Belarus Müslümanları - Diyanet İşleri Başkanlığı
Belarus Müslümanları - Diyanet İşleri Başkanlığı
Belarus Müslümanları - Diyanet İşleri Başkanlığı
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Belarus</strong><br />
HAZİRAN 2011 • SAYI 146
Haziran 2011 - Sayı 146<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong> Adına<br />
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni<br />
Dr. Yüksel SALMAN<br />
Sorumlu Yazı <strong>İşleri</strong> Müdürü<br />
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ<br />
Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu<br />
Mustafa BAYRAKTAR (Dön. Ser. İşl. Müd.)<br />
Yayın Koordinatörleri<br />
Sedat MEMİŞ - Bekir GÖKSEL<br />
Tashih<br />
Sedat MEMİŞ - Said ŞAN - Bekir GÖKSEL<br />
Haber ve Fotoğraf<br />
Ahmet ARSLAN - Burhan ÇİMEN<br />
Arşiv<br />
Ali Duran DEMİRCİOĞLU<br />
Dizgi<br />
Latif KÖSE<br />
Abone <strong>İşleri</strong><br />
Tel: (0312) 295 71 96-97 Fax: (0312) 285 18 54<br />
e-mail: dosim@diyanet.gov.tr<br />
Yurt Dışı Yıllık Abone Şartları<br />
A.B. Ülkeleri 24 Euro, İsveç, Danimarka 200 Kron,<br />
İsviçre 36 Frank. Diğer ülkeler için Euro esas<br />
alınacaktır. Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye<br />
İşletme Müdürlüğünün T.C. Ziraat Bankası Ankara-<br />
Akay Şubesindeki TR 84 000 1000 7600 5994<br />
308-5001 Nolu hesabına yatırılması ve makbuzun<br />
fotokopisi ile aboneliğin hangi sayıdan başlayacağını<br />
bildirir bir mektubun "<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong> Döner<br />
Sermaye İşletme Müdürlüğü Üniversiteler Mahallesi<br />
Dumlupınar Bulvarı No:147/A 06800<br />
Çankaya/ANKARA" adresine gönderilmesi gerekir.<br />
Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın<br />
<strong>Diyanet</strong> Avrupa Aylık Dergi (Türkçe)<br />
Temsilcilikler<br />
Yurt dışı: Din Hizmetleri Müşavirlikleri,<br />
Din Hizmetleri Ataşelikleri<br />
Yönetim Merkezi<br />
Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />
Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar Bulvarı No:147/A<br />
06800 Çankaya/ANKARA<br />
Tel: (0312) 295 73 06 Fax: (0312) 284 72 88<br />
e-mail: diniyayinlar@diyanet.gov.tr<br />
avrupahaber@diyanet.gov.tr<br />
Dergide yayımlanacak yazılarda düzeltme<br />
ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel<br />
sorumluluğu, yazarlarına aittir.<br />
Grafı̇ k-Baskı<br />
Sonsöz Matbaacılık Ltd. Şti.<br />
İvedik OSB Matbaacılar Sitesi 35. Cadde<br />
No: 56-58 Yenimahalle/ANKARA<br />
Tel: (0312) 394 57 71 Fax: (0312) 394 57 74<br />
Basım Yeri : ANKARA<br />
Basım Tarihi : 13.06.2011<br />
ISSN: 1302-3225<br />
Her ay ele aldığı konularla dost ve kardeş ülkeler arasında gönül köprüleri<br />
kuran, insanımızı dünyanın çeşitli ülkelerindeki kardeşlerimizle buluşturarak<br />
gönül coğrafyamızı tanıtmaya çalışan <strong>Diyanet</strong> Avrupa Dergimiz, bu sayıda<br />
da sizleri yüz yirmi bin Müslümanın yaşadığı <strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti ile<br />
tanıştırıyor.<br />
1991 yılında bağımsızlığına kavuşan <strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti, yüzde<br />
doksan beşlere ulaşan üniversite mezunu oranıyla Avrupa’nın en eğitimli<br />
ülkelerinden biridir.<br />
Yetmiş yıllık dine soğuk bakış yıllarında dahi kültürlerine sahip çıkan <strong>Belarus</strong><br />
<strong>Müslümanları</strong>, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra İslam’a ve kültürel<br />
değerlerine daha büyük bir aşkla sarılmaya başladılar.<br />
Geçmişte kalan zorlu yılların ardından <strong>Belarus</strong>’ta yaşayan Tatar Müslümanlar,<br />
dinlerini rahatça yaşama ve kültürlerini gelecek kuşaklara aktarma çabası<br />
içerisindeler. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”<br />
hadisinin müjdesine nail olmak için büyük bir azimle Kur’an kurslarına ilgi<br />
göstermektedirler.<br />
Tatar <strong>Müslümanları</strong> geçmiş nesillerin yaşadıkları zorlukları göz önüne<br />
alarak, geleceğe umutla bakmak ve aydınlık bir geleceği inşa etmek<br />
için büyük bir gayretle dini müesseseleri geliştirmeye başlamıştır. Kısıtlı<br />
imkânlarla cami, Kur’an kursu yapma gayreti içerisindedirler. Ülkedeki birkaç<br />
eski cami dışında, namaz kılacak bir mescit bulunmamakta, bu yüzden<br />
ibadetlerini derme çatma binalarda ve inşaat halindeki camilerde zorluklarla<br />
yerine getirmektedirler. Cami ve mescitlerin yapımında yeterince destek<br />
alamadıkları için kendi imkânlarıyla ve <strong>Başkanlığı</strong>mızın desteğiyle bu ağır<br />
yükün altından kalkmaya çalışmaktadırlar.<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mız ve <strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong> arasındaki dayanışma ve<br />
yardımlaşma gün geçtikçe artarak devam etmektedir. Özellikle <strong>Belarus</strong>’lu<br />
gençlerin ülkemizdeki din eğitimi veren kurumlarda eğitim almaları için<br />
her türlü destek verilmektedir. Kardeş şehir kapsamında da başkent Minsk<br />
ile eşleştirilen Malatya ilimiz ve Müftülüğümüz, “Din kardeşinin ihtiyacını<br />
karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin<br />
Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.” hadisi şerifi nden<br />
hareketle, burada yaşayan kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karşılamak için büyük<br />
gayret göstermektedir.<br />
<strong>Belarus</strong>’ta en çok dikkat çeken şey, halkın baskı dönemlerinde bile<br />
İslam ve Osmanlı kültürünü muhafaza etmesidir. Mezar taşlarındaki ay<br />
yıldızlı ambleme kadar ecdadımıza karşı vefa duygularını ifade etmekte<br />
ve muhabbetlerini göstermektedirler. Ayrıca Türkçe ve Osmanlıca<br />
bilmemelerine rağmen Cuma namazlarında hutbeler Osmanlıca ve Arapça<br />
okunmakta, bayram ve teravih namazlarında Türkçe ilahi ve kasideler<br />
söylenmektedir. Bütün bunlar Tatar <strong>Müslümanları</strong>nın dini kimliklerini<br />
günümüze kadar taşımalarına imkân sağladığı gibi, Tatar <strong>Müslümanları</strong>nın<br />
bizlerle iletişimini kolaylaştırmakta ve gönül bağlarımızı güçlendirmektedir.<br />
<strong>Diyanet</strong> Avrupa Dergi olarak, kardeşlerimizin bize, bizim de onlara olan kalbi<br />
yakınlığını dile getirmek, bizlere ayrıca bir mutluluk vermektedir.<br />
Dergimizde ilgiyle okuyacağınız gündem konuları dışında, içinde<br />
bulunduğumuz üç ayların manevi iklimini hissedeceğiniz ve zevkle<br />
okuyacağınız yazılara da yer verdik. Bu vesile ile içinde bulunduğumuz<br />
üç ayların soydaş ve dindaşlarımıza hayırlar getirmesini Cenab-ı Haktan<br />
niyaz ediyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gündemli sayımızda buluşmayı<br />
temenni ediyorum.<br />
Haziran 2011 - 146 1
2<br />
1 EDİTÖRDEN<br />
Dr. Yüksel Salman<br />
4 BAŞYAZI<br />
Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />
5 GÜNDEM<br />
<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong><br />
Hüseyin Şen Yücel<br />
11<br />
Haziran 2011 - 146<br />
içindekiler<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mızın Beyaz Rusya (<strong>Belarus</strong>) <strong>Müslümanları</strong>yla ilişkisi<br />
Kemal Hakkı Kılıç<br />
15 DİN-DÜŞÜNCE-YORUM<br />
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in vefatı<br />
Doç. Dr. Fatih Yahya Ayaz<br />
18<br />
21<br />
23<br />
25<br />
Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin önemi<br />
Dr. Abdülkadir Erkut<br />
DİN VE SOSYAL HAYAT<br />
Kur’an sevgisi<br />
Muammer Yılmaz<br />
Din ve çevre<br />
Yrd. Doç. Dr. A. Vehbi Ecer<br />
Maneviyat iklimi üç aylar<br />
Dr. Ömer Menekşe<br />
29 AİLE<br />
Örnek baba Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
Doç. Dr. Adem Apak<br />
33<br />
Gurbetçi çocuklarımızın öğrenim zorlukları<br />
Prof. Dr. Sefa Saygılı
5<br />
<strong>Belarus</strong><br />
11<br />
15 18 21 23 25 29<br />
�����������������������<br />
TARİH - KÜLTÜR - SANAT<br />
Göçün 50. yılında Türkçe ve Almanca’nın<br />
birbirleri ile etkileşimi<br />
Doç. Dr. Ömer Yılmaz<br />
35<br />
Din, Sanat ve Şehir<br />
Kuddusi Doğan 38<br />
ŞEHİR VE İNSAN<br />
Kocaeli<br />
Veli Değirmenci<br />
PORTRE<br />
Hazreti Osman<br />
Mukadder Arif Yüksel<br />
BİR AYET BİR YORUM<br />
İki tip insan<br />
Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />
BİR HADİS BİR YORUM<br />
En büyük cemaat<br />
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal<br />
40<br />
44<br />
47<br />
51<br />
HABERLER 53<br />
BULMACA<br />
Ali Duran Demircioğlu 64<br />
Haziran 2011 - 146 3
4<br />
başyazı<br />
Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanı<br />
VEFAKÂRLIK ve AHDE VEFA<br />
Vefakârlık ve ahde vefa, İslam ahlakının<br />
temel umdeleri olarak kabul edilmiş,<br />
her ikisi de Allah’la ilişkilerimizi<br />
tanzim etmeleri cihetiyle imanla ilişkilendirilmiş,<br />
birey-toplum ilişiklerini düzenleyen<br />
yönüyle de hukuki müeyyidelere<br />
bağlanmıştır. Her iki haslet de<br />
İslam’ın ahlaki erdemler hiyerarşisinde<br />
en üst mertebelerde tutulmuştur.<br />
Mümin, her şeyden önce Rabbine<br />
karşı hakşinas, kadirbilir ve vefakârdır.<br />
Rabbine karşı vefakâr olan, O’nun<br />
kullarına karşı da kadirşinas ve<br />
vefakâr davranacaktır. Annemize, babamıza,<br />
eşimize, dostumuza karşı her<br />
türlü vefasızlığımız ve kadirbilmezliğimiz,<br />
Rabbimize karşı vefamıza da gölge<br />
düşürecektir.<br />
Aynı hususlar ahde vefa için de fazlasıyla<br />
söz konusudur. Zira insan daha<br />
varlık sahnesinde vücut bulmadan<br />
önce hayatının en büyük ahdini, en<br />
büyük sözünü hem de varlık âleminin<br />
Rabbine vermiştir. İnsan bir misakla<br />
varlık âlemine gelmiştir. Yüce Allah’ın<br />
elest bezminde “Ben sizin Rabbiniz<br />
değil miyim?” hitabına: “Evet (buna)<br />
şahidiz.” (A’raf, 172) diyerek karşılık veren<br />
insan, böylece büyük bir emanet<br />
ve ağır bir sorumluluk üstlenmiştir. Bu<br />
emanet dağlara tevdi edilmiş, dağlar<br />
bu emaneti yüklenmekten kaçınmışlardır.<br />
İnsanoğlu bu büyük sözünde<br />
durmayıp emanete ihanet ettiğinde<br />
zalûm (çok zalim) ve cehûl (çok cahil)<br />
sayılacağını bile bile büyük bir<br />
cesaretle bu emaneti kabul etmiş ve<br />
Allah’a söz vermiştir. (Ahzab, 72)<br />
İnsanoğlunun verdiği bu söz, sıradan<br />
bir söz değildir. Yaratıcısına ver-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
diği bir ahittir, bir misaktır. Varoluşumuzun nihai anlamı, verdiğimiz bu ahde<br />
sadakatimizde yatmaktadır. Bu aynı zamanda hayatımızın ve yaratılışımızın<br />
da gayesidir. Bu söze sadık kalan kişi, hiçbir zaman ahde vefasızlık etmez.<br />
Dolayısıyla ahde vefanın gerçek manası, Allah’a verdiğimiz erdemli ve güvenilir<br />
olma sözümüzü hatırlayıp, ne pahasına olursa olsun bu söze sadakat<br />
göstermekle başlar. İnananlar olarak ahlak telakkimiz, verdiğimiz söze ne<br />
derece sadık kaldığımız ile yakından ilgilidir.<br />
Kur’an’da, verilen sözlerin yerine getirilmemesi Allah katında en sevimsiz<br />
davranışlardan biri olarak kabul edilmekte, dünyevi beklenti ve çıkar nedeniyle<br />
verdiği sözden dönenler, “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini<br />
az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur.<br />
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları<br />
temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” (Al-i İmran, 7) ayet-i<br />
celilesi ile uyarılmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de verilen her sözü<br />
borç ve emanet olarak telakki etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Emanete riayet<br />
etmeyenin (gerçek manada) imanı yoktur. Ahde vefa göstermeyenin (hakiki<br />
manada) dini yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, III, 134)<br />
Günlük hayatın akışı içinde yeni konuşmaya başlayan çocuğumuza verdiğimiz<br />
sözden, nikâhta eşlerimize verdiğimiz söze -ki bu, manevi boyutuyla bir<br />
misak, hukuki boyutuyla bir akit, ahlak boyutuyla ise bir ahittir- iş anlaşmalarından<br />
topyekûn millete verdiğimiz söze varıncaya kadar, her söz sorumluluktur.<br />
Ve verdiğimiz her söze karşı ahde vefamız, aslında Allah’a verdiğimiz<br />
söze/misaka sadık kaldığımızın bir göstergesidir.<br />
Vefakârlık ve ahde vefa, aynı zamanda peygamberlerin temel özelliklerinden<br />
biridir. Bütün peygamberler hem Allah’a, hem insanlığa, hem de bütün<br />
varlığa son derece vefalı davranan, sözlerinde duran kişilerdir. Kur’an,<br />
yeri geldikçe bize o eşsiz vefa örneklerinin hayatlarından söz eder. Örneğin<br />
Allah’ın dostu ve nebilerin babası Hz. İbrahim, Nemrut’un ateşini göğüslerken<br />
vefasından hiçbir şey kaybetmemiştir. Oğlu İsmail ile beraber yaşamış<br />
oldukları ağır imtihanı Allah’ın ahdine gösterdikleri vefalarıyla başarmışlardır.<br />
Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim’in vefasını “Yoksa, Musa’nın ve çok vefakâr<br />
olan İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?”<br />
(Necm, 36-37) ayetiyle dikkatlerimize sunar.<br />
Bütün hayatı boyunca vefakârlığı bir erdem olarak öğreten ve yaşatan<br />
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de, çevresindekilere küçük yaştan itibaren<br />
vefakâr davranmanın önemini aşılamıştır. En küçük iyilikler için dahi vefa<br />
gerektiğine vurgu yapan Allah Rasûlü, iyi ve kötü günde beraber olan, hüznü<br />
ve sevinçleri birlikte yaşayan eşlerin ve aile fertlerinin birbirlerine karşı<br />
vefakârlığına özel bir vurgu yapmış ve kendisi de bunun en güzel örneklerini<br />
sergilemiştir.<br />
Unutulmamalıdır ki, verilen sözlerin tutulması, ahde vefa, (Al-i İmran, 76) antlaşmalara<br />
riayet, birey olarak kurtuluş vesilesi, toplum olarak da huzur ve<br />
barış unsurudur. Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet<br />
edilmeyen anlaşma ise, toplumsal çöküşü hızlandıracak, ahirette de bize büyük<br />
sorumluluklar yükleyecektir. Söz, Müslümanın onurudur. Söze sadakat,<br />
dünyada onur ve güven, ahirette ise Yüce Allah’ın iltifat ve rızasını kazanmaktır.<br />
Bir müminin Allah’a verdiği söz ile, peygambere mirasçı olmaya namzet bir<br />
âlimin, yahut topluma dini mübini İslam’ı anlatmayı, mihrap, minber ve kürsü<br />
vazifesini deruhte etmeyi üstlenmiş bir insanın sözü aynı değildir. Zira<br />
ikincisi, bildiği bütün hakikatleri gizlemeden, saklamadan insanlığa anlatmaya<br />
ve o bilgi doğrultusunda hayatını tanzim edip yaşamaya söz vermiştir.<br />
Mihrap bir emanettir, kürsü bir emanettir, minber bir emanettir. Ve her biri<br />
için hem Rabbimize hem de bütün topluma verdiğimiz bir söz ve ahd-ü peymanımız<br />
vardır. Yüce Rabbimiz bizleri, hem kendisine hem de kullarına verdiğimiz<br />
sözlere vefadan ayırmasın.
gündem<br />
<strong>Belarus</strong><br />
<strong>Müslümanları</strong><br />
Hüseyin Şen Yücel<br />
<strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti<br />
Koordinatör Din Görevlisi<br />
Ülkenin orta bölümlerinde yer alan başkent Minsk,<br />
etkileyici bir Avrupa başkentidir. Çok sayıda park<br />
ve bahçeye sahiptir. Kent merkezinde yer alan<br />
Tsentralnaja, ülkedeki en güzel meydanlardan biridir.<br />
Beyaz Rusya, tabii güzellikleri ve<br />
zengin tarihi yapılarıyla akıldan<br />
çıkmayacak mekanlar ve izler<br />
barındıran bir ülkedir.<br />
Beyaz Rusya topraklarının üçte<br />
biri derin ormanlarla kaplıdır.<br />
Kayın ağaçlarıyla bezenmiş koruluklar,<br />
geniş yeşil düzlükler ve<br />
engebeli araziler, tahtadan yapılmış<br />
evlerden oluşan panoramik<br />
köyler, yoğun ormanların arasına<br />
gizlenmiş geniş bataklıklar ve<br />
binlerce göl, ülke coğrafyasının<br />
ana temalarıdır. Neman, Pripyat<br />
ve Dnepr nehirleri, ülkedeki<br />
nehirlerin en büyük olanlarıdır.<br />
Raubichi yakınlarındaki Minsk<br />
Gölü, çok sayıda adacık barındırır<br />
ve gür çam ağaçlarıyla çevrilidir.<br />
Ülkenin kuzeyinde bulunan<br />
Braslav Göl Bölgesi, bot gezintileri<br />
için mükemmel bir yerdir.<br />
Bu ormanlık bölgede yer alan<br />
onlarca gölün çoğu, birbirlerine<br />
kanallarla bağlıdır.<br />
Beyaz Rusya; Ortaçağ’dan kalma<br />
kale ve manastırların, 12.<br />
yüzyıla kadar uzanan çok sayıda<br />
mimari eserin bulunduğu bir<br />
ülkedir. Ülkenin orta bölümlerinde<br />
yer alan başkent Minsk,<br />
etkileyici bir Avrupa başkentidir.<br />
Çok sayıda park ve bahçeye sahiptir.<br />
Kent merkezinde yer alan<br />
Tsentralnaja, ülkedeki en güzel<br />
meydanlardan biridir.<br />
Minsk iki milyon nüfusa sahiptir.<br />
Doğu Avrupa’da yer alan Beyaz<br />
Rusya; Polonya, Litvanya, Leton-<br />
Haziran 2011 - 146 5
6<br />
<strong>Belarus</strong> halkının İslam’a bakışı hayli hoşgörülüdür. İslam hakkındaki kanaatleri daha çok<br />
basın ve yayın organlarının yayınladığı program ve haberlere dayanmaktadır. İslam adı<br />
kullanılarak yapılan her olumsuz olay insanların düşüncelerini olumsuz etkilemektedir.<br />
ya, Rusya ve Ukrayna ile sınır<br />
komşusudur.<br />
Soğuk kışların, serin ve nemli<br />
yazların yaşandığı bir ülkedir.<br />
Temmuz ve ağustos ayları, ülkenin<br />
en ılık ve yağışlı geçtiği<br />
dönemdir.<br />
<strong>Belarus</strong>ça resmi dil olmakla birlikte;<br />
çoğunlukla konuşulan dil<br />
Rusça’dır.<br />
Para birimi <strong>Belarus</strong> rublesidir.<br />
<strong>Belarus</strong>’ta Dinî Hayat<br />
<strong>Belarus</strong> gelişmiş eğitim sistemiyle,<br />
yüzde doksanbeşlere<br />
ulaşan üniversite mezunu<br />
oranıyla Avrupa’nın en eğitimli<br />
ülkelerinden biri haline gelmiştir.<br />
Okuma yazma oranının yüksekliği<br />
günlük yaşamda kendisini<br />
Haziran 2011 - 146<br />
hissettirerek düzenli, temiz ve<br />
disiplinli yaşam olarak hayata<br />
yansımaktadır.<br />
<strong>Belarus</strong>’ta <strong>Müslümanları</strong>n dinî<br />
hayatı bu ülkenin vatandaşı olan<br />
Tatar Müslümanlar tarafından<br />
yürütülmektedir. Açıkça söyleyebiliriz<br />
ki, bu ülkede bütün<br />
dinlere karşı engin bir hoşgörü<br />
vardır. <strong>Belarus</strong> halkının İslam’a<br />
bakışı hayli hoşgörülüdür. İslam<br />
hakkındaki kanaatleri daha çok<br />
basın ve yayın organlarının yayınladığı<br />
program ve haberlere<br />
dayanmaktadır. İslam adı kullanılarak<br />
yapılan her olumsuz olay,<br />
insanların düşüncelerini olumsuz<br />
etkilemektedir. Dinin yok edilmeye<br />
çalışıldığı uzun bir dönemden<br />
(resmi ifade ile din durdur-<br />
ma günlerinden) sonra 1990’lardan<br />
itibaren ortaya çıkan açıklık<br />
politikası bu bölgelerde din duygusunun<br />
tekrar yeşermesine yol<br />
açmış ve yeniden mabetler inşa<br />
edilmeye başlanmıştır. Bugün<br />
itibarıyla <strong>Belarus</strong>’ta her mahalleye<br />
bir kilise yapma politikası çerçevesinde,<br />
hızla mabetler inşa<br />
edilmektedir. Yapılan mabetlerin<br />
hiçbirine devlet tarafından mali<br />
kaynak verilmemekte, sadece<br />
yer tahsisi, planlaması, inşaat<br />
ve harcamaların takibi devletin<br />
organları tarafından yerine getirilmektedir.<br />
Kiliseler mali kaynaklarını,<br />
sosyal hayatın her alanına<br />
konan yardım kutularında<br />
toplanan paralarla oluşturmakta<br />
ve inşaatlarını bu şekilde de-
vam ettirmektedirler. Bu yardım<br />
kutusu alanlarına örnek olarak<br />
havaalanları, turistik mekanlar,<br />
restoran, market, hastane, tren<br />
istasyonları, devlet dairelerinin<br />
girişleri ve bankaları sayabiliriz.<br />
<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong>nın hayatlarına,<br />
İslamî yaşam, geleneğin<br />
yeniden yaşama geçirilmesi<br />
çerçevesinde geçmişlerini anma<br />
maksatlı mezar günleri adıyla<br />
takvimleştirdikleri günlerle<br />
başlamıştır; ve en yaygın din<br />
kültürü mezar günü kültürüdür.<br />
<strong>Belarus</strong>’ta bütün Tatar yerleşim<br />
yerlerinin, yıl içinde belirlenmiş<br />
mezar günleri vardır. Mayıs ayında<br />
başlar ve her hafta sonu değişik<br />
bir mezarlıkta anma programları<br />
düzenlenir ve ekim ayına<br />
kadar devam eder. Bu törenler<br />
bayram namazlarından daha<br />
kalabalık olur. Kur’an okuyup<br />
dua etmesini bilenler tarafından<br />
her mezar tek tek ziyaret edilir,<br />
eller mezara değdirilerek salavat<br />
ve tesbihat içeren metinler okunur,<br />
okuma esnasında ziyarete<br />
gelen insanların birbirlerine vermek<br />
üzere getirdikleri meyve ve<br />
çikolatadan oluşan yiyecekler de<br />
mezarların üzerine konur, bütün<br />
mezarlar okunup temizlikleri<br />
de bittiğinde herkes birbirine<br />
bu yiyecekleri sadaka adıyla<br />
dağıtır. Son yıllarda <strong>Diyanet</strong><br />
<strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong> Din Görevlileri<br />
Yöneticiliği bu programlara katılmakta,<br />
böylece programlar daha<br />
özenli yapılmakta ve dinimizin<br />
bu konudaki emir ve yasakları,<br />
dinin özünde olmayan yanlış<br />
uygulamalar gelen ziyaretcilere<br />
anlatılmaktadır. Yapılan dinî<br />
toplantılarda, bölge din cemiyet<br />
başkanları, şikayet olarak şimdiki<br />
gençlerin mezarlara gereken<br />
ilgiyi göstermediklerini, yapılan<br />
anma ve temizlik çalışmalarına<br />
katılmamalarını bir şikayet olarak<br />
arz etmektedirler.<br />
Bölge din cemiyet başkanlarının<br />
yetkileri, <strong>Belarus</strong> Devleti Din<br />
Komitesince belirlenmiştir. Bunlar<br />
ilgili yerleşim yerinde Müs-<br />
Haziran 2011 - 146 7
8<br />
lüman Tatarlar’ın temsilcileridir.<br />
Bunlardan iki tanesi bayandır ve<br />
toplam dokuz din cemiyet başkanı<br />
vardır. Bunlar ihtiyaçlarını<br />
<strong>Belarus</strong> Müftüsü’ne bildirirler,<br />
sahip oldukları Müslüman nüfusu<br />
oranında temsilciyle, müftülük<br />
ve kurullarını seçerler. Bu<br />
kurullar kurban organizasyonları<br />
ve iftar programlarında ihtiyaç<br />
sahiplerini tespit eder ve yapılan<br />
yardımları yerine ulaştırırlar. İbadethanelerin<br />
işleyişini, temizliğini<br />
ve tamirat organizasyonlarını<br />
yerine getirirler.<br />
<strong>Belarus</strong> Müftüsü, beş yılda bir<br />
Tatar <strong>Müslümanları</strong> arasından<br />
seçilir. <strong>Belarus</strong> Devleti tarafından<br />
müftüye, ülkede, İslamî yaşamı<br />
organize etme, din eğitimini<br />
planlama ve bu işler için diğer<br />
ülkelerden öğretici ve okuyucu<br />
davet etme yetkisi verilmiştir.<br />
Müftü, doğum, ölüm ve evlenmelerde<br />
belge düzenler. Gelen<br />
Haziran 2011 - 146<br />
diğer ülke görevlilerinin vize<br />
işleriyle ilgili çalışmalar yapar.<br />
<strong>Belarus</strong> Müftülüğü’nün ibadethane<br />
olarak kullandığı şantiye,<br />
kardeş şehir projesi çerçevesinde<br />
Malatya Müfülüğü ve halkının<br />
katkılarıyla onarılmış, bugün 350<br />
kişilik cemaatın namaz kılabileceği<br />
bir mekan haline getirilmiştir.<br />
Müftülük, bu mescidin köşe-<br />
sinde 10 metrekarelik küçücük<br />
bir odanın içinde faaliyetlerini<br />
yerine getirmeye çalışmaktadır.<br />
<strong>Belarus</strong> Müftülüğü’nün en büyük<br />
projesi, 2003 yılında başlayan<br />
başkent Minsk’in ilk camisini<br />
inşaa etme projesidir.<br />
Bu ülkede yaklaşık 30 bin Müslüman<br />
yaşadığı ilgililerce ifade<br />
edilmektedir. Başkentte, bu
şantiyeden çevrilme mescitten<br />
başka ibadethane yoktur. Yapılacak<br />
cami de tek olacaktır. Cami<br />
inşaatının proje aşamasında<br />
birçok İslam ülkesi yardım sözü<br />
vermiş olmasına rağmen, bunların<br />
çoğu kağıt üzerinde kalmıştır.<br />
Cami, İslam Kültür Merkezi olarak<br />
planlanmıştır. Bünyesinde;<br />
müftülük, idare odaları, okuma<br />
salonları, kütüphane, misafi rhane<br />
ve konferans salonu bulunmaktadır.<br />
Yıllardır devam eden<br />
bu inşaatın bitmesi için iki buçuk<br />
milyon dolara ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
Bugün itibarıyla iki milyon<br />
nüfuslu Minsk’te ibadetler,<br />
Malatya Müftülüğü ile Minsk<br />
Müftülüğü’nün kardeş şehir<br />
projesiyle, Malatya halkı ve <strong>Başkanlığı</strong>mızın<br />
katkılarıyla tadilat<br />
edilerek mescide çevrilen mekanda<br />
eda edilmekte, 10 metrekarelik<br />
bir köşesinde de Müftülük<br />
idare odası bulunmaktadır.<br />
Bu mekanda cumartesi günleri<br />
bayanlara, pazar günleri ise çocuklara<br />
düzenli olarak din dersi<br />
verilmektedir. İslam Kültürü’nün<br />
bütün aktiviteleri kısıtlı imkanlar<br />
çerçevesinde bu mescitte yerine<br />
getirilmektedir. Cuma namazlarına<br />
dört yüz, bayram namazlarına<br />
ortalama iki bin Müslüman<br />
iştirak etmektedir. Minsk mescidinde<br />
bütün İslam ülkelerinden<br />
Müslümanlar ibadet etmektedir.<br />
Her ülke Müslümanı, kendi mezhepleri<br />
ve adetleri temelinde<br />
ibadetini yerine getirmektedir.<br />
Kısaca Minsk’teki cuma namazları<br />
kılanlara baktığımızda minik<br />
bir kabe cemaati profi li sergilenmektedir.<br />
Tatar mimarisinin temsil edildiği<br />
iki mescit Novagurodok şehrindedir.<br />
Cami ve ibadet kültürü<br />
olarak baktığımızda karşımıza en<br />
önemli örnek İvya Kasabası’dır.<br />
Bu kasabadaki camilerin, ibadetlerin,<br />
Osmanlı Enderun ya<br />
da Cumhur Müezzinliği’nin,<br />
yetmiş yıllık din durdurma zamanlarında<br />
bile yaşatılabilmiştir.<br />
Cuma namazlarında, hutbede<br />
sadece Osmanlıca ve Arapça<br />
metinler okunur, namazlarda<br />
da imamın sesini sadece fatiha<br />
ve zammı surede duyabilirsiniz,<br />
komutların ilk harfi ni söyler tam<br />
komutları müezzin verir. Cuma<br />
namazlarından önce uzun bir<br />
sûre, Kur’an-ı Kerim elden ele<br />
dolaştırılarak bütün cemaatın<br />
okumasıyla tamamlanır. Namaz<br />
sonunda peygamberler ve dört<br />
büyük meleğin isimlerinden oluşan<br />
esmayı, bütün cemaat koro<br />
halinde okur ve Haşr sûresinin<br />
son ayetlerinin okunması ve<br />
imamın duasıyla iki saate yakın<br />
süren cuma namazı sona erer.<br />
Bayram ve teravih namazlarında<br />
değişik Osmanlıca ilahi ve kasideler<br />
okunur, cenazelerde yedi<br />
hatim okunur, devirleri yapılır.<br />
‘’Esnasında aldım, kabul ettim,<br />
Haziran 2011 - 146 9
10<br />
gene sana heybe eyledum.’’<br />
gibi Türkçe ifadeler, tek kelime<br />
Türkçe bilmeyen yerel imam ve<br />
cemaat tarafından tekrar edilir.<br />
<strong>Belarus</strong> Tatarları, Tatarca ya da<br />
Türkçe konuşamamaktadır; ama<br />
kültürleri asimile olmamıştır ve<br />
bununla da onur duymaktadırlar.<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mız bu bölgedeki<br />
kültür merkezinin tadilatını<br />
planlamaya almış, bürokratik<br />
işlemlerden dolayı iyileştirme<br />
tamamlanamamıştır.<br />
Başkent Minsk’in havaalanı yakınındaki<br />
Smiloviç Köyü, Brest,<br />
Slonim, Aşmani, Maladeçno,<br />
İvya, Keleks Şehri’nde birer ve<br />
Novagurodak Şehri’nde de iki<br />
tane olmak üzere on mescit,<br />
Müftiyat’a bağlı olarak Müslümanlara<br />
hizmet vermektedir.<br />
Bunlardan başka mayıs ayında<br />
başlayan, ekim ayına kadar<br />
her hafta sonu Tatar yerleşim<br />
bölgelerinde mezar günleri çer-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
çevesinde, kültür toplantıları icra<br />
edilmektedir. Müslüman Tatarların<br />
bayramlarda, mezarlıklara yakınlarını<br />
anmak için daha kalabalık<br />
geldiklerini de görürüz. Tatarlar<br />
için mezarlık her şeydir, üzerlerine<br />
titrerler, temizliklerini düzenli<br />
olarak yerine getirirler. Mezar<br />
taşlarında ay yıldızlı amblem olmazsa<br />
olmazdır, bu kültürü eski<br />
mezar taşlarında daha sanatsal<br />
ve kültürel izleriyle görebiliriz.<br />
<strong>Belarus</strong>’ta Tatar Kültürü’nün<br />
somutlaştırılmasında, <strong>Belarus</strong><br />
Müftüsü’nün ve yöneticilik ofi simizin<br />
kardeş şehir programının<br />
önemli katkısı vardır. Düzenli<br />
olarak mescitlerde iftarlar ya da<br />
iftar paketleri verilmekte, kurbanlarda<br />
vekaleten kurbanların<br />
dağıtımı yapılmakta ve Kutlu<br />
Doğum vb. programlar düzenlenerek<br />
İslam kültürü canlı tutulmaktadır.
gündem<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mızın<br />
Beyaz Rusya (<strong>Belarus</strong>)<br />
<strong>Müslümanları</strong>yla<br />
ilişkisi<br />
Kemal Hakkı KILIÇ<br />
Avrasya Ülkeleri Daire Başkanı<br />
Ebubekir Şabanoviç, <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong>na atanan<br />
Prof. Dr. Mehmet Görmez’i tebrik etmek, ayrıca Minsk’te<br />
inşası devam eden cami konusunu görüşmek amacıyla<br />
04-06 Nisan 2011 tarihleri arasında <strong>Başkanlığı</strong>mıza ve<br />
Kardeş Şehir Malatya’ya Minsk Din Cemiyeti Başkanı<br />
İldar Galiyey’le birlikte ziyarette bulunmuştur.<br />
Beyaz Rusya, 1991 yılında bağımsızlığına<br />
kavuşmuş, batısında<br />
Polonya, kuzey batısında Letonya<br />
ve Litvanya, kuzeyinde ve doğusunda<br />
Rusya Federasyonu ve<br />
güneyinde Ukrayna ile çevrilen<br />
bir kuzeydoğu Avrupa ülkesidir.<br />
Yüzölçümü 207.600 km² olup<br />
nüfusu; 10.293.011’dir. Başkenti<br />
Minsk’tir. Diğer önemli şehirleri<br />
ise; Brest, Grodno, Soligorsk,<br />
Novopolotsk, Svetlogorsk vb.dir<br />
<strong>Belarus</strong> Cumhuriyeti’nde Beyaz<br />
Rusça ve Rusça konuşulmakta<br />
olup, nüfusun %81.2’sini Beyaz<br />
Ruslar, %11.4’ünü Ruslar ve<br />
%7.4’ünü ise Polonyalılar, Ukraynalılar,<br />
Tatarlar ve diğerleri<br />
oluşturmaktadır.<br />
Dinî yapıya gelince; nüfusun<br />
%82’si Doğu Ortodoks, %12’si<br />
Katolik, %1’i Müslüman ve %5’i<br />
de diğer inanç gruplarından<br />
meydana gelmektedir.<br />
Beyaz Rusya’daki Müslüman<br />
nüfusun büyük çoğunluğu, 600<br />
sene önce bu ülkeye göç etmiş<br />
Tatarlardan meydana gelmektedir.<br />
Tatarlar; yüzyıllar önce<br />
sadece bu ülkeye göç etmemiş,<br />
Letonya, Litvanya, Estonya ve<br />
Polonya’ya da göç ederek, dil-<br />
Haziran 2011 - 146 11
12<br />
lerini unutmuşlar ancak, dinî<br />
inançlarını muhafaza etmesini<br />
bilmişlerdir.<br />
<strong>Belarus</strong>’ta yaklaşık 120 bin Müslüman<br />
yaşamaktadır. Bunların<br />
%52’si Tatar, %20’si Azeri, diğerleri<br />
ise Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden<br />
gelenler ile Farslar<br />
ve Araplardan oluşmaktadır.<br />
<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong><br />
Müftülüğü<br />
<strong>Belarus</strong> (Beyaz Rusya) <strong>Müslümanları</strong><br />
Müftülüğü 1994 yılında<br />
kurulmuştur. Bu kurumun müftülüğünü;<br />
1994 tarihinde bu<br />
göreve seçilen İsmail Mutafoviç<br />
Alexandroviç 2005 senesine kadar<br />
yürütmüş olup, ölümünden<br />
sonra boşalan müftülüğe 2005<br />
yılında yapılan seçimde Ebubekir<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Şabanoviç seçilmiştir. Şabanoviç,<br />
30 Ekim 2010 Cumartesi günü<br />
yapılan Müftülük seçiminde 100<br />
delegenin tamamının oyunu<br />
alarak 5 yıllığına yeniden müftü<br />
seçilmiştir.<br />
Ebubekir Şabanoviç, 1940 doğumlu<br />
olup aslen Tatar’dır. Daha<br />
önceleri tarih ve beden eğitimi<br />
öğretmenliği, lise müdürlüğü<br />
ve milli eğitim bakanlığında<br />
danışmanlık vb. görevlerde bulunmuştur.<br />
Ülke genelinde yirmi beş Sünnî<br />
ve bir Şiî din cemiyeti bulunmaktadır.<br />
Yirmi din cemiyeti ise<br />
Ebubekir Şabanoviç’e bağlıdır.<br />
<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong> Müftülüğü’ne<br />
bağlı olarak halen beş<br />
cami ve yedi mescitte dokuz<br />
imam hatip ve altı müezzin görev<br />
yapmakta olup, müftülüğün<br />
‘Hayat’ isimli bir de yayın organı<br />
bulunmaktadır.<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mızca Sunulan<br />
Hizmetler<br />
A- Din Hizmetleri<br />
Beyaz Rusya’da yaşayan <strong>Müslümanları</strong>n<br />
dinî ihtiyaçlarının<br />
karşılanması amacıyla 1993’te<br />
bir din görevlisi gönderilmiştir.<br />
O tarihten itibaren hiç aksatılmadan<br />
din görevlileri gönderilmeye<br />
devam edilmiştir. Halen<br />
bu amaçla gönderilen dördüncü<br />
din görevlimiz görevine devam<br />
etmektedir. Ayrıca Ramazan<br />
aylarında da görev yapmak<br />
üzere bugüne kadar on dört din<br />
görevlisi gönderilmiştir.
B- Eğitim Hizmetleri<br />
<strong>Belarus</strong>’tan Kur’an eğitimi için<br />
getirdiğimiz dokuz öğrencinin<br />
dışında çok arzu etmemize rağmen<br />
ne İmam Hatip Liselerine<br />
ne de İlahiyat Fakültelerine<br />
öğrenci getirmek mümkün olamamıştır.<br />
C- Yayın Hizmetleri<br />
Müslüman kardeşlerimizin dinî<br />
yayın ihtiyaçlarının karşılanması<br />
amacıyla, başta Kur’an-ı<br />
Kerim olmak üzere çeşitli Rusça<br />
dinî kaynaklar ile <strong>Diyanet</strong><br />
Takvimi’nden bugüne kadar<br />
5.000 civarında dinî yayın, soydaşlarımızın<br />
istifadesine sunulmuştur.<br />
Ayrıca, bu ülkede görev<br />
yapan Din Görevlimiz Ekrem<br />
Özler tarafından yazılan veya<br />
tercüme edilen bazı dinî yayınlar<br />
da mahallinde bastırılarak soydaşlarımıza<br />
dağıtılmıştır.<br />
D- Sosyal ve Kültürel<br />
Hizmetler<br />
1- Vekalet Yoluyla Kurban<br />
Kestirilmesi<br />
İhtiyaç içerisinde olan dindaşlarımıza<br />
dağıtılmak üzere<br />
1999 senesinden bugüne kadar<br />
890 adet vekalet yoluyla kurban<br />
kestirilmiş olup, 2010 yılı<br />
Kurban Bayramı’nda da 105<br />
kurban hissesi gönderilmiştir.<br />
2011 senesinde de 210 kurban<br />
hissesi talebi değerlendirmeye<br />
alınacaktır.<br />
2- Kardeş Şehir Projesi<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mızca 2006’da uygulamaya<br />
konulan Kardeş Şehir Projesi<br />
kapsamında, başkent Minsk<br />
ile eşleştirilen Malatya Müftülüğünce,<br />
çok kapsamlı çalışmalar<br />
yapılmış, karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiş,<br />
iftar programları<br />
düzenlenmiş, tamire muhtaç<br />
bazı cami ve mescitler onarılmış,<br />
imamlara maddi destek sağlanmış<br />
ve bazı yayınların basımına<br />
yardımcı olunmuştur. Ayrıca<br />
başkent Minsk’te inşa edilmekte<br />
olan Minsk Camii’nin inşaatına<br />
da maddi destek sağlanmış ve<br />
inşaat tamamlanana kadar da<br />
bu desteğe devam edilecektir.<br />
3- Kutlu Doğum Haftası<br />
Etkinlikleri<br />
Atatürk Üniversitesi İlahiyat<br />
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.<br />
Dr. Mevlüt Özler, 2007 yılı Kutlu<br />
Doğum Haftası Etkinlikleri çerçevesinde<br />
19-23 Nisan 2007 tarihleri<br />
arasında beş gün süreyle<br />
<strong>Belarus</strong>’ta görevlendirilmiştir.<br />
Atatürk Üniversitesi İlahiyat<br />
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.<br />
Mevlüt Özler ile Malatya Müftüsü<br />
Mehmet Sönmezoğlu 2008 yılı<br />
Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri<br />
Haziran 2011 - 146 13
14<br />
çerçevesinde 09-14 Nisan 2008<br />
tarihleri arasında altı gün süreyle<br />
<strong>Belarus</strong>’ta görevlendirilmiştir.<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanımız Prof.<br />
Dr. Mehmet Görmez, Başkan<br />
Yardımcısı iken Kutlu Doğum<br />
Haftası etkinliklerine katılmak<br />
amacıyla 29-31 Ağustos 2009<br />
tarihlerinde bu ülkede bulunmuştur.<br />
Harran Üniversitesi İlahiyat<br />
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.<br />
Dr. Yusuf Ziya Keskin, 2011 yılı<br />
Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine<br />
katılmak amacıyla 13-19<br />
Nisan 2011 tarihleri arasında<br />
<strong>Belarus</strong>’ta görevlendirilmiştir.<br />
4- Çeşitli Yardımlar<br />
<strong>Belarus</strong> Müftülüğü’ne hizmet<br />
aracı alımı için maddi yardımda<br />
bulunulmuştur.<br />
Daha önce <strong>Belarus</strong>’ta din görevlisi<br />
olarak görev yapan Ekrem<br />
Özler tarafından Rusça çevrisi<br />
yapılan (Temel Dini Bilgiler<br />
500, hutbe kitabı 260, Resimli<br />
Namaz Kitabı 250, takvim 500<br />
adet) dinî yayınların basımı için<br />
Türkiye <strong>Diyanet</strong> Vakfınca nakdi<br />
yardım gönderilmiştir.<br />
Haziran 2011 - 146<br />
E- Karşılıklı Ziyaretler<br />
2001 yılında ülkede düzenlenen<br />
uluslararası bir konferansa katılmak<br />
üzere bir katılımcı gönderilmiştir.<br />
İsmail Aleksandroviç 2000 yılında<br />
ülkemize davet edilmiş, 2002<br />
yılında da ülkemizden 3 kişilik<br />
bir heyet, bu ülkeye giderek<br />
cami açılış merasimine katılmıştır.<br />
05-07 Temmuz 2002 tarihleri<br />
arasında uluslararası bir kongreye<br />
katılmak üzere dönemin<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanının başkanlığında<br />
bir heyet gitmiştir.<br />
Avrasya İslam Şûrası Teşkilatı<br />
toplantılarına temsilciler davet<br />
edilerek, katılmaları sağlanmıştır.<br />
<strong>Belarus</strong> <strong>Müslümanları</strong> Müftüsü<br />
Ebubekir Şabanoviç, 02-<br />
05/05/2006 tarihleri arasında,<br />
ayrıca 2007 yılı Kasım ayında<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mızı ve Malatya il<br />
Müftülüğü’nü ziyaret etmiş ve<br />
<strong>Başkanlığı</strong>mızla 12 Maddelik Dinî<br />
Alanda İşbirliği Protokolü imzalamıştır.<br />
Ebubekir Şabanoviç, 05-09 2005<br />
ve 12-15 Mayıs 2009 tarihleri<br />
arasında İstanbul’da düzenlenen<br />
altıncı ve yedinci Avrasya İslam<br />
Şûralarına katılmıştır.<br />
Ebubekir Şabanoviç, <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong><br />
<strong>Başkanlığı</strong>na atanan Prof. Dr.<br />
Mehmet Görmez’i tebrik etmek,<br />
ayrıca Minsk’te inşası devam<br />
eden cami konusunu görüşmek<br />
amacıyla 04-06 Nisan 2011<br />
tarihleri arasında <strong>Başkanlığı</strong>mıza<br />
ve Kardeş Şehir Malatya’ya<br />
Minsk Din Cemiyeti Başkanı<br />
İldar Galiyey’le birlikte ziyarette<br />
bulunmuştur.<br />
Kardeş Şehir Projesi kapsamında<br />
Malatya İl Müftüsü Hacı Yusuf<br />
Gül, TDV İnşaat ve Emlak Müdürü<br />
Mehmet Yıldırım ve <strong>Başkanlığı</strong>mız<br />
Personeli Ömer Faruk<br />
Savuran’dan oluşan bir heyet<br />
12-16 Mayıs 2011 tarihlerinde<br />
bu ülkeye bir ziyaret gerçekleştirerek,<br />
başta Minsk Camii olmak<br />
üzere ihtiyaçları mahallinde tespit<br />
etmişlerdir. İmkanlar nispetinde<br />
ihtiyaçların giderilmesi için<br />
gerekli yardımların yapılmasına<br />
gayret edilecektir.
Peygamberimiz<br />
(s.a.s.), Rabbine<br />
kavuşacağı zamanın<br />
yaklaştığını<br />
hissediyordu.<br />
Nitekim hastalığı<br />
sırasında yaptığı<br />
bir konuşmada “Bir<br />
kul ki, Allah onu<br />
dünya ve kendine<br />
kavuşmak arasında<br />
muhayyer kıldı, o da<br />
Allah’a kavuşmayı<br />
tercih etti.”<br />
buyurmuşlardı.<br />
din-düşünce-yorum<br />
Peygamber<br />
Efendimiz (s.a.s.)’in<br />
vefatı<br />
Doç. Dr. Fatih Yahya Ayaz<br />
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi<br />
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.) , ilahî<br />
vahye muhatap olmasından itibaren<br />
ömrünün sonuna kadar İslam’ın<br />
tebliği ve yayılması gibi ağır bir görevi<br />
yerine getirmeye çalışmış, bu<br />
uğurda büyük sıkıntılara ve eziyetlere<br />
göğüs germiştir. Risâlet vazifesini<br />
yerine getirdiği yirmi üç sene boyunca<br />
İslâm’ın tebliği ve <strong>Müslümanları</strong>n<br />
emniyetinin sağlanması, onun temel<br />
hedefl eri olmuş, bu hedefl er doğrultusundaki<br />
gayretlerini son nefesine<br />
kadar aralıksız devam ettirmiştir.<br />
Nitekim ömrünün sonlarına doğru<br />
gerçekleştirdiği Veda Haccı’nda<br />
(10/632) birinci hedefi olan İslâm’ın<br />
tebliği ve insanlara dinin öğretilmesi<br />
vazifesini bir defa daha yerine getirme<br />
imkânı bulmuş, sayıları yüz bini<br />
aşan Müslümanlara İslâm’ın temel<br />
esaslarını hatırlatmıştır. Vefat etmeden<br />
kısa bir süre önce de (Safer 11/<br />
Mayıs 632), Zeyd b. Hârise, Câfer<br />
b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Revâha<br />
gibi Sahabîlerin şehit edildiği Mûte<br />
Savaşı’nda (8/630) <strong>Müslümanları</strong>n<br />
emniyeti için büyük bir tehdit olduğu<br />
anlaşılan Bizans’a karşı Üsâme b.<br />
Zeyd’i komutan olarak tayin ettiği<br />
bir sefer hazırlığına girişmiştir. (İbn<br />
Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ (nşr. İhsan Abbas), I-IX,<br />
Beyrut 1968, II, 189 vd) Böylece hem bu<br />
Sahabîlerin intikamını almak hem<br />
de temel hedefl eri arasında yer alan<br />
<strong>Müslümanları</strong>n emniyet ve huzurunu<br />
temin etmek istemiştir. Bu ordu,<br />
Peygamberimiz (s.a.s.)’in rahatsızlanması<br />
sebebiyle onun sağlığında<br />
yola çıkma imkânını bulamamıştır.<br />
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Üsâme<br />
ordusunu hazırladıktan iki gün sonra<br />
(29 Safer 11/27 Mayıs 632), çarşamba<br />
günü hastalandı. Ümmetinin güvenliği<br />
ve huzurunu her şeyin önünde<br />
tutan Rasûlüllah, kendisini biraz<br />
iyi hissettiği perşembe günü tekrar<br />
orduyla ilgilenmeye başladı. Mübarek<br />
elleriyle sancağı bizzat bağladı<br />
ve her savaş öncesinde yaptığı gibi<br />
orduya bazı tavsiyelerde bulundu.<br />
Onun, sözlerinde durmaları, çocuk ve<br />
kadınları öldürmemeleri, düşmanla<br />
karşılaşmayı temenni etmemeleri,<br />
birbirleriyle çekişmemeleri (Bk. İbrahim<br />
Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB<br />
Yay., Ankara 2004, s. 394) gibi insanlığın<br />
Haziran 2011 - 146 15
16<br />
Son anlarında dahi ümmetini düşünmekten ve tebliğ vazifesini ifa etmekten<br />
vazgeçmiyordu. Vefatından önce kölelere iyi davranılması, yedirilip içirilmeleri ve<br />
ümmetinin namaza müdavim olmaları tavsiyesinde bulundu. Bunun ardından hafi f<br />
bir sesle “Lâ ilâhe illallah, ruh teslimi ne zor şeymiş.” dedi.<br />
bugün de uyması gereken şayan-ı<br />
dikkat tavsiyeleri burada zikredilmelidir.<br />
Ordu sefer için hazırlanırken<br />
Rasûlüllah (s.a.s.)’ın rahatsızlığı da<br />
gittikçe artmaya başladı. Baş ağrısı<br />
ve şiddetli ateşi vardı. Ateşi o kadar<br />
şiddetliydi ki, kendisini ziyaret<br />
eden Ebû Saîd el-Hudrî üzerindeki<br />
örtüye elini koyduğunda bu harareti<br />
hissettiğini ifade etmiştir. (M.<br />
Âsım Köksal, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed<br />
(a.s.) ve İslâmiyet, Medine Devri, I-XI, İstanbul<br />
1987, XI, 25, 26) Ancak ateş nöbetleri<br />
geçirdiği halde <strong>Müslümanları</strong>n<br />
selametini düşünerek orduyla ilgilenmeye<br />
gayret ediyor, bir yandan<br />
da hanımları arasında adaleti gözeterek<br />
yanlarında sırayla kalmaya<br />
özen gösteriyordu. Hastalığı iyice<br />
şiddetlenip yürümekte dahi zorlanmaya<br />
başlayınca hanımlarından<br />
müsaade alarak Hz. Âişe’nin yanın-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
da kalmaya başladı. Diğer hanımlarından<br />
Hz. Âişe’nin yanında kalmak<br />
için müsaade isterken de her<br />
zamanki nezaketi ve edebiyle bunu<br />
açıkça söylemedi. Onun terbiyesinde<br />
yetişmiş olan hanımları durumu<br />
anlayarak kendisine istediği yerde<br />
kalmasına rıza gösterdiklerini ifade<br />
ettiler. Hastalığı ilerleyen ve bitkinlikten<br />
dolayı yürümekte zorlanan<br />
Peygamberimiz, Hz. Ali ve Hz.<br />
Abbas’ın yardımıyla Hz. Âişe’nin<br />
odasına gitti. (Mevlânâ Şiblî Numânî, Son<br />
Peygamber Hz. Muhammed (çev. Yusuf Karaca),<br />
I-II, İz Yay., İstanbul 2008, II, 493)<br />
Peygamberimiz (s.a.s.), Rabbine<br />
kavuşacağı zamanın yaklaştığını<br />
hissediyordu. Nitekim hastalığı sırasında<br />
yaptığı bir konuşmada “Bir<br />
kul ki, Allah onu dünya ve kendine<br />
kavuşmak arasında muhayyer<br />
kıldı, o da Allah’a kavuşmayı tercih<br />
etti.” buyurmuşlardı. Hz. Ebû<br />
Bekir bu konuşmanın manasını<br />
ve muhayyer kılınan kulun da Hz.<br />
Peygamber (s.a.s.) olduğunu anlamış,<br />
“Nefi slerimiz, mallarımız ve<br />
çocuklarımızla sana feda olalım.”<br />
diyerek ağlamaya başlamıştı. Peygamberimiz<br />
(s.a.s.) onu teskin ve<br />
teselli ederek kendisine olan yakınlığına<br />
işaret etmiş, Hz. Ebû Bekir’in<br />
kapısı hariç Mescid-i Nebevî’nin<br />
avlusuna açılan bütün kapıların<br />
kapatılmasını emretmişti. (İbn Sa’d,<br />
Tabakât, II, 227; Sarıçam, Hz. Muhammed,<br />
s. 395) Rasûlüllah (s.a.s.) bundan<br />
sonra yürüyebildiği zamanlarda<br />
Mescid-i Nebevî’ye giderek namaz<br />
kıldırmaya devam etti. Ancak vefatından<br />
birkaç gün önce kıldırdığı<br />
akşam namazının ardından yatsı<br />
namazına kadar geçen sürede<br />
birçok baygınlık geçirdi ve yerine<br />
imamlık yapmak üzere Hz. Ebû<br />
Bekir’i görevlendirdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in<br />
hastalığı şiddetli seyretmekle birlikte<br />
kendisini iyi hissettiği anlar<br />
da oluyordu. Vefatından hemen<br />
önce yine böyle bir an yaşanmıştı.<br />
Daha sonra başında bekleyen,<br />
Hz. Ebû Bekir ve bazı Sahabîler<br />
kendisinden müsaade isteyerek<br />
işleriyle ilgilenmek üzere yanından<br />
ayrılmışlardı. Onların ayrılmasından<br />
sonra Peygamberimiz (s.a.s.)’in<br />
hastalığı ağırlaştı. Nefesleri sayılıydı.<br />
Bu son anlarında dahi<br />
ümmetini düşünmekten ve tebliğ<br />
vazifesini ifa etmekten vazgeçmiyordu.<br />
Vefatından önce kölelere iyi<br />
davranılması, yedirilip içirilmeleri<br />
ve ümmetinin namaza müdavim<br />
olmaları tavsiyesinde bulundu.<br />
Bunun ardından hafi f bir sesle “Lâ<br />
ilâhe illallah, ruh teslimi ne zor<br />
şeymiş.” dedi. Güçlükle işitilebilen<br />
“Maa’r-Refîkı’l-A’lâ (En Yüce Dostla<br />
beraber.)”, sözleriyle son nefesini<br />
vererek Hakk’a yürüdü (13 Rebîülevvel<br />
11/8 Haziran 632 Pazartesi kuşluk vakti).<br />
Rasûlüllah’ın vefatı, ashabı derinden<br />
sarsmış ve hüzne boğmuştu.<br />
Bazıları öldüğüne inanamamıştı.<br />
Hz. Ömer bunların başında geliyordu.<br />
Hadiseyi duyan Hz. Ebû Bekir<br />
hemen Peygamberimiz (s.a.s.)’in<br />
mübarek naşının bulunduğu odaya<br />
geldi. Yüzünü açtığında vefat<br />
ettiğini anladı ve gözyaşları içinde<br />
“Sana her şey feda olsun! İşte<br />
mukadder ölümü tattın, hayattayken<br />
güzeldin, ölümünde de güzelsin.”<br />
dedi. Daha sonra metin bir<br />
şekilde dışarı çıktı, Peygamberimiz<br />
(s.a.s.)’in fani, Allah’ın baki olduğunu<br />
hatırlatan bir konuşmayla<br />
ashabı ve Hz. Ömer’i sakinleştirdi.<br />
(İbn Sa’d, Tabakât, II, 264 vd.; Sarıçam, Hz.<br />
Muhammed, s. 396)<br />
Ashab bu konuşmanın ardından<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yıkanıp<br />
kefenlenmesi ve defni için hazırlıklara<br />
başladı. Hz. Üsâme b.<br />
Zeyd, Hz. Abbas ve oğulları Fazl ile<br />
Kusem’in yardımıyla Hz. Ali, Peygamber<br />
Efendimiz (s.a.s.)’i yıkadı.<br />
Doğmadan babasını<br />
kaybeden, altı yaşında<br />
annesinin vefatıyla öksüz<br />
kalan, dedesinin de ölümü<br />
üzerine amcası Ebû<br />
Tâlib’in yanına yerleşen<br />
Peygamberimiz (s.a.s.) daha<br />
çocukluğundan başlayarak<br />
çileli bir hayat sürmüştür.<br />
Salı günü öğleye doğru yıkama<br />
ve kefenleme işi tamamlandı.<br />
Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek naaşı<br />
vefat ettiği odadaki döşeğin<br />
üzerine kondu. Önce erkekler,<br />
daha sonra kadınlar, son olarak<br />
da çocuklar gruplar halinde içeri<br />
girip münferiden cenaze namazını<br />
kıldılar. Nereye gömüleceği<br />
hususunda çıkan ihtilaf, Hz. Ebû<br />
Bekir’in Peygamberimiz (s.a.s.)’den<br />
naklettiği “Peygamberlerin vefat<br />
ettikleri mekâna gömüleceklerini”<br />
bildiren hadisle sorun çözüldü.<br />
Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek naaşı<br />
vefat ettiği Hz. Âişe’nin odasına<br />
defnedildi. Mezarını Ebû Talha el-<br />
Ensârî kazmış, Rasûlüllah (s.a.s.)’ı<br />
istirahatgâhına Hz. Ali, Hz. Üsâme<br />
b. Zeyd ve Hz. Abbas’ın oğulları<br />
Fazl ile Kusem birlikte indirmişlerdi.<br />
Cenaze namazının uzun sürmesi<br />
sebebiyle defi n işlemi ancak salıyı<br />
çarşambaya bağlayan gece yarısından<br />
sonra gerçekleştirilebilmiştir.<br />
(Bk. Sarıçam, Hz. Muhammed, s. 397; Mustafa<br />
Fayda, “Muhammed”, DİA, XXX (İstanbul<br />
2005), s. 422; Âdem Apak, Anahatlarıyla İslâm<br />
Tarihi (1) Hz. Muhammed Dönemi, Ensar Yay.,<br />
İstanbul 2006, s. 302-303)<br />
Doğmadan babasını kaybeden,<br />
altı yaşında annesinin vefatıyla<br />
öksüz kalan, dedesinin de ölümü<br />
üzerine amcası Ebû Tâlib’in yanına<br />
yerleşen Peygamberimiz (s.a.s.),<br />
daha çocukluğundan başlayarak<br />
çileli bir hayat sürmüştür. Hz. Hatice<br />
ile evlendikten sonra maddi<br />
olarak biraz rahatlayan Efendimiz,<br />
boykot yıllarında hem bu küçük<br />
servetini hem de boykotun hemen<br />
ardından biricik eşi ve destekçisi<br />
Hz. Hatice’yi kaybetmiştir. Hayatı<br />
yokluk ve çeşitli sıkıntılarla geçen<br />
Peygamber Efendimiz (s.a.s.),<br />
mevcut maddi imkânlarını da Allah<br />
yolunda harcamış, vefat ettiğinde<br />
hayatını yansıtan son derece<br />
mütevazı bir miras bırakmıştır. (Hz.<br />
Peygamber’in mirası konusunda ayrıntılı bilgi<br />
için bk. Köksal, İslâm Tarihi, XI, 128-129;<br />
Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber, II, 500<br />
vd) Bunlar da beyaz bir katır, birkaç<br />
silah ve bir miktar da arazidir.<br />
Arazilerin gelirinin ailesinin geçimi<br />
için harcanmasını, kalan kısmının<br />
da devlet hazinesine devredilmesini<br />
emretmiştir. Ölümünden çok<br />
kısa bir süre önce de elindeki yedi<br />
dirhem paranın fakirlere dağıtılmasını<br />
istemiş, Allah’ın huzuruna bu<br />
paralarla gitmekten hayâ edeceğini<br />
ifade etmiştir. (Mustafa Fayda, “Muhammed”,<br />
s. 422) Esasen kendisi “Biz<br />
peygamberler miras bırakmayız;<br />
bizim geride bıraktığımız her türlü<br />
servet sadakadır.” (İbn Sa’d, Tabakât,<br />
II, 314) buyurarak buna işaret etmiştir.<br />
Mevcut terekesine gelince,<br />
bunlardan, mübarek hırkası, kılıcı<br />
ve yüzüğü devlete bırakılmış, hayvanları,<br />
bazı ev aletleri ve ayakkabıları<br />
Hz. Ali ailesine tevdi edilmiş,<br />
hanımlarının oturduğu odalar Hz.<br />
Peygamber (s.a.s.)’in vasiyetiyle<br />
kendilerine verilmiştir. Bu odalar<br />
da hanımlarının vefatından sonra<br />
arazileri gibi hazineye devredilecek,<br />
yani sadaka kabul edilecektir.<br />
(Sarıçam, Hz. Muhammed, s. 400)<br />
Efendimiz (s.a.s.) geride bu son<br />
derece mütevazı mirasın yanı sıra<br />
bazı borçlar da bırakmıştır. Nitekim<br />
vefat ettiği sırada kendisine<br />
ait bir zırhın borcuna karşılık bir<br />
Yahudî’nin elinde rehin bulunduğu<br />
nakledilmektedir. Yine, Hz. Ebû<br />
Bekir’in halife olduktan sonra Peygamberimiz<br />
(s.a.s.)’den alacağı<br />
bulunanlar için ilan yaptırdığı ve bu<br />
alacakları Bahreyn’den gelen vergilerle<br />
ödediği rivayetler arasındadır.<br />
(Bk. Köksal, İslâm Tarihi, XI, 128-129)<br />
Haziran 2011 - 146 17
18<br />
Kur’an’ı tebliğ<br />
sorumluluğu sadece<br />
Hz. Peygamber’e ve<br />
onun çağdaşlarına<br />
has değildir.<br />
Bu yüzden asrı<br />
saadetten sonra<br />
da her dönemde<br />
Müslümanlar,<br />
Kur’an öğrenim ve<br />
öğretimine büyük<br />
önem vererek<br />
bu sorumluluğun<br />
idrakinde<br />
olmuşlardır.<br />
Haziran 2011 - 146<br />
din-düşünce-yorum<br />
Kur’an öğrenmenin<br />
ve öğretmenin önemi<br />
Dr. Abdülkadir Erkut<br />
Din İşl. Yük. Kurulu Uzmanı<br />
Kur’an’ı Kerim,Yüce Allah tarafından<br />
biz insanlara gönderilen ilahi bir kitaptır.<br />
Kur’an bir şifa ve hidayet kaynağıdır.<br />
İnsanların kendilerine gönderilen<br />
bu ilahi mesajı anlayabilmek ve hayatlarını<br />
ona göre tanzim edebilmek için<br />
mutlaka onu öğrenmeleri ve okumaları<br />
gerekmektedir. Onu okuyup anladıktan<br />
sonra, ondan aldıkları huzur ve mutluluğu<br />
herkese tattırmaları gerekmektedir.<br />
Kur’an’ı ilk öğrenen ve öğreten kişi<br />
Hz Peygamber (s.a.s.)’dir. O, Cebrail<br />
aracılığıyla kendisine bildirilen vahyi<br />
ashabına okumuş, onlara öğretmiş ve<br />
ezberletmiş; söz ve davranışlarıyla da<br />
onun hükümlerini açıklamıştır. Bu sürecin<br />
sonunda “oku” emrinin yankısı Hira<br />
mağarasını aşıp suya atılmış bir taşın<br />
oluşturduğu dalgalar gibi dalga dalga<br />
yayılarak, ulaşabildiği kalpleri ihya<br />
etmiştir. Yüce Allah Hz. Peygamber’i<br />
Kur’an’ın insanlığa ulaştırılmasından<br />
sorumlu tutmuştur. (Maide, 67) Bu da<br />
öncelikli olarak Kur’an’ın öğrenilmesi,<br />
öğretilmesi ve masajlarının tatbiki<br />
şeklinde gerçekleşmiştir. Kur’an öğrenim<br />
ve öğretimi, kimi zaman Mekke’de<br />
olduğu gibi baskı altında, kimi zaman<br />
Medine’de olduğu gibi özgür bir ortamda,<br />
her şart altında ve büyük bir<br />
iştiyakla devam etmiştir.<br />
Kur’an’ı tebliğ sorumluluğu sadece Hz.<br />
Peygamber’e ve onun çağdaşlarına<br />
has değildir. Bu yüzden asrı saadetten<br />
sonra da her dönemde Müslümanlar,<br />
Kur’an öğrenim ve öğretimine büyük<br />
önem vererek bu sorumluluğun idrakinde<br />
olmuşlardır. Hz Peygamber’in,<br />
Müslümanlara bu sorumluluklarını<br />
hatırlatan, Kur’an okumanın önemi<br />
ve fazileti ile ilgili birçok hadisi vardır.<br />
Bunların içinden, özellikle Kur’an’ı öğrenen<br />
ve öğretenlere yönelik şu hadisi<br />
dikkat çekicidir:<br />
“En hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu<br />
öğretendir.” (Buhârî, Fedailu’l-Kur’an, 21 )<br />
Kur’an’ı öğrenen ve öğretenler “en<br />
hayırlı söz” ile meşgul olmaktadırlar.<br />
Zira Hz. Peygamber diğer bir hadisinde<br />
“Şüphesiz sözün en hayırlısı Allah’ın<br />
kitabıdır.” (Müslim, Cum’a, 43) buyurmuştur.<br />
“En hayırlı söz” ile meşgul olanlar<br />
Allah Rasûlü’nün diliyle “En hayırlınız”<br />
taltifi ne mazhar olmuşlardır. Bazı hadis<br />
âlimleri, “öğrenen ve onu öğreten”
Kur’an öğrenim ve öğretiminden, sadece lafzının okunması anlaşılmamalıdır. Çünkü<br />
Kur’an, lafız ve manadan oluşmakta, Yüce Allah onu düşünmek ve ibret almak<br />
amacıyla gönderdiğini ifade etmektedir.<br />
kelimeleri arasındaki “ve” edatından<br />
dolayı, bu müjdenin muhatabının<br />
Kur’an’ı öğrenip öğrendikten sonra<br />
onu başkasına öğretenler olmasının<br />
muhtemel olduğunu söylemişlerdir.<br />
(İbnü Hacer, Fethu’l-Bari, Beyrut-1379, IX, 76)<br />
Ancak söz konusu hadisin başka bir<br />
rivayeti, bu iki sınıfı ayrı ayrı değerlendirmeyi<br />
mümkün kılmaktadır.<br />
Buna göre aynı hadis, “Şüphesiz en<br />
hayırlınız Kur’an’ı öğreten veya onu<br />
öğrenendir.” (Darimi, Fedailu’l-Kur’an, 2)<br />
diye de rivayet edilmiştir. Hadiste<br />
iki kelime birbirine; “veya” edatıyla<br />
bağlandığından, anlam iki fi ilden<br />
birini yapanları içermektedir. Yani<br />
hadisteki müjde, Kur’an’ı öğretme ya<br />
da öğrenme işinden herhangi biri ile<br />
meşgul olanları kapsamaktadır.<br />
Kur’an’ı öğrenme ve öğretme sürecinde<br />
gözetilmesi gereken çeşitli<br />
ilkeler vardır. Ancak bunlardan, söz<br />
konusu hadis bağlamında ihlâs,<br />
samimiyet, azim, sebat ve sürekliliği<br />
özellikle vurgulamak gerekir. Zira bu<br />
değerleri, hadisin ravilerinden Ebu<br />
Abdirrahman es-Sülemi’nin şahsında<br />
görmekteyiz. Ebu Abdirrahman söz<br />
konusu hadisi naklettikten sonra:<br />
“İşte bu hadis beni -Kur’an öğretmek<br />
için- buraya oturttu.” demektedir. O,<br />
bu hadisten aldığı teşvik ile Hz. Osman<br />
döneminden Haccac dönemine<br />
kadar Kur’an öğretimiyle meşgul<br />
olmuştur. Bu sürenin 70 sene olduğu<br />
ifade edilmektedir. (İbnü Kesir, Tefsir, I, 68)<br />
Kur’an öğrenim ve öğretiminden,<br />
sadece lafzının okunması anlaşılmamalıdır.<br />
Çünkü Kur’an, lafız ve<br />
manadan oluşmakta, Yüce Allah onu<br />
düşünmek ve ibret almak amacıyla<br />
gönderdiğini ifade etmektedir. (Sa’d,<br />
29) Asr-ı saadette Hz Peygamber’in<br />
bu müjdesine mazhar olan Müslümanlar,<br />
Kur’an’ın dilini konuştukları<br />
için öğrenim ve öğretim esnasında<br />
tabii olarak onun manalarını anlayabiliyorlardı.<br />
(İbnü Hacer, a.g.e., IX, 76) Bu<br />
yüzden Kur’an’ı öğrenmek sadece<br />
kıraatini öğrenmeye hasredilmemeli,<br />
öğrenirken onun her seviyede insana<br />
hitap eden mesajlarını da anlamaya<br />
çalışmalıyız.<br />
Allah Rasûlü’nün Kur’an’ı öğrenen<br />
ve öğretenlere yönelik bu müjdesi,<br />
Kur’an’ın önemiyle açıklanabilir. Zira<br />
Kur’an, insanın en temel sorularına<br />
ve sorunlarına cevap vermekte, en<br />
onulmaz yaralarına merhem olmaktadır.<br />
İnsan, anlam arayışı içinde<br />
olan bir varlıktır; maddi ihtiyaçlarının<br />
giderilmiş olması onu huzurlu kılmaya<br />
yetmemekte; ruhsuz ve amaçsız<br />
bir hayat, onu derinden sarsmaktadır.<br />
İnsanın manevi ihtiyacı giderildiğinde<br />
ancak huzur ve mutluluk duyabilmektedir.<br />
Geçmişte olduğu gibi<br />
günümüzde de bu anlam arayışının<br />
cevabını Kur’an’da bulmuş insanlara<br />
Haziran 2011 - 146 19
20<br />
Allah’ın bir mucizesi olarak Kur’an defalarca okunabilmekte,<br />
çok okunması bıkkınlık ve usanç uyandırmamakta, aksine<br />
insanı yeni anlam ufuklarıyla insanı karşılaştırmaktadır.<br />
Sonuçta Kur’anla olan iletişim, canlı, aktif ve aynı zamanda<br />
süreklilik arz eden bir meşguliyet haline gelmektedir.<br />
dair bir çok örnek vardır. Bunlardan<br />
biri olan Yusuf İslam (Cat Stevens)<br />
modern dünyanın lüks ve görkemli<br />
yaşantısının içinde büyümüş, genç<br />
yaşında müzik dünyasında bir efsane<br />
haline gelmişti. Ancak efsane<br />
olmanın sonu alkol ve uyuşturucu<br />
bağımlılığı olmuştu. İçinde bulunduğu<br />
çıkmazdan kurtulmak için bir<br />
arayış içine girmiş; çeşitli dinî, felsefi<br />
akımlarla ilgilenmeye başlamıştı.<br />
Zamanla şöhret basamaklarına daha<br />
hızlı tırmanmakta; fakat buna rağmen<br />
iç dünyasındaki çıkmaz daha da<br />
derinleşmekteydi. Bu durum günün<br />
birinde kendisine verilen bir hediye<br />
ile değişti:<br />
“Ağabeyimin bana okumak için<br />
hediye ettiği Kur’an’ı okudum ve<br />
aradığımın bu din olduğunu anladım.<br />
Allah’ın bana, beni hak yola irşad<br />
etmek için gönderdiği bir hidayet<br />
fırsatıydı bu. Kitabı okuduğumda<br />
bana her şeyi anlatarak rehberlik<br />
ediyordu. ‘Ben kimim? Hayatın amacı<br />
nedir? Gerçek nedir ve ne olmalıdır?<br />
Nereden geldim?’ gibi sorularıma<br />
cevap veriyordu. Anladım ki, bu din<br />
Haziran 2011 - 146<br />
gerçek dindi. Ancak Batı dünyasının<br />
anladığı manada ve yaşlılara yönelik<br />
bir din değildi. Ayrıca Batı’da her kim<br />
bir dine intisap etmek isterse, bunun<br />
tek yolu o düşüncenin fanatiği olmaktır.<br />
Ama ben bir fanatik değildim.<br />
Bedenim ve ruhum karmakarışık<br />
olmuştu. Anladım ki, bedenim ve<br />
ruhum ayrı değiller ve dindar olmak<br />
için dağlara çekilmek zorunda değilim.<br />
Artık ilk yapmak istediğim şey<br />
Müslüman olmaktı. Pek çok manevi<br />
ve ruhi yollardan geçmiştim. Ne<br />
yazık ki, hiç biri beni doyuramamıştı.<br />
Rotasız bir gemi gibiydim. Fakat<br />
Kur’an’ı okuduğum zaman, beni öyle<br />
bir hâl bürüdü ki, sanki o benim için<br />
var edilmişti, ben de onun için yaratılmıştım...<br />
Fatiha suresini okuduktan<br />
sonra Kur’an’ın mesajının evrensel<br />
olduğunu anlamaya başladım. Şimdiye<br />
kadar gördüğüm kitapların hiç birine<br />
benzemiyordu. Bütün kelimeler<br />
garip bir şekilde yakındı bana; sanki<br />
içimi bir yakınlık ve erime duygusu<br />
kapladı. Okyanusunu bulmuş bir<br />
ırmak gibiydim.” (A. Arı, Y. Karabulut, Neden<br />
Müslüman Oldum (İhtida Öyküleri), DİB Yayınları,<br />
Ankara-2006, s. 196-197)<br />
Hayatın anlam ve amacını Kur’an<br />
vasıtasıyla bulan insan için, ona olan<br />
ihtiyaç böylece sona ermiş olmamaktadır.<br />
Zira hayatını bu amaç doğrultusunda<br />
devam ettirmesinin önünde<br />
çeşitli engeller çıkabilmektedir. Bu<br />
yüzden hayat yolculuğunda karşısına<br />
çıkacak birçok yoldan doğru olanı<br />
tercih etme noktasında bir rehbere<br />
ihtiyaç duymaktadır. O, her ne kadar<br />
akıl ve irade sahibi bir varlık olsa<br />
da aklının iç ve dış unsurlardan etkilenerek<br />
onu yanlış yönlendirmesi<br />
her zaman mümkündür. Bu yanlış<br />
yönlendirmelere karşı akla rehberlik<br />
edecek olan ise yine Kur’an’dır. Onun<br />
bu yönü, bir ayette “Gerçekten bu<br />
Kur’an en doğru olan yola götürür.”<br />
(İsra 17/9) diye ifade edilmektedir.<br />
Ayrıca Allah’ın bir mucizesi olarak<br />
Kur’an defalarca okunabilmekte,<br />
çok okunması bıkkınlık ve usanç<br />
uyandırmamakta, aksine insanı yeni<br />
anlam ufuklarıyla insanı karşılaştırmaktadır.<br />
Sonuçta Kur’anla olan<br />
iletişim, canlı, aktif ve aynı zamanda<br />
süreklilik arz eden bir meşguliyet<br />
haline gelmektedir. Bu süreç, insanı,<br />
“en hayırlı söz” olan Kur’an’ın öngördüğü<br />
değerlerle bütünleştirerek<br />
Hz. Peygamber’in müjdesine mazhar<br />
kılmaktadır. Kur’an öğrenme ve öğretme<br />
meşguliyetindeki bir topluluğu<br />
ve onların Kur’an’la kurduğu gönül<br />
bağının kazandırdığı manevi hazzı,<br />
Allah Rasûlü başka bir hadisinde<br />
şöyle tasvir etmektedir:<br />
“Bir topluluk Allah’ın Kitabı’nı okuyup<br />
ondan ders almak üzere Allah’ın<br />
evlerinden bir evde bir araya gelecek<br />
olsalar mutlaka üzerlerine sekinet<br />
iner ve onları Allah’ın rahmeti bürür.<br />
Melekler de kanatlarıyla sararlar.<br />
Allah onları yanındakilere anar.” (Ebu<br />
Davud, Salat, 349)<br />
Sonuç olarak İnsanoğlu aklının talep<br />
ettiği cevabı, kalbinin temenni ettiği<br />
huzuru, ruhunun aradığı teselliyi<br />
Kur’an sayesinde bulabilmektedir. O,<br />
maddenin doyurmaktan aciz kaldığı<br />
aklını, kalbini, ruhunu Kur’anla beslemeye<br />
ne kadar muhtaçtır!
Hiçbir Müslüman evi<br />
gösteremezsiniz ki,<br />
o evin ya duvarında<br />
ya da sandık, dolap<br />
ve kütüphanelerinde<br />
Yüce Yaradan’ın<br />
kelâmı bulunmasın.<br />
din ve sosyal hayat<br />
Kur’an sevgisi<br />
Muammer Yılmaz<br />
Tarihçi Yazar<br />
Türk insanında vatan, bayrak ve<br />
Kur’an sevgisi yüzyıllar öncesine<br />
dayanan bir tarihi olgudur.<br />
Milli ve manevi değerlerimizin bir<br />
bütünü olan bu üçlü, milletimizin<br />
gönlünde adeta bütünleşmiştir.<br />
Kur’an ve onun sevgisi her Müslümanın<br />
damarlarından gönlüne<br />
ve yüreğine akan ilâhi bir iksirdir.<br />
Allah Kelâm’ı, bizler için sadece<br />
bir din ve ahiret kitabı değil, aynı<br />
zamanda ruhumuzun aynası, bedenimizin<br />
cilasıdır.<br />
Hiçbir Müslüman evi gösteremezsiniz<br />
ki, o evin ya duvarında ya<br />
da sandık, dolap ve kütüphanelerinde<br />
Yüce Yaratan’ın kelâmı<br />
bulunmasın.<br />
Genç kızlarımızın başındaki örtünün,<br />
sandığındaki çeyizinin motifi<br />
Mushaf kabıdır. Bu kabın üzerindeki<br />
desenler, çiçek ve tasvirler,<br />
yumuşak ve maharetli ellerden<br />
dökülen ruhun ve beynin ilâhi<br />
güzelliğidir.<br />
İnsanoğlunu Yaratan’ına yaklaştıracak<br />
tek rehber ve en büyük<br />
kitap Kur’an’dır. Bu Allah Kelâm’ı,<br />
kainat bilgileri, üslûbu, ahengi ile<br />
bir mucizedir.<br />
Allah Kelâm’ı bir mucize olduğuna<br />
göre, içerdiği mesajlar belirli bir<br />
zaman dilimine ve belirli bir topluma<br />
hitap etmez. O, zaman üstü<br />
ve evrenseldir.<br />
Bu ilâhi mucize, her çağın ve her<br />
toplumun ilacı, kılavuzu, kurtuluş<br />
reçetesi, en büyük şifa kaynağıdır.<br />
ondan birazcık tadanların hayatı<br />
değişir, ruhu dinçleşir, yaşamı manağlaşır.<br />
O bütün canlıları, cansızları<br />
sevgi ve saygıyla kucaklaştırır.<br />
Üslup bakımından Kur’an hiçbir<br />
esere benzemez. Zira insanların<br />
meydana getirdiği eserler ya şiirdir<br />
veya nesirdir. Kur’an ise ne<br />
şiirdir, ne de nesirdir. Kur’an ahiret<br />
âleminin haritası, ilâhi hadiselerin<br />
açıklayıcısı, insanlığın mürebbisi,<br />
insanlığı saadete ulaştıracak yolun<br />
hakiki mürşidi ve rehberidir.<br />
Haziran 2011 - 146 21
22<br />
Kur’an ve onun sevgisi her Müslüman’ın damarlarından gönlüne ve yüreğine akan<br />
ilâhi bir iksirdir. Allah Kelâm’ı, bizler için sadece bir din ve ahiret kitabı değil, aynı<br />
zamanda ruhumuzun aynası, bedenimizin cilasıdır.<br />
Kur’an dua, hikmet, ibadet, kulluk,<br />
emir, davet, zikir, fi kir kitabı<br />
ve hayat nizamıdır.<br />
Peygamberimiz (s.a.s.) Kur’an’ın<br />
özelliğini ve güzelliğini şöyle<br />
anlatır: “Allah’ın Kitabı Kur’an’da<br />
sizden öncekilerin kıssaları, sizden<br />
sonrakilerin haberleri, kendi<br />
aranızda olanların da hükümleri<br />
vardır. O, doğruyu eğriden<br />
ayıran kitaptır. O, hiçbir zaman<br />
değersiz konuşmaz. O, Allah’ın<br />
sağlam ipidir. O, Zikr’i Hakim’dir.<br />
O, dosdoğru yoldur. Kötü arzular<br />
onu asla hedefi nden saptırmaz.<br />
Diller onu bozamaz. O, tekrar<br />
tekrar okunmakla eksilmez.<br />
Onun akılları hayrete düşüren<br />
manaları hiç tükenmez. Onun<br />
ölçülerine göre konuşan doğru<br />
söyler. Ona göre davranan se-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
vap kazanır. Onunla hükmeden<br />
adil olur.” (Tirmizi, Sevabü’l Kur’an, 11)<br />
Ne yazık ki okumak, araştırmak,<br />
düşünmek, çileye soyunmak,<br />
zora talip olmak pek çok insanımızın<br />
hedefi olmaktan çıkmıştır.<br />
Üstelik haddini ve yerini<br />
bilmeyen, efeliği ve ukalalığı da<br />
kendilerine sermaye edinen bu<br />
tiplerin bilmedikleri, görmedikleri<br />
hiçbir şey de yoktur.<br />
Okumayı bir külfet olarak gören<br />
insanımız hâlâ Kur’an mucizesindeki<br />
şifayı alamamış ve tadamamıştır.<br />
Sandıklarda en nâdide<br />
kumaşların içinde ve kitapsız<br />
kütüphane rafl arının üstünde<br />
duran bu mucize; okunmayı<br />
beklemektedir. Bırakınız Arapça’sını,<br />
bu İlâhi Kitab’ın mealini<br />
bile okumayan insanımız ne<br />
kendisinden, ne de kendisini<br />
Yaratan’ın sözlerinden haberdardır.<br />
Böylece adetâ amaçsız,<br />
gayesiz, ruhsuz, yaşadığını farketmemekte<br />
ve mutlu olduğunu<br />
zannetmekte ve bu haliyle ‘’Yalancılar<br />
Kahvesinden Tahta Ata”<br />
binip gitmektedir.<br />
Mucizeler Mucizesi’ni gerçek manada<br />
okuyup, ayetler üzerinde<br />
düşünseydik, birbirimizin kurdu<br />
olur muyduk? Canlı ve cansıza<br />
kıyabilir miydik? Yaratan’ın ayeti<br />
olan çevremizi harabeye çevire<br />
bilir miydik? Gıdaların özü ile<br />
oynayıp kendimizi ve çevremizi<br />
gün gün zehirler miydik? Huzuru,<br />
güveni, mutluluğu, saygı ve<br />
sevgiyi, parada, pulda ve başka<br />
kapılarda arar mıydık?
İyi ve mutlu bir<br />
Müslüman kendi<br />
kendisiyle, sosyal<br />
çevresiyle ve<br />
tabiatla uyumlu<br />
ve barışık olan<br />
kimsedir. Dinimizde<br />
kendisine, sosyal<br />
çevresine ve<br />
doğaya kötülük<br />
yapmak, zarar<br />
vermek haramdır.<br />
din ve sosyal hayat<br />
Din ve çevre<br />
Yrd. Doç.Dr A.Vehbi ECER<br />
Erciyes Ü.İlahiyat Fak.<br />
Emekli Öğr. Üyesi<br />
İnsanoğlu tarihi bir varlıktır. Üstelik<br />
bütün yaratılmışların en yeteneklisi,<br />
en akıllısı, en faziletlisi, en güzelidir.<br />
Hem çevresini, toplumunu ve<br />
kendisini geliştirmeye yetenekli,<br />
hem de devraldığı mirası korumaya<br />
azimli en gelişmiş, medeni bir<br />
varlıktır. Atalarından sosyal içerikli<br />
dili, töreleri, örf ve adetleri, bilimsel<br />
gelişmeleri hazır halde bulmuş,<br />
üzerinde yaşanılan ‘çevre’yi emanet<br />
olarak gelecek kuşaklara devretmek<br />
üzere almıştır. Basit tarifi yle çevre:<br />
Canlı ve cansız varlıkları üzerinde<br />
bulunduran dünya ile onu çevreleyen<br />
atmosferdir. Tüm varlıkların<br />
ortaklaşa yaşadıkları ve kullandıkları<br />
yerdir. Bütün varlıklar gibi insanlar<br />
da çevrenin, doğa (tabiat)’nın birer<br />
parçalarıdırlar. İyi ve mutlu bir<br />
Müslüman kendi kendisiyle, sosyal<br />
çevresiyle ve tabiatla uyumlu ve<br />
barışık olan kimsedir. Dinimizde<br />
kendisine, sosyal çevresine ve<br />
doğaya kötülük yapmak, zarar<br />
vermek haramdır.<br />
Doğal çevrenin bozulması dengelerin<br />
alt-üst olmasına, yaşamımızı ve<br />
sağlığımızı güçlüğe sokmasına<br />
sebep olur. Günümüzde pek de<br />
önemsenmeyen fakat çok tehlikeli<br />
olan atık pillerin zararlarının çevre<br />
sağlığı bakımından öneminin<br />
halkımıza anlatılması lazımdır. Zira<br />
her ailede, her kişide, her evde pil ile<br />
kullanılan eşyaların, aletlerin varlığını<br />
biliyoruz. Evlerde, iş yerlerinde,<br />
sanayide, saatlerde, kameralarda,<br />
hesap makinelerinde, işitme<br />
aletlerinde, kablosuz telefonlarda,<br />
oyuncaklarda, radyolarda,<br />
motorlarda, hoparlörlerde, diz üstü<br />
bilgisayarlarda, el fenerlerinde piller<br />
kullanılır. Bu piller boşalınca genel<br />
olarak kaldırılıp rastgele atılıyor. Bu<br />
basit gibi görünen hareket aslında<br />
büyük felaketlere sebep oluyor.<br />
Bütün Dünya dergisinde bu konuda<br />
bir yazı yazan Cheryl Tanrıverdi<br />
yazısına “Atık Piller Zehirli Birer Saatli<br />
Bombadır” başlığını koymuştur.<br />
(Şubat. 2009, sayı: 2, 57-61) Gerçekten de<br />
bir küçük pilin çok büyük zararları<br />
Haziran 2011 - 146 23
24<br />
olduğu ilmen sabittir. Toprağa,<br />
suya, havaya, insan, hayvan ve<br />
bitki sağlığına büyük zararlar<br />
verdiği bilim adamlarınca tesbit<br />
edilmiştir.<br />
Süresi dolan pillerin derimize,<br />
dilimize dokunması halinde<br />
pildeki bazı kimyasal maddeler<br />
vücudumuza geçmektedir. Çünkü<br />
pillerde civa vardır. Civa merkezi<br />
sinir sistemini etkiliyor, böbrek,<br />
karaciğer ve beyin dokularını<br />
bozuyor, kanser yapıyor, sakat<br />
çocuk doğumlarına sebep oluyor.<br />
Gene pillerde bulunan kadmiyum<br />
bileşikleri kolayca suya karışarak<br />
insan sağlığını tehdit ediyor,<br />
prostat kanseri, kansızlık ve<br />
böbrek hastalıklarını oluşturuyor.<br />
Kurşun ise, solunum ve içme suyu<br />
ile vücuda giriyor, mide ağrısı,<br />
işitme bozukluğu, böbrek ve beyin<br />
iltihapları, kısırlık, dişlerin erken<br />
dökülmesi… gibi hastalıklara sebep<br />
oluyor. Bu konu ile ilgili tehlikeleri<br />
Cheryl Tanrıverdi andığımız<br />
makalesinde çok güzel özetliyor:<br />
“…Pilleri sonuçlarını düşünmeden<br />
atıverdiğimizde, ağır metaller<br />
besinlerde ve balıklarda birikebilir,<br />
içme suyuna ve soluduğumuz<br />
havaya karışabilir. Bu metallere<br />
uzun süre maruz kalmak beyin,<br />
akciğer ve böbreklerde rahatsızlığa<br />
sebep olabiliyor. Ağır metaller<br />
Haziran 2011 - 146<br />
kansere ve sinir hastalıklarına da<br />
neden olabilir. Kurşunun etkisinde<br />
kalmaksa erken doğumla, yavaş<br />
gelişimle ve küçük çocuklarda zekâ<br />
geriliğiyle sonuçlanabiliyor…”<br />
Yapılan araştırmalar sonucunda<br />
bir küçük kalem pilin dört<br />
metrekare toprağı kirlettiği, sekiz<br />
yüz bin litre buyu içilmez hale<br />
getirdiği saptanmıştır. Hayatımızı<br />
kolaylaştıran bu pilleri rastgele<br />
yerlere değil de belediyelerin<br />
sokak aralarına yerleştirdiği<br />
“atık pil kutuları”na atmamız,<br />
böyle kutular yoksa belediyeleri<br />
uyarmamız yerinde olur.<br />
Tıbbi atıkların da ulu orta yerlere<br />
atılması salgın hastalıklara sebep<br />
olduğu bilinmektedir. Ancak,<br />
tıbbi atıklar konusunda diğer<br />
atıklara göre daha duyarlı ve<br />
ciddi davranıldığı görülmektedir.<br />
(Bak: Reşat Kök, “Sağlık Kuruluşlarında Atık<br />
Yönetimi”, Türk Sağlık Sen Dergisi, Temmuz-<br />
Eylül. 2008, sayı: 18,33-35)<br />
Yüce Allah, çevre dediğimiz<br />
dünyamızı bizim kullanmamız<br />
için yaratmış yararlanmamıza<br />
sunmuştur. Hacc suresinin 65.<br />
ayetinde bu konuda şu açıklama<br />
vardır:<br />
“Allah’ın yeryüzündeki her şeyi….<br />
hizmetinize verdiğini görmüyor<br />
musun?”<br />
Gene Kur’an, yeryüzünde<br />
ne varsa hepsinin bizler için<br />
yaratıldığını açıklar. (Bakara, 29)<br />
Şura suresinin 36. ayetinde<br />
ise: “Size verilen şeyler dünya<br />
hayatının geçimliğidir” buyruğu<br />
vardır. Yüce Allah göğü, yeri ve<br />
ikisi arasındakileri oyun olsun<br />
diye yaratmamış (Bak: Enbiya, 48)<br />
insanların, hayvanların ve bitkilerin<br />
hayatlarını sürdürmeleri için (Bak:<br />
Furkan, 48) yaratmıştır. Su, toprak<br />
ve hava hayat kaynaklarıdır. Yüce<br />
Allah: “Allah bütün canlıları sudan<br />
yarattı.” (Nur, 44) buyurur. Secde<br />
suresinde (27. ayet) çorak toprakların<br />
sulandığı, hayvanların ve insanların<br />
yetişen ekinlerden yiyerek<br />
yaşamlarını sürdürdükleri anlatılır.<br />
Gene Kur’an’da gök, yer ve ikisi<br />
arasındaki çevrenin bizim mutlu<br />
ve sağlıklı yaşamamız için temiz<br />
olarak yaratıldığı şöyle anlatılır:<br />
“Yeryüzünü de yaydık, üzerine<br />
sabit dağlar yerleştirdik. Orada<br />
her türden güzel çiftler yetiştirdik.<br />
Bütün bunlar içtenlikle Allah’a<br />
yönelen her kulun gönül gözünü<br />
açmak ve ona öğüt ve ibret<br />
vermek içindir. Gökten de bereketli<br />
bir su indirip onunla kullar için<br />
rızık olarak bahçeler ve biçilecek<br />
ekinler, birbirine girmiş kat kat<br />
tomurcukları olan yüksek hurma<br />
ağaçları bitirdik ve böylece onunla<br />
ölü bir beldeye hayat verdik.” (Kaf,<br />
7-11)<br />
Tabiatın, çevrenin kirlenmesini<br />
sağlığımız, gelecek kuşakların<br />
hayatları, tabiat dengelerinin<br />
korunması için engellemeliyiz.<br />
Dinimiz de kirlenmeye izin<br />
vermez. Bedenimizin, ruhumuzun,<br />
çevremizin temiz tutulmasını<br />
emreder. Hayatımızı kolaylaştıran<br />
bir düğme kadar da olsa,<br />
küçük bir kalem pil de olsa<br />
toprağa, suya, sağlığımıza, hatta<br />
geleceğimize büyük zararlar<br />
verdiğini unutmayalım. Tabiatı,<br />
kendimizi, gelecek kuşakları<br />
koruma konusunda duyarlı olalım.<br />
Belediyeleri de bu konuda uyaralım.
Günahlarla kararan<br />
yüreklerimizi,<br />
merhametten<br />
yoksun paslı<br />
vicdanlarımızı<br />
tövbelerle<br />
ve pişmanlık<br />
gözyaşlarıyla<br />
arındırıp, tertemiz<br />
bir hale getirebilmek<br />
için önümüzden<br />
akıp giden rahmet<br />
pınarıdır Üç Aylar…<br />
din ve sosyal hayat<br />
Maneviyat iklimi<br />
üç aylar<br />
Dr. Ömer Menekşe<br />
Bilgi Yönetimi ve İletişim Daire Başkanı<br />
Rabbimizin bize sunduğu en büyük<br />
nimetlerden biridir zaman…<br />
Çoğu defa nasıl geçtiğini anlamadan<br />
hızla tükenir… Durmadan<br />
akıp giden bir çağlayandır âdeta…<br />
İnsanlar da geceler ve gündüzler<br />
içinden akar... Nereye?<br />
Kur’an’ın belirttiği “O gün”e... “insanların<br />
dünyada yapıp ettiklerinin<br />
kendisine gösterilmesi için kabirlerinden<br />
çıkarılacağı”, (Bkz. Mearic, 43,<br />
44; Âdiyât, 9) “Herkesin kazancının<br />
kendisine eksiksiz geri verileceği<br />
ve hiç kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı’’<br />
(Mü’minun, 62) “Kalblerde<br />
gizlenenlerin ortaya çıkacağı”,<br />
(Âdiyât, 10) “Yüzlerin kararacağı<br />
veya ağaracağı” (Âl-i İmrân, 106) “O<br />
gün”e... Âhiret gününe!..<br />
Her günün gündüzünü ve gecesini<br />
kapsayan beş vakit, çok özel bir<br />
an olarak tahsis edilmiş. Müslüman<br />
olmanın temel şartlarından<br />
olan, “dinin direği” olan, namaza<br />
durduğumuzda günün o namaza<br />
denk düşen kısmını çok çok özelleştirmiş<br />
olmaktayız…<br />
Ayrıca davet ettiğimiz “teheccüd”<br />
namazı, gecelerimize daha da bir<br />
anlam kazandırmakta…<br />
Cumalar özel.<br />
Her yılın bir ayı demek olan Ramazan<br />
günleri özel…<br />
Ömürde bir kere içinden geçip<br />
iliklerinize kadar hissedeceğiniz<br />
Hac günleri özel.<br />
Bütün bu özel günler içinde bir<br />
de özel geceler var... Zamanı<br />
değerlendirmek, ömrü boşa geçirmemek<br />
için müstesna bir fırsat<br />
olan geceler… Akıp giden zamanın<br />
önemli durakları olan ve içinde<br />
kandilleri barındıran… Işıklarıyla<br />
sadece karanlık gecelerimizi değil,<br />
aynı zamanda manevi feyziyle de<br />
bunalan gönüllerimizi aydınlatan,<br />
zihinlerimizi berraklaştıran…<br />
Mübarek gecelerle dolu Üç Aylar…<br />
“Geceyi ihya etme”nin “gündüz<br />
tutulan oruç”la birleştiği müba-<br />
Haziran 2011 - 146 25
26<br />
rek gün ve geceler… Regâib<br />
Kandili’yle başlayan, bin aydan<br />
daha hayırlı Kadir Gecesi’yle<br />
zirveye ulaşan, kandiller zincirini<br />
içinde barındıran, Ramazan<br />
Bayramı’yla da maddî ve manevî<br />
alanda “bayram”a dönüşen<br />
manevi yükseliş ve bağışlanma<br />
ayları…<br />
Yaratılış gayemizi düşünmemiz,<br />
Yaratan ve yaratılanlarla olan<br />
münasebetlerimizi değerlendirmemiz<br />
için bir fırsattır üç aylar...<br />
Günahlarla kararan yüreklerimizi,<br />
merhametten yoksun paslı<br />
vicdanlarımızı tövbelerle ve pişmanlık<br />
gözyaşlarıyla arındırıp,<br />
tertemiz bir hale getirebilmek<br />
için önümüzden akıp giden rahmet<br />
pınarıdır Üç Aylar…<br />
Her gün ömür takvimimizden bir<br />
yaprak koparken, süratle ömür<br />
Haziran 2011 - 146<br />
sermayemiz tükenirken, akıbetimiz<br />
olan ölüme hızla koşarken,<br />
şu fani olan hayat yolunda,<br />
dünyanın ötelere bir hazırlık<br />
yeri olduğunu idrak etmek, asıl<br />
ve ebedî olan ahiret yurduna<br />
hazırlanmak ve az zamanda çok<br />
kazanma vaktidir Üç Aylar…<br />
Kalan günlerimizin, yaşayıp geride<br />
bıraktıklarımızdan daha az<br />
olabileceğinin idraki içinde hayırlı<br />
işlerde yarışmak, faydasız uğraşlardan<br />
kaçınmak, günahlara<br />
dur deyip, sevaplarla buluşmak<br />
zamanıdır Üç Aylar.<br />
Günlük hayatın koşuşturması ve<br />
yoğun temposu içinde gafl etle<br />
kapanmış gözlerimizi basiretle<br />
açmak, katılaşmaya yüz tutan<br />
kalplerimizi Allah’ın zikri ile yumuşatmak,<br />
kibirle dikleşen başlarımızı<br />
tevazuyla eğip alnımızı<br />
secdelere koymak ve bağışlanmak<br />
ümidiyle yakarış anıdır Üç<br />
Aylar.<br />
Dua ve münacatların semaları<br />
titrettiği, Rahmet-i Rahman’ın<br />
mahzun gönüllere sağanak sağanak<br />
indiği, bir ânı bir ömre<br />
bedel bereketli günlerdir Üç<br />
Aylar…<br />
Bu mübarek aylar ile ilgili olarak<br />
Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:<br />
“Ey Allah’ım! Recep ve şabanı<br />
bize mübarek kıl ve bizi<br />
Ramazan’a kavuştur.” (Ahmet b.<br />
Hanbel, Müsned, I, 259)<br />
Yıl, ağaç gibidir. Receb ayı ağacın<br />
yapraklı, şaban meyveli,<br />
Ramazan ise meyvesinin toplanacağı<br />
zamanı gibidir. Receb<br />
tohum ekme, şaban sulama,
Ramazan ise hasat ayıdır. Receb<br />
hürmet, Şaban hizmet, Ramazan<br />
ise nimet ayıdır.<br />
Regaip Kandili<br />
Bu mübarek gece rahmeti, bereketi<br />
ve mağfi reti bol üç ayların<br />
manevi iklimine girildiğinin habercisidir.<br />
Regaib, Recep ayının<br />
da ilk cuma gecesi… Allah’ın<br />
mağfi retinin, engin lütuf ve kereminin<br />
üzerimize sağanak sağanak<br />
yağdığı bir rağbet gecesi…<br />
İstek, arzu ve beğenmedir<br />
rağbet… İnsan rağbet ettiği<br />
değerlere göre rağbet görür.<br />
İçtiği kaynağın berraklığına göre<br />
berrak sözler söyler. Mevlânâ<br />
“Nereye gidiyorsun sen? İşte<br />
osun sen.” der. Vahye râm olan<br />
vahiyden bahis açarken, kötülüğe<br />
rağbet eden de kötüye vurgu<br />
yapar. Kısaca rağbet ettiğini heceler<br />
insanoğlu.<br />
Peygamberler tarihi, rağbet<br />
edenler ile rağbet görenlerin<br />
hikâyesidir.<br />
Nuh’un çağrısına ‘evet’ diyenlerin<br />
rağbeti ile ‘hayır’ diyenlerin<br />
rağbeti.<br />
Hz. Musa’nın sabırlı davetine<br />
rağbet edip denizi onunla geçen,<br />
geçtikten sonraki davetine ise<br />
rağbet etmeyenlerin öyküsü.<br />
Rabbinin burhanı sayesinde harama<br />
rağbet etmeyen Yusuf’un<br />
(a.s.) rağbet etmemesi de bir<br />
rağbet.<br />
“Bir elime ayı bir elime güneşi<br />
verseniz yine davamdan vazgeçmem.”<br />
diyen Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.)’in dünyalık teklifl ere rağbet<br />
etmemesi de bir rağbet.<br />
Yüce Allah, bizim neye ve kime<br />
rağbet edip yönelmemiz gerektiğini<br />
şöyle açıklıyor:<br />
“Ey iman edenler! Size hayat<br />
verecek şeylere sizi çağırdığı<br />
zaman, Allah’ın ve Râsulü’nün<br />
çağrısına uyun.” (Enfal, 24)<br />
“Eğer onlar Allah ve Râsulü’nün<br />
kendilerine verdiğine razı olup,<br />
‘Allah bize yeter, yakında bize<br />
Allah da lütfundan verecek,<br />
Râsulü de. Biz yalnız Allah’a rağbet<br />
edenleriz.’ deselerdi (daha iyi<br />
olurdu).” (Tevbe, 59)<br />
“Boş kaldın mı hemen (başka)<br />
işe koyul ve yalnız Rabbine rağbet<br />
edip O’na yönel.” (İnşirah, 7, 8)<br />
Miraç Kandili<br />
Miraç; recebin 27. gecesi…<br />
Âlemlere rahmet olarak gönderilen<br />
Sevgili Peygamberimize,<br />
Mekke döneminde bir gece,<br />
Mescidi Haram’dan Mescid-i<br />
Aksa’ya, oradan da semaya yaptırılan<br />
hikmet yüklü yolculuk…<br />
Süleyman Çelebi’nin “Şeş cihetten<br />
ol münezzeh zül-celâl,<br />
Bîkemukeyf âna gösterdi cemâl.”<br />
şeklindeki ifadesiyle; mahiyetini,<br />
nasıllık ve niceliğini bilemediğimiz<br />
bir şekilde Yüce Allah ile görüşen<br />
sevgili Peygamberimizin,<br />
şirk koşmayanların affedilebileceği<br />
müjdesi, Bakara sûresinin<br />
son iki ayeti ve beş vakit namaz<br />
hediyesiyle Yüce Âlemlerden<br />
döndüğü gece…<br />
İsra sûresinin başlangıç ayetlerinde<br />
bu kutlu yolculuğun<br />
ilk aşaması şöyle anlatılır:<br />
“Kendisine ayetlerimizden bir<br />
kısmını gösterelim diye kulunu<br />
(Muhammed’i) bir gece Mescid-i<br />
Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz<br />
Mescid-i Aksa’ya<br />
götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç<br />
şüphesiz O, hakkıyla işitendir,<br />
hakkıyla görendir.”<br />
Berat Kandili<br />
Ramazan’ın müjdecisi… Şaban<br />
ayının on beşinci gecesi… Berat…<br />
Berat… Borçtan, hastalıktan, suç<br />
ve cezadan beraat etme, kurtulma…<br />
günahlardan arınma, temize<br />
çıkma, ilâhî af ve rahmete<br />
nâil olma…<br />
Hz. Peygamber şöyle buyurur:<br />
“Şaban ayının 15. gecesini ibadetle<br />
geçirin, gündüzünde de<br />
oruç tutun. Çünkü Yüce Allah,<br />
bu gece dünya semasına rahmetiyle<br />
tecelli eder ve ‘Yok mu<br />
tövbe eden, tövbesini kabul edeyim?<br />
Yok mu rızık isteyen, rızık<br />
vereyim? Yok mu şifa isteyen,<br />
şifa vereyim?.. Yok mu başka<br />
isteği olan ona da istediğini vereyim?”<br />
(İbn Mâce, Sünen, “İkâmetü’s-<br />
salât”, 191)<br />
Haziran 2011 - 146 27
28<br />
Kadir Gecesi<br />
Maddi ve manevi pek çok hikmet<br />
ve rahmeti, bereket ve<br />
mağfi reti bünyesinde barındıran<br />
Ramazan ayında yer alan, Yüce<br />
Yaratan’ın insanlığa kurtuluş<br />
çağrısı olan Kur’an’ın indirilmeye<br />
başlandığı, esenlik ve güvenliğin<br />
her tarafa yayıldığı, sema kapılarının<br />
açıldığı, dua ve tövbelerin<br />
kabul edildiği kutlu gece…<br />
Leyle-i Kadir… Kadr-ü kıymet<br />
bilme, Rabbimiz’in bizlere sunduğu<br />
sayısız nimetlerin farkında<br />
olma zamanı…<br />
“Şüphesiz biz onu Kadir<br />
Gecesi’nde indirdik. Kadir<br />
Gecesi’nin (o büyük fazl-u şerefi<br />
ni) sana bildiren nedir? Kadir<br />
Gecesi bin aydan hayırlıdır. Onda<br />
melekler ve Rûh, Rableri’nin izni<br />
ile, her bir iş için iner de iner. O<br />
(gece) tan yeri ağarıncaya kadar<br />
bir selamdır.” (Kadir, 1-5)<br />
Üç Ayları<br />
Değerlendirme Yolları<br />
1- İyi bir muhasebe<br />
“Düşünmez misiniz?” (En’am, 50)<br />
“Umulur ki tefekkür edersiniz.”<br />
(Bakara, 266) diye buyururken Rabbimiz,<br />
“Hesaba çekilmeden önce<br />
kendinizi hesaba çekiniz.” (Tirmizî,<br />
“Kıyame”, 25) derken kutlu Nebi;<br />
tefekküre davet eder insanı…<br />
İşte Üç Aylar, keşkelerin öğütülüp<br />
iradî başlangıçların yapıldığı<br />
anlar… Tevbe ve istiğfar ile günahlardan<br />
arınmanın, işlediğimiz<br />
hata ve günahlardan dolayı<br />
pişmanlık duyarak O’ndan af<br />
dilemenin, onları bir daha işlememek<br />
için kararlı bir duruş<br />
sergilemenin en güzel fırsatı…<br />
Yüce Mevla’nın huzurunda mahcubiyet<br />
ve pişmanlık duyarak,<br />
günahlara bir daha dönmemek<br />
üzere yüz çevirerek, hayatımızda<br />
yeni ve tertemiz bir sayfa<br />
açmaya karar verme anı…<br />
Haziran 2011 - 146<br />
2- Kur’an üzerinde çalışma<br />
Değeri Kur’an’a dayanan kutlu<br />
gecenin ve ayın değerlendirilmesi,<br />
ancak Kur’an’a yönelmekle,<br />
onu okumak ve öğrenmekle,<br />
onun eşsiz mesajını anlamak ve<br />
onun mana ikliminde yol almakla<br />
mümkün…<br />
İnsanlığın ufkunda bir ışık gibi<br />
yanan ve her dönemde insanların<br />
yollarını, kalplerini ve gönüllerini<br />
aydınlatmaya devam eden<br />
bir meşale…. İnsanlığı aydınlatmaya<br />
başladığı günden beri<br />
ışığından hiç bir şey kaybetmeyen,<br />
taşıdığı değer ve anlamlar,<br />
getirdiği ahlak ve erdem ilkeleri<br />
hep taze ve yeni olarak kalan<br />
varlık ve varoluş bilgisinin ders<br />
kitabı, bütün kâinatın özeti ve<br />
Yüce Yaratan’ın bizlere uzattığı<br />
kurtuluş halkası Kur’an’la buluşma..<br />
Kur’an’a yönelme, eşsiz<br />
mesajını okuma, anlama ve yaşamaya<br />
çalışma…<br />
3- Nafi le ibadetleri çoğaltma<br />
Üç Aylar; sarsılan rûhî dünyamızı<br />
onaracağımız, yitirdiğimiz,<br />
kaybettiğimiz değerleri yeniden<br />
bulacağımız, merhametin kuşatıcılığını<br />
derinden hissedeceğimiz,<br />
kalbî seviye kazanacağımız,<br />
hayatımızı yeniden gözden geçirmemize<br />
vesile olacak manevi<br />
bir iklim…<br />
Yetimin başını okşayan el, dertli<br />
yüreklere şifa sunan dil, gülmeyi<br />
unutmuş yüzlere sürur olma...<br />
kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin<br />
çaresi olma. Nafi le namaz<br />
ve oruçlarla, yapılacak hayır ve<br />
hasenatla Üç Ayları değerlendirme…<br />
4- Mali ibadetleri çoğaltma<br />
Sevdiğimiz şeylerden Allah<br />
yolunda infak etme. Yedirme,<br />
içirme, giydirme, borç verme.<br />
Muhtaca yardım etme. Zekat,<br />
sadaka, hayır ve hasenatta<br />
yarışma.. Cömertlikte zirveye<br />
ulaşma…<br />
5- Hz. Muhammed (s.a.s.)’i<br />
daha iyi tanımaya yönelik<br />
çalışma<br />
O ki, âlemlere, insana, hayvana,<br />
nebatata rahmet…<br />
O ki, müminlere karşı merhametli<br />
bir “Rahmet Deryası”<br />
Ve onun bütün çağları aşan ve<br />
geride bırakan sevgi ve hoşgörü<br />
anlayışı... Nice merhamet tabloları<br />
ile dopdolu hayatı… Üç Aylar<br />
onu daha iyi tanımak için bir<br />
fırsat… Şüphesiz ibadet bilinci<br />
içinde onu öğrenmeye sadece<br />
bir zamanı değil, her ve pir zamanı<br />
ayırmak en büyük vazife…<br />
6- Kazanılanları<br />
kaybetmeme<br />
“Ölüm gelinceye kadar Rabbına<br />
ibadete (devam) et.” (Hicr, 99) buyuruyor<br />
Rabbimiz, “Amellerin en<br />
sevimli olanı az da olsa devamlı<br />
yapılanıdır.” (Buhârî, Rikak, 18; İman,<br />
32) der Kutlu Nebi (s.a.s.)<br />
Nimete ermek, nimetle sürekli<br />
kalmak değildir. Kaybetmemek<br />
için birtakım sebeplere riayet<br />
edilir. Buna rağmen nimette<br />
kalmak da yine O’nun iznine<br />
bağlıdır. Üç Aylar bir nimet…<br />
Ramazan bir ganimet… Ancak<br />
nimetler bunlarla sınırlı değil…<br />
O halde ibadeti yalnız bu aylara<br />
hasretmek de yanlış…<br />
Üç Aylar, yaşantımızda kalıcı<br />
değişiklikler meydana getirmediği<br />
müddetçe tam anlamıyla idrak<br />
edilmiş olamaz.<br />
Her ayı Ramazan ve her gün ve<br />
geceyi Kadir Gecesi gibi yaşamaya<br />
gayret etmek, dargınlık,<br />
kırgınlık, kin ve nefretin yerine;<br />
sevgiyi, merhameti, dostluk ve<br />
kardeşliği hâkim kılmak, yetimlerin,<br />
kimsesizlerin, fakir ve<br />
muhtaçların yüzünü güldürmek<br />
şiarımız olsun.<br />
Nice birlik ve beraberlik içinde af<br />
ve mağfi rete vesile olan mübarek<br />
aylara ve kandillere…
Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.) her şeyden<br />
önce yeni doğan<br />
çocukları için duada<br />
bulunur, kulaklarına<br />
ezan ve ikâmet<br />
okur, ardından isim<br />
koyardı. Daha sonra<br />
erkek çocuklarını<br />
ilk yedi gün içinde<br />
sünnet ettirir,<br />
ayrıca başlarındaki<br />
ilk saçları tıraş<br />
edip ağırlığınca<br />
tasaddukta bulunur,<br />
nihayet onlar için<br />
akîka kurbanı<br />
keserdi.<br />
Doç. Dr. Adem Apak<br />
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi<br />
Örnek baba<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
Müslümanlar olarak, problemli<br />
insanlık ailesi içerisinde eriyip<br />
yok olmak istemiyoruz. Üstelik<br />
insanlığın problemlerini azaltmada<br />
orijinal ve sadra şifa katkılarda<br />
bulunmak istiyorsak; din<br />
deyince, sünnet deyince ibadet<br />
hayatımızı ilgilendiren belli tezahürlerin<br />
ötesine aşıp medenî ve<br />
sosyal hayatımızın her safhasını<br />
yönlendirmek için kendisinde<br />
en güzel örnekler bulunan Hz.<br />
Muhammed (s.a.s.)’in yaşayışının<br />
her yönünü tanımamız, örneklerimizi<br />
ondan almamız, nihayet<br />
bunları hayatımıza uygulamamız<br />
gerekmektedir. Zira bu hususta<br />
Kur’an’ın çağrısı açıktır: “Allah’ın<br />
Rasûlü’nde sizler için en güzel<br />
örnek vardır.” (Ahzâb, 21)<br />
Rasûlüllah (s.a.s) erkek-kız,<br />
birçok çocuk sahibi bir aile reisidir.<br />
Bu çocuklardan biri Hz.<br />
Mâriye’den, diğerleri ise Hz.<br />
Hatice (r.anha)’den dünyaya<br />
gelmiştir. Bunlar Kasım, Abdullah,<br />
İbrahim, Zeyneb, Rukiyye,<br />
Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’dır. Hz.<br />
Peygamber (s.a.s.) çocuklarıyla<br />
birlikte evinde yaşayan hizmetçi<br />
ve azatlı köle çocuklarının terbiyesiyle<br />
de doğrudan ilgilenmiş,<br />
daha doğrusu onları kendi çocuk<br />
ve torunlarından ayırmamıştır.<br />
Gerçekten de Rasûlüllah<br />
(s.a.s.)’ın on yıl hizmetinde bulunan<br />
Enes b. Mâlik (r.a.) (Allah<br />
elçisinin sevgilisi) unvanı olan<br />
Üsâme (r.a.), onun babası Zeyd<br />
b. Hârise (r.a.), ondan oğlu İbrahim<br />
veya torunları Hz. Hasan ve<br />
Hz. Hüseyin’den farklı muamele<br />
görmemişlerdir.<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) her şeyden<br />
önce yeni doğan çocukları<br />
için duada bulunur, kulaklarına<br />
ezan ve kâmet okur, ardından<br />
isim koyardı. Daha sonra erkek<br />
çocuklarını ilk yedi gün içinde<br />
sünnet ettirir, ayrıca başlarındaki<br />
ilk saçları tıraş edip ağırlığınca<br />
tasaddukta bulunur, nihayet<br />
onlar için akîka kurbanı keserdi.<br />
Doğum haberiyle sevincini açığa<br />
vururdu. Rivayetlere göre oğlu<br />
İbrahim’in doğum haberini getiren<br />
Ebû Râfi (r.a.)’ye bir köle hediye<br />
etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)<br />
çocukları dünyaya geldiğinde<br />
ayrıca dostlarına ziyafet de vermiştir.<br />
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in<br />
bir baba olarak çocuklarına gösterdiği<br />
ilgi ve alakayı aşağıdaki<br />
başlıklar altında özetlemek mümkündür.<br />
Haziran 2011 - 146 29
30<br />
O, çocukları “cennet kokusu”, “göz nuru” diye tarif ederdi.<br />
Nitekim torunları Hasan ve Hüseyin’i her karşılaşmasında<br />
kucaklamış ve sevmiştir. Doğumundan kısa süre sonra bir<br />
sütanneye verilen oğlu İbrahim’i sık sık görmeye gittiği,<br />
varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü, kokladığı rivayet edilir.<br />
Sevgi<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çocuklara<br />
karşı tavrında en dikkat<br />
çekici yönlerden biri, onlara<br />
karşı gösterdiği sevgisidir. O,<br />
çocukları “cennet kokusu”, “göz<br />
nuru” diye tarif ederdi. Nitekim<br />
torunları Hasan ve Hüseyin’i her<br />
karşılaşmasında kucaklamış ve<br />
sevmiştir. Doğumundan kısa süre<br />
sonra bir sütanneye verilen oğlu<br />
İbrahim’i sık sık görmeye gittiği,<br />
varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü,<br />
kokladığı rivayet edilir. (Müslim,<br />
Fedâil, 63)<br />
Çocuklara karşı derin bir sevgi ve<br />
Haziran 2011 - 146<br />
şefkat besleyen Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.) onları ciddiye alıp seviyelerine<br />
inmek suretiyle onların<br />
problemleriyle ilgilenmiştir. Onun,<br />
çocukları kucağına alıp sevdiği<br />
ile ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır.<br />
Nitekim bir defasında<br />
torunu Hasan’ı öperken yanında<br />
oturan bedevi kabile reislerinden<br />
Akra b. Hâbis onu görür ve “Siz<br />
çocukları öper misiniz? Benim on<br />
çocuğum var, hiçbirini öpmedim.”<br />
der. Gerçekten de katı, acımasız<br />
ve sert mizaçlı olan çöl Arapları,<br />
Peygamber (s.a.s.)’in çocuklara<br />
gösterdiği sevgi ve acımayı hiçbir<br />
zaman anlayamamışlar, onun<br />
çocuklara karşı tavırlarını tuhaf<br />
bir şey olarak karşılamışlardır.<br />
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem<br />
(s.a.s.) muhatabına “Merhamet<br />
etmeyene merhamet olunmaz.”<br />
buyurur. Yine “Siz çocukları öper<br />
misiniz? Biz öpmeyiz.” diyen bir<br />
kişiye “Allah senin kalbinden<br />
merhameti alıp çıkardıysa ben ne<br />
yapabilirim.” buyurmuştur. (Buhârî,<br />
Edeb, 18)<br />
Rivayetlere göre kız torunu<br />
Ümâme’yi omuzunda taşıyan Hz.<br />
Peygamber (s.a.s.) onu sırtından<br />
indirmeden namaz kılmasını sürdürmüş,<br />
rükû ve secdeye gittikçe<br />
yere bırakmış, kıyama kalkarken<br />
ise tekrar omuzuna almıştır. Aynı<br />
şekilde namazda, secde sırasında<br />
sırtına binen torunları kendiliğinden<br />
ininceye kadar secdeyi uzatmış,<br />
rükû sıralarında onlar bacaklarının<br />
arasından da geçmek<br />
isteyince ayaklarını aralamış,<br />
gerek namaz esnasında, gerekse<br />
daha sonra bu hususta çocuğa<br />
hiçbir müdâhalede bulunmamıştır.<br />
(Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 22, İlim, 18,<br />
Salât, 106; Tirmizî, Menâkıb, 9, Birr, 57; Ebû<br />
Dâvûd, Tereccül, 15; İbn Mâce, Edeb, 3)<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çocuklarına<br />
sınırsız şefkat ve sevgisinin<br />
bir başka tezahürü, onların vefatları<br />
sırasında kendisinde görülen<br />
üzüntü halidir. Nitekim kızı<br />
Ümmü Gülsüm (r.anha) öldüğü<br />
zaman kabrinin başına oturup<br />
uzun süre ağlamıştır. Keza son<br />
çocuğu İbrahim’in vefatı üzerine<br />
gözyaşı dökerken dilinden şu<br />
sözcükler dökülmüştür: “Göz ağlar,<br />
kalb üzülür, fakat biz Allah’ın<br />
rızasına uymayan söz sarf etmeyiz.<br />
Vallahi ey İbrahim, ölümün<br />
sebebiyle hepimiz üzgünüz.”<br />
(Buhârî, Cenâiz, 32)<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) çocukların<br />
üzülmesine hiç tahammül<br />
edemezdi. Pek çok rivayet onun
gözyaşı döken çocuklara olağanüstü<br />
ilgi gösterdiğine işaret<br />
eder. Efendimiz bu konudaki<br />
hassasiyetini şu sözleriyle dile<br />
getirmiştir: “Vallahi, ben namazda<br />
iken çocuk ağlaması işitince,<br />
annesinin namazını fesada vereceğinden<br />
korkarım.” Nitekim<br />
bir sabah namazında ilk rekâtta<br />
atmış ayetlik kıraatta bulunan<br />
Rasûlullah (s.a.s.) kulağına çocuk<br />
ağlaması gelmesi üzerine,<br />
ikinci rekatı kısa bir sûre ile tamamlamıştır.<br />
(Buhârî, Ezan, 65)<br />
Çocukların oyununa ilgi<br />
Çocukların hayatında ve onların<br />
gerek bedenî ve gerekse aklî ve<br />
ruhî melekelerinin gelişmesinde<br />
oyun ehemmiyetli bir yer tutar.<br />
Ayrıca çocuk terbiyesinin mühim<br />
bir bölümü oyunla ilgilidir. Oyun;<br />
zamanı, çeşidi, oyun arkadaşları,<br />
oyun miktarı vs. pek çok meselesi<br />
olan bir konudur. Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.)’in bu meseleyle<br />
yakînen ilgilendiği bilinmektedir.<br />
O, torunlarından Hz. Hasan ve<br />
Hz. Hüseyin ile hizmetine bakan<br />
Hz. Enes (r.a.)’i arkadaşlarıyla<br />
oynaması için dışarı göndermiştir.<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) “Çocuğu<br />
olan onunla çocuklaşsın.” buyurarak<br />
çocukları bizzat eğlendirmeyi<br />
de teşvik etmiştir. Nitekim<br />
kendisinin torunları Hz. Hasan ve<br />
Hüseyin’i omuzlarına bindirdiği,<br />
hatta sırtına bindirip gezdirdiği,<br />
bazen ayağı üzerinde sallayarak,<br />
bazen göğsü üzerinde yürüterek<br />
onları güldürüp eğlendirdiği rivayet<br />
edilir. (Tirmizî, Menâkıb, 31)<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) çocuklara<br />
bizzat hizmet de etmiştir. Bir rivayette<br />
gece su isteyen torunları<br />
Hz. Hasan ve Hüseyin için anneleri<br />
Hz. Fâtıma’dan önce kalkıp<br />
su verdiği, bir başka rivayette<br />
kız torunu Ümâme’nin yüzündeki<br />
kir ve pası silip temizlediği anlatılır.<br />
Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor:<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) çocukların üzülmesine hiç tahammül<br />
edemezdi. Pek çok rivayet onun gözyaşı döken çocuklara<br />
olağanüstü ilgi gösterdiğine işaret eder. Efendimiz bu<br />
konudaki hassasiyetini şu sözleriyle dile getirmiştir:<br />
“Vallahi, ben namazda iken çocuk ağlaması işitince,<br />
annesinin namazını fesada vereceğinden korkarım.”<br />
“Üsâme kapının eşiğine takılıp<br />
düşmüştü. Yüzünde yara açıldı<br />
ve kanadı. Rasûlullah (s.a.s.) hemen<br />
ilgilenip; Çocuğun şu yüzünü<br />
temizleyiver! dedi. Ben biraz<br />
iğrenme izhar etmiştim. Bunun<br />
üzerine kendisi atılıp kanı sildi ve<br />
yüzüne su atarak yıkadı. Sonra<br />
da şöyle buyurdu: Eğer Üsâme<br />
kız olsaydı, onu takılarla süsler<br />
(güzel) elbiseler giydirirdim.”<br />
Ahlâk eğitimi<br />
Çocuklara konuşmayı öğrendikleri<br />
andan itibaren ilk öğretilecek<br />
şeyin ‘’Lâilâhe illallah’’ olmasını<br />
da emreden Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.), akıl ve muhakemeye<br />
dönük eğitimin temyiz yaşından<br />
itibaren başlatılmasını istemiştir.<br />
Âlimler ortalama olarak çocuk<br />
için altıncı ve yedinci yaşların<br />
temyiz çağı olduğunu bildirmişlerdir.<br />
Nitekim Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.) yedi yaşına gelen çocuğa<br />
namazın emredilmesini istemiştir.<br />
(Ebû Dâvûd, Namaz, 26)<br />
Allah Rasûlü (s.a.s.) terbiyesinde<br />
olan çocuklara karşı davranışlarını<br />
sevgi ve müsamaha üzerine<br />
bina etmiştir. O çocukların vaki<br />
hatalarını tashihte de azar, tenkit,<br />
tahkir, surat ekşitme gibi<br />
yollara başvurmamıştır. Enes<br />
b. Mâlik’ten bu konuda yapılan<br />
muhtelif rivayetleri şöyle birleştirmek<br />
mümkün: “Hazarda<br />
ve seferde on yıl Rasûlüllah<br />
(s.a.s.)’a hizmet ettim. Yaptığım<br />
işler, her seferinde onun istediği<br />
şekilde gerçekleşmedi. Buna<br />
rağmen bana bir kerecik olsun<br />
ne vurdu, ne kötü söz söyledi,<br />
ne azarladı, ne surat yaptı, ne de<br />
ayıpladı. Bir kere olsun “of” dahi<br />
demedi. Yaptıklarımdan hoşuna<br />
gitmeyen için “Ne fena yaptın.”<br />
demedi. Yaptığım bir şey için:<br />
Haziran 2011 - 146 31
32<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın.”<br />
buyurarak çocukları bizzat eğlendirmeyi de teşvik etmiştir.<br />
“Bunu niye böyle yaptın?”, yapmadığım<br />
bir emri için de: “Onu<br />
niye yapmadın!” diye hesaba çekmedi.<br />
Hanımlarından biri “Keşke<br />
şöyle yapsaydın!” diye müdâhale<br />
edecek olsa: “Bırakın çocuğu, o<br />
Allah’ın murad ettiği şeyi yapmıştır.”<br />
derdi. (Müslim, Fedâil, 51)<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) çocuklara<br />
azamî sevgi, müsamaha ve güler<br />
yüz göstermekle birlikte onları<br />
uzaktan murakabe etmeyi, eve<br />
giriş ve çıkışlarını belli bir programa<br />
bağlamayı da ihmal etmemiş,<br />
kendilerine verilen emirlerin<br />
yapılıp yapılmadığını takip etmiştir.<br />
Yine rivayetlerden Enes<br />
b. Malik’in belli vakitlerde eve<br />
döndüğü anlaşılmakta, geciktiği<br />
takdirde o, “Neredeydin?” sualiyle<br />
karşılaşmaktadır. Rasûlüllah<br />
(s.a.s.) çocukların öğle sıcağından<br />
önce eve dönmelerini, güneş<br />
batımından akşamın alaca karanlığı<br />
kayboluncaya kadar evden<br />
ayrılmamalarını emretmiştir.<br />
Çocuklar arasında adalet<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) zahire<br />
akseden her hususta çocuklar<br />
Haziran 2011 - 146<br />
arasında eşit davranmayı emrederdi.<br />
Bir defasında torunları Hz.<br />
Hasan ve Hüseyin su istediklerinde<br />
hemen kalkan Rasûlüllah<br />
(s.a.s.) önce Hasan’a, sonra<br />
da Hüseyin’e suyu verir. Bundan<br />
Hasan’ı daha çok sevdiği<br />
hükmüne varmak isteyen kızı<br />
Fâtıma (r.anha)’ya “Hayır, suyu<br />
ilk defa Hasan istedi.” cevabını<br />
vermiştir. Allah Rasûlü (s.a.s.)<br />
çocuklar arasında mutlaka bir<br />
ayrım yapılacaksa bunun kızlar<br />
lehine olmasını tavsiye etmiştir.<br />
“Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın<br />
arasını eşit tutun. Eğer ben<br />
birini üstün tutacak olsaydım,<br />
kızları üstün tutardım.” buyurur.<br />
(Buhârî, Hibe, 12) Kız çocuklarının<br />
ikinci sınıf muamele gördüğü ve<br />
horlandığı bir ortamda bu sözler,<br />
ezber bozan çok anlamlı sözlerdir.<br />
Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün bilhassa<br />
giyim kuşam süslenme hususunda<br />
kızlara ayrı bir itina gösterdiği<br />
anlaşılmaktadır. Nitekim o, Habeş<br />
kralı Necâşî’den gelen hediyeler<br />
arasındaki altın yüzüğü torunu<br />
Ümâme’ye vermiştir.<br />
Evlendirme<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) ailesine<br />
mensup kimselerin evlenip<br />
yuva kurmalarıyla yakından<br />
ilgilenmiştir. Bu hususta yapılması<br />
gereken iş ve teşebbüsleri<br />
gerçekleştirmiştir. O ailesinden<br />
kabul ettiği azatlısı Ebû Râfi ’yi<br />
diğer azatlılarından Selmâ ile<br />
yine Ümmü Eymen’i azatlısı Zeyd<br />
b. Hârise ile evlendirmiştir. Aynı<br />
şekilde Zeyd’in, yakın akrabası<br />
Hz. Zeyneb binti Cahş’la evlenmesini<br />
teşvik etmiştir. Daha sonra<br />
Zeyd’in oğlu Üsâme’yi, Zeyneb<br />
binti Hanzala adında bir kadınla<br />
evlendirmiştir.<br />
Rasûlüllah (s.a.s.) kızlarından<br />
birini evlendireceği zaman, yüz<br />
yüze olmaksızın -perde gerisinden-<br />
“Kızım seni falanca istiyor,<br />
istemiyorsan ‘hayır’ de, istiyorsan<br />
sükût et. Sükûtun ikrardır.” diye<br />
hitap etmiş, evlilik hususunda<br />
kızlarının görüşünü almadan onları<br />
kesinlikle nikâhlamamıştır. (Nesaî,<br />
Nikâh 34) Nitekim Hz. Ali (r.a.) Hz.<br />
Fâtıma (r.anha)’yla evlenmek istediğini<br />
bildirince Rasûlüllah (s.a.s.)<br />
durumu kızına iletmiş, Fâtıma’nın<br />
sükûtu üzerine onu Hz. Ali (r.a.)<br />
ile evlendirmiştir.<br />
Yararlanılan kaynaklar<br />
- Hökelekli, Hayati, “Hz. Peygamber’in Çocuklara<br />
ve Gençlere Yaklaşımı”, Hz. Muhammed<br />
ve Gençlik, Ankara 1995.<br />
- Kula, Naci, “Gençlerimize Peygamberimizi<br />
Nasıl Anlatalım”, Hz. Muhammed ve Gençlik,<br />
Ankara, 1995, s. 67-73.<br />
- Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İsav Tartışmalı<br />
İlmi Toplantı Dizisi, İstanbul 2006.<br />
- Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, (çev.<br />
Komisyon), I-VI, İstanbul 1996.<br />
- Dodurgalı, Abdurrahman, Ailede Çocuğun<br />
Din Eğitimi, İstanbul 1996, s. 133-284.<br />
- Canan, İbrahim, “İslâm’da Aile Terbiyesi”,<br />
İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu<br />
2, İstanbul 1996, s. 19-37.<br />
- Özbek, Abdullah, “Bir Eğitim Kurumu<br />
Olarak Aile”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi<br />
Sempozyumu 2, İstanbul 1996, s. 49-69.<br />
- Çamdibi, Mahmud, “Ailede Çocuğun Ahlâki<br />
Terbiyesi”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi<br />
Sempozyumu 2, İstanbul 1996.<br />
- Mahmud, Abdülhalim, Müslüman Gençliğin<br />
Eğitimi, (çev. Bedrettin Çetiner), Konya 1997.
Zeka testleri<br />
çocuğun<br />
yetiştiği kültüre<br />
uyarlanmamışsa<br />
yanıltıcı sonuçlar<br />
verebilmektedir.<br />
Çünkü yerel bilgiler<br />
ve test diline<br />
hakim olmama,<br />
zekayı ölçmekte<br />
kullanılan testlerde<br />
bir iki soruyu<br />
eksik cevaplamaya<br />
sebep olabilmekte,<br />
böylelikle çocuğun<br />
zekası daha<br />
düşükmüş izlenimi<br />
alınabilmektedir.<br />
Prof. Dr. Sefa Saygılı<br />
Psikiyatrist<br />
Gurbetçi<br />
çocuklarımızın<br />
öğrenim zorlukları<br />
Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa<br />
gibi ülkelere sık yolum düşer.<br />
Genellikle oralardaki kardeşlerimize<br />
alanımla ilgili konferanslar<br />
vermek veya düzenledikleri kitap<br />
fuarlarına katılmak amacıyla bu<br />
gezileri yaparım.<br />
Bu seyahatlerimde gurbetçilerin<br />
çeşitli sorularını cevaplandırmaya<br />
ve problemlerine çözüm yolu<br />
bulmaya çalışırım. Gördüğüm<br />
odur ki, yaygın sorunlardan biri<br />
de çocuk ve gençlerimizin hak<br />
ettikleri sınıfta değil de daha düşük<br />
zekalı öğrencilerle öğrenime<br />
zorlanmalarıdır.<br />
Zeka nedir?<br />
IQ testleriyle hesaplanabilmesine<br />
rağmen zekanın ne anlama geldiği<br />
ve ne kadarının ölçülebildiği<br />
konusunda henüz bir görüş birliği<br />
sağlanmış değildir. Bazı tanımlamalar<br />
şöyledir:<br />
Cevap vermede, muhtemel çözümleri<br />
inceden inceye aramada<br />
çabukluk ve bir problemin evre-<br />
leri arasındaki yeni ilişkileri algılayabilme<br />
kapasitesidir.<br />
Beynin bilgiyi alıp, hızlı ve doğru<br />
olarak analiz etmesidir.<br />
Anlayış, kavrayış ve problemler<br />
karşısında çözüm yolu bulma<br />
yeteneğidir.<br />
Zekanın ölçümünde problemler<br />
vardır. Zeka (IQ) testleri, kıyasıya<br />
eleştirilmelerine rağmen yine de<br />
yeteneğin, yani aklın gizli gücünün<br />
göstergesi olarak kabul edilmektedir.<br />
Ancak IQ’nun zekanın<br />
bütününden ibaret olmadığı, son<br />
derece kompleks bir fenomen<br />
olan zekanın sadece bir boyutu<br />
olduğu bir gerçektir.<br />
Sözgelimi her milletin ortalama<br />
zekası birbirine yakındır. Afrika’da<br />
veya Avustralya’da bulunan ilkel<br />
yaşantıya sahip kabilelerin çocukları<br />
o ortamdan alınıp gelişmiş bir<br />
ülkeye götürüldüğünde kaliteli<br />
üniversitelerden mezun olabildikleri<br />
görülmüştür.<br />
Haziran 2011 - 146 33
34<br />
Yurtdışında çocuklar zeka seviyelerine göre okullara ve<br />
sınıfl ara yerleştirildikleri için Türk çocukları kendilerinden<br />
daha düşük zekalı çocuklarla birlikte öğrenim görmeye<br />
yönlendirilmektedirler.<br />
Ancak zeka testleri çocuğun yetiştiği<br />
kültüre uyarlanmamışsa<br />
yanıltıcı sonuçlar verebilmektedir.<br />
Çünkü yerel bilgiler ve test diline<br />
hakim olmama, zekayı ölçmekte<br />
kullanılan testlerde bir iki soruyu<br />
eksik cevaplamaya sebep olabilmekte,<br />
böylelikle çocuğun zekası<br />
daha düşükmüş izlenimi alınabilmektedir.<br />
Yurtdışında çocuklar zeka seviyelerine<br />
göre okullara ve sınıfl ara<br />
yerleştirildikleri için Türk çocukları<br />
kendilerinden daha düşük<br />
zekalı çocuklarla birlikte öğrenim<br />
görmeye yönlendirilmektedirler.<br />
Bu konuda pek çok öğrenci ve<br />
aileleriyle görüşmeler yaptım.<br />
Aileler üzüntü ile bu durumdan<br />
dert yanmakta, ne yapacaklarını<br />
bilememektedirler. Çoğu zaman<br />
yapılan bu yanlışın sebebi de,<br />
zeka testlerindeki o ülkeye özgü<br />
sorulardır. Böylece çocuklarımız<br />
hak etmedikleri halde düşük<br />
zekalı damgası yemekte, bu da<br />
hayatları boyunca onları olumsuz<br />
etkilemektedir.<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Şu da var; beynin bazı fonksiyonlarının<br />
zayıfl ığı veya kişinin orta<br />
derecede bir IQ seviyesine sahip<br />
olması, onun amaçsız bir yaşam<br />
süreceği ya da işinde başarısız<br />
olacağı anlamına gelmiyor. Ünlü<br />
psikolog Daniel Goleman, “IQ<br />
testlerinin, kimin hayatta daha<br />
çok başarı kazandığıyla veya<br />
daha doyumlu bir sosyal hayat<br />
sürdüğüyle hiçbir ilgisi yok.” diyor.<br />
Sadece dile iyi hakim olmak,<br />
hesapları çabuk yapabilmek ya<br />
da düzenli ve mantıklı olmak da<br />
kişiyi “zeki” yapmıyor. İnsan beyni<br />
son derece karışık ve şaşırtıcı<br />
bir organ olduğundan, sayısız yetenek<br />
ve fonksiyona sahiptir. Ve<br />
bunların tümünü testlerle ölçmek<br />
mümkün değildir. İnsan, beyninin<br />
çeşitli yeteneklerini kullanmada<br />
ne kadar başarılıysa o derece<br />
zeki sayılıyor.<br />
Bu sebeple ailelere tavsiyelerim<br />
olacak:<br />
- Çocuğunuzun hangi sınıfa ayrıldığını<br />
kontrol edin, inceleyin ve o<br />
seviyeye uygun olmadığını düşünüyorsanız<br />
faaliyete geçin. Zeka<br />
ve yetenek testine güvenmediğinizi<br />
belirterek gözden geçirilmesini<br />
talep edin.<br />
- Olmazsa Türkçe bilen bir psikiyatri<br />
uzmanından veya psikologtan<br />
yardım alın. Onların fi krini<br />
sorun.<br />
- Bir yol bulamadıysanız, çocuğunuzun<br />
zeka seviyesini Türkiye’de<br />
ölçtürün. Uzmanın incelemesini<br />
sağlayın. Eğer elde edilen bulgular<br />
yaşadığınız ülkedekiyle uyuşmuyorsa<br />
ve çocuğunuza haksızlık<br />
edildiğini düşünüyorsanız bunu<br />
gidermenin yollarını arayın.<br />
Yurtdışındaki yeni kuşak öğrencilere<br />
önerilerime gelince:<br />
- İki kültür, iki dil, iki din arasında<br />
öğrenim görmek zorluklarla doludur.<br />
Siz ülkemizi oralarda temsil<br />
eden gençler olarak milli kültürümüz<br />
kadar başka bir kültürün<br />
bilgi ve anlayışına da hakim olmalısınız.<br />
Bu da, çok çalışmayı ve<br />
gayret göstermeyi gerektirir.<br />
- Yaşadığınız ülkenin öğrencilerinden<br />
daha çok çalışmak zorunda<br />
olduğunuz bir gerçektir. Orada<br />
sivrilmenin, başarılı olmanın<br />
gereklerini yerine getirmelisiniz.<br />
Çünkü siz, yabancı bir ülkede<br />
sadece kendinizi ve ailenizi değil,<br />
Türkiye’yi de temsil ediyorsunuz.<br />
Yabancı bir kültürde ayakta kalmak<br />
için daha çok emek harcamalı,<br />
gayret göstermelisiniz.<br />
- Zahmet olmadan rahmete, meşakkat<br />
ve külfet olmadan nimete<br />
kavuşulmayacağını bilmelisiniz.<br />
Bu yüzden zora ve zorluğa talip<br />
olmalısınız. “Armut piş, ağzıma<br />
düş.” kolaycılığından kaçınmalısınız.<br />
Kendi gücünüzle elde ettiğiniz<br />
başarıların size derin haz ve<br />
mutluluk vereceğini bilin.<br />
Tüm gurbetçi kardeşlerimize<br />
mutluluk, huzur ve başarı temennisiyle…
Almanca, dünyada<br />
2.5 milyar insanın<br />
konuştuğu Hint-<br />
Avrupa diller<br />
ailesinin bir alt<br />
grubu Cermen<br />
dil kategorisine<br />
dahildir. Türkçe<br />
ise Ural-Altay<br />
diller ailesinin<br />
bir ferdidir. O<br />
açıdan yapılarında,<br />
gramerlerinde,<br />
ses uyumu ve<br />
cümle düzeninde<br />
birbirinden oldukça<br />
farklılık arz<br />
etmektedir.<br />
Doç. Dr. Ömer Yılmaz<br />
Hamburg Din Hizmetleri Ataşesi<br />
Göçün 50. yılında<br />
Türkçe ve Almanca’nın<br />
birbirleri ile etkileşimi<br />
Bilindiği gibi dil kültürün en önemli öğelerinden biri olup, iletişim araçlarının<br />
başında gelmektedir. Yine günümüzde yeryüzünde homojen<br />
yapısını devam ettiren milletler nerdeyse yok gibidir. Bütün toplumlar<br />
gelinen bu aşamada, farklı gerekçeler ve globalizmin doğal sonucu heterojen<br />
bir yapıya bürünmüş, çok kültür ve çok dinli milletler halinde<br />
birarada yaşamaya mahkum edilmiştir. Dolaysıyla bir iletişim aracı olan<br />
dil, az veya çok öteki dilden etkilenmiş, hiçbir dil safi yetini muhafaza<br />
edememiştir. Belki de bu yüzden olsa gerek, kimi dil bilimciler yabancı<br />
kelimenin yerel dile zarar verdiğini savunurken behemahal bundan<br />
kaçınılmasını önermekte, kimileri ise dilin etkileşiminden kaçınmanın<br />
mümkün olmadığından hareketle yabancı kelimelerin o dile müspet<br />
katkı ve zenginlik getirdiğini belirtmektedir. Şüphesiz bu konu geniş bir<br />
araştırmayı ve uzmanının kaleminden enine boyuna tartışmayı gerektirir.<br />
Ancak biz bu kısa yazımızda Alman toplumu ve Alman dili açısından,<br />
Almanca ile Türkçe’nin karşılıklı etkileşimine bakmak istiyoruz.<br />
Almanca, dünyada 2.5 milyar insanın konuştuğu Hint-Avrupa diller<br />
ailesinin bir alt grubu Cermen dil kategorisine dahildir. Türkçe ise Ural-<br />
Altay diller ailesinin bir ferdidir. O açıdan yapılarında, gramerlerinde,<br />
ses uyumu ve cümle düzeninde birbirinden oldukça farklılık arz etmektedir.<br />
Bilinen bir gerçek varsa her iki farklı aileye mensup bu diller,<br />
dünyadaki diğer diller gibi birbirinden kelime ve kavram alışverişinde<br />
bulunmuşlar, az veya çok birbirini etkilemişlerdir. (Almanca’daki Arapça keli-<br />
meler hakkında geniş bilgi için bkz. Singrid Hunke, Allahs Sonne über dem Abendland, çev. S.<br />
Sezgin, Bedir yay. İstanbul, 1972) Bu bağlamda Türkçe’nin mevcut kelime haznesine<br />
bakıldığında, Arapça’dan 6463; Fransızca’dan 4974; Farsça’dan<br />
1374, Almanca’dan ise 126 kelime aldığına şahit oluyoruz. (Daha detaylı<br />
döküman için bakınız., http://tdk.org.tr/tdksozluk/sozdil.html) Belki bu rakamlar onbinlerce<br />
kelimeye sahip bir dil için çok büyük bir oran ve büyük bir anlam<br />
ifade etmeyebilir.<br />
Haziran 2011 - 146 35
36<br />
Diller arası alışveriş ve etkileşimde,<br />
bazı deyim ve atasözlerindeki<br />
benzerlikte dinî anlamda<br />
insanlık ailesinin aynı ortak<br />
atadan gelmelerinin, yadsınamaz<br />
bir rolü vardır kanaatindeyiz.<br />
Bununla ilintili olarak zaman<br />
zaman farklı çevrelerce, genelde<br />
Batı özelde Hıristiyanlık kültürünün<br />
eski Yunan, Grek, Roma ve<br />
Yahudilik ile şekillendiği, İslam’ın<br />
bu anlamda hiçbir katkısının<br />
bulunmadığı vurgulanmaktadır.<br />
Ancak böyle bir iddia hem tarihsel<br />
hem de bilimsel verilere<br />
çok uygun bir yaklaşım değildir.<br />
Nitekim iki Almanya’nın birleşme<br />
günü 3 Ekim 2010 tarihinde<br />
Bremen Dom Kilisesinde bir<br />
konuşma yapan Alman Cumhurbaşkanı<br />
Bay Wullf, bu gerçeğe<br />
temas etme gereği duymuş ve<br />
şunları söylemiştir: “Hıristiyanlık<br />
ve Yahudilik Almanya’ya aittir.<br />
Artık İslamiyet de Almanya’nın<br />
bir parçasıdır.” (http://www.spiegel.de/<br />
politik/deutschland/0,1518,721259,00.html,<br />
4.10.2010) Zira nasıl ki İslam, ken-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
dinden önce gelen her iki semavi<br />
din tarafından kültür ve diline<br />
bazı eklemelerde bulunmuş ise,<br />
Hıristiyanlık ve Batı âlemi de<br />
çeşitli vesilelerle Müslümanlarla<br />
yüzleşmeleri ve karşılaşmaları<br />
esnasında kendi ilim ve kültür<br />
dünyalarına bazı kazanımlar katmışlardır.<br />
Zaten matematik, tıp,<br />
hendese, coğrafya, astronomi,<br />
vb. pek çok kavramlara bakıldığında<br />
bunun doğru olduğu<br />
kendiliğinden anlaşılacaktır. Keza<br />
eski Yunan eserlerinin Müslüman<br />
âlimlerce tercümesi, üstelik buna<br />
devrin ilim ve siyaset adamlarının<br />
öncülük etmesi, medreseler<br />
açması İslam açısından yadsınamaz<br />
bir gerçektir. Hıristiyanların<br />
da Müslümanlarla Endülüs,<br />
Sicilya, Kudüs, İstanbul tecrübeleri<br />
ve karşılaşmaları onların<br />
dil ve kültürlerine ister istemez<br />
bazı müktesebat getirmiştir.<br />
İşin doğrusu da budur. Çünkü<br />
kendisini başka dil ve kültürlere<br />
tamamen kapatan, bu anlamda<br />
daha tutucu bir yol izleyen hiçbir<br />
felsefi ekol ve kültür uzun süre<br />
dinamizmini ve varlığını muhafaza<br />
edemez.<br />
Bütün bu bilgilerden sonra genelden<br />
daha özele gelirsek, bizler<br />
şu an her ne kadar Almanya<br />
ile olan ilişkilerimiz çok daha eskilere<br />
dayansa bile, aktif anlamda<br />
göçün 50. yılını yaşıyoruz. Biz<br />
de göçün 50. yılında diller arası<br />
iletişime kısaca bakmak istedik.<br />
Bu sebeple, Lexion der Fremdwörter<br />
(Wissen-kompakt/Köln)<br />
adlı Almanca sözlük kitabını<br />
tarayarak, Almanca’nın Arapça,<br />
Farsça ve Türkçe’den aldığı kelimelere<br />
baktık. Tekrarları çıktığı<br />
takdirde Almanca, Arapça’dan<br />
108; Farsça ve Türkçe’den ise 25<br />
kelimeyi kendi dağarcığına katmış<br />
gözükmektedir. Yani Almanca<br />
Türkçe’den 25 kelime alırken,<br />
buna karşın Türkçe Almanca’dan<br />
TDK Sözlük verilerine göre 85,<br />
diğer bazı sözlüklerin verilerine<br />
göre 126 kelimeyi bünyesine<br />
katmıştır. (Bkz. Ayfer Aktaş, Türk Dili,<br />
TDK, 6/2007, s.522-528) Şimdi bu ke-
limelerin neler olduğuna bakıp,<br />
dil ve kültürlerin birbirlerinden<br />
etkilendiğine dair benzer birkaç<br />
atasözüyle yazımızı bitirmek<br />
istiyoruz:<br />
Almanca’ya Arapça’dan<br />
geçen kelimeler:<br />
Aba, Abu, Acerolakirsche, Admiralitaet,<br />
Alchemie, Algebra,<br />
Algorithmus, Alhidade, Alkahest,<br />
Alkali, Akalimetall, Alkalin, Alkohol,<br />
Alkyl, Allah, Amulgam,<br />
Amber, Anilin, Arrak, Atlas,<br />
Benzin, Benzylalkohal, Borax,<br />
Durra, Benzoe, Elemi, Elexier,<br />
Fakir, Fedajın, Fellache, Fennek,<br />
Galgantwurzel, Gazelle, Hadsch,<br />
Hadschi, Hakim, Haschisch,<br />
Havarie, Hadschra, Henna, Histochemie,<br />
Huri, İslam, Jasmin,<br />
Kaabe, Kadi, Kali, Kalif, Kalisalz,<br />
Kalium, Karaffe, Kashba, Kif, Kısmet,<br />
Koran, Kurkuma, Kuskus,<br />
Lapislazuli, Lithergol, Megazin,<br />
Magreb, Makramee, Mameluck,<br />
Marabut, Mastaba, Matratze,<br />
Mihrab, Minarett, Mohair, Moschee,<br />
Moslem, Muezzin, Mufti,<br />
Mullah, Muselman, Nabob, Nadir,<br />
Olibanum, Ramadan, Razzia,<br />
Safari, Sahib, Schaitan, Salam<br />
Alaikum, Samum, Sarabande,<br />
Sarazene, Scheich, Scherif,<br />
Schia, Schismus, Schirokko, Serir,<br />
Sofa, Sultan, Sunna, Sunnit,<br />
Sure, Talkum, Tamarinde, Tanbur,<br />
Tara, Tarbusch, Tarif, Theodolit,<br />
Wadi, Wesir, Zenit.<br />
Almanca’ya Farsça’dan<br />
geçen kelimeler:<br />
Ajatollah, Basar, Diwan, Ferman,<br />
Hindi, Hindu, Kaftan, Karawane,<br />
Khaki, Magie, Mogul, Naphtalin,<br />
Perkal, Rochade, Saffi an, Safran,<br />
Satrap, Schador, Schah, Sitar,<br />
Spinat, Tiara, Turban, Türlkis,<br />
Zitwer.<br />
Almanca’ya Türkçe’den<br />
geçen kelimeler:<br />
Derwisch, Dönerkebap, Efendi,<br />
Jurte, Fes, Giaur, Harem, Jog-<br />
hurt, Kaffe, Kalpak, Karakal,<br />
Karbatsche, Kaviar, Kebab, Kelim,<br />
Kiosk, Odaliske, Ottomane,<br />
Pascha, Pilaw, Raki, Tabun,<br />
Tschibuk,Tulipan, Ula.<br />
Türkçe’ye Almanca’dan geçen<br />
kelimeler:<br />
Akkordion, Akupuntur, Akut,<br />
Alpax, Hauptmann, Banause,<br />
Balata, Baron, Becher, Becherglas,<br />
Balsam, Bier, bitter, Wismut,<br />
Blockhaus, Notizblock, Boxer,<br />
Breche, Danzig, Dekan, Dieffenbach,<br />
Diktat, Drill, Diesel,<br />
Dozent, Taler, Drama, Element,<br />
Esther, Fahrenheit, Fasching,<br />
Feldmarschall, Feldspath, Pfennig,<br />
Fertig, Flinte, Ganggestein,<br />
Gen, General, Genetik, Germanistik,<br />
Grendium, Gestalt, Gestapo,<br />
Gneiss, Graben, Graf, Grossmarkt,<br />
Hahnium, Hamburger,<br />
Heimatlos, Hinterland, Hornblende,<br />
Horst, Kammgarn, Kaputt,<br />
Karst, Kaiser, Keramik, Ketone,<br />
Kyklon, Kippe, Klappe, Kobaldt,<br />
Konsonant, Kraft, Groschen,<br />
Quarz, Quarzit, Laborant, Latte,<br />
Laute, Leitmotiv, Lied, Löss,<br />
Lumpen, Markt, Mauser, Masochist,<br />
Moment, Nazi, Nazismus,<br />
Nickel, Ohm, Autobahn, Panda,<br />
Panzer, Parabellum, (Prae)<br />
Katechu, Pistole, Platte, Boot,<br />
Praeparat, Ratte, Reiber, Ren,<br />
Revier, Ringa, Röntgen, Saal,<br />
Sekundaer, Sedlitz, Slawistik,<br />
Schablone, Schalter, Schleppschifft,<br />
Schilling, Schlempe,<br />
Schnitzel, Schnorchel, Schwester,<br />
Talweg, Techniker, Termin,<br />
Tiefdruck, Tonmeister, Truppe,<br />
Torf, Wachs, Walzer, Vampir,<br />
Was ist das?, Vaselin, Wermut,<br />
Vokal, Wolffrau, Zeppelin.<br />
Bazı Alman Atasözleriyle,<br />
Türkçe Atasözü veya Deyimlerin<br />
Karşılaştırılması<br />
Abends werden die Faueln fl eissig<br />
/ İşçinin tembeli akşama<br />
doğru belli olur.<br />
Eileviel kommt spaet ans Ziel /<br />
Hızlı giden yorulur. Acele eden,<br />
ecele gider.<br />
Erfahrung kommt mit den Jahren<br />
/ Tecrübe zamanla kazanılır.<br />
Viel Essen,Viel Krankheit / Çok<br />
yiyen çok hastalanır.<br />
Wer sich des Fragens schaemt,<br />
sachaemt sich des Lernens /<br />
Öğrenmemek ayıp değil, sormamamak<br />
ayıptır. İlim öğrenmede<br />
ayıp olmaz.<br />
Ich hoffe noch, und zweifl e doch<br />
/ Ümitle korku arası olmak.<br />
Kurze Rede, gute Rede / Sözün<br />
kısası makbuldür.<br />
An der Red’ erkennt man den<br />
Mann / Adamın kemali kelamından<br />
belli olur.<br />
Wissenschaft eine gute Erbschaft<br />
/ En büyük miras iyi bir<br />
eğitimdir.<br />
Wissenschaft liegt nicht auf weichem<br />
Bette / İlim yatarak elde<br />
edilmez.<br />
In der Wut tut niemand gut /<br />
Öfkeyle kalkan zararla oturur.<br />
Netice itibariyle, diller ve kültürler<br />
birbirinden etkilenmişlerdir.<br />
Bu onlara bir zafi yet değil aksine<br />
zenginlik katmıştır. Farklı dil ve<br />
dinlere mensup insanlar aynı dili<br />
konuşamayabilirler, ancak sahip<br />
oldukları duygu dili her yerde<br />
aynıdır. 50 yılını geride bıraktığımız<br />
Almanya, artık bizim insanımızın<br />
ikinci vatanı olmuştur. Bu<br />
kalıcılık sadece dirilerimizle sınırlı<br />
kalmamış, hatta ölülerimizin de<br />
bu topraklara defnedildiklerini<br />
görüyoruz. Alman toplumu için<br />
de benzer tespitler söz konusudur.<br />
Antalya ve İstanbul başta<br />
olmak üzere çok sayıda Alman<br />
vatandaşı ülkemizde yaşamaktadır.<br />
“Almanya’daki Türkler”<br />
kavramının yanına artık bundan<br />
böyle “Türkiye’deki Almanlar”<br />
kavramı da eklenmiştir.<br />
Haziran 2011 - 146 37
38<br />
Kültüre, sanata<br />
ve eskiye merakı<br />
olanların en hoş<br />
vakit geçirecekleri,<br />
kahvelerini<br />
içecekleri yerler<br />
buralar olunca,<br />
her şeye itina<br />
gösteriliyor ve<br />
kesinlikle çok temiz<br />
tutuluyor.<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Kuddusi Doğan<br />
Gaziantep Nurdağı İlçe Müftüsü<br />
Din, sanat ve şehir<br />
Almanya’da görev yaptığım sırada gezme fırsatı bulduğum şehirlerin<br />
istisnasız hepsinde şöyle bir ortak özellik gördüm: Şehirlerin en eski<br />
yerleşim alanlarının tam ortasında Marktplatz, (Pazar yeri) denen bir<br />
meydan bulunuyor. Bu saha, genellikle o şehrin en eski ve en büyük<br />
kilisesinin önünde veya yanında yer alıyor. Zaten bir nevi sanat galerisi<br />
görünümünde olan kilisenin ana kapısı ve en görkemli cephesi bu<br />
meydana bakıyor ve inşa edildiği devrin mimari ve sanat anlayışını yansıtıyor.<br />
Bunun hemen yanında yahut karşısında Rathaus, yani belediye/<br />
muhtarlık binası yer alıyor. Daha da önemlisi sanatsal etkinliklerin icra<br />
edildiği tiyatro, opera, sergi ve konser salonları, sinema gibi mekanlar<br />
ile müzeler, antikacılar, çerçeveciler, fotoğrafçılar, resim atölyeleri, müzik<br />
aletleri ile çeşitli el sanatları ürünleri satılan dükkanlar umumiyetle bu<br />
alanın çevresinde ya da yakınında yer alıyor. Bazı istisnalar olabilirse<br />
de eskiden beri pazar kurulan ve adını da bundan alan “Marktplatz”ın<br />
etrafındaki yapıların çoğunun Ortaçağdan beri çok fazla değiştirilmeden<br />
muhafaza edildiği daha ilk bakışta fark ediliyor. Ayrıca o şehir yahut<br />
bölgeden çıkıp da tarihe adını yazdıran şair, edib, bestekar veya din<br />
büyüğü bazı meşhurların heykelleri dikilmiş buralara.<br />
Sözünü ettiğimiz meydanların en güzel yanı ise umumi trafi ğe kapalı<br />
olması, bu sebeple çok rahat bir şekilde gezip inceleme imkan ve fırsatı<br />
vermesidir. Bu civarda bulunan işyerlerine bazı arabalar girip çıksa da<br />
fazla rahatsızlık vermiyorlar. Kültüre, sanata ve eskiye merakı olanların<br />
en hoş vakit geçirecekleri, kahvelerini içecekleri yerler buralar olunca,<br />
her şeye itina gösteriliyor ve kesinlikle çok temiz tutuluyor. Buralar,<br />
sadece elit veya entelektüel zümrelerin değil, zaten ayak altı yerler<br />
olduğu için genç-ihtiyar, kadın-erkek herkesin gelip geçtiği, kahve içtiği<br />
yerlerdir. Sokak çalgıcılarından tutun da sendikaların protesto gösterilerine<br />
kadar her etkinliği buralarda her gün görebilirsiniz. Kısacası bu alan<br />
şehrin kalbinin attığı bir mekandır.<br />
Altını çizmemiz gereken bir diğer nokta da şudur ki, bu alanlar bizdeki<br />
gibi sadece büyük şehirlerde değil, istisnasız her şehir ve kasabada<br />
bulunuyor ve aşağı yukarı aynı karakteri taşıyor. Benzer durumların
Avrupa’nın diğer ülkelerinde de<br />
olduğunu sanıyorum.<br />
Sadede gelecek olursak, şehirlerin<br />
göbeğindeki bu geleneksel<br />
yapılaşma bize bir şeyler fısıldıyor:<br />
Acaba Ortaçağ’dan beri bu<br />
şehirlere aynı hüviyeti kazandıran,<br />
siyasal iktidarlar ve rejimler değişse<br />
bile kendisi hiç değişmeyen<br />
bu şehircilik anlayışı şu mesajı mı<br />
vermek istiyor?<br />
Ey halkım! Senin kültürünün temel<br />
taşı, şu gördüğün kilisedir.<br />
Sen tarih, kültür ve geleneklerini,<br />
sanat varlıklarını unutma. Asırlarca<br />
önce yaşamış olan dedelerinin<br />
ikamet ettiği evler işte burada,<br />
gözünün önünde duruyor.<br />
Hangi şehirde yaşarsan yaşa, Alman<br />
ulusunun kimliğini yansıtan<br />
kültür ve sanat eserlerini kolaylıkla<br />
gezip görebilirsin. Yeter ki pazaryerine<br />
in. Hem alışverişini yap, kahveni<br />
yudumla ve bu arada kabiliyet<br />
ve hevesini ateşlendir.<br />
Senin de bir meziyetin olsun. Şayet<br />
bir meziyet ve hünerin olursa,<br />
buralarda sana yardımcı olacak<br />
her şeyi bulabilir ve kendini ifade<br />
edebilirsin, emeğini sergileyebilirsin.<br />
Almanya dünyanın en gelişmiş<br />
ve en modern ülkelerinden biri<br />
olmanın yanı sıra, kültürüne ve<br />
geleneklerine de bir o kadar bağlı<br />
bir ülke. Örneğin çevre temizliği<br />
konusunda en küçük bir ihmale<br />
göz yumulmaz. Resmi dairelerine<br />
sükunet ve kibarlık hakim, şekle<br />
değil işe bakarlar. Sadece sporcular<br />
değil, herkes spor yapar ve<br />
yürür. Fakat şehirlerindeki tarihle,<br />
tarihi ve dinî eserlerle iç içelik,<br />
kültür ve sanat alanında meydana<br />
getirilen ortam, yine bu alandaki<br />
teşvik politikası gerçekten gıpta<br />
etmeğe değer.<br />
Biz biliyor ve inanıyoruz ki, klasik<br />
çağlarımızda bizim şehirlerimiz<br />
de böyle bir yapıya ve ayırt edici<br />
bir hüviyete sahipti. Daha Asr-ı<br />
Saadet’ten itibaren ve özellikle<br />
Hz. Ömer’in hilafeti zamanındaki<br />
talimatlarıyla şehirler cami<br />
merkezli olarak kuruluyor veya<br />
İslam’ın boyasıyla boyanıyordu.<br />
Daha sonraki asırlarda ulu camile-<br />
rin veya Selatin camilerinin etrafında<br />
kümelenen külliyeler, medreseler,<br />
han ve hamamlar, arasta,<br />
bedesten yahut kapalı çarşılar<br />
aynı mesajı telkin ediyorlardı.<br />
Ama ne olduysa oldu, 20. yüzyılın<br />
başlarından, özellikle ikinci<br />
yarısından itibaren şehirlerimizin<br />
yoğun trafi kle tanışmasıyla, kontrolsüz<br />
sanayi ve nüfus hareketleriyle,<br />
daha da fecisi, önceden<br />
hazırlanması gereken imar planlarına<br />
göre şehirleşmek yerine, elini<br />
çabuk tutanların diktiği binalara<br />
göre cadde ve sokaklar oluşturuldu.<br />
Artık trafi k uğultusu şehirlerimizin<br />
efendisi olmuştur. Ne yazık<br />
ki, şehirlerimiz medeniyetimizin,<br />
erdemlerimizin teşhir edildiği mekanlar,<br />
milli hüviyetimizin aynası<br />
olmak yerine, insan deposu haline<br />
gelmiştir.<br />
Nüfusu milyonlarla ifade edilen<br />
ve adeta yaşanmaz hale gelen<br />
büyük şehirlerin yanı sıra, son<br />
yıllarda Anadolu’daki şehirler de<br />
bir hercümerç içinde korkunç<br />
birer ejderha haline geliyorlar. Dip<br />
dibe apartmanlar yükseltmekle,<br />
caddeleri birer dehliz haline getirmekle<br />
şehirleştiğimizi sanıyoruz.<br />
Ayakta kalan tarihi ve estetik<br />
binaların dört bir yanını beton<br />
binalarla çevirip adeta gözlerden<br />
saklıyoruz<br />
Kısacası şehirlerimizin bugünkü<br />
hal-i pür melali çocuklarımızın ve<br />
gençlerimizin his ve gönül dünyalarını<br />
harekete geçirmiyor, aksine<br />
daha da köreltiyor. Acaba Yahya<br />
Kemal İstanbul’un bugünkü halini<br />
görseydi, yine “Aziz İstanbul” diye<br />
seslenir miydi?<br />
Yine acaba Tanpınar gelse Beş<br />
Şehir’i yeniden yazacak olsa, o<br />
bir içim su tadındaki kitabını aynı<br />
lezzette yazar mıydı?<br />
Yahut da Rıza Tevfi k acaba camilerimizin<br />
şadırvanında aynı “ab-ı hayat”ı<br />
bulabilir miydi? Ne dersiniz?<br />
Haziran 2011 - 146 39
40<br />
Asya ile Avrupa’yı<br />
birbirine bağlayan<br />
yolların kavşağında,<br />
Avrupa’yı Anadolu<br />
üzerinden<br />
Ortadoğu’ya<br />
bağlayan geçiş<br />
koridoru üzerinde<br />
yer alan ve<br />
ilkçağlardan itibaren<br />
yerleşim yeri olan<br />
Kocaeli 1924 yılında<br />
vilayet olmuştur.<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Veli Değirmenci<br />
Ülke sanayileşmesinde<br />
öncü bir ilimiz<br />
Kocaeli<br />
Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan yolların kavşağında, Avrupa’yı<br />
Anadolu üzerinden Ortadoğu’ya bağlayan geçiş koridoru üzerinde<br />
yer alan ve ilkçağlardan itibaren yerleşim yeri olan Kocaeli 1924 yılında<br />
vilayet olmuştur. 3.418 km² yüzölçümü olan Kocaeli’nin nüfusu<br />
1.522.408’dir. (2009) Kocaeli’nin ilçeleri; İzmit, Derince, Gebze, Gölcük,<br />
Karamürsel, Kandıra, Körfez, Başiskele, Kartepe, Dilovası, Çayırova<br />
ve Darıca’dır.<br />
Tarihçe<br />
Kocaeli’nin tarihi eski çağlara uzanır. İlk çağlarda, Bithynia adı verilen<br />
bölgede kurulan kent, sırasıyla, Olbia, Astakos, Nicomedia, İznikmid,<br />
İzmid ve Kocaeli adlarını almıştır. Megaralılar M.Ö. 712’de İzmit<br />
Körfezi’nin güneyindeki Başiskele yöresine yerleşerek Astakos adı verilen<br />
bir kent kurdular. Daha sonra Bitinya Krallığı’nın yıkılıncaya kadar<br />
başkenti olan kente, kurucusundan dolayı Nicomedia adı verilir.<br />
Roma İmparatoru Diocletian, 284 yılında Nicomedia’yı işgal ederek<br />
Roma İmparatorluğu’nun başkenti yaptı. Bu dönemde şehir, Roma,<br />
Antakya ve İskenderiye’den sonra dünyanın dördüncü büyük kenti<br />
haline geldi. Fakat Konstantin tarafından İstanbul’un imparatorluğun<br />
merkezi yapılmasıyla Nicomedia, eski önemini kaybetti.<br />
Kocaeli Türk egemenliğine ilk olarak 11. yüzyılın sonlarında Selçuklular<br />
zamanında (1078) geçti. İznik’in Anadolu Selçuklu Devleti’nin<br />
başkenti olmasıyla kentin önemi arttı. Ancak Haçlı Seferleri sırasında<br />
kısa bir süre Aleksios Komnenos tarafından işgal edilen kentin, Türk<br />
egemenliğine kesin olarak geçişi Orhan Bey döneminde oldu. Haçlı<br />
Seferleri’nde yağmalanması nedeniyle Selçuklu döneminden günümüze<br />
kalan eser sayısı oldukça azdır.<br />
Kocaeli, Osman Bey ve oğlu Orhan Bey’in uç beylerinden Akçakoca<br />
tarafından 1337 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Nikomedya Osmanlı<br />
egemenliğine geçtikten sonra, önce İznikmid, daha sonra İzmid
(İzmit) adını almıştır. Şehir en<br />
parlak dönemine Kanuni Sultan<br />
Süleyman zamanında ulaştı.<br />
19. yüzyılda İstanbul-İzmit arasında<br />
işleyen ve 1873 yılından<br />
itibaren de Haydarpaşa-Ankara<br />
güzergâhında faaliyet gösteren<br />
demiryolunun kente ulaşmasından<br />
sonra Kocaeli’nin ticari ve<br />
sosyal yaşamı canlanmaya başladı.<br />
Kent, 1888 yılında bağımsız<br />
sancak oldu ve ismi İzmit olarak<br />
değiştirildi. Daha sonra bölgeye<br />
fatihi Akçakoca’dan dolayı<br />
Akçakoca’nın yurdu anlamına<br />
gelen ‘Kocaeli’ adı verildi.<br />
Kocaeli, Cumhuriyetle birlikte<br />
özellikle sanayileşme alanında<br />
en hızlı gelişen illerimizden birisi<br />
olmuştur. Bunun başlıca nedeni<br />
İstanbul’a yakınlığı ve ulaşım<br />
imkânlarının çeşitliliğidir. 1934<br />
yılında İzmit Kağıt Fabrikası,<br />
1944’te ikinci selüloz ve kağıt<br />
fabrikası kurulmasıyla günümüze<br />
kadar devam eden hızlı bir sanayileşmeyle<br />
Kocaeli, Türkiye’nin<br />
ileri düzeyde sanayi bölgesi durumuna<br />
gelmiştir. Ayrıca Kocaeli<br />
ile ilgili önemli bir bilgi de, 30<br />
derece meridyeni Köseköy’deki<br />
otoyol kavşağı köprüsünün bulunduğu<br />
yerde olduğundan tüm<br />
Türkiye saatlerini Kocaeli’ne göre<br />
ayarlamaktadır.<br />
Ekonomi<br />
Kocaeli; konumu, İstanbul metropolüne<br />
olan yakınlığı, doğal<br />
limanı (İzmit Körfezi), orman<br />
varlığı ve ulaşım imkanları nedeniyle<br />
bütün dönemlerde önemli<br />
bir cazibe merkezi olmuş ve<br />
bu cazibe Kocaeli’de sanayinin<br />
1960 sonlarında patlamasını ve<br />
yapısal bir dönüşümün gerçekleşmesini<br />
sağlamıştır.<br />
Kocaeli’de, Sanayi Odası’na bağlı<br />
yaklaşık 1300 sanayi kuruluşu<br />
faaliyet göstermektedir. Kocaeli,<br />
Türk imalat sanayi üretimine<br />
yapmış olduğu yaklaşık %13’lük<br />
üretim katkısı ile İstanbul’dan<br />
sonra gelen en büyük il konumundadır.<br />
Maden varlığı bakımından ise<br />
ilde; bakır, kurşun, çinko, barit,<br />
cıva, çimento hammaddeleri,<br />
dolomit, kuvarsit ve mermer gibi<br />
maden yatakları bulunmaktadır.<br />
Kocaeli, bir yüzüyle; Türkiye’nin<br />
en çok üreten, en çok göç alan,<br />
en hızlı kentleşen; öbür yüzüyle<br />
de çevresi en önce ve en çok<br />
kirlenen, tarihsel ve kültürel kimliğini<br />
en acımasız ölçüde yitiren<br />
ili durumundadır.<br />
Coğrafi Konum<br />
Kocaeli, kuzeyde Karadeniz, güneyde<br />
Bursa, batı ve kuzeybatıda<br />
İstanbul, doğuda Sakarya illeriyle<br />
çevrilidir. Kuzeyde Kocaeli Platosu<br />
üzerinde az sayıda tepe vardır.<br />
Dağlar Kocaeli topraklarının<br />
%18.8’ini kaplamaktadır.<br />
İklim: Körfez kıyıları ile Karadeniz<br />
kıyısında ılıman, dağlık kesimlerde<br />
daha sert bir iklim hüküm<br />
sürmektedir. Bu özelliğiyle<br />
Akdeniz iklimi ile Karadeniz iklimi<br />
arasında bir geçiş oluşturduğu<br />
söylenebilir.<br />
Haziran 2011 - 146 41
42<br />
Bitki Örtüsü: Kıyısıyla dağlık<br />
alanlar arasında önemli farklılıklar<br />
göstermektedir. Kuzeyden<br />
güneye doğru gidildikçe<br />
Karadeniz’e özgü bitki topluluklarının<br />
yerini Akdeniz bitki örtüsü<br />
almaya başlar. Samanlı dağları<br />
ile Karadeniz kıyısı arasındaki<br />
alanlar sık ormanlarla kaplıdır.<br />
Bu ormanlar daha çok kayın,<br />
gürgen, kestane, meşeden oluşur.<br />
Samanlı dağlarının yüksek<br />
kesimleri iğne yapraklılarla örtülüdür.<br />
İzmit Körfezi’nin kuzey ve<br />
doğusunda Akdeniz iklimine özgü<br />
makilere rastlanır.<br />
Ovalar genellikle akarsuların<br />
yığıntılarıyla oluşmuş küçük düzlükler<br />
niteliğindedir. Karadeniz’e<br />
dökülen akarsuların oluşturduğu<br />
vadiler, Kocaeli Yarımadası’nın<br />
yeni bir biçim almasına yol açan<br />
tektonik hareketlerin öncesinde<br />
ortaya çıkmış, buna karşılık Marmara<br />
Denizi’ne dökülen akarsu<br />
vadileri ise tektonik hareketlerin<br />
sonrasındadır.<br />
Akarsular: İl topraklarından<br />
kaynaklanan suların bir bölümü<br />
Karadeniz’e, bir bölümü de Marmara<br />
Denizi’ne ulaşır. Gebze’nin<br />
Tepecik Köyü yakınlarından doğan<br />
71 km. uzunluğundaki Riva<br />
(Çayağzı) Deresi İstanbul Boğazı<br />
Haziran 2011 - 146<br />
girişinin hemen doğusundan<br />
Karadeniz’e dökülür. Ağva Deresi<br />
de denen Göksu Deresi Karayakuplu<br />
Köyü yakınlarından çıkar<br />
ve Ağva’da Karadeniz’e ulaşır.<br />
Yine Karadeniz’e dökülen Yulafl ı<br />
Deresi’nin uzunluğu 43 km’dir.<br />
Üzerinde İstanbul’a su sağlayan<br />
Darlık Barajı bulunan Darlık Deresi<br />
de Kocaeli’den doğar. Denizli<br />
köyünden doğup Karadeniz’e<br />
dökülen Kocadere’nin uzunluğu<br />
50 km’dir. İl topraklarından doğup,<br />
il sınırları içinde Karadeniz’e<br />
dökülen başlıca akarsu Kandıra<br />
ilçesindeki Sansu’dur.<br />
Göller: Batı bölümündeki 7 km’si<br />
Kocaeli sınırları içerisinde kalan<br />
Sapanca Gölü’nün yüzölçümü 47<br />
km²dir. Uzuntarla, Maşukiye ve<br />
Eşme beldelerine sınırdır. İzmit<br />
kentine su sağlayan Kirazdere<br />
Barajı’nın ardında yer alan yapay<br />
göl ise 1,74 km²’lik bir alanı kaplar.<br />
Bir başka yapay göl de kentin<br />
su ihtiyacını karşılamak için yaptırılan<br />
Yuvacık Baraj Gölü’dür.<br />
Dağlar: Sakarya Nehri’nın batı<br />
yakasından başlayarak Pamukova<br />
ve İznik Gölü’nün kuzeyinde<br />
Bozburun’a kadar uzanan<br />
Samanlı Dağları’nın en yüksek<br />
noktası 1.601 m. yüksekliğindeki<br />
Kartepe’dir (eski adı Keltepe).<br />
Diğer önemli dağlar; Dikmen<br />
Dağı (1.387 m), Naldöken Dağı<br />
(1.125 m), Naz Dağı (917 m) ve<br />
Çene Dağı’dır (646 m).<br />
İstanbul’a 38 km. mesafede bulunan<br />
140.000 m² alana sahip<br />
Darıca Kuş Cenneti ve Temalı<br />
Parkı, kuş türleri açısından dünyada<br />
benzeri olmayan bir parktır.<br />
Hayvanat bahçesinde 350 çeşit<br />
hayvan ve 250 üzerinde bitki<br />
çeşidi, tropik merkez akvaryum,<br />
botanik bahçeleri bulunmaktadır.
Burada önemli türler arasında<br />
Macar Ördeği, Elmabaş Patka ve<br />
Sakarmeke bulunmaktadır.<br />
Camiler/Külliyeler<br />
Orhan Cami: İzmit’e hakim bir<br />
tepede yer alan cami ilk olarak<br />
13. yüzyılda Orhan Gazi zamanında<br />
Süleyman Paşa tarafından<br />
yaptırılmıştır. Abdülmecit zamanında<br />
onarılan yapı, İzmit’te en<br />
erken tarihli cami olarak günümüze<br />
kadar gelmiştir.<br />
Fevziye Cami: İlk yapımı 16.<br />
yüzyılın ikinci yarısında fevkani<br />
tipte olan cami, 1894 sonrası<br />
dikdörtgen planlı içten asma<br />
kubbeli olarak İzmitli Mehmet<br />
Bey tarafından yaptırılmıştır. İlk<br />
yapımı Mimar Sinan’a ait olduğu<br />
düşünülen yapı, 1999 depreminde<br />
bütünüyle yıkılmıştır. 1999<br />
depremi sonrası aslına uygun<br />
olarak yeniden yapılmıştır.<br />
Pertevpaşa Külliyesi: İzmit’in<br />
önemli mimari eserlerinden olan<br />
Külliye, 16. yüzyılda Mimar Sinan<br />
tarafından yapılmıştır. Cami, hamam,<br />
medrese, kervansaray ve<br />
aşhaneden meydana gelmiştir.<br />
Çoban Mustafa Paşa Külliyesi:<br />
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni<br />
Sultan Süleyman’ın vezirlerin-<br />
den Mustafa Paşa tarafından<br />
Gebze’de yaptırılmıştır. 16.<br />
yüzyılda Mimar Sinan ve Mimar<br />
Acem Ali tarafından bir menzil<br />
külliyesi olarak inşa edilmiştir.<br />
Cami, han, tabhane, paşa odaları,<br />
imaret, medrese, kütüphane,<br />
hamam ve türbeden meydana<br />
gelen yapı topluluğu kendinden<br />
sonra inşa edilen külliyelere örnek<br />
oluşturmuştur.<br />
Saraylar/Köşkler/Konaklar<br />
Kasr-ı Hümayun - Saray Müze<br />
(Sultan Abdülaziz’in Av Köşkü),<br />
Kaiser Wilhelm Köşkü, Pembe<br />
Köşk, Demirciler Konağı, Eski Vali<br />
Konağı ve Sırrıpaşa Konağı.<br />
Kaplıcalar/İçmeceler<br />
Yeniköy Yazlık Ilıcası: İzmit’in<br />
Gölcük yolu üzerinden 15 km güneyde<br />
Yeniköy sınırları içerisinde<br />
bulunan Yazlık Ilıcası denize 3<br />
km. mesafededir. Cilt hastalıklarına<br />
iyi geldiği bilinmektedir.<br />
Maşukiye Şifalı Suyu: Kartepe<br />
eteklerindeki Maşukiye yakınlarındaki<br />
bu sular fundalıklar<br />
arasından çıkmaktadır. Suyun<br />
bulunduğu yöre denizden 50 m<br />
yüksekliktedir. İki kaynak durumunda<br />
olan sular saniyede 0,5<br />
lt çıkmakta olup sıcaklıkları 20<br />
derecedir. Cilt ve mide hastalıklarına<br />
iyi gelmektedir.<br />
Soğuksu Şifalı Suyu: Merkeze<br />
bağlı Bahçecik beldesinde<br />
bulunan Soğuksu Şifalı Suyu,<br />
bölgeye ismini vermiş olup, mide<br />
rahatsızlıklarına iyi geldiği bilinmektedir.<br />
Süleyman Paşa Hamamı: 14.<br />
yüzyılda yaptırılmıştır. İzmit’te<br />
günümüze kadar ayakta kalabilen<br />
en erken tarihli Osmanlı<br />
dönemi yapısıdır.<br />
Yemek Kültürü<br />
Yöredeki kültürel çeşitlilik beslenme<br />
biçimlerine de yansımıştır.<br />
Sebze ve meyve tüketimi oldukça<br />
fazladır. Kiraz, vişne, elma ve<br />
şeftali üretimi oldukça yaygındır.<br />
Yarımca kirazı ve Değirmendere<br />
fındığı ünlüdür. Cızlama, kıvırma<br />
ile höşmerim ve pişmaniye yöreye<br />
özgü başlıca yemek ve tatlılardır.<br />
Sanayileşmenin öncüsü bu güzel<br />
ilimizden; Kuş Cenneti ve Temalı<br />
Parkı (Darıca-Bayramoğlu-Gebze)<br />
gezmeden, Maşukiye’de alabalık,<br />
Kandıra Yoğurdu, Peyniri, Pişmaniye<br />
ve Saray Helvasını tatmadan,<br />
Hereke İpek Halısı ve Karamürsel<br />
Sepeti almadan ayrılmamanız tavsiye<br />
olunmaktadır.<br />
Haziran 2011 - 146 43
Hz. Osman<br />
bin Affan,<br />
(ö.35/656)<br />
Mekke’nin<br />
yerlilerinden<br />
Kureyş<br />
kabilesinin<br />
Ümmeyye<br />
oğullarındandır.<br />
Hulefa-i<br />
Raşidin’in<br />
üçüncüsü olarak<br />
miladi 644-656<br />
yılları arasında<br />
yaklaşık 12<br />
yıl halifelik<br />
yapmıştır.<br />
44<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Mukadder Arif Yüksel<br />
Çorum Bayat Müftüsü<br />
Edep ve haya örneği<br />
Hazreti Osman<br />
Hz. Osman bin Affan, (ö.35/656)<br />
Mekke’nin yerlilerinden Kureyş kabilesinin<br />
Ümmeyye oğullarındandır. Hulefa-i<br />
Raşidin’in üçüncüsü olarak miladi 644-<br />
656 yılları arasında yaklaşık 12 yıl halifelik<br />
yapmıştır.<br />
Hz. Osman, Fil Vakası’ndan altı yıl sonra<br />
Taif’te doğdu. Kureyş’in en zengin tüccarlarından<br />
olan babası Affan, cahiliye<br />
döneminde öldü. Annesi Erva, Peygamberimizin<br />
halası Ümmü Hakim Bayza’nın<br />
kızıdır. Hz. Osman, gençlik yıllarında<br />
ticaretle uğraştı ve Mekke’nin önde gelen<br />
tüccarları arasında yer aldı. Hz. Ebu<br />
Bekir’in vasıtası ile Müslüman oldu ve ilk<br />
on Müslüman arasında yer aldı.<br />
Hz. Osman, Peygamberimizin kızı Rukiyye<br />
ile evlendi ve eşi ile birlikte M.<br />
615 yılında Habeşistan’a hicret etti. Bu<br />
evlilikten Abdullah isimli bir oğlu dünyaya<br />
gelmiştir. Bu sebeple kendisine Ebu<br />
Abdullah künyesi verilmiştir. Hz. Osman,<br />
Habeşistan’dan bir yıl sonra dönmüş,<br />
Medine’ye hicret esnasında da hicret<br />
kervanına katılmıştır. Ensar ile muhacirin<br />
Peygamberimiz tarafından kardeşleştirildiği<br />
sırada Hz. Osman Evs b. Sabit ile<br />
kardeş ilan edilmiştir. Bedir Savaşı’na<br />
giderken eşi Rukiyye ağır hasta idi. Peygamberimiz<br />
onu eşinin başında bırak-<br />
mış, Bedir zaferinin kazanıldığı gün zafer<br />
sevincine, Rukiyye’nin vefatının hüznü<br />
karışmıştır. Peygamberimiz (s.a.s) daha<br />
sona Hz. Osman’ı kızı Ümmü Gülsüm<br />
ile evlendirmiş ne var ki Ümmü Gülsüm<br />
de 630 yılında vefat etmiştir. Peygamberimiz<br />
(s.a.s), “Bir kızım daha olsaydı<br />
onu da Osman’a verirdim.” buyurarak<br />
Hz. Osman’a ne kadar çok değer verdiğini<br />
ortaya koymuştur. Hz. Osman,<br />
Peygamberimizin iki kızı ile evlendiği için<br />
kendisine Zi’n-Nureyn (iki nur sahibi)<br />
denilmiştir.<br />
Hudeybiye Antlaşması öncesinde Hz.<br />
Osman elçi olarak Mekke’ye gönderilmiştir.<br />
Geri dönüşünün gecikmesi ve<br />
öldürüldüğü yönünde asılsız bir haberin<br />
duyulması üzerine Peygamberimiz<br />
(s.a.s.), bir elçinin öldürülmesinin uluslararası<br />
teamüllere göre savaş sebebi<br />
sayılması gerçeğinden hareketle Müşriklerle<br />
savaşmak üzere ashabından biat<br />
aldı. Fakat müşriklerle antlaşma sağlandığından<br />
savaş yapılmadı.<br />
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde<br />
onlara danışmanlık yapmış, Hz.<br />
Ömer’e, fethedilen arazilerin fatihler<br />
arasında paylaştırılmayıp, fey olarak<br />
arazi sahiplerine bırakılması görüşünü<br />
desteklemiştir.
Hz. Osman’ın halife seçilişi ve<br />
hilafet dönemi<br />
Hz. Ömer, M. 644 yılında Mescid-i<br />
Nebevi’de ağır bir şekilde yaralanınca<br />
halife seçimi için altı kişilik<br />
bir şûra heyeti oluşturdu. Şûra<br />
heyeti cennetle müjdelenmiş olan<br />
şu sahabilerden oluşuyordu: Hz.<br />
Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b.<br />
Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas, Talha b.<br />
Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam.<br />
Abdurrahman b. Avf, seçim sürecini<br />
yönetmesi için aralarından<br />
birinin hakem olmasını teklif etti<br />
sonra heyetin onayı ile kendisi<br />
hakem oldu. Şûra üyelerinden<br />
her biri ile ayrı ayrı uzun<br />
görüşmeler yaptı, şûra<br />
heyetini propaganda<br />
yapmamaları için bir<br />
odaya kapattı, dışarı<br />
çıkarak Medine’de bulunan<br />
ensar ve muhacirin önde<br />
gelenleri ile görüşmeler<br />
yaptı. Hac dönüşü Medine’ye<br />
uğrayan valiler, kumandanlar ve<br />
kabile reisleri ile de görüştü. Üç<br />
gün süren görüşmelerin ardından<br />
dördüncü gün ashabı Mescid-i<br />
Nebevi’de topladı. Abdurrahman<br />
b. Avf, Hz. Ali’yi ve Hz.<br />
Osman’ı yanına çağırarak,<br />
kendilerine biat edilmesi<br />
halinde Allah’ın kitabına,<br />
Rasûlullah’ın sünnetine<br />
ve ilk iki halifenin<br />
uygulamalarına uyma<br />
konusunda teminat istedi.<br />
Hz. Ali’nin, “Gücümün<br />
ve bilgimin yettiği kadarı ile”<br />
cevabına karşılık Hz. Osman’ın, her<br />
ne pahasına olursa olsun Allah’ın<br />
kitabına, Peygamber’in sünnetine<br />
ve önceki iki halifenin uygulamalarına<br />
uyacağına dair söz vermesi<br />
üzerine Abdurrahman bin Avf, Hz.<br />
Osman’a orada biat etmiş, ardından<br />
Hz. Ali ve diğer Sahabiler de<br />
ona biat etmişlerdir. Böylece Hz.<br />
Osman’ın 12 yıl sürecek halifelik<br />
dönemi başlamıştır.<br />
Hz. Osman döneminde, İran’ın<br />
fethi tamamlandı, Horasan bölgesine<br />
seferler düzenlendi. Gürcistan,<br />
Dağıstan ve Afganistan fethedildi.<br />
Öte yandan Kuzey Afrika’da da<br />
fütuhata devam edildi. Mısır’a vali<br />
tayin edilen Abdullah b. Sa’d b.<br />
Sarh, İskenderiye’yi işgal eden<br />
Bizans’ın elinden geri aldı ve<br />
Ifrikiyye’ye (Tunus civarı) kadar<br />
ilerledi. Suriye Valisi Muaviye<br />
Hz. Osman’ın hilafetinin<br />
ikinci altı yılında, aynı<br />
zamanda akrabaları olan<br />
Küfe, Basra ve Mısır<br />
valilerinin bazı uygulamaları<br />
toplumda büyük<br />
rahatsızlıklara yol açmış ve<br />
ciddi şikayetler başlamıştı.<br />
Şikayetlerin ardından<br />
gelişen olaylar zinciri, İslam<br />
tarihinde etkisi günümüze<br />
kadar devam eden ve<br />
“ilk büyük fi tne” olarak<br />
adlandırılan birtakım isyan<br />
ve savaşlara yol açmıştır.<br />
de Hz. Osman’dan aldığı izinle<br />
Kıbrıs’a sefer düzenledi ve adayı<br />
antlaşma yoluyla vergiye bağladı.<br />
Hz. Osman’ın hilafetinin ilk altı yılı<br />
sükunetle geçmiş, fetihler sonucu<br />
toplumun refah seviyesinde belirgin<br />
bir artış gözlenmiştir.<br />
Bu dönemin en önemli icraatla-<br />
rından biri de, Kur’an-ı Kerim’in<br />
bugünkü haliyle düzenlenmesi ve<br />
çoğaltılmasıdır. Zeyd b. Sabit başkanlığında<br />
oluşturulan heyet, Hz.<br />
Ebu Bekir zamanında cem edilen<br />
ve Peygamberimizin eşlerinden Hz.<br />
Ömer’in kızı Hz. Hafsa’da bulunan<br />
Mushaf alınarak gözden geçirildi,<br />
sureler halen elimizde bulunan<br />
Mushaf’taki sıralamaya göre yazılarak<br />
çoğaltıldı ve belli başlı şehirlere<br />
birer nüsha gönderildi. Yapılan bu<br />
çalışma üzerinde Sahabi’nin icması<br />
oluşmuş, hiç kimseden bir itiraz<br />
gelmemiştir.<br />
Büyük fi tne ve<br />
Hz. Osman’ın şehadeti<br />
Hz. Osman’ın hilafetinin<br />
ikinci altı yılında, aynı<br />
zamanda akrabaları<br />
olan Küfe, Basra ve Mısır<br />
valilerinin bazı uygulamaları<br />
toplumda büyük rahatsızlıklara<br />
yol açmış ve ciddi<br />
şikayetler başlamıştı. Şikayetlerin<br />
ardından gelişen olaylar<br />
zinciri, İslam tarihinde etkisi<br />
günümüze kadar devam eden ve<br />
“ilk büyük fi tne” olarak adlandırılan<br />
birtakım isyan ve savaşlara<br />
yol açmıştır.<br />
Yemenli Yahudi bir âlim olan<br />
Abdullah b. Sebe Hz. Osman<br />
devrinde Medine’ye<br />
gelerek Müslüman oldu.<br />
Hz. Osman’ın kendisine<br />
devlet işlerinde bir makam<br />
vermesini umuyordu.<br />
İbni Sebe umduğunu<br />
bulamayınca muhalif gruba<br />
katıldı ve söz konusu bölge valilerine<br />
karşı oluşan muhalefetin önde<br />
gelenleri ile kurduğu sıkı ilişkiler<br />
ve kışkırtmalarla ortamın daha<br />
da gerilmesine yol açtı. İbni Sebe<br />
tarafından yazılan ve Hz. Ali, Hz.<br />
Aişe, Talha ve Zübeyr’in ağzından<br />
çıkmış gibi kaleme alınan mektuplarda<br />
valilere hatta Hz. Osman’a<br />
yönelik ağır eleştiriler yer alıyordu.<br />
Bu mektuplar İslam coğrafyasında<br />
büyük yankı uyandırdı ve muhalif<br />
cepheyi güçlendirdi. İbni Sebe,<br />
“Her peygamberin bir vasisi vardır,<br />
Haziran 2011 - 146 45
46<br />
Peygamberimizin vasisi de Hz.<br />
Ali’dir. İlk üç halife Hz. Ali’nin hakkını<br />
gasp etmiştir.” fi krini işleyerek<br />
Hz. Ali’nin nüfusundan onun bilgisi<br />
dışında yararlanmaya çalışıyordu.<br />
Hac mevsiminde Basra, Küfe ve<br />
Mısır’dan gelen sayıları 600 ila<br />
1000 civarında olduğu söylenen<br />
üç grup, Medine’ye gelerek Hz.<br />
Osman ile görüşmek istediler. Mısırlılar<br />
Muhammed b. Ebu Bekir’in<br />
Mısır’a vali olarak atanmasını temin<br />
ettiler. Diğer istekleri reddedilen<br />
gruplar üç farklı istikamette memleketlerine<br />
geri dönmek üzere<br />
yola çıktılar. Her ne olduysa yolda<br />
aniden geri dönme kararı aldılar ve<br />
tekbirlerle Medine’ye girerek Hz.<br />
Osman’ın evini kuşattılar. Yaklaşık<br />
iki ay süren muhasaranın son on<br />
gününe kadar asiler, Hz. Osman’ın<br />
evden çıkmasına ve namaz kıldırmasına<br />
izin verdiler.<br />
Halifelerini şehit edebileceğine pek<br />
ihtimal vermeyen Medineliler ise<br />
Hz. Osman’ı korumayı düşünmemişlerdi.<br />
Bazı koruma taleplerini<br />
ise Hz. Osman kabul etmemişti.<br />
Hac mevsimi olduğu için <strong>Müslümanları</strong>n<br />
çoğu da Mekke’de<br />
bulunuyordu. Bu sebeple asilere<br />
karşı iyi bir savunma gücü oluşturulamamıştır.<br />
Hz. Osman, asilerle<br />
görüşmüş ve birçok konuda<br />
onları ikna etmişti. Ne var ki, Hz.<br />
Osman’dan izin alarak bir konuşma<br />
yapan baş katibi Mervan bin<br />
Hakem’in konuşması ortamı iyice<br />
gerdi. Böyle birini halen başkatip<br />
olarak yanında bulundurduğu için<br />
Hz. Osman’a da tepki gösterdiler<br />
ve onun evden çıkmasına izin vermediler.<br />
Asiler artık, Hz. Osman’ın<br />
halifelik görevinden istifa etmesini<br />
aksi halde kendisini öldüreceklerini<br />
söylüyorlardı. Hz. Osman da, rüyasında<br />
Peygamberimizi görmüş,<br />
Peygamberimiz kendisine, “Yarın<br />
iftarı birlikte yapacağız.” demişti.<br />
Bu rüyanın etkisi ile Hz. Osman şehadeti<br />
beklemeye başlamıştı. Buna<br />
rağmen Hz. Ali’nin talimatı ile Hz.<br />
Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed<br />
bin Talha ve Abdullah bin Zübeyr<br />
Haziran 2011 - 146<br />
gibi genç Sahabiler Hz. Osman’ın<br />
evinin önünde ona bir zarar gelmemesi<br />
için bekliyorlardı.<br />
Hacılar henüz Mekke’den dönmeden<br />
asiler işini bitirmek istiyordu.<br />
18 Zilhicce 35/17 Haziran 656<br />
tarihinde akşam üzeri içlerinde Hz.<br />
Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’in de<br />
bulunduğu Mısırlı birkaç asi, bitişikteki<br />
evden içeri girdi. Muhammed<br />
b. Ebu Bekir’in yersiz sözlerine<br />
mukabil Hz. Osman’ın da, “Eğer<br />
baban seni bu halde görseydi çok<br />
üzülürdü.” dediği rivayet edilir.<br />
Asiler Hz. Osman’ı Kur’an okumakta<br />
iken hançerleyerek şehit ettiler.<br />
Saldırıya müdahale etmek isteyen<br />
eşi Naile de elinden yaralanmıştır.<br />
Hz. Osman’ın defnedilmesini de<br />
engelleyen asiler, eşi Naile’nin gayreti<br />
ile şehadetinden üç gün sonra<br />
akşamüzeri birkaç Sahabî’nin de<br />
katılımı ile Cennetü’l-Baki mezarlığına<br />
defnedilmiştir.<br />
Cemel ve Sıffi n savaşlarının gerekçeleri<br />
arasında Hz. Osman’ın<br />
şehadeti de yer almıştır. Etkisi<br />
günümüze kadar devam eden<br />
Ehl-i Sünnet ve Şia ayrışmasının<br />
temelinde de yine bu vahim hadise<br />
vardır. İslam tarihçileri, Müslüman<br />
olduğunu iddia eden kimselerin<br />
kendi halifelerini öldürecek kadar<br />
ileri gitmesinin sebeplerini şöyle<br />
sıralıyorlar:<br />
1- Hz. Osman, yakın akrabalarını<br />
devlet işlerinde görevlendirmiş<br />
bunu da diğer kabileler, kabilecilik<br />
yapıldığı gerekçesi ile iyi karşılamamışlardır.<br />
2- Toplanan vergilerin Medine’ye<br />
gitmesi, muharip askerlerin maaşının<br />
kısılması gibi ekonomik<br />
sebeplerin fütuhatlarla zenginleşen<br />
yörenin mali krize girmesine yol<br />
açmıştır.<br />
3- Abdullah bin Sebe gibi fi tnecilerin<br />
ifsat çalışmaları da fi tne<br />
ateşinin kolayca tutuşturulmasına<br />
zemin hazırlamıştır. Sebep her ne<br />
olursa olsun hiçbir sebep, Hz. Osman<br />
gibi değerli bir sahabînin şehit<br />
edilmesini haklı gösteremez.<br />
Hz. Osman’ın fazileti<br />
Hz. Osman (r.a.), Eshab-ı Kiram<br />
arasında edeb ve hayası<br />
ile temayüz etmiştir. Aşere-i<br />
Mübeşşere’den idi. (Cennetle<br />
müjdelenen on sahabîden biri)<br />
Ona edep ve hayanın piri denilse<br />
yeridir. Peygamberimiz (s.a.s.) Hz.<br />
Osman hakkında, “Kendisinden<br />
meleklerin haya ettiği kimseden<br />
ben haya etmeyeyim mi?” (Müslim,<br />
Fedailü’s-Sahabe, 26), “Her peygamberin<br />
cennette bir refi ki vardır. Benim<br />
cennetteki refi kim de Osman’dır.”<br />
(Tirmizi, Menakıb, 19) buyurmuştur.<br />
Zamanının çoğunu ibadetle geçiren<br />
Hz. Osman, kibar ve asil bir<br />
beyefendi olmasının yanında son<br />
derece cömert idi. Tebük seferine<br />
hazırlık yapılması esnasında, ordunun<br />
teçhizi için başlatılan yardım<br />
kampanyasında en büyük yardımı<br />
Hz. Osman yapmıştır. Medine’de<br />
içme suyu sıkıntısı yaşandığı bir<br />
sırada bir Yahudi’ye ait olan Rume<br />
kuyusunu 35.000 dirheme satın<br />
alarak vakfetmiştir. Hz. Ebu Bekir<br />
zamanında kıtlık esnasında 1000<br />
deve yükü buğday, kuru üzüm ve<br />
zeytinyağını satın alarak ihtiyaç<br />
sahiplerine dağıtmıştır. Mescid-i<br />
Nebevi’nin genişletilmesi sırasında<br />
da kendi malından 10.000 dirhem<br />
harcamıştır.<br />
Hz. Osman (r.a.), ilmî bakımdan da<br />
kendisine itimat edilen bir zat idi.<br />
Hac menasikini en iyi Hz. Osman’ın<br />
bildiği rivayet edilir. Peygamberimiz<br />
(s.a.s.)’den 146 hadis rivayet<br />
etmiştir. Kur’an’ı ve hadisleri çok iyi<br />
ezberlemiş, Peygamberimizin sağlığında<br />
fetva verebilen birkaç sahabî<br />
arasında yer almıştır.<br />
Kaynaklar:<br />
- TDV İslam Ansiklopedisi, Osman maddesi,<br />
XXXIII/ 438-443.<br />
- Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih<br />
Tercemesi ve Şerhi, IX/ 354-361.<br />
- Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve<br />
Tevarihi Hulefa, s. 431-494.<br />
- Muhammed Hamidullah, Kur’an Tarihi,<br />
DİB Yay. s. 54-55.<br />
- Hayati Ülkü, Doğuştan Günümüze İslam<br />
Tarihi, s. 52-87.
İnsanlardan öylesi de<br />
vardır ki, dünya hayatına<br />
ilişkin sözleri senin<br />
hoşuna gider. Bir<br />
de kalbindekine (sözünün<br />
özüne uyduğuna)<br />
Allah’ı şahit tutar.<br />
Halbuki o düşmanlıkta<br />
en amansız olandır.<br />
Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />
DİB Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanı<br />
İki tip insan<br />
Bu yazımızda iki tip insandan söz<br />
eden Bakara sûresinin 204-207.<br />
ayetlerini yorumlamaya çalışacağız.<br />
Ayetlerde Yüce Rabbimiz<br />
şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan<br />
öylesi de vardır ki, dünya hayatına<br />
ilişkin sözleri senin hoşuna<br />
gider. Bir de kalbindekine (sözünün<br />
özüne uyduğuna) Allah’ı<br />
şahit tutar. Halbuki o düşmanlıkta<br />
en amansız olandır. O, (senin<br />
yanından) ayrılınca yeryüzünde<br />
bozgunculuk yapmaya, ekin ve<br />
nesli yok etmeye çalışır. Allah<br />
ise bozgunculuğu sevmez. Ona<br />
“Allah’tan kork” denildiği zaman<br />
gururu onu daha da günaha sürükler.<br />
Artık böylesinin hakkından<br />
cehennem gelir. O ne kötü yataktır!<br />
İnsanlardan öylesi de vardır<br />
ki, Allah’ın rızasını kazanmak için<br />
kendini feda eder. Allah kullarına<br />
çok şefkatlidir.”<br />
Ayet-i kerimede övülen ve yerilen<br />
iki tip insan tasvir edilmektedir.<br />
Biri; güzel sözlü fakat kötü niyetli,<br />
ikiyüzlü, düşman, bozguncu ve<br />
yıkıcı insan; diğeri kendisini Allah<br />
rızasına adamış, Allah rızası için<br />
her türlü fedakârlığı yapabilen<br />
insan.<br />
1. İkiyüzlü, Düşman, Bozguncu<br />
ve mütekebbir insan<br />
Tefsir kitaplarında birinci tip<br />
insanı niteleyen ayetlerin,<br />
Sakîfoğullarından Ahnes ibn Şerîk<br />
hakkında indiği bildirilmektedir.<br />
Ahnes’in asıl ismi Übey’dir. Bedir<br />
savaşı yapılacağı zaman, bu şahıs,<br />
Peygamberimizin annesinin<br />
kabilesi Zühreoğullarından 300<br />
kişiyi kandırır ve İslam ordusundan<br />
ayırır, kendisi de ayrılır<br />
ve savaşa katılmaz. Bu olaydan<br />
sonra adamın lakabı bir şeyden<br />
geri kalan anlamında Ahnes kalır.<br />
Ahnes; hitabeti düzgün, tatlı dilli,<br />
güzel yüzlü, yakışıklı, insanları<br />
ikna edebilen hoş sohbet bir insandır.<br />
Bu şahıs, Peygamberimize<br />
gelir, huzurda güzel bir konuşma<br />
yapar, sevgi ve dostluktan söz<br />
eder, İslam’ı över ve Müslüman<br />
olduğunu söyler, sözü ile özünün<br />
bir olduğuna Allah’ı şahit tutar<br />
ve yemin eder. Ahnes’in sözleri<br />
Peygamberimizin hoşuna gider.<br />
Hâlbuki adam içinde İslam’a,<br />
Peygamberimize ve Müslümanlara<br />
kin ve düşmanlık beslemektedir.<br />
Ahnes, Peygamberimizin<br />
yanından ayrılır, Müslümanlara<br />
Haziran 2011 - 146 47
48<br />
ait bir çiftliğe uğrar, çiftlikteki<br />
hayvanları öldürür ve ekinleri<br />
yakar.<br />
Yüce Allah, tahlil etmeye çalıştığımız<br />
ilk iki ayette Ahnes’in<br />
ikiyüzlü, yalancı, düşman, mütekebbir<br />
ve bozguncu olduğunu<br />
Peygamberimize bildirir ve gerçek<br />
yüzünü ortaya çıkarır.<br />
Ayetler, bu olayla ilgili bize iki<br />
gerçeği bildirmektedir. Biri, gaybı<br />
ve insanların iç yüzünü Peygamber<br />
de dâhil Allah’tan başka<br />
kimse bilemez. Diğeri, bir kısım<br />
insanların özleri ile sözleri aynı<br />
değildir, yemin etmeleri, ikna<br />
edici konuşmaları, tatlı sözleri<br />
insanları aldatmak içindir. Bu tür<br />
insanların zararı büyük olur, mala<br />
ve cana zarar verebilir.<br />
Ayetin iniş sebebi belirli bir kişi<br />
de olsa hükmü geneldir, aynı<br />
karakterde ve davranıştaki bütün<br />
insanlar için geçerlidir.<br />
Ayetlerde Allah’ın yerdiği bu tip<br />
insanların dört niteliği bildirilmiştir:<br />
a) İki yüzlülük<br />
“İki yüzlülük”; içi başka dışı başka<br />
olmak, sözü özüne uymamak<br />
demektir. Bu, münafıklığın özelliğidir.<br />
Allah katında en kötü insan<br />
münafık insandır, cehennemin en<br />
alt tabakasına atılacak olanlar da<br />
münafıklardır. Münafığın bütün<br />
amacı, dünyevî menfaatidir. Menfaati<br />
ne yapılmasını gerektiriyorsa<br />
onu yapar, inanmadığı sözleri<br />
söyler, samimi olmayan davranışları<br />
sergiler, yalvarır; hatta yemin<br />
eder, ‘Allah şahit, doğru söylüyorum.’<br />
diyebilir. Menfaatlerine göre<br />
kâh <strong>Müslümanları</strong>n yanında kâh<br />
kâfi rlerin yanında yer alır. (Nisa,<br />
141-146) Dünyevî çıkarlarını her<br />
şeyin üstünde tuttuğu için, ‘Ya<br />
Rabbi! Bize vereceğini bu dünyada<br />
ver.’ diye yalvarabilir. (Bakara,<br />
200) Bu tip insan; gösterişli, alımlı<br />
çalımlı olur, sözlerini insanlara<br />
dinletebilir, muhatabını ikna ede-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
“İki yüzlülük”; içi başka dışı başka olmak, sözü özüne<br />
uymamak demektir. Bu, münafıklığın özelliğidir. Allah<br />
katında en kötü insan münafık insandır, cehennemin<br />
en alt tabakasına atılacak olanlar da münafıklardır.<br />
Münafığın bütün amacı, dünyevî menfaatidir.<br />
bilir, ancak tedirgindir, iç yüzünün<br />
ortaya çıkmasından çekinir,<br />
her konuşulanı kendi aleyhine<br />
zanneder. (Münafi kun, 1-4) Peygamberimizin<br />
bildirdiği gibi bu tip<br />
insan; konuştuğu zaman yalan<br />
konuşur, verdiği sözü tutmaz,<br />
ahde vefa göstermez, emanete<br />
riayet etmez ve asla kendisine<br />
güvenilmez. (Tirmizî, İman, 14, no:<br />
2766) Tahlil etmeye çalıştığımız<br />
ayetin, “İnsanlardan öylesi vardır<br />
ki, dünya hayatına ilişkin sözleri<br />
senin hoşuna gider. Kalbinde<br />
olana Allah’ı şahit tutar.” cümlesi<br />
bu tip insanı bize tanıtmaktadır.<br />
Bu tip insanların sözlerine hemen<br />
güvenmemek, onları araştırıp<br />
soruşturmak, iç yüzlerini ve gerçek<br />
niyetlerini öğrenmek gerekir.<br />
Özellikle yöneticilik, savcılık,<br />
hâkimlik ve muhakkiklik gibi görevlerde<br />
bulunanların, bu tiplerin<br />
sözlerine ihtiyatla yaklaşmaları<br />
gerekir. Kur’an ahlakında hüsnü<br />
zan (Hucurat, 12) esas olmakla<br />
birlikte bu ayetler, hüsnü zanda<br />
bulunacağım diye her insanın<br />
söylediğine hemen itibar etmenin<br />
ve her yüze gülene inanıvermenin<br />
doğru olmadığını ifade eder.<br />
b) Düşmanlık<br />
204. ayette geçen “eled” kelimesi,<br />
düşmanlığı şiddetli olan;<br />
“hısam” kelimesi ise “düşmanlık”<br />
veya “düşmanlar” demektir.<br />
“Eleddü’l-hısam” terkibi, düşmanlığı<br />
en şiddetli olan veya<br />
düşmanların en şiddetlisi anlamına<br />
gelir. Peygamberimiz (s.a.s.),<br />
“Allah katında insanların en çok<br />
kızılanı düşmanlığı şiddetli olanlardır.”<br />
(Buhârî, Tefsîr, Sure, 2) sözü<br />
ile düşmanlık edenleri yermiştir.<br />
İkiyüzlü, bozguncu ve menfa-<br />
atperest insanlar, en acımasız<br />
düşman olabilirler. Çünkü bu tip<br />
insanlar; güzel ve tatlı sözleri,<br />
yapmacık davranışları ile insanları<br />
aldatır, gafl ete düşürür ve<br />
tedbir almalarını önlerler. Ayette<br />
Ahnes gibi insanların bu tür niteliğine<br />
dikkat çekilmekte ve insanlar<br />
uyarılmaktadır.<br />
c) Bozgunculuk<br />
205. ayetteki “tevellâ” kelimesi;<br />
“yönetici, emir, vali ve hâkim<br />
olmak”, “bir şeyden yüz çevirmek,<br />
ayrılmak” ve “birini dost<br />
edinmek” anlamlarına gelir. (Asım<br />
Efendi, IV, 223-224) Kur’an-ı Kerim’de<br />
bu kelime her üç anlamda da<br />
kullanılmıştır. Tahlil etmeye çalıştığımız<br />
ayette, “yüz çevirmek, ayrılmak”<br />
veya “iş başına gelmek,<br />
yönetici olmak” anlamına gelebilir:<br />
Bu iki anlama göre ayetin<br />
manası şöyle olur:<br />
“(Ey Peygamberim! İkiyüzlü<br />
insan) senin yanından ayrılınca<br />
yeryüzünde bozgunculuk yapmaya,<br />
ekin ve nesli yok etmeye çalışır.”<br />
Nitekim sözü edilen Ahnes<br />
adlı kişi, Müslüman olduğunu,<br />
Peygamberimizi ve <strong>Müslümanları</strong><br />
sevdiğini beyan ettiği hâlde Peygamberimizin<br />
yanından ayrılınca,<br />
aralarında bulunan bir düşmanlık<br />
sebebiyle Taif’te Benî Sakîf kabilesinin<br />
hayvanlarını telef eder ve<br />
ekinlerini yakar. Ayet bu anlamda<br />
ise ikiyüzlülerin, insanın yüzüne<br />
karşı dost gibi davrandığı hâlde<br />
arkasından kötülük ettiği, mala,<br />
cana ve ürünlere zarar verebildiği<br />
ifade edilmekte ve Müslümanlar<br />
bu tip insanlara karşı uyarılmaktadır.<br />
Ayette geçen, “hars” kelimesi,<br />
yeryüzündeki bitkiler, “nesl” ke-
limesi ise insanlar dahil bütün<br />
canlılardır. (Taberî, II, 318) Nesle ve<br />
bitkilere zarar verilmesi, insanlık<br />
âlemine yapılan en büyük zulümdür.<br />
Ayet-i kerime; yalan vaatlerle iş<br />
başına gelen, Hakk’a ve halka<br />
saygısı bulunmayan, eğitim,<br />
öğretim, üretim, iş, sanayi ve<br />
çalışma hayatında adalete riayet<br />
etmeyen, insanlar üzerinde baskı<br />
kuran, temel hak ve özgürlükleri<br />
kısıtlayan insanların; işbaşında<br />
bulunduğu toplumlarda güven,<br />
huzur, bereket ve bolluğun bulunmayacağına;<br />
fi tne, fesat ve<br />
zulmün yaygınlaşacağına dikkat<br />
çekmekte, riyakârlık, bozgunculuk<br />
ve tahripçilik gibi kötü huy ve<br />
davranışlar konusunda insanları<br />
uyarmaktadır.<br />
Ayet-i kerime; iş yeri, kurum,<br />
kuruluş ve toplumları yönetenlerin<br />
bu ayetlerde yerilen huy ve<br />
davranışlarından korunabilmek<br />
için; zulüm, baskı, riyakârlık,<br />
ikiyüzlülük ve bozgunculuk gibi<br />
toplumsal zararlara ve huzursuzluklara<br />
yol açan kötülüklerden<br />
sakınmak; ormanları, ekinleri<br />
ve doğal çevreyi; hayvanları ve<br />
özellikle insan neslini korumak<br />
ve kollamak; doğanın tahrip olmasına,<br />
hayvan ve insan neslinin<br />
zarar görmesine ve bozulmasına<br />
sebep olacak eylem ve davranışlardan<br />
uzak durmak gerektiğine<br />
dikkatimizi çekmektedir. Ayetteki,<br />
“Allah bozgunculuğu sevmez.”<br />
cümlesi, bütün bu hususlara<br />
işaret etmektedir.<br />
205. ayetteki “bozgunculuk” diye<br />
çevirdiğimiz “fesad” kelimesi;<br />
bir şeyi bozmak ve onun tabiî<br />
durumunu değiştirmek demektir.<br />
Düzeltmek anlamındaki “ıslah”<br />
kelimesinin zıddıdır. (Asım Efendi, I,<br />
1240; bk. Bakara, 12; Şuara, 152; Neml, 48)<br />
Bozgunculuk; toplumsal barışın,<br />
güven ve huzurun bozulması,<br />
insan haklarının ihlal edilmesi;<br />
mala, cana, ırza, namusa, onur<br />
ve haysiyete zarar verilmesi,<br />
çevrenin kirletilmesi; görev, iş<br />
ve üretimde hile yapılması; aile<br />
“Kibir”;<br />
“büyüklenmek,<br />
böbürlenmek,<br />
kendini<br />
başkalarından<br />
üstün, yüksek ve<br />
değerli görmek;<br />
başkasını aşağı,<br />
önemsiz, değersiz<br />
ve küçük görmek<br />
anlamlara gelir. Kibir<br />
kelimesi; “gurur” ve<br />
“ucub” kelimeleri<br />
ile eş, “tevazu”<br />
kelimesiyle zıt<br />
anlamdadır.<br />
ve sosyal ilişkileri zedeleyen<br />
gayriahlakî davranışların yaygınlaşması<br />
anlamlarına gelir. Yüce<br />
Allah’ın bozgunculuğu sevmediğini<br />
bildirmesi, bozgunculuktan<br />
uzak durulması ve bu bozgunculuğa<br />
sebep olan davranışların<br />
önlenmesi gerektiğine işaret<br />
eder.<br />
ç) Kibir ve gurur<br />
“Kibir”; “büyüklenmek, böbürlenmek,<br />
kendini başkalarından üstün,<br />
yüksek ve değerli görmek;<br />
başkasını aşağı, önemsiz, değersiz<br />
ve küçük görmek” anlamlara<br />
gelir. Kibir kelimesi; “gurur” ve<br />
“ucub” kelimeleri ile eş, “tevazu”<br />
kelimesiyle zıt anlamdadır. (Rağıb,<br />
s. 697; İbn Manzûr, V, 125)<br />
“Takva”; iman edip Allah ve<br />
Peygamber’in emir ve yasaklarına<br />
uyarak kendisini dünya ve<br />
ahirette ilahî azaptan korumak,<br />
inkâr ve isyandan sakınmak anlamlarına<br />
gelir.<br />
“İzzet”; aziz, kadri yüce, şerefl i,<br />
itibarlı ve kuvvetli olmak anlamlarına<br />
gelen “a-z-z” kökünden<br />
türemiş bir kelime olup, kuvvet,<br />
üstünlük ve şeref demektir. Tahlil<br />
ettiğimiz ayette izzet kelimesi,<br />
“kibir ve gurur” anlamında kullanılmıştır.<br />
“İsm”, kasıtlı ve bilerek işlenen<br />
günah demektir.<br />
(İkiyüzlülük, düşmanlık ve bozgunculuk<br />
yapan insana); ‘Allah’a<br />
karşı gelmekten sakın.’ denildiği<br />
zaman kibir ve gururu onu daha<br />
da günaha sürükler.” anlamındaki<br />
206. ayet ile yüce Rabbimiz,<br />
yerdiği insanın dördüncü niteliğini<br />
bize bildirmektedir. Bu ayetle<br />
yüce Allah; münafıklık, riyakârlık,<br />
fi tne ve fesatçılık gibi Kur’an ahlakına<br />
uymayan davranışlardan<br />
korunmanın yolunun “takva”<br />
olduğunu bildirmektedir. Çünkü<br />
Allah’a imanı ve saygısı olan<br />
insan, ikiyüzlülük, düşmanlık ve<br />
bozgunculuk yapmaz. Bu davranışları<br />
terk edebilmek için de<br />
gurur ve kibir hastalığından kurtulmak<br />
gerekir. Aksi takdirde bu<br />
Haziran 2011 - 146 49
50<br />
insana öğüt fayda vermeyecek,<br />
kibir ve gururu onu daha çok<br />
günah işlemeye sevk edecektir.<br />
Ayet, bize bu mesajı vermektedir.<br />
Yüce Allah; ikiyüzlülük, düşmanlık,<br />
bozgunculuk, gurur ve kibir<br />
hastalığından kurtulup takva<br />
erdemine sahip olamayan insanları<br />
cehennem ile cezalandıracağını<br />
bildirmektedir. “Cehennem”<br />
kelimesi Arapça “cehm” kelimesinden<br />
türetilmiştir. “Cehm”; sert<br />
ve çirkin olmak; dibi görünmez<br />
derin kuyu demektir. Kur’an’da<br />
“cehennem” azap yurdu olan<br />
ateşin özel ismi olarak kullanılmıştır.<br />
Cehennem, inkâr edip<br />
isyan edenlerin cezalandırılacağı<br />
yerdir. 206. ayette cehennem<br />
için “Orası ne kötü kalınacak bir<br />
yerdir.” denilmiş, böylece insanlar<br />
cehennemden sakındırılmıştır.<br />
Cehenneme girmekten kurtulabilmek<br />
için iman edip salih ameller<br />
işlemek, günah ve haramlardan<br />
uzak durmak gerekir.<br />
2. Kendisini Allah<br />
rızasına adayan insan<br />
Yüce Allah; 204-206. ayetlerde<br />
ikiyüzlü, riyakâr, bozguncu, menfaatperest,<br />
kibirli ve zalim insan<br />
tipinin özelliklerini bildirdikten<br />
sonra 207. ayette kendisini Allah<br />
rızasına adayan ve Allah rızasını<br />
kazanmayı her şeyin üstünde<br />
tutan seçkin insanlardan söz<br />
etmektedir. Seçkin insan; şartlarına<br />
uygun iman eden, Allah<br />
ve Peygamber’ine itaat eden,<br />
salih ameller işleyen, günah<br />
ve haramlardan sakınan, söz,<br />
ve işlerinde dürüst olan, insan<br />
haklarına saygılı olan muttakî<br />
insandır. Muttakî insan; Allah’ın<br />
rızasını elde etmek için hiçbir<br />
fedakârlıktan, mallarını ve canlarını<br />
ortaya koymaktan çekinmez,<br />
Allah rızası için sıkıntılara<br />
katlanır, yaptıklarını Allah için<br />
yapar, istediklerini Allah için ister.<br />
Muttakî insan; nefi sinin kötü<br />
arzularından kurtulmuş, Allah’tan<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Yüce Allah Bakara suresinin 204-207. ayetlerinde iki tip<br />
insandan söz ediyor. Biri, güzel sözlü fakat kötü niyetli,<br />
ikiyüzlü, düşman, bozguncu ve yıkıcı insan; diğeri<br />
kendisini Allah rızasına adamış, Allah rızası için her<br />
türlü fedakârlığı yapabilen insan.<br />
razı olan nefi s mertebesine ulaşmış<br />
insandır. Muttakî insan; asla<br />
bozguncu, çıkarcı, yalancı ve<br />
sahtekâr değildir. Yüce Allah bu<br />
tip insanı; “İnsanlardan öylesi de<br />
vardır ki, Allah rızasını kazanmak<br />
için kendini satın alır/feda eder.”<br />
cümlesiyle övmektedir.<br />
Ayetteki “yeşrî” kelimesi; bir şeyi<br />
verip karşılığında bir şey almak<br />
anlamına gelir. Nefsini satın<br />
almak; imanı uğruna ve Allah<br />
rızasını kazanmak için hiçbir<br />
fedakârlıktan çekinmemek, İslam<br />
düşmanlarıyla mücadele etmek,<br />
İslam’ın bilinmesi, tanınması ve<br />
yaşanması için çalışmak gerektiğinde<br />
canını ve malını verip<br />
Allah’ın rızasını kazanmak anlamına<br />
gelir.<br />
Ayet-i kerime; sahabîden Süheyb<br />
ibn Sinan hazretleri hakkında<br />
inmiştir. Mekkeli müşrikler,<br />
Süheyb’i yakalayıp dininden<br />
döndürmek için işkence ederler.<br />
Süheyb, Mekkelilere, “Ben ihtiyar<br />
bir insanım, malım ve servetim<br />
var. Benim sizden veya düşmanlarınızdan<br />
olmamın size hiçbir yararı<br />
olmaz. Ben bir söz söyledim,<br />
iman ettim, bu sözden caymayı<br />
iyi görmem. Malımı ve servetimi<br />
size vereyim, dinimi sizden satın<br />
alayım.” der. Onlar da bunu kabul<br />
ederler ve Süheyb’i serbest<br />
bırakırlar. Süheyb, müşriklerin<br />
elinden kurtulup Medine’ye<br />
gelirken bu ayet iner. Süheyb,<br />
Medine’ye ulaşınca Hz. Ebu Bekir<br />
ile karşılaşır. Hz. Ebu Bekir, “Alışverişin<br />
mübarek olsun. Nefsini<br />
Allah rızası için satın aldın, senin<br />
hakkında ayet indi.” der ve bu<br />
ayeti okur. (Yazır, II, 734)<br />
“Allah’ın kulundan razı olması”;<br />
onun inanç, amel, söz, eylem ve<br />
davranışlarını kabul edip sevap<br />
vermesi, onu affedip cennet ve<br />
nimetleriyle mükâfatlandırması<br />
demektir. “Kulun Allah’tan razı<br />
olması” ise, Allah’ın emir ve yasaklarını,<br />
helal ve haramlarını,<br />
kaza ve kaderini iyi, güzel ve hoş<br />
karşılamasıdır. Allah’ın bir kulundan<br />
razı olması, o kul için dünya<br />
ve ahirette en büyük bahtiyarlık<br />
ve en büyük nimettir. Bu sebeple<br />
olmalı ki Peygamberimiz (s.a.s.),<br />
“Allah’ım! Gazabından rızana,<br />
azabından affına sığınırım.” diye<br />
dua etmiştir. (İbn Mâce, Dua, 3)<br />
Yüce Allah’ın, övdüğü ve yerdiği<br />
iki insan tipinden bahsettikten<br />
sonra kendisinin kullarına karşı<br />
çok şefkatli olduğunu bildirmesi<br />
anlamlıdır. Çünkü Yüce Allah,<br />
kullarını yarattığı ve kendilerine<br />
sayısız nimetler verdiği hâlde<br />
bir kısım insanlar O’na isyan<br />
etmekte, buna rağmen Allah,<br />
onlara dünyada nimet vermeye<br />
devam etmekte, çok yararlı bilgiler<br />
vermekte, onlara kurtuluş<br />
yolu olan takvayı teklif ve tavsiye<br />
etmektedir. Bu, Allah’ın kullarına<br />
şefkatinin bir ifadesidir. Allah’ın<br />
insanlara verdiği bütün bu bilgiler,<br />
koyduğu bütün kurallar, emir<br />
ve yasaklar insanların yararı içindir.<br />
Bu da Allah’ın kullarına olan<br />
sevgi ve şefkatinin bir gereğidir.<br />
Sonuç olarak; Yüce Allah Bakara<br />
sûresinin 204-207. ayetlerinde<br />
iki tip insandan söz ediyor. Biri,<br />
güzel sözlü fakat kötü niyetli,<br />
ikiyüzlü, düşman, bozguncu ve<br />
yıkıcı insan; diğeri kendisini Allah<br />
rızasına adamış, Allah rızası için<br />
her türlü fedakârlığı yapabilen<br />
insan.
Sevgili Peygamberimiz, müminleri<br />
adeta yaşayan bir organizmaya benzeterek,<br />
onların, birbirlerine karşı<br />
ilgi, sevgi ve merhamette canlı bir<br />
bedenin duyarlılığına sahip olmalarını<br />
istemektedir. Birlik ve bütünlüğünü<br />
bu hadisten daha veciz ve beliğ bir<br />
şekilde ifade eden başka bir tanım<br />
bulmak herhalde zordur. Yine kendisine<br />
ait olan başka bir ifadede<br />
Allah Rasûlü, müminleri, birbirlerini<br />
destekleyen tuğlalardan oluşan bir<br />
binaya benzetmiş ve parmaklarını<br />
birbirine kenetleyerek bunun nasıl<br />
olması gerektiğini ashabına göstermiştir.<br />
(Buhârî, Edeb, 36)<br />
Müminlerin kardeş olduklarını bildiren<br />
Cenab-ı Hak (Hucurât,10), hep<br />
birlikte Allah’ın ipine sarılarak asla<br />
bölünmemelerini emretmiştir. (Âl-i<br />
İmran, 103) Hayatı boyunca, her türlü,<br />
ırkî, kabilevî ayrışma ve düşmanlıkları<br />
ortadan kaldırarak insanları din kardeşliği<br />
ortak paydasında birleştirmeye<br />
çalışan Hz. Peygamber, sağlığında<br />
bu ideali Hicaz yarımadasında büyük<br />
ölçüde gerçekleştirmiş, ümmetine,<br />
sımsıkı sarıldıkları zaman asla sapıtmayacakları<br />
bir rehberi, yani Kur’an-ı<br />
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal<br />
Din <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Üyesi<br />
En büyük cemaat<br />
Sahâbî Numan b. Beşir (r.a.)’in naklettiğine göre Allah Rasûlü<br />
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Birbirlerine merhamette, sevgi,<br />
yardımlaşma ve ilgi göstermede müminleri, rahatsızlanan bir<br />
organın ızdırabına, diğer kısmı, uykusuzluk ve ateşle ortak<br />
olan bir beden gibi görürsün.” (Buhârî, Edeb, 27)<br />
Kerim’i emanet bırakarak bu dünyadan<br />
ayrılmıştır. Ne yazık ki, vefatının<br />
üzerinden daha yirmi beş sene geçmeden,<br />
kabilevî ve siyasî çekişmeler<br />
bu kardeşliği dinamitlemiş, içine<br />
düşülen toplumsal kargaşa, ilk dört<br />
halifeden üçünün öldürülmesine yol<br />
açmıştır. Bu fi tne ortamında ortaya<br />
çıkan siyasal ve itikâdî oluşumlar,<br />
olumsuz etkilerini günümüze kadar<br />
sürdüren ayrışmalara yol açmıştır.<br />
Yukarıda zikrettiğimiz hadiste ifade<br />
edildiği gibi, İslam ümmeti organik<br />
bir bütünlüğe sahip olmak zorundadır.<br />
İnançları ve idealleri aynı olan<br />
insanların, bölük pörçük olmaları,<br />
bazen birbirlerine karşı düşmanca<br />
tutum sergilemeleri mazur görülebilecek<br />
bir şey değildir. Bazı İslam<br />
ülkelerinde kısmen görülen şiî-sünnî<br />
çatışmaları bu ayrışmanın ne büyük<br />
tehlikelere yol açabileceğinin acı örnekleridir.<br />
Aslında, gerçekleştirilebildiği<br />
takdirde İslam kardeşliği, sadece<br />
<strong>Müslümanları</strong>n değil, bütün insanlığın<br />
barış içinde birlikte yaşayabilmesinin<br />
de bir sigortasıdır. Çünkü İslam, müminlerin<br />
kardeşliğine vurgu yapmakla<br />
beraber, kendi dışında kalan farklı-<br />
Haziran 2011 - 146 51
52<br />
lıkları da tolere eden bir dindir.<br />
Pek çok etnik ve dînî unsuru altı<br />
yüz yıl kendi çatısı altında barış<br />
içinde barındıran Osmanlı Devleti<br />
bunun parlak bir örneğidir.<br />
Dahilî ve hâricî bir çok tahrik ve<br />
kışkırtmaya rağmen İslam toplumlarındaki<br />
farklı etnik yapıların<br />
büyük bir çatışma içine çekilememesi,<br />
İslam Dini’nin, etnik<br />
ve sosyal ayrımlar yerine, dînî<br />
ve insânî değer ve erdemlere<br />
öncelik vermesiyle açıklanabilir.<br />
Örneğin ülkemiz, çeşitli etnik<br />
unsurları barındırmasına ve<br />
bazılarının iç ve dış mihraklarca<br />
çatışma ve ayrışma yönünde sürekli<br />
tahrik edilip desteklenmesine<br />
rağmen, Müslüman halkımız,<br />
inançlarından aldıkları bilinç ve<br />
ferasetle toplumsal bir çatışmaya<br />
taraf olmamışlardır.<br />
Yorumunu yaptığımız hadis,<br />
ülkemiz <strong>Müslümanları</strong> açısından<br />
başka bir gerçeğe daha işaret<br />
etmektedir. O da, anlayış, yöntem<br />
ve meşrep farklılıklarının<br />
doğurduğu mikro oluşumların<br />
hadiste tarif edilen bütünlüğe<br />
zarar vermesidir. Aslında bu<br />
tür farklılıklar gayet doğaldır.<br />
İnsanların tek tip düşünüp, aynı<br />
yöntem ve anlayışları benimsemeleri<br />
beklenemez. Ancak,<br />
bunların üstünde olması gereken<br />
ve her Müslümanı bağlayan<br />
değer yargılarının, herkesin<br />
içinde yer aldığı oluşuma göre<br />
işlerlik kazanması İslam kardeşliği<br />
bakımından ciddi bir problem<br />
oluşturmaktadır. Örneğin,<br />
falanca cemaat, grup ya da<br />
tarikat mensupları için kardeşlik<br />
hukuku sanki kendi mensuplarıyla<br />
sınırlıdır. Kendi oluşumları<br />
dışında kalan <strong>Müslümanları</strong>n<br />
sorunları onlar için öncelikli değildir.<br />
Yardım yapılacaksa önce<br />
kendi “ihvan”ı bulunmalıdır.<br />
Başka bir Müslümanın talebi<br />
Haziran 2011 - 146<br />
varsa, önce mensubiyeti araştırılıp<br />
ona göre karar verilmelidir.<br />
Diğer müminlerle ilişkiler, grup<br />
büyüklerinden alınan talimata<br />
göre yürütülmelidir. Böylece<br />
karşımıza, kendi irade ve sorumluluğuna<br />
sahip bir birey yerine,<br />
kendisi adına başkalarının karar<br />
verdiği, toplum psikolojisiyle<br />
hareket eden bir kişilik çıkmaktadır.<br />
Dayanışma grup içinde<br />
olduğundan, gelişme, büyüme<br />
Kendi özel<br />
mensubiyetimiz ne<br />
olursa olsun, her şeyin<br />
üstünde tutmamız<br />
gereken Müslüman<br />
kimliğimizle görev ve<br />
sorumluluklarımızı<br />
yerine getirmeliyiz.<br />
ve bundan yararlanma genellikle<br />
o grup mensupları için geçerlidir.<br />
Bu oluşumların yaygınlık<br />
kazanıp revaç bulması, dışarıda<br />
kalıp müstakil bir birey olarak<br />
Müslümanlığını sürdürmek isteyenleri<br />
zor durumda bırakmakta,<br />
bazen çeşitli maslahatlar için bu<br />
gruplara katılmaya zorlamaktadır.<br />
Üstelik bu oluşumlarda yer<br />
almayanların bazen suçlandığı<br />
görülmekte, dînî yönden veya<br />
hizmet açısından buralarda yer<br />
almanın gerekli olduğu propagandası<br />
da yapılmaktadır.<br />
Yazımıza konu olan hadis, bütün<br />
İslam toplumunu tek bir cemaat<br />
olarak görmekte, ilgi, sevgi,<br />
merhamet, dayanışma ve yardımlaşmada<br />
herhangi bir ayrım<br />
gözetmemektedir. Buna göre<br />
bir Müslümanın derdi her Müslümanın<br />
derdidir. Kardeşlik hukukunun<br />
doğurduğu sorumluluk<br />
hiçbir ayırım yapmadan herkes<br />
için geçerlidir. Öyleyse, kendi<br />
özel mensubiyetimiz ne olursa<br />
olsun, her şeyin üstünde tutmamız<br />
gereken Müslüman kimliğimizle<br />
görev ve sorumluluklarımızı<br />
yerine getirmeliyiz. Bize<br />
ihtiyacı olanlara, kendi özelimizi<br />
empoze etmeden, herhangi<br />
bir şart dikte etmeden, kısaca,<br />
kişilik ve onurlarını incitmeden<br />
el uzatmalıyız. Allah Rasûlü’nün<br />
bizden istediği saygın ve erdemli<br />
davranış budur. Aksi takdirde,<br />
sadece kendi mensupları ve<br />
sempatizanları adına çalışan bir<br />
örgüt olmaktan ileri geçemeyiz.<br />
Allah ve Rasûlü’nün bizden<br />
istediği cemaat, yani birlik ve<br />
beraberlik, sosyolojik manada<br />
mikro yapılardan oluşan cemaat<br />
ve gruplar değil, ortak inanç,<br />
düşünce ve hissiyatıyla bütün<br />
bir İslam ümmetini içine alan ve<br />
karşılaşılan sıkıntı ve problemlerde<br />
bir beden gibi kendiliğinden<br />
harekete geçen kolektif bir<br />
yapıdır. İnsanlar için çıkarılmış<br />
hayırlı bir ümmet olmanın (Âl-i<br />
İmran, 110) gereği bu olduğu gibi,<br />
kendi içlerinde bir beden gibi<br />
hareket etme kabiliyetine sahip<br />
bu büyük cemaatin diğer dinlere<br />
mensup insan kardeşlerine de<br />
aynı duyarlılıkla el uzatmaları<br />
daha kolay olacaktır.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış<br />
HDV’yi ziyaret etti<br />
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci<br />
Egemen Bağış, Hollanda’ya yaptığı<br />
resmi ziyaretler çerçevesinde<br />
Den Haag Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı<br />
Genel Merkezini de ziyaret etti.<br />
Lahey Büyükelçisi Uğur Doğan ile<br />
Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı merkez<br />
binasına gelen Bağış, HDV<br />
Merkezinde Lahey Din Hizmetleri<br />
Müşaviri ve HDV Başkanı Doç.<br />
Dr. Bülent Şenay ve çeşitli sivil<br />
toplum kuruluş temsilcileri, HDV<br />
yönetim kurulu üyeleri ve çalışanları<br />
tarafından karşılandı. Vakıf binasını<br />
gezen Bakan Bağış, Vakfın<br />
çalışmaları hakkında bilgi aldı.<br />
Bağış, daha sonra Lahey Büyükelçisi<br />
Uğur Doğan ve beraberindeki<br />
heyet sivil toplum kuruluş<br />
temsilcileri, HDV Yönetim Kurulu<br />
üyeleri ve çalışanları ile bir toplantı<br />
gerçekleştirdi.<br />
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci<br />
Egemen Bağış da yaptığı konuşmada;<br />
Hollanda’da yaşayan<br />
vatandaşlarımıza yönelik özverili<br />
ve başarılı bütün çalışmaları<br />
yakından takip ettiğini ve olumlu<br />
anlamda katedilen yolu taktirle<br />
karşıladığını dile getirdi. Konuşmasına<br />
Türkiye Cumhuriyeti<br />
Devletinin kendisine yakışır bir<br />
biçimde hızla büyüdüğünü ve güçlendiğini<br />
hatırlatan Bakan Bağış,<br />
özellikle HDV şemsiyesi altında<br />
gerçekleştirilmiş ve toplumumuzun<br />
genel yapısını temsil eden<br />
tüm kuruluşların nihaî noktada<br />
birlik ve beraberlikte buluşması ve<br />
birlikte yapılan hizmetlere destek<br />
vermelerinden çok duygulandığını<br />
ifade etti. Hollanda’da gerçekleştirilen<br />
bu tablonun en çok arzu<br />
ettikleri husus olduğunu ve bütün<br />
Avrupa’ya örnek olması gerektiğini<br />
ifade eden Bağış, “Siz buralarda<br />
ne kadar güçlü ve kudretli<br />
olursanız bizler o kadar mutlu<br />
oluyoruz.” dedi.<br />
Darmstadt’da Dini Bilgiler ve Genel Kültür yarışması<br />
Frankfurt Din Hizmetleri Ataşeliği<br />
bölgesinde faaliyette bulunan<br />
85 DİTİB derneği arasında Dini<br />
Bilgiler ve Genel Kültür fi nal yarışması,<br />
Darmstadt DİTİB Merkez<br />
Camii’nde yapıldı.<br />
Bölgelerinde yapılan elemelerde<br />
birinci gelen 24 öğrenci, Almanya<br />
fi nalinde Hessen bölgesini temsil<br />
etmek için kıyasıya yarıştılar.<br />
Yarışmaya Frankfurt Din Hizmetleri<br />
Ataşesi Dr. Yaşar Seracettin<br />
Baytar, DİTİB Hessen Eyalet<br />
Birliği Başkanı ve DİTİB Yönetim<br />
Kurulu Üyesi Fuat Kurt, eyalet<br />
din görevlileri, dernek yöneticileri<br />
ve çok sayıda cemaat katıldı.<br />
Program, Darmstadt Din Görevlisi<br />
Kerim Şükrü Ünlü ve Eyalet<br />
Birliği Başkanı ve Darmstatd<br />
DİTİB Merkez Camii Dernek<br />
Başkanı Fuat Kurt’un yaptığı<br />
açılış konuşmalarıyla başladı.<br />
Frankfurt Din Hizmetleri Ataşesi<br />
Dr. Yaşar Seracettin Baytar da<br />
yaptığı konuşmada, yarışmaya<br />
katılan öğrencilere, hocalarına ve<br />
dernek yöneticilerine teşekkür<br />
etti ve yarışmacılara başarılar<br />
diledi.<br />
Yarışma sonunda dereceye<br />
giren Wacstersbach cemiyeti<br />
öğrencileri Merve Kahveci, Sümeyra<br />
Bayram ve Esma Zaman<br />
Almanya’da Hessen eyaletini<br />
temsil etmeye hak kazandılar.<br />
Oldenburg Hacıbayram Camii’nde Kutlu Doğum<br />
programına yoğun ilgi<br />
Oldenburg Hacıbayram Camii’nde<br />
fahri olarak görev yapan Zahide<br />
Sarıgül ve Kadın Kollarınca, bayanlara<br />
yönelik Kutlu Doğum Programı<br />
düzenlendi. Sunuculuğunu Nagihan<br />
Solakan’ın yaptığı programda,<br />
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i anlamaya<br />
her zamankinden daha çok<br />
ihtiyacımızın olduğu dile getirildi.<br />
Programda camiye devam eden<br />
öğrencilerin okuduğu ilahiler, şiirler<br />
ve tiyatro gösterileri, izleyicilere<br />
duygulu anlar yaşattı. Yapılan dua<br />
ve öğrencilere verilen hediyelerin<br />
takdimi ile program sona erdi.<br />
Haziran 2011 - 146 53
54<br />
“21. Yüzyıl Avrupa’sında Karşılaşılan Sorunlar ve<br />
Çözüm Yolları” konferansına büyük ilgi<br />
Cojep-International, Dünya<br />
Demokrasi Forumu, Sosyal Uyum<br />
için Avrupa Müslüman Girişimi<br />
(EMISCO) ve Ankara-Keçiören<br />
Belediyesi ile işbirliği içinde, Aktif<br />
Metropolitan Hotel’de, “21. Yüzyıl<br />
Avrupası-Avrupa’nın Karşılaştığı<br />
Sorunlar ve Fırsatlar: Irkçı ve Ayrımcı<br />
Uygulamaların Engellenmesi<br />
ve Toplumsal Bütünlüğün Yaygınlaştırılması”<br />
adlı bir konferans düzenlendi.<br />
Konferansa konuşmacı<br />
olarak davet edilen HDV Başkanı<br />
Doç. Dr. Bülent Şenay, “Avrupa’da<br />
Dînî Azınlıklar Meselesi-Geleceğe<br />
Bakış” başlıklı bir konuşma yaptı.<br />
Konferansın açılış konuşmaları<br />
COJEP Türkiye Koordinatörü Ali<br />
Güneş, Cojep International Genel<br />
Başkanı Ali Gedikoğlu ve Keçiören<br />
Belediye Başkanı Mustafa Ak tarafından<br />
yapıldı. Konferansın onur<br />
konuğu EMISCO Başkanı ve BM<br />
Irkçılıkla Mücadele Özel Raportörü<br />
(2002-2008) Doudou Diene,<br />
“Kapsayıcı toplumun gelişmesi<br />
karşısında Batı demokrasilerinin<br />
yeni sorunları” başlıklı bir konuş-<br />
ma yaparak dünya genelinde İslamofobinin<br />
gittikçe yaygınlaşıyor<br />
olmasına rağmen, bu tartışmaların<br />
İslam dinine olan ilgiyi artırdığını<br />
ve son on yılda Avrupa’daki<br />
hem Müslüman sayısının ve hem<br />
de camilerin artmasına neden<br />
olduğunu söyledi. Konferansa<br />
Başbakanlık Başdanışmanı Doç.<br />
Dr. İbrahim Kalın da katılarak<br />
Avrupa’daki etnik azınlıkların STK<br />
perspektifi nden durumlarını açıklayan<br />
bir konuşma yaptı.<br />
Gross-Gerau Stadthalle Salonunda Kutlu Doğum<br />
programı yapıldı<br />
Peygamber Efendimiz Hz.<br />
Muhammed (s.a.s.)’in dünyaya<br />
Haziran 2011 - 146<br />
teşrifi nin 1440’ıncı yıldönümü<br />
münasebetiyle Gross-Gerau<br />
DİTİB Birlik Camii ve Biebesheim<br />
DİTİB Ayasofya Camii<br />
ortaklaşa Kutlu Doğum programı<br />
düzenlediler. Gross-Gerau<br />
Stadthalle salonunda yapılan ve<br />
“Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed<br />
(s.a.s.)’i Anlama ve Anma”<br />
adıyla düzenlenen programda,<br />
güller ve broșür dağıtımı ile<br />
karşılanan yaklaşık 400 davetli<br />
salonu doldurdu.<br />
Program Kur’an-ı Kerim ve mealinin<br />
okunmasının ardından yapılan<br />
konuşmalarla devam etti.<br />
Program, öğrencilerden oluşan<br />
ilahi grubunun sunduğu ilahiler<br />
ve ney dinletisinin ardından<br />
Peygamber Efendimizin örnek<br />
ahlakının anlatıldığı konferansla<br />
sona erdi.
Son günlerde, gerek Hollanda parlamentosunda<br />
ve gerekse Avrupa<br />
çapında Avrupa Standardizasyon<br />
Enstitüsü (CEN) tarafından yoğun<br />
bir şekilde tartışılan, İslamî usullere<br />
göre kesim ve helal standardizasyonu<br />
konulu bir uluslararası<br />
konferans düzenlendi. (International<br />
Conference‘Ritual Slaughter<br />
and Halal Food in Europe’)<br />
24 Nisan 2011 Pazar günü HDV<br />
Rotterdam Eğitim Merkezi Konferans<br />
Salonu’nda, Hollanda’daki<br />
Müslüman üst kuruluşların üye<br />
olduğu kısa adı CMO olan, Hükümetle<br />
muhatap İslamî Kuruluş<br />
tarafından düzenlenen konferansa,<br />
Almanya, Fransa, Avusturya ve<br />
Belçika’dan da 21 Müslüman üst<br />
kuruluş iştirak etti. Konferansa<br />
ayrıca, Hollanda ve çeşitli Avrupa<br />
ülkelerinden de dinleyici olarak 90<br />
kişi katıldı.<br />
Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı Başkanı<br />
Doç. Dr. Bülent Şenay’ın oturum<br />
başkanlığını yaptığı “Uluslararası<br />
Helal Kesim ve Helal<br />
Konferansı”na, İngiltere’den, Britanya<br />
Müslüman Konseyinden Dr.<br />
S. Shafi , Fransa Uluslararası İslam<br />
Birliğinden Z. Seddiki, Almanya’dan<br />
Avrupa Helal Sertifi ka Enstitüsünden<br />
Yusuf Çalkara, Hollanda’dan<br />
Inholland Yüksek Okulu Öğretim<br />
Üyelerinden Mücahit Sağsu ve<br />
yine Fransa’dan H. Rezgui ile<br />
Avusturya’dan Tarafa Bagajathi<br />
katılarak birer tebliğ sundular.<br />
Oturum başkanı Şenay, yaptığı<br />
konuşmada iki konuya açıklık<br />
getirdi. Bunlardan birincisi, <strong>Diyanet</strong><br />
<strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong>nın helal kesim<br />
konusundaki görüşünün öncesi ve<br />
sonrası alınmayarak, şoksuz kesimi<br />
yasaklamak isteyenler tarafından,<br />
yanlış ve maksadının dışında kullanıldığını,<br />
<strong>Diyanet</strong>’in ilgili görüşünde<br />
İslamî usullere göre kesimin esas<br />
olduğunun belirtildiğini, Batı toplumlarında<br />
<strong>Müslümanları</strong>n, İslamî<br />
usullere göre kesim konusunda<br />
Helal Gıda Konferansı Rotterdam’da yapıldı<br />
işbirliği içinde çalışmaları gerektiğine<br />
işaret edildiğini ifade etti. İkinci<br />
olarak da, Hollanda’da bazı siyasi<br />
parti temsilcilerinin dile getirdiklerinin<br />
aksine, Türkiye’de Tarım Bakanlığı<br />
tarafından şoksuz kesimin<br />
yasaklaması konusunda bir kanun<br />
çalışması olmadığını belirtti.<br />
Konferansa çeşitli Avrupa ülkelerinden<br />
Müslüman üst kuruluşlar adına<br />
katılanlar, ortak görüş olarak, var<br />
olan İslamî usullere göre kesim<br />
hakkının <strong>Müslümanları</strong>n elinden<br />
alınamayacağını açıkladılar.<br />
Konferans sonunda yapılan değerlendirmede,<br />
“Avrupa Müslüman<br />
Helal Standardizasyon Çalışma<br />
Grubu” adı altında bir platform<br />
kuruldu. 11 Haziran 2011’de ilk<br />
toplantısını İngiltere’de yapacak<br />
olan bu çalışma grubunun başına,<br />
Britanya Müslüman Konseyinden<br />
Dr. S. Shafi getirildi.<br />
Rotterdam’da 24 Nisan 2001 tarihinde<br />
yapılan “Uluslararası Helal<br />
Kesim ve Helal Konferansı”na,<br />
Yahudi Hahamlar Konseyinden<br />
Haham Evers ve Hollanda Yahudiler<br />
Birliğinden Robbert Baruch da<br />
katılarak birer konuşma yaptılar.<br />
Konuşmalarında <strong>Müslümanları</strong>n<br />
Avrupa düzeyinde bu konuda<br />
aldıkları insiyatif ve yaptıkları<br />
çalışmalardan duydukları memnuniyeti<br />
dile getirerek Müslümanlara<br />
başarılar dilediler. Bilindiği üzere<br />
şoksuz kesime yasak getirilmesi<br />
durumunda, Yahudiler de bundan<br />
etkilenecektir. Dolayısıyla bu konuda<br />
Yahudi ve Müslüman kuruluşlar<br />
ortak hareket etmektedirler.<br />
Konferansın sonunda Hollanda<br />
parlamentosu, Hollanda medyası<br />
ve Hollanda Standartları Enstitüsüne<br />
iletilmek üzere bir sonuç<br />
bildirgesi hazırlandı.<br />
Bu açıklamaya göre, özetle halen<br />
mevcut olan şoksuz helal kesimin<br />
yasaklanmaması, şoklamanın<br />
bizzat acı verme ihtimalinin dikkate<br />
alınması, şoklamanın hayvanı hareketsizleştirip<br />
paralize ettiği ancak<br />
acısını hayvana en az acı veren (2<br />
saniye) uygulanan usulune uygun<br />
kesim olduğu, İslam âlimlerinin<br />
çoğuna göre kesim sonucu hareket<br />
etmesinin acıyla ilgili olmadığı,<br />
kanın dışarı atılmasını sağladığı,<br />
İslam’ın hayvanlara şefkati dinî<br />
vecibe olarak kabul ettiği, helal<br />
kesim meselesinin inanç özgürlüğü<br />
ve insan hakları bağlamında ele<br />
alınması gerektiği ve müdahale<br />
edilmesinin İslamofobik kültürelpolitik<br />
bir provokasyon olduğu,<br />
Müslüman kuruluşların, kamuoyunun<br />
kaygılarını giderecek şekilde<br />
konunun devlet makamları başta<br />
olmak üzere, ilgili tarafl arla görüşerek<br />
takipçisi olacakları belirtildi.<br />
Haziran 2011 - 146 55
56<br />
Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ve Dış<br />
İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Paçacı Hollanda’ya<br />
ziyarette bulundular<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkan Yardımcısı<br />
Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar,<br />
Dış İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr.<br />
Mehmet Paçacı 18-20 Nisan 2011<br />
tarihlerinde Hollanda’ya bir çalışma<br />
ziyareti gerçekleştirdi.<br />
Lahey Büyükelçisi Uğur Doğan’ı<br />
Büyükelçilik makamına ziyaret<br />
eden Özafşar ve Paçacı, 19<br />
Nisan’da Hollanda’da görev yapan<br />
138 din görevlisiyle Rotterdam’daki<br />
HDV Eğitim Merkezinde bir araya<br />
geldiler. Toplantıya Lahey Din Hizmetleri<br />
Müşaviri, Doç. Dr. Bülent<br />
Şenay, Rotterdam Din Hizmetleri<br />
Ataşesi Dr. İsmail Hilmi Bilgi ve<br />
Deventer Din Hizmetleri Ataşesi<br />
Dr. Mustafa Kahraman da katıldılar.<br />
<strong>Başkanlığı</strong>n yurtdışı hizmetlerinin<br />
genel bir değerlendirmesinin ya-<br />
Münster Başkonsolosluğu Din<br />
Hizmetleri Ataşeliği bölgesinde iki<br />
farklı bölgede geniş katılımlı Kutlu<br />
Doğum programı düzenlendi.<br />
İlki Recklinghausen-Gelsenkirchen<br />
bölgelerinde faaliyet gösteren 26<br />
DİTİB derneğinin katılımıyla vatandaşlarımızın<br />
yoğun olarak yaşadığı<br />
Gelsenkirchen şehrinde yapıldı.<br />
DİB Sosyal ve Kültürel İçerikli Din<br />
Hizmetleri Daire Başkanı Ahmet<br />
Çelik’in konuşmacı olarak katıldığı<br />
programa, Münster Başkonsolosluğu<br />
Din Hizmetleri Ataşesi<br />
Suat Altunkuş, Türkiye-Almanya<br />
Parlamentolararası Dostluk Grubu<br />
Haziran 2011 - 146<br />
pıldığı toplantıda, din görevlilerinin<br />
soruları cevaplandırıldı.<br />
Toplantının ardından Rotterdam<br />
Başkonsolosu Esen Altug ziyaret<br />
edildi ve aynı gün öğleden sonra<br />
Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı’na bağlı<br />
cami yöneticileriyle de ayrı bir<br />
toplantı yapılarak Hollanda’daki<br />
camilerde <strong>Diyanet</strong> hizmetleri değerlendirildi<br />
ve şube başkanlarının<br />
soruları cevaplandırıldı.<br />
Özafşar, Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı<br />
Genel Merkezinde de “Yüksek<br />
İstişare Kurulu” ile bir toplantı<br />
yaptı. Kurulu oluşturan Federasyon<br />
ve Vakıf temsilcileriyle bir araya<br />
gelen Özafşar, <strong>Müslümanları</strong>n<br />
Hollanda’da bazı konularda yaptıkları<br />
ortak çalışmaları yakından<br />
takip ettiklerini, birliktelikten mem-<br />
Münster’de Kutlu Doğum Coşkusu<br />
Başkanı ve Karabük Milletvekili Dr.<br />
Mustafa Ünal, KRW Eyalet Birliği<br />
Başkanı Erol Kesici, bölge dernek<br />
başkanları ve din görevlileri ile çok<br />
sayıda vatandaşımız katıldı.<br />
İstiklal Marşı, Kur’an-ı Kerim<br />
okunması ve Din Hizmetleri Ataşesi<br />
Suat Altunkuş ile Milletvekili Dr.<br />
Mustafa Ünal’ın günün anlam ve<br />
önemini anlatan konuşmalarının<br />
ardından, öğrencilerden Kübra<br />
Nur ve Hilal Nur Binek, “Yetim Kız“<br />
şiirini okudular. Oer Erkenschwick<br />
Abdülhamithan Camii Din Görevlisi<br />
Mahmut Yılmaz’ın başkanlığında,<br />
bölge din görevlilerinden oluşan<br />
Tasavvuf Musikisi Korosu bir<br />
konser verdi. Akşam namazını<br />
müteakip program, öğrencilerden<br />
Beyzanur Kızıltepe’nin “40 Yaşındasın”,<br />
Zehra İyercin’in okudukları<br />
“Annem” adlı şiirlerle devam etti.<br />
Program, Ahmet Çelik’in sunduğu<br />
konferansla sona erdi.<br />
Bielefeld-Verl’de yapılan ikinci<br />
nuniyet duyduklarını ifade etti.<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkan Yardımcısı<br />
Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ve<br />
Dış İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr.<br />
Mehmet Paçacı, 20 Nisan 2011 tarihinde<br />
de HDV Genel Merkezinde<br />
yapılan Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı 14.<br />
Genel Kurul toplantısına katıldılar.<br />
Hollanda <strong>Diyanet</strong> Vakfı Genel Kurul<br />
çalışmalarını tamamlayan heyet<br />
aynı gün Hollanda’dan ayrıldı.<br />
program, Bielefeld ve çevresinde<br />
faaliyette bulunan 9’u DİTİB derneği,<br />
9’u diğer cemiyetlerden oluşan<br />
toplam 18 derneğin katılımıyla<br />
gerçekleştirildi. Sunuculuğunu TRT<br />
Spikerlerinden Serdar Tuncer’in<br />
yaptığı programa, Münster Din<br />
Hizmetleri Ataşesi Suat Altunkuş,<br />
Mısırlı Hafız Ahmet Yunus, KRW<br />
Eyalet Birliği Başkanı Erol Kesici,<br />
bölge cemiyet başkanları ve din<br />
görevlileri ile yaklaşık üç bin vatandaşımız<br />
katıldı. Mısırlı Hafız Ahmet<br />
Yunus’un okuduğu Kur’an-ı Kerim<br />
ve Din Hizmetleri Ataşesi Suat<br />
Altunkuş’un selamlama konuşmasıyla<br />
başlayan programda, katkı<br />
sağlayan dernek başkanları ve<br />
din görevlilerine gül takdim edildi.<br />
Hollanda’dan gelen Grup Kardelen<br />
İlahi Grubu’nun ilahiler söylemesi,<br />
sema gösterileri ile devam eden<br />
program, Ahmet Çelik’in sunduğu<br />
konferansla sona erdi.
İsviçre Türk <strong>Diyanet</strong> Vakfı Kutlu Doğum programı düzenledi<br />
Kutlu Doğum Haftası, Etzel<br />
Zentrum’da Wadenswil Türk İslam<br />
Birliği ve İsviçre Türk <strong>Diyanet</strong><br />
Vakfı tarafından düzenlenen<br />
bir programla kutlandı.<br />
İsviçre Din Hizmetleri Müşaviri<br />
Dr. Ahmet Akın’ın da katıldığı<br />
programda, Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Öğretim Üyesi Prof. Dr.<br />
Nevzat Aşık, Hz. Peygamber’in<br />
insanlara karşı şefkat ve merhameti<br />
konulu bir konferans<br />
sundu. Programın sunumu<br />
Wädenswil Camii Din Görevlisi<br />
Taha Yılmaz tarafından yapıldı.<br />
İsviçre’deki diğer cami derneklerinde<br />
görev yapan din görevlileri<br />
ve dernek yöneticileri de programı<br />
ilgiyle takip ettiler. Programın<br />
sonunda Dernek Başkanı Emre<br />
Özdemir, etkinlikte yer alan<br />
katılımcılara teşekkür ederek<br />
kendilerine çiçek ve hediyeler<br />
sundu.<br />
Öte yandan İsveç Sosyal İşler<br />
ve Din Hizmetleri Müşavirliği çalışma<br />
bölgesi, İsveç ve Norveç’te<br />
görev yapan din görevlileri ile<br />
İsveç <strong>Diyanet</strong> Vakfı merkez<br />
binasında bir toplantı yapıldı.<br />
Sosyal İşler ve Din Hizmetleri<br />
Müşaviri Prof. Dr. A. Bülent<br />
Baloğlu’nun başkanlığında<br />
yapılan toplantıda, vatandaşlarımıza<br />
yönelik yürütülen din<br />
hizmetlerinde verimliliğin artırılması,<br />
2011 yılı hac kayıtlarında<br />
yapılacak işlemlerin görüşülmesi<br />
ve geçmiş yıllarda tespit edilen<br />
eksikliklerin giderilmesi gibi<br />
konular ele alındı.<br />
Dieppe Kültür Derneğinde Kutlu Doğum coşkusu<br />
Kutlu Doğum Haftası, Dieppe<br />
Association Culturelle Türk Derneği<br />
ve Kadın Kollarınca düzenlenen<br />
bir programla kutlandı.<br />
Le Havre Dernek Başkanı Ali<br />
Olas, Din Görevlisi Arif Murat,<br />
Rouen Dernek Başkanı İbrahim<br />
Çilingir, Din Görevlisi Yasin<br />
Sağlam, öğretmen Talat Aslan,<br />
çok sayıda davetlinin katıldığı<br />
program, İstiklal Marşının<br />
okunması ve Din Görevlisi<br />
Yasin Sağlam’ın Kur’an-ı Kerim<br />
tilavetiyle başladı. Sunuculuğunu<br />
Din Görevlisi İsmail Yeşil’in<br />
yaptığı program, Dieppe Kültür<br />
Derneği Başkanı Fikret Olgun’un<br />
yaptığı selamlama konuşması<br />
ve öğretmen Talat Aslan’ın Hz.<br />
Peygamber’in örnek hayatını<br />
anlatmasıyla devam etti. Daha<br />
sonra; Din Görevlisi Arif Murat,<br />
“Rahmet Peygamber’i ve<br />
Merhamet Örnekliliği” konulu<br />
bir konferans verdi. Din Görevlisi<br />
Yasin Sağlam da ayetler ve<br />
Landshut’da dini bilgiler yarışması<br />
DİTİB Landshut Cemiyetinde,<br />
“Temel Dini Bilgiler” yarışması<br />
yapıldı. Yarışmaya, Münih Konsolosluğuna<br />
bağlı 13 bölgeden<br />
bölge birincileri katıldı. Yarışmada<br />
öğrencilere, genel kültür,<br />
İslam tarihi, ibadet ve iman<br />
konularından oluşan 45 soru<br />
soruldu.<br />
Yarışmada, Kelheim’den Zeynep<br />
hadisler ışığında Peygamber<br />
Efendimizin merhamet eğitimi<br />
konusunu anlattı. Kur’an kursu<br />
öğrencileri de, Merhamet ile ilgili<br />
ayet ve hadisler okudular.<br />
Ayrıca Kur’an kursu öğrencileri<br />
arasında, “Peygamberimiz”<br />
konulu bilgi yarışması yapıldı. İzleyenlerin<br />
heyecanla takip ettiği<br />
yarışmayı kız öğrenciler kazandı.<br />
Okunan hatimlerin duasının<br />
yapılmasının ardından, yemek<br />
ikramıyla program sona erdi.<br />
Gökçek, Yasemin Yağlı ve Raziye<br />
Çalışkanoğlu sorulan soruların<br />
44’ünü doğru bilerek Münih<br />
bölge birincisi oldular. Yarışmada<br />
Markt Schwaben 2’inci,<br />
Dingolfi ng de 3’üncülüğü elde<br />
ettiler. Birinci gelen öğrenciler,<br />
daha sonra yapılacak yarışmada<br />
Almanya birinciliği için yarışacaklar.<br />
Haziran 2011 - 146 57
58<br />
Schwerte DİTİB Süleymaniye Camii’nde Kutlu Doğum programı<br />
Schwerte DİTİB Süleymaniye<br />
Camii’nde Kutlu Doğum programı<br />
düzenlendi. İstiklal Marşı<br />
ve Kur’an-ı Kerim tilavetiyle<br />
başlayan programda, Din Görevlisi<br />
Zekeriya Acar bir konuşma<br />
yaparak Kutlu Doğum Haftası<br />
hakkında bilgi verdi. Acar konuşmasında,<br />
haftanın, vatandaşla-<br />
Haziran 2011 - 146<br />
rımız arasında birlik, beraberlik,<br />
sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve<br />
dayanışma duygularının yaygınlaşmasını<br />
sağladığını belirtti.<br />
Başkan Mustafa Özbaş da<br />
yaptığı konuşmada, “Hangi<br />
açıdan bakarsak bakalım, içinde<br />
yaşadığımız çağın, onun örnekliğine,<br />
manevî önderliğine ve ilâhî<br />
rehberliğine ihtiyacı var. Bizim<br />
de onun sevgisine, aşkına; onu<br />
okumaya, anlamaya ve yaşamaya<br />
ihtiyacımız var.” dedi.<br />
Program, izleyicilere gül ve<br />
hadis kartelası dağıtılmasıyla<br />
sona erdi.<br />
Strasbourg-Barr Kasabasında Kutlu Doğum konferansına büyük ilgi<br />
Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle<br />
Strasbourg-Bar kasabası<br />
Foye Protestan konferans<br />
salonunda, “Rahmet Peygamberi”<br />
konulu bir konferans düzenlendi.<br />
Strasbourg Din Hizmetleri Ateşesi<br />
Prof. Dr. Fazlı Arabacı’nın konuşmacı<br />
olarak katıldığı konferansa,<br />
Oberne Dernek Başkanı Ethem<br />
Frankfurt bölgesi, DİTİB<br />
Neustadt Emir Sultan Camii<br />
derneği, Kutlu Doğum programı<br />
düzenledi. Neustadt Belediye<br />
Kültür Salonunda düzenlenen<br />
programa vatandaşlarımız<br />
büyük ilgi gösterdiler. İstiklal<br />
Marşı, Kur’an-ı Kerim ve dernek<br />
başkanı Hikmet Ulaş’ın selamlama<br />
konuşması ile başlayan<br />
programda, Din Görevlisi Yusuf<br />
Çimen de bir konuşma yaparak<br />
Akkuş ve Din Görevlisi Âdem<br />
Kuş, Molsaim Dernek Başkanı<br />
Neşet Bolat, Giresunlular Derneği<br />
Başkanı Basri Çiçek, Türk Kültürü<br />
Dersleri Öğretmeni Mustafa<br />
Yücel ve çok sayıda vatandaşımız<br />
katıldı.<br />
Sunuculuğunu Barr Din Görevlisi<br />
Murat Karancı’nın yaptığı prog-<br />
Neustadt’da Kutlu Doğum coşkusu<br />
Peygamber Efendimizin örnek<br />
hayatından kesitler sundu.<br />
Programa konuşmacı olarak katılan<br />
Bad Nauheim Din Görevlisi<br />
ram, Kur’an-ı Kerim okunmasıyla<br />
başladı. “Kutlu Doğum” sinevizyonun<br />
ardından, Barr Türk-<br />
Fransız Kültür Derneği Başkanı<br />
Hüseyin Şimşek, açılış konuşması<br />
yaptı. Prof. Dr. Fazlı Arabacı, “Allah<br />
Resulü, yeryüzüne numune-i<br />
imtisal olarak gönderilmiş bir<br />
peygamberdir. Çünkü ebedi Risaletin<br />
sahibi Hz. Peygamber, insani<br />
bütün meziyetleri kendisinde<br />
toplamış müstesna bir şahsiyettir.<br />
Merhamet, şefkat, yardımlaşma,<br />
affetme, af dileme, doğruluk,<br />
adalet, barış, doğruluk, cömertlik,<br />
arkadaşlık, nezaket, nezafet<br />
ve benzeri bütün güzel hasletleri<br />
onun söz ve davranışlarında, net<br />
bir şekilde görmekteyiz.” dedi.<br />
Konferans, Barr kız ilahi grubunun<br />
söylediği ilahi ve şiirlerle<br />
sona erdi.<br />
Yusuf Taşan yaptığı konuşmada,<br />
Peygamber sevgisini ve onun<br />
bizlere Rabbimizden getirdiği<br />
kutlu mesajını anlattı.<br />
Öğrencilerin okuduğu ilahiler,<br />
Kur’an tilaveti ve şiirlerle devam<br />
eden programda öğrencilerden<br />
Melisa Aslan’ın okuduğu “40<br />
Yaşındasın” adlı şiir, izleyicilerin<br />
beğenisini topladı. Program<br />
yapılan dua, gül dağıtımı ve<br />
ikramlarla sona erdi.
Mülheim Fatih Camii’nde Kutlu Doğum programına büyük ilgi<br />
Essen Din Hizmetleri Ataşeliğine<br />
bağlı Mülheim Fatih Cami’inde<br />
bu yıl, “Kutlu Doğum Haftası”<br />
programı Türkçe ve Almanca<br />
olarak icra edildi. Programa<br />
<strong>Müslümanları</strong>n yanı sıra Hıristiyanlar<br />
da yoğun ilgi gösterdiler.<br />
Programın açılış konuşmasını<br />
yapan Dernek Başkanı Ergün<br />
Öztürk, “Düzenlediğimiz programın<br />
amacı bir diyalog ortamı<br />
oluşturmak ve birbirimizi daha<br />
iyi anlayabilme fırsatı yakalamaktır.”<br />
dedi. Ulu Cami Din görevlisi<br />
Gürsel Turhan’ın okuduğu<br />
Kur’an-ı Kerim’in Almanca ve<br />
Türkçe mealleri öğrenciler tarafından<br />
sunuldu. Katolik kilisesi<br />
Rahibi Norbert Dudek yaptığı<br />
konuşmada, kendisine<br />
camide konuşma<br />
fırsatı verilmesinden<br />
memnun olduğunu<br />
belirterek “Sadece<br />
bu gerçek bile, tek<br />
başına bir güvenin<br />
varlığına işarettir.”<br />
dedi.<br />
Mülheim Fatih<br />
Camii Din Görevlisi<br />
Mehmet Kılavuz da,<br />
“Bütün peygamberler,<br />
Allah’ın dinini<br />
yaşayarak hem örnek<br />
olmuşlar, hem de insanlığı,<br />
Allah’ın yoluna, hakka, adalete,<br />
iyiliğe, barış ve kardeşliğe davet<br />
etmişlerdir. Sevgi, barış hak ve<br />
adalet için çalışanları dünyada<br />
mutluluk, Ahiret’te ise cennetle<br />
müjdelemiştir.” dedi.<br />
Markt Kilisesinde “İslamiyet’te Oruç” hakkında bilgi verildi<br />
Essen’de CDU’nun Protestan<br />
Kilisesi Çalışma Merkezi Başkanı<br />
Dirk Kalweit, Hıristiyanlıkta<br />
7 hafta oruç tutulduğunu;<br />
İslam’da tutulan oruç hakkında<br />
bilgi almak istediklerini ve<br />
bunun için bu toplantıyı tertiplediklerini<br />
belirtti.<br />
Din Hizmetleri Ataşesi Mehmet<br />
Uçmuş kilisede yaptığı konuşmada,<br />
İslam’da oruç ve orucun<br />
manevi yönleri hakkında dinleyenlere<br />
bilgi verdi. Uçmuş, oruç<br />
ve Ramazan hakkında Kur’an-ı<br />
Kerim ve hadis-i şerifl erde<br />
geçen hükümleri, Ramazanın<br />
başlangıcını, orucun edası ve<br />
orucu bozan ve kaza edilmesini<br />
gerektiren haller hakkında özet<br />
bilgi sundu. Orucun manevi<br />
boyutu, ferdi ve topluma olan<br />
etkilerini de anlatan Uçmuş,<br />
“Orucun insan iradesini kuvvetlendirdiğini,<br />
kötü alışkanlıklardan<br />
uzaklaştırdığını, aç ve<br />
susuz insanların sıkıntılarının<br />
daha iyi anlaşılabilmesine vesile<br />
olduğunu, sabır, tevazu, hayır<br />
ve hasenat, yardım duygularını<br />
geliştirdiğini” ifade etti.<br />
Pforzheim’de Dini Bilgiler ve Genel Kültür yarışması<br />
Pforzheim DİTİB Fatih Camii’nde<br />
Dini Bilgiler ve Genel Kültür<br />
yarışması yapıldı.<br />
Yarışmaya Bretten bölgesindeki<br />
din görevlilerinden Şükrü<br />
Baktı, İbrahim Gök, Muhammed<br />
Yüksek, Zekai Aydın, Harun<br />
Demirel, Zeynep Şahin Aktürk,<br />
cemiyet başkanları ve vatandaşlarımız<br />
büyük ilgi gösterdiler.<br />
Pforzheim Cemiyet Başkanı Basri<br />
Okumuş, yaptığı konuşmada<br />
yarışmacı öğrencilere başarılar<br />
diledi ve böyle bir yarışmaya ev<br />
sahipliği yaptığı için mutlu olduğunu<br />
ifade etti. Heyecanlı geçen<br />
yarışmanın sonunda Bretten<br />
DİTİB cemiyetinden katılan Beyza<br />
Telli, Aleyna Ak, Leyla Koçak<br />
birinci oldular. Yarışmaya katılan<br />
bütün yarışmacılar cemiyet tarafından<br />
ödüllendirildi.<br />
Haziran 2011 - 146 59
60<br />
Alman Öğretmenlerden oluşan 16<br />
kişilik bir grup, DİTİB Thannhausen<br />
Ayasofya Camiini ziyaret etti.<br />
Bayerinin Ursberg Kasabasındaki<br />
en büyük bedensel ve zihinsel<br />
engelliler okulu ve hastanesinde<br />
görev yapan öğretmenlere<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Alman öğretmenlerden camii ziyareti<br />
seminer veren Herr Kai Brustkern<br />
başkanlığındaki gruba Din Görevlisi<br />
Celalettin Sezgin ve ProDialog<br />
sorumlusu Nazım Göze tarafından<br />
camii gezdirilerek İslam dini ve<br />
cami hakkında bilgi verildi.<br />
Ayasofya Camii Kadın Kollarının<br />
hazırladığı ikramların ardından, bir<br />
konuşma yapan Herr Kai Brustkern,<br />
İslam ve <strong>Müslümanları</strong>n<br />
daha yakından ve doğru ağızlardan<br />
tanınması için böyle toplantıların<br />
daha sık yapılması gerektiğini<br />
söyledi.<br />
Öte yandan camide gençler bir<br />
program düzenlediler. Sıcak bir<br />
ortamda gerçekleşen programda<br />
gençler, Din Görevlisi Sezgin’e<br />
bazı sorular sorarak cevaplar<br />
aldılar. Cemiyet Başkanı Mehmet<br />
Ali Aksakal da, cemiyet olarak<br />
gençlere her türlü yardıma hazır<br />
olduklarını söyledi.<br />
Thannhausen Ayasofya Camii’nde belge töreni<br />
DİTİB Thannhausen Ayasofya<br />
Camii’nde iki dönemdir devam<br />
eden Entegrasyon Almanca<br />
Uyum Kursu’na katılan 19 kursiyer,<br />
törenle belgelerini aldılar.<br />
Törene, Thannhausen Belediye<br />
Başkanı Herr Schwarz, Krumbach<br />
Emniyetinden Baskomser<br />
Herr Walter, FD Akademisi so-<br />
Kelheim Belediyesinin organize<br />
ettiği “Kelheim Temizleniyor”<br />
rumlusu Fatma Dogan, Tayland<br />
Kültür Merkezi’nden Schwarz<br />
ailesinin katıldılar. DİTİB Ayasofya<br />
Dernek Başkanı Mehmet<br />
Ali Aksakal’ın ev sahipliği yaptığı<br />
törende, yapılan konuşmalarda<br />
uyumun önemi anlatıldı, mezun<br />
olan kursiyerler tebrik edildi.<br />
Kelheim Temizleniyor kampanyasına<br />
İslam Cemiyetinden destek<br />
kampanyasına çok sayıda<br />
dernek ve kuruluşun yanında,<br />
Kelheim Türk İslam Cemiyeti de<br />
katıldı. Kendilerine tahsis edilen<br />
bölgede mıntıka temizliği yapan<br />
dernek üyeleri, Belediyeden<br />
takdir gördü.<br />
Öte yandan Grundschule Riedenburg<br />
4a ve 4b sınıf öğrencileri,<br />
kalabalık bir grup halinde<br />
camiyi ziyaret ederek Prodiyalog<br />
sorumlularından Nüfer Yenil’den<br />
cemiyetin çalışmaları ve İslam<br />
dini hakkında bilgi aldılar.<br />
Ayrıca bu yılki umre organizasyonuna<br />
cemiyetten yine çok<br />
sayıda katılım oldu. Cemiyetten<br />
uğurlanan umrecilerin, sağ salim<br />
bir şekilde Kelheim’e döndükleri<br />
bildirildi.
Bielefeld Merkez Camii’nden 23 Nisan’da<br />
hastanelerde yatan çocuklara ziyaret<br />
Münster-DİTİB Bielefeld Merkez<br />
Camii Derneği, 23 Nisan<br />
Ulusal Egemenlik ve Çocuk<br />
Bayramı’nda hastanelerde yatan<br />
çocukları unutmadı. Din Görevlisi<br />
Mehmet Cebeci, Kız Gençlik<br />
Kolları Başkanı Sema Pürçek ve<br />
dinlerarası diyalog sorumlusu<br />
Selma İnci’den oluşan heyet,<br />
23 Nisan günü Bielefeld Bethel<br />
Hastanesi Çocuk Hastalıkları<br />
bölümünde yatan yaklaşık 200<br />
çocuğu ziyaret ederek geçmiş<br />
olsun dileğinde bulundu ve<br />
çocuk bayramlarını kutladı.<br />
Ziyarette çocuklara balonlar ve<br />
çikolatalardan oluşan birer hediye<br />
paketi verilirken, çocukların<br />
aileleri ile hastane çalışanlarına<br />
da birer gül takdim edildi.<br />
Hasta sahipleri, ziyaretten<br />
duydukları memnuniyeti dile getirerek<br />
ziyaretin çocuklara moral<br />
olduğunu dile getirdiler.<br />
Strateji Geliştirme Başkanı Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı<br />
konferans verdi<br />
Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı,<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> <strong>Başkanlığı</strong>’nın desteğiyle<br />
yapmış olduğu Essen’de<br />
Avrupa’daki Türk Toplumu üzerindeki<br />
saha araştırmasının sonuçları<br />
düzenlenen konferansta<br />
açıkladı. Din görevlileri, cemiyet<br />
başkanları ile cemiyet kadın ve<br />
gençlik komisyonu başkanlarının<br />
takip ettiği konferans, Dortmund<br />
Eving Selimiye Camii Salonunda<br />
yapıldı. Essen Din Hizmetleri<br />
Ataşesi Mehmet Uçmuş’un açış<br />
konuşmasıyla başlayan konferansta,<br />
Yrd. Doç. Dr. Necdet<br />
Subaşı, Türk toplumu üzerinde<br />
araştırma yapılmasında çok geri<br />
kalındığını, Almanya’da kurulan<br />
2010 yılının “Kur’an Yılı” olması<br />
münasebetiyle bir yıl önce başlatılan<br />
hatim kampanyasına katılan<br />
cenaze fonunun son derece<br />
ciddi ve başarılı çalışmalarından<br />
hareket ederek, birinci ve ikinci<br />
neslin bütün benliğiyle Türkiye<br />
ile olan ilişkisini, fi ziksel olarak<br />
Avrupa’nın en büyük şehirlerde<br />
bulunmalarına rağmen, zihinsel<br />
olarak hâlâ kendi memleketlerinde<br />
yaşadıklarını, ancak<br />
sonraki nesillerde önemli ölçüde<br />
bir sapma ve inanılmaz bir<br />
farklılaşma yaşandığını çarpıcı<br />
örneklerle anlattı. Türkiye’den<br />
yapılan evliliklerle Avrupa Türk<br />
toplumunun çocuklarına sahip<br />
çıkmasının yeterli olmayacağını,<br />
cemiyetlerde yapılan faaliyetlerin,<br />
çocukların Türkçe öğrenme-<br />
Köln’de gençler umreyle ödüllendirildiler<br />
gençler umreyle ödüllendirildiler.<br />
Köln Din Hizmetleri Ataşeliğinin<br />
2010 yılında başlattığı hatim<br />
kampanyasında, Lülsdorf’da<br />
büyükler, bayanlar ve gençler<br />
olmak üzere toplam 54 kişi hatim<br />
ve mealini okuyarak, kampanyaya<br />
katıldılar. Bölgede faaliyette<br />
bulunan işadamları Âdem<br />
Çakır, Halit Başaran ve Mevlüt<br />
lerinin, gelenek ve göreneklerin<br />
yaşatılmasında, din görevlisi ve<br />
cemiyet başkanlarına çok önemli<br />
görevler düştüğünü, toplumun<br />
dinamiklerinin harekete geçirilerek<br />
geleceğe dönük plan, program<br />
ve projeler hazırlanmasının<br />
gerektiğini belirtti.<br />
Gündoğdu’nun sponsorluğunu<br />
üstlendiği Lülsdorf Derneğince 54<br />
kişi arasından kurayla belirlenen<br />
üç genç, umreye gitmeye hak<br />
kazandı. Din Görevlisi Recep<br />
Açıkgöz ve Dernek Başkanı Ramazan<br />
Elmas’ın düzenlediği veda<br />
programıyla dualarla umreye<br />
uğurlanan gençlerin sevinçli<br />
oldukları gözlendi.<br />
Haziran 2011 - 146 61
62<br />
Essen Din Hizmetleri Ataşeliğine<br />
bağlı Lünen Selimiye<br />
Haziran 2011 - 146<br />
Lünen’de hatim coşkusu<br />
Camii’nde hatim<br />
coşkusu yaşandı. 35<br />
öğrencinin Kur’an-ı<br />
Kerim’i hatmetmesi<br />
münasebetiyle düzenlenen<br />
merasimde,<br />
Din Görevlisi Osman<br />
Güneş bir konuşma<br />
yaparak gençlerin<br />
başarılarından dolayı<br />
büyük sevinç duyduğunu<br />
ifade etti. Çocuklarımız<br />
büyük fedakârlık göstererek<br />
Kur’an-ı hatmettiğini ifade eden<br />
Güneş bu özverilerinden ve<br />
başarılarından dolayı çocukları<br />
tebrik etti. Dernek Başkanı Erdal<br />
Canbay ise; çocukları tebrik<br />
ederek daha iyi eğitim alabilmeleri<br />
için fi ziki imkânları daha da<br />
geliştireceklerini söyledi ve Din<br />
Görevlisi Osman Güneş’e verdiği<br />
hizmetlerinden dolayı teşekkür<br />
etti. Program, öğrencilere çeşitli<br />
hediyeler verilmesi ve ikramlarla<br />
sona erdi.<br />
Gronau Fatih Camii’ne öğrencilerden ziyaret<br />
Münster-Gronau Fatih Camii,<br />
Werner-von-Siemens-<br />
Gymnasium 6. sınıf öğrencileri<br />
tarafından ziyaret edildi.<br />
Öğrenciler, gönüllü rehber<br />
Kudret Aydoğdu ve Din Görevlisi<br />
Sabri Yalçın’ın rehberliğinde ca-<br />
miyi gezerek İslam<br />
dini ve cami ile<br />
ilgili bilgi aldılar.<br />
Ziyaret, öğrencilere<br />
sunulan ikramlarla<br />
sona erdi.<br />
Essen Din Hizmetleri Ataşeliği din görevlileri<br />
dil kursu sertifi kalarını aldılar<br />
Essen Din Hizmetleri Ateşeliğine<br />
bağlı din görevlileri, bir yıl süren<br />
Almanca dil kursunu başarıyla<br />
tamamlayarak sertifi kalarını<br />
törenle aldılar.<br />
Törende bir konuşma yapan<br />
Essen Konsolosu Ahmet Davaz,<br />
Almanca’yı öğrenen din görevlilerinin<br />
hem Alman makamları ile<br />
daha iyi anlaşabileceklerini, hem<br />
de iki toplumun yakınlaşmasına<br />
vesile olacağını söyledi. Davaz,<br />
“Amacımız, bölgedeki tüm din<br />
görevlilerinin yeterli Almanca<br />
öğrenmelerine imkân tanımaktır.”<br />
dedi.<br />
Nrw Auslandsgesellschaft Müdürü<br />
Klaus Wegener ise, projenin<br />
Türk toplumunun uyumuna ve<br />
diyalog ortamının oluşmasına<br />
katkıda bulunacağını söyledi.<br />
Essen Din Hizmetleri Ataşesi<br />
Mehmet Uçmuş da, din görevlilerinin<br />
kursu başarıyla<br />
tamamlamalarından büyük<br />
memnuniyet duyduğunu ifade<br />
ederek Almanya’da görev yapan<br />
din görevlilerinin iki toplumun<br />
bir araya gelmesinde çok önemli<br />
görevler ifa ettiklerini, Alman<br />
resmi, dinî ve sivil toplum kuruluşları<br />
ile de diyalog halinde<br />
olduklarını belirtti.<br />
Din görevlileri adına konuşan<br />
Dortmund bölgesi Din Görevlisi<br />
Dr. Fatma Karahan, kursu<br />
düzenleyenlere ve kurs hocalarına<br />
teşekkür etti. Program,<br />
18 din görevlisine Dr. Renate<br />
Müller tarafından sertifi kalarının<br />
verilmesiyle sona erdi.
Bottrop Yunus Emre Camii’nde gençlik faaliyetleri<br />
İllertissen Anadolu Cemiyeti ve<br />
Din Görevlisi Mehmet Gözen’in<br />
birlikte düzenledikleri programda<br />
Çanakkale şehitleri anıldı.<br />
İllertissen DİTİB Anadolu Camii<br />
Cemiyet Başkanı Oktay Tunç’un<br />
açılış konuşmasıyla başlayan<br />
programda, Nürnberg Din<br />
İllertissen’de Çanakkale şehitleri anıldı<br />
Hizmetleri Ataşesi Dr. Cafer Acar<br />
da “Çanakkale Zaferi” konulu<br />
bir konferans verdi. Anadolu<br />
Camii Çocuk Korosu, marşlar<br />
ve ilahiler söyleyerek programa<br />
renk kattı.<br />
Programı yaklaşık 800 kişinin<br />
ilgiyle takip ettiği bildirildi.<br />
Münster Din Hizmetleri Ataşeliğine<br />
bağlı Bottrop Yunus Emre<br />
Camii’nde, 2010 yılında kurulan<br />
Gençlik Kolları çalışmalarına<br />
devam ediyor.<br />
Cami ve cemaatin elbirliğiyle atıl<br />
duran bir mekânı tefriş ettikleri<br />
cami derneği, gençlerin bir<br />
araya gelerek çeşitli faaliyetler<br />
düzenlemelerini ve kaynaşmalarını<br />
sağladı.<br />
HDV Çanakkale Şehitlerini ve Mehmet Akif Ersoy’u<br />
anma programı düzenledi<br />
HDV Den Haag Mescid-i Aksa ve<br />
Zaandam Sultan Ahmet Camilerinin<br />
organizesiyle Zaandam ve<br />
Den Haag şehirlerinde, “Çanakkale<br />
Şehitlerini ve Mehmet<br />
Akif Ersoy’u anma” programı<br />
düzenlendi.<br />
Her iki programa da konuşmacı<br />
olarak katılan Uludağ Üniversitesi<br />
İlahiyat Fakültesi Öğretim<br />
Üyesi, Prof. Dr. Mustafa Kara,<br />
“21. Yüzyıl Eşiğinde Çanakkale<br />
ve Mehmet Akif Hatırası” konulu<br />
birer konferans verdi. Yapılan<br />
her iki programın organizesinde<br />
HDV Zaandam Sultan Ahmet ve<br />
HDV Den Haag Mescid-i Aksa<br />
Camileri Yönetim Kurulları, din<br />
görevlileri ve öğrencileri aktif<br />
olarak görev aldılar. Özellikle<br />
camilerde okuyan çocukların<br />
Çanakkale hakkında skeç, şiir,<br />
ilahi, İstiklal Marşı ve Çanakkale<br />
şiirlerini okuyarak programa<br />
katkıda bulunmaları izleyicilere<br />
duygulu anlar yaşattı.<br />
Ichenhausen Camii’nden öğrencilere gezi programı<br />
Ichenhausen Camii’nde Din<br />
Görevlisi Ömer Kavaklı ve eşi<br />
Fadime Kavaklı’nın dini bilgiler<br />
öğrettiği 133 öğrenciye<br />
cami derneğinin öncülüğünde<br />
Skeılenpark’a gezi düzenlendi.<br />
Geziden oldukça memnun kalan<br />
öğrenciler, dernek yetkililerine<br />
ve din görevlilerine teşekkür<br />
ederek bu tür faaliyetlerin<br />
zaman zaman düzenlenmesini<br />
istediler.<br />
Haziran 2011 - 146 63
Bir Bakanlığımızın<br />
Adı<br />
Bir<br />
Sahabî<br />
(Kısa)<br />
Bir Öğüt<br />
Su Kanalı<br />
Bozkır<br />
Nefer<br />
Kâtibi<br />
Adil<br />
Bursa’da<br />
Camii<br />
(Resimdeki)<br />
Baston<br />
Mağara<br />
Bir<br />
Sûre<br />
Adı<br />
İlbay<br />
Bir Kuş<br />
Cinsi<br />
64<br />
Bir<br />
Devlet<br />
Bir<br />
Sûre<br />
Çare<br />
Bir Tür<br />
Zambak<br />
Arka,<br />
Geri<br />
Bir<br />
Hastalık<br />
Duman<br />
Kiri<br />
Özel<br />
Karşıtı<br />
Plütonyum<br />
İşareti<br />
Bir Süs<br />
Taşı<br />
Arapça’da<br />
Hayır<br />
Düğün<br />
Yemeği<br />
Esrarlı<br />
Haziran 2011 - 146<br />
bulmaca<br />
Ali Duran Demircioğlu<br />
Kısa<br />
Zaman<br />
Bağırsak<br />
Erken<br />
Müzikte<br />
Nota<br />
Hz.<br />
Nuh’un<br />
Oğullarından<br />
Biri<br />
Dolaylı<br />
İfade<br />
Emaneti<br />
Sahibine<br />
Verme İşi<br />
Eski Bir<br />
Devlet<br />
Bir Sûre<br />
Vilayet<br />
Bir<br />
Sûre<br />
Adı<br />
Bir Peygamber<br />
Adı<br />
Karışık<br />
Renk<br />
Malatya’da<br />
Bir<br />
İlçe<br />
Hun<br />
Bir Kumaş<br />
Türü<br />
Tövbe<br />
Eden<br />
Lakin<br />
Kanun<br />
Gerçekten<br />
Doğrusu<br />
Mektup<br />
Kabı<br />
Radyum<br />
İşareti<br />
Takan<br />
Radon<br />
İşareti<br />
Amansız<br />
Madagaskar<br />
Plaka<br />
İşareti<br />
Kadın<br />
Rolünde<br />
Erkek<br />
Gelecek<br />
Zaman<br />
����������<br />
Bezginlik<br />
�����<br />
Katiyyen<br />
Göz<br />
��������<br />
�������<br />
�������<br />
Su<br />
��������<br />
�����<br />
Son<br />
� Bir � �� Kaba � �� � �� � �� Yeri,<br />
����� � �� Günler � �� � �<br />
Sahabi<br />
�����<br />
Dünya<br />
��� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �<br />
Telür<br />
������� ������� � �� �� � � � �<br />
Boya,<br />
Renk<br />
Ses �<br />
Bir<br />
Bayan<br />
�� �� �� �� ��� � �<br />
� �� �� �� � � � �<br />
��������<br />
�������<br />
�� �� �� �� Bir Rüzgar � ������ �� �<br />
���������<br />
�ünsüzleri � �� �� � � � �<br />
Ürün<br />
Rusya’da<br />
���� � �� �� �� �� �� �<br />
� �� �� �� � � � �<br />
Geri<br />
������<br />
�� �� Boyun � ������ �� �� �� �<br />
Bir Müzik<br />
Aleti � Keder �<br />
����<br />
�������<br />
�� �� ������������ � bir ilçesi<br />
������<br />
ederek �� � ��<br />
Kale,<br />
Hisar<br />
����� � �� �� �� �� �� �<br />
Lakin<br />
Müzikte<br />
� �� �� �� �� Nota � �����<br />
�� �� �� �� �<br />
������ �������� ������<br />
��� ������� ������ � � � �<br />
���������<br />
������ ���������� � ��<br />
�����<br />
���<br />
olarak �<br />
���������<br />
����� �� �� Bir sure � �� �� �� �� �� �� �� �<br />
� �� �� �� �� �� �� ��<br />
Bir<br />
������ � ���������� �� �� � �� �� �<br />
Rutubet<br />
Duygu- � ������ �<br />
Anne<br />
�������<br />
�� �� �� ������� � �� �� �<br />
��� �� �� �� �� �� �<br />
“Aden”<br />
Ünsüzleri<br />
�����<br />
Esir<br />
Canlan-<br />
����� � �<br />
Derece<br />
Dirgen �� � �� �� �� �� �<br />
������<br />
Enstitü<br />
� �� �� �� �� Cet � �� �� �<br />
Su<br />
Sebat � Eden �<br />
������<br />
Duygusu �� �� �<br />
������<br />
Kuzey �� �<br />
����<br />
����� � �<br />
��� �� �� �� �� �� �� �<br />
Kap<br />
Neon<br />
��������<br />
�������<br />
� � �� �� �� �� � �� �<br />
Baba,<br />
Cet<br />
Halifelik<br />
Müzikte<br />
Nota<br />
Kısaca<br />
Radar<br />
Borsada<br />
İşlem<br />
Birimi<br />
145.<br />
Sayıdaki<br />
Bulmacanın<br />
Çözümü<br />
Nikel<br />
İşareti
“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere<br />
sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün<br />
çağrısına uyun...” (Enfal, 24)