yaratan’ın insanlığa kurtuluş<br />

çağrısı olan Kur’an’ın indirilmeye<br />

başlandığı, esenlik ve güvenliğin<br />

her tarafa yayıldığı, sema kapılarının<br />

açıldığı, dua ve tövbelerin<br />

kabul edildiği kutlu gece…<br />

Leyle-i Kadir… Kadr-ü kıymet<br />

bilme, Rabbimiz’in bizlere sunduğu<br />

sayısız nimetlerin farkında<br />

olma zamanı…<br />

“Şüphesiz biz onu Kadir<br />

Gecesi’nde indirdik. Kadir<br />

Gecesi’nin (o büyük fazl-u şerefi<br />

ni) sana bildiren nedir? Kadir<br />

Gecesi bin aydan hayırlıdır. Onda<br />

melekler ve Rûh, Rableri’nin izni<br />

ile, her bir iş için iner de iner. O<br />

(gece) tan yeri ağarıncaya kadar<br />

bir selamdır.” (Kadir, 1-5)<br />

Üç Ayları<br />

Değerlendirme Yolları<br />

1- İyi bir muhasebe<br />

“Düşünmez misiniz?” (En’am, 50)<br />

“Umulur ki tefekkür edersiniz.”<br />

(Bakara, 266) diye buyururken Rabbimiz,<br />

“Hesaba çekilmeden önce<br />

kendinizi hesaba çekiniz.” (Tirmizî,<br />

“Kıyame”, 25) derken kutlu Nebi;<br />

tefekküre davet eder insanı…<br />

İşte Üç Aylar, keşkelerin öğütülüp<br />

iradî başlangıçların yapıldığı<br />

anlar… Tevbe ve istiğfar ile günahlardan<br />

arınmanın, işlediğimiz<br />

hata ve günahlardan dolayı<br />

pişmanlık duyarak O’ndan af<br />

dilemenin, onları bir daha işlememek<br />

için kararlı bir duruş<br />

sergilemenin en güzel fırsatı…<br />

Yüce Mevla’nın huzurunda mahcubiyet<br />

ve pişmanlık duyarak,<br />

günahlara bir daha dönmemek<br />

üzere yüz çevirerek, hayatımızda<br />

yeni ve tertemiz bir sayfa<br />

açmaya karar verme anı…<br />

Haziran 2011 - 146<br />

2- Kur’an üzerinde çalışma<br />

Değeri Kur’an’a dayanan kutlu<br />

gecenin ve ayın değerlendirilmesi,<br />

ancak Kur’an’a yönelmekle,<br />

onu okumak ve öğrenmekle,<br />

onun eşsiz mesajını anlamak ve<br />

onun mana ikliminde yol almakla<br />

mümkün…<br />

İnsanlığın ufkunda bir ışık gibi<br />

yanan ve her dönemde insanların<br />

yollarını, kalplerini ve gönüllerini<br />

aydınlatmaya devam eden<br />

bir meşale…. İnsanlığı aydınlatmaya<br />

başladığı günden beri<br />

ışığından hiç bir şey kaybetmeyen,<br />

taşıdığı değer ve anlamlar,<br />

getirdiği ahlak ve erdem ilkeleri<br />

hep taze ve yeni olarak kalan<br />

varlık ve varoluş bilgisinin ders<br />

kitabı, bütün kâinatın özeti ve<br />

Yüce Yaratan’ın bizlere uzattığı<br />

kurtuluş halkası Kur’an’la buluşma..<br />

Kur’an’a yönelme, eşsiz<br />

mesajını okuma, anlama ve yaşamaya<br />

çalışma…<br />

3- Nafi le ibadetleri çoğaltma<br />

Üç Aylar; sarsılan rûhî dünyamızı<br />

onaracağımız, yitirdiğimiz,<br />

kaybettiğimiz değerleri yeniden<br />

bulacağımız, merhametin kuşatıcılığını<br />

derinden hissedeceğimiz,<br />

kalbî seviye kazanacağımız,<br />

hayatımızı yeniden gözden geçirmemize<br />

vesile olacak manevi<br />

bir iklim…<br />

Yetimin başını okşayan el, dertli<br />

yüreklere şifa sunan dil, gülmeyi<br />

unutmuş yüzlere sürur olma...<br />

kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin<br />

çaresi olma. Nafi le namaz<br />

ve oruçlarla, yapılacak hayır ve<br />

hasenatla Üç Ayları değerlendirme…<br />

4- Mali ibadetleri çoğaltma<br />

Sevdiğimiz şeylerden Allah<br />

yolunda infak etme. Yedirme,<br />

içirme, giydirme, borç verme.<br />

Muhtaca yardım etme. Zekat,<br />

sadaka, hayır ve hasenatta<br />

yarışma.. Cömertlikte zirveye<br />

ulaşma…<br />

5- Hz. Muhammed (s.a.s.)’i<br />

daha iyi tanımaya yönelik<br />

çalışma<br />

O ki, âlemlere, insana, hayvana,<br />

nebatata rahmet…<br />

O ki, müminlere karşı merhametli<br />

bir “Rahmet Deryası”<br />

Ve onun bütün çağları aşan ve<br />

geride bırakan sevgi ve hoşgörü<br />

anlayışı... Nice merhamet tabloları<br />

ile dopdolu hayatı… Üç Aylar<br />

onu daha iyi tanımak için bir<br />

fırsat… Şüphesiz ibadet bilinci<br />

içinde onu öğrenmeye sadece<br />

bir zamanı değil, her ve pir zamanı<br />

ayırmak en büyük vazife…<br />

6- Kazanılanları<br />

kaybetmeme<br />

“Ölüm gelinceye kadar Rabbına<br />

ibadete (devam) et.” (Hicr, 99) buyuruyor<br />

Rabbimiz, “Amellerin en<br />

sevimli olanı az da olsa devamlı<br />

yapılanıdır.” (Buhârî, Rikak, 18; İman,<br />

32) der Kutlu Nebi (s.a.s.)<br />

Nimete ermek, nimetle sürekli<br />

kalmak değildir. Kaybetmemek<br />

için birtakım sebeplere riayet<br />

edilir. Buna rağmen nimette<br />

kalmak da yine O’nun iznine<br />

bağlıdır. Üç Aylar bir nimet…<br />

Ramazan bir ganimet… Ancak<br />

nimetler bunlarla sınırlı değil…<br />

O halde ibadeti yalnız bu aylara<br />

hasretmek de yanlış…<br />

Üç Aylar, yaşantımızda kalıcı<br />

değişiklikler meydana getirmediği<br />

müddetçe tam anlamıyla idrak<br />

edilmiş olamaz.<br />

Her ayı Ramazan ve her gün ve<br />

geceyi Kadir Gecesi gibi yaşamaya<br />

gayret etmek, dargınlık,<br />

kırgınlık, kin ve nefretin yerine;<br />

sevgiyi, merhameti, dostluk ve<br />

kardeşliği hâkim kılmak, yetimlerin,<br />

kimsesizlerin, fakir ve<br />

muhtaçların yüzünü güldürmek<br />

şiarımız olsun.<br />

Nice birlik ve beraberlik içinde af<br />

ve mağfi rete vesile olan mübarek<br />

aylara ve kandillere…


Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.) her şeyden<br />

önce yeni doğan<br />

çocukları için duada<br />

bulunur, kulaklarına<br />

ezan ve ikâmet<br />

okur, ardından isim<br />

koyardı. Daha sonra<br />

erkek çocuklarını<br />

ilk yedi gün içinde<br />

sünnet ettirir,<br />

ayrıca başlarındaki<br />

ilk saçları tıraş<br />

edip ağırlığınca<br />

tasaddukta bulunur,<br />

nihayet onlar için<br />

akîka kurbanı<br />

keserdi.<br />

Doç. Dr. Adem Apak<br />

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi<br />

Örnek baba<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

Müslümanlar olarak, problemli<br />

insanlık ailesi içerisinde eriyip<br />

yok olmak istemiyoruz. Üstelik<br />

insanlığın problemlerini azaltmada<br />

orijinal ve sadra şifa katkılarda<br />

bulunmak istiyorsak; din<br />

deyince, sünnet deyince ibadet<br />

hayatımızı ilgilendiren belli tezahürlerin<br />

ötesine aşıp medenî ve<br />

sosyal hayatımızın her safhasını<br />

yönlendirmek için kendisinde<br />

en güzel örnekler bulunan Hz.<br />

Muhammed (s.a.s.)’in yaşayışının<br />

her yönünü tanımamız, örneklerimizi<br />

ondan almamız, nihayet<br />

bunları hayatımıza uygulamamız<br />

gerekmektedir. Zira bu hususta<br />

Kur’an’ın çağrısı açıktır: “Allah’ın<br />

Rasûlü’nde sizler için en güzel<br />

örnek vardır.” (Ahzâb, 21)<br />

Rasûlüllah (s.a.s) erkek-kız,<br />

birçok çocuk sahibi bir aile reisidir.<br />

Bu çocuklardan biri Hz.<br />

Mâriye’den, diğerleri ise Hz.<br />

Hatice (r.anha)’den dünyaya<br />

gelmiştir. Bunlar Kasım, Abdullah,<br />

İbrahim, Zeyneb, Rukiyye,<br />

Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’dır. Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.) çocuklarıyla<br />

birlikte evinde yaşayan hizmetçi<br />

ve azatlı köle çocuklarının terbiyesiyle<br />

de doğrudan ilgilenmiş,<br />

daha doğrusu onları kendi çocuk<br />

ve torunlarından ayırmamıştır.<br />

Gerçekten de Rasûlüllah<br />

(s.a.s.)’ın on yıl hizmetinde bulunan<br />

Enes b. Mâlik (r.a.) (Allah<br />

elçisinin sevgilisi) unvanı olan<br />

Üsâme (r.a.), onun babası Zeyd<br />

b. Hârise (r.a.), ondan oğlu İbrahim<br />

veya torunları Hz. Hasan ve<br />

Hz. Hüseyin’den farklı muamele<br />

görmemişlerdir.<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) her şeyden<br />

önce yeni doğan çocukları<br />

için duada bulunur, kulaklarına<br />

ezan ve kâmet okur, ardından<br />

isim koyardı. Daha sonra erkek<br />

çocuklarını ilk yedi gün içinde<br />

sünnet ettirir, ayrıca başlarındaki<br />

ilk saçları tıraş edip ağırlığınca<br />

tasaddukta bulunur, nihayet<br />

onlar için akîka kurbanı keserdi.<br />

Doğum haberiyle sevincini açığa<br />

vururdu. Rivayetlere göre oğlu<br />

İbrahim’in doğum haberini getiren<br />

Ebû Râfi (r.a.)’ye bir köle hediye<br />

etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)<br />

çocukları dünyaya geldiğinde<br />

ayrıca dostlarına ziyafet de vermiştir.<br />

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in<br />

bir baba olarak çocuklarına gösterdiği<br />

ilgi ve alakayı aşağıdaki<br />

başlıklar altında özetlemek mümkündür.<br />

Haziran 2011 - 146 29


30<br />

O, çocukları “cennet kokusu”, “göz nuru” diye tarif ederdi.<br />

Nitekim torunları Hasan ve Hüseyin’i her karşılaşmasında<br />

kucaklamış ve sevmiştir. Doğumundan kısa süre sonra bir<br />

sütanneye verilen oğlu İbrahim’i sık sık görmeye gittiği,<br />

varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü, kokladığı rivayet edilir.<br />

Sevgi<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çocuklara<br />

karşı tavrında en dikkat<br />

çekici yönlerden biri, onlara<br />

karşı gösterdiği sevgisidir. O,<br />

çocukları “cennet kokusu”, “göz<br />

nuru” diye tarif ederdi. Nitekim<br />

torunları Hasan ve Hüseyin’i her<br />

karşılaşmasında kucaklamış ve<br />

sevmiştir. Doğumundan kısa süre<br />

sonra bir sütanneye verilen oğlu<br />

İbrahim’i sık sık görmeye gittiği,<br />

varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü,<br />

kokladığı rivayet edilir. (Müslim,<br />

Fedâil, 63)<br />

Çocuklara karşı derin bir sevgi ve<br />

Haziran 2011 - 146<br />

şefkat besleyen Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.) onları ciddiye alıp seviyelerine<br />

inmek suretiyle onların<br />

problemleriyle ilgilenmiştir. Onun,<br />

çocukları kucağına alıp sevdiği<br />

ile ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır.<br />

Nitekim bir defasında<br />

torunu Hasan’ı öperken yanında<br />

oturan bedevi kabile reislerinden<br />

Akra b. Hâbis onu görür ve “Siz<br />

çocukları öper misiniz? Benim on<br />

çocuğum var, hiçbirini öpmedim.”<br />

der. Gerçekten de katı, acımasız<br />

ve sert mizaçlı olan çöl Arapları,<br />

Peygamber (s.a.s.)’in çocuklara<br />

gösterdiği sevgi ve acımayı hiçbir<br />

zaman anlayamamışlar, onun<br />

çocuklara karşı tavırlarını tuhaf<br />

bir şey olarak karşılamışlardır.<br />

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem<br />

(s.a.s.) muhatabına “Merhamet<br />

etmeyene merhamet olunmaz.”<br />

buyurur. Yine “Siz çocukları öper<br />

misiniz? Biz öpmeyiz.” diyen bir<br />

kişiye “Allah senin kalbinden<br />

merhameti alıp çıkardıysa ben ne<br />

yapabilirim.” buyurmuştur. (Buhârî,<br />

Edeb, 18)<br />

Rivayetlere göre kız torunu<br />

Ümâme’yi omuzunda taşıyan Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.) onu sırtından<br />

indirmeden namaz kılmasını sürdürmüş,<br />

rükû ve secdeye gittikçe<br />

yere bırakmış, kıyama kalkarken<br />

ise tekrar omuzuna almıştır. Aynı<br />

şekilde namazda, secde sırasında<br />

sırtına binen torunları kendiliğinden<br />

ininceye kadar secdeyi uzatmış,<br />

rükû sıralarında onlar bacaklarının<br />

arasından da geçmek<br />

isteyince ayaklarını aralamış,<br />

gerek namaz esnasında, gerekse<br />

daha sonra bu hususta çocuğa<br />

hiçbir müdâhalede bulunmamıştır.<br />

(Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 22, İlim, 18,<br />

Salât, 106; Tirmizî, Menâkıb, 9, Birr, 57; Ebû<br />

Dâvûd, Tereccül, 15; İbn Mâce, Edeb, 3)<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çocuklarına<br />

sınırsız şefkat ve sevgisinin<br />

bir başka tezahürü, onların vefatları<br />

sırasında kendisinde görülen<br />

üzüntü halidir. Nitekim kızı<br />

Ümmü Gülsüm (r.anha) öldüğü<br />

zaman kabrinin başına oturup<br />

uzun süre ağlamıştır. Keza son<br />

çocuğu İbrahim’in vefatı üzerine<br />

gözyaşı dökerken dilinden şu<br />

sözcükler dökülmüştür: “Göz ağlar,<br />

kalb üzülür, fakat biz Allah’ın<br />

rızasına uymayan söz sarf etmeyiz.<br />

Vallahi ey İbrahim, ölümün<br />

sebebiyle hepimiz üzgünüz.”<br />

(Buhârî, Cenâiz, 32)<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) çocukların<br />

üzülmesine hiç tahammül<br />

edemezdi. Pek çok rivayet onun


gözyaşı döken çocuklara olağanüstü<br />

ilgi gösterdiğine işaret<br />

eder. Efendimiz bu konudaki<br />

hassasiyetini şu sözleriyle dile<br />

getirmiştir: “Vallahi, ben namazda<br />

iken çocuk ağlaması işitince,<br />

annesinin namazını fesada vereceğinden<br />

korkarım.” Nitekim<br />

bir sabah namazında ilk rekâtta<br />

atmış ayetlik kıraatta bulunan<br />

Rasûlullah (s.a.s.) kulağına çocuk<br />

ağlaması gelmesi üzerine,<br />

ikinci rekatı kısa bir sûre ile tamamlamıştır.<br />

(Buhârî, Ezan, 65)<br />

Çocukların oyununa ilgi<br />

Çocukların hayatında ve onların<br />

gerek bedenî ve gerekse aklî ve<br />

ruhî melekelerinin gelişmesinde<br />

oyun ehemmiyetli bir yer tutar.<br />

Ayrıca çocuk terbiyesinin mühim<br />

bir bölümü oyunla ilgilidir. Oyun;<br />

zamanı, çeşidi, oyun arkadaşları,<br />

oyun miktarı vs. pek çok meselesi<br />

olan bir konudur. Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.)’in bu meseleyle<br />

yakînen ilgilendiği bilinmektedir.<br />

O, torunlarından Hz. Hasan ve<br />

Hz. Hüseyin ile hizmetine bakan<br />

Hz. Enes (r.a.)’i arkadaşlarıyla<br />

oynaması için dışarı göndermiştir.<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) “Çocuğu<br />

olan onunla çocuklaşsın.” buyurarak<br />

çocukları bizzat eğlendirmeyi<br />

de teşvik etmiştir. Nitekim<br />

kendisinin torunları Hz. Hasan ve<br />

Hüseyin’i omuzlarına bindirdiği,<br />

hatta sırtına bindirip gezdirdiği,<br />

bazen ayağı üzerinde sallayarak,<br />

bazen göğsü üzerinde yürüterek<br />

onları güldürüp eğlendirdiği rivayet<br />

edilir. (Tirmizî, Menâkıb, 31)<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) çocuklara<br />

bizzat hizmet de etmiştir. Bir rivayette<br />

gece su isteyen torunları<br />

Hz. Hasan ve Hüseyin için anneleri<br />

Hz. Fâtıma’dan önce kalkıp<br />

su verdiği, bir başka rivayette<br />

kız torunu Ümâme’nin yüzündeki<br />

kir ve pası silip temizlediği anlatılır.<br />

Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor:<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) çocukların üzülmesine hiç tahammül<br />

edemezdi. Pek çok rivayet onun gözyaşı döken çocuklara<br />

olağanüstü ilgi gösterdiğine işaret eder. Efendimiz bu<br />

konudaki hassasiyetini şu sözleriyle dile getirmiştir:<br />

“Vallahi, ben namazda iken çocuk ağlaması işitince,<br />

annesinin namazını fesada vereceğinden korkarım.”<br />

“Üsâme kapının eşiğine takılıp<br />

düşmüştü. Yüzünde yara açıldı<br />

ve kanadı. Rasûlullah (s.a.s.) hemen<br />

ilgilenip; Çocuğun şu yüzünü<br />

temizleyiver! dedi. Ben biraz<br />

iğrenme izhar etmiştim. Bunun<br />

üzerine kendisi atılıp kanı sildi ve<br />

yüzüne su atarak yıkadı. Sonra<br />

da şöyle buyurdu: Eğer Üsâme<br />

kız olsaydı, onu takılarla süsler<br />

(güzel) elbiseler giydirirdim.”<br />

Ahlâk eğitimi<br />

Çocuklara konuşmayı öğrendikleri<br />

andan itibaren ilk öğretilecek<br />

şeyin ‘’Lâilâhe illallah’’ olmasını<br />

da emreden Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.), akıl ve muhakemeye<br />

dönük eğitimin temyiz yaşından<br />

itibaren başlatılmasını istemiştir.<br />

Âlimler ortalama olarak çocuk<br />

için altıncı ve yedinci yaşların<br />

temyiz çağı olduğunu bildirmişlerdir.<br />

Nitekim Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.) yedi yaşına gelen çocuğa<br />

namazın emredilmesini istemiştir.<br />

(Ebû Dâvûd, Namaz, 26)<br />

Allah Rasûlü (s.a.s.) terbiyesinde<br />

olan çocuklara karşı davranışlarını<br />

sevgi ve müsamaha üzerine<br />

bina etmiştir. O çocukların vaki<br />

hatalarını tashihte de azar, tenkit,<br />

tahkir, surat ekşitme gibi<br />

yollara başvurmamıştır. Enes<br />

b. Mâlik’ten bu konuda yapılan<br />

muhtelif rivayetleri şöyle birleştirmek<br />

mümkün: “Hazarda<br />

ve seferde on yıl Rasûlüllah<br />

(s.a.s.)’a hizmet ettim. Yaptığım<br />

işler, her seferinde onun istediği<br />

şekilde gerçekleşmedi. Buna<br />

rağmen bana bir kerecik olsun<br />

ne vurdu, ne kötü söz söyledi,<br />

ne azarladı, ne surat yaptı, ne de<br />

ayıpladı. Bir kere olsun “of” dahi<br />

demedi. Yaptıklarımdan hoşuna<br />

gitmeyen için “Ne fena yaptın.”<br />

demedi. Yaptığım bir şey için:<br />

Haziran 2011 - 146 31


32<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın.”<br />

buyurarak çocukları bizzat eğlendirmeyi de teşvik etmiştir.<br />

“Bunu niye böyle yaptın?”, yapmadığım<br />

bir emri için de: “Onu<br />

niye yapmadın!” diye hesaba çekmedi.<br />

Hanımlarından biri “Keşke<br />

şöyle yapsaydın!” diye müdâhale<br />

edecek olsa: “Bırakın çocuğu, o<br />

Allah’ın murad ettiği şeyi yapmıştır.”<br />

derdi. (Müslim, Fedâil, 51)<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) çocuklara<br />

azamî sevgi, müsamaha ve güler<br />

yüz göstermekle birlikte onları<br />

uzaktan murakabe etmeyi, eve<br />

giriş ve çıkışlarını belli bir programa<br />

bağlamayı da ihmal etmemiş,<br />

kendilerine verilen emirlerin<br />

yapılıp yapılmadığını takip etmiştir.<br />

Yine rivayetlerden Enes<br />

b. Malik’in belli vakitlerde eve<br />

döndüğü anlaşılmakta, geciktiği<br />

takdirde o, “Neredeydin?” sualiyle<br />

karşılaşmaktadır. Rasûlüllah<br />

(s.a.s.) çocukların öğle sıcağından<br />

önce eve dönmelerini, güneş<br />

batımından akşamın alaca karanlığı<br />

kayboluncaya kadar evden<br />

ayrılmamalarını emretmiştir.<br />

Çocuklar arasında adalet<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) zahire<br />

akseden her hususta çocuklar<br />

Haziran 2011 - 146<br />

arasında eşit davranmayı emrederdi.<br />

Bir defasında torunları Hz.<br />

Hasan ve Hüseyin su istediklerinde<br />

hemen kalkan Rasûlüllah<br />

(s.a.s.) önce Hasan’a, sonra<br />

da Hüseyin’e suyu verir. Bundan<br />

Hasan’ı daha çok sevdiği<br />

hükmüne varmak isteyen kızı<br />

Fâtıma (r.anha)’ya “Hayır, suyu<br />

ilk defa Hasan istedi.” cevabını<br />

vermiştir. Allah Rasûlü (s.a.s.)<br />

çocuklar arasında mutlaka bir<br />

ayrım yapılacaksa bunun kızlar<br />

lehine olmasını tavsiye etmiştir.<br />

“Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın<br />

arasını eşit tutun. Eğer ben<br />

birini üstün tutacak olsaydım,<br />

kızları üstün tutardım.” buyurur.<br />

(Buhârî, Hibe, 12) Kız çocuklarının<br />

ikinci sınıf muamele gördüğü ve<br />

horlandığı bir ortamda bu sözler,<br />

ezber bozan çok anlamlı sözlerdir.<br />

Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün bilhassa<br />

giyim kuşam süslenme hususunda<br />

kızlara ayrı bir itina gösterdiği<br />

anlaşılmaktadır. Nitekim o, Habeş<br />

kralı Necâşî’den gelen hediyeler<br />

arasındaki altın yüzüğü torunu<br />

Ümâme’ye vermiştir.<br />

Evlendirme<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) ailesine<br />

mensup kimselerin evlenip<br />

yuva kurmalarıyla yakından<br />

ilgilenmiştir. Bu hususta yapılması<br />

gereken iş ve teşebbüsleri<br />

gerçekleştirmiştir. O ailesinden<br />

kabul ettiği azatlısı Ebû Râfi ’yi<br />

diğer azatlılarından Selmâ ile<br />

yine Ümmü Eymen’i azatlısı Zeyd<br />

b. Hârise ile evlendirmiştir. Aynı<br />

şekilde Zeyd’in, yakın akrabası<br />

Hz. Zeyneb binti Cahş’la evlenmesini<br />

teşvik etmiştir. Daha sonra<br />

Zeyd’in oğlu Üsâme’yi, Zeyneb<br />

binti Hanzala adında bir kadınla<br />

evlendirmiştir.<br />

Rasûlüllah (s.a.s.) kızlarından<br />

birini evlendireceği zaman, yüz<br />

yüze olmaksızın -perde gerisinden-<br />

“Kızım seni falanca istiyor,<br />

istemiyorsan ‘hayır’ de, istiyorsan<br />

sükût et. Sükûtun ikrardır.” diye<br />

hitap etmiş, evlilik hususunda<br />

kızlarının görüşünü almadan onları<br />

kesinlikle nikâhlamamıştır. (Nesaî,<br />

Nikâh 34) Nitekim Hz. Ali (r.a.) Hz.<br />

Fâtıma (r.anha)’yla evlenmek istediğini<br />

bildirince Rasûlüllah (s.a.s.)<br />

durumu kızına iletmiş, Fâtıma’nın<br />

sükûtu üzerine onu Hz. Ali (r.a.)<br />

ile evlendirmiştir.<br />

Yararlanılan kaynaklar<br />

- Hökelekli, Hayati, “Hz. Peygamber’in Çocuklara<br />

ve Gençlere Yaklaşımı”, Hz. Muhammed<br />

ve Gençlik, Ankara 1995.<br />

- Kula, Naci, “Gençlerimize Peygamberimizi<br />

Nasıl Anlatalım”, Hz. Muhammed ve Gençlik,<br />

Ankara, 1995, s. 67-73.<br />

- Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İsav Tartışmalı<br />

İlmi Toplantı Dizisi, İstanbul 2006.<br />

- Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, (çev.<br />

Komisyon), I-VI, İstanbul 1996.<br />

- Dodurgalı, Abdurrahman, Ailede Çocuğun<br />

Din Eğitimi, İstanbul 1996, s. 133-284.<br />

- Canan, İbrahim, “İslâm’da Aile Terbiyesi”,<br />

İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu<br />

2, İstanbul 1996, s. 19-37.<br />

- Özbek, Abdullah, “Bir Eğitim Kurumu<br />

Olarak Aile”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi<br />

Sempozyumu 2, İstanbul 1996, s. 49-69.<br />

- Çamdibi, Mahmud, “Ailede Çocuğun Ahlâki<br />

Terbiyesi”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi<br />

Sempozyumu 2, İstanbul 1996.<br />

- Mahmud, Abdülhalim, Müslüman Gençliğin<br />

Eğitimi, (çev. Bedrettin Çetiner), Konya 1997.


Zeka testleri<br />

çocuğun<br />

yetiştiği kültüre<br />

uyarlanmamışsa<br />

yanıltıcı sonuçlar<br />

verebilmektedir.<br />

Çünkü yerel bilgiler<br />

ve test diline<br />

hakim olmama,<br />

zekayı ölçmekte<br />

kullanılan testlerde<br />

bir iki soruyu<br />

eksik cevaplamaya<br />

sebep olabilmekte,<br />

böylelikle çocuğun<br />

zekası daha<br />

düşükmüş izlenimi<br />

alınabilmektedir.<br />

Prof. Dr. Sefa Saygılı<br />

Psikiyatrist<br />

Gurbetçi<br />

çocuklarımızın<br />

öğrenim zorlukları<br />

Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa<br />

gibi ülkelere sık yolum düşer.<br />

Genellikle oralardaki kardeşlerimize<br />

alanımla ilgili konferanslar<br />

vermek veya düzenledikleri kitap<br />

fuarlarına katılmak amacıyla bu<br />

gezileri yaparım.<br />

Bu seyahatlerimde gurbetçilerin<br />

çeşitli sorularını cevaplandırmaya<br />

ve problemlerine çözüm yolu<br />

bulmaya çalışırım. Gördüğüm<br />

odur ki, yaygın sorunlardan biri<br />

de çocuk ve gençlerimizin hak<br />

ettikleri sınıfta değil de daha düşük<br />

zekalı öğrencilerle öğrenime<br />

zorlanmalarıdır.<br />

Zeka nedir?<br />

IQ testleriyle hesaplanabilmesine<br />

rağmen zekanın ne anlama geldiği<br />

ve ne kadarının ölçülebildiği<br />

konusunda henüz bir görüş birliği<br />

sağlanmış değildir. Bazı tanımlamalar<br />

şöyledir:<br />

Cevap vermede, muhtemel çözümleri<br />

inceden inceye aramada<br />

çabukluk ve bir problemin evre-<br />

leri arasındaki yeni ilişkileri algılayabilme<br />

kapasitesidir.<br />

Beynin bilgiyi alıp, hızlı ve doğru<br />

olarak analiz etmesidir.<br />

Anlayış, kavrayış ve problemler<br />

karşısında çözüm yolu bulma<br />

yeteneğidir.<br />

Zekanın ölçümünde problemler<br />

vardır. Zeka (IQ) testleri, kıyasıya<br />

eleştirilmelerine rağmen yine de<br />

yeteneğin, yani aklın gizli gücünün<br />

göstergesi olarak kabul edilmektedir.<br />

Ancak IQ’nun zekanın<br />

bütününden ibaret olmadığı, son<br />

derece kompleks bir fenomen<br />

olan zekanın sadece bir boyutu<br />

olduğu bir gerçektir.<br />

Sözgelimi her milletin ortalama<br />

zekası birbirine yakındır. Afrika’da<br />

veya Avustralya’da bulunan ilkel<br />

yaşantıya sahip kabilelerin çocukları<br />

o ortamdan alınıp gelişmiş bir<br />

ülkeye götürüldüğünde kaliteli<br />

üniversitelerden mezun olabildikleri<br />

görülmüştür.<br />

Haziran 2011 - 146 33


34<br />

Yurtdışında çocuklar zeka seviyelerine göre okullara ve<br />

sınıfl ara yerleştirildikleri için Türk çocukları kendilerinden<br />

daha düşük zekalı çocuklarla birlikte öğrenim görmeye<br />

yönlendirilmektedirler.<br />

Ancak zeka testleri çocuğun yetiştiği<br />

kültüre uyarlanmamışsa<br />

yanıltıcı sonuçlar verebilmektedir.<br />

Çünkü yerel bilgiler ve test diline<br />

hakim olmama, zekayı ölçmekte<br />

kullanılan testlerde bir iki soruyu<br />

eksik cevaplamaya sebep olabilmekte,<br />

böylelikle çocuğun zekası<br />

daha düşükmüş izlenimi alınabilmektedir.<br />

Yurtdışında çocuklar zeka seviyelerine<br />

göre okullara ve sınıfl ara<br />

yerleştirildikleri için Türk çocukları<br />

kendilerinden daha düşük<br />

zekalı çocuklarla birlikte öğrenim<br />

görmeye yönlendirilmektedirler.<br />

Bu konuda pek çok öğrenci ve<br />

aileleriyle görüşmeler yaptım.<br />

Aileler üzüntü ile bu durumdan<br />

dert yanmakta, ne yapacaklarını<br />

bilememektedirler. Çoğu zaman<br />

yapılan bu yanlışın sebebi de,<br />

zeka testlerindeki o ülkeye özgü<br />

sorulardır. Böylece çocuklarımız<br />

hak etmedikleri halde düşük<br />

zekalı damgası yemekte, bu da<br />

hayatları boyunca onları olumsuz<br />

etkilemektedir.<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Şu da var; beynin bazı fonksiyonlarının<br />

zayıfl ığı veya kişinin orta<br />

derecede bir IQ seviyesine sahip<br />

olması, onun amaçsız bir yaşam<br />

süreceği ya da işinde başarısız<br />

olacağı anlamına gelmiyor. Ünlü<br />

psikolog Daniel Goleman, “IQ<br />

testlerinin, kimin hayatta daha<br />

çok başarı kazandığıyla veya<br />

daha doyumlu bir sosyal hayat<br />

sürdüğüyle hiçbir ilgisi yok.” diyor.<br />

Sadece dile iyi hakim olmak,<br />

hesapları çabuk yapabilmek ya<br />

da düzenli ve mantıklı olmak da<br />

kişiyi “zeki” yapmıyor. İnsan beyni<br />

son derece karışık ve şaşırtıcı<br />

bir organ olduğundan, sayısız yetenek<br />

ve fonksiyona sahiptir. Ve<br />

bunların tümünü testlerle ölçmek<br />

mümkün değildir. İnsan, beyninin<br />

çeşitli yeteneklerini kullanmada<br />

ne kadar başarılıysa o derece<br />

zeki sayılıyor.<br />

Bu sebeple ailelere tavsiyelerim<br />

olacak:<br />

- Çocuğunuzun hangi sınıfa ayrıldığını<br />

kontrol edin, inceleyin ve o<br />

seviyeye uygun olmadığını düşünüyorsanız<br />

faaliyete geçin. Zeka<br />

ve yetenek testine güvenmediğinizi<br />

belirterek gözden geçirilmesini<br />

talep edin.<br />

- Olmazsa Türkçe bilen bir psikiyatri<br />

uzmanından veya psikologtan<br />

yardım alın. Onların fi krini<br />

sorun.<br />

- Bir yol bulamadıysanız, çocuğunuzun<br />

zeka seviyesini Türkiye’de<br />

ölçtürün. Uzmanın incelemesini<br />

sağlayın. Eğer elde edilen bulgular<br />

yaşadığınız ülkedekiyle uyuşmuyorsa<br />

ve çocuğunuza haksızlık<br />

edildiğini düşünüyorsanız bunu<br />

gidermenin yollarını arayın.<br />

Yurtdışındaki yeni kuşak öğrencilere<br />

önerilerime gelince:<br />

- İki kültür, iki dil, iki din arasında<br />

öğrenim görmek zorluklarla doludur.<br />

Siz ülkemizi oralarda temsil<br />

eden gençler olarak milli kültürümüz<br />

kadar başka bir kültürün<br />

bilgi ve anlayışına da hakim olmalısınız.<br />

Bu da, çok çalışmayı ve<br />

gayret göstermeyi gerektirir.<br />

- Yaşadığınız ülkenin öğrencilerinden<br />

daha çok çalışmak zorunda<br />

olduğunuz bir gerçektir. Orada<br />

sivrilmenin, başarılı olmanın<br />

gereklerini yerine getirmelisiniz.<br />

Çünkü siz, yabancı bir ülkede<br />

sadece kendinizi ve ailenizi değil,<br />

Türkiye’yi de temsil ediyorsunuz.<br />

Yabancı bir kültürde ayakta kalmak<br />

için daha çok emek harcamalı,<br />

gayret göstermelisiniz.<br />

- Zahmet olmadan rahmete, meşakkat<br />

ve külfet olmadan nimete<br />

kavuşulmayacağını bilmelisiniz.<br />

Bu yüzden zora ve zorluğa talip<br />

olmalısınız. “Armut piş, ağzıma<br />

düş.” kolaycılığından kaçınmalısınız.<br />

Kendi gücünüzle elde ettiğiniz<br />

başarıların size derin haz ve<br />

mutluluk vereceğini bilin.<br />

Tüm gurbetçi kardeşlerimize<br />

mutluluk, huzur ve başarı temennisiyle…


Almanca, dünyada<br />

2.5 milyar insanın<br />

konuştuğu Hint-<br />

Avrupa diller<br />

ailesinin bir alt<br />

grubu Cermen<br />

dil kategorisine<br />

dahildir. Türkçe<br />

ise Ural-Altay<br />

diller ailesinin<br />

bir ferdidir. O<br />

açıdan yapılarında,<br />

gramerlerinde,<br />

ses uyumu ve<br />

cümle düzeninde<br />

birbirinden oldukça<br />

farklılık arz<br />

etmektedir.<br />

Doç. Dr. Ömer Yılmaz<br />

Hamburg Din Hizmetleri Ataşesi<br />

Göçün 50. yılında<br />

Türkçe ve Almanca’nın<br />

birbirleri ile etkileşimi<br />

Bilindiği gibi dil kültürün en önemli öğelerinden biri olup, iletişim araçlarının<br />

başında gelmektedir. Yine günümüzde yeryüzünde homojen<br />

yapısını devam ettiren milletler nerdeyse yok gibidir. Bütün toplumlar<br />

gelinen bu aşamada, farklı gerekçeler ve globalizmin doğal sonucu heterojen<br />

bir yapıya bürünmüş, çok kültür ve çok dinli milletler halinde<br />

birarada yaşamaya mahkum edilmiştir. Dolaysıyla bir iletişim aracı olan<br />

dil, az veya çok öteki dilden etkilenmiş, hiçbir dil safi yetini muhafaza<br />

edememiştir. Belki de bu yüzden olsa gerek, kimi dil bilimciler yabancı<br />

kelimenin yerel dile zarar verdiğini savunurken behemahal bundan<br />

kaçınılmasını önermekte, kimileri ise dilin etkileşiminden kaçınmanın<br />

mümkün olmadığından hareketle yabancı kelimelerin o dile müspet<br />

katkı ve zenginlik getirdiğini belirtmektedir. Şüphesiz bu konu geniş bir<br />

araştırmayı ve uzmanının kaleminden enine boyuna tartışmayı gerektirir.<br />

Ancak biz bu kısa yazımızda Alman toplumu ve Alman dili açısından,<br />

Almanca ile Türkçe’nin karşılıklı etkileşimine bakmak istiyoruz.<br />

Almanca, dünyada 2.5 milyar insanın konuştuğu Hint-Avrupa diller<br />

ailesinin bir alt grubu Cermen dil kategorisine dahildir. Türkçe ise Ural-<br />

Altay diller ailesinin bir ferdidir. O açıdan yapılarında, gramerlerinde,<br />

ses uyumu ve cümle düzeninde birbirinden oldukça farklılık arz etmektedir.<br />

Bilinen bir gerçek varsa her iki farklı aileye mensup bu diller,<br />

dünyadaki diğer diller gibi birbirinden kelime ve kavram alışverişinde<br />

bulunmuşlar, az veya çok birbirini etkilemişlerdir. (Almanca’daki Arapça keli-<br />

meler hakkında geniş bilgi için bkz. Singrid Hunke, Allahs Sonne über dem Abendland, çev. S.<br />

Sezgin, Bedir yay. İstanbul, 1972) Bu bağlamda Türkçe’nin mevcut kelime haznesine<br />

bakıldığında, Arapça’dan 6463; Fransızca’dan 4974; Farsça’dan<br />

1374, Almanca’dan ise 126 kelime aldığına şahit oluyoruz. (Daha detaylı<br />

döküman için bakınız., http://tdk.org.tr/tdksozluk/sozdil.html) Belki bu rakamlar onbinlerce<br />

kelimeye sahip bir dil için çok büyük bir oran ve büyük bir anlam<br />

ifade etmeyebilir.<br />

Haziran 2011 - 146 35


36<br />

Diller arası alışveriş ve etkileşimde,<br />

bazı deyim ve atasözlerindeki<br />

benzerlikte dinî anlamda<br />

insanlık ailesinin aynı ortak<br />

atadan gelmelerinin, yadsınamaz<br />

bir rolü vardır kanaatindeyiz.<br />

Bununla ilintili olarak zaman<br />

zaman farklı çevrelerce, genelde<br />

Batı özelde Hıristiyanlık kültürünün<br />

eski Yunan, Grek, Roma ve<br />

Yahudilik ile şekillendiği, İslam’ın<br />

bu anlamda hiçbir katkısının<br />

bulunmadığı vurgulanmaktadır.<br />

Ancak böyle bir iddia hem tarihsel<br />

hem de bilimsel verilere<br />

çok uygun bir yaklaşım değildir.<br />

Nitekim iki Almanya’nın birleşme<br />

günü 3 Ekim 2010 tarihinde<br />

Bremen Dom Kilisesinde bir<br />

konuşma yapan Alman Cumhurbaşkanı<br />

Bay Wullf, bu gerçeğe<br />

temas etme gereği duymuş ve<br />

şunları söylemiştir: “Hıristiyanlık<br />

ve Yahudilik Almanya’ya aittir.<br />

Artık İslamiyet de Almanya’nın<br />

bir parçasıdır.” (http://www.spiegel.de/<br />

politik/deutschland/0,1518,721259,00.html,<br />

4.10.2010) Zira nasıl ki İslam, ken-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

dinden önce gelen her iki semavi<br />

din tarafından kültür ve diline<br />

bazı eklemelerde bulunmuş ise,<br />

Hıristiyanlık ve Batı âlemi de<br />

çeşitli vesilelerle Müslümanlarla<br />

yüzleşmeleri ve karşılaşmaları<br />

esnasında kendi ilim ve kültür<br />

dünyalarına bazı kazanımlar katmışlardır.<br />

Zaten matematik, tıp,<br />

hendese, coğrafya, astronomi,<br />

vb. pek çok kavramlara bakıldığında<br />

bunun doğru olduğu<br />

kendiliğinden anlaşılacaktır. Keza<br />

eski Yunan eserlerinin Müslüman<br />

âlimlerce tercümesi, üstelik buna<br />

devrin ilim ve siyaset adamlarının<br />

öncülük etmesi, medreseler<br />

açması İslam açısından yadsınamaz<br />

bir gerçektir. Hıristiyanların<br />

da Müslümanlarla Endülüs,<br />

Sicilya, Kudüs, İstanbul tecrübeleri<br />

ve karşılaşmaları onların<br />

dil ve kültürlerine ister istemez<br />

bazı müktesebat getirmiştir.<br />

İşin doğrusu da budur. Çünkü<br />

kendisini başka dil ve kültürlere<br />

tamamen kapatan, bu anlamda<br />

daha tutucu bir yol izleyen hiçbir<br />

felsefi ekol ve kültür uzun süre<br />

dinamizmini ve varlığını muhafaza<br />

edemez.<br />

Bütün bu bilgilerden sonra genelden<br />

daha özele gelirsek, bizler<br />

şu an her ne kadar Almanya<br />

ile olan ilişkilerimiz çok daha eskilere<br />

dayansa bile, aktif anlamda<br />

göçün 50. yılını yaşıyoruz. Biz<br />

de göçün 50. yılında diller arası<br />

iletişime kısaca bakmak istedik.<br />

Bu sebeple, Lexion der Fremdwörter<br />

(Wissen-kompakt/Köln)<br />

adlı Almanca sözlük kitabını<br />

tarayarak, Almanca’nın Arapça,<br />

Farsça ve Türkçe’den aldığı kelimelere<br />

baktık. Tekrarları çıktığı<br />

takdirde Almanca, Arapça’dan<br />

108; Farsça ve Türkçe’den ise 25<br />

kelimeyi kendi dağarcığına katmış<br />

gözükmektedir. Yani Almanca<br />

Türkçe’den 25 kelime alırken,<br />

buna karşın Türkçe Almanca’dan<br />

TDK Sözlük verilerine göre 85,<br />

diğer bazı sözlüklerin verilerine<br />

göre 126 kelimeyi bünyesine<br />

katmıştır. (Bkz. Ayfer Aktaş, Türk Dili,<br />

TDK, 6/2007, s.522-528) Şimdi bu ke-


limelerin neler olduğuna bakıp,<br />

dil ve kültürlerin birbirlerinden<br />

etkilendiğine dair benzer birkaç<br />

atasözüyle yazımızı bitirmek<br />

istiyoruz:<br />

Almanca’ya Arapça’dan<br />

geçen kelimeler:<br />

Aba, Abu, Acerolakirsche, Admiralitaet,<br />

Alchemie, Algebra,<br />

Algorithmus, Alhidade, Alkahest,<br />

Alkali, Akalimetall, Alkalin, Alkohol,<br />

Alkyl, Allah, Amulgam,<br />

Amber, Anilin, Arrak, Atlas,<br />

Benzin, Benzylalkohal, Borax,<br />

Durra, Benzoe, Elemi, Elexier,<br />

Fakir, Fedajın, Fellache, Fennek,<br />

Galgantwurzel, Gazelle, Hadsch,<br />

Hadschi, Hakim, Haschisch,<br />

Havarie, Hadschra, Henna, Histochemie,<br />

Huri, İslam, Jasmin,<br />

Kaabe, Kadi, Kali, Kalif, Kalisalz,<br />

Kalium, Karaffe, Kashba, Kif, Kısmet,<br />

Koran, Kurkuma, Kuskus,<br />

Lapislazuli, Lithergol, Megazin,<br />

Magreb, Makramee, Mameluck,<br />

Marabut, Mastaba, Matratze,<br />

Mihrab, Minarett, Mohair, Moschee,<br />

Moslem, Muezzin, Mufti,<br />

Mullah, Muselman, Nabob, Nadir,<br />

Olibanum, Ramadan, Razzia,<br />

Safari, Sahib, Schaitan, Salam<br />

Alaikum, Samum, Sarabande,<br />

Sarazene, Scheich, Scherif,<br />

Schia, Schismus, Schirokko, Serir,<br />

Sofa, Sultan, Sunna, Sunnit,<br />

Sure, Talkum, Tamarinde, Tanbur,<br />

Tara, Tarbusch, Tarif, Theodolit,<br />

Wadi, Wesir, Zenit.<br />

Almanca’ya Farsça’dan<br />

geçen kelimeler:<br />

Ajatollah, Basar, Diwan, Ferman,<br />

Hindi, Hindu, Kaftan, Karawane,<br />

Khaki, Magie, Mogul, Naphtalin,<br />

Perkal, Rochade, Saffi an, Safran,<br />

Satrap, Schador, Schah, Sitar,<br />

Spinat, Tiara, Turban, Türlkis,<br />

Zitwer.<br />

Almanca’ya Türkçe’den<br />

geçen kelimeler:<br />

Derwisch, Dönerkebap, Efendi,<br />

Jurte, Fes, Giaur, Harem, Jog-<br />

hurt, Kaffe, Kalpak, Karakal,<br />

Karbatsche, Kaviar, Kebab, Kelim,<br />

Kiosk, Odaliske, Ottomane,<br />

Pascha, Pilaw, Raki, Tabun,<br />

Tschibuk,Tulipan, Ula.<br />

Türkçe’ye Almanca’dan geçen<br />

kelimeler:<br />

Akkordion, Akupuntur, Akut,<br />

Alpax, Hauptmann, Banause,<br />

Balata, Baron, Becher, Becherglas,<br />

Balsam, Bier, bitter, Wismut,<br />

Blockhaus, Notizblock, Boxer,<br />

Breche, Danzig, Dekan, Dieffenbach,<br />

Diktat, Drill, Diesel,<br />

Dozent, Taler, Drama, Element,<br />

Esther, Fahrenheit, Fasching,<br />

Feldmarschall, Feldspath, Pfennig,<br />

Fertig, Flinte, Ganggestein,<br />

Gen, General, Genetik, Germanistik,<br />

Grendium, Gestalt, Gestapo,<br />

Gneiss, Graben, Graf, Grossmarkt,<br />

Hahnium, Hamburger,<br />

Heimatlos, Hinterland, Hornblende,<br />

Horst, Kammgarn, Kaputt,<br />

Karst, Kaiser, Keramik, Ketone,<br />

Kyklon, Kippe, Klappe, Kobaldt,<br />

Konsonant, Kraft, Groschen,<br />

Quarz, Quarzit, Laborant, Latte,<br />

Laute, Leitmotiv, Lied, Löss,<br />

Lumpen, Markt, Mauser, Masochist,<br />

Moment, Nazi, Nazismus,<br />

Nickel, Ohm, Autobahn, Panda,<br />

Panzer, Parabellum, (Prae)<br />

Katechu, Pistole, Platte, Boot,<br />

Praeparat, Ratte, Reiber, Ren,<br />

Revier, Ringa, Röntgen, Saal,<br />

Sekundaer, Sedlitz, Slawistik,<br />

Schablone, Schalter, Schleppschifft,<br />

Schilling, Schlempe,<br />

Schnitzel, Schnorchel, Schwester,<br />

Talweg, Techniker, Termin,<br />

Tiefdruck, Tonmeister, Truppe,<br />

Torf, Wachs, Walzer, Vampir,<br />

Was ist das?, Vaselin, Wermut,<br />

Vokal, Wolffrau, Zeppelin.<br />

Bazı Alman Atasözleriyle,<br />

Türkçe Atasözü veya Deyimlerin<br />

Karşılaştırılması<br />

Abends werden die Faueln fl eissig<br />

/ İşçinin tembeli akşama<br />

doğru belli olur.<br />

Eileviel kommt spaet ans Ziel /<br />

Hızlı giden yorulur. Acele eden,<br />

ecele gider.<br />

Erfahrung kommt mit den Jahren<br />

/ Tecrübe zamanla kazanılır.<br />

Viel Essen,Viel Krankheit / Çok<br />

yiyen çok hastalanır.<br />

Wer sich des Fragens schaemt,<br />

sachaemt sich des Lernens /<br />

Öğrenmemek ayıp değil, sormamamak<br />

ayıptır. İlim öğrenmede<br />

ayıp olmaz.<br />

Ich hoffe noch, und zweifl e doch<br />

/ Ümitle korku arası olmak.<br />

Kurze Rede, gute Rede / Sözün<br />

kısası makbuldür.<br />

An der Red’ erkennt man den<br />

Mann / Adamın kemali kelamından<br />

belli olur.<br />

Wissenschaft eine gute Erbschaft<br />

/ En büyük miras iyi bir<br />

eğitimdir.<br />

Wissenschaft liegt nicht auf weichem<br />

Bette / İlim yatarak elde<br />

edilmez.<br />

In der Wut tut niemand gut /<br />

Öfkeyle kalkan zararla oturur.<br />

Netice itibariyle, diller ve kültürler<br />

birbirinden etkilenmişlerdir.<br />

Bu onlara bir zafi yet değil aksine<br />

zenginlik katmıştır. Farklı dil ve<br />

dinlere mensup insanlar aynı dili<br />

konuşamayabilirler, ancak sahip<br />

oldukları duygu dili her yerde<br />

aynıdır. 50 yılını geride bıraktığımız<br />

Almanya, artık bizim insanımızın<br />

ikinci vatanı olmuştur. Bu<br />

kalıcılık sadece dirilerimizle sınırlı<br />

kalmamış, hatta ölülerimizin de<br />

bu topraklara defnedildiklerini<br />

görüyoruz. Alman toplumu için<br />

de benzer tespitler söz konusudur.<br />

Antalya ve İstanbul başta<br />

olmak üzere çok sayıda Alman<br />

vatandaşı ülkemizde yaşamaktadır.<br />

“Almanya’daki Türkler”<br />

kavramının yanına artık bundan<br />

böyle “Türkiye’deki Almanlar”<br />

kavramı da eklenmiştir.<br />

Haziran 2011 - 146 37


38<br />

Kültüre, sanata<br />

ve eskiye merakı<br />

olanların en hoş<br />

vakit geçirecekleri,<br />

kahvelerini<br />

içecekleri yerler<br />

buralar olunca,<br />

her şeye itina<br />

gösteriliyor ve<br />

kesinlikle çok temiz<br />

tutuluyor.<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Kuddusi Doğan<br />

Gaziantep Nurdağı İlçe Müftüsü<br />

Din, sanat ve şehir<br />

Almanya’da görev yaptığım sırada gezme fırsatı bulduğum şehirlerin<br />

istisnasız hepsinde şöyle bir ortak özellik gördüm: Şehirlerin en eski<br />

yerleşim alanlarının tam ortasında Marktplatz, (Pazar yeri) denen bir<br />

meydan bulunuyor. Bu saha, genellikle o şehrin en eski ve en büyük<br />

kilisesinin önünde veya yanında yer alıyor. Zaten bir nevi sanat galerisi<br />

görünümünde olan kilisenin ana kapısı ve en görkemli cephesi bu<br />

meydana bakıyor ve inşa edildiği devrin mimari ve sanat anlayışını yansıtıyor.<br />

Bunun hemen yanında yahut karşısında Rathaus, yani belediye/<br />

muhtarlık binası yer alıyor. Daha da önemlisi sanatsal etkinliklerin icra<br />

edildiği tiyatro, opera, sergi ve konser salonları, sinema gibi mekanlar<br />

ile müzeler, antikacılar, çerçeveciler, fotoğrafçılar, resim atölyeleri, müzik<br />

aletleri ile çeşitli el sanatları ürünleri satılan dükkanlar umumiyetle bu<br />

alanın çevresinde ya da yakınında yer alıyor. Bazı istisnalar olabilirse<br />

de eskiden beri pazar kurulan ve adını da bundan alan “Marktplatz”ın<br />

etrafındaki yapıların çoğunun Ortaçağdan beri çok fazla değiştirilmeden<br />

muhafaza edildiği daha ilk bakışta fark ediliyor. Ayrıca o şehir yahut<br />

bölgeden çıkıp da tarihe adını yazdıran şair, edib, bestekar veya din<br />

büyüğü bazı meşhurların heykelleri dikilmiş buralara.<br />

Sözünü ettiğimiz meydanların en güzel yanı ise umumi trafi ğe kapalı<br />

olması, bu sebeple çok rahat bir şekilde gezip inceleme imkan ve fırsatı<br />

vermesidir. Bu civarda bulunan işyerlerine bazı arabalar girip çıksa da<br />

fazla rahatsızlık vermiyorlar. Kültüre, sanata ve eskiye merakı olanların<br />

en hoş vakit geçirecekleri, kahvelerini içecekleri yerler buralar olunca,<br />

her şeye itina gösteriliyor ve kesinlikle çok temiz tutuluyor. Buralar,<br />

sadece elit veya entelektüel zümrelerin değil, zaten ayak altı yerler<br />

olduğu için genç-ihtiyar, kadın-erkek herkesin gelip geçtiği, kahve içtiği<br />

yerlerdir. Sokak çalgıcılarından tutun da sendikaların protesto gösterilerine<br />

kadar her etkinliği buralarda her gün görebilirsiniz. Kısacası bu alan<br />

şehrin kalbinin attığı bir mekandır.<br />

Altını çizmemiz gereken bir diğer nokta da şudur ki, bu alanlar bizdeki<br />

gibi sadece büyük şehirlerde değil, istisnasız her şehir ve kasabada<br />

bulunuyor ve aşağı yukarı aynı karakteri taşıyor. Benzer durumların


Avrupa’nın diğer ülkelerinde de<br />

olduğunu sanıyorum.<br />

Sadede gelecek olursak, şehirlerin<br />

göbeğindeki bu geleneksel<br />

yapılaşma bize bir şeyler fısıldıyor:<br />

Acaba Ortaçağ’dan beri bu<br />

şehirlere aynı hüviyeti kazandıran,<br />

siyasal iktidarlar ve rejimler değişse<br />

bile kendisi hiç değişmeyen<br />

bu şehircilik anlayışı şu mesajı mı<br />

vermek istiyor?<br />

Ey halkım! Senin kültürünün temel<br />

taşı, şu gördüğün kilisedir.<br />

Sen tarih, kültür ve geleneklerini,<br />

sanat varlıklarını unutma. Asırlarca<br />

önce yaşamış olan dedelerinin<br />

ikamet ettiği evler işte burada,<br />

gözünün önünde duruyor.<br />

Hangi şehirde yaşarsan yaşa, Alman<br />

ulusunun kimliğini yansıtan<br />

kültür ve sanat eserlerini kolaylıkla<br />

gezip görebilirsin. Yeter ki pazaryerine<br />

in. Hem alışverişini yap, kahveni<br />

yudumla ve bu arada kabiliyet<br />

ve hevesini ateşlendir.<br />

Senin de bir meziyetin olsun. Şayet<br />

bir meziyet ve hünerin olursa,<br />

buralarda sana yardımcı olacak<br />

her şeyi bulabilir ve kendini ifade<br />

edebilirsin, emeğini sergileyebilirsin.<br />

Almanya dünyanın en gelişmiş<br />

ve en modern ülkelerinden biri<br />

olmanın yanı sıra, kültürüne ve<br />

geleneklerine de bir o kadar bağlı<br />

bir ülke. Örneğin çevre temizliği<br />

konusunda en küçük bir ihmale<br />

göz yumulmaz. Resmi dairelerine<br />

sükunet ve kibarlık hakim, şekle<br />

değil işe bakarlar. Sadece sporcular<br />

değil, herkes spor yapar ve<br />

yürür. Fakat şehirlerindeki tarihle,<br />

tarihi ve dinî eserlerle iç içelik,<br />

kültür ve sanat alanında meydana<br />

getirilen ortam, yine bu alandaki<br />

teşvik politikası gerçekten gıpta<br />

etmeğe değer.<br />

Biz biliyor ve inanıyoruz ki, klasik<br />

çağlarımızda bizim şehirlerimiz<br />

de böyle bir yapıya ve ayırt edici<br />

bir hüviyete sahipti. Daha Asr-ı<br />

Saadet’ten itibaren ve özellikle<br />

Hz. Ömer’in hilafeti zamanındaki<br />

talimatlarıyla şehirler cami<br />

merkezli olarak kuruluyor veya<br />

İslam’ın boyasıyla boyanıyordu.<br />

Daha sonraki asırlarda ulu camile-<br />

rin veya Selatin camilerinin etrafında<br />

kümelenen külliyeler, medreseler,<br />

han ve hamamlar, arasta,<br />

bedesten yahut kapalı çarşılar<br />

aynı mesajı telkin ediyorlardı.<br />

Ama ne olduysa oldu, 20. yüzyılın<br />

başlarından, özellikle ikinci<br />

yarısından itibaren şehirlerimizin<br />

yoğun trafi kle tanışmasıyla, kontrolsüz<br />

sanayi ve nüfus hareketleriyle,<br />

daha da fecisi, önceden<br />

hazırlanması gereken imar planlarına<br />

göre şehirleşmek yerine, elini<br />

çabuk tutanların diktiği binalara<br />

göre cadde ve sokaklar oluşturuldu.<br />

Artık trafi k uğultusu şehirlerimizin<br />

efendisi olmuştur. Ne yazık<br />

ki, şehirlerimiz medeniyetimizin,<br />

erdemlerimizin teşhir edildiği mekanlar,<br />

milli hüviyetimizin aynası<br />

olmak yerine, insan deposu haline<br />

gelmiştir.<br />

Nüfusu milyonlarla ifade edilen<br />

ve adeta yaşanmaz hale gelen<br />

büyük şehirlerin yanı sıra, son<br />

yıllarda Anadolu’daki şehirler de<br />

bir hercümerç içinde korkunç<br />

birer ejderha haline geliyorlar. Dip<br />

dibe apartmanlar yükseltmekle,<br />

caddeleri birer dehliz haline getirmekle<br />

şehirleştiğimizi sanıyoruz.<br />

Ayakta kalan tarihi ve estetik<br />

binaların dört bir yanını beton<br />

binalarla çevirip adeta gözlerden<br />

saklıyoruz<br />

Kısacası şehirlerimizin bugünkü<br />

hal-i pür melali çocuklarımızın ve<br />

gençlerimizin his ve gönül dünyalarını<br />

harekete geçirmiyor, aksine<br />

daha da köreltiyor. Acaba Yahya<br />

Kemal İstanbul’un bugünkü halini<br />

görseydi, yine “Aziz İstanbul” diye<br />

seslenir miydi?<br />

Yine acaba Tanpınar gelse Beş<br />

Şehir’i yeniden yazacak olsa, o<br />

bir içim su tadındaki kitabını aynı<br />

lezzette yazar mıydı?<br />

Yahut da Rıza Tevfi k acaba camilerimizin<br />

şadırvanında aynı “ab-ı hayat”ı<br />

bulabilir miydi? Ne dersiniz?<br />

Haziran 2011 - 146 39


40<br />

Asya ile Avrupa’yı<br />

birbirine bağlayan<br />

yolların kavşağında,<br />

Avrupa’yı Anadolu<br />

üzerinden<br />

Ortadoğu’ya<br />

bağlayan geçiş<br />

koridoru üzerinde<br />

yer alan ve<br />

ilkçağlardan itibaren<br />

yerleşim yeri olan<br />

Kocaeli 1924 yılında<br />

vilayet olmuştur.<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Veli Değirmenci<br />

Ülke sanayileşmesinde<br />

öncü bir ilimiz<br />

Kocaeli<br />

Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan yolların kavşağında, Avrupa’yı<br />

Anadolu üzerinden Ortadoğu’ya bağlayan geçiş koridoru üzerinde<br />

yer alan ve ilkçağlardan itibaren yerleşim yeri olan Kocaeli 1924 yılında<br />

vilayet olmuştur. 3.418 km² yüzölçümü olan Kocaeli’nin nüfusu<br />

1.522.408’dir. (2009) Kocaeli’nin ilçeleri; İzmit, Derince, Gebze, Gölcük,<br />

Karamürsel, Kandıra, Körfez, Başiskele, Kartepe, Dilovası, Çayırova<br />

ve Darıca’dır.<br />

Tarihçe<br />

Kocaeli’nin tarihi eski çağlara uzanır. İlk çağlarda, Bithynia adı verilen<br />

bölgede kurulan kent, sırasıyla, Olbia, Astakos, Nicomedia, İznikmid,<br />

İzmid ve Kocaeli adlarını almıştır. Megaralılar M.Ö. 712’de İzmit<br />

Körfezi’nin güneyindeki Başiskele yöresine yerleşerek Astakos adı verilen<br />

bir kent kurdular. Daha sonra Bitinya Krallığı’nın yıkılıncaya kadar<br />

başkenti olan kente, kurucusundan dolayı Nicomedia adı verilir.<br />

Roma İmparatoru Diocletian, 284 yılında Nicomedia’yı işgal ederek<br />

Roma İmparatorluğu’nun başkenti yaptı. Bu dönemde şehir, Roma,<br />

Antakya ve İskenderiye’den sonra dünyanın dördüncü büyük kenti<br />

haline geldi. Fakat Konstantin tarafından İstanbul’un imparatorluğun<br />

merkezi yapılmasıyla Nicomedia, eski önemini kaybetti.<br />

Kocaeli Türk egemenliğine ilk olarak 11. yüzyılın sonlarında Selçuklular<br />

zamanında (1078) geçti. İznik’in Anadolu Selçuklu Devleti’nin<br />

başkenti olmasıyla kentin önemi arttı. Ancak Haçlı Seferleri sırasında<br />

kısa bir süre Aleksios Komnenos tarafından işgal edilen kentin, Türk<br />

egemenliğine kesin olarak geçişi Orhan Bey döneminde oldu. Haçlı<br />

Seferleri’nde yağmalanması nedeniyle Selçuklu döneminden günümüze<br />

kalan eser sayısı oldukça azdır.<br />

Kocaeli, Osman Bey ve oğlu Orhan Bey’in uç beylerinden Akçakoca<br />

tarafından 1337 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Nikomedya Osmanlı<br />

egemenliğine geçtikten sonra, önce İznikmid, daha sonra İzmid


(İzmit) adını almıştır. Şehir en<br />

parlak dönemine Kanuni Sultan<br />

Süleyman zamanında ulaştı.<br />

19. yüzyılda İstanbul-İzmit arasında<br />

işleyen ve 1873 yılından<br />

itibaren de Haydarpaşa-Ankara<br />

güzergâhında faaliyet gösteren<br />

demiryolunun kente ulaşmasından<br />

sonra Kocaeli’nin ticari ve<br />

sosyal yaşamı canlanmaya başladı.<br />

Kent, 1888 yılında bağımsız<br />

sancak oldu ve ismi İzmit olarak<br />

değiştirildi. Daha sonra bölgeye<br />

fatihi Akçakoca’dan dolayı<br />

Akçakoca’nın yurdu anlamına<br />

gelen ‘Kocaeli’ adı verildi.<br />

Kocaeli, Cumhuriyetle birlikte<br />

özellikle sanayileşme alanında<br />

en hızlı gelişen illerimizden birisi<br />

olmuştur. Bunun başlıca nedeni<br />

İstanbul’a yakınlığı ve ulaşım<br />

imkânlarının çeşitliliğidir. 1934<br />

yılında İzmit Kağıt Fabrikası,<br />

1944’te ikinci selüloz ve kağıt<br />

fabrikası kurulmasıyla günümüze<br />

kadar devam eden hızlı bir sanayileşmeyle<br />

Kocaeli, Türkiye’nin<br />

ileri düzeyde sanayi bölgesi durumuna<br />

gelmiştir. Ayrıca Kocaeli<br />

ile ilgili önemli bir bilgi de, 30<br />

derece meridyeni Köseköy’deki<br />

otoyol kavşağı köprüsünün bulunduğu<br />

yerde olduğundan tüm<br />

Türkiye saatlerini Kocaeli’ne göre<br />

ayarlamaktadır.<br />

Ekonomi<br />

Kocaeli; konumu, İstanbul metropolüne<br />

olan yakınlığı, doğal<br />

limanı (İzmit Körfezi), orman<br />

varlığı ve ulaşım imkanları nedeniyle<br />

bütün dönemlerde önemli<br />

bir cazibe merkezi olmuş ve<br />

bu cazibe Kocaeli’de sanayinin<br />

1960 sonlarında patlamasını ve<br />

yapısal bir dönüşümün gerçekleşmesini<br />

sağlamıştır.<br />

Kocaeli’de, Sanayi Odası’na bağlı<br />

yaklaşık 1300 sanayi kuruluşu<br />

faaliyet göstermektedir. Kocaeli,<br />

Türk imalat sanayi üretimine<br />

yapmış olduğu yaklaşık %13’lük<br />

üretim katkısı ile İstanbul’dan<br />

sonra gelen en büyük il konumundadır.<br />

Maden varlığı bakımından ise<br />

ilde; bakır, kurşun, çinko, barit,<br />

cıva, çimento hammaddeleri,<br />

dolomit, kuvarsit ve mermer gibi<br />

maden yatakları bulunmaktadır.<br />

Kocaeli, bir yüzüyle; Türkiye’nin<br />

en çok üreten, en çok göç alan,<br />

en hızlı kentleşen; öbür yüzüyle<br />

de çevresi en önce ve en çok<br />

kirlenen, tarihsel ve kültürel kimliğini<br />

en acımasız ölçüde yitiren<br />

ili durumundadır.<br />

Coğrafi Konum<br />

Kocaeli, kuzeyde Karadeniz, güneyde<br />

Bursa, batı ve kuzeybatıda<br />

İstanbul, doğuda Sakarya illeriyle<br />

çevrilidir. Kuzeyde Kocaeli Platosu<br />

üzerinde az sayıda tepe vardır.<br />

Dağlar Kocaeli topraklarının<br />

%18.8’ini kaplamaktadır.<br />

İklim: Körfez kıyıları ile Karadeniz<br />

kıyısında ılıman, dağlık kesimlerde<br />

daha sert bir iklim hüküm<br />

sürmektedir. Bu özelliğiyle<br />

Akdeniz iklimi ile Karadeniz iklimi<br />

arasında bir geçiş oluşturduğu<br />

söylenebilir.<br />

Haziran 2011 - 146 41


42<br />

Bitki Örtüsü: Kıyısıyla dağlık<br />

alanlar arasında önemli farklılıklar<br />

göstermektedir. Kuzeyden<br />

güneye doğru gidildikçe<br />

Karadeniz’e özgü bitki topluluklarının<br />

yerini Akdeniz bitki örtüsü<br />

almaya başlar. Samanlı dağları<br />

ile Karadeniz kıyısı arasındaki<br />

alanlar sık ormanlarla kaplıdır.<br />

Bu ormanlar daha çok kayın,<br />

gürgen, kestane, meşeden oluşur.<br />

Samanlı dağlarının yüksek<br />

kesimleri iğne yapraklılarla örtülüdür.<br />

İzmit Körfezi’nin kuzey ve<br />

doğusunda Akdeniz iklimine özgü<br />

makilere rastlanır.<br />

Ovalar genellikle akarsuların<br />

yığıntılarıyla oluşmuş küçük düzlükler<br />

niteliğindedir. Karadeniz’e<br />

dökülen akarsuların oluşturduğu<br />

vadiler, Kocaeli Yarımadası’nın<br />

yeni bir biçim almasına yol açan<br />

tektonik hareketlerin öncesinde<br />

ortaya çıkmış, buna karşılık Marmara<br />

Denizi’ne dökülen akarsu<br />

vadileri ise tektonik hareketlerin<br />

sonrasındadır.<br />

Akarsular: İl topraklarından<br />

kaynaklanan suların bir bölümü<br />

Karadeniz’e, bir bölümü de Marmara<br />

Denizi’ne ulaşır. Gebze’nin<br />

Tepecik Köyü yakınlarından doğan<br />

71 km. uzunluğundaki Riva<br />

(Çayağzı) Deresi İstanbul Boğazı<br />

Haziran 2011 - 146<br />

girişinin hemen doğusundan<br />

Karadeniz’e dökülür. Ağva Deresi<br />

de denen Göksu Deresi Karayakuplu<br />

Köyü yakınlarından çıkar<br />

ve Ağva’da Karadeniz’e ulaşır.<br />

Yine Karadeniz’e dökülen Yulafl ı<br />

Deresi’nin uzunluğu 43 km’dir.<br />

Üzerinde İstanbul’a su sağlayan<br />

Darlık Barajı bulunan Darlık Deresi<br />

de Kocaeli’den doğar. Denizli<br />

köyünden doğup Karadeniz’e<br />

dökülen Kocadere’nin uzunluğu<br />

50 km’dir. İl topraklarından doğup,<br />

il sınırları içinde Karadeniz’e<br />

dökülen başlıca akarsu Kandıra<br />

ilçesindeki Sansu’dur.<br />

Göller: Batı bölümündeki 7 km’si<br />

Kocaeli sınırları içerisinde kalan<br />

Sapanca Gölü’nün yüzölçümü 47<br />

km²dir. Uzuntarla, Maşukiye ve<br />

Eşme beldelerine sınırdır. İzmit<br />

kentine su sağlayan Kirazdere<br />

Barajı’nın ardında yer alan yapay<br />

göl ise 1,74 km²’lik bir alanı kaplar.<br />

Bir başka yapay göl de kentin<br />

su ihtiyacını karşılamak için yaptırılan<br />

Yuvacık Baraj Gölü’dür.<br />

Dağlar: Sakarya Nehri’nın batı<br />

yakasından başlayarak Pamukova<br />

ve İznik Gölü’nün kuzeyinde<br />

Bozburun’a kadar uzanan<br />

Samanlı Dağları’nın en yüksek<br />

noktası 1.601 m. yüksekliğindeki<br />

Kartepe’dir (eski adı Keltepe).<br />

Diğer önemli dağlar; Dikmen<br />

Dağı (1.387 m), Naldöken Dağı<br />

(1.125 m), Naz Dağı (917 m) ve<br />

Çene Dağı’dır (646 m).<br />

İstanbul’a 38 km. mesafede bulunan<br />

140.000 m² alana sahip<br />

Darıca Kuş Cenneti ve Temalı<br />

Parkı, kuş türleri açısından dünyada<br />

benzeri olmayan bir parktır.<br />

Hayvanat bahçesinde 350 çeşit<br />

hayvan ve 250 üzerinde bitki<br />

çeşidi, tropik merkez akvaryum,<br />

botanik bahçeleri bulunmaktadır.


Burada önemli türler arasında<br />

Macar Ördeği, Elmabaş Patka ve<br />

Sakarmeke bulunmaktadır.<br />

Camiler/Külliyeler<br />

Orhan Cami: İzmit’e hakim bir<br />

tepede yer alan cami ilk olarak<br />

13. yüzyılda Orhan Gazi zamanında<br />

Süleyman Paşa tarafından<br />

yaptırılmıştır. Abdülmecit zamanında<br />

onarılan yapı, İzmit’te en<br />

erken tarihli cami olarak günümüze<br />

kadar gelmiştir.<br />

Fevziye Cami: İlk yapımı 16.<br />

yüzyılın ikinci yarısında fevkani<br />

tipte olan cami, 1894 sonrası<br />

dikdörtgen planlı içten asma<br />

kubbeli olarak İzmitli Mehmet<br />

Bey tarafından yaptırılmıştır. İlk<br />

yapımı Mimar Sinan’a ait olduğu<br />

düşünülen yapı, 1999 depreminde<br />

bütünüyle yıkılmıştır. 1999<br />

depremi sonrası aslına uygun<br />

olarak yeniden yapılmıştır.<br />

Pertevpaşa Külliyesi: İzmit’in<br />

önemli mimari eserlerinden olan<br />

Külliye, 16. yüzyılda Mimar Sinan<br />

tarafından yapılmıştır. Cami, hamam,<br />

medrese, kervansaray ve<br />

aşhaneden meydana gelmiştir.<br />

Çoban Mustafa Paşa Külliyesi:<br />

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni<br />

Sultan Süleyman’ın vezirlerin-<br />

den Mustafa Paşa tarafından<br />

Gebze’de yaptırılmıştır. 16.<br />

yüzyılda Mimar Sinan ve Mimar<br />

Acem Ali tarafından bir menzil<br />

külliyesi olarak inşa edilmiştir.<br />

Cami, han, tabhane, paşa odaları,<br />

imaret, medrese, kütüphane,<br />

hamam ve türbeden meydana<br />

gelen yapı topluluğu kendinden<br />

sonra inşa edilen külliyelere örnek<br />

oluşturmuştur.<br />

Saraylar/Köşkler/Konaklar<br />

Kasr-ı Hümayun - Saray Müze<br />

(Sultan Abdülaziz’in Av Köşkü),<br />

Kaiser Wilhelm Köşkü, Pembe<br />

Köşk, Demirciler Konağı, Eski Vali<br />

Konağı ve Sırrıpaşa Konağı.<br />

Kaplıcalar/İçmeceler<br />

Yeniköy Yazlık Ilıcası: İzmit’in<br />

Gölcük yolu üzerinden 15 km güneyde<br />

Yeniköy sınırları içerisinde<br />

bulunan Yazlık Ilıcası denize 3<br />

km. mesafededir. Cilt hastalıklarına<br />

iyi geldiği bilinmektedir.<br />

Maşukiye Şifalı Suyu: Kartepe<br />

eteklerindeki Maşukiye yakınlarındaki<br />

bu sular fundalıklar<br />

arasından çıkmaktadır. Suyun<br />

bulunduğu yöre denizden 50 m<br />

yüksekliktedir. İki kaynak durumunda<br />

olan sular saniyede 0,5<br />

lt çıkmakta olup sıcaklıkları 20<br />

derecedir. Cilt ve mide hastalıklarına<br />

iyi gelmektedir.<br />

Soğuksu Şifalı Suyu: Merkeze<br />

bağlı Bahçecik beldesinde<br />

bulunan Soğuksu Şifalı Suyu,<br />

bölgeye ismini vermiş olup, mide<br />

rahatsızlıklarına iyi geldiği bilinmektedir.<br />

Süleyman Paşa Hamamı: 14.<br />

yüzyılda yaptırılmıştır. İzmit’te<br />

günümüze kadar ayakta kalabilen<br />

en erken tarihli Osmanlı<br />

dönemi yapısıdır.<br />

Yemek Kültürü<br />

Yöredeki kültürel çeşitlilik beslenme<br />

biçimlerine de yansımıştır.<br />

Sebze ve meyve tüketimi oldukça<br />

fazladır. Kiraz, vişne, elma ve<br />

şeftali üretimi oldukça yaygındır.<br />

Yarımca kirazı ve Değirmendere<br />

fındığı ünlüdür. Cızlama, kıvırma<br />

ile höşmerim ve pişmaniye yöreye<br />

özgü başlıca yemek ve tatlılardır.<br />

Sanayileşmenin öncüsü bu güzel<br />

ilimizden; Kuş Cenneti ve Temalı<br />

Parkı (Darıca-Bayramoğlu-Gebze)<br />

gezmeden, Maşukiye’de alabalık,<br />

Kandıra Yoğurdu, Peyniri, Pişmaniye<br />

ve Saray Helvasını tatmadan,<br />

Hereke İpek Halısı ve Karamürsel<br />

Sepeti almadan ayrılmamanız tavsiye<br />

olunmaktadır.<br />

Haziran 2011 - 146 43


Hz. Osman<br />

bin Affan,<br />

(ö.35/656)<br />

Mekke’nin<br />

yerlilerinden<br />

Kureyş<br />

kabilesinin<br />

Ümmeyye<br />

oğullarındandır.<br />

Hulefa-i<br />

Raşidin’in<br />

üçüncüsü olarak<br />

miladi 644-656<br />

yılları arasında<br />

yaklaşık 12<br />

yıl halifelik<br />

yapmıştır.<br />

44<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Mukadder Arif Yüksel<br />

Çorum Bayat Müftüsü<br />

Edep ve haya örneği<br />

Hazreti Osman<br />

Hz. Osman bin Affan, (ö.35/656)<br />

Mekke’nin yerlilerinden Kureyş kabilesinin<br />

Ümmeyye oğullarındandır. Hulefa-i<br />

Raşidin’in üçüncüsü olarak miladi 644-<br />

656 yılları arasında yaklaşık 12 yıl halifelik<br />

yapmıştır.<br />

Hz. Osman, Fil Vakası’ndan altı yıl sonra<br />

Taif’te doğdu. Kureyş’in en zengin tüccarlarından<br />

olan babası Affan, cahiliye<br />

döneminde öldü. Annesi Erva, Peygamberimizin<br />

halası Ümmü Hakim Bayza’nın<br />

kızıdır. Hz. Osman, gençlik yıllarında<br />

ticaretle uğraştı ve Mekke’nin önde gelen<br />

tüccarları arasında yer aldı. Hz. Ebu<br />

Bekir’in vasıtası ile Müslüman oldu ve ilk<br />

on Müslüman arasında yer aldı.<br />

Hz. Osman, Peygamberimizin kızı Rukiyye<br />

ile evlendi ve eşi ile birlikte M.<br />

615 yılında Habeşistan’a hicret etti. Bu<br />

evlilikten Abdullah isimli bir oğlu dünyaya<br />

gelmiştir. Bu sebeple kendisine Ebu<br />

Abdullah künyesi verilmiştir. Hz. Osman,<br />

Habeşistan’dan bir yıl sonra dönmüş,<br />

Medine’ye hicret esnasında da hicret<br />

kervanına katılmıştır. Ensar ile muhacirin<br />

Peygamberimiz tarafından kardeşleştirildiği<br />

sırada Hz. Osman Evs b. Sabit ile<br />

kardeş ilan edilmiştir. Bedir Savaşı’na<br />

giderken eşi Rukiyye ağır hasta idi. Peygamberimiz<br />

onu eşinin başında bırak-<br />

mış, Bedir zaferinin kazanıldığı gün zafer<br />

sevincine, Rukiyye’nin vefatının hüznü<br />

karışmıştır. Peygamberimiz (s.a.s) daha<br />

sona Hz. Osman’ı kızı Ümmü Gülsüm<br />

ile evlendirmiş ne var ki Ümmü Gülsüm<br />

de 630 yılında vefat etmiştir. Peygamberimiz<br />

(s.a.s), “Bir kızım daha olsaydı<br />

onu da Osman’a verirdim.” buyurarak<br />

Hz. Osman’a ne kadar çok değer verdiğini<br />

ortaya koymuştur. Hz. Osman,<br />

Peygamberimizin iki kızı ile evlendiği için<br />

kendisine Zi’n-Nureyn (iki nur sahibi)<br />

denilmiştir.<br />

Hudeybiye Antlaşması öncesinde Hz.<br />

Osman elçi olarak Mekke’ye gönderilmiştir.<br />

Geri dönüşünün gecikmesi ve<br />

öldürüldüğü yönünde asılsız bir haberin<br />

duyulması üzerine Peygamberimiz<br />

(s.a.s.), bir elçinin öldürülmesinin uluslararası<br />

teamüllere göre savaş sebebi<br />

sayılması gerçeğinden hareketle Müşriklerle<br />

savaşmak üzere ashabından biat<br />

aldı. Fakat müşriklerle antlaşma sağlandığından<br />

savaş yapılmadı.<br />

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde<br />

onlara danışmanlık yapmış, Hz.<br />

Ömer’e, fethedilen arazilerin fatihler<br />

arasında paylaştırılmayıp, fey olarak<br />

arazi sahiplerine bırakılması görüşünü<br />

desteklemiştir.


Hz. Osman’ın halife seçilişi ve<br />

hilafet dönemi<br />

Hz. Ömer, M. 644 yılında Mescid-i<br />

Nebevi’de ağır bir şekilde yaralanınca<br />

halife seçimi için altı kişilik<br />

bir şûra heyeti oluşturdu. Şûra<br />

heyeti cennetle müjdelenmiş olan<br />

şu sahabilerden oluşuyordu: Hz.<br />

Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b.<br />

Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas, Talha b.<br />

Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam.<br />

Abdurrahman b. Avf, seçim sürecini<br />

yönetmesi için aralarından<br />

birinin hakem olmasını teklif etti<br />

sonra heyetin onayı ile kendisi<br />

hakem oldu. Şûra üyelerinden<br />

her biri ile ayrı ayrı uzun<br />

görüşmeler yaptı, şûra<br />

heyetini propaganda<br />

yapmamaları için bir<br />

odaya kapattı, dışarı<br />

çıkarak Medine’de bulunan<br />

ensar ve muhacirin önde<br />

gelenleri ile görüşmeler<br />

yaptı. Hac dönüşü Medine’ye<br />

uğrayan valiler, kumandanlar ve<br />

kabile reisleri ile de görüştü. Üç<br />

gün süren görüşmelerin ardından<br />

dördüncü gün ashabı Mescid-i<br />

Nebevi’de topladı. Abdurrahman<br />

b. Avf, Hz. Ali’yi ve Hz.<br />

Osman’ı yanına çağırarak,<br />

kendilerine biat edilmesi<br />

halinde Allah’ın kitabına,<br />

Rasûlullah’ın sünnetine<br />

ve ilk iki halifenin<br />

uygulamalarına uyma<br />

konusunda teminat istedi.<br />

Hz. Ali’nin, “Gücümün<br />

ve bilgimin yettiği kadarı ile”<br />

cevabına karşılık Hz. Osman’ın, her<br />

ne pahasına olursa olsun Allah’ın<br />

kitabına, Peygamber’in sünnetine<br />

ve önceki iki halifenin uygulamalarına<br />

uyacağına dair söz vermesi<br />

üzerine Abdurrahman bin Avf, Hz.<br />

Osman’a orada biat etmiş, ardından<br />

Hz. Ali ve diğer Sahabiler de<br />

ona biat etmişlerdir. Böylece Hz.<br />

Osman’ın 12 yıl sürecek halifelik<br />

dönemi başlamıştır.<br />

Hz. Osman döneminde, İran’ın<br />

fethi tamamlandı, Horasan bölgesine<br />

seferler düzenlendi. Gürcistan,<br />

Dağıstan ve Afganistan fethedildi.<br />

Öte yandan Kuzey Afrika’da da<br />

fütuhata devam edildi. Mısır’a vali<br />

tayin edilen Abdullah b. Sa’d b.<br />

Sarh, İskenderiye’yi işgal eden<br />

Bizans’ın elinden geri aldı ve<br />

Ifrikiyye’ye (Tunus civarı) kadar<br />

ilerledi. Suriye Valisi Muaviye<br />

Hz. Osman’ın hilafetinin<br />

ikinci altı yılında, aynı<br />

zamanda akrabaları olan<br />

Küfe, Basra ve Mısır<br />

valilerinin bazı uygulamaları<br />

toplumda büyük<br />

rahatsızlıklara yol açmış ve<br />

ciddi şikayetler başlamıştı.<br />

Şikayetlerin ardından<br />

gelişen olaylar zinciri, İslam<br />

tarihinde etkisi günümüze<br />

kadar devam eden ve<br />

“ilk büyük fi tne” olarak<br />

adlandırılan birtakım isyan<br />

ve savaşlara yol açmıştır.<br />

de Hz. Osman’dan aldığı izinle<br />

Kıbrıs’a sefer düzenledi ve adayı<br />

antlaşma yoluyla vergiye bağladı.<br />

Hz. Osman’ın hilafetinin ilk altı yılı<br />

sükunetle geçmiş, fetihler sonucu<br />

toplumun refah seviyesinde belirgin<br />

bir artış gözlenmiştir.<br />

Bu dönemin en önemli icraatla-<br />

rından biri de, Kur’an-ı Kerim’in<br />

bugünkü haliyle düzenlenmesi ve<br />

çoğaltılmasıdır. Zeyd b. Sabit başkanlığında<br />

oluşturulan heyet, Hz.<br />

Ebu Bekir zamanında cem edilen<br />

ve Peygamberimizin eşlerinden Hz.<br />

Ömer’in kızı Hz. Hafsa’da bulunan<br />

Mushaf alınarak gözden geçirildi,<br />

sureler halen elimizde bulunan<br />

Mushaf’taki sıralamaya göre yazılarak<br />

çoğaltıldı ve belli başlı şehirlere<br />

birer nüsha gönderildi. Yapılan bu<br />

çalışma üzerinde Sahabi’nin icması<br />

oluşmuş, hiç kimseden bir itiraz<br />

gelmemiştir.<br />

Büyük fi tne ve<br />

Hz. Osman’ın şehadeti<br />

Hz. Osman’ın hilafetinin<br />

ikinci altı yılında, aynı<br />

zamanda akrabaları<br />

olan Küfe, Basra ve Mısır<br />

valilerinin bazı uygulamaları<br />

toplumda büyük rahatsızlıklara<br />

yol açmış ve ciddi<br />

şikayetler başlamıştı. Şikayetlerin<br />

ardından gelişen olaylar<br />

zinciri, İslam tarihinde etkisi<br />

günümüze kadar devam eden ve<br />

“ilk büyük fi tne” olarak adlandırılan<br />

birtakım isyan ve savaşlara<br />

yol açmıştır.<br />

Yemenli Yahudi bir âlim olan<br />

Abdullah b. Sebe Hz. Osman<br />

devrinde Medine’ye<br />

gelerek Müslüman oldu.<br />

Hz. Osman’ın kendisine<br />

devlet işlerinde bir makam<br />

vermesini umuyordu.<br />

İbni Sebe umduğunu<br />

bulamayınca muhalif gruba<br />

katıldı ve söz konusu bölge valilerine<br />

karşı oluşan muhalefetin önde<br />

gelenleri ile kurduğu sıkı ilişkiler<br />

ve kışkırtmalarla ortamın daha<br />

da gerilmesine yol açtı. İbni Sebe<br />

tarafından yazılan ve Hz. Ali, Hz.<br />

Aişe, Talha ve Zübeyr’in ağzından<br />

çıkmış gibi kaleme alınan mektuplarda<br />

valilere hatta Hz. Osman’a<br />

yönelik ağır eleştiriler yer alıyordu.<br />

Bu mektuplar İslam coğrafyasında<br />

büyük yankı uyandırdı ve muhalif<br />

cepheyi güçlendirdi. İbni Sebe,<br />

“Her peygamberin bir vasisi vardır,<br />

Haziran 2011 - 146 45


46<br />

Peygamberimizin vasisi de Hz.<br />

Ali’dir. İlk üç halife Hz. Ali’nin hakkını<br />

gasp etmiştir.” fi krini işleyerek<br />

Hz. Ali’nin nüfusundan onun bilgisi<br />

dışında yararlanmaya çalışıyordu.<br />

Hac mevsiminde Basra, Küfe ve<br />

Mısır’dan gelen sayıları 600 ila<br />

1000 civarında olduğu söylenen<br />

üç grup, Medine’ye gelerek Hz.<br />

Osman ile görüşmek istediler. Mısırlılar<br />

Muhammed b. Ebu Bekir’in<br />

Mısır’a vali olarak atanmasını temin<br />

ettiler. Diğer istekleri reddedilen<br />

gruplar üç farklı istikamette memleketlerine<br />

geri dönmek üzere<br />

yola çıktılar. Her ne olduysa yolda<br />

aniden geri dönme kararı aldılar ve<br />

tekbirlerle Medine’ye girerek Hz.<br />

Osman’ın evini kuşattılar. Yaklaşık<br />

iki ay süren muhasaranın son on<br />

gününe kadar asiler, Hz. Osman’ın<br />

evden çıkmasına ve namaz kıldırmasına<br />

izin verdiler.<br />

Halifelerini şehit edebileceğine pek<br />

ihtimal vermeyen Medineliler ise<br />

Hz. Osman’ı korumayı düşünmemişlerdi.<br />

Bazı koruma taleplerini<br />

ise Hz. Osman kabul etmemişti.<br />

Hac mevsimi olduğu için <strong>Müslümanları</strong>n<br />

çoğu da Mekke’de<br />

bulunuyordu. Bu sebeple asilere<br />

karşı iyi bir savunma gücü oluşturulamamıştır.<br />

Hz. Osman, asilerle<br />

görüşmüş ve birçok konuda<br />

onları ikna etmişti. Ne var ki, Hz.<br />

Osman’dan izin alarak bir konuşma<br />

yapan baş katibi Mervan bin<br />

Hakem’in konuşması ortamı iyice<br />

gerdi. Böyle birini halen başkatip<br />

olarak yanında bulundurduğu için<br />

Hz. Osman’a da tepki gösterdiler<br />

ve onun evden çıkmasına izin vermediler.<br />

Asiler artık, Hz. Osman’ın<br />

halifelik görevinden istifa etmesini<br />

aksi halde kendisini öldüreceklerini<br />

söylüyorlardı. Hz. Osman da, rüyasında<br />

Peygamberimizi görmüş,<br />

Peygamberimiz kendisine, “Yarın<br />

iftarı birlikte yapacağız.” demişti.<br />

Bu rüyanın etkisi ile Hz. Osman şehadeti<br />

beklemeye başlamıştı. Buna<br />

rağmen Hz. Ali’nin talimatı ile Hz.<br />

Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed<br />

bin Talha ve Abdullah bin Zübeyr<br />

Haziran 2011 - 146<br />

gibi genç Sahabiler Hz. Osman’ın<br />

evinin önünde ona bir zarar gelmemesi<br />

için bekliyorlardı.<br />

Hacılar henüz Mekke’den dönmeden<br />

asiler işini bitirmek istiyordu.<br />

18 Zilhicce 35/17 Haziran 656<br />

tarihinde akşam üzeri içlerinde Hz.<br />

Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’in de<br />

bulunduğu Mısırlı birkaç asi, bitişikteki<br />

evden içeri girdi. Muhammed<br />

b. Ebu Bekir’in yersiz sözlerine<br />

mukabil Hz. Osman’ın da, “Eğer<br />

baban seni bu halde görseydi çok<br />

üzülürdü.” dediği rivayet edilir.<br />

Asiler Hz. Osman’ı Kur’an okumakta<br />

iken hançerleyerek şehit ettiler.<br />

Saldırıya müdahale etmek isteyen<br />

eşi Naile de elinden yaralanmıştır.<br />

Hz. Osman’ın defnedilmesini de<br />

engelleyen asiler, eşi Naile’nin gayreti<br />

ile şehadetinden üç gün sonra<br />

akşamüzeri birkaç Sahabî’nin de<br />

katılımı ile Cennetü’l-Baki mezarlığına<br />

defnedilmiştir.<br />

Cemel ve Sıffi n savaşlarının gerekçeleri<br />

arasında Hz. Osman’ın<br />

şehadeti de yer almıştır. Etkisi<br />

günümüze kadar devam eden<br />

Ehl-i Sünnet ve Şia ayrışmasının<br />

temelinde de yine bu vahim hadise<br />

vardır. İslam tarihçileri, Müslüman<br />

olduğunu iddia eden kimselerin<br />

kendi halifelerini öldürecek kadar<br />

ileri gitmesinin sebeplerini şöyle<br />

sıralıyorlar:<br />

1- Hz. Osman, yakın akrabalarını<br />

devlet işlerinde görevlendirmiş<br />

bunu da diğer kabileler, kabilecilik<br />

yapıldığı gerekçesi ile iyi karşılamamışlardır.<br />

2- Toplanan vergilerin Medine’ye<br />

gitmesi, muharip askerlerin maaşının<br />

kısılması gibi ekonomik<br />

sebeplerin fütuhatlarla zenginleşen<br />

yörenin mali krize girmesine yol<br />

açmıştır.<br />

3- Abdullah bin Sebe gibi fi tnecilerin<br />

ifsat çalışmaları da fi tne<br />

ateşinin kolayca tutuşturulmasına<br />

zemin hazırlamıştır. Sebep her ne<br />

olursa olsun hiçbir sebep, Hz. Osman<br />

gibi değerli bir sahabînin şehit<br />

edilmesini haklı gösteremez.<br />

Hz. Osman’ın fazileti<br />

Hz. Osman (r.a.), Eshab-ı Kiram<br />

arasında edeb ve hayası<br />

ile temayüz etmiştir. Aşere-i<br />

Mübeşşere’den idi. (Cennetle<br />

müjdelenen on sahabîden biri)<br />

Ona edep ve hayanın piri denilse<br />

yeridir. Peygamberimiz (s.a.s.) Hz.<br />

Osman hakkında, “Kendisinden<br />

meleklerin haya ettiği kimseden<br />

ben haya etmeyeyim mi?” (Müslim,<br />

Fedailü’s-Sahabe, 26), “Her peygamberin<br />

cennette bir refi ki vardır. Benim<br />

cennetteki refi kim de Osman’dır.”<br />

(Tirmizi, Menakıb, 19) buyurmuştur.<br />

Zamanının çoğunu ibadetle geçiren<br />

Hz. Osman, kibar ve asil bir<br />

beyefendi olmasının yanında son<br />

derece cömert idi. Tebük seferine<br />

hazırlık yapılması esnasında, ordunun<br />

teçhizi için başlatılan yardım<br />

kampanyasında en büyük yardımı<br />

Hz. Osman yapmıştır. Medine’de<br />

içme suyu sıkıntısı yaşandığı bir<br />

sırada bir Yahudi’ye ait olan Rume<br />

kuyusunu 35.000 dirheme satın<br />

alarak vakfetmiştir. Hz. Ebu Bekir<br />

zamanında kıtlık esnasında 1000<br />

deve yükü buğday, kuru üzüm ve<br />

zeytinyağını satın alarak ihtiyaç<br />

sahiplerine dağıtmıştır. Mescid-i<br />

Nebevi’nin genişletilmesi sırasında<br />

da kendi malından 10.000 dirhem<br />

harcamıştır.<br />

Hz. Osman (r.a.), ilmî bakımdan da<br />

kendisine itimat edilen bir zat idi.<br />

Hac menasikini en iyi Hz. Osman’ın<br />

bildiği rivayet edilir. Peygamberimiz<br />

(s.a.s.)’den 146 hadis rivayet<br />

etmiştir. Kur’an’ı ve hadisleri çok iyi<br />

ezberlemiş, Peygamberimizin sağlığında<br />

fetva verebilen birkaç sahabî<br />

arasında yer almıştır.<br />

Kaynaklar:<br />

- TDV İslam Ansiklopedisi, Osman maddesi,<br />

XXXIII/ 438-443.<br />

- Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih<br />

Tercemesi ve Şerhi, IX/ 354-361.<br />

- Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve<br />

Tevarihi Hulefa, s. 431-494.<br />

- Muhammed Hamidullah, Kur’an Tarihi,<br />

DİB Yay. s. 54-55.<br />

- Hayati Ülkü, Doğuştan Günümüze İslam<br />

Tarihi, s. 52-87.


İnsanlardan öylesi de<br />

vardır ki, dünya hayatına<br />

ilişkin sözleri senin<br />

hoşuna gider. Bir<br />

de kalbindekine (sözünün<br />

özüne uyduğuna)<br />

Allah’ı şahit tutar.<br />

Halbuki o düşmanlıkta<br />

en amansız olandır.<br />

Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />

DİB Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanı<br />

İki tip insan<br />

Bu yazımızda iki tip insandan söz<br />

eden Bakara sûresinin 204-207.<br />

ayetlerini yorumlamaya çalışacağız.<br />

Ayetlerde Yüce Rabbimiz<br />

şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan<br />

öylesi de vardır ki, dünya hayatına<br />

ilişkin sözleri senin hoşuna<br />

gider. Bir de kalbindekine (sözünün<br />

özüne uyduğuna) Allah’ı<br />

şahit tutar. Halbuki o düşmanlıkta<br />

en amansız olandır. O, (senin<br />

yanından) ayrılınca yeryüzünde<br />

bozgunculuk yapmaya, ekin ve<br />

nesli yok etmeye çalışır. Allah<br />

ise bozgunculuğu sevmez. Ona<br />

“Allah’tan kork” denildiği zaman<br />

gururu onu daha da günaha sürükler.<br />

Artık böylesinin hakkından<br />

cehennem gelir. O ne kötü yataktır!<br />

İnsanlardan öylesi de vardır<br />

ki, Allah’ın rızasını kazanmak için<br />

kendini feda eder. Allah kullarına<br />

çok şefkatlidir.”<br />

Ayet-i kerimede övülen ve yerilen<br />

iki tip insan tasvir edilmektedir.<br />

Biri; güzel sözlü fakat kötü niyetli,<br />

ikiyüzlü, düşman, bozguncu ve<br />

yıkıcı insan; diğeri kendisini Allah<br />

rızasına adamış, Allah rızası için<br />

her türlü fedakârlığı yapabilen<br />

insan.<br />

1. İkiyüzlü, Düşman, Bozguncu<br />

ve mütekebbir insan<br />

Tefsir kitaplarında birinci tip<br />

insanı niteleyen ayetlerin,<br />

Sakîfoğullarından Ahnes ibn Şerîk<br />

hakkında indiği bildirilmektedir.<br />

Ahnes’in asıl ismi Übey’dir. Bedir<br />

savaşı yapılacağı zaman, bu şahıs,<br />

Peygamberimizin annesinin<br />

kabilesi Zühreoğullarından 300<br />

kişiyi kandırır ve İslam ordusundan<br />

ayırır, kendisi de ayrılır<br />

ve savaşa katılmaz. Bu olaydan<br />

sonra adamın lakabı bir şeyden<br />

geri kalan anlamında Ahnes kalır.<br />

Ahnes; hitabeti düzgün, tatlı dilli,<br />

güzel yüzlü, yakışıklı, insanları<br />

ikna edebilen hoş sohbet bir insandır.<br />

Bu şahıs, Peygamberimize<br />

gelir, huzurda güzel bir konuşma<br />

yapar, sevgi ve dostluktan söz<br />

eder, İslam’ı över ve Müslüman<br />

olduğunu söyler, sözü ile özünün<br />

bir olduğuna Allah’ı şahit tutar<br />

ve yemin eder. Ahnes’in sözleri<br />

Peygamberimizin hoşuna gider.<br />

Hâlbuki adam içinde İslam’a,<br />

Peygamberimize ve Müslümanlara<br />

kin ve düşmanlık beslemektedir.<br />

Ahnes, Peygamberimizin<br />

yanından ayrılır, Müslümanlara<br />

Haziran 2011 - 146 47


48<br />

ait bir çiftliğe uğrar, çiftlikteki<br />

hayvanları öldürür ve ekinleri<br />

yakar.<br />

Yüce Allah, tahlil etmeye çalıştığımız<br />

ilk iki ayette Ahnes’in<br />

ikiyüzlü, yalancı, düşman, mütekebbir<br />

ve bozguncu olduğunu<br />

Peygamberimize bildirir ve gerçek<br />

yüzünü ortaya çıkarır.<br />

Ayetler, bu olayla ilgili bize iki<br />

gerçeği bildirmektedir. Biri, gaybı<br />

ve insanların iç yüzünü Peygamber<br />

de dâhil Allah’tan başka<br />

kimse bilemez. Diğeri, bir kısım<br />

insanların özleri ile sözleri aynı<br />

değildir, yemin etmeleri, ikna<br />

edici konuşmaları, tatlı sözleri<br />

insanları aldatmak içindir. Bu tür<br />

insanların zararı büyük olur, mala<br />

ve cana zarar verebilir.<br />

Ayetin iniş sebebi belirli bir kişi<br />

de olsa hükmü geneldir, aynı<br />

karakterde ve davranıştaki bütün<br />

insanlar için geçerlidir.<br />

Ayetlerde Allah’ın yerdiği bu tip<br />

insanların dört niteliği bildirilmiştir:<br />

a) İki yüzlülük<br />

“İki yüzlülük”; içi başka dışı başka<br />

olmak, sözü özüne uymamak<br />

demektir. Bu, münafıklığın özelliğidir.<br />

Allah katında en kötü insan<br />

münafık insandır, cehennemin en<br />

alt tabakasına atılacak olanlar da<br />

münafıklardır. Münafığın bütün<br />

amacı, dünyevî menfaatidir. Menfaati<br />

ne yapılmasını gerektiriyorsa<br />

onu yapar, inanmadığı sözleri<br />

söyler, samimi olmayan davranışları<br />

sergiler, yalvarır; hatta yemin<br />

eder, ‘Allah şahit, doğru söylüyorum.’<br />

diyebilir. Menfaatlerine göre<br />

kâh <strong>Müslümanları</strong>n yanında kâh<br />

kâfi rlerin yanında yer alır. (Nisa,<br />

141-146) Dünyevî çıkarlarını her<br />

şeyin üstünde tuttuğu için, ‘Ya<br />

Rabbi! Bize vereceğini bu dünyada<br />

ver.’ diye yalvarabilir. (Bakara,<br />

200) Bu tip insan; gösterişli, alımlı<br />

çalımlı olur, sözlerini insanlara<br />

dinletebilir, muhatabını ikna ede-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

“İki yüzlülük”; içi başka dışı başka olmak, sözü özüne<br />

uymamak demektir. Bu, münafıklığın özelliğidir. Allah<br />

katında en kötü insan münafık insandır, cehennemin<br />

en alt tabakasına atılacak olanlar da münafıklardır.<br />

Münafığın bütün amacı, dünyevî menfaatidir.<br />

bilir, ancak tedirgindir, iç yüzünün<br />

ortaya çıkmasından çekinir,<br />

her konuşulanı kendi aleyhine<br />

zanneder. (Münafi kun, 1-4) Peygamberimizin<br />

bildirdiği gibi bu tip<br />

insan; konuştuğu zaman yalan<br />

konuşur, verdiği sözü tutmaz,<br />

ahde vefa göstermez, emanete<br />

riayet etmez ve asla kendisine<br />

güvenilmez. (Tirmizî, İman, 14, no:<br />

2766) Tahlil etmeye çalıştığımız<br />

ayetin, “İnsanlardan öylesi vardır<br />

ki, dünya hayatına ilişkin sözleri<br />

senin hoşuna gider. Kalbinde<br />

olana Allah’ı şahit tutar.” cümlesi<br />

bu tip insanı bize tanıtmaktadır.<br />

Bu tip insanların sözlerine hemen<br />

güvenmemek, onları araştırıp<br />

soruşturmak, iç yüzlerini ve gerçek<br />

niyetlerini öğrenmek gerekir.<br />

Özellikle yöneticilik, savcılık,<br />

hâkimlik ve muhakkiklik gibi görevlerde<br />

bulunanların, bu tiplerin<br />

sözlerine ihtiyatla yaklaşmaları<br />

gerekir. Kur’an ahlakında hüsnü<br />

zan (Hucurat, 12) esas olmakla<br />

birlikte bu ayetler, hüsnü zanda<br />

bulunacağım diye her insanın<br />

söylediğine hemen itibar etmenin<br />

ve her yüze gülene inanıvermenin<br />

doğru olmadığını ifade eder.<br />

b) Düşmanlık<br />

204. ayette geçen “eled” kelimesi,<br />

düşmanlığı şiddetli olan;<br />

“hısam” kelimesi ise “düşmanlık”<br />

veya “düşmanlar” demektir.<br />

“Eleddü’l-hısam” terkibi, düşmanlığı<br />

en şiddetli olan veya<br />

düşmanların en şiddetlisi anlamına<br />

gelir. Peygamberimiz (s.a.s.),<br />

“Allah katında insanların en çok<br />

kızılanı düşmanlığı şiddetli olanlardır.”<br />

(Buhârî, Tefsîr, Sure, 2) sözü<br />

ile düşmanlık edenleri yermiştir.<br />

İkiyüzlü, bozguncu ve menfa-<br />

atperest insanlar, en acımasız<br />

düşman olabilirler. Çünkü bu tip<br />

insanlar; güzel ve tatlı sözleri,<br />

yapmacık davranışları ile insanları<br />

aldatır, gafl ete düşürür ve<br />

tedbir almalarını önlerler. Ayette<br />

Ahnes gibi insanların bu tür niteliğine<br />

dikkat çekilmekte ve insanlar<br />

uyarılmaktadır.<br />

c) Bozgunculuk<br />

205. ayetteki “tevellâ” kelimesi;<br />

“yönetici, emir, vali ve hâkim<br />

olmak”, “bir şeyden yüz çevirmek,<br />

ayrılmak” ve “birini dost<br />

edinmek” anlamlarına gelir. (Asım<br />

Efendi, IV, 223-224) Kur’an-ı Kerim’de<br />

bu kelime her üç anlamda da<br />

kullanılmıştır. Tahlil etmeye çalıştığımız<br />

ayette, “yüz çevirmek, ayrılmak”<br />

veya “iş başına gelmek,<br />

yönetici olmak” anlamına gelebilir:<br />

Bu iki anlama göre ayetin<br />

manası şöyle olur:<br />

“(Ey Peygamberim! İkiyüzlü<br />

insan) senin yanından ayrılınca<br />

yeryüzünde bozgunculuk yapmaya,<br />

ekin ve nesli yok etmeye çalışır.”<br />

Nitekim sözü edilen Ahnes<br />

adlı kişi, Müslüman olduğunu,<br />

Peygamberimizi ve <strong>Müslümanları</strong><br />

sevdiğini beyan ettiği hâlde Peygamberimizin<br />

yanından ayrılınca,<br />

aralarında bulunan bir düşmanlık<br />

sebebiyle Taif’te Benî Sakîf kabilesinin<br />

hayvanlarını telef eder ve<br />

ekinlerini yakar. Ayet bu anlamda<br />

ise ikiyüzlülerin, insanın yüzüne<br />

karşı dost gibi davrandığı hâlde<br />

arkasından kötülük ettiği, mala,<br />

cana ve ürünlere zarar verebildiği<br />

ifade edilmekte ve Müslümanlar<br />

bu tip insanlara karşı uyarılmaktadır.<br />

Ayette geçen, “hars” kelimesi,<br />

yeryüzündeki bitkiler, “nesl” ke-


limesi ise insanlar dahil bütün<br />

canlılardır. (Taberî, II, 318) Nesle ve<br />

bitkilere zarar verilmesi, insanlık<br />

âlemine yapılan en büyük zulümdür.<br />

Ayet-i kerime; yalan vaatlerle iş<br />

başına gelen, Hakk’a ve halka<br />

saygısı bulunmayan, eğitim,<br />

öğretim, üretim, iş, sanayi ve<br />

çalışma hayatında adalete riayet<br />

etmeyen, insanlar üzerinde baskı<br />

kuran, temel hak ve özgürlükleri<br />

kısıtlayan insanların; işbaşında<br />

bulunduğu toplumlarda güven,<br />

huzur, bereket ve bolluğun bulunmayacağına;<br />

fi tne, fesat ve<br />

zulmün yaygınlaşacağına dikkat<br />

çekmekte, riyakârlık, bozgunculuk<br />

ve tahripçilik gibi kötü huy ve<br />

davranışlar konusunda insanları<br />

uyarmaktadır.<br />

Ayet-i kerime; iş yeri, kurum,<br />

kuruluş ve toplumları yönetenlerin<br />

bu ayetlerde yerilen huy ve<br />

davranışlarından korunabilmek<br />

için; zulüm, baskı, riyakârlık,<br />

ikiyüzlülük ve bozgunculuk gibi<br />

toplumsal zararlara ve huzursuzluklara<br />

yol açan kötülüklerden<br />

sakınmak; ormanları, ekinleri<br />

ve doğal çevreyi; hayvanları ve<br />

özellikle insan neslini korumak<br />

ve kollamak; doğanın tahrip olmasına,<br />

hayvan ve insan neslinin<br />

zarar görmesine ve bozulmasına<br />

sebep olacak eylem ve davranışlardan<br />

uzak durmak gerektiğine<br />

dikkatimizi çekmektedir. Ayetteki,<br />

“Allah bozgunculuğu sevmez.”<br />

cümlesi, bütün bu hususlara<br />

işaret etmektedir.<br />

205. ayetteki “bozgunculuk” diye<br />

çevirdiğimiz “fesad” kelimesi;<br />

bir şeyi bozmak ve onun tabiî<br />

durumunu değiştirmek demektir.<br />

Düzeltmek anlamındaki “ıslah”<br />

kelimesinin zıddıdır. (Asım Efendi, I,<br />

1240; bk. Bakara, 12; Şuara, 152; Neml, 48)<br />

Bozgunculuk; toplumsal barışın,<br />

güven ve huzurun bozulması,<br />

insan haklarının ihlal edilmesi;<br />

mala, cana, ırza, namusa, onur<br />

ve haysiyete zarar verilmesi,<br />

çevrenin kirletilmesi; görev, iş<br />

ve üretimde hile yapılması; aile<br />

“Kibir”;<br />

“büyüklenmek,<br />

böbürlenmek,<br />

kendini<br />

başkalarından<br />

üstün, yüksek ve<br />

değerli görmek;<br />

başkasını aşağı,<br />

önemsiz, değersiz<br />

ve küçük görmek<br />

anlamlara gelir. Kibir<br />

kelimesi; “gurur” ve<br />

“ucub” kelimeleri<br />

ile eş, “tevazu”<br />

kelimesiyle zıt<br />

anlamdadır.<br />

ve sosyal ilişkileri zedeleyen<br />

gayriahlakî davranışların yaygınlaşması<br />

anlamlarına gelir. Yüce<br />

Allah’ın bozgunculuğu sevmediğini<br />

bildirmesi, bozgunculuktan<br />

uzak durulması ve bu bozgunculuğa<br />

sebep olan davranışların<br />

önlenmesi gerektiğine işaret<br />

eder.<br />

ç) Kibir ve gurur<br />

“Kibir”; “büyüklenmek, böbürlenmek,<br />

kendini başkalarından üstün,<br />

yüksek ve değerli görmek;<br />

başkasını aşağı, önemsiz, değersiz<br />

ve küçük görmek” anlamlara<br />

gelir. Kibir kelimesi; “gurur” ve<br />

“ucub” kelimeleri ile eş, “tevazu”<br />

kelimesiyle zıt anlamdadır. (Rağıb,<br />

s. 697; İbn Manzûr, V, 125)<br />

“Takva”; iman edip Allah ve<br />

Peygamber’in emir ve yasaklarına<br />

uyarak kendisini dünya ve<br />

ahirette ilahî azaptan korumak,<br />

inkâr ve isyandan sakınmak anlamlarına<br />

gelir.<br />

“İzzet”; aziz, kadri yüce, şerefl i,<br />

itibarlı ve kuvvetli olmak anlamlarına<br />

gelen “a-z-z” kökünden<br />

türemiş bir kelime olup, kuvvet,<br />

üstünlük ve şeref demektir. Tahlil<br />

ettiğimiz ayette izzet kelimesi,<br />

“kibir ve gurur” anlamında kullanılmıştır.<br />

“İsm”, kasıtlı ve bilerek işlenen<br />

günah demektir.<br />

(İkiyüzlülük, düşmanlık ve bozgunculuk<br />

yapan insana); ‘Allah’a<br />

karşı gelmekten sakın.’ denildiği<br />

zaman kibir ve gururu onu daha<br />

da günaha sürükler.” anlamındaki<br />

206. ayet ile yüce Rabbimiz,<br />

yerdiği insanın dördüncü niteliğini<br />

bize bildirmektedir. Bu ayetle<br />

yüce Allah; münafıklık, riyakârlık,<br />

fi tne ve fesatçılık gibi Kur’an ahlakına<br />

uymayan davranışlardan<br />

korunmanın yolunun “takva”<br />

olduğunu bildirmektedir. Çünkü<br />

Allah’a imanı ve saygısı olan<br />

insan, ikiyüzlülük, düşmanlık ve<br />

bozgunculuk yapmaz. Bu davranışları<br />

terk edebilmek için de<br />

gurur ve kibir hastalığından kurtulmak<br />

gerekir. Aksi takdirde bu<br />

Haziran 2011 - 146 49


50<br />

insana öğüt fayda vermeyecek,<br />

kibir ve gururu onu daha çok<br />

günah işlemeye sevk edecektir.<br />

Ayet, bize bu mesajı vermektedir.<br />

Yüce Allah; ikiyüzlülük, düşmanlık,<br />

bozgunculuk, gurur ve kibir<br />

hastalığından kurtulup takva<br />

erdemine sahip olamayan insanları<br />

cehennem ile cezalandıracağını<br />

bildirmektedir. “Cehennem”<br />

kelimesi Arapça “cehm” kelimesinden<br />

türetilmiştir. “Cehm”; sert<br />

ve çirkin olmak; dibi görünmez<br />

derin kuyu demektir. Kur’an’da<br />

“cehennem” azap yurdu olan<br />

ateşin özel ismi olarak kullanılmıştır.<br />

Cehennem, inkâr edip<br />

isyan edenlerin cezalandırılacağı<br />

yerdir. 206. ayette cehennem<br />

için “Orası ne kötü kalınacak bir<br />

yerdir.” denilmiş, böylece insanlar<br />

cehennemden sakındırılmıştır.<br />

Cehenneme girmekten kurtulabilmek<br />

için iman edip salih ameller<br />

işlemek, günah ve haramlardan<br />

uzak durmak gerekir.<br />

2. Kendisini Allah<br />

rızasına adayan insan<br />

Yüce Allah; 204-206. ayetlerde<br />

ikiyüzlü, riyakâr, bozguncu, menfaatperest,<br />

kibirli ve zalim insan<br />

tipinin özelliklerini bildirdikten<br />

sonra 207. ayette kendisini Allah<br />

rızasına adayan ve Allah rızasını<br />

kazanmayı her şeyin üstünde<br />

tutan seçkin insanlardan söz<br />

etmektedir. Seçkin insan; şartlarına<br />

uygun iman eden, Allah<br />

ve Peygamber’ine itaat eden,<br />

salih ameller işleyen, günah<br />

ve haramlardan sakınan, söz,<br />

ve işlerinde dürüst olan, insan<br />

haklarına saygılı olan muttakî<br />

insandır. Muttakî insan; Allah’ın<br />

rızasını elde etmek için hiçbir<br />

fedakârlıktan, mallarını ve canlarını<br />

ortaya koymaktan çekinmez,<br />

Allah rızası için sıkıntılara<br />

katlanır, yaptıklarını Allah için<br />

yapar, istediklerini Allah için ister.<br />

Muttakî insan; nefi sinin kötü<br />

arzularından kurtulmuş, Allah’tan<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Yüce Allah Bakara suresinin 204-207. ayetlerinde iki tip<br />

insandan söz ediyor. Biri, güzel sözlü fakat kötü niyetli,<br />

ikiyüzlü, düşman, bozguncu ve yıkıcı insan; diğeri<br />

kendisini Allah rızasına adamış, Allah rızası için her<br />

türlü fedakârlığı yapabilen insan.<br />

razı olan nefi s mertebesine ulaşmış<br />

insandır. Muttakî insan; asla<br />

bozguncu, çıkarcı, yalancı ve<br />

sahtekâr değildir. Yüce Allah bu<br />

tip insanı; “İnsanlardan öylesi de<br />

vardır ki, Allah rızasını kazanmak<br />

için kendini satın alır/feda eder.”<br />

cümlesiyle övmektedir.<br />

Ayetteki “yeşrî” kelimesi; bir şeyi<br />

verip karşılığında bir şey almak<br />

anlamına gelir. Nefsini satın<br />

almak; imanı uğruna ve Allah<br />

rızasını kazanmak için hiçbir<br />

fedakârlıktan çekinmemek, İslam<br />

düşmanlarıyla mücadele etmek,<br />

İslam’ın bilinmesi, tanınması ve<br />

yaşanması için çalışmak gerektiğinde<br />

canını ve malını verip<br />

Allah’ın rızasını kazanmak anlamına<br />

gelir.<br />

Ayet-i kerime; sahabîden Süheyb<br />

ibn Sinan hazretleri hakkında<br />

inmiştir. Mekkeli müşrikler,<br />

Süheyb’i yakalayıp dininden<br />

döndürmek için işkence ederler.<br />

Süheyb, Mekkelilere, “Ben ihtiyar<br />

bir insanım, malım ve servetim<br />

var. Benim sizden veya düşmanlarınızdan<br />

olmamın size hiçbir yararı<br />

olmaz. Ben bir söz söyledim,<br />

iman ettim, bu sözden caymayı<br />

iyi görmem. Malımı ve servetimi<br />

size vereyim, dinimi sizden satın<br />

alayım.” der. Onlar da bunu kabul<br />

ederler ve Süheyb’i serbest<br />

bırakırlar. Süheyb, müşriklerin<br />

elinden kurtulup Medine’ye<br />

gelirken bu ayet iner. Süheyb,<br />

Medine’ye ulaşınca Hz. Ebu Bekir<br />

ile karşılaşır. Hz. Ebu Bekir, “Alışverişin<br />

mübarek olsun. Nefsini<br />

Allah rızası için satın aldın, senin<br />

hakkında ayet indi.” der ve bu<br />

ayeti okur. (Yazır, II, 734)<br />

“Allah’ın kulundan razı olması”;<br />

onun inanç, amel, söz, eylem ve<br />

davranışlarını kabul edip sevap<br />

vermesi, onu affedip cennet ve<br />

nimetleriyle mükâfatlandırması<br />

demektir. “Kulun Allah’tan razı<br />

olması” ise, Allah’ın emir ve yasaklarını,<br />

helal ve haramlarını,<br />

kaza ve kaderini iyi, güzel ve hoş<br />

karşılamasıdır. Allah’ın bir kulundan<br />

razı olması, o kul için dünya<br />

ve ahirette en büyük bahtiyarlık<br />

ve en büyük nimettir. Bu sebeple<br />

olmalı ki Peygamberimiz (s.a.s.),<br />

“Allah’ım! Gazabından rızana,<br />

azabından affına sığınırım.” diye<br />

dua etmiştir. (İbn Mâce, Dua, 3)<br />

Yüce Allah’ın, övdüğü ve yerdiği<br />

iki insan tipinden bahsettikten<br />

sonra kendisinin kullarına karşı<br />

çok şefkatli olduğunu bildirmesi<br />

anlamlıdır. Çünkü Yüce Allah,<br />

kullarını yarattığı ve kendilerine<br />

sayısız nimetler verdiği hâlde<br />

bir kısım insanlar O’na isyan<br />

etmekte, buna rağmen Allah,<br />

onlara dünyada nimet vermeye<br />

devam etmekte, çok yararlı bilgiler<br />

vermekte, onlara kurtuluş<br />

yolu olan takvayı teklif ve tavsiye<br />

etmektedir. Bu, Allah’ın kullarına<br />

şefkatinin bir ifadesidir. Allah’ın<br />

insanlara verdiği bütün bu bilgiler,<br />

koyduğu bütün kurallar, emir<br />

ve yasaklar insanların yararı içindir.<br />

Bu da Allah’ın kullarına olan<br />

sevgi ve şefkatinin bir gereğidir.<br />

Sonuç olarak; Yüce Allah Bakara<br />

sûresinin 204-207. ayetlerinde<br />

iki tip insandan söz ediyor. Biri,<br />

güzel sözlü fakat kötü niyetli,<br />

ikiyüzlü, düşman, bozguncu ve<br />

yıkıcı insan; diğeri kendisini Allah<br />

rızasına adamış, Allah rızası için<br />

her türlü fedakârlığı yapabilen<br />

insan.


Sevgili Peygamberimiz, müminleri<br />

adeta yaşayan bir organizmaya benzeterek,<br />

onların, birbirlerine karşı<br />

ilgi, sevgi ve merhamette canlı bir<br />

bedenin duyarlılığına sahip olmalarını<br />

istemektedir. Birlik ve bütünlüğünü<br />

bu hadisten daha veciz ve beliğ bir<br />

şekilde ifade eden başka bir tanım<br />

bulmak herhalde zordur. Yine kendisine<br />

ait olan başka bir ifadede<br />

Allah Rasûlü, müminleri, birbirlerini<br />

destekleyen tuğlalardan oluşan bir<br />

binaya benzetmiş ve parmaklarını<br />

birbirine kenetleyerek bunun nasıl<br />

olması gerektiğini ashabına göstermiştir.<br />

(Buhârî, Edeb, 36)<br />

Müminlerin kardeş olduklarını bildiren<br />

Cenab-ı Hak (Hucurât,10), hep<br />

birlikte Allah’ın ipine sarılarak asla<br />

bölünmemelerini emretmiştir. (Âl-i<br />

İmran, 103) Hayatı boyunca, her türlü,<br />

ırkî, kabilevî ayrışma ve düşmanlıkları<br />

ortadan kaldırarak insanları din kardeşliği<br />

ortak paydasında birleştirmeye<br />

çalışan Hz. Peygamber, sağlığında<br />

bu ideali Hicaz yarımadasında büyük<br />

ölçüde gerçekleştirmiş, ümmetine,<br />

sımsıkı sarıldıkları zaman asla sapıtmayacakları<br />

bir rehberi, yani Kur’an-ı<br />

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal<br />

Din <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Üyesi<br />

En büyük cemaat<br />

Sahâbî Numan b. Beşir (r.a.)’in naklettiğine göre Allah Rasûlü<br />

(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Birbirlerine merhamette, sevgi,<br />

yardımlaşma ve ilgi göstermede müminleri, rahatsızlanan bir<br />

organın ızdırabına, diğer kısmı, uykusuzluk ve ateşle ortak<br />

olan bir beden gibi görürsün.” (Buhârî, Edeb, 27)<br />

Kerim’i emanet bırakarak bu dünyadan<br />

ayrılmıştır. Ne yazık ki, vefatının<br />

üzerinden daha yirmi beş sene geçmeden,<br />

kabilevî ve siyasî çekişmeler<br />

bu kardeşliği dinamitlemiş, içine<br />

düşülen toplumsal kargaşa, ilk dört<br />

halifeden üçünün öldürülmesine yol<br />

açmıştır. Bu fi tne ortamında ortaya<br />

çıkan siyasal ve itikâdî oluşumlar,<br />

olumsuz etkilerini günümüze kadar<br />

sürdüren ayrışmalara yol açmıştır.<br />

Yukarıda zikrettiğimiz hadiste ifade<br />

edildiği gibi, İslam ümmeti organik<br />

bir bütünlüğe sahip olmak zorundadır.<br />

İnançları ve idealleri aynı olan<br />

insanların, bölük pörçük olmaları,<br />

bazen birbirlerine karşı düşmanca<br />

tutum sergilemeleri mazur görülebilecek<br />

bir şey değildir. Bazı İslam<br />

ülkelerinde kısmen görülen şiî-sünnî<br />

çatışmaları bu ayrışmanın ne büyük<br />

tehlikelere yol açabileceğinin acı örnekleridir.<br />

Aslında, gerçekleştirilebildiği<br />

takdirde İslam kardeşliği, sadece<br />

<strong>Müslümanları</strong>n değil, bütün insanlığın<br />

barış içinde birlikte yaşayabilmesinin<br />

de bir sigortasıdır. Çünkü İslam, müminlerin<br />

kardeşliğine vurgu yapmakla<br />

beraber, kendi dışında kalan farklı-<br />

Haziran 2011 - 146 51


52<br />

lıkları da tolere eden bir dindir.<br />

Pek çok etnik ve dînî unsuru altı<br />

yüz yıl kendi çatısı altında barış<br />

içinde barındıran Osmanlı Devleti<br />

bunun parlak bir örneğidir.<br />

Dahilî ve hâricî bir çok tahrik ve<br />

kışkırtmaya rağmen İslam toplumlarındaki<br />

farklı etnik yapıların<br />

büyük bir çatışma içine çekilememesi,<br />

İslam Dini’nin, etnik<br />

ve sosyal ayrımlar yerine, dînî<br />

ve insânî değer ve erdemlere<br />

öncelik vermesiyle açıklanabilir.<br />

Örneğin ülkemiz, çeşitli etnik<br />

unsurları barındırmasına ve<br />

bazılarının iç ve dış mihraklarca<br />

çatışma ve ayrışma yönünde sürekli<br />

tahrik edilip desteklenmesine<br />

rağmen, Müslüman halkımız,<br />

inançlarından aldıkları bilinç ve<br />

ferasetle toplumsal bir çatışmaya<br />

taraf olmamışlardır.<br />

Yorumunu yaptığımız hadis,<br />

ülkemiz <strong>Müslümanları</strong> açısından<br />

başka bir gerçeğe daha işaret<br />

etmektedir. O da, anlayış, yöntem<br />

ve meşrep farklılıklarının<br />

doğurduğu mikro oluşumların<br />

hadiste tarif edilen bütünlüğe<br />

zarar vermesidir. Aslında bu<br />

tür farklılıklar gayet doğaldır.<br />

İnsanların tek tip düşünüp, aynı<br />

yöntem ve anlayışları benimsemeleri<br />

beklenemez. Ancak,<br />

bunların üstünde olması gereken<br />

ve her Müslümanı bağlayan<br />

değer yargılarının, herkesin<br />

içinde yer aldığı oluşuma göre<br />

işlerlik kazanması İslam kardeşliği<br />

bakımından ciddi bir problem<br />

oluşturmaktadır. Örneğin,<br />

falanca cemaat, grup ya da<br />

tarikat mensupları için kardeşlik<br />

hukuku sanki kendi mensuplarıyla<br />

sınırlıdır. Kendi oluşumları<br />

dışında kalan <strong>Müslümanları</strong>n<br />

sorunları onlar için öncelikli değildir.<br />

Yardım yapılacaksa önce<br />

kendi “ihvan”ı bulunmalıdır.<br />

Başka bir Müslümanın talebi<br />

Haziran 2011 - 146<br />

varsa, önce mensubiyeti araştırılıp<br />

ona göre karar verilmelidir.<br />

Diğer müminlerle ilişkiler, grup<br />

büyüklerinden alınan talimata<br />

göre yürütülmelidir. Böylece<br />

karşımıza, kendi irade ve sorumluluğuna<br />

sahip bir birey yerine,<br />

kendisi adına başkalarının karar<br />

verdiği, toplum psikolojisiyle<br />

hareket eden bir kişilik çıkmaktadır.<br />

Dayanışma grup içinde<br />

olduğundan, gelişme, büyüme<br />

Kendi özel<br />

mensubiyetimiz ne<br />

olursa olsun, her şeyin<br />

üstünde tutmamız<br />

gereken Müslüman<br />

kimliğimizle görev ve<br />

sorumluluklarımızı<br />

yerine getirmeliyiz.<br />

ve bundan yararlanma genellikle<br />

o grup mensupları için geçerlidir.<br />

Bu oluşumların yaygınlık<br />

kazanıp revaç bulması, dışarıda<br />

kalıp müstakil bir birey olarak<br />

Müslümanlığını sürdürmek isteyenleri<br />

zor durumda bırakmakta,<br />

bazen çeşitli maslahatlar için bu<br />

gruplara katılmaya zorlamaktadır.<br />

Üstelik bu oluşumlarda yer<br />

almayanların bazen suçlandığı<br />

görülmekte, dînî yönden veya<br />

hizmet açısından buralarda yer<br />

almanın gerekli olduğu propagandası<br />

da yapılmaktadır.<br />

Yazımıza konu olan hadis, bütün<br />

İslam toplumunu tek bir cemaat<br />

olarak görmekte, ilgi, sevgi,<br />

merhamet, dayanışma ve yardımlaşmada<br />

herhangi bir ayrım<br />

gözetmemektedir. Buna göre<br />

bir Müslümanın derdi her Müslümanın<br />

derdidir. Kardeşlik hukukunun<br />

doğurduğu sorumluluk<br />

hiçbir ayırım yapmadan herkes<br />

için geçerlidir. Öyleyse, kendi<br />

özel mensubiyetimiz ne olursa<br />

olsun, her şeyin üstünde tutmamız<br />

gereken Müslüman kimliğimizle<br />

görev ve sorumluluklarımızı<br />

yerine getirmeliyiz. Bize<br />

ihtiyacı olanlara, kendi özelimizi<br />

empoze etmeden, herhangi<br />

bir şart dikte etmeden, kısaca,<br />

kişilik ve onurlarını incitmeden<br />

el uzatmalıyız. Allah Rasûlü’nün<br />

bizden istediği saygın ve erdemli<br />

davranış budur. Aksi takdirde,<br />

sadece kendi mensupları ve<br />

sempatizanları adına çalışan bir<br />

örgüt olmaktan ileri geçemeyiz.<br />

Allah ve Rasûlü’nün bizden<br />

istediği cemaat, yani birlik ve<br />

beraberlik, sosyolojik manada<br />

mikro yapılardan oluşan cemaat<br />

ve gruplar değil, ortak inanç,<br />

düşünce ve hissiyatıyla bütün<br />

bir İslam ümmetini içine alan ve<br />

karşılaşılan sıkıntı ve problemlerde<br />

bir beden gibi kendiliğinden<br />

harekete geçen kolektif bir<br />

yapıdır. İnsanlar için çıkarılmış<br />

hayırlı bir ümmet olmanın (Âl-i<br />

İmran, 110) gereği bu olduğu gibi,<br />

kendi içlerinde bir beden gibi<br />

hareket etme kabiliyetine sahip<br />

bu büyük cemaatin diğer dinlere<br />

mensup insan kardeşlerine de<br />

aynı duyarlılıkla el uzatmaları<br />

daha kolay olacaktır.


Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış<br />

HDV’yi ziyaret etti<br />

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci<br />

Egemen Bağış, Hollanda’ya yaptığı<br />

resmi ziyaretler çerçevesinde<br />

Den Haag Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı<br />

Genel Merkezini de ziyaret etti.<br />

Lahey Büyükelçisi Uğur Doğan ile<br />

Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı merkez<br />

binasına gelen Bağış, HDV<br />

Merkezinde Lahey Din Hizmetleri<br />

Müşaviri ve HDV Başkanı Doç.<br />

Dr. Bülent Şenay ve çeşitli sivil<br />

toplum kuruluş temsilcileri, HDV<br />

yönetim kurulu üyeleri ve çalışanları<br />

tarafından karşılandı. Vakıf binasını<br />

gezen Bakan Bağış, Vakfın<br />

çalışmaları hakkında bilgi aldı.<br />

Bağış, daha sonra Lahey Büyükelçisi<br />

Uğur Doğan ve beraberindeki<br />

heyet sivil toplum kuruluş<br />

temsilcileri, HDV Yönetim Kurulu<br />

üyeleri ve çalışanları ile bir toplantı<br />

gerçekleştirdi.<br />

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci<br />

Egemen Bağış da yaptığı konuşmada;<br />

Hollanda’da yaşayan<br />

vatandaşlarımıza yönelik özverili<br />

ve başarılı bütün çalışmaları<br />

yakından takip ettiğini ve olumlu<br />

anlamda katedilen yolu taktirle<br />

karşıladığını dile getirdi. Konuşmasına<br />

Türkiye Cumhuriyeti<br />

Devletinin kendisine yakışır bir<br />

biçimde hızla büyüdüğünü ve güçlendiğini<br />

hatırlatan Bakan Bağış,<br />

özellikle HDV şemsiyesi altında<br />

gerçekleştirilmiş ve toplumumuzun<br />

genel yapısını temsil eden<br />

tüm kuruluşların nihaî noktada<br />

birlik ve beraberlikte buluşması ve<br />

birlikte yapılan hizmetlere destek<br />

vermelerinden çok duygulandığını<br />

ifade etti. Hollanda’da gerçekleştirilen<br />

bu tablonun en çok arzu<br />

ettikleri husus olduğunu ve bütün<br />

Avrupa’ya örnek olması gerektiğini<br />

ifade eden Bağış, “Siz buralarda<br />

ne kadar güçlü ve kudretli<br />

olursanız bizler o kadar mutlu<br />

oluyoruz.” dedi.<br />

Darmstadt’da Dini Bilgiler ve Genel Kültür yarışması<br />

Frankfurt Din Hizmetleri Ataşeliği<br />

bölgesinde faaliyette bulunan<br />

85 DİTİB derneği arasında Dini<br />

Bilgiler ve Genel Kültür fi nal yarışması,<br />

Darmstadt DİTİB Merkez<br />

Camii’nde yapıldı.<br />

Bölgelerinde yapılan elemelerde<br />

birinci gelen 24 öğrenci, Almanya<br />

fi nalinde Hessen bölgesini temsil<br />

etmek için kıyasıya yarıştılar.<br />

Yarışmaya Frankfurt Din Hizmetleri<br />

Ataşesi Dr. Yaşar Seracettin<br />

Baytar, DİTİB Hessen Eyalet<br />

Birliği Başkanı ve DİTİB Yönetim<br />

Kurulu Üyesi Fuat Kurt, eyalet<br />

din görevlileri, dernek yöneticileri<br />

ve çok sayıda cemaat katıldı.<br />

Program, Darmstadt Din Görevlisi<br />

Kerim Şükrü Ünlü ve Eyalet<br />

Birliği Başkanı ve Darmstatd<br />

DİTİB Merkez Camii Dernek<br />

Başkanı Fuat Kurt’un yaptığı<br />

açılış konuşmalarıyla başladı.<br />

Frankfurt Din Hizmetleri Ataşesi<br />

Dr. Yaşar Seracettin Baytar da<br />

yaptığı konuşmada, yarışmaya<br />

katılan öğrencilere, hocalarına ve<br />

dernek yöneticilerine teşekkür<br />

etti ve yarışmacılara başarılar<br />

diledi.<br />

Yarışma sonunda dereceye<br />

giren Wacstersbach cemiyeti<br />

öğrencileri Merve Kahveci, Sümeyra<br />

Bayram ve Esma Zaman<br />

Almanya’da Hessen eyaletini<br />

temsil etmeye hak kazandılar.<br />

Oldenburg Hacıbayram Camii’nde Kutlu Doğum<br />

programına yoğun ilgi<br />

Oldenburg Hacıbayram Camii’nde<br />

fahri olarak görev yapan Zahide<br />

Sarıgül ve Kadın Kollarınca, bayanlara<br />

yönelik Kutlu Doğum Programı<br />

düzenlendi. Sunuculuğunu Nagihan<br />

Solakan’ın yaptığı programda,<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i anlamaya<br />

her zamankinden daha çok<br />

ihtiyacımızın olduğu dile getirildi.<br />

Programda camiye devam eden<br />

öğrencilerin okuduğu ilahiler, şiirler<br />

ve tiyatro gösterileri, izleyicilere<br />

duygulu anlar yaşattı. Yapılan dua<br />

ve öğrencilere verilen hediyelerin<br />

takdimi ile program sona erdi.<br />

Haziran 2011 - 146 53


54<br />

“21. Yüzyıl Avrupa’sında Karşılaşılan Sorunlar ve<br />

Çözüm Yolları” konferansına büyük ilgi<br />

Cojep-International, Dünya<br />

Demokrasi Forumu, Sosyal Uyum<br />

için Avrupa Müslüman Girişimi<br />

(EMISCO) ve Ankara-Keçiören<br />

Belediyesi ile işbirliği içinde, Aktif<br />

Metropolitan Hotel’de, “21. Yüzyıl<br />

Avrupası-Avrupa’nın Karşılaştığı<br />

Sorunlar ve Fırsatlar: Irkçı ve Ayrımcı<br />

Uygulamaların Engellenmesi<br />

ve Toplumsal Bütünlüğün Yaygınlaştırılması”<br />

adlı bir konferans düzenlendi.<br />

Konferansa konuşmacı<br />

olarak davet edilen HDV Başkanı<br />

Doç. Dr. Bülent Şenay, “Avrupa’da<br />

Dînî Azınlıklar Meselesi-Geleceğe<br />

Bakış” başlıklı bir konuşma yaptı.<br />

Konferansın açılış konuşmaları<br />

COJEP Türkiye Koordinatörü Ali<br />

Güneş, Cojep International Genel<br />

Başkanı Ali Gedikoğlu ve Keçiören<br />

Belediye Başkanı Mustafa Ak tarafından<br />

yapıldı. Konferansın onur<br />

konuğu EMISCO Başkanı ve BM<br />

Irkçılıkla Mücadele Özel Raportörü<br />

(2002-2008) Doudou Diene,<br />

“Kapsayıcı toplumun gelişmesi<br />

karşısında Batı demokrasilerinin<br />

yeni sorunları” başlıklı bir konuş-<br />

ma yaparak dünya genelinde İslamofobinin<br />

gittikçe yaygınlaşıyor<br />

olmasına rağmen, bu tartışmaların<br />

İslam dinine olan ilgiyi artırdığını<br />

ve son on yılda Avrupa’daki<br />

hem Müslüman sayısının ve hem<br />

de camilerin artmasına neden<br />

olduğunu söyledi. Konferansa<br />

Başbakanlık Başdanışmanı Doç.<br />

Dr. İbrahim Kalın da katılarak<br />

Avrupa’daki etnik azınlıkların STK<br />

perspektifi nden durumlarını açıklayan<br />

bir konuşma yaptı.<br />

Gross-Gerau Stadthalle Salonunda Kutlu Doğum<br />

programı yapıldı<br />

Peygamber Efendimiz Hz.<br />

Muhammed (s.a.s.)’in dünyaya<br />

Haziran 2011 - 146<br />

teşrifi nin 1440’ıncı yıldönümü<br />

münasebetiyle Gross-Gerau<br />

DİTİB Birlik Camii ve Biebesheim<br />

DİTİB Ayasofya Camii<br />

ortaklaşa Kutlu Doğum programı<br />

düzenlediler. Gross-Gerau<br />

Stadthalle salonunda yapılan ve<br />

“Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed<br />

(s.a.s.)’i Anlama ve Anma”<br />

adıyla düzenlenen programda,<br />

güller ve broșür dağıtımı ile<br />

karşılanan yaklaşık 400 davetli<br />

salonu doldurdu.<br />

Program Kur’an-ı Kerim ve mealinin<br />

okunmasının ardından yapılan<br />

konuşmalarla devam etti.<br />

Program, öğrencilerden oluşan<br />

ilahi grubunun sunduğu ilahiler<br />

ve ney dinletisinin ardından<br />

Peygamber Efendimizin örnek<br />

ahlakının anlatıldığı konferansla<br />

sona erdi.


Son günlerde, gerek Hollanda parlamentosunda<br />

ve gerekse Avrupa<br />

çapında Avrupa Standardizasyon<br />

Enstitüsü (CEN) tarafından yoğun<br />

bir şekilde tartışılan, İslamî usullere<br />

göre kesim ve helal standardizasyonu<br />

konulu bir uluslararası<br />

konferans düzenlendi. (International<br />

Conference‘Ritual Slaughter<br />

and Halal Food in Europe’)<br />

24 Nisan 2011 Pazar günü HDV<br />

Rotterdam Eğitim Merkezi Konferans<br />

Salonu’nda, Hollanda’daki<br />

Müslüman üst kuruluşların üye<br />

olduğu kısa adı CMO olan, Hükümetle<br />

muhatap İslamî Kuruluş<br />

tarafından düzenlenen konferansa,<br />

Almanya, Fransa, Avusturya ve<br />

Belçika’dan da 21 Müslüman üst<br />

kuruluş iştirak etti. Konferansa<br />

ayrıca, Hollanda ve çeşitli Avrupa<br />

ülkelerinden de dinleyici olarak 90<br />

kişi katıldı.<br />

Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı Başkanı<br />

Doç. Dr. Bülent Şenay’ın oturum<br />

başkanlığını yaptığı “Uluslararası<br />

Helal Kesim ve Helal<br />

Konferansı”na, İngiltere’den, Britanya<br />

Müslüman Konseyinden Dr.<br />

S. Shafi , Fransa Uluslararası İslam<br />

Birliğinden Z. Seddiki, Almanya’dan<br />

Avrupa Helal Sertifi ka Enstitüsünden<br />

Yusuf Çalkara, Hollanda’dan<br />

Inholland Yüksek Okulu Öğretim<br />

Üyelerinden Mücahit Sağsu ve<br />

yine Fransa’dan H. Rezgui ile<br />

Avusturya’dan Tarafa Bagajathi<br />

katılarak birer tebliğ sundular.<br />

Oturum başkanı Şenay, yaptığı<br />

konuşmada iki konuya açıklık<br />

getirdi. Bunlardan birincisi, <strong>Diyanet</strong><br />

<strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong>nın helal kesim<br />

konusundaki görüşünün öncesi ve<br />

sonrası alınmayarak, şoksuz kesimi<br />

yasaklamak isteyenler tarafından,<br />

yanlış ve maksadının dışında kullanıldığını,<br />

<strong>Diyanet</strong>’in ilgili görüşünde<br />

İslamî usullere göre kesimin esas<br />

olduğunun belirtildiğini, Batı toplumlarında<br />

<strong>Müslümanları</strong>n, İslamî<br />

usullere göre kesim konusunda<br />

Helal Gıda Konferansı Rotterdam’da yapıldı<br />

işbirliği içinde çalışmaları gerektiğine<br />

işaret edildiğini ifade etti. İkinci<br />

olarak da, Hollanda’da bazı siyasi<br />

parti temsilcilerinin dile getirdiklerinin<br />

aksine, Türkiye’de Tarım Bakanlığı<br />

tarafından şoksuz kesimin<br />

yasaklaması konusunda bir kanun<br />

çalışması olmadığını belirtti.<br />

Konferansa çeşitli Avrupa ülkelerinden<br />

Müslüman üst kuruluşlar adına<br />

katılanlar, ortak görüş olarak, var<br />

olan İslamî usullere göre kesim<br />

hakkının <strong>Müslümanları</strong>n elinden<br />

alınamayacağını açıkladılar.<br />

Konferans sonunda yapılan değerlendirmede,<br />

“Avrupa Müslüman<br />

Helal Standardizasyon Çalışma<br />

Grubu” adı altında bir platform<br />

kuruldu. 11 Haziran 2011’de ilk<br />

toplantısını İngiltere’de yapacak<br />

olan bu çalışma grubunun başına,<br />

Britanya Müslüman Konseyinden<br />

Dr. S. Shafi getirildi.<br />

Rotterdam’da 24 Nisan 2001 tarihinde<br />

yapılan “Uluslararası Helal<br />

Kesim ve Helal Konferansı”na,<br />

Yahudi Hahamlar Konseyinden<br />

Haham Evers ve Hollanda Yahudiler<br />

Birliğinden Robbert Baruch da<br />

katılarak birer konuşma yaptılar.<br />

Konuşmalarında <strong>Müslümanları</strong>n<br />

Avrupa düzeyinde bu konuda<br />

aldıkları insiyatif ve yaptıkları<br />

çalışmalardan duydukları memnuniyeti<br />

dile getirerek Müslümanlara<br />

başarılar dilediler. Bilindiği üzere<br />

şoksuz kesime yasak getirilmesi<br />

durumunda, Yahudiler de bundan<br />

etkilenecektir. Dolayısıyla bu konuda<br />

Yahudi ve Müslüman kuruluşlar<br />

ortak hareket etmektedirler.<br />

Konferansın sonunda Hollanda<br />

parlamentosu, Hollanda medyası<br />

ve Hollanda Standartları Enstitüsüne<br />

iletilmek üzere bir sonuç<br />

bildirgesi hazırlandı.<br />

Bu açıklamaya göre, özetle halen<br />

mevcut olan şoksuz helal kesimin<br />

yasaklanmaması, şoklamanın<br />

bizzat acı verme ihtimalinin dikkate<br />

alınması, şoklamanın hayvanı hareketsizleştirip<br />

paralize ettiği ancak<br />

acısını hayvana en az acı veren (2<br />

saniye) uygulanan usulune uygun<br />

kesim olduğu, İslam âlimlerinin<br />

çoğuna göre kesim sonucu hareket<br />

etmesinin acıyla ilgili olmadığı,<br />

kanın dışarı atılmasını sağladığı,<br />

İslam’ın hayvanlara şefkati dinî<br />

vecibe olarak kabul ettiği, helal<br />

kesim meselesinin inanç özgürlüğü<br />

ve insan hakları bağlamında ele<br />

alınması gerektiği ve müdahale<br />

edilmesinin İslamofobik kültürelpolitik<br />

bir provokasyon olduğu,<br />

Müslüman kuruluşların, kamuoyunun<br />

kaygılarını giderecek şekilde<br />

konunun devlet makamları başta<br />

olmak üzere, ilgili tarafl arla görüşerek<br />

takipçisi olacakları belirtildi.<br />

Haziran 2011 - 146 55


56<br />

Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ve Dış<br />

İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Paçacı Hollanda’ya<br />

ziyarette bulundular<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkan Yardımcısı<br />

Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar,<br />

Dış İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr.<br />

Mehmet Paçacı 18-20 Nisan 2011<br />

tarihlerinde Hollanda’ya bir çalışma<br />

ziyareti gerçekleştirdi.<br />

Lahey Büyükelçisi Uğur Doğan’ı<br />

Büyükelçilik makamına ziyaret<br />

eden Özafşar ve Paçacı, 19<br />

Nisan’da Hollanda’da görev yapan<br />

138 din görevlisiyle Rotterdam’daki<br />

HDV Eğitim Merkezinde bir araya<br />

geldiler. Toplantıya Lahey Din Hizmetleri<br />

Müşaviri, Doç. Dr. Bülent<br />

Şenay, Rotterdam Din Hizmetleri<br />

Ataşesi Dr. İsmail Hilmi Bilgi ve<br />

Deventer Din Hizmetleri Ataşesi<br />

Dr. Mustafa Kahraman da katıldılar.<br />

<strong>Başkanlığı</strong>n yurtdışı hizmetlerinin<br />

genel bir değerlendirmesinin ya-<br />

Münster Başkonsolosluğu Din<br />

Hizmetleri Ataşeliği bölgesinde iki<br />

farklı bölgede geniş katılımlı Kutlu<br />

Doğum programı düzenlendi.<br />

İlki Recklinghausen-Gelsenkirchen<br />

bölgelerinde faaliyet gösteren 26<br />

DİTİB derneğinin katılımıyla vatandaşlarımızın<br />

yoğun olarak yaşadığı<br />

Gelsenkirchen şehrinde yapıldı.<br />

DİB Sosyal ve Kültürel İçerikli Din<br />

Hizmetleri Daire Başkanı Ahmet<br />

Çelik’in konuşmacı olarak katıldığı<br />

programa, Münster Başkonsolosluğu<br />

Din Hizmetleri Ataşesi<br />

Suat Altunkuş, Türkiye-Almanya<br />

Parlamentolararası Dostluk Grubu<br />

Haziran 2011 - 146<br />

pıldığı toplantıda, din görevlilerinin<br />

soruları cevaplandırıldı.<br />

Toplantının ardından Rotterdam<br />

Başkonsolosu Esen Altug ziyaret<br />

edildi ve aynı gün öğleden sonra<br />

Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı’na bağlı<br />

cami yöneticileriyle de ayrı bir<br />

toplantı yapılarak Hollanda’daki<br />

camilerde <strong>Diyanet</strong> hizmetleri değerlendirildi<br />

ve şube başkanlarının<br />

soruları cevaplandırıldı.<br />

Özafşar, Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı<br />

Genel Merkezinde de “Yüksek<br />

İstişare Kurulu” ile bir toplantı<br />

yaptı. Kurulu oluşturan Federasyon<br />

ve Vakıf temsilcileriyle bir araya<br />

gelen Özafşar, <strong>Müslümanları</strong>n<br />

Hollanda’da bazı konularda yaptıkları<br />

ortak çalışmaları yakından<br />

takip ettiklerini, birliktelikten mem-<br />

Münster’de Kutlu Doğum Coşkusu<br />

Başkanı ve Karabük Milletvekili Dr.<br />

Mustafa Ünal, KRW Eyalet Birliği<br />

Başkanı Erol Kesici, bölge dernek<br />

başkanları ve din görevlileri ile çok<br />

sayıda vatandaşımız katıldı.<br />

İstiklal Marşı, Kur’an-ı Kerim<br />

okunması ve Din Hizmetleri Ataşesi<br />

Suat Altunkuş ile Milletvekili Dr.<br />

Mustafa Ünal’ın günün anlam ve<br />

önemini anlatan konuşmalarının<br />

ardından, öğrencilerden Kübra<br />

Nur ve Hilal Nur Binek, “Yetim Kız“<br />

şiirini okudular. Oer Erkenschwick<br />

Abdülhamithan Camii Din Görevlisi<br />

Mahmut Yılmaz’ın başkanlığında,<br />

bölge din görevlilerinden oluşan<br />

Tasavvuf Musikisi Korosu bir<br />

konser verdi. Akşam namazını<br />

müteakip program, öğrencilerden<br />

Beyzanur Kızıltepe’nin “40 Yaşındasın”,<br />

Zehra İyercin’in okudukları<br />

“Annem” adlı şiirlerle devam etti.<br />

Program, Ahmet Çelik’in sunduğu<br />

konferansla sona erdi.<br />

Bielefeld-Verl’de yapılan ikinci<br />

nuniyet duyduklarını ifade etti.<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkan Yardımcısı<br />

Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ve<br />

Dış İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr.<br />

Mehmet Paçacı, 20 Nisan 2011 tarihinde<br />

de HDV Genel Merkezinde<br />

yapılan Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı 14.<br />

Genel Kurul toplantısına katıldılar.<br />

Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı Genel Kurul<br />

çalışmalarını tamamlayan heyet<br />

aynı gün Hollanda’dan ayrıldı.<br />

program, Bielefeld ve çevresinde<br />

faaliyette bulunan 9’u DİTİB derneği,<br />

9’u diğer cemiyetlerden oluşan<br />

toplam 18 derneğin katılımıyla<br />

gerçekleştirildi. Sunuculuğunu TRT<br />

Spikerlerinden Serdar Tuncer’in<br />

yaptığı programa, Münster Din<br />

Hizmetleri Ataşesi Suat Altunkuş,<br />

Mısırlı Hafız Ahmet Yunus, KRW<br />

Eyalet Birliği Başkanı Erol Kesici,<br />

bölge cemiyet başkanları ve din<br />

görevlileri ile yaklaşık üç bin vatandaşımız<br />

katıldı. Mısırlı Hafız Ahmet<br />

Yunus’un okuduğu Kur’an-ı Kerim<br />

ve Din Hizmetleri Ataşesi Suat<br />

Altunkuş’un selamlama konuşmasıyla<br />

başlayan programda, katkı<br />

sağlayan dernek başkanları ve<br />

din görevlilerine gül takdim edildi.<br />

Hollanda’dan gelen Grup Kardelen<br />

İlahi Grubu’nun ilahiler söylemesi,<br />

sema gösterileri ile devam eden<br />

program, Ahmet Çelik’in sunduğu<br />

konferansla sona erdi.


İsviçre Türk <strong>Diyanet</strong> Vakfı Kutlu Doğum programı düzenledi<br />

Kutlu Doğum Haftası, Etzel<br />

Zentrum’da Wadenswil Türk İslam<br />

Birliği ve İsviçre Türk <strong>Diyanet</strong><br />

Vakfı tarafından düzenlenen<br />

bir programla kutlandı.<br />

İsviçre Din Hizmetleri Müşaviri<br />

Dr. Ahmet Akın’ın da katıldığı<br />

programda, Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Öğretim Üyesi Prof. Dr.<br />

Nevzat Aşık, Hz. Peygamber’in<br />

insanlara karşı şefkat ve merhameti<br />

konulu bir konferans<br />

sundu. Programın sunumu<br />

Wädenswil Camii Din Görevlisi<br />

Taha Yılmaz tarafından yapıldı.<br />

İsviçre’deki diğer cami derneklerinde<br />

görev yapan din görevlileri<br />

ve dernek yöneticileri de programı<br />

ilgiyle takip ettiler. Programın<br />

sonunda Dernek Başkanı Emre<br />

Özdemir, etkinlikte yer alan<br />

katılımcılara teşekkür ederek<br />

kendilerine çiçek ve hediyeler<br />

sundu.<br />

Öte yandan İsveç Sosyal İşler<br />

ve Din Hizmetleri Müşavirliği çalışma<br />

bölgesi, İsveç ve Norveç’te<br />

görev yapan din görevlileri ile<br />

İsveç <strong>Diyanet</strong> Vakfı merkez<br />

binasında bir toplantı yapıldı.<br />

Sosyal İşler ve Din Hizmetleri<br />

Müşaviri Prof. Dr. A. Bülent<br />

Baloğlu’nun başkanlığında<br />

yapılan toplantıda, vatandaşlarımıza<br />

yönelik yürütülen din<br />

hizmetlerinde verimliliğin artırılması,<br />

2011 yılı hac kayıtlarında<br />

yapılacak işlemlerin görüşülmesi<br />

ve geçmiş yıllarda tespit edilen<br />

eksikliklerin giderilmesi gibi<br />

konular ele alındı.<br />

Dieppe Kültür Derneğinde Kutlu Doğum coşkusu<br />

Kutlu Doğum Haftası, Dieppe<br />

Association Culturelle Türk Derneği<br />

ve Kadın Kollarınca düzenlenen<br />

bir programla kutlandı.<br />

Le Havre Dernek Başkanı Ali<br />

Olas, Din Görevlisi Arif Murat,<br />

Rouen Dernek Başkanı İbrahim<br />

Çilingir, Din Görevlisi Yasin<br />

Sağlam, öğretmen Talat Aslan,<br />

çok sayıda davetlinin katıldığı<br />

program, İstiklal Marşının<br />

okunması ve Din Görevlisi<br />

Yasin Sağlam’ın Kur’an-ı Kerim<br />

tilavetiyle başladı. Sunuculuğunu<br />

Din Görevlisi İsmail Yeşil’in<br />

yaptığı program, Dieppe Kültür<br />

Derneği Başkanı Fikret Olgun’un<br />

yaptığı selamlama konuşması<br />

ve öğretmen Talat Aslan’ın Hz.<br />

Peygamber’in örnek hayatını<br />

anlatmasıyla devam etti. Daha<br />

sonra; Din Görevlisi Arif Murat,<br />

“Rahmet Peygamber’i ve<br />

Merhamet Örnekliliği” konulu<br />

bir konferans verdi. Din Görevlisi<br />

Yasin Sağlam da ayetler ve<br />

Landshut’da dini bilgiler yarışması<br />

DİTİB Landshut Cemiyetinde,<br />

“Temel Dini Bilgiler” yarışması<br />

yapıldı. Yarışmaya, Münih Konsolosluğuna<br />

bağlı 13 bölgeden<br />

bölge birincileri katıldı. Yarışmada<br />

öğrencilere, genel kültür,<br />

İslam tarihi, ibadet ve iman<br />

konularından oluşan 45 soru<br />

soruldu.<br />

Yarışmada, Kelheim’den Zeynep<br />

hadisler ışığında Peygamber<br />

Efendimizin merhamet eğitimi<br />

konusunu anlattı. Kur’an kursu<br />

öğrencileri de, Merhamet ile ilgili<br />

ayet ve hadisler okudular.<br />

Ayrıca Kur’an kursu öğrencileri<br />

arasında, “Peygamberimiz”<br />

konulu bilgi yarışması yapıldı. İzleyenlerin<br />

heyecanla takip ettiği<br />

yarışmayı kız öğrenciler kazandı.<br />

Okunan hatimlerin duasının<br />

yapılmasının ardından, yemek<br />

ikramıyla program sona erdi.<br />

Gökçek, Yasemin Yağlı ve Raziye<br />

Çalışkanoğlu sorulan soruların<br />

44’ünü doğru bilerek Münih<br />

bölge birincisi oldular. Yarışmada<br />

Markt Schwaben 2’inci,<br />

Dingolfi ng de 3’üncülüğü elde<br />

ettiler. Birinci gelen öğrenciler,<br />

daha sonra yapılacak yarışmada<br />

Almanya birinciliği için yarışacaklar.<br />

Haziran 2011 - 146 57


58<br />

Schwerte DİTİB Süleymaniye Camii’nde Kutlu Doğum programı<br />

Schwerte DİTİB Süleymaniye<br />

Camii’nde Kutlu Doğum programı<br />

düzenlendi. İstiklal Marşı<br />

ve Kur’an-ı Kerim tilavetiyle<br />

başlayan programda, Din Görevlisi<br />

Zekeriya Acar bir konuşma<br />

yaparak Kutlu Doğum Haftası<br />

hakkında bilgi verdi. Acar konuşmasında,<br />

haftanın, vatandaşla-<br />

Haziran 2011 - 146<br />

rımız arasında birlik, beraberlik,<br />

sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve<br />

dayanışma duygularının yaygınlaşmasını<br />

sağladığını belirtti.<br />

Başkan Mustafa Özbaş da<br />

yaptığı konuşmada, “Hangi<br />

açıdan bakarsak bakalım, içinde<br />

yaşadığımız çağın, onun örnekliğine,<br />

manevî önderliğine ve ilâhî<br />

rehberliğine ihtiyacı var. Bizim<br />

de onun sevgisine, aşkına; onu<br />

okumaya, anlamaya ve yaşamaya<br />

ihtiyacımız var.” dedi.<br />

Program, izleyicilere gül ve<br />

hadis kartelası dağıtılmasıyla<br />

sona erdi.<br />

Strasbourg-Barr Kasabasında Kutlu Doğum konferansına büyük ilgi<br />

Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle<br />

Strasbourg-Bar kasabası<br />

Foye Protestan konferans<br />

salonunda, “Rahmet Peygamberi”<br />

konulu bir konferans düzenlendi.<br />

Strasbourg Din Hizmetleri Ateşesi<br />

Prof. Dr. Fazlı Arabacı’nın konuşmacı<br />

olarak katıldığı konferansa,<br />

Oberne Dernek Başkanı Ethem<br />

Frankfurt bölgesi, DİTİB<br />

Neustadt Emir Sultan Camii<br />

derneği, Kutlu Doğum programı<br />

düzenledi. Neustadt Belediye<br />

Kültür Salonunda düzenlenen<br />

programa vatandaşlarımız<br />

büyük ilgi gösterdiler. İstiklal<br />

Marşı, Kur’an-ı Kerim ve dernek<br />

başkanı Hikmet Ulaş’ın selamlama<br />

konuşması ile başlayan<br />

programda, Din Görevlisi Yusuf<br />

Çimen de bir konuşma yaparak<br />

Akkuş ve Din Görevlisi Âdem<br />

Kuş, Molsaim Dernek Başkanı<br />

Neşet Bolat, Giresunlular Derneği<br />

Başkanı Basri Çiçek, Türk Kültürü<br />

Dersleri Öğretmeni Mustafa<br />

Yücel ve çok sayıda vatandaşımız<br />

katıldı.<br />

Sunuculuğunu Barr Din Görevlisi<br />

Murat Karancı’nın yaptığı prog-<br />

Neustadt’da Kutlu Doğum coşkusu<br />

Peygamber Efendimizin örnek<br />

hayatından kesitler sundu.<br />

Programa konuşmacı olarak katılan<br />

Bad Nauheim Din Görevlisi<br />

ram, Kur’an-ı Kerim okunmasıyla<br />

başladı. “Kutlu Doğum” sinevizyonun<br />

ardından, Barr Türk-<br />

Fransız Kültür Derneği Başkanı<br />

Hüseyin Şimşek, açılış konuşması<br />

yaptı. Prof. Dr. Fazlı Arabacı, “Allah<br />

Resulü, yeryüzüne numune-i<br />

imtisal olarak gönderilmiş bir<br />

peygamberdir. Çünkü ebedi Risaletin<br />

sahibi Hz. Peygamber, insani<br />

bütün meziyetleri kendisinde<br />

toplamış müstesna bir şahsiyettir.<br />

Merhamet, şefkat, yardımlaşma,<br />

affetme, af dileme, doğruluk,<br />

adalet, barış, doğruluk, cömertlik,<br />

arkadaşlık, nezaket, nezafet<br />

ve benzeri bütün güzel hasletleri<br />

onun söz ve davranışlarında, net<br />

bir şekilde görmekteyiz.” dedi.<br />

Konferans, Barr kız ilahi grubunun<br />

söylediği ilahi ve şiirlerle<br />

sona erdi.<br />

Yusuf Taşan yaptığı konuşmada,<br />

Peygamber sevgisini ve onun<br />

bizlere Rabbimizden getirdiği<br />

kutlu mesajını anlattı.<br />

Öğrencilerin okuduğu ilahiler,<br />

Kur’an tilaveti ve şiirlerle devam<br />

eden programda öğrencilerden<br />

Melisa Aslan’ın okuduğu “40<br />

Yaşındasın” adlı şiir, izleyicilerin<br />

beğenisini topladı. Program<br />

yapılan dua, gül dağıtımı ve<br />

ikramlarla sona erdi.


Mülheim Fatih Camii’nde Kutlu Doğum programına büyük ilgi<br />

Essen Din Hizmetleri Ataşeliğine<br />

bağlı Mülheim Fatih Cami’inde<br />

bu yıl, “Kutlu Doğum Haftası”<br />

programı Türkçe ve Almanca<br />

olarak icra edildi. Programa<br />

<strong>Müslümanları</strong>n yanı sıra Hıristiyanlar<br />

da yoğun ilgi gösterdiler.<br />

Programın açılış konuşmasını<br />

yapan Dernek Başkanı Ergün<br />

Öztürk, “Düzenlediğimiz programın<br />

amacı bir diyalog ortamı<br />

oluşturmak ve birbirimizi daha<br />

iyi anlayabilme fırsatı yakalamaktır.”<br />

dedi. Ulu Cami Din görevlisi<br />

Gürsel Turhan’ın okuduğu<br />

Kur’an-ı Kerim’in Almanca ve<br />

Türkçe mealleri öğrenciler tarafından<br />

sunuldu. Katolik kilisesi<br />

Rahibi Norbert Dudek yaptığı<br />

konuşmada, kendisine<br />

camide konuşma<br />

fırsatı verilmesinden<br />

memnun olduğunu<br />

belirterek “Sadece<br />

bu gerçek bile, tek<br />

başına bir güvenin<br />

varlığına işarettir.”<br />

dedi.<br />

Mülheim Fatih<br />

Camii Din Görevlisi<br />

Mehmet Kılavuz da,<br />

“Bütün peygamberler,<br />

Allah’ın dinini<br />

yaşayarak hem örnek<br />

olmuşlar, hem de insanlığı,<br />

Allah’ın yoluna, hakka, adalete,<br />

iyiliğe, barış ve kardeşliğe davet<br />

etmişlerdir. Sevgi, barış hak ve<br />

adalet için çalışanları dünyada<br />

mutluluk, Ahiret’te ise cennetle<br />

müjdelemiştir.” dedi.<br />

Markt Kilisesinde “İslamiyet’te Oruç” hakkında bilgi verildi<br />

Essen’de CDU’nun Protestan<br />

Kilisesi Çalışma Merkezi Başkanı<br />

Dirk Kalweit, Hıristiyanlıkta<br />

7 hafta oruç tutulduğunu;<br />

İslam’da tutulan oruç hakkında<br />

bilgi almak istediklerini ve<br />

bunun için bu toplantıyı tertiplediklerini<br />

belirtti.<br />

Din Hizmetleri Ataşesi Mehmet<br />

Uçmuş kilisede yaptığı konuşmada,<br />

İslam’da oruç ve orucun<br />

manevi yönleri hakkında dinleyenlere<br />

bilgi verdi. Uçmuş, oruç<br />

ve Ramazan hakkında Kur’an-ı<br />

Kerim ve hadis-i şerifl erde<br />

geçen hükümleri, Ramazanın<br />

başlangıcını, orucun edası ve<br />

orucu bozan ve kaza edilmesini<br />

gerektiren haller hakkında özet<br />

bilgi sundu. Orucun manevi<br />

boyutu, ferdi ve topluma olan<br />

etkilerini de anlatan Uçmuş,<br />

“Orucun insan iradesini kuvvetlendirdiğini,<br />

kötü alışkanlıklardan<br />

uzaklaştırdığını, aç ve<br />

susuz insanların sıkıntılarının<br />

daha iyi anlaşılabilmesine vesile<br />

olduğunu, sabır, tevazu, hayır<br />

ve hasenat, yardım duygularını<br />

geliştirdiğini” ifade etti.<br />

Pforzheim’de Dini Bilgiler ve Genel Kültür yarışması<br />

Pforzheim DİTİB Fatih Camii’nde<br />

Dini Bilgiler ve Genel Kültür<br />

yarışması yapıldı.<br />

Yarışmaya Bretten bölgesindeki<br />

din görevlilerinden Şükrü<br />

Baktı, İbrahim Gök, Muhammed<br />

Yüksek, Zekai Aydın, Harun<br />

Demirel, Zeynep Şahin Aktürk,<br />

cemiyet başkanları ve vatandaşlarımız<br />

büyük ilgi gösterdiler.<br />

Pforzheim Cemiyet Başkanı Basri<br />

Okumuş, yaptığı konuşmada<br />

yarışmacı öğrencilere başarılar<br />

diledi ve böyle bir yarışmaya ev<br />

sahipliği yaptığı için mutlu olduğunu<br />

ifade etti. Heyecanlı geçen<br />

yarışmanın sonunda Bretten<br />

DİTİB cemiyetinden katılan Beyza<br />

Telli, Aleyna Ak, Leyla Koçak<br />

birinci oldular. Yarışmaya katılan<br />

bütün yarışmacılar cemiyet tarafından<br />

ödüllendirildi.<br />

Haziran 2011 - 146 59


60<br />

Alman Öğretmenlerden oluşan 16<br />

kişilik bir grup, DİTİB Thannhausen<br />

Ayasofya Camiini ziyaret etti.<br />

Bayerinin Ursberg Kasabasındaki<br />

en büyük bedensel ve zihinsel<br />

engelliler okulu ve hastanesinde<br />

görev yapan öğretmenlere<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Alman öğretmenlerden camii ziyareti<br />

seminer veren Herr Kai Brustkern<br />

başkanlığındaki gruba Din Görevlisi<br />

Celalettin Sezgin ve ProDialog<br />

sorumlusu Nazım Göze tarafından<br />

camii gezdirilerek İslam dini ve<br />

cami hakkında bilgi verildi.<br />

Ayasofya Camii Kadın Kollarının<br />

hazırladığı ikramların ardından, bir<br />

konuşma yapan Herr Kai Brustkern,<br />

İslam ve <strong>Müslümanları</strong>n<br />

daha yakından ve doğru ağızlardan<br />

tanınması için böyle toplantıların<br />

daha sık yapılması gerektiğini<br />

söyledi.<br />

Öte yandan camide gençler bir<br />

program düzenlediler. Sıcak bir<br />

ortamda gerçekleşen programda<br />

gençler, Din Görevlisi Sezgin’e<br />

bazı sorular sorarak cevaplar<br />

aldılar. Cemiyet Başkanı Mehmet<br />

Ali Aksakal da, cemiyet olarak<br />

gençlere her türlü yardıma hazır<br />

olduklarını söyledi.<br />

Thannhausen Ayasofya Camii’nde belge töreni<br />

DİTİB Thannhausen Ayasofya<br />

Camii’nde iki dönemdir devam<br />

eden Entegrasyon Almanca<br />

Uyum Kursu’na katılan 19 kursiyer,<br />

törenle belgelerini aldılar.<br />

Törene, Thannhausen Belediye<br />

Başkanı Herr Schwarz, Krumbach<br />

Emniyetinden Baskomser<br />

Herr Walter, FD Akademisi so-<br />

Kelheim Belediyesinin organize<br />

ettiği “Kelheim Temizleniyor”<br />

rumlusu Fatma Dogan, Tayland<br />

Kültür Merkezi’nden Schwarz<br />

ailesinin katıldılar. DİTİB Ayasofya<br />

Dernek Başkanı Mehmet<br />

Ali Aksakal’ın ev sahipliği yaptığı<br />

törende, yapılan konuşmalarda<br />

uyumun önemi anlatıldı, mezun<br />

olan kursiyerler tebrik edildi.<br />

Kelheim Temizleniyor kampanyasına<br />

İslam Cemiyetinden destek<br />

kampanyasına çok sayıda<br />

dernek ve kuruluşun yanında,<br />

Kelheim Türk İslam Cemiyeti de<br />

katıldı. Kendilerine tahsis edilen<br />

bölgede mıntıka temizliği yapan<br />

dernek üyeleri, Belediyeden<br />

takdir gördü.<br />

Öte yandan Grundschule Riedenburg<br />

4a ve 4b sınıf öğrencileri,<br />

kalabalık bir grup halinde<br />

camiyi ziyaret ederek Prodiyalog<br />

sorumlularından Nüfer Yenil’den<br />

cemiyetin çalışmaları ve İslam<br />

dini hakkında bilgi aldılar.<br />

Ayrıca bu yılki umre organizasyonuna<br />

cemiyetten yine çok<br />

sayıda katılım oldu. Cemiyetten<br />

uğurlanan umrecilerin, sağ salim<br />

bir şekilde Kelheim’e döndükleri<br />

bildirildi.


Bielefeld Merkez Camii’nden 23 Nisan’da<br />

hastanelerde yatan çocuklara ziyaret<br />

Münster-DİTİB Bielefeld Merkez<br />

Camii Derneği, 23 Nisan<br />

Ulusal Egemenlik ve Çocuk<br />

Bayramı’nda hastanelerde yatan<br />

çocukları unutmadı. Din Görevlisi<br />

Mehmet Cebeci, Kız Gençlik<br />

Kolları Başkanı Sema Pürçek ve<br />

dinlerarası diyalog sorumlusu<br />

Selma İnci’den oluşan heyet,<br />

23 Nisan günü Bielefeld Bethel<br />

Hastanesi Çocuk Hastalıkları<br />

bölümünde yatan yaklaşık 200<br />

çocuğu ziyaret ederek geçmiş<br />

olsun dileğinde bulundu ve<br />

çocuk bayramlarını kutladı.<br />

Ziyarette çocuklara balonlar ve<br />

çikolatalardan oluşan birer hediye<br />

paketi verilirken, çocukların<br />

aileleri ile hastane çalışanlarına<br />

da birer gül takdim edildi.<br />

Hasta sahipleri, ziyaretten<br />

duydukları memnuniyeti dile getirerek<br />

ziyaretin çocuklara moral<br />

olduğunu dile getirdiler.<br />

Strateji Geliştirme Başkanı Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı<br />

konferans verdi<br />

Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı,<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong>’nın desteğiyle<br />

yapmış olduğu Essen’de<br />

Avrupa’daki Türk Toplumu üzerindeki<br />

saha araştırmasının sonuçları<br />

düzenlenen konferansta<br />

açıkladı. Din görevlileri, cemiyet<br />

başkanları ile cemiyet kadın ve<br />

gençlik komisyonu başkanlarının<br />

takip ettiği konferans, Dortmund<br />

Eving Selimiye Camii Salonunda<br />

yapıldı. Essen Din Hizmetleri<br />

Ataşesi Mehmet Uçmuş’un açış<br />

konuşmasıyla başlayan konferansta,<br />

Yrd. Doç. Dr. Necdet<br />

Subaşı, Türk toplumu üzerinde<br />

araştırma yapılmasında çok geri<br />

kalındığını, Almanya’da kurulan<br />

2010 yılının “Kur’an Yılı” olması<br />

münasebetiyle bir yıl önce başlatılan<br />

hatim kampanyasına katılan<br />

cenaze fonunun son derece<br />

ciddi ve başarılı çalışmalarından<br />

hareket ederek, birinci ve ikinci<br />

neslin bütün benliğiyle Türkiye<br />

ile olan ilişkisini, fi ziksel olarak<br />

Avrupa’nın en büyük şehirlerde<br />

bulunmalarına rağmen, zihinsel<br />

olarak hâlâ kendi memleketlerinde<br />

yaşadıklarını, ancak<br />

sonraki nesillerde önemli ölçüde<br />

bir sapma ve inanılmaz bir<br />

farklılaşma yaşandığını çarpıcı<br />

örneklerle anlattı. Türkiye’den<br />

yapılan evliliklerle Avrupa Türk<br />

toplumunun çocuklarına sahip<br />

çıkmasının yeterli olmayacağını,<br />

cemiyetlerde yapılan faaliyetlerin,<br />

çocukların Türkçe öğrenme-<br />

Köln’de gençler umreyle ödüllendirildiler<br />

gençler umreyle ödüllendirildiler.<br />

Köln Din Hizmetleri Ataşeliğinin<br />

2010 yılında başlattığı hatim<br />

kampanyasında, Lülsdorf’da<br />

büyükler, bayanlar ve gençler<br />

olmak üzere toplam 54 kişi hatim<br />

ve mealini okuyarak, kampanyaya<br />

katıldılar. Bölgede faaliyette<br />

bulunan işadamları Âdem<br />

Çakır, Halit Başaran ve Mevlüt<br />

lerinin, gelenek ve göreneklerin<br />

yaşatılmasında, din görevlisi ve<br />

cemiyet başkanlarına çok önemli<br />

görevler düştüğünü, toplumun<br />

dinamiklerinin harekete geçirilerek<br />

geleceğe dönük plan, program<br />

ve projeler hazırlanmasının<br />

gerektiğini belirtti.<br />

Gündoğdu’nun sponsorluğunu<br />

üstlendiği Lülsdorf Derneğince 54<br />

kişi arasından kurayla belirlenen<br />

üç genç, umreye gitmeye hak<br />

kazandı. Din Görevlisi Recep<br />

Açıkgöz ve Dernek Başkanı Ramazan<br />

Elmas’ın düzenlediği veda<br />

programıyla dualarla umreye<br />

uğurlanan gençlerin sevinçli<br />

oldukları gözlendi.<br />

Haziran 2011 - 146 61


62<br />

Essen Din Hizmetleri Ataşeliğine<br />

bağlı Lünen Selimiye<br />

Haziran 2011 - 146<br />

Lünen’de hatim coşkusu<br />

Camii’nde hatim<br />

coşkusu yaşandı. 35<br />

öğrencinin Kur’an-ı<br />

Kerim’i hatmetmesi<br />

münasebetiyle düzenlenen<br />

merasimde,<br />

Din Görevlisi Osman<br />

Güneş bir konuşma<br />

yaparak gençlerin<br />

başarılarından dolayı<br />

büyük sevinç duyduğunu<br />

ifade etti. Çocuklarımız<br />

büyük fedakârlık göstererek<br />

Kur’an-ı hatmettiğini ifade eden<br />

Güneş bu özverilerinden ve<br />

başarılarından dolayı çocukları<br />

tebrik etti. Dernek Başkanı Erdal<br />

Canbay ise; çocukları tebrik<br />

ederek daha iyi eğitim alabilmeleri<br />

için fi ziki imkânları daha da<br />

geliştireceklerini söyledi ve Din<br />

Görevlisi Osman Güneş’e verdiği<br />

hizmetlerinden dolayı teşekkür<br />

etti. Program, öğrencilere çeşitli<br />

hediyeler verilmesi ve ikramlarla<br />

sona erdi.<br />

Gronau Fatih Camii’ne öğrencilerden ziyaret<br />

Münster-Gronau Fatih Camii,<br />

Werner-von-Siemens-<br />

Gymnasium 6. sınıf öğrencileri<br />

tarafından ziyaret edildi.<br />

Öğrenciler, gönüllü rehber<br />

Kudret Aydoğdu ve Din Görevlisi<br />

Sabri Yalçın’ın rehberliğinde ca-<br />

miyi gezerek İslam<br />

dini ve cami ile<br />

ilgili bilgi aldılar.<br />

Ziyaret, öğrencilere<br />

sunulan ikramlarla<br />

sona erdi.<br />

Essen Din Hizmetleri Ataşeliği din görevlileri<br />

dil kursu sertifi kalarını aldılar<br />

Essen Din Hizmetleri Ateşeliğine<br />

bağlı din görevlileri, bir yıl süren<br />

Almanca dil kursunu başarıyla<br />

tamamlayarak sertifi kalarını<br />

törenle aldılar.<br />

Törende bir konuşma yapan<br />

Essen Konsolosu Ahmet Davaz,<br />

Almanca’yı öğrenen din görevlilerinin<br />

hem Alman makamları ile<br />

daha iyi anlaşabileceklerini, hem<br />

de iki toplumun yakınlaşmasına<br />

vesile olacağını söyledi. Davaz,<br />

“Amacımız, bölgedeki tüm din<br />

görevlilerinin yeterli Almanca<br />

öğrenmelerine imkân tanımaktır.”<br />

dedi.<br />

Nrw Auslandsgesellschaft Müdürü<br />

Klaus Wegener ise, projenin<br />

Türk toplumunun uyumuna ve<br />

diyalog ortamının oluşmasına<br />

katkıda bulunacağını söyledi.<br />

Essen Din Hizmetleri Ataşesi<br />

Mehmet Uçmuş da, din görevlilerinin<br />

kursu başarıyla<br />

tamamlamalarından büyük<br />

memnuniyet duyduğunu ifade<br />

ederek Almanya’da görev yapan<br />

din görevlilerinin iki toplumun<br />

bir araya gelmesinde çok önemli<br />

görevler ifa ettiklerini, Alman<br />

resmi, dinî ve sivil toplum kuruluşları<br />

ile de diyalog halinde<br />

olduklarını belirtti.<br />

Din görevlileri adına konuşan<br />

Dortmund bölgesi Din Görevlisi<br />

Dr. Fatma Karahan, kursu<br />

düzenleyenlere ve kurs hocalarına<br />

teşekkür etti. Program,<br />

18 din görevlisine Dr. Renate<br />

Müller tarafından sertifi kalarının<br />

verilmesiyle sona erdi.


Bottrop Yunus Emre Camii’nde gençlik faaliyetleri<br />

İllertissen Anadolu Cemiyeti ve<br />

Din Görevlisi Mehmet Gözen’in<br />

birlikte düzenledikleri programda<br />

Çanakkale şehitleri anıldı.<br />

İllertissen DİTİB Anadolu Camii<br />

Cemiyet Başkanı Oktay Tunç’un<br />

açılış konuşmasıyla başlayan<br />

programda, Nürnberg Din<br />

İllertissen’de Çanakkale şehitleri anıldı<br />

Hizmetleri Ataşesi Dr. Cafer Acar<br />

da “Çanakkale Zaferi” konulu<br />

bir konferans verdi. Anadolu<br />

Camii Çocuk Korosu, marşlar<br />

ve ilahiler söyleyerek programa<br />

renk kattı.<br />

Programı yaklaşık 800 kişinin<br />

ilgiyle takip ettiği bildirildi.<br />

Münster Din Hizmetleri Ataşeliğine<br />

bağlı Bottrop Yunus Emre<br />

Camii’nde, 2010 yılında kurulan<br />

Gençlik Kolları çalışmalarına<br />

devam ediyor.<br />

Cami ve cemaatin elbirliğiyle atıl<br />

duran bir mekânı tefriş ettikleri<br />

cami derneği, gençlerin bir<br />

araya gelerek çeşitli faaliyetler<br />

düzenlemelerini ve kaynaşmalarını<br />

sağladı.<br />

HDV Çanakkale Şehitlerini ve Mehmet Akif Ersoy’u<br />

anma programı düzenledi<br />

HDV Den Haag Mescid-i Aksa ve<br />

Zaandam Sultan Ahmet Camilerinin<br />

organizesiyle Zaandam ve<br />

Den Haag şehirlerinde, “Çanakkale<br />

Şehitlerini ve Mehmet<br />

Akif Ersoy’u anma” programı<br />

düzenlendi.<br />

Her iki programa da konuşmacı<br />

olarak katılan Uludağ Üniversitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Öğretim<br />

Üyesi, Prof. Dr. Mustafa Kara,<br />

“21. Yüzyıl Eşiğinde Çanakkale<br />

ve Mehmet Akif Hatırası” konulu<br />

birer konferans verdi. Yapılan<br />

her iki programın organizesinde<br />

HDV Zaandam Sultan Ahmet ve<br />

HDV Den Haag Mescid-i Aksa<br />

Camileri Yönetim Kurulları, din<br />

görevlileri ve öğrencileri aktif<br />

olarak görev aldılar. Özellikle<br />

camilerde okuyan çocukların<br />

Çanakkale hakkında skeç, şiir,<br />

ilahi, İstiklal Marşı ve Çanakkale<br />

şiirlerini okuyarak programa<br />

katkıda bulunmaları izleyicilere<br />

duygulu anlar yaşattı.<br />

Ichenhausen Camii’nden öğrencilere gezi programı<br />

Ichenhausen Camii’nde Din<br />

Görevlisi Ömer Kavaklı ve eşi<br />

Fadime Kavaklı’nın dini bilgiler<br />

öğrettiği 133 öğrenciye<br />

cami derneğinin öncülüğünde<br />

Skeılenpark’a gezi düzenlendi.<br />

Geziden oldukça memnun kalan<br />

öğrenciler, dernek yetkililerine<br />

ve din görevlilerine teşekkür<br />

ederek bu tür faaliyetlerin<br />

zaman zaman düzenlenmesini<br />

istediler.<br />

Haziran 2011 - 146 63


Bir Bakanlığımızın<br />

Adı<br />

Bir<br />

Sahabî<br />

(Kısa)<br />

Bir Öğüt<br />

Su Kanalı<br />

Bozkır<br />

Nefer<br />

Kâtibi<br />

Adil<br />

Bursa’da<br />

Camii<br />

(Resimdeki)<br />

Baston<br />

Mağara<br />

Bir<br />

Sûre<br />

Adı<br />

İlbay<br />

Bir Kuş<br />

Cinsi<br />

64<br />

Bir<br />

Devlet<br />

Bir<br />

Sûre<br />

Çare<br />

Bir Tür<br />

Zambak<br />

Arka,<br />

Geri<br />

Bir<br />

Hastalık<br />

Duman<br />

Kiri<br />

Özel<br />

Karşıtı<br />

Plütonyum<br />

İşareti<br />

Bir Süs<br />

Taşı<br />

Arapça’da<br />

Hayır<br />

Düğün<br />

Yemeği<br />

Esrarlı<br />

Haziran 2011 - 146<br />

bulmaca<br />

Ali Duran Demircioğlu<br />

Kısa<br />

Zaman<br />

Bağırsak<br />

Erken<br />

Müzikte<br />

Nota<br />

Hz.<br />

Nuh’un<br />

Oğullarından<br />

Biri<br />

Dolaylı<br />

İfade<br />

Emaneti<br />

Sahibine<br />

Verme İşi<br />

Eski Bir<br />

Devlet<br />

Bir Sûre<br />

Vilayet<br />

Bir<br />

Sûre<br />

Adı<br />

Bir Peygamber<br />

Adı<br />

Karışık<br />

Renk<br />

Malatya’da<br />

Bir<br />

İlçe<br />

Hun<br />

Bir Kumaş<br />

Türü<br />

Tövbe<br />

Eden<br />

Lakin<br />

Kanun<br />

Gerçekten<br />

Doğrusu<br />

Mektup<br />

Kabı<br />

Radyum<br />

İşareti<br />

Takan<br />

Radon<br />

İşareti<br />

Amansız<br />

Madagaskar<br />

Plaka<br />

İşareti<br />

Kadın<br />

Rolünde<br />

Erkek<br />

Gelecek<br />

Zaman<br />

����������<br />

Bezginlik<br />

�����<br />

Katiyyen<br />

Göz<br />

��������<br />

�������<br />

�������<br />

Su<br />

��������<br />

�����<br />

Son<br />

� Bir � �� Kaba � �� � �� � �� Yeri,<br />

����� � �� Günler � �� � �<br />

Sahabi<br />

�����<br />

Dünya<br />

��� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �<br />

Telür<br />

������� ������� � �� �� � � � �<br />

Boya,<br />

Renk<br />

Ses �<br />

Bir<br />

Bayan<br />

�� �� �� �� ��� � �<br />

� �� �� �� � � � �<br />

��������<br />

�������<br />

�� �� �� �� Bir Rüzgar � ������ �� �<br />

���������<br />

�ünsüzleri � �� �� � � � �<br />

Ürün<br />

Rusya’da<br />

���� � �� �� �� �� �� �<br />

� �� �� �� � � � �<br />

Geri<br />

������<br />

�� �� Boyun � ������ �� �� �� �<br />

Bir Müzik<br />

Aleti � Keder �<br />

����<br />

�������<br />

�� �� ������������ � bir ilçesi<br />

������<br />

ederek �� � ��<br />

Kale,<br />

Hisar<br />

����� � �� �� �� �� �� �<br />

Lakin<br />

Müzikte<br />

� �� �� �� �� Nota � �����<br />

�� �� �� �� �<br />

������ �������� ������<br />

��� ������� ������ � � � �<br />

���������<br />

������ ���������� � ��<br />

�����<br />

���<br />

olarak �<br />

���������<br />

����� �� �� Bir sure � �� �� �� �� �� �� �� �<br />

� �� �� �� �� �� �� ��<br />

Bir<br />

������ � ���������� �� �� � �� �� �<br />

Rutubet<br />

Duygu- � ������ �<br />

Anne<br />

�������<br />

�� �� �� ������� � �� �� �<br />

��� �� �� �� �� �� �<br />

“Aden”<br />

Ünsüzleri<br />

�����<br />

Esir<br />

Canlan-<br />

����� � �<br />

Derece<br />

Dirgen �� � �� �� �� �� �<br />

������<br />

Enstitü<br />

� �� �� �� �� Cet � �� �� �<br />

Su<br />

Sebat � Eden �<br />

������<br />

Duygusu �� �� �<br />

������<br />

Kuzey �� �<br />

����<br />

����� � �<br />

��� �� �� �� �� �� �� �<br />

Kap<br />

Neon<br />

��������<br />

�������<br />

� � �� �� �� �� � �� �<br />

Baba,<br />

Cet<br />

Halifelik<br />

Müzikte<br />

Nota<br />

Kısaca<br />

Radar<br />

Borsada<br />

İşlem<br />

Birimi<br />

145.<br />

Sayıdaki<br />

Bulmacanın<br />

Çözümü<br />

Nikel<br />

İşareti


“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere<br />

sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün<br />

çağrısına uyun...” (Enfal, 24)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!