Kafkasya Mart 2023 | İÜ Milliyetçi Kulüpler Topluluğu
İstanbul Üniversitesi Milliyetçi Kulüpler Topluluğu olarak Kafkasya hakkında hazırladığımız "Kafkasya Dosyası"nı sizlere takdim etmekten şeref duyuyoruz.
İstanbul Üniversitesi Milliyetçi Kulüpler Topluluğu olarak Kafkasya hakkında hazırladığımız "Kafkasya Dosyası"nı sizlere takdim etmekten şeref duyuyoruz.
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
İstanbul Üniversitesi Milliyetçi Kulüpler Topluluğu
“KAFKASYA DOSYASI”
Topluluk Başkanı: Haluk PAPUCCU
Koordinatör: Alptekin TABANCA, Kürşat Mücahit TOPCUGİL
Genel Yayın Yönetmeni: Ercan VERGİLİ
Editör: Yusuf İslam GÜL
Tasarım: Emircan YAŞAR
Mizanpaj: Yusuf İslam GÜL
Son Okuma: Yusuf İslam GÜL
İletişim: Feyzullah KÖSE - feyzullahkkse@gmail.com
İ. Ü. Milliyetçi Kulüpler Topluluğu
Bağımlılıkla Mücadele Kulübü
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Kulübü
Çağdaş Türk Politikaları Kulübü
Farsça Kültür Topluluğu
Hür Hukuk Kulübü
Tarih Topluluğu
Türkçe Yaşam Kulübü
Türk Dünyası İktisadi Araştırmalar Kulübü
Türk İslam Medeniyeti Araştırmaları Kulübü
Türk Tarihi ve Sanatları Kulübü
Türk Tarih Kulübü
SUNUŞ
Daha evvelce yayınladığımız dosya çalışmalarımız Doğu Türkistan, Kırım, Türkistan ve
Türkmeneli çalışmalarında görüldüğü ve anlaşıldığı üzere Türk ve Müslüman dünyasının
kanayan yaralarına, üniversite gençliği olarak elimizden gelenin en iyisini yaparak merhem
olmaya çalıştık.
Türkmeneli konulu dosya çalışmamızda arz ettiğimiz üzere, buralar mazlum coğrafyalardır.
Bu coğrafyalar milletçe, devletçe ve en önemlisi de üniversite gençliği olarak ilgimize muhtaç
coğrafyalardır.
Kafkasya konulu dosya çalışmamızı da yine bu yolun başındaki maksadımız, hedefimiz,
ülkümüz her ne ise, onu belleyerek, yeniden onu düstur edinerek sizlere takdim ediyoruz.
Milliyetçi gençlik, geçtiğimiz asırda nasıl “Yaşasın Dünya Türklüğünün Bağımsızlık
Mücadelesi!” diyerek haykırıyorsa, biz de çalışmalarımızda aynı haykırışı yansıtmak ve aynı
haykırış üzere imdat ihtiyacına dikkat çekmek gayretini gösteriyoruz.
Birçok memleketin üzerinde mücadele verdiği, birçok devletin kurulup yıkıldığı; birçok insanın
gözyaşına, birçok insanın sevincine, neşesine sebep olmuş Kafkasya coğrafyasını anlattığımız
elinizdeki bu dosyada bölgenin coğrafi sınırlarından tarihi geçmişine, tarihi geçmişinden
iktisadi yapısına, Kafkasya’daki canımız Azerbaycan’la alakalı muhtelif malumata ve zulüm
gören insanının nasıl kendi vatanını terk etmeye mecbur bırakıldığına dair vukufiyetinizi
artıracak yazılar göreceksiniz.
Umudumuz o’dur ki, herkes, kalemimizden dökülen naçizane yazıları okusun ve Türk-İslam
coğrafyalarının ne durumda olduğunu bilsin. Umudumuz o’dur ki, herkes, bu naçiz yazılardan
gönlüne bir paye çıkarsın ve bu coğrafyada varlığımızın neşesini ve yokluğumuzun kederini,
bir millet olmanın icabı olarak duysun.
Haluk Papuccu
İÇİNDEKİLER
1
8
Kafkasya'nın
14
18-20.
24
1917
29
Kafkasya'nın
38
SSCB
16-19. Asırlarda Türk-Rus Mücadelesi
Bağlamında Rusya'nın Kafkasya'daki
Yayılma Siyaseti
Yusuf İslam GÜL
Bağımsızlık Mücadelesi
ve Dağlar Kartalı Şeyh Şamil
Harun GÜNAYDIN
Yüzyıllarda Kafkas Göçleri ve
Türk Devletinin Göç Politikası
Efe KIRATLI
Devrimleri ve Azerbaycan
Ahmet Talha PEPENOĞLU
Ekonomik Yapısına
Genel Bir Bakış
Emre DURMUŞ
Sonrası Azerbaycan - Türkiye
İlişkileri (1990-2003)
Mert YALANIZ
Yusuf İslam GÜL
16-19. Asırlarda Türk-Rus Mücadelesi Bağlamında Rusya’nın
Kafkasya’daki Yayılma Siyaseti
Giriş
Kafkasya, “Karadeniz ile Azak denizinin doğu kesimini ayıran Anapa yarımadasından başlayarak
Hazar Denizi kıyısındaki Apşeron yarımadasına ulaşan büyük Kafkas dağlarını ve iki yanında
uzanan toprakları kapsar.” 1 Bölgede ziyadesiyle etnik çeşitlilik vardır. Bu durum, Kafkasya’da
konuşulan birçok dil olmasından anlaşılmaktadır. Öyle ki İslam coğrafyacıları tarafından Kafkasya
coğrafyası, diller dağı anlamına gelen Cebelülelsine şeklinde isimlendirilmiştir. 2
Hem ticari hem de askeri maksatlarla kullanılabilecek bir geçiş güzergahı olmasından
hareketle olsa gerek, Kafkasya tarih boyunca birçok devletin mücadele sahası halini almıştır.
Kafkasya’nın baştan sona tarihini ele almak imkanını haiz bulunmadığımız için, bölgede Kafkas
coğrafyasının şahit olduğu Türk-Rus mücadelesinin belirli bir safhasını anlatmakla iktifa
edeceğiz.
Rusya’nın genel olarak Türk coğrafyalarında yayılma siyaseti gütmeye başlaması IV.
Ivan yahut kötü bir şöhretle anıldığı üzere Korkunç Ivan dönemine tesadüf eder. Bu devirden
itibaren şekillenen bu yayılma siyaseti, Rusya’nın kendi iç dinamikleri, Lehistan ve İsveç
1 Davut Dursun, “KAFKASYA”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kafkasya#1
(05.03.2023).
2 Davut Dursun, “KAFKASYA”
1
başta olmak üzere Rusya’nın kendi etrafındaki devletlerle olan mücadelesi gibi sebeplerle ara
bulsa da son bulmamıştır. I. Petro döneminde yayılma siyaseti şiddetli bir hâl almıştır. Muhtelif
coğrafyalarda tezahür eden bu yayılma siyaseti, en yakınımızda Balkanlar’da ve Karadeniz’de
karşımıza çıkmış olduğu gibi, Kafkasya bölgesinde de bir mücadeleyi doğurmuştur. Yazımızda
işte bu ana hatlarını arz ettiğimiz mücadele sahasını ve safhasını irdelemeye çalışacağız.
IV. Ivan ve 16. Asır
Moskova Knezliği’nin Rus knezlikleri arasından sıyrılması, büyük bir devletin teşekkül
etmesi yolundaki ilk adım olarak görülebilir. Bundan sonraki süreçte, Moskova Knezliği’nin
idarecilerinin zihin dünyalarında, hükümdarlığa ilişkin fikirler bir dönüşüme uğramıştır.
Üçüncü Roma fikri, Rusların dünyadaki yeni idare merkezinin bulundukları konum olduğu
inancında karar kılmasına vesile olmuştur. Ayrıca Ortodoks Hristiyan olmaları hasebiyle Ruslar
kendilerinin tüm Ortodoksların hâmisi olduğuna inanmışlardır. 1
IV. Ivan, küçüklüğünde gerek şahsiyeti ve gerekse de tahsili dolayısıyla pek bir alaka
göremediğinden “Korkunç” namıyla anılacak kötü bir şöhretin üzerine yapışmasına sebep
olacak birtakım kötü huyları edinmesine karşılık kendini yetiştirmek konusunda da bir o kadar
başarılı olmuştur. Küçük yaştan itibaren kitap okumaya meraklı olmuştur. Herhalde, bu
durumdan olsa gerek, IV. Ivan, yukarıda arz ettiğimiz zihin dünyasının potansiyelini en iyi
şekilde değerlendirmek gayreti içerisinde olmuştur. 1547 senesinde tahta geçmek istemiş ve
Rus tarihinde ilk defa olmak üzere “Çar” lakabını almış, üstüne üstlük ilk defa bir metropolitin
elinden çarlık tacını giyme şerefine nail olmuştur. 2 IV. Ivan tahta bizzat geçtikten sonra, adeta
bir tedhiş devleti tesis edecektir.
Osmanlıların ilk defa Karadeniz kuzeyinde egemenliklerini tehdit altında görmeleri de
Ivan’ın dönemine tesadüf etmektedir. Bunun sebebi, Çar Ivan’ın Doğu Avrupa’da Altınordu
İmparatorluğu’nun yerini almak üzere Kazan ve Astrahan hanlıklarını ülkesine katmasıdır. 3
Halbuki durum başta bu şekilde değildi. Osmanlıların Karadeniz kuzeyindeki siyasetleri Litvanya-Lehistan
ile müttefiki Altınordu’ya mukabil Kırım Hanlığı ve Moskova Knezliği’ni
desteklemek üzerine kuruluydu. 4 Osmanlılar, Altınordu’nun dağılmasının ardından Astrahan
ve Kırım için Moskova ile Kırım arasında sürdürülen mücadele esnasında olsa gerek, Moskova’yı
bir tehlike olarak gördüler. Bununla birlikte Kırım’ın da ziyadesiyle güçlenmesini istemeyen,
orada da bir denge kurmaya çalışan Osmanlılar, Moskova ile mücadelesinde Kırım’a
1 Tafsilatlı bilgi için; Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar,
Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2020, s. 154
2 Kurat, a.g.e., s. 161
3 Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar – I
Klasik Dönem (1302,1606) Siyasal, Kurumsal ve Ekonomik Gelişim, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 2020, s. 173
4 İnalcık, a.g.e., s. 175
2
yeterince destek vermediği için Korkunç Ivan emeline ulaşmıştır. 5 Şunu da belirtmek
gerekir ki Çar Ivan’ın Kazan’ı (1552) ve Astrahan’ı (1556) zaptı, sadece bu hanlıkların
zaptından ibaret değildir. Bu fetihler aynı zamanda Hazar Denizi çevresinde Moskova’nın
bir nüfuz yaratmasına da sebep olmuştur. Hazar Denizi’nin doğusundaki Müslüman-Türk
hanlıklarının ticari gayeleri, Kırım Tatarları ve Osmanlıların baskısından kurtulmak isteyen
muhtelif Kaf-kas kökenli kavimlerin himaye arayışları ve sair Rus nüfuzunun bu sahada
yayılmasına sebep olarak gösterilebilir. 6
Osmanlılar bu durum karşısında birçok şikâyet alıyordu. Bölgedeki Müslüman ahali
için Rus idaresi ziyadesiyle zalim hareket ediyordu. Camiler ve mescidlerin yıkılmasından
Hac yollarının kapanmasına kadar dini bir hürriyeti önleyecek politikalar seyredildiği kadar,
insanların canlarına kastedildiği de vâki idi. 7 Osmanlı sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa
1569’da bir sefer tertip etti. Hayata geçirilip geçirilmediği konusunda müphem bir durumun
söz konusu olduğu meşhur Don-Volga Projesi de bu seferde düşünüldü. 8 Ve fakat Osmanlılar
bu seferde muvaffak olamadılar.
Sükûnet Dönemi
Sokullu Mehmed Paşa’nın tertip ettiği seferin muvaffak olamamasından sonra Osmanlılar
uzun bir süre bölgeyle ilgilenmemişlerdir. 9 Kaldı ki Osmanlılar bir müddet Kazan ve
Astrahan sorununu gündemlerinde tuttuysalar ve hatta Rusları zaman zaman tehdit ettilerse 10
bile bir müddet sonra kayda değer bir tehditle karşılaştılar. Geniş bir bölgede Rus Kazaklarının
Osmanlı merkezlerine olan akınları Osmanlıları daimi bir baskı altında tuttu. 11 Ayrıca Kazak
akınlarıyla 1571’de Moskova’yı yaktığı düşünülünce esaslı bir tehdit olan Kırım Hanlığı da
engelleniyordu ve Ruslar Kırım Hanlığı’na sınır Dnyeper’de yerleşen Kazaklar sayesinde askeri
şehir ve kaleler inşa ettiler, buna binaen Ukrayna arazisinde yayılma imkanları da oldu. 12
5 İnalcık, a.g.e., s. 176
6 Kurat, a.g.e., s. 171
7 Kurat, a.g.e., s. 174
8 Kanalın kazılmaya başlandığının söylenmesi bir tartışma konusu olmuştur. Emrah
Safa Gürkan, popüler bir tarih kitabı olarak tasarladığı “Bunu Herkes Bilir” adlı eserde kanal
projesinin Ahmed Refik ve Halil İnalcık’ın iddiasına göre kanalın kazılmaya başlandığını
ancak bunun vakanüvislerin mübalağası olduğunu söylemekte, bunun imkansızlığından
bahsetmektedir. Kanalın hiçbir zaman kazılmadığını, bölgenin topografyasını ziyadesiyle
iyi bilen Akdes Nimet Kurat’ın da bunu böylece ispatladığını söyleyen Emrah Safa Gürkan,
kitabında projenin imkansızlığına ilişkin bir dizi delil daha sunmaktadır. Tafsilatlı bilgi için
bkz. Emrah Safa Gürkan, Bunu Herkes Bilir, İstanbul, Kronik Yayınları, 2020, s. 201-204
9 İlyas Topsakal, “Tarihi Süreçte Rusya-Türkiye İlişkileri”, Marmara Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2016, s. 36
10 Halil İnalcık, “Osmanlı-Rus İlişkileri 1492-1700”, Türk-Rus İlişkilerinde 500 Yıl,
1491-1992 Ankara 12-14 Aralık 1992, Ankara, TTK Yayınları, 1999, s. 30
11 İnalcık, “Osmanlı-Rus İlişkileri 1492-1700”, s. 30
12 Topsakal, a.g.m., s. 36
3
Buna karşın 16. ve 17. asırlarda Osmanlılar Rusları ciddi bir tehlike addetmemişlerdir. 13
Osmanlıların Rusları ciddi bir tehlike olarak görmemelerinin anlaşılabilir tarafları
mevcuttur. Osmanlılar 16. asrın sonuna doğru Kafkasya ve Azerbaycan topraklarının bir kısmının
ilhakı ile neticelenen, İran ile karşı karşıya gelinmiş yorucu bir savaş yapmışlardı. Ayrıca
Osmanlıların askeri gelenekleri hasebiyle yüzlerini Batı’ya dönmek, gazâ etmek, fütuhatla
yeni tımar arazilerini açmak mecburiyetleri vardı. 14
Yine 17. asırda Türklerin kuzeyinde, Ruslar da Lehistan ve Lehistan münasebetiyle
İsveç ile bir mücadele içerisindeydiler. Bu mücadelenin, bu savaşların nihayetinde, Türk-Rus
mücadelesinin içinde bulunulan kısmî sükûnet hâli de nihayet bulacaktı. Ukrayna’nın Osmanlı
hakimiyetini tanıması sonrasında Lehistan ve Rusya’nın bölgedeki varlığına halel geleceğine
inanması, birbiriyle mücadele eden iki devleti savaş sonrası yaptıkları anlaşmanın şartları
icabı birbirine yanaştırdı. Nitekim, 1684’te oluşturulan “Kutsal İttifak” içerisine 1686’da Rusya’nın
da dahil olması, iki devletin Türk düşmanlığı politikasında birleştiğini göstermektedir.
Osmanlıların 1683’te Viyana’da hezimete uğramasıyla da Rusların Türklere karşı bir
çekinceleri kalmayacaktır. 15
I. Petro’nun İcraati
I. Petro dönemi Rusya tarihi açısından hakiki bir dönüm noktasını teşkil etmektedir.
Onun döneminde Rusya topraklarını büyük ölçüde genişletmiş, imparatorluk vasfını kazanmıştır.
Kutsal İttifak ile Osmanlılara karşı bir çekinceleri kalmayan Ruslar, 17. asrın sonunda
1695 senesinde Azak Kalesi’ni zapt etmeye yürüdüler. Petro’nun bizzat iştirak ettiği sefer,
kaledeki Türk müdafaası ve Azak’a deniz yoluyla yardım gelmesi sayesinde püskürtüldüyse
de Petro emellerinden vazgeçmeyecektir. 1695’in kışı itibariyle 1695-1696 yıllarında Azak
Kalesi’nin zaptı yeniden denenmiştir ve bu sefer Petro’nun kurduğu tersaneler ve Rusların
insanüstü gayretleriyle inşa edilen gemiler sayesinde muvaffak olmuştur. Rusların bu kadar
çabuk dönebileceğini kestiremeyen Türkler gafil avlandıkları için kaleyi teslime mecbur kaldılar.
Ruslar Karadeniz’in kilidi olarak görülen kaleyi fethederek Karadeniz’e açılmak için ilk
adımı atmış bulunuyorlardı.
1697-1698 yıllarında Petro bir Avrupa seyahati gerçekleştirdi. Seyahatin maksadı
13 Topsakal, a.g.m., s. 36
14 Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar – I
Klasik Dönem (1302,1606) Siyasal, Kurumsal ve Ekonomik Gelişim, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 2020, s. 185; Aynı zamanda yazımızın konusu icabı bahsini açmadığımız
bir mesele daha var ki o da Orta Avrupa’daki konjonktürdür. Yine İnalcık’ın eserinin mezkur
sayfasından itibaren Avrupa’daki durum tafsilatıyla incelenebilir.
15 Kurat, a.g.e., s. 253
4
Türklere karşı müttefikler aramaktı ancak Petro Rusya’yı Avrupalılaştırma fikriyle döndü.
Petro, Azak Kalesi’ni zapt ettikten sonra Karadeniz için emelleri tükenmemişti. Türkleri
Kerç Boğazı’ndan atmayı düşünüyordu. Ancak yukarıda belirttiğimiz üzere müttefik
arayışı neticesiz kaldı ve üstelik Kutsal İttifak devletleri Karlofça Antlaşması olarak bilinen
antlaşmayı akdettiler. Kutsal İttifak devletlerinin ekseriyetinin aksine Petro’nun uzlaşmaz tavrı,
Rusya ve Osmanlı arasında sadece bir mütareke yapılmasına sebep oldu. Nihayet, Petro,
Türklere karşı yalnız başına savaşamayacağına kanaat getirdiğinden 1700 senesinde İstanbul
Antlaşması’nı imzaladı. Antlaşmaya göre Azak Kalesi Rusların elinde kalıyordu.
18. asrın başından itibaren Ruslar, daha az riskli olan bölgeye, İsveç’e doğru yürümeye
kalkıştıysa da İsveç bu savaşı tahmin edildiğinden iyi karşıladı. Ayrıca XII. Karl, yani Demirbaş
Şarl, Osmanlı Hükûmeti’nin nazar-ı dikkatini celb ettiği için, meseleye Osmanlı da müdahil
oldu. Ruslara karşı gayetle kalabalık olan Türk ordusu, Baltacı Mehmed Paşa önderliğinde,
Rusları Prut’ta hezimete uğrattı.
Prut’ta adeta Rusya’nın sonu geliyorken Çar Petro’nun teklif ettiği antlaşma ile Rusya’nın
kaderinde bir başka dönüm noktasının yaşandığı söylenebilir. 16 1711’deki Prut Barışı’nın
antlaşmalarına göre Karadeniz’in kilidi Azak Türklere teslim edilse de uzun vadede,
bahsettiğimiz üzere Çar Petro kendisini ve Rusya’yı bir fecaatten döndürmüştür.
1711’deki hezimetin ardından Petro, Osmanlılarla doğrudan bir ihtilaftan çekindi. Ruslar
Karadeniz’e çıkamazken Hazar Denizi ve çevresindeki nüfuzunu genişletti. İran’a karşı
Osmanlılar ile anlaştı ve Güney Kafkasya’ya kadar olan arazide büyük topraklar elde etti. Derbend,
Bakü ve Mazenderan Ruslar tarafından zapt edilirken bir yandan da Türkistan sahasıyla
da Ruslar yakından ilgileniyorlardı (1722). 17
18. Asır
18. asrın sonunda doğru yaklaşırken Rusların Osmanlı karşısındaki cesareti tazelenmişti.
“On sekizinci yüzyılın son çeyreğinde II. Katerina, ordularının sağladığı başarılardan sonra
Osmanlı İmparatorluğu’nu son bir darbe ile yok edeceğine inanıyordu. 1768-1774 yıllarında orduları,
Kırım yarımadasını, Karadeniz’in kuzey kıyılarını, Besarabya ve Eflak-Bogdan’ı istila ile kalmamışlar,
Tuna’yı aşarak Bulgaristan üzerinden imparatorluğun kalbine kadar sarkmışlar ve beri tarafta
inanılmaz bir cüretle Baltık’tan dolaşıp Ege Denizi’ne girerek birçok adayı ellerine geçirmiş; Mora’yı,
Suriye ve Mısır’ı ayaklandırmışlardı. Osmanlı Devleti işte bu ölüm kıskacı içerisinde Küçük Kaynarca
Antlaşması’nı imzalamıştı. (1774).” 18
Bu muvaffakiyetten tabii olarak kuvvet bulan II. Katerina, 1787’de ikinci defa Osmanlılara
savaş açtıysa da Osmanlılar bu savaşta başarıyla mukavemet gösterdiler. Aynı zamanda
16 Topsakal, a.g.m., s. 38
17 Kurat, a.g.e., s. 281-282
18 Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar –
5
Fransız İhtilali’nin de tesiriyle Rusya barışa yanaştı ve 1792’de Yaş Antlaşması yapıldı. 19
19. asra gelindiğinde de Rusların siyasetinin umumi hatlarının değiştiği söylenemez.
Türk düşmanlığı politikasının yanısıra, Rusların fütuhat fikri ve buldukları her fırsatta müdahil
olabilecekleri sahalardaki nüfuzlarını artırma siyasetleri de devam ediyordu.
Kafkasya’nın ekseriyetinde hâkim olan ve gittikçe de nüfuzlarını artıran Rusların, en
azından Güney Kafkasya’dan atılması için İran harekete geçti. 1826’da savaş başladı. Fakat
İran bunda muvaffak olamadı ve hatta toprak kaybetti. Artık Rusya Erivan bölgesine de hakimdi.
1828’de İran ile nihayete eren savaşın ardından Ruslar, Türkiye üzerine yürüdüler. Yeniçerilerin
ortadan kaldırılması hadisesini düşünüldüğü takdirde Osmanlıların acziyeti anlaşılacaktır
zannediyoruz. Bu savaşta da Ruslar, Osmanlılara galebe çalarak Edirne Muahedesi’ni
imzaladılar. Rusya bu vesileyle özellikle Balkanlar’da ve Ortodoks tebaa üzerinde büyük bir
kazanım elde etmiş oldu. 20
19. asırda artık Rusya kendi nüfuz sahasını genişlettiği kadar, cüretinin ölçüsünü de
artırmıştır. Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833) ile Boğazlar meselesiyle Rusya’nın ilgilenmesi
buna bir örnek teşkil eder. Ancak Avrupalı devletler buna kör kalmamıştır. Kendi çıkarları
doğrultusunda gerektiği takdirde Rusya’ya karşı bir tavır da almışlardır.
“Çar I. Nikola’nın (1825-1855), Osmanlı İmparatorluğu’nda Ortodoks halkın hamiliği iddiasıyla
Osmanlı Devleti’ni tehdit etmesi üzerine sonunda Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı savaş ilan
eder. Batılı devletler, Fransa ve İngiltere de Rusya’ya karşı savaş ilan ederler (27 Mart 1854). İngiltere
ve Fransa bu savaşta Osmanlı müttefiki olarak Kırım’a çıkarma yaparlar (14 Eylül 1854). Batı devletleri,
Osmanlı Hıristiyan tebaanın Rusya tarafından hamilik iddiasıyla ortaya çıkmış olması karşısında,
Kırım Savaşı’nda Osmanlılarla yan yana savaşır ve Paris Barış Antlaşması (30 Mart 1856) ertesinde
İngiltere, Fransa ve Avusturya Osmanlı ülkesinin bölünmezliği ve bağımsızlığı konusunda ortaklaşa
bir antlaşmaya varırlar.” 21
Paris Antlaşması ile ortaya konan ilkeler Avrupa çıkarlarına ve Osmanlı lehine olsa da
Rusların umumi siyasetinin bir tezahürü olarak uzun süreli olmamıştır. 1877-1878 Türk-Rus
Harbi ile Rusya’nın önceki dönemlerdeki tavrı yeniden alevlenmiştir. Savaşta açık ara Ruslar
galebe çalarken ve Ayastefanos’a doğru ilerlerken araya yine Avrupalı devletler girmiştir.
Ruslar büyük devletlerin isteklerine boyun eğmişlerdir. 1878 senesine gelindiğinde ise Berlin
Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda Rusya, Balkanlar’da Tuna’daki toprakların bir
kısmını iade alırken, Kafkasya’da Batum, Kars ve Ardahan çevrelerini almış bulunuyordu. 22
IV Âyânlar, Tanzimat, Meşrutiyet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020, s. 275
19 İnalcık, a.g.e., s. 276
20 Kurat, a.g.e., s. 342-344
21 İnalcık, a.g.e., s. 272
22 Kurat, a.g.e., s. 374
6
Sonuç
Kafkasya, bulunduğu mevki itibariyle tarih boyunca farklı devletler tarafından mücadeleye
sahne olmuştur. 16. asırdan başlayarak 19. asra doğru giden süreçte bu sahnenin başlıca
aktörleri ise Türkler ve Ruslar olmuşlardır. IV. Ivan döneminden itibaren Rusya nüfuz ve fetih
politikalarını başlatmıştır. 1552’de Kazan ve 1556’da Astrahan’ın fethi bu sürecin ilk halkaları
olarak görülebilir. 16. asırdan itibaren sahnenin aktörleri, kendi siyasi, iktisadi ve içtimai
dinamikleri doğrultusunda muhtelif aralıklarla savaşlara paydos etseler de 19. asra gelinceye
dek mücadeleleri nihayet bulmamıştır. 17. asırda I. Petro, 18. asırda II. Katerina ve 19. asırda
I. Nikola ile II. Aleksandr tavizler ve Avrupalı devletlerin müdahalesi ile de olsa Kafkasya da
dahil olmak üzere birçok sahada Rus topraklarını daima genişletmişlerdir. Anlaşıldığı üzere
bu denklem içerisinde bölgedeki büyük güçler, bilhassa Osmanlılar-Türkler Rusya’nın izlediği
siyaset ve toprak kazanımları karşısında acziyet içerisinde kalmışlardır. Rusya, Kafkasya’da,
ilerideki süreçte Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılana kadar elde ettiği
toprak bütünlüğünü muhafaza etmeyi başarmıştır.
Kaynakça
DURSUN, Davut: “KAFKASYA”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://
islamansiklopedisi.org. tr/kafkasya#1 (05.03.2023).
GÜRKAN, Emrah Safa: Bunu Herkes Bilir, İstanbul, Kronik Yayınları, 2020, s. 201-204
İNALCIK, Halil: “Osmanlı-Rus İlişkileri 1492-1700”, Türk-Rus İlişkilerinde 500 Yıl,
1491-1992 Ankara 12-14 Aralık 1992, Ankara, TTK Yayınları, 1999, s. 25-36
İNALCIK, Halil: Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar – I Klasik
Dönem (1302,1606) Siyasal, Kurumsal ve Ekonomik Gelişim, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2020
İNALCIK, Halil: Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar – IV
Âyânlar, Tanzimat, Meşrutiyet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020
KURAT, Akdes Nimet: Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 2020
TOPSAKAL, İlyas: “Tarihi Süreçte Rusya-Türkiye İlişkileri”, Marmara Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2016, s. 33-53
7
Harun GÜNAYDIN
Kafkasya’nın Bağımsızlık Mücadelesi ve
Dağlar Kartalı Şeyh Şamil
Giriş
Çarlık Rusya’nın dış politikasının temelinde sıcak denizlere inme hedefi bulunmaktaydı.
Bu doğrultuda Kafkasya, Rusya’nın dış politikasında oldukça yakından takip ettiği bir bölge
olmuştur. XVIII. yüzyıla gelindiğinde Ruslar, İran ve Osmanlı muhalefetine karşılık bölgede
aktif bir şekilde varlık göstermeye başlamışlardır. Kafkasya’da Rus hakimiyeti, özellikle
bölgedeki Müslüman halklar tarafından kabul edilebilir bir durum değildi. Bu sebeple uzun
yıllar boyunca Müslümanlar çeşitli liderler etrafında birleşerek Rus hakimiyetine karşı
mücadele vermişlerdir. Kuzey Kafkasya bölgesinde Müslümanların Ruslara karşı başlatmış
oldukları varlık mücadelesinin önde gelen sembol ismi ise şüphesiz ki Şeyh Şamil olmuştur.
Bu yazıda Rusların Kuzey Kafkasya’daki işgal hareketliliğine karşı Müslümanlar tarafından
verilmiş olan mücadele Şeyh Şamil merkezli olmak üzere anlatılmaya çalışılacaktır.
Kafkasya Coğrafyası ve Tarihine Genel Bir Bakış
Söz konusu varlık ve bağımsızlık mücadelesinin verilmiş olduğu bölgenin sınırlarının
bilinmesi konunun anlaşılması bakımından önemlidir. Kafkasya bölgesi Anapa yarımadasından
başlayarak Apşeron yarımadasına dek devam eden sıra dağları kapsamakta olup, bölge,
adını mezkûr sıradağlardan almaktadır. Daha özelde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan
Güney Kafkasya; Dağıstan, Kalmuk, Karaçay-Çerkez, Kabarda-Balkar, İnguş, Çeçenistan ise
8
Kuzey Kafkasya bölgesi dahilindedir. Bölge tarih boyunca çeşitli millet ve dinden olan
topluluklara ev sahipliği yapmıştır. Bu doğrultuda Çeçen, Laz, Gürcü, Çerkez başta olmak
üzere elli kadar halkın varlığı bilinmektedir. Nüfusun önemli bir kısmı Müslüman’dır. 1 Kafkasya
bölgesinin ticaret yolları üzerinde bulunması, tarih boyunca bu bölgede büyük devlet ve
milletler arasında hakimiyet mücadelesi verilmesi sonucunu doğurmuştur. Bölgenin bu türden
bir ayırt edici özelliğinin bulunması, çeşitli devletler tarafından hedeflenmesinden ötürü aynı
zamanda siyasi istikrarsızlığı da beraberinde getirmekteydi.
Bölge hakimiyetinin iktisadi güç vaat ediyor olması, Ortaçağ’da Doğu Roma İmparatorluğu,
Hazarlar, Sasaniler ve İslamiyet’in zuhuruna müteakip Müslüman Araplar için bir
mücadele sebebi teşkil etmekteydi. XVI. yüzyılda Safevilerin ortaya çıkışı itibariyle bölge,
Osmanlılar ve Safeviler arasındaki mücadele sahasına dönüşmüştür. XVII. yüzyıla gelindiğinde
Ruslar, sıcak denizlere ulaşma hedefiyle ilişkili olarak Kafkasya ve Azak Denizine yönelik
aktif bir dış politika takip etmeye başlamışlardır. Bu dönemde Osmanlılar, Ruslar karşısında
Kafkasya bölgesindeki çıkarlarını uzun müddet muhafaza etmeyi başarmışlardır. Bölge,
XVIII. yüzyılda İran, Rusya ve Osmanlı Devleti’nin çeşitli yerli grupların destekleriyle kesin
sonuçların elde edilemediği mücadelelere şahit olmuştur.
Kafkasya’da İlk Müslüman Ayaklanmaları
En nihayetinde XVIII. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Rusya’nın birtakım başarılar elde
ettiği anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda Doğu Osetya, Çerkezistan, Kabartay, Gazi-Kumuk, Çeçenistan
bölgeleri Ruslar tarafından hakimiyet altına alınmıştır. 2 XIX. yüzyılda Ruslar, gerek
İran gerekse Osmanlılara karşı gerçekleştirmiş olduğu savaşlar neticesinde kazanımlarını sağlamlaştırarak
Dağıstan ve Güney Kafkasya bölgesinde hakim duruma gelmişlerdir. XIX. yüzyılda
Ruslar, askeri ve siyasi anlamda Kafkasya bölgesinde başarı elde etmiş bulunuyorlardı.
Fakat bir bölgede askeri ve siyasi anlamda kazanım sağlanmış olması, söz konusu bölgenin
etkin gücün varlığını kabul ettiği anlamına gelmemektedir. Ruslar, bölgedeki varlıklarını sağlamlaştırmanın
yolu olarak emperyal adımlar atmayı seçmiş bulunuyorlardı. Bu, Rusların dış
siyasetine uygun olarak Ruslaştırma politikası anlamına gelmekteydi.
Rusların, ele geçirmiş oldukları bölgelerde takip etmiş oldukları Ruslaştırma politikası,
bölgenin özellikle Müslüman nüfusu tarafından kabul edilebilir bir durum değildi. Rusların
baskıcı ve sömürgeci politikaları, Müslümanların kısa süre içerisinde teşkilatlanarak bağımsızlık
mücadelesi vermeleri sonucunu doğurmuştur. Kafkasya bölgesinde Ruslara karşı bağımsızlık
mücadelesi ilk aşamada İmam Mansur tarafından 1785 yılında başlatılmıştır. İmam
Mansur Kafkas bölgesinde yerleşik grupları, Rus işgaline karşı ayaklanmaya davet etmiştir.
1 Davut Dursun, “Kafkasya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C. 24,
İstanbul, 2001, s. 157-158
2 Saleh Muhammedoğlu Aliev, “Kafkasya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
C. 24, İstanbul, 2001, s.158-160
9
Bu davetin kısa süre içerisinde karşılık bulduğu anlaşılmaktadır.
Kafkas halklarının İmam Mansur’un etrafında bir araya gelerek Ruslara karşı mücadele
kalkışmış olmaları Rusları tedirgin etmiş ve bu hareketi büyümeden bastırmaya çalışmışlardır.
Yaşanan mücadeleler neticesinde esir düşen İmam Mansur, esarette hayatını kaybetmiştir.
İmam Mansur’un vefatı, Kafkas halklarının bir süre lidersiz bir şekilde faaliyet göstermelerine
neden olmuştur. Takip eden süreçte 1829 yılında İmam Gazi Muhammed liderliğinde yeniden
Kafkas halkları birlik halinde mücadeleye başlamışlardır. Fakat Gazi Muhammed de 1832
yılında Ruslara karşı mücadelesi esnasında şehit düşmüştür. Rus işgaline karşı bağımsızlık
mücadelesinin üçüncü ismi Hamza Bey olmuştur. 3 Hamza Bey’in kısa süre liderliğinin ardından
vefatı sebebiyle, mücadelenin liderliğini Şeyh Şamil almıştır.
Ruslar Karşısında Şeyh Şamil
Şeyh Şamil 1835 yılında bağımsızlık mücadelesinin imamı olarak seçilmeden önce
bağımsızlık hareketinde mücadelesine etkin bir şekilde başlamıştı. Şeyh Şamil’in, 1829 yılında
bağımsızlık mücadelesinin lideri olan Gazi Muhammed’in en yakın dostu ve aynı zamanda
yardımcısı olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreçte Gazi Muhammed ve Şeyh Şamil Tarku, Derbend,
Kızılyar bölgelerinde Ruslara karşı faaliyet göstermekteydiler. 1832 yılında Gazi Muhammed’in
şehit olduğu mücadele esnasında Şeyh Şamil de yaralanmış bulunuyordu. Hamza
Bey’in ardından hareketin liderliğini üstlenen Şeyh Şamil yirmi beş yıl Dağıstan merkezli olarak
etkin bir şekilde mücadelesini devam ettirmiştir. Şeyh Şamil, mücadelesinin başlangıcında
gerek bölge ileri gelenleriyle ittifak sağlayarak gerekse teçhizat sağlayarak hem politik hem
de askeri adımlar atmaktaydı.
Şeyh Şamil öncülüğündeki bağımsızlık faaliyetlerini takip etmekte olan Ruslar, kendilerine
karşı her türden muhalif faaliyeti bastırma gayesiyle çeşitli yollara başvurmaktan geri
durmamaktaydılar. Ruslar, Şeyh Şamil ve halkın faaliyetlerini durdurmak gayesiyle kendilerine
sadık olduğunu bildikleri Müslüman alim Kazanlı Taceddin Efendi’yi aracı olarak bölgeye
göndermişlerse de bundan bir sonuç alamamışlardır. 4 Bu noktada Kafkas halklarının, özellikle
güçlü bir lider ortaya çıktığında birlik halinde bağımsızlık mücadelesi vermekten geri durmadıkları
anlaşılmaktadır. Şeyh Şamil’in kendileri için tehlikeli bir tehdit olduğunu anlamakta
gecikmeyen Ruslar, Şeyh Şamil ve bağımsızlık gayreti içerisinde olan halkları durdurmanın
yolu olarak askeri gücü seçmekten başka şansları kalmadığını anlamışlardı.
Bu doğrultuda Çeçenistan ve Dağıstan bölgesine saldırılar düzenlediler. 1837 yılında
Şeyh Şamil’in önerisi neticesinde ateşkes sağlanmıştı. Aynı dönemde Çar I. Nikola tarafından
görüşme teklif edilmiş fakat Şeyh Şamil tarafından bu teklif geri çevrilmişti. Şeyh Şamil
3 Süleyman Uludağ, “Müridizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C. 45,
İstanbul, 2006, s. 50-52
4 Mustafa Budak, “Şeyh Şamil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C. 39, İstanbul,
2010, s. 67-70
10
tarafından verilen cevap hangi koşulda olursa olsun Kafkasya’da Rusların hakimiyetinin tanınmayacağına
yönelikti. Bu noktada Rusların askeri zayiat vermeden Kafkas halklarının mücadelesini,
diplomasi yoluyla sindirmeye çalıştıkları fakat Şeyh Şamil’in bağımsızlık taleplerinden
taviz vermek istemedikleri anlaşılmaktadır. 1839 yılı, Kafkasya mücadelesinin dönüm
noktalarından birine işaret etmekteydi. Bu dönemde General Grabbe komutasındaki Ruslar
ve Şeyh Şamil liderliğindeki Müslümanlar Ahulgoh’ta karşı karşıya gelmiş ve tarafların ciddi
kayıplar verdiği seksen gün süren bir mücadele yaşanmıştır. Süreç içerisinde Şeyh Şamil
tarafının Rus kuvvetleri tarafından oldukça sıkıştırılmasına rağmen müzakereler esnasında
taviz vermediği görülmektedir. En nihayetinde askeri mücadelesinden vazgeçmeyerek Ahulgoh’tan
çekilmek zorunda kalmıştır. Takip eden süreçte Şeyh Şamil İçkeri (Küçük Çeçenistan)
bölgesini merkez olarak belirlemiştir.
1840 yılı, Şeyh Şamil’in ve müridleri olan Kibid Muhammed, Cevad Han, Hacı Murad’ın
Çeçenistan’da oldukça faali oldukları bir dönemdir. Ruslar, 1841 yılında kendilerine
karşı yürütülen faaliyetlere karşılık veremediler. En nihayetinde 1842 yılına gelindiğinde Şeyh
Şamil Çeçenistan ve Dağıstan bölgesinde hakimiyet sağlamış bulunuyordu. Yeniden General
Grabbe komutasında harekete geçen Ruslar ise Şeyh Şamil ve beraberindekiler karşısında
başarı elde edememişlerdir. 1843 yılında Şeyh Şamil, faaliyetlerine devam ederek Ensal ve
Avaristan bölgesinde Rus hakimiyetinde bulunan kalelerin tamamını ele geçirmeyi başarmıştır.
1843 yılının sonuna gelindiğinde Çar I. Nikola, Şeyh Şamil ve kuvvetleri karşısında art
arda gelen başarısızlıklar sebebiyle daha keskin adımlar atmaya başlamıştır. Bu doğrultuda bir
yandan bölgedeki komutanlar değiştirilirken bir yandan Şeyh Şamil’in yanında onun mücadelesine
destek veren öncü isimler kontrol altına alınmaya çalışılıyordu. Bu doğrultuda Çar I.
Nikola’nın dikkat çekmekte olduğu isimler Kibid Muhammed ile Şeyh Cemalledin’di. Ruslar
1845 yılında, Kafkasya’da bulunan kuvvetlerini güçlendirerek Şeyh Şamil’e karşı yeniden
harekete geçmişlerdir. Rus ordusunun mevcudiyetinin fazla olması ve teçhizat açıdan üstünlükleri,
Şeyh Şamil ve beraberindekilerin doğrudan bir meydan muharebesi gerçekleştirmelerine
olanak tanımıyordu. Şeyh Şamil bu doğrultuda kendileri için en makul seçenek olan
gerilla savaş tarzını benimsemişti. Çekildikleri bölgeleri zayiat vererek terk etmekteydiler ve
ani baskınlar düzenleme yoluyla Rus kuvvetlerine kayıplar yaşatmaktaydılar.
Bu süreçte Şeyh Şamil idari merkezi olan Dargi’den çekilmişti ve beraberinde olan
mücahidler, ani baskınlarla üç Rus generali, yüz doksan beş subay ve üç binden fazla Rus
askerini öldürmüşlerdir. Takip eden süreçte 1853 yılına dek Kafkasya bölgesinde kısmi bir
sükunetin hâkim olduğu anlaşılmaktadır. 1853 yılına gelindiğinde Osmanlı Rus Savaşı başlamıştı.
Bu süreçte Osmanlılar, Kafkasya’da Şeyh Şamil tarafından Ruslara karşı verilen mücadeleye
yoğunlaşmış ve Şeyh Şamil ile Sultan Abdülmecid arasında temas sağlanmıştı. Fakat
taraflar, kendi aralarında sağlayabilecekleri muhtemel bir ittifak fırsatını değerlendirme hususunda
başarı sağlayamadılar. 1856 yılında Rusya, Prens Baryatinsky’yi Kafkas ordularının
komutanlığına getirmiştir. Ruslar, Prens Baryatinsky’nin idaresi altında, Kafkasya bölgesinde
11
Müslümanlara karşı geniş çaplı bir mücadele başlatmışlardır. Bu süreçte Kafkasya’da pek çok
bölge Ruslar tarafından tahrip edilmiş ve pek çok grup itaat altına alınmıştır. En nihayetinde
Ruslar 1859 yılı Temmuz ayında büyük bir taarruz harekatı başlatmışlardır. Ruslar, 21 Ağustos’ta
Şeyh Şamil, ailesi ve müridlerinin çekilmiş oldukları Gunib bölgesine ulaştılar. Şeyh
Şamil oğulları Gazi Muhammed ve Muhammed Şafii ile teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır.
1859 yılı sonunda St. Petersburg’a götürülen Şeyh Şamil yıllarca Ruslara karşı mücadele
etmesine rağmen Ruslar tarafından dostça karşılanmıştır. 1869’da kendi isteğiyle ilk olarak
Kiev’e oradan da hacca gitmek için izin alarak İstanbul’a gelmiştir. Burada Sultan Abdülaziz
ve diğer devlet ricaliyle görüşmelerde bulunduktan sonra 1870 yılında hac görevini ifa etmek
için Hicaz’a gider. 1871 yılında hac vazifesini yerine getirdikten sonra Medine’de vefat etmiştir
ve burada Cennetü’l-bakî mezarlığına defnedilmiştir.
Sonuç
Şeyh Şamil’in ardından onlarca yıldır bölge halkının harici ve dahili düşmanlara karşı
mücadelesi, onun ve diğer önderlerin açtığı yolda sürmektedir. Bir var oluş savaşı yürüten
halk kısıtlı imkanlarla büyük işler başarabilmiştir. Yıllarca Ruslara karşı direnen ve son ana
kadar teslim olmaya yanaşmayan Şeyh Şamil’in en büyük amacı olan Kafkasya’da İslam’ı
yaşatmak ve Müslüman nüfusu korumaktı. Verdiği bu mücadeleyi öyle asil ve şerefli bir
şekilde yürüt-müştür ki esir olduktan sonra, binlerce askerlerini, onlarca komutanlarını
öldürdüğü Ruslar bile kendisini iyi karşılamış ve isteklerini yerine getirmişlerdir. Hatta bir
rivayete göre Çar kendisiyle karşılaştığı esnada ona sarılmıştır.
Şeyh Şamil, yirmi beş yıl vermiş olduğu mücadelesiyle başta Çeçenler olmak üzere
Kafkas halklarına bağımsızlık yolunda yol göstermeye devam etmektedir, neredeyse iki asır
öncesinden günümüze ve hatta geleceğe ışık tutmaktadır.
12
Kaynakça
ALİEV, Saleh Muhammedoğlu: “Kafkasya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
C. 24, İstanbul, 2001, s.158-160
BUDAK, Mustafa: “Şeyh Şamil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C. 39,
İstan-bul, 2010, s. 67-70
DURSUN, Davut: “Kafkasya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C. 24,
İstanbul, 2001, s. 157-158
SULTANOVIÇ, Jamuhanov Culeyman: “Çeçenistan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
C. 8, İstanbul, 1993, s. 244-247
ULUDAĞ, Süleyman: “Müridizm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C. 45, İstanbul,
2006, s. 50-52
13
Efe KIRATLI
18-20. Yüzyıllarda Kafkas Göçleri ve Türk Devletinin Göç Politikası
Giriş
Anadolu toprakları tarihin her döneminde önemli bir göç merkezi olmuştur. İlk uygarlıklardan
günümüze kadar bu durum devam etmektedir. Anadolu topraklarında filizlenen
Osmanlı Devleti de özellikle 18 ve 19. yüzyıllarda, Türkiye Cumhuriyeti ise 20 ve 21. Yüzyıllar
da bu durumdan nasibini almıştır. 1768’den itibaren Rus istilasından kaçan Müslüman
Kafkas ahalisi al bayrağın gölgesine sığınmıştır. Bu dönemde Osmanlı ülkesi topraklarının
büyüklüğüne oranla fazla bir nüfusa sahip değildi. Dolayısıyla Kafkas coğrafyasından gelen
milyonluk göçler Osmanlı demografik yapısını belirli ölçüde şekillendirmiştir. Günümüzde
hâlâ bu halklarla kaynaşmış halde yaşıyoruz. Dolayısıyla 18, 19 ve 20. yüzyıllarda Osmanlı’ya
gelen bu göçleri ve de göçmenleri anlamak sosyolojimize de ışık tutacaktır. Kafkaslarda çok
fazla sayıda halk ve etnik unsur var olduğundan sebep, bu kısa yazıda hepsine değinmemiz
mümkün değil. Dolayısıyla en büyük ve en etkili göçlerden bazıları konumuz olacaktır.
Osmanlı Devleti’nin Göçmenlerin İskanı İçin Yaptığı Düzenlemeler
Rumeli’ye ve Anadolu’ya gelerek Osmanlı vatandaşlığına geçen muhâcirlerin yerleştirme
işlemlerinin nasıl yapılacağını ilk olarak 3 Mayıs 1856’da Silistre Valisi’ne gönderi-
14
len “Muhâcirîn İskân Talimatnamesi”nde görmekteyiz. Osmanlı vatandaşlığına geçmiş olan
muhâcirlere yapılacak yardım ve muafiyetler 3 Mayıs 1856’da belirlenmiştir. Muhâcirîn İskân
Talimatnamesine göre:
-Rumeli’ye kara ve deniz yolu ile gelen muhâcirlerin ilk ihtiyaçlarının karşılanması
için şimdilik, ilk yardım olarak, iki bin kese akçe tahsis edilerek gönderilmiştir.
-Osmanlı Devleti’ne iltica eden ister Müslüman ister Hıristiyan olsun hepsine sonsuz
merhamet ve lütufta bulunulacaktır.
-Osmanlı Devleti’ne iltica eden muhâcirlerin mali durumu düzelince ve belli bir servete
sahip oluncaya kadar, on sene, bütün vergilerden muaf olacaktır.
Muhâcirlerin ayrı ayrı kazalara yerleştirilmesinin kendilerine de devlete de bir fayda
vermeyeceğinden dolayı bu muhâcirlerin miktarlarına göre ve münasip ölçüde suyu mevcut,
nehirlere veya denize yakın boş ve verimli araziler tahsis edilerek birbirine yakın köyler teşkil
edilecektir. Muhâcirlerden çiftçiliği bilenler bu alanda, sanat ve ticaret ile uğraşanlar ise kendi
mesleklerini icra edecekleri münasip yerlerde iskân edilecektir.
-Muhâcirlerin barınma sorunu olacaktır. Bu nedenle zengin olanlar kendi evlerini yapacaklar,
fakir olanlara ise devlet tarafından yeniden ve ücretsiz olarak haneler yapılacaktır.
Yapılacak hanelerin kereste ihtiyaçlarının karşılanması, sair işlerin yapılmasında ahalinin yardım
etmesi ve ahalinin bu işleri angarya olarak görmeden komşuluk ilişkileri çerçevesinde
yapılması hükümetçe beklenmiştir.
-Osmanlı Devleti’ne iltica etmiş olan muhâcirlere, bazı münasip yerlerde ekilebilecek
olan arazi ve emlakin ücretsiz olarak verilmesi,
-Muhâcirlere verilecek olan arazinin işlenmesi için lazım olacak olan tohumluk, öküz,
araba ve diğer tarım araçları devlet tarafından tedarik edilecektir.
-Muhâcirlerin iskân edildikleri her köye kendi aralarından imamlar, muhtarlar seçilecek
ve durumuna göre bu köyler bir veya birkaç kaza itibar olunacaktır. Yine kendi aralarında
birer kaza müdürü, nüfus kâtibi ve nazırı tayin edilip ehven maaş bağlanacaktır.
-Zirai araç ve gereçlerin temininin civar komşular tarafından yardım şeklinde yapılmasına
gayret edilecektir
Osmanlı Devleti’ne gelen göçmenlerin iskân işlemleri 1859 yılına kadar Şehremaneti
tarafından yapılmaktaydı. Şehremaneti 1859 yılına kadar gelen göçmenlerin iskânına yeterli
gelirken 1859’dan sonra Kafkasya’dan Anadolu’ya yoğun kitlesel göçlerin başlamasıyla iskân
işlerine yeterli gelememiştir. İhtiyaca binaen Osmanlı Hükümeti muhâcirlerin iskân işlerini
yürütmek için 5 Ocak 1860 tarihinde Muhâcirîn Komisyonu’nu kurmuştur. Muhâcirîn Komisyonu’nun
başkanlığına da Hafız Paşa getirilmiştir. Daha sonraki dönemlerde farklı isimlerle
15
komisyonlar kurulmuş muhâcirlerin işleri daha sistematik bir şekilde yapılmaya çalışılmıştır.
Ayrıca göçmenlere yol yardımı, karınlarını doyurabilmeleri için günlük yevmiye yardımı ve
barınma yardımı yapılmaktaydı.
Avarlar
Avarlar, Kuzey Kafkasya’nın Rusya’ya karşı mücadelesinde öne çıkan bir halktır.
İmam Şamil ve Gazi Muhammed Avar kökenlidir. Y. Kosteneskiy, Avarların komşularını titretecek
kadar korkunç güce sahip olduğunu söylemektedir. Y. Kosteneskiy yazıyor: “Avarlar,
halihazırda bir zamanlar kendilerini ‘özgür topluluklar’ olarak nitelendiren toplulukları kendi
etkisi altında bırakmaktadır, bununla beraber tüm Kafkas dağlarını yönetmektedir, komşuları
ise Avar hanlarını gördüklerinde karşılarında titremektedirler. Avarlar Kafkasya Vikingleridir.”
Her bir Avar erkeğinin, özellikle de genç bir erkeğin örnek aldığı imaj “Jigit” yani savaşçı
imajıydı. Ciddi tehlikeler arasında yetişmiş ve eğitilmiş olan “Dağlı”, kendi değerini çok iyi
bilmektedir ve dolayısıyla tüm hal ve hareketlerinde gurur ve derin bir özdeğer duygularını
sergilemektedir. Savaşsız geçen her bir gün dağlı yiğidini huzursuz etmektedir ve sıkılmasına
neden olmaktadır. Savaş çanlarının çalındığı zaman ise “kartal” misali kanatlarını gururla
açmaktadır. Kuzey Kafkasya halkının Osmanlı’ya göçü uzak bir geçmişe dayanmaktadır. Bu
göçler öncesinde sadece eğitim amacını taşımıştır. Sonrasında ise XIX. yüzyılın sonları ve
XX. yüzyılın başlarında, Şeyh Şamil’in Rusya İmparatorluğu’na karşı savaşı kaybetmesiyle
birlikte, Dağıstan’dan Osmanlı’ya yoğun bir göç hareketi başlamıştır. Bu göç hareketinin
başlıca sebeplerinden bir tanesi, Rusya Çarlığının coğrafyanın ahalisine karşı uygulamakta
olduğu acımasız politikadır. Osmanlı’ya göç eden Kuzey Kafkasya halkının ve özellikle Avarların
Osmanlı ordusuna sağladığı katkılar yadsınamazdır. Osmanlı, muhacirlerle birlikte orduya
mücadeleci askerler ve generaller kazandırmıştır. Osmanlı topraklarına gelen Avarların
çoğunluğu Yalova civarına yerleşmiştir. Kuzey Kafkasya Avarlarının Yalova’ya göç etmeleri
1878 yılında başlamıştır. Avar muhacirleri Şeyh Muhammad Hacı al-Madani al-Kikuni önderliği
altında İstanbul’a varmıştır. Sultan Reşad, Avar muhacirlerine İstanbul’a yakın olan Yalova
Sultaniye köyünü armağan etmiştir. Dağıstan’ın dağlık köylerinden gelmiş olan Avarlar
Sultaniye’de hayatlarını idame ettiremediklerinden dolayı Yalova’nın dağlık yerlerinde köy
kurmaya karar vermişlerdir. 1896 yılında “Almali” yani elma alanı (Güneyköy), Bursa Bazarköy
(Orhangazi) kazasına bağlı olarak kurulmuştur
Çerkes Göçü/Sürgünü
18. yüzyılın sonlarında başlayan Çerkes sürgünü ya da göçü dönemin Rus imparatorluğu
tarafından tetiklenmiş ve Türkiye›nin demografik yapısını etkileyerek yakın tarihini belirli
ölçüde şekillendirmiştir. Rauf Orbay, Çerkes Ethem, Mahmut Şevket Paşa gibi birçok ünlü
tarihi figür Çerkes kökenlidir. Göçler 18. yüzyılın sonlarında başlamış olsa da büyük ve toplu
göç hareketleri 1855›te sona eren Kırım Savaşı›nın ardından başlamıştır. Savaşta Çerkeslerin
16
bir kısmı müttefiklerin (Osmanlı-İngiltere-Fransa) yanında yer alırken bir kısmı tarafsız
kalmaya çabalamıştır. Ancak Rusya›nın Kafkaslardan gelecek bir saldırıya karşı tedbir amaçlı
bölgeye 200.000 asker yerleştirmesi savaşı kaybetmelerinde önemli rol oynadı. Her ne kadar
Rusya bu savaşta ağır bir yenilgi almış olsa da savaşın sonuçları Çerkesler ve diğer Kafkas
halkları adına hiç iyi olmadı. Adeta yenilginin acısını Kafkas halklarından çıkarmak isteyen
Rusya dört bir koldan saldırıya geçti. İmam Şamil, Muhammed Emin ve Zaniko Sefer gibi
Kuzey Kafkasya liderleri yıllar boyu destansı bir direniş sergilemiş olsalar bile Osmanlı, Mısır,
İran, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerden defalarca kez talep edilen yardımlar alınamadığı
için sonunda başarısız oldular. Batı Kafkasyalı Çerkesler için de aynı durum söz konusudur.
Bu konuda Sovyet tarihçisi A. M. Pikman “Çerkeslere yardımdan çok yardım sözü verildi.”
demiştir. İmam Şamil’in 1859’da teslim olmasıyla Kafkas direnişinin artık sona erdiği anlaşıldı.
Bu tarihten itibaren hala savaşmaya devam edenler olsa da bu mücadeleler daha fazla kan
akıtmaktan ve Rusları daha fazla kızdırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Çar 2. Aleksandr
1861’de Çerkes liderlerinin sürgün edilmemek adına kendisine yaptıkları başvuruyu Kırım
Savaşı’nda ölen 100.000’i aşkın Rus askerinin komutanlarınca kendisine hatırlatılmasıyla reddetti.
25 Mayıs 1864’te Kbaada’da yapılan son kanlı savaşla Kafkas direnişi sona erdi.
Çerkesler için Osmanlı dost ve kutsal ülkeydi. Sultan gerçek Müslümanların padişahı,
kendilerine yardım edebilecek en kudretli hükümdardı. Sultanın ülkesini içinde bolluk ve
refahla yaşayabilecekleri bir sığınak olarak görüyorlardı ve Osmanlı da Çerkeslere kapılarını
sonuna kadar açmıştı.
Çerkeslerin milli Şairi Mamsırati Temirpolat şu dizeleri yazmıştı: «Oy orayda, Biz
İstanbul›a gideceğiz. Orada biz beyaz ekmekle bal yiyeceğiz, orada biz pirinç yemekleriyle
yaşayacağız, orada biz serbestçe dilediğimiz gibi yaşayacağız.»
Osmanlı’nın Çerkes göçüne son derece olumlu bakmasının nedenleri arasında Halifenin
dindaşlarına sahip çıkma isteği ve Osmanlı yönetiminde önemli görevlerde bulunan
birçok Çerkes bürokratın soydaşlarına yardım etmek istemesi olduğu söylenebilir. Ancak bu
göç Osmanlı’nın da çıkarlarına gayet uygundu. Hristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu Balkan
coğrafyasında Müslüman Çerkesler burada devlet tarafından bir denge unsuru olarak kullanılmak
istendi ve 1877-78 Osmanlı Rus savaşı sonrasına kadar bu politika işe yaradı. Çerkesler
bölgedeki ayrılıkçı unsurlara karşı mücadele ettiler. Diğer bir neden ise toplam 36 milyon
nüfusu olan Osmanlı’nın topraklarının çoğunlukla boş olmasıydı. Bu uçsuz bucaksız boş arazileri
ekip biçecek bir nüfusun gelmesi şüphesiz ki tarımdan başka bir gelir kaynağı olmayan
devletin çok işine yaradı.
Göç sonrası Batı Kafkasyalı Çerkesler nüfuslarının yüzde doksanını yitirmişlerdir.
Göçe karşı olan Çerkesler de yok değildi. Bir kısım gönüllü olarak Osmanlı topraklarına gelirken
bir kısım Rusların zorlamasıyla göç ettirildi. Göçe karşı olan Seyin Time halkına şöyle
seslenmiştir:
17
“Şam’a mı gidiyorsun ey kardeşim?
Orada sana hoş geldin mi diyecekler!
Senin Şam’ın kendi vatanındır.
Dön oraya, otur ortasına!”
1855-1863 arası gelen nüfus gayet başarılı şekilde Osmanlı topraklarına dağıtılmıştır.
Gemilerle önce İstanbul’a gelen göçmenler burada kurulan göç idaresinin aracılığıyla ülkenin
çeşitli yerlerine gönderiliyordu. Bu teşkilatın başında ise Çerkes kökenli Osmanlı bürokratları
görev yapmıştır. Her aileye birey sayısına göre mali yardımlar da yapılıyordu. Ancak maalesef
bu her zaman böyle gitmedi. 1863-64 kışının çok sert geçmesi üzerine Osmanlı Rusya’dan
daha az göçmen göndermesini istemiş, daha sonra ise her yıl sadece 5 bin göçmen kabul
edeceğini belirtmiştir. Ancak Rusya bu çağrıların hiçbirine kulak asmayıp eskisinden de fazla
insan gönderdi ve bunun sonucunda sayısız insan zorlu koşullar, açlık ve salgın hastalıklar
nedeniyle hayatını kaybetti. 1878 sonrası da Çerkesler adına bir o kadar kötü olmuştur. 93
Harbi’nin ardından İmzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarında Balkanlar’daki Çerkes
nüfusun Osmanlı’nın Asya topraklarına dağıtılması şart koşuldu. Bu plansız göçün sonucunda
ise yine birçok insan öldü. Örneğin Balkanlardan Çukurova’ya göç ettirilen 74.000 kişilik
Çerkes’ten sadece 4.000 kişi sağ kalmıştır. Bugün hala ülkenin çeşitli yerlerinde salgın nedeniyle
hayatını kaybeden Çerkeslerin olduğu toplu mezarlıklar bulunabilir.
Osmanlı topraklarına göç eden Çerkeslerin toplam sayısı ise tam olarak bilinmemektedir.
Çeşitli kaynaklar 500 bin ila 3 milyon arası sayılar belirtmektedir.
Nogay Türkleri
Nogay adının Cengiz Han’ın büyük torunu olan Emir Nogay’dan geldiği düşünülmektedir.
Nogaylar tarih boyunca birçok kez göç etmiş bir halktır. Günümüzde yoğun olarak
Rusya Federasyonu›na bağlı Karaçay Çerkez Cumhuriyeti ile Stavropol ve Dağıstan’da
yaşamaktadırlar.
18. yüzyılda Rusların soykırımı sonucu Nogayların büyük göç hareketi başlamıştır.
Rus Çariçesi 2. Katerina döneminde, General Suvorov, nam-ı diğer, Nogay Kasabı, 28 Haziran
1783’ten başlayıp 1 Ekim 1783’e kadarki zaman dilimi içerisinde 30.000 ve yıl sonuna kadar
kalan zamanda da binlerce Nogay Türkünü katletti. Rus kaynaklarında on bin olarak ifade
edilen ancak dönemin söylencelerine göre onlarca bin, eli silah tutan tüm Nogay erkekleri ile
yaşlılar ve kadınlar ve hatta çocuklar Rus askeri birlikleri tarafından katledildiler. Rus askerlerinden
kaçabilenler ise yine bu birliklerin takibi ve kıstırması ile Kuban Nehri’nin soğuk sularında
can verdi. 1780 ve 1800 yılları arasında Kırım, Kazan, Kafkasya ve Özü bölgelerinden
Anadolu’ya 300.000 ile 500.000 arasında göç meydana gelmiştir.
18
1812 Yılında II. Mahmut döneminde Nogayların bir kısmı Azak Denizi kıyısına, Ten
ve Kuban nehirleri çevresine yerleştirilirken bir kısmı da Bükreş Antlaşması neticesinde Osmanlı
Devleti’ne gönderilmişti.
1824 Yılında Çar I. Aleksandr döneminde 50.000 Nogay Azak topraklarından zorla
göç ettirildiler ve yerlerine Hristiyan unsurlar yerleştirildi. Ayrıca Ruslar bölgede yaşayan
Nogaylara ve diğer Müslüman topluluklara ağır vergiler ödeterek onları fakirleştirme yoluna
gitmiştir. Nogayların yaşadığı bölgelere yapılan iskân hareketleri ile bu bölgelerin Ruslaşması
sağlanmıştır. Osmanlı Devleti ve Rusya arasında yapılan Kırım Savaşı sonucunda Anadolu’ya
Nogay göçleri hızlanmıştır. Nogaylar, Osmanlı topraklarına göç ettikleri ilk zamanlarda devlet
tarafından yerleşik köylere otuzar haneyi geçmeyecek şekilde yerleştirilmişlerdir. Kendilerine
devlet tarafından iki haneye bir öküz ve hane başına bir kile buğday verileceği söylenmiş,
fakat dönemin şartlarından dolayı bu çoğunlukla uygulanamamıştır. Yerleşik halk ile uyumsuzluklar
nedeniyle zamanla Nogaylar nüfus olarak güçlü oldukları köylere göç etmiştir.
Abhaz/Abazalar
Kuzeyde Kuban, güneyde İngur Irmağı’na ve Kafkas Dağları’nın ana silsilesinden
Karadeniz sahiline kadar uzanan coğrafyada yaşayan Abazalar Kuzey Kafkasya’nın yerli
halklarındandır. Bizans yönetiminde Hristiyanlığı kabul eden Abazalar 1451 ya da 1453’te
Osmanlı’ya tabii oldu. Osmanlı yönetiminde halk arasında İslamiyet giderek yayıldı ve Müslüman
bir halk haline geldiler. Abazaların Osmanlı topraklarına göçünde ise yine Kırım Savaşı
etkilidir. Kırım Savaşı esnasında (1853-1856) Osmanlı birlikleri 1854’te Abhazya’ya asker
çıkardı ve Abhaz Krallığı 1856’nın ilk yarısına kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. 10 Temmuz
1856’da Ruslar, General Prens Hamit Bey kumandasındaki birliklerle Sohum’u tekrar işgal
ettiler. 1862-1865 yıllarında Anapa ile Gagra arasında yaşayan hemen hemen bütün Abazalar
sürgün edildi. Bölgede yaşayanların sayısı 130.000’den az değildi. Aynı şekilde 1866’da tekrar
bağımsızlık için ayaklanan Abazalardan 1867’de Dal ve Tsebelda bölgesinden ayrılanların
sayısının 15.000’den fazla, Dranda ve Pitsunda’dan ayrılanların sayısının 5000 civarında
olduğu bilinmektedir. Göç etmek istemeyenler Hıristiyanlığı seçerek yurtlarında kalabildiler.
Ancak Abazaların direnişi yine de sürdü. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında başında
Hasan Bey’in bulunduğu, Osmanlı Devleti’nce de desteklenen Abaza birliği 5 Mayıs 1877’de
Sohum’a çıkartma yaptı ve burayı ele geçirdi. Ardından İstanbul’dan asker yollanarak bunlar
takviye edildi. Sohum’un ele geçirilmesi diğer Çerkez ve Abaza toprakları için de ümit ışığı
doğurdu. Ancak Rumeli cephesinde Rus saldırılarının artması sonucu buradaki Osmanlı tümeni
geri çağrılıp Rumeli’ye sevk edilince 1877 Ağustos ayında Ruslar Sohum’u tekrar aldılar.
Bu savaş Abazalar için âdeta ölüm kalım savaşı oldu ve Ruslar 45.000-50.000 kadar Abaza’yı
zorla sürgün etti. Çerkes göçünde olduğu gibi Abaza göçü hakkında da net bir istatistik bulunmamaktadır.
Ancak sürgün sonrası anavatanlarında sadece 20.000 Abaza’nın kaldığı tahmin
edilmektedir.
19
Kumuk Türkleri
Kumuk kelimesi Divanü Lügat’it-Türk’te bir bey adı olarak geçmektedir. Ayrıca
Kumuk adının Kumuk kasabasından geldiğini düşünenler de vardır. Yaygın olarak Oğuz ve
Kıpçak Türklerinin karışımı oldukları kabul edilir. Kumuklar, Kuzeydoğu Kafkasya, Hazar
Denizi’nin batı kıyıları ve Azerbaycan’ın kuzeyini kapsayan sahada yaşamaktaydı. Sınırları
Derbent’ten Kabardey ülkesine kadar uzanan Kumuk Şamhallığı 1813 yılında Rusya’nın istilasına
uğradı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Kumuklar millî idarelerini kaybettiler. Kumuklar
diğer Kafkas halklarından Çerkesler, Çeçenler, Dağıstanlılara göre sayı olarak azdır. Bu nedenle
onlara ait izleri takip etmek diğerlerine nazaran zordur. Bu zorluğun en önemli nedeni
Osmanlı memurlarınca Kafkasya’dan zorunlu göçle gelen tüm halkları yanlış olarak Çerkes,
Dağıstanlı veya Çeçen olarak kayıt altına alınmasıdır.
Ahıska Türkleri
Ahıska Türkleri veya Meshet Türkleri, anayurtları Gürcistan’ın Ahıska bölgesi olan
Kıpçak boyuna mensup Kafkaslı Türk halkıdır. Ahıska bölgesi Selçuklu, ardından İlhanlı, Karakoyunlu,
Akkoyunlu ve Osmanlı devletlerine bağlanmıştır. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı
esnasında Rusya’nın eline geçen bölge 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’nın ardından Kars ve
Ardahan’ın Ruslara bırakılmasıyla anavatandan iyice uzaklaşmıştır.
1917 İhtilali, Ahıska Türkleri için de umut olmuştu. Milletlerin kendi kaderini tayin
hakkına dayanarak Türkiye’ye katıldılar. Ancak Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı
bölgeden çekilmek zorunda kalınca halk da 18 Ocak 1919’da benliklerini muhafaza edecek
yegâne yol olarak gördükleri ve Ahıska dahil Batum’dan Nahcıvan’a kadar olan bölgeyi içine
alan Kars Millî Şûra Hükümeti’ni kurdu. 13 Nisan 1919’da bu hükümet İngilizler tarafından
dağıtıldı. Ardahan, Ahıska ve Ahılkelek Gürcüler tarafından işgal edildi. 16 Mart 1921’deki
Moskova Antlaşması’yla da bölge Gürcistan SSC’ye bırakıldı. Özellikle 1930’lardan itibaren
Sovyet yönetiminin Ahıska Türklerine baskısı başladı. Önce isimlerini Gürcü ismiyle
değiştirmek için baskılar yapıldı ve Anadolu Türkçesi konuşan Ahıska halkının eğitim dili
önce Azerbaycan Türkçesi›ne, ardından Gürcüceye çevrildi. II. Dünya Savaşı sırasında Rus
hükümeti Rusya İçişleri Halk Komiseri L. Beriya, 24 Temmuz 1944’te Stalin’e sunduğu tasarıda
Gürcistan’ın Türkiye ile sınırı olan birkaç bölgesinde yaşayan, Türkiye’deki halklarla
akraba olan Türk halkının kaçakçılık yaptığı, Türk yetkililere istihbarat sağladığı ve eşkıya örgütleri
oluşturduğu gibi gerekçeler ileri sürerek Gürcistan sınırlarının korunmasını sağlamak
amacıyla Ahıska, Adigen, Aspinza, Ahılkelek, Bogdanovka ve Acaristan özerk bölgelerinden
16.700 Türk, Kürt ve Hemşin ailelerinin (toplam 86.000 kişi) Orta Asya’da Kazakistan,
Özbekistan ve Kırgızistan’a göç ettirilmesinin uygun görüldüğü belirtildi. Boşalan köylere
ise 7000 Gürcü ailesi yerleştirilecekti. Bu teklif, Stalin başkanlığında toplanan Devlet Savunma
Komitesi’nin 31 Temmuz 1944’te aldığı kararla kabul edildi. Sınıra yakın 40.000 kişi
Kazakistan’a, 30.000 kişi Özbekistan’a, 16.000 kişi Kırgızistan’a yerleştirilecekti. Çok kötü
20
şartlar altında yapılan bu göç sırasında 15.000-50.000 arası kayıp verildi. 1956’da sürgün
edilen diğer Kafkaslı halkların geri dönmesine izin verilirken Meshet Türkleri bunun dışında
tutuldu. Meshet Türkleri Yıllarca her şekilde ve her platformdan seslerini duyurmaya çalışsalar
da vatanlarına geri dönüş yapamadılar. 1988 kongresinden bir yıl sonra Özbek ve Meshet
Türkleri arasında birtakım olaylar çıktı. Olayların sonunda 200’den fazla insan ölürken olaylar
öncesinde 127.000 Meshet Türkü’nün yaşadığı Özbekistan’da bu sayı 60.000’e kadar düştü.
Buradan göçen halk SSCB’nin çeşitli bölgelerine dağıldı. Bu olayların ardından Yüksek
Sovyet Prezidyumu’nun özel komisyonu 1989 Aralığında Meshet Türkleri’nin tedrîcen Gürcistan’a
dönmesini kararlaştırmasına ve daha sonra Temmuz 1991’de Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun
Milletler Başkanı R. Nişanov’un Gürcü Başbakanı ve meclisine başvurarak Meshet
Türkleri’nin Gürcistan’a dönmesini rica etmesine rağmen bu teşebbüslerden de bir sonuç alınamadı.
Bütün bu gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti tarafından yakından izlendi. Meshet Türkleri’nin
talebi ve Türkiye’nin de buna sıcak bakmasıyla 2 Temmuz 1992 tarih ve 3835 sayılı
kanunla Ahıska Türklerinin Türkiye’de iskânına izin verildi. Türkiye’ye alınması düşünülen
500 aileden yalnızca 150 aile geldi. 1991’de bağımsızlığını kazanan Gürcü Hükûmeti Ahıska
Türklerinin dönüşü konusunda vaatler verse de yine elle tutulur bir gelişme olmadı. Meshet
Türkleri günümüzde Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkelerde
yaşamaktadır ve nüfuslarının 350.000’den fazla olduğu tahmin edilmektedir.
Karaçay-Balkar Türkleri
Karaçaylılar, Hasavka Savaşı (1828) sonucunda Rusya’ya mağlup olmuş; toprakları,
dilleri, malları, dinleri, kültürleri Rus tehdidi altına girmiştir. 1828 tarihinden sonra Karaçay
Türklerinden bir kısmı Kars civarına gelmiştir. Fakat göç edenlerin sayısı ya da göç yollarıyla
ilgili fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Osmanlı arşivinde Karaçaylılara ait olduğu tespit edilen
belgelerden, ilk kitlesel göçlerinin 1885’te gerçekleştiği anlaşılmaktadır ancak bu göç dalgasında
da gelen Karaçay nüfusu bilinmemekle beraber 6.500 kişi olduğu tahmin edilmektedir.
1905-1906 arası gelen son dalgada ise 10.000 civarı Karaçay Osmanlı’ya göç etmiştir.
Kuzey Azerbaycan Türkleri
19. yüzyılın başında, Çarlık Rusya’nın güneye doğru yayılma ve yeni arazi edinme politikaları,
Rusya-İran savaşlarındaki zaferler, Güney Kafkasya’nın işgali ile sonuçlandı. İşgal
ettiği topraklarda Ermeni ve Rusları iskan etmeyi planlayan Rusya ilk önce yerli Müslüman
halkını kendi topraklarını bırakarak İran ve Osmanlı Devleti’ne göç ettirmeye zorladı. Kazak,
Şemşeddil, Borçalı, Pembek, Şoragil, Car-Balaken gibi bölgelerin işgali iç göçlere; Gence,
Karabağ, Şeki,Şirvan, Bakü, Kuba, Lenkeran hanlıklarının işgali ise ise dış göçlere yol açmış
oldu. Nahçıvan ve Erivan hanlıklarının işgalinden sonra Rusya tarafından yeni kurulan “Ermeni
Vilayeti”ne Türkiye ve İran’dan çok sayıda Ermeni göç ettirildi. İran’la Türkmençay,
Türkiye ile Edirne anlaşmalarından sonra Ermenilerin Kafkaslara kitlesel göçü başladı. Rus
21
işgaliyle birlikte Güney Kafkasya bölgesinde yaşayan Türklerle birlikte diğer Müslüman
topluluklar, her türlü politik, sosyal, kültürel ve ekonomik haklardan mahrum edilmeye başlanmış;
Gürcü ve Ermenilere ise fazla dokunulmamıştır. Azerbaycan topraklarına aktarılan
Ermeni eşkıyaları da hükümetin desteğini kullanarak yerli ahaliyi göç etmeye mecbur etmişlerdir.
Gelişmeler karşısında Osmanlı Devleti’nin de etkisiz kalması, Rusya’nın Kafkaslar’da
ve Azerbaycan’da tamamen pervasızca hareket etmesine sebep olmuştur. Rusya’nın Güney
Kafkasya hakimiyeti bir süre sonra Osmanlı Devleti ile yapılan 1829 Edirne Antlaşması ile de
tekrar gündeme gelmiş ve bölgedeki Rus hakimiyeti, öteden beri Kafkaslar bölgesinde etkin
bir güç konumunda bulunan Osmanlı Devleti tarafından da kabul edilmiş oldu. 1877-1878 Osmanlı-Rus
Harbi’ne kadar yaşanan Kırım Kafkas göçleri tarihin her devresinde insanların ve
toplumların hayatlarını derinden etkilemiştir. Bu göç hareketleri genel olarak insanların yaşayabilecekleri
daha iyi yerler bulabilme çabasından ileri gelmektedir. Ancak bunların yanında
incelediğimiz dönemde olduğu gibi insanların çeşitli siyasi sebeplerle yaşadıkları yerlerden
“göç ettirilmesi” de bu hareketlerin sebepleri arasında yer almaktadır. XIX. yüzyıl boyunca
yüz binlerce insan Kuzey Azerbaycan’ı terk ederek Anadolu topraklarına göç etmek zorunda
kaldı. Anadolu’ya gelen Azerbaycanlı muhacirlerin birçoğu İstanbul’da yerleştirilmiş veya
sonradan buraya gelmişlerdir. Müslüman halkın zorunlu olarak vatanını terk ederek İran ve
Türkiye gibi ülkelere göçü Kuzey Azerbaycan’ın tüm bölgelerini ve halkını kapsamakta olup,
sonraki yüzyılda da devam etmiştir. 1853-1856 Kırım Savaşı, 1864 yıllında Kuzey Kafkas’ın
Çarlık Rusya’sı tarafından işgali ve 93 Harbi göçleri daha da hızlandırmış oldu. Bu göçlerin
sonuçlarına değinen Rus tarihçi N. Shavrov 1911’de şunları yazdı: “Kafkasya’da yaşayan 1
milyon 300.000 Ermeni’nin yaklaşık 1 milyonu tarafımızdan göç ettirilenler ve onların torunlarıdır.”
XIX. yüzyılda Azerbaycan’dan Osmanlı topraklarına göç eden muhacirlerin bir
kısmı İstanbul’a gelmiş, hayatının geri kalan bölümünü İstanbul’da sürdürmüştür. Osmanlı
İstanbul’u mültecilerin sonraki çalışmasında önemli rol oynamıştır. Bu göçmenlerin içerisinden
pek çok bilim adamı, aydın, devlet adamı yetişmiştir. Onlar İstanbul’un gelecek hayatında
önemli iz bırakmışlardır.
22
Sonuç
Çoğunlukla 18 ve 20. yüzyıllar arasında yapılan bu göçlerde en çok Kırım Savaşı ve
93 Harbi’nin rol oynadığı görülmektedir. Bu iki savaş haritayı değiştirmekten öte bu büyük
göçlere neden olması bakımından hem Kafkas halklarının hem de Osmanlı coğrafyası üzerinde
derin izler bırakmıştır. Kimisi Rus zulmünden kaçıp burada hayal ettiği huzuru bulurken
kimisi yollarda yitip gitmiş, kimisi ulaştığı verimsiz çöl arazilerinde yaşam savaşı vermiştir.
Bu acı olaylar silsilesi muhacir Kafkasyalılar ile onlara kucak açan Türk milletini birbirine
derinden bağlamıştır. Kültürlerimiz belirli ölçüde kaynaşmıştır ve yıllar sonra kurtuluş savaşı
verecek olan Türk milleti bu insanlarla kader birliği yapmıştır. Bir sorumlu aramak gerekiyorsa
da bu emperyalist amaçlar uğruna nice insanı katledip nicesini yurdundan eden Rusya’dan
başkası olmayacaktır. Günümüzde Türkiye’de milyonlarca Kafkas kökenli Türk’ün yaşadığı
göz önüne alınırsa Büyük Kafkas Göçü’nü sebep ve sonuçlarıyla anlamak ve Kafkas halklarını
tanımak Türkiye’nin hem yakın tarihine hem de sosyolojisine ışık tutacaktır.
Kaynakça
UMUDLU, Vidadi: “XIX. Yüzyılda Kuzey Azerbaycan’dan Osmanlı İstanbul’una Göçler”,
Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu-V 19-21 Mayıs 2017, 2018
KARATAŞ, Ömer; ARBATLI, Mehmed: Kumuk Türklerinin Kafkasya’dan Anadolu’ya
Göçü, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 1, s.
101-120
AYDEMİR, İzzet: Göç: Kuzey Kafkasyalıların Göç Tarihi, Ankara, 1988
HALİJOVA, Zarima: Avarların Türkiye›ye Göçü ve Sosyal Kültürel Hayatları Üzerine
Sosyo-lojik Bir İnceleme: Yalova, Güneyköy Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Necmettin
Erbakan Üni-versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2019
KARATAŞ, Ömer: Karaçay Türklerinin Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçleri, Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt: 29, Sayı: 2, s. 525-538
AYDIN, Mustafa: “ABAZALAR”, TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org. tr/abazalar (05.03.2023).
AYDIN, Mustafa: “MESHET TÜRKLERİ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/meshet-turkleri
(05.03.2023).
https://www.altayli.net/nogay-soykirimi.html (05.03.2023).
https://turkiyenogaylari.hacettepe.edu.tr/nogaylar/ (05.03.2023).
23
Ahmet Talha PEPENOĞLU
1917 Devrimleri ve Azerbaycan
Giriş
Birinci Dünya Savaşı başlangıçta Kafkasya’da yaşayan Müslüman ahali için bir değişiklik
yaratmadı. Birkaç öncü grup Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde Rusya
karşıtı propagandaya başladı ancak bütün ahaliyi etkileyen hareketlenme Osmanlı İmparatorluğu’nun
savaşa girmesiyle beraber oldu. İslam halifesinin cihat ilanıyla beraber yerel ahali
hareketlenmeye ve uzun zamandan beri öncü grupların başlatmış olduğu Rusya karşıtı hareketlere
katılmaya başladılar. İkinci bir hareketlenme ise 1916 yılında Rus Çarının, Müslüman
ahaliden de askere alım istemiyle başladı. Bununla beraber savaşın içerisine fiilen çekilen
Azeriler bir sene sonra patlayan Çarlık karşıtı hareketlere destek verdi. 1917 yılında, Bolşeviklerin
safında yer alarak mahalli idarelere talip olan bağımsızlıkçı hareket 1919 yılında
Moskova’nın sert tavrıyla karşı karşıya kaldı. Osmanlı’nın da savaşın ilk safhasını yenik kapatmasıyla
birlikte tek başına kalan Azeriler, yeni Emperyal Rus İmparatorluğu’nun idaresine
boyun eğmek zorunda kaldı. Yazımızda 1917 yılında gerçekleşen bu iki ihtilalde yaşanan bağımsızlıkçı
hareketlenmeler ve sonunu inceleyeceğiz.
Birinci Dünya Savaşı’nın Başından 1917’ye Kadar Azerbaycan
Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde Azerbaycan’ın yerel halkı için bir değişiklik yaşanmamıştı
ancak aydın kesim Avrupa ülkelerinde ve Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Rusya
karşıtı eylemlerde bulunuyordu. Bölgedeki halkın savaşta ilgisini çeken ilk şey Osmanlı’nın
24
da savaşa dahil olması oldu. 1916 yılında ise Rus Çarı’nın Müslüman ahaliden de askere
alımın gerçekleşeceğini ilan etmesiyle Azerbaycan halkı da fiilen savaşa dahil oldu.
Orta Asya’da askere alım isteği isyanlara sebebiyet verse de Azerbaycan coğrafyasında
legal ve illegal partileşmeye giden bağımsızlıkçı hareketler verilecek askerin sayısı konusunda
anlaşmaya giderek durumu kabullenmişlerdi.
Azerbaycan içerisinde Rusya’dan bağımsızlık isteğiyle toparlanan gruplar Sosyalist,
İslamcı (Milliyetçi) ve Liberal olarak 1915 yılında üçe ayrılmış bunuluyordu. Sosyalistler,
Himmet adlı partinin çatısı altında; İslamcılar, Müsavat adlı partinin altında; Liberaller ise
Bağımsız Demokratik Grup adıyla çalışmalarını sürdürüyordu 1 . Avrupa’da ise bağımsızlıkçı
gruplar, Rusya’nın savaştan yenik çıkmasını ve kendilerine yardım edilmesi gerektiğini tamimler
yayınlayarak duyuruyorlardı. Alman, Avusturya ve Bulgar hükümetlerine verilen bir
muhtırada şöyle denmekteydi “…dostlarımızdan, İslamın lideri Halife büyük Sultan’dan, Alman ve
Avusturya-Macaristan İmparatorundan ve Bulgar hükümdarından ve onların kahraman halklarından
bizi Rus boyunduruğundan kurtarmalarını istiyoru.’’ devamında ise ‘’Rusya, kendi tebaası bulunan
Türk ve diğer Müslüman halkların en tabii, meşru ve mukaddes haklarını ellerinden almıştır. Onlara
kendi ırkdaşlarıyla her türlü temas ve münasebet tesisi yasak edilmiştir. Mesela, Kazanlı veya Kafkasyalı
bir Türk’e Türkistan ve Kırgız yerlerinde mülk ve arsa satın almak katiyen memnudur [yasaktır].
Rusya’daki Türkler en mukaddes dini vazifelerini bile icradan mahrum bırakılıyorlar, her türlü harsi
ve milli terbiye imkânı onların ellerinden alınmıştır… Ellerimizi göklere kaldırarak istirham ediyoruz.
Bizi Rus zincirinden kurtarınız.” 2 diyerek son buluyordu.
İhtilal ve Azerbaycan
1917 yılına gelindiğinde Rusya içerisinde yaşayan Türkler, Orta Asya’da geniş çaplı
isyanlarla bağımsızlık için mücadele verirken patlayan işçi ayaklanmalarına dayanamayan
Çar Nikolay, Mart ayında tahttan çekilmek zorunda kaldı ve yerine geçici bir hükümet kuruldu.
Mart ayından Ekim ayına kadar devam eden çalkantılı süreçte, Azerbaycan içerisindeki
çeşitli gruplar çeşitli sebeplerle ağırlıklı olarak Bolşeviklerin yanında yer aldılar. Ekim ayında
patlayan ikinci ihtilal ile yönetimi ele geçiren Bolşevikler Lenin ve Stalin imzalı bir bildiri ile
Rusya içerisinde yaşayan halklara özerklik tanıdıklarını ilan ettiler. Bununla birlikte Orta Asya
içerisinde ve Kafkasya’da birçok özerk yapılı devlet kuruldu. Bunların hiçbirinin ömrü uzun
süreli olamadı. Yeni emperyal Rus devleti ilk fırsatını bulduğu anda bütün özerk cumhuriyetleri
yok etti ve hiçbirine yaşam fırsatı vermedi.
Mart ayında yaşanan gelişmelerle birlikte senelerce Rusya’dan bağımsızlık kazanmaya
çalışan Azeri aydınlar, Nisan ayı içerisinde Müslüman İçtimai Cemiyetler Şurası’nı oluşturdu.
Burada alınan yayınlanan bildiride “Biz parlamenter ülkelerde burjuva anayasal rejimlerinin bizim
1 Halil Bal, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kuruluş Mücadelesi ve Kafkas İslam
Ordusu, İstanbul, İdil Yayıncılık, 2010, s. 49
2 Bal, a.g.e., s. 26
25
gibi Müslümanlara hiçbir şey vermediğini asla unutmayacağız. İngiltere ve Fransa buna örnek olarak
gösterilebilir. Rus emperyalistleri bizim dostumuzu olamaz.” deniyordu. İlk alınan karar şöyleydi
“demokratik cumhuriyet ve Müslümanların birliğini savunmak”. 3
Müslüman İçtimai Cemiyetler Şurası’nın düzenlediği Kafkas Müslümanları Kurultayı’nda
alınan kararlar neticesinde kurulacak olan Rusya’nın federal yapıda olması gerektiğini
bildirdi. Daha sonra toplanan kurultaylarda ise milliyetçi gruplar anadilde eğitim ve okulların
Türklerin yönetiminde olması gerektiğini savunurken sosyalist kesim ise bunun toprak ağalarının
işine geleceğini savunarak merkezi bir yönetim taraftarı olduklarını dile getirdiler. Bu
kurultayda söz alan Mehmed Emin Resulzade ‘’Medeni devletin en uygun biçimi milli devlet
şeklidir. Hiç şüphesiz ki, insan eşitliği salonuna her millet kendi salonundan girecektir’’ 4 diyerek
bağımsızlık isteğini dile getirdi.
Kurultay sonucunda milliyetçi Müsavat Partisi ve liberal Türk Adem-i Merkeziyet Partisi
federal yönetimde ortak tavır sergiledikleri için birleşme kararı aldılar ve Türk Adem-i
Merkeziyet Müsavat Fırkası isimli yeni partiyi vücuda getirdiler. Sosyalist görüşteki Himmet
Partisi ise savunduğu merkezi yönetim görüşü yüzünden fazla destekçi bulmadı ve Milli Şura’dan
ayrılmak zorunda kaldı.
Rusya içerisinde olan hareketlenmeler Ekim ayında bir değişiklik daha meydana getirdi
ve Kerenski Hükümeti devrilerek yerine Bolşeviklerin oluşturduğu bir polit-büro yönetimi
kuruldu. Lenin ve milletler komiseri Stalin imzalı Müslüman milletlere çağrıda bulunulan, 3
Aralık 1917 tarihli bildiri yayımlandı. Bildiride “Sizin dininiz, adetleriniz, milli ve kültürel müesseseleriniz,
bundan böyle her türlü tecavüzden masundurlar. Milli hayatınızı, bütün manasıyla hürriyetle
tanzim ediniz. Bu sizin hakkınızdır. Biliniz ki, gerek sizin gerekse bütün Rusya’da yaşayan milletlerin
haklarını inkılap ve Sovyetler himaye ve müdafaa etmektedirler. Bu inkılaba ve onun hükümetine
yardım ediniz.” 5 denmekteydi.
Bakü’de 12-13 Aralık 1917 tarihinde gerçekleşen Bakü Sovyetleri Seçimine Müsavat
Partisi de katılır ancak seçimlerin demokratik olmadığını söyleyerek partinin yürütme kurulunda
bulunmayacağını açıklar. 28 Kasım 1917’de Azeri, Gürcü ve Ermeni teşkilatları Rusya’daki
merkezi hükümete karşı bir Maverayı Kafkas Komiserliği meydana getirdi. Oluşturulan
bu yönetimin ilk işi Osmanlı ile devam eden harbi sonlandırmak oldu ve 18 Aralık 1917’de
Erzincan Mütarekesini imzaladılar.
Erzincan Mütarekesi’nin ardından bölgeden çekilen Rus askerleri kargaşa sebebiyet
veriyor ve silahlarını Ermeni ve Gürcü çetelere teslim ediyorlardır. Bu durum Maverayı Kafkas
Komiserliği’nde Gürcü ve Ermenilere karşı Azerilerin gücünü yitirmesine sebebiyet ve-
3 Bal, a.g.e., s. 28
4 Bal, a.g.e., s. 55
5 Ali Bademci, 1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver
Paşa 1. Cilt, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2008, s. 138
26
riyordu. Bu sebepten dolayı Azeriler komiserlik içinde milli bir ordu kurmaya karar verdi.
Dünya Savaşı esnasında Karabağ ve Gence Türklerinden oluşturulan Dikaya Divizya adlı bir
tümen oluşturulacak milli ordunun nüvesini teşkil etti. Kozak Alayı, Gence şehrinde taşkınlık
çıkarıp yerel ahali ile sürtüşme yaşamasının ardından alay komutanı silah taşıyan Türkleri
tehdit etti bunun üzerine Milli Komite Başkanı Nasip Bey, bundan sonra şehir içinde silahla
dolaşan Rus askerlerin silahına el konulacağını söyledi. Yaşanan tartışmaların ardından Rus
ordusu şehri boşaltmak zorunda kaldı.
Gence şehrinin Ruslardan temizlenmesinden ardından Milli Komite, Bakü’nün de
kontrolünü sağlamak istiyordu. Bunun için Osmanlı İmparatorluğu ile temasa geçtiler. 3. Ordu
ile temasa geçen Azerbaycanlı temsilciler olumlu karşılandılar ve Enver Paşa, 3. Ordu’ya hazırlanmaları
talimatını verdi. Enver Paşa, Azeri delegeleri İstanbul’a davet etmesiyle bölge
hakkında daha çok bilgiye kavuşan İttihat ve Terakki Hükümeti, Kafkasya’ya bir harekat
düzenlemek için yeni bir ordu teşekkül etmeye karar verir.
Kafkas İslam Ordusu adı verilen yeni ordu hızla oluşturuldu ve harekat için hazır hale
getirildi ancak Enver Paşa’nın ordu komutanı olarak Şehzade Ömer Faruk Efendiyi önermesine
Azerbaycan delegelerinden olan Naki Bey, şehzadenin içki kullanmasını gerekçe göstererek
karşı çıkmıştı. Naki Beyin muhtemelen Ömer Faruk Efendi’yi istememesinin sebebi bölgeye
bir şehzadenin gitmesinin istiklallerine zarar vereceği düşüncesiydi. Naki Bey aynı zamanda
Enver Paşa’ya kardeşinin ve kendisinin bölgede çok sevildiğini belirterek Nuri Paşa’nın komutan
olmasını rica eder ve Enver Paşa bunun üzerine komutan olarak Nuri Paşayı tayin eder.
2 Şubat 1918 senesinde Kafkas İslam Ordusu Kelkit’i Rus işgalinden kurtardı ve ilerlemeye
devam etti, 13 Şubat günü Rus ve Ermeni kuvvetlerle çatışarak Erzincan’a girdi. Mart
1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasına rağmen ilerleme devam etti ve ordu Erzurum’a
ulaştı. Vehip Paşa Trabzon’a gitti ve Maverayı Kafkas Hükümeti ile görüşmelere başladı.
Ermeni temsilcilerle görüşmeler de gerçekleşen bu dönemde Ermeni temsilci Hatisyan,
Ermenilerin Ruslardan ümidini kestiğini ve Osmanlı idaresinde altı sancakta toplanmak istediklerini
belirtti. 6 Yapılan görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmadı ve Osmanlı Ordusu
Kafkaslara doğru ilerleyişini sürdürdü. Nisan ayında Batum sınırlarına erişen ordu ilk ciddi
direnişle burada karşılaştı fakat mağlup olmadan Gence’ye doğru ilerledi ve Azerbaycan sınırları
içerisindeki ilk ayak bastıkları yer burası oldu. Gence, Bakü alınana kadar Azerbaycan’ın
başkenti oldu. 7 Osmanlı’nın ilerleyişinden rahatsızlık duyan Maverayı Kafkas Komiserliği dağıldı
ve bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti kendisini ilan etti. Eylül 1918’de Bakü’de Ermeni
ve Rus kuvvetlerinden temizlense de Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Savaşı’ndan çekilmesi
sonucu Kafkas İslam Ordusu tedricen bölgeden çekildi ve oluşan boşluğu Bolşevikler
doldurdu. Böylece Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ömrü de çok uzun olmadı.
6 Bal, a.g.e., s. 125
7 Yılmaz Altunsoy, “Kafkas İslam Ordusu ve Bakü Zaferi”, Karatay Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Sayı: 2, 2019, s. 63
27
Sonuç
1917 senesinde gerçekleşen Şubatve Ekim devrimleri Azerbaycan istiklali için bir
ümit olmuş ve Azeri aydınlar içerisinden hürriyet fikri olarak üç ana düşünce çıkmıştı. Bunlar
Ruslarla beraber olmak, Osmanlı’dan yardım istemek ve tam bağımsızlık olmak idi. Bunların
üçü de 1917-1920 arasında denense de hiçbirisi başarılı olamamıştır. Tam bağımsız olarak hareket
etmek Kafkas İslam Ordusu’nun bölgeye gelmesiyle son bulmuş, Osmanlı’nın savaştan
yenik ayrılmasıyla da ikinci ihtimal ortadan kalkmıştı. Rusların idaresi altında özerk yönetim
ise sözde kaldı ve idareyi ele geçirip Azerbaycan Cumhuriyeti’ni dağıtan Ruslar, bölgede müstebit
bir idare kurmuş ve din ve fikir hürriyetini ortadan kaldırmışlardır.
Kaynakça
ALTUNSOY, Yılmaz: “Kafkas İslam Ordusu ve Bakü Zaferi”, Karatay Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2, 2019, s. 42-91
BADEMCİ, Ali: 1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver Paşa
1. Cilt, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2008
BAL, Halil: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kuruluş Mücadelesi ve Kafkas İslam
Ordusu, İstanbul, İdil Yayıncılık, 2010
28
Emre DURMUŞ
Kafkasya’nın Ekonomik Yapısına Genel Bir Bakış
Giriş
Kafkasya, Hazar Denizi ile Karadeniz’in arasında yer alan 440.000km 2 lik bir alanı
kaplayan, Rusya Federasyonu’nun Avrupa kesiminin güneybatısı ile Gürcistan, Azerbaycan
ve Ermenistan topraklarını da içine alan, coğrafi bölge ve dağ sistemine verilen isimdir. Çoğunlukla
petrol, doğalgaz ve mineraller gibi doğal kaynaklara sahiptir. Bölgenin ekonomisi,
bu kaynakların ihracatına dayalı olarak gelişmiştir. Bununla birlikte, son yıllarda bölgedeki
politik çalkantılar ve dünya ekonomisindeki dalgalanmalar, Kafkasya’nın ekonomisini etkilemiştir.
Kafkasya bölgesi, tarihi boyunca birçok farklı medeniyetin etkisi altında kalmıştır.
Bu nedenle, bölgenin ekonomik yapısı da zaman içinde değişmiş ve gelişmiştir. Bu yazıda,
Kafkasya’nın ekonomik yapısını tarihi ve coğrafi açıdan ele alacak ve bölgenin bugünkü ekonomik
durumunu inceliyor olacağız.
Kafkasya Bölgesi Hakkında Genel Bilgi
Kafkasya, Asya ve Avrupa arasında bir köprü görevi gören Transkafkasya ve Kuzey
Kafkasya olarak ikiye ayrılan bir bölgedir. Transkafkasya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan
gibi ülkeleri içerirken, Kuzey Kafkasya ise Rusya Federasyonu’nun bir parçası olan Dağıstan,
İnguşetya, Kabardino-Balkarya, Karaçay-Çerkesya, Kuzey Osetya-Alanya, Stavropol
Krayı, Çeçenistan ve Adıge Cumhuriyeti’ni içermektedir.
29
Bölgenin coğrafi özellikleri arasında, yüksek dağlar, platolar, derin vadiler ve geniş
ovalar yer alır. Ayrıca, Hazar Denizi’nin güneyinde yer alan bölgenin iklimi, çoğunlukla karasal
iklimdir. 1
Tarihi Süreçte Kafkasya Ekonomisi
Kafkasya, tarihi boyunca birçok farklı medeniyetin etkisi altında kalmıştır. Bu medeniyetler,
bölgenin ekonomik yapısını da etkilemiştir. Antik çağlarda, bölge, ünlü İpek Yolu›nun
bir parçası olarak Çin ve Batı arasında önemli bir ticaret yolu olarak kullanılmıştır. 2
Kafkasya’nın eski çağlarda Pers İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu’nun kontrolü
altında olduğu bilinmektedir. Bu dönemde, bölgenin ekonomisi, özellikle tarım ve hayvancılık
gibi geleneksel sektörlere dayanmaktaydı. Ayrıca tuz, balıkçılık, kereste ve dokuma da bölgenin
önemli ekonomik faaliyetleriydi.
Orta Çağ döneminde Kafkasya, İslam İmparatorluğu›nun hakimiyeti altına girdi.
Kafkasya bölgesi, İran, Bizans ve Türk devletlerinin de etkisi altında kalmıştır. Bölgedeki
ekonomi, ticaret yolları ve tarım faaliyetleri üzerine kurulmuştur. Bölgede bulunan dağlık
alanlar, ormancılık ve madencilik için önemli kaynaklar sağlamıştır. Bu dönemde, Kafkasya›da
ticaretin artması, bölgenin ekonomisinde önemli bir değişiklik yarattı. İslam İmparatorluğu›nun
desteğiyle, Kafkasya›nın ticari ilişkileri, doğu ve batı arasında köprü görevi görmeye başladı.
Bölgede, ipek, baharat, metal ve değerli taşların ticareti yapılmaktaydı. Orta Çağ’da, Kafkasya
ekonomisinin merkezi, ipek yolu ticaretinin önemli bir geçiş noktası olması nedeniyle önemli
bir yükseliş yaşadı. 3
16. yüzyılda, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan, İran Safevi Devleti’nin egemenliği
altında birleşti ve bölge, İran ekonomik sistemine entegre edildi. Bu dönemde, bölgede
tarım, hayvancılık, el sanatları ve ticaret önemli ekonomik faaliyetler arasındaydı.
16. yüzyılda, Kafkasya’nın kuzey bölgesi, Rus İmparatorluğu›nun egemenliği altına
girdi. Ruslar, bölgede çeşitli sanayi kolları kurarak ve tarımı çağdaşlaştırarak ekonomik gelişmeye
öncülük ettiler. Bölgedeki çiftlikler, tahıl ve hayvan yetiştiriciliği için kullanıldı ve
sanayi kolları olarak dokuma, seramik ve metal işleme gelişti.
Modern dönemde, Kafkasya bölgesi, Rusya İmparatorluğu’nun kontrolü altına girdi.
Bu dönemde, bölgenin ekonomisi, özellikle petrol ve doğalgaz kaynaklarına dayanmaktaydı.
Rusya, Kafkasya’da petrol ve doğalgaz aramalarına başladı ve bölgenin enerji kaynakları,
1 Mitat Çelikpala, Kafkasya’da Neler Oluyor? , Kafkasya Stratejik Araştırmalar
Merkezi Tartışma Metinleri No. 0901, Ankara, 2009
2 Arda Ercan; Bilge Ercan; Hasret Çomak, Uluslararası Kafkasya Kongresi, Kocaeli
Üniversitesi Yayınları, Kocaeli, 2012
3 Mehmet Dikkaya, Orta Asya ve Kafkasya Dönüşüm Süreci ve Uluslararası Ekonomi
Politik, Beta Yayınları, İstanbul, 2009
30
Rusya ekonomisi için önemli bir kaynak haline geldi. Bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarına
ek olarak, Kafkasya’da demiryolu, madencilik ve çeşitli endüstriler de gelişti. 1917’de
Bolşevik Devrimi’nden sonra, Kafkasya bölgesi, Sovyetler Birliği’nin bir parçası haline geldi.
Sovyetler Birliği’nin ekonomik politikaları doğrultusunda bölge, sanayi, madencilik, petrokimya,
tarım ve hayvancılık sektörlerinde yatırımlar aldı. Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılması
sonrasında, bölgedeki ekonomi çöküşe geçti ve birçok ülke ekonomik olarak zorluklar
yaşadı. 4 1990’larda bölgedeki ülkeler bağımsızlıklarını kazandı ve kendi ekonomik sistemlerini
oluşturmaya başladılar. Bölgedeki ülkeler, özelleştirme, serbest piyasa reformları, dış yatırımlar
ve bölgesel iş birliği yoluyla ekonomik gelişmeye öncülük etmeye çalıştılar. Bununla birlikte
bölgedeki ekonomik kalkınma, siyasi istikrarsızlık, yolsuzluk, altyapı eksikliği ve işgücü
eğitimi eksikliği gibi faktörler tarafından engellenmiştir. Buna karşın son yıllarda bölgede
ekonomik büyüme ve çeşitlendirme çabaları artmıştır.
Bugünkü Kafkasya Ekonomisi
Bugün, Kafkasya ekonomisi, bölgenin farklı ülkelerinde farklı bir yapıya sahiptir. Bölgedeki
ekonomik aktiviteler, ülkelerin doğal kaynaklarına ve coğrafi konumuna bağlı olarak
değişmektedir.
Bölgedeki ülkeler, ekonomik büyümeyi arttırmak için farklı stratejiler benimsemiştir.
Gürcistan ve Ermenistan, özellikle turizm, bilgi teknolojileri ve hizmet sektörleri gibi yüksek
katma değerli sektörlere odaklanarak, ekonomik büyümeyi arttırmayı hedeflemektedir.
Bu ülkeler, yabancı yatırımcılara vergi muafiyeti, düşük işletme maliyetleri, hızlı iş kurma ve
düzenlemelerin azaltılması gibi teşvikler sunmaktadır.
Örneğin, Gürcistan, Dünya Bankası›nın iş yapma kolaylığı endeksinde 7. sırada yer
almaktadır. Gürcistan, turizm sektöründe istikrarlı bir büyüme sergilemektedir. Ayrıca bölgedeki
liderlerden biridir. Gürcistan, turizm, ulaştırma ve lojistik, tarım ve enerji sektörleri
ile tanınır. Ülke, turizm endüstrisi için altyapı yatırımları yapmış ve tarihi ve kültürel yerleri
turistler için cazip hale getirmiştir. Gürcistan, doğal kaynaklar açısından zengin değildir ancak
enerji ithalatçısıdır. Ayrıca, Gürcistan, bölgenin diğer ülkeleri ile ticari ilişkilerde önemli bir
konuma sahiptir. 5
Azerbaycan, Kafkasya bölgesinin en büyük petrol ve doğalgaz üreticisidir. Petrol ve
doğalgaz kaynakları, Azerbaycan ekonomisi için önemli bir kaynak haline gelmiştir. Azerbaycan,
bölgedeki doğal kaynaklarına dayalı bir ekonomiye odaklanmaktadır. Petrol ve doğal
gaz, Azerbaycan’ın en büyük ihracat kalemleri arasındadır ve ülkenin milli gelirinin büyük
4 Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
5 Ticaret Bakanlığı, Gürcistan Ülke Profili, https://ticaret.gov.tr/data/5ef464c-
013b8767a58021859/Gürcistan%20Ülke%20Profili-Ekim2022.pdf (08.03.2023)
31
bir kısmını oluşturmaktadır. Azerbaycan, bu kaynaklardan elde ettiği geliri, altyapı projelerine
yatırarak ülkenin ekonomik gelişimini desteklemektedir. Buna ek olarak, Azerbaycan, turizm
sektörüne de yatırım yapmaktadır ve özellikle Bakü şehrindeki turizm potansiyelini arttırmaya
çalışmaktadır. Bölgedeki enerji kaynaklarına ek olarak, Azerbaycan, tarım ve hayvancılık da
dahil olmak üzere farklı sektörlerde faaliyet göstermektedir. 6
Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ekonomik olarak zorlu bir dönem
geçirdi. Ancak, son yıllarda, ülke ekonomisinde iyileşmeler görülmektedir. Ermenistan,
tarım ve madencilik sektörleri ile tanınır. Ermenistan, özellikle bakır, altın ve demir cevheri
madenleri açısından zengindir. Ancak, Ermenistan’ın ekonomisi, bölgedeki diğer ülkelere
kıyasla daha küçüktür ve bölgedeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında daha az çeşitlilik
göstermektedir. Ermenistan, yüksek katma değerli sektörlere yatırım yapmaya odaklanarak,
ekonomik büyümeyi arttırmayı hedeflemektedir. Ülke, bilgi teknolojileri, turizm ve hizmet
sektörleri gibi sektörlere yatırım yapmaktadır. Ayrıca, Ermenistan, bölgesel iş birliği ve ticareti
arttırmak için Gümrük Birliği’ne üye olmuştur. 7
Rusya Federasyonu, Kafkasya’nın bir bölümünü kapsamaktadır ve bölgenin en büyük
ekonomisine sahiptir. Rusya Federasyonu, dünya ekonomisinde önemli bir oyuncudur ve petrol,
doğalgaz, metalürji ve diğer endüstrilerde faaliyet göstermektedir. Kafkasya’daki Rusya
Federasyonu bölgesinde, petrol ve doğalgaz kaynaklarına ek olarak, turizm ve tarım da önemli
bir rol oynamaktadır. 8
Kafkasya bölgesindeki ekonomik faaliyetler, ülkelerin siyasi ve sosyal koşullarına
bağlı olarak değişebilir. Bölgedeki çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık, ekonomik büyümeyi
olumsuz yönde etkileyebilir. Bununla birlikte, bölgedeki doğal kaynakların varlığı, bölgenin
ekonomik potansiyelini arttırmaktadır.
Bölgedeki ekonomik faaliyetler, bölgedeki ülkelerin ticaret politikaları, ekonomik reformları
ve yabancı yatırımcılara yönelik teşvikler gibi faktörlere de bağlıdır. Bazı ülkeler,
yabancı yatırımlara açık bir politika izlerken, diğerleri daha korumacı bir yaklaşım benimsemektedir.
9
Bölgedeki ülkeler arasındaki ticaret, genellikle tarım ürünleri, petrol, doğalgaz ve diğer
doğal kaynaklar gibi ürünler üzerine odaklanmaktadır. Rusya Federasyonu, bölgedeki diğer
6 Ali M. Hasanov, Güney Kafkasya’nın Askeri-Jeostratejik Durumu ve Azerbaycan’ın
Güvenlik Politikası, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016
7 Onur Demirci, Güney Kafkasya Bölgesi bağlamında Türkiye- Ermenistan İlişkileri,
Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 2010, s. 211-233.
8 Süreyya Yiğit; Gökhan Gülbiten, Rusya’nın Güney Kafkas Dış Politikası: Dağlık
Karabağ ve Hazar Denizi, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi. Cilt: 5, Sayı:
2, 2018, s. 1-30.
9 Erol Taymaz, “Kafkasya’da Ekonomik Dönüşüm ve Kalkınma”, TEPAV Yayınları
No:55, Ankara, 2011
32
ülkelerle ticari ilişkilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle petrol ve doğalgaz kaynaklarına
bağlı olarak, Rusya Federasyonu’nun Kafkasya bölgesiyle ticareti oldukça yoğundur.
Tarım sektörü, bölgedeki bazı ülkelerde önemli bir ekonomik faaliyet alanıdır. Tarım
sektörü, bölgedeki ülkelerin ekonomik gelişmesinde potansiyel bir kaynak olarak görülmektedir.
Bölge, çeşitli iklim koşullarına sahip olduğu için farklı tarım ürünlerinin yetiştirilmesi için
uygun bir ortam sağlamaktadır. Tarım modernizasyonu ve teknolojik yenilikler, tarım sektörünün
verimliliğini ve üreticilerin gelirlerini artırabilir. Özellikle, Gürcistan ve Ermenistan›da
tarım sektörü, ülke ekonomilerinin önemli bir parçasıdır. Bu ülkelerde, özellikle şarap, tütün,
meyve ve sebze üretimi gibi tarımsal ürünler ihracata yöneliktir. Bölgedeki diğer ülkelerde de
tarım faaliyetleri mevcuttur ancak ihracata yönelik üretim daha sınırlıdır. 10
Turizm sektörü, bölgenin diğer sektörlerine göre daha az gelişmiştir. Ancak, bölgenin
tarihi ve kültürel zenginlikleri, doğal güzellikleri ve dağlık bölgeleri, turizm potansiyelinin
yüksek bir bölge olduğunu göstermektedir. Özellikle, Gürcistan ve Ermenistan gibi ülkeler,
turizm sektöründe büyümeye yönelik adımlar atmışlardır. Turizm sektörü, bölgenin ekonomik
çeşitliliğini artırmak için önemli bir potansiyele sahiptir.
Kafkasya’daki ekonomik yapı aynı zamanda, bölgedeki ülkelerin coğrafi konumu ve
jeopolitik faktörlere bağlıdır. Özellikle, Rusya Federasyonu’nun bölgedeki nüfuzu, bölgenin
ekonomik faaliyetleri üzerinde önemli bir tesire sahiptir. Rusya Federasyonu, Kafkasya bölgesinin
en büyük ekonomik ortağıdır ve bölgeye doğrudan yatırım yapmaktadır. Bununla birlikte,
Rusya Federasyonu’nun bölgedeki siyasi ve askeri nüfuzu, bölgenin ekonomik gelişimini
olumsuz yönde etkileyebilir. 11
Bölgedeki ülkeler, ekonomik büyüme ve kalkınma için farklı stratejiler benimsemiştir.
Örneğin, Gürcistan ve Ermenistan, ekonomik reformlar ve yabancı yatırımcılara yönelik teşviklerle
ekonomik büyümeyi artırmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte, Azerbaycan gibi diğer
ülkeler, doğal kaynaklarına dayalı bir ekonomiye odaklanmaktadır.
Kafkasya bölgesindeki ekonomik yapının en büyük zorluklarından biri, bölgedeki yolsuzluk
ve kurumsal yapıların zayıflığıdır. Bu durum, yabancı yatırımcıların bölgeye yatırım
yapmalarını zorlaştırabilir ve ekonomik büyümeyi sınırlayabilir. Bölgedeki ülkeler, bu sorunları
ele almak için çeşitli adımlar atmaktadır. Örneğin, Gürcistan, yolsuzlukla mücadele için
çeşitli reformlar yapmış ve kurumsal yapılarını güçlendirmiştir.
Kafkasya bölgesi, aynı zamanda, uluslararası yatırımlar açısından da potansiyel bir bölgedir.
Özellikle, bölgedeki enerji kaynakları, doğal kaynaklar ve lojistik potansiyel, yabancı
10 Filiz Katman, Yeni Büyük Oyun, Güney Kafkasya ve NATO, Enerji Politikaları ve
Piyasaları Araştırma Merkezi, 2018
11 Rus Gözüyle Kafkasya ve Kafkasyalılar, (çev. Hasan Aykan), Nart Yayıncılık,
İstanbul, 1994
33
yatırımcıları çekmektedir. Bölge, Avrupa ile Asya arasında stratejik bir konuma sahip olduğu
için, Avrupa-Asya ticaret yolları üzerinde bulunması, lojistik açıdan avantaj sağlamaktadır. 12
Ancak, bölgedeki ekonomik potansiyel, bazı sorunlarla da karşı karşıyadır. Kafkasya
bölgesi, bölgedeki çatışmaların ve siyasi belirsizliklerin ekonomik gelişmeyi engellediği bir
bölgedir. Bölgedeki ülkelerin ekonomik yapısı, aynı zamanda, bölgedeki siyasi istikrarsızlık
ve çatışmalar nedeniyle değişkenlik gösterebilir. Güney Osetya, Abhazya ve Dağlık Karabağ
gibi bölgesel anlaşmazlıklar, bölgedeki siyasi istikrarsızlığı artırmaktadır. Bu da yabancı
yatırımcıların bölgeye gelmekten çekinmelerine ve ülkeler arasındaki ticaretin zayıf kalmasına
neden olmaktadır. Bu çatışmanın sona ermesi, bölgedeki ekonomik iş birliği ve ticareti
artırabilir.
Ayrıca, Kafkasya bölgesindeki ekonomik büyüme, bölgedeki toplumsal eşitsizliklerin
değiştirilmesine bağlıdır. Bölgede, gelir eşitsizliği oldukça yüksektir ve toplumsal dışlanma,
yoksulluk ve işsizlik sorunları da önemli birer sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgede,
özellikle kırsal kesimlerde, tarımsal üretimde modernizasyon ve teknolojik yeniliklerin uygulanması
gerekmektedir.
Enerji sektörü, bölgedeki bir diğer önemli sektördür. Bölgedeki enerji kaynakları arasında
petrol, doğalgaz ve hidroelektrik güç kaynakları yer almaktadır. Azerbaycan, petrol
kaynakları sayesinde bölgedeki en güçlü ekonomik oyunculardan biridir. Bakü-Tiflis-Ceyhan
Boru Hattı ve Trans-Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) gibi büyük projeler, Azerbaycan’ın
enerji ihracatında önemli bir rol oynamaktadır. 13
Ulaştırma sektörü, bölgedeki ülkelerin ekonomik gelişmesinde kritik bir rol oynamaktadır.
Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye arasında ulaşım
bağlantılarını güçlendirmek için bir örnek olarak gösterilebilir. Bu proje, bölgedeki diğer ülkelerin
de ulaşım altyapılarını geliştirmek için örnek alınabilecek bir modeldir. 14
Hizmet sektörü, Kafkasya bölgesindeki ekonomik gelişmenin önemli bir parçasıdır.
Hizmet sektörü, turizm sektörüyle birlikte, istihdam yaratma ve ekonomik büyümeyi hızlandırmada
önemli bir role sahiptir. Özellikle, bölgedeki ülkeler, e-ticaret, yazılım geliştirme ve
diğer hizmetler gibi yüksek teknolojili sektörlere de yatırım yapmaktadır. Bu sektörler, bölgedeki
genç işgücüne iş imkanı sağlayarak istihdam yaratmada potansiyel bir kaynak olarak
görülmektedir.
Bununla birlikte, Kafkasya bölgesi, özellikle son yıllarda, bölgesel iş birliği ve enteg-
12 Rövşen Şahbazov, Yeni Küresel Sistemde Avrupa Birliği ve Güney Kafkasya,
EkoAvrasya Yayınları, Ankara, 2015
13 Gamze Güngörmüş Kona, Türkiye-Orta Asya İş birliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları,
IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2002
14 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Gürcistan Siyasi İlişkileri,
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-gurcistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa. (08.03.2023)
34
rasyon çabaları yoluyla ekonomik büyüme ve kalkınmada önemli adımlar atmıştır. Bölgedeki
ülkeler, ticaret ve yatırım ilişkilerini güçlendirmek ve ekonomik entegrasyonu artırmak için
birçok bölgesel ve uluslararası platformda iş birliği yapmaktadır. Bunlar arasında Karadeniz
Ekonomik İş Birliği Örgütü (KEİ), Dört Ulusal Format (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan
ve Türkiye) ve Avrasya Ekonomik Birliği (EEB) yer almaktadır. 15
Sonuç
Bu yazıda, Kafkasya’nın ekonomik yapısını tarihi ve coğrafi açıdan ele aldık ve bölgenin
bugünkü ekonomik durumunu inceledik. Kafkasya’nın ekonomik yapısı oldukça karmaşıktır
ve coğrafi, tarihsel, siyasi ve kültürel faktörlerin kombinasyonundan etkilenir. Bölge,
özellikle Osmanlı ve Rus İmparatorlukları olmak üzere tarih boyunca birçok dış etkenden
etkilenmiştir. Sovyetler Birliği döneminde, Kafkasya ekonomileri esas olarak sanayileşme,
tarım ve petrol sektörlerine dayalı bir yapıya sahipti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Kafkasya ekonomileri farklı yollar izledi.
Güney Kafkasya ülkeleri, özelleştirme, serbest ticaret anlaşmaları ve ekonomik reformlarla
birlikte bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, büyük ölçüde dış ticarete ve enerji ihracatına
dayalı bir yapıya sahip oldular. Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri ise, Rusya Federasyonu’nun
bir parçası olarak kaldılar ve ağırlıklı olarak tarım ve turizme dayalı bir ekonomiye sahipler.
Kafkasya ekonomileri, çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorluklar arasında yolsuzluk,
işsizlik, gelir eşitsizliği, kalkınmamış altyapı, sınırlı yatırım ve yüksek dış borçlar yer
almaktadır. Ancak, bölgedeki ekonomik potansiyel de oldukça yüksektir ve enerji, turizm,
tarım, tekstil ve hizmet sektörleri gibi farklı sektörlerde büyük fırsatlar sunar.
Sonuç olarak, Kafkasya’nın ekonomik yapısı oldukça dinamik ve değişkenlik göstermektedir.
Ancak, bölgedeki ekonomik potansiyel büyük ölçüde gerçekleştirilmemiştir ve daha
fazla yatırım, reform ve iş birliği gerekmektedir. Kafkasya bölgesi, çeşitli ekonomik, politik
ve kültürel açılardan zengin bir mirasa sahiptir ve bu mirasın en iyi şekilde değerlendirilmesi,
bölgenin kalkınması için önemlidir.
15 Ahmet Yağmur Ersoy; Sedat Durmuşkaya; Ayaz İbrahimli, Azerbaycan- Türkiye Dış
Ticaret İlişkilerinin Ekonometrik Analizi, İşletme Bilimi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, 2017, s.
181-197.
35
Kaynakça
“Ekonomik Reformlar ve Hızlı Kalkınma”, http://www.azerbaijans.com/
content_1600_tr.html (06/12/2012).
“Rusya Federasyonu Ülke Bülteni”, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, DEİK / Türk Rus İş
Kon-seyi: “Rusya Ülke Raporu”, KASİAD, Kocaeli, 2012.
“Rusya Ülke Raporu”, Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı.
“Rusya ve Kuzey Kafkasya; Sorun Sadece – Kanın Fiyatı”, http://cherkessia.net/news_detail.
php?id=4470 (06/12/2012).
AYDINGÜN, İsmail; BALIM, Çiğdem (ed.): Bağımsızlıklarının Yirminci Yılında Azerbaycan,
Gürcistan ve Ukrayna Türk Dilli Halklar-Türkiye ile İlişkiler, Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, Ankara, 2012
Bağlantı Noktası Dergisi, “Rusya İnternet Kullanıcıları İçin En Tehlikeli Ülke”, Sayı: 47,
2012
ÇELİKPALA, Mitat: Kafkasya’da Neler Oluyor?, Kafkasya Stratejik Araştırmalar
Merke-zi Tartışma Metinleri No. 0901, Ankara, 2009
DEMİRCİ, Onur: Güney Kafkasya Bölgesi Bağlamında Türkiye- Ermenistan İlişkileri, Sosyal
Bilimler Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 2010, s. 211-233.
DİKKAYA, Mehmet, Orta Asya ve Kafkasya Dönüşüm Süreci ve Uluslararası Ekonomi
Politik, Beta Yayınları, İstanbul, 2009
ERCAN, Arda; ERCAN, Bilge; ÇOMAK, Hasret: Uluslararası Kafkasya Kongresi,
Kocaeli Üniversitesi Yayınları, Kocaeli, 2012
ERSOY, Ahmet Yağmur; DURMUŞKAYA, Sedat; İBRAHİMLİ, Ayaz: Azerbaycan- Türkiye
Dış Ticaret İlişkilerinin Ekonometrik Analizi, İşletme Bilimi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, 2017,
s. 181-197.
GÜNGÖRMÜŞ KONA, Gamze: Türkiye-Orta Asya İş birliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları,
IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2002
HASANOV, Ali M.: Güney Kafkasya’nın Askeri-Jeostratejik Durumu ve Azerbaycan’ın
Güvenlik Politikası, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016
KATMAN, Filiz: Yeni Büyük Oyun, Güney Kafkasya ve NATO, Enerji Politikaları ve Piyasaları
Araştırma Merkezi, 2018
KESKİN KÖYLÜ, Meltem: Türkiye’nin Güney Kafkasya Ülkeleri ile Finansal Bağları ve
Bölgedeki Ticari Varlığı, Toros Üniversitesi İİSBF Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 7,
2017, s. 20-32
36
MEMMEDOVA, İrade: Rusya ile İran Arasında Azerbaycan (Lenkeran Hanlığı), IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011
ÖZKUL, Osman; VERMEZ, Hüseyin: Dağlık Karabağ Göçmenlerinin Sosyo-Ekonomik Sorunları,
Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 51, 2009, s. 139-170
Rus Gözüyle Kafkasya ve Kafkasyalılar, (çev. Hasan Aykan), Nart Yayıncılık, İstanbul, 1994
ŞAHBAZOV, Rövşen: Yeni Küresel Sistemde Avrupa Birliği ve Güney Kafkasya,
EkoAv-rasya Yayınları, Ankara, 2015
TAVKUL, Ufuk: Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
TAYMAZ, Erol: “Kafkasya’da Ekonomik Dönüşüm ve Kalkınma”, TEPAV Yayınları
No:55, Ankara, 2011
TECİM, Ahmet (ed.): Karabağ Tarihi Karabağ Sorular ve Gerçekler, İstanbul
Ticaret Bakanlığı, Gürcistan Ülke Profili, https://ticaret.gov.tr/
data/5ef464c-013b8767a58021859/Gürcistan%20Ülke%20Profili-Ekim2022.pdf
(08.03.2023)
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Gürcistan Siyasi İlişkileri, http://www.
mfa.gov.tr/turkiye-gurcistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa. (08.03.2023)
YİĞİT, Süreyya; GÜLBİTEN, Gökhan: Rusya’nın Güney Kafkas Dış Politikası: Dağlık Karabağ
ve Hazar Denizi, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2,
2018, s. 1-30.
37
Mert YALANIZ
SSCB Sonrası Azerbaycan – Türkiye İlişkileri (1990 – 2003)
Giriş
Türkiye ve Azerbaycan birlikte anıldığı zaman akla ilk gelen “Tek millet, iki devlet”
sözü, derin köklerden beslenen bir tarihi süreç ile meydana gelmiştir. İki devletin yolu tarihin
bazı zamanlarında ayrılsa da Türk milletinin gönül bağı hiçbir zaman kopmamıştır. Özellikle
Çarlık Rusya ve SSCB dönemlerinde Kafkasya’da zulme uğrayan Türk milleti, büyük badireler
atlatarak bugünlere gelmiş ve hem milletin hem de iki devletin ilişkileri yok edilememiştir.
SSCB’nin dağılmasından sonra tekrardan bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan ile Türkiye arasındaki
ilişkiler hızlı bir şekilde geliştirilmeye başlandı. 1990’lı yılların ilk yarısında bu ilişki
dönem koşulları çerçevesinde inişli çıkışlı olsa da iki devlet emin adımlarla ilişkilerini düzene
koyarak ilerlettiler. Her ne kadar SSCB dağılmış olsa da meydana gelen Rusya Federasyonu,
Türkiye ve Azerbaycan arasında kritik rol oynadı. Bu yazıda Ayaz Mutallibov, Ebulfez Elçibey
ve Haydar Aliyev dönemlerindeki Azerbaycan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti
arasında kurulan ilişki bağları anlatılacaktır.
Ayaz Mutallibov Dönemi
SSCB 1980’li yıllara elinde birçok sorun ile girmişti. Ekonomik sorunlar, yolsuzluklar,
Afganistan Savaşı, Sovyet cumhuriyetlerindeki huzursuzluklar Moskova’nın başını ağrıtıyordu.
Dönemin Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, “glasnost” ve “perestroika”
adı verilen iki reform modeli benimsedi. Ancak bu reformlar sistemdeki yozlaşmayı ve eko-
38
nomik problemi çözemedi. Bunun sonucunda SSCB 80’li yılların ikinci yarısından itibaren
dağılma sürecine hızlıca yaklaştı.
SSCB içerisindeki milletlerin ayaklandığı bu dönemde, Azerbaycan’da da halk Moskova’ya
ve Ermenilere karşı büyük tepki gösteriyordu. Ermenilerin artan toprak taleplerine
tepki göstermek için yürüyüş düzenleyen halka karşı misilleme olarak gerçekleştirilen 20 Ocak
faciası, Azerbaycan tarihinde derin bir yara bırakmıştır. Bu katliamın ardından Azerbaycan
Komünist Parti Birinci Sekreteri görevine Ayaz Mutallibov getirildi. 1 SSCB’nin dağılmasından
sonra Eylül 1991’de Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilanının ardından yapılan
seçimlerde seçilerek devlet başkanı seçildi.
Mutallibov döneminde Azerbaycan’da iktidar cephesi ile muhalefet cephesinin dış
ilişkilerde ters düştüğü görüldü. İktidardaki Mutallibov Rus yanlısı bir dış politika izlerken
muhalefet kanadını oluşturan Azerbaycan Halk Cephesi Moskova’ya mesafeliydi. Mutallibov
her ne kadar Moskova merkezli bir dış politika yürütse de Türkiye ile ilişkileri de geliştirmeye
çalışmıştır. Özellikle bağımsız devlet olarak Azerbaycan’ı tanıyan ilk ülke Türkiye olmuştur. 2
Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan’da Mayıs 1991’den itibaren konsolosluk ve Ocak 1992’den
itibaren ise büyükelçilik düzeyinde temsil edilmeye başlandı. 3 Mutallibov, Azerbaycan SSC
Başkanlığı döneminde 5-10 Ocak 1990 tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret etmesinin yanı sıra 24
Ocak 1992 tarihinde de bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti devlet başkanı sıfatıyla da bir ziyarette
bulundu. Bu ziyaretinde ikili ilişkilerin geliştirilmesi adına 11 maddelik bir Dostluk ve İş
Birliği Antlaşması imzalanmıştır. Ancak bu antlaşma, gergin bir iç siyaset döneminden geçen
Azerbaycan’da parlamento tarafından onaylanmamıştır. 4 Bunun yanında iki ülke arasında eğitim
alanında da bazı anlaşmalar yapılmıştır. 29 Şubat 1992 tarihinde Bakü’de bir mutabakat
imzalanarak Türkiye, Azerbaycan’a öğrenci kabul edip okutmayı, uzman değişimi ve Azerbaycan’daki
eğitim reformları için yardım yapmayı taahhüt etmiştir. 5
Azerbaycan’ın bu yıllarda yaşadığı en büyük problem Dağlık Karabağ idi. Düzenli bir
savunma teşkilatı bulunmayan Azerbaycan, Ermeni kuvvetleri karşısında yenilgiler yaşıyordu.
Mutallibov’un Moskova merkezli dış politika anlayışı da başarıya ulaşamamıştı. Rusya’dan
gerekli desteği alamayan Mutallibov, Türkiye’nin de NATO’daki müttefikleriyle ortak anlayışından
dolayı yeteri desteği alamayınca zor bir duruma düştü. Bu dönemde gerekli çözümün
sağlayacak tarafın Rusya olduğunu düşünen Mutallibov, BDT’ye girmek isterken muhalif
1 Cemal Celil Karaman, Bağımsızlık Sonrası Türkiye – Azerbaycan İlişkileri, Yüksek
Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012, s. 13
2 Leyla Önen, “1990 Sonrası Türkiye ile Azerbaycan Arasındaki Sosyo Kültürel
İlişkiler”, Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 61, 2021, s. 924
3 Karaman, a.g.e., s. 19
4 Aynur Baba-zada, Türkiye-Azerbaycan Diplomatik İlişkiler: 1918-2014, Yüksek
Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017, s. 16
5 Karaman, a.g.e., s. 20
39
kanattaki AHC, buna karşı çıkıyordu ve tam bağımsızlığı savunuyordu. 6 Karabağ sorununa
çözüm üretemeyen Mutallibov, Hocalı Katliamı’ndan sonra iktidarı terk etmek zorunda kaldı
ve Bakü’den ayrıldı.
Mutallibov’un istifasının ardından göreve gelen Yakup Memmedov, selefinin aksine
Rusya’ya daha mesafeli bir tutum sergiledi. 7 Azerbaycan’da daha dengeli bir dış politika yürütülen
bu dönemde Türkiye ile ilişkiler ilerlemeye devam etti. Memmedov’un kısa süreli
görevi esnasında Türkiye ile ilişkilerde yeni adımlar atıldı. 13 Mart 1992’de iki ülke arasında
enerji alanında bir iş birliği protokolü imzalanmasının yanısıra dönemin başbakanı Süleyman
Demirel de Bakü’ye ziyarette bulunmuş ve bu ziyaretinde 2 bin Azerbaycanlı öğrenciye
Türkiye’de eğitim bursu verileceğinin sözünü vermiştir. 8
Mayıs 1992’de Mutallibov’un tekrardan iktidara gelmesinden sonra AHC bu olayın
hukuk dışı olduğunu söyleyerek tepki gösterdi. Başlayan büyük çaplı protestolar ve yürüyüşlerin
ardından Mutallibov iktidarı bırakıp ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 7 Haziran 1992’de
yapılan seçimleri AHC Lideri Ebulfez Elçibey kazanarak Azerbaycan’ın yeni cumhurbaşkanı
oldu.
Ebulfez Elçibey Dönemi
Ebulfez Elçibey’in devlet başkanı olmasıyla beraber Azerbaycan’da yeni bir dönem
başlamış oldu. Özellikle Elçibey ile Türkiye ile olan ilişkilerde de yeni bir sayfa açıldı. Mutallibov
döneminde yürütülen Moskova merkezli dış politika anlayışı tamamen terk edilerek
Türkiye merkezli bir dış politika anlayışı benimsendi. Türk milliyetçisi ve Atatürk hayranı
olan Elçibey, Türkiye’ye ziyaretinde TBMM’de yapmış olduğu açıklamada kendilerine model
olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni aldıklarını açıkladı. 9
Elçibey döneminde de yaşanan en büyük sorunlardan biri Dağlık Karabağ idi. Elçibey,
Mutallibov’un Rusya merkezli bir çözüm yönteminin aksine meselenin uluslararası alanda
çözülmesi gerektiğini savunmuştur. Bu doğrultuda BM ve AGİK ilkelerini dikkate almayı
hedeflenmiştir. Elçibey, Karabağ sorununu ülkenin ekonomik özgürlüğü ve bağımsızlığı
önünde büyük bir engel oluşturduğunu görmüştür. 10 Ancak bu süreçte Elçibey beklediği desteği
görmemiştir. Özellikle Türkiye tarafından beklenen destek Azerbaycan’a verilememiştir.
1992 yılında Türkiye’nin Ermenistan’a buğday satması olayı Azerbaycan tarafından tepki toplamıştır.
11 Dönemin başbakanı Demirel’in Batı ile hareket etme anlayışı hem de Rusya ile iliş-
6 Karaman, a.g.e., s. 15
7 Önen, a.g.m., s. 925
8 Karaman, a.g.e., s. 20
9 Karaman, a.g.e., s. 28
10 Serdar Yılmaz, “Ebülfez Elçibey ve Dönemin Azerbaycan Devleti”, Leges Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, 2014. s. 322-348
11 Muharrem Ekşi, “Türkiye-Azerbaycan İlişkileri: Söylemden Reelpolitiğe”, Avrasya
Etüdleri, Cilt: 36, Sayı: 2, 2009, s. 103
40
kileri denge tutma siyaseti Azerbaycan’a tam destek vermesinin önüne geçmiştir. Elçibey’in
sivillerin tahliyesi için istediği helikopter talebi yanıtsız kalmış ve Ermeni saldırılarının önüne
geçmek için dönemin Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Haydar Aliyev’in asker
gönderilmesi talebi reddedilmiştir. 12 Ancak Elçibey’in milli ordu kurma girişimleri Türkiye tarafından
yakından takip edilmiş ve askerlerin yetiştirilmesi için birçok uzman gönderilmiştir. 13
Elçibey’in Türkiye merkezli dış politika anlayışı sadece duygusal bir seçim değil aynı
zamanda bir milli bilincin tezahür etmiş haliydi. Bu adım ilerleyen yıllarda Türkiye ve Azerbaycan
ilişkilerini daha da kuvvetlendirerek özellikle enerji alanında bir koridor olma görevi
alınacak bir iş birliğinin de temelini atmıştı. 14 Elçibey, ilk yurt dışı ziyaretini Kasım 1992’de
Türkiye’ye yapmıştır. 15 Elçibey özellikle Batılı şirketlerle imzalanacak olan petrol anlaşmalarında
Türkiye’nin de yer almasını istemiştir. Türkiye, Azerbaycan için Batı’ya ulaşmayı sağlanan
bir kapıyken, Azerbaycan da Türkiye için Orta Asya’nın bağlantısını oluşturuyordu.
Elçibey, Azerbaycan petrolünün taşınması için Bakü – Ceyhan projesine tam destek vermiştir.
16 Yapılan anlaşmalar sadece enerji alanında kalmamış eğitim, kültür, bilim ve haberleşme
alanlarında da devam etmiştir. Ayrıca 06. 03. 1993 tarihinde iki ülke arasında kredi konusunda
anlaşma sağlanmıştır. 17 İş adamlarına yatırım ve vergi indirimi kolaylığı sağlanmıştır. Elçibey
döneminde imzalanan Türkiye ve Azerbaycan arasında Ticaret ve Ekonomik İş Birliği Anlaşması,
iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin hukuki temellerini oluşturması bakımından
önemli bir yer tutmaktadır. 18
Elçibey, tam bağımsız Azerbaycan hedefleri çerçevesinde Rus ordularının da Azerbaycan’ı
terk etmesini sağlamıştır. Ancak Rus askerleri ülkeyi terk ederken silahları Azerbaycan
hükümetine değil Azerbaycan komutanı Suret Hüseynov’a bırakmıştır. Birinci Karabağ
Savaşı’nda yaşanan kayıplar ve yanlış yöntemler neticesinde Elçibey’in 1993 yılında görevden
aldığı Hüseynov, Elçibey’e karşı darbe girişimi başlattı. Ordu ve silah desteği arkasında olan
Hüseynov tanklarını Bakü’ye sürerken Elçibey, Haydar Aliyev’i Bakü’ye çağırdı ve iç savaş
çıkmaması adına görevinden istifa etti.
Haydar Aliyev Dönemi
Haydar Aliyev, genç yaşından itibaren Sovyet kademelerinde üst mevkilerde görev
almış bir devlet adamıydı. Elçibey’den sonra iktidarı devralarak öncelikle iç savaşı önlemek
12 Yılmaz, a.g.m.
13 Karaman, a.g.e., s. 22
14 Yıldız Deveci Bozkuş, “Karabağ Savaşı Sonrası Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan
İlişkileri”, Journal of Balkan and Black Sea Studies. Sayı: 8, 2022, s. 131
15 Önen, a.g.m., s. 925
16 Yılmaz, a.g.m.
17 Karaman, a.g.e., s. 29
18 Araz Aslanlı, “Türkiye-Azerbaycan Ekonomik İlişkileri”, Yönetim ve Ekonomi
Dergisi, Cilt: 25, Sayı: 1, 2018, s. 17
41
adına Hüseynov’u Başbakan olarak atadı. Elçibey döneminde izlenen Türkiye merkezli ve
Moskova dışlayıcı dış politika anlayışı, Aliyev döneminde daha dengeli bir hale getirilmiş ve
Rusya’nın öfkesini yatıştırma adına adımlar atılmıştır. Daha önce Türkiye ile olan petrol projelerine
Rusya da dahil edilmiştir. Aliyev Rusya’yı daha ön planda tutarken diğer yandan da
Batı ve Türkiye ile olan ilişkilerini geliştirmeye devam ediyordu.
Önceki yıllarda gerçekleştirilmeye çalışılan ekonomi politikaları ve diğer reformlar,
Ermenistan ile olan savaş nedeniyle gerçekleştirilememişti. Aliyev, göreve geldikten sonra
Aralık 1993’te imzalanan Ermenistan ile ateşkes anlaşması neticesinde ülke içindeki işleri
düzene sokmak için büyük bir fırsat yakaladı.
Aliyev’in ilk yıllardaki Rusya yanlısı dış politika anlayışı daha sonraları beklenen desteği
görememesi nedeniyle tekrardan gözden geçirildi. Aliyev’in dış politika anlayışını Haziran
1993 – Şubat 1994 arası ile Şubat 1994 sonrası olarak iki döneme ayırabiliriz. 19 Rusya’yı
ön plana çıkaran anlayışı terk eden Aliyev, Türkiye ile ilişkileri daha öncelikli hale getirmeye
başladı. Aliyev dönemi Azerbaycan – Türkiye ilişkileri Şubat 1994’te Aliyev’in Türkiye’yi
ziyaretiyle başlamıştır. 20 Aliyev’in 8-10 Şubat 1994 tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde
iki ülke tarafından 10 yıl süreliğine “Dostluğun ve Çok Yönlü İşbirliğinin Geliştirilmesine
İlişkin Anlaşma” imzalandı. 21 Elçibey döneminde temelleri atılan petrol projeleri
Aliyev döneminde devam ettirildi. 1994 yılında Hazar Denizi’ndeki yatakların ortak işlenerek
paylaşılmasını amaçlayan Asrın Anlaşması; ABD, İngiltere, Norveç, Türkiye ve Suudi Arabistan
tarafından imzalandı. Enerji konusunda Rusya ile ters düşmek istemeyen Aliyev, Rusya ile
de kaynaklarının kullanımı konusunda tavizler vermek durumunda kaldı. Bakü-Tiflis-Ceyhan
Petrol Boru Hattı bu dönemde inşa edilmeye başlanılarak 2005 yılında tamamlandı. Döneminin
Başbakanı Mesut Yılmaz’ın 1996 yılında Bakü’deki ziyareti sırasında Ermenistan ile
sınırların kapatılması kararının alınması, iki ülke arasındaki ilişkileri iyice pekiştirdi. 22 Haydar
Aliyev’in 6 Mayıs 1997’de TBMM’de yaptığı konuşmada iki ülke arasındaki ilişkileri “bir
millet, iki devlet” olarak tanımlaması, ilerleyen yıllarda da sıklıkla kullanılan bir slogan haline
gelerek kardeşlik duygularını güçlendirdi. 23
Aliyev döneminde Türkiye ile olan ilişkilerde en büyük kırılım ise 1995 yılında Aliyev’e
karşı yapılan Ruşen Cevadov’un darbe girişimi olmuştur. Bu girişime katılanlar arasında
bazı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çıkması ilişkileri germiştir. 24
Aliyev döneminde ilişkiler sadece ekonomi alanında değil askeri alanda da geliştirilmiştir.
1996 yılında Türkiye’nin Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin eğitimini içeren iş bir-
19 Aynur Baba-zada, a.g.e., s. 19
20 Karaman, a.g.e., s. 34
21 Aslanlı, a.g.m., s. 17
22 Önen, a.g.m., s. 926
23 Ekşi, a.g.m., s. 98
24 Ekşi, a.g.m., s. 103
42
liği protokolü ve 1997 yılında sınır hattında yapılacak sivil ve askeri vasıtaların uçuşunun
düzenlenmesine dair protokol imzalandı. 1999 yılında TSK tarafından Azerbaycan Savunma
Bakanlığı’na mali yardım yapılmaya başlandı ve 2000 yılında Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
tarafından çeşitli tiplerde hücumbotları hibe edildi. 2001 yılında ise Nahçıvan 5. Ordu
Bölgesi’nin geliştirilmesine dair protokol imzalandı. 25 29–30 Nisan 2002 tarihlerinde Trabzon’da
gerçekleştirilen bir toplantıda, Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan arasında Örgütlü Suçlar,
Terörizm ve Diğer Önemli Suçlarla Mücadele İş Birliği Antlaşması imzalanmıştır.
Sonuç
SSCB’nin dağılmasının ardından günümüze kadar gelen süreçte en kritik yeri tutan
1991-2003 yılları arası dönemde Türkiye ve Azerbaycan ilişkileri, sağlam temeller atılıp
yükselerek devlet büyüklerinin büyük bir özverisiyle şekillenmiştir. Azerbaycan’ın üzerindeki
Rusya baskısı ve Türkiye’nin hem Batı hem de Rusya ile ilişkileri dengede tutmaya
çalıştığı bir dönemde iki ülke ilişkileri inişli çıkışlı da kardeşlik bağları kopmadan gelişerek
bugünlere ulaşmıştır. Mutallibov döneminde yürütülen Moskova merkezli anlayışta Türkiye
ile ilişkiler az da olsa geliştirilmeye özen gösterilmiş, Elçibey döneminde Azerbaycan dış
politikası Moskova merkezinden koparak Türkiye merkezli bir anlayışa konumlanmış, Aliyev
döneminde ise hem Rusya hem de Türkiye tarafından daha dengeli bir yaklaşımla ilişkiler geliştirilmiştir.
İki ülkenin kardeşlik duygularının yanı sıra sahip oldukları jeopolitik konum da
birbirlerine ihtiyaç duymalarını zorunlu kılmıştır. Azerbaycan için Türkiye Batı’ya ulaşmanın
bir kapısı olduğu gibi Azerbaycan da Türkiye için Kafkasya ve Türk Dünyası için bir köprü
vazifesi görmekteydi. Bu durumlar çerçevesinde iki ülke ordu, ekonomi, kültür, eğitim ve bilim
gibi muhtelif alanlarda anlaşmalar imzalamıştır.
25 Ekşi, a.g.m., s. 102
43
Kaynakça
ASLANLI, Araz: “Türkiye-Azerbaycan Ekonomik İlişkileri”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi,
Cilt: 25, Sayı: 1, 2018, s. 15-27
BABA-ZADA, Aynur: Türkiye-Azerbaycan Diplomatik İlişkiler: 1918-2014, Yüksek Lisans
Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017
DEVECİ BOZKUŞ, Yıldız: “Karabağ Savaşı Sonrası Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan
İlişki-leri”, Journal of Balkan and Black Sea Studies. Sayı: 8, 2022, s. 127-154
EKŞİ, Muharrem: “Türkiye-Azerbaycan İlişkileri: Söylemden Reelpolitiğe”, Avrasya
Etüdle-ri, Cilt: 36, Sayı: 2, 2009, s. 95-112
KARAMAN, Cemal Celil: Bağımsızlık Sonrası Türkiye – Azerbaycan İlişkileri, Yüksek Lisans
Tezi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012
ÖNEN, Leyla: “1990 Sonrası Türkiye ile Azerbaycan Arasındaki Sosyo Kültürel İlişkiler”,
Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 61, 2021, s. 923-932
YILMAZ, Serdar: “Ebülfez Elçibey ve Dönemin Azerbaycan Devleti”, Leges Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, 2014. s. 322-348
44