Türkmeneli Ocak 2023 | İÜ Milliyetçi Kulüpler Topluluğu
İstanbul Üniversitesi Milliyetçi Kulüpler Topluluğu olarak Türkmeneli hakkında hazırladığımız "Türkmeneli Dosyası"nı sizlere takdim etmekten şeref duyuyoruz.
İstanbul Üniversitesi Milliyetçi Kulüpler Topluluğu olarak Türkmeneli hakkında hazırladığımız "Türkmeneli Dosyası"nı sizlere takdim etmekten şeref duyuyoruz.
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
1
İstanbul Üniversitesi Milliyetçi Kulüpler Topluluğu
“TÜRKMENELİ DOSYASI”
Topluluk Başkanı: Haluk PAPUCCU
Koordinatör: Alptekin TABANCA
Genel Yayın Yönetmeni: Ercan VERGİLİ
Editörler: Yusuf İslam GÜL, Ahmet Talha PEPENOĞLU, Harun GÜNAYDIN
Tasarım/Mizanpaj: Emircan YAŞAR
Son Okuma: Yusuf İslam GÜL
İletişim: kursatmucahit.topcugil@ogr.iu.edu.tr
İ.Ü. Milliyetçi Kulüpler Topluluğu
Bağımlılıkla Mücadele Kulübü
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Kulübü
Çağdaş Türk Politikaları Kulübü
Farsça Kültür Topluluğu
Hür Hukuk Kulübü
Tarih Topluluğu
Türkçe Yaşam Kulübü
Türk Dünyası İktisadi Araştırmalar Kulübü
Türk İslam Medeniyeti Araştırmaları Kulübü
Türk Tarihi ve Sanatları Kulübü
Türk Tarih Kulübü
SUNUŞ
Türk dünyasının her bir yanı kan ağlamaktadır. Daha evvelce yayına hazırladığımız Doğu
Türkistan, Kırım ve Türkistan dosya konulu sayılarımızda da belirttiğimiz üzere, kan ağlayan
Türk ve Müslüman yurtlarında zulmün faili değişse de zulüm değişmemektedir. Zulüm; yok
saymak, işkencelerle yıldırmak, ötekileştirmek, katletmek, demografik bir göç mühendisliğine
tâbi tutmak ve sair şekillerde tezahür etse de mazlumun ahı birdir ve bizim anladığımız
dildendir. Biliyoruz ki mazlum coğrafyalar bizim coğrafyalarımız, mazlum insanlar bizim
insanımız ve soydaşımızdır.
İnsanlar milletlerinin geçmişiyle övünebilirler ve fakat bu şüphesizdir ki karşılığında bedel
ödemeyi gerektiren bir eylemdir. Biz milletimizin şan ve şeref dolu geçmişiyle övündüğümüz
kadar, milletimizin çektiği zorluğu da idrak kabiliyetini haiz olmakla birlikte bu zorlukların
ortadan kalkması için elimizden gelen gayreti esirgemiyoruz.
Türk milletinin bir ferdi olarak ve bilhassa üniversitede öğrenim gören gençler olarak Türk
milletinin çilesini kendi içimizde duyuyor ve bunu bir mesuliyet addediyoruz. Bizi bu çalışmayı
hazırlamaya sevk eden, mevzubahis sorumluluk hissiyatıdır.
Bu dosya çalışmamızda bugün Türkmeneli olarak adlandırdığımız bölgenin eski dönemlerden
bugüne ehemmiyetini, iki Türk devletinin bölgedeki mücadelesini ve politikalarını, bölgedeki
Türk kültür varlığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1950-1960 arası dönemde izlediği Türkmen
politikasını, Irak ve Suriye’deki istikrarsızlık ortamında Türkmenlerin ahvalini ve Türkmenlere
yönelik insan hakları ihlallerini anlatmaya çalıştık.
Bu çalışmamızdan, Türk gençliğinin kendisiyle soy, dil, din ve kültür birlikteliği olan
soydaşlarına yüz çevirmemesini, kilometrelere rağmen onların derdiyle hemdert olmasına
vesile olmasını temenni ediyoruz.
Sözlerimizin sonunda Osman Yüksel Serdengeçti’nin Ağıt şiirinde bahsettiği turan ellerin
ve esir vatanların zulmün esaretinden kurtulmasını, Türk-Müslüman coğrafyaların yüzünün
gülmesini Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz ediyoruz.
Haluk PAPUCCU
Sami İNCİ
MEDENİYETİN BEŞİĞİ: BEREKETLİ HİLAL
Medeniyet belli vakalara karşı reaksiyonlarımızı belirleyen, insanlarla olan bağlantımız,
hayat tarzımızla ilişkili bir kavram. Dilimizde farklı anlamları olan bu kelime hem insana
nezaketli ve görgülü olmasını temin eden kurallara hem gelişkin ve muasır olmaya hem de
benzer ritüellere sahip toplumlara denmeke. Türkçe’ye Arapça’dan geçen bu kelime kökeni
itibariyle “şehirli” anlamına gelmektedir. Böylece terimleşmesini tamamlayıp günlük dilde
kullanımı yaygınlaştıktan sonra sıkça daha küçük ve sözde daha az gelişmiş kültürlerin aksine,
genellikle daha büyük ve daha gelişmiş bir kültür olarak anlaşılmıştır. Bu bağlamda medenî
terimi hem sosyal hem de siyasal bir kelime gibi görünür. The Philosophy of Civilization (1923)
adlı eserinde Albert Schweitzer ise kelimeye iki ana hat çizer: biri tamamen maddi, diğeri maddi
ve etik. Dünya krizinin insanlığın etik medeniyet fikrini kaybetmesinden kaynaklandığını
savunan Schweitzer: “terakkinin her alanda gerçekleşmesinin ancak medeniyyetin bireylerin
manevi mükemmelleşmesine yardımcı olmasıyla söz konusu olacağını ve insanın tavrında ve
bakış açısında kaydettiği tüm ilerlemelerin toplamı olarak medeniyyete bakıldığında mutlu bir
medeniyyete zemin hazırlanabileceğini” savunur. Yorumlamaların ötesinde genel kabul görmüş
terimsel anlamı doğrudan Antropoloji ve Etnoloji’ye, dolaylı olarak ise Politika ve Sosyoloji
bilimine ait olan kelimenin batı dillerinde karşılığı civilization şeklindedir. Terim Batı’da civil
(nazik) kökünden türetilmiştir ve Latince’den Eski Fransızca’ya geçip Avrupa’daki dillerde 1
yerini almıştır. Peki gündelik yaşamda sıklıkla işittiğimiz bu medeniyet nerede doğmuştur?
Nasıl ve ne şartlar altında var olmuştur? Ne zaman ve kimler vasıtasıyla çeşitlenmiştir?
1. Bir toplumla ilgili, ilgili kamu düzenine ilişkin, bir vatanpervere (civil) yakışır anlamlarına da gelmektedir.
Dolayısıyla civil “sevilen, cana yakın, nazik”; civis “kasabalı” ve onun bir sıfat türevi olduğu düşünülen city
kelimeleri aynı kökten olup pozitif bir anlam uyandırır.
4
Bugün modern tarihçilerin ve Antropoloji, Arkeoloji gibi diğer branşlara mensup
akademisyenlerin kullandıkları bir tabir var: Bereketli Hilal. Bereketli olması bakımından zirai
bir anlama atıfta bulunan kelime hilal şeklinde olmasıyla da kartografik ve coğrafi bir sınırı
ifade eder. Nihayet ismi yaratan bir arkeologtur. 1916’da Amerikalı arkeolog James Henry
Breasted (1865-1935) 2 tarafından ortaya atılan ‘Bereketli Hilal’ 3 tabiri artık Ortadoğu’yla
ilgili tüm kitaplarda yerini alacak kadar yaygınlaştı. Breasted’in iddiasına göre medeniyet
Bereketli Hilal’de doğmuştu. Bu bölge hem eski Mısır’ın hem de Avrupa uygarlığının beşiğiydi:
“Uygarlık Doğu’da doğmuştu ve erken dönem Avrupalıları onu oradan temin etmişti.” 4
Breasted haksız sayılamazdı. Bölge gerçekten “medeniyetin beşiği” olma unvanını
hak etmektedir. Hatta antik dünyanın tarihi için büyük ölçüde, güneydeki bozkırlardan çıkan
Bereketli Hilal yerlileri Sami soyu ile kuzeydeki bozkırlardan çıkıp güneydeki soyu temsil
eden ve kadim uygarlıklara karşı koyan kuzey Hint-Avrupa soyu arasındaki mücadeleden
oluşmuştur bile denebilir. Peki neden medeniyetin ilk izlerine kuzeyde değil de Berektli
Hilal’de rastlıyoruz?
Cevap kesinlikle daha öncesinde insanların orada bulunduğu değil. Çünkü medeniyetin
oluştuğu zamana baktığımızda dünyanın hemen hemen her yerinde aktif bir yerleşim
gözlemleyebiliyoruz. 14 milyar yaşındaki evrenin 4,5 milyar yaşındaki dünyasının 200 bin
yaşındaki kendimize insanoğlu dediğimiz sakinleri olarak medeniyeti sadece 10 bin yıl kadar
evvel kurduk. Evrimin bir sonucu olarak 225 milyon yıl öncesine dek kıtalar tek bir haldeyken,
türümüz deniz aşırı yerlerde de var olmuş ve buna bağlı olarak birbirinden izole kitleler
meydana gelmiş ve bir çok etken dolayısıyla hem fiziki hem de mental olarak farklılıklar
göstermişti. Bilindiği üzere “Homo Sapiens Sapiens” türü, bugün dünyadaki hakim insanın
tek ortak atasıdır. Bu türün varoluş macerasına ilkin Afrika’da Etiyopya dolaylarında başladığı
biliniyorsa da medeniyeti kurmak için biraz daha yer değiştirmesi, iklimlerin değilmesi ve
çağ atlanması gerekiyordu. İşte bu göçler, iklim değişiklikleri ve çağlar sonrasında insanın ilk
ortaya çıktığı Afrika’dan daha farklı bir coğrafyada medeniyeti inşa ettiğine tanık oluyoruz.
İnsanın medeniyeti kurduğuna hükmettiğimiz, yani dolayısıyla kültürü yarattığını tahmin
ettiğimiz yer Bereketli Hilal’e denk düşmektedir ki biz de bu sebeple başlığımızda ondan
Medeniyetin Beşiği olarak bahsettik. Zira burada tarım ile insanlığın toplumsallaşmayı
başlattığı ve ekinlerin transferiyle gelişen imece sayesinde kültürün, toplumsallaşan insanın
da kültürelleşmesiyle medeniyeti meydana getirdiği söz konusudur. Çünkü tarımla 20 bin yıl
öncesinden beri sadece yabani bitkileri toplamak suretiyle uğraşan insanlık uzun bir dönem
geçtikten sonra bitkileri ehlileştirerek ev ve toprak arasındaki kısa mesafe sayesinde boş zaman
2. J.H. Breasted, Ancient Times: A History of the Early World: An Introduction to the Study of Ancient
History and the Career of Early Man, Boston, 1916, s. 100–101
3. İng. Fertile Crescent
4. J.H. Breasted, Outlines of European History, Boston, 1914, s. 56
5
kazanmıştır. Bu da toplum içindeki etkileşimi tetiklemiş ve kültürü doğurmuştur. Kültür ve
toplumsallaşmanın ayrılmaz parçası medeniyet de böylece varlık sahası kazanabilmiştir.
Kültür, toplumsallaşma ve medeniyet aslında insan ırkının dünyadaki yaşamına kıyasla
çok genç tabirlerdir. Zira medeni hayatın ilk izlerine rastladığımız zaman Tarım Devrimi’ne
denk düşmektedir. Tarım Devrimi yaklaşık 10.000 yıl önce, Dicle ve Fırat arasındaki sözde
Bereketli Hilal’de son Buzul Çağı’nın sona ermesiyle başladı. Tarım ayrıca daha sonraları
veya takriben aynı dönemlerde, muhtemelen bağımsız olarak Çin’de, Nil kıyılarında ve
Yeni Gine’de de gelişecekti. Ancak kendisine toplumda tutunacak bir gelenekleşme ortamı
yaratacak ilk yer olma ünvanını alamayacak kadar geç bir tarihte tarım geleneğini oralarda
gözlemleyebilmekteyiz
Bereketli Hilal, Basra Körfezi’nin kuzey kıyılarından Mezopotamya’ya ve Batı
İran’dan Güney Anadolu’ya ve oradan da güneye doğru Levant’ın doğu kıyısı boyunca Sina
çölüne uzanan hilal şeklindeki verimli topraklara atıfta bulunmaktaydı (Görsel 1). Ayrıca
bereketli oluşu da ilk zamanlardan beri olağanüstü çeşitlilikte tarımsal ürünü yetiştirebilme
salahiyetinden kaynaklanıyordu. Çünkü insanlar yeni evcilleştirilmiş bitkileri mahsul
olarak yetiştirmek için doğal bitki örtüsünü yerleşik çiftçiliğin ilk ortaya çıktığı yerlerde
ehlileştirmeye başlamışlardı, yani Bereketli Hilal’de. Bunun sonucunda da Sümer gibi erken
dönem uygarlıkları gelişmişti. Öte yandan Hilal ibaresi de şüphesiz kuşbakışı coğrafi şekliyle
ilgiliydi. Bu ise bereketli oluşuna nazaran oldukça modern bir kavramdır. Nitekim antik çağda
“Bereketli Hilal” tabiri elbette bilinmiyordu. Hiçbir eski kral “Bereketli Hilal”i yönettiğini
iddia etmemişti ve bunu düşünemezdi bile. Çünkü ‘hilal’ metaforunu anlamak için uzaydan bir
görüntü ya da modern bir harita gerekirdi. Coğrafi karakteriyle sınırları tahmin edilemezdi ve
bu şekilde olduğu düşünülen makro bölge jeomorfolojik olarak tekdüze olmaktan da oldukça
uzaktı. Nitekim bölge; dağ yaylalarını, deniz kıyılarını, nehir vadilerini, alüvyal ovaları,
vahaları, bozkırları, yağmurla beslenip tarım yapma imkânı sunan alanları ve ayrıca sulama
gerektiren kurak bölgeleri kapsıyordu. Kısacası Bereketli Hilal’in sınırlarını tarım ve onun bir
sonucu olarak yeni palazlanan medeni hayat belirliyordu.
Pleistosen avcı-toplayıcılarının ve Epipaleolitik yarı yerleşik avcı-toplayıcıların iskelet
ve kültürel kalıntılarını barındıran birçok alana sahip olmanın yanı sıra Bereketli Hilal, en çok
tarımın kökenleriyle ilgili yerleriyle ünlüdür. Ürdün ve Fırat nehrinin üst kısmı etrafındaki
batı bölgesi, MÖ 9.000 yıllarına tarihlenmekte olup bilinen ilk Neolitik tarım yerleşimlerine
ev sahipliği yapmaktadır. İlaveten bölge Göbekli Tepe, Chogha Golan ve Jericho gibi çok eski
yerleri de içerir.
6
Mezopotamya’nın yanı sıra bu bölge, sonraki Tunç Çağı’nda erken dönem karmaşık
toplumların ortaya çıkmasına da tanık oldu. Ayrıca bölgeden yazma ve hiyerarşik devlet
düzeyinde toplumların oluşumu için erken döneme ait bulgular da var. Burası yaklaşık 4.500
yıl önce ilk kütüphanelerin ortaya çıktığı bir bölgedir. Bilinen en eski kütüphaneler, her ikisi
de MÖ 2500’den kalma olan Nippur (Sümer’de) ve Ebla’da (Suriye’de) bulunur. Hem Dicle
hem de Fırat, günümüz Türkiye’sinin Toros Dağları’nda başlar. Tunç Çağı’ndan bu yana,
bölgenin doğal verimliliği, tarımsal üretiminin çoğunun bağlı olmaya devam ettiği sulama
çalışmalarıyla büyük ölçüde genişletilmiştir.
Tarihe seyir getiren ve kendi seyri de gün geçtikçe değişerek eski önemini yitirse de
maziye ışık tutmakla günden güne önemini daha iyi kavradığımız bölge bugün dahi esrarları
keşfedilmeyi bekleyen bir durumdadır.
7
Kaynakça
BAİER, L.: “Aus der Enzyklopädie der menschlichen Dummheit”, Der Traum der Vernunft
Vom Elend der Aufklärung, Darmstadt, 1985.
BREASTED, James Henry: Ancient Times: A History of the Early World: An Introduction
to the Study of Ancient History and the Career of Early Man, Boston, 1916
BREASTED, James Henry: Outlines of European History, Boston, 1914.
Das Problem des Fortschrittes-Heute, Darmstadt, 1969.
EDWARD, Tylor: Primitive Culture Vol. 1, John Murray Albemarle Street London,
1873.
ELİAS, Norbert: Über den Prozess der Zivilisation, Frankfurt, 1978.
GADAMER, H.G.: Wahrheit und Methode, Tübingen, 1986.
Historische Zeitschrift, 1859.
LLOBERA, Joseph: An Invitation to Anthropology, Berghahn Books, Birmingham, 2003.
Revue Européenne D’Histoire, 1993.
SCHEFFLER, Thomas: Fertile Crescent, Orient, Middle East:The Changing Mental
WİLLİAMS, R.: “Culture and Civilization”, The Encyclopedia of Philosophy, New York,
1995.
WRİGHT, Ronald: A Short History Anthropological, London, 2004.
8
Furkan ÖZTÜRK
IRAK-I ARAP BÖLGESİNDE OSMANLI-SAFEVİ MÜCADELESİ
Giriş
Türkmeneli coğrafyasında son derece etkili olmuş ve döneme adeta izi silinmez şekilde
mühür vurmuş olan iki Türk devletinden, yani Safevi ve Osmanlıların Irak-ı Arap bölgesi
mücadelesinden bahsedeceğiz.
14. yüzyılın başında kurulan ve kurulduğu dönemden itibaren yürüttüğü fetih politikaları
ile gelişen Osmanlı Devleti 4. Padişahı Yıldırım Bayezid 1 döneminde Anadolu coğrafyasında
birlik sağlanmış ve İstanbul şiddetli şekilde muhasara altına alınmıştır. Osmanlı açısından son
derece iyi ilerleyen işler kaderin onların karşısına çıkardığı bozkırın son büyük hükümdarı
Emir Timur’un 2 gözünü Anadolu’ya dikmesiyle farklı neticelenmiştir. 1402 yılında Osmanlı
ile Timur Devleti arasında gerçekleşen Ankara Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmesi ve Yıldırım
Bayezid’in esir düşmesiyle tarihe fetret olarak geçen dönem başlamıştır.
Emir Timur ve Anadolu seferine özellikle değinmemizin nedeni yazının ileriki
safhasında bahsedeceğimiz Timur ile Safevi tarikatının temaslarının daha iyi anlaşılabilmesi
içindir.
1. Yıldırım Bayezid hakkında detaylı bilgi için bakınız: Halil İnalcık, “BAYEZİD I”, TDV İslâm
Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/bayezid-i (25.11.2022).
2. Emir Timur hakkında detaylı bilgi için bkz.: Cüneyt Kanat, Timur & Yıldızların Bahtına Hükmeden Son
Cihangir, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2021.
9
Tarikattan Devlete Safeviler
Tarikatın kurucusu ve isim vereni olan Şeyh Safiyüddin altı çocuklu bir ailede
büyümüştür. Henüz altı yaşındayken babası Eminüddin Cibril vefat etmiştir. İlerleyen
yaşlarında kendine şeyh aramaya başlayan Safiyüddin, Şiraz’da aradığını bulamaz ve Gilan’a
dönüp Şeyh Zahid-i Gilani’ye bağlanması tavsiyesine uyar. 3 Gilani’nin hizmetinde tasavvuf,
dini bilimler, Kur’an ve sünnet üzerine dersler alır. 4 Şeyhin kızıyla evlenen Safiyüddin,
onun vefatı sonrası tarikatın başına geçer. Tarikatın başına geçtikten sonra Moğol ve çevre
hükümdarlarından son derece saygı görmüş, İlhanlı hükümdarı Gazan Han döneminde devlet
tarafından himaye edilmiştir. Tarikat kendisine verilen destekler sayesinde sayesinde son
derece gelişmiş ve ekonomik olarak güçlü bir hal almıştır. Tekkenin mutfağında etraftaki
fukaralara dağıtmak üzere yüzlerce kazan pişer hale gelmiştir. 5 Safeviyye Tarikatı’nın etkisi
Dest-i Kıpçak, Kırım, Azerbaycan, Gilan, Taberistan, Türkistan, Türkmenistan, Çin, Hindistan
hatta Seylan’a kadar yayıldığı ileri sürülmektedir. 6 1334 yılında Safiyüddin’in vefatı sonrası
tarikatın başına oğlu Sadrettin Musa geçti. Sadrettin Musa, Azerbaycan hakimi Emir Çoban
tarafından siyasi emeller taşıdığı gerekçesiyle tutuklandı. Safevilerin siyasi otorite ile ilk
çatışması olarak bu durum gösterilebilir. 7 1372 yılında Celayirliler döneminde hazırlanan bir
ferman ile tekke, vergiden muaf tutulmuştur. 1391 yılına gelindiğinde Sadrettin Musa’nın
ölümü üzerine yerine geçen Şeyh Hoca Ali son derece sakin ve hükümdarlardan hürmet gören
bir hayat sürmüştür. Emir Timur, Anadolu seferi dönüşünde Erdebil’e uğrayarak Hoca Ali
ile görüşmüş ve kendisinden etkilenmiştir. Emir Timur’un köyleriyle birlikte Erdebil’i vakıf
olarak tarikata bağışladığı rivayet edilir. Timur bu ziyaret sırasında Hace Ali’den kendisine
başka ne gibi hizmette bulunabileceğini sormuş, şeyh de hiçbir şeye ihtiyacının olmadığını,
bütün ihtiyaçlarının halk tarafından karşılandığını söyleyerek Anadolu’dan getirdiği Türk
esirlerin serbest bırakılmasını istemiştir. Timur’un emriyle bu esirler de (bir rivayete göre
30.000 kişi) şükran borcu olarak Safeviyye tarikatına girmişlerdir. 8 1429 yılında Hoca Ali’nin
vefatı sonrası tarikat şeyhliğine Hace İbrahim vefat ettikten sonra gelenek üzere oğlu Cüneyt
başa geçmek istemiştir ancak tarikat içinde güçlü bir konuma sahip olan İbrahim’in kardeşi
Şeyh Cafer, Cüneyd’i Rafizilik 9 ile suçlayarak tarikatın başına geçmesini engellemeye
çalışmıştır. Şeyh Cüneyd, Safeviyye Tarikatı’nı devlet yapmak isteyen, Şiiliğe yönelerek Sünni
çizgiden ayrılan ilk şeyhtir. Şeyh Cafer, yeğeni Cüneyd’in gerçek niyetinin siyasal iktidarı
ele geçirmek olduğu gerekçesiyle o sıralarda Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da hüküm süren
Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’a şikayet etti. 10 1448 yılında Erdebil’den ayrılan Şeyh
Cüneyd, Anadolu’ya gelerek Osmanlı Sultanı II. Murat’a bir heyet göndermiştir. II. Murat “Bir
tahta iki sultan sığmaz” diyerek Cüneyd’i geri çevirmiştir. Cevaptan anlaşılacağı üzere dönem
3. Tufan Gündüz, Son Kızılbaş Şah İsmail, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2021, s.21
4. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 21
5. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 22
6. Reşat Öngören, “SAFEVİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safeviyye
(25.11.2022).
7. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 22
8. Nihat Azamat, “ERDEBÎLÎ, Alâeddin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/erdebilialaeddin
(25.11.2022).
9. Başlangıçta Zeynel B. Ali’den ayrılan ilk İmamilere daha sonra bütün Şii fırkaları ile Şii unsurları
taşıyan bazı Batıni gruplara verilen isim. Detaylı bilgi için bkz.: Mustafa Öz, “RÂFİZÎLER”, TDV İslâm
10. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 24
10
sultanları Şeyh Cüneyd’in faaliyetlerinden haberdardır. 11 Sonrasında Konya’ya gelen Şeyh
Cüneyd, Sadreddin Konevi dergahının Şeyhi Abdullatif ile sonu kavga işle biten bir tartışmaya
girmiştir. Mücadele etmekten yılmayan Şeyh Cüneyd Varsak Türkmenlerinin yanına gitti ve
burada teveccüh gördü. Daha sonra Canik’e gelene Cüneyd, Trabzon Rum İmparatorluğu
üzerine gaza faaliyetlerine başlamıştır. İlerleyen dönemde Akkoyunlu hükümdarı Uzun
Hasan’ın himayesine giren Cüneyd, Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Begüm ile evlenmiştir.
4 Mart 1460 tarihinde Şirvanşahlar ile girdiği mücadelede Şeyh Cüneyd ok ile öldürülmüştür.
Sünnilik ve Şiilik
Babasının ölümü üzerine Haydar, dayısı Uzun Hasan’ın himayesine girmiş ve onun
tarafından yetiştirilmiştir. Uzun Hasan’ın kızı Alemşah Begüm ile evlenen Haydar’ın bu
evlilikten Sultan Ali, İbrahim ve İsmail adıyla 3 oğlu olmuştur. Erdebil’e dönerek tarikatın
başına geçen Haydar’ın döneminde, Şeyh Cüneyd’in öldürülmesini takip eden yaklaşık yirmi
yıllık sessizlikten sonra Safevi müritleri arasında yeniden bir hareketlenme başlamıştır. 12 Şeyh
Haydar müritlerini on iki dilimli üzerine beyaz bir tülbent sarılan sürahi biçiminde bir taç (tac-ı
haydari) giydirmeye başladı. Haydar 1488 yılında Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup ile
Şirvanşah Ferruh Yesar’ın birleşik kuvvetlerine karşı giriştiği savaşta öldürülmesinin ardından
liderliğe önce büyük oğlu Ali, onun da ölümüyle diğer oğlu İsmail geçti. 13
Yazımızın bu kısmında ileriki süreçte Osmanlı ve Safevi devletlerinin karşı karşıya
gelmesinde en az siyasi faktörler kadar önemli olan ve savaşlarda ki itici güç konumundaki
Sünni-Şii kavramlarına değineceğiz. Hz. Peygamber (S.A.V.) döneminde ne lügat ne de ıstılah
manasında Şia’dan bahsetmek mümkündür. 14 Hz. Osman’a isyan eden grup içerisinde Abdullah
b. Sebe vardır. Şii fikirlerin oluşumunda bu ismin önemli faaliyetleri mevcuttur. Mezhepler
hakkında eserler veren alimler Şia nazariyesinin temel taşlarını oluşturan Hz. Ali’nin imameti
hususunda nass bulunduğu iddiasını ilk olarak İbn Sebe tarafından gündeme getirildiğini
belirtirler. 15 Şiiler peygamberlik ile tabii oldukları imamet arasında fark olmadığını ve
imamların da peygamberler gibi günahsız olduğunu kabul ederler. 16 Hatta yakın zamanın en
tanınmış Şii önderi Humeyni, Hz. Peygamber’in vefatı sonrası Hz. Cebrail’in Hz. Fatıma’ya
vahiy indirdiğini ve Hz. Ali’nin de bu vahyi yazdığını söylemektedir. Biraz daha detaylı
araştırma yapıldığında görülmektedir ki Şia’nın varlığının temelini Hz. Ali’nin hilafet meselesi
oluşturmaktadır.
Sünni anlayış ise temelde ebedi kurtuluş için Resulullah’ın ve Ashab-ı Kiram’ın yolunun
takip edilmesi gerektiğini kabul eden Müslümanlardır. 17 Sünni anlayışı Şia’dan ayıran en temel
fark sahabeler arasında bir ayrım yahut sahabeden birisini hilafet meselesinden dolayı tekfir
etmiyor oluşlarıdır.
11. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 26
12. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 30
13. Reşat Öngören, “SAFEVİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safeviyye
(25.11.2022).
14. Hasan Gümüşoğlu, İslam’da İtikadi Mezhepler, İstanbul, Kayıhan Yayınları, 2001, s. 208
15. Hasan Gümüşoğlu, a.g.e., s. 209
16. Şeyh Saduk Ebu Cafer Muhammed, Şii İmamiye’nin İnanç Esasları, Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, s. 113
17. Hasan Gümüşoğlu, a.g.e., s. 162
11
Koca Yavuz ve İsmail Bahadır
Şeyh Haydar’ın ölümü sonrası tarikatın başına önce büyük oğlu Ali, onun da ölümüyle
henüz çocuk yaşta olan ancak tarikat mensuplarının kendisini yeni şeyh olarak gördükleri
İsmail başa geçmiştir. Çocuk şeyhlerini ev ev, sokak sokak saklayan tarikat mensupları fırsat
bulduklarında onu Lahican valisi Karkiya Birzan’ın daveti üzerine onu Lahican’a götürdüler. 18
Bu bölgede geçirdiği 6 yıl boyunca Arapça, Farsça, Tefsir, Kur’an ve Şii mezhebinin
prensipleriyle harp tekniklerini öğrendi. Akkoyunlu tahtında meydana gelen kargaşalar, Şah
İsmail’in zuhur vakti geldiğine delalet olarak görüldü. İran’dan yanında 7 kişi ile Anadolu’ya
gelen Şeyh İsmail, Erzincan da kendisine Türkmenlerin katılmasıyla 7000 kişilik bir kuvvete
erişmiştir. Kasım 1500’de Çabani Meydan Muharebesi’nde Şirvan Şah ordusunu mağlup edip
Bakü’yü ele geçirdi. 1501 yazında ise Tebriz’e girerek taç giydi. Şeyhlik ile başlayan yolculuk
artık resmen Şahlığa dönüşmüştü.
Terazinin öbür tarafına bakıldığında ise Safevi tarikatının devletleştiği dönemde Osmanlı
tahtında 2.Bayezid oturmaktaydı. Ancak Osmanlı- Safevi mücadelesine Osmanlı cenahının
asıl unsuru o dönemde Trabzon Sancakbeyliği yapan Şehzade Selimdi. Trabzon’un konumu
itibariyle devletleştikten sonra Safevileri yakından takip etme şansı bulan Şehzade Selim,
onların nasıl bir tehlike olduğunu ve ileride devlet için ne tür sorunlar doğurabileceklerinin
farkındaydı. Bu durum karşısında payitahtı uyarıyor ancak istediği karşılığı bulamıyordu.
1500-1510 yılları arasında Anadolu’da Şah İsmail’in faaliyetlerinden Orta ve Kuzey Anadolu
etkilenmiş ciddi bir tehlike baş göstermişti. 19 2.Bayezid’in ilerleyen yaşı sebebiyle olaylara
gerekli reaksiyonu gösteremiyor olması oğulları arasındaki taht mücadelesini alevlendirmişti.
Devlet erkanı tarafından Bayezid’in en büyük oğlu Ahmet taht varisi olarak görülmekteydi. Bu
durum karşısında yaptığı faaliyetler ile adını cümle Osmanlı mülkünde duyuran ve bir diğer
taht adayı Selim, sancağının uzakta olmasına ve devlet erkanının Şehzade Ahmed isteğine
karşı çare arıyordu. Selim’in oğlu Süleyman için sancak talep etmesi babası ve kardeşiyle
iplerin iyice gerilmesine neden olmuştu. Gelişen olaylar sonucunda Süleyman’a Kefe sancağı
verilmişti. Şehzade Selim, oğlu Süleyman’a 6 Ağustos 1509 da sancağın verilmesiyle artık
harekete geçme zamanının geldiği kani olmuştu. 20 Abisi Ahmet’in sürekli babasını kendi
lehine kışkırtması üzerine mücadele hızını arttıran Selim, babasıyla savaşa varacak boyutta
karşı karşıya gelmiştir. Bu kritik taht mücadelesinde Yeniçerilerin desteğiyle durumu lehine
çeviren Selim, 24 Nisan 1512 tarihinde Osmanlı tahtına oturdu. 1.Selim tahta çıkar çıkmaz
Safeviler üzerine yapacağı sefere yoğunlaşmış ve 1514 yılında Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail
ve ordusunu ezici bir mağlubiyete uğratmıştır.
1520 yılına gelindiğinde Yavuz Sultan Selim ahirete irtihal eylemiş ve yerine oğlu
Süleyman geçmiştir. Yazının bu kısmına kadar ileride Irak-ı Arap bölgesinde yaşanacak
mücadelenin temelini anlatmaya çalıştık. Bu kısımdan itibaren 1533-1536 yılları arasında
yapılan Irakeyn Seferi ve bu sefer sonrası bugünkü Türkmeneli coğrafyasının Osmanlı
hakimiyetine geçişiyle birlikte yaşananlara değineceğiz.
Mohaç Zaferi sonrasında gözünü Doğu topraklarına çeviren Kanuni Sultan Süleyman, ilk
İran seferi olan ve hem Irak-ı Acem hem de Irak-ı Arap’a girilmesi sebebiyle Irakeyn olarak
adlandırılan seferine çıktı. 1533 yılında vezir-i azam İbrahim Paşa’nın serdarlığında yola
18. Tufan Gündüz, a.g.e., s. 41
19. Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, İstanbul, Yitik Hazine Yayınları, 2011, s. 45
20. Feridun Emecen, a.g.e., s. 48
12
çıkan Osmanlı ordusu 1534 yazında Tebriz’e girdi. Safevi hükümdarı Tahmasp’ın karşısına
çıkmaması üzerine sefer yönünü değiştiren Kanuni Sultan Süleyman, 28 Kasım 1534’te
Bağdat’ı fethetti. Şehrin fethiyle beraber tüm Irak-ı Arap topraklarının hakimiyeti Osmanlı
Devleti’ne geçmiş oldu. Bağdat’ın fethi sonrası Sultan, Safeviler tarafından yıktırılmış olan
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ve Abdülkadir Geylani’nin türbelerini tamir ettirdi. İmam Musa
Kazım Türbesi ile Necef ve Kerbela’da ki ehl-i beyt makamlarını ziyaret etti, Kerbela’ya su
kuyusu açtırdı. 21 1555 yılında iki devlet arasında yapılan Amasya Antlaşması ile bu toprakların
Osmanlı hakimiyetinde olduğu Safeviler tarafından da kabul edildi. Amasya Antlaşması
sonrasında bir süre sakin kalan Irak-ı Arap bölgesi 1578 yılında yeniden hareketlenmiş ve
1590 yılında yapılan yeni antlaşma sonucunda Osmanlı toprakları Safevilerin aleyhine
genişlemiştir. II.Osman’ın İstanbul’da çıkan Yeniçeri İsyanı ile tahttan indirilip katledilmesi
sonrasında Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerinde isyanlar görülmüştür. Bu isyan
bölgelerinden biri de Bağdat’tır. Bağdat Beylerbeyi Yusuf Paşa’nın muhteris Subaşı Bekir
tarafından öldürülmesiyle birlikte Subaşı Bekir’in üzerine Diyarbakır Beylerbeyi Hafız Ahmet
Paşa yollanmış ve bu durum karşısında Subaşı Bekir Safeviler’den yardım istemiştir. Bağdat’ı
rahatça ele geçirme fırsatını geri tepmek istemeyen Şah Abbas, Subaşı Bekir’e vali olduğuna
dair bir belge yollamıştır. Subaşı’nın Safeviler ile görüşmelerinden haberdar olan Hafız Ahmet
Paşa isyankar Subaşı’ya Bağdat Beylerbeyliğini vermiştir. İstediğini elde eden Subaşı şehri
almaya gelen Safevi kuvvetlerini içeriye sokmamıştır. Bu durum üzerine Şah Abbas, Aralık
1623 de şehri kuşatmaya başlamıştır. Şah Abbas’a karşı direnen Bekir Subaşı’ya ihanet hiç
beklemeyeceği şekilde oğlundan gelmiştir. Şah Abbas ile gizlice haberleşip kuşatma devam
ederken Safevi ordusunun içeriye girmesini sağlamıştır.
Bağdat’ın Safevilerin eline geçmesinin ardından Şah’ın askerlerinin her birine 4-5
sünni verilmiş, mallarının kayda geçirilmesi, kendilerinin de hapse atılması emredilmiştir.
Yine Şah’ın emriyle her Kızılbaş kendi tutsağına 7 gün işkence edip mal ve eşyalarına el
koydu. 22 Bağdat kadısı Nuri Efendi ile Ulu Camii Hatibi Mehmet Efendi’yi huzuruna çağıran
Şah Abbas, onları Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e sövmeye zorladı. Nuri Efendi, Şah’ın yüzüne
karşı ‘Sana ve senin gibi kafirlerden daha kötü ebedi mel’una bin lanet’ diyerek Dört Halife
ile ilgili hadisleri ve ayetleri okudu. 23 Hatip Efendiye de aynı teklifi yapan Şah, yine istediğini
alamamış ve bu iki insanı da çenelerini deldirip idam ettirmiştir. Daha sonra Şah Abbas, İmam-ı
Azam, Abdülkadir Geylani ve diğer ehl-i sünnet büyüklerinin türbelerini yıktırıp gümüş
kandillerine, çivilerine, kapı, merdiven ve diğer altın süslemelerine el koydu. 24 Görüldüğü
üzre Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman, Bağdat ve Irak-ı Arap bölgesini fethinden
sonra Şah Abbas’ın aksine Şiilere işkence şöyle dursun Şiiler için çok önemli bölgelerdeki
ihya faaliyetleri ile ne kadar kucaklayıcı bir politika izlediğini göstermiştir.
Fatih-i Bağdat
Çocuk denebilecek tahtta tahta geçen, saltanatının ilk dönemlerinde annesinin
gölgesinde kalan IV. Murad 1632’de iktidarı tam anlamıyla ele geçirdi. 1637 yılında Irak-ı
21. Özer Küpeli, Irak-ı Arap’ta Osmanlı-Safevi Mücadelesi, XVI-XVII. yüzyıllar, History Studies, Orta
Doğu Özel Sayısı, s. 231
22. Abdülkadir Özcan, IV. Murad, Şark’ın Sultanı, İstanbul, Kronik Yayınları, 2019, s. 35
23. Abdülkadir Özcan, a.g.e., s. 35
24. Abdülkadir Özcan, a.g.e., s. 36
13
Arap topraklarının tekrar Osmanlı mülkü haline gelmesi için hazırlıklara başladı. 15 Kasım
1638’de başlayan ve 39 gün süren şiddetli kuşatmaya dayanamayan Safeviler aman talebinde
bulundular. Osmanlı ordusu Ak Kapı istikametinden şehre girdi. Yağma yapan Osmanlı
askerlerinden çekindikleri için silahlarını teslim etmeyen Kızılbaşlar ile çıkan arbede sonrası
çatışmalar tekrar başlamış ve Kızılbaş askerlerinin tamamı kılıçtan geçirilmiştir. Öldürülen
Kızılbaş sayısı o kadar fazlaydı ki cesetleri toplamak günler sürmüştür. 25 Fetih sonrası IV.
Murad, Safeviler tarafından yıktırılan ehl-i sünnet büyüklerinin türbelerini yeniden inşa
ettirdi. Osmanlı Ordusu dönüş yoluna çıkacakken kalede bulunan baruthanede meydana gelen
patlamadan Kızılbaşlar sorumlu görülmüş ve şehirde bulunan tüm Şiiler kılıçtan geçirilmiştir.
26
Fetih sonrası Bağdat ile beraber bugünkü Musul, Kerkük ve Türkmeneli coğrafyası
Osmanlı’nın tasarrufuna girmiştir. 1639 yılında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması sonucunda
Irak-ı Arap bölgesinin Osmanlı toprağı olduğu Safeviler tarafından da kabul edilmiş oldu.
25. Özer Küpeli, a.g.m., s. 238
25. Özer Küpeli, a.g.m., s. 239
14
Kaynakça
AZAMAT, Nihat: “ERDEBÎLÎ, Alâeddin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://
islamansiklopedisi.org.tr/erdebili-alaeddin (25.11.2022).
EMECEN, Feridun: Zamanın İskenderi, Şarkın Fatihi: Yavuz Sultan Selim, İstanbul,
Yitik Hazine Yayınları, 2011.
GÜMÜŞOĞLU, Hasan: İslam’da İtikadi Mezhepler, İstanbul, Kayıhan Yayınları, 2021.
GÜNDÜZ, Tufan: Son Kızılbaş Şah İsmail, İstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2021.
KÜPELİ, Özer: Irak-ı Arap’ta Osmanlı Safevi Mücadelesi, XVI-XVII. Yüzyıllar, History
Studies, Orta Doğu Özel Sayısı, 2010.
ÖNGÖREN, Reşat: “SAFEVİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.
org.tr/safeviyye (25.11.2022).
ÖZCAN, Abdülkadir: IV. Murad (Şarkın Sultanı), İstanbul, Kronik Yayınları, 2019.
Şeyh Saduk Ebu Cafer Muhammed, Şii İmamiye’nin İnanç Esasları, Ankara, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1978.
15
Yusuf İslam GÜL
FUZÛLÎ ÜZERİNE
Giriş
Fuzûlî üzerine yapılan değerlendirmeler, onun yarattığı şahsına münhasır edebiyatın
tek bir sahaya indirgenemeyeceğini söylemektedir. Fuad Köprülü, Türk edebiyatında yarattığı
tesir ve şiirlerinin eşi benzeri olmayan güzelliğinden etkilenerek onun Türk edebiyatının
en büyük şairi olduğunu ifade etmiş ve bu yönüyle tesiri altına aldığı büyükçe bir nüfuz
bölgesi olduğunu işaret ederek Azeri ve Osmanlı edebiyatlarının müşterek bir karakteri
olduğunu belirtmiştir. 1 Bu veçhiyle düşünüldüğü takdirde, Fuzûlî üzerine bir şeyler karalama
teşebbüsüne nasıl cüret ettiğimiz sorgulanabilir. Bu yazıdaki niyetimiz, şimdiye kadar Fuzûlî
üzerine yazılmış Fuzûlî çağdaşı kaynaklar ve yine Fuzûlî üzerine yapılmış ilmî çalışmalardan
istifade ederek Fuzûlî’nin hakkını teslim etmeye çalışmaktan fazlası olmayacağı için, bir
çekinceye mahal olmadığını düşünüyoruz. Şairi, yukarıda zikrettiğimiz kaynakların izinde ilk
hayatı, patron/hâmi arayışı, vefatı, mezhebi ve tasavvufî görüşleri, edebiyatının özellikleri gibi
birkaç başlık altında inceleyeceğiz.
İlk Hayatı
Fuzûlî’nin hayatına dair bilgilerimizde büyük eksiklikler mevcuttur. 2 Doğum yeri ve tarihi
üzerinde bile ihtilaflar vardır. Elimizdeki kaynaklar şairin devrinde yazılmış şuarâ tezkireleri
olmasına rağmen, Gölpınarlı’nın belirttiği üzere “Onlar da zamanlarının usulünce secili
1. M. Fuad Köprülü, “FUZÛLΔ, MEB İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul, 1978, s. 686
2. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 687
16
cümlelerle satırlar karalamışlar, hattâ sahifeler doldurmuşlar, fakat hemen hemen hiçbir şey
söylememişlerdir.” 3 Yine de elimizdeki eksik bilgiler dahî bu süslü, kafiyeli cümlelerin sahibi
tezkireciler sayesinde malumumuz olduğu için tezkirelere başvuracağız. Ahdî 4 , Aşık Çelebi 5
, Beyânî 6 , Gelibolulu Mustafa Âlî 7 , ve Lâtîfî 8 şairin Bağdatlı olduğu konusunda ittifak
etmişlerdir. Riyâzî ise Fuzûlî’nin “Şiirlerim Kerbelâ toprağındandır…” mealinden meşhur
kıt’asını da vererek şairin Kerbelâ’da doğduğuna hükmetmiştir. 9 Fuad Köprülü, Kınalızâde’nin
ve Sâdıkî’nin tezkireleri ve bundan başka muhtelif kaynakları öne sürerek şairin Hille’de
doğduğunu düşünmüş, Fuzûlî’nin gerek edebî gerek ilmî cihetlerden yetkin bir şahsiyet
olmasını doğup ömrünün büyük bir kısmını geçirdiği Hille’nin büyük bir kültür merkezi
hüviyeti taşımasına bağlamıştır. 10 Bundan başka, şairin yine Hilleli, Necefli ve Kerküklü
olduğunu söyleyenler de vardır. 11 Ancak Abdülkadir Karahan, Kerbelâ iddiasının gerçeğe
daha yakın olduğunu belirtmiştir. 12 Abdülbaki Gölpınarlı da aynı kanaati taşımış, Riyâzî’nin
iddiasını kuvvetli bulmuş, tezkirecilerin Fuzûlî’yi “Bağdâdî” olarak isimlendirmesini ise
Kerbelâ’nın Bağdat’a bağlı olmasından kaynaklandığını ileri sürmüştür. 13
Fuzûlî’nin nasıl bir tahsil gördüğü, yine bir muammadır. Ahdî, Fuzûlî’den “Mevlânâ
Fuzûlî” diye bahsetmekte, onun hakkında hadis, tefsir, hey’et, hendese vs. ilimlere hâkim
ve üç dilde şiir yazmaya kâdir olduğunu söylemektedir. 14 Aynı Ahdî gibi Gelibolulu Mustafa
Âlî de tezkiresinde şaire yer verirken “Mevlânâ Fuzûlî” diye bahsederek şairin bilgisini ve
kabiliyetini takdir etmektedir. 15
3. Fuzûlî Divanı (haz. Abdülbaki Gölpınarlı), İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005, s. XVII
4. Bağdatlı Ahdî, Gülşen-i Şu’arâ (haz. Süleyman Solmaz), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve
Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2018, s.241
5. Aşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-şu’arâ (haz. Filiz Kılıç), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar
Genel Müdürlüğü, Ankara, 2018, s. 522
6. Beyânî, Tezkiretü’ş-şu’arâ (haz. Aysun Sungurhan), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve
Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2018, s. 150
7. Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbâr (haz. Mustafa İsen), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler
ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2018, s. 186
8. Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (haz. Rıdvan Canım), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2018, s. 415
9. Riyâzî, Riyâzü’ş-Şuara (haz. Namık Açıkgöz), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar
Genel Müdürlüğü, Ankara, 2017, s. 259
10. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 687
11. Abdülkadir Karahan, “FUZÛLΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/fuzuli
(24.06.2022).
12. Karahan, “FUZÛLΔ
13. Fuzûli Divanı, s. XVIII
14. Ahdî, a.g.e., s. 241
15. Gelibolulu Mustafa Âlî, a.g.e., s. 186
17
Fuzûlî’nin Patron/Hâmî Arayışı
Klasik dönemde sanat, muhakkak ki ilim de, bir patronun himayesinde gerçekleşiyordu.
“Matbaanın geniş kitlelere okuma imkânı verdiği, böylece edebî ve ilmî eserlerin, yazarına
geçimi için yeterince gelir kaynağı sağladığı dönem gelinceye kadar, bilgin ve sanatkâr,
hükümdarın ve seçkin sınıfın desteğine muhtaç idi. “Sâhib’i Mülk” hükümdar; bilgin ve
sanatkârın en önde gelen veli-nimeti, hâmisi idi.” 16 Böyle bir çevrede, Fuzûlî’nin de kendisine
bir patron, bir hâmi araması kaçınılmazdır. Öyle ki, zaten Safevi devlet ricali tarafından himaye
edilmediği anlaşılan 17 şair, Osmanlı’yı “kâfir” ve Osmanlı mülkünü “kâfiristan” addetmesine
rağmen 18 başta Sultan Süleyman ve Şehzade Bayezid olmak üzere Osmanlı ricalinin himayesini
aramıştır. 19 Nihayetinde “Kanuni daha Bağdat’tan ayrılmadan Fuzûlî’ye evkaftan maaş
bağlanacağına dair söz verilmiş, fakat sonradan bu maaş gündelik 9 akçe gibi onun azımsadığı
bir miktardan ibaret kalmış ve evkafın artan gelirinden tahsis edilmek suretiyle yeni bir ilave
gerçekleşmiş, ancak şair yine de ünlü ‘Şikâyetnâme’sini kaleme alarak memnuniyetsizliğini
belirtmiştir.” 20 Halil İnalcık’a göre Şikâyetnâme, klasik dönemde patronun lütfunu bekleyen
bir şairin trajedisi, bir hayal kırıklığı, bir isyan ve istihzadır. 21
“Geçti Fuzûlî” : Fuzûlî’nin Vefâtı
Şair, Ahdî’ye göre 963’te (1556) veba hastalığına yakalanarak vefat etmiştir. 22 Bununla
birlikte Riyâzî de, aynı Ahdî gibi, “Geçti Fuzûlî” cümlesiyle tarih düşürmekte ve 963 senesini
teyit etmektedir. 23 Buna karşın nerede vefat ettiği de kendisine dair birçok şey gibi muammadır.
Fuad Köprülü, Fuzûlî’nin Kerbelâ’da Meşhed-i Hüseyin civarında bir yere defnolunduğunu,
üzerine bir kubbe yapıldığını, ancak Bağdat valilerinden birisinin şairin gazellerinden birinde
dediği üzere “Mezârım üzre koyman mîl, eger kûyunde can versem – Koyun bir sâye düşsün
kabrime ol serv-kâmetten” mısralarını vasiyet addederek İmam Hüseyin türbesinden şairin
kabrine gölge düşmesi için kubbeyi ortadan kaldırdığı şeklinde bir rivayet kaydetmektedir. 24
Bundan başka, Fuzûlî’nin Kerbelâ’da Abdülmü’min Dede Türbesi’nde defnedilmiş olduğu
rivayeti ise asılsızdır. 25
16. Halil İnalcık, Şair ve Patron, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2019, s. 7-8
17. Karahan, “FUZÛLΔ
18. İnalcık, a.g.e., s. 52
19. İnalcık, a.g.e., s. 53
20. Karahan, “FUZÛLΔ
21. İnalcık, a.g.e., s. 57
22. Ahdî, a.g.e., s. 241
23. Riyâzî, a.g.e., s. 259
24. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 689
25. Karahan, “FUZÛLΔ
18
Fuzûlî’nin Mezhebi ve Tasavvufî Görüşleri
Fuad Köprülü için, Fuzûlî’nin mezhebi sadece tarihi bir mesele olmaktan öte şairin
psikolojisini anlamak bakımından da ehemmiyet taşır. 26 Hakikaten şairin yazdıkları birazdan
anlatacağımız üzere nasıl mezhebini ve genel görüşlerinin sırrını bize açıyorsa, mezhebi ve
genel görüşleri de bize şairin yazdıklarındaki sırrı açığa çıkarıyor.
Köprülü ve Gölpınarlı, Fuzûlî’nin sünni olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. 27
Köprülü; Evliya Çelebi’nin bir matem merasiminde şairin Hadîkatü’s-Süedâ eserinin
okunmasına şehadetini, Kınalızâde’nin Fuzûlî’yi “Râfızî” addetmesini ve Katip Çelebi’nin
Keşfü’z-zünûn adlı eserinde şairin Matlau’l-i’tikâd’ının İmamiye ve Hukemâ ekollerine göre
yazıldığını belirtmesini buna ayrıca delil saymıştır. 28
Tasavvuf meselesinde ise, Gölpınarlı, Fuzûlî’yi kendisini tasavvufa kaptırmış birisi
olarak değil; ancak “zâhid” demenin imkanını 29 , vahdet-i vücûd felsefesini benimsemediğini 30 ,
herhangi bir tarîkât pîrine bağlılık göstermediğini 31 , diğer Hurûfî şairlerin aksine şiirlerinde
Hurûfîlik alameti hiçbir şeye rastlanmadığını 32 belirtmiştir.
Fuzûlî’nin Edebiyatı
Fuzûlî’nin şiiri, onun ilminin sınırlarını, belki sınırsızlığını gözler önüne sermektedir.
Bunun yanında muhtelif mevzularda kaleme aldığı eserlerden felsefe, tıp ve dinî ilimlerde
bilgili bir şahsiyet olduğu anlaşılmaktadır. 33 Zaten, şaire göre, şiir de ancak ilimle gelebilir. 34
Üç dil bilen şairde, Köprülü’nün nazarında büyük Arap ve Türk şairlerinden ziyade İran
şairlerinin etkisi büyüktür. Ahmedî ve Şeyhî gibi Osmanlı mesnevicileri, Çağatay edebiyatının
üstadı Nevâî ve bunlarla birlikte nüfuzları daha baskın olmak üzere Nesimî ve Habîbî’nin
tesiri olduğunu iddia etmiştir. 35
26. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 689
27. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 689; Fuzûlî Divanı, s. XIX
28. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 690
29. Fuzûlî Divanı, s. LXXVIII
30. Fuzûlî Divanı, s. LXXX
31. Fuzûlî Divanı, s. LXXX
32. Fuzûlî Divanı, s. LXXXIII
33. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 691
34. Fuzûlî Divanı, s. XXXVI
35. Köprülü, “FUZÛLΔ, s. 691
19
Gölpınarlı ise Fuzûlî’nin şiirinde Sa’di, Selman, Hâfız gibi İran şairlerinin 36 , Nevâî’nin 37 ,
Nizâmi’nin, Hayalî-i Kadîm’in ve Necâtî’nin 38 tesirlerinden uzun örneklerle bahseder. Bununla
birlikte Nesîmî ve Habîbî’nin tesirinin delilsiz ortaya atılan bir iddia olduğunu belirtmiştir. 39
Tezkireciler şairin kabiliyeti konusunda söz birliğindedir. Ahdî, şairin aruzdaki
maharetini takdir etmekte ve üç dilde şiir söylemeye kâdir olduğunu özellikle ifade etmektedir. 40
Beyânî’ye göre Fuzûlî, Nevâî ile birlikte eşi benzeri olmayan bir üslup yaratmıştır. 41
Gelibolulu Mustafa Âlî, onun Şark memleketlerinde Türkçe şiir söyleyenlerin üstadı olduğu
kanaatindedir. 42 Latîfî; Fuzûlî’nin şiir sanatının üstadı olduğunu, Nevâî tarzına yakın acayip
bir üslubu olduğunu ama buna karşın tarzında benzeri görülmemiş nispette güzel şiir söyleyen
bir şair olduğunu düşünmektedir. 43
Sonuç
Fuzûlî tüm bu hayatının, sanatının, derin felsefesinin neticesi olarak bir şairden çok
daha fazlası olmayı başarabilmiştir. Sanat mefhumunun ve sanat icra eden sanatçının misyonu
üzerinde ayrıca bir mütalaa yapmayacağız. Ancak belki de Fuzûlî, bir noktada birçok sanatçının
arzuladığı bir mevkide kendine yer edinmiş, o bilmediğimiz misyonu layıkıyla yerine
getirmiştir. Fuzûlî kabiliyeti ve kendine has üslubu sayesinde edebiyatını büyükçe bir sahada
duyurmuş ve Türk dilini konuşan halklar arasında Türkçenin devamlılığı açısından mühim bir
vazifeyi de ifa etmiştir. Fuzûlî, bugün, lehçesiyle, kendi felsefesiyle, coşkun lirizmiyle ve daha
sayamadığımız kabiliyetleriyle Türk şiir sanatının üstadı olarak tahtını koruyor ve gönüllerde
yer etmeye devam ediyor.
36. Fuzûlî Divanı, s. XL
37. Fuzûlî Divanı, s. XLIII
38. Fuzûlî Divanı, s. LIV
39. Fuzûlî Divanı, s. LXVI
40. Ahdî, a.g.e., s. 241
41. Beyânî, a.g.e., s. 150
42. Gelibolulu Mustafa Âlî, a.g.e., s. 186
43. Latîfî, a.g.e., s. 415
20
Kaynakça
Aşık Çelebi: Meşâ’irü’ş-şu’arâ (haz. Filiz Kılıç), Ankara, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018.
Bağdatlı Ahdî: Gülşen-i Şu’arâ (haz. Süleyman Solmaz), Ankara, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018.
Beyânî: Tezkiretü’ş-şu’arâ (haz. Aysun Sungurhan), Ankara, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018.
Fuzûlî Divanı (haz. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul, İnkılap Kitabevi, 2005.
Gelibolulu Mustafa Âlî: Künhü’l-Ahbâr (haz. Mustafa İsen), Ankara, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018.
İNALCIK, Halil: Şair ve Patron, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2019.
KARAHAN, Abdülkadir: “FUZÛLΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.
org.tr/fuzuli (24.06.2022).
KÖPRÜLÜ, M. Fuad: “FUZÛLΔ, MEB İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul, 1978.
Latîfî: Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (haz. Rıdvan Canım), Ankara, T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2018.
Riyâzî: Riyâzü’ş-Şuara (haz. Namık Açıkgöz), Ankara, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2017.
21
Kadircan ÇETİNKAYA
MENDERES HÜKÜMETLERİ DÖNEMİ (1950-1960) TÜRKİYE-IRAK
İLİŞKİLERİ
Giriş
1. Dünya Savaşı sonrası dağılan Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinde birçok devlet
kuruldu. Bunlardan şüphesiz en kritik ve önemli olanı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye
kurulan yeni devletler arasında güçlü konumunu ortaya çıkartmış, Atatürk’ün önderliğinde
başlatılan yenilik hareketleri kısa zamanda etkisini göstermiştir. Atatürk sadece Türkiye
içindeki durumu değil, çevre coğrafyaların da düzenine vakit harcamış ve bu minvalde birçok
işe imza atmıştır. 1 Balkan ve Sadabat anlaşmaları gibi adımlarla barış ve güven ortamı tesis
edilmeye çalışılmıştır. Atatürk’ün ölümü sonrasında da bu barış ortamı devam ettirilmeye
çalışılmış ancak 2. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu kaos ortamı bu durumun daha fazla
devam etmesine olanak bırakmamıştır. Buna rağmen Türkiye gerekli adımları atmaktan geri
durmamış, Almanların Türkiye üzerinden Irak’a geçme isteklerini cevapsız bırakan Türkiye,
İngiltere ve Irak dostluğunu devam ettirmeye yöneldiğini belli etmiştir.
Menderes Dönemi Türk Dış Politikasında Yaşanan Değişimler
27 yıllık CHP iktidarının yerini DP (Demokrat Parti) iktidarına bırakması şüphesiz dış
politikada da değişimlere sebebiyet vermişti. 1950 yılı Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve
her anlamda bir atılım yapmasının önünün açıldığı yıl olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda
Türkiye artık etrafındaki ülkelerle eşit seviyede olduğu düşünülen bir ülke konumundan,
Ortadoğu’nun hâmisi ve barışın koruyucusu bir ülke konumuna yükseliyordu. Dışişlerine
1. “Ankara Antlaşması (1926)”, t.y.
22
karakteristik olarak kibirli ve olaylara yüksek bir pencereden bakmayı seven Fuat Köprülü’nün
getirilmesi de bunun bir göstergesidir.
Türkiye bu hâmilik pozisyonunu, Batı ile Doğu arasında bir köprü vazifesi olarak
konumlandırmıştır. O döneme ait arşiv belgelerine bakıldığında birçok alanda Türkiye’den
Irak’a eğitmen yollandığı dikkati çekecektir. Bir süreliğine yollanan birçok eğitmenin sürelerinin
uzatılmasının istenmesi bu durumun Irak tarafınca da kabul edildiğini ortaya koymaktadır.
Irak eski Başbakanı Fazıl Cemal’in Türkiye hakkında gazetelere verdiği 1957 yılına ait
beyanatında Türkiye’nin her alanda Irak’ın çok ötesinde olduğunun kabulünü görebiliyoruz. 2
Şehirlerin yeniden yapılandırılması veyahut sanayileşme alanlarında gözlemlerini paylaşan
Fazıl Cemal, inşaat ve fabrika kurulumunda hızlı olunduğundan ve eğitim sisteminin ülke
çapına yayılmasından duyduğu hayranlığı iletmiştir. Irak’ın petrol gibi kıymetli bir hazineye
ve maddi olarak iyi durumlarda olduğuna değinen Fazıl Cemal, Türkiye ile daha sıkı temaslar
kurarak bu gelirin pozitif yönde kullanılmasının yollarının aranmasını da önermiştir.
Bu yıllarda, Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı inkılap hareketlerinin bir
sonucunu almıştır. Modernleşmesini hızla tamamlayan, demokrasiye geçişi en azından bu
dönemde sancısız atlatan ve gerek altyapı olsun gerekse sanayileşme olsun büyük adımlar
atan Türkiye tüm İslam dünyası içinde önderliğini ilan eden bir devlet konumuna yükselmiştir.
Aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden uzak duran Türkiye, askeri anlamda
da bölgede bir güç haline gelmiştir. Irak, Suriye ve Lübnan siyasileri, bu askeri gücün
Ortadoğu’da barışın yegâne koruyucusu olduğunu düşünüyordu. Barışın ancak güç ile
sağlanacağını düşünen Araplar, bu güç için Türkiye ile yakın temaslar kurulması gerektiğine
inanıyordu. Irak ile Türkiye’nin arasının iyileşmesinin bir nedeni de buydu. Bölge dışından
Pakistan’ın dahi Türkiye-Irak yakınlaşmasının barışın teminatı için önemli bir adım olduğunu
dile getirmesi veya barışı koruyacak gücü kendisinde bulan Mısır’ın Türkiye ile anlaşma
yapan Arap devletlerini kınaması da bunun göstergesidir.
Komünizm ve Siyonizm Propagandasına Karşı Barışçıl Ortadoğu İlişkileri
Daha önceden bahsettiğimiz Fazıl Cemal’in beyanatında dikkat etmemiz gereken
bir husus daha göze çarpmaktadır. Bu da Komünizm propagandasının Araplar arasında
yayılmasının yıkıcı etkileri olacağından ve Siyonizm ile Komünizmin beraber yol
yürüdüğünden bahsetmesidir. Batı’nın eğer kendisini komünist tehlikeden uzak tutmak
istiyorsa evvela Ortadoğu’da yayılan Siyonist harekete son vermesi ve Türkiye ile birlikte
bu bölgelerin komünizmden uzak olmasını sağlaması gerekiyordu. Gerçekten de komünizm
Araplar arasına Sovyet ajanlarından çok İsrail ajanlarınca sokulmaktaydı. Arapların bu bölücü
rüzgardan korunmasının yolu da Türkiye’den geçiyordu.
Türkiye o yıllarda komünizme karşı amansız bir mücadeleye girişmişti. Zaten ülkede
hukuken yasak edilen komünizm, baskılar sonucu ortaya çıkamıyor; çıksa da pek etkili
olamıyordu. Araplar da bu durumu iyi gözlemliyorlardı. Birçok yazışmada karşımıza çıkan
Türkiye’de İslam konusu, Arapların üzerinde durduğu bir konuydu. İslam’ın Türkiye’de
Atatürk devrinde bidatlarından ve taassuplarından kurtulduğunu ve DP döneminde temiz bir
din anlayışının yerleştiğini gözlemleyen Araplar, kendi ülkelerinde de bunun model alınarak
2. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30-1-0-
0/126-813-5, (Eski Irak Başbakanı Fazıl Cemali’nin Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrası Türkiye hakkında basına
verdiği beyanat. [07.09.1957])
23
komünizm ve siyonizm gibi akımlardan uzak durulacağını düşünüyorlardı. Bunun için de
Türkiye ile samimi ilişkiler içinde olunmalıydı.
Türkiye-Irak İlişkilerinin Zirvesi: Türkiye-Irak İşbirliği Anlaşması
Türkiye-Irak ilişkileri yukarıda da bahsettiğimiz çizgide devam ediyordu. CHP
döneminde imzalanan anlaşmaların devamlılığını da isteyen DP, o anlaşmaların tamamlanması
için 1955 tarihinde “Türkiye-Irak İşbirliği Anlaşması”nı imzaladı. 3 Bu anlaşma ile sınırların
güvenliği gibi birçok alanda karşılıklı işbirliği sağlandı. Uzunca bir sınıra sahip iki devletin
sınırlarında yapılacak yasadışı faaliyetlerle beraber mücadele etmesi ve karşılıklı ticaretin
artması amacıyla böyle bir anlaşma yapması barış namına önemli bir adımdı. İslam dünyası bu
durumu olumlu karşıladı. Mısır hariç tüm Arap devletleri ve Pakistan bu anlaşmayı kutlayan
mesajlar gönderdi. Adnan Menderes’in Irak ziyareti sırasında Celal Bayar ile yaptığı telgraf
görüşmeleri Irak, Suriye ve Lübnan halkının da Türkiye ile yakınlaşmaya sıcak baktığını
göstermektedir. Halkın büyük sevinç gösterileri içinde sokaklarda kendilerini karşıladığını
belirten Bayar, Adnan Menderes’in de Lübnan’a geçmesi gerektiğini, Lübnan halkının
kendisini karşılamak için hazırlık yaptığını iletmiştir.
Bu anlaşma ile Türkiye ile Irak içişleri haricinde birçok noktada işbirliği yapmayı
kabul etmiştir. Bu da iki devletin dostluğunu daha da pekiştirmiştir.
Türkiye-Irak İlişkilerini Soğutan Olay: 14 Temmuz 1958 Irak İhtilali
1. ve 2. Dünya Savaşları sonrası Ortadoğu’da bulunan devletlerden çok azı demokrasiye
geçiş yapmıştı. Geri kalan devletler krallıklar ile yönetiliyordu. Bu krallar tahtlarını yabancı
devletlerin desteği ile sağlamışlardı ve bu sebepten dolayı ülkelerinin kaynaklarını bu
devletlerin kullanımına bırakmışlardı. Bu durum bazı aydınları ve subayları rahatsız ediyordu.
Bu rahatsızlıkların artması ordu içinde kıpırdaşmalara, bu kıpırdaşmalar da ihtilallere neden
oldu. Abdülnasır önderliğindeki bir grup Mısır’da ihtilal yaptılar ve monarşiyi yıktılar. Bu
durum diğer ülkelerdeki subaylara ilham oldu. “Hür Subaylar” adı verilen bu hareketlilik bir
zaman sonra Irak’a da sıçradı. 1958 yılında ordu içinde cuntalaşma başladı ve sonuç olarak
14 Temmuz’da askeri ihtilal yaşandı. Kral 2. Faysal, Veliaht Abdülilah ve Başbakan Said Nuri
Paşa idam edildi.
Bu ihtilalin gerçekleştiği gün Kral 2. Faysal ve Başbakan Said Nuri Paşa Türkiye’yi
ziyaret edeceklerdi. Başbakan ve karşılama heyeti İstanbul’da misafirlerini beklerken Bağdat-
İstanbul seferi yapan bir uçak pilotunun haberi ile bir kargaşa başladı. İhtilal yapan Hür
Subaylar cuntası kralın ve başbakanın gelemeyeceğini çünkü görevden alındıklarını haberini
bir pilot ile göndermişti. Bu haber Ankara’nın büyük tepkisine sebebiyet verdi.
Türkiye derhal bölgeye müdahale edilmesini istiyordu. Amerika’nın Lübnan
örneğinde olduğu gibi Irak’a da müdahale etmesinin uygun olacağını düşünüyordu. Ancak
Amerika bölgenin İngilizlerin hakimiyet alanına girdiğini düşündüğünden bir müdahaleye
girişmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine Türkiye, kendisinin bölgeye müdahale edebilecek
durumda olduğunu ve bu ihtilal hareketini bastırıp düzeni tekrar sağlayabileceğini savunmaya
başladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar MAH (Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’nın eski ismi)’dan
3. BCA, 30-1-0-0/35-215-3, (Türkiye ile Irak arasına imzalanan karşılıklı işbirliği antlaşmasının temini.
[24.02.1955])
24
bölgede bir operasyon yapılırsa Türkmenlerin ve Arapların nasıl tavır alacağını araştırmasını
istedi. Araştırmada MAH Amerika’nın haberi ve izni olmadan bölgeye bir operasyon
yapılamayacağını belirttikten sonra Türkmenlerin büyük bir istekle Türkiye tarafında yer
alacağını belirtti.
Türkiye hızla ordularını sınıra dayandırsa da olası bir Rus müdahalesinden çekinildi.
İran ve Suriye’ye ortak harekât yapma teklifinde de bulunan Türkiye, Musul ve Kerkük
üzerinde bir Türk hakimiyeti başlamasından korkulduğu için, olumsuz sonuç aldı.
14 Temmuz İhtilali’nin en önemli noktalarından biri Türkiye’nin, Irak ile iyi ilişkiler
kurduğundan, göz ardı ettiği Türkmenleri artık görmeye başlamasıdır. Türkmenler de bu
dönemde bozulan ilişkileri değerlendirerek Türkiye ile işbirliği yollarını aramaya başladılar.
Başbakan Adnan Menderes’e isteklerini ilettikleri bir mektup yazdılar. 4 Bu mektupta
Türkmenler Türkiye’den;
1) Türkmen öğrencilere burs ve yurt imkanlarının sağlanarak Türkiye’de okumalarının
sağlanmasını. Okuyan öğrencilerin Irak’ta söz sahibi olmasının sağlanmasını,
2) Türkmenlerin yaşadığı sıkıntılardan dolayı Türkiye’nin Irak’a baskı yapması ve
Türkmenlerin haklarını savunmasını,
3) Sınırlara gelen Türkmenlerin ülkeye alınışında kolaylık sağlanmasını,
4) Türkmen tüccarların ticaretlerini Türkiye’de rahat yapmasının sağlanmasını,
talep ettiler.
Adnan Menderes’in ya da başka bir devlet adamının bu mektuba cevap verdiğine
dair elimizde bir belge bulunmamaktadır. Ancak sınırlara gelen Türkmenlerin mektupta talep
edildiğinin aksine sınırlardan içeri alınmadığını ve gelen göçmenlere karşı önlemler alındığını
valiliklerden merkeze yollanan telgraflardan öğreniyoruz.
Menderes Hükümetinin Irak’a operasyon yapma arzusu devam ederken Türkiye iç
siyaseti de karışmaya başladı ve 27 Mayıs 1960 tarihinde askeri ihtilal yaşandı.
Sonuç
Osmanlı Devleti’nin dağılması sonrası kurulan iki genç devletin ilişkileri inişli çıkışlı
olsa da daima iyi yönde ilerlemiştir. Ancak Atatürk’ün ölümü sonrası Türkiye’nin asıl ilgilenmesi
gereken Türkmeneli Türklerinin sorunları göz ardı edilmiş, ikili devlet ilişkilerinde tamamen
unutulmuştur. Bu durum günümüze kadar süren Irak’ta Türkleri yok sayma politikasına ve
Türklerin soykırıma uğramasına yol açmıştır.
4. BCA, 30-1-0-0/63-386-22, (Türkiye’deki Irak Türklerinin taleplerini havi mektup. [23.11.1959])
25
Kaynakça
“Ankara Antlaşması (1926)”, t.y.
Bakır, Tuğrul: Yeni Belgeler Işığında 14 Temmuz 1958 Irak İhtilali ve Türkiye’nin Irak’ın
Kuzeyine Müdahale Tasarıları, Oğuz-Türkmen Araştırmaları Dergisi, Cilt: 6, Sayı:1, s.
184-217
BCA, 30-1-0-0/35-215-1, (Türkiye ile Irak arasında karşılıklı işbirliği antlaşması dolayısıyla
Başbakan Adnan Menderes’in bir ajansa verdiği beyanat. [08.02.1955])
BCA, 30-1-0-0/35-215-3, (Türkiye ile Irak arasına imzalanan karşılıklı işbirliği
antlaşmasının temini. [24.02.1955])
BCA, 30-1-0-0/62-384-7, (Irak’la münasebetler hakkında notlar. [22.09.1957])
BCA, 30-1-0-0/63-386-22, (Türkiye’deki Irak Türklerinin taleplerini havi mektup.
[23.11.1959])
Kodal, Tahir: Adnan Menderes Dönemi Türkiye-Irak İlişkileri (1950-1960), Belgi Dergisi,
Cilt: 2, Sayı: 18, s. 1507-1524
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi
(BCA), 30-1-0-0/126-813-5, (Eski Irak Başbakanı Fazıl Cemali’nin Türkiye’ye yaptığı
ziyaret sonrası Türkiye hakkında basına verdiği beyanat. [07.09.1957])
26
Ömer Faruk AYDIN – Mert YALANIZ
SURİYE İÇ SAVAŞI’NDA SURİYE TÜRKMENLERİ
Giriş
17 Aralık 2010 günü Tunus’ta Muhammed Buazizi adında bir genç seyyar satıcı,
tezgahına el koyan zabıtalara karşı kendini ateşe vererek tepki gösterdiğinde birçok ileri
görüşlü, kültürlü, sözüm ona akıllı insan işlerin buraya geleceğini tahmin edemiyordu.
Ortadoğu’yu ve Kuzey Afrika’yı kucaklayan bu isyan ateşi, Batılı demokrasilerin gözünden
bakıldığında adalet, ifade özgürlüğü ve eşitlik kavramları ekseninde sözde baharı getirecekti.
Bu sözde bahar; Tunus, Mısır ve Libya’da hükümetleri devirdi, Suriye’de iç savaşa sebep oldu.
Kimi bölge ülkelerinde hükümetleri yeniledi, kimilerinde reformlara vesile oldu. Yoksulluğun,
işsizliğin, sefaletin açtığı yaralar daha da derinleşti. Adaletin, ifade özgürlüğünün, eşitliğin
tesis edilemediği görüldü. Olaylar neticesinde bölgelerde oluşan güç boşluğu, ekseriyetle
vekalet örgütler ve terörist gruplar tarafından dolduruldu. Az evvel adını sıralamış olduğum
devletler bizim için az önemli değiller ancak sınırdaşımız Suriye’deki iç savaş hiç şüphesiz
bizi daha derinden etkiledi. Soydaşlarımız olan Türkmenlerin savaşın ortasında kalmaları ve
bizzat Türkiye’den destek talepleri bu süreç içerisinde cevapsız kalmadı. Gerek siyasi gerek
askeri oluşumlarının kurulmasına Türkiye tarafından destek verildi.
Suriye İç Savaşı
“2011 yılının mart ayında Suriye’nin Dera kentinde başlayan ve rejimin sert karşılık
vermesiyle kısa sürede iç savaşa dönüşen Suriye olayları, bölgesel ve uluslararası politikanın
temel gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Türkiye de bu süreçten ziyadesiyle etkilenmiş
ve mesele, Türk dış politikasının öncelikli konularından birisi olmuştur. Süreç içerisinde
27
farklılaşan stratejiler üzerinden dış politikasını yürüten Türkiye, çok farklı motivasyon
kaynakları ve sistemik yönlendirmelere bağlı kalarak politikasını belirlemiştir.” 1
Suriye İç Savaşı’nı dünya siyaseti için mühim kılan temel faktörlerden biri bölgede
meydana gelen iktidar zaafiyeti ve güç boşluğunu terör örgütlerinin doldurması ve Batı rakibi
devletlerin bölgedeki etkinliğidir. Dünya ve ülkemiz için tehdit oluşturan DAEŞ, PYD, El-
Nusra Cephesi gibi Selefi, Sünni ve Marksist-Leninist görüşlerdeki bölücü terör örgütü ve
yapılanmaların Suriye’deki varlığını koruması ve etkinliğini arttırması gibi gelişmeler dünya
siyaset gündemini uzun süre meşgul etmiştir. Karşılaştırmalı olarak incelendiğinde; Zeynel
Abidin Bin Ali, Kaddafi, Mübarek gibi güçlü liderler devrilirken Esad’ın 2022 itibariyle hâlâ
yönetimde olmasının en önemli sebebi Rusya, Çin ve İran tarafından desteklenmesidir.
Suriye İç Savaşı’nın doğurduğu “göç” gerçekliği dünya siyasetini ve ağırlıkla ülkemizi
ilgilendiren en mühim meseledir. Büyük yıkıma yol açan bu savaşta hayatını kaybeden insan
sayısı milyonlara varmaktadır. “BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Bachelet, Mart 2011-Mart
2021 arasında Suriye’deki çatışmalarda öldürülen 350 bin 209 kişinin bir listesini derlediklerini
belirtti. Hayatını kaybeden yaklaşık 350 bin kişinin belirlemesinde katı bir metodoloji
izlediklerini vurgulayan Bachelet, “Rakamlarımız yalnızca tam adları ile tanımlanabilen,
ölüm tarihi belirlenmiş ve belirli bir ilde ölen kişileri içeriyor. Bu üç unsuru içermeyen bilgiler
hariç tutuldu ve mükerrer kayıtları önlemek için kapsamlı bir inceleme yapıldı.” dedi.” 2 Aynı
zamanda milyonlarca insan da ülkesini terk etmiştir. “15 Mart 2011’de ülkenin güneyindeki
Dera ilinde bir grup öğrencinin okul duvarına, “Ey doktor (Beşşar Esad) şimdi sıra sana
geldi.” 3 yazılmasıyla başlayan bu süreç, sayısı milyonları aşan insanın ülkemize girişiyle, iç
politikamızdaki birçok sorunu tetiklemesiyle beraber devam etmektedir. 2011 yılının Nisan
ayında ilk sığınmacı kafilesi Türkiye’ye giriş yapmıştır. Zaman geçtikçe iç savaşın aktörleri,
örneğin DAEŞ, şiddetini oldukça arttırmasıyla kitlesel göçün hızı da ziyadesiyle artmıştır.
“Çatışma, şiddet ve zulüm sebebiyle zorla yerinden edilen kişilerin sayısı küresel çapta rekor
düzeylere ulaşırken; Türkiye dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmayı
sürdürmüştür. Türkiye, yaklaşık 3,6 milyon kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra 320.000 kadar
diğer uyruklardan UNHCR’nin ilgi alanına giren kişiye de ev sahipliği yapmaktadır.” 4
“Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütünün daha rakam 4 milyonda iken bile yakın tarihin
tek başına en büyük mülteci akını şeklinde vasıflandırdığı (UNCHR, 2015) Suriyelilerin ülke
dışına mecburi göçleri, Suriye iç savaşının olumsuz etkilerinin çok geniş bir coğrafyada
hissedilmesine ve dolayısıyla tartışmalara daha fazla konu olmasına yol açmıştır. Öyle ki
bir noktadan sonra başta Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok yerde Suriye meselesi büyük
oranda mülteciler boyutuyla konuşulur olmuştur. Rakamlardan anlaşılacağı gibi, ülke dışına
göç etmek zorunda kalan Suriyelilerin yarıdan fazlasına tek başına Türkiye ev sahipliği
yapmaktadır. Sadece birkaç yıllık dönemde gerçekleşen böyle yoğun bir göç dalgası, şüphesiz
hem gelenler açısından hem de Türkiye devleti ve toplumu açısından çok önemli etkileri olan
büyük bir olaydır.” 5
1. Sami Kiraz, Türkiye’nin Doğrudan Müdahale Öncesi Dönemde Suriye İç Savaşı’na Yönelik Dış Politikasının
Analizi, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, s. 101
2. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bm-suriye-ic-savasinda-olumleri-teyit-edilenlerin-sayisi-350-bin-gercek-rakam-ise-cok-fazla/2374165,
(16.12.2022)
3. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suriyedeki-ic-savas-10uncu-yilini-geride-birakti/2175301, (16.12.2022)
4. https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar, (16.12.2022)
5. Hakan Samur, Murat Cihangir, Suriye Krizi Hakkında Suriyelilerin Düşünceleri: Aktörler, Sorumlular ve
28
Türkiye bu gelişmeler ışığında “coğrafi sınırlandırmayı sürdürerek ve bu bağlamda Avrupa
dışında gerçekleşen olaylardan dolayı Türkiye’ye gelmiş mülteciler için üçüncü ülkeye
yerleştirmeyi en çok tercih edilen çözüm olarak koruyarak; 1951 Sözleşmesi ve 1967
Protokolü’ne taraftır. Türkiye, uluslararası standartlara uygun etkin bir ulusal sığınma sistemi
inşa edebilmek için yasal ve kurumsal reformlar gerçekleştirmektedir. 2013 Nisan ayında,
Türkiye’nin ilk sığınma kanunu olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından uygun bulunmuş ve 11 Nisan 2014’te yürürlüğe girmiştir.
Kanun, Türkiye’nin ulusal sığınma sisteminin temel dayanaklarını ortaya koyup; politika
oluşturma ve Türkiye’deki tüm yabancılara ilişkin işlemlerden sorumlu olan başlıca kurum
olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nü kurmuştur. Türkiye aynı zamanda, Türkiye’de geçici
koruma sağlanan kişilerin hakları, yükümlülükleri ve bu kişilere ilişkin prosedürleri ortaya
koyan Geçici Koruma Yönetmeliği’ni 22 Ekim 2014 tarihinde kabul etmiştir.” 6
Suriye’de Türkmen Varlığı
Türkler, Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapılarını açmadan evvel Suriye’yi
kendilerine yurt bellemişlerdi. Suriye Türkmenleri yedinci yüzyıldan itibaren bölgede varlık
göstermektedir. 7 Türkmen ifadesi, Maveraünnehir bölgesindeki Müslümanlar tarafından
İslâmiyet’i kabul eden Oğuzlar için Gayrimüslim Oğuzlardan ayırt etmek için kullanılmaya
başlanmıştır. 8 Tolunoğulları ile başlayan Suriye’deki Türk idaresi, Memlükler ve akabinde
Osmanlı İmparatorluğu ile devam etmiştir. Bilhassa Suriye’nin kuzeyi tamamen Türkleşmiştir.
30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası bölgede Osmanlı hakimiyeti sona ermiş
ve Suriye Türkmenleri için sıkıntılı süreçler baş göstermeye başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı esnasında gelişen Arap milliyetçiliği, Suriye Türkmenleri için
problem olmaya başlamıştır. Osmanlı hakimiyetinden sonra Fransız idaresine giren Suriye’de,
etnik gruplar arasındaki ayrım Fransız politikaları çerçevesinde iyice derinleşmiştir.
Fransızların bölgeden çekilişinden sonra 1958’de Mısır ve Suriye’nin bir araya gelerek
oluşturduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin başına, Suriye Devlet Başkanı Türk kökenli Şükrü
Kuvvetli’nin başkanlıktan çekilmesiyle Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır geçmiştir.
Abdülnasır, ırkçı ifadeleri ve Türk düşmanlığı ile Suriye toplumundaki ayrımı derinleştirmeye
devam etmiştir. Özellikle Suriye Türkmenleri bürokrasiden ve askeriyeden uzak tutulmaya
başlanmıştır. 9 Bu durum Abdülnasır’ın verdiği bir demeçte daha iyi anlaşılıyor: “…’Ey
büyük Tanrım, İngilizleri kahret!’ zamanla öğrendim ki bu sözler, bize Memlükler devrinden
kalmadır… Dedelerimiz buna benzer bir bedduayı vaktiyle Türklere karşı ederlermiş: Ey
Tanrım… Sen Türk’ün belasını ver!” 10
Baas Partisi’nin 8 Mart 1963’te askeri darbe ile iktidarı ele geçirmesiyle Suriye’de
yeni bir dönem başlamıştır. Yıllardır devlet kurumlarından uzaklaştırılan ve baskı altında olan
Suriye Türkmenleri, Hafız Esad’ın iktidarı ele geçirmesiyle asimile edilmeye ve Araplaştırma
Çözüm Yolları, Göç Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, s. 219
6. https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar, (16.12.2022)
7. Ülküm Gözde Gündoğdu: Suriye İç Savaşı ve Suriye Türkmenleri, Ankara, Nobel Akademik Yayıncılık,
2021, s. 1
8. Faruk Sümer, “TÜRKMENLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/turkmenler
(16.12.2022)
9. Gündoğdu, a.g.e., s. 28
10. İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1999, s. 29
29
politikalarına daha da güçlü şekilde maruz bırakılmaya devam edilmiştir. Esad’ın bu nefretindeki
sebeplerden biri de kendisinin Nusayri-Şii olmasına karşı Suriye Türkmenlerinin Sünni-
Hanefi mezhebe mensup olmalarıdır. 11 Suriye’de Türkmenler üzerindeki baskının diğer bir
sebebi ise Türkmenlerin Türkiye Cumhuriyeti ile olan etnik bağlarıdır. Bu sebeple Türkiye ve
Suriye arasında yaşanan PKK ve su sorunları Türkmenler üzerinde de ciddi baskı yaratmıştır. 12
Ayrıca Suriye Türkmenleri, Türkiye’nin bölgedeki casusları olarak görülmektedir. 13 Hafız
Esad’ın ölümü sonrası Devlet Başkanı olan Beşşar Esad döneminde Türkiye ile ilişkilerde
yaşanan iyi gelişmeler Suriye Türkmenleri üzerindeki politikalarda da yumuşama meydana
getirmiştir. Bu yumuşama dönemi Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçraması ile son bulmuştur.
Suriye Türkmenlerinin uzun süredir uğradığı asimilasyonun da etkisiyle Türkmen nüfus
hakkında net bir veriye ulaşılmamaktadır. Özelikle İç Savaş’ın başlamasıyla çatışmalardaki
kayıpların, iç ve dış göçlerin neticesi ile iyice belirsiz hale gelmiştir. ORSAM’ın 2011 yılındaki
çalışmasına göre; Suriye’de 1,5 milyon Türkçe konuşan, 2 milyon Türkçe konuşmayı unutmuş
ve tamamen Araplaşmış, toplam 3,5 milyon Türkmen nüfus vardır. 14 Halep, Bayır-Bucak,
İdlib, Rakka, Hama, Humus, Dera, Şam, Tarsus ve Golan bölgeleri yaygın Türkmen nüfusa
sahip önemli yerleşim yerlerindendir. 15
Uzun yıllar boyunca asimile ve Araplaştırma politikalarına maruz kalan Suriye
Türkmenleri, gördükleri baskı sebebiyle örgütlenebilme kabiliyetine sahip olamamıştır.
Yukarıda kısaca değindiğimiz tarihî olaylar, Suriye İç Savaşı’nda Suriye Türkmenlerinin
faaliyetlerini anlayabilmemiz açısından bir ışık tutmaktadır. Ülkenin ana unsurlarından Suriye
Türkmenleri olmadan bir Suriye düşünülemez.
Suriye Türkmenlerinin Suriye İç Savaşı’nda Siyasi ve Askeri Faaliyetleri
Suriye İç Savaşı’nın başlaması ile Suriye Türkmenleri de rejime karşı muhalif saflar
içerisinde yer aldı. Uzun süredir maruz kaldıkları baskı ve zulüm diğer etnik gruplarda da
olduğu gibi Suriye Türkmenlerinin örgütlenmesine engel oluşturmuş ancak buna rağmen iç
savaşın başlaması ile Türkmenler arasında ulusal bir bilincin geliştiği görülmüştür. Askeri ve
siyasi alanda tecrübesizlik ve güçlü bir lider profili ortaya çıkmaması gibi sorunlar olsa da
Türkmenler örgütlenme faaliyetlerine başlamışlardır. 16 Siyasi yapılanmaların ilk ve önemli
oluşumları, Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleşmiştir.
Siyasi Parti oluşumlarından ilki, Suriye Türkmen Kitle Partisi 15 Şubat 2012’de
Türkiye’deki Suriye Türkmenleri tarafından İstanbul’da kurulmuştur. Daha sonra ikinci
oluşum olarak Suriye Türkmenleri Derneği’nin siyasal bir harekete dönüştürülmesiyle 21
Mart 2012’de Suriye Türkmen Demokratik Hareketi kurulmuştur. Hareket’in Suriye Ulusal
Konseyi’nde 16 üye kazanmasından sonra 2 Mart 2014’te Suriye Türkmen Milli Hareket
11. Gündoğdu, a.g.e., s. 38
12. Yusuf Ziya Bölükbaşı, Etnisite, Kimlik ve Dış Politika: Türkiye’nin Suriye Türkmenleri Politikası, PESA
International Journal of Social Studies, Cilt: 4, Sayı: 1, s. 110.
13. Gündoğdu, a.g.e., s. 38
14. Suriye’de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum: Suriye Türkmenleri, ORSAM-Ortadoğu Türkmenleri
Programı Raporu, Ankara, 2011, s. 5
15. Gündoğdu, a.g.e., s. 144
16. https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/suriye-ic-savasinin-turkmenler-uzerindeki-etkileri/702594,
(16.12.2022)
30
Partisi kurulmuştur. Daha sonra sırasıyla Osmaniye’de Suriye Türkmen Nahda Partisi ve
Halep’te 25 Ağustos 2019 tarihinde Türkmen Milli Vefa Partisi kurulmuştur. 17
Siyasal partilerin oluşturulmasının yanı sıra partiler üstü bir oluşumun gerekliliği de
gün yüzüne çıkmıştır. Böylece yine Türkiye’de yaşayan Suriye Türkmenlerinin öncülüğünde
2012 yılında Suriye Türkmenleri Platformu kurulmuştur. Suriye Türkmenleri Platformu’nun
15 Aralık 2012 yılında İstanbul’da düzenlediği ilk toplantısında bir Türkmen meclisinin
kurulması hedeflenmiştir. Yapılan çalışmalar doğrultusunda 29 Mart 2013 tarihinde 400
Türkmen delegenin oyları ile Suriye Türkmen Meclisi (STM) kurulmuştur. 18 Ne yazık ki
2020’nin Mayıs ayında STM’nin son başkanı Vecihi Cuma’nın istifa etmesinin ardından
Meclis, faaliyetlerini noktalamış ve halen daha toplanamamaktadır. 19
Suriye Türkmenleri siyasi mücadelesini verirken aynı zamanda askeri mücadelelerini
de sürdürmüşlerdir. İç savaşın başlamasıyla beraber rejim güçlerine karşı silahlı mücadeleye
girmişlerdir. Önemli Türkmen nüfusuna sahip bölgeler olan Bayır-Bucak, Halep, Humus,
Rakka, Şam, İdlib, Hama ve Tartus’da askeri birlikler oluşturulmuştur. Türkmenler Esad
rejiminin yanında DAEŞ ve PYD ile de sahada mücadele vermiş, 2015 sonrası Rusya’nın Esad
rejimi yanında savaşa dahil olmasıyla ağır kayıplar vermişlerdir. Türkiye’nin sınır güvenliğini
sağlamak ve Kürt koridorunun önüne geçmek için başlatmış olduğu Fırat Kalkanı Harekâtı
sonrasında askeri yapılar yeni bir oluşum sürecine girmiştir. 30 Aralık 2017’de Suriye Milli
Ordusu, 20 Mayıs 2018’de ise Ulusal Özgürleştirme Cephesi kurulmuş ve her iki askeri oluşum
da Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı’na bağlandıklarını açıklamıştır. Bu yapı
bünyesinde faaliyet yürüten en önemli Türkmen Tümenleri ise Sultan Murat Tümeni, Hamza
Tümeni, 2. Sahil Tümeni, Muntasır Billah Tümeni ve Fatih Sultan Mehmet Tümeni’dir. 20
Suriye Türkmenlerinin hem askeri hem de siyasi yapılanmaları, Suriye’nin etnik olarak
bölünmesini istemiyordu. Türkmen partilerinin temel ilkeleri demokratik, özgür bir Suriye
isteğiyle şekillenmişti. Türkmen askeri birlikleri bu bağlamda hem rejim ile hem de etnik bölücü
PYD gibi yapılarla mücadele etmiştir. Türkmen askeri birlikleri, Türkiye’nin düzenlediği Fırat
Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekatlarında aktif rol üstlenmişlerdir. Bu harekatlar
sonucunda temizlenen bölgelerde Türkmen siyasi oluşumları da faaliyetlerine başlamıştır.
İstanbul’da kurulan Kitle Partisi ilk genel kongresini 2019’da Halep’te düzenlemiştir.
Sonuç
Bin yıldan fazla sürede Türk varlığını taşıyan Suriye’de Türkmenler 20. yüzyıldan
beridir uğradıkları baskı ve zulme rağmen Türk varlığını halen daha devam ettirmektedirler.
Uğradıkları asimilasyon politikaları, devlet kurumlarından uzaklaştırma, demografik
yapılarının bozulma çabaları gibi durumlarla yıpransalar dahi İç Savaş sürecinde büyük bir
direnç göstermişlerdir. Baas rejiminin baskısı altında örgütlenemedikleri halde Türklüğün
teşkilatçılık özelliğini bir kez daha dünyaya göstererek kısa sürede uluslararası alana kadar
uzayan oluşumlar kurmayı başarabilmişlerdir. Osmanlı hakimiyetinden sonraki süreçte her
daim Türkiye Cumhuriyeti ile anılan Türkmenlerin savaş esnasında da siyasi faaliyetlerinin
17. Ülküm Gözde Gündoğdu, a.g.e., s. 158-180
18. Abdurrahman Mustafa, Suriye’de Türkmen Gerçeği, ORSAM, 2015, s. 6.
19. https://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-kursad-zorlu/3322800-suriye-turkmen-meclisine-ne-oldu-neden-hala-toplanamiyor,
(16.12.2022)
20. Gündoğdu, a.g.e., s. 181
31
merkezinin Türkiye olması beklenilen bir durumdur. Bu süreçte her daim Türkiye tarafından
destek verilmiş aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’deki kara harekatlarında Türkmenler
kilit rol oynamışlardır. Demokratik, özgür bir Suriye için Türkmenler mücadeleye devam
etmektedirler.
32
Kaynakça
ARSEL, İlhan: Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1999.
BÖLÜKBAŞI, Yusuf Ziya: Etnisite, Kimlik ve Dış Politika: Türkiye’nin Suriye Türkmenleri
Politikası, PESA International Journal of Social Studies, Cilt: 4, Sayı: 1, s. 105-123
GÜNDOĞDU, Ülküm Gözde: Suriye İç Savaşı ve Suriye Türkmenleri, Ankara, Nobel
Akademik Yayıncılık, 2021.
https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/suriye-ic-savasinin-turkmenler-uzerindekietkileri/702594,
(16.12.2022)
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bm-suriye-ic-savasinda-olumleri-teyit-edilenlerin-sayisi-350-
bin-gercek-rakam-ise-cok-fazla/2374165, (16.12.2022)
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suriyedeki-ic-savas-10uncu-yilini-geride-birakti/2175301,
(16.12.2022)
https://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-kursad-zorlu/3322800-suriye-turkmenmeclisine-ne-oldu-neden-hala-toplanamiyor,
(16.12.2022)
https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar, (16.12.2022)
KİRAZ, Sami: Türkiye’nin Doğrudan Müdahale Öncesi Dönemde Suriye İç Savaşı’na
Yönelik Dış Politikasının Analizi, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2,
s. 99-140
MUSTAFA, Abdurrahman: Suriye’de Türkmen Gerçeği, ORSAM, 2015
SAMUR, Hakan; CİHANGİR, Murat: Suriye Krizi Hakkında Suriyelilerin Düşünceleri:
Aktörler, Sorumlular ve Çözüm Yolları, Göç Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, s.
216-240
Suriye’de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum: Suriye Türkmenleri, ORSAM-
Ortadoğu Türkmenleri Programı Raporu, Ankara, 2011
SÜMER, Faruk: “TÜRKMENLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.
org.tr/turkmenler (16.12.2022).
33
Ahmet Talha PEPENOĞLU
TÜRKMENELİ’NDE PKK/PYD TERÖR ÖRGÜTÜYLE MÜCADELE
Giriş
Türkmeneli’nde yaşanan etnik terör faaliyetleri gün geçtikçe artmakta ve PKK’nın
Suriye’de işgal ettiği bölgelerde kendisine geniş bir saha bulmaktadır. Yazının ilk bölümlerinde
PKK’nın Türkmeneli’ndeki yapılanmasını ve faaliyetlerini anlatmaya çalıştık daha sonraki
bölümde ise PKK ve PYD bağlantısını anlatarak bu iki ismin aslında tek bir terör örgütü
olduğunu açıkladık. Son bölümde ise Türkiye’nin bu bölgelere yapmış olduğu harekatları
özetleyerek Türkmeneli bölgesinde verilen mücadeleyi inceledik.
1. PKK ve Türkmeneli
Kürtlerin haklarını savunmak iddiasıyla ortaya çıkan PKK terör örgütü yıllar içerisinde
Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da farklı isimlerle eylemlerini gerçekleştirmiş ve bu örgütleri
KCK yapılanmasıyla tek bir çatı altında toparlamıştır. PKK/KCK’nın etnik terör faaliyetleri 1
sonucunda yaklaşık olarak bin yıldır Türk nüfusun çoğunluğu oluşturduğu, mimarisi ve
sanatında Türk etkisinin yoğun olduğu Türkmeneli, Türk nüfusun güneye itilmesi sonucu
Türksüzleştirilmiş ve bu alanda Kuzey Irak Kürt Yönetimi adı altında bir özerk bölge
oluşturulmuştur. 4 ayaklı Kürdistan planının Suriye ayağı olan PYD, 2002 yılında yapılan
PKK’nın 8. Kongresine Abdullah Öcalan’ın talimat göndermesi sonucu kurulmuştur. 2011
1. Etnik terörizm alt etnik grubun davasını yüceltmek için yaptığı bilinçli şiddet hareketi olarak tanımlanabilir.
Bu şiddet hareketi bağımsız bir devletin kurulmasına yönelebileceği gibi, ülke içinde belli bir etnik azınlığın
diğerlerinden ayrı bir statüye kavuşturulmasına da yönelebilmektedir’’ https://www.teram.org/Icerik/etnik-terorizm-nedir-98,
(25.08.2022)
34
yılında çıkan Suriye iç savaşında otorite boşluğunda yararlanan PYD silahlanmaya giderek
YPG’yi kurmuştur.
Suriye İç Savaşı’nda, Suriye’nin iç tarafları ve Suriye’nin kuzeyi birçok farklı terör
örgütünün faaliyet alanı olmuştur ve bunlardan en tehlikelisi olarak görülen DAEŞ yapmış
olduğu zulümlerle herkesin ortak nefretini kazanmıştır. Türkiye, DAEŞ ile mücadele için Fırat
Kalkanı Operasyonu’nu yaparken ABD, PYD/YPG’ye silah yardımı yapmayı tercih etmiştir. 2
Böylelikle PKK’nın Suriye kolu olan YPG hem güçlü bir müttefik kazanırken hem de DAEŞ
ile mücadele adı altında Suriye’nin kuzeyinde kendisine faaliyet alanı oluşturmaya başlamıştır.
Bu hamleden de anlaşıldığı üzere ele geçirdiği bölgelerde etnik terör yöntemleriyle Suriye’nin
kuzeyinde etnik homojenleştirmeye giderek sözde Kürdistan’ın Irak’tan sonra ikinci ayağını
tamamlamak uğraşındadır.
1970’li yılların gerilimli ortamında kurulmuş olan PKK terör örgütü ilk günlerinde Marksist-
Leninist bir çizgi takip etmiş 3 ancak ilerleyen dönemde giderek ırkçı bir çizgide Kürtçülük
yapmaya başlamıştır. Öcalan, PKK yapılanmasını Türkiye içerisinde oturttuktan hemen sonra
Suriye, Irak ve İran’da da yapılanmalar oluşturmaya çalışmış ancak 90’lı yıllarda Türkiye’de
terörle mücadelede büyük adımlar atılarak PKK giderek zayıflatılmış ve Öcalan’ın 15 Şubat
1999 tarihinde yakalanmasıyla birlikte örgüt tamamıyla yeraltına çekilmiştir.
2. PKK’nın Irak ve Suriye Yapılanmaları
2.1. PKK’nın Suriye Yapılanması
Abdullah Öcalan, Ağustos 1979 tarihinde Türkiye üzerinden Suriye’ye geçiş yaptı.
Öcalan Suriye’ye gelmeden önce burada sağladığı bağlantılar sayesinde El-Fetih Örgütünün
kamplarında kendine bağlı militanların eğitimlerine başladı. 4 Kendisi ise uzun yıllar ikamet
edeceği Şam’a yerleşti ve PKK/PYD terör örgütünün ilk karargâhı Şam’da kurulmuş oldu.
20-24 Nisan 2002 tarihinde gerçekleştirilen PKK’nın 8. Kongresinde Öcalan’ın 4 ayaklı
Kürdistan tezi için PKK’nın Suriye kolunun oluşturulması kararlaştırıldı ve bu doğrultuda 17
Ekim 2003 tarihinde Partiya Yekitiya Demokrat (PYD) kuruldu. 5 PYD için dönüm noktasını
Suriye İç Savaşı teşkil etti. Suriye’de oluşan otorite boşluğundan yararlanan terör örgütü
silahlanmaya giderek Halk Savunma Birlikler’ini (YPG) hayata geçirdi. Suriye’de rejimden
kaçarak Irak’a sığınan Salih Müslim’in 6 de 2011 yılında ilan edilen genel afla Suriye’ye
dönmesiyle örgüt hızlı bir şekilde Suriye’de silahlı yapılanmayı tamamladı. Müslim,
yapılanmanın PKK’yla bağlantılı olduğunu ise Kurdwatch’e verdiği röportajda itiraf ederek
2. Dönemin ABD Savunma Bakanı Ashton Carter: “Daha önce zaten silah vermiştik, onlar Suriyeli Demokratik
Güçler’in bir parçası. Suriyeli Kürtlerle çalışmaya devam edilmesini destekliyorum.” https://www.aa.com.tr/tr/
dunya/ashton-carter-suriyeli-kurtlerle-calismaya-devam-edilmesini-destekliyorum/650984#, (25.08.2022)
3. Nihat Ali Özcan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, Ankara, ASAM, 1999, s. 55
4. Nihat Ali Özcan, a.g.e., s. 244
5. PKK/KCK Terör Örgütünün Suriye Kolu: PYD-YPG, İçişleri Bakanlığı, 2017, s. 6-7.
6. 2015 yılına gelindiğinde Türkiye’de devam eden Çözüm Süreci son bulmuş ve Salih Müslim resmî olarak
Türkiye tarafından terörist ilan edilmiştir.
35
Apo’nun felsefesini uyguladıklarını belirtmiştir. 7
2.2. PKK’nın Irak Yapılanması
PKK’nın Irak yapılanması, Irak-İran savaşı yıllarına rastlar. Bu dönemde savaşan iki
ülkenin çeşitli Kürt gruplarına destek vermesi sonucunda bu gruplar Türkmeneli bölgesinde
güçlenmeye başladı. 1983 yılında Barzani-PKK ittifakı kuruldu ve bu yıl içinde Barzani,
Irak’ın kuzeyinde önemli noktaları ele geçirdi. Ele geçirilen noktalarda Türkmen nüfus kırıma
uğradı (Irak’ta savaştan hemen önce iktidara gelen Saddam rejimi bölgedeki Türkmen nüfusu
azaltarak petrol sahalarında Arap nüfusu hakim kılma çabasına girişmişti). Irak-İran savaşının
bitmesiyle Saddam, güçlenen Kürt grupların üzerine harekatlar düzenledi, Irak ordusu Barzani
ve Talabani gruplarını Türkiye sınırına kadar süpürürken yeraltından henüz kafasını çıkarmamış
olan PKK bu harekatlardan kötü etkilenmedi, aksine Irak’taki iki güçlü rakibi yok oldu, Irak
hükümeti ile de anlaşan Öcalan, örgütünü Kuzey Irak bölgesine yerleştirdi, Saddam savaşta
eriyen ordusunu Türkiye sınırına yerleştirmek yerine sınır güvenliğini PKK’ya bıraktı. 8
Bölgede Saddam’ın yaptığı zulümlere karşı koymak amacıyla ABD öncülüğünde
başlatılan harekatlarda ABD’nin Saddam karşısında desteklediği örgüt PKK oldu. PKK,
Barzani ve Talabani’nin bölgeden silinmesiyle önce Irak Hükümeti ile anlaşma yoluna gitti ve
ardından ABD ile masaya oturması sonucunda Kuzey Irak’ta tek hakim güç konumuna geldi
ve örgüt Şam’dan sonra 2. Merkez Karargahını Kandil’de oluştururken başına Osman Öcalan
geçti. 9
ABD’nin etkisiyle 1991 yılında Kuzey Irak’ta Kürtler tek taraflı özerklik ilan etti,
1992 yılında gidilen seçimde Barzani ve Talabani’nin ittifaka gitmesiyle PKK saf dışı kaldı ve
parlamentoya giremedi, kurulan hükümetin başına ise Talabani geçti. PKK, Barzani-Talabani
ikilisine karşı bölgede silahlı kuvvet kazanmaya devam ederken Turgut Özal, Türkiye ve
PKK’nın barış sürecine girmesi ve ateşkes ilan edilmesi için uğraştı. 1993 yılının Mart ayında
bu ateşkes PKK tarafından tek taraflı ilan edilse de 10 Özal’ın ölümüyle PKK, Türkiye’ye
karşı saldırılarına devam etmiştir (PKK ile masaya oturma hatasına daha sonra dönemin AKP
hükümeti düşecek ve sonu yine başarısızlık olacaktır). 1992-1999 yılları arasında Türkiye’nin
tavizsiz bir şekilde etnik terörle mücadele etmesi sonucunda terörist elebaşı Öcalan tutuklanıp
Türkiye’ye getirildi ve örgüt 2002 yılında KADEK adıyla ortaya çıkana kadar tamamen
yeraltına çekildi. PKK terör örgütü, 2004 yılında saldırılarına yeniden başladı ancak bu
sefer devlet terörle tavizsiz bir şekilde mücadele etmek yerine müzakere masasına oturdu,
“Çözüm Süreci” olarak adlandırılan bu dönem “Açılım Süreci”ni de içine alırsa 2009-2016
yılları arasını kapsar. Örgüt bu dönemde güç kaybetmenin ve geri çekilmenin aksine gittikçe
güçlendi ve Suriye’de de iç savaş ortamından yararlanarak önemli şehirleri elde etti.
3. PYD/YPG Terör Örgütü ve PKK Bağlantısı
7. PKK/KCK Terör Örgütünün Suriye Kolu: PYD-YPG, İçişleri Bakanlığı, 2017, s. 12.
8. Nihat Ali Özcan, a.g.e., s. 265-266
9. Nihat Ali Özcan, a.g.e., s. 267
10. Abdullah Öcalan, Hasan Cemal ile 1993 yılı Nisan ayında yaptığı röportajda tek taraflı ateşkes ilan ettiklerini
şu sözlerle açıklıyor ‘’Kendi gücümüze güvendiğimiz için geçen ay (1993’ün mart ayı ortası) tek taraflı
olarak ateşkes ilan ettik’’. https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/1993-nisan-ayi-bekaa-da-apo-yla-sohbet-silahli-mucadeleyle-her-iki-taraf-da-kesin-bir-ustunluk-saglayamaz,30004,
(25.08.2022)
36
Avrupalı devletlerin çoğu ve ABD PYD/YPG’yi terör örgütü olarak görmemektedir.
YPG’nin temsilcilik binaları DAEŞ’in en güçlü günlerini yaşadığı 2015-2016 yılları arasında
birçok farklı ülkede faaliyetlerine başladı. 11 Avrupalı devletlerin ve ABD’nin desteklerine
rağmen PYD/YPG’nin PKK’ya bağlı bir terör örgütü olduğu ise çok açıktır.
PYD’nin kuruluş amacı terörist elebaşı Abdullah Öcalan’ın 4 ayaklı Kürdistan’ının
Suriye kolu olması amacıyla ve bizzatihi Öcalan’ın PKK kongresine İmralı’dan talimat
göndermesi sonucunda 2003 yılında kurulmuştur. Örgütün ilk liderleri ‘eş başkan’ sıfatlarıyla
Salih Müslim ve Asya Ayşe olmuştur. Salih Müslim, PYD’nin kuruluşundan kısa bir süre
sonra Suriye’de kalamamış ve Kuzey Irak’a kaçmak zorunda kalmıştır. 2011 yılında, Suriye
Devlet Başkanı Esad’ın af çıkarmasının ardından ülke dışına kaçmak zorunda kalmış olan
PYD liderleri Suriye’ye gelebilmiştir.
PKK/KCK yapılanmasıyla PYD/YPG yapılanmasının aynı kaynaktan beslendiği
yayımlamış oldukları tüzüklerle de sabittir. KCK Sözleşmesinde, PKK tüzüğünde ve YPG
tüzüğünde ‘’demokratik konfederalizm’’ ‘’demokratik kondeferal’’ yönetim sisteminin
amaçlanması, ‘’cinsiyet özgürlüğü’’ ‘’ekolojik yaşam’’ın vurgulanması ve PYD tüzüğünde
‘’bütün Kürdistan parçalarında’’ ve ‘’Kürdistan Ulusal Birliği’’ gibi ifadelerin yer alışı
PYD’nin sadece Suriye ile alakalı olmadığını muhayyel Kürdistan’ın bütün parçalarında
eylem amaçladıklarını gözler önüne sermektedir. 12
PYD/YPG’nin, PKK/KCK yapılanmasıyla eşgüdümlü olduğunu gösteren bir diğer
delil ise yakalanmış olan örgüt mensuplarının ifadelerinde açıkça gözükmektedir. Bunu
örneklendirmek gerekirse ele geçirilen örgüt mensubu C. K. “PYD’nin Suriye’de PKK
terör örgütüne eleman temin etmek amacıyla kurulduğu, terör örgütünün parçası olduğu ve
Suriye’de Demokratik Özerkliği hayata geçirmeye çabaladığı” şeklinde ifade vermiştir. 13
PKK ve YPG arasındaki bağı açıkça ifade eden ABD ve çeşitli ülkelerdeki yetkililer
de mevcuttur. ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, Türkiye’nin YPG
isminden rahatsız olduğunu örgüte ileterek isim değiştirmeleri teklifinde bulunduğunu söylüyor
ve böylelikle YPG adını Suriye Demokratik Güçleri olarak değiştirdiğini açıklıyor. 14 ABD, laf
cambazlığı yaparak dünya kamuoyunu bu isim değişikliğiyle aldatsa da örgüt yapısı ve PKK
ile olan bağı aynı kalmıştır. ABD Eski Savunma Bakanı James Mattis, “YPG’yi PKK’dan
ayırabileceklerini ve Türkiye için tehlike olmaktan uzaklaştırabileceklerini” 15 dönemin Milli
Savunma Bakanı Nurettin Canikligil’e söyleyerek YPG’nin PKK’ya bağlı bir örgüt olduğunu
itiraf etmiştir.
Görüldüğü üzere, PYD/YPG ve PKK/KCK’nın birbirine göbeğinden bağlı olduğu çok
açıktır lakin ABD ve Rusya’nın 16 bölgeye asker sevk etmeden, bölgeyi bilen adamları kullanma
isteği bu açıklığın üzerine gölge düşürerek Türkiye’ye karşı tek cephede birleşmelerini
sağlamaktadır. Ne yazık ki ABD, Rusya ve Avrupalı ülkeler hukuk ve insan haklarına karşılık
11. PYD temsilcikleri bulunan bazı ülkeler Almanya, Belçika, Birleşik Krallık, Rusya ve ABD
12. PKK/KCK Terör Örgütünün Suriye Kolu: PYD-YPG, İçişleri Bakanlığı, s. 15-20.
13. a.g.e., s. 26
14. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdli-general-ypgye-verdikleri-destegi-boyle-itiraf-etmisti/1041919,
(25.08.2022)
15. https://www.teram.org/Icerik/pkk-ya-tasfiye-pyd-ye-devletcik-97, (25.08.2022)
16. Rusya, PKK’yı da terör örgütü olarak görmemektedir.
37
petrol yataklarını ve taşeron örgütleri tercih etmektedirler.
4. PKK/PYD ile Mücadele
Türkiye, PKK ile kurulduğu tarihten beri mücadele etmektedir. Bu mücadele sadece
ülke sınırları içersinde kalmamış, aynı zamanda Irak ve Suriye’nin kuzeyine Türk Silahlı
Kuvvetleri 1984’den beri operasyonlar düzenlemiştir.
4.1.1 Irak’ta Yapılan Operasyonlar
Irak’ın kuzeyine yapılan operasyonların ilki Sıcak Takip Operasyonu’dur. PKK terör
örgütü mensuplarınca 1983 yılında 3 askerimizin şehit edilip 3 askerimizin de yaralanması
sonucu Türkiye ve Irak sınır bölgesinin güvenliği için Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması’nı
imzalamış 17 ve Türkiye buradan doğan haklarıyla 1984 yılında Kuzey Irak’a operasyon
düzenleyerek sınırdan 10 kilometre içeri girmiştir. PKK terör örgütünün saldırılarını artırarak
devam etmesi sebebiyle 1986-1987 yılları arasında hava ve kara operasyonlarına devam
edilmiştir.
4 Ağustos 1991 tarihinde PKK’nın Samanlı Jandarma Karakoluna saldırı düzenlemesi
sonucu, Türkiye bölgeye yeniden operasyon düzenleme kararı almıştır ve 12 Ekim 1992 tarihinde
TSK 15bin asker ve hava gücüyle düzenlediği operasyonda 1452 terörist öldürülmüştür.
1997 yılında Türkiye, Kuzey Irak bölgesinde bulunan terörist eğitim kamplarını
işaret ederek ‘meşru müdafaa’ hakkını kullanmış ve 30 bin askerle başlatmış olduğu Çekiç
Harekatı’nda 2730 teröristi öldürmüştür. Aynı yılın devamında yapılan Şafak Harekatı’nda
816 terörist öldürülmüştür.
2007 yılında PKK terör örgütünün saldırılarında şehit düşen Piyade Onbaşı Kasım
Aksoy’un kızının adının verildiği Güneş Operasyonu’na 10 bin Türk askeri katılmış ve 240
terörist öldürülmüştür.
Bu operasyonun ardından terör örgütü PKK ve dönemin AK Parti hükümeti arasında
başlayan Çözüm Süreci’nde terör örgütü PKK dağlardan şehirlere inmiş, Habur rezaleti
yaşanmış, Türkiye’nin resmî kurumlarından ‘Türk’ ifadeleri birer birer kaldırılmaya başlanmış
ve terör örgütü şuursuzca üniversite kampüslerine kadar sokulmuştur. Terör örgütü PKK bu
süreçte silah bırakmamış kuvvetlerini artırmaya devam etmiştir öbür yandan ise Türkiye
içerisinde partileşme sürecine girerek Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) vücuda getirmiş
ve ilk defa Türkiye’de seçimlere bir kolunu sokmayı başaran örgüt, HDP adı altında %13 oy
alarak barajı aşmıştır. 18 Bu gaflet döneminin başlangıç ve bitiş sınırlarını çizmek zor olmakla
birlikte, 2008’de yapılan Oslo Görüşmeleri başlangıç tarihi olarak görülebilir. 2014 yılında
PKK’nın sözde üst düzey yöneticilerinden Murat Karayılan ‘Kobani Olayları’ sonucunda
Çözüm Süreci’nin bittiğini ilan etmiştir. Bu açıklamanın ardından Şırnak’ta çatışmalar
başlamış ve Türkiye, Hendek Operasyonları’nı başlatmıştır.
17. Özhan Hancılar, “1983-1987 Kuzey Irak’taki Türk Sınır Ötesi Operasyonlarının Hukukîliği”, Pamukkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 46, s. 347-359
18. 2015 yılının Haziran ayında yapılan seçimler PKK/KCK’nın doğrudan bir parti olarak Türkiye’de temsil
edildiği ilk seçimdir.
38
4.2.2 Suriye’de Yapılan Harekatlar
Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı ilk operasyon, Şah Fırat Operasyonu’dur. DAEŞ tehdidi
karşısında Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması ve personelinin kurtarılması için yapılmıştır.
Türkiye sınırlarında DAEŞ tehdidini hissetmeye başladığı dönemde ülke içinde Suriye’ye
harekât yapılması yönünde kamuoyu oluşmuş ve AKP hükümeti Fırat Kalkanı Harekatı’nı
başlatmıştır. Harekatın amacı DAEŞ olduğu kadar ABD’nin Türkiye sınırına yerleşmiş olan
YPG/PYD terör örgütünü DAEŞ ile mücadele bahanesiyle silahlandırmaya başlamasıdır.
Türkiye’nin Azez-Cerablus hattını terörden temizlemesiyle operasyon son bulmuştur.
Türkiye’ye bu operasyon esnasında Türkmen tugaylar da destek vermiştir. 19
Suriye’nin Kuzeyinde tehdit oluşturan PKK yapılanmasına karşı Türkiye, 20 Ocak 2018
tarihinde yaptığı açıklamayla “Suriye’nin kuzeybatısında Afrin bölgesinde PKK/KCK/PYD-
YPG ve IŞİD’e mensup teröristleri etkisiz hale getirmek maksadıyla” Zeytin Dalı Harekatı’nı
başlatmıştır. Operasyona en büyük tepki PYD/YPG’ye silah yardımı yapan ABD’den gelmiş,
ABD, Zeytin Dalı Operasyonu’nuna “Birincil tehdit olan IŞİD’le mücadelede dikkatlerin
dağılacağı” 20 gerekçesini öne sürerek karşı çıkmıştır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu
ABD-Türkiye ilişkileri için ‘’Ya düzelecek ya da ilişkiler tamamen bozulacak’’ açıklamasında
bulunmuştur. 21 Operasyon sonucunda Afrin terörden temizlendi.
Zeytin Dalı Harekatı’nın ardından, Fırat’ın doğusunu temizlemek amacıyla Türkiye,
Barış Pınar’ı Harekatı’nı başlattı. Harekatın amacı, doğrudan PYD/YPG terör örgütünü
Türkiye sınırlarından temizlemek ve terör örgütü ve Türkiye arasında 30 kilometrelik bir
tampon bölge oluşturmaktı. Barış Pınarı Harekatı, Avrupalı devletlerin ve ABD’nin tepkisiyle
karşılaşırken rejim, topraklarına yabancı bir devletin girmesini işgal olarak nitelendirdi.
Rusya’nın aracılığıyla PYD/YPG ve Suriye masaya oturdu ve anlaşmaya vardı. Yapılan
anlaşmaya göre YPG, Türkiye sınırındaki mevzilerini Suriye ordusuna terk etti. 22 Daha sonra
Türkiye ve Rusya arasında imzalanan Soçi Mutabakatı’na göre, Rusya garantörlüğünde,
YPG Barış Pınarı Harekatı’nda hedeflenen bölgelerden ayrılacak ve yerlerine Suriye ordusu
geçecekti. İmzalanan mutabakat havada kaldı, PYD/YPG Suriye’nin kuzeyini terk etmezken
sadece bazı noktalarda rejimin gölgesine sığındı. 23
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı son harekat, Bahar Kalkanı Harekatı’dır.
Bu harekatta hedef doğrudan Suriye ordusu oldu. Rusya, Soçi Mutabakatına uymadığı
gerekçesiyle Türk ordusunu hedef aldı ve Rusya destekli Suriye kuvvetleri, 34 Türk askerini
şehit etti. Türkiye kamuoyunda haklı bir tepki alan bu olayın ardından Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, Suriye mevzilerinin hedef alınacağını duyurdu ve hemen ardından topçu atışlarıyla
rejim kuvvetleri vurulmaya başlandı ve 29 Şubat günü harekat başlatıldı. Bu harekatta Türkiye,
Suriye ile doğrudan; Rusya, İran ve Hizbullah ile dolaylı yoldan silahlı çatışmaya girmiştir.
Moskova Mutabakatı’nın imzalanmasıyla 5 Mart günü son bulan operasyon neticesinde Türk-
19. Mustafa Özalp, Türkiye’nin Suriye’ye Düzenlemiş Olduğu Fırat Kalkanı Operasyonu, Bartın Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9(18), s. 178-183.
20. https://ilkha.com/guncel/zeytin-dali-harektina-yonelik-dis-tepkiler-69043, (25.08.2022)
21. https://www.bloomberght.com/haberler/haber/2094906-cavusoglu-abd-yle-iliskiler-ya-duzelecek-ya-tamamen-bozulacak,
(25.08.2022)
22. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50037511, (25.08.2022)
23. Bu harekat Suriye İç Savaşı’nda bir dönüm noktasının oluşmasını sağladı PYD/YPG, ABD’de güdümünden
yavaş yavaş ayrılamaya başlarken Rusya güdümüne girerek Suriye’de rejimle masaya oturmaya başladı.
39
Rus ortak devriyesi kararı alınmış ve Suriye için hayati öneme sahip olan M4 karayolunun
kuzeyinde güvenlik koridoru oluşturulması karara bağlanmıştır. 24
Sonuç
1970’lerin ortasında Türkiye’nin içeresinde yapılanmaya başlayan örgüt, Türkiye
dışında ilk defa yapılanmaya Suriye’de gitse de bu dönemde orada henüz Suriye devletine
karşı eyleme girişebilecek bir havaya sahip değildir ve bu nedenle örgüt Bekaa Vadisi’nin
ardından kendini Kandil’e yerleştirir. PKK terör örgütü Irak-İran Savaşı esnasında Irak’ta
Barzani-Talabani ikilisiyle yan yana olmuş ardından savaşın bitimiyle Saddam’la ondan sonra
da ABD ile anlaşarak Türkmeneli bölgesinde hakim konuma gelmiştir. Bu durum hâlâ değişmiş
değildir, gerek Irak ordusu gerekse IKBY’ye bağlı peşmerge kuvvetleri, Irak Türkmeneli
bölgesinde PKK’ya karşı ciddi adımlar atmış değildir. Irak Türkmenleri tek başlarına PKK
terörüne karşı direnmektedirler.
Irak’ın ardından 2011 yılından itibaren Suriye içerisinde de silahlı eylemlerine başlayan
terör örgütü burada YPG adıyla, bölgedeki Türkmen nüfusa karşı savaş açmış ve bölgede
etnik homojenleştirmeye giderek Irak’ın kuzeyinde oluşturulan suni Kürdistan’ın ardından
muhayyel Kürdistan’ın ikinci ayağını oluşturma çabasına girişmiştir. Yazının başından beri
belirttiğim üzere geniş çerçevede plan Türkiye, Irak, Suriye ve İran’dan bölgeler alarak Büyük
Kürdistan’ı inşa etmektir. Bu durumun karşısında Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de karşılarına
Türkmen nüfus çıkmıştır. Türkmenler, Suriye’nin kuzeyinde Bayır-Bucak bölgesinde ve
Azez-Cerablus bölgesinde önce DAEŞ terör örgütüyle ardından ise Azez-Cerablus bölgesinde
PYD/YPG ile mücadele etmiştir. Türkiye’nin, Suriye’ye yapmış olduğu operasyonlarda ÖSÖ
içerisinde yer alan Türkmen tugayları da Türk ordusunun yanında DAEŞ ve PYD/YPG’ye
karşı cephe almıştır.
Esas itibarıyla Türkiye’nin, 1. Cihan Harbi’nin ardından bölgeden çekilişiyle
Türkmenlerin çileli günleri başlamıştır ve PKK/KCK lanetiyle bu durum had safhaya ulaşmıştır.
Neredeyse yarım asırlık bir dönemden beri PKK/KCK terör örgütü sadece Türkiye sınırları
içerisinde değil; Türkmeneli’nde de faaliyet yürütmekte ve katliamlar gerçekleştirmektedir.
Büyük devletlerin bölgeye olan ilgisinin yanında bölgede taşeron örgüt kullanma politikaları
PKK’nın uzun yıllar daha Türkmeneli’nde faaliyette bulunacağının acı göstergesidir.
24. https://www.aa.com.tr/tr/bahar-kalkani-harekati/suriyede-2020ye-bahar-kalkani-harekati-damgasini-vurdu/2092130,
(25.08.2022)
40
Kaynakça
BAYRAKTAR, Bora: Suriye İç Savaşı Açısından Zeytin Dalı (Afrin) Harekatı, Bilge
Strateji. Cilt:11, Sayı: 20, s. 51-65.
GÜLER, İbrahim Tuna: Terörizm Niteliğindeki Faaliyetler Karşısında Meşru Müdafaa
Hakkı ve Türkiye’nin Bu Kapsamda Suriye’de İcra Ettiği Harekâtlar.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
HANCILAR, Ö: “1983-1987 Kuzey Irak’taki Türk Sınır Ötesi Operasyonlarının
Hukukîliği, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 46, Denizli,
s. 347-359
https://ilkha.com/guncel/zeytin-dali-harektina-yonelik-dis-tepkiler-69043, (25.08.2022)
https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/1993-nisan-ayi-bekaa-da-apo-yla-sohbet-silahlimucadeleyle-her-iki-taraf-da-kesin-bir-ustunluk-saglayamaz,30004,
(25.08.2022)
https://www.aa.com.tr/tr/bahar-kalkani-harekati/suriyede-2020ye-bahar-kalkani-harekatidamgasini-vurdu/2092130,
(25.08.2022)
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdli-general-ypgye-verdikleri-destegi-boyle-itirafetmisti/1041919,
(25.08.2022)
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50037511, (25.08.2022)
https://www.bloomberght.com/haberler/haber/2094906-cavusoglu-abd-yle-iliskiler-yaduzelecek-ya-tamamen-bozulacak,
(25.08.2022)
https://www.teram.org/Icerik/etnik-terorizm-nedir-98 (25.08.2022)
https://www.teram.org/Icerik/pkk-ya-tasfiye-pyd-ye-devletcik-97, (25.08.2022)
ÖZALP, Mustafa: Türkiye’nin Suriye’ye Düzenlemiş Olduğu Fırat Kalkanı
Operasyonu, Bartın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt:9, Sayı:
18, s. 169-186.
ÖZCAN, Nihat Ali: PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, Ankara,
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 1999.
PKK/KCK Terör Örgütünün Suriye Kolu: PYD-YPG, İçişleri Bakanlığı, 2017.
41
Göktürk AKSU
IRAK TÜRKMENLERİ VE İNSAN HAKLARI
Giriş
Irak Türkleri, bugün Irak devletinde üç milyona varan nüfusu ile üçüncü büyük
popülasyonu oluşturmaktadır. Çok uzun yıllardır, sahip olduğu petrol rezervleri dolayısıyla
Avrupa ve ABD’nin mücadeleleri ile yıpranan Irak’ta, Türkmenlerin hakları da daima ihlal
edilegelmiştir. Türkmenler, Irak halkları içinde en fazla ötekileştirilen millet olmuşlardır. 1
Ortadoğu, 19.asra kadar çok uzun yıllar boyunca Türk hakimiyetinde idare edilmiştir.
19. yüzyıldan sonra bölgedeki petrol rezervlerinin paylaşımı mücadeleleri esnasında
Osmanlı Devleti hakimiyetinden çıkan Ortadoğu bölgesi, özellikle Türkmen nüfusun büyük
mağduriyetlerine sahne olmuştur. 1932 yılında Irak’ta kurulan bağımsız devlet, bölgedeki
Türkmenleri de hakimiyeti altına almıştır. 2 Fakat Türkmenler; bölgede daima ötekileştirilen,
en fazla acılara maruz kalan millet olmuştur.
1980-1988 arasında cereyan eden İran-Irak savaşı ve 1991 ile 2003 yıllarında
gerçekleşen ABD-Irak savaşlarında en fazla mağduriyete uğrayan halk yine Türkmenler
olmuştur. Özellikle ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında bölge Türkmenleri adeta yok sayılmıştır.
Irak Türkmenleri Kimdir?
1. Suphi Saatçi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2019, s. 14
2. Suphi Saatçi, Irak Türkmen Boyları ve Oymakları ve Yerleşme Bölgeleri, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2020, s.
214
42
Türkmen, müslüman Oğuz boylarına verilen isimdir. Oğuzlar bu adı 11.yüzyılda
almıştır. Türkmenler Irak’a ilk olarak 674 yılında gelmiş, Abbasiler devrinde orduda büyük
yararlıklar göstermiş ve kendileri için Samarra şehri kurulmuştur.
Irak Türkmenlerinin ikinci büyük unsuru ise, 1050-1054 yılları arasındaki kalabalık Selçuklu
göçüdür. Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey devrinde Türkmenler, bugünkü Musul ve
civarını yurt edinmişlerdir. Irak Türkmenlerinin üçüncü unsuru ise Osmanlı devri göçleridir.
Irak Türkmenleri, Oğuzların Bozok koluna mensup Bayat boyundandırlar ve genellikle bugün
Kerkük’te yaşamaktadırlar. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesiyle Irak’ın tamamı(Musul)
hariç İngilizler tarafından işgal edilmiştir. 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması ile
de Türkmenlerin geleceği İngiliz kontrolündeki Irak Krallığının inisiyatifine terk edilmiştir. 3
Krallık ise Irak Türkmenlerine; İngilizler ve Kral Faysal’a karşı tutumlarından dolayı sindirme,
sürgün ve katliam politikalarına başvurmuştur.
İnsan Hakları İhlalleri
Türkmenlere karşı ilk katliam, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Levy adlı askerî milis
teşkilatı tarafından 4 Mayıs 1924 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Irak yönetimi Türklere siyasi
haklar verilmesini başlangıçta kabul etmesine ve hükümetinde Kerküklü bir Türk’e yer
vermesine rağmen vaatlerini yerine getirmemiş, 1936’da hükümetin başına getirilen Memluk
Türk’ü Hikmet Süleyman’ın iki yıl sonra istifasının ardından Irak Türklerine yapılan baskılar
şiddetini gün geçtikçe artırmıştır.
Türkmenlere karşı ikinci katliam ise, Kerkük petrol işçisi Türklerin toplantı ve gösteri
yürüyüşü üzerine 12 Temmuz 1946 tarihinde polis kuvvetlerinin topluluğa ateş açması ile
gerçekleştirilmiştir. Kültürel ve sosyal faaliyet yürüten dernekler kapatılmış, kendi dillerinde
yayın yapma ve eğitim verme hakları kısıtlanmıştır. 4
14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta krallığın devrilip cumhuriyetin ilan edilmesi üzerine
General Abdülkerim Kasım, Türkmenleri kurucu unsur kabul etmiş fakat kısa süre sonra
komünistlerin yönetimi ele geçirmesi ve Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurma girişimleri,
karışıklığı tekrar büyütmüştür. Molla Mustafa Barzani’nin Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti
kurma girişimi ve bu doğrultuda Kerkük toprağında hak iddia etmesi üzerine 24 Ekim 1958’de
bölgede yoğun silahlı çatışmalar başlamıştır.
1959 Kerkük Katliamı, 14-16 Temmuz 1959 tarihleri arasında yaşlı-genç, kadın-erkek
ayrımı yapılmaksızın silahsız Kerkük Türklerinin önceden silahlandırılmış Kürt grupları
tarafından vahşi bir kıyıma tabi tutulduğu son derece önemli bir katliamdır. Uluslararası
3. Ali Kerküklü, Irak’taki Türkmenlerin Sessiz Çığlığı, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2015, s. 83
4. Metin Erendor, Irak Türkmenleri Dünü Bugünü Yarını, Ankara, Bilgeoğuz Yayınları, 2018, s. 311
43
tepkiler ve Türkiye’nin uyarısı üzerine katliamın sorumlusu Davud el-Cenabi ile birlikte 260
kişi tutuklanmıştır. Ancak haklarında verilen idam kararları uygulanmamış, savsaklanmıştır. 5
17 Temmuz 1968’de Irak’ta Sosyalist Arap Baas Partisi darbeyle iktidara gelmiş ve amansız bir
tasfiye hareketine başlamıştır. Bu doğrultuda ilk etapta 51 kişi idam edilmiştir ki bu kişilerin
arasında eski Ekonomi ve Ticaret Bakanı Nizameddin Arif de (Türk casusu olmak iddiasıyla)
vardır.
1960 yılından bu yana ayaklanan Kürtler, başkent olarak Kerkük şehrini talep etmesine rağmen
Kerkük şehrinin Türklüğü kabul edilmiştir. Bu kabulün üzerine bölge Türklerine ana dilde
eğitim hakkı tanınmıştır.
Bölge Kürtleri, Türkmenlerin Kerkük’teki yoğunluğunu seyreltmek için çok çeşitli baskılara
girişmişlerdir. Yeni doğan Türkmenler nüfus cüzdanlarına Kürt ya da Arap olarak kaydedilmiş,
nüfus dengesi Araplar lehine değiştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin çabaları da
sonuçsuz kalmıştır.
Baas Partisi’nin talimatlarıyla, Türkmenlere tanınan ana dilde eğitim hakları ertelenmiş,
Türkmen okullarının sayısı azaltılmış, Türk öğretmenler Güney Irak’a sürülmüştür. Türkmen
halkın boykot faaliyeti karşısında ise yönetim, birçok öğretmen ve öğrenciyi tutuklamış,
işkencelere maruz bırakmıştır ki bu işkenceler sırasında Türkmen tiyatro sanatçısı Hüseyin
Ali Demirci de çok acı şekilde öldürülmüştür. Camilerde Türkçe hutbe okunması yasaklanmış,
Türk yerleşim birimlerine Arapça isimler verilmiştir. Kerkük bölgesine sistemli olara Arap
nüfus yerleştirilmek suretiyle maksatlı bir iskan politikası yürütülmüştür. 6
Kerkük bölgesinde tarım arazileri kamulaştırılmış, birçok Türk derneğinin mallarına el
konulmuştur. Emekli Albay Abdullah Abdurrahman, Bağdat Üniversitesi öğretim üyesi Necdet
Koçak ve müteahhit Adil Şerif 16 Ocak 1980 yılında idam edilmişlerdir. Bu uygulamaların
temelinde 1976 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Kerkük’ü
ziyareti ve bu esnada coşkuyla karşılanması da etkili olmuştur.
1979’da iktidara gelen Saddam Hüseyin, başta Kerkük olmak üzere, Türk bölgelerini
Araplaştırma politikalarını hızla sürdürmeye devam etmiştir. Bu politika İran-Irak savaşı
sırasında da devam etmiştir. Nüfus kütüğünü Kerkük’e nakleden ve burada yerleşen Araplara
10.000 Irak dinarı ve bedava arsalar verilmiştir. Türk kızlarıyla evlenen Araplara, işyeri açmak
isteyenlere krediler verilmiştir.
1991 Körfez Savaşı’nda Irak’ın ABD ve müttefiklerine karşı hezimete uğraması sonucunda
Saddam Hüseyin yönetiminin zayıfladığı kertede Şiiler ve Kuzey’de bulunan Kürtler
ayaklanmış, Irak ordusu Kerkük’ü isyancı Kürtlere terk etmiştir. Bunun üzerine isyancı
Kürtler, Kerkük’te birçok Türkmeni acımasızca katletmiş ve Türkmenleri kuzeye doğru
göçe zorlamışlardır. 100 civarında Türkmen kurşuna dizilmiş, binlerce Türkmen bu soykırım
faaliyetleri üzerine 1991 yılı Nisan ayından itibaren Türkiye ve İran’a göç etmiştir. Sadece
15.000 Türkmen Şemdinli ve Yüksekova’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 7000 Türkmen ise
5. Şevket Koçsoy, Irak Türkleri, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2019, s. 173
6. Ali Kerküklü, a.g.e., s. 111
44
İran’a göç etmiştir. 7
Irak Türkmenlerinin Nüfus Sorunu
Irak Türkmenlerinin nüfusu hiçbir zaman Irak yönetimince objektif şekilde ortaya
konulmamıştır. Bugün 3 milyon Türkmen Irak içinde dağılmış durumdadır.
1987 yılı nüfus sayımında Türkler, kendilerini nüfus sayımı esnasında Kürt ya da Arap halkından
yazdırmaları konusunda açıkça tehdit edilmişlerdir. Karşı çıkanların sürgüne gönderilecekleri
ifade edilmiştir. Karara muhalefet eden köyler ve diğer yerleşim bölgeleri zorla boşaltılmış ve
yıkılmış, söz konusu bölgelerle Arap halk göç ettirilmiştir.
Bugün de Türkmen liderler saldırılarla hedef alınmaktadır. 14 Mayıs 2004 tarihinde IMTP
Başkanı, ITC Yürütme Kurulu Üyesi ve Kerkük Meclis Üyesi Mustafa Kemal Yayçılı şüpheli
bir trafık kazasında ölmüştür. Irak Türkmen Cephesi Musul İl Başkanı Yavuz Efendioğlu
evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Irak Türkmen Cephesi Başkan
Yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu ve Selahaddin eski vali yardımcısı Ahmet Abdülmecit Koca
intihar saldırısı ile öldürüldü. Irak Türkmen Cephesi Yürütme Kurulu Üyesi Münir Kafili,
Kerkük askeri semtinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Bu saldırılar bugün de artarak devam
etmektedir. 8
Irak’ın işgalinden sonra Türkmenlere yönelik artan baskı ve şiddet sonucu son 10 yılın en
acımasız saldırıları gerçekleştirilmiştir. Erşat Salihi, bu saldırıların Türkmenleri yok etmeye
yönelik planlı saldırılar olduğunu ifade etmektedir.
Türkiye’nin Irak Türkleri Politikası
Türkiye daima Türkmenler ve sorunları ile yakından ilgilenmiştir. 1959-1960 katliam
ve asimilasyon hareketlerinin tekrarlanmaması için ciddi girişimlerde bulunmuştur. Baas
Partisinin 1968’de iktidara gelmesi ile birlikte Türkiye bölgeye uzmanlar göndermiş, uzman
raporlarında da özellikle Kerkük Türklerinin Kürt grupları tarafından asimile edildiğine ve
siyasi-kültürel baskı altında tutulduğuna işaret edilmiştir.
1991’de ilk Irak Milli Türkmen Partisi Ankara’da kurulmuştur. Irak Türkmen Cephesi de
Türkiye’nin desteğiyle kurulmuş ve varlığını sürdürmektedir.
KDP-KYB sorunlarının çözümü için 1996’da yapılan Ankara toplantılarında Türkiye’nin
yoğun girişimleri neticesinde eğitim ve silah donanımı güçlü bir Türkmen barış gücü
oluşturulmuştur. Fakat Irak rejimi, Türkiye’nin bölge Türkmenleri ile alakadar olmasından
daima rahatsız olmuştur ve bugün de durum değişmemiştir. 9
7. Suphi Saatçi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, s.77
8. Suphi Saatçi, Darağacında Sallanan Bayraklar, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2018, s. 221
9. Şevket Koçsoy, a.g.e., s. 255
45
Bölge Kürtlerinin Türkmenlere yönelik baskı ve şiddet politikalarının arkasında ABD’nin
desteği vardır. Zira bölge Kürtleri ABD yönetimini baskılamakta ve desteklerini sağlamaktadır.
Bugün Kuzey Irak’taki siyasi oluşum devletleşmeye doğru gitmektedir ve Türkiye bunu
istememektedir.
Irak Türkmenleri hiçbir zaman ayrılıkçı bir tutum içinde olmamış, daima Irak devletinin
hakimiyetinde yaşamak kararında olduğunu ifade etmiştir. Ancak yıllarca Irak Türkmenleri,
Irak rejimleri tarafından baskı, zulüm, işkence, asimilasyon, etnik temizlik, katliam ve zorla
göçe tabi tutulmuşlardır. Bugün bu insanlık dışı uygulamaları Kürtler gerçekleştirmektedirler.
ABD de Türkmen şehri Kerkük’ün Kürtleştirilmesine ve Türkmenlere etnik temizlik
yapılmasına destek vermiştir. 2003 yılında Kerkük, Kürtler tarafından işgal edilmiş, şehir
yakılmış ve yağmalanmıştır. Tapu ve nüfus daireleri özellikle tahrip edilmiş, Kerkük’e yüz
binlerce Kürt yerleştirilmiştir. ABD destekli Barzani ve Talabani, birçok Türkmen bölgesini
işgal etmiştir.
Bölgedeki İŞİD Faaliyetleri
Erşat Salihi, IŞİD militanlarının işgal ettiği Telafer’den binlerce Türkmenin kaçarak
Musul ve Sincar’a sığındığını, bölgede büyük bir insanlık dramı olduğunu ifade etmektedir.
Bugün de peşmerge güçleri Kerkük’ü bir oldubitti ile ele geçirmek arzusundadır. 10
10. Metin Erendor, a.g.e., s. 479
46
Kaynakça
ERENDOR, Metin: Irak Türkmenleri Dünü Bugünü Yarını, Ankara, Bilgeoğuz Yayınları,
2018
KERKÜKLÜ, Ali: Irak’taki Türkmenlerin Sessiz Çığlığı, İstanbul, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, 2015
KOÇSOY, Şevket: Irak Türkleri, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2019
SAATÇİ, Suphi: Darağacında Sallanan Bayraklar, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2018
SAATÇİ, Suphi: Irak Türkmen Boyları ve Oymakları ve Yerleşme Bölgeleri, İstanbul,
Ötüken Neşriyat, 2020
SAATÇİ, Suphi: Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2019
47
Harun GÜNAYDIN
Giriş
KERKÜK’TE YİTİRİLEN TÜRK SANATI
İslam’ın ilk yıllarından itibaren anavatan Türkistan’dan gelip Irak’ın kuzeyine yerleşen
Türkmenler, asırlardır bu bölgede varlıklarını daima göstermişlerdir. Bu bölgedeki şehirlerinin
her bir karışında izleri görülür. İlk Türk İslam devletlerinin ve yaşadıkları bölgenin doğurduğu
sonuçlar neticesinde birlikte yaşadıkları diğer kavimlerin etkisiyle kendilerine has bir kültür
ve sanat anlayışı oluşturmuşlardır.
Her ne kadar eserleri yıkılarak varlıkları silinmeye, unutturulmaya çalışılsa da bu köklü kültür
ve sanat birikimini yok etmek mümkün olmuşa benzemiyor. Yaşadıkları bölgede ezici bir
çoğunluğa sahip olan Türkmenleri aynı bölgede azınlık durumuna düşürmek için yapılan farklı
milletleri bu bölgede iskân ve asimile etmek için gerçekleştirilen katliam politikalarının pek bir
işe yaramadığını bölgedeki Türkmenlerin hâlâ “Biz buradayız.” demelerinden anlayabiliyoruz.
Kerkük
Türkmenli denilince akla gelen ilk şehirlerden biri olan Kerkük’te, şehri ikiye ayıran
Hassa Nehri’nin her iki yakasında da bölgede yaşayan Türkmenler ve buraya hâkim olmuş
Türk devletleri tarafından muhteşem eserler inşa edilmiştir. Şehrin doğu yakasına “Eskiyaka”,
batı yakasına ise “Korya” adı verilir. İlk yerleşim yeri olan ve kaleyi de içinde barındıran kısım
Eskiyaka olarak bildiğimiz yerdir.
Camileri, medreseleri, çarşıları, kışlaları, sarayları ve sivil mimarisiyle bir Türkmen mührü
vurulan Kerkük’te ne yazık ki saydığımız bu yapıların bir kısmı kasten yıkılarak metruk halde
bırakılmıştır.
48
En çok zarar verilen ve günümüzde kaderine terk edilen Kerkük Kalesi’nin tarihi Asurlulara
kadar dayanmaktadır. Nitekim Türkler bu kaleyi tahkim etmiş ve asırlarca kullanmıştır. Kalenin
iç kısmında da Türk-İslam mimarisinin en güzel örneklerini inşa etmişlerdir. Malakârî 1 ve
rumî 2 bezemelerle tezyin edilmiş konaklar; Danyal 3 ,Uzeyr 4 , Huneyn 5 nebilere atfedilen makam
türbe ve cami, aynı caminin haziresinde yer alan Osmanlı subayları şehitliği ve neredeyse yedi
yüzyıllık bir Selçuklu eseri olan her bir zerresiyle “Ben Türküm” diye haykıran Gök Kümbet
zamanla şehrin birer silüeti olmuşlardır.
1. Kalenin İncisi: Gök Kümbet
Günümüzde bu kale ve içindeki eserler, ilk olarak Saddam Hüseyin tarafından daha
sonra da çok yakın zamanda muhtelif terör örgütleri tarafından tahribata uğramıştır. Nitekim
sadece aleni bir yıkımla değil aynı zamanda “onarım” adı altında eserlerin özgün hüviyetleri
kaybedilmiştir. Örneğin bugün şehrin bir simgesi olan Gök Kümbet bu sözde restorasyonun
bir kurbanıdır.
Selçuklu hanedanından Buğday Hatun’un kutsal toprakları ziyareti dönüşünde rahatsızlanması
sonucu bir müddet kaldığı evin yerine XIV. yüzyılda inşa edilen Gök Kümbet, bütün bu yıkma
çabalarına rağmen hâlâ ayaktadır. Türk-İslam mimarisinin Kerkük’teki şaheserlerinden biri
olan bu kümbet sanılanın aksine turkuaz renkteki kubbesinden değil, dış cephesindeki çini
süslemelerinden alır. Zira yapıyı aslında kubbe yerine konik bir çatı örtmektedir. Sekizgen bir
şemaya sahip bu kümbet aynı zamanda duvar köşelerinden de tahrip olmuş şekilde durmakta
ve bütün mahzunluğuyla görenleri hüzünlendirmektedir.
2. Sivil Mimarinin Örneği: Konaklar
2.1. Tayfur Evi
Boynu bükük kalmış yapılardan bazıları da konaklardır. Kerkük sivil mimarisinin
günümüze ulaşan bu eserleri metruk bir halde de bulunsa gösterişlerinden pek de bir şey
kaybetmişe benzemiyor. XVIII. asırda inşa edilen Tayfur Evi, Kerkük Kalesi’ndeki yıkımlardan
genel olarak sağlam kalmış nadir yapılardan biridir. Şehrin ortasında geçen Hassa Nehri’ne
nazır bir konumda yer alan bu ev, havuzlu geniş avlularıyla, pencere ve kapı kenarlıklarındaki
rumî süslemeleriyle devrinin sanat ve zarafet anlayışını yansıtmaktadır. Hele ki tavanı ve
duvarlardaki nişlerin 6 alınlıkları mavi kalem işi süslemeleriyle kaplı olan koridoru tamamıyla
1. Malayla yapılan duvar süslemeleri
2. Bitkisel bezeme motifleri
3. Ömer Faruk Harman, “DÂNYÂL”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/danyal
(01.01.2023).
4. Baki Adam, “ÜZEYİR”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/uzeyir (01.01.2023)
5. Yahudilere gönderildiğine inanılan peygamber
6. Duvar içine oyulmuş hücre
49
koruma altına alınması gerekirken maalesef sahipsiz kalmış ve tahrip olmuştur.
Irak’ın diktatör lideri Saddam Hüseyin tarafından, Türkmen varlığı ve kültürüne karşı açılan
savaşta bu yapıların hazin sonunu hazırlamış, onları kimsesiz bırakmıştır. Yapı günümüzde
yukarıda bahsettiğimiz özelliklerinin üzerine sprey boyayla yazılmış yazılar, havuzlarından
ve sütunlarından sökülmüş taşlarla tahrip olmuş bir vaziyette bulunmaktadır. Herhangi bir
koruma altına alınmamış, girenin çıkanın belli olmadığı, geceleri serkeşlerin bulunduğu bir
yer halini almıştır.
2.2. Abdülgani Efendi Evi
Kalenin içinde günümüze ulaşan büyük evlerden biri olan Abdülgani Efendi Evi tıpkı
Tayfur Evi gibi metruk bir vaziyette dahi olsa hâlâ ayaktadır. Tayfur Evi kadar büyük ve
gösterişli olmasa da bu ev de aynı dönemin etkisini hissettirmektedir. Orta avlusunun etrafında
yer alan eyvanlar, tam ortasında yer alan asırlık hurma ağacıyla oluşturulan atmosfer insana
binbir gece masallarından bir mekana uğramış hissi verir. Ne yazık ki evlerin eski gösterişli
günleri geride kalmış, şu anda baykuşların tünediği birer virane halini almıştır.
3. Üç Nebi ve Osmanlı Subayları Mezarlığı
Danyal, Uzeyr, Huneyn nebilerin kabrinin bulunduğu bu yerde önceleri sadece bir
makam şeklinde bulunan yerde Osmanlılar zamanında bir cami ve türbe inşa edilmiştir.
Asırlardır ziyaretçilerin uğradığı bir nokta olan bu türbe de gerçekleştirilen saldırılarda tahrip
olmuş olsa da yakın zamanda TİKA 7 tarafından restore edilmiştir. Camiye bitişik hazirede
Osmanlı son dönem komutanları, subayları ve Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin mezarları yer
alır.
Bölge halkının ve dışarıdan gelen ziyaretçiler; kendileri, aileleri ve yakınları için bu
peygamberleri aracı kılarak dua etmektedir. Kabirlerin etrafını çeviren mahfazanın ortasına
açılan bir delikten içeri kabrin üzerine para atanlar da bulunur. Danyal nebi kabrinden güzel
bir koku geldiğine inanılır ve bu yüzden de kabrin gerçek kabir olduğu düşünülür. Zira
Hz. Danyal’ın Kerkük haricinde biri Türkiye’de biri de İran’da olmak üzere iki kabri daha
mevcuttur.
4. Taşköprü
Kaleden aşağı, Hassa Nehri’ne doğru indiğimizde Kerkük’ün iki yakasını birbirine
bağlayan bir köprü karşımıza çıkmaktadır. Bu köprünün olduğu yerde önceden mevcut olan
Taşköprü maalesef tamamen yok olmuştur. XIX. yüzyılda inşa edilen ve şehrin iki yakasını
birbirine bağlayan bu köprü de Saddam’ın saldırılarından kurtulamamış ve tamamı yıkılmıştır.
7. Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
50
Eskiden şehir sadece kale ve kalenin bulunduğu Eskiyaka’da yer alırdı. Karşı tarafta yani
Korya yakasında ise şehrin mezarlığının bulunduğu bilinirdi. Şehir nüfusunun artmasıyla
beraber nehrin diğer yakasına da iskân başlamıştır. İlk başta devlet tarafından buraya kışlalar,
hükümet binaları inşa edilmiştir. Hâl böyle olunca iki yakayı birleştirmek hayli elzem görünür
ve bir kâgir 8 bir köprü inşa edilir. Yıllar içinde sellerden taşkınlardan zarar görüp tekrar tekrar
onarılan yapı, maalesef insan eliyle feci bir şekilde yok olmuştur. Günümüzde yerinde ona
benzeyen bir köprü bulunsa da maalesef eski köprüden geriye sadece adı kalmıştır. Mehmet
Sadık Taş köprünün yıkımını, köprüye bir kişilik vererek onun dilinden yazdığı manzumeyle
anlatır bize.
Ey millet-i Kerkük gözün aç bak bana bir an
Bu çarh-i felek etti beni hâk ile yeksan
Yaptı beni bir yar eli yıktı beni ağyar
Bu vakıa verdi şeref-i Kerkük’e noksan
...
5. Kışlalar
Sultan Abdülaziz zamanında inşa ettirilen Aziziye kışlası şehrin en görkemli kışlasıdır.
Seksen oda, dokuz büyük salon, ana girişi olan Nizamiye ve diğer üç kapıdan oluşur. Kerkük
Mutasarrıflığı tarafından verilen yıkım emrini protesto etmek amacıyla Bağdat’a giden Atâ
Terzibaşı ve Şakir Sabır Zabit beyler o vakit yapının yıkımını önleyebilmişlerdir. Ancak yapı
kaderine terk edilmiş ve harap olmuştur. 2018’in ağır geçen kış mevsiminde binanın bir kısmı
yıkılmıştır.
Aziziye kışlasının karşı tarafına denk düşen kısımda Redif kışlası yer alır. Bu kışla Osmanlı
zamanında askeri depo olarak kullanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Irak
ordusunun hastanesi olmuştur. Yapı yıllar içinde farklı kurumlar tarafından kullanılmış olsa da
yapı yıldan yıla yavaş yavaş yıktırılarak yerine yeni binalar yapılmıştır. Böylece bir yapı daha
Kerkük’te maziye karışmıştır.
6. Mecidiye Sarayı
Aziziye kışlasının bitişiğinde kışladan önce, Seyit Ali Paşa tarafından sultan Abdülmecid
adına Mecidiye sarayı inşa ettirilmiştir. Kerkük hükümetinin genel yönetim merkezi olarak
alınmıştı. Mutasarrıflık, maliye, adliye, tapu işleri bu saraydan yürütülürdü.
Geniş bir arazi üzerine kurulu bu saray, Türkmen mimari usüllerine göre hazırlanmış kireçle,
8. Taş, tuğla veya kerpiçten yapılmış yapı
51
“Deve Beli” adı verilen kemerleri ve kümbetli özel tavanıyla, yetmişe yakın odasıyla görkemli
bir yapıdır. 1971 tarihinde yıkımına başlanan yapı tamamiyle yok olmuştur. Bugün yerinde
Kerkük polis merkezi bulunmaktadır.
7. Kayseriyye Çarşısı
Arapçada ticari atölyelerin, dükkânların bir çatı altında bulunduğu sokaklarla belli
kısımlara ayrılmış çarşılara Kayseriyye Çarşısı denilmektedir. Türkçede bedesten olarak
bildiğimiz bu yapılar genelde kuyumcu veya kumaşçıların bir arada olduğu kapalı çarşılardır.
2018’de nedeni bilinmeyen bir yangın sonucu büyük hasar gören yapı, kısa süre içinde TİKA
tarafından eskisinden de sağlam bir şekilde restore edilerek diğer yapılar gibi kaderine terk
edilmemiş olup ve günümüzde şehrin en canlı merkezlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır.
160 yıllık olan yapı, zaman dilimlerine göre inşa ettirilmiştir. Günün 24 saatine işaret eden 24
sokağı, senenin 365 gününe işaret eden 365 dükkânı, haftanın 7 gününe işaret eden 7 kapısı ve
yılın aylarına işaret eden 12 bölümüyle zamanın somutlaşmış hali olarak görülür.
Sonuç
Yüzlerce yıllık bir Türkmen yurdu olan Kerkük’ün her bir taşına vurulmuş olan
Türkmen mührü, her ne kadar silinmeye çalışılsa da günümüzde mevcudiyetini sürdürmektedir.
Yıllarca eserleri tahrip edilen bu kent bütün zulme karşı hâlâ ayaktadır. Yapılar uğradıkları
bu felaketlerin sonucunda günümüzde harabe vaziyette bulunmaktadır. En son bahsettiğimiz
Kayseriyye Çarşısı ve Danyal Nebi Türbesi gibi diğer yapıların, başta TİKA olmak üzere, sivil
toplum kuruluşlarımızın işbirliğiyle ayağa kaldırılmalıdır.
52
Kaynakça
ADAM, Baki: “ÜZEYİR”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/
uzeyir (01.01.2023).
GÜNDÜZ, Ahmet: “KERKÜK”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.
tr/kerkuk (01.01.2023).
HARMAN, Ömer Faruk: “DÂNYÂL”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://
islamansiklopedisi.org.tr/danyal (01.01.2023).
KAYIRAN, Mehmet; SAYGIN, Selami: “Irak Türkmenleri”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 31
KEVSEROĞLU, Necat: “Kerkük’te Yıktırılan Türkmen Eserleri”, Bengi Dünya
Araştırmaları Dergisi, Sayı: 1, s. 21-37
SÖZEN, Metin; TANYELİ, Uğur: Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Remzi
Kitabevi, 2020
VEHBİ, Günay: “Irak’taki Türk Şehitlik ve Anıtları”, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi,
Cilt: 6, Sayı: 1
VEHBİ, Günay; SAAD, Oumar F.: “Kerkük Osmanlı Subay Mezarlığı/Şehitliği”,
Cihannüma Tarih ve Coğrafya Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, s. 79-112
53
54