14.01.2023 Views

NAZIM HİKMET_merged

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

N

âzım Hikmet Ran ya da Türkiye'den ayrıldıktan sonraki soyadı ile Nâzım

Hikmet Borzecki (14 Ocak 1902; Selânik, Osmanlı İmparatorluğu - 3

Haziran 1963; Moskova, SSCB), Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden

fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk

uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir

üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında

gösterilmektedir.

Komünist siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve

yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiş; Türkiye'de 11 ayrı

davadan yargılanarak İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı

aşkın süre hapis yatmıştır.Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz,

Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. 1951 yılında

Türkiye'den ayrılması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından

çıkarılmış; bu karar ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihinde iptal

edilmiştir.

1963 yılında Moskova'da kalp krizi sonucu ölmüştür. Mezarı hâlen

Moskova'dadır.

Yaşam öyküsü

Ailesi

Babası, Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmış olan

Hikmet Nâzım Bey'dir (d. 1876). Hikmet Bey, Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas

gibi illerde valilikler yapmış olan Mehmet Nâzım Paşa'nın (ö. 1926) oğludur.[9]

Mevlevi tarikatından olan ve özgürlükçü fikirlere sahip Nâzım Paşa, Selanik'in

son valisidir.

Annesi Ayşe Celile Hanım (d. 1880), dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa

ile Leyla Hanım'ın kızıdır; piyano çalan, resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır.

Hasan Enver Paşa Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı

İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin

Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin (Lehçe: Konstanty Borzęcki, d. 1826 -

ö.1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa, Osmanlı Ordusu'nda subay olarak


görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan Les Turcs anciens et

modernes (Eski ve Yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi Leyla

Hanım ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın, yani Ludwig

Karl Friedrich Detroit'in kızıdır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair

Oktay Rifat'ın annesidir. Oğlu Nâzım tarafından "Alman, Polonyalı, Gürcü,

Çerkes ve Fransız kökenli" olarak tarif edilen[10][11][12] Celile Hanım, 3/8

Çerkes, 2/8 Leh, 1/8 Sırp, 1/8 Alman, 1/8 Fransız (Huguenot) kökenliydi.

Nâzım Hikmet'in babası Hikmet Nâzım Bey ile annesi Ayşe Celile Hanım 1901

Şubat ayında evlendiler

Çocukluğu

Nâzım Hikmet, Mehmed Nâzım adıyla 15 Ocak 1902 tarihinde Selânik'te doğdu.

O sırada Hariciye Nezareti memuru olarak Selanik'te çalışan Hikmet Bey,

Nâzım'ın çocukluğunda memuriyetten ayrıldı ve ailesiyle birlikte, Halep'te

bulunan babasının yanına gitti. Burada bulundukları sırada Hikmet-Celile çiftinin

biri Ali İbrahim, diğeri Samiye adında iki çocuğu oldu, fakat Ali İbrahim

dizanteriye yakalanıp öldü. Nâzım Paşa'nın Diyarbakır'a atanmasıyla birlikte,

Hikmet Bey ve ailesi de Diyarbakır'a taşındı. Ancak burada bunalan Hikmet Bey,

ailesiyle birlikte İstanbul'a taşındı. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma

denemeleri de iflasla neticelenince memuriyet hayatına geri döndü. Fransızca

bildiği için 28 Şubat 1914’te Matbuat-ı Umumiye çevirmenliğine atandı. Bu

sırada 1910 yılında emekli olan Nâzım Paşa da İstanbul'a, oğlunun yanına

taşındı.

Nazım Hikmet, Heybeliada Bahriye Mektebi'nde öğrenciyken

Nâzım Hikmet, ilk öğrenimini Göztepe Taş Mektebinde tamamladı.[14] İlk şiiri

Feryad-ı Vatan'ı 3 Temmuz 1913'te yazdı. Aynı yıl Mekteb-i Sultanide ortaokula

başladı, fakat bu okulun pahalı olması nedeniyle Nişantaşı Sultanisine geçti.

Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı

Cemal Paşa'ya okuyunca Bahriye Mektebine gitmesine karar verildi.


25 Eylül 1915'te Heybeliada Bahriye Mektebine girdi. O sırada Yahya Kemal de

bu okulda öğretmenlik yapmaktaydı. Yahya Kemal'in, Nâzım'ın annesi Celile

Hanım'la ilişkisi olduğu söylentileri, Hikmet-Celile çiftinin arasını bozdu ve çift,

bir süre sonra boşandı. Hikmet Bey daha sonra Cavide Hanım'la evlendi, ondan

Metin ve Fatma (Melda) adlarında iki çocuğu oldu; 1918-1922 yılları arasında

Hamburg Başkonsolosu olarak görev yaptı. Celile Hanım ise resim dalında

eğitim almak için Paris'e gitti.

Nâzım'ın Mehmed Nâzım imzasıyla yazdığı ve ilk yayımlanan şiiri olan Hala

Servilerde Ağlıyorlar mı? 3 Ekim 1918'de Yeni Mecmua dergisinde çıktı. Nâzım

aynı yıl 26 kişi içinden 8. olarak Bahriye Mektebinden mezun oldu.[16] Karne

değerlendirmelerinde zeki, orta derecede çalışkan ve ahlakî tavırları iyi bir

öğrenci olmakla birlikte, elbisesine özen göstermediği ve sinirli olduğu

belirtilmektedir.[16] Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye gemisine

güverte stajyer subayı olarak atandı. 1919 kışında zatülcenp hastalığına

yakalandı, birkaç ay süren tedavisi sırasında sağlık kurulu 1920 Mayıs ayında

Nâzım'ı askerlikten çürüğe çıkardı.

Millî Mücadele dönemi

Millî Mücadelenin ilk yılını hasta olarak geçiren Nâzım Hikmet, 19 yaşındayken,

1921 Ocak ayında arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Kurtuluş Savaşına katılmak üzere

ailesinden habersiz Anadolu'ya geçti. İnebolu'ya vardığında Anadolu halkının,

özellikle köylünün çileli yaşayışını yakından gördü. Bu sırada Spartakistlerden

Sadık Ahi (Mehmet Eti) adlı bir sosyalistle tanıştı ve ondan yeni fikirler öğrendi.

Yedi günlük yaya yolculuk sonrasında Ankara'ya ulaştı. Cepheye gönderilmedi,

Tedrisat-ı Taliye Müdürü Kâzım Nâmi’nin (Duru) yardımıyla 14 Haziran 1921’de

Bolu Sultanisi kısm-ı iptidai muallimliğine atandı. Burada bir süre öğretmenlik

yaptı, çevrenin tutucu olması nedeniyle zorlandı, hatta Milli Mücadeleye karşı

padişahı destekleyen kişilerin düşmanlığını kazandı.

Ağustos 1921'de Bolu'dan ayrıldı. Düzce, Akçakoca, Zonguldak ve Trabzon'dan

geçerek 30 Eylül'de Batum'a ulaştı. Burada bir süre yaşadı, yolculuğunda

kendisine eşlik eden Vâlâ Nureddin'in yanı sıra Batum'da tanıştığı Ahmet Cevat

(Emre) ve Şevket Süreyya (Aydemir) ile Temmuz 1922'de Tiflis'ten Moskova'ya

gitti.


Moskova dönemi (1922-1928)

Nâzım Hikmet Temmuz 1922'de Moskova'ya vardığında Ekim Devrimi

sonrasında başlamış olan Rus İç Savaşının son ayları yaşanıyordu. Nâzım Türkiye

Komünist Partisi üyesi olarak burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde

felsefe, siyasal bilimler ve iktisat dallarından oluşan Marksizm-Leninizm eğitimi

aldı.

Moskova’da SSCB'nin ilk yıllarına tanık oldu. Rus avangart şiirini inceledi;

Bagritski, Mayakovski, Selvinski, İnber, Panov gibi edebiyatçıların eserlerini

tanıdı. Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinden esinlendiği bu dönemde klasik

biçimden sıyrılarak yeni bir biçim geliştirmeye başladı. 1923 Ocak ayında

Mayerhold Tiyatrosunda düzenlenen Uluslararası Sanat Gösterisinde Yeni Sanat

başlıklı şiirini okudu. 1924'te yayınlanan ve Türkiye Komünist Partisinin (TKP)

kurucularından Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının 28-29 Ocak 1921'de Trabzon

açıklarından boğularak katledilmelerini anlatan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani

Moskova'da sahnelendi.

Ekim Devriminin lideri Lenin'in 24 Ocak 1924 günü ölmesi üzerine Nâzım,

Lenin'in mezarında beş dakika nöbet tuttu.

Nâzım Hikmet Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinden mezun olup 1924

Aralık ayında Türkiye Komünist Partisinin ülke içindeki faaliyetlerine katılmak

üzere yurda döndü fakat sadece yedi ay kalabildi. Bir yandan babasının çıkardığı

Sinema Postası dergisinin teknik işlerine yardım etti, bir yandan da Türkiye

Komünist Partisinin legal yayın çalışmalarında görev aldı. Bunlardan Aydınlık

dergisine yazılar ve şiirler yazdı, 21 Ocak 1925 tarihinde yayımlanmaya başlayan

Orak-Çekiç gazetesine de yazdı, bu gazeteyi sokaklarda sattı. Polis takibine

takılması üzerine gizlice İzmir'e gitti.

1925 Mart ayında çıkan Takrir-i Sükûn Kanunu aracılığıyla liberal, sosyalist her

türlü muhalif kuruluşlar ve yayın organları kapatıldı, birçok yazar tutuklandı.

Nâzım Hikmet aranmasına rağmen bulunamadı, İstiklal Mahkemesinde gıyaben

yargılandı ve 12 Ağustos 1925 tarihinde gizli komünist partisi üyeliğinden 15 yıl


kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Ay sonunda gizlice İstanbul'a gitti, annesinin

yanına uğradı ve bir takaya binerek dönemin TKP lideri Şefik Hüsnü ile birlikte

yurt dışına çıkıp TKP'nin 1926 Viyana Konferansına katıldı ve yeniden

Moskova'ya gitti.

Türkiye'ye dönüşü (1928-1935)

1 Mart 1926 tarihinde kabul edilen Türk Ceza Kanunu uyarınca bir yıl önce aldığı

15 yıllık hapis cezası 1 yıla inince, Nâzım Hikmet yurda dönmek için Türkiye

Büyükelçiliğine birkaç kez başvurdu fakat olumlu sonuç alamadı. Bunun üzerine

Temmuz 1928'de partili yoldaşı Laz İsmail (1970'lerde TKP genel sekreteri olan,

Marat kod adlı İsmail Bilen) ile birlikte ülkeye sahte pasaportla girdikten sonra

Hopa'da yakalanıp burada iki ay tutuklu kaldıktan sonra Rize'ye, oradan

İstanbul'a, oradan da Ankara'ya sevk edildiler. Burada Nâzım'ın 1925 İstiklal

Mahkemesi mahkumiyet hükmü kaldırıldı, ikisine sahte pasaport kullanmaktan

üç ay ceza verildi, fakat tutukluluk süreleri mahkumiyet süresini aşmış

bulunduğu için serbest bırakıldılar.

Nâzım, Ankara'da eski TKP yöneticilerinden olup 1927 Tevkifatı sonrası

Kemalizm ile uzlaşmayı tercih eden Şevket Süreyya Aydemir ve başkaları

tarafından ya da onlar aracılığıyla kendisine yapılan Halkevi bünyesinde çalışma

teklifini geri çevirip İstanbul'a gitti ve 1929'da Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel'in

çıkardığı Resimli Ay dergisinin kadrosuna katıldı. Bu arada Muhsin Ertuğrul,

Cemal Reşit Rey, Peyami Safa gibi ünlü isimlerle de çalıştı. Kısa sürede ülke

çapında tanınan bir şaire ve düşünce adamına dönüştü.

835 Satır adlı şiir kitabı edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandırdı; Ahmet

Haşim gibi şairlerin övgüsüyle karşılaştı. Fakat bu süreçte Nâzım Hikmet'in

Putları Yıkıyoruz başlığı altındaki yazı dizisinde eski edebiyatı yıkmak ve yeninin

temellerini atmak yönündeki fikirleri, dönemin önde gelen edebiyatçılarının

tepkisini çekti.

1+1=1, 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-U, Sesini Kaybeden Şehir ve Varan 3 adlı

kitapları hakkında açılan davalar beraatla sonuçlandı. Kafatası adlı oyunu

İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahneye kondu.


Bu dönemde Nâzım, TKP içerisinde de hızla öne çıktı. Fakat parti içinde

Komintern'den Moskova-Ankara hükümetleri arasındaki ilişkiler olumlu

seyrederken TKP'nin Kemalist rejime karşı sert muhalefet yapmaması yönünde

gelen talimatlara itiraz eden "devrimci muhalefet" hareketinin liderliğini

yapmasının ardından arkadaşlarıyla birlikte Troçkist vb. olmakla suçlanıp

1932'de partiden atıldı.

Bir süre görece rahat bir dönem yaşanıp ardından yine baskılar artınca Nâzım

yirmiye yakın takma ad kullanarak yazmaya devam etti. Destanlarla öne çıkan

ustalık döneminin ilk kitabı sayılan Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı

(1936) Türkiye’de sağlığında yayımlanan son eseri oldu. Bu tarihten 1968 yılına

kadar eserlerinin Türkiye'de basım ve yayımı yasaktı.

Hapis hayatı (1938-1950)

Nâzım Hikmet ordu

mensupları arasında komünizm

propagandası ve örgütlenme

faaliyetleri yürüttüğü iddiasıyla

17 Ocak 1938 gecesi gözaltına

alındı, sonra Ankara'ya

gönderildi. Harp Okulu

Komutanlık Askerî

Mahkemesinde "askerî kişileri

üstlerine karşı kışkırtmak"

suçlamasıyla yargılandı. 29 Mart

1938 tarihinde on beş yıl ağır

hapsine ve ömür boyu kamu

hizmetlerinden men edilmesine

karar verildi. Aynı fiillerinden

ötürü ayrıca Ağustos ayında

1938 Donanması Davası olarak

da bilinen davada da o dönem

TKP'nin önde gelen isimlerinden

Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte

"donanmayı isyana teşvik"

suçundan yargılanıp herhangi

bir tanık veya kanıt olmamasına

rağmen yirmi yıl ağır hapis

cezası aldı. Böylece toplam

hapis cezası, birtakım

indirimlerden sonra, 28 yıl 4 ay

oldu.

31 Ağustos 1938'de

İstanbul Tevkifhanesine, oradan

da 1940 Şubat ayında Çankırı

Cezaevine gönderildi. Burada

birlikte kaldığı Kemal Tahir ile


dostluğu daha sonra

mektuplarla sürdü. Çünkü

sağlığının bozulması üzerine

aynı yılın Aralık ayında Bursa

Cezaevine nakledildi. Burada ise

Orhan Kemal ve Balaban ile

birlikte kaldı. Tüm bu süre

zarfında edebi çalışmalarına

cezaevinden devam etti, ailesi

ve arkadaşlarıyla mektuplaştı.

Cezaevindeyken Kuvâyi Milliye

Destanı, Memleketimden İnsan

Manzaraları gibi sayısız eserler

üretti.

Cezaevinde kaldığı yıllar

boyunca hakkında verilen

kararın bozulması için çabalarını

sürdürdü. Gerek büyük dayısı

Ali Fuat Cebesoy ve başkaları

aracılığıyla yapılan çabalar

gerekse doğrudan kendisinin

"Başvurabileceğim en inkılapçı

baş sensin. Kemalizm’den ve

senden adalet istiyorum. Türk

inkılabına ve senin başına and

içerim ki suçsuzum." gibi

ifadeler içeren dilekçesi vb. hiç

fayda etmedi.

Bu sırada, Komintern

1935'ten itibaren İtalya'da

Faşizm ve Almanya'da Nazizm

karşısında demokrasiyi

savunmak için geniş birleşik

cephe oluşturma politikası

izlemiş, 1939'da başlayan II.

Dünya Savaşı sırasında, özellikle

1941'de Almanya'nın Sovyetler

Birliği'ne saldırmasının ardından

bu politika uluslararası antifaşist

cephe oluşturulmasına yol

açmış ve bu süreçte Nâzım da

yeniden parti çizgisine uygun

hareket eder olmuştu. 1945'te

II. Dünya Savaşı sona erdiğinde

bir yandan Türkiye'de tek parti

rejiminden çok partili

demokrasiye geçiş sancıları

yaşanıyor, bir yandan da

uluslararası planda yavaş yavaş

Soğuk Savaş rüzgarları

hissedilmeye başlıyor ve bu

koşullarda tek cephe politikaları

sürdürülmeye çalışılıyordu.

1945 yılı sonunda Komünist

Partililerle Demokrat Partililerin

Sabiha Sertel yönetiminde

Görüşler adlı bir ortak dergi

çıkarmaları dergi 1. sayısının

çıkmasının hemen ardından

patlak veren Tan Olayı ile

tırmanan gerginlik ortamda


akamete uğramış olsa da bunu

1949 yılında yine Demokrat

Parti çevresinden birinin, Vatan

gazetesinin liberal demokrat

sahibi ve başyazarı Ahmet Emin

Yalman'ın Nâzım Hikmet'e

özgürlük kampanyası

başlatması izledi. Bursa'ya gidip

cezaevinde Nâzım'la görüşen

Ahmet Emin Yalman'ın 19

Ağustos 1949 tarihli

gazetesinde [Tevfik] Fikret ve

Nâzım Hikmet başlıklı

başyazısını yayınlaması Nâzım

Hikmet’in hapis sürecinde bir

dönüm noktası oluşturdu.

Liberal gazeteci Ahmet Emin

Yalman'ın tek parti rejimi

tarafından haksız yere

hapsedilen komünist şair Nâzım

Hikmet'in serbest bırakılması

için bu şekilde başlayan bir dizi

yazısı ve gazetenin avukatı olup

bu aşamada Nâzım'ın

avukatlığını da devralan

Mehmet Ali Sebük'e yaptırdığı

on yazıdan oluşan bir inceleme

sonucunda kamuoyunda Nâzım

Hikmet'in bir "adli hata"

yüzünden cezaevinde olduğu

görüşü ağırlık kazandı.

Avukatların yanı sıra

Adnan Adıvar, Adnan Cemgil,

Adnan Saygun, Ahmet Emin

Yalman, Ahmet Hamdi

Tanpınar, Ali Naci Karacan,

Bedri Koraman, Bedri Rahmi

Eyüboğlu, Behice Boran, Cahit

Sıtkı Tarancı, Falih Rıfkı Atay,

Gazanfer Özcan, Halide Edip

Adıvar, Hilmi Ziya Ülken,

Mazhar Osman Uzman,

Mehmet Ali Aybar, Melih

Cevdet Anday, Mina Urgan,

Mustafa Ekmekçi, Nadir Nadi,

Neyzen Tevfik, Nurullah Ataç,

Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat,

Refit Halit Karay, Sabahattin

Eyüboğlu, Sabiha Sertel, Vâlâ

Nureddin ve Zekeriya Sertel gibi

aydınlar topluca imzaladıkları

dilekçelerle cumhurbaşkanı

İsmet İnönü'ye başvurdular.

Yurt dışında da sanatçıların,

hukukçuların öncülüğü ile

benzer girişimler yapıldı.

Paris’te Tristan Tzara’nın

öncülüğünde “Nâzım Hikmet’i

Kurtarma ve Yapıtlarını Yayma

Komitesi” kuruldu; Albert

Camus, Picasso, Jean-Paul

Sartre, Simone de Beauvoir,

Aragon ve Yves Montand gibi

aydın ve sanatçılar bu oluşuma


destek verdiler. Birleşmiş

Milletler nezdinde danışma

organlarından biri statüsünde

olan Uluslararası Hukukçular

Derneği 9 Şubat 1950'de Nâzım

Hikmet'in serbest bırakılması

isteğiyle meclis başkanı ile milli

savunma ve adalet bakanlarına

birer mektup gönderdi.

İktidarın bu konuda bir

türlü adım atmaması ve

meclisin gündeminde bulunan

af kanununu çıkarmadan tatile

girmesi üzerine Nâzım 8 Nisan

1950'de açlık grevine başladı.

Bu kamuoyunda büyük yankı

uyandırıp imza kampanyaları

başlatıldı, Nâzım Hikmet adlı bir

dergi çıkarıldı. 9 Mayıs 1950'de

annesi Celile Hanım, 10

Mayıs'ta şair Orhan Veli, Melih

Cevdet ve Oktay Rifat da açlık

grevine başladılar. CHP

oylarının %40'ın altında kaldığı,

Demokrat Partinin oyların

%55'ten fazlasını alarak iktidara

geldiği 14 Mayıs seçimleri

sonucunda ortaya çıkan yeni

durum üzerine, yeni meclise ve

hükümete zaman tanımak için

avukatların ve dostlarının

ricasıyla 19 Mayıs'ta greve ara

verdi. Sonunda 14 Temmuz'da

meclisten çıkarılan genel af

kanununun ertesi gün Resmi

Gazete'de yayınlanmasıyla 15

Temmuz 1950'de, 12 yılı aşkın

aralıksız hapis hayatının

ardından özgürlüğüne kavuştu.

22 Kasım 1950'de Dünya

Barış Konseyi tarafından Julius

Fučík, Pablo Picasso, Pablo

Neruda, Paul Robeson ve

Wanda Jakubowska ile birlikte

kendisine Uluslararası Barış

Ödülü verildi. Kendisi

katılamadığı için törende onun

adına ödülü alıp kabul

konuşmasını yapan Neruda

oldu.


Ölümü

3 Haziran 1963 sabahı saat 06.30'da gazetesini almak üzere

ikinci kattaki dairesinden apartman kapısına yürüdüğü sırada, tam

gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda öldü. Sovyet

Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli ve yabancı yüzlerce

sanatçı katıldı ve törenin görüntüleri siyah beyaz olarak kaydedildi.

Ünlü Novodeviçi Mezarlığında (Rusça: Новодевичье кладбище)

gömüldü. Meşhur şiirlerinden biri olan Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam

figürü siyah granitten yapılan mezar taşı üzerinde ebedileştirildi.

Üslubu ve başarıları

Nâzım Hikmet ilk şiirlerini hece ölçüsü ile yazmaya başladı fakat

bunlar içerik bakımından diğer hececilerden farklıydı. Şiirsel gelişimi

arttıkça hece ölçüsü ile yetinmemeye ve şiiri için yeni formlar

aramaya başladı. Sovyetler Birliği'nde yaşadığı ilk yıllar olan 1922 ile

1925 arasında bu arayış doruğa çıktı. Hem içerik hem de biçim

bakımından dönemindeki şairlerden farklıydı. Hece ölçüsünden

ayrılarak Türkçenin vokal özellikleri ile ahenk oluşturan serbest ölçüyü

benimsedi. Mayakovski ve fütürizm taraftarı genç Sovyet şairlerinden

esinlendi.


RIFAT ILGAZ

Mehmet Rıfat Ilgaz (8 Mayıs 1911;[1] Cide, Kastamonu - 7 Temmuz 1993, İstanbul), Türk şair, romancı

ve öykü yazarı.

Özellikle Hababam Sınıfı romanıyla tanındı. Hem yazılarında hem de kişisel hayatında toplumcu bir

çizgi devam ettirdi. Türkiye'nin en çalkantılı siyasi dönemlerinde devam ettiği dergiciliği, aynı

dönemdeki birçok yazar gibi, onun da adliye koridorlarında ve hapishanede zaman geçirmesine

neden oldu.[2] Oldukça üretken olan yazın hayatına şiirden mizah öykülerine, romandan çocuk

kitaplarına birçok farklı alanda eser sığdırdı. Bir zamanlar toplatılan Karartma Geceleri eseri 2004

yılında 100 Temel Eser listesine girdi.[3] Yazarın eserleri günümüzde, oğlu Aydın Ilgaz ile birlikte

kurduğu, Çınar Yayınları'ndan çıkmaktadır. Bu kitapların baskıları Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

tarafından yapılmaktadır.[4]

Gözünü sevdiğimin kopyası...Ne doktorlar, ne avukatlar,

ne mühendisler yetiştirmişti şimdiye kadar.


Ana hatlarıyla hayatı

8 Mayıs 1911 yılında Kastamonu'nun Cide

ilçesinde doğdu. Yedi kardeşin sonuncusu olan

Ilgaz'ın doğum tarihi kesin olarak belli değildi.

Nüfusa göre 8 Mayıs 1911 olan doğum tarihi,

annesinin söylemesiyle "derin kar"dadır. Bu

da, Ilgaz'ın demesiyle, 1910'un Şubat'ına

rastlamaktadır.[5] Ortaokuldayken liseye

devam edip üniversite okumak istemesine ve

öğretmenlerinin bu konuda onu

desteklemesine rağmen babasının vefatı

nedeniyle Kastamonu Muallim Mektebi'ne

(öğretmen okulu) girdi.[6] Mezun olduktan

sonra Gerede ve Akçakoca'da ilkokul

öğretmenliği yaptı. 1932'de kızı Gönül doğdu.

Daha sonra Gümüşova'ya başöğretmen olarak

atandı. 1933 yılında askere alındı. 1936'da

Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat

bölümüne girdi ve 1938'de mezun oldu.

Mezuniyetinden sonra Adapazarı'na atanan

Ilgaz, vereme yakalandığı için öğretmenlik

yapamadan buradan ayrıldı ve İstanbul Yakacık

Sanatoryumuna yattı.[7][8]

İstanbul'dayken hem Karagümrük

Ortaokulu'nda Türkçe öğretmenliği yapıyor

hem de fakültede felsefe okuyordu. II. Dünya

Savaşı'na denk gelen bu dönemler daha sonra

edebiyatında da oldukça etkili oldu. Örneğin

savaş Karartma Geceleri romanının arka

planında yoğun olarak hissedilmektedir. 1943

yılında Karagümrük Ortaokulunda bir

öğretmenle kavga ettiği için Nişantaşı'na

sürüldü. Aynı yıl ağabeyinin de bulunduğu

Tosya'da deprem olunca oraya gitti ve daha

sonra izlenimlerini gazetede yazdı. Ayrıca bir

de bu deneyimi yansıtan Tosya Zelzelesi şiirini

yazdı.

1944'ün Ocak ayında yayınladığı Sınıf kitabıyla

adliyeler ve hapishaneyle tanışmış oldu. Bir

süre saklanan Ilgaz, 24 Mayıs 1944'te Birinci

Şubeye teslim oldu.[9] 6 aya çarptırılan yazar,

hapishaneden çıktığında hem öğrenciliğini

hem de öğretmenliğini kaybetmişti. Sağlığı da

oldukça bozulan Ilgaz, Heybeliada

Sanatoryumuna yattı. 1946 yılında

öğretmenliğe kısa bir süreliğine dönse de,

sonunda 1947'de temelli olarak bu şansı

kaybetti. Bununla birlikte sanatoryuma

yatabilme hakkını da kaybetmiş oluyordu.

Hayatı dergi ve gazetecilik ile şiir yazarak

geçiyordu. 1953 yılında Devam kitabı da

toplatıldı ve yazar hakkında soruşturma açıldı.

27 Mayıs'tan hemen önce gönderilmesi

planlanan sürgünden 27 Mayıs 1960 askeri

müdahelesiyle kurtuldu. 1966'da Ilgaz'ın

oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı Ulvi Uraz

Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelendi. Aynı

oyun 1969 yılında İstanbul Tiyatrosu'nda

sahneye kondu. Aynı yıl Çatal Matal oyunu da

Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelendi.

Yazar Afet Muhteremoğlu ile olan evliliğinden,

1971'de kızı Defne doğdu. Aynı yıl Basın Şeref

Kartı aldı. Bu yıl ayrıca Sınıf Yayınları'nı kuran

yazar kendi kitaplarını yayımlamaya başladı. İlk

denendiğinde sansüre takılan Hababam Sınıfı,

Umur Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçti

ve Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekildi.

Fakat yazar bu durumdan hoşnut değildi,

çünkü sansürden geçmeyi başaran senaryo

eserin bütün toplumsal eleştirilerinden

arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi

haline getirilmişti.[10]


"Tek suçumuz hür insanlar gibi konuşma

Kitaplar suç ortağımız."

“Onlar, Hababam Sınıfı'nın özüne saygı gösterilerek

çevrilmiş filmler değildi. İçeriği bakımından, tezi

bakımından aykırı. Ben eğitimi eleştiririm.

Kopyacılığı, ezberciliği... Senaryoyu yazanlar

öğrenci velilerine başlıyorlar çıkışmaya. [...] Hemen

dava açtım „


Edebiyatı

Rıfat Ilgaz, edebiyat hayatına 1926 yılında Kastamonu Nazikter gazetesinde yayınlanan "Sevgilimin

Mezarında" şiiriyle başladı. Bu şiiri yazdığında henüz on beş yaşında olan şair, o dönemlerde Mehmet

Rıfat imzası ile yazıyordu. Hatta Kastamonu'dan geçmekte olan Faruk Nafiz'in ilgisini çekmeyi başardı.

Bir süre tarz olarak kişisel şiirler yazsa da -ki bunlar Varlık, Oluş gibi dergilerde yayınlandı- daha sonra

hiçbirini kitaplarına almadı. Ona göre bu şiirler gözü kapalı yaşadığı yılların ifadesiydi.[13] Bir süre şiir

tekniğine yeni bir soluk getirdiğine inandığı Nâzım Hikmet ile çalıştı. Onun Bursa Hapishanesinden

gönderdiği şiirleri İbrahim Sabri mahlasıyla yayınlıyordu. Nazım da Ilgaz'dan umutla söz ediyordu:

“Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var, hepsinin ismini aklımda tutamıyorum, isimleri henüz yer

etmedi, ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra tefriki yapmadan sayayım:

Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Orhan Kemal, Saffet Irgat vesaire...[14] „

Ayrıca Nazım, başka bir zamanda "kendi sesini bulması" için Orhan Kemal'e Ilgaz'ı örnek göstermiştir.

Rıfat Ilgaz, II. Dünya Savaşı döneminde öğretmenlik yaparken hayatında ve çevresinde gördükleriyle

toplumcu bir anlayışa yöneldi. Halktan biri olması ve halkın çektiklerini kendisinin de çekiyor olması

bunu ifade etme isteği ve ihtiyacı yarattı. Bu amaçla çıkardığı ilk şiir kitabı Yarenlik'te (1943)

çevresindeki insan hayatını anlattı. Mesela bu eserindeki "Alişim" şiirinde onun edebiyatta durduğu

noktanın izleri oldukça güçlüdür.

Kasnağından fırlayan kayışa

kaptırdın mı kolunu Alişim!

...

Gidenler gitti Alişim,

Boş kaldı ceketin sağ kolu...

...


B

u şiirde toplumu birçok açıdan anlatmaktadır şair. Köyden kente göçten, işçinin durumuna

kadar toplumsal gerçekleri irdelerken bir yandan da bu toplumsal gerçeklik içinde sıkışıp kalan

bireyin durumunu da verir. Ne de olsa, Kızlar da emektar saz gibi iki kol ister saracak! Şiirin de

kullandığı dil ise anlattığı konuların tarzına uygun bir şekilde sadedir.

Benzer bir anlayışla yazdığı ve şiirlerin bir kısmı okuldaki öğrencileriyle ilgili olan ikinci kitabı Sınıf

(1944) toplatıldı ve Ilgaz hakkında soruşturma başlatıldı. O dönemde sağlık nedeniyle okuldan izinli

olan şair bir süre saklandıktan sonra teslim oldu ve 6 ay hapiste yattı. Bu dönemde yaşadıklarını bir

çeşit anı-roman olan Karartma Geceleri'nde, karakteri Mustafa Ural aracılığıyla anlattı.

Ilgaz, 1940'lı ve 50'li yıllarda yoğun bir şekilde dergicilikle uğraştı. Zaten zamanın ekonomik -ve biraz

da siyasi- şartları daha hacimli eserlere (kitaplara) pek izin vermiyordu. Bu dönemde hükûmete ve

İran Şah'ına hakaretten tekrar hapise girdi. 1950 Af Kanunuyla çıktı. Daha sonradan "Fedailer

Mangası" adını alacak bir grup aydın, bir çıkan bir kapanan dergilerde yazmaya devam etmeye

çalışıyorlardı. Özellikle Rıfat Ilgaz'ın takdir ettiği Nâzım Hikmet'in anahatlarını ortaya koyduğu

toplumcu bir edebiyat anlayışı gelişmişti. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Ömer Faruk Toprak, Hasan

İzzettin Dinamo gibi yazarların başı çektiği bir akımdı bu.

Bu dönemde özellikle Sabahattin Ali ve Aziz Nesin'le birlikte çıkardıkları Markopaşa, Türk siyasi

edebiyat tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Mizah yoluyla ülkedeki gidişatı eleştiren yazılara yer

veren yayın kısa sürede büyük ilgi topladı ve iyi bir satış seviyesine ulaştı. Kapatıldıkça Hür

MarkoPaşa, Yedi-Sekiz Paşa gibi başka isimlerle tekrar çıkan derginin benzer isimlerle sahteleri dahi

türedi.[16] Bu dönem Türk yazınında dergicilik dönemiydi ve benzer kadrolar sürekli olarak farklı

dergilerde yazıyorlardı.

1956 yılında İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde bir hikâye serisi yayınlamaya başladı. Daha

sonra bu yazılar Hababam Sınıfı romanı oldu. Çizimlerini Turhan Selçuk'un yaptığı bu dizi çok tuttu.

Yazar "Stepne" takma adıyla yazdığı için bu hikâyelerin kime ait olduğu da ilginç tartışmalar

yaratıyordu. Bir süre sonra kendi adıyla bu yazıları topladığında birçok insan ona inanmadı.[17] Daha

sonra Ilgaz, diğer Hababam Sınıfı oyunlarını da yayınladı.

Rıfat Ilgaz romanlarının çoğunu 1970'li yıllarda yazdı. Zaten bu yıllar Türk romanında, özellikle politik

içerikli eserlerde, oldukça üretken bir dönemdi. Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu gibi yazarlar 12 Mart

romanı diye tabir edilen türde eserler yazarken Ilgaz daha önceki dönemleri de kapsayan eserlere

imza attı. Özellikle Kastamonu hayatını kaleme aldığı romanlarında "yerel" edebiyata eğilim

gösteriyor gibi görünse de, bu eserlerinde anlattığı hayatlarla halkın tarihsel süreç içerisindeki

durumunu işlediği için halkçı edebiyat çizgisini sürdürdüğünü söylemek mümkündür. Tarz olarak da

yine bu dönemde, Adalet Ağaoğlu, Füruzan ve Oğuz Atay gibi yazarlarda görüldüğü üzere, modernist

edebiyatın ortaya çıkmaya başlamasına rağmen, o Toplumcu Gerçekçi anlayışını devam ettirdi.


Yazarın öykücülüğü özellikle mizah alanında gelişti. Öyküleri Markopaşa dönemlerine gitmektedir. İlk

öykü kitapları olan Radarın Anahtarı ve Don Kişot İstanbul'da 1957 yılında yayınlanmışlardır.

Toplumsal değişimleri ve çarpıklıkları hicveden bu mizah öykülerine örnek olarak Sosyal Kadınlar

Partisi'ndeki kentleşme ve toplumda kadının yeri üzerine eleştiriler verilebilir. Biraz da bu nedenle

Ilgaz, Hababam Sınıfı eserlerinin film uyarlamalarından çok da memnun olmadı. Bu uyarlamalar

eserlerinin toplumsal hiciv kısımlarını eleyip yerine basit bir gülmece anlayışı getirdiler.

Yaşamını son dönemlerinde yazar özellikle anı ile çocuk edebiyatı türüne ağırlık verdi. Öğretmenlik

yıllarından kalma bir idealizmle özellikle yeni nesile yönelik çalışmaları tercih etti. Anıları uzun bir

tarihsel geçmişe ışık tutarken (1910'lardan bu yana yazar Türkiye'nin tarihsel geçmişini bizzat

yaşamıştır) çocuk romanları yeni bir süreç için hazırlık görevi görüyordu. Zaten Okutmak Üzerine

şiirinde şöyle der:[18]

“ Sınıfın ozanıyım mimli

Hababam Sınıfı'nın yazarıyım ünlü

Kim ne derse desin, çocuklar için yazdım

hep.

...

İki iş tuttum ömür boyu köklü.

Çocukları okutmaktı ilk işim.

İkincisi,

Yazdıklarımı çocuklara okutmak.

1980'li yıllarının çoğunu panellerde ve imza günlerinde geçiren Ilgaz için 1990'li yıllarda "plaketler"

dönemi oldu. Son şiirini 19 Kasım 1991'de yazdı:

“ Son Şiirim

Elim eline değsin

Isıtayım üşüdüyse

Boşa gitmesin son sıcaklığım.[19]

Uğur Mumcu'nun öldürülmesini takiben Sivas

Madımak Olayı'nın olması yazarı duygusal

açıdan oldukça yordu. Özellikle bu son

dönemlerini Mehmet Saydur oldukça detaylı anlatmaktadır.

öldü, 7 Temmuz 1993


Kastamonu ve Rıfat Ilgaz

Doğduğu ve yetiştiği kent olan Kastamonu'ya bağlılığını her fırsatta dile getirmiş olan Ilgaz, zaten

soyadı devrimiyle kendine bu kentin en büyük simgesi olan Ilgaz Dağlarının ismini soyadı olarak seçti

(1934). Özellikle doğduğu Cide ve kültürüne ve insanına yapıtlarında yer verdi. Sarı Yazma, Yıldız

Karayel, Halime Kaptan ve Karadenizin Kıyıcığında gibi romanlarında bu yöreyi tema olarak aldı.

Kastamonu ve Cide'de adına etkinlikler düzenlenmektedir.

Rıfat Ilgaz'ın Kastamonu ile ilgili yönlerini en iyi veren kaynaklardan biri, onunla tanışıp birlikte

çalışmalar yapmış olan Mehmet Saydur'dur. Ilgaz üzerine birçok araştırması olan yazar, onunla

anılarını Rıfat Ilgaz'lı Yıllar adlı eserinde yazmıştır.

Her yıl memleketi olan Cide ilçesinde 7-8-9 Temmuz tarihleri arasında Cide Rıfat Ilgaz Sarı Yazma ve

Kültür Sanat Festivali yapılır. Sanatçı her yıl orada konserler, paneller, dinletiler eşliğinde anılır.

Rıfat Ilgaz hayattayken adı Kastamonu Belediyesince Kırkceşme Mahallesi'ndeki bir sokağa,

vefatından sonra cezaevinden kültür merkezine dönüştürülen binaya verilmiştir.

Cidede doğduğu ev 2008 yılında Cide Belediyesince aslına uygun restore edilerek Rıfat Ilgaz Müzesi

olarak hizmete açılmıştır.


ESERLERLERİ

Şiir kitapları

Yarenlik (1943): 1946'da ikinci basımı yapıldı.

Sınıf (1944): Kovuşturmaya uğradı. 6 ay hapis yattı.

Yaşadıkça (1947): Toplatıldı.

Devam (1953): Toplatıldı.

Üsküdarda Sabah Oldu (1954)

Soluk Soluğa (1962): Yeni şiir çok azdır, genellikle derleme.

Karakılçık (1969)

Uzak Değil (1971)

Güvercinim Uyur mu (1974)

Kulağımız Kirişte (1983)

Ocak Katırı Alagöz (1987)

Çocuk Bahçesi (1995): Çocuklar için şiirler

Bütün Şiirleri (1983): 9 cilt olarak

Bütün Şiirleri: 1927-1991 (2004)

Romanları

Hababam Sınıfı (1957): Önce dizi hikâye olarak Dolmuş dergisinde yayınlandı. Sonradan

roman olarak toplandı. Film uyarlamalarına esin kaynağı oldu. Ayrıca tiyatroda da sahnelendi.

Başlığın diğer anlamları için Hababam Sınıfı sayfasına bakınız.

Pijamalılar (Bizim Koğuş) (1959): Önce Bizim Koğuş adıyla yayınlandı. Daha sonra 1973'te

Pijamalılar olarak çıktı.

Karadenizin Kıyıcığında (1969)

Halime Kaptan (1972)

Meşrutiyet Kırathanesi(1974)

Karartma Geceleri (1974): Yusuf Kurçenli tarafından filmi çekildi. Başrolünü Tarık Akan

oynadı.

Ana madde: Karartma Geceleri (film)

Sarı Yazma (1976)

Yıldız Karayel (1981)

Apartıman Çocukları (1984)

Hoca Nasrettin ve Çömezleri (1984)

Hababam Sınıfı İcraatın İçinde (1987)


Ödülleri

1982 Yıldız Karayel ile Madaralı Roman Ödülü

1982 Yıldız Karayel ile Orhan Kemal Roman Armağanı

1987 Ocak Katırı Alagöz ile Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü

1993 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü.

Türkiye'de Rıfat Ilgaz

Her yıl öldüğü gün olan 7 Temmuz'da, Cide, Kastamonu'da adına Sarı Yazma Festivali

düzenlenmektedir.

Adına şiir ödülü verilmektedir.

6 Aralık 1982'de İstanbul Şan Müzikholü'nde 55. sanat ve 70. yaş günü kutlandı.

1984'te Cide Postası gazetesi ve Çınar Yayınları tarafından ortak olarak, Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat

Ödülü verildi. Kazanan "Sekizinci Renk" şiiriyle, Seval Esaslı'dır.

1986'da aynı ödül mizah hikâyesi dalında Muzeffer Abayhan'a verildi.

28 Nisan 1986'da Harbiye Konak Sineması'nda 75. yaş günü kutlandı.

12 Mart 1990'da Türkiye Yazarlar Sendikası, İstanbul Karaca Tiyatro'da Ilgaz'ın da katıldığı Ustalarla

Birlikte gecesi düzenledi.

Karartma Geceleri romanı Yusuf Kurçenli tarafından filme çekildi. Mustafa Ural rolünü, Tarık Akan

oynadı. Film birçok ödül aldı.

Ana madde: Karartma Geceleri (film)

Kastamonu'da, 2 Mayıs 1991'de eskiden oturduğu sokağa adı verildi. Ayrıca adına bir süre oturduğu

(Ataköy, İstanbul)'da bir bulvar ve İncirli Bakırköy'de bir kütüphane bulunmaktadır. Cide'deki bir

cadde Rıfat Ilgaz caddesi, belediye parkı da Hababam Sınıfı Parkı yapıldı.

11-19 Aralık 1991 tarihleri arasında Türk Yazarlar Sendikası ve PEN Yazarlar Derneği tarafından

İstanbul, İzmir, Ankara ve Kastamonu'da 80. yaş günü etkinlikleri düzenlendi.

Bakırköy Belediyesi'nce adı verilen kültür merkezi, Bahçelievler Belediyesi'nin ayrılmasıyla başına

geçen Refah Partisi tarafından Necip Fazıl Kısakürek olarak yeniden adlandırıldı. Siyasi olduğu açık

olan bu eylem basında tepki topladı.

10-12 Mayıs 2006'da Ankara Üniversitesi, Kastamonu Meslek Yüksek Okulu'nda Rıfat Ilgaz

Sempozyumu düzenlendi.

12.Cide Rıfat Ilgaz Sarıyazma Kültür ve Sanat Festivalin'de doğduğu ev Rıfat Ilgaz Kültür ve Sanatevi

olarak açıdı (6 Temmuz 2007)

T.C. Kastamonu Üniversitesi Cide Rıfat Ilgaz Meslek Yüksekokulu açıldı. (21 Ekim 2008)


Dünya'da Rıfat Ilgaz

2006-2008 yıllarında Bacaksız (Der Dreikäsehoch) serisinin üç kitabı Almanya'da çevrilip Edition

Orient tarafından yayımlandı.[20]

Dördüncü Bölük kitabı Damian Croft tarafından İngilizce'ye çevrildi ve Milet Publishing tarafından

Fourth Company başlığıyla yayımlandı (ISBN 978-1-84059-298-6).

Şiirleri birçok akademik dergide çeviri olarak yayımlandı.

Bazı eserleri bölümler halinde yurtdışında hazırlanan Türk edebiyatı antolojilerinde ve

araştırmalarında yer aldı.


"Demek seksen dört ekmeğe öğretmenlik yapıyoruz."

- Rıfat Ilgaz

"İyi ya da kötü, yaptım işte... Bir şair, üzerine düşen işi yapmalı."

Kızdım, hep bizden ölüm isterler. Hiç yaşamaktan söz eden yoktur.

- Rıfat Ilgaz

Şiir yazmak dünyanın neresinde suçtu, faşist ülkelerden başka?


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!