You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
CİNSİYET
VE
PSİKANALİZ
SIGMUND FREUD
CİNSİYET
VE
PSİKANALİZ
Çeviren:
SELAllA 1T1N H1LA V
üçüncü Basılış
VARLIK YAYINEVl
Ankara Caddesi, İstanbul
FAYDALI KİTAPLAR: 27
Bu kitabın ilk baskısı Ağustos 1963 ' te,
ikinci baskısı nisan 1967 de yapılmıştır.
Varlık Yayınları, sayı: 1649
1stanbul'da Dilek Matbaası'nda basılmıştır.
Şubat, 1972
ÖN SÖZ
Bu k-itapta yer alan yazdar, hem psikanaliz hakkında
sağlam ve etraflı bilgi vermek, hem de ge'n€l
okum ve özellikle edebiyatseverleri ilgilendiren ko
nular üzerinde, Freud'ün neler düşündüğünü belirtnıek
amacı gözönünde tutıdarak seçilmiştir.
Ünlü Fransız düşünürü Dr. 8. Janke"levitch'i"'
"Freud ve Psikanaliz'' adlı yazısı, yirminci yüzyılın
en önemli öğretilerinden biri olan psikanaliz hakkında
bilgi vermektedir. "Cinsiyet üzerine üç Deneme''
Freud'ün önemli eserlerinden biri olarak cinsiyet
konusunu psikanaliz metodu ile inceler. "Uy
gar Cinsel Ahkik ve Çağdaş Sinir Hastalık"ları"nda
ise, içinde yaşadığımız toplum hayatı ile içgüdüsel
varlığımızın çatı§'Tnaları ve bunlardan doğan alsaklıklar
açığa vuruluyor. Freud'ün ele aldığı konular
üzerinde, incelemelerin yapıldığı tarihten ön
ce ve sonra ne gibi düşünceler ileri sürdüğünü belirtmek
için notlar ko'lfmayı yararlı bulduk. Bundan
başka, psikanalize meraklı okurlara yararlı olv.r
umuduyla, burada çevirisini verdiğimiz incelemelerle
ilgili başka yazılarının, ünlü lngilizce Btandard
Edition çevirisindeloi yerlerini belirten notlar koy-
6 CtNSIYET VE PSl.KANAUZ
duk. .Aynca çevirinin sonundaki notlarda, çemride
geçen terimlerin kar.şıltklarını ve tanımlarım ver
meğe çal'§tık.
S.H.
FREUD VE PSİKANALİZ
Freud, psikanalizi, "belli birtakım sinir hasta·
lık"larının tedavi metodu" olarak tanımlamıştı. Demek
ki Freud, her şeyden önce, bir sinir hastalıkları
uzmanıdır ve ileri sürdüğü teorilere, sinir hastalıklarını
tedavi edebilmek için yaptığı pratik araştırmalardan
varmıştır. Gençliğinde, psikanalize yô·
neldiği sırada, Freud'ün tuttuğu belli bir psikoloji
teori.si yoktu. Kendisinin de anlattığı gibi, psikanalize
yönelmesini ve bu metodu bulmasını, sadece bir
rastl.antıya borçludur. Bu rastlantı, Viyanalı dok·
tor Breuer ile dostluğu sayesinde ortaya çıkmıştır.
Dr. Breuer, bir isteri olayını ipnozdan geçirerek
iyileştirebilmişti. Tedavi sırasında, çağrtşımlar yoluyla
hastanın, ipnoz altında bulunduğu ve kendi
sini bilmediği sırada söylediği saçma ve tutarsı
söz!erin kaynağına kadar ulaşan Dr. Breuer, yeni
bir metod ortaya koymuş Oluyordu. Breuer, herseferinde,
bu sözlerin, birtakım ruhsal gerçekleri dile
getirdiğini ve hastanın normal haldeyken bunlarır.
hiç'birini bilmediğini kavramıştı. Dr. Breuer'in mcto.
du sayesinde bu gerçekler hastanın bilincine getiri
liyor ve aynı zamanda hastalığın etkilerinin belli bir
süre için ortadan kalktığı görülüyordu. Elde etm
olduğu bu ilk sonuçlar kar§ıSında §<ı§kınlığa uğrayan
8 CtNStYET VE PStKANAUZ
Dr. Breuer, metodunu ipnoz sırasında söy'len-miş
sözlerden başka, hastanın asıl marazi belirtilerine.
(arazlarına) da uygulamağa başladı. Bu uyguU:ımanın
sonucu da bir önceki kadar şaşırtıcı oldu. Çünkü,
Dr. Breuer, her belirtinin, hastanın daha önce yatJamış
olduğu ve büsbütün unuttuğu bir olayın dile
gelmesinden başka şey olmadığını görmüştü. Bıı olayı
dile getiren belirtinin ortadan kaldırılması için
olayın hatırlanmasını ve bilince getirilmesini sağlamak
yetiyordu.
Bu sonuçlar, genç Freud:ün üzerinde derin etküer
yapmaktan geri kalmadı. Ornek bir alçakgönüllülülo!e,
daha sonra birlikte çalıştığı Dr. Breuer'P,
neler borçlu olduğıtnu açıkladı.
Freud'ün 1895 yılında yayınlanan kitabı (Studien
über Hysterie - isteri Üzerine incelemeler)
bu işbirliğinin ürünü olduğu gibi, psikanaliz teorisinin
ilk taslağını da içinde taşı.maktadır.
Freud'ün övülmeğe değer başka bir yaiıı da, çeşitli
bu!uşlar yapmış olduğu halde, mutlak hakikati
ele geçirmiş olduğunu bir an bile düşünmemesi ve
kendi metodu ile o çağU:ırda yaygın olan öteki metod
ve düşünceleri karşılaştırmak istemesidir. Bıı
amaçla Fransa'ya gelmiş ve nöro-patolojinin merkezi
olan bu ülkede, Charcot ve Bernheim gibi üstadların
yanın<la çalışmıştı. Freud, Nancy'de bulunan
Bernheim'a karşı daha büyük bir yakınlık duymuŞtu.
1899 y1ı!ı boyunca, bu üstadın derslerini klem t'e
tf:Zkin konusunda kaleme almı§ olduğu ünlü kitabı-
1ıı Almanca:ya çevirmti . .Ama 'f'reud, telkin (Clf'la-
CtNStYET VE PStKANALtZ 9
ma) fenomenini inceledikçe, bu metodun, Nancy Oku,
lu tarafından kullanıldığı biçimde, kesin ve devamlı
sonuçlar sağlıyarnadığını görüyordu. Başka tür'Ttiiı
olması da mümkün değiı!di. Ç·ünkii, lJiU:msel bir temeli
olmıyan telkin metodu; bir çeşit büyücülüğii.,
kötü rulıl,arı kovma tekniğini ya da sihirbazlığı tın
dırıy<>Nlu. Bundan başka, hastalıkların belirtikri ve
her hastalığın özei! yapısı gözönünde tutulmadan,
bu metod, her çeşit sinir hastalığına aynı biçimde
uygulanıyordu. Freud'ün telkin metodundan yararlandığı
tek yan, bu metodun hasta ile doktor arasında
belli lJir bağlantı yaratmış olmasıydı. Freud ,
daha sonraları psikanalfade "transferi-aktarma" di
ye bilinen fenomenin temelini, doktorla hasta arasındaki
bu bağl,antıdan çıkarmıştı. "Aktarma" fenomeni,
hastanın; gösterdiği belirtilerin bilinç-dışı,
bastırılmış ve itilmiş temelini teşkil eden duygu ya
da kompleksler psikanalizden geçirildikçe, bu duygu
ve komplekslerden, onları ilk önce doktora aktararak
(yansıtaral) kurtulmasından bo,.şka şey de·
ğildir.
O çağlarda yaygın 07,an tedavi metodlarında
(ipnoz ve telkin) Freud'ün en fazl,a dikkatini çeken
şey, lnı metodları kul/,ananların, belki de farkınd,a
olmıyarak, hastalıkların kökünü kazımaya değil, belirtilerini
ortadan lcaldtrmaya çalışmalarıydı .. Yani,
bu metod!arı kullananl,ar, hastlığın temeline yönelecek
ıerde, belirtileriyle savaşmayı tercih edtiyorlardı.
Bıı bakımdan, sözü geçen meto<lların kesin so
nuçl,ar vermemesine, lJir aralık yatıştıktan sonrcı
10 ctNSlYET VE PStKANALtz
hastalığın yeniden azıtmasına; 'birçok nevrozlulann,.
yillar boyunca hastahaneden hastahaneye sürii,k'lenerek,
doktorların denemelerine konu olmalarına
şmak gerekirdi. Bir hastayı uyuttuktan sonra,
ipnoz sırasında, ona, şu ya da bu rahatsızlığı artık
duymaması, şu ya da bu belirtiyi göstermemesi gerektiğini
söykmek, ya da uyanıklık halindeyken belirtilerin
organik bir yapısı olmadığını ve bunlar
sanki mevcut değillermiş gibi davranması gerektiğini
telkin etmek, hasta ile hastalık arasında ayırıcı
bir duvar 'gÜkseltmekten ve gerçek tedavi yerine
yalan bir sıhhatlilik duygusu sağlamaktan 'ba§ka
şey değildi.
Bundan ötürü Freud, da'ha ilk denemeleri sonutıda
elde ettiği gözkm ve düşünceler sayesinde, Dr.
Breuer'in şaşırtıcı sonuçlar vermiş olan ünlü "talking
cure" (konu.şma yoluyla tedavi) metoduna karşı
eğilim duymuştu. Bu metod, 'bütün öteki ru1ısal
tedavi metodlarının başarısızlığını, ya da hiç ol
mazsa sonuç vermeyişini açığa vuran bir bilgisizliği
ortaya koyuyordu. Gerçekten de, 'bütün bu metodlar,
"belli bir gerçeği görmezlikten ve bilmezlikten
geliyorlardı. Bu gerçek, nevrozlularda görülen fizik
ve psişik belirtikrin rastgek ortaya çıkmış gerçekler
olmamasıydı. Ayrıca bu belirtilerden, insanın etine
batmış bir iğneyi çekip çıkarır gibi kurtıdma1:
da kabü değildi. Çünkü bu belirtiler, şu ya da bıt
nedenden ötürü, hastanın hayatının be"l!i bir anında
bilincin denetlemesinden kurtulmuş, ya da hasta
tarafından kurtarılmış; Freud'ün. ve psikanaliz-
CtNSrYEI' VE PStKANALlZ 11
cilerin deyimleriy"le "bastınlmı§'' ve "itilmiş'' psişik,
zihinsel ve duygusal (alfectif - teessüri) komplekslerin
irade-dışı oo bilinç·dı§ı o"larak d4le gelişiydi.
Freud'ün, psikanalize, herhangi bir psikolojik
teoriyi benimsemeden, bir bilgin, doktor ve pratisyen
07,arak yöneldiğini söylemiştik. Ama Freud, psikanaliz
metodunu geliştirip derin"leştirdikçe, belli bi1'
ruhbilimin ortaya konulması ihtiyacı da kendini duyurmağa
"başlamıştı. Bu durum karşısında, soyut,
düşünce"lere ve doğrulanması (tahkiki) kabil olmı.yan
teorilere uracağı yerde, Freud, elinin altında
bulunan şeyden yararwnmayı, yani psikanalizde
tohum halinde bulunan ruhbilimi geliştirmeyi tercih
etti. Bu ruhbilim bir kere geliştirilince, psikmıalizin
ilerleyip gelişmesini de sağlıyacaktı. Bu bakımdan
Freud'ün ruhbilimi, profesyonel ruhbilimcilerin
çok yavan ve ilkel bulacağı bir ruhbilimdi. Ama bu
ruhbilim, ilkel ve ı,ttvan görUnmesine rağmen, çok
önemli birkaç ilke ortaya koymaktan da geri kalmamır.
Once Freud, ondokuzuncu yüzyıl ruhbiliminin
sık sık sözünü ettiği ve günümüzde de üzerinde önernle
durulan "bilinç-dışı" kavramına somut bir muhteva
kazandırmıştır. Elli yıldan beri, genel olarak
bilinç-dışı yaratmadan, bilinç-dışı faaliyetten ve bilinç-dışı
psişik hayattan sık sık söz edilmektedir.
Hatta bilinç-dışının bir derecelendirmeden bile geçirildiğini
ve bilinç ile bilinç-dı§'& arasında boş bir
alan bırakmamak için "bilinç-altı" denilen bir şey•
12 CiNSiYET VE PStKANALtZ
den bile söz edildiğini biliyoruz. Bilinç-altı, tama
men bilinç-dışına ait olmamakla 'birlikte, tamamen
'bilincin 'bir parçası da değildir. Bu ayırma pek yanlış
sayılmaz. Hattd Freud, "bilinç-altı"nı, "bilinçönü"
deyişiy'le adlandırarak bu derece-!endirmeyi be·
nimsemiştir. Ne var ki, ruh'bilim i'le uğraşanlar, bilincin
ne olduğu konusunda düşünce birliğine 'Vardı&kları
halde, bilinç-dışını tanımlamak sözkonımt.
olunca, bir'birini tutmayan düşünceler i'leri sürmek·
ted4rler. Ruhbilimcilerin çoğu, "bi.?inç-dışı" deyince,
sinir ve beyin sisteminin, dış etkiler olmaksızın işlni
gi>zönünde tutarlar. Freud bu görüşe karşı
gelmiyor ama, dış etkiler olmasa bile, iç etkilerin
olabileceğim ve 'bunların da gözönünde tutulması gerektiğini
ileri sürüyor.
Gerçekten de, psikanaliı,
ruh-bilimcinin gi>züne kapkara ve bomboş görünen
bilinç-dışının çatlayıp taşacak kadar d<Ypdolu olduğunu
ve içindeki ögelerden (unsurlardan) herhangi
birinin kaçtp kurtulmak istediği an, sert ve sıkı bir
"sansür" ile karşılaştığını öğretmiş bıilunuyor. B?t
sansür olmasa, bilinç-dışındaki ögelerin dışan uğrayarak
taşmalan işten 'bile değildir.
Bilinç-dışının muhtevası; daha i>nceki hayatın
bütün yaşantıları, bütün hatıraları, yaşanmış olan
olayların bıraktığı bütün izler, bu olaylardan doğan
bütün duygular ve doyurulmayan büWn istekler tarafından
ortaya konulmuştur. Bu yaşantı, hatıra, iz,
duygu ve istekler, ya bireyin (ferdin) hayatında oynadıkları
rolü bitirip gerekli olmaktan çıktıkları ya
da, bireyi, toplum tarafından kötü görükn 'Ve ceza.
C1NS1YET VE PS1.KANAL1Z 13
landınlması gereken durum'lara sürükledikleri tÇtn
bilinçli hayattan dışarı att.lmış'lardır. Bastırılan, ama
ortadan kaldırılmış olmıyan bu duygu ve istekler,
belli durum'larda birer hastalık kaynağı haline gi
rerek nevrozlar diye tanınan patolojik o'lay'lan yarotır"lar.
Gerçekten de bu durumlarda, sözkonusu;
olan istek ve duygu'lar, bastırmaya uğradık'lan için
kendilerini açıkça ortaya koyamıyarak, 'başka yoı.
Zardan bir çıkı§ noktası arar ve kendilerini lxışka
görünüşlere sokarak belirtiler dediğimiz şeyi teşkil
ederler. Bu belirtilerin gerçek varlığını ortaya, çı
karmak, yani on'ların maskelerini düşürmek; kaynaklarını
açığa vurmak; nedenlerini ve kaynak'lannı
h4stanın bilinc'ine getirmek, yani bilinçU k:Umak,
psikanalizin temel amacıdır.
Ama bilinç-dışı hayat nevroz be.lirtilerinin patolojik
formu (biçimi) içinde dile gelmez sadece.
"Günlük Hayatın Psikopatolojisi"nden de söz edebiliriz.
Ruhbilimciler, şimdiye kadar bu konuya çok
a.ı dikkat etmişlerdir. Oysa Freud, bu konuyu derinden
derine irwelemiştir. Günlük hayatımızda istemiyerek
yaptığımız "yersiz" davranış'lar, (bu davranış'lann
kaynağını ara§tırmak zahmetine 'bile kat-
1.anmayız); dilsürçmelerimiz; yazarken ve konrken
düştüğümüz hata'lar; dalgınlıklarımız ve unutkanlık'larımız;
kısacası, günlük haya.tımızın farkedemediğimiz
kadar kaypak ve kaçıcı olan her şeyi,
Freud tarafından, çoğu kere masum, ama geleneksel
ahkik ile bağdaşamadıkları için bastırılmaya uğramış
bulunan duygu'lara, isteklere, özlemlere ve dil-
14 CtNStYET VE PStKANALtz
§ilncelere bağlanmaktadır. Ote yandan, "yersiz" ha,
reketler, sürçmeler ve hatalar için geçerli olan açıklamalar,
bastırılmış isteklerin yerini alan ve eğilipbükülm
"sembolik" duygunlukları dile getiren rü
yalar için de geçerlidir.
Freud, "bilinç-dışını" "böylece bir muhteva tle
doUlurup bu muhtevanın hem normal hayatta, hem
de 'fHllolojik hayatta dile gelişlerini ortaya çıkararak,
ruh.bilimin ikinci ilkesini açıklamış oldu. Çok
önemli olan bu ilke, psişik hayatırı sürekUZiği ve
ruhsal fenomenlerle olayların belirlenmiş olması ilkesidir.
Freud, bunu o kadar bol kanıtlarla (delillerle)
ve öyle bir güçle yapmıştır ki, aynı özellikleri
başka bir ruhbilimcide bulmak kabil değildir. Freud'ün
bir ruhbilim dehası olduğunu çekinmeden söyliyebiliriz.
Belli bir rüyayı ya da belirtiyi yorumlamaya
giriştiği zaman, karmakarışık açıklamalar
yaptığı ve çoğu, zaman gereğinden fazla şey ispat
etmek isted·iği ya da saçmasa'fJ<ln formüller ileri sürdüğü
dü§ilnüebilir. Ama bunların pek önemi yoktur.
Çünkü bugün, "bilinç-dışı"nın "boş bir kelime
olmadığını Freud sayesinde biliyoruz. Bilinç-dışının
somut bir gerçekliği dile getirdiğini; psişik hayatın
temel dinamizmi ve .'rii.rekliliği do"layısiyle bilinçte,
açık"lanmaz, rastgele, inanılmaz gibi görünen hv"T
şeyin köklerini ve şartlarını bilinç-dışında aramak
gerektiğini de Freud'den öğrenmiş bulunuyoruz.
Şimdi de Freud'ün ortaya koyduğu üçüncü ilkeden
sözedelim. Bu ilke, psikanalize karşı çeşitli
direnmelerin ortaya çıkmasına ve bu metodun kötü
CtNStYET VE PStKANALtz 15
gözle görülmesine yol açmıştır. Ama bütün bunlara
rağmen Freud, sözünü ettiğimiz bu üçüncü ilkeyi,
sisteminin kilit taşı ya'JYl'TW-ktan çekinmemiştir. Bu,
ilke şudur: Cinsiyet, genel olarak insan hayatında
ve özel olarak nevrozların etiolojisinde çok &emli
bir rol oynar. Bu konuda Freud §&yle diyor: uPsikanaliz
araştırması, marazi belirtileri, şaşılacak ka . .
dar düzenli bir biçimde, aşk hayatının yaşantılarına
geri götürür. Bundan başka, patojen isteklerin erotik
eğilimlerden başka şey olmadığını gösterir ve
hem erkeklerin, hem de kadınların hayatında erotik
aksaklıkların kötü etkiler arasında en &emU yeri
almış olduklarını da açıkça ortaya koyar." (1) Fre,.
ud, şun'ları da söylüyor: "Bazı durum.Zarda, psikanalizin,
belirtilerin kaynağını, cinsel karakteri yokmU4
gibi görünen basit traumatör etkilere bağ'ladığırı.ı
görüyoruz. Ama yakından bakacak olursak, cinsel
etkilerle katkısız traumatik etkiler arasında bir ay'
rım yapmanın gerçeğe uygun dܧmediğini anlıyoruz.
Çünkü psikanaliz, hastanın yetişkinlik hayatının
herhangi bir anında duracak, ya da ara§tırmaları
sırasında karşısına çıkan ve akla yakın ge'len bir
açık'lanmayla yetinecek yerde, ergenlik, hatta çocukluk
çağına kadar inerek incelemelerine devam etmek
ister. Gerçekten de, belli birtakım traumatik
01.ay'lardan etkilenen kimselerin, bu etkilenişinin temellerini
çocukluk izlenimlerinde aramak gerekir.
Bu Mtıra izlerii ortaya çıkarıp, hastanın bilincine
getirmedikçe, marazi belirtileri ortadan kaUırmamı.z
kabil değildir. Burada da (rüyalarda olduğu gi-
16 CtNStYET VE PStKANALtz
bi) belirtileri olwıturarak daha sonraki traumalara
tepki göstermeyi sağ"layan şeyin, çocukluk çağına
bağlı bastırılmış, ama tamamen ortadan kalkmamuı
istekler olduğunu görüyoruz. Çocuğun bu güçlü isteklerini,
gene! o"larak, cinsiyet sözüyle dile getirebiliyoruz."
(2).
Psikanaliz teorisinde, en fazla rahatsız edici ya
nın, nevroz"ların cinsel bir temele dayandıklarının
ileri sürülmesinden çok, yukard.a sözü geçen çocuk
cinselliğinin kabul edilmiş olmasında aranması gerekir.
Cinsiyete bu kadar geniş bir anlam verilmesine
şaşan"lara karşı Freud, günlük dilde kullantlatı
kelimelerin, alışılagelmiş kurallara ve toplumsal zorunluklara
cevap veren kavramları belirtmek için
kullanıldığını söylüyor. Nitekim, top!umsal bakıma.an,
cinsellik, sadece türün üremesi olayı bakımınd.an
ele alınmıştır. Günlük dil, üreme gibi faydaci
bir fonksiyon haline gelmeden önce, cinsiyetin ge-
9irmiş olduğu amaları (merhaleleri) gözönünde
tutmaz. Aslında_, bu faydacı fonksiyon, çocul&uk çağından
başlıyarak kendini açığa vuran ve kimi bir
seçime ıığradıktan sonra şiddetlendirilen, kimi de
ortadan kaldırılan birtakım süreçlerin ( vetirelerin)
sonucundan başka şey değildir. Çocuklard.a bir yığın
cinsel yatkınlık görülmektedir. Bu cinsel yatkınlıkların
işleyişi, yeti.kin insanın cinsel sürecinin
işleyişinden adamakıllı farklıdır ve daha sonraki
gelişimlerinde büyük bir çeşitlilik gösterir. Yetişkinlerde
görülen cinsl sapıklıklar, çoğunlukla, Fre-
C1NS1YET VE PS1KANApZ 17
ud'ün çocuk cinselliği dediği a§amaya geri dönܧten
'başka §ey değildir.
Freud, her çeşit sapıklığın, çokşekilli bir sapık
olan çocukta örtük (gizli) bir biçimde bulunduğunu
söyler. Eğitiminin ve toplumsal çevrenin etkisi altında
bu şekillerin nonnal bireylerin hayatından silinip
gittiği görülür. ôte yandan, sapık içtepilere eşlik
eden enerji de "yüceltilir'' ve toplumsal değeri
daha yüksek olan amaçlara yöneltilir. Anormal olaylarda,
(yani sapık eğilim çok güçlü olduğu zaman)
bu psi.}ik enerji görülebilir bir sapıklık halinde ortaya
çıkar. Ba§ka olaylarda da, içtepüerin, gerçek
bir sapıklığa ula§madan, "kılık deği§tirmi§'' bir tatminden
ba§ka şey olmıyan sinir aksaklıklarının, ya
da hastalıklarının belirtisi olaralc ortaya çıktığı görülür.
Bir sanat yaratmasında, belirli bir bireyin sapık
eğilimlerinin, hem bir sapıklık, hem bir psilronör<»:
hem de bir "yücelme-sublimation" olarak ortaya
çıktığını görürüz. Nitekim, toplumsal değeri yülcsek
olmıyan bazı anormal karakter özellikleri de
"yücelmenin" etkileri olarak görülebilirler. "Püritenler''in
(cinsel namusa aşırı derecede düşkün kimseler)
cinsel hayatla ilintili en önemsiz özden dolayı
utanıp sıkılma"l<ırı, aslında, cinsel isteklere kapılmaya
ve §eytana uymaya kar§'& gösterdikleri bilinç-dışı
ve a§ırı bir tepkiden ba§ka §ey değildir.
Freud'ün cinsiyet ile psilronevrozlar ve norm<ıZ
hayattan sapan ba§ka davranışlar arasındaki bağ
Uıntı üzerine kurmuş olduğu teori i§te budur. Freud,
F. 2
18 ClNSlYET VE PStKANALtZ
bnrada sadece normal hayattan sapan davranışlar&
değil, normal hayatın en yiiksek dereceden ürünler-ini
d.e gözönünde tutmuştur. Freud'ün, çocukluk çağının
dile gelmek ve tatmin olmak isteyen bilinç-d
özlemlerinin bilinçU bir biçimde ortaya konulu.rıt
olarak gördüğü sana yaratı§ı U.Stüne çeşitli incelemeler
yaptığını biliyoruz. Ote yandan, psikanalizin
uygulanma alanını geniileten Freud ve öğrencileri
( Abraham, Rank, Riklin), bu metodu, toplumbilimsel
açıklama-?ar sağlayan bir metod haline de geti""
mişlerdir. Araştırmaları sonunda, mitlerde, masallarda,
peri hikayelerinde, ve genel Olarak folklorda
psilconörozlar ve rüyalarda g6rülen devamlı isteklerin
dile geldiğini açıklamı§lar ve bu toplum ürünle·
rinde rüya ile psikonevrozlarda giirülen bastırma 'V6
bozma mekanizmasının yürürlükte olduğunu açı.'c
lamışlardır. Uygarlık geliştikçe, ve toplumsal denetleme
(sansür) arttıkça, bu mekanizmanın daha
incelip yetkin bir hale geldiğini de belirtmişlerdir.
Son eserlerinden birinde Freud, aynı açıdan, din f e
nomenini incelemiş ve çeşitli dini inançlarla çeşitli
heyecanlarda doygumuğa erişen insamığın temel 6zlemlerinin
kaynağını, insan soyunun gelişimi bakımından
ilk atalarımıza; bireyin gelişimi bakımından
da çocukluğun ilk yıllarına kadar ula.şan ve
psişik hayatın içinde bulunan çatı§malara geri götürülebileceğini
g&termiştir.
Başlangıçta sadece nevrozları tedavi etmekten
başka amacı olmıyan psikanalizin zamanla, psişik
hayatı bütün normal ve anormal, bireysel ve top-
C1NS1YET VE PStKANALlZ 19
Zumsal görünüşlerinde kavrayan gerçek bir teori
haline girmelr. isted·iği an"la§ılmaktadır. Acaba, psi·
kanaliz böyle bir amaca yönelmekte ne derece haklıdır'/
Bu soruya şimdilik cevap vermek güçtür. Ama
Freud'çü felsefe ve ruhbilimin, içinden çıkarıldıkları
psikanaliz kadar değerli oldukları söylenebilir.
Demek ki, sonuçlannı benimsemeye çalı.şmadan, ya
da roman"l<ırda ve oyunlarda kuJlanmağa kalkışma.
dan önce, temel düşünceleri ve ilkeleri irdelemek
gerekir. Ama bu, eleştirici gözlemlerden ve sadece
mantığa dayanan düşünmelerden pek hoşlanmıyan,
profesyonel l>;lginler ve sinir hastalıkları uzmanla
rı tarafından yapilabilir. Bununla birlikte, herhangi
bir okur da, Freud'ün çeşitli konularda yaptığı çö
zümlemeleri (tahlilleri) ve ileri sürdüğü düşünceleri
kendi gözlem ve yaşantıları ile karşılaştırarak bu
büyük bilim adamının çalışmalarından faydalanabilir.
Dr. 8. JANKELEVITOH
(1) S. Freud, La Psychanalise, S. 52, Fransızca çevirisi, Le
Lay, Payot, Paris 1921.
(2) lbid, S. S3-S4.
UYGAR CiNSEL AHLAK
VE
ÇAGIMIZIN SİNİR
HASTALIKLARI
(1908)
Freud'ün, uygarlık ile içgüdüsel hayat
arasındaki çatışmayı ele aldığı Z,,ı incelemenin
ilgi çeken bir yanı da, üç yıl
önce yayın'l<ımı§ olduğu "Cinsiyet Üzerine
Üç Deneme" adlı kitalnnda varmı._ş
olduğu sonuçlan özetliyerek yeniden
açıklamasıdır. incelemede, uygarlık (le
içgüdüsel hayatın çatışma.sının toplum
sal yanı üzerinde de durulmuştur. ince
lemenin Almanca adı, "DIE KULTU·
RELLE SEXALMORAL UND DIE MO
DERNE NERVOBl 'İ' AT" dır.
Son yayınlamış olduğu Oinseı Ahlak adındaki
kitabında (1907) Von Ehrenfels (1) "tabü" ve "uygar"
cinsel ahlak arasındaki fark üzerinde duruyor.
Von Ehrenfels'e göre, tabii cinsel ahlak deyince, et·
kisi altında tuttuğu insan topluluğunun sürekli olarak
sıhhatli ve etkin halde yaşamasını sağlayan bir
cinsel ahlakı düşünmemiz gerekir. Oysa yine Ehrenfes'e
göre, uygar ahlak, }tendisine başeğildiği zaman,
insanları yaratıcı bir kultlir çalışmasına süren bir
ahlaktır. Yazar, bu karşıtlığın herhangi bir halkın
doğuştan getirdiği özellikler ile başardığı kültürel
işler karşılaştırıldığı z8.man açıkça ortaya çıktığını
24 ClNStYET VE PStKANALtZ
söylüyor. Bu ilgi çekici açıklamalan etraflıca öğrenmek
isteyen okurlara, Von Ehrenfels'in kitabını
salık veririm. Ben, bu yazımda, aynı konu üzerine
söyleyeceklerimin gerektirdiği ölçüde, Von Ehren·
fels'in kitabından parçalar alacağım.
Uygar bir cinsel ahlakın etkisi altında kalan
kimselerin, tek tek insanlar olmalan bakımından,
sıhhat ve etkinliklerinde bir yozlaşma ortaya çıkabileceğini
ve yerine getirmek .zorunda kaldıktan f e
dakarlıklardan dolayı, gözönünde tutulan kültürel
amaçların bile, bir bakıma tehlikeye düşebileceğini
ileri sürmek pek güç değildir. Nitekim Von Ehrenfels
de, günümüzün Batı Toplumlarını etkisinde tu·
tan cinsel ahlakın çeşitli kötü etkileri olduğunu ileri
sürmektedir. Von Ehrenfels, uygar cinsel ahlikın bu
kötü etkilerden sorumlu tutulması gerektiğini ve
uygarlığın gelişimine büyük hizmetler ettiği halde,
bu ahlakın düzeltilerek daha iyi bir biçime sokul·
masının gerektiğini de söylemektedir. Yazara göre,
uygar ahlakın karakteristik yanı, daha önceki
çağlarda kadınlardan istenen şeylerin, erkeklerlıı
cinsel hayatı için de geçerli olması ve evlilik dışında
cinsel birleşmenin yasaklanmış bulunma$dır. Bununla
birlikte, cinsler arasındaki farkların gözönUnde
tutulması, erkeklerin ahlak dışı davranışlannın
hoşgörü ile karşılanmaları sonucunu doğurmuştur.
Von Ehrenfels'e göre, bu durum, gerçekte, erkekler
için bir çifte ahla.km kabul edilmesine yol açmıgtır.
CtNStYET VE PS1KANAL1Z 25
Ama bu türden bir çifte ahlakı kabul eden toplum,
"hakikat, namus ve insanlık sevgisini" yaygınlaştıraınaz.
(Von Ehrenfels, ibid, 32 ). Ya da bu sevgiyi
ancak sınırlı bir biçimde gerçekleştirebilir. Böylece,
sözü geçen toplumun bireyleri (fertleri), hakikatleıi
gizlemek, ikiyüzlülük etmek, yapmacık bir iyimserlik
benimsemek, hem kendilerini hem de başkalarım
aldatmak zorunda kalırlar. Uygar ahlakın başka kusurları
da vardır. Bu ahlak monogamiyi (tek bir insanla
evlenmek) yücelterek, erkeklik yolvyle seçim
ilkesini işlemez hale getirir. Oysa, insanlık düşüncesi
ve sağlık korunması yüzünden, uygar topluluklarda
işlemez hale gelmiş olan canlılık gücüyle seçim
ilkesinden sonra geriye ancak erkeklik yoluyl,a seçim
ilkesi kalmaktadır. Ancak bu ilke, bireyin doğuştan
getirdiği vücut yapısının daha sağlam ve üstün olmasını
sağlı ya bilir ( ibid, 35) .
Uygar ahlakın kötü etkileri ele alındığı zaman,
bu etkilerden birinin, doktorların gözünden kolayiıkla
kaçtığını görüyoruz. Bu yazımızda, doktorların
gözünden kaçan bu kötü etkiyi inceleyeceğiz.
Sözünü etmek istediğim kötü etki, günümüzde or·
taya çıkan sinir hastalıklarıdır. Bu hastalıkların,
her gün biraz daha çoğaldığı bilinmektedir. Kimi
zaman, bir sinir hastasının, rahatsızlığının nedenini
kendi ruhsal ve fizik yapısı ile uygarlığın istekleri
arasındaki çatışmada bularak, doktorun dikka ·
tini bu konuya çektiği ve şöyle dediği görülür: "Ai-
26
CINStYET VE PSlKANAUZ
lemizde herkes sinirlidir. Çünkü biz aslında olduğumuzdan
daha üstün kimseler haline gelmek istedik."
Doktorlar da, kimi zaman, hastalarının kaba, ama
sıhhatli ve basit bir köy hayatı yaşarken, şehre ge!
miş ve orada başarılı bir şekilde yerleşerek, çocuklarına
yüksek bir kültür sağlamış kimselerin evlatları
olduğunu görerek belli birtakım dilşUncelere varırlar
.. Bunlardan başka, sinir hastalıkları uzmanla.
nnın, "gittikçe çoğalan sinir hastalıkları" ile modern
uygar hayat arasında bir bağlantı bulunduğunu
açıkça belirttiklerini görüyoruz. Bu bağlantıyı
nasıl açıkladıklarını, birkaç tanınmış uzmanın yazılarından
a'dığımız parçalarla göstereceğiz.
W. Erb (1893) "Asıl soru, karşınıza çıkan sinir
hastalıklarının nedenlerinin, bu çeşit hastalıkların
çoğalmasını açıklayacak derecede modern ha·
yatın içinde bulunup bulunmadığıdır. Günümüz hayatına
ve bu hayatın özelliklerine şöyle üstünkörü
bakacak olursak, bu soruya "evet, bulunuyor" diye
kolayca cevap verebiliriz.
"Birçok genel olaylar, bu cevabın doğru olduğunu
göstermektedir. Modern zamanların olağanüstü
başanları; her alanda gördüğümüz keşif ve icatlar;
gittikçe artan rekabet karşısında ilerlemenin
sürdiirülebilmesi gibi olaylar, büyük bir manevi
enerjinin harcanmasıyla gerçekleştirilmiştir ve ancak
bu büyük manevi enerji sayesinde yürütülebilir.
13ireyin hayat kavgasını başarılı bir biçimde yürüt-
CtNStYET VE PSlKANALtz 27
mesı ıçın yapması gereken mücadele gittikçe gr>ııişlemiştir.
Birey, ancak bütün güçlerini seferber
ederek bu işi yerine getirebilir. Öte yandan, bireyin
eğlenme ve zevk alma ihtiyacı da genişlemiş ve artmıştır.
Bu, her sınıftan insan için böyledir. Daha
önceleri lüks ve eğlence nedir bilmeyen sınıf ve züınrelerin,
eğlence ve lükse yöneldiğini görüyoruz. Dinsizlik,
açgözlülilk ve hırs geniş toplumsal kitleler!
sarmıştır. Telgraf ve telefon gibi haberleşme araçlarının
yeryUzlinc yayılması, ticaret ve sanayi hayatını
kökünden değiştirmiştir. Her şey gittikçe siiratlenmeğe
başlamıştır. Geceleyin yolculuk ediliyor,
gündüz çalışılıyor. "Tatil gezmeleri., bile insanlan!l
sinirlerini geren bir şey haline geldi. Politika, sanayi
ve maliye alanında ortaya çıkan buhranlar, esk-·
sinden çok daha faz- a sayıda insanı etkiliyor. Politika
din ve toplum çatışmalan, seçimler, parti kav·
gaları, gittikçe genişleyen sendika çalışmalan, insanları
heyecanlandınyor; ruhsal gerilimler yaratıyor
ve dinlenme, uyuma ve eğlenme zamanından
gerektiği gibi faydalanmalarına engel oluyor. Şehir
hayatı, gittikçe daha şaşırtıcı ve yorucu bir hale
giriyor. Yorgun düşmüş olan sinirleri yatıştırmak
için daha şiddetli uyanmlar ve keskin zevkler gerekiyor.
Ama bunlar elde edilince, sinirlerin eskisinden
daha yorgun düştükleri görülüyor. Çağdaş edebiyat,
tutkuları körükleyen, duyuları uyandırarak
şiddetli zevklerin aranmasına yönelen; her çeşit ah-
28 ClNSlYET VE PSlKANALtZ
lak değerini ve idealini hiçe sayan konulan işliyor.
Çağdaş edebiyat, okurlarına, patolojik kahramanlar,
hasta cinsel yaşantılar ve devrimci konular sunuyor.
Gürültülü ve cansıkıcı müzikleri bol bol duyu·
yoruz. Tiyatrolar, büyüleyici gösterileri ile bütün
duyularımızı tutsak haline getiriyorlar. Plastik sanatlar
da, özellikle, çirkin, tiksindirici ve huylandırıcı
konuları işliyorlar. Gerçeğin içindeki en korkunç
görünüşleri, olduğu gibi gözlerimizin önüne S<'·
riyorlar.
"Bütün bunlar, modern uygarlığımızın karşımıza
çıkardığı tehlikeleri yeterince dile getiriyor. Şimdi
birkaç şey daha eklemek istiyorum."
Biswanger (1896) : "Nevrasteni, özel olarak,
kökü bakımından modern bir hastalık olarak açı1<
lanmıştır. Nitekim, bu hastalığın açıklanmasını et··
raflıca yapmış olan Beard (2) yalnızca Amerika'da
ortaya çıkan yeni bir sinir hastalığı bulduğunu dP.
söylemiştir. Bu iddianın yanlış oduğu besbellidir.
Ama nevrasteniyi, geniş bir tecrübeye dayanarak,
ilk olarak bir Amerikalı doktorun ortaya koymuş
olması bu hastalık ile modern hayat arasındaki bağlantıyı
açıkça göstermektedir."
Von Krafft-Ebing (1895): "Sayısız uygar ulusların
yaşama biçimi, sinir hastalıklarının korkur.ç
bir şekilde çoğalmasını kolayca açıklayabilecek olan
çeşitli sağlık-düşmanı faktörleri gözlerimizin önüne
sermektedir. Bu kötü etkiler önce ve her şeyden da-
CtNSlYET VE PStKANALtz 29
ha fazla beynin çalışmasını bozmaktadır. Son on
yıllar boyunca, politika ve toplum alanında (özellikle
ticarette, sanayide ve tarımda) büyük değişik·
liklere konu olan uygar ulusların içinde yaşayan
insanların işlerinde, toplumsal durumlarında ve mül··
kiyetlerinde büyük değişiklikler ortaya ç.ıkmışt•r.
Bu değişiklikler, gittikçe artan toplumsal ve ekonomik
istek:eri karşılamak için çoğu kere yerini!
koyamıyacağı kadar büyük enerjiler harcamak zo...
runda kalan sinir sisteminin bozulmasına yol açı·
yor."
Bu ve buna benzer açıklamaların yanlış olduğunu
söyleyemem. Yalnız bu düşüncelerin, sinir ha...-;
talıklarını bütün ayrıntılarıyla açıklayamadığını ve
bu arada, sinir hastalıklarının ortaya çıkışı bakı
mından çok önemli olan bir faktöıii görmezlikten
geldiğini belirtmek isterim. "Sinirliliğin" belirsiz
görünüşlerini bir yana bırakarak, asıl sinir hastalıklarını
ele alacak olursak, uygarlık hayatının en kötü
etkilerinin uygar uluslar ve sınıfların, "uygar"
ahlak dolayısıyle baskı altına alınmış cinsel hayatında
dile geldiğini göıiirüz.
Bu hakikati, çeşitli yazılarımda açıklamağa çalıştım
(3). Burada tekrarlamak istemiyorum. Ama
araştırmalarımın sonucu olan en önemli kanıtlan
(delilleri) okurlarıma sunmak isterim.
Ciddi klinik gözlemler, sinir bozukluklarını iki
ana guruba ayırmamızı mümkün kılar. Bunların bi-
30 CtNStYET VE PStKANALtz
rincisi asıl nevrozlar, ötekileri de psikonevrozlardır.
llk guruptaki bozukluklar (belirtiler) etkilerini ister
somatik ister manevi işleyiş üzerinde göstermiş
olsunlar, her iki halde de toksik bozuk:uklar olarak
ortaya çıkarlar. Bu bozukluklar ile, bazı sinir zehirlerinin
aşırı derecede kullanılışı, ya da yoksunluğu
dolayısıyle ortaya çıkan fenomenler arasında
hiç bir fark yoktur. Genel olarak nevrasteni denilen
gurup içinde top:anan bu nevrozlar, cinsel hayatta
ortaya çıkan bazı bozukluklardan doğabilirler. Burada
herhangi bir soyaçekimsel ( ırst) etki söz konusu
olmayabilir. Nitekim hastalığın bilründüğü biçim
ile bu kötü etki arasında sıkı bir bağlantı bulmak
kabildir. Öyle ki, kimi zaman, klinik tnsvirlerden,
hastalığın özel cinsel etio:ojisini çıkarmak kabildir.
öte yandan, sinir hastalığının biçimi ile, yukarda
sözi.inü ettiğimiz bilgilerin açıkladıkları kötil
uygarlık etkileri arasında hiç bir bağlantı olmadığı
da kolayca görülür. Demek ki, asıl nevrozlar ile cinsel
faktör arasında kesin bir bağlantı olduğunu ileri
silrebiliriz.
Psikonevrozlarda ise, soyaçekimin etkisi daha
açık ve dış nedenler tarafından belirlenme daha zayıf
gibi görünmektedir. Bununla birlikte, psikanaliz
denilen özel bir metod, bu bozuklukların
(isteri,
saplantılı nevrozlar - obsessional neurosis) psikojenik
olduklannı, ve düşüncelere bağlı bilinçdışı komplekslerin
etkisinden doğduklarını göstermiştir. Yine
C1NS1YET VE PSİKANALİZ 31
aynı metod, bu bilinçdışı komplekslerin ne olduklarını
açıklamış ve genel olarak cinsel bir muhtevay1
içlerinde taşıdıklarını kanıtlamıştır. Bilinç - dışı
kompleksler, insanların doyurulmamış cinsel isteklerinden
doğmakta ve bu istekleri karşılayan bir
yerine-geçme (yedekleme) olarak belirmektedirle!'.
Demek ki, cinsel hayatı bozan, işlemesini engelleyen
ve amaçlarını bulandıran her faktörün, psikonevrozlar
bakımından da patojenik birer faktör olduk·
lannı kabul etmemiz gerekir.
Toksik ve psikojenik nevrozlar arasında yapı·
lan teorik ayırma, sinir hastalıklarına yakalanmış
kinı.selerin çoğunda, sözü geçen bu iki kaynağın bir
arada bulunması dolayısıyle değerinden hiçbir şey
kaybetmez.
Sinir hastalıklarının etiolojisini, cinsel hayatın
bozukluğa uğramasında aramak gerektiğini düşünen
okurlarımız, aynı sinir hastalıklarının çoğalmasını
daha geniş bir çerçeve içinde ele almak isteyen
açıklama'ara katılmak bakımından güçlük çekmezler.
Bu açıklamaları şimdi yapacağız:
Genel olarak, bugünkü uygarlığımız, içgüdülerin
ortadan kaldırılmasına dayanmaktadır. Her birey,
kendi benliğinin bir parçasından vazgeçmek,
yani kendisinin herkesten daha güçlü olduğunu du·
yuşunu, ya da kişiliğindeki saldırgan ve intikamct
yanları bir yana koymak zorundadır. Uygarlığın or-
32 ClNStYET VE PStKANALlZ
taklaşa maddi ve manevi zenginliği bu vazgeçişlerden
doğmuştur.
Hayatın istedikleri (talepleri) yanında, erotizmden
doğan ve tek tek insanları çeşitli konularda
vazgeçişlere sürükleyen akrabalık ve yakınlık
duygulan bulunduğu da doğrudur. Uygarlığın gelişiminde
vazgeçmenin de olumlu bir rol oynadığını
görüyoruz. Bu vazgeçiş içindeki tek tek ilerleyişler,
din tarafından yasalaştırılmıştır ve kutsallaştınlmıştır.
Çünkü dinde, tek tek insanlann yüzçevirdiği
içgüdüsel tatminler, Tanrıya birer fedakarlık gibi
sunulmuş ve böylece elde edinilen ortak zenginlik
"kutsal" olarak tanıtılmıştır. Manevi ve maddi yapısı
dolayısiy:e, içgüdülerini aynı şekilde ortadan
kaldıramayan kimseler ise, toplum karşısında bir
"suçlu", ya da "kanun dışı" (4) haline gelmiştir.
Ama böyle bir kimsenin durumu ve olağanüstü yatkınlıklan
sayesinde kendini büyük bir adam, ya da
bir "kahraman" olarak kabul ettirmesi de kabildir.
Cinsel ahlak (daha doğru bir biçimde söylemek
gerekirse cinsel içgüdüler demeliyiz, çünkü psikanaliz
çalışmalan cinsel içgüdünün çeşitli tamamlayıcı
içgüdülerden meydana geldiğini göstermiştir) insanda,
gelişmiş hayvanlarda olduğundan çok daha güçlü
olarak ortaya çıkar. Hiç olmazsa, bu içgüdünün,
insanlarda hayvanlarda olduğundan daha sürekli bir
biçimde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Çünkü insanlarda,
cinsel içgüdünün, hayvanlarda olduğu gih!
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 33
belli dönemlere bağlı olmadığını görüyoruz. İnsanlardaki
cinsel içgüdü, uygarlık çalışmaları için olağ·anüstü
fazlalıkta bir enerji sağlar. Bunu yaparken,
amacını değiştirmiş olduğu halde, şiddetinden hiçbit'
şey kaybetmediğini de gösterir. Cinsel içgüdünün,
asıl amacını bir başka amaç için değiştirmesi (bu
amaç, artık cinsel bir amaç değildir ama, yine de
ilk amaç ile ruhsal bir bağlantısı vardır) olayına
yücelme (sublimation) yatkınlığı diyoruz. Bu yer
değ·iştirebilme yatkınlığına karşıt olarak, cinsel içgüdülerin,
direnip durduğunu ve böylece hiç bir işe
yaramıyarak çoğu zaman yozlaşıp anormallikler ya
da hastalıklar dediğimiz olaylara yol açtığı da
görülür. Cinsel içgüdünün ilk gücünün bireylere göre
değiştiğini söyleyebiliriz. Nitekim bu içgüdünün
yücelmeye elverişli yüzdesinin de bireylere göre değiştiğini
ileri sürebiliriz. Herhangi bir bireyin, cin··
sel içgüdüsünün ne kadarının yücelmeye uğrayacağını
ve kullanılabilir hale gireceğini belirleyen şeyin,
ilk önce, onun doğuştan getirdiği maddi ve manevi
yapısı olduğunu sanıyoruz. Bundan başka, yaşantının
ve kültürel etkilerin zihinsel yapı üzerindeki
basıncının herhangi bir bireyin cinsel içgüdüsünün
daha ne kadarının yücelmeye elverişli hale gleceğini
belirlediğini de söyleyebiliriz.
Ama bu yerdeğiştirme sürecini sonsuza kada:::
ulaştırabilmemiz kabil d:eğildir. Bu, kullandığımız
F. 3
34 ClNSlYET VE PStKANALtZ
makinelerde ısıyı, sonsuz olarak
mekanik enerjiy,
çeviremememize benzeyen bir durumdur. Cinsel doygunluğun
bir bölümünün doğrudan doğruya edinilmesi
gereklidir. Bireylere göre değişen bu doygun
luğun gerçekleştirilememesi (5) ve ruhsal işleyiş
üzerinde yaptığı yıkıcı etkiler öznel bakımdan doğurduğu
hoşnutsuzluklardan ötürü bir hastalık gibi
görülebilir.
Cinsel içgüdlilerin temel bakımından, üreme
amacına hizmet etmekten çok, özel birtakım zevkl(;
rin duyulması amacına yönelmiş olduklarını kabul
edecek olursak, düşünce açımız adamakıllı genişlemiş
olur (6) . Cinsel içgüdünün bu özelliği, sadece
üreme organlarından değil, vücudun öteki parçala·
rından da (erotojenik bö:geler) zevk duyma biç\.
minde ortaya çıktığı zaman
açıkça görülür. Biz bu
aşamaya (merhaleye) auto-erotism aşaması diyoruz.
Nitekim, bizce, çocuğun yetiştirilmesinde güdülecek
temel amaç, bu aşamanın sürüp gitmemesini
sağ"lanıaktır. Çünkü bu aşama uzayacak olursa, cinsel
içgildü daha sonra hiç bir işe yaramıyan ve denetlenemiyen
bir güç haline girer. Eğitimin sonucu
olarak, cinsel içgüdü daha sonralan, auto-erotism
aşamasından nesne-sevgisi
aşamasına geçer. Aynı
zamanda, erotojenik bölgelerin bağımsızlığı, üreme
amacını güden üreme organlarının egemenliği altında
dile gelir. Bu gelişme sırasında, insanın kendi vücudundan
doğan cinsel uyarmaların bir bölümü, üre-
ClNStYET VE PSİKANALİZ 35
me işine faydalı olmadığı için yasaklanır ve elverişll
şartlar bulacak olursa yücelme haline girebilir. De·
mek ki, kültürel çalışmalara yarayan güçlerin çoğu,
cinsel uyarmanın sapık (perverse) ögeleri diye adlandırılan
ögelerden elde edilmektedir.
Cinsel içgüdünün evrimini (tekamülünü) gözönünde
tutacak olursak, üç uygarlık aşamasının bulunduğunu
ileri sürebiliriz. Bunların ilki, cinsel içgüdünün
üreme amacını gütmeksizin bağımsız bir
biçimde ortaya çıktığı aşamadır. İkincisi, üremeden
başka her amaca yönelmiş cinsel isteğin ortadan
kaldırıldığı aşamadır. Üçüncüsü ise, sadece meşru
üremenin cinsel bir amaç olarak kabul edildiği aşamadır.
Bugünkü "uygar" cinsel ahlakımızda dile
gelen aşama işte bu üçüncü aşamadır.
Bu aşamalardan ikincisini ortalama olarak ele
alacak olursak, bireylerden birçoğunun, sırf yapılarından
ötürü, bu aşamanın gereklerini yerine getiremediklerini
görürüz. Bireylerin hepsinde, yukarda
sözi.inü ettiğimiz gelişme, yani cinsel içgüdtintin
auto-erotism'den ayrılarak amacı, tireme organlarını
birliğe kavuşturmak o!an nesne-sevgisine yönelmesi,
gerektiği gibi ve eksiksiz olarak gerçekleşmiş
değildir. Gelişmede görülen aksaklıklar dolayısıyla,
normal cinsellikten (yani uygarlığa faydalı
olan cinsellikten) sapmalar ortaya çıkmıştır. Bu sapmaların
iki tane olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu iki
sapma birbirine taban tabana zıt anlamlar taşır.
36 C1NS1YEI VE PS1KANAL1Z
önce, (cinsel içgüdüleri olağanüstü şiddetli V13
yasak dinlemeyen kimseler bir yana) çeşitli sapık"l<ır
vardır. Bu sapıklarda ilk cinsel amaçlara karşı duyulan
çocuksu bir tutku ve saplanış üreme fonkf;iyonunun
daha önemli bir biçimde ortaya çıkmasına
engel olmuştur. Bunlardan başka, bir de homoseksüeller
vardır. Bunlarda, cinsel amaç, henüz iyice
bilinmeyen bir biçimde, karşıt cinsten kopmuş ve
kendi cinslerinde ortaya çıkmıştır. Gelişimde görülen
bu iki bozukluğun ortaya koyduğu sonuçlar, beklenildiği
kadar kötü olmuyorsa, bunun nedeni, içgüdülerin
bazı bölümlerinin
işlemez hale gelmesine
rağmen, genel olarak, bir kimsenin cinsel hayatını:ı
yine de işe yarar duruma girebilmesidir. Hatta, bazı
homoseksüellerin cinsel içgüdülerinde kültür yücelmesine
karşı üstün bir yatkınlık olduğu görülür.
Sapıklığın ve homoseksüelliğin aşırı biçimlerinin,
bu aksaklıklara uğramış kimseleri toplum hayatı
bakımından işe yaramaz kimseler haline getirdiği
doğrudur. Demek ki cinsel içgüdülerin gelişiminde
gördüğümüz ikinci aşama, yani üreme amacına
yönelmiş olmayan içgüdülerin ortadan kaldırıldığı
aşama, birçok insanlann acı çekmesine ve tedirginliğine
yol açmaktadır. Yapıları bakımından öteki
insanlardan tamamen
ayrılan bu çeşit kimselerin
alınyazısı, doğuştan getirdikleri cinsel isteğin kuvvetli,
ya da zayıf olmasına bağlıdır ve ona bağlı olarak
değişir. Cinsel içgüdüsü zayıf o!an sapıklar, uy-
CtNStYET VE PStKANAUZ 37
garlığın buyruklan ile çatışma haline giren eğilimlerini
büsbütün ortadan kaldırabilirler. Ama bir ba··
kıma, elde edebildikleri biricik başarı da budur. Çünkü,
içgüdülerini ortadan kaldırabilmek için, külti.irel
çalışmalarında kullanabilecekleri enerjiyi harcamış
olurlar. Bu çeşit kimseler, iç hayat bakımından
yasaklanmış, dış davranışlar bakımından felce uğramış
insanla'rd.ır. Uygarlığın üçüncü aşamasında
kadın ve erkekten istenen cinsel perhiz üzerine iler·
de söyleyeceklerimiz bu çeşit sapıklara da uygulanabilir.
Cinsel içgüdü hem çok kuvvetli, hem de sapık
olduğu zaman iki sonuç ortaya çıkar. Bunlardan birincisi
(bu konu üzerinde durmayacağız) sapıklığa
uğramış kimsenin, bir sapık olarak kalması ve bu
aksaklığın, uygarlık yasaları ile bağdaşmaz oluşunun
doğurduğu sonuçlara boyun eğmesidir. İkincisi
ise çok daha ilgi çekicidir. Bu durumda, eğitimiıı.
ve toplumsal isteklerin zoruyla, sapık içgüdülerin ortadan
kaldırıldığını görüyoruz. Ama burada söz konusu
olan gerçek bir ortadan kaldırış değildir. Bu,
aslında, başarısızlığa uğramış bir ortadan kaldırıştır.
Yasaklamaya uğramış cinsel içgüdülerin, bütün
çıplaklıklan içinde dile gelmedikleri doğrudur (bu
ortadan kaldırma sürecinin başarılı yanıdır) , ama
bu durumda, içgüdüler başka biçimlerde dile gelmektedirler.
Bu dile gelişler, söz konusu insanı, sanki
içgüdülerini hiç değişikliğe uğratmayarak tat-
38 CtNStYET VE PStKANALtz
min etmiş gibi, toplum bakımından faydasız bir kimse
haline getirir. Bu da, ortadan kaldırma sürecinin
başarısız yanıdır. Zaman geçtikçe, başarısız yanın,
daha ağır bastığı görülür. İçgüdüler bastınlmak istenirken
onların yerine konan bu fenomenler; sinir
hastalıkları, daha doğrusu psikonevrozlar dediğimiz
şeyi açığa vurur. Sinir hastaları, bağdaşmaz bir yapıya
sahip oldukları için, kültürel etkiler altında içgüdülerini,
sadece dışgörünüş bakımından başarılı
olan ve başarısını gittikçe kaybeden bir biçimde bas-
tırabilen kimselerdir. Nevrozları, sapıklıkların "tersi"
olarak açıklamıştım. Çünkü nevrozlarda, bastırılmış
olan sapık içtepiler bilinç-dışında kendini açığa
vurur ve nevrozlar, sapıklıkların kapsadığı eğilimleri,
"bastırılmış" biçimde içlerinde taşırlar.
Deneyler, birçok insanların, doğuştan getirdikleri
yapı dolayısıyla, uygarlığın
istediklerine ancak
bir sınıra kadar başeğebildiklerini göstermiştir. Yapılarının
elverdiğinden daha yüce ruhlu olmak isteyenler
nevrozların pençesine düşerler. Bu çeşit insanların
elinde daha kötü bir kimse
olmak imkanı
bulunsaydı, sıhhat bakımından daha sağlam olacaklardı.
Sapıklıkların ve nevrozların, arasında "ters"
"yüz" bağlantısı bulunduğunu, aynı bir ailenin bireyleri
üzerinde yapılan
gözlemler açıkça göstermektedir.
Herhangi bir erkek kardeşin cinsel sapıklık
gösterdiği zaman, kızkardeşinin, kadın olduğu
için daha zayıf bir cinsel içgüdüye sahip olması yü-
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 39
zünden nevrozlu haline geldiğini ve bu nevrozun belirtilerinin,
cinsel bakımdan kendisinden daha hareketli
olan erkek kardeşinin sapıklığında görülen
aynı eğilimleri dile getirdiğini görüyoruz. Nitekim
aynı bir aile içinde, erkeklerin sıhhatli, ama toplumsal
bakımdan çok ahlaksız oldukları halde, kadınların
yüce ruhlu ve ince, ama kesin bir biçimde sinirli
olduklarını da görüyoruz.
Uygarlık ölçülerinin herkesten aynı cinsel davranışları
istemesinin toplumsal bir haksızlık olduğu
apaçıktır. Çünkü, bazı kimseler yapıları do ayısıyle
bu ölçülere kolayca
uyabildikleri halde, başkaları
ağır ruhsal fodakarlıklarda bulunmak zorunda kalmaktadırlar.
Bu düşünceler, uygarlığın daha önce sözünü ettiğimiz
ikinci aşaması gözönünde tutularak ileri sürülmüştür.
Bu aşamada sapıklık diye tanınan her
çeşit cinsel faaliyetin yasaklanmış olduğunu ve normal
cinsel birleşme denilen şeyin ise serbest bırakıldığını
biliyoruz. Cinsel özgürlük ve yasaklana
arasında bu biçimde bir sınır çizilince bazı kimselerin
sapık olarak kabul edildiklerini ve sapıklıktan
kaçınmak için çaba harcayan bazı kimselerin de
(bunlar yapılan gereğince sapıktırlar ) sinir hastalığına
kurban gittiklerini açıkladık. Cinsel özgürlük
daha kısıtlandığı ve meşru evlilik dışındaki bütün
cinsel faaliyetlerin yasaklandığı üçüncü uygarlık
aşamasında ne gibi sonuçların ortaya çıkacağını ön-
40 CtNStYET VE PStKANALtZ
ceden kestirmek kolaydır. Bu aşamada, uygarlığın
istediklerine açıkça karşı gelen güçlü kimselerin sayı
bakımından artacağını ve kültür etkileri ile yapılarının
karşıkoyması arasındaki çatışma dolayısıyle
sinir hastalıklarına sığınanların da çoğalacağını söyleyebiliriz.
Burd.a karşımıza çıkan i.iç soruya cevap vermeğe
çalışalım.
1 - Uygarlığın üçüncü aşamasında bireylerin
yerine getirmek zorunda bırakıldıkları ödev nedir ?
2 - İzin verilen cinsel tatmin, öteki bütün tatminlerin
bir yana bırakılmasını haklı çıkaracak kadar
faydalı sonuçlar sağlıyor mu ?
3 - Bu tatminlerden vazgeçişin doğurabileceği
kötü sonuçlar ile kültür alanındaki kullanılışları arasındaki
bağlantı nedir ?
Birinci sorunun cevabını vermek için, üzerinde
sık sık tartışılmış olan ve burada gerektiği gibi ge ·
nişlikle ele alamayacağımız bir probleme dokunmak
gerekir. Bu problem, cinsel perhiz problemidir. Uygarlığımızın
üçüncü aşaması, hem erkeklerin, hem
de kadınların evlenene kadar cinsel perhizden şaşmamaları
ve resmen evli olmayanların hayatları boyunca
cinsel perhiz yapmaları gerektiğini ileri si.i··
rer. Resmi ve gayri resmi otoritelerin hoşuna giden
düşünce, yani cinsel perhizin güç ve zararlı bir şey
olmadığı düşüncesi, doktorlar tarafından da geniş
ölçüde destekleıunektedir. Oysa cinsel istek gibi güç -
ClNSlYET VE PSİKANALiZ 41
Iü bir içtepiyi, tatmin etmeksizin dizginleyebilmek
için bir insanın bütün gücünü harcaması gerektiğirj
ileri sürebiliriz. Cinsel içgüdüleri, kendi cinsel amaçlarından
çevirerek yüksek kültürel amaçlara yöneltmek,
yani yüceltmeğe uğratmak yoluyla dizginlemek
ancak pek az insanın başardığı bir iştir. Ayrıca bu
haşan sürekli değil, zaman zaman gerçekleştirilebilen
bir başarıdır. Bunun özellikle, ateşli gençlik çağlarında
kolayca yapılabildiğini söylemeliyiz. Bu konudaki
başarısızlıktan dolayı, insanların çoğu, sinir
hastası haline gelirler ya da başka aksaklıklara
kurban giderler. Toplumumuzda bulunan insanların
çoğunun, cinsel perhiz buyruğunu yerine getiremiyecek
bir yapıya sahip oldukları görülmüştür. Daha
hafif cinsel kısıtlamalar içinde bile hastalanab1 ·
lecek kimseler, günümüzün cinsel ahlakının aşırı
buyrukları yüzünden daha kolay ve tehlikeli biçimde
hastalanmaktadırlar. Bir kimse nevrozlu olmaya
ne kadar yatkınsa, cinsel perhize boyuneğmeye
de o kadar az yatkındır. Yukarda açıkladığımız anlamda,
normal gelişimden sapmış olan içgüdüler, yasaklanmaları
güçleşmiş içgüdülerdir. Uygarlığın
ikinci aşamasında sıhhatlerini koruyabilen kimseler
bile üçüncü aşamanın buyrukları yüzünden sinir hastalığına
yakalanırlar. Çünkü cinsel doygunluğun
ruhsal değeri, bu doygunluğa kavuşmanın güçleştiği
ölçüde artar. Engellenmiş olan libido, cinsel hayatta
bol bol bulunan zayıf noktalan yakalamağa ça-
42 CiNSiYET VE PS1KANAL1Z
lışır ve böyle bir nokta bulunca oradan sızarak patolojik
belirtiler halinde ortaya çıkan nevrozlu ye
dek tatminler elde eder. Sinir hastalıklarını belirleyen
nedenleri kavrayan bir kimse, bu hastalıkların
içinde yaşadığımız toplumda gittikçe çoğalmasını,
cinsel kısıtlamaların şiddetlendirilmesinden doğduğunu
kolayca anlar.
Böylece, meşru evlilik içindeki cinsel birleşme ·
nin, evlilikten önce kabul ettirilen kısıtlamanın yerine
eksiksiz olarak geçip geçmediği sorusuna varmış
bulunuyoruz. Bu soruya "hayır geçmez" diye
cevap vermemizi gerektiren bir yığın inceleme ve
gözlem bulunmaktadır. Bu gözlem ve incelemeler!
kısaca özetlemekle yetineceğiz. Kültürel cinsel ahlakımızın,
evli çiftleri bile üreme amacı güden bil·
kaç faaliyetle yetinmeye zorlayarak, evlilik hayatındaki
cinsel birleşmeleri kısıtladığını unutmamak
gerekir. Bunun sonucu olarak, doyurucu cinsel bh'
leşmelerin, evlilik hayatı boyunca ancak birkaç yıl
sürdüğünü görüyoruz. Bu süreden, evli kadının sıhhati
gözönünde tutularak ister istemez birleşmede'1.
kaçınmak zorunda kalındığı süreyi de çıkarmamız
gerekir. Bu üç, dört ya da beş yıldan sonra, evlilik
cinse: ihtiyaçların doyurulması bakımından, tam
bir başarısızlık halinde ortaya çıkar. Gebeliği önlemek
için şimdiye kadar bulunmuş bütün araçlar
cinsel zevki bozar ; eşlerin duygulanmalarını kütleştirir
ve kimi zaman hastalıklara bile yol açahi-
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 43
lir. Cinsel bir:eşmenin sonuçlan yüzünden duyulan
korku, önce eşlerin birbirlerine karşı duyduğu fizik
sevgiyi sona erdirir. Daha sonra, aralarındaki manevi
yakınlığı bile bozabilir. Oysa bu manevi yakınlığın,
başlangıçtaki tutkulu aşkın yerini alan bir yakın·
lık olması gereklidir. Birçok evliliğin en sonunda
karşılaştığı manevi çöküntü ve fizik aksaklık, karı·
kocayı, evlenmeden önce içinde bulunduklan dunıma
düşürür. Üstelik kurmuş olduklan hayallerin de
yıkıldığını görerek manevi bakımdan eskisinden
daha yoksullaşmışlardır. Böylece, cinsel içgüdülerini
saptırmak ve buyruk altına almak için yeniden çaba
harcamaları zorunludur. Olgunluk çağına vararı
erkeğin bu durum karşısında ne ölçüde haşan gö:; .
terdiğini uzun boylu incelememiz gerekmez. Erkeklerin,
en şiddetli cinsel yasalann bile kendi'eri için
tanımış olduğu cinsel özgürlükten sık sık yararlar.dıklarını
(açıkça söylemeden ve gizli bir biçimde)
biliyoruz. İçinde yaşadığımız toplumda erkekler için
hak tanınmış olan "çifte" cinsel ahlak, toplumun
kendisi tarafından konulan buyruklara kendisini.r.
de inanmadığını açıkça göstermektedir. Öte yandan
insanlığın cinsel ilgisinin taşıyıcısı rolünü oynayan
kadınlar, içgüdülerini yüceltme konusunda sınırlı
imkanlara sahiptirler ve cinsel nesnenin yerine koyacakları
şeyi, meme çocuğunda bulabi'dikleri halde,
çocuk büyüyünce bu imkandan da yoksun kalmaktadırlar.
Kadınların, evlilikte hayal kınklığına
44
CtNStYET VE PSlKANALtZ
uğradıklan zaman, hayatlannı karanlığa boğan
şiddetli nevrozların pençesine düştüklerini bir kere
daha söylemek isterim. Günümüzün kültür şartları
içinde, evlilik, kadınlann sinir bozukluklarına deva
olmak özelliğini çoktan kaybetmiştir. Hastalık durumlarında,
bir kadına evlilik tavsiye ettiğimiz zaman
bile, biz doktorlar, bu kadının evliliğe dayanabilmesi
için çok sıhhatli olması gerektiğini düşünmekten
geri kalmadığımız gibi, erkek hastaları·
mıza, daha önce sinir bozukluğu geçirmiş bir kızh
evlenmemelerini de tavsiye ederiz. öte yandan, evlilik
hayatından doğan sinir hastalıklarının devau
ancak sadakatsizlik olabilir. Ama bir kadın, ne kadar
sıkı bir şekilde yetiştirilmişse ve uygarlığm
istediklerini ne kadar sıkı bir şekilde yerine getiriyorsa,
·bu yolu seçmesi de o kadar güç olur. Ödev
duygusu ile istekleri arasındaki çatışma onu nevrozlara
sürükler. Kadının, erdemini (iffetini) sin!r
hastalığı kadar sağlam bir şekilde koruyan başka
şey yoktur. Demek ki, uygar insanın gençliğin· t
etkisini duyduğu içgüdülerin tatmin edileceği durum
olarak görülen evlilik, aslında, insanın evli
olarak geçirdiği dönemin ıihtiyaçlannı bile karşılayamıyan
bir durumdur. Evliliğin, evlilikten önce·
ki çağın yoksunluğunu (mahrumiyetini) ortadan
kaldırıp kaldırmadığını tartışmak bile gerekmez.
Uygar cinsel ahlakın yapmış olduğu kötülükler
kabul edilse bile, yukanda belirttiğimiz üçüncü
ClNSlYET VE PSlKANALlZ 45
soruya ; cinsel sınırlamadan elde edilen kültürel
kazancın, bu sınırlamanın doğurduğu acılara göre
çok daha değerli olduğu ileri sürülerek cevap verilebilir.
Üstelik, cinsel kısıtlamadan sadece birkaç
kişinin zararlı çıktığı da eklenebilir. Oysa ben, bu
konudaki kazançların kayıplara eşit olduğunu söyleyemiyeceğim
gibi ; kayıpların ağır bastığını gösteren
çeşitli gözlem ve düşünceler de ileri sürebilirim.
Biraz önce sözünü ettiğim cinsel perhiz konusuna
dönerek, bu çeşit perhizin nevrozlardan başka aksaklıklarda
doğurduğunu ve nevrozların taşıdığı
önemin, çoğunlukla gerektiği gibi ele alınmadığım
söylemek isterim.
Uygarlığımızın ve eğitimimizin amaç edindiği
geciktirmenin, yani cinsel gelişimin ve faaliyetin
geciktirilmesinin, başlangıçta zararlı olmadığını
belirtmeliyiz. Eğitim görme imkanına sahip toplumsal
sınıfların bireylerinin, bağımsızlıklanna ve hayatlarını
kazanmaya bir hayli geç ulaşabildikleri
gözöntlnde tutulacak olursa, bu geciktirmenin kaçınılmaz
bir şey olduğu açıkça görülür. Bu gerçek,
kültür kurumlanmızın arasındaki sıkı bağlılığı ve
bütünü gözönünde tutmadan bu kurumların yalnız
bir bölümünü değiştirmenin kabil olmadığını da
gösterir. Cinsel gelişimin ve faaliyetin geciktirilmesi
başlangıçta gerekli olduğu halde, bir delikanlının
hayatında, yirmi yaşından sonra da sürecek olursa,
kötü sonuçlar veren ve nevrozlardan başka ak-
46 C1NS1YET VE PSlKANALtz
saklıklar da ortaya çıkaran bir şeydir. Bu kadar
güclü bir içgüdüye karşı savaşmanın ve bu savaşma
için gerekli olan etik ve estetik kuvvetlerinin
pekiştirilmesinin
insan karakterini "sağlamlaştırdığı"
ileri sürülmektedir. Birkaç olağanüstü yapıya
sahip
birkaç insan için bu düşüncenin doğru olduğu
da besbellidir. Bundan başka, günümüzde
görülen bireysel karakter
açıkça
farklılığının da ancak,
cinsel kısıtlamalardan doğabileceği doğrudur. Ama,
çoğunlukla cinsel içgüdüye karşı
açılan savaşın,
insanların bütün enerjisini emip bitirdiğini görüyoruz.
Özellikle bu harcanış, bir delikanlının
toplum
içindeki yerini ve payını alabilmek için bütün enerjisini
kullanması gereken çağda ortaya
çıkmaktadır.
Yüceltilmesi kabil olan enerji miktarıyla harcanması
zorunlu olan cinsel faaliyet enerjisi
arasıııdaki
bağlantı, insandan insana ve meslekten mesleğe
değişmektedir. Cinsel perhiz yapan bir sanatçı
düşünmek bir hayli güç olduğu halde, cinsel işlerden
e:ini ayağını çekmiş bir genç bilgin düşünmek
pek güç değildir. Bilgin kendi kendini kısıtlayarak,
bilimsel çalışmalarına
yönelteceği enerjiyi
sağlamış olduğu halde ; sanatçı, sanat yaratmalarını
cinsel yaşantılarıyla pekiştirip coşturabilir.
olarak, cinsel perhizin, kendine
Genel
güvenen, enerjik
aksiyon adamlarının ya da büyük düşünürlerin
gözü pek devrimcilerin ortaya çıkmasına yararlı olabileceğini
sanmıyorum. Cinsel perhiz daha çok, halk
ve
ClNStYET VE PS1KANAL1Z 47
kitlesinin içine girip- kaybolan ve güçlü insanların
peşinden istemeye istemeye giden zayıf kimseler
ortaya çıkarır.
Cinsel perhizin gerçekleştirilmesi için harcanan
çabaların sonucu, cinsel içgüdünün genel olarak
eğilip bi.ikülmeyen, güclü bir kuvvet olduğunu göstermektedir.
Uygarlığın gerektirdiği eğitim, cinsel
içgüdüyü ancak evliliğe kadar ortadan kaldırmaya
yönelmiş ve evlendikten sonra, bu içgüdüyü özgürlüğe
kavuşturmak amacını gütmüş olabilir. Ama
cinsel içgüdüye karşı alınacak kesin tedbirler onu
yumuşatmağa çalışmaktan daha iyi sonuçlar verir.
Bu yüzden, içgüdüyü ortadan kaldırma amacıyla
alınmış tedbirler kimi zaman çok ileri gider. Ama
içgüdü serbest bırakıldığı zaman gücünü büsbütün
kaybetmiş olduğu görülür. Bu bakımdan delikanlılık
çağında kesin bir cinsel perhiz yapmak, evlilik için
iyi bir hazırlık sayılamaz. Kadınlar, bu gerçeği sezerek,
kendileriyle evlenmek isteyenler arasından, çoğu
zaman, daha önce başka kadınlarla ilgi kurarak
erkekliklerini ispat etmiş delikanlıları tercih ederler.
F.:adınlann evlilikten önce kesin bir cinsel perhiz
yapmak zorunda bırakılmalarının doğurduğu kötü
etkiler daha açıkça görünmektedir. Eğitim sistemlerinin
aldığı sert tedbirler, bir kızın evlenmeden
önceki çağda, cinsel zevklerden kesin olarak uzak
durması gerektiğine ne kadar önem verildiğini belirtmeye
yeter. Eğitim, cinsel birleşmeyi yasaklamak
48 C1NS1YET VE PS1KANAL1Z
ve kızın eldeğmemiş halde bulunmasına büyük bir
önem vermekle kalmaz, aynı zamanda, cinsel hayatta
oynayacağı rolü öğrenmemesi için genç kızı bilgisiz
bırakır. Evlilikle sonuçlanmıyacak her çeşit sevgi
eğilimini de önleyerek genç kızın yoldan çıkmamasını
sağlamak ister. Bunun sonucu, ana-babası bir
erkeği sevmek izni verdiği zaman, genç kızın bu.
ruhsal başarıyı gösterememesi ve duygularından " -
min olmadan evlilik hayatına girmesidir. Sevme i::!··
teğinin suni bir biçimde geciktirilmiş olmasından
ötürü, genç kız kendisine tutkuyla aşık olan kocasını
hayal kırıklıklarına uğratmaktan başka bir şey
yapamaz. Manevi duyguları bakımından hala anababasına
bağlıdır (çünkü ana-baba otoritesi genç
kızın cinsel içgüdülerini ortadan kaldırmasını sağlamıştır)
ve bu yüzden, cinsel davranışlarında duygusuzluk
(soğukluk) gösterir. Bu ise kocasının gerektiği
gibi zevk duymasını engeller. Cinsel bakımdan
duygusuz kadınlara uygar eğitimin dışında
rastlanıp rastlanmadığını bilmiyorum. Ama rastla ·
nabileceğini sanıyorum. Ne var ki, uygar eğitimin
bu çeşit duygusuzluğun kaynağı olduğunu söyleye ·
bilirim. Zevk almadan çocuk sahibi olan kadınlar,
daha sonraki doğumların acısına katlanma konusunda
pek az istek göstermektedirler. Böylece evlilik
hayatına hazırlık sırasında alınan tedbirlerin, evliliğin
öz amaçlarını bozduğunu görüyoruz. Daha so'n·
raları, kadının cinsel içgüdüsünün geciktirilmesin·
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 49
den doğan kötü etkiler ortadan kalktığı ve sevme
gücü, bir kadın olarak hayatının olgunluk çağında
uyandığı zaman kocasıyla arasındaki yakınlığın çoktan
ortadan kalkmış olduğu görülür. Bu durum karşısında,
kadın, başlangıçtaki uysallığının armağanı
olarak doyurulmayan bir isteğin acısını çekmek,
kocasını aldatnıak ya da sinir hastalığına yakalanmak
ıklanndan birini seçmek zorunda bırakılmış
olur.
Bir insanın cinsel davranışı, başka hayat alaolarındaki
davranışlarının temel yapısını dile getirir.
Sevdiği nesneyi ele geçirmek konusunda enerjik
olan bir kimsenin öteki amaçlarına varmak ıçın
de aynı derecede enerji göstereceğinden emin olabiliriz.
Nitekim, çeşitli nedenler yüzünden, cinsel
içgüdülerini tatmin etmekten kaçınan bir kimsenin
de başka alanlarda uzlaştırıcı ve başeğici bir davranış
tutturduğunu görürüz. Cinsel hayatın başka.
fonksiyonların işlemesinde bir çeşit temel ödevi
gördüğünü ileri süren bu düşüncenin en güzel örneğini
kadınlarda buluyoruz. Kadınların yetiştirilme
biçimi, cinsel problemlerle düşünce ve bilgi açısından
ilgilenmelerini onlara yasak etmiştir. Üste
lik kadınların çok meraklı oldukları bu konularla.
ilgilenmek kadınlığa yakışmayan bir eğilim ve günahkarlık
olarak da gösterilmiş ve böylece bir korku
yaratılmıştır. Bu yüzden kadınlar her çeşit dü-
F. 4
50
CtNStYET VE PStKANALtz
şUncedcn korkrnuıf ardır. Bilgi, onlar için, değerbi
kaybetmiş bir şey olarak ortaya çıkar. Düşüncenin
yasaklanışı, kaçınılmaz çağrışımlar yüzünden ya da
kendi kendine, cinsel alanın ötesine de uzanmıştır.
Kadınların "fizyolojik aptallığı"nın, Moebius'un yazdığı
ve üzerinde uzun boylu tartışılan bir kitapı:.
ileri sürdüğil gibi zihni çalışmalarla .cinsel faaliyet
arasındaki biyolojik karşıtlıkla açıklanabileceğini
sanmıyorum. Kadınlarda açıkça görülen düşünce
geriliğinin .kaynağım, cinsel içgüdünün ortadan kaJ...
dırılması sırasında başvurulması gerekli olan düşünce
ya.saklanmasında aramak gerekir.
Cinsel perhiz konusu ele alındığı zaman, bu
perhizin iki şekli arasındaki farkın, yani her çeşit
cinsel faaliyetten kaçınmakla karşı cinsle cinsel
birleşmeden kaçınmak arasındaki farkın gerektiği
gibi belirtilmediğini görüyoruz. Cinsel perhizi gerektiği
gibi yerine getirdiklerini söyleyerek ovunen
kimselerin çoğu bu perhizi, ancak masturbation
ve ilk çocukluk çağının auto-erotic faaliyetlerine
bağlı olan masturbation benzeri tatminler yardımıy·
la. gerçekleştirebilmi.şlerdir. Ama sırf bu çocukluk
çağına bağlantı yüzünden, yukarda sözü geçen yedek
cinsel tatmin araçlarının kötü etkiler doğurduklarını
biliyoruz. Asıl cinsel tatminlerin yerine
geçen bu tatminler cinsel hayatın çocuksu biçimlerine
dönüşe dayanan nevrozlara ve psikozlara yol
açarlar. Bundan başka, ma.sturbation, uygar cinsel
CtNSlYET VE PS1KANAUZ 51
ahlakın ideallerini karşılamaktan uzaktır. Ve bu
yüzden, genç insanları, cinsel perhiz yoluyla kaçınmak
istedikleri ahlaki çatışmalara yeniden sürükler.
Aynı zamanda, karakteri yumuşatarak bozat'.
Masturbation, her şeyden önce, önemli amaçlara,
enerji harcamadan ve kolay yollardan giderek ulaşmak
eğilimini körükler. Böylece, masturbation da,
yukarda sözünü ettiğimiz bir ilkeye, yani cinsel
davranışın öteki alanlardaki davranışlara temellik
etmesi ilkesine uygun olarak etkilerini gösterir.
Bundan başka, masturbation'daki tatmine eşlik eden
cinsel nesne, gerçekte bulunamıyacak ölçilde yetkinleştirilmiş
(mükemmelleştirilmiş) bir nesnedit'.
Şakacılığı ve zekasıyla ün kazanmış olan bir yazar
(7) bu gerçeği ters bir biçimde şöyle açıkb.mıştı
: "Çiftleşme, masturbation olmadığı zaman
yapılan ve yeterince tatmin sağlamayan bir
faaliyettir."
cinsel
Uygarlığın buyruklarında görülen sertlik ve
cinsel perhizin yerine getirilniesindeki gliçlilkten
ötürü, karşıt cinslerin üreme organlarının birleşmesinden
kaçınma davranışının yanında, başka çeşitten
cinsel faaliyetlerin gelişmesi olayının ortaya
çıktığını görüyoruz. Normal birleşme, ahlak tarafından
kesin bir biçimde yasaklandığı için, (bu
arada hastalık kapma tehlikesi de rol oynamakta.dır)
karşıt cinsler arasında anormal cinsel birlegme
diye adlanclınlan ve vücudun öteki organlarına,
52 CtNStYET VE PS1.KANALtz
üreme organlarının rolünü yüklemekten başka şey
ol.mayan faaliyetler, toplumsal bakımdan gittikçe
daha artan bir önem kazanmışlardır. Ama bu faa·
liyetleri cinsel bağlantıların zararsız genişletilmesi
olarak görmek kabil deği:dir. Etik bakımdan, bu
bağlantıların kötü bağlantılar oldukları söylenebilir.
Çünkü bunlar, eşlerin aşk hayatını ciddi bir sonucu
ol.mayan ve manevi bir katılmayı gerektirmeye":l
bir oyun haline getirerek, yozlaştırırlar. Normal
cinsel hayatın engellenmesinden doğan bir başka
sonuç da, homoseksüel tatmin biçimlerinin yaygınlaşması
ve artmasıdır. Yapıları bakımından homo·
seksüelliğe eğilimli olanlarla, çocukluklarında ho ·
moseksüelliğe alışmış olanların yanı sıra, olgun
çağlarında, libidolarının engellenmesi yüzünden homoseksüelliğe
yönelenlerin sayısının bir hayli kabarık
olduğunu unutmamak gerekir.
Cinsel perhizin sağlanmasından doğan bu kaçınılmaz
ve arzu edilmez sonuçlar bir araya gelerek,
evlilik hayatı için yapılan hazırlığı kökünden
yıkarlar. Oysa evlilik hayatı, uygar cinsel ahlak
açısından, cinsel içgüdülerin yerini alacak biricik
hayat biçimi olarak görülmektedir. Masturbation ile
ya da sapık cinsel faaliyet dolayısıyla, libidosu normal
ol.mayan tatmin biçimlerine alışmış olan her
erkek, evlilik hayatında gerektiği gibi kudret ve
enerji gösteremez. Kızlıklarını aynı çeşit faaliyetlere
bagvurarak koruyabilmiş kadınlar da, evlilik haya-
tındaki
CtNStYET VE PStKANALtZ
normal cinsel birleşmelerden zevk alamazlar.
Her iki tarafın da gerektiği gibi kuvvetli
bir
sevme gücüyle başlayamadıkları evlilik hayatı, öte.
ki evliliklerden daha önce çözülür ve başansızlığa.
uğrar. Erkeğin gerektiği gibi kuvvet gösterememesi
yüzünden, kadın duygusuzluğundan kurtulamaz.
Oysa aynı kadın, sırf eğitiminden ve yetiştirilme
biçiminden doğan soğukluğunu (duygusuzluğunu)
kuvvetli bir cinsel yaşantı geçirdiği zaman, tamamen
unutabilir. Kocanın cinsel gücü az olduğu zaman,
gebelikten koruyan araçların kullanılmasında
titizlik gösterilmediği için, yukarda sözü geçen çiftlerin
çocuk sahibi olmamak konusundaki çabaları
da birçok güçlüklerle karşılaşır. Bu kargaşalık içinde,
aradan biraz zaman geçince, karı-kocanın, bütün
sıkıntı ve üzüntülerinin kaynağ1 sandıkları cinsel
birleşmeyi bir yana bıraktıkları görülür. Böylece
evlilik hayatının temeli de ortadan kalkmış olur.
Bu konularda aşırı iddialar ileri sürmediğimi
ve her gün rastlanabilecek olay ve örneklere dayanarak
konuştuğumu belirtmek isterim. Tecrübesiz kimseler,
normal cinsel gücün, evli erkeklerde, genel
olarak pek az bulunduğuna ve evli kadınların çoğunluğunun
duygusuz olduğuna inanmakta güçlük çekebilirler.
Evliliğin her iki taraf için de ne kadar
büyük hayal kınklıkları getirdiğini ve evlilik hayatının
(yani, bunca istekle beklenen mutluluğun)
ne kadar dar sınırlar içine sıkıştırıldığını bilmezleı·.
CtNSlYlrr VE PStKANALlZ
Bu durumlarda en sık karşılaşılan sonucun
sınır
hastalığı olduğunu daha önce açıklamıştım. Bu çeşit
bir evliliğin, çocuklar üzerinde çok kötü etkiler yap ·
tığını da belirtmek isterim. Çocuklann ana-babalarına
benzemeleri, ilk bakışta, soyaçekimin sonucu
gibi görünür. Ama, daha yakından inceleyecek olursak
bunun, çocukluk çağında edinilen güclü
etki
ve izlenimlerden doğduğunu görürüz. Kocası tarafından
tatmin edilmemiş sinirli bir kadın, bir anne
olarak çocuğuna aşın düşkünlük ve sevgi gösterir.
Çünkü, doyurulmamış ısevme ihtiyacını
çocuğuna
aktanr ve böylece çocuğunun cinsel hayata zamanından
daha önce girmesine yol açar. Ana ve babanın
arasındaki kötü bağlantılar, çocuğun duygu hayatını
tedirgin eder ve daha küçük yaşta aşın
derecede
sevgi ve nefret duyguları yaşaması sonucu ·
nu doğurur. Erken yaşlarda uyandırılmış olan
cinsel hayatın zorunlu kıldığı faaliyetleri önleye:ı
yetiştirilme tarzı, cinsel içgüdüyle engelleyici güçler
arasındaki çatışmanın daha şiddetlenesi
bu
sonucunu
doğurur ve hayat boyunca sürecek sinir has
talığının temelleri böylece atılmış olur.
Nevrozlar ele alındığı zaman, bu hastalıklara
gereken önemin verilmediğini söylemiştim.
söylerken, genel olarak sinir ha.stalıklannın
tefek aksaklıklar gibi görülmesini ve birçok
Bunu
ufak
doktorların,
bu hastalıkları geçirmek için üç dört haf·
talık soğuk su duşlarının kafi geleceğini ileri sürme-
CtNSlYET VE PSlKANALtZ 55
!eri ni gözönU nde tutm uyorum. Bunlar, tıpla ilgisi
olmay an kims elerin ve bilgisiz doktorların, hastayı
kısa bir süre avutmak için söyledikleri sözlerdir.
As: ında, nevrozlar, hastanın ölümüne yol açm am akla
birlikte, kroni k (müzm in) hale girdi kleri zam an,
tı pkı verem , ya da kalp hastalı kları gi bi onun hayatını
güçleşti ren aks aklı klardır . Nevroz hasta lıkları,
aslında zayı f bi reyleri u:ı: garlık faali yetleri n.
den alıkoysay dı, sonuç' arını kabu llenmek belki mlim
kün ol urdu. Oysa dur um böyle değildi r. Nevrozları n
genel olarak, uygarlık am açlarını boz duğun u ve uy . .
garhğ a düşm an ruhs al güclerin yapm ak istediğ i şeyi
yeri ne geti rdiğ ini belirtmek isterim. Demek ki , toplum,
aş ırı buyru klarının yeri ne g.e tiri lmesini, siııi:::
has talık larının çoğa'm ası pahasına elde ettiğ i zaman,
böylece elde edi len faydanın zarardan fazh
olduğu söylenem ez. Örnek olarak, evli li k hayatına
başladığı şartlar yüzünden, kocasın ı sevmesi kabil
olmıyan bir kadının durum unu ele alalım. Bu kadın,
öte yanda n, kocasını sevmek istemektedir. Çünkli ,
yetişm e tarzının amacı o:an evli liğ in ideali, koca
sını sevmesi ni gerektirmektedi r. Bu durum karşısında,
kadı n, gerçeğ i di le getiren ve evli lik idealin e
ay kırı düş en her çeşit içtepi yi ortadan kaldırmağ' a
ve kocasını seven, onun her isteğini yerine geti r
mek istey en bir kadın rolünü oy nam ağ a çalışacaktır.
Benliğ ini bu şeki lde dizginlemek istemesi kaçıp.ılmaz
bir bi çimde si ni hastal ığ ına yol açacaktırı
56
CtNStYET VE PS1KANAL1Z
Öte yandan bu hastalık, sevilmeyen kocadan intikamını
alacak ve sanki gerçek durum ortaya çık·
mış ve kabul edilmiş gibi, tatminsizlikler ve tedir·
ginlikler doğuracaktır. Sık sık görülen bu çeşit olaylar,
nevrozların ne gibi kötü sonuçlar doğurduğunu
açıkça belirtmektedir. Uygarlığa aykırı olan ama,
tamamen cinsel bir karakter taşımayan içtepilerin
ortadan kaldırılarak yerine başka şeylerin konulmak
istenmesinde de aynı başarısızlıkların ortaya
çıktığını görüyoruz. Sözgelimi, fizik ve ruhsal yapısı
dolayısiyle gaddarlık ve kabalığa eğilimi olan bir
kimse, bu eğilimini şiddetli bir karşıkoyma ile ortadan
kaldırarak aşırı derecede iyi ve yumuşak bir
insan haline geldiği zaman, çoğunlukla, o kadar
fazla enerji harcamıştır ki, gaddarlığın ve kabalığın
yerine koyduğu iyilik ve yumuşaklığı gerçekleştirmek
için gerekli enerjisi kalmamıştır. Bundan ötürü,
yapısının gerektirdiği eğilimleri ortadan kaldırmamış
ilduğu zaman, gerçekleştireceği iyilikten çok daha
azını gerçekleştirmiş olur.
Bir toplulukta cinsel faaliyetlerin kısıtlanmış
olmasının, çoğunlukla, hayat karşısında duyulan t" ·
dirginliği ve ölüm korkusunu da arttırdığını ve bireyin
hayattan tad almasını sınırladığı gibi herhangi
bir amaç uğruna ölümü göze almasını da imkansız
kıldığını söylemeliyiz. Bu arada az çocuk dünyaya
getirmek eğiliminin de ortaya çıktığını ve böy .
lece topluluğun geleceğinin tehlikeye girdiğini gcirüyonız.
Bunlan gözönünde tutarak ve özellik! bi-·
reyse! mutluluktan
CtNStYET VE PStKANALtz 57
vazgeçmiyecek kadar hedonist
bir anlayışa hala bağlı olduğumuzu da unutmıyarak,
"uygar" cinsel ahlakımızın bizi zorladığı fedakarlıklara
ve vazgeçmelere boyuneğmemizin gerekli o
lup olmadığı so r usunu ortaya atabiliriz. Bu durum
karşısında toplumsal değişiklikler yapılması gerektiğini
ileri sürmek bir doktorun işi değildir.
Ama,
Von Ehrenfels'in "uygar" cinsel ahlakın kötü etkileri
hakkındaki sözlerini, bu ahlakın, sinir hastalıklarının
çoğalması üzerinde
yaptığı önemli etkileri
açıklayarş.k genişletmek istediğim .zaman, cinsel ahlak
konusunda toplumsal değişikliklerin bir an önce
gerçekleştirilmesi gerektiğini ileri sürenlere katılmam
ve onları desteklemem gerekir.
1 - "Christian Von Ehrenfels (1859-1932), Prag üniversitesi
felsefe profesörü. Evlilik kurumunu cesurca eleştirdiği için
Freud tarafından övgüyle anılmıştır."
2 - "G. M. Beard (1839-1 883), ünlü bir Amerikan sinir ıızmanıdır.
Freud, nevrasteni ile ilgili daha önceki araştınnalannda
Beard'dan sık sık söz etmiştir."
3 - Nevrozlar teorisiyle ilgili ilk yazılarıma bakın. (1906)
"Standard Edition, 3."
4 - "Metinde İngilizce geçmektedir. Bu paragrafın özü ve
"kutsal" (heilig) kelimesinin tanımı, Freud'ün F1iess'e yazdıı
3 l Mayıs l 897 tarihli mektupta açık.lannuştır."
5 - "Freud, bu kelimenin yerine, "bozulması'', "amacına
ulaşamaması" sözlerini de kullanır. Bak. "Nevrozlann Başlangıç
Tipleri" (1912) Standard Ed. 12, 229."
6 - "Cinsiyet Teorisi üzerine üç Deneme" adındaki kitabıma
bakınız. (1905), Standard Ed. 7, 97.
7 - Kari Kraus (1874-1936) keskin zekası ve taşlamalariylt;
ün kazanmış bir Avusturyalı yazar.
CİNSiYET TEORiSi
ÜZERİNE ÜÇ DENEME
(1905)
ilk olarak 1905 yılında yayınlanan bıt
eser, daha sonraki baskı'larında, çeşitli
değişikliklere uğramış ve Freud yeni
dncelerini sonraki baskı'lara eklemiştir.
Elimizdeki çeviri, eserin son şeklini
veren baskı gözönünde tutularak hazır.
lanmıştır.
BtRlNCt DENEME
CİNSEL SAPIŞLAR (1)
İnsanın ve hayvanın cinsel ihtiyaçlarını
açıklamak
için, biyolojide "cinsel içgüdü" varsayımından
(faraziyesinden) faydalanılır. Ayrıca, bu içgüdü :ıe
beslenme içgüdüsü arasında bir yakınlık da bulunur.
Ama günlük dilde açlığı anlatan kelimeye benzeyen
ve cinsel ihtiyacı dile getiren bir kelime bulunmadığı
için, bilim, "libido" terimi kullanmaktadır (2)
Halk düşüncesi, bu cinsel içgüdünün özü ve k'l.
rakterleri üzerinde kesin varsayımlar ileri
Yani halk, cinsel içgüdünün
sürer.
çocukluk çağında varolmadığını
ve ancak ergenlik çağında ve bu
çağ
ile ilintili olarak ortaya çıktığım sanır. Ayrıca, bu
içgüdünün, herhangi bir cinsin öteki cins üzerindeki
62 ClNSlYET VE PStKANALlZ
dayanılmaz çekiciliğinde kendini gösterdiğini
amacının, cinsel birleşme, ya da bu birleşmeye
götüren
hareketler olduğunu düşünür.
VP.
Ama bu varsayımların, gerçeği doğru dürüst
yansıtmadığını söyleyebilecek
durumdayız. Derine
inen incelemeler, bu varsayımlann hatalar, yanılmalar
ve acele varılmış sonuçlara dayandığını gösterir.
Önce iki terim ortaya atmakla işe başlıyalım.
Bu terimlerden birincisi "cinsel nesne"dir. Bu terim,
cinsel çekimi (cazibeyi) sağlayan varlığı gösterir.
İkinci terim de "cinsel amaç"tır. Bu da, içgüdünün
yönelmiş olduğu amacı gösterir. Bu ayırmayı
yaptıktan sonra, deneylerimize başvuracak olursak,
hem cinsel nesne, hem de cinsel amaç bakımından
çeşitli uzak:aşmaların varolduğunu ve bunlann eni ·
ne boyuna incelenmesi gerektiğini görürüz.
1. CİNSEL NESNEYLE 1LlNT1L1 UZAK
LAŞMALAR.
Halkın kabullendiği cinsel istek teorisi, insanın
iki yarıma (yani, kadın ile erkeğe) bölünmüş
olduğunu ve bu iki yarımın aşk aracılığı ile birleş ..
meğe çalıştığını ileri süren şiir dolu efsaneye
uygun
düşmektedir. Bu bakımdan, halk düşüncesi, cinsel
nesne olarak kadını değil de, erkeği kabullenmiş
erkekler ve yine cinsel nesne olarak erkeği değil d•)
CtNSlYET VE PS1KANAL1Z
63
kadını kabullenmiş kadınlarla karşılaşınca şaşkınlığa
uğramaktan kendini alamaz. Bu çeşit kimsekre
homoseksüel denir. Daha doğrusu, bunlar, cin·
sel dönükler diye adlandırılırlar. Bunların davranışları
da dönüklük (inversion) diye adlandırılmıştır.
Tanınmaları güç ol.malda birlikte, bu çeşit
kimselerin
sayısının pek fazla olduğu bir gerçektir (3)
A. Dihıüklük
Dihıüklerin Davranışı. Sözü geçen kimselet',
farklı davranışlar gösterirler.
a - KiıLisi mutlak olarak dönüktür.
bunlann cinsel nesnesi mutlaka aynı cinsten
kimsedir. Öteki cinsten bir kimseye hiç bir
Yani,
bir
zaman
cinsel nesne gözüyle bakmazlar. Kimi zaman ilgisizlik,
kimi zaman da tiksinti duyarlar. Bu çeşit
dönük bir erkek, duyduğu tiksintiden ötürü, normal
cinsel birleşme yapamaz, ya da yapsa bile .zevk almaz.
b - İki yanh dönükler de vardır. Bunlar, psikoseksüel
bakımdan hermaphrodit'tirler. Yani, ci'l
sel nesneleri, hem kendi cinslerinden biri, hem de
öteki cinsten
biri olabilir. Burada, dönüklüğün tek
yanlı olmak özelliğini kaybettiğini görüyoruz.
c - Kimisi de arasıra dönüklük gösterir.
Bu
çeşit dönükler, belli şartlar içinde (özellikle normal
cinsel birleşme için gerekli
nesneyi bulamadıkları
64
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z
zaman) ya da taklitçiliğe kapıldıkları için, kendi
cinslerinden bir kimseyi cinsel nesne olarak kabul
eder ve cinsel ihtiyaçlarını giderirler .
. Dönükler, cinsel içgüdülerinin başkalarından
değişik olması konusunda verdikleri yargılar bakımından
da birbirlerinden farklıdırlar. Kimisi, dr .
nüklüğünü, tıpkı normal bir kimsenin libidosunu
düşündüğü biçimde düşünür ve bu dönüklüğün tabii
bir şey olduğunu kabul ederek herkes gibi yaşamağa
hakkı olduğunu söyler. Kimisi de, dönüklüklerine
karşı mücadele eder ve bunun normal bir şey olmadığını
düşünür ( 4) .
Zamanla ilintili olan başka farklar da vardır.
Belli bir kimsedeki dönüklük özellikleri kimi zaman
hatırlayabildiği kadar eski bir geçmişte ortaya
çıkmıştır. Kimi zaman da, dönük, bu özellikleri
ergenlik çağından önce, ya da sonra belli anlarda
farketmiştir (5). Dönüklük karakteri, hayat boyu'i.·
ca sürmüş, arasıra kaybolmuş ya da normal gelişim
içinde geçici bir süre kendini göstermiş olabilir.
Normal cinsel nesne ile dönük cinsel nesne arasında
gidip gelen kimseler de görülmüştür. En ilgi çeken
durumlar, normal cinsel nesne üzerinde yapılan
acı dolu bir deneyden sonra libidosu değişikliğe
uğrayan ve dönüklük özelliği kazanan kimselerin
durumlarıdır.
Bu çeşitli farklara, genel olarak birbirinden
bağımsız olarak rastlanmaktadır. En aşın durum-
CtNS1YET VE PS1KANALtz
larda, dönüklüğün hayat süresince varolageldiği ve
dönüğün, bu halinden memnunluk duyduğu söylene·
bilir.
Birçok yazarlar, sözünü ettiğimiz çeşitli
durumları
bir birlik içinde toplamaktan kaçınarak,
bu gruplar arasındaki ortak yanları değil, farkları
belirtmek isteyeceklerdir. Bu davranış, onların donüklük
konusundaki görüşlerine uygun düşer. Sınıflamalar
ne kadar haklı olursa olsun, ara-durumlara
bol bol rastlandığı için, grupları biraraya toplamak
gerektiği düşüncesine yüz çevirmemek doğru olur.
Dönüklük kaııramı. Dönüklük üzerinde yapılan
ilk incelemeler, bu davranışın doğuştan gelen bir
sinir soysuzlaşmasını (degeneration) gösterdiği11i
kabul etmeye yol açmıştı. Doktorların, dönük kim
selere ilk önce sinirliler ya da sinirli gibi görünenlP.r
arasında rastlaması da bu kabule uygun düşüyordu.
Bu düşünce birbirinden ayrı ele alınması gereken
iki unsur taşımaktadır. Bu unsurların birincisi "doğuştanlık",
ikincisi "soysuzlaşma" dır.
Soysuz"la§ma. "Soysuzlaşma" terimini, yerli
yersiz kullanılmış olmasından ötürü eleştirebiliriz.
Traumatik ya da bulaşıcı hastalıklardan gayri her
çeşit hastalığın soysuzlaşmadan ileri geldiği söylenmiştir.
Nitekim, Magnan'ın soysuzlaşmışlar (dejenereler)
sınıflaması, bu kavramı, sinir faaliyetinin
en genel biçimlerine uygulanabilecek hale sok-
F. 5
66
CtNSlYET VE PS1KANAUZ
muştur. Bu durumda, "soysuzlaşma"
kavramınnı
hala kullanılıp kullanılamıyacağı, ya da yeni bir anlam
taşıyıp taşımadığı sorulabilir. Şu iki durumdıı
soysuzlaşmadan sözaçmamak daha doğru olur gibi
görünüyor :
(1) - Normalden uzaklaşan çeşitli sapışlar
yoksa,
(2) - Yaşamak ve çalışmak gücleri genel
olarak bozukluğa uğramamışsa (6) .
Dönüklerin, bu anlamda
soysuzlaşmış kimseler
olmadıklan şunlardan da bellidir :
(1) - Başka bakımlardan herhangi bir
normalden uzaklaşma göstermiyen kimselerde dönüklük
görülüyor.
(2) - Zihni çalışma bakımından kusursuz
oan, hatta zeka bakımından büyük gelişme, ahlak
bakımından derin kültür göstererek başkalarından
aynlan kimselerde de dönüklüğe rastlanıyor (7).
(3) - Klinik deneyler açısından değil de,
daha geniş deneyler açısından bakılınca, dönüklüğün
bir soysuzlaşma sayılmamasını gerektiren ikl
çeşit gerçekle karşı karşıya gelinir.
a - Kültür hayatlarının doruğuna erişmiş
eski uluslarda dönüklük dediğimiz şeye sık sık rastlıyoruz.
Ayrıca, dönüklüğün önemli bir kurum (müessese)
haline gelmiş olduğunu görüyoruz.
b - Dönüklük, vahşiler ve ilkel ırklar içinde
de yaygındı. Oysa soysuzlaşma
terimi, genel ola-
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 67
rak, yüksek uygarlıklar ve uluslar için kullanıhr
( İ . Bloch). Avrupanın çeşitli uygar uluslarında bile,
ırk ve iklim farklarının, dönüklüğün azlığını ya da
çokluğunu ve sapıklığa karşı takınılan tavın etkilediği
görülüyor (8).
Doğuştanlık. Ancak mutlak dönüklerd.e, bu
özelliğin doğuştan geldiği kabul edilmiştir. Bu kabul,
mutlak dönüklerin, hayatları boyunca, cinsel
içgüdülerinin başka bir yöne çevrilmemiş olduğu
konusundaki kendi tanıklıkları üzerine temellendırilmiştir.
İ ki yanlı dönüklerin ve özellikle arasıra
dönüklük gösterenlerin bulunuşu, dönüklüğün doğuştan
olduğunu ileri süren görüşle bağdaşmıyor.
Bundan ötürü, mutlak dönükleri ötekilerden ayn·mak
eğiliminde olanlar, genel bir dönüklük kavra·
mını bir yana atmaktadırlar. Böylece, bazı durumlarda,
dönüklüğün doğuştan olduğunu, bazı durumlarda
da başka nedenlerden doğduğunu kabul etmek
gerekiyor.
Dönüklüğün, cinsel içgüdünün sonradan edinilmiş
bir özelliği (karakteri) olduğunu ileri süren
görüş, yukarki görüşün tam karşıtıdır. :au gö
de şu gerçeklere dayanmaktadır :
(1) - Birçok dönüklerde (mutlak dönüklerde
bile) homoseksüel eğilimin içinden çıkıp geliştiği
bir cinsel izlenimi (intibaı) bulmak ve göster·
mek kabildir. Bu izlenim, çocukluk çağına rastlamaktadır.
68
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z
(2) - Başka birtakım dönüklüklerde ise, dur·
durucu, ya da kışkırtıcı bir hayatın dış etkilerini
göstermek kabildir. Bu etkiler ilk yıllarda ya da
daha sonraları dönüklüğün yer etmesine yol açmıştır.
(Sadece aynı cinsten kimselerle bağlantı
kurmak, savaş sırası dostlukları, mahpusluk, ayrı
cinsler arasındaki birleşmelerin tehlikeli oluşu, bekarlık,
cinsel gücsüzlük, v.b.).
(3) - tpnotik telkin (aşılama) dönüklüğü ortadan
kaldırabilir. Dönüklük doğuştan gelseydi böyle
bir sonuç almak kabil olamazdı.
Bu görüşler bakımından, ele alınınca, doğuştan
dönüklüğün kesinliğinden şüpheye düşebiliriz
Doğuştan dönük oldukları söylenenlerin, yakından
incelendiklerinde, belki de çocukluk çağında karşılaştıkları
bir olaydan dolayı libidoları belirlenmiş
olan ve bu olayı unutmuş bulunan kimseler olduklarını
(Havelock Ellis) göstermenin kabil olduğu
ileri sürülerek tartışma açılabilir. Bu yazarlara gö
re, dönüklük, cinsel içgüdünün değişirliğinden (variation)
başka şey değildir ve hayatın çeşitli dış
şartları tarafından belirlenmiştir.
Ama gençlik yıllarında bu çeşit cinsel etkileri
(baştan çıkarılmak, masturbation) duymuş olan
birçok kimsenin dönük haline gelmedikleri, ya da
dönük olarak kalmadıkları ileri sürülerek, kesin gibi
görünen yukarki iddialar çürütülebilir. Bundan
ötürü, herhangi bir kimse, dönüklüğün doğuştan,
ClNSlYET VE PSlKANAUZ 69
ya da edinilmiş olması alternativinin ya eksik oiduğunu,
ya da dönüklilğün çeşitli şart ve durumlarını
kapsamadığını kabul etmek zorunda kalır.
Dönüklüğün Açıklanması. Dönüklüğün özü, doğuştan
olduğunu söylemekle de, edinilmiş olduğunu
söylemekle de açıklanamaz. Dönüklük doğuştandır
dersek, bu doğuştanlığın ne olduğunu açıklamamız
gerekir. Ya da, bir kimsenin, belli bir cinsel nesneye
yönelen bir içgüdüyü doğuştan getirdiğini ileri
süren kaba açıklama ile yetinmek zorunda kalırız.
Dönüklük, edinilmiştir dersek, çeşitli etkilerin,
bireysel (ferdi) bir yatkınlık kabul edilmeksizin
bu edinmeyi açıklayıp açıklayamıyacağını sorniamız
gerekir. Bireysel yatkınlık işe karışmadan, dönüklüğün
açıklanamıyacağını biliyoruz.
Homoseksüellik Eğilimi. Frank Lydston, Kiernan
ve Chevalier'den beri, cinsel dönüklük yatkınlığını
açıklayabilmek amacıy!e birtakım yeni diişüncelerin
ileri sürüldüğünü biliyoruz. . Bu düşünceler,
bir insanın ya erkek ya da dişi olduğuna kesin
olarak inanç duyan halk düşüncesiyle çelişmektedir.
Gerçekten de, bilim ; cinsel karakterlerin birbirine
kanştığı ve özellikle anatomik bakımdan kesin
bir ayırma yapmanın kabil olmadığı halleri gÖ':l·
termiştir. Yani, bu durumlarda, sözkonusu kimsenin
cinsel organlarının hem erkek, hem de dişi ka ·
rakteri taşıdığı görülüyor (hermaphroditism). Kimi
zaman, cinsel organın her iki bölümünün de iyi-
70 CtNSlYET VE PStKANAL1Z
ce gelişmiş olduğu görülüyor (gerçek hermaphroditism)
, ama genel olarak bu çifte organ gelişmemiş
ha;dedir (9).
Bu anormalliklerin ilgi çeken yanı, normal gelişmenin
anlaşılması konusunda faydalı oluşudur.
Anatomik hermaphroditism (hünsalık ), belli bir ölçüye
kadar normal kimselerde de görülür. Normal
gelişmiş bir erkek ya da kadında öteki cinsin üreme
organlarının izlerine her zaman rastlanır. Bunlar
ya kullanılmadıkları için güdükleşmişler ya da
başka fonksiyonlan gerçekleştirmek için değişikliğe
uğramışlardır.
Eskiden beri bilinen bu anatomik gerçekten su
sonuçlar çıkar : İnsanda, çifte-cinslilik (bisexuality) e
karşı temel bir eğilim vardır ve bu eğilim gelişme
sırasında tek-cinslilik (monosexuality) e dönmekt".l
ve güdükleşmiş olan cinsiyetin sadece izleri kalmaktadır.
Bu görüşü, psişik alana aktararak çeşitli sapış
lar halinde dile gelen sapıklığı, psişik hermaphroditism'in
dile gelişi olarak görmek kabildir. Bu soruyu
çözebilmek için, dönüklük ile, hermaphroditism'in
psişik ve somatik belirişleri arasında bir
bağlantı olduğunu göstermek yeter.
Ama bu gösteri:ememiştir. Psişik çifte-cinslilik
ile açıkça gösterilebilen, anatomik çifte-cinsliJik
arasındaki bağlantı kesin değildir. Dönüklerde, gep.el
olarak, cinsel içgüdünün şiddetini kaybettiği
CiNSiYET VE 'PSiKANALiZ 71
(H. Ellis ) ve organlann hafif bir anatomik güdükleşme
gösterdiği biliniyor. Ama bu özelliğe her zaman
ve ilk ağızda rastlamıyoruz. Bundan ötürü, dü
nüklüğün ve hermaphroditism'in birbirinden apayrı
olduklarını kabul etmek zorundayız.
İkinci ya da üçüncü derec ed en denilen cinse]
karakterlere ve bu karakterlerin dönüklerde bira·
rada görünmesine de önem verilmiştir (H. Ellis ).
Bu, çoğu zaman yanlış değildir. Ama ikinci ve
üçüncü dereceden cinsel karakterin, çifte-cinslilik
gösteren karşı cinsten kimselerde de bulunduğu,
ama bu kimselerin, dönüklük anlamına gelen bir
cinsel nesne değiştirmesine gitmedikleri unutulmamalıdır.
Cinsel nesnenin dönüklük karakteri kazanması
i:e birlikte, öteki psişik gerçeklerde bir değişiklik
olsaydı ; sözgelimi öteki cinse has özellikler ve içtepiler
edinilmiş olsaydı, psişik hermaphroditism
teorisi sağlam bir temele oturmuş olurdu. Ama bu
çeşit karakter değişmesi ancak kadın dönüklerıie
görülüyor. Erkeklerde ise, psişik bakımdan tam bir
erkekliğin, dönüklük ile birarada bulunabildiği görülüyor.
Psişik hermaphroditism varsayımını tutan
kimse, bu çeşitli belirtiler arasında devamlı bir
bağlantı bulunmadığını da söylemelidir. Somatik
çifte-cinslilik için de durum aynıdır. Halban'a göre,
organların giidüklüğe uğraması ve ikinci der·
72 CINStYET VE PStKANAUZ
ceden karakterlerin ortaya çıkışı arasında bağ:aI:.
tı yoktur (10).
Erkek dönüklerden sözeden bir yazar, çifte-cinsliliği
apaçık bir biçimde şöyle açıklamıştır:
cErkek vücudunda, kadın beyni.» Ama biz, "kadın
beyni"nin özelliklerini bilmiyoruz. Psikolojik gerçek
yerine, anatomik gerçeği koymak hem bir iı:JC?
yaramaz, hem de haklı görülemez. Krafft-Ebing'in
bu konuda ileri sürmek istediği açıklama, Ulrich'·
inkinden daha sağlam gibi görünüyor ; ama temel
bakımından büyük bir fark taşımıyor. Krafft-bing,
çifte-cinslilik eğilimlerinin, erkek ve dişi O"'·
ganlar ortaya koyduğu gibi, dişi ve erkek beyb
merkezlerinin ortaya çıkmasına da yol açtığını söy.
lüyor. Bu merkezler, önce bağımsız cinsel salgıbezleri
etkisinde ergenlik çağına doğru gelişmeye başlar.
Ama erkek ve dişi beyinleri için söylediklerimizi,
erkek ve dişi "merkezler" için de tekrarlıyabiliriz.
Üstelik, konuşma fonksiyonunun belli bir
merkezi olduğunu söylediğimiz halde, cinsel fonk·
siyon için ayrı birtakım beyin "merkezleri" olduğunu
söyliyemeyiz.
Bu tartışmadan sonra, elimizde iki ·sonuç kalıyor.
Bunların birincisi, anatomik gerçeklerin dışında
ne gibi bir nitelik taşıdığını bilmediğimiz halde,
çifte-cinsliliğin dönüklüğe temellik eden bir eğilim
olabilceğidir, İkinci ğe, dönüklüğün, cinsel
CtNSlYET VE PSlKANALlZ 73
çıkan bozuk
içgüdünün gelişimi sırasında ortaya
luklardan doğııiuş olduğudur (11).
Dönüğün Cinsel Nesnesi.
Psişik hermaphroditism
teorisi, dönüklerin cinsel
nesnesinin, normal
kimselerin cinsel nesnesinin tam tersi olduğunu ileri
sürer. Erkek dönük, tıpkı kadın gibi, vücudun ve
ruhun erkeksi nitelikleri karşısında hayranlık duyar
; kendini bir kadın gibi
arar.
Ama bu, birçok dönükler
hisseder ve bir erkek
için doğru olsa da,
dönüklüğün genel karakterini dile getirmez. Erkek
dönüklerden çoğunun, erkeksi psişik özellikler taşıdıkları
; öteki cinsin özelliklerini
az ölçüde gösterdikieri
ve cinsel nesnelerinde gerçek kadıns·.
psişik özellikler aradıkları besbellidir. Bu böyle o .
masaydı, erkek fahişenin, bugün olduğu gibi eskı
çağlarda da, kendisini bir dönüğe bırakırken, kadın
elbisesi giyip ; kadınsı davranışlar
göstererek kadınlığı
niçin kopya ettiğini anlıyamazdık. Yoksa bıı
davranışın, dönük idealini küçük düşürmek gibi gö ·
rülmesi gerekirdi. Dönükler arasında en erkek karakterli
kiınse'.erin bulunduğu eski
Yunan'da, er·
keğin isteğini uyandıran şey, çocuğun erkek karakterini
taşıması değil ; fizik bakımdan kadına
benzemesi ve psişik bakımdan kadın gibi utangaç,
çekingen, bilgisiz ve güçsüz olmasıydı. Çocuk erkekliğini
kazanır kazanmaz, erkeklerin gözünde bir
cimıel nesne olmaktan çıkıyor ve kendisi çocuklara
74 CtNStYET VE. PStKANALlZ
düşkün bir kimse haline
geliyordu. Bu durumda,
cinsel nesnenin aynı cinsten olmadığı ve daha çok
iki cinsin de özelliklerini içine aldığı ve hem kadı·
na, hem de erkeğe yöne:en ama, vücudun erkekliği
üzerine (yani, erkek üreme organlarının bulunuşu)
temellenen bir uzlaşmayı dile getirdiği görülüyor
(12).
Kadınlardaki dönüklük daha belirgindir. Aktif
kadın dönükler, genel olarak,
erkeğin somatik ve
psişik özelliklerini taşırlar. Cinsel nesnelerinde ka·
dınhk olmasını isterler. Ama daha derin incelemeler
yapılırsa, bu konuda da değişiklikıer bulunduğu
ortaya çıkar.
Dönüğün Cinsel Amacı. Dönüklükte, cinsel
amaç bakımından bir yeknesaklık bulunmadığını
unutmamak gerekir. Anus yolu ile cinsel birleşme
dönüklüğün biricik amacı değildir. Çoğu zaman,
masturbation biricik amaçtır. Bundan başka, cinsel
amacın sadece bir duygusal kaynaşma haline getirilmesi,
değişik cinsten kimselerin sevişmesinde
rastlandığından daha geniş bir yer tutar. Kadınlarda
da, dönüklerin cinsel amacı çeşitlilik gösterh-.
Bunlar arasında ağız mukozası (gışai-muhatisı) ile
dokunma ön planda gelir.
Bir olayda, husyeleri verem yüzünden işleme?.
hale gelen bir adamda cinsiyet değiştirme durumu
görülmüştü. Cinsel hayatında, pasif homoseksüel
bir kadın gibi davranıyor, ikinci dereceden belirgin
C1NS1YET VE PStKANALtZ 75
kadın cinsel karakterleri gösteriyordu (saç çıkışı,
sakalın niteliği, göğüslerin şişkinliği ve yumuşaklığı,
kalçaların genişliği). Yapılan tedavi sonunda,
hasta, bir erkek gibi davranmış ve libidosunu, normal
şekilde kadınlara yöneltmişti. Aynı zamanda
somatik cinsel kadın özellikleri de kaybolmuştu.
(A. Lipschütz, Die Pübertatsdrüse und ihre Wirkungen,
Bem, 1919).
Bununla birlikte, dönüklük hakkındaki bilgimizin
yeni bir temele oturduğunu söylemek doğru
olmaz. Homoseksüelliğin, böylece tedavi edilebileceğini
sanmak için vakit erkendir. W. Fliess'in haklı
olarak be:irttiği gibi, bu deneysel çalışma, gelişmiş
hayvanlardaki genel iki cinsli Anlage (aygıt)
problemini açıklayamıyor. Bana kalırsa, kabullenHmiş
olan iki cinsliliğin doğrudan doğruya açıkça.
gösterilmesi bu çeşit ve daha sonraki çalışmalarla
kabil olacaktır.
Sonuç. Elimizdeki verilerle, dönüklüğün kaynağını
yeterince açıklayamamakla birlikte, bu araş ·
tırma sayesinde yukarki problemin çözümünün ge ·
tireceğinden daha önemli bir kavrayış elde ettiğimizi
söyleyebiliriz. Önce, cinsel içgüdü ile cinsel
nesne arasında sıkı bir ilinti bulunduğunu kabul etmiş
olduğumuzu farkettik. Anormal denilen durum
lardan edindiğimiz tecrübeler, cinsel içgüdü ile cinsel
nesne arasında bir ilinti bulunduğunu, ama iç-·
güdünün nesnesini de birlikte getiriyormuş gibi gö-
76 C1NS1YET VE PStKANALlZ
ründüğü normal durumların yeknesaklığı yüzilnden
bu ilintiyi görmemek tehlikesiyle karşılaştığımızı
açıklıyor. Böylece, içgildü ve nesne arasındaki
bu ilintiyi ayırmamız gerektiği bildiriliyor. Belki.
de cinsel içgüdü, nesnesinden büsbütün bağımsızdır
ve bu nesneden gelen uyarmalardan (stmuli) doğmamaktadır.
B. Cinsel Nesne O"larak Çocuk"lar ve Hayvanlar
Cinsel nesnelerini, karşı cinsten seçmeleri gerekirken,
böyle davranmıyan cinsel dönükler, başka
açıdan ele alındıkları zaman normal görünebilen
kimseler olarak ortaya çıktıkları halde ; çocukları
cinsel nesne edinen kimseler, daha ilk bakışta, tek
tek ve az rastlanır olaylar olarak görünürler. Çrıcukların
biricik cinsel nesne olarak alınmalarına
pek az rastlanır. Çocukların, iktidarsız ve aşağılık
bir kimse kendileri ile ilgi kurduğu ya da denetlenmiyen
bir içtepi normal nesnesini arayıp da bulamadığı
zaman cinsel nesne haline düştüklerini görürüz.
Bu durum, cinsel isteğin yapısı hakkınd<ı.
bize bilgi verir ve onun bu kadar büyük değişirlik
gösterebileceğini ve nesnesini bunca soysuzlaştıra ..
bileceğini gözönüne serer. Oysa, nesnesine daha
gilçlü bir biçimde sarılan açlığın, ancak en aşırı durumlarda
bu hale gelebildiğini biliyoruz. Aynı şeyi
hayvanlarla cinsel bağlantı kurmak (köylüler arasında
sık sık rastlanır) konusunda da söyliyebili-
CtNStYırr VE PS1.KANAL1Z 77
riz. Bu durumda, cinsel çekicilik, belli bir türün d1 ·
şına çıkmaktadır.
Estetik düşüncelerden ötürü, bir kimsenin bu
çeşit sapışlan delilikle bir tutması kabildir. Ama
bu, olaylara aykın düşer. Çünkü, tecrübeler, delilerde
ortaya çıkan cinsel içgüdü bozukluklarının,
normal kimselerde ya da ırklar ve toplumsal sınıflarda
görülen cinsel bozukluklardan daha başka olmadığını
göstermiştir. Bundan ötürü, sırf ellerinde
fırsat olduğu için, öğretmenler ve uşaklar tarafından
çocukların sık sık baştan çıkarıldığını biliyoruz.
Delilerde bu sapış sadece daha şiddetli bir biçimde
ortaya çıkar, ya da bu sapış tek başına.- kalarak
normal cinsel tatminin yerini alarak özel bir anlam
kazanır.
Normal halden, deliliğe kadar uzanan cl
değişirliklerin (variation) bu ilgi çekici ilintileri
üzerinde düşünmek gereklidir. Böylece, cinsel "'ayatın
içtepilerinin yüksek psişik faaliyet tarafın·
dan normal olarak bile pek az denetlenebilen içtepiler
arasında yer aldığı sonucu ortaya çıkacaktır.
Bana kalırsa, toplumsal ya da ahlaki anlamda anormal
olan kimseler, cinsel hayatlarında da anorma!
lik gösterirler. Ama günlük hayatta ortalama davranışlar
gösteren, hatta insani kültür gelişmesine
katılmış ve bunu edinmiş kimselerin birçoğu cinsel
hayatlannda anormallik gösterirler. Onların zayıf
tarafı cinsel hayatlarıdır.
78 CtNStYET YE PStKANALtZ
Bu araştırmanıiı sonunda, şu sonuca varmış
oluyoruz : Çeşitli şartlar altında ve şaşırtacak ölçüde
fazla kimsede, cinsel nesnenin özü ve değerinin
ikinci plana atıldığını görüyoruz. Bu bakımdar.,
cinsel istekte, daha temel ve değişmez bir unsurmı
bulunduğu sonucuna varabiliriz (13).
2. CiNSEL AMAÇ BAKIMINDAN
SAPMALAR
Üreme organlarının birleşmesi, bildiğimiz cinsel
birleşmenin normal amacı olarak kabullenilmiştir.
Böylece cinsel gerilim azalmış ve cinsel istek
bir süre için tatmin edilmiş olur (Bu, açlığın tatmin
edilmesinden doğan zevki andırır). Ama en
normal cinse 1 faaliyette bile, geliştiği takdir.de
perversion-sapıklık denilen bazı sapışların yer aldığı
kolayca görülür. Nitekim, cinsel birleşmeyle
ilintili olan ve cinsel nesneye yönelen bazı ara-davranışlar
(dokunmak ve bakmak gibi ), cinsel amacın
hazırlıkları olarak kabul edilirler. Bu faaliyetler
hem zevk verirler, hem de cinsel birleşme amacına
varılıncaya l.:adar süren heyecanı arttırırlar.
Öpüş sırasında ağız mukozalarının birbirine değdirilmesi,
uygar uluslar arasında cinsel bir değer
kazanmıştır. Oysa vücudun bu bölümleri cinsel aygıta
(apparatus-cihaz) ait değildir ve sadece sindirim
aygıtının girişini , teşkil eder. Bu
çeşit ekler,
CtNStYET VE PStKANALtz 79
sapık:ıkların normal hayata yaklaştırılmasını (aralarında
bağlantı kurulmasını) sağlıyacak temeli
vermiş oluyor. Aynı zamanda sınıflandırılmaları da.
kabil oluyor. Sapıklıklar ya ; (a) cinsel birleşmeye
ayrılmış vücut kesimlerinin anatomik transgression'unu
(sınırının gözönünde tutulmamasını ), ya da
(b) cinsel birleşmenin amacına yaklaşırken, bir an
önce geçilmesi gereken ara bağlantılarda durmak
biçiminde dile gelir.
a) Anatomik Transgression.
Cinsel Nesneye Fazla Değer Verme. Cinsel içgüdüyü
tatmin etmesi bakımından cinsel nesneye
verilen psişik değerin, sadece üreme organlarına
bağlı kalmasına pek az rastlanır. Bu değerlendirme.
genel olarak bütün vücudu kapsar ve cinsel
neii·
neden gelen her duyumu içine almağa çalışır. Fazla
değer verme, psişik alana da
yönelebilir ve cinsel
nesnenin psişik gerçeğini ve üstünlüklerini gerektiği
gibi görmemek ve cinsel nesnenin her yar·
gısına körükörüne inanmak sonucunu doğurur. Böylece,
aşkın duyurduğu mutlak inanç, otoritenin biricik
kaynağı olmasa da, önemli bir kaynağı haEne
gelir (14).
Üreme organlarının birleşmesi ile sınırlanmış
cinsel birleşme ile bağdaşamıyan bu aşın cinsel de-
80 ctNStYET VE PSlKANAUZ
ğerlendirme, vücudun öteki kısımlarını da cinsel
amaçlar haline getirir (15).
Gereğinden fazla değer verme olayını, en iyi
bir biçimde erkeklerde inceliyebiliriz. Çünkü yalnız
erkeklerin cinsel hayatı araştırmalara konu olabiliyor.
Nitekim kadınların cinsel hayatı, kimi zaman
kültürel güdükleşme, kimi zaman da kadınların
alışılagelmiş · çekingenliği ve samimiyetsizliği
yüzünden aydınlatılamıyan bir alan olarak kalıyor
(16) .
Dudak ve Ağız Mukozasının Cinsel Kullanılışı.
Ağızın cinsel organ olarak kullanılması, dudaklar
ve dil, cinsel organlara dokunduğu zaman bir sapıklık
sayıldığı halde, eşlerin dudak mukozaları biribirine
dokunduğu zaman sapıklık sayılmamaktadır.
Öpüş, normal birleşmeye götüren bir uğrak olarak
görülür. Ağızla cinsel organların temasını sapıklık
olarak kabul eden kimse, (oysa bu temas eki
çağlardan beri yaygın bir faaliyettir,) bu çeşit
cinsel amaçlara yönelmesini engelliyen bir tiksin
me duygusuna kapılıyor demektir. Bu tiksinme alışılmış
(itibari) bir şeydir. Güzel bir kızı tutkuyla
öpen bir kimse, aynı kızın diş fırçasını kullanmak
zorunda kalınca tiksinti duyabilir. Oysa, kızın ağzının,
özel bir tiksinti duymadığı kendi ağzındau
daha temiz olduğunu sanmaması için sebep yoktur.
Burada, tiksinme duygusunun, cinsel amacın gereğinden
fazla değerlendirilmesini engelleyici bir rol
CtNSlYET VE PS1KANAL1Z 81
oynadığına, ama kimi zaman libido tarafından aşıldığına
dikkat etmemiz gerekir. Tiksinme, cinsel
amacı kısıtlayan (sınırlayan) güçlerden biridir.
Genel olarak bu sınırlayıcı güçler, cinsel organlarda
duraklar. Ama, öteki cinsin
da tiksinme konusu olabileceğinden
cinsel organlannm
şüphe edemeyiz.
Bu davranış, isteriklerin, özellikle kadın isteriklerin
karakteristiğidir.
Cinsel içgüdünün itişleri,
bu tiksintiyi ortadan kaldırmak amacına yönelmiştir.
(İlerde göreceğiz).
Anusun Cinsel Kullanılışı. Anusun, cinsel amw::
olarak kullanılmasının bir sapıklık
olarak görülmesinde,
tiksinmenin rol oynadığı daha açıkça görülmektedir.
Ama bu düşünceyi ileri sürerken, tiksintiyi
doğuran nedenin (vücudun bu kısmının pisliğin
çıkması ödevini görmesi ve tiksindirici maddelerle
temas halinde olması), isterik kadınlarm
erkek üreme organından niçin tiksindiklerini açıklarken
ileri sürdükleri nedenle (işeme fonksiyonunu
yerine getirmesi) aynı değerde olduğunu söylemek
istemiyorum.
Anus mukozasının cinsel rol oynaması, yalnız
erkekler arası münasebete has bir şey değildir.
Nitekim bu kullanışın tercih edilmesi de sapıklığın
temel özelliği sayılamaz. Tam tersine, bu kuranılış
(erkeklerde) kadın üzerinde gerçekleştirilen faaliyete
benzediği için bir rol oynamaktadır. Öte ya.n-
F. 6
82 C1NS1YET VE PSlKANAUZ
dan, sapıklar arasındaki en yaygın cinsel amaç
masturbation'dur.
Vücudun Oteki K181mlannın Onemi. Cinsel alanın,
vücudn öteki kısımlanna yayılması, hangi biçimde
olursa olsun bize yeni bir şey açıklamamak·
ta ve cinsel nesneyi her yandan kuşatıp egemenliğine
almak isteyen cinsel içgüdü hakkındaki bilgimize
bir şey katmamaktadır. Anatomik transgression'lar
arasında, fazla cinsel değer vermeden başka
genel olarak pek bilinmeyen ikinci bir faktörü
de sayabiliriz. Ağızın ve anusun mukozası gibi bazı
belirli vücut kısımları (çeşitli biçimlerde kullaaıldıklan
için cinsel önem taşıdıklannı biliyoruz)
üreme organlan olarak düşünülmek ve kullanılmak
niteliğini kazanmaktadırlar. Bu eğilimin, cinsel ·çgildü
bakımından nasıl haklı çıkarıldığını ve bazı
marazi hallerde, belirtilerin (8.razlann) ortaya çıkışında
nasıl gerçekleştiğini göreceğiz.
Cinsel Nesnenin Yerini Alan Uygunsuz Şeyler.
Fetişizm. Normal cinsel nesnenin kendisine ilintilı
olan, ama normal cinsel amaca hiç uygun düşmeyen
bir şeye yerini bıraktığı durumlar, çok ilgi çekicidir.
Şemamıza göre, bu ilgi çekici sapışlan, chısel
nesne ile ilintili uzaklaşmalar bölümünde gözden
geçirmemiz gerekirdi. Ama bu sapışlardan sö.ı
etmeyi, hepsinin ortaklaşa sonucu, cinsel amacın
bir yana itilmesi demek olan bu çeşit sapışların tı>melini
teşkil eden cinsel faz7,a değer ııerme'yi öğ-
CtNSlYFf VE PStKANALlZ 83
rendikten sonraya bıraktık. Cinsel nesnenin yerine
konan şey, genel olarak, cinsel amaca uygun düşmiyen
bir vücut bölümü (saç, ya da ayak gibi), ya
da sevilen kimse ya da onun cinsi ile ilintili cansız
bir nesnedir (elbise ya da çamaşır parçalan gibi).
Bu yerine-koymaları, ilkel insanın tannsının tenleşmesi
olarak kabul ettiği fetişlere benzetmek pek
yanlış olmaz.
Normal ya da sapık bir cinsel amaçtan yüı;
çevirerek, fetişizm durumuna geçiş, amacın gerçekleşebilmesi
için cinsel nesnede fetişist bir karakterin
(belli bir saç rengi, belli elbiseler ya da belli
bir vücut kusuru) bulunması gerektiği hallerde gerçekleşir.
Ortaya çıkardığı görünüşlerin garipliğin
rağmen, marazi durumlara bunca yaklaşmış bir
başka içgüdü değişirliğini (variation) bu kadar
açık-seçiklikle bilemiyoruz. Fetişizm hallerinde,
normal cinsel amaca yönelişin gücünü kaybettiği
söylenilebilir (cinsel organların fonksiyon bakımı.a
dan zayıflığı ) (17). Bu durumun normal hale bağlanabilmesi
ancak cinsel nesnenin psikolojik bakımdan
zorunlu olan fazla değerlendirilmesi ile kabildir.
Bu değerlendiriş, cinsel nesneye ilintili olan
her şeyi aşarak, nesnenin kendisine ulaşılmasını
sağlar. Demek ki, fetişizm dediğimiz şey, cinsel
amaç gerçekleşmediği, ya da tatmin edilmediği zaman,
yani umut etme çağında, normal aşklarda bi ·
le kendini göstermektedir.
84
CtNStYET VE PStKANALtz
"Koynundan bir mendil getir bana,
getir sevdiğimin çompbağını."
FAUBT
Ama fetişi arayış, bu halden çıkıp normal cinsel
amacın yerini aldığı ya da sevgilinin kendisinden
ayrılıp, kendi başına bir cinsel nesne haline
girdiği zaman marazi bir durumla karşı karşıyayı,;
demektir. Cinsel içgüdünün genel değişirliğinin,
marazi sapışlar haline girdiğini gösteren özellik iş·
te budur.
Çocukluğun ilk yıllarında sürekli olarak etkisi
duyulmuş cinsel izlenimler (intibalar) herhangi bir
fetişin seçilişinde önemli rol oynar. Bu gerçek, Binet
tarafından gösterilmiş ve daha sonraları doğrulanmıştır.
Normal aşklar için söylenmiş olan bir
atasözü (İnsan ilk aşklanna dönmeden edemez) bu
gerçeği başka bir biçimde dile getirmektedir. Bu
ilinti, özellikle, cinsel nesnenin basit bir biçimde
fetişleştirilmesi hallerinde görülmektedir. nk cinse\
izlenimlerin önemini, daha ilerde göreceğiz (18).
Başka hallerde, fetişizm, bu duruma düşmüş
olan kimsenin bilmediği sembolik bir ruhi çağr.i.·
şımdır. Bu sembolik ruhi çağnşım cinsel bir feti·
gin, cinse) nesnenin yerini alması sonucunu doğurur.
Ama bu çağrışımların izlediği yolu bulmak, her
zaman mümkün değildir. Sözgelimi, ayak, mitlerde
CiNSiYET VE PSlKANAUZ 85
(efsanelerde) rastlanan ilkel bir cinsel semboldür
(19). Kürkün, fetiş olarak kullanılması, mons veneris'in
(Venüs Dağı) tüylü oluşunda aranmalıdır.
Bu sembolizm, çocuklukta edinilen cinsel tecrübeye
dayanıyor gibi görünmektedir.
b) ilk Cinsel Amaçlara Takılma.
Yeni Amaç.]arın Ortaya Çıkı.şı. Normal cinsel
amacın gerçekleşmesini engelliyen ya da geciktiren
iç ya da dış belirlenimler (i}rtidarsızlık, cinsel nesnenin
pahalılığı, cinsel birleşmenin tehlikeleri gibi
), hazırlık faaliyetlerinin, yani başlangıçtaki cinsel
fiillerin uzamasına ve normal cinsel amacın yerini
alan yeni cinsel amaçlar haline girmelerine yol
açar. Yakından incelenecek olursa, bu yeni amaç·
ların özelliklerinin, daha önceden normal cinsel fa.
aliyette bulunduğu görülür.
Dokunma ve Bakma. Normal cinsel amaca ulaş.
mak için, dokunmanın ve bakmanın belli bir ölçüde
gerekli olduğunu biliyoruz. Cinsel nesnenin derisine
değmenin büyük bir zevk sağladığı ve yeniden heyecan
duymağa (uyarılmaya) yol açtığı da biliıımektedir.
Demek ki, cinsel fiil gerektiği gibi devam
ettiği takdirde, dokunmanın uzayışı bir sapıklık sayılmamaktadır.
Aynı şeyi, dokunmaya benzeyen bakma için de
söyliyebiliriz. Libidoyu uyandıran şey, çoğu za-
86
CtNSlYET VE PStKANAUZ
man optik bir izlenimdir. Nitekim cinsel nı:snedf:'
güzellik niteliklerini geliştirmek için de (telcolojik
kavramlar kullanmamıza izin verirlerse söyliyelim)
tabii seçim bu araçtan faydalanır. Uygarlıkla birlikte
gelişen vücudu örtme ve saklama eğilimi, cinsel
merakı sürekli olarak kışkırtır ve cinsel nesnenin
bir bütün olarak ortaya çıkarılması için, onun
örtük ve gizli yanlarını ortaya koymak isteğini
uyandırır. Bu merak, cinsel organlardan vücudun
bütününe yönelirse, sanat yüceltmelerinin (sublimation
) ortaya çıkması kabildir (20) . Cinsel bir
anlam taşıyan bakışın, bu ara --cinsel- amacında
uzun süre duraklamak eğilimi, en normal kimseler ·
de bile rastlanan bir şeydir. Bu davranış, onların,
libidolarının belli bir miktarını, daha yüksek sanat
amaçlarına yöneltmelerini mümkün kılar. Öte yandan,
bakma konusunda sapıklığın ortaya çıktığı durumlar
şunlardır: {a) Sadece cinsel organlara bakıldığı
zaman, (b) Tiksinti diye bir şeyin kalmaması
ile ilintili olarak ortaya çıktığı zaman (pisleyenlere
bakan kimselerde olduğu gibi ), (c) Normal
cinsel amaca hazırlık yapacağı yerde, onu ortadan
kaldırdığı zaman. Bu sonuncusu, özellikle,
başkalarının cinsel organlarını göstermeleri amacını
gözönünde tutarak kendi cinsel organlarını gösteren
teşhirciler için doğrudur (21).
Bakmak ve bakılmaktan başka şey olmıyan bu
sapıklık bundan sonra ele alacağımız sapıklıkta
CiNStYET VE PSlKANAUZ 87
uzun boylu ilgileneceğimiz bir özelliği açığa vuruyor.
Bu özellik, cinsel amacın iki biçimde, yani ak
tif ve pasif biçimlerde bulunuşudur.
Bakma isteğine karşı ge:en, ama kimi zaman
etkisini gösteremiyen güç, utançtır (bundan önce
kinde tiksinme olduğu gibi).
Badizm ve Mazoşizm. Cinsel nesneye acı çektirmek
eğilimi, (ya da bunun tersi)
sapıklıklanr.ı
en önemli ve sık rastlananlanndan biridir. Bu eğilimin
aktif biçimine sadizm, pasif biçimine de mazoşizm
adlanm veren Krafft-Ebing'dir. Başka yazarlar,
acı ve gaddarlıktan elde
edilen zevki dile
getiren algolagnie terimini kullanırlar ama, Krafft·
Ebing'in kullandığı terim, her çeşit küçük düşme
ve başeğmeden doğan zevki kapsar.
Aktif algolagnia'nın, yani sadizmin kökleri,
normal insanlarda kolayca gösterilebilir. Birçok erkeklerin
cinselliğinde saldırganlık ve egemenlik altına
almayı isteme gibi eğilimler bulunduğunu gö··
rüyoruz. Bunların biyolojik anlamını, bu kimselerin
cinsel nesnenin karşı
koymasını ortadan kaldırmak
isterken, baştan çıkarmadan gayn
yollan
denemek zorunda ka"malannda aramak gerekir.
Öyleyse, sadizm, cinsel içgüdüde
bulunan saldı:r
ganlığın gereğinden fazla gelişmesi, bağımsızlaş
ması ve önplana geçmesinden başka şey değildir.
Günlük konuşmada, sadizm kelimesi, cinsel
nesneye gösterilen aktif ve şiddetli bir bağllık He
88
ClNStYET VE PStKANAL1Z
nesneye kötü muamele edilmesi ve yine aynı nesnenin
boyunduruk altına alınmasından doğan zevke
mutlak olarak bağlılık arasında bir seri çeşitli anlamlar
taşı.maktadır. Kelimenin tam anlamında, an·
cak bu sonuncu aşırı durum sapıklık adını taşımaya
layıktır.
Aynı şekilde, mazoşizm kelimesi de, cinsel hayata
ve cinsel nesneye karşı gösterilen bütün pasif
davranışları içine alır ve en aşırı biçiminde, cinsel
nesnenin verdiği ruhi ve fizik acılardan zevk almak
anlamına gelir. Mazoşizm, bir sapıklık olarak, normal
cinsel amaca, sadizmden daha uzak gibi görünmektedir.
Bu bakımdan, mazoşizmin, temel hır
olay olup olmadığı ya da sadizmden türeyip türemediği
sorulabilir (22). Çoğu kere, mazoşizmin, insanın
kendi benliğine çevrilmiş bir sadizmden başka
şey olmadığı ve bu durumda insanın kendi benli·
ğini cinsel nesnenin yerini alınış olduğu görülmektedir.
Aşın mazoşizm sapıklığı üzerinde yapılın1ş
olan klinik çözümlemeler (tahliller) temeldeki pasif
cinsel davranışı büyüten ve takıntılı hale geti.
ren şeyin, çeşitli faktörlerin etkisi olduğunu göstermiştir.
(İğdiş edilme kompleksi, kabahatlilik
duygusu gibi). Burada aşılmış olan acıduyma, da·
ha önce incelediğimiz durumlarda libidoya karşı
koyan tiksinme ve utanca benzemektedir.
Sadizm ve mazoşizm, sapıklıklar arasında özel
bir yer tutarlar. Çünkü, onların temelinde bulunan
ClNStYEf VE PS1KANAL1Z 89
aktiflik ve pasiflik karşıtlığı, genel
hayatın temelini teşkil eder.
olarak, cinsel
Gaddarlık ve cinsel içgüdünün birbirine sıkı
sıkıya bağlı olduğunu, uygarlık
tarihi bize kesin
olarak öğretiyor. Ama bu bağlılığı açıklamak isteyenler,
şimdiye kadar, libidonun saldırganlığını belirtmekten
başka şey yapmadılar. Cinsel içgüdüye
bağlı bir halde bulunan saldırganlık, bazı yazarlara
göre, yamyam şehvetinin bir kalıntısıdır.
Bundan
başka, her acının, kendi içinde, tatlı bir duyum imkanını
sakladığı da söylenmiştir. Bu çeşit açıklamaların
bizi tatmin etmediğini ve bu sapıklığın ortaya
çıkması için birçok psişik eğilimlerin birara·
da bulunması gerektiğini söylemekle yetinelim (23).
Bu dönüklü en özel yanlarından biri, aktif
ve pasif biçimlerinin, çoğu zaman, aynı kimsede bulunuşudur.
Cinsel ilgilerde, bir kimseye acı vere
rek zevk duyabilen kimse,, yine cinsel ilgilerden de ·
ğan acıyı zevk olarak duyabilmektedir. Sadist aynı
zamanda mazoşisttir.
Ama bu sapıklığın pasif
ya da aktif yanlarından biri daha gelişmiş ve astı
cinsel faaliyetine damgasını vurmuş olabilir (24).
Böylece, bazı sapıklık eğilimlerinin
karşıt iki
yüz gösterdiğini öğrenmiş olduk. Daha sonra sözünü
edeceğimiz veriler bakımından bu gerçeğin teorik
önemi çok büyüktür. Ayrıca, sadizm ve mazoşizm
karşıtlığının, saldırganlıkla
açıklanamıyacağı
da bellidr. öte yandan, bu aynı zamanda bulunan
90
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z
karşıtlığı, iki-cinslilikteki dişi ve erkek birliğine
benzetmek kabildir. Bu benzetmenin yerini, psikanalizde,
aktiflik ve pasifliğin karşıtlığı almıştır.
3. BÜTÜN SAPIKLIKLARA
UYGULANABİLEN GENEL YARGILAR
Değişirlik ve Hastalık. Özellikler taşıyan ve
açıkça görünen sapıklık (perversion) hallerini inceliyen
doktorlar, bunların dönüklüğe (inversion)
benzeyen soysuzlaşma ve hasta:ıkların belirtileri
olduğunu kabule yanaşmışlardı. Ama ileri sürülen
böyle bir iddiayı sapıklıklar söz konusu olunca çürütmek
daha kolaydır. Daha yumuşaklannın olduğu
gibi, sözünü ettiğimiz transgression'ların da,
normal cinsel hayatta rastlanan bir unsur o:duğunu
günlük tecrübelerimiz gösteriyor. Bu transgressionları
yapanlar, onları, cinsel hayatlarının başkaları
tarafından bilinmeyen bir özelliği olarak
görürler. Şartlar elverişli olunca, normal bir kimsenin,
belli bir süre, normal cinsel amacın yerine
bir sapıklığı koyduğunu ya da ikisini birden yürüt·
tüğünü görüyoruz. Normal bir kimsenin sevişmesinde,
sapıklık diyeceğimiz eklentilerin her zaman
bulunduğunu biliyoruz. Bu olayın evrenselliği, sapıklık
dediğimiz şeye, kötü kelimeler yakıştırmanın
ne kadar yanlış olduğunu göstermeğe yeter.
Fizyolojik sınırlar içindeki değişirlik (variation)
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 91
ile marazi belirtiler arasında kesin bir ayrım yapmak
isteyen kimse, cinsel alanda, şimdilik çözemiyeceğimiz
güçlüklerle karşılaşmak durumuna düşer.
Ama bu sapıklıkların bazısında görülen yeni
cinsel amacın taşıdığı niteliğin üzerinde ayrıca durmak
gerekir. Bazı sapıklıklar, muhtevaları bakımından
normalden o kadar uzaklaşmışlardır ki, onlara
"marazi" demekten kendimizi alamayız. Bu,
özellikle, cinsel içgüdüleri her çeşit engeli (utanç,
tiksinme, korku ve acı ) aşarak şaşırtıcı sonuç:ara
ulaşmış (pislik yalamak, cesetlere tasallut etmek
) kimseler için doğrudur. Ama bu hallerde bile,
sözü geçen davranışlarda bulunan kimseler arasında,
belirgin anormallikler ve delilikler bulabileceğimizden
emin olamayız. Başka alanlarda normal
davranışlar gösterdikleri halde, çok güçlü bir içgüdünün
etkisinde kalarak cinsel hayatlarında marazi
haller gösteren kimseler bulunduğunu gözden
kaçırmamak gerekir. Öte yandan, hayatın başka
ilişkilerinde (münasebetlerinde) gösterilen belirgin
bir anormallik, altta yatan bir anormal cinsel
davranışın bulunduğuna işaret etmektedir.
Birçok hallerde, sapıklığın marazi karakterini,
yeni cinsel amacın muhtevasında değil, normal
ile arasındaki ilişkide buluyoruz. Sapıklık, normal
cinsel hayatın (amaç ve nesne) yanıbaşında sürüp
gitmiyorsa, (şartların bazen normalliğe, bazen sa-
92 CiNSiYET VE PSIKANALtZ
pıklığa elverişli ya da elverişsiz olduğu ölçüde)
üstelik, her fırsatta normal cinsel hayatı bir yana
itip, kendisi onun yerine geçiyorsa takıntılı ve yeknesak
bir durumun bulunduğunu söyliyerek saplantıyı
marazi bir hal olarak kabul edebiliriz.
Bapıklıklardaki Psişik Faktör. Cinsel içgüdünün
değişikliğe uğramasında psişik faktörün katılmasına
en elverişli ortamı hazırlayan sapıklıkla ,
belki de en iğrenç sapıklıklardır. Sonuç ne kadar
dehşet verici olursa olsun, bu sapıklıklarda, cinsel
içgüdünün idealleştirilmesi ile sonuçlanan bir psişik
faaliyet vardır. Aşkın gücünün her şeye yetmesi,
bu sapıklıklarda kendini her zatnankinden daha
açıkça gösterir. Cinsellikte bulunan en yüce ve en
aşağılık unsurlar, her durumda, birbirine kaynaşmış
gibidir ("Gökten, Yeryüzü içre, cehenneme
kadar.")
iki Sonuç. Sapıklıkların incelenmesi, bize, cinsel
içgüdünün utanç ve tiksinme gibi belli bir takını
psişik güçlere karşı direnç gösterdiğini ve savaştığını
öğretti. Bu güçlerin, içgüdüyü normal sınırlar
içine ittiğini ve cinsel içgüdü, kuvvetini adamakıllı
kazanmadan önce geliştikleri takdirde bu
içgüdünün çizeceği yolu onların belirlediğini iler:
sürebiliriz (25).
Bundan başka, ele aldığımız bazı sapıklıklann,
ancak, çeşitli etkiler gözönünde tutulmak yoluyla
açıklanabileceğini de gördük. Çözümlemeye (tahli-
ClNStYET VE PS1KANAL1Z
93
le) konu olmakla birlikte, bu sapıklıklar aslında
birleşik bir öz gösterirler. Bu, cinsel içgüdünün
kendisinin çeşitli unsurlardan kurulmuş karmaşık
bir yapı olduğunu ve bu unsurlardan bazılarının B:ı.
pıklıkları ortaya koymak üzere yapıdan ayrıldıklarını
ileri sürebilmemiz için bize bir ipucu ver·
mektedir. Böylece, klinik gözlemler, normal yeknesak
davranışta dile gelmeyen kaynaşma olayına dikkatimizi
çekmektedir (26).
4. NEVROZLULARIN CİNSEL 1ÇGüDüStJ
Psikanaliz. Normale bir hayli yakın kimeelet·in
cinsel içgüdüleri hakkındaki bilgimizi ancak bir
kaynaktan ve belli bir yolu izlemek suretiyle arttırabiliriz.
Psikonevrozlu denilen kimselerin cinsel
hayatlarında ortaya çıkan problemlerin bütünüyle
ve doğru bir biçimde çözülmesi için yalnız bir
tek yol vardır. Bu yol, sözü geçen kimseleri (İsterikler,
saplantılı kimseler, yanlış adlandırılmış olan nevrastenikler
ve hiç şüphesiz şizofrenler ile paranoyaklar)
, J. Breuer ve benim tarafımdan ortaya
konmuş olan cathartic ve psikanalitik metodla ele
almaktır.
Başka yazılarımda da belirttiğim gibi, bu nevrozlar,
bana kalırsa cinsel igiidünün gücüne VP.
zorlamalarına bağlıdır. Bunu ileri sürerken, cinsel
içgüdü enerjisinin marazi belirtileri ortaya çıkar-
CİNSİYET VE PS1KANAL1Z
maktan başka bir iş yapmadığını söylemek istemiyorum.
Ben, nevroz1ardaki enerjinin en değişmez
ve en önemli kaynağının cinsel içgüdünün gücünden
geldiğini söylemek istiyorum sadece. Nevrozluların
cinsel hayatı bu belirtilerde ya baştan başa,
ya öncelikle, ya da kısmen kendini dile getirir. Baka
yazılarımda açıkladığım gibi, belirtiler, hastanın
cinsel faaliyetlerinden başka şey değildir. Bu
düşüncenin kanıtlarını (delillerini) kırk yıl boyunca,
incelediğim çeşitli isteriklerin ve nevrozluların
cinsel hayatından elde ettim. Bu sonuçlan, tek teY.
olaylar halinde başka yazılarımda açıkladım ; başka
olaylan da yayınlayacağımı umuyorum.
Psikanaliz, isteri belirtilerinin, . bilinçı.i hayata
katılmak yolunda belli bir engel!eme mekanizması
(bastırma) ile karşılaşarak kendilerini gerçekleştiremeyen
bir takım isteklerin ve eğilimleri.r.
yerini alan görünüşler olduğu düşüncesinden kalkarak
bu belirtileri yok edebilmektedir. Bu istek
ve eğilimler, bilinç-dışına itildikleri için, duygusal
önemlerine uygun bir dile gelişe ve bir boşalmaya
varmak isterler. İsteriklerde, bir çevrilme ( conversion)
sonunda bu istek ve eğilimler somatik fenomen'.er
yani isteri belirtileri (arazları) halinde
görünürler Belli bir ustalık ve teknik sayesind,
bu belirtileri, temellerinde yatan eski düşüncelere
ve duygulara geri götürmek konusunda başarı elde
edilirse, bu bilinç-dışı gerçeklerin kaynağı Vı:?
CİNSİYET VE PSİKANALİZ 95
yapısı hakkında kesin bilgiler elde etmek kabil
olur.
Psikanalizin Sonuçları. Yukarda açıklandığı
gibi hareket edilince, belirtilerin, gücünü cinsel içgüdüden
alan istek ve eğilimlerin yerine
konmuş
şeyler olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu buluş, psikonevrozların
en iyi örneği diye ele aldığımız isterinin
özellikleri ve nedenleri ile bağdaşmaktadır. 1steriklerde,
cinsel bastırmanın normal sınırları aştığı
görülür. İsteri, cinsel içgüdüye karşı gelen güçlerin
(utanç, tiksinme, ahlaki düşünceler)
aşırı ölçüde
gelişmesidir. Aynı zamanda, cinsel problem ile bilinçli
bir şekilde uğraşmaktan kaçıştır. 1steriklerde
olgunluk çağına kadar süren tam bir cinsel bilgisizliğin
görülmesi bundan ötürüdür (27).
İsterinin ikinci nedeni, yani cinsel arzunun gereğinden
fazla gelişmiş olması, derine inmeyen bir
gözlemciden, yukarda sözünü ettiğimiz temel özellikleri
çoğunlukla
saklıyabilir. Ama psikanaliz bu
özellikleri ortaya çıkarır ve sınırsız bir cinsel istek
ile bu isteğe aşın bir biçimde karşıkoyma gibi bir
çelişmeyi içinde taşıyan isterinin gerçek yüzünü
ortaya koyar.
İsteriye yatkın bir kimse, ergenlikten
sonra
ya da sırf dış etkiler yüzünden, cinsel isteklerle
apaçık bir biçimde karşılaştığında, hastalığın ortaya
çıktığı görülür. Cinsel istek ile bu isteğe karşı
durmanın sonucu, hastalıktan başka şey deği!-
96
CtNSlYEf VE PS1KANAL1Z
dir. Ama hastalık bu çatışmayı
ve cinsel eğilimleri, marazi
çözümlememekte
belirtiler haline getirerek
bu çatışmadan kaçınmaya çalışmaktadır. Cinsel
ilgi taşımayan alelade bir heyecan
sonucunda
bir kimsenin, sözgelimi bir erkeğin isteriye tutulması
sadece dış görünüş bakımından bir istisnadır.
Psikanaliz, her durumda, hastalığı mümkün kılan
şeyi, psişik süreci (vetireyi ) normal bir intibaktan
alıkoyan çatışmanın içindeki cinsel unsurlarda aramak
gerektiğini gösterir.
Nevroz ve Sapıklık. İleri
sürdüğüm bu düşünceye
birçok kimsenin karşı çıkması, psikonevrozlu
belirtilerin temelinde bulunduğunu söylediğim cinsellik
ile, normal cinsel isteğin birbirine kanştınlmasından
ötürüdür. Oysa
psikanalizin bu konuda
söylediği başka şeyler de vardır. Psikanaliz, belirtilerin,
cinsel içgüdünün zararına (hiç olmazsa sırf
cinsel güdünün ya da temel bakımından cinsel içgüdünün)
gelişmediğini, ama cinsel içtepilerin
bir
çevrilmeye uğramış olduğunu ve bilinçten uzaklaş ..
mıyarak, kendilerini, hayali ya da gerçek fiiller
içinde dile getirdikleri zaman, geniş anlamda sapıklık
olarak adlandırılmalarının doğru olacağını
öğretmektedir. Demek ki, belirtiler, anormal cinselliğin
zararına teşekkül ediyorlar. Yani, nevroz, sapıklığın
negatifidir (28).
Psikonevrozlulann cinsel içgüdüsü, normal
cinsel hayatın değişirlikleri
(variation) ve anor-
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 97
mal cinsel hayatın görünüşleri olarak incelediği·
miz bütün sapışları göstermektedir.
(a) Bütün nevrozluların (istisnasız) bilinç.
dışı psişik hayatlarında, aynı cinsten kimselerle
ilintili dönüklük ve takılıp kalına duygularının bulunduğunu
görüyoruz. Hastalığın gelişmesinde bu
faktörün çok önemli bir rol oynadığı açıkbr. Ama
bw:ıun için, derine inen araştırmalar yapmak gere ·
kir. Ben sadece, dönüklüğe karşı bilinçdışı bir eğilimin
nevrozlarda her zaman bulunduğunu ve özellikle
erkek isterisinin açıklanmasında işe yaradığını
ileri sürüyorum (29).
(b) Psikonevrozlularda, bilinç-dışı ve belirti-doğurucu
bir etki olarak anatomik transgresı:.ion'un
bulunduğunu görüyoruz. Ağız ve anus mu.kozasının
cinsel organlar yerine
kullanılmasına sık
sık rastlanıyor.
(c) Karşıt çiftler halinde görünen kısmi içtepiler,
psikonevrozların belirtilerinin ortaya çık
masında önemli bir rol oynarlar. Yani cinsel amaçlar
haline geldiğini gördüğümüz bu kısmi içtepiler
arasında ; seyretme hastalığını, teşhirciliği, aktif
ve pasif gaddarlık içtepilerini sayabiliriz. Gaddarlık
içtepileri, hastanın toplumsal davramşını anlamak
bakımından çok önemlidirler. Belirtilerin marazi yapısını
da yine bu içtepileri gözönünde tutarak kavrıyabiliri.z.
Nevroz olaylarından bir çoğunun ve bir
F. 7
98 CtNStYET VE PStKANALtZ
bakıma bütün paranoia olaylarının karakteristiği
olan sevginin nefrete, şefkatin düşmanlığa dönüşmesi,
gaddarlık ile libidonun birleşmesinden doğmaktadır.
Sorunun başka yüzlerini de inceliyecek olursak,
vardığımız bu sonuçlann önemini daha iyi anlarız.
a. Karşıtı bulunan bir içtepiye, bilinç-dışınrla
rastlıyorsak, bu karşıtın da etki gösterdiğini söyliyebiliriz.
Her "aktü" sapıklık pasif sapıklığını da
birlikte getirir. Yani, bilinç-dışında teşhirci olan
kimse, aynı zamanda bir seyredicidir (röntgencidir)
Bir bastırma sonunda sadist duygular edinmek
zorunda kalmış olan bir kimse, kaynağı mazoşist
eğilimler olan belirtiler de gösterir. Nevrozlarda karşıt
çift eğilimlerin bulunması ve bunların "pozitif"
sapıklıklarla paralellik kurmaları ilgi çekici bir o
laydır. Bununla birlikte hastalığın gidişinde bu karşıt
eğilimlerden ancak birisi baş rolü oynamaktadır.
b. Belirgin bir psikonevroz olayında, bir tek sa·
pık içtepinin gelişmiş olmasına pek az rastlanır. Bu
çeşit bir olayda birçok sapık içtepiler birden bulunur.
Çoğu zaman da bütün sapıklıkların izler.ine
rastlanır. Bununla birlikte, herhangi bir içtepinin
şiddeti, ötekilerin gelişme derecesinden bağımsızdır.
Ama pozitif sapıklıkların incelenmesi, bize, nevroz
ların ters yüzünü açıklamak bakımından önemlidir.
CtNStYET VE PStKANAUZ
99
5. KISMİ İÇTEPİLER VE EROJEN BÖLGE
LER
Pozitif ve negatif sapıklıklar üzerinde
yapt&
ğımız araştırmalar, bunların "kısmi içtepiler"e gı:?ri
götürülebileceklerini ve bu kısmi
çözümlenmesinin kabil olduğunu göstermiş
içtepilerin de
bulunuyor.
İçgüdü dediğimiz zaman, somatik iç uyarmaların
devamlı akışının psişik alanda dile gelişini kastediyoruz.
Bu iç uyarmaları, süreksiz dış etkilerden
doğan "uyarım"dan ayırmak gerekir. Bundan ötürü,
içgüdünün, psişik ile fizik arasındaki sınırı belirten
bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. İçgüdülerin
yapısı ile ilgili en basit ve anlaşılır açıklama,
onların kendilerinde hiç bir nitelik taşımadıkları ve
ancak psişik hayatın çabalarının ölçüsü olduklarıdır.
İçgüdüleri birbirinden ayıran ve herbirinin
niteliğini teşkil eden şey, onların somatik
özel
kaynaklarına
ve amaçlarına olan bağlantıda dile gelir. İçgüdünün
kaynağı, belli bir organdaki uyarıcı
süreçtir.
İçgüdünün dolaysız amacı ise bu organik u
yarmanın boşalışında kendini gösterir (30).
İçgüdü teorisinde şimdilik kabul edebileceğimiz
önemli bir düşünce daha vardır. Bu düşünceye göre,
somatik uyarmalar, kimyasal yapılanna göre iki bölüme
ayrılırlar. Bu uyarmalardan birinin tamamen
cinsel olduğunu ve uyarma ile ilgili organın da ero .
jen bölge (zevk sağlayan bölge ) diye adlandınlabile-
100 CtNStYET VE PStKANAUZ
cegıni söyliyebiliriz. Bu bölgelerden doğan cinsel
unsur ise, kısmi bir içtepidir (31).
Ağızda ya da anusta cinsel bir anlam bulan sapıklıklar
sözkonusu olunca, erojen bölgelerin oyna ·
dığı rol apaçıktır. Bu durumda, erojen bölgeler, cinsel
aygıtın bir parçası gibidirler. İsteri olaylannda,
vücudun bu bölgeleri, ve bu bölgelerin mukozaları,
yeni duyumların ve uyarmaların kaynağı haline
gelirler. Bu bakımdan, normal cinsel uyarılma a'
tında, cinsel organların oynadığı role benzer hiı·
rol oynarlar.
Psikonevrozlar içinde, özellikle isteri olaylarında,
erojen bölgelerin, cinsel aygıtın tamamlayıcıları
ve cinsel organların yerine geçen vücut kesimleri
olarak taşıdığı anlam çok önemlidir. Bununla birlikte
öteki marazi durumlarda, bu bölgelerin daha az
bir önem taşıdığını sanmamalıdır. Saplantılı nevrozlarda
ve paranoia'da, bu önemi ilk bakışta kavramak
güçtür. Çünkü bu hastalıklarda belirti teşekküleri,
vücut fonksiyonlarını yöneten merkezlerden
çok uzakta bulunan psişik alanlarda gerçekleşmektedir.
Saplantılı nevrozlarda en ilgi çeken taraf,
erojen bölgelerden bağımsız gibi görünen ve yeni
cinsel amaçlar yaratan içtepilerin taşıdığı anlam··
dır. Bununla birlikte, seyredicilikte ve teşhircilikte,
görme organı olan göz, istek erojen bölge ödevini
görmektedir. Gaddarlık ve acı çekme söz konusu
olunca, üstderinin erojen bölge haline geldiğini gö-
ClNStYEI' VE PStKANAUZ 101
rüyoruz. Vücudun bazı bölgelerinde duyum organı
ve mukoza haline gelmiş olan üstderi erojen bölge
olmağa çok yatkındır. (32)
6. NEVROZLARDA CİNSEL SAPIKLICIN
GÖRÜNüRDEKl ÖNEMİNİN AÇIKLAN·
MASI
Yukarda belirtilenler, psikonevrozların cinsel.
tiği konusunda yanılmalara yol açabilir. Psikonevrozluların
cinsel davranışının, öneğilimler bakımından
sapıklara yaklaştığı ve normalden aynı ölçüde
uzaklaştığı sanılabilir. Yine de, bu hastaların bünye
eğilimlerinin hem şiddetli bir cinsel bastırma ve
güçlü bir cinsel içgüdü kapsaması hem de geniş
anlamda sapıklığa karşı olağanüstü bir yatkınlık
göstermesi muhtemeldir. Bununla birlikte, daha hı:ı.fif
hastalık olayları incelenince sapıklığa karşı
yatkınlığın mutlaka kabul edilmesi gerekmediğini,
ya da hiç olmazsa marazi etkiler söz konusu olunca.
faktörlerden birini bırakmanın doğru olacağını gö·
rüyoruz. Nevrozluların bir çoğunda, hastalık hali,
normal cinsel hayatın gerekleri hissedilmeğe başlandığı
zaman, yani ergenlik çağından sonra ortaya
çıkıyor. Bastırma olayı, her şeyden önce, bu get"eklere
karşı çıkmaktadır. Hastalık ise, libidonun,
normal tatmine ulaşamamasından dolayı daha sonra
görülür. Her iki durumda da, libido bir ırmak
102 CiNSiYET VE PSiKANALiZ
gibidir. Ana yatağı tıkandığı için, o zamana kadar
belki de bomboş duran yan yataklardan akmağa
başlar. Nevrozlularda gördüğümüz ve aslında negatif
olan ve açıkça görülen sapıklık eğilimi yan yollar
aracılığı ile artabilir. İç bir faktör olan cinsel
bastırmaya ; hürriyetin kısıtlanması, normal cinsel
nesnenin ele geçirilememesi, normal cinsel birleşmenin
tehlikeleri, v.b., eklenince, aslında normal
bir hayat sürebilecek olan kimselerde saplantıların
çıkması için ortam hazırlanmış olur.
Tek tek nevroz olaylarında bu bakımdan çeşitli
farklar vardır. Ki.mi zaman doğuştan gelen sapıklık
eğilimi olağanüstü etki gösterir. Kimi zaman da,
libidonun, normal cinsel amaç ve nesneden uzaklaşarak
yan yollara sapması yüzünden aynı etkinin
ortaya çıktığı görülür. Bu ikisi arasında bir işbirli·
ği vardır. Karşıtlıktan söz etmek doğru olmaz. Do
ğuştan gelen bünye ile yaşanan tecrübeler aynı yönde
giderse, herhangi bir nevrozda önemli sonuçlar
ortaya çıktığı görülür. Nevroza yatkın bir bünye.
hayat tecrübeleri olmasa da aynı yönde gelişebilir.
Oysa, normal bünyeli bir kimse, derin ve yıkıcı bir
tecrübe geçirecek olursa nevroza düşebilir. Bu görüşler
doğuştan gelen ve sonradan edinilen tecriibelerin
etiolojik önemi söz konusu olunca başka alanlar
için de geçerlidir.
Sapıklığa karşı yatkınlık göstermenin, psikonevrozlu
bünyenin karakteristiklerinden biri oldu-
CtNStYET VE PStKANAUZ 103
ğu kabul edilmek istenirse, bu çeşit bünyelerin şu
ya da bu erojen bölgenin ya da bir içtepinin önplanda
rol oynamasına göre çeşitlilik gösterebileceklerini
kabul etmek gerekir. Belli bir sapıklık eğilimi ile
belli bir marazi durum arasında özel bir bağlantı
tulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Bu konu, birçok
başka benzerleri gibi, henüz incelenmemiştir.
7. C1NSELL1C1N ÇOCUKLUK KARAKTEEd
ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Psikonevrozlulann belirtilerinin oluşmasında
sapık duyguların rol oynadığını göstermemiz, sapıkların
sınıfına ya da grubuna giren kimselerin sayısını
arttırmış oluyor. Bunun nedeni, nevrozluların
insanlar arasında büyük bir yekfı.n tutması değildir
sadece. Aynı zamanda, nevrozların derece derece
haf ifliyerek normal duruma varan sürekli bir
seri teşkil etmeleridir. Hepimizin bir parça isterik
olduğunu söyliyen Moebius'ün hakkı vardır. Sapıklığın
bu kadar yaygın olduğunu görünce, sapıklığa
yatkınlığın olağanüstü bir şey değil, normal bünyenin
içinde bulunan bir unsur olduğunu kabul etmeliyiz.
Sapıklığın doğuştan gelen bir ozellik mi olduğu,
yoksa Binnet'nin fetişizm için kabul ettiği gibi, yaşanan
tecrübelerinden mi çıktığı üzerinde tartışılabilir.
Sapıklığın temelinde, doğuştan gelen bir şeyin bu-
104:
C1NS1YET VE PS1KANAUZ
lunduğunu söylemek zorundayız artık. Ama bu şey,
her bireyde (fertte ) doğuştan gelen bir özellik
olarak bulunmaktadır. Bir önyatkınlık (predispo
sition ) olarak şiddeti değişebilmekte ve ancak ha.yatın
etkileri ve tecrübeleri ile önpliııa çıkabilmektedir.
Biz, bünyede (yapıda) bulunan, doğuştan
gelmiş yatkınlıklardan söz ediyoruz. Bu yatkınlıklar,
bazı durumlarda cinselliği belirleyen faktörler haline
gelmektedirler (sapıklarda). Bazı durumlarda
ise, yeterince ortadan kaldınlmadıklan (bastırma )
için marazi belirtiler olarak ortaya çıkmakta ve
dolaylı biçimde cinsel enerjinin büyük bir kısmını
kendi içlerine almaktadırlar. Bazı mutlu durumlar·
da da, bu iki aşırılığa düşmeden, yararlı kısıtlamalar
ve değişmelerle normal cinsel hayata kaynaklık
ederler.
Bütün sapıklıkların kaynağı olan bu bünyenin,
ancak çocukta kendini açığa vurduğunu, (bütün içtepilerin
çocukta daha hafif bir biçimde dile gelmesine
rağmen) unutmamamız gerekir. Nevrozluların,
çocuk çağı cinselliklerini muhafaza eden ya da
ona dönmüş olan kimseler olduklarıru kabul ederısek,
çocuğun cinsel hayatına eğilmemiz ve bir sapıklığa,
nevroza ya da normal hayata ulaşan çocuk
cinselliği gelitmesine yön çizen etkileri incelememiz
gerekir,
tKlNCt DENEME
ÇOCUK C1NSELL101
Çocukluğun ônemsenmemesi. Halk düşüncesi,
cinselliğin çocukluk çağında bulunmadığını ve ancak
ergenlikle birlikte ortaya çıktığını kabul eder. Bu
yaygın hata, sonuçlan bakımından çok önemlidir ve
bizim, cinsel hayatın temelleri konusunda ne kadar
cahil olduğumuzu gösterir. Çocukluk çağının
cinsel belirişlerini (manifestation) incelemek, belkı
de, cinsel içgüdünün temel özelliklerini açığa vuracak
ve bu içgüdünün yapısı ile gelişmesini çeşitli
açılardan gözönüne serecektir.
Yetişkin bireyin özelliklerini ve tepkilerini açık
!amak isteyen bilginlerin, irsi etkilere çok fazla
önem verdikleri halde, aynı bireyin çocukluğunu
gözönünde tutmamaları ilgi çekici bir olaydır. Oyea,
çocukluk etkilerinin daha kolayca anlaşılabileceğini
ve bu etkilerin irsi etkilerden daha önemli oll'fuğunu
söyliyebiliriz (33). Tıb edebiyatında, küçük
çocukların olgunluk -Çağı- öncesi cinsel faaliyetleri
hakkında notlara rastlamak kabildir. Cinsel organın
sertleşmesi, masturbation ve çiftleşme taklidi
106 CINS1YET VE PStKANALIZ
davranışlar şeklinde beliren bu faaliyetler; olağanüstü
olaylar, şaşılacak şeyler ve sapıklığın erken görünüşleri
olarak kabul edilmişlerdir. Benim bildiğim,
hiçbir bilgin, çocukluk çağında cinsel içgüdünün
normal bir şey olduğunu kabul etmemiştir. Çocuğun
çeşitli gelişmelerini inceleyen binlerce yazıda
"Cinsel Gelişme" bölümü atlanarak geçilmiştir (34).
Çocuk Amnezisi. Bu ihmalin kökü, bir bakıma
bilginlerin belli çevre içinde yetişerek bu çevrenin
kabullendiği değerlere bağlı kalmasında ; bir bakıma
da, bugüne kadar açıklanamamış bir psişik olayda
aranmalıdır. Bu psişik olay, birçok insanların
(hepsinin değil) ilk yedi sekiz yıllık hayatlarını
unutmalarına yol açan kısmi amnezidir. Sözü geçen
olay bugüne kadar normal bir şey gibi kabul edilmiş
ve kimse şaşırmamıştır. Oysa, şaşırmamızı gerektiren
nedenler vardır. Çünkü, hafızamızda anlaşılmaz
hatıra kırıntıları bırakmış olan bu süre içinde, dış
dünyanın etkilerine şiddetli cevaplar verdiğimizi ;
neşemizi ve duyduğumuz acıyı belirttiğimizi, başka
insanlar gibi sevgi ve kıskançlık duyduğumuzu, tutkulara
kapıldığımızı daha sonra öğrenmişizdir. Bizden
büyüklerin hat r' ladıkları ve zekamızın delili olarak
tekrarladıklan çocukluk çağı sözlerimizi de yine
büyüklerimizden duyarak öğrenmişizdir. Ama yetişkinlik
çağına gelince, bunlann hepsini unutmuş
oluyoruz. Hafızamız, acaba öteki psişik faaliyetlerimizin
niçin gerisinde kalmaktadır. öte yandan,
C1NS1YET VE PS1KANAUZ 107
hafızamızın izlenimleri tesbit etmek konusunda, hiçbir
zaman, çocukluk çağındaki kadar güçlü olmadığını
da biliyoruz (35).
öte yandan, başkaları üzerinde yaptığımız gözlemler
dolayısiyle, bu unuttuğumuz izlenimlerin psişik
hayatımızda derin izler bıraktığını ve daha sonraki
bütün gelişmemizi belirlediğini kabul etmek ya
da buna inanmak zorundayız. Öyleyse, buradaki
unutuşun gerçek bir amnezi değil, bilinç-dışına atılmış
(bastırılmış) tecrübelerin nevrozlular tarafından
unutulmasına benzeyen bir amnezi olduğu sonucuna
vanyoruz. Peki, çocukluk çağı izlenimlerinin bu şekilde
bastırılmasına hangi kuvvet sebep olmaktadır?
İşte, bu sorunun cevabını veren kimse, isterik amnezinin
sırlarını da açıklamış olur.
Bununla birlikte, daha şimdiden, çocukluk amnezisinin,
nevrozlular ile çocuğun ruhsal hayatı arasında
yeni bir karşılaştırma yapmak imkanını sağladığını
söyliyebiliriz. Psikonevrozlulann cinselliğinde
çocukluk çağı karakterlerinin muhafaza edildiğini
ya da bu karakterlere dönülmüş olduğunu söylediğimiz
zaman da, yeni bir karşılaştırma nokta5ı
bulmuştuk. Bu durumda, çocukluk amnezisi ile isterik
amnezi arasında bir bağlantı olduğunu söylememiz
gerekmez mi ?
Çocukluk amnezisi ile isterik amnezi arasında
bağ kurmaya kalkışmak bir zeka oyunu yapmak değildir.
Bastırmaya yardım eden isterik amnezi, an-
108 ClNSIYET VE PS1KANAL1Z
cak, bireyin, bilinç alanından çıkarılmış birtakım hatıraları
olduğunu ve bilincin itici kuvvetlerinin üzerinde
etki gösterdiği muhtevaların, daha sonra, çağrışımsal
bir bağlantı kurularak yeniden ele geçirildiğini
ileri sürmekle açıklanabilir (36) . Çocukluk amnezisi
olmadan isterik amnezi diye bir şeyin olam1.
yacağını ileri sürebiliriz.
İşte bu yüzden, herhangi bir kimsenin çocukluk
çağına sanki bu çağ bir tarih-öncesiymiş gibi bakmasına
ve cinsel hayatının başlangıçlarını bu kimsenin
gözünden saklamağa yol açan çocukluk amnezisinin,
cinsel hayatın gelişiminde çocukluk çağına
önem ve değer verilmeyişe sebep olduğuna inanıyorum.
Bilgimizde yaratılmış olan bu büyük eksikliği,
tek bir gözlemcinin ortadan kaldırması kabil değil·
dir. Daha 1896 yılında, cinsel hayatla ilintili bazı
önemli fenomenlerin ortaya çıkışında, çocukluk çağının
ne kadar önemli olduğu üzerinde durmuştwn
O tarihten bu yana, çocukluk çağının cinsellik bakımından
taşıdığı önemi gözönüne sermek için durmadan
çalıştım.
Çocuklukta Cinsel Ortüklük Dönemi ve Uğradığı
Kesiklikler. Anormal ve olağanüstü diye adlandırılan
cinsel faaliyetlerin çocuklarda sık sık görülmesi
ve nevrozlularda bu zamana kadar bilinç-dışı kalmış
çocukluk hatıralarının ortaya çıkarılması gözönünde
tutulacak olursa, çocuğun cinsel davranışını şu
şekilde anlatabiliriz : (37)
C1NS1YET VE PSlKANALtz 109
Yeni doğan çocuk, cinsel hayatın tohumlarını
kendisiyle birlikte getiriyor gibi görünmektedir. Bu
tohumlar bir süre gelişmekte, daha sonra gittikçe
artan bir önlemeye uğramakta, sonra bu önleyişler
kimi zaman başarısızlığa uğrıyarak gelişmeler olmakta,
kimi zaman da bireyin özelliklerine göre adamakıllı
durdurulmaktadır. Gelişmenin bu sallantılı
yolunun kanunları ve dönemleri hakkında hiç bir
şey bilmiyoruz. Bununla birlikte, çocuğun cinsel hayatının
en fazla üç ile dördüncü yaşında açıkça ortaya
çıktığını ve gözlenebildiğini söylemek mümkündür
(38).
Cinsel durdurma. Daha sonraları cinsel hayatı
engelliyen ve yönünü belirleyen psişik kuvvetlerin
bu kısmi ya da tüm örtüklük (latency) döneminde
geliştiği söylenebilir. Bu psişik kuvvetler, tiksinme.
utanç ; ahlaki ve estetik ideallere bağlılıktır. Bu kısıtlayıcı
gerçeklerin çocuğa kabul ettirilmesi eğitimin
sonucudur. Gerçekten de, bu konuda eğitim büyük
bir iş görür. Ama aslında, bu gelişme organik
bakımdan belirlenmiştir ve eğitimin yardımı olmak ·
sızın da ortaya çıkabilir. Eğitim, kendi sınırları içinde
kalmak için, organik bakımdan önceden hazırlanmış
olan yolu tutmak ve bu yolu derinleştirip ôelirginleştirmek
zorundadır.
Tepkilerin Oluşumu ve Yüceltme. Cinsel eğilimleri
sınırlayıp onlara yol çizerek, bireyin gelişiminin
yönünü belirleyen bu yapılar (construction) oluşur-
110 CiNSİYET VE PSlKANAUZ
ken, nelerden faydalanılıyor? Bu yapıların, çocuk
cinsiyeti zararına ortaya çıkmaları çok muhtemeldir.
Çocuk cinselliği bu örtük dönemde bile kesintiye
uğramamış, ama cinselliğin enerjisi, cinsel kullanışlardan
uzaklaşmış ve başka amaçlara yöneltilmiştir.
Uygarlık tarihini yazanlar, cinsel güdülerin
cinsel amaçlardan uzaklaştırılarak başka amaç
lara yöneltilmesinin (bu sürece yüceltme denir) her
kültür başarısı için gerekli ve önemli bir temel olduğu
konusunda fikir birliğine varmışlardır. Biz, bu
sürecin bütün bireylerin hayatında etkisini gösterdiğini
ve bu etkinin cinsel örtüklük çağında başladığını
söylemekle yetineceğiz ( 39).
Ortüklük Döneminin Uğradığı Kesiklikler. Çocukluk
çağındaki örtüklük dönemi üzerine söylediği
miz sözlerin apaçık olmayışı ve varsayımsal (farazi)
bir öz taşıması konusunda yanılmalara düşmeksizin,
gerçeklere dönerek, çocuk cinsiyetinin, yukarda sözünü
ettiğimiz biçimde kullanılmasının ideal bir yetiştirme
(eğitim) olduğunu ve bireylerin gelişmesinde
bu ideal gelişmeden çoğu zaman uzaklaşmalar görüldüğünü
söylemeliyiz. Kimi zaman, yüceltme mekanizmasından
kurtulmuş cinsel muhtevaların ortaya
çıktıkları ya da bir cinsel faaliyetin örtüklük dönemi
boyunca, ergenlik çağında cinsel içgüdünün gelişip
ortaya çıkmasına kadar sürdüğü görülür. Eğitimcilerin
çocuk cinselliğini gözönünde tuttukları zaman,
sanki ahlaki güçlerin cinselliğin zararına geliş-
CİNSİYET VE PSİKANALİZ 111
tiğini ileri süren bizim düşüncemizi kabul ediyorlarmış
gibi davrandıklan görülür. Bu eğitimciler, cinsel
faaliyetin çocuğu eğitimden uzaklaştırdığını bi
Hyor gibi davranırlar. Çünkü, çocuğun bütün cinse:l
hayat belirtilerini, başarılı bir eğitimden uzaklaştıran
"kötülükler" gibi görürler. Ama biz, eğitimcilerin
çok korktukları bu fenomenlere dikkatle eğilmek
zorundayız. Çünkü biz, cinsel içgüdünün ilk belirlenimlerini
bu fenomenlerde bulacağımızı umuyoruz.
ÇOCUK C1NSELL1G1N1N BEL1R1ŞLER1
Emme. İlerde açıklayacağımız nedenlerden ötürü,
emmeyi, çocuk cinselliğinin belirişlerinin örneği
olarak alıyoruz. Macar pepdiatn Lindner, bu konuda
çok önemli bir inceleme yapmıştır ( 40) . Meme çocuğunda
gördüğümüz ve kimi zaman, olgunluk çağına
kadar süren ve hatta bütün hayat boyunca devam
edebilen bir alışkanlık olan parmak-emme, besin
almak amacı sözkonusu olmadığı zaman, ağzın
(dudakların) ritmik ve tekrarlanan bir hareketinden
başka şey değildir. Dudağın bir kısmı ; kolayca değile
bilen ve tercih edilen bir parça olan dil ve hatta
ayak baş parmağı, emilen nesne ödevini görebilirler.
Aynı zamanda, kulak memesinin ritmik bir şekilde
çekilmesi, ya da bir başka insanın belli bir yerini tutmak
(Genel olarak kulak ) şeklinde dile gelen bir şey
tutmak isteği de görülür. Zevk veren emiş, çocuğun
112 CtNSlYET VE PS1KANAL1Z
bütün dikkatini çeker ve kimi zaman uyumasına yol
açtığı gibi, orgazm biçiminde dile gelen motris tepkilere
bile götürebilir (41). Emme, çoğu zaman, vücudun
duyarlığı fazla kısımlarının
(göğüs ve dış
üreme organları ) oğuşturulması ile bir arada görUlür.
Çocukların birçoğu, parmak-emmekten, masturbation'a
işte bu yoldan vanrlar.
Lindner, bu faaliyetin cinsel temelini farketmiş
ve bu özelliğin üzerinde önemle durmuştu. Çocuğun
parmak-emmesi, çevresindeki
kimseler tarafından
öteki "yaramazlıklan" ile bir tutulur. Pediatrlann
ve nörologların bir çoğu bu görüşe karşı çıkmışlardır.
Bu karşı çıkış, "cinsel" ile "üremsel" (tenasüll)
terimlerinin birbirine karıştırılmasından doğmaktadır.
Burada gördüğümüz çelişme kaçınılmaz bir soruyu
ortaya atmaktadır. Cevap verilmesi güç olan
bu soru şudur : Çocuktaki cinsel belirtileri ötekilerden
ayırabilmemizi sağlıyacak temel nedir ? Psikanaliz
sayesinde, aydınlatabildiğimiz çeşitli fenomen
topluluklarından edindiğimiz bilgi, parmak mmeyi
cinsel bir faaliyet saymamızı mümkün kılmaktadır.
Parmak-emmeyi ele alarak, çocuğun cinsel faaliyetlerinin
temel özelliklerini dolaysız olarak inceleyebiliriz
(42).
Otoerotizm. Biraz önce sözünü ettiğimiz cinsel
beliriş üzerinde dikkatle durmamız gereklidir. Bu
cinsel faaliyetin en belirgin karakteri, içtepinin başka
bireylere değil, çocuğun kendi vücuduna çevril-
CtNStYET VE PStKANALtz 113
miş olması ve cinsel zevkin, çocuğun kendi vücuduyla
sağlanmasıdır. Havelock Ellis'in çok yerinde bir
deyimini kullanarak çocuğun otoerotik olduğunu söyleye
biliriz ( 43) .
Çocuğun parmak em.işinin, daha önce yaşadığı
ve şimdi hatırladığı bir zevki aramasından doğduğu
da açıktır. Derinin ya da mukozanın belli bir bö
lümünü ritmik bir şekilde emen çocuk, kendini basit
bir şekilde tatmin etmektedir. Çocuğun, yeniden
canlandırmağa çalıştığı bu zevki, ilk olarak hangi
vesile ile duymuş olduğunu tahmin etmek de kolaydır.
Çocuğun hayatındaki ilk ve en önemli faaliyet,
yani meme emmek (ya da onun yerini alan şey) ona
bu zevki duyurmuş olabilir. Emme fiilinde, çocuğun
dudaklarının Erojen bölge ve sıcak sütün akışının
da zevk duyuran bir uyarrm olduğunu söyliyebiliriz.
Erojen bölgenin duyduğu bu tatminin, başlangıçta,
açlığın giderilmesinden doğan tatmine bağlı olduğl;nu
belirtmeliyiz. Cinsel faaliyet, başlangıçta, kendini
koruma fonksiyonlarına yöneldiği halde, zamanla
onlardan ayrılır ve bağımsızlaşır. Doymuş bir çocuğun
annesinin kucağında, pespembe yanaklar ve
mutlu bir gülüşle uykuya daldığını gören bir kimse,
bunun, çok daha sonraları cinsel tatmin sonucu ortaya
çıkan görünüşe bir hayli benzediğini kabul etmek
zorundadır. Cinsel tatminin tekrarı konusunda
duyulan istek besin almak için duyulan istekten za-
F. 8
114 ctNSlYET VE PStKANALtz
mania ayrılmaktadır. Dişlerin çıkması ve '-besinin
emilerek değil, çiğnenerek alındığı çağda bu aynlık
kaçımlmaz bir sonuç gibi ortaya çıkar. Çocuk, emeceği
nesneyi kendi gövdesinde arar ve bulur. Çünkü .
kontrol edemediği dış dünyadan bağımsızlaşması ve
her an bulabileceği bir nesneye yönelmesi ona daha
uygun gelmektedir. Ayrıca, bu yolu tutarak, ikinci
dereceden bir erojen bölge yaratması da uygun gelir
ona. Bu ikinci bölgenin yetersizliği, çocuğun daha
sonralan, başka insanların aym kısımlarım, sözgeli.mi
dudaklarını arzulaması sonucunu doğurur. "Yazık
ki, kendi dudaklarımı öpemiyorum !" sözünü sanki
o söylemiştir.
Parmak-emme bütün çocuklarda görülmez. Parmak-emmenin,
dudak kısımları doğuştan bir erojen
bölge olma eğili.mi taşıyan çocuklarda ortaya çıktiğı
s6ylenebilir. Bu eğilim sürüp gidecek olursa öpüşme
düşkünlüğü ve sapık öpüşlerden zevk alma durumu
ortaya çıkar. Yetişkin erkek haline gelen böyle bir
çocukta, içki ve sigara içmeğe karşı derin bir istek
vardır. Ama bastırma gerçekleşecek olursa, aynı
kimselerin yemeğe karşı tiksinti duymalan ve iste ·
rik kusmalar göstermeleri muhtemeldir. Dudak bölgesinin
bu iki yönlü kullanılışı yüzünden, bastırma,
beslenme içgüdüsü Uzerinde de etkisini gösterir. tş.
tahsızlık, boğaz düğümlenm.eM (hysterical globue ),
yutamamak, kusmak gibi yemekle ilgili aksaklıklar
gösteren kadın hastalanmdan bir çoğu, çocuklukla-
ClNSlYET VE PSlKANAIJZ 115
rında pıtrnfak-emmeye çok düşkün kimseler arasınaa
yer alıyorlardı.
Parmak-emme ya da zevk-verici-emme olayından,
çocuk cinsel belirişinin üç temel karakterini
görüyoruz : 1 - Bu belirişin temeli hayat için çok
önemli bir fizik fonksiyonla desteldenen (anaclitic)
bir bağlantıda aranmalıdır. 2 - Belli bir cinsel nesnesi
yoktur, yani otoerotik'tir. 3 - Cinsel ama.eı
erojen bir bölgenin kontrolü altındadır. Şimdilik, bu
karakteristiklerin, çocuk cinsel içgüdüsünün öteki
faaliyetleri için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
ÇOCUK CİNSELL1C1N1N YÖNELD1C1
CİNSEL AMAÇ
Erojen bölgeler. Parmak-emme örneğini gözönünde
tutarak, erojen bölgeleri ötekilerden kolayca
ayırabiliriz. Erojen bölge, uyarımların, belli bir nitelik
taşıyan zevk duygusu uyandırdığı deri ya da
mukoza kısım.landır. Zevk duyuran uyarım.lann özel
şartlar tarafından yönetildiğinden şüphe edilemez,
ama bu şartlann neler olduğunu henüz bilmiyoruz.
Bu şartlar arasında, ritmik hareketin yer aldığı besbellidir.
Bu hareket gıdıklanmayı hatırlatmaktadır.
Uyanmın doğurduğu zevk verici duygunun taşıdığı
özelliğin "kendine has" olup olmadığı ve cinsel faktörün,
bu kendine haslığın neresinde aranması ge-
116 C1NS1YET VE PS1K.ANAL1Z
rektiği açıkça bilinmemektedir. Zevk ve acı proble
mi sözkonusu olunca, psikolojinin gerekli aydınlığJ
sağlayamadığını görüyoruz. Bundan ötürü, en ihtiyatlı
varsayımı ileri sürmek daha doğru olur. Zevk
duyumunun, kendine has bir niteliği olduğunu ilen
sürmemizi sağlıyacak gibi görünen nedenlerden da
ha ilerde söz açacağız.
Zevk sağlama niteliği, genel olarak vücudun
belli bölgelerinde ortaya çıkıyor. Parmak-emme rneğinde
görüldüğÜ gibi, erojen bölge olmak için, daha
önceden belirlenmiş bölgeler vardır. Ama, yine
aynı örnek, derinin ya da mukozanın herhangi bit"
kısmının erojen bölge fonksiyonunu yerine getirdiğini
ve bunu yapmaya elverişli olduğunu gösteriyor.
Demek ki zevk duyumunun ortaya konulması, vücudun
şu ya da bu kısmından çok uyanmın niteliğine
bağlıdır. Parmak-emen çocuk, vücudunu gözden geçirir
ve emme için onun herhangi bir parçasını se··
çer. Zamanla bu parçaya alıştığı için, onu tercih etmeğe
başlar. Önceden belirlenmiş bir kısmı rastgele
seçecek olursa (göğüsler, üreme organlan ) bu kısımların
tercih edilmesi tabiidir. İsterinin belirtilerinin
ortaya çıkışında da buna benzer bir yer değiştirme
eğilimi görülüyor. Nevrozlarda, bastırma olayı,
özellikle asıl üreme organları üzerinde döner ve bu
organlar, yetişkinlik hayatı içinde pek rol oynamtyan
başka bölgelere kendi uyarılabilme güçlerini aktanrlar.
Böylece, uyarılma gücü edinen bu bölgeler
CtNS1YET VE PSIKANAUZ 117
tıpkı üreme organları gibi iş görürler. Zaten, parmak-emmede
gördüğümüz gibi, vücudun herhangi
bir bölgesi, üreme organlarının uyarılma gücünü kazanabilir
ve erojen bölge haline gelebilir. Erojen
bölge!erle isterojen bölgeler aynı karakterleri taşırlar
(44).
Çocuk Cinselliğinin Amacı. Çocuk içtepisinin
!1-macı, şu ya da bu seçilmiş erojen bölgenin uygun
bir biçimde uyanlması ile tatmin sağlamaktan başka
şey değildir. Tekrarlanmasına karşı istek duyulması
için bu tatminin önceden yaşanmış olması ge ·
reklidir. Tabiat, bu tatmin denemesini rastlantıya
bırakmamak için bazı vasıtalar ortaya koymuştur.
Ağız bölgesinden söz ederken, tabiatın, amaçlanna
varmak için ne gibi vasıtalara başvurduğunu görmüştük.
Bu vasıta, ağzın, aynı zamanda besin almak
ödevini de yerine getirmesiydi. Cinsiyetin kaynağı
olarak, buna benzer başka mekanizmalara da
rastlıyacağız. Tatmin arama isteği, bir çeşit acıya
benzeyen özel bir gerilim duygusunun yaşanması ve
çevredeki erojen bölgeye yönelen kaşıntı, ya da huylanma
gibi merkezden şartlandırılmış bir duygunun
varlığı ile kendini açığa vurur. Demek ki, cinsel
amaç, erojen bölgeye yansıtılmış olan uyanlmışlık
duyumu yerine, bu duyumu gideren ve tatmini yaratan
bir dış uyarımın konulmasıdır. Bu dış uyarım.
emmeyi hatırlatan bir harekettir.
Bu ihtiyacın çevrede ortaya çıkabilmesi (erojen
118 CtNStYET VE PStKANALtZ
bölgenin değişmesi ile) fizyolojik bilgilerimizle bağdaşmaktadır.
İşin şaşırtıcı yanı, bir uyarımın, ortadan
kalkabilmesi için, aynı bölgeye uygulanan bir
başka uyarıma ihtiyaç göstermesidir.
MASTURBATION İLE tı..GtLl CİNSEL
BELİRİŞLER ( 45)
Erojen bölgelerden birindeki içtepiyi kavradıktan
sonra çocuk cinselliği hakkında öğrenecek başka
önemli bir şeyin kalmamış olması, sevinilecek
bir olaydır. Karşılaştığımız farklar, tatmin sağlamak
için başvurulan yollar dolayısiyle ortaya çıkmaktadır.
Bunların temeli dudak emmektir ve bu,
başka bölgelerdeki çeşitli kas hareketlerine (bu bölgelerin
durum ve yapısına göre) yerini verecektir.
Anus Bölgesinin Faaliyeti. Ağız bölgesi gibi,
anus bölgesi de durumu dolayısiyle, başka bir fizyolojik
fonksiyonun üstüne cinsel bir faaliyet oturtmayı
(dayatılmasını) mümkün kılmaktadır. Başlangıçta,
bu bölgenin erojen niteliğinin çok önemli olduğu
söylenebilir. Psikanaliz, bu bölgeden doğan cinsel
uyarmaların ne gibi değişikliklere uğradığı ve
kimi zaman bireyin hayatında, bu bölgenin Uremsel
(genital) uyarılmaya nasıl yol açtığı konusunda şaşırtıcı
bilgiler verir ( 46) . Çocuklukta, sık sık görülen,
bağırsak bozuklukları, bu bölgede aşın bir duy ..
ClNSlYEI' VE PStKANALlZ 119
ganlık yaratır ve çoğu zaman, bu yaşlarda, bağırsak
bozuluklarının "sinirliliğe" sebep olduğu söylenir.
Daha sonralan,
nevrozların ortaya çıkışında
bu bağırsak bozukluklarının önemli bir rol oynadığı
görülür. Anus bölgesinin, değişikliğe uğramakla birlikte,
erojen bir karakter taşımağa devam ettiğini
düşünürsek, eski hekimlerin, nevrozların ortaya çıkışında
bağırsak bozukluklarına verdikleri önem in
pek de yap.lış olmadığını anlarız.
Anus bölgesinin zevk sağlayıcı duyarlığını kullanan
çocuk dışkı maddelerini, şiddetli kas kasılmalanna
yol açacak biçimde tutmasını ve anus'tan ge .
çip mukoza üzerinde baskı yaparak belli birtakım
duyumlara sebep olmasını sağlaması ile ötekilerden
ayrılır. Bu olayın acı verdiği gibi belli bir zevk sağlamış
olması da gerekmektedir. Daha sonra görülecek
sinirliliğin habercilerinden biri de, lizımlığa oturan
çocuğun, bağırsaklannı boşaltmak istememesi
ve bunu kendi keyfince yapmak istemesidir. Çocuk
için önemli olan, dışan-çıkmanın sağladığı zevki duyabilmektir.
Yatağını kirletip kirletmemesi onun
umurunda bile değildir. Dıarı-çıkmamakta ayak direyen
çocJlklara "yaramaz" diyen eğitimciler haksız
değildir.
Duyarlığı olan bir mukoza üzerinde bir uyarım
gibi etkileyen dışkı maddesi, aynı zamanda, çocukluk
sona erince sahneye çıkacak olan bir ana organın
öncülüğünü yapmaktadır. Ama dıgkı maddesi ka
120 C1NS1YET VE PSlKANALtz
anlamlar da taşımaktadır. Çocuk dışkıyı kendi vücudunun
bir parçası gibi görür. Bu madde, çocuk
için, verdiği zaman uysallığını, vermediği zaman da
başkaldırmasını dile getiren bir "armağan"dır. Daha
sonraları, çocuk, "armağan" kavramından, "bebek"
kavramına geçer. Çocukların, cinsel teorilerinden birine
göre, "bebek" alınan besinler yoluyla teşekkül
etmekte ve bağırsaklardan çıkmaktadır.
Anus bölgesinin masturbation'unu sağlayan dışkı
maddesinin, sırf bu yüzden dışarı çıkarılmamas1,
nevrozlularda sık sık gördüğümüz pekliğin kaynaklarından
biridir. Nevrozlular arasında, dışarı-çıkmayı
adeta gizli bir tören haline getirmemiş kimselerin
pek az bulunması, anus bölgesinin taşıdığı anlam!
açığa vuran bir gerçektir.
Anus bölgesinin, merkezden ya da çevreden gelen
bir kaşınma sonucunda, parmakla masturbation
yapılmak yoluyla uyarılması ikinci çocuklukta sık
sık rastlanan bir davranıştır.
Üreme Bölgesinin Faaliyeti. Çocuğun erojen bölgeleri
arasında, ötekilerden daha önemli olduğunu
belli etmiyen ve ilk cinsel faaliyetlere kaynak ödt·
vini görmeyen, ama daha sonra en önemli rolü oynayan
bir bölge vardır. Bu bölge, erkek çocukta ve
kızda işeme ile ilgilidir (penis, kilitoris). Erkek çocukta,
bu bölge, ilk yaşlarda cinsel uyarmaya yol
açabilecek salgıların tkisinin kaybolmaması için
b.4" mukc;>7;a rbası içinde giiğif. 'Ç"reme c;>rganl-
CiNSiYET VE PSiKANALiZ 121
rını teşkil eden bu erojen bölgenin cinsel faaliyeti,
daha sonraki normal cinsel hayatın başlangıcıdır.
Anatomik durum dolayısiyle, salgıların akışı,
vücudun yıkanması ve oğulması, bazı rastlantılar
(küçük kızlarda bağırsak kurtlarının yer değiştirmesi
), henüz meme çağındaki çocuğun bile, bu bölgelerin
zevk sağlıyabildiğini anlamasına ve duyduğu
zevki tekrarlamak istemesine yol açabilir. Bütün
bunları ve temizlik ile pisliğin sağladığı sonuçların
uyarma bakımından farkı olmadığını hatırlayacak
olursak, hemen hemen hiç kimsenin kaçınamadığı çocukluk
çağı masturbation'unun, bu erojen bölgenin
daha sonraki cinsel hayatta en önemli rolü oynama
sı için gerekli hazırlığı yaptığını inkar edemeyiz.
Uyarmayı ortadan kaldıran ve tatmini sağlayan hareket,
ya elle yapılır ya da butların sıkıştırılması ile
yerine getirilir. Sonuncu hareket daha çok kızlarda.
görülür. Çocukların elle oğuşturınayı tercih etmeleri,
daha sonraları, erkeklerin cinsel hayatında, egemenlik
içtepisinin ne kadar önemli bir rol oynıyacağını
gösterir ( 4 7) .
Çocuk masturbation'unun üç döneme aynlabi
Ieceğini söylersek, konuyu daha fazla aydınlatmış
oluruz. tık dönem emzirilme çağı, ikinci dört yaş
civarında ortaya çıkan ve kısa süren cinsel faaliyet
dönemi, üçüncüsü de ergenlik masturbation'u diye
IJilinen faaliyetin ortaya çıktığı dönemdir. Bilginler,
122 C1NS1YET VE PSlKANALtZ
şimdiye kadar yalnız bu sonuncu dönemle ilgilenmişlerdir.
Çocuk Masturbation'unun ikinci Dönemi. Çocuk
masturbation'u kısa bir zaman sonra ortadan kayboluyor
gibi görünmektedir. Ergenliğe kadar sürecek
olursa, uygar kimselerin gelişiminden uzaklaşan
bir sapma ile karşı karşıyayız demektir. Emzirilme
çağından sonra, belli bir
zamanda, (genel olarak
dôrt yaşından önce) üreme organlarının cinsel içgiidüsü
yeniden canlanır ve yeniden bastırılana kadar
bir süre devam eder. Ya da bastırılmadan
sürekli
olarak devam eder. Bu durumda ortaya çıkan olayları
tek tek incelemeden bir tablo çizmek mümkün
değildir. Ama bu ikinci çocukluk cinsel faaliyetinin
temel özelliği, bireyin hafızasında bilinç-dışı derin
izler bırakması ve bu birey sıhhatli bir kimse olursa
karakterini belirlemesi nevrozlu olursa, bu nevrozun
belirtilerinin ortaya çıkışında rol oynamasıdır
( 48). Hastalık sözkonusu olunca, bu ikinci cinsel dönemin
unutulduğu ve bilinçli hatırlamanın yer değiştirmiş
olduğu görülür. Normal çocukluk amnezisini
bu çocukluk cinsel faaliyetine bağlamak istediğimi
daha önce açıklamıştım. Psikanaliz araştırmaları ile,
bu unutulmuş muhtevaları bilince getirmek ve bilinç.
dışı psişik muhtevalardan türeyen zorlamayı orta ·
dan kaldırmak kabildir.
Çocuk Masturbation'unun Yeniden Ortaya Çı
k?.§ı. Meme çocuğunun cinsel uyarılması, ikinci dö-
CtNS1YET VE PStKANALtz 123
nemde, masturbation'la sağlanan bir tatmin, ya da
yetişkinlerde görülen ama, elle oynama
da sağlanabilen bir çeşit kirlenme
olmaksızın
(pollution) tatmini
gerektiren merkezi bir kaşıntı duyumu biçiminde
yeniden ortaya çıkar. Sonuncu durum, kızlarda,
özellikle çocukluğun ikinci yarısında daha sık görülür.
Bu davranışı belirleyen gerçekler iyice bilinmemekle
birlikte, daha önceki masturbation faaliyetlerinden
çıktığı sanılmaktadır. Bu cinsel davranışların
belirtileri pek zengin değildir. Üreme organları
henüz gelişmemiştir ve asıl işaretler, bu üreme or·
ganlannın bekçisi diyebileceğimiz işeme aygıtı tarafından
gösterilir. Bu dönemdeki mesane hastalıklarından
çoğu, cinsel bir nitelik taşır. Gece ݧe?neleri,
sara sözkonusu değilse, cinsel kirlenmelere tekabül
eder.
Cinsel faaliyetin yeniden canlanması, dış ve iç
nedenlerle belirlenmiştir. Nevroz'larda belirtilerin incelenmesi
ve yapılan psikanaliz incelemeleri, bu nedenleri
ortaya çıkarmamız konusunda bize yardım
etmektedir. İç nedenlerden daha ilerde söz edeceğiz.
Dış nedenlere gelince,
bunlar, bu arada çok önemli
bir rol oynamaktadırlar. Bunların ilki, çocuğu zamanından
önce bir cinsel nesne haline getiren baştan-çıkarmanın
etkisidir. Böylece, elverişli şartlarda,
çocuk, üreme organlarının tatmin edilmesi olayını
yaşar ve bu tatmini tekrarlamak için masturbation'a
başvurur. Bu çeşit etkiler, yetişkinlerden
124 CtNS1YET VE PStKANALtZ
ya da öteki çocuklardan gelebilir. İsterinin etioloj\si
konusunda yaptığım çalışmalarda, baştan-çıkarmanın
sık sık görülmesini ve önemini gerektiğinden
fazla büyüttüğümü kabul edemem. Bununla birlikte,
araştırmayı yaptığım sırada, normal kimselerin de
çocukluklarında aynı etkiler altında kaldıklarını bil ·
miyar ve bu yüzden cinsel yapı ile gelişimde rastlanan
faktörlere, baştan-çıkarmalar kadar değer ver·
miyordum. Oysa, çocuğun cinsel hayatını uyandırmak
için herhangi bir baştan- çıkarmanın gerekme·
diği ve bu uyanışın, iç kaynaklardan kendi kendine
ortaya çıkabileceği besllidir.
Çokşekilli -Sapık-- Yatkınlık. Baştan-çıkarmanın
etkisinde, çocuğun çok şekilli bir sapık haline
girebileceğini ve her çeşit transgression'a sürüklenebileceğini
bilmek çok ilgi çekicidir. Demek ki,
çocuğun bu duruma girmeğe yatkınlığı vardır. Bu
çeşit sapıklıklann oluşması, pek az engelle karşılaşır.
Çünkü, cinsel aşınlıklara karşı duracak olan psişik
engeller (utanç, tiksinti ve ahlak), çocukta henüz
teşekkül etmemiştir ya da teşekkül etmek üzeredir.
Bu bakımdan, çocuğun çok şekilli sapık yatkınlığı
taşıyan okumamış vasat kadınlardan farksı:ı
davrandığı söylenebilir. Böyle bir kadın, olağan şartlar
içinde cinsellik bakımından normallik gösterdiği
halde, usta bir baştan-çıkarıcının etkisinde kaldığı
zaman, her çeşit sapıklıktan zevk alabilir ve bu sapıklığı
cinsel faaliyet olarak benimseyebilir. Fahişe-
CtNStYET VE PStKANALtz 125
nin de bu çokşekilli sapıklık yatkınlığını mesleği
gereği kullandığını biliyoruz. Fahişelerin ve fahişeliği
meslek edinmedikleri halde, onlar gibi davranan
kadınların çokluğu gözönünde tutulursa, sapıklığa
karşı gösterilen yatkınlığın evrensel ve ilkel bir insani
eğilimi dile getirdiği anlaşılır.
Kısmi lçtepi"ler. Baştan-çıkarma, çocuğun cinsel
hayatının başlangıçları hakkında bize önemli bir bil
gi sağlamaz. Tam tersine, baştan-çıkarma çocuk cinsel
içgüdüsü ihtiyacını duymadığı halde, ona ihtiyacını
duymadığı cinsel bir nesne sağlamış olduğu için,
bizi bu konuda yanıltabilir. Bununla birlikte, erojen
bölgelerin birinci derecede rol oynadığı çocuk cinselliğinin,
daha başlangıçtan beri, başka insanları
cinsel nesne gibi almak isteyen eğilimleri de taşıdığını
kabul etmemiz gerekir. Bunlar arasında, erojen
bölgelerden bağımsız olarak ortaya çıkan, ama daha
sonralan cinsel hayatla sıkı bir bağlantı kuran sey ..
redicilik, teşhircilik ve gaddarlık içtepilerini sayabi ·
liriz. Erojen bölgelerin· oynadığı rolün yanıbaşında
bu eğilimlerin de bağımsız davranışlar olarak ilk yıllardan
itibaren süregeldikleri görülür. Küçük çocuk,
utanç nedir bilmez. tık yıllarında, vücudunu ve özellikle
üreme organlarını göstermekten belli bir zevk
duyar. Bu sapık isteğin öteki yüzü sayılabilecek olan
başkalarının üreme organlarını görmek isteği, utanç
duyguları belli bir dereceye ulaştığı zaman yani daha
sonraki çocukluk yıllarında ortaya çıkar. Baş-
126 CiNSİYET VE PStKANALtz
tan-çıkarmanın etkisinde, seyredicilik, çocuğun cinsel
hayatı bakımından büyük bir önem kazanabilir.
Normal ve nevrozlu kimselerin çocukluk yıllan ile
ilgili olarak yaptığım araştırmalar, çocuktaki bakma
(seyretme) eğiliminin kendiliğinden bir cinsel
davranış gibi belirdiğini göstermektedir. Masturbation
yolu ile dikkati bir kere üreme organlarına çekilmiş
olan çocuklar, dış bir etki olmazsa, bu yolda
devam eder ve arkadaşlannm üreme organlarına.
karşı büyük bir ilgi duyarlar. Bu merakı tatmin etme
imkanı işeme ve dışarı-çıkma olaylan sırasında
kolayca elde edildiğinden, bu çeşit çocuklar, başkalarını
bu fonksiyonları yaparken gözetlemeğe düşkün
kimseler haline gelirler. Bu eğilim bastırıldıktan
sonra, başkalannm üreme organlarını (kendi cinsi·
nin ya da karşı cinsin üreme organları) görme merakı
rahatsız edici bir istek olarak kalmağa devam
eder ve bazı nevroz olaylannda, belirtilerin ortay
çıkmasında en önemli rolü oynar.
Cinsel içgüdüde bulunan gaddarlık unsuru, erojen
bölgeler ile ilintili cinsel faaliyetlerden, çok daha
bağımsız olarak gelişir. Çocuk, genel olarak gaddarlığa
yatkındır. Çünkü, egemenlik içtepisi başkasının
çektiği acıyı kavramış olmaktan doğan durumla
engellenmiş değildir. Merhamet duyabilme gücil,
daha sonraki yıllarda teşekkill eder. Egemenlik içtepisinin
psikolojik incelenmesi gerektiği gibi yapılmııı
olmamakla birlikte, gaddarlık duygusunun bu
ClNSlYlff VE PSlKANALtz
127
içtepiden çıktığını ve üreme organlannın gerçek rollerini
oynamağa baş:adıkları dönemden önce görüldüğünü
söyliyebiliriz. Bu duygu, daha ilerde, ci.ııael
hayatın, üreme-öncesi organizasyonu diye adlandıracağımız
belli bir dönemini baştanbaşa etkisi altında
tutar. Arkadaşlanna ve hayvanlara karşı gaddarlık
gösteren çocukların erojen bölgeler bakımından
erken ve şiddetli bir cinsel faaliyet yaşamış ol·
dukları ileri sürülebilir. Bu durumlarda, bütün cinsel
içtepiler zamanından önce gelişmiş olmasına rağmen,
bunlar arasında en kuvvetlisinin erojen bölge
faaliyetleri olduğu doğrudur. Şefkat ve acıma duygu:annın
engelleyici fonksiyonu gerçekleşemezse,
çocukluk çağında gaddarlık ve erojen bölgeler arasında
kurulmuş olan bu bağlantı, bütün hayat boyunca
sürecek kadar tehlikeli hale gelebilir.
J. J. Rousseau'nun "İtiraflar"ından beri bütüu
eğitimciler, gaddarlığa karşı duyulan pasif içtepinin
(mazoşizm) erojen bir kaynağının, kabaetlerin acı
vermek yoluyla uyanlması olduğunu bilmektedirler.
Eğitimciler haklı olarak uygarlığın etkisinde yaşıyarak,
libidolannı yan yollardan geliştirmek tehlikesiyle
karşılaşan çocuklara dayak cezası verilirken,
vücudun bu bölgesine (kabaetleri) vurmaktan çekinmek
gerektiği sonucunu çıkarmışlardır ( 49).
128
CiNSiYET VE PSiKANALiZ
ÇOCUGUN C İ NSEL ARAŞTIRMALARI
Öğrenmek isteği. üç ila beş yaş arasında, çocuğun
cinsel hayatı belli bir zenginliğe ulaştığı sıra ·
da, bilmek ve araştırmak isteğinden doğan bir faaliyetin
de başladığı görülür. Öğrenmek isteği temel
içgüdüsel bir unsur sayılamaz. Onu, cinselliğe bağlamak
da kabil değildir. Bu faaliyet bir yandan ele
geçirmenin
yücelmiş bir· biçimini dile getirir, öte
yandan bu faaliyeti yürüten enerji de seyretmek ih·
tiyacından doğar. Bununla birlikte, öğrenmek isteğinin
cinsel hayatla çok önemli ilintileri vardır. Psikanaliz,
çocuklann öğrenme isteğinin olağanüstü erken
ve şiddetli bir biçimde cinsel problemlere yönelmiş
olduğunu ve merak denilen şeyin önce cinsel
problemler dolayısiyle uyandınldığını ileri sürer.
B fenks Bilmecesi. Çocuğun araştırma ve soruşturmaya
girmesini gerektiren şeyler, teorik değil,
pratik bir bilgi taşıyan şeylerd:ir. Yani, bir kardeşin
dünyaya gelmesinden doğan ve çocuğun kendi yaşama
şartlarını, kendisine karşı gösterilen ihtimam ve
sevgiyi tehlikeye koyan doğum olayı onu, uzun uzun
düşündürür. Çocuk ilk başta, cinsler arasındaki farkın
nereden geldiği konusunda değil, çocukların nereden
geldiği konusunda kafa yorar. Kolayca farkedilen
bir kıyafet değiştirme altında dile gelen bu
bilmece, Sfenksin sorduğu bilmeceden başka şey de-
C1NS1YET VE PStKANALtz 129
ğildir. İki cinsin bulunması, çocuk tarafından ilze·
rinde fazla durulmadan kabullenmiş bir gerçektir.
Küçük erkek çocuklar, karşılaştıkları kimselerin de
kendilerininki gibi bir üreme organına sahip olduğunu
düşünür ve başkaları kavramı ile bu organının
bulunmayışı halini yanyana getiremezler.
iğdiş Edilme Kompleksi ve Penis isteği. Küçük
erkek çocukları bu düşünceyi, kendilerini yalancı çıkaran
gerçekler karşısında bile inatçılıkla savunurlar.
Bu düşünce ve inançlarının yanlış olduğunu, birtakım
şiddetli ruhsal çatışmalar yaşadıktan sonra
kavrarlar. Kadının kaybolmuş olan bu penisinin yerine
başka şeylerin konması, çeşitli sapıklıklara kaynaklık
eder (50).
Bütün insanların aynı üreme organına, yani erkek
üreme organına sahip olduğunu ileri süren bu
düşünce, çeşitli sonuçlara götürebilen ve ilgi çekicilik
niteliği taşıyan çocuk cinsel teorilerinin ilkidir.
Biyoloji kadın klitorisinin, penis yerini almış bir organ
olduğunu ileri sürse bile bu, çocuk için önemli
sayılmaz. Oysa, küçük kız, kendisindekinden farklı
bir üreme organı bulunabileceğini kolaylıkla kabul
eder. Erkek çocuğun üreme organlannı görünce,
onun penisine gıpta eder. Ve böylece, kadın hayatında
çok önemli bir yer tutan erkek olma isteği teşekkül
etmeğe başlar.
F. 3
130 CtNStYET VE PS1KANAL1Z
Doğum Teorileri. Ergenlik çağından önce, çocukların
nereden geldiği konusunda uzun uzun düşündüklerini
hatırlayan birçok kimse vardır. Bu ko
nuda vardıkları açıklama biçimleri birbirine uymuyordu.
Bu teorilerden bir kısmı, çocuklann göğüsten
doğduklarını, bir kısmı yarılmak suretiyle ya da
göbeğin açılmasiyle karından çıktıklarını ileri sürüyordu
(51). Psikanalizin yardımı olmaksızın, çocukluk
çağında bu konu üzerinde yapılmış araştırmalar
pek az hatırlanır. Bir bastırma ortaya çıkarak, bu
araştırmaları itmiştir. Bununla birlikte, sözü geçen
araştırmaların vardığı sonuç bir ve tektir. Yani, bu
araştırmaların sonucuna göre, herhangi bir kimse
ancak özel bir besin almak şartiyle çocuk sahibi olabilir
(masallardaki gibi) ve bu çocuğu ancak dışarı-çıkma
sırasında doğurabilir. Bu çocuk teorileri,
memeliler dışındaki canlılarda, işeme, dışarı-çıkma
ve üreme için tek bir organdan faydalanılması gibi
zooloji olaylarını hatıra getirmektedir.
Cinsel Birleşmenin Sadist Anlamı. Çocukların
herhangi bir şey anlamadığını düşünerek, yanlarında
cinsel birleşme yapıldığı ve böylece çocuğa bu
olayı görmek imkanı sağ"andığı zaman ; çocuk, cinsel
birleşmeyi kötü bir muamele ya da zor kullanma
sanır. Yani, bu olayı sadist bir davranış gibi görür.
Psikanaliz, ilk çocuklukta edinilmiş böyle bir izlenimin
(intibam), cinsel amacın daha sonraki yer değiştirmesinde
önemli bir rol oynadığını açıklam1-
CİNSİYET VE PStKANAUZ 131
tır. Çocuklar, cinsler arasındaki bağıntının, daha
doğrusu evliliğin ne olduğu konusunda da kafa yo ·
rarlar. Sonunda, genel olarak bu bağlantının, işeme,
ya da dışarı-çıkma sırasında gerçekleşen bir birleşme
olduğunda karar kılarlar.
Çocuk Cinsel Araştırmasının Başarısızlığı. Çocukların
ileri sürdükleri cinsel teorilerin, genel ola·
rak, çocuk cinsel hayatının bir yansıması sayılabileceği
ve garip yanılmalara rağmen, cinsel süreç (vetire)
konusunda sanıldığından fazla hakikat taşıdıkları
söylenebilir. Çocuklar, annelerinin gebeliğim
de farkeder ve bu durumu doğru bir biçimde yorumlarlar.
Çocuklan leyleklerin getirdiği söylendiği zaman
buna inanmadıkları, ama hiç bir tepki de göstermedikleri
görülür. Ne var ki, cinsel hayatta, spermanın
ve vajina deliğinin oynadığı rolü (bu rol, çocuğun
cinsel hayatında henüz ortaya çıkmamıştır),
bilmeyen çocuk araştırmalannda doğru bir sonuca
varamaz. Araştırmaları artık bir yana bırakır. Ama
bu bırakış, onun öğrenme isteğine çoğu zaman büyük
bir zarar verir. İlk çocukluk yıllarının cinsel
araştırmalarını yaparken çocuk yapayalnızdır. Bu
davranış, dünya karşısında bağımsız olarak davranmasının
ilk adımıdır. Ama aynı davranış, daha önce
sınırsız bir şekilde güvendiği ve inandığı yakınları
ile onun arasına bir yabancılığın girmesine yol açar.
132 CtNStYET VE PStKANALtZ
CİNSEL ORGANİZASYONUN GELİŞME
DÖNEMLERİ
Çocuk cinselliğinin karakterleri olarak, otoerotizmi
(cinsel nesnesini kendi vücudunda bulması)
ve kısmi içtepilerin, zevk arama ve sağlama konularında
birbirinden bağımsız ve ayrı olarak faaliyet
gösterişini ileri sürmüştük. Bu gelişmenin sonu, yetişkinlerde
gördüğümüz ve normal dediğimiz cinsel
hayattır. Normal yetişkinde zevk almak, çocuk sahibi
olmak amacının hizmetine girmiştir. Normal
cinsel hayatta, o çağa kadar tek bir erojen bölgenin
etkisinde olan kısmi içtepiler, yabancı bir cinsel
nesnede cinsel amaca ulaşmak için sağlam bir organizasyon
teşkil ederler.
Üreme-öncesi Organizasyon. Psikanaliz yardımıyla,
durdurmaları (inhibition) ve bu gelişmenin
aksaklıklarını incelediğimiz zaman bir çeşit cinsel
rejim ortaya koymuş olan içtepilerin böyle bir organizasyonun
temellerini ve ilk katlarını kurmuş olduklarını
görüyoruz. Cinsel organizasyonun bu dö·
nemleri çocuk tarafından kolayca geçilir ve bu dÖ··
nem ancak birtakım hafif belirtiler dolayısiyle farkedilebilir.
Ancak marazi hallerde, bu dönemler aktif
ve kolayca gözlenebilir duruma girerler.
Üreme bölgelerinin birinci dereceden rol oynamadığı
cinsel hayat organizasyonlanna, üreme-ön·
ClNSlYET VE PS1KANAL1Z 133
cesi dönemi diyeceğiz. Şimdiye kadar bunların misini
görmüştük. Gördüğümüz iki organizasyon hayvarı
hayatının ilkel biçimlerine bir geri dönüşü hatırımıza
getiriyordu.
Üreme-öncesi cinsel organizasyonların birincisi
ağızla ilintili (aral) olandı. Buna yamyamlığı hatırlatan
organizasyon da denebilir. Bu organizasyonda,
cinsel faaliyet henüz besin almaktan ayrılmamı§
ve iki fonksiyon arasındaki fark belirmemiştir. Bir
faaliyetin amacı öteki faaliyetin de amacıdır. Cinsel
amaç, nesnenin vücuda kaynaştırılmasından başka
ey değildir. Bu olay, daha sonra psişik hayatta çok
önemli bir rol oynayacak olan özdeşleşme (aynileşme-identification)
olayının ilk ve temel örneğidir.
Ancak hayali bir varlığı olan ve sadece patolojinin
bize öğrettiği bu organizasyonun bir kalıntısı olarak
parmak-emme faaliyetini gösterebiliriz. Gerçekten
de, parmak-emmede, beslenme faaliyetinden ayrılmış
olan cinsel faaliyet, yabancı nesnenin yerine, bu
faaliyeti yapanın vücudunun bir parçasını koymaktan
başka şey değildir (52).
İkinci bir üreme-öncesi dönemi, sadist-anal organizasyondur.
Burada, cinsel hayatın her yanında
bulunan karşıtlığın teşekkül ettiğini •görüyoruz.
Ama burada karşıtlık halinde bulunan henüz dişi
ile erkek arasındaki karşıtlık değil, aktif ve pasif
arasındaki karşıtlıktır. Buradaki aktif unsur, kaslara
bağlı bir egemenlik içtepisi olarak ortaya çıkı-
134 ClNSlYET VE PSlKANAUZ
yor. Amacı pasif olan organ yerini ise bağırsakların
mukozasının tuttuğu söylenebilir. Her iki içtepi için
de nesne hazırdır ama, bu nesneler birbirine karışmamaktadır.
Bunların yanında, otoerotik faaliyet
gösteren başka kısmi içtepiler vardır. Cinsel karşıtlık
ve yabancı nesnenin bulunuşu bu dönemde görülüyor.
Çocuk yapmak fonksiyonuna hizmet amacıyle
düzenlenmek ve organize olmak bu dönemde
henüz ortaya çıkmamıştır (53).
Çifte Yanlılık. Bu organizilsyon biçimi hayat
boyunca sürebilir ve cinsel faaliyetin büyük bir
kısmını egemenliğine alabilir. Sadizmin birinci derecede
rol oynaması ve anus bölgesinin hem dışkının
atılması, hem de cinsel faaliyete konu olması
bu cinsel organizasyona ilkel bir karakter vermektedir.
Bu organizasyonun başka bir karakteristiği
de Bleuler'in çok yerinde kullandığı gibi, çifte yanlılık
(ambivalence ) terimi ile anlatılabilecek olan
özelliktir. Bu terim karşıt içtepilerin eşit kuvvette
olduğunu dile getirmektedir.
Cinsel hayatta üreme-öncesi organizasyonlar
olduğunu ileri süren bu varsayım, nevrozların çözümlenmesine
dayanmaktadır ve nevrozlar hakkındaki
bilgi olmaksızın değerlendirilemez. Psikanaliz
araştırmalarının, normal cinsel fonksiyonun yapısı
ve gelişmesi konusunda bize gittikçe daha fazla bilgi
vereceğini ummak yanlış olmaz.
Çocuk cinsel hayatının tablosunu tamamlamak
ClNSlYC.1 VE PSlKANAUZ 135
için bir nesne seçiminin çoğunlukla, hatta her zaman
gerçekleştirildiğini (bu seçimin ergenlik çağının
karakteristiği olduğunu belirtmiştik) söylemeliyiz.
Bu nesnenin seçilmesi, bütün cinsel eğilimlerin
amaçlarına konu teşkil eden bir kimseye doğru
yönelmelerini sağlıyaca.k biçimde yapılmaktadır.
Bu durum, ergenlikten sonraki değimiyecek organizasyona,
çocukluk çağında yaklaşabilmenin ulaştığı
en uç noktadır. Ergenlikten tek farkı, çocuklukta,
kısmi içtepilerin üreme organlarının egemenliği
altında toplanmasının pek zayıf olması, ya da
hiç gerçekleşmemiş olmasıdır. Demek ki, bu egemenliğin
çocuk yapmanın hizmetine girmesi, cinsel gelişmenin
ulaştığı son dönemdir (54) .
Nesne Seçiminin iki Dönemi. Nesne seçiminin
iki dönemde ya da iki itilişte gerçekleşmesi ö
nemli bir özelliktir. tık itiliş, üç ila beş yaşlar arasında
gerçekleşmekte ve örtükllik dönemi gelince,
sona ermekte ya da bastınlmaktadır. Bu seçim döneminin
ana özelliği cinsel amaçlarının çocukça yapısıdır.
!kinci itiliş, ergenlikle birlikte başlar ve
cinsel hayatın artık değişmiyecek olan biçimini belirler.
Nesne seçiminin iki dönemde yapılması, yani
araya bir örtüklük devresinin girmesi, artık değiş·
miyecek cinsei hayatın aksaklıklarının ortaya çıkışında
önemli bir rol oynar. Çocukluk çağının nesne
seçiminin etkileri ya olduğu gibi süregider, ya da
136 CtNStYET VE PSlKANAUZ
ergenlikte yeniden canlanır. İki dönem arasındaki
bastırmalar yüzünden seçim nesnesi kullanılmaz
hale girer. Bylece ortaya konan cinsel amaçlar gittikçe
yumuşak ve bu dönemde cinsel hayatın şefkatli
yanı diye adlandırılabileceğimiz özelliği meydana
getirirler. Bu şefkatin, saygının ve hayranlığın
ardında, artık kullanılmaz hale gelen çocukluk çağının
eski kısmi içtepilerinin bulunduğunu ancak
psikanaliz araştırmaları açığa vurabilir. Ergenlik
çağının nesne seçimi, çocukluk çağının nesnelerine
yüz çevirmek ve yeni bir duygu akışı olarak ortaya
çıkmak zorundadır. Bu iki akışın birbirine katılmaması,
çoğu kere cinsel hayatın bir amacının,
yani bütün istek ve eğilimlerin tek bir insanda birleşmesi
amacının gerçekleşememesi sonucunu doğuracaktır.
ÇOCUK C1NSELL1G1N1N KAYNAKLARI
Cinsel içgüdünün kaynaklarını bulmağa çalışırken,
cinsel uyarılmanın ; (a) öteki organik süreçlerle
ilintili olarak duyulmuş bir tatminin taklit
edilmesinden, (b) erojen bölgelerin çevreden gelen
uyarmalarından, (c) kökünü, pek iyi anlıyamadığımız
bir içtepinin, sözgelimi seyretmek, ya da gaddarlık
etmek gibi bir içtepinin sonucunda ortaya
çıktığını gördük. Yetişkinlik çağı üzerinde yapılan
ClNStYET VE PSiKANALiZ
137
ve çocukluk çağının incelenmesini gerektiren psikanaliz
araştırmaları ile çocuğun doğrudan doğnıya
gözlenip incelenmesi konusundaki çalışmalar,
bize daha başka sürekli cinsel uyarılma kaynaklan
öğretmektedir. Çocuğun doğrudan doğruya gözlenmesi,
yanıltıcı verilerle uğraşmak gibi bir tehlikeyi
de birlikte getirmektedir. öte yandan, psikanaliz,
nesnesine ve sonuçlanna ancak dönüşler yaparak
ve arka yollardan giderek varabildiği ıçın
güçlükle uygulanmaktadır. Ama buna rağmen, her
iki metoddan faydalanmak yoluyla, bu konuda yeterince
kesinlik elde etmek kabildir.
Erojen bölgeleri incelerken bu bölgelerin duyarlık
bakımından daha kuvetli olduğunu görmüştük.
Bu duyarlık, belli bir ölçüye kadar bütün üstderide
bulunmaktadır. Bu bakımdan, derinin genel
duyarlığının bazı biçimlerinin erojen bir faaliyetle
açıklanabileceğini öğrendiğimiz zaman şaşırmamamız
gerekir. Bunlar arasında, hepsinden önce, ısıya
karşı gösterilen duyarlığı söylemeliyiz. Bu, sıcak
banyoların terapötik etkilerini anlamamız konusunda
da bize yardım edebilir.
Mekanik Uyarılmalar. Bu arada, vücudun ritmik
ve mekanik bir biçimde sallanmasından doğan
cinsel uyarılmadan da söz etmeliyiz. Uyarıcı etkileri,
deriyi etkileyenler ve kaslarla eklemleri etkileyenler
olmak üzere ikiye ayırmak kabildir. Şimdilik
"cinsel uyarılma" ve "tatmin" kelimelerini
138 C1NS1YET VE PSlKANAUZ
ayrı tutmaksızın
kullanacağımızı ve aralarındaki
farkı daha sonra açıklayacağımızı bildirmemiz doğru
olur. Bu çeşit bir zevkin, mekanik uyarımlarla
sağlandığının en sağlam delili, çocukların salıncak
gibi pasif hareket temeline dayanan oyunlardan
hoşlanmaları ve bunlardan hiç bir zaman bıkmamalarıdır
(55). Salıncağın, huysuz çocukları uyutmak
için kullanıldığını da biliyoruz.
Otomobille ya da
trenle yapılan bir yolculuk sırasında duyulan sarsıntılar
çocukların o kadar hoşuna gider ki, çocukluğunda
hiç olmazsa hayatında bir kere şoför, ya da
makinist olmak istemiyen kimseye rastlamak kabil
değildir. Çocuklar, şimendiferle ilintili her şeye karşı
öyle esrarlı bir ilgi duyarlar ki, hayal gücü çağına
eriştikleri zammı, yani ergenlikten hemen sonra,
şimendiferi belirli bir cinsel sembolizmin
temeli
haline getirirler. Şimendifer yolculuğunu cinsellik
ile bağlantı haline getirınek,
hareket duyumunun
zevk verici özelliğinden doğmaktadır. Daha sonraları,
bastırmanın etkisiyle bu çocukça sevgi ve düşkünlükler
tam terslerine dönüştükleri zaman, sözü
geçen hareketlerden hoşlanan çocuklar, yetişkin haline
gelince, aynı hareketlerden mide bulantısı duymaya
ve tren yolculuğu yaptıkları zaman yorgunluktan
bitkin bir hale gelmeğe başlarlar. Ya da seyahat
sırasında tedirginlik ve boğuntu duyarak V·
kazalardan korkarak, kendilerini bu acı verici tecrübenin
tekrarlanmasına karşı korumuş olurlar.
ClNSlYET VE PSlKANAUZ 139
Korku ve mekanik sarsıntının bir arada bulunuşunun
çok feci isterik traumalara yol açmasını
da bu açıdan ele alarak açıklamak gerekir. Önemsiz
bir ölçüde, cinsel uyanın kaynağı olabilen bu
olayların, aşırı bir ölçüde kendilerini gösterdikleri
zaman, cinsel işleyişte önemli aksaklıklara sebep
olduklarını kabul etmek gerekmektedir.
Kas Faaliyeti. Çocukların kas faaliyetine geniş
ölçüde ihtiyacı olduğu ve bu ihtiyacın tatmin
edilmesinden büyük bir zevk duydukları bilinmektedir.
Ama bu zevkin cinsellik ile ilintili olup olmadığını,
kendi içinde bir cinsel tatmini kapsayıp
kapsamadığını, ya da cinsel bir uyarımın kaynağı
olup olmadığını söylemek başka bir işdir. Bunlara
karşı gelmek, yukarda açıkladığımız düşünceye,
yani pasif hareketlerden ·edinilen duyumların cinsel
bir karakter taşıdığı ya da cinsel bakımdan u
yarıcı oldukları düşüncesine de karşı gelmek demektir.
Bununla birlikte, birçok kimsenin üreme
organlarındaki ilk uyarımı, oyun arkadaşları ile
çekişirken ya da güreşirken duymuş oldukları da
bir gerçektir. Bu durumda, kas faaliyeti önemli bir
rol oynadığı gibi, güreşilen kimsenin derisine değmenin
de önemli bir rol oynadığı besbellidir. Belli
bir kimseyle kas ve kuvvet bakımından yanşmaya
girmeyi istemek (daha sonraki yıllarda konuşma
bakımından yarışmaya girmek gibi) bu kimsenin
aşk nesnesi olarak seçilmiş olduğunun sağlam bi::
140 CiNSiYET VE PSiKANALiZ
delilidir. "Was sich liebt, das neckt sich" (Sevişenler,
birbirlerini iğnelemekten geri kalmazlar). Güreş
ile cinsel uyarılma arasında çocukluk çağında
gerçekleştirilen ilinti daha sonraki cinsel davranışlann
belirleyici bir temeli olur (56) .
Duygusal Süreç. Çocuğun öteki uyarılma kaynatları
daha kolayca gözlenebilir. Dolaysız gözlem
ve gerilere giden incelemeler
sayesinde, her çeşit
şiddetli duygu sürecinin, hatta dehşete düşürücü
uyarımlann bile cinselliği etkilediği anlaşılmıştır.
Ayrıca bu sözü geçen heyecanların, marazi etkiRi
konusunda da bizi aydınlatabilir. Okul çocuğunun,
bir imtihan ya da güç bir ödevi yerine getirmek
için harcadığı dikkat yüzünden cinsel belirtiler gösterdiğini
ve okulla arasındaki bağlantıyı şu ya da
bu şekle soktuğunu görüyoruz. Bu çeşit heyecanlar
(uyanmlar) içinde çocuk, üreme organlarına dokunmaya
zorlayan bir duyuma kapılır, ya da kötü ve
tatsız sonuçlar veren bir kirlenme-benzeri durumla
karşılaşır. Çocuğun, öğretmenler tarafından genel
olarak pek anlaşılmayan okul davranışları, yeni yeni
gelişen cinselliği açısından ele alınmalıdır. Korku,
yılgınlık ve boğuntu gibi duyguların cinsel uyanmlar
doğurmaları yetişkinlerin birçoğunun bildiği ve
yaşadığı bir olaydır. Birçok kimsenin bu çeşit duyumlar
aramalarını, ama onların birtakım özel şartlarla
hafifletilerek
sağlıyacak halleri
gerçek-dışı gibi görülmelerini
(kitap okumak, tiyatro seyret-
CtNStYET VE PStKANAUZ 141
mek) tercih etmelerini de ancak bu bakımdan açıklayabiliriz.
Acı doğuran duyguların çeşitli şartlar dolayısiyle
hafifletildikleri durumlarda, erojen sonuçla!'
sağlayabildiklerini kabul edecek olursak, bu psişlk
gerçekte, sadist-mazoşist içtepinin köklerini bulmuş
ve böylece çok karmaşık bir nitelik taşıyan sadistmazoşist
eğilimlerin temeli hakkında daha fazla bilgi
edinmiş oluruz (57) .
Fikir Çalışması. Dikkatin herhangi bir fikir
problemi üzerinde toplanmasına ya da genel ola11-k
zihni gerilim denilen şeye, (gençlerin birçotunda
ve yetişkinlerde ) cinsel bir uyarımın eşlik ettiğini
biliyoruz. Bu, sinir hastalıklarının etiolojisini zihni
sürmenaja dayandıran ve üzerinde çok tartışılan
teorinin biricik temeli olarak görülebilir.
Çocuğun cinsel uyarımlannın kaynaklan ile
ilgili örneği ve gözlemleri (bunlar eksiksiz değildir)
özetliyecek olursak, şu temel ilkeleri ortaya atabiliriz
: Özü anlayışımızı aşan cinsel uyarılma süreci
(vetiresi) çeşitli nedenlerin etkisi altında harekete
gelmektedir. Bu etkiler, dolaysız olarak duyarlığa
sahip deri yüzeylerinin ve duyum organlarının uyarılmasıdır.
Daha dolaysız olan etkiler ise, kendilerini
erojen denilen bölgeler üzerinde duyurmaktadırlar.
Bütün bu çeşit cinsel uyarımların kriteri (kıs··
tası ) uyarımların niteliğinde aranmalıdır. Ama şiddet
faktörünün (özellikle acı duymada) önemsiz ol-
142 CtNStYET VE PStKANALiZ
madığını da unutmamak gerekir. Bundan başka, o.rga.nizmada
bulunan bazı yatkınlıkların, bazı iç süreçler
doğurduklarını ve bu süreçler belli bir niceliğe
ulaşınca cinsel uyarılmayı ek bir etki olarak
ortaya çıkardıklarını söylemeliyiz. Cinselliğin kısmi
içtepileri diye adlandırdığımız şeyler ya cinsel uyarımın
bu iç kaynaklarından doğrudan doğruya türemişler,
ya da bu kaynakların ve erojen bölgelerin
etkilerinin bir araya gelmesinden doğmuşlardır. Organizmada
ortaya çıkıp da cinsel içgüdünün uya-·
rılmasına şu ya da bu biçimde katılmayan önemli
bir şeyin mevcut olmadığını söylemek yanlış olmaz.
Şimdilik bu genel düşünceleri daha apaçık bir
biçimde açıklamak mümkün değil. Bunun da iki nedeni
var : Birincisi, bu çeşit araştırmaların yeniliği,
ikincisi de, cinsel uyarmanın özünün ne olduğunu bilmeyişimiz.
Bununla birlikte, gelecekte geniş ufuklar
açacağını sandığım iki nokta üzerinde durmak istiyorum
:
Cinsel Bünye Farkl,arı. (a) Yukarıda, doğuştan
getirilen çeşitli cinsel bünyelerin (yapıların ) çeşitliliğini
erojen bölgelerin gelişimindeki farklara indirgemenin
mümkün olduğunu görmüştük. Şimdi aynı
şeyi, cinsel uyarılmanın dolaylı kaynaklarını ele
alırken yapabiliriz. Bu çeşitli kaynakların bütün birylerin
bir iş gördüğünü kabul etmekle birlikte, her
bh-eyde aynı kuvvette ortaya çıkmadığını ve çeşitli
cinsel bünyelerin meydana gelmesinin cinsel uy '.
CiNStYET VE PStKANALiZ
rılrnanın tercihe konu olan bireysel kaynaklarında
bulunabileceğini ileri sürebiliriz (58) .
Karşıt Etkilerin Yolları. Cinsel uyarımların
kaynağı sözünü kullanırken faydalandığımız mecazı
bir yana bırakarak, şimdi öteki fonksiyonlardan
cinselliğe götüren bütün yolların ters yönde de geçilebileceğini
kabul edebiliriz. Sözgelimi; her iki
fonksiyonu da birlikte yapabilen, ağız bölgesi besin
alınma sırasında cinsel tatmine yol açıyorsa, yine
aynı fonksiyon, bu ortaklaşa erojen bölgenin işleyişi
aksaklığa uğratıldığı zaman, besin almak konusunda
görülen güçlükleri de açıklamalıdır. Dikkatin
bir konu üzerinde toplanmasının cinsel uyarım doğurabildiğini
öğrenince, ters yönde işleyen cinsel
heyecanın iradi bir biçimde dikkat gösterip gösterememek
üzerinde etkisi olduğunu da kabul etmemiı
gerekir. Cinsel sürecin aksaklıklarına geri götürebildiğim
nevroz belirtilerinin büyük bir kısmı, kendisini
cinsel olmayan öteki organik fonksiyonlann
aksaklıklarında açığa vurmakta ve bugüne kadar
anlaşılmayan bu etki, cinsel uyarımların ortaya çıkışını
kontrol eden etkilerin öteki yüzü olarak düeünüldüğü
aman, daha kolay anlaşılır bir şey haline
gelmektedir.
Cinsel aksaklıkların öteki somatik fonksiyonlar
üzerinde yansırken takibettiği yollar, normal bir
kimsede çok önemli olan bir başka faaliyete hizmet
etmektedir. Cinsel içtepilerin cinsel olrnıyan amaç-
144
ClNSlYET VE PSlKANAUZ
lara yönelmesi, yani cinselliğin yüceltilmesi olayı,
bu yollar vasıtasiyle mümkün olmaktadır. Bununla
birlikte, varolduğundan ve her iki yönde de işlediğinden
emin olduğumuz bu yollar hakkında pek az
kesin bilgiye sahip olduğumuzu söyliyerek bu araştırmamızı
sona erdirmek zorundayız.
OÇONCO DENEME
ERGENLİKTE ORTAYA ÇIKAN DEC1Ş1MLER
Ergenlikle birlikte, çocuk cinsel hayatım son
şekline getirecek olan değişiklikler ortaya çıkınağa
başlar. O çağa kadar otoerotik karakter taşıyan cinsel
içgüdü, cinsel nesneye yönelıneğe koyulur. Cinsel
içgüdü, ergenliğe kadar birbirinden ayrı olarak
cinsel zevke yönelen kısmi içtepilerde ve erojen bölgelerde
dile geliyordu. Ergenlikle birlikte, yeni bir
cinsel amaç ortaya çıkar. Bu amacın ortaya konulmasına
bütün kısmi içtepiler katılırlar. Aynı zaman·
da, erojen bölgeler, üreme bölgesinin yönetimine girer
(59) . Ortaya çıkan yeni cinsel amaç, cinslere
göre farklılık gösterdiği için, erkek ve dişinin cinsel
gelişimi ayrı yönlerde gerçekleşmeğe başlar. Erkeğin
gelişimi daha kolay anlaşılan bir yol çizdiği
halde, kadının gelişiminde bir çeşit geriye dönüş
ortaya çıkıyor gibi görünür. Cinsel hayatın normalliği,
cinsel nesneye ve amaca yönelmiş olan iki
ayrı akışın, birbirine katışması ile sağlanabilir. Bu,
bir tünelin iki karşıt yönden açılmasına benzer bir
olaydır.
F. 10
146 CİNSİYET VE PStKANALtZ
Erkeğin yeni cinsel amacı, cinsel ürUnUn dışarı
atılmasıdır. Bu, zevk elde etmek biçiminde ortaya
çıkan eski cinsel amaç ile çelişme halinde değildir.
Tam tersine, ulaşılabilen en büyük zevk, cinsel silrecin
bu son faaliyetine sıkı sıkıya bağlanmıştır.
Cinsei içgüdü, böylece çocuk yapma fonksiyonunun
hizmetine girer. Yani, bir bakıma, özgeci (diğerkam)
bir özellik kazanır. Bu değişimlerin başarıya
ulaşması için, değişim sürecinin temel eğilimlere ve
içtepilerin bütün özelliklerine uygun düşecek biçimde
gerçekleşmesi gereklidir.
Yeni topluluklar ve birleşmeerin karmaşık bir
mekanizma içinde gerçekleştiği her yerde olduğu gibi,
burada da yeni düzen yerine iyice oturmadığı
zaman, marazi aksaklıkların ortaya çıkması ihtimali
vardır. Cinsel hayatın bütün marazi aksaklık·
larını, gelişmenin durdurulmaları (engellenmesi)
olarak görmek yanlış olmaz.
ÜREME BÖLGELER1N1N üSTONLüQü VE
tt.KEL ZEVK
Açıkladığımız gelişmenin başlangıcı ve son amacı
kolayca görülmektedir. Ama aradaki geçiş dönemlerini
iyice bilmiyoruz. Bu konuda çözemediği·
miz birçok problemler var.
Ergenliğin en belirgin özelllği, onun karakte-
C1NS1YET VE PSlKANALlZ 147
ristiği sayılmıştır. Bu özellik çocukluğun örtüklük
çağıncia gelişmesi
nisbeten durdurulmuş olan dış
üreme organlarının, göze çarpacak biçimde gelişmesidir.
Aynı zamanda iç üreme organları da cinsel
ürün verecek, ya da yeni bir varlık dünyaya getirmek
amacıyla bu ürünleri kabullenebilecek hale gelmiştir.
Böylece, çok karmaşık bir aygıt (cihaz) gelecekte
kullanılmak üzere hazırlanmış olur.
Bu aygıt, uyarımlarla harekete getirilebilir.
Gözlemler, bu uyarımların üç yoldan etkilediğini öğretiyor
bize : 1 - Erojen bölgeler yoluyla dış' dünyadan,
2 - Henüz iyice bilmediğimiz yollarla iç organik
dünyadan, 3 -
Dış izlenimleri ve iç uyarımları
içinde toplayan psişik hayattan. Bu üç yol, "cinsel
uyanlma" dediğimiz ve hem psişik, hem de somati.k
belirtilerle kendini açığa vuran durumu ortaya
çıkanrlar. Psişik belirti, hemen giderilmesi gereken
ruhsal bir gerilim halinde ortaya çıkar. Çeşitli somatik
belirtiler arasında, üreme organlarında görülen
değişmeler en önemlisidir. Bu değişikliklerin biricik
anlamı, cinsel birleşmeye hazırlık yapılmasıdır
(penisin sertleşmesi ve vajinanın salgıları).
Cinsel Gerilim. Cinsel gerilimin karakteri belli
bir problemi kendisiyle birlikte getirmektedir. Bu
güç problemin çözülmesi cinsel sürecin yorumlanması
bakımından çok önemlidir. Modern psikolojideki
fikir aykırılıklarına rağmen, ben, her gerilim
duygusuna bir hoşnutsuzluğun eşlik ettiğini söyliye-
148 CtNSIYET VE PS1KANAL1Z
cegım. Çünkü gerilim duygusu, psişik dunıınun değiştirilmesi
amacına yönelmektedir. Zevk sözkonusu
olsaydı, böyle bir değiştirme ortaya çıkmazdı. Ama
cinsel uyarılmadan doğan gerilimi hoşnutsuzluk duyguları
arasında sayarsak, bu gerilimin zevk vermesi
gerçeğiyle çelişmeye düşmüş oluruz. Cinsel uyarılmadan
doğan gerilim her yerde zevk duygusuyla
birlikte ortaya çıkıyor, hatta üreme organlarının
hazırlık değişikliklerinde bile açıkça duyulan bir
tatmin vardır. Öyleyse, hoşnutsuzluk yaratan gerilim
Tle bu zevk duyma arasındaki bağlantı nedir ?
Zevk ve acı problemi, günümüzün psikolojisinin
en zayıf olduğu noktalardan biridir. Biz, üzerinde
durduğumuz konuda bir şeyler öğrenmeğe çalışacağız.
Yoksa, problemi bütün olarak ele alacak değiliz.
Önce erojen bölgelerin ortaya çıkan yeni duruma
nasıl uyduklarını gözden geçirelim ( 60) . Cinsel uyarılmanın
hazırlanışında bu bölgelere çok önemli bir
rol düşmektedir.
Cinsel nesneden en uzak bir bölge olan göz, bize
güzellik duygusunu veren özel uyanlrna niteliğini
tanıtarak, cinsel nesnenin ele geçirilmesinde önemli
bir rol oynar. Cinsel nesnenin niteliklerine "çekici"
(uyarıcı) deriz. Bu çekiş, bir yandan belli bir zevkle
ilintilidir, öte yandan ya cinsel uyarılmanın şiddetini
arttırır, ya da bulunmadığı zaman onun ortaya
çıkmasına yol açar. Bir başka erojen bölgenin uyarılması,
sözgelimi elin değmesi eklendiği zaman so-
CtNStYET VE PS1KANAL1Z 149
nuç farklı değildir. Bu durumda bir yandan hazırlık
değişikliklerinden doğan zevk daha önce duyulan
zevki arttırır, öte yandan gittikçe artan bir zevk duyulmıyacak
olursa, şiddetli bir hoşnutsuzluk duygusuna
yol açacak olan bir cinsel gerilim artışı ortaya
çıkar.
Cinsel bakımdan uyarılma halinde bulunmayan
bir kimsede, aynı anda bir erojen bölgenin (sözgelimi
bir kadının göğüsü) dokunmayla uyarılışını gözönüne
getirecek olursak, durumu daha açıkça anlamış
oluruz. Bu dokunuş tek başına, bir zevk duyulmasına
yol açar. Ama aynı zamanda daha faz:a zevk
duymak ihtiyacını doğuran bir cinsel uyanma sebep
de olabilir. Duyulmuş olan zevk, nasıl oluyor da
daha fazla zevk duymak isteğini uyandırıyor ? Cevabı
verilmesi gereken problem işte budur.
ilkel Zevk Mekanizması. Sözünü ettiğimiz durumda,
erojen bölgelerin oynadığı rol apaçıktır. Bu
bölgelerden birisi için doğru olan ötekiler için de
geçerlidir. Erojen bölgeler, kendi öz uyarılmaları
ile belli ölçüde zevk sağlamak ödevini görürler. Duyulan
bu zevk, gerilimi arttırır ve artan gerilim cinsel
birleşmenin yapılması için gerekli enerjiyi sağlar.
Birleşmenin sondan bir önceki merhalesi bir erojen
bölgenin gerekli biçimde uyarılmasıdır. Yani
penisin başının kendisine en uygun olan vajina mukozası
tarafından uyarılmasıdır. Bu uyarılmanın
sağladığı zevk, bu sefer refleks yoluyla üreme or-
150
CiNSiYET VE PSiKANALiZ
ganı ürünlerini (tohumlan) dışarı atar. Bu son
zevk, şiddet bakımından ötekilerden daha yüksektir
ve mekanizması bakımından da onlardan aynlır.
Bu zevk, tohumun dışarı atılmasiyle eksiksiz olarak
gerçekleşmiş olur. Bu, hem zevk, hem de aynı zamanda
tatmindir. Böylece, libidonun gerilimi bir süre
için orta.dan kalkar.
Birisi erojen bölgelerin uyarılmasından, öteki
de cinsel ilrilnün dışarı atılmasından doğan bu iki
zevk arasındaki farkı iki ayn kelimeyle belirtme!>:
yanlış olmaz sanırım. Bu zevklerin birincisine, ilkelzevk,
ikincisine de son-zevk, ya da cinsel birleşmenin
tatmin edici zevki denebilir. Demek ki, ilkel-zevk,
çocuk cinsel içgüdüsünün sağladığı ama, şiddeti daha
az olan zevklerden farksızdır. Oysa, son-zevk ortaya
yeni çıkmış olan ve belki de ilk olarak ergenlik ça.
ğında görülen şartlara bağlı bulunan bir zevktir. Öyleyse,
erojen bölgelerin yeni fonksiyonunu şöyle açıklayabiliriz
: Erojen bölgeler, ilkel-zevk aracılığı ile
daha büyük bir tatmin-zevk sağlamak ödevini yerine
getirirler. Erojen bölgeler bu ilkel-zevki çocukluk
çağında da sağlıyorlardı.
Üst dereceden bir tatminin, ilk çekicilik değerini
taşıyan daha hafif duyumlar sayesinde elde
edildiğini, başka bir psişik alandan aldığım bir örnekle,
açıklamıştım. Bu örnek, bize zevk duyma denilen
olayın özüne yaklaşabilme imkanı sağlamıştı.
ilkel-Zevkin Tehlike"leri. Bununla birlikte, ilkel-
ctNStYET VE PStKANAUZ 151
zevkin çocuk hayatı ile birlikte bulunması, bu zevkin
patojenik bir rol oynayabilmesi dolayısiyle daha
kuvvetlenmiştir. İlkel-zevkin dile geldiği mekanizmada,
normal cinsel amaca ulaşma konusunda
besbelli bir tehlikenin bulunduğu kolayca görülür.
Cinsel birleşmeye hazırlayıcı sürecin herhangi bir
bölümünde çok fazla ilkel zevk ve çok az gerilim
varsa, bu tehlike ortaya çıkmış demektir. Böylece
cinsel sürecin yürümesini sağlayan asıl itki ortadan
kalkar ve cinsel faaliyetin geçeceği yol adamakıllı
kısalır. Bunun sonucu olarak hazırlık faaliyetleri,
normal cinsel amacın yerini alır. Tecrübeler, böyle
zararlı bir durumun bu işe yol açan erojen bölgenin
ya da kısmi içtepinin, çocukluk çağında olağanüstü
fazlalıkta zevk sağlamış olmasından ileri geldiğinı
göstermiştir. Bu durumu kuvvetlendiren başka nedenler
de varsa, ergenlikten sonraki yıllarda, ilkelzevkin
yeni bir düzene girmesinin önüne geçen bir
zorlama ortaya çıkabilir. Nitekim, sapıklıkların birçoğunun
temelini burada aramak gerekir. Sapıklık,
cinsel sürecin hazırlık faaliyetlerine takılıp kalmaktan
başka şey değildir.
Çocukluk yıllarında, üreme bölgelerinin üstünlüğünü
sağlıyacak hazırlıklar gerçekleşmişse, ilkelzevkin
aşırılığı yüzünden cinsel mekanizmanın işle ·
yişinin başarısızlığa uğramasının onune geçilmiş
olur. Çocukluğun ikinci yarısındaki (sekiz yaşından
eenliğe kadar) hazırlıklar bu sonucu sağlıyacak:
152
CtNSlYET VE PS1KANALtZ
yönde yapılıyor gibi göıiinmektedir. Bu yıllarda.
üreme bölgeleri, olgunluk çağındakinden pek az farklı
bir davranış gösterirler. Bu bölgeler uyancı duyumlara
yataklık ederler ve öteki erojen bölgelerin
tatmini yoluyla herhangi bir zevk duyulduğu zaman
bu bölgelerde hazırlık değişiklikleri ortaya çıkar.
Böylece ortaya çıkan etkinin hiçbir amaca ulaşamıyacağı,
yani cinsel sürecin devam etmesine faydası
olamıyacağı besbellidir. Tatmin zevkinin yanısıra.
çocuklukta belli bir cinsel gerilimin ortaya çıktığı
da doğrudur. Ama bu gerilim sürekli ve şiddetli değildir.
Böylece, cinselliğin kaynaklannı incelerken,
sözkonusu olan sürecin hem cinsel tatmin, hem de
cinsel uyarılma olarak etkilediğini ileri sürmemizin
yanlış olmadığı ortaya çıkmış bulunuyor. Bu, hakikati
ararken, ilk bta çocuk cinselliği ile olgunluk
çağının cinsel hayatı arasındaki farkı gerektiğinden
fazla büyüttüğümüzü ve şimdi bu hatayı düzelttiğimizi
de gösteriyor. Çocuk cinselliğinin eğilimleri
normal cinsel hayattan uzaklaşmaları belirlemekle
kalmaz, aynı zamanda, cinsel hayatın olgunluk çağındaki
normal oluşumlarını da belirler.
CİNSEL UYARILMA PROBLEMİ
Erojen bölgelerin tatmini ile aynı zamanda ortaya
çıkan cinsel gerilimin nereden geldiği ve yapı-
CtNStYET VE PSlKANALtZ 153
sının . ne olduğu hakkında hiçbir açıklama yapmadık.
Bu gerilimin, şu ya da bu biçimde zevkin kendisinden
doğması ihtimali pek zayıftır. Ayrıca, böyle
bir açıklamayı ileri sürmek de kabil değildir. Çünkü
cinsel ürünün dışarı atılması ile duyulan en şiddetli
zevk sırasında gerilimin arttığı değil, ortadan
kalktığı görülmektedir. Demek ki, zevk duyma ile
cinsel gerilimin birbirlerine ancak dolaylı biçimde
bağlı olduklarını kabul etmemiz gerekiyor.
Cinsel Ürünlerin Oynadığı Rol. Ancak cinsel
ürünlerin dışarı atılmasiyle cinsel uyanlmanın normal
bir biçimde sona ermesi gerçeğinin yanısıra, cinsel
gerilimin bu ürünlerle bağlantılı olduğunu gösteren
başka gerçekler de vardır. Cinsel perhiz durumlannda,
üreme aygıtı bir yük gibi hissettiği
ürünlerden geceleyin, zevk dolu bir cisel birleşme
rüyası görmek yoluyla kendini kurtarabilmektedir.
Bu boşalma olayı zaman zaman, ama az-çok düzenli
aralıklarla ortaya çıkar. Bu olayı (gece kirlenmeleri-ihtilam)
açıklamak için, cinsel birleşmenin
yerine, bir aldatıcı rüya koyarak amacına kısa yoldan
varan cinsel gerilimin, cinsel ürün (tohum) haznelerinde
toplanan spermanın çokluğundan doğduğunu
ileri sürenler olmuştur. Cinsel mekanizmanın
güçten düşmesi ile ilintili tecrübeler de bunu doğrulamaktadır.
Tohum yedeği tükendiği zaman, cinsel
birleşme fiilini yapmak imkansızlaştığı gibi, erojen
bölgelerin de gerektiği gibi uyanlabilme niteliğini
154
CINSlYET VE PSiKANALiZ
kaybettikleri görülmektedir. Uygun vasıtalar ile uyarıldıkları
zaman bile bu bölgeler artık zevk sağlıyamazlar.
Bu olay, erojen bölgelerin uyarılabilmesi
için belli ölçüde cinsel gerilimin gerekli olduğunu da
göstermektedir.
Böylece, pek yaygın olduğunu sandığım bir
\.arsayımı (faraziyeyi ) kabul etmek gerekmektedir.
Bu varsayıma göre, cinsel gerilimi sağlayan ve sürdüren
şey, cinsel ürünlerin birikmesidir. Bu ürünlerin
içinde bulundukları haznelerin cidarlanna yaptıkları
basınç, omurilik merkezini etkileyecek ve bu
etki daha sonra yüksek merkezlere geçerek, bildiğimiz
gerilim duygusu halinde bilinçte ortaya çıkacaktır.
Erojen bölgelerin uyanlmasının cinsel gerilimi
arttırması da bu bölgelerin daha önceden teşekkül
etmiş ilintilerle bu merkezlere bağlanmış oldukları
ileri sürülerek açıklanacaktır. Uyarmayı gittikçe
artıran bu merkez etkileri, cinsel uyanmın belli bir
şiddete varmasiyle cinsel birleşme olayına yol açacak,
ya da bu şiddet elde edilmezse cinsel ürünlerin
çıkarılması ile yetineceklerdir.
Krafft-Ebing'in cinsel süreci anlatırken başvurduğu
bu teorinin zayıflığı sadece olgun erkeğin cinsel
faaliyetleri gözönünde tutularak i:eri sürülmüş
olması ve çocuğun, kadının ve iğdiş edilmiş erkeğin
cinsel fonksiyonlarına bu teoride pek az dikkat edilmiş
olmasıdır. Çocuk, kadın ve iğdiş edilmiş erkekte,
olgun erkekte olduğu gibi, bir tohum birikmesin-
CtNStYET VE PSlKANALtZ
155
den söz etmemiz mümkün değildir. Bu yüzden, teo
riyi genel olarak uygulamamız güçleşmektedir. Bu·
nunla birlikte, sözü geçen bu durumlardan bazılarının
yukarki teorinin kapsamına girdiği görülmektedir.
Ama yine de, cinsel ürünlerin birikmesi faktörüne,
yerine getiremediği fonksiyonları yüklemekten
(izafe etmekten) kaçınmalıyız.
iç Üreme Organlarının Onemsenmesi. Cinsel
uyarılmanın belli bir ölçüye kadar. cinsel ürünlerin
ortaya konmasından bağımsız olduğu, iğdiş edilmiş
erkekler üzerinde yapılan gözlemlerden çıkanlabilir.
Hadım dediğimiz bu erkeklerde ameliyatın yarattığı
eksiklik kimi zaman libidoyu etkileyememektedir.
Ama ameliyat yapılırken gözönünde tutulan sonuç,
genel olarak gerçekleştirilmektedir. Demek ki C.
Rieger'in de söylediği gibi, olgun çağlarda erkek tohumlarını
salgılayan bezlerin kaybedilmesi, bireyin
psişik hayatında yeni bir etki ortaya çıkarmamaktadır.
Tohum salgı bezleri bir kimsenin cinselliğini
gerçekten dile getirmezler. İğdiş edilmiş erkeklerle
ilgili tecrübeler, kadın yumurtalıklarının alınmasından
doğacak sonuçlar hakkında eskiden beri bildiğimizi,
yani, tohum salgı bezleri çıkarıldığı zaman
cinsel karakterin kaybolmadığını doğrulamaktan
başka bir şey yapmamıştır. Ergenlikten önce yapılan
iğdiş edilme ameliyatının cinsel karakterleri belli
bir ölçüye kadar ortadan kaldırdığı doğrudur. Ama
bu durumda. cin.şel salgı l;ıezlerinin kaybedilmesi ile
156
CtNStYET VE PStKANALtZ
birlikte, bu kaybedişle ilintili olarak gelişmenin engellenmiş
olduğunu da unutmamamız gerekir.
K'myasal Teori. Yumurtalıkların ve erkek cinsel
salgı bezlerinin alınması üzerinde yapılan tecrübeler
ve bu çeşit yeni organların bazı omurgalılara
aşılanması (Lipschütz ) cinsel uyarılmanın kaynak ·
larını aydınlatmış ve tohum birikiminin oynadığı rolün
sanıldığından daha önemsiz olduğunu göstermiştir.
Deneme yoluyla bir erkeği dişiye ve bir dişiyi
erkeğe çevirmek mümkün olmuştur. Bu değişmeler
sırasında, hayvanın psikoseksüel karakteri somatikseksüel
karakterlerine bağla kalmakta ve onlarla
birlikte değişikliğe uğramaktadır. Ama cinselliği belirleyen
bu etki, özel hücreleri (sperma ve yumurta)
doğuran salgı bezlerinden gelmemektedir. Bu etki,
yukarda adı geçen bilginlerin "ergenlik salgı
bezleri" diye adlandırdıkları ara-dokudan gelmektedir.
Gelecekteki araştırmaların, ergenlik salgı bezlerinin
çifte-cinslilik karakteri taşıdıklarını göstermesi
ve böylece, gelişmiş hayvanların çifte-cinsliliğinin
anatomik bakımdan temellendirilmesi muhtemeldir.
Cinsel uyarılmanın sağlanması ve cinsel karakterlerin
belirmesi konusunda etki yapan biricik
organın bu bezler olmaması ihtimali de vardır. Her
ne olursa olsun, bu yeni buluşlar, tiroid bezinin cinsellik
konusunda oynadığı rol hakkında, bugüne kadar
bildiklerimiz ile bağdaşmaktadır. Böylece, üre.
me salgı bezlerinin ara-dokularının belli özellik ta-
ClNSlYET VE PSlKANALtz 157
şıyan kimyasal maddeler çıkardıklannı ve bunların
kana karışarak merkezi sinir sisteminin bazı parçalarını
cinsel bir gerilimle doldurduğunu ileri sürebiliriz.
Bu çeşit toksik uyarımların özel organik uyarımlar
haline dönebileceğini, vücuda sokulan başk:ı
toksik ürünlerin yaptığı etkilerden biliyoruz.
Cinsel sürecin başlamasına yol açan salt toksik,
ya da fizyolojik uyarımları varsayımsal bir biçimde
de olsa incelemek konumuzun dışında kalmaktadır.
Aslında bu özel varsayımın büyük bir değeri
olduğunu sanmıyorum. Bu, varsayımdaki orijinal
yanı, yani cinselliğin kimyasal özellikleri olduğunu
belirten yanı kabul eden herhangi bir varsayımı,
onun yerine koyabilirim. Çünkü, keyfi gibi
görünen bu varsayımın en önemli yanı, şimdiye kadar
pek dikkat edilmeyen çok ilgi çekici bir olaya
dayanmasıdır. Cinsel hayatın aksaklıklanndan başka
bir şeye geri götürülemiyen nevrozlar, klinik bakımdan
zevk verici zehirli maddelerin (alkaloid) nUrekli
olarak alınmasından doğan zehirlenme olaylanna
çok benzemektedirler.
LİBİDO TEORİSİ
Cinsel uyanlınanın kimyasal temelleri ile ilintili
olarak ileri sürülen varsayım, cinsel hayatın psişik
belirişlerini açıklamak ve yönetmek için ortaya
158
CtNStYET VE PSlKANALtZ
attığımız yardımcı kavramlar ile çok iyi bağdaşmaktadır.
Cinsel uyanın alanındaki
süreçleri ve değişimleri
ölçmemize yarayan ve nicelik bakımından
değişken bir kuvvet olarak tasarladığımız libido
kavramını daha önce ortaya atmıştık. Libidoyu, özel
kaynaklan sözkonusu olınası bakımından bütün psi ·
şik süreçlerin temelinde bulunan enerjiden ayırmış
ve libidoya niteliksel bir karakter de vermiştik. Libidoyu,
bütün öteki psişik enerjilerden ayn tutarak,
organizmanın cinsel süreçlerinin, kimyasal özellik
dolayısiyle beslenme süreçlerinden farklı olduğunu
ileri süren varsayımı dile getirmiştik. Sapıklıklann
ve nevrozların çözümlenmesi, bu cinsel uyanl.manın
sadece üreme organları denilen bölgelerden değil,
vücudun bütün organlanndan gelebildiğini bize öğretmişti.
Böylece, psişik karşılığı ego-libido olan bir
lilJido..quantum (libido niceliği ) kavramını ortaya
koymuştuk. Bu ego-libldo'nun ortaya çıkması, art·
ması, dağılması ve yer değiştirmesi görünürdeki
psikoseksüel fenomenlerin açıklanması imkanını sağlamış
oluyordu.
Ama ego-libido'nun,
psikanaliz incelemelerine
konu olabilmesi için, psişik enerjisini cinsel nesne·
lere yöneltmesi ya da yatırması, yani nesne-libido'su
haline gelmesi gerekiyordu. Ancak o zaman, nesneler
üzerinde durduğunu, onlara bağlandığını; ya da
bu nesneleri bırakıp başkalarına yöneldiğini ve bu
durumlar içinde bireyin cinsel faaliyetlerine yön ver-
ctNSlYET VE PStKANALlZ 159
diğini ; daha doğrusu libidonun kısmi ve geçici olarak
ortadan kalktığını görüyorduk. Nevrozlar dediğimiz
hastalıkların (saplantılı nevrozlar ve isteriler)
psikanaliz ışığında incelenmesi bize bu konuda
sağlam bilgiler vermektedir.
Nesne-libidosuna gelince, onun nesneden ayrılabileceğini,
bazı özel gerilim duruınlannda sallantıda
kalabileceğini, sonunda yine ego'ya yönelebileceğini
ve narcissistic-libido olarak ego-libido haline yeniden
girebileceğini söyliyebiliriz. Psikanaliz sayesinde,
bize yasak edilmiş bir bölgeye, yan narcissistic
libidonun faaliyet alanına göz atarak, sözü geçen bu
iki libido arasındaki bağıntılar hakkında bir fikir
edinebiliriz (62). Narcissistic libido, ya da ego-libidosu,
bu bakımdan nesneye karşı duyulan bütün ilgilerin
çıktığı ve yeniden döndüğü büyük bir hazne
gibi görünecektir. Aynı zamanda, ego'nun narcissistic
libido ilgisi, ilk çocuklukta gerçekleştirilmiş olduğu
halde, daha sonra libidonun nesnelere çevrilişi ile
ortadan kalkar gibi görünmüş, ama aslında olduğu
gibi saklı kalmış bir ilk durum olarak belirir.
Ruhsal aksaklıklar ve nevrozlar sözkonusu olunca,
libido teorisinin ödevi, gözlem konusu olan her
fenomeni ve süreçleri libido-ekonomisi terimleri ile
açıklayabilmektir. Bu bakımdan derin ruhsal aksaklıklan
açıklamak söz konusu olunca ego-libidonun
ne gibi değişikliklere uğramış olduğuna çok faz
la önem verileceğini tahmin etmek güç değildir. Ama
160
ClNStYET VE PS1KANAL1Z
şu anda, psikanalizin ancak nesne-libidosunun uğradığı
değişiklikler hakkında sağlam bilgiler vermesi
ve ego-libidosunu ego'daki öteki etkin enerjilerden
şimdilik ayıramaması büyük bir güçlük doğurmaktadır
(63) . Demek ki, libido teorisini şimdilik sadece
felsefi yollardan geliştirebiliriz. C. G. Jung gibi, libido
kavramım, genel psişik içgüdü enerjisi ile aym
şey sayacak olursak, psikanaliz gözlemleri ile şimdiye
kadar elde edilmiş olan bütün sonuçlar kaybedilmiş
olacaktır.
Cinsel içgüdü uyarılmalarını ötekilerden ayrı
tutmak ve libido kavramının sadece bu birincileri
kapsadığını ileri sürmek, daha önce üzerinde durduğumuz
ve cinsel fonksiyonun özel bir kimyasallığı
olduğunu ileri süren düşünce tarafından da pekiştirilmektedir.
KADIN VE ERKEK ARASINDAKİ FARKLILIK
Kadın ve erkek karakterleri arasındaki kesin
ayrılığın, ergenlik çağında ortaya çıktığı bilinmektedir.
Bu ayrılık, insanın daha sonraki gelişmesini
her şeyden daha kesin bir biçimde etkileyen bir faktördür.
Dişi ve erkek karakterlerinin, çocukluk çağında
da görüldüklerini biliyoruz. Bu bakımdan, cinsel
durdurmalar (utanç, tiksinti, acıma) kız çocuğunda,
oğlan çocuğunda olduğundan daha erken or-
C1NS1YET VE PS1KANAUZ 161
taya çıkar ve daha az dirençle karşılaşır. Yine kızlarda,
cinsel bastırmaya karşı gösterilen eğilim daha
kuvvetlidir. Kısmi cinsel içtepiler ortaya çıktıklan
zaman, pasif bir şekil içinde dile gelmeye yatkın
oldukları görülür. Bununla bir;ikte, erojen bölgelerin
oto-erotik faaliyeti her iki cinste de aynıdır ve
bu yüzden, çocuklukta, ergenlikten sonra görülene
benzeyen bir cinsel farklılaşma ihtimali yoktur. Otoeroti.k
ve masturbation ile ilintili cinsel belirişler
bakımından, kız çocuğun cinselliğinin erkeksi bir
karakter taşıdığı da söylenebilir. Gerçekten de, "er·
kek" ve "dişi" kavramlarına daha belirli bir anlam
vermek istersek, libidonun genel olarak ve yapısı.
gereği, erkekçe bir öze sahip olduğunu ileri sürmemiz
gerekir. İster erkekte, ister kadında görülsün,
nesnesi ister erkek, ister kadın olsun, libidonun bu
özelliği aynı biçimde ortaya çıkar ( 64).
Çifte-cinslilik teorisini incelediğimden beri, bu
faktörün çok büyük bir önem taşıdığına inandım.
Bana kalırsa, çifte-cinslilik gözönünde tutulmaksızın,
erkek ve kadının cinsel belirişlerini gerektiği gibi
yorumlamak imkansızdır.
Kadın ve Erkekteki Bellibaşlı Bölgeler. Kız çocuğundaki
bellibaşlı yönetici bölgenin, klitoriste bulunduğunu
ve klitorisin erkek penisine benzeyen bir
organ olduğunu söylememiz gerekir. Küçük kızların
masturbation'u konusunda ulaştığım bütün bulgu-
F. 11
162 ClNS1YET VE PS1KANAL1Z
lar, bu masturbation'un klitorise uygulandığını ve
daha sonraları cinsel hayatta çok önemli bir rol oynayan
öteki dış üreme organlan ile ilintili olmadığını
göstermiştir. Birkaç istisna bir yana bırakılacak
olursa, kız çocuğunun, klitoris masturbation'undan
başka bir şeye düşkün olmadığını sanıyorum. Küçük
kızlarda sık sık rastlanan ve kendiliğinden cinsel
belirişler, klitorisin spazmlarla kasılması şeklinde
belirir ve bu organın sık sık sertleşmesi, kız çocuklarını,
erkeklerin duyduğu şeyi kavrıyabilmek durumuna
getirdiği için, öteki cinsin cinsel belirişleri
üzerinde bilgi sahibi etmeğe yeter.
Kız çocuğunun kadın haline nasıl geldiğini anlamak
isteyen kimse, yukarda sözünü ettiğimiz klitoris
uyarılmasının, daha sonra geçirdiği değişikliği
yakından izlemelidir. Erkek çocuğuna, libidosunun
açılıp gelişmesi imkanını sağlayan ergenlik, kız çocuğuna
özellikle klitoris duyarlığına yönelmiş bastırmalardan
başka şey getirmez. Böylece, bastırılan
şey, erkeksi bir cinsel unsurdur. Ergenlik baskısı ile
kadında daha da güçlü bir hale girmiş olan cinsel
durdurmalar, erkeğin libidosunu uyarır (kamçılar)
ve faaliyetlerini arttırması sonucunu doğurur. Libido
nun şiddetlenmesi, cinsel nesnenin daha fazla önemsenmesine
yol açar ve bu önemseme en yüksek gücünü,
cinselliğini kabul etmek konusunda tereddüt
gösteren, ya da kabul etmiyen kadın karşısında ka·
zanır. Kadın, en sonunda cinsel birleşmeyi kabul et-
C1NS1YET VE PSİKANALİZ
163
tiği zaman, bu cinsel birleşme içinde, klitorisin uyarıldığı
ve yakınındaki üreme organı bölümlerine uyarımı
aktardığı görülür. Bu, odunları yakmak için çıranın
gördüğü işe benzer bir ödevin yerine getirilmesi
gibidir. Bu aktarmanın gerçekleştirilmesi belli
bir süre gerektirir ve bu süre içinde genç kadın tamamen
duygusuz kalır. Klitoris bölgesi uyarımını öte
ki bölgelere aktarmadığı zaman, bu duygusuzluk hali
sürekli olabilir. Böyle bir durum, klitorisin, çocukluk
çağında çok fazla cinsel faaliyet göstermiş
olmasından doğabilir. Kadındaki duygusuzluğun çoğu
zaman, sadece belli bir bölge ile ilintili ve görü .
nürde olduğu bilinmektedir. Kadınlar, çoğu kere, vajinanın
giriş bölgelerinde duygusuzluk gösterdikleri
halde, klitoriste, ya da başka bölgelerde duygusuzluk
göstermezler. Bu çeşit erojen bölge duygusuzluk -
larına yol açan bu çeşit nedenlerin yanısıra psişik
nedenler de vardır ve bunların her ikisi de bastırma
dolayısiyle belirlenmişlerdir.
Erojen duyarlık, klitoristen vajina ağzına aktarılabilirse,
kadın bellibaşlı temel) erojen bölgesini
daha sonraki kullanışlara uygun bir biçime sokmuş
demektir. Erkek ise çocukluğundan . beri bildiği bölgeyi
devam ettirmektedir. Kadınların nevrozlara ve
özellikle isteriye yakın olmalarını, temel bölgenin
bu yer değiştirmesinde ve aynı zamanda ergenliğin
bastırmasında aramak gerekir. Demek ki, bu belirleyici
nedenler, kadınlığın özü ile içten içe ilgilidir.
164
C1NS1YET VE PS1KANAUZ
NESNENİN ORTAYA ÇIKARILMASI
Üreme organlarının üstünlüğü, ergenlik süreci
içinde kendini gerçekleştirirken ve sertleşen penis,
erkeğin yeni bir cinsel amaç peşinde koştuğunu, yani
üreme bölgesini uyaran bir boşluğa girme eğilimini
dile getirirken, çocukluktan beri hazırlıkları
yapılmış olan nesne-bulmak isteği de psişik bakımdan
yerine getirilmiş olur. Cinsel tatminin, besin
maddelerinin alınmasiyle ilintili olduğu çağda, cinsel
içgüdü, nesnesini bu içgüdünün etkisindeki çocuğun
vücudunun dışında, yani annesinin memesinde
buluyordu. Bu nesne, belki de çocuğun, kendisine
tatmin sağlayan bu organa sahip olan kimseyi apaçık
bir biçimde görüp algıladığı (idrak ettiği) çağda
kaybedilmiş oluyordu. Cinsel içgüdü, daha sonraları
otoerotik bir karakter kazanır ve ancak örtüklük
dönemi aşıldıktan sonra ilk başta gördüğümüz bağlantı
yeniden kurulur. Çocuğun
meme emmesinin,
daha sonraki her çeşit aşk bağlantısının modeli haline
girmesi pek yersiz değildir.
Nesnenin ortaya
çıkarılması (keşfi) bir bakıma onun yeniden bulunmasından
başka bir şey değildir ( 65).
Emzirme Çağının Cinsel Nesnesi. Bununla birlikte,
cinsel faaliyetin besin almak fonksiyonundan
ayrılmasından sonra bile bu ilk ve en önemli cinsel
bağlantıdan birçok şeyin artakaldığını ve nesne se-
CtNStYET VE PSIKANAUZ 165
çimi için yapılan hazırlıkları gerçekleştirdiği gibi.
kaybolmuş mutluluğun yeniden kurulması konusunda
da rol oynadığını görüyoruz. Örtüklük çağında
çocuk, kendi güçsüzlüğünü görüp yardımda bulunan
ve ihtiyaçlarını gideren kimseleri sever. Bütün bunlar,
çocuğun annesiyle kurmuş olduğu bağlantıların
modeline sadık kalır ve bir bakıma onların süregelmesidir.
Yakınlık duygusunu ve çocuğun, kendisine
bakanlara değer verişini, cinsel sevgi ile bir tutmaya
itiraz edenler olacaktır. Ama yapılacak psikoloji
araştırmalarının bu duygular arasında bir özdeşlik
(ayniyet) olduğunu daha fazla açığa çıkaracağından
eminim. Çocuk ile çocuğa bakanlar arasındaki
yakın bağlantı, çocuğun erojen bölgelerinin tatmin
edilmesini ve cinsel uyarımının si.irekli bir halde tutulmasını
sağlar. Özellikle anne, kendi cinsel hayatından
gelen duyguları gösterdikçe, yani onu okşadıkça,
öptükçe, salladıkça, çocuğu eksiksiz bir cinsel
nesne gibi ele alıyor, onu cinsel nesnenin yerine
koyuyor demektir (66). Çocuğuna karşı duyduğu yakınlığın,
bu çocuğun cinsel içgüdüsünü uyandırdığı
ve içgüdi.inün şiddetini daha şimdiden hazırladığı
söylendiği zaman, bundan dehşete düşmiyecek bir
anne bulmak kabil değildir. Anne, çocuğa karşı duyduğu
sevgisinin, cinsiyetle hiçbir ilintisi olmadığını
düşünür. Bundan ötürü, çocuğun üreme organlarını
uyarmamaya, gerektiğinden fazla dikkat eder. Ama
biz, cinsel içgüdünün, sadece üreme organı bölgesi-
166
ClNSlYET VE PSlKANAUZ
nin uyarılmasından doğmadığını biliyoruz. Ne var ki,
yakınlık ve sevgi dediğimiz şey de, en sonunda, üreme
organlan bölgesi üzerinde etkisini gösterir. Zaten
bir anne, psişik hayat ve bütün ahlaki ve psişik
faaliyetler bakımından cinsel içgüdünün ne kadar
önemli olduğunu anlasa, kendisini kabahatli bulmaktan
kurtulur. Çünkü, çocuğa sevgiyi öğretirken, anne,
kendine düşen ödevi yerine getirmekten başka
bir şey yapmamaktadır. Çocuğun sağlam ve normal
gelişmiş cinselliğe sahip bir yetişkin haline gelebilmesi
ve içgüdülerinin gereklerini yerine getirmesi,
istenilen ve beklenen bir şeydi. Bununla birlikte,
anne ve babanın, çocuğun üzerine fazla düşmeleri,
cinsel gelişimi hızlandırarak çocuğun "şımarması"
na yol açabilir. Böyle bir çocuk, her zaman sevilmek
istediği gibi, aşırı derecede bir sevgi de ister.
Çocuğun tatmin olmıyacak ölçüde bir sevilme ihtiyacı
duyması, ilerde sinirli bir kimse olacağını gösteren
sağlam bir işarettir. Öte yandan, çocuklarını
aşırı ölçüde seven ve bu yüzden çocukların nevrozlara
karşı yatkınlığını artıran ana-babaların nevropat
kimseler oldukları da bilinmektedir. Bu örnek,
nevrozların çocuklara aktarılması konusunda, ırsiyetten
daha kısa ve dolaysız yolların bulunduğunu
göstermektedir.
Çocuk Tedirginliği. Çocukların, daha ilk yıllardan
itibaren gösterdikleri davramşlar, kendilerine
bakan kimselere karşı duydukları bağlılığın,
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 167
cinsel bir nitelik taşıdığını gösterir. Çocuklarda görülen
boğuntu ve tedirginlik, sevdikleri kimsenin
ortada bulunmayışı gerçeğini dile getiren duygulardır.
Çocuklar bu yüzden, her yabancı karşısında
korku duyar, sevdikleri kimseyi görememelerine sebep
olan karanlıktan dehşete düşer ve sevdikleri
kimsenin elini tuttuklan zaman bu duygulardan kur·
tularak yatışırlar. Umacılarla, ya da korkunç yaratıklarla
ilgili hikaye ve masalların, çocuğun korku
ve boğuntu duymasının biricik temeli olduğunu ileri
sürersek, bu hikaye ve masalları gereğinden fazla
önemsemiş oluruz. Bu hikayeler, korku duymağa
yatkın çocuklar üzerinde derin etkiler yarattığı halde,
böyle olmıyan çocuklan hiç etkilememektedir.
Boğuntu ve korku duymaya yatkın çocuklara, ancak
içgüdüleri aşırı biçimde ve zamanından önce
gelişmiş çocuklar arasında rastlandığını unutma·
mak gerekir. Çocuk, bu konuda tıpkı yetişkin gibi
davranır. Yani, tatmin edemediği zaman libidosunu
korku haline dönüştürür. Libidosunu tatmin edemediği
için nevrozlu haline gelmiş olan yetişkin
ise, tedirginliği içinde tıpkı çocuk gibi davranır.
Yani, yalnız kaldığı, başka bir deyişle ; sevgisine güvendiği
bir kimseyi kar!tısında bulamadığı zaman,
korkuya kapılır. Bu korku ve boğuntulardan kurtulmak
için de en çocukça çarelere başvurmaktan
kaçınmaz ( 67).
Ana ve babanın sevgi ve düşkünlüğü,
çocuk-
168
CtNStYET VE PStKANAUZ
taki cinsel içgüdünün zamanından önce gelişmesi gi
bi kötü bir sonuç doğurmamışsa, yani ergenliğin fizik
şartları ortaya çıkmadan böyle bir gelişme gerçekleşmemişse,
ve çocuğun cinsel uyanışı, üreme
organlarının kesin bir biçimde uyanlması dönemine
ulaşmamışsa o zaman, bu sevgi ve düşkünlüğün, ogunluk
çağına erişen çocuğu, cinsel nesnenin seçimi
konusunda yönetebileceğini ve üzerine düşen ödevi
yapacağını ileri sürebiliriz. O zaman, çocuğun, ilk
yıllardan beri adeta hafiflemiş diyebileceğimiz bir
libido ile sevdiği ve bağlandığı kimseyi cinsel nesne
olarak seçmesinden tabii bir şey olamaz. Ama cinsel
olgunlaşmanın gecikmesi yüzünden, öteki cinsel
durdurmaların (yasaklamaların) yanısıra, yakınlarla
cinsel birleşllle yasağı da teşekkül etmiştir.
Bu yasak, aynı kandan olan ve çocukluk çağında
sevilmiş olan kimseerle cinsel bağlantı kurulmamasını
gerektiren bir ahlik buyruğudur. Bu yasaklama,
toplum tarafından ortaya
konmuştur. Amacı,
daha üst dereceden toplumsal organizasyonların kurulmasını
sağlıyabilmek için, her çeşit ilginin aile
tarafından ele geçirilip, aileye maledilmemesinin
önüne geçmektir. Bu yüzden toplum, çocukluk çağında
önemli olan bu aile bağlarını, her bireyde
(fertte) ve özellikle erkek çocukta, zayıflatıp çözmeğe
çalışır ( 68).
Bununla birlikte, ilk nesne seçiminin hayalgücü
içinde gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Çünkü,
ClNSlYET VE PSlKANALlZ 169
olgunlaşmaya başlıyan gençlerde, cinsel hayatın kaçışlar
yapabilmesini sağlıyacak tek şey ; hayalgücünün
yarattığı alem, yani gerçekleştirilemiyecek hayallerin
alemidir ( 69). Her insanın kurduğu bu çeşit
hayal ve kuruntularda, ergenlik çağı dolayısiyle
somatik gelişmelerle pekiştirilmiş çocukluk eğilimlerinin
yeniden ortaya çıktıkları görülür. Bu eğilimler
arasında, en sık görüleni ve en başta gelerı
eğilim ; çocuğun ana-babası için duyduğu cinsel duygudur.
Bu cinsel duygu, çocuğun ana-babasına duyduğu
cinsel çekim (cazibe ) dolayısiyle farklılaşmış ·
tır. Yani, erkek çocuk anneye, kız çocuk da babaya
karşı eğilim duymuş ve bu farklılaşma gerçekleşmiştir.
Yakınlarla cinsel birleşme temeline dayanan
bu çeşit kuruntu ve hayallerin bastırılıp bir yana
atılmaları ile birlikte, ergenliğin en önemli ve aynı
zamanda en güç psişik olaylarından biri gerçekleşmeğe
başlar. Bu olay, kültür hayatının yürüyüşU
için çok önemli olan bir karşıtlığın, yani eski kuşaklarla
(nesillerle) yeni kuşaklar arasındaki karşıtlığın
ortaya konulmasını sağlayan bir başkaldırma,
yani aile otoritesine karşı çıkma ve ondan kurtulma
olayıdır. İnsanların birçoğu, geçmeleri ve aşmaları
gereken gelişme dönemlerinde takılıp kalırlar.
Bundan ötürü, birçok kimsenin ana-baba otoritesinden
hiçbir zaman kurtulamadıklarını, ya da
ana-babalarından başka kimseye karşı sevgi ve bağlılık
duyamadıklarını ya da bunu gerektiği ölçüde
170 ClNSlYET VE PStKANAUZ
başaramadıklannı görüyoruz. Özellikle kızların, ergenlikten
sonra da çocukluk çağının sevgi ve bağlılığını
sürdürdükleri (ana-babaları bundan çok memnun
kalır) görülür. Ama bu çeşit genç kızlann, kocalarına
karşı yapmaları gereken ödevleri başanlı
bir biçimde yerine getiremeyişleri de ilgi çekici bir
gerçektir. Bu çeşit genç kızlar, evlilik hayatında,
cinsel :r.evkleri tadamıyan duygusuz kadınlar olarak
görülürler. Bu olay, dış görünüş bakımından cinsellilde
hiçbir ilintisi yokmuş sanılan ve ana-babaya
karşı duyulan sevginin de cinsel sevginin de aynı
kaynaktan geldiklerini, yani, ana-babaya karşı duyulan
sevginin çocuk libidosunun bir takılıp kalmasından
(fixation) başka şey olmadığını açıkça gösterir.
Psikoseksüel gelişmenin derinlerde yatan aksaldıklara
yaklaştıkça, yakınlarla cinsel birleşme
anlamı taşıyan cinsel nesne seçiminin önemini daha
kolaylıkla kavranz. Cinsel bastırma sonucu, nesnenin
bulunması konusunda gösterilen psi.kosek
süel faaliyetin büyük bir kısmının, ya da tüm.ünün,
bilinç-dışında kaldığı görülür. Sevilmek ihtiyacı
duyan, ama cinsel hayatın gerekleri karşısında dehşete
düşen genç kızlar, bir yandan hayatın içinde
cinsel aşk idealini gerçekleştirmeğe çalışmak, öte
yandan kendilerini kabahatli bulmaksızın altında libidolarını
gizleyebilecekleri bir sevgiye yönelmek
konusunda önüne geçilmez bir eğilim duyarlar. Li-
ClNStYET VE PS1KANAL1Z 171
bidolarını altında gizleyecek bir sevgiyi bulmak işini,
ergenlik çağında bastırılmış olan ve çocukluk
çağında duyulan yakınlığı (cinsel çekimi), yani, ana.
babaları, erkek ya da kızkardeşleri için duydukları
sevgiyi hayatları boyunca sürdürmek yoluyla gerçekleştirirler.
Belirtilerin ve hastalığı açığa vuran
başka işaretlerin yardımıyla, psikanaliz bu durum3.
düşmüş kimselerin bilinç-dışı düşüncelerinin çizdiği
yolu izler ve bu düşünceleri bilinç alanına getirerelt
bu kimselere, ana-babalarına, ya da kardeşlerine 8.şık
olduklarını kolayca gösterir. Nitekim, bir zamanlar
normal ve sıhhatli olan, ama başarısız bir aşk macerasından
sonra hastalanan bir kimsede, hastalığın
mekanizmasının bu kimsenin libidosunun çocuklu·
ğunda herkesten fazla sevdiği insana dönüşü olarak
açıklanması kabildir.
Çocukluk Çağı Nesne-Seçiminin Daha Sonraki
Etkileri. Libidolannın, yakınlarla cinsel birleşme
konusunda takılmasını başarılı bir biçimde atlatmış
olan kimseler bile, bu takılışın etkisinden büsbütün
kurtulamazlar. Delikanlının ilk aşkını olgun bir kadına,
genç kızın ilk aşkını da genel olamk, yaşlı bir
erkeğe, yani her iki durumda da ana ve babanın
imajını (hayalini) hatırlatabilecek kimselere karşı
duyması, çocukluk döneminin apaçık bir yankısından
başka şey değildir. Nesne seçiminin, genel olarak
bu iki modele dayanılarak serbest bir biçimde
yapıldığını söyliyebiliriz. Erkek, genel olarak, ilk
172 CtNSlYET VE PStK.ANALtZ
çocukluk yıllanndan beri kendisini etki altında tutmuş
olan annesinin imajını arar. Hala yaşıyorsa,
annenin, kendisinin yerine geçecek olan bu ikinci
varlığa (bu varlık, yani erkeğin sevgilisi bir bakıma
annenin ikinci baskısı gibidir) karşı durması ve
ona dostluk göstermemesi olayı da, yukarki olayla
iyice bağdaşır. Daha sonraki nesne seçimi bakımından,
çocuk ile ana-baba arasındaki bağlantıların ne
kadar önemli bir rol oynadığı gözönünde tutulacak
olursa, çocukluk çağında bu bağlantıları aksatan heı
şeyin, yetişkinlik çağının cinsel hayatı için ne kadar
kötü sonuçlar doğuracağı kolayca anlaşılır. Aşığın
kıskançlığı denilen davranışta da, çocukluktan gelen
etkilerin bulunmaması, ya da bu etkilerin kıskanç
lığı kuvvetlendirici bir rol oynamaması mümkün değildir.
Ana-baba arasındaki kavgalar ve geçimsizlik,
aksak bir cinsel gelişmenin ya da nevrozların
ortaya çıkmasına elverişli şartların (yatkınlıkların )
çocukluk çağında ortaya çıkmasına yol açar.
Çocuğun ana-babası için duyduğu sevgi, ergenlik
çağında cinsel nesnenin seçiminde etki gösteren
en önemli faktörlerden biridir. Ama bu sevgiden
başka faktörler de cinsel nesnenin seçiminde rol oynarlar.
Kaynağı çocukluk çağında bulunan birtakım
başka eğilimler, erkeğin çeşitli cinsel seriler geliş .
tirmesine ve cinsel nesne seçimi için çeşitli şartlar
ortaya koymasın:ı yol açarlar (70).
Dönüklüğün Onlenmesi. Nesne seçiminde ger
ClNSlYET VE PSlKANALlZ 173
çe.kleştirilmesi gereken işlerden biri de ; karşıt cinsten
bir kimseye yönelmektir. Bu işin kolayca yapılamadığını
biliyoruz. Çeşitli denemeler yapmaksızın
bu amaca kolayca varmak kabil değildir. Ergenlik
uyanışının başlangıcında, ilk davranışların şaş ·
kınlık içinde yapıldığı doğrudur. Ama bu şaşırmalar
sürekli bir aksaklık ve kötüJüğe yol açmazlar.
Dessoir, erkek ve kız çocukların ergenlik çağında
sadece kendi cinslerinden kimselerle kurdukları yakın
dostluklar üzerine haklı olarak dikkati çekmiştir.
Cinsel nesnenin dönüklüğe uğramasının sürüp
gitmesini engelleyen şey, karşıt cinslerin birbirleri
üzerinde gösterdikleri cinsel çekimdir. Ama bu yazıda,
cinsel çekim ve karşılıklı cinsel etki olayını
inceliyecek değiliz (71). Bununla birlikte, sözü geçen
faktörün, tek başına dönüklüğü önlemeğe yetmediği
ve başka yardımcı faktörlerin de bulunduğu
besbellidir.
Bu faktörler arasında önce toplumun otoriter
durdurmasını (yasaklaması) saymak gerekir. Dönüklüğün,
suç sayılmadığı yerlerde, birçok kimsenin
cinsel eğilimlerine uygun düştüğü görülmektedir.
Bununla birlikte, erkekte, annenin ve kendisini yetiştirmiş
olan başka kadınların hatırasının, cinsel
nesne seçimini karşıt cinse doğru yöneltmek konusunda
güçlü bir baskı yaptığı doğrudur. Öte yandan,
baba karşısında çocukluk çağında duyulmuş
olan cinsel çekingenlik ve baba ile oğul arasında bir
174 CiNSİYET VE PStKANAUZ
rekabetin bulunuşu, erkek çocuğun kendi cinsinden
uzaklaşmasına yol açar. Bu iki faktörün, yine anne
tarafından bakılarak yetiştirilmiş olan kız çocuğu
için de geçerli olduğunu söyliyelim. Bu durum,
aynı cinse karşı düşmanca bir davranış gösterilmesine
yol açar. Bu davranış ise, cinsel nesne seçiminin
normal yönde yapılması sonucunu doğurur.
Çocukların erkekler tarafından yetiştirilmesi
(eski çağlarda esirler tarafından ) homoseksüelliğin
artmasına yol açıyor gibi görünmektedir. Günlimüziin
asilleri arasında dönüklüğün yaygın oluşu da,
onların erkek uşak kullanmaları ve bu sınıfa mensup
annelerin çocuklarına pek az ilgi göstermeleri ile
açıklanabilir. Bazı isteri olaylannda, ana-babadan
birinin bulunmayışı (ölüm, boşanma, ya da çocukla
ilgilenmeyiş hallerinde) çocuğun bütün sevgisinin
ötekine yönelmesine yol açmakta ve bu durum, daha
sonra cinsel nesne olarak seçilecek kimsenin cinsiyetini
ve böylece sürekli bir dönüklüğü önceden
belirleyen şartları yaratmaktadır.
ÖZET
Ele aldığımız konuların özetini yapmak zamanı
geldi. İlk önce cinsel içgüdünün, nesnesi ve amacı
bakımından ne gibi sapmalar gösterdiğini inceliyerek
işe başlamıştık. Böylece, bu sapmaların doğuştan
önceki yatkınlıklardan mı, yoksa hayatta
karşılaşılan etkilerden mi doğduğu sorusuyla karşı ·
laştık. Bu sorunun cevabını, normalden pek büyük
farklar göstermiyen psikonevrozluların cinsel hayap
tının bağlantılarını psikanaliz açısından inceliyerek
verdik. Bu kimselerde, her çeşit sapıklığa karşı
bilinç-dışı güçler halinde bir eğilim bulunduğunu
ve bu güçlerin kendilerini hastalık belirtilerini yaratan
faktörler olarak ele verdiklerini gördük. Bundan
ötürü, nevrozların, sapıklıkların negatifi olduğunu
söyledik. Sapıklığa karşı eğilimin ne kadar sık
rastlanan bir şey olduğunu gözönünde tutarak bu
eğilimin insan cinsel içgüdüsünün ilkel ve evrensel
bir eğilimi olduğu ve olgunluk çağının psişik durdur·
malan (yasakları) ile organik değişiklikleri dolayısiyle,
normal cinsel davranışın bu eğilimden çıkarak
geliştiği sonucuna vardık. tık (temel) eğilimin
çocuklukta bulunduğunu gösterdiğimizi ileri sürdük.
Ayrıca, cinsel içgüdünün yönünü sınırlayan kuvvet-
176 ClNSlYET VE PSlKANALlZ
ler arasında, utancın, tiksintinin, yakınlık duygusunun
ve ahlak ile otoritenin toplumsal kurumlarının
bulunduğunu söyledik.
Böylece normal cinsel hayattan her sürekli sapmanın
altında durdurulmuş bir gelişme parçasının
(muhtevasının ) ve bir çocukluğun bulunması gerektiği
sonucuna vardık. Temel eğilimin çeşitli değişiklikler
göstermesinin çok önemli olduğu üzerinde
durduk, ama aynı zamanda bu değişiklikler ile hayatın
etkileri arasında bir çatışma değil, bir işbirliği
olduğunu ileri sürdük. Öte yandan,
temel eğilim
karmaşık (mudil) bir eğilim olduğu için, cinsel içgüdünün
çeşitli faktörlerden kurulmuş bir şey olduğunu
ve sapıklık hallerinde,
kendisini teşkil eden
bu parçalara ayrıldığını düşündük. Demek ki, sapıklıklar
bir yandan durdurmalar, öte yandan not'·
mal gelişimden ayrılmalar (kopmalar) olarak görülüyordu.
Bu iki görüş de, yetişkinlerin cinsel içgüdüsünün,
çocukluk çağının çeşitli eğilim ve duygularının,
tek bir amacı olan bir tek yöneliş içinde
toparlanıp birleştirilmesinden başka bir şey olmadığını
ileri süren varsayım (faraziye ) içinde birbiriyle
bağdaşıyordu.
Ayrıca, psikonevrozlularda sapık eğilimlerin
önemli bir rol oynadığı konusunda bir açıklama da
yaptık. Açıklamayı, ana ruhsal akışın bastırma yü.
zünden kendi yatağından çıkıp yan yollara sapmasından
dolayı bu eğilimlerin ortaya çıkmış olduğu-
CtNSlYET VE PS1KANAUZ 177
nu söyliyerek yaptık. Ve araştırmamızı çocukluk
döneminin cinsel hayatına çevirdik (72). Çocuklukta
bir cinsel hayatın mevcut olduğunun inkar edilmeğe
kalkışılmasının ve çocukta sık sık görülen cinsel
davranışların anormal olaylar arasında sayılmasının
çok yanlış ve zararlı olduğunu belirttik.
Biz,
çocuğun kendisiyle birlikte cinsel faaliyetin temellerini
(çekirdeğini) de
getirdiğini ve besin alırken
bile aynı zamanda cinsel bir tatmin duyduğunu ve
"parmak-emmek" yoluyla bu tatmini tekrarladığını
ileri sürdük. Bununla birlikte, çocuğun cinsel faaliyeti
öteki fonksiyonları gibi kesiksiz olarak gelişmemekte
ve üç ila beş yaş arasında kısa bir gelişme
ve açılma döneminden sonra örtüklük dönemine
(latency period) girmektedir. Cinsel uyarılma olayı,
bu dönem süresince büsbütün ortadan kalkmaz,
ama büyük bir bölümünün cinsel olmayan amaçlar
için kullanıldığı bir enerji stoku ortaya koyar. Yani,
bu stok, bir yandan toplumsal duyguların teşekkülüne
yardım eder, öte yandan bastırma olayının v·
itici güçlerin aracılıtı ile gelecekteki cinsel engellerin
kurulması ışını gerçekleştirir. Nitekim,
cinsel içgUdüyü belli yönlere çeviren gücler, çocuklukta
teşekkül ederler ve onların eğitim yardımı ile
ortaya çıkışı, sapık cinsel duygulardan birçoğunun
zarara uğramasına yol açar. Çocukta görülen cinsel
belirişlerin bir bölümü ise, bu şekilde kullanılmaz
F. 12
178 C1NS1YET VE PSt.KANALtZ
ve doğrudan doğruya cinsel beliriş olarak görülebilir.
Böylece, çocıığun cinsel uyanlmasının çeşitli
kaynaklardan doğduğu sonucuna varılır. Bunlann
başında ; gerektiği gibi uyanldıklan zaman tatmin
sağlayan erojen bölgeler gelir. Derinin her yanının
ve her duyum organının erojen bölge ödevi görebileceği
söylenebilir. Ama, organik bir mekanizma ile
uyarılmaları, daha ilk ağızda belirlenmiş olan bazı
belirgin erojen bölgeler vardır. Bundan başka cinsel
uyarım, birtakım organik süreçlerin (vetireleriıı)
yan-ürünü olarak ortaya çıkıyormuş gibi görünmektedir.
Ama bu sonuç, süreçler belli bir şiddet kazandıkları
zaman ortaya çıkmaktadır. Örelli.kle bütün
şiddetli heyecan uyanlmalarında (acı verecek
nitelikte olsalar bile) bunun böyle olduğunu görüyoruz.
Bu çeşitli kaynaklardan sağlanan uyarımlar
bu dönemde, henüz birleşmemekte ve sadece belli
bir zevkin duyulması amacını gütmektedirler. Demek
ki, çocukluk çağındaki cinsel içgüdü nesnesiz
dir, yani otoerotiktir.
Üreme organlannın teşkil ettiği erojen bölge,
daha çocuklukta kendini duyurmaya başlar. Bu, ya
herhangi bir erojen bölge gibi, uyanmlar aracılığı
ile tatmin sağlaması, ya da başka erojen bölgelerden
gelen tatminin, üreme bölgesi ile özel bir bağlantısı
olan cinsel bir uyarım doğurınasiyle (bu balantı
hakkında sağlam açıklamalar yapamıyoruz )
gerçekleşir. Cinsel tatmin ile cinsel uyanlnıa ara-
C1NS1YET VE PSlKANALlZ 179
sındaki bağlantıların olduğu gibi, üreme bölgesinin
faaliyeti ile cinselliğin öteki kaynakları arasındaki
bağlantıların da doğru bir biçimde açıklanamamış
olması üzülünecek bir olaydır.
Nevroz aksaklıklarını incelerken, çocu cinsel
hayatında, daha başlangıçta, cinsel içgüdüyü
teşkil eden unsurlann organizasyonuna doğru bir
eğilim bulunduğunu görmüştük. Bu organizasyonların
birincisinde AğızW. ilintili Eroti.zm'in birinci
planda rol oynadığı görülmüştü. Bu üreme-öncesi organizasyonların
ikincisi de Sadizm ve Anal-erotizmin
ön plinda rol oynamasiyle ötekilerden aynlıyordu.
Ancak üçüncü bir dönemde (bu, çocukta
phallus'ün üstünlüğüne kadar sürer) cinsel hayatın
gerçek üreme bölgesinin de katılması ile belirlendiğini
görüyoruz.
Böylece, çok şaşırtıcı bir bulguyu, yani çocuğun
bu ilk cinsel gelişmesinin (iki ili beş yaş arasında)
bütün psişik faaliyetleri ile birlikte bir nesne seçimini
olgunluğa ulaştırdığı düşüncesini ileri sürmemiz
gerekti. Öyle ki, bu dönem, bireylerin içgü
dillerini teşkil eden unsurların birlik haline gelmemiş
ve cinsel amacın kesinleşmemiş olmasına rağmen,
daha sonraki son cinsel organizasyonun öncüsü
(temeli) olarak değerlendirilmeli ve kabul edilmelidir.
Cinsel gelişmenin iki ayn sürede gerçekleşmesi,
yani araya bir örtüklük döneminin girmiş olması
180
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z
bize, üzerinde durulması gereken bir gerçek olarak
görilndü.
Cinsel gelişimin bu özelliği, insanın yüksek kültür
yaratmalarına yönelebilmesini sağladığı gibi,
nevroza tutulmasına da yol açabilmektedir. İnsana
yakın hayvanlarda böyle bir durumla karşılaşmıyo
ruz. İnsanın gelişiminde bu özelliğin kaynaklarının
nerede bulunduğunu araştırmak için tarih-öncesine
kadar gitmek gereklidir.
Çocukluk çağında normal sayılması ve daha
sonraki gelişmeyi kösteklememesi gereken cinsel
faaliyetin derecesinin ne olması gerektiğini bilmiyoruz.
Çocuk cinsel davranışlarının, temel bakımın·
dan, masturbation'la ilintili bir karakter taşıdığını
söylemiştik. Bundan başka, tecrübelere dayanarak,
baştan-çıkarma olayının dıştan gelen etkilerinin örtüklük
dönemini zamanından önce sona erdirebileceği,
hatta büsbütün ortadan kaldırabileceğini ve çocuğun
cinsel içgüdüsünün çok-şekilli bir sapıklık karakteri
taşıdığını ileri sürdük. Ayrıca, bu çeşit zamanından
önce gösterilen cinsel faaliyetin, çocuğun
eğitimini güçleştirdiğini de belirttik.
Çocuğun cinsel hayatını gereği kadar incelememiş
olduğumuz halde, daha sonra ergenlik çağının
gelişiyle ortaya çıkan önemli değişiklikleri incelemeğe
çalışmak zorunda kaldık. Bu değişimler içinde,
özellikle ikisinin, (kaynağı ne olursa olsun, bütün
cinsel uyarımların üreme bölgesinin egemenliği
CtNStvET VE PStKANAUZ 181
altına girmesi ve cinsel nesne bulmak süreci) çok
önemli olduğunu gördük. Bunların her ikisi de çocukluk
çağında izlerine rastlanan değişmelerdi. Cinsel
uyarımların üreme bölgesi egemenliği altına girmesi
ilkel-zevkin
aracılığı (kullanılması) ile kabil
oluyordu. Yani, ergenlik çağına kadar birbirinden ayrı
olarak gerçekleştirilen cinsel
fiilin
fiiller,- yeni cinsel
(üreme organlarının ürününün, yani tohumlann
dışarı atılması) bir çeşit hazırlığı haline giriyordu.
Yeni cinsel fiilde ise duyulan zevk en yüksek
noktasına ulaşıyor ve cinsel uyarılma son buluyordu.
Aynı zamanda kadın ve erkeğin cinsel yapılarının
farklılaşrnağa uğradığını ve kadının ortaya çıkabilmesi
için çocukluktan kalan erkeklik özelliğini
ortadan kaldıran bir bastırmanın gerekli
olduğunu
ve böylece kadının temel bir üreme bölgesi yerine
bir başkasını koyduğunu görmüştük. En sonunda,
ergenlik çağındaki cinsel nesne seçiminin, çocukluktaki
eğilim ve isteklere dayanılarak yapıldığını, yani
çocuğun ana-babasına ve kendisine bakanlra
karşı gösterdiği sevgi davranışlarına bağlı olduğunu,
ama ergenlik çağına gelene kadar teşekkül etmiş
cinsel engeller yüzünden (yakınlarla cinsel birleşme
yapma konusundaki yasaklamalar ve engeller) bu
kimselerden uzaklaşarak onlara benzeyen kimselere
yöneldiğini görmüştük. Son olarak şunu da söyliyelim:
Geçici ergenlik döneminde, fizik ve psişik gelişme
süreçleri, yanyana, ama birbirinden ilintisiz ola-
182
CtNSlYET VE PSlKANALtZ
rak yürürler. Bu durum, üreme organlannı etkileyen
kuvvetli bir aşk uyarımı ortaya çıkararak, normal
aşk hayatının karakteristiği olan birlik (yani,
fizik ile psişiğin birliği ) gerçekleştirilene kadar sürüp
gider.
Gelişmeyi Bozan Faktörler. Daha önce çeşitll
örneklerle gösterdiğimiz s-ibi, bu uzun gelişme yolunun
her adımı takılıp kalınacak bir yer haline gelebilir.
Bu karmaşık yapının her eklenti noktası da,
cinsel içgüdtiniin çözülüp dağılması fırsatını yaratabilir.
Yapmamız gereken iş, gelişmeyi bozabilen iç
ve dış faktörleri saymak ve bunların hangi mekanizma
üzerinde etkisi olduğunu açıklamaktır. Ama böyle
bir sıralamada söz konusu edilen faktörlerin eşit
ölçüde önemli olmadıklarını unutmamak gerekir.
Bünye ve irsiyet. Önce, belki de öteki faktörlerin
hepsinden daha önemli olan faktörün, yani cinsel
bünyenin (yapının) farklılığı üzerinde durmalıyız.
Ama bu farklılığın temel özellikleri, ancak daha
sonraki cinsel faaliyetler gözönünde tutularak ve
bu belirişlerden kalkılarak ortaya çıkanlabilir. Buna
rağmen, sözü geçen farklılık hakkında kesin bir
bilgiye ulaşamıyoruz. Cinsel bünyenin farklılığı deyince,
cinsel uyarılmanın çeşitli kaynaklarından birinin
ötekilere üstün oluşunu anlıyoruz. Aynca böyle
bir yatkınlık farkının, normal sınırlar içinde kalsa
bile, sonunda kendini mutlaka göstereceğine inanıyoruz.
Bununla birlikte, temel yatkınlıklarda, daha
CtNSIYET VE PS1KANAL1Z
183
sonra hiç bir yardım görmediği halde, anormal bir
cinsel hayatın teşekkülüne yol açan belli birtakım
farklılıklann bulunabileceğini de düşünebiliriz. Bu
farklara "soysuzlaştırıcı" adı verilebilir ve bunların
irsi bir soysuzlaşmadan (bozulmadan) doğduğu ileri
sürülebilir. Bu konuda ilgi çekici bir gözlemimi anlatmalıyım.
Psikoterapi ile tedavi ettiğim isteri, saplantılı
nevroz v.b. vak'alarının yarısından fazlasında,
hastalann babalarının evlenmeden önce frengiye yakalandıklarını
ve tedavi edilmiş olduklannı göstermiştim.
Yani, babalarının tabetik olduğunu ya da
beyin frengisi geçirdiğini, ya da frengili oluşunun
ortaya çıkmış bulunduğunu tesbit ettim. Şunu da belirtmek
isterim : daha sonra nevrozlu hale gelen çocuklar,
cinsel karakterdeki anormalliği, frengili bir
irsiyetin son halkası gibi gösterecek frengi işaretleri
taşımıyorlardı. lrsi frenginin, nevroza yatkın
bir bünye için zorunlu ve sık sık rastlanan bir temel
olduğunu söylememekle birlikte, yaptığım bu
gözlemlerin önemli bir anlam taşıdığını ve sadece
yüzeyde kalmadıklarını sanıyorum.
Pozitif sapıkların irsiyetleri hakkında sağlam
bilgilerimiz yok. Çünkü sapıklar, soruşturmalardan
nasıl kaçılabileceğini çok iyi bilirler. Bununla birlikte,
nevrozlar için doğru olanın, sapıklık için de
doğru olduğunu ileri sürecek durumdayız. Sapıklık
ve psikonevroz olaylarının, çoğunlukla, aynı ailenin
arkl cinsten felerinde bulunduğunu görüyoruz .
184 ClNSIYET VE PSlKANALlZ
Öyle ki, bu çeşit bir ailede, erkeklerin ya da crkeklerclen
birinin pozitif sapık olduğu halde, cinsiyetlerinin
bastırıcı eğilimlerinin etkisinde kalmış olan
kadınların da negatif sapık ya da isterik oldukları
görülüyor. Ortaya çıkardığımız iki aksaklığın (bo
zukluğun) arasındaki temel bağlantıyı bu örnek çok
iyi bir biçimde göstermektedir.
Sonraki Gelişmeler. Cinsel bünyeyi teşkil eden
unsurların durum ve etkilerinin cinselliğin daha sonra
alacağı biçimi belirtmeye yeteceğini sanmak doğru
değildir. Bunun tam tersine cinsellik dış etkiler
altında kalmakta ve çeşitli kaynaklardan gelen cinsel
itkilerin uğradığı değişikliklere göre yeni imkanlar
ortaya çıkmaktadır. Son durumu belirleyen
şey, sonraki gelişmc"lerdir. Sözünü ettiğimiz, cinsel
bünye ise üç ayrı biçimde gelişebilir. Eğer, anormal
denilen bütün yatkınlıklar nısbi üstünlüklerini sürdürürler
ve olgunluk çağında da kuvvetlenirlerse,
son sonuç sadece sapık bir cinsel
hayat olabilir.
Anormal karakter taşıyan bu çeşit doğuştan yatkın·
lıklar, psikanaliz açısından, henüz gerektiği gibi in·
celenmemiştir. Ama bu teoriler tarafından kolayca
açıklanmış bir olay biliyoruz. Bazı yazarlar, takılıpkalmalar
yüzünden ortaya çıkan bir seri sapıklığın
ancak cinsel içgüdünün doğuştan zayıflığı ile açıklanabileceğini
ileri sürüyorlar. Bu tez, şu şekliyle bana
pek doğru gibi gelmiyor. Ama söz konusu olan
zayıflık, daha sonralan çocuk yapmanın bir fnk-
CtNStYET VE PSlKANALlZ 185
siyonu olarak bireyin bütün cinsel faaliyetinin sorumluluğunu
yUklenen bir faktörün, yani üreme bölgesinin
zayıflığı olarak görülürse, o zaman, bu tez
önemli bir anlam taşıyabilir. Çünkü o zaman, ergenlikteki
gerekli olan cinsel toparlanma ve birleştirmenin
başarısızlığa uğradığını ve öteki cinsel unsurların
en güçlülerinin ön plana geçerek sapıklık biçiminde
ortaya çıkacağını söyleyebiliriz (73) .
Bastırma. Gelişme boyunca, belli birtakım güçlü
unsurlar bastırılmaya uğrayacak olursa, başka
bir sonucun ortaya çıktığı görülür. Burada söz konusu
olan şeyin bir ortadan kaldırma değil bir bastırma
olduğuna dikkat etmek gerekir. Yani, sözko ·
nusu olan cinsel uyarılınalar yine eskisi gibi gerçekleşmekte,
ama psişik engeller (yasaklar) yüzünden
amaçlanna ulaşmaktan alıkonulmaktadırlar. O
zaman bu eğilim ve istekler, marazi belirtiler olarak
ortaya çıkana kadar başka yönlere sürülmektedirler.
Bu durumda aşağı yukarı normal, ama sınırlı
bir cinsel hayat gerçekleşmiş olur. Ama bu cinsel
hayat psikonevrozlarla tamamlanmıştır. Nevrozluların
psikanaliz açısından incelenmesi sayesinde
bu halleri yakından görmüş ve tanımıştık. Bu çeşit
insanlann cinsel hayatı,
sapıklann cinsel hayatı
gibi başlar. Çocukluklarının önemli bir bölümü, kimi
zaman olgunluk çağından öteye de uzanan sapık
cinsel faaliyetlerle doludur. Ama iç nedenler yüzünden
bastırıcı bir değişiklik ortaya çıkmış
(genel
186
CtNSlYET VE PStKANALtZ
olarak ergenlikten önce olur bu değişiklik. Kimi
zaman da ergenlikten sonra) ve böyl ce, eski eğilimler
kaybolmaksızın, nevroz sapıklığın yerine geçmiştir.
Burada şu eski atasözünü hatırlamamak kabil
değil : "Junge Hure, alte Betschwester'' (Gençken
fahişe, ihtiyarlığında sofu ). Ne var ki, bizim sözünü
ettiğimiz durumda gençlik pek kısa sürmüştür.
Aynı insanın hayatında sapıklığın yerine nevrozun
geçmesi ve yukarda sözünü ettiğimiz bir aile içinda
hem isteriklerin hem sapıkların bulunması, nevrozun
sapıklığın negatifi (tersi) olduğu gerçeğine bağlanmalıdır.
Yüceltme. Anormal bünye yatkınlıklarında
üçüncü sonuç (çıkış yolu) "yüceltme" süreci (vetiresi)
sayesinde gerçekleşir. Yüceltme sayesinde bireyin
cinsel kaynaklarından gelen şiddetli uyarılma
Iar boşaltılmış ve başka alanlarda kullanılmış olur.
Böylece, kendi başına tehlikeli olan bir yatkınlıktan,
psişik faaliyet ve kabiliyetlerin artması konusunda
faydalanılır. Sanat faaliyetlerinin kaynaklarından
biri de burada aranmalıdır. Yüceltmenin eksik,
ya da tamam olmasına bağlı olarak kabiliyetli ve
özellikle sanat bakımından yatkınlık gösteren kimselerin
ruhsal hayatlarında ; yaratıcı gi.lç, sapıklık
ve nevroz gibi unsurların çeşitli nisbetlerde birleşmiş
halde bulunduğu, psikanaliz araştırmalarıyla
ortaya konabilir. Yüceltmenin gelişmemiş bir biçimi
de tepkisel-olU§"Tıa (reaction-formation ) aracılığ
CiNSiYET VE PSiKANALiZ 187
ile gerçekleşen bastırmadır. Bunun,· çocuğun örttlk
Iilk döneminin başlangıcında teşekkül etmeğe başladığını
ve başarılı durumlarda bütün hayat boyunca
sürdüğünü görmüştiik. Bir kimsenin karakteri
dediğimiz şeyin önemli bir kısmı, cinsel uyanlmaların
maddesinden kurulmuş ve çocukluktan bu yana
belirlenmiş içtepilerden, yüceltme sayesinde elde
edilmiş temellerden ve faydasız oldukları kabul
edilen sapık duyguları engelleyen başka ruhsal yapılardan
meydana gelmiştir (74). Demek ki, çocukluğun
genel sapık yatkınlıkları, tepkilerin oluşması
ve ortaya çıkması ile çeşitli iyilik ve erdemlerimizin
(fazilıetlerimizin ) doğmasını zorunlu kılarak bunların
kaynağı olmuştur (75).
Rastgele Tecrübeler. Cinsel itilişler, bastırmalar
ve yüceltmelerle karşılaştırılacak olurlarsa, öteki
etkilerin daha az önemli oldukları göriilür. Oysa,
biz, bastırma ve yüceltmenin iç belirleyicilerini (nedenlerini)
de bilmiyoruz. Bastırma ve yüceltmeyi,
bünye ile ilintili yatkınlıklar arasında sayan ve onları
bu bünyenin canlı belirişleri olarak gören kimse,
cinsel hayatın en son yapısının (structure) , her
şeyden önce, doğuştan getirdiğimiz bünyenin sonucu
olduğunu ileri sürebilir. Bununla birlikte, çeşitli
faktörlerin etkisini kabul ettiğimiz gibi, ister çocukluk
çağında ister daha sonraki çağlarda ortaya
çıkan rastgele etkilerin de önemli olduklarını inkar
edemeyiz. Rastgele faktörler ile doğuştan faktörler
188
CtNStYET VE PStKANALtZ
arasındaki bağlantılann önemini kavramak kolay
bir iş değildir. Teori, ikinci faktörleri önemsediği
halde, terapötik pratik, ikincilerin önemini ortaya
koyar. Bununla birlikte, bu iki çeşit faktör arasında
bir karşıtlık değil, bir işbirliği olduğunu unutmamak
gerekir. Doğuştan faktör, kendisini ortaya çıkaran
tecrübeleri beklemek zorundadır. Öte yandan, etkin
bir hale gelebilmek için de, rastgele faktörün doğuştan
faktöre ihtiyacı vardır. Birçok durumlar için,
bir faktörün şiddetinin azalmasını, öteki faktörün
şiddetinin çoğalması ile dengelendiği bir "etioloji
gurubu" düşünmek kabildir. Ama bu serilerin uçlarında
yer alan aşırı halleri de inkar etmemek gerekir.
tık çocukluğun tecrübelerine, rasgclc faktörler
arasında ön planda yer verilmesi, psikanaliz araştırmalanna
daha uygun düşer. Böylece etioloji serisini
ikiye bölmek kabildir. Bunların birincisi yatkın
lıklar serisi, öteki de ke.sinleşmiş seri olabilir. Serilerin
birincisinde bünye ile çocuklukta yaşanmış tecrübelerin
bir arada gösterildiği faaliyet, ikincisinde
ise yatkınlıkların etkisi ile sonraki traumatik ucrübeler
bir arada bulunacaktır. Cinsel gelişmeyi bozan
bütün faktörler, etkilerin. bir geriyedönüş (regression)
ile belli ederler. Yani gelişmenin daha eski
dönemlerden birine geriye-dönüşe yol açarlar.
Şimdi de cinsel gelişim üzerinde etkisi olan
faktörleri saymaya çalışalım.
Zamanından Once Gelişmişlik. Önemli faktörler
ClNSlYET VE PSlKANALlZ 189
arasında kendiliğinden önceden geli§mi§liği saymamız
gerekir. Bu faktör, tek başına marazi süreçlerin
yeterli bir nedeni olmamakla birlikte,
(öteki faktörler
de böyledir) nevrozların etiolojisinde her zaman
raslanan bir faktördür. Bu faktör, çocukluk
çağının örtüklük dönemini bozarak, kısaltarak ya
da durdurarak kendini belli eder. Aynı zamanda, bir
yandan cinsel durdurmaların iyice gelişmemiş olmasından
ve öte yandan üreme sisteminin henüz uyanmamış
olmasından ötürü, zorunlu olarak sapıklık karakteri
taşıyan cinsel belirişleri ortaya çıkararak aksaklıklar
doğurur. Sapıklığa
karşı gösterilen bu
yatkınlıklar, hem oldukları gibi kalabilirler, hem de
bastırma gerçekleştikten sonra nevrozlann ortaya
çıkmasına yol açabilirler.
Her ne olursa olsun, zamanından önce cinsel ge
lişmişlik, cinsel içgüdünün daha
sonraki üst dere
ceden etkilerin kontrolüne girmesini güçleştirir ve
zamanından önce gelişmişlik söz konusu olmasa bile,
içgüdünün psişik belirişlerinin temeli olan karakterleri
arttırır. Cinsel zamanından önce gelişmişlik,
çoğunlukla zamanından önce gelişmiş bir zihni
faaliyet ile birlikte görülür. Bu duruma, herkesin
dikkatini üzerine çekmiş seçkin insanlarda rastlıyoruz.
Ama bu insanlarda görülen zamanından önce
gerçekleşmiş cinsel gelişmişlik tek başına görüldüğü
durumlardaki kadar marazi bir karakter taşımıyor.
190
CtNStYET VE PStKANALlZ
Zaman Faktörü. Önceden gelişmişlik gibi, za
man faktörü de üzerinde ayrıca durulması gereken
bir faktördür. Filojenez, bireydeki içtepisel duyguların
hangi sıra içinde aktif hale geldiğini tesbit etmiş
ve yeni bir içtepi etkisi altında, ya da karakteristik
bir bastırma zoruyla ortadan kalkmadan
önce, ne kadar sürdüklerini açıkça ortaya koymuştur.
Bununla birlikte, bu içtepilerin artlarda gelişleri
ve süreleri birbirinden farklıdır. Bu farklılık
(değişirlik) sonuç üzerinde önemli bir rol oynar. Bir
ruhsal akışın, kendisine karşıt olan akıştan önce
ortaya çıkması önemsiz bir olay değildir. Çünkü,
bastırma olayı hiç bir zaman geriye dönük olarak
işleyemez. Cinsel içgüdünün unsurlarının zaman bakımından
ortaya çıkışları değişiklik gösterecek olursa,
sonuç da değişikliğe uğrar. Öte yandan, çok şiddetle
ortaya çıkan cinsel içtepilerin, çoğu kere, çabucak
ortadan kalktıkları görülür. Açık homoseksüellerin
daha önceki heteroseksüel bağlantıları bunun
iyi bir örneğidir. Kendilerini kuvvetle hissettiren ço
cukluk çağı istekleri ve eğilimlerinin, yetişkinlik
çağında da aynı biçimde sürüp gideceğinden korkmak
doğru değildir. Bu eğilimlerin, kendilerine karşıt
olan eğilimlere, zamanla yerlerini vereceklerini
düşünmek daha doğru olur. (Zorbalar uzun zaman
iktidarda kalmaz.) Gelişme sürecinin zaman bakımından
böyle karmakarışıklık göstermesini ne ile
açıklayabileceğimizi bilmiyoruz. Sadece, henüz ele
CtNStYET VE PS1KANAL1Z 191
alamayacağımız kadar uzakta bulunan bir takım bi·
yolojik ve tarihi problemlerin bu konu ile ilintili olduğunu
seziyoruz.
Diretme. Zamanından önce ortaya çıkan bütün
cinsel belirişlerin önemi, kaynağını bilmediğimiz
ama diretme ya da saplanıp kalma gii.cü diyebileceğimiz
bir faktörün varlığından ötiirii daha da artmaktadır.
Cinsel hayatın izlenimlerine saplanıp kalmak
ya da bu izlenim üzerinde diretmek olayına,
geleceğin
nevrozlulannda ya da sapıklarında sık
sık raslanır. Klinik tablosuna bu özelliğin de eklenmesi
gereklidir. Gerçekten de, başkalarında görülen
zamanından önce ortaya çıkmış aynı cinsel belirişlerin,
bu kimseleri tekrarlara zorlayacak kadar de
rin bir etki yapmadığını ve böylece cinsel içgüdünün
gelecekteki yolunu çizmediğini görüyoruz. Bu diretmenin
karakteristiğini açıklayacak temeli, belki
de, nevrozların etiolojisi için her zaman gözöniinde
tutmamız gereken bir başka psişik faktörde bulabiliriz.
Bu faktör, eski hatıraların yeni habralara
nisbetle bir üstünlük taşımasıdır. Bu faktörün zih.
ni gelişmeye dayandığı ve kişisel kültür yüksekliğine
bağlı olarak kuvvetlendiği söylenebilir. Nitekim,
uygar insana karşılık, ilkel insan, "halin zavallı ço
cuğu" (76) diye karakterize edilmiştir. Uygarlık ile
cinselliğin serbest gelişimi arasında bir çatışma olduğuna
göre (bunun etkilerini çok daha sonra hayatımızın
aldığı biçimde görmek kabildir) ileri uygar-
192
CtNStYET VE PStKANALtz
lıklar içinde yetişmiş kimselerin çocukluk çağı cinsel
hayatlarının nasıl geliştiğini bilmek çok önemlidir.
Oysa, geri kalmış uygarlıklarda çocuğun cinsel
hayatının gelişimi, daha sonraki hayatı bakımından
pek az önem taşır.
Takılıp-kalma. Yukarıda sözünü ettiğimiz psişik
faktörlerin etkisi, çocuk cinselliğinin rasgele uyarımlarının
gelişmesine
yardım eder. Bu uyarımlar
(özellikle başka çocukların ve yetişkinlerin baştançıkarması
şeklinde ) ortaya belli bir madde (muhteva)
koyarlar. Bu madde ise, sözünü ettiğimiz psişik
faktörlerin yardımıyla-sürekli aksaklıklar
(bozukluklar)
haline girebilir. Nevrozlularda ve sapıklarda,
daha sonraları görülen çeşitli aksaklıklar (normal
cinsel hayattan sapmalar) cinsel bakımdan serbest
diye vasıflandırılan çocukluk çağında edinilen
izlenimlerden doğmuştur. Bünyenin tepki kabiliyeti,
zamanından önce gelişmişlik, direnmenin şiddeti ve
cinsel içgüdünün dış etkiler dolayısıyla rasgele uyarılması,
nevroz belirtilerinin etiolojisi bakımından
önemli bir rol oynarlar.
Cinsel hayatta görülen aksaklıklar üzerine yaptığımız
bu araştırmanın tatmin edici sonuçlara varmamış
olmasının nedeni, cinselliğin biyolojik süreci
hakkında yeterince bilgi sahibi olmayışımız ve bundan
ötürü biribirinden ayrı halde bulunan görüşlerimizi
cinselliğin normal ve marazi karakterlerinin ne
olduğunu açıklayacak bir teori halinde birleştiremeyi.şimizdir.
N O T L A R :
Clmlyet Teorisi ()zerine Oç Deneme
(1) Birinci denemede sözkonusu edilen olgular, Krafft
Ebing, Moll, Moebius, Havelock Ellis, Schrenk-Notzing, Löwenfeld,
Eulenberg, I. Bloch, M. Hirschfeld gibi tanınmış yazarların
eserlerinden ve Jahrbuch für sexueUe Zwischeastufen'de yayınlanan
son eserlerden alınmıştır. Konuyla ilgili eserlerin bibliyografyası
bu eserlerde bulunduu için, kaynaklan daha etraflı bir
biçimde belirtmek gereğini duymadık.
Cinsel dönüklerin psikanaliz açısından incelenmesi yoluyla
elde edilen bütün sonuçlar, J. Sadger'in raporuna ve benim özel
gözlemlerime dayanmaktadır.
(2) Alman dilinde, bu iş için kullanılabilecek biricik kelime,
yani "Lust" kelimesi, ne yazık ki, çeşitli anlamlara gelir ve hem
duyulan isteği, hem de tatmini dile getirir. "Libido" cinsel hayatı
kımıldatan (harekete getiren) güçtür. Libido, bir nesneye
çevrilmiş olan niceliksel (kemmi) bir enerjidir.
(3) Normal kimselerle dönükler arasındaki nisbeti ortaya
çıkarmak için girişilen çeşitli teşebbüsler ve bu konuda ortaya
çıkan güçlükler için M. Hirschfeld'in Jahrbuch für Seıı:uelle
Zwischenstııfen'de (1904) yayınlanan makalesine bakın. (Aynca,
Brill'in Tbe Conception of Homoseıı:uality adlı eserine de bakın.)
(4) Böyle bir mücadele, aşılama (telkin) ya da psikanalizle
tedavi edilebilme konusunda elverişli bir ortant sağlar.
(S) Birçok yazarlar, tlönükterin, bu çeşit bir eğilime ne
zaman kapılmış oldukları hakkındaki hatıralarına inanmanın dotru
olmadığını haklı olarak belirtmişlerdir. Çünkü, dönüklerin.
heteroseksüel duygularını gösteren gerçekleri hafızalanndan dışarı
çıkarını (bastırmış) olmaları mümkündür. Psikanaliz, inceleye-
F. 13
194
ClNSlYET VE PStKANALtz
bildiği bütün dönüklük hallerinde bu şüphenin gerçek bir şüphe
olduğunu ortaya koymuş ve çocuk amnezisinin yarattı!ı eksiklikleri
(kesiklikleri) ortaya çıkararak hastalık hikayelerini kesin olarak
değiştirmiştir.
(6) Soysuzlaşmanın teşhisinin ne kadar dik.katle yapılmuı
gerektiğini ve pratik bakımdan ne gibi bir önem taşıdığını açık·
lamak için Moebius'ün bir cümlesini veriyorum. (Ueber, Etıu1ung,
Grenzrragen des Nerven-uod Seelenlebens, No. 111, 1900) Moebius
şöyle diyor: "Aydınlatmağa çalıştığımız şu geniş alanı, yani soysuzluk
kelimesiyle anlattığımız alanı yeniden gözden geçirecek
olursak, soysuzlaşmanın teşhisine ne kadar az önem verilmesi ge·
rektiğini kolayca görürüz."
(7) En tanınmış kimselerden bazılarının dönük, belki de
mutlak dönük oldukları konusunda "Uranizm"in sözcüsüne (1.
Bloch) hak vermemiz gerekir.
(8) Dönüklük kavramında, patolojik özellikler ile antropo
lojik özellikler arasında bir ayırma yapılmıştır. Bunu yapmak
başarısını 1. Bloch göstermiştir. (Beitrage zür Atlologle der Paye·
hopathia Sexualis, 1902-1903 ). Eski çallann uygar ırklarında dönüklüğün
çok önemli bir yer tuttuğunu belirten kimse de 1.
Bloch'tur.
(9) Somatik hennaphroditism konusuyla ilintili olan araştırmaiar
ile (Taruffi. Hermapbroditimıus nnd Zeugungsunfabigkeit,
Almanca baskısı, R. Teuscher tararından, 1903) Neugebauer'in,
Jahrbuch für Sexuelle Zwischenstufen'de yayınlanan eserlerini
karşıla5tırın.
(10) J. Halban, Die Enfltebung der Gescblecbncbaraktere
cilt LXX, 1903. Bu eserdeki bibliyograryaya da bakın.
(1 1) Jahrbucb'un altıncı cildindeki notlara göre, iki-cinsliliği,
dönüklüğün açıklanmasında ilk olarak ileri süren, E. Gley'
dir. E. Gley, daha 1884 yılında Revue Philosophique'de bir yazı
(Les Aberrations De L'instinct Sexuel) yayınlamıştı. Dönüklüğü,
çifte-cinslilik ile açıklamak isteyen yazarların, bu faktöriln sadece
dönükler için deil. normal kimseler için de geçerli olduğunu
ve dönüklüğü, haklı olarak, gelişimde ortaya çıkan aksaklıkla açık·
C1NS1YET VE PSiKANALiZ
195
ladıklarını unutmamak gerektir. Bu yazarlar arasında Chevlier
(lnversion Suuelle, 1893) ve Krafft-Ebing (Zur Erldanmg Der
Kontnıren Se:s.ualempfindnng, J ahrbuch fur Psychiatrie und Nervenheilkunde,
Xlll) vardır. Krafft-Ebing, "Bu ikinci merkezin
(temelde bulunan öteki cinsiyet) hiç olmazsa gerçekleşecek bir güç
halinde ve sürekli olarak bulundulunu gösteren" çeşitli gözlemlerden
söz etmektedir. Dr. Arduin, her insanda "erkek ve diş.i
k.arakterlerin bulundulunu" söylüyor (Die Frauenfrage und die
Se:s.uellen Zwischenstufen, Cilt il, 1900). (Aynı eserin birinci cildinde
yer &.lan M. Hirschfeld'in Die Objective Diagnose der Ho
mosexualitat'ına bakın, sayfa 8 ve arkası). G. Herman, "her kadında
erkek karakterleri ve temelleri, her erkekte de dişi karak·
terleri ve temelleri bulundulunu" ileri sürer (Geneals das Gesetz
des Zeugung, cilt IX, Libido und Mania, 1903). 1906 yılında, W.
Flisa, iki-cinslilik kavramını ilk kendisinin kullandılını ileri sürmüştü.
Bu konuya yabancı olanlar, Geschlecht und Carakter
(1903) adlı pek de sallam olmıyan bir kitap yazan ve eserini
iki-cinslilik kavramı üzerine temellendiren filozof O. Weininger'i,
bu kavramı ilk ortaya atan kimse olarak tanırlar. Yukarda sözünü
ettiAimiz bilginler ve eserler, bu iddianın yanlışlılını açıkça
gösteriyor.
(12) Psikanaliz, dönüklülün kaynalı hakkında henüz tam
bir açıklama yapamamış olmakla birlikte, dönüklillün oluşmasının
mekanizmasını açığa vurmuş ve bu problemi zenginleştirmiştir.
tnceledi,limiz olayların hepsinde, daha sonra dönük haline
gelecek kimselerin, çocuklarında, kadın üzerinde (genel olarak anneleri
üzerinde) takılıp-kalmayı dile getiren kısa ama şiddetli bir
dönem yaşanmış oldu,lunu gördük. Bu dönem geçtikten sonra,
kendilerini kadınla özdeşleştiren bu kimseler, öz varlıklarını cinsel
nesne olarak almakta, ve narcissistic bir temel üzerinde hareket
etmektedirler. Yani, kendilerine benzeyen ve yine annelerinin
kendilerini sevdili biçimde sevebilecekleri delikanlılar aramaktadırlar.
Dönük denilen kimselerin, kadın güzellili ve çekicilili
karşısında duygusuz olmadıklarını, ama kadının yarattılı heyecanı
her zaman bir erkek nesneye aktardıklarını görmüştük. Böylece,
dönüklüklerinin temelinde yatan mekanizmayı hayatları boyunca
tekrarlamaktan başka şey yapmış olmuyorlardı. Erkeklere
196
CtNStYET VE PS1.KANALlZ
yönelmiş olmalan, kadınlardan sürekli olarak kaçbklarını gösteriyordu.
Psikanaliz, dönükleri, yaradılış bakımından büsbütün
farklı kimseler olarak görerek, öteki insanlardan kesin olarak
ayırmaya, kesin olarak karşı durur. Tam anlamiyle cinsel olan
uyanmlardan başka uyanmlan da incelemek yoluyla, psikanaliz,
bütün insanların homoseksüel nesne
seçimi yapabileceklerini ve
bu seçinti bilinç-dıında yapmakta olduklarını ortaya çıkarmıştır.
Gerçekten de, aynı cinsten kimselere karşı duyulan erotik ilginin
bir faktör olarak normal psişik hayatta kiiçümsenemiyecek bir rol
oynadılını ve hastalıklar sözkonuau olunca, bu ilgilerin etkileyici
faktör olarak, öteki cinsten kirnııelere karşı duyulan ilgilerden
daha önemli bir rol oynadıklarını ileri sürebiliriz. Psi.kanaliz.e göre,
cinsi gözönünde tutulmaksızın nesnenin seçilmesi ve hem dişi,
hem de erkek nesnelere eşit biçimde ballanabilmek (çocuklukta
ve ilkel insanda gördü!ümüz gibi) en ilk ve temel durumdur ve
bu ancak, şu ya da bu yönde kısıtlanması dolayısiyle normal hal,
ya da dönüklük haline gitir. Psikanaliz açısından, erkelin
sadece kadına karşı ilgi duyması da açıklanması gereken bir olaydır,
ve bu olay kimyasal çekim kavramı ile açıklanabilecek besbelli
bir olay delildir. Son ve kesin cjnsel davranış, ancak ergenlikten
sonra belirlenir. Bu davranıŞın belirlenişi bir kısmı
doluştanlık, bir kısmı da sonradan edinilmişlik nitelili taşıyan
ve henüz gözlemi yapılmamış faktörlerin sonucudur. Bu faktörlerden
bazısının, çok önemli bir rol oynıyarak sonuç üzerinde
etkili olması mümkündür. Ama insanların görünürdeki cinsel
davranışının çeşitlilili, belirleyici faktörlerin ne kadar çeşitli oldulunu
açıla vurmaktadır. Dönüklerin arkaik bir bünyenin ve
ilkel psişik mekanizmanın etkisinde olduk.lan söylenebilir. Narcl!ıl·
slstic nesne seçimi ve ual bölgenin cinsel önemine takılmak, dö·
nüklerin en temel karakteri gibi görünmektedir. Ama bu bünye
özelliklerini esas alarak aşın dönükleri ötekilerden ayırmala kal·
kan bir kimse, hiçbir şey elde edemez. Gerçekten de, a$ ın hallerde
görülen karakterler, daha zayıf olmakla birlikte geçiş tiplerinde
ve normal kimselerde de görülür. Sonuçlardaki farklılık nitelilcsel
olabilir ama, çözümleme (tahlil) belirleyici faktörler ara·
sındak.i farkın sadece niceliksel oldu!unu göstermektedir. Cinsel
nesne seçiminin rastgele etkileri arasında. cinsel yoksunlulun ya
ClNSlYET VE PSlKANAUZ 197
da cinsel korkutmanın önemli bir faktör oldulımu görmfü;tilk. Çocuiun
ana ve babasının her ikisinin bulunuşu olayının önemli
bir rol oynadılına da dikkat etmiştik. Nitekim, çocukluk çada
sert bir babanın bulunmayışı dönüklilk hallerinin artmasına yol
açmaktadır. Bundan başka, cinsel nesnenin seçimindeki dönüklük
ile öznedeki (süjedeki) iki-cinslilik karakterlerinin bulunuşu arasında
ba§lantı kurmaktan kaçınmak gerekir. Bu ikisi arasında her
zaman görülen kesin bir ballantı yoktur. Ferenczi, dönüklük. konusunda
önemli görüş noktalan ileri sürmüştür. (Zör N080logle
der Mıuınllcben HOlllOllUnalliat -Homoerodk- lnt. Zeitschrüt
für Psycbonalyse, ll, 1914). Ferenczi, "homoseksüellik.'' terimi
altında hem organizma
bakımından, hem de psişik bakımdan
birbirinden farklı; hepsi de dönüklük karakteri taşıyıın
durumların toplanmış olduAunu eleştirerek bu terim yerine "ho
moerotizm" kelimesini ileri sürliyor. Bundan ba.ka, hiç olmazsa
iki tipin, yani kadın gibi duyan ve davranan öme-homoerotik tip
ile, bütün hayatınca erkeksi davranan ve ·dişi nesneyi k<: ndi cinsinden
bir nesneye mukabil deiiştirmiş olan nesne-homoerotik
arasında dört temel farkın bulundu§unu ileri sürüyor. Ferenczi,
birinci tipi gerçek bir "cinsel-arası durum" olarak görüyor. Bu
bakımdan Magnus Hirschfeld ile fikir birlil_ine varıyor. Ama
ikincisini, bizce, pek de yerinde olmıyan bir terim kullanarak,
saplantılı nevroza tutulmuş bir hasta gibi görüyor. Dönüklük elilimine
karşı gelmenin ve psişik. tedaviye yatkın olmanın da ancak
nesne-homoerotik'te görüldülünü söylüyor. Bu iki tipin varlılı
kabul edilse bile, birçok. kimselerde nesne-homoerotizm ile ömehomoerotizm'in
belli bir ölçüde karışmış olarak bulunduiunu
unutmamak gerekir.
Son yıllarda, biyoloji alanında çalıanlar (özellikle Eugen
Steinach), cinsel karakterler konusunda olduiu gibi, homoerotizmin
organik şartlan konusunda da aydınlatıcı açıklamalar yap
tılar. Udiş-edilmeden sonra, öteki cinse ait salgı bezlerinin aşılanması
yoluyla, Steinach çeşitli memeli hayvanlann erkeklerini
dişi haline dişilerini de erk.ek haline getirebilmişti. Delişiklik. 10-
matik cinsel karakterlerde ve psik.osek.süel davranışta (özne-erotik
ve nesne-erotik. olarak) 8f8iı yuk.an tam olarak. gö.ı;lilmek.te-
198 CiNSiYET VE PStKANALtZ
dir. Cinsiyeti belirleyen kuvveti taşıyan şey, cinsel salgı bezlerinin
cinsel hücreleri doğuran bölümü değil, organların ara-doku hücreleridir
(ergenlik salgıbezleri).
(13) Bizim cinsel hayatımız ile, antikitedeki cinsel hayat ara·
sındaki en önemli fark, bizim cinsel neıneye önem vermemize
karşılık, onların cinsel içgüdüye önem vermeleridir. Antikitede,
içgüdü övgüye değer bulunuyor ve yöneldiği en önemsiz bir nes
ne bile içgüdü dolayısiyle önem kazanıyordu. Oysa biz, içgüdü·
nün kendi faaliyetini
küçümsemekte ve onu nesnesinde bulduğumuz
nitelikler dolayısiyle hoş görmekteyiz.
(14) Burada, ipnoz altına alınan öznenin, ipnozcuya ka·
yıtsız şartsız başeğmesi olayının, bana ipnoz olayının temelini,
libidonun bilinç-dışı olarak ipnozcuya takılıp-kalması ile (cinsel
isteğin mazoşist unsuru ile) açıklanabileceğini
düşündürdüiünü
söylemeliyim. Ferenczi, bu etki altında kalabilme durumunu
"ana-baba kompleksi"ne bağlamaktadır. (Jahrbuch für Pııycho
ana.lytische und Psychopathologische Forschungen, 1, 1909).
(IS) Cinsel fazla değer vermenin, sadece nesne seçimi sı·
rasında ortay:ı çıkmadığını ve öteki vücut bölümlerinin oynadıl!.ı
cinsel rolün daha dolaysız başka bir açıklanışını göreceiimizi be·
lirtmek isterim. Hoche ve 1. Bloch'un, cinsel ilginin, üreme organlanndan
ba5ka, vücut bölümlerini de kapsamasını açıklamak
için ileri sürdükleri "uyarılma açlığı" kavramı bence pek önemli
değil. Libidonun takibettiği çeşitli yollar arasındaki bağlantı, bir·
leşi.it kaplardaki durumu hatırlatmaktadır. Bundan ötürü, yan yollar
(kanallar) fenomenini unutmamak gerekir.
(16) Kadının, karakteristik durumlarda, erkeii bir "fazla
cinsel değer verme"nin konusu haline getirmediji, ama kendi
çocuiu ü:ııerinde aynı değer vermeyi gerçekleşlinneyişine de pek
az rastlandığı görülüyor.
(17) Bu zayıflık, bünye yatkınlığına tekabül eder. Psikanaliz,
zamansız bir cinsel korkutulmanın, bireyi normal cinsel amaçtan
uzaklaştıran ve onun yerine koyacağı şeyleri aramasına yol
açan bir rastgele belirleyici olduğunu göstermiştir.
(18) Psikanaliz araştırmaları ilerledikçe, Binet'nin bu düşün·
cesini daha sağlam biçimde eleştirmek mümkün olmuştur. Bu
CiNSiYET VE PSlKANALlZ 199
alanda yapılmış bütün gözlemler, fetişle ilk karşılaıldığı zaman,
bu fetişin cinsel ilgiyi çekmek işini başardığını göstermektedir.
Ama bu olay ile birlikte görülen şartlar, olayın nasıl ortaya çıktığını
açıklamaya yetmemektedir. öte yandan, "zamanından önce"
edinilen bütün cinsel izlenimler sözkonusu kimsenin beş ya
da altı yaşından daha geriye gitmemektedir. Psikanaliz yeni marazi
takılıp-kalmaların bu kadar geç gerçekleşebileceğinden şüphe
etmektedir. Olayların incelenmesi, fetişin ortaya çıkışı ile ilintili
olan hatıranın arkasında cinsel gelişmenin dibeçökmüş ve unutulmuş
bir döneminin bulunduğunu gösteriyor. Fetiş, bu dönemin
yerine konmuş bir şey, bir batıra-ekran ödevi görmektedir. Fetiş,
bu dönemin geri kalan yanını da dile getinnektedir. Çocukluğun
ilk yıllarında yer alan fetişizm döneminin değişmesi ve fetişın
seçilmesi bünye tarafından belirlenmiştir.
(19) İskarpin ve pantufla da, bu bakımdan, kadın üreme
organlarının sembolü olarak görülür.
(20) "Güzellik" kavramının kökünü cinsel uyarılma alanında
aramak gerektiğinden ve bu kelimenin, aslında cinsel bakımdan
uyancı olan şeyi anlatmak için kullanıldığından şüphe etmi·
yorum. Bu bakımdan, görülmeleri en şiddetli cinsel uyarımı doğuran
üreme organlarının güzel sayılmamaları ilgi çekici bir gerçektir.
(21) Psikanaliz, birçok başka sapıklıklarda olduğu gibi, bu
sapıklıkta da, beklenmedik çeşitli anlamlar ve belirleyişler bulur.
Sözgelirni, teşhircilik, büyük bir ölçüde, iMi5-edilme kompleksine
bağlıdır. Bu sapıklıkta, bir kimsenin kendi (erkek) üreme organının
bütünlüğüne önem verildiği ve küçük çocuğun, bu üreme organının
kadında bulunmadığını düşünerek duyduğu zevkin bir tek·
rar olarak duyulduğu söylenebilir.
(22) Psişik sistem ve bu sistemdeki içgüdülerin faaliyetleri
hakkında, daha sonra vardığım ve olaylarla pekitirilmiş düünceler
gereğince, mazoşizm hakkındaki fikirlerimi bir hayli değitirdim.
Böylece, ilk başta bulunan bir erotojenik maroizmin varlığını ve
daha sonra, bundan biri kadınsı, öteki ahlaki iki maz()';'izm çeşidinin
türediğini kabul ettim. Hayatta yerine getirilemiyen ve bireyin
kendi öz varlıima çevrilen sadizmden, birinci mazoşizme
200
CiNSiYET VE PStKANALtz
eklenen ikinci mazoşizmin çıktığmı düşündüm. Das ölronomlscbe
Problem Der Masocblsmus adlı yazıma bakın. (1924).
(23) Sözünü ettiğim araştırmalar gereğince, sadizm-mu.o
şizm karşıt çiftine özel bir kaynaktan çıkması dolayısiyle ayn bir
yer verilmesi ve bunların öteki "sapıklıklarda.ıı" ayrılması zonm-
1 udur.
(24) Bunu temellendirmek için Havelock Ellis'in kitabından
IThe Sexuel Tmpulse, 1903) bir cümleyi aktarmam yeter: "Bildiğimiz
bütün sadizm ve mazoşizm olayları, hatta Krafft-Ebing'in
sözünü ettikleri bile (Colin, Scott ve Fare tarafından gösterildili
gibi) aynı bireyde her iki cinsel davranışın izine rastlandığını göstermektedir."
(25) öte yandan, cinsel gelişmeyi önleyen güçlerin (tiksinti,
utanç, ahlak) insanlığın psikolojik oluşmasında, cinsel içgil·
düyü etkisi altına almış dış durdurmaların (yasakların} tarihi bir
artığı (çökeleği} gibi görülmesi gerekir. Bu durdurmaların, elitim
ve başka dış etkiler altında, bireyin gelişiminde kendiliğinden ortaya
çıktıkları her zaman görillen bir olaydır.
(26) Burada, sapıklığın kaynağı üzerinde bir ön yorum yap
mak isterim. Sapıklıkların, takılıp-kalışından önce, normal cimel
gelişmeyi sağlıyacak bir durum vardır. Bunun böyle olduğu fetişizmde
de görülüyor. Psikanaliz, şimdiye kadar inceledilU tek tek
hallerde, sapıklığın, Oedipus kompleksi yönündeki bir gelişmeni
yarıda kalmasından başka bir şey olmadığını ve bu bastınlma
sonunda yapı bakımından en kuvvetli olan cinsel içgüdü unsurunun
ötekileri yenilgiye uğrattığını göstermiştir.
(27) J. Breuer, cathartic metodu ilk uyguladılı hastadan söı
ederken şöyle diyor: "Cinsel faktör, şaşılacak kadar az gelişmişti."
(28) Uygun şartlar altında fiil haline dönebilen ve ıyıce
bilinen sapık hayalleri (kuruntuları); paranoiakların düşmanca bir
duyguyla başkalarına yükledikleri temelsiz korkulan ve pııikaııaı
liz tarafından, belirtiler aracılığı ile ortaya çıkanlan bilinç-dqı is
terik hayalleri muhteva bakımından, en küçük ayrıntıya kadar
birbiriyle bağdaşmaktadır.
(29) Psikonevroz, çoğunlukla, görünür bir sapıklıkla birlik·
te bulunur. Bu durumda, heteroseksüel duygu, tamamen basbnl-
ClNStYET VE PStKANALtZ 201
mışttr. Psikonevrozlarda, sapıklığa kaı bir eğilimin her zaman
ve zorunlu olarak bulunduğu konusuna dikkatimi ilk çeken,
Fliess'in bir yazısıydı. Bu iddianın doğruhıAunu daha sonra kendi
tecrübelerimle de gördüm. Şimdiye kadar dikkati çekmemiş olan
bu bulll!lun, homoseksüellik teorileri üzerinde önemli bir etki
yapması gerekir.
(30) lçgiidüler bilimi, psikanaliz teorisinin en önemli, ama
aynı zamanda en eksik bölümüdür. Son eserlerimde (Jemela de1
Laltprimlps, 1920), (Das tch und Das Es, 1923), içgüdülerin incelenmesi
konusunda yeni düşünceler ileri sürdüm.
{31) Belli bir sınıf nevroz hastalıklarından çıkarılmı olan
bu varsayımı burada doğrulamak pek kolay değil. öte yandan,
bu varsayımı gözönünde tutmadan içgüdülerle ilintili sailam bir
şey söylemek de kabil deiildir.
(32) Burada, cinsel içgüdüyü contredation ve detumescence
(şişliğin inmesi) gibi iki içlepiye ayıran Moll'un varsayımı akla
geliyor. Contrectation, deriye dokunma isteğini anlatmak için
kullanılmıştır.
(33) Gerçekten de, çocukluiun rolünü anlamadan, ırsiyetin
rolünü anlarnaAa imkan yoktur.
(34) Yeniden gözden geçirdiiim zaman bu iddia bana o kadar
a5ın geldi ki, bu konudaki eserlere göz-atmanın faydalı olacağını
düo::ündüm. Böylece, düüncemin doru olduunu, yeniden
anladım. Çocuk cinselliinin fizik ve psi!'.'ik fenomenlerinin incelenmesi
henüz emekleme çaındadır. Bir yazar, S. Beli, ("A Pre·
lhnlnary Stody of tbe Emotions of Love Between Tbe Seıı:es" Ame·
rican Journal of Psychology, XTII, 1902) öyle diyor: "Heyecan
olayını delikanlılık çalında görüldüiü biçimde ele alıp dikkatle
çözümleyen bir bilgin tanımıyorum." Ergenlik çağından önce or·
taya çıkan somatik cinsel beliri5lere gösterilen dikkat, ancak soysuzlaşma
olayları ile ilintili olmu5 ve bu fenomenler soysuzlaşmanın
belirtileri olarak kabul edilmişlerdir. Yüzyılımızın, okuduğum
bütün psikoloji eserlerinde çocukların cinsel hayatı ile ilin·
tili tek bir bölüm bile yoktur. Bunlar arasında şu eserleri sayabilirim:
Preyer, Baldwin (The Development of the Mind in the
Child and in the Race, 1898), Perez (L'enfant de J. 7 ans, 1894).
StrOmpell (Die pedagogische Pathologie, 1899), Kari Groos (Da!
202 CiNSiYET VE PStKANALlZ
Seelenleben des Kindes, 1904), Th. Heller (Grundriss der Heilpadagogik,
1904), Sully (Observations Conceming Childhood, 1897)
ve başkaları. Bu konuda ne gibi bilgiler edinilmiş oldulunu ö§·
renmek için, en iyi çare, 1896'dan beri yayınlanan Die Kinderfehler
adlı dergiyi okumaktır. Bununla birlikte, çocukların hayatında
cinsel aşkın bulunduğunu ispat etmek gerekli bir şey gibi
görünmemektedir. Çünkü, Perez, sözünü etti§imiz kitabında, bu
duyguya yer vermektedir. K. Gross (Die Suiele der Menchen, 1899)
bazı çocukların çok erken yaşlarda cinsel heyecan duyduklarını
ve öteki cinse dokunmak istediklerini söylüyor. (s. 336). S. Bell,
bir çocukta, tam iki buçuk yaşındayken cinsel aşk belirtilerinin görüldüğünü
tesbit etmişti. Bu konuda, Havelocok Ellis'e de bakınız,
"Sexuel Impulse", Appendix il."
Çocuk cinselliği ile ilintili eserler hakkında yukarda ileri silrdülümüz
yargı, G. Stanley'in önemli ve büyük eseri çıktıktan
sonra, (Adolescence, tts Psychology and its Relation to Physiology,
Antropology, Sociology, Sex. Crime Religion and Educatioo,
iki cilt, New York, 1908) doğru sayılamaz. A. Moll'un kitabı ise,
(Das Sexualleben des Kindes, Berlin, 1909) ileri sürmüş olduğum
yargıyı yanlış çıkaracak araştırmalar sunmuyor. Buna karşılık,
Bleuler'in Se.ıı.uelle Abnormitaten der Kinder adlı kitabına bakın
(Jabrbuch der Schweizerischen Gesellschaft für Schulgesungdheitsflege,
IX, 1908) Bayan Doktor H. v. Hugh-Hellmuth bir eserinde
(Aus dem Seelenleben des Kindes, 1913) bugüne kadar ihmal edilmiş
olan cinsel faktör üzerinde önemle durmaktadır.
(35) Çocukluğun en uzak hatırlamaları ile ilintili meseleleri
çözmek için, Günlük Hayatın Psikopatoloji.si adlı eserimde bazı
açıklamalar yapmağa çalışmıştım.
(36) Bastırma mekanizmasını anlayabilmek için, birbirine
bağlı olan bu iki süreci aynı zamanda gözönünde tutmak gerekir.
Bu durumu, Gizeh ehramının tepesine çıkarılan turiste benzetmek
kabildir. Turist hem alttan yukarı itilmekte, hem de aşağı
çekilmektedir.
(37) Nevrozluların çocukluk dönemleri ile normal kimsele·
rin çocukluk dönemleri arasında sadece şiddet ve kesinlik farkı
CtNStYET VE PSlKANALtz 203
oldulu için, sözü geçen bilgilerden normal davranış alanında da
faydalanabiliriz.
(38) Çocuk cinselliği hakkındaki bu teorinin, anatomik
alandaki bir benzeri, Bayer'in çalışmasında bulunabilir. (Deutsches
Archiv für Klinische Medizin, LXXIIO. Ona göre, yeni dolmuş
çocuktaki iç üreme organı (rahim) daha büyük çocuklardakinden,
genel olarak daha hacimlidir. Bununla birlikte, Halban'ın,
:foğuştan sonra cinsel aygıtın öteki bölümlerinin de küçülmekte
olduğu hakkındaki iddiası doğrulanmamıştır. Halban'a göre, (Zeitschrift
für Geburtshilfe und Gynakologie LIII, 1904) bu küçülme
rahim-dışı birkaç haftalık hayattan sonra sona ermektedir. öte
yandan, cinsel salgıbezlerinin aradokusal bölümlerinin, cinsellili
belirlediğini kabul eden bilginler, çocuk cinsellilini ve cinsel örtüklük
dönemlerini incelemişlerdir.
Ergenlik salgıbezleri hakkında Lipschütz, kitabının yirminci
sayfasında şöyle yazıyor: "Ergenlikte iyice görülen cinsel karakterlerin
olgunlaşması olayı çok daha önce, hatta bence foetüıı
çağında başlamış olan süreçlerin hız kazanmasından başka şey
değildir." (s. 169). "Şimdiye kadar ergenlik diye adlandırılan şey,
belki de, insan hayatıma ikinci oo yıhoıo ortasında başlayan ikin·
cl bir ergenlik çağıdır." Doğumdan bu ana kadar süren çocukluk,
ergenliğin ara dönemi olarak görülebilir. Ferenczi'nin bir eleştirmesinde
ortaya konan (Zeitschrift für Psychoanalise, VI, 1920)
ve psikolojik gözlemler ile anatomik tesbitler arasında paralellik
olduğunu ileri süren düşünce, cinsel organların gelişmesinin "en
yüksek noktası"na embryon döneminde varıldılı halde, çocuk cinselliğinin
ilk çiçekleniine üç ve dördüncü yıllarda varılmış olması
gerçeAi tarafından yalanlanmaktadır. Anatomik hazırlık ile psişik
gelişmenin aynı zamanda gerçekleşmesi zorunlu delildir. tnsan
cinsel salgıbezleri üzerinde başka çalışmaların yapılması gerekli·
dir. Hayvanlarda, psikolojik anlamda bir örtüklük dönemi bulunmadılı
içiıı, bu bilginlerin cinsel hayatta iki "en yüksek nokta"
bulunduğunu IÖylerken, dayandıkları anatomik tesbitlerin, gelişmiş
hayvanlar için de geçerli olduunun gösterilip gösterilemiyece
Aini sormak gerekir.
(39) "Cinsel örtüklük Dönemi" deyimini W. Fliess'den al·
dım.
204
CiNSiYET VE PSIKANALtZ
(40) Jahrbuch für Kinderheilkunde, N.F. XIV, 1879.
(41) Bu, bütün hayat boyunca geçerli olan bir şeyi, yani
cinsel tatminin en iyi ipnoz kuvveti olduğunu gösteriyor. Gerçekten
de, sinirli uykusuzluk hallerinden bir çoğu, cinsel tatminin
bulunmayışı ile açıklanabilir. Düşüncesiz kadınların, bakmakta
görevli oldukları çocukları, üreme organlarını okayarak uyuttuk·
lan da bilinen bir gerçektir.
(42) Dr. Galant 1919 da yayınladığı "Das Luslscherli" (Neurolog:ische
Zentralblatt, 20) bir yazıda, bu çocuktuk huyunu bırakmamış
olan ve parmak-emerken, sevgilisinin verdiği öpüdikten
bile daha fazla tatmin olan bir genç kızın itiraflarını açıklıyor:
"Bütün öpüşleri bir araya getirseniz parmak-emmek kadar
zevk sağlıyarnaz. Parmak-emerken bütün ''Ücudun nasıl zevk duyduğunu
anlatmak kabil değil. insan bu dünyadan uz.akta5ır sanki.
Eksiksiz bir tatmin ve üstün bir mutluluk duyar. Olağanüstll bir
duygudur bu. Sürüp gitmesini, hiç sona ermemesini istersiniz yalnız.
Anlatılmıyacak kadar güzel bir şeydir bu. Ne acı, ne de üzüntü
duyarsıız. insan sanki bambaka bir dünyaya gitmiş gibidir."
(43) H. Ellis bu terimi biraz farktı anlamda kullanır. Otoerotik
deyince, dışardan değil, içerden gelen bir uyarımı kasteder.
Psikanaliz için ise, önemli olan oluşma değil, nesneye bağlılık
biçimidir.
(44) Daha sonraki araştırmalar sonunda erotizm niteliğinin,
vücudun bütün kısımlarında ve iç organlarda da bulunabileceğini
düşündüm.
(45) Masturbation ile ilintili zengin, ama karışık yayınlar
için Rohleder'in Die Masturbation (1890) adlı eserine bakın. Viyana
Psikanaliz DCmeğinin çalışmalarını kapsayan Die Oıumie
adlı broşüre bakın. Wiesbaden, 1912.
(46) Bak. Freud, Cbarakter und Analerotik (1908), ve Ueber
Trlebsumsetzonııen lnsbesondere der Analerotik (1917).
(47) Daha sonraki yıllarda görülen şaşırtıcı masturbation
teknikleri, ortadan kalkmış olan bir yasaklamanın etkisini gösteriyor
gibidir.
(48) Bleuler'in belirttiği gibi, kabahatlilik duyan nevrozlunun,
bu duyguyu bir masturbation faaliyetinin hatırasına bağla-
CtNStYET VE PSlKANAUZ
205
ması üz.erinde durulması ve incelenmesi gereken bir problemdir.
Bu bağlantıyı kabaca şöyle açıklayabiliriz: Masturbation tek başına,
çocuk cinselliğinin bütün faaliyet bölümünü temsil ettiği için,
bu kabahatlilik duygusuna konu olabilmektedir.
(49) Burada ileri sürülenler, yetişkinler üzerinde yapılan
Psikanaliz incelemeleri sayesinde, 1905 yılında dolrulandı. O yıllarda
henüz çocukları doğrudan doruya incelemek mümkün de·
ğildi. Ama daha sonraları, küçük yaşta çocukları incelemek milm·
kün olduğu için, çocuğun psikoseksüel hayatını doğrudan doğruya
kavramak ·mümkün oldu. DoArudan doğruya yapılan gözlemler,
psikanalizin daha önce varmış olduju sonuçları ruladı
ve böylece psikanaliz metodunun sağlamlığını gösterdi. (Jahrbuch
für psychoanalitsche und psychopathologiscbe forschungen, 1. 1909).
Beş yaşındaki bir çocukta görülen fobinin incelenmesi, psikanali·
zin sözünü etmediği yeni bir gerçekle karşılaşmamw salladı. Bu
gerçek, cinsel sembolizmin, yani cinsel olan şeyin cinsel olmayan
nesneler ve bağlantılarla temsil edilişinin, çocuk konuşmaya başladığı
dönemde ortaya çıkmasıydı.
(50) iğdiş-edilme kompleksinden kadınlarda da söz edilebilir.
Erkek ve kız çocukları, kadının da penisi olduğunu, ama bunu
iğdiş edilerek kaybetmiş olduğunu düşünürler. Kadının penisi olmadığı
hakkında en sonunda kesin bir karara varılması çoju za.
man erkeklerin, öteki cinsi küçümsemelerine yol açar.
(51) Çocukluğun bu son yıllarında sayısız açıklamalar yapılır.
Biz, çocuk teorilerinin ancak birkaç tanesini sözkonusu et·
tik.
(52) Yetişkin nevrozlularda bu dönemin kalıntıları için ,
bak: Abraham, Untersucbongeo über dle friibelte pnıaenltale
Eotwitckluogstfue der Ubldo. Intemationale Zeitschrift für Psychoanalyse,
iV, 1916. Daha sonraki bir eserinde (Versuch einer
Entwisklungs-geschichte der Libido, 1924) bu oral (ağızla ilintili)
dönemi olduğu gibi, ondan sonra gelen sadist-anal dönemi de
ikiye ayırmakta ve bu dönemlerin, nesneye karşı alınan tavır bakımından
ayrılık gösterdiklerini ileri sürmektedir.
(53) Abrahanı, yukarda sözü geçen ikinci makalesinde,
anusun, embryonun ilkel ağzından (blastopore) çıkmış olmasına ve
206
ctNStYET VE PS1KANAUZ
bu biyolojik olayın psikoseksüel gelişmenin prototipi gibi göründüğüne
dikkati çekiyor.
(54) 1925 yılına doğru, bu düşüncemi değiştirerek çocuğun
iki üreme-öncesi organizasyon geçirdikten sonra üçüncü bir dönem
de geçirdiğini ileri sürdüm. üremsel (genital) diyebileceğimiz
bu dönemde bir nesne ve eğilimlerin bu nesne üzerinde top
lanması sözkonusudur. Ama bu dönem ile, cinsel olgunluk çağının
son organizasyonu arasında temel bir fark vardır. Çünkü ÇO·
cukluk çağının bu .üçüncü dönemi sadece erkek üreme organını
tanımaktadır. Bu yüzden, ona, pballic organizasyon dönemi dedim.
(Dle tnfantile Genltalorganizasyon, lnter, Zeitschr. f. Psychoanalyse,
IX, 1925). Abraham'a göre, bunun biyolojik prototipi,
embryondak.i üreme aygıtının her iki cins için de farklılaşmamış
olmasıdır.
(55) Bazı kimseler, sallandıkları zaman, üreme organlarına
değen havanın etkisiyle zevk duyduklarını hatırlayabilirler.
(56) Birtakım nevrozlu yürüme aksaklıkları ve agoraphobie
olaylarının incelenmesi hareket etme zevkinin cinsel özü konusunda
bütün Şüpheleri ortadan kaldırmıştır. Gençliği cinsel faaliyetten
çevirmek için, modem hayatın sporlardan büyük ölçüde
yararlandığını biliyoruz. Bu bakımdan, modern eğitimin, cinsel
zevk yerine hareket etme zevk.ini koyduğunu ve cinsel faaliyeti,
bu faaliyetin otoerotik unsurlarından birine geri götürdüğünü
söylemek daha doğru olur.
(57) "Erojen" mazoşizm denilen şey budur.
(58) Her bireyde, oral, anal, urethral bir erotizm bulunduğunu
söyleyebileceğimiz, bu açıklamalardan kesin bir biçimde
çıkmaktadır. Ama bu psişik komplekslerin bulunması, sözkonusu
bireylerin anormal ya da nevrozlu olduklarını göstermez. Normali
anormalden ayıran şey, cinsel içgüd.ünün unsurlannın nisbi
şiddetinde ve gelişmeleri boyunca oynıyabilecekleri rolde aranmalıdır.
(59) Yaptığımız bu şematik açıklamalar, her şeyden önce,
farkları ortaya çıkarmak amacını güdüyor. Çocuk cinselliğinin,
nesne seçimi aracılığı ile, son ve kesin cinsel organizasyona ne!
ölçüde yaklaştığını daha önce görmüştük.
CtNStYET VE PSİKANALİZ 207
(60) Bu problemi çözmek için yaptığım çalışmaya bakın.
Das ökonomlscbe Problem der Masocbismus, 1924.
(61) Almanca "Lust" kelimesinin, cinsel uyarımların oynadığı
çifte rolü, yani bir yandan kısmi bir tatmin getirmelerini, öte
yandan cinsel gerilimin sürmesini sağlamalannı dile getirmesi çok
ilgi çekicidir. "Lust" kelimesinin çifte bir anlamı vardır. Bir yandan
gerilim duygusunu, isteği dile getirir (leh habe Lust - Bir
ljey arzuluyorum, bir şey istiyorum anlamına gelir), isteğin doymuşluğunu,
tatmini belirtir.
(62) Bu ayırım artık geçerliğini kaybetmiştir. Çünkü, "ak·
tarma nevrozları"ndan başka nevrozlar psikanalizin alanına getirilebilmişlerdir.
63) Bak: Zur Elnfühnıog des Narzlsmus, Jahrbuch der
Psychoanalyse, VI, 1913. Bu denemede, "narcissism" kelime,i
yanlışlıkla Naecke'ye atfedilmiştir, oysa terimi yaratan H. Ellis'tir.
(64) Günlük kullanışta apaçık bir anlam taşıyormuş gibi
görünen "erkek" ve "dişi" kelimeleri, bilimin kullandığı en karmaşık
terimlerden biridir ve en az üç anlam taşımaktadır. Önce,
dişi ve erkek, pasiflik ve aktiflik kavramlannın karşılığı olarak
kullanılıyor. Sonra bu terimlerin bir biyolojik, bir de sosyoloJUı
anlamları var. Psikanaliz bu anlamların birincisine önem verir
ve onu kullanır. Libidonun "erkekçe bir öze sahip olduğunu"
bundan ötüril söyledik. Çünkü libido, pasif bir amaca çevrilmiş
olsa bile, her zaman aktiftir. Erkek ve dişi kavramlan biyolojik
kullanılışlarında en açık anlama kavuşurlar. Çünkü, biyolojik
kullanılışta, erkek ve dişi kavramları, tohumun ya da yumurta·
nın bulunuşuna ve onların fonksiyonlarına bağlıdır. Aktiflik ve
aktifliğin ikinci dereceden özellikleri olan gelişmiş kaslar, saldır·
ganlık, şiddetli bir libido gibi karakterler de biyolojik erkeklik
kavramı içine girer, ama onun zorunlu bir özelliği değildir. Çünkü,
bu özelliklerin dişilerde bulunduğu hayvan türleri de vardır.
üçüncü anlam, yani sosyolojik anlam ise, muhtevasını, yaşayan
erkek ve dişiler üzerinde yapılan gözlemlerden alır. Bu, ne biyolojik
anlamda, ne de psikolojik anlamda, hiç kimsenin katkısız
(saf) bir şekilde erkeklik ya da kadınlık özelliğini taşımadığını
açıkça göstermektedir. Tam tersine, her birey, hem kendi cinsi-
208
CtNStYET VE PS1KANAL1Z
nin, hem de karşıt cinsin biyolojik özelliklerinin bir kanşımını
taşımakta ve hem pasiflik, hem aktiflik göstermektedir. Bu k.arak·
teristik psikolojik özellikler, biyolojik unsurlara ister bağlı ol·
sun, ister olmasın, durum değişmez.
(65) Psikanaliz iki türlü nesne-bulma olduğunu söylüyor.
Bunların birincisi yukarda sözünü ettiğimiz anaclitic (dayanıcı)
olanıdır. Yani, bu obje-bulmada çocukluk dönemi prototipleri
temel olarak alınmaktadır. İkincisi, narclssistic olanıdır. Bunda.
birey, kendi vücudunu aramakta ama, onu bir başkasında bul·
maktadır. Bu ikinci yol, marazi sonuçlar bakımından çok önem·
lidir, ama burada ele aldığımız konunun dışında kalıyor.
(66) Bu anlayışı çok "iğrenç" bulanlara, aynı düşünceyi ileri
süren Havelock Ellis'in anne ile çocuk arasındaki bağlantıları ele
alan kitabını okumalarını salık veririm. (Sexual lmpulse, s. 16).
(67) Çocuk korkusunun açıklanması konusunda, üç yaşın·
daki bir erkek çocuğuna büyük şeyler borçluyum. Bu erk.ek
cuğunun, karanlık bir odadayken şöyle seslendiğini duymuştum:
"Halacığım, bana bir şeyler söyle, burası karanlık olduğu için
korkuyorum." "Söylesem ne faydası olur?" dedi halası, "görmeni
sağlıyamam ki!" Çocuk, "önemli değil," diye cevap verdi, "birisi
konuşursa, ortalık aydınlanır." Bundan da belli oluyor ki, çocuk
karanlıktan korkmuyordu. Sevdiği insanı kaybetmiş olduiu için
korkuyor ve bu- insanı yanında duyarsa yatışacağını söylüyordu.
Nevroz tedirginliğinin (boğuntu) libidodan çıkmış olduğu, onun bi<
değişik üı ünü sayılması gerektiği ve bu tedirginlik ile libido arasındaki
bağlantının, sirke ile şarap arasındaki bağlantıya benze..
tilebileceği, psikanalizin sağladığı en önemli sonuçlardan biridir.
Bu problem için, bak.: "1ntroductory Lectures to Psychoanaly.U,
(Joan Riviere çevirisi, Londra, 1922). Ama bu eserde de proble·
min kesin cevabı verilmiş değildir.
(68) Yakınlarla cinsel birleşme yasağı insanlığın tarih boyunca
edinmiş olduğu bir davranış olarak düşünülebilir. öteki ahlaki
tabuların çoğu gibi, birçok bireylere organik ırsiyet yoluyla
kazandınlmış olduğu da söylenebilir. (Bak.: Freud, Totem ve Ta:
bu). Bununla birlikte, psikanaliz, gelişmesi sırasında, bireyin yakınları
ile birleşme isteğine karşı nasıl direnç gösterdiğini ve bu
CİNSiYET VE PStKANALtz 209
isteti, çoğu zaman, nasıl hayaller alemine ya da gerçeğe aktardığını
göstermiştir.
(69) Çocuğun terketrniş olduiu cinsel araştırmaları çıkış
noktası olarak alan ergenlik çaiı hayalleri (fantazyaları) kimi za.
man örtüklük çağının bitiminden önceye kadar uzanabilirler. Tüm
olarak ya da kısmen bilinç-dışında kalmış olabilirler. Bu yüzden,
çoğunlukla, onların ortaya çıkış zamanını belirlemek mümkün
değildir. Bu hayaller, marazt belirtilerin oluşması bakımından çok
büyük bir önem taşımaktadırlar. Çünkü, belirtilerin hazırlık dönemini
ve libidonun bastırılmış bazı unsurlarının içinde tatmine ulaştığı
biçimleri teşkil ederler. Aynı zamanda, bu hayaller, gece hayallerinin
de prototipleridir. Gece hayalleri ise, rüyalar biçimindo
bilince gelirler (bilinçte görünürler). Rüyalar, bu çeşit hayallerin
bir tekrarlanmasından başka şey değildir. Bu tekrarlanma (yenilenme),
uyanıklık halinden artakalmış (gün artıkları) bazı uyanmlann
etkisinde gerçekleşir.
Ergenlik çağının belli birtakım cinsel hayalleri, bireylerin yaşantılarından
bağımsız ve evrensel bir biçimde ortaya çıkar. Bu
hayaller arasında, çocuğun, ana ve babasının cinsel birleşmesini
gördüğünü düşünmesini; sevdiği bir kimsenin kendisini baştan çıkardığını
tasarladığını; iğdiş edilmek tehlikesi ile kar.:;ılaştığını görür
gibi olduğunu; annesinin kamında kalarak çeşitli olaylar yaşadığını
düşünmesini sayabiliriz. Bunlardan başka, bir de "aile
roman"ı denilen durumu unutmamak gerekir. Bu durumda, delikanlı,·
ana-babası ile arasındaki eski bağlantı ile o günkü bağlantı
arasındaki farktan hareket ederek gerçekle ilintisi olmıyan
bir bikiye uydurur. O. Rank, bu hayaller ile mitler arasındaki
yakın balJılığı göstermişti. (Der Mytlıus von der Geburt des Helden,
i 909). Oedipus kompleksi'nin bütün nevrozların temel kompleksi
olduğu ve nevrozların muhtevasında ana bölümü teşkil et·
tiği · söylenebilir. Oedipus kompleksi, daha sonraki etkileri ile
yetişkinin cinselliğini kesin bir biçimde etkileyen çocuk cinselliğinin
en yüksek noktasıdır (doruğudur). Her insanın karşılatıl:ı
ve yerine getirmesi gereken ödev, Oedipu! kompleksi'ni egemen-
F. 14
210 CİNSlYET VE PStKANALtZ
lik altına almaktır. Bunu yapamıyan, bir nevroza tutulrnaia mah.
kumdur. Psikanaliz çalışmaları ilerledikçe, Oedipus kompleksi'nio
önemi daha arttı ve b kompleksin kabul edilmesi ya da edilme·
mesi, psikanalizi tutanlarla ona karşı çıkanları ayıran bir mihenk
taşı niteliğini kazandı.
Rank, başka bir eserinde (Das Trauma. der Geburt, 1924),
anneye takılıp-kalma (fixation) olayını embryon dönemine götürdü
ve böylece Oedipus kompleksi'nin biyolojik temellerine işaret etti.
Yukarda söylediğimizden farklı olarak, Rank yakınlarla cinsel bi
leşme yasağını, doğum boğuntusunun traumatik etkisiyle açıkla·
maktadır.
(70) İnsanın aşk hayatının sayısız çeşitlilikleri ve aşk tut·
kularının zorlayıcı karakteri, ancak çocukluk çalı, ya da bu ça
ğın etkin yansıları gözönünde tutulmak şartiyle açıklanabilir.
(7 1) Burada, Ferenczi'nin hem fantazilerle dolu, hem de
derin görüşler taşıyan eserini (Versuch einer Genitaltheorie, 1924)
hatırlatmak isterim. Bu eserde, gelişmiş hayvanların cinsel hayatı
biyolojik evrimlerinin (tekamüllerinin) dönemlerinden çıkarılmağa
çalışılmaktadır.
(72) Bu, sadece, nevrozlarda görülen "negatif' sapıklık eğilimleri
için değil, aynı zamanda pozitif sapıklık denilen durum·
!ar için de geçerliydi. Pozitif sapıklıklar, sadece çocukluk eğilim·
!erinin takılıp-kalmasından doğmuyor, aynı zamanda, cinsel akışın
öteki yolları gerektiği gibi gelişmediği için bu eğilimlere karşı
gösterilen bir geridönüş (regression) yüzünden ortaya çıkıyordu.
Bundan ötürü, pozitif sapıklıklar da psikanaliz tedavilerinin ala·
nına girer. .
(73) Ergenlik çağında, ilk aiızda, normal bir akışın ortaya
çıktığı görülebilir. Ama bu akış, zayıfsa, karşılaştığı ilk dış eiı·
gel yüzünden yolunu şaşırır ve bir geri-dönmeden sonra sapıklığa
kadar varan bir değişikliğe yerini bırakır.
(74) Bazı karakter özelliklerinin, erojen unsurlarla belli bir
bağıntısı olduğu bilinmektedir. Böylece, inatçılık, pintilik ve titiz·
lik ile ana! bölgesine ilintili erotizm arasında bir bağlantı bulu·
nabilir. Urethral (sidik yoluyla ilintili) bir erotizm ise "gözüyük·
· · · '·
seklerde-olmak" özelliğini açıklayabilir.
(75) İnsan yaradılışının keskin gözlemcisi Emil Zola, "La
C1NS1YET VE PStKANAUZ 211
joie de Vivre" adlı kitabında bir genç kızı anlabr. Bu genç kız.
karşılık beklemeksizin, bütün varını yolunu, umdulu bütün serveti
ve hayallerini, sevdikleri uiruna isteyerek feda eder. Bu genç
kız, çocukluk. çalında doymak bilmeyen bir sevilme ihtiyacı duymuş
ve kendisinin bir kere başka bir kıza tercih edildilini görünce
gaddarlık etmişti.
(76) Şiddetli diretmenin, daha önceki yılların özel somati.k
cinsel davranışlarının (belirişlerinin) sonucundan başka bir.
şey olmaması mümkündür.
PSiKANALİZiN TARi HÇESİ
(192 3)
Freud bu incelemeyi, Amerikalı editör
"lerin isteği üzerine 1923 yılı Kasım
ayında yazdı. Yazının Almanca a.<1lı,
1928 yılında "KURZER ABRISS DER
PBYCHOAN ALYSE" ba§lığı alt.ında
yayınlanmt§tır.
1
Psikanalizin, yirminci yüzyılla birlikte doğduğu
söylenebilir. Çünkü, psikanalizi yepyeni bir görüş
olarak ortaya koyan eser (Rüyaların Yorumu adlı
kitabım) 1900 (1) yılında yayınlanmştıır. Ama psikanalizin
gökten zenbille indiğini sanmak
doğru
olmaz. Psikanaliz, kendinden önceki görüşlerde çıkış
noktalan bulmuş ve onları geliştirmiştir. Demek
ki, psikanalizin tarihini
yazmak isteyen bir
kimse, onun kaynağını belirleyen etkileri açıklamak
ve psikanalizden önceki çağları ve koşulları üstünkörü
geçmemek zorundadır.
Psikanaliz iyice sınırlanmış dar bir alanda gelişmiştir.
Başlangıçta,
vardı. Bu amaç, "fonksiyonlu" diye
psikanalizin bir tek amacı
tanınan sinir
hastalıklarının özünü kavramak ve o çağa kadar
tıb alanında bu hastalıkların iyileştirilmesi
konu-
216 CtNSIYET VE PStKANAUZ
sumla gösterilen başarısızlığı yenebilmekti. O çağın
sinir hastalıkları uzmanları, şimiko fizik ve patolojik-anatomik
gerçeklere çok önem verecek biçimde
yetişmişlerdi. Daha sonraları da, belli birtakım
fonksiyonlarla, beynin belirli parçalan arasında
sıkı ve belki de bütün öteki bağlantılan dışarda bırakan
bir bağlantı bulunduğunu ortaya koymuş gibi
görünen Hitzig ve Fritsch'in, Ferrier'nin, Goltz'un
ve başkalarının etkisi altında
kalmışlardı. Ruhsal
faktörü ne yapacaklarını bilemedikleri gibi
hakkında bir anlayışa da varamıyorlardı.
faktörü, filozoflara, mistiklere hatta
onun
Ruhsal
şarlatanlara
bırakıyorlar ve kendileri ile ilintisi olmayan bilim
dışı bir şey o!arak görüyorlardı. Bu yüzden nevrozların
sırlarına yaklaşamadıklan gibi, bu çeşit hastalıkların
en yetkin örneği olan sır dolu "isteri"yi
de açıklayamıyorlardı. 1885 yılında
Salpetriere'de
çalıştığım sırada, isterik paralizilerin (isterik felç ·
lerin) , beynin belli bir parçasındaki fonksiyon be>·
zukluklanndan doğduğunu söylüyorlardı.
Beynin
bu belirli parçası büsbütün bozukluğa uğradığı zaman
da bundan doğan organik bir paralizi ortaya
çıkıyordu.
Bu kavrayış kıtlığı, sözü geçen patolojik (marazi
) koşulların (şartların) tedavisi konusunda bütün
yetersizliği ile kendini açığa vuruyordu. Hastalığı
iyileştirmek için hastayı "sertleştirmek" amapını
güden çarelere bauruluygrdu. Bu çler ara-
CtNStYET VE PSIKANALtZ 217
sında ilaçlardan başka, hastayı korkutma, alay ve
uyarma yoluyla olduğu gibi · salık verme yoluyla
"kendisini kurtarmaya" ve toparlamaya zorlayan
zihinsel baskılar yaratma teşebbüsleri de yer ah·
yordu. Ama bunlann çoğu hem yanlış hem de düşmanca
uygulanan çarelerdi. Elektrik tedavisi, sinir
koşullarıyla ilintili özel bir kür olarak yapılıyordu.
Ama Erb'in (1882 ) ayrıntılı metodunu uygula ·
mağa kalkan bir kimsenin, şaşmaz bilimler arasında
yer aldığı söylenen bir alanda, ham-hayallere n
kadar geniş yer verildiğini görüp şaşkınlığa düş·
memesi kabil değildi.
İpnoz olayının tıb bilimine
yeniden alınması söz konusu olduğu 1880 yılların·
da kesin bir değişiklik ortaya çıktı. Liebault, Bernheim,
Heidenhain ve Forel'in çalışmaları sayesinde
ipnoz, tıb bilimine girebilecek ölçüde haşan kazanmıştı.
Asıl önemli olan ipnoz olayının özgünlüğü ·
nün (orijinalitesinin) kabul edilmiş olmasıydı. Bu
kabul edildikten sonra, ipnozdan, iki temel ve unutulmaz
sonuç ergeç çıkarılacaktı. İlkin, bir kimse,
kendisinin ortaya çıkardığı ruhsal etkiler sayesinde
ve yalnız bu etkilere dayanarak somatik değişikliJ<lerin
gerçekleştirilebileceğini açıkça görmüş oluyordu.
İkinci olarak, yalnızca "bilinç-dışı" diye adlandırılabilecek
psişik süreçlerin varlığı (özellikle üzerinde
deneme yapılanların ipnozdan sonraki davranışlarına
bakarak ) açık bir biçimde ortaya çıkıyordu.
Gerçi, "bilinç-dışı" uzun zamandan beri filozof-
218 ctNStYET VE PstKANALtz
lar tarafından ele alınarak teorik bir kavram olarak
incelenmişti ama ipnoz olayında, ilk olarak, somut
ve denemeden geçirilebilir bir gerçek haline giriyordu.
Bütün bunlardan başka ipnoz olayının, bazı
nevrozların belirtilerini (arazını) andırdığı da
görülüyordu.
Psikanalizin kaynaklarının tarihinde, ipnozun
oynadığı- rolü gereğinden fazla önemsemek kolay değildir.
Hem teorik hem de terapötik l9akımdan, psikanalizin
eli altında, ipnoz tekniğinden kendisine
kalan bir miras vardır.
İpnoz, nevrozların incelenmesinde büyük bir
yardım sağlamıştı. Özellikle, isterinin incelenmesinde
bu açıkça görülüyordu. Charcot'nun deneyimleri
büyük bir etki yaratmıştı. Charcot, bir traumadan
(bir kazadan ) sonra ortaya çıkan belli bir takım
paralezilerin (felçlerin) isterik yapıda olabileceğinden
şüphelenmiş ve ipnoz altında bulundurulan kimseyi
bir trauma geçirdiğine inandırarak, aynı türden
paralezileri, suni biçimde ortaya koymuştu.
Böylece, isterik belirtilerin ortaya çıktığı olaylarda,
trauma etkisinin rol oynayabileceği düşüncesi
doğmuştu. Charcot, isterinin ruhbilim bakımından
kavranması yolunda başka çaba harcamamıştı. Ama
öğrencisi Pierre Janet aynı soruyu ele almış ve ipnozdan
yararlanarak isteri belirtilerinin, belli bir
takım bilinç-dışı düşüncelere (idees fixes) sıkı sıkı·
ya bağlı olduğunu gösterebilmişti. Ama J anet, iste-
CtNStYET VE PStKANAUZ 219
rinin temelinde, ruhsal süreçleri bir arada tutamayışa
yol açan bir yapısal (doğuştan gelen) güçsüzlüğün
bulunduğunu ileri sürmüştü. Bu güçsüzlük,
ruhsal hayatın parçalanmasına (çözülmesine ) yol
açıyordu.
Bununla birlikte, psikanaliz, hiç bir bakımdan,
Janet'nin bu çalışmaları üzerinde temellenmiş de4
ğildir. Psikanalizi asıl etkileyen şey, Viyanalı Dok4
tor Josef Breuer'in yapmış olduğu denemeydi. Breuer,
1881 yılında, bütün dış etkilerden uzak olduğu
halde, ipnoz kullanarak, isteriden şikayet eden kabiliyetli
bir kızın durumunu incelemiş ve onu iyileştirme
başansını gösterebilmişti (2) . Breuer'in
bulguları, bu yazıyı yazanla (Freud ) birlikte çalışmaya
başladıktan sonra ve aradan on beş yıl ge
·çince yayınlanmıştı. Breuer'in ele almış olduğu olay,
nevrozlan anlamamız bakımından bütün önemini
hala taşımaktadır. Bu bakımdan, onun üzerinde biraz
durmamız gereklidir. Bu olayın özgünlüğünüo.
nereden geldiğini iyice kavramalıyız. Sözkonusu
olan kız, çok düşkün olduğu babasına bakarken
hastalanmıştı. Breuer, genç kızın gösterdiği belirtilerin,
bu bakım dönemiyle ilintili olduğunu ve bu
dönemle açıklanabileceğini ortaya koymuştu. Böylece,
sırlarla dolu olan bu nevrozun genel bir görünüşünü
elde etmek kabil olmuş ve hastalığın bütün
belirtilerinin bir anlam taşıdığı ortaya çıkmıştı.
Bundan başka, belirtilerin, gerçekleştirilmeleri ge·
220 ctNSlYET VE PStKANAUZ
rektiği halde gerçekleştirilememiş ve çeşitli nedenler
dolayısıyla bir yana bırakılmış hareketlere yönelmiş
içtepilerden
(ilcalardan ) doğmuş olduğu da
ortaya çıkmıştı. Gerçekten de, belirtiler, yerine getirilememiş
(gerçekleştirilememiş) hareketlerin bo.luğunu
doldurmak için ortaya çıkıyordu. Böylece,
isteri belirtilerinin etiolojisini açıklayabilmek için
hastanın duygu hayatına
(teessüriyetine ) ve ruhsal
güçlerin karşılıklı etkilerine (dinamiğe) başvurmamız
gerekiyordu. Bu iki yöneliş, o çağdan beri
geçerliğini korumaktadır.
Belirtileri doğuran nedenler, Breuer tarafından
Chorcot'nun traumalarına benzetilmişti. Ne var
ki, bütün bu traumatik doğurucu nedenler ve onlar··
dan çıkan bütün ruhsal içtepiler, hasta tarafından
büsbütün unutulmuştu. Sanki bunların hiç biri gerçekleşmemişti.
Ama bu unutulmuş nedenlerin ürünleri
(belirtiler) sanki zamanın etkisi diye bir şey
tanımıyorlarmış gibi, hiç değişmeden süregelmişlerdi.
Böylece, bilinç-dışı ruhsal süreçlerin varlığı hakkında
kesin ve yepyeni bir kanıt (delil) elde edilmiş
oluyordu. Bu süreçler, bilinç-dışı olmaları dolayısıyla
güçlü süreçlerdi.
Bunları daha önce ilk
olarak ipnoz-sonrası aşılamalarda (telkinlerde ı
görmüş ve tanımıştık. Breuer'in kullandığı terapötik
yol, ipnoz altında bulunan hastaya unutulmuş
traumalan hatırlatmak ve onlara karşı sert bir duygu
anlatımı ile karşı tepki göstermesini sağlamak-
C1NS1YET VE PStKANALtz
221
tan başka şey değildi. Bu yapıldığı zaman, o ana
kadar bu heyecan anlatımlarının yerini almış olan
belirti ortadan kayboluyordu. Böylece, aynı teknik
hem hastalığın araştırılmasını, hem de iyileştiril·
mesini sağlıyordu. Bu olağanüstü bağlantı, psikanalizde
daha sonra da geçerliğini korumuştur. Bu ya .
zının yazarı, 1890'lann ilk yıllarında, Breuer'in bulmuş
olduğu sonuçlan çeşitli hastalar üzerindeki tedavileriyle
pekiştirdikten sonra, her ikisi de, yani
Breuer ile Freud, bir kitap yayınlamağa karar verdiler.
isteri Üzerine incelemeler (1895) adını taşıyan
bu kitap varmış oldukları bulguları açıklıyor ve bu
bulgulara dayanan bir teori kurma teşebbüsünü de
dile getiriyordu. Bu teoriye göre isteri belirtileri,
ruhsal bir sürecin affect'i, daha güçlü bir affect tal'afından
bir yana itilip, normal bir biçimde bilinçli
olarak kendini gerçekleştiremediği ve yanlış bir yola
saptığı zaman ortaya çıkıyordu. İsteri olaylarında,
affect, olağandışı bir somatik uyarım haline giriyor
("dönüş") ama sözkonusu olan yaşantı ipnoz
altında yeniden
canlandırıldığı zaman bu affect'e
başka bir yön vermek ve böylece ondan kurtulmak
("sıyrılmak") kabil oluyordu. Yazarlar, bu metoda
"catharsis" (arıtmak, boğulmuş bir affect'i serbest
bırakmak) adını verdiler.
Cathartic metod, (antma metodu), psikanalizin
öncüsüdür. Psikanaliz teorisinin çeşitli değişmele
rine ve deneme alanının genişlemesine rağmen, bu
222 ctNStYlrr VE l>S1KANAL1Z
teorinin içinde onun temeli olarak süregelmiştir. Ama
o çağlarda, cathartic metod, henüz belli bir takım
sinir hastalıklarıyla ilintili yeni bir teknikten başka
şey değildi ve zamanla genel bir ilgi uyandıracağı
ve sert tartışmalara yol açacağı belli bile olmuyordu.
il
isteri Üzerine incelemeler yayınlandıktan biraz
sonra, Breuer ve Freud arasındaki işirliği sona erdi.
Aslında dahiliye uzmanı olan Breuer, sinir hastalarını
tedaviden vaz geçmişti. Freud, yaşlı arka·
daşırun kendisine bırakmış olduğu bu tekniğin üze.
rinde çalışmağa koyuldu. Freud'ün getirdiği yenilikler
ve ortaya koyduğu yeni bulgular, cathartic me ·
todu psikanaliz haline ulaştırdı. Freud'ün almış olduğu
önemli kararın, üzerinde çalıştığı metodda ippozdan
yararlanmaktan kesin olarak vazgeçmek ol
duğundan şüphe edilemez. Freud'ün bu karan al·
masının iki nedeni vardır. Birincisi, Nancy'de Bernheim'ın
yanında çalışmasına rağmen, bazı hastalan
ipnoz altına almakta başarı sağlayamamış olmasıydı.
İkincisi, ipnoza dayanan terapötik metodun sonuçlarından
memnun kalmamasıydı. Gerçi bu sonuçlar
çok ilgi çekiciydi ve kısa bir tedavi süresinden
sonra elde edilebiliyordu ama aradan zaman geçince
ortadan kayboldukları gibi, hastanın doktorla ara-
CtNStYET VE PSt.KANALtz 223
sındaki bağlantılara da sıkıdan sıkıya bağlı kalıyordu.
lpnozun bırakılması, bu tekniğin gelişiminde bir
kesiklik ortaya koydu ve yeni bir çıkış noktası bulmak
gerektiğini açığa vurdu.
Bununla birlikte, ipnoz, hastanın, unutmuş olduklarını
yeniden hatırlaması ödevini gerektiği gibi
yerine getirebilmişti. Önemli olan bu tekniğin
yerine bir yenisini koymaktı. Böylece, Freud, ipnoz
tekniğinin yerine "serbest çağrışım"ı koymayı düşündü.
Yani Freud, hastasının herhangi bir bilinçli
düşünceden kaçınarak, kendiliğinden (iradesinin dışında)
aklına gelen düşüncelere kendini bırakmasını
ve başka hiç bir şeyle ilgilenmemesini istiyordu.
Hasta bu düşünceleri doktora anlatmalıydı. Hatta
düşünceler kaba, anlamsız, önemsiz ve yersiz görünseler
bile bunları açıklamaktan kaçın.mamalıydı.
Unutulmuş olan bilinç-dışı gerçekleri araştırmak
içın, serbest çağrışım metodunun seçilmiş olması ilk
bakışta çok garip görünebilir. Bundan ötürü, serbest
çağrışım metodunu haklı çıkarmak için birkaç söz
söylememiz gereklidir. Freud bu metodu kullanmağa
kalktığı zaman, "serbest" diye adlandırılan çağnşımların
aslında serbest olmadığının görülebileceği
; çünkü bütün bilinçli ruhsal amaçlar ortadan kaldırıldığı
zaman, ortaya çıkan düşüncelerin bilinç-dışı
gerçekler tarafından belirlenmiş bulunacağını ummuştu.
Nitekim bu umud, deneyler tarafından doğrulandı.
Psikanalizin demin açıkladığımız temel ku·
224 CiNSiYET VE PS1.KANAL1Z
ralına uygun davranıldığı zaman, serbest çağrışım
akışı, hastanın unutmuş olduğu şeye ulaştıracak yo
lu gösterecek bir yığın düşünce ortaya çıkarmış
oluyordu. Böylece elde edilmiş olan gerçekler (muhteva)
gerçi, unutulmuş olam doğrudan doğruya göstermiyordu
ama, öyle bol ipucu veriyordu ki, belli
ölçüde yorumlamalar ve eklemeler yaparak, doktorun,
unutulmuş olanı bu gerçeklerden sezinlemesi,
ya da yeniden kurması kabil oluyordu. Böylece, yo
rum sanatı ile birlikte kullanılan serbest çağrışım,
daha önceleri ipnozun yerine getirdiği fonksiyonu
yapmış oluyordu.
Çalışmamız daha güç ve çapraşık bir hale girmiş
gibiydi. Ama ipnoz durumu dolayısiyle gözlemciden
saklanan karşılıklı etkilerin, yani ruhsal güçlerin
karşılıklı etkisinin kavranılması konusunda büyük
bir kazanç da elde etmiştik. Patolojik bir süreç
içinde unutulmuş olanın ortaya çıkarılması üzerinde
yapıln çalışmaların sürekli ve şiddetli bir karşı
komayla savaşması gerektiği belli olmuştu. Aklına
gelen düşünceleri açıklamamak için hastanın diretmeleri
(psikanalizin temel kuralı bu diretmelere yönelmiştir)
, bu karşı koymanın belirişlerinden başka
şey değildi. Karşı koma fenomeninin incelenmesi,
nevrozlann psikanalitik teorisinin temel taşlanndan
birinin, yani bastırma teorisinin doğmasına yol
açtı. Hastalığa yol açan gerçeklerin bilince getirilmesine
karşıkoyan gtiçlerin, bir zamanlar aynı ça-
CtNS1YET VE PS1KANAL1Z 225
bayı başarı sağlıyarak göstermiş olduk.lannı ileri
sürmek akla yakın geliyordu. Böylece, nevroz belirtilerinin
etiolojisinde bir boşluk doldurulmuş oluyordu.
Belirtilerin yerini almış olduğu izlenimler ve
ruhsal içtepiler, rastgele unutulmuş ya da. Janet'
nin sandığı gibi, yapısal bir güçsüzlükten ötürü unu·
tulmuş değillerdi. Bunlar, başka. ruhsal güçlerin etkisinde
kalarak bir bastırılma. ile karşılaşmışlardı.
Nitekim bu bastırmanın kanıtı ve başarısı onların
bilinçten çıkarılma.lan ve bellekten atılmalarından
ili oluyordu. Sırf bu bastırılma yüzünden patoje.
nik hale gelmişler, yani alışageldiğimiz yollardan çıkarak,
kendilerini
başarısını göstermişlerdi.
belirl:iler halinde açığa vurmak
Demek ki, iki ayrı psişik eğilim grubu bastırmanın
temeli ve bu yüzden her çeşit nevroz hast!l.
lığmın nedeni
olarak ele alınmalıydı. Bu noktaya
geldiğimiz zaman, deneylerimiz bize birbiriyle savaşan
bu güçlerin özü ile ilgili yepyeni ve şaşırtıcı
gerçekler öğretti. Bastırmalar, her zaman, hasta
kimsenin ahlaksal kişiliği ( ego'su ) diyebileceğimiz
şeyden doğuyor ve hem estetik hem de etik güdülere
dayanıyordu. Bastırmaya uğramış olan içtepi .
ler ise, bencillik ve taşkalpliliği dile getiren içtepilerdi.
Bunlar genel olarak cinsel istekleri, hem de
en kaba ve yasaklanmış cinsel istekleri dile getiren
içtepilerdi. Demek ki belirtiler yasaklanmış tatınin-
F. :5
226 CtNStYET VE PSlKANALtz
terin yerini tutuyor ve hastalık insan varlıklarının
ahlaksız yanlarının sonuna varamamış eksik bir başeğmesini
karşılıyordu (başeğmesine tekabül ediyordu).
Bilgilerimiz genişledikçe, ruhsal hayatta, cinsel
istek içtepilerinin oynadığı rolün önemi daha iyi belirmiş
ve cinsel içgüdünün özü ve gelişmesi ile ilgili
ayrıntılı incelemeler yapılmasına yol açmıştı (3).
Ama bu arada, çocukluğun ilk yıllarındaki çatışmaların
ve yaşantıların, bireyin gelişmesinde kesin bir
rol oynadığını ve olgunluk çağında bile silinmeyen
izler bıraktığını incelemelerimiz sonunda öğrenmiştik.
Bu, bilim tarafından görmezlikten gelinen ço
cuk cinselliğinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Çocuk
cinselliği en küçük yaşlardan başlıyarak hem
fizik tepkilerde, hem de ruhsal davranışlarda görünüyordu.
Çocuğun bu cinsel hayatını, normal yetişkinlerin
cinsel hayatı denilen şeyle olduğu gibi,
sapıkların anormal seksüel hayatı denilen şeyle de
bir araya getirebilmek için cinsel hayat kavramını
cinsel içgüdünün evrimi (tekamülü) tarafından haklı
çıkarabilecek biçimde düzeltmek ve genişletmek
gerekiyordu.
İpnozun yerine serbest çağrışım tekniği konulduktan
sonra, Breuer'in cathartic metodu psikanaliz
haline girdi ve on yıldan daha fazla bir süre
boyunca yazar (Freud) tarafından geliştirildi.
Bu süre içinde, psikanaliz, nevroz belirtilerinin kay-
ClNStYET VE PS1KANAL1Z 227
nağı, anlamı ve amacı üzerine doyurucu açıklamalar
yapan bir teoriyi yavaş yavaş edindi ve hastalıkları
tedavi konusundaki tıbbi teşebbüslere akılsal
(rational) bir temel sağladı. Bu teorinin temellerini
bir kere daha sayıyorum : İçgüdüsel hayatın, ruhsal
dinamiğin, en karanlık ve keyfi fenomenin bile bir
anlam ve nedensellik taşıdığı gerçeğinin önemsenmesi
; psişik çatışmanın ve bastırmanın patojenik
bir yapı taşıdığı teorisi ; belirtilerin başka şeylerin
yerine geçen doygunluklar olduğunu ileri süren gö·
rüş ; cinsel hayatın ve özellikle çocuk cinselliğinin
başlangıçlarının etiolojik önemini kabul etmek, Fel ·
sefe bakımından bu teori, ruhsal olanın bilinçli olanla
tükenmediğini, ruhsal süreçlerin aslında bilinçdışı
olduklarını ve ancak özel organların fonllsiyonu
ile bilinçlendiğini ileri süren görüşe bağlanmak demektir.
Bu listeyi tamamlamak için, çocuklardaki
duygusal (affective-teessüri ) davranışlar arasında
birinin, yani çocuğun ana-babasına karşı duyduğu
heyecan bağlantısının (Oedipus Kompleksi diye bi·
linen şey) gittikçe önem kazandığını da eklemeliyim.
Bu bağlantının, her çeşit nevrozun temeli olduğu
gittikçe daha açık bir biçimde belli olduğu gibi,
doktora karşı hastanın gösterdiği tutumda da bir
duygusal aktarma fenomeni ortaya çıktı ve hem tek
nik hem de teori için çok önemli olduğu görüldü.
Böylece, nevrozlarla ilintili psikanaliz teorisi,
kabul edilmiş düşüncelere ve eğilimlere karşıt öge-
228
CtNSlYET VE PSlKANALtZ
ler taşıyordu ve bunlardan bir çoğunun teoriye yabancı
olanlar arasında şaşkınlık, tiksinti ve şüphe
uyandıracağı önceden kestirilmişti. Bunlar arasında,
psikanalizin bilinç-dışı karşısında aldığı davranışı
; çocuk cinselliğini kabul etmesini ve genel
olarak ruhsal hayatta cinsel faktörü önemsemesini
sayabiliriz. Ama iş bununla bitmiyordu.
111
İsterik bir kadında, yasaklanmış bir cinsel isteğin
rahatsız edici bir belirti haline nasıl geldiğim
anhyabilmek için, psişik mekanizmanın yapısı ve
işleyişi hakkında geniş ve çapraşık varsayımlar (faraziyeler)
yapmak gerekiyordu. Ama burada harcanan
çaba ile elde edilen sonuç arasında bir çelişme
vardı. Psikanali3in temel olarak ileri sürdüğü koşullar
birer kuruntu değillerse, temel bir yasa özelliğini
taşımaları ve isteri fenomenlerinde olduğu
gibi başka fenomenlerde de dile gelmeleri gerekiyordu.
Ama bu düşünce doğruysa, o zaman, psi·
kanalizin yalnızca sinir hastalıkları uzmanlarını ilgilendiren
bir şey olmaktan çıkıp, ruhbilimsel araştırmalarla
uğraşan herkesin dikkatini çeken bir
konu olması gerekirdi. Yani, o zaman, psikanalizin
bulguları yalnız patolojik ruhsal hayat alanında
önem kazanmakla kalmayacak, ama normal ruhsal
ClNSlYET VE PStKANALIZ 229
işleyişlerin anlaşılması konusunda da gözönünde burundunılması
gereken gerçekler haline gelecekti.
Psikanalizin patolojik alanların dışında da işe
yarayabileceği, daha başlangıçta, iki çeşit fenomeni
ele aldığı zaman ortaya
çıkmıştı. Bu fenomenlerin
birincisi günlük hayatta sık sık ortaya çıkan yanılmalarda
(bazı şeyleri unutmak, dil sürçmeleri, nesneieri
yanlış yerlere koymak ) dile geliyordu. İkincisi
de sıhhatli ve psışi.k bakımdan normal insanlann
gördüğü rüyalardı. İyice bilinen özel adlann unutulması,
dil ve kalem sürçmeleri gibi önemsiz fonksiyon
bozukluklan, o zamana kadar, ya açıklanmaya
değmiyecek şeyler olarak görülmüşler, ya da
yorgunluk, dikkatsizlik ve buna benzer durumlarla
açıklanmışlardı. Bu yazının yazan, Günlük Hayatın
Psikopatolojisi (1901) adlı kitabında, çeşitli örnekler
vererek yukarıda sözü geçen olayların bir anlam
taşıdığını ve bir ahlaksal yönelimin (niyetin) başka
bir yönelimle, yani bastınlmış ya da bilinç-dışı
bir yönelim tarafından engellendiği zaman ortaya
çıktığını gösterdi. Gerçekten de, hızlı bir düşünme
ve kısa bir çözümleme, engelleyici etkinin varlığım
ortaya çıkarmağa yetiyordu. Dil sürçmeleri gibi yanılınalann
sık sık ortaya çıkması, herhangi bir kimsenin
kendi yaşantılarına bakarak, bilinçli olmıyan.
ama yine de etkisini gösteren ve hiç olmazsa öteki:
süreçlerin, yani bilinçli ve yönelimli süreçlerin yasaklamaları
(inhibition-nehy) ve biçim değişiklik-
230 CtNSlYET VE PS1K.ANAL1Z
leri olarak ortaya çıkan bilinç-dışı ruhsal süreçlerin
var olduğunu açıkça görmesini sağlıyabiliyordu.
Rüyaların çözümlenmesi daha başka sonuçlat"
ortaya çıkardı. Bu çözümlenme, Freud tarafından
1900 yılında yayınlanan Rüyal.ann Yorumu adlı kitapta
açıklandı. Böylece, rüyaların da tıpkı nevroz
belirtileri gibi kurulmuş olduğu ortaya çıkmıştı.
Rüyalar da nevroz belirtileri gibi acayip ve anlamsız
görünüyorlar, ama psikanalizin kullandığı serbest
çağrışım metodundan pek az farklı bir teknikle
incelendikleri zaman, dış muhtevalarının altında gizli
bir anlamın ve örtük rüya-düşüncelerinin bulunduğu
açığa çıkıyordu. Bu örtük anlam, rüyanın görüldüğü
sırada sanki gerçekleşmiş gibi dile gelen
istek dolu bir içtepiden başka şey değildi. Ama küçük
çocukların gördüğü rüyalar ve fizik ihtiyaçların
zorlamaları bir yana, bu sır tanınabilecek halde hiç.
bir zaman ortaya çıkmıyordu. Bu örtük anlam, rüya
görenin ego'sunda bulunan yasaklayıcı ve sınırlayıcı
güçlerinin etkisi altında eğilip bükülmek zorunda
kalıyordu. Uyandığımız zaman, hatırladığımız
görünürdeki rüya işte böyle gerçekleşir. Görünürdeki
rüya, rüya yasaklanmasına boyun eğdiği için
tanınmayacak biçimde eğilip bükülmüştür, ama onu
çözümlemeye uğratacak olursak, bir doygunluk
durumunun ya da bir isteğin gerçekleşmesini dile
getirdiğini ortaya çıkarabiliriz. Demek ki, tıpkı isteri
belirtilerinde olduğu gibi, rüyalar da, birbiriy-
CiNSiYET VE PSlKANALtZ 231
le çatışan iki ruhsal eğilim grubu arasındaki uzlaşmadan
doğuyordu. Rüyanın özünü en iyi dile getiren
formül şudur : Rüya, (bastırılmış) bir isteğin (kıyafet
değiştirerek) gerçekleşmesidir. Örtük rüya isteğinin,
rüyanın görünürdeki muhtevası haline gelmesini
sağlayan sürecin (bu süreç, rüya-çalışması
diye bilinir) incelenmesi, bilinç-dışı ruhsal hayat
hakkında bildiklerimizin en önemli bölümünü sağlamış
oldu.
İmdi, rüya hastalıklı bir belirti değil, normal
ruhsal hayatın bir ürünüdür. Rüyanın gerçekleşmi'
gibi dile getirdiği istekler, nevrozlardaki bastırılmış
isteklerin aynısıdır. Rüyalar, oluşabilmelerini,
insanoğlunun hareket gücünü felce uğratan uyku
halinde, bastırmanın yumuşıyarak rüya-yasaklaması
haline gelmesine borçludurlar. Bununla birlikte,
rüya-oluşması süreci belli sınırlan aşacak olursa,
rüya gören, onu hemen durdıırur ve korku içindı:ı
uyanır. Patolojik ya da normal ruhsal hayatta, aynı
güclerin ve bu güçler arasında yer alan aynı süreç ·
terin patolojik hayatta olduğu gibi normal hayatta
da etkenlik gösterdikleri böylece kanıtlanmış oluyordu.
Rüyaların Yorumu yayınlandıktan bu yana,
psikanaliz iki yanlı bir önem kazanmıştır. Çünkü
psikanaliz, artık, yalnızca nevrozların tedavisinde
işe yarayan yeni bir metod değil, aynı zamanda yeni
bir ruhbilim olarak ortaya çıkıyordu. Bu bakımdan
yalnızca sinir hastalıkları uzmanlarının değil,
232 CiNSiYET VE PSiKANALiZ
ruhsal hayatın bilimi ile uğraşanlann da dikkatini
çekecek durumuna girmiş bulunuyordu.
Ama, psikanaliz, bilim dünyasında dostça karşılanmadı.
On yıl boyunca, Freud'ün çahşmalan ile
kimsenin ilgilenmediği görüldü. 1907 yılında, bir
grup İsviçreli psikiyatr (Zürih'te Bleuer ve Jung l
psikanaliz ile ilgilenmeğe başladılar. Bunun ardından,
özellikle Almanya'da metodu ve kanıtları pek
de titizlikle ileri sürülmeyen bir kızgınlık fırtınası
koptu. Belli bir zaman süresinden sonra tanınmağa
başlayan her yeniliğin başına gelen psikanalizin de
başına geliyordu. Bununla birlikte, sert bir karşıkomaya
yol açması psikanalizin özünden doğan bir
şeydi. Çünkü psikanaliz, uygar insanlığın önyargılarını
en etkilenebilecek yerinden yaralıyordu. Uy·
garlık yüzünden bilinç-dışına bastınlmış olan şeyleri
ortaya çıkarması dolayısiyle psikanaliz, her bireyi
bir tepki göstermek durumunda bırakıyor ve
böylece çağdaşlarının çözümleyici tedavi altında,
hemen karşıkoma durumuna geçen hastalar gibi
davranmalarına yol açıyordu. Bundan başka psikanaliz
teorilerinin doğruluğuna iyice inanmanın ve
psikanalizin tekniği hakkında bilgi edinmenin gUç
olduğunu da kabul etmek gerekir.
Ama bu genel düşmanlığa rağmen, psikanaliz
ikinci on yıl süresince yabancı ülkelere yayılmaktan
ve ruh hayatı biliminin yeni alanlarında kullanılır
hale gelmekten geri kalmadL 1909 yılında
CtNSlYET VE PSlKANALlZ
233
Worcester'deki Clark Üniversitesi direktörü G.
Stanley Hail, bir seri konferans vermek üzere Freud
ve Young'u davet etmişti. Freud ve Young orada
dostça karşılandılar. O çağdan beri, psikanaliz Amerika'da
tanınıp yayılmasına rağmen, derinlemesine
bir anlayışla ele alınmadığı gibi birtakım kötüye
kullanmalara da konu edildi. Daha 1911 yalında,
Havelock Ellis, psikanalizin
yalnız Avusturya ve
İsviçre'de değil, Amerika'da, İngiltere'de, Hindistan'da,
Kanada'da ve şüphesiz Avustralya'da dc.ı.
incelenip uygulandığını söylüyordu.
Yalnız psikanalizle ilgili konuları ele alan dergilerin
yayınlanmağa başlaması bu ilk çatışma ve
gelişme dönemine rastlar. Bu dergiler arasında şunlar
vardı : Birinci Dünya Savaşı çıkınca yayınlanması
durdurulan ve Freud ile Bleuler tarafından
yönetilerek Jung tarafından yayınlanan Jahrbuch
für 'f'8YCOOnalytische und Psychopatologische Forshungen
(Psikanaliz ve Psikopatoloji Araştırmaları
Yıllığı) (1909-1914 ) Adler ve Stekel tarafından yönetilen
Zentralblatt für Psychoanalyse (Psikanaliz
Temel Dergisi ) (1911). Bu derginin yerine daha sonralan
lnternationak Zeitsc'lırift für Psychoanalyse
(Uluslararası Psikanaliz Dergisi) (1913, bugün
onuncu cildini yayınlamaktadır) yayınlanmağa başlamıştı.
Psikanalizin ruhsal bilimlere uygulanması
amaciyle Rank ve Saclı tarafından kurulmuş olan
lmago, 1912den beri yayınlanmaktadır. Anglo-Ame-
234 ctNSlYET VE PStKANALlZ
rikan doktorların psikanalize karşı duydukları ilgi,
hali yayınlanmakta olan Psycho-Analytic Revieıo'
nun (Psikanaliz Dergisi) 1913'te kurulmasıyla belli
olmuştur. 1920 yılında, lnternational Journal of
Psycho-Analysis (Uluslararası Psikanaliz Dergisi)
Ernest Jones'ın yönetmenliğinde yayınlandı. Bu
dergi, İngiliz okurlarını gözönünde tutuyordu. 1nternationaler
Psycho-analytischer Verlag ve onu
karşılayan The 1nternational Psycho-Analytical
Press (Uluslararası Psikanaliz yayınlar), Internationale
Psychoanalytische Bibliothek (Uluslararası
Psikanaliz Kitaplığı) adı altında bu konuyla ilgili
yayınlar yapmıştı. Psikanalizle ilgili yazılann genel
olarak psikanaliz toplulukları tarafından desteklenen
bu dergilerden başka yerde bulunmadığını söylemek
yanlıştır. Psikanalizle ilgili yazılar, daha
birçok bilim ve edebiyat yayınlarında da yer almıştır.
Psikanalize ilgi gösteren Latin dergileri arasında
Liına'da (Peru) H. Delgado tarafından yayınlanan
Rivista de Psiquatria'yı saymak gerekir.
Psikanalizin ikinci on yılını birincisinden ayıran
temel fark, Freud'ün bu akımın biricik temsilcisi
olmak durumundan çıkmasıdır. Sayıları gittikçe
kabaran öğrenciler ve psikanaliz taraftarları, Freud'ün
çevresinde toplanmışlar ve psikanalizin yaygınlaşmasına
çalıştıktan sonra, psikanaliz teorilerinin
genişletilmesi, tamamlanması ve derinleştirilmesi
konusunda çaba harcamışlardı. Yıllar geçtikçe,
C1NS1YET VE PS1KANAL1Z
235
psikanalizi tutanlardan birçoğu, kendi yollarını seçip
ayrılmışlar, ya da psikanalizin gelişme sürekliliğini
tehlikeye düşürür gibi görünen karşıt bir tutum
benimsemişlerdi. 1911 ile 1913 yıllan arasında
C.G.Jung, Zürih'te, Alfred Adler ise Viyana'da psikanalizin
ortaya koyduğu gerçeklere yeni yorumlar
yüklemek ve psikanalizin görüş açısından uzaklaşmak
amacıyle yaptıkları çalışmalardan ötürü bir
kaynaşma doğurmuşlardı. Ama aradan az bir zaman
geçince bu ayrılmaların sürekli bir zarar vermediği
görüldü. Onların geçici olarak elde ettikleri başar:
insanların bir çoğunun psikanalizin isterlerinden
(taleplerinden) kurtulmak için önlerine çıkan ilk
yolu seçmeğe hazır olduklan gerçeği ile kolayca
açıklanıyordu. Freud'le birlikte çalışanların çoğu,
durumlarını hiç değiştirmeden kendilerine gösterilmiş
olan doğrultularda çalışmağa devam ettiler. Bu
bilim adamlarının adlarına, çeşitli uygulanma alanlarmda
psikanalizin ortaya koyduğu bulgular hak
kında biraz sonra yapacağımız açıklamalarda sık
sık rastlıyacağız.
iV
Tıb dünyasının psikanalizi gürültülü bir şekilde
geri çevirmesine rağmen, psikanalizi destekleyenler,
onu gerçek doğrultusunda geliştirerek özel bir
patoloji ve nevroz tedavisi haline getirmek için ça-
236
ClNStYET VE PStKANALtZ
lışmaktan geri kalmadılar. Bu iş, henüz sonuna varmış
değildir. Psikanalizin inkar edilemiyen terapötik
ha.şansı (kendinden önce bu alanda elde edilmiş
başarıları kat kat aşıyordu) bu akımı destekliyenleri
yeni çabalara götürdüğü gibi, ruhsal konular daha
yakından incelendikçe ortaya çıkan güçlükler de
çözümleme tekniğinde derin değişiklikler ve teorik
varsayımlarla temel ilkelerde önemli düzeltmeler
yapılmasına yol açtı.
Bu gelişme içinde, psikanalizin tekniği de, tıbbın
herhangi başka bir uzmanlık kolundaki teknikler
gibi belirli ve ince bir şey haline geldi. Bu gerçeğin
anlaşılmaması, özellikle İngiltere ve Amerika'
da birtakım kötüye kullanmalara yol açmıştır. Çünkü
kitap okuyarak psikanaliz hakkında bilgi edinen
ve özel bir eğitimden geçmeden psikanaliz yoluylR
tedaviye kalkışan kimseler ortaya çıkmıştı. Bu çeşit
davranışlar hem bilim, hem de hastalar için zararlı
olmuş ve psikanalizin kötü gözle görülmesine yol açmıştır.
Bu bakımdan ilk psikanaliz kliniğinin açılması
(bu klinik Max Eitingon tarafından 1920 de
Berlin'de açılmıştı ) pratik yönden çok büyük önem
taşıyordu. Bu kurum bir yandan büyük halk kitlelerinin
psikanaliz yönteminden yararlanmasını, öte
yandan psikanalizi uygulayacak doktorların eğitim
görmesini sağlıyordu. Bu hastahanede eğitim gören
doktorlar önce psikanalizden geçmek koşulunu (şartını
) kabul ediyorlardı.
CiNSiYET VE PSIKANALtz
237
Psikanaliz ile elde edilmiş olan malzemeyi incelemeyi
mümkün kılan varsayımsal (hypothetical)
kavramlar arasında en önemlisi "libido" idi. Libido,
psikanaliz bakımından belli bir nesneye çevrilmiş
olan cinsel isteklerin gücünü (nicelik bakımından degişebilir
ve ölçülebilir olarak düşünülmüş olan bir
gücü ) dile getiriyordu ilkin. Buradaki "cinsel" teriminin
psikanalizin gerektirdiği biçimde geniş bir
anlam içinde ele alınması
gerekir. Daha sonraki
araştırmalar, bu "nesne-libidosu"nun yawna "narcissistic",
ya da "ego-libido"nun da konulması gerektiğini
gösterdi. Böylece ortaya çıkan iki faktör
sayesinde ruhsal hayatta
gördüğümüz normal ve
anormal süreçlerden birçoğunu açıklayabilmek olanağını
elde etmiş olduk. Aradan az bir zaman geçince
"aktarma nevrozu" ve narcissistic bozukluklar
diye bilinen hastalıklar arasında kaba bir ayırma
yapıldı. Bunlardan ilki (isteri ve saplantısal nevroz
) psikanalizin asıl konularıydı. Oysa, narcissistic
nevrozların, psikanaliz yardımı ile incelenmesi kabil
olan hastalıklar olduğu halde, tedavi edilmeleri konusunda
temel güçlükler gösteren bozukluklar arasında
sayılmaları gerektiği anlaşıldı. Psikanalizin libido
teorisinin dörtbaşı mamur olmadığı ve genel bir içgüdüler
teorisi ile bu libido teorisi arasındaki bağlantıların
açıkça ortaya konulmamış olduğu doğnıdur.
Ne var ki psikanaliz henüz tamamlanmamış VP.
gelişme halinde bulunan genç bir bilimdir. Ama bu-
238
ctNStYET VE PSlKANALtz
rada, psikanalize bir pan-sexualism yaftası yapıştırmak
isteyenlerin ne kadar büyük yanılgılara düştüklerini
söylememiz gerekir. Böyle bir düşünce, psikanalizin
yalnızca katkısız cinsel güdüleri tanıdığını
ve "cinsel" kelimesini psikanaliz bakımından değil,
günlük anlam içinde ele alarak halkın ön-yargılarından
yararlanmağa çalıştığını ileri sürer.
Psikanaliz görüşünün, psı1dyatride "fonksiyonlu
psikozlar" diye anlatılan bütün hastalıkları
da narcissistic bozukluklar içinde ele alması gerekirdi.
Normal ile anormal nasıl birbirinden bıçakla
kesilmiş gibi ayrılmıyorlarsa, nevrozlarla psikozların
da birbirlerinden öyle ayrılmadıkları besbellidir.
Bundan başka, psikozlarla ilintili sır dolu fenomenleri
uzun zamandan beri aynı ölçüde bilinmeyen nev ·
rozlarla açıklamak da akla yakın gelmektedir. Tek
başına kaldığı çağlarda, bu yazının yazan, psikanaliz
araştırmaları ile bir paranoia hastalığını belli
bir ölçüde anlaşılabilir hale getirmiş ve bu kesin
psikozda, tıpkı nevrozlardakine
benzeyen güçlerin
karşılıklı etkisinin ve muhtevanın (komplekslerin)
bulunduğunu göstermişti (4). Nitekim Bleuler de,
"Freud'çü mekanizma" dediği şeyin çeşitli psikozlarda
dile geldiğini göstermiş (1906) ve Jung erken
bunamanın en aşırı durumlarını hastaların özel
hayat hikayeleri ile açıkladığı zaman (1907) , ansızın
büyük bir çözümleyici olarak tanınmıştı. Bleuler'in
yapmış olduğu şizofreni incelemeleri (1911) bu psi-
C1NS1YET VE PSlKANALtz 239
kozların, psikanaliz açısından ele alınmasının doğruluğunu
kesin olarak göstermigtir denebilir.
Böylece psikiyatri, psikanalizin uygulandığı ilk
alan olarak ortaya çıkıyordu. O zamandan beri de bu
durum değişmiş değildir. Aynı alanda çalışan bilim
adamları (en tanınmış olanları hatırlatmış olmak
için Berlin'de Karı Abraham'ı ve Budapeşte'de Sandor
Ferenczi'yi sayalım) psikozları psikanalizin ışlğında
ele almak konusunda önemli araştırmalar yaptılar.
Psikiyatrların bütün karşıkoymasına rağmen,
nevroz ve psikoz fenomenleri olarak ortaya çıkan
bozuklukların birliği ve içden içe bağlılığı gittikçe
daha sağlam biçimde ortaya konuyordu. Belki de
en fazla Amerika'da birçok kimse, psikanalizin nevrozları
incelemesinin psikozları anlamaya yarayan
bir hazırlık olduğunu ve yine psikanalizin garip klinik
tabloları ve kavranılması kabil olmıyan birtakım
olayları dile getirmekle kalmıyan ve hem anatomik,
hem de toxic (zehirlerden doğan) traumaların
bilgimizin erişemediği bir ruhsal mekanizma
üzerindeki etkilerini izlemekle yetinmeyen bir bilimsel
psikiyatriyi ortaya koymaya yöneldiğini anlamıglardı.
v
Ama belki de, psikanalizin psikiyatri için taşıdığı
önem aydınlar dünyasının hiçbir zaman ilgisini
240 CiNSiYET VE PSiKANALiZ
çekmiyecek ve Çağımızın Tarihinde (5) edinmiş olduğu
önemi alamıyacaktı. Bu önemi, psikanaliz gö
rüşünün patolojik hayata değil, normal hayata
olan bağlantısında aramak gerektiğini söylemeliyiz.
Aslında, psikanaliz araştırmaları, birkaç hastalıkla
ruhsal durumun başlangıcını (oluşumunu ) belirleyen
şeyleri ortaya koymaktan başka bir aniaç
gütmüyordu. Ama bu çabalar sırasında, öyle önemli
temel gerçekleri ışığa çıkardı ve öyle yeni bir
ruhbilim yarattı ki, ortaya koymuş olduğu bulguların
geçerliliğinin yalnız patoloji alanı içinde kalmıyacağı
açıkça belli oldu. Bu sonucun kesin olarak
doğrulanışının ne zaman sağlandığını daha önce
görmüştük. Bu sonucun kesin olarak doğrulanışı,
rüyaların çözümleme tekniği ile başarılı biçimde yorumlanışı
ile kendini göstermişti. Sözkonusu rüyalar,
normal insanların ruhsal hayatlarındıı. ortaya
çıkıyordu, ama yine de aslında, normal '\coşullar
içinde düzenli olarak beliren patolojik ürünler olarak
görülebilirlerdi.
Rüyaların incelenmesi ile elde edilen nıhbilinı
&el bulgular gözönünde tutulacak olursa psikanalizin,
bilince dolaysız olarak verilmemiş derinlemesine
ruhsal süreçlerin teorisi olarak (bir derinlik nıhbilimi
olarak ) kabul edilmesi ve bütün ruh hayatı
bilimlerine uygulanabilmesi için tek bir adım atmak
yeterliydi. Atılması gereken bu adım, bireysel
insanın ruhsal faaliyetini insan topluluklarının psişik
ctNStYET V.E PStKANALlZ 241
fonksiyonlarından ayıran uzaklığı aşmaktan, yani
bireysel ruhbilimden grup ruhbilimine geçmekten
başka şey değildi. Ve çeşitli şaşırtıcı benzerlikler bu
geçişi gerçekleştirmemiz için bizi adeta zorluyordu.
Sözgeliıni, ruhsal faaliyetin derinliklerinde, kugıtlıklann
birbirinden ayırdedilmediği ve aynı öge
ile dile getirildikleri ortaya çıkarılmıştı. Ne var ki,
daha 1884 yılında, filolojist Kari Abel ("Über derı
GegeMinn der Urworte'' adlı eserinde) (6) bildiğimiz
en eski dilin, karşıtlıkları aynı biçimde ele aldığını
ileri sürmüştU. Sözgelimi, eski Mısırlılar, başlangıçta
"güçlü" ve "zayıf'' için tek bir kelime kul ·
lamyorlardı ve bu karŞıtlığı dile getiren iki ayrı kelime
daha sonraları ortaya çıkmıştı. En modern
dillerde bile, karşıt anlamları dile getiren tek kelimelere
hA.ll rastlanır. Nitekim Almanca'daki "Boden"
kelimesi ("ta.vanarası'' ve "zemin" anlamına
gelir) herhangi bir evde hem en yüksekte, hem de
en alçakta bulunan şeyi dile getirir. Utincedeki
"altus'' kelimesi de hem "yüksek", hem_ "derin" anlamına
geliT. Demek ki, karşıtlıkların rüyalarda gördüğtlınüz
eşdeğerlilik hali, insan düşüncesinde eski
çağlardan beri süregelmiş olan bir özelliktir.
Başka bir alandan örnek almak gerekirse, saplantılara
tutulmuş olan bazı hastaların saplantısal
hareketleri ile, dünyanın dört bucağındaki dindarlann
din gereklerini yerine getirişleri arasındaki
F. 16
242 ClNStYET VE PSlKANALtz
kesin benzerliği hatırlamamız doğru olur (7). Bazı
saplantısal nevrozlarda, hastanın sanki özel bir dine
bağlıymış gibi gülünç biçimde davrandığı görülmüştür.
Bu durum, resmi dinleri, evrensel bir
kabullenişten dolayı yumuşamış bir saplantısal nevroz
olarak görmeğe yol açmıştır. Dindarların göziinde
iler tutar yanı olmadığından şüphe etmediğimiz
bu benzetme, ruhbilimsel yönden yararlı sonuçlar
vermiştir. Çünkü psikanaliz, aradan çok geçmeden,
saplantısal nevroz olaylarında saplantısal hareketlerin
tören niteliği taşıyan bir anlatımına ulaşana
kadar birbiriyle savaşan güçlerin neler olduğunu
ortaya koymuştu. Din törenlerinde buna ben·
zer bir durumun sözkonusu olacağı kimsenin aklına
gelmemişti. Ama din duygusu, en derin kökü olan
baba ile bağlantıya geri götürülünce, dinde de bu
çeşit dinamik bir durumun sözkonusu olduğu görüldü
(8). Bu örnek, tıb alanının dışındaki konular:ı.
uygulandığı zaman bile, psikanalizin, önyargıları ve
kişilerin içinde yer etmiş duygulan yaralamaktan
geri kalmadığını ve böylece duygulardan başka şeye
dayanmıyan düşmanlıkların ortaya çıkmasına yol
açtığını göstermektedir.
Bilinç-dışı ruhsal hayatta gördüğümüz en genel
gerçeklerin (içgüdüsel tepilerin birbiriyle çatışması,
bastırmalar ve yerine geçme yoluyla doygunluğa
erişmeler) her yerde bulunuyorsa ve bu gerçeklerin
bilgisini sağlayan bir derinlikler ruhbilimi
ctNstYET VE PS1KANAL1Z
243
varsa, insanoğlunun çeşitli zihinsel çalışma alanlarına
uygulandığı zaman, psikanalizin o çağa kadar
ulaşılmamış önemli sonuçları ortaya koyabileceğini
umut etmek yanlış olmazdı. Nitekim Otto Rank ve
Hanns Sachs çok değerli çalışmaları ile (1913) psikanalizle
uğraşanların o zamana kadar bu umudu
hangi ölçüde gerçekleştirmiş olduklannı ortaya koymuşlardı.
Yeterince yerimiz olmadığı için, bu konuda
daha geniş bilgi veremiyeceğim. Yalnızca, bu
bulguların en önemlilerinden birkaçını seçmek ve
birkaç ayrıntı eklemekle yetineceğim.
Pek az bildiğimiz iç itkileri bir yana bırakacak
olursak, insanoğlunun kültürel gelişimini gerekli
kılan temel zorlayıcı güdünün onu, en doğal ihtiyaçlarını
kolayca doygunluğa ulaştırmaktan alıkoyan
ve tehlikelerle karşı karşıya bırakan dış zorunluk
olduğunu söyliyebiliriz. Bu dış yasaklama, insanoğlunu
gerçekle savaşmak zorunda bırakır. Bu savaş
sonunda, gerçeğin bir bölümüne uyulduğu gibi, bir
bölümü de insanın denetlemesi altına alınır. Ama bu
arada, kendi cinsinden canlılarla birlikte yaşayan
insan, toplumsal bakımdan doyurulamıyan içgüdüsel
tepilerinden birçoğunu bırakmak zorunda kalır. Uygarlık
geliştikçe, bastırılmanın gerekliliği de o ölçüde
artar. Zaten uygarlık, içgildülerden yüz çevirmek
temeli üzerine kurulmuştur. Her bireyin, çocukluğundan
olgunluk çağına gelene kadar, insanoğlunun
geçirmiş olduğu bu gelişmeyi kendi öz var-
244
ClNSlYET VE PSl.KANALlZ
lığında bir özet gibi yaşaması gereklidir. Psikanaliz,
bu kültür zorlaması sonunda yenilgiye uğrayan
başlıca (yalnızca değil ) içgüdülerin cinsel içgüdüler
olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, cinsel içgüdülerin
bir bölümü, ilk amaçlarından saparak,
"yücelmiş" eğilimler haline gelip, taşıdıkları enerjiyi
kültürel gelişimin hizmetine vermişlerdir. Ama başka
birtakım cinsel içgüdü tepileri, doyurulmamış
istekler halinde bilinç-dışında kalmışlar ve eğilipbükülmüş
de olsa, bir doygunluk arayıp durmuşlardır.
İnsanın ruhsal hayatının bir bölümünün, gerçek
dış dünya üzerinde denetleme elde etmeye yönelmiş
olduğunu görmüştük. Psikanaliz, yaratıcı
ruhsal çalışmanın özellikle çok değerli tutulan bir
başka bölümünün, isteklerimizin gerçekleştirilmesi
konusunda iş gördüğünü de söylemektedir. Yani, bu
çalışma, çocukluk yıllanmızdan beri hepimizin içinde
doyurulmamış olarak süregelen bastırılmış isteklerin
amaçlarının yerine başka bir şey koyarak bu
istekleri doyurmak işini görmektedir.
Kavranmaz bir bilinç-dışı ile ilintili oldukları
her zaman düşünülmüş olan bu yaratışlar arasında
mitler, hayalgücüne dayanan edebiyat ve sanat
eserleri yer almaktadır. Nitekim psikanalizcilerin
çalışmaları, mitoloji, edebiyat bilimi ve sanatçıların
ruhbilimi alanlarına ışık tutmuştur. Bu konud9.
Otto Rank'ın eserini örnek olarak göstermek yeter
CiNSiYET VE PStKANALlZ 245
de artar bile. Psikanalizciler, mitlerin ve masallarııı
rüyalar gibi yorumlanabileceklerini göstermiş; bilinç-dışı
bir istekten bu isteğin bir sanat
eserinde
gerçekleşmesine götüren karmakarışık yollan açıklamış
; bir sanat eserinin insanlar üzerindeki duygusal
etkisinin nasıl anlaşılması gerektiğini belirtmiş
; sanatçının nevrozlu bir kimse ile olan benzerliğini
ve ayrılığını göstermişler ve yine sanatçının
doğuştan getirdiği yatkınlıklar ve başına gelen
olaylar ile elde ettiği başarılar arasındaki bağlantıyı
da açıklamışlardır. Sanat eserlerinin estetik bakımdan
değerlendirilmesi ve yaratıcılık yeteneğinin
aydınlatılması, psikanalizin ödevleri araıında yer
almaz. Bununla birlikte, psikanaliz,
insanoğlunun
hayalgücüyle ilintili hayatına değinen bütün sorula
üzerinde son ve kesin sözü söyliyebilecek gibi görünmektedir.
Bundan başka, psikanaliz "Oedipus Kompleksi"
denilen şeyin (yani, çocuğun ana-babasına karşı
olan duygusal bağlantısı) insanoğlunun ruhsal
hayatında oynadığı önemli rolü göstererek bizi şaşırtmıştır.
Ama Oedipus Kompleksi'nin, iki temel
biyolojik gerçeğin psişik bağı olarak ortaya çıktığını
anlarsak bu şaşkınlığımız azalır. Bu iki gerçek,
çocuğun uzun bir süre başkasına dayanarak yaşaya .
bilmesi; ve üç ile beş yaş arasında cinsel hayatının
birinci doruğuna ulaşması ve daha sonra, uzun bir
yasaklanma süresi geçirip, ergenlikte yeniden orta-
246
ctNStYırr VE PSlKANAUZ
ya çıkmasıdır. !gte bu konuda, çok önemli bir bulgu
ortaya konmuş ve böylece, ruhsal hayatın en önemli
üçüncü bir bölümünün, yani din, yasalar, ahlik gö
rüşleri gibi önemli kurumların ve toplum hayatının
bütün biçimlerinin temel amacının, bireyi Oedipus
Kompleksi'ne egemen kılmak ve libidosunu çocuksu
bağlarından kurtarıp, toplumsal nesnelere yöneltmek
olduğu anlaşılmıştı. Psikanalizin bu çeşit bulgular
ortaya koyan uygulanışı, yani din ve toplum
bilimlerine uygulanışı (bu çalışmalar Freud, Theodor
Reik ve Oskar Pfister tarafından yapılmıştır) ,
henüz emekleme dönemindedir ve gerektiği gibi değerlendirilmemiştir.
Ama bundan sonraki çalışma.
ların, bu önemli sonuçlan doğrulayacağından şüp
he edilemez.
Buna ek olarak, eğitbilimcilerin de, psikanalizciler
tarafından çocuk ruhsal hayatı üzerinde yapılan
araştırmaların sonuçlarından uzak kalmadıklarını
ve tedavi ile uğraşanlardan bazılarının, psikanaliz
yöntemlerinin, organik bozuklukların iyileştirilmesinde
yararlı sonuçlar verdiğini, çünkü bu çeşit
bozukluklardan birçoğunun psişik faktörlerden
doğduğunu ve bunları etkilemek kabil olduğunu ile·
ri sürdüklerini söylemek isterim.
Demek ki, şu yazımızda kısaca ve aslına pek
de uygun olmıyarak anlatmağa kalkıştığımız psikanalizin
gelişiminin, önümüzdeki on yıl boyunca
kültür hayatına bir maya gibi girerek etki östere-
ClNS1YET VE PSlKANALlZ 247
ceğini ve dünya gerçeklerini kavramamız konusunda
bize yardımcı olabileceği gibi, hayatta zararlı diye
kabullenilmiş olan belli birtakım şeylerle
savaşma
olanağını da sağlıyacağını umut edebiliriz. Bununla
birlikte, psikanalizin tek başına dünyanın eksiksiz bir
imgesini ortaya koyabileceğini sanmak doğru olmaz.
Çünkü, ruhsal mekanizmayı, pek az zaman ünce
açıkladığım gibi, dış dünyaya çevrilmiş bilinçli
bir ego ile, içgüdüsel ihtiyaçların egemenliğinde bulunan
bir id'e bölecek olursak psikanaliz, id'in ruhbilimi
(aynı zamanda id'in ego üzerindeki etkilerinin
ruhbilimi) olarak görülmesi gerekir. Demek ki,
psikanaliz, her alanda, ancak ego'nun ruhbili.mi ile
tamamlanacak olan birtakım ek bilgiler sağlayabilir
(9). Bu ek bilgiler, çoğu zaman gerçeklerin özünü
dile getiriyorlarsa, bunu
bilinçdışının hayatımızda
oynadığı ve şimdiye kadar farkına varılmamış
önemli role bağışlamak gerekir.
NOTLAR:
(1) "Bu kitap aslında, 1899 yılının Kasım ayı başlannıh
yayınlanmıştır. Bak.: Standard Ed., 4, X:II."
(2) "Bak..: Standard Ed., 2, 21 ff."
(3) Freud, Ciosellik Teorisi Ozerlne {Jç Deneme (1905).
(4) "Bak.: Freud'ön savunma neuro-psikozu üz.erine ikinci
yazısının üçüncü bölümü. (1896)".
(S) "Bu söz, metinde İngilizce geçmektedir. Belki de bu
yazının içinde yer alacağı yayının adlDl hatırlatmak istem.iş."'
248 C1NS1YET VE PStKANALtZ
(1907)".
(6) ("tık kelimelerin kar;ıt anlamlan" Bak.: Freud 1910).
(7) "Bak.: Freud, "Saplantısal Davranışlar ve Din Prııtili"
(8) Bak.: Totem ve Tabu, 1912-13.
(9) Freud burada, psikanalize alışmadık sınırlamalar koymak
ister gibi görünüyor.
AÇIKLAMALAR
Fonksiyonlu
(sinir bastalıklan)
Nevroz
isteri
tpooz
Soma tik
Psişik
Terapötik
Trauma
Davranış bozuklukları olarak ortaya
çıkan, ama organik sistemin, ya da
sinir sisteminin herhangi bir bölümünün
değişikliğe uğramasından doğmayan
hastalıklar. Bu hastalıklarda kişilik
parçalanmaz.
Sinir sisteminde görülen ve kaynağı
ruhsal olan fonksiyon bozuklukları.
Bu hastalıklarda kişiliğin (şahsiyetin)
parçalanmadığı görülür.
Kolayca etkl altına alınmak gibi özellikler
gösteren ruhsal fonksiyon bo
zukluğu. Psikanalizciler, isteriyi nevrozlar
arasında sayarlar. Bazı sınıflamalarda
ise psikonevrozlar arasında
yer alır.
Suni olarak herhangi bir kimsede ortaya
çıkarılım ve birçok bakımdan
uykuya benzeyen durum. tpnoza girmiş
kimse, kolayca etki altına alınabilir.
Vücutla, organizma ile ve hücrelerle
ilintili olan.
Genel olarak ruhla ilintili olan, ruhsal.
Tedavi bakımından, tedavi ile ilintili.
Herhangi bir yaralama, çarpma, sarsılma.
Ruhsal bakımdan bozukluk ve
hastalık doğuran
sarsılması.
şiddetli bir duygu
·
250
ClNStYET VE PSlKANAUZ
EdoloJI
Affect
. . . . . . . . .
... . . . . . . . . .
(Reprealon,
refoulemeat)
Herhangi bir hastalılın sebeplerini fn .
celeyen tıb kolu.
Bir duyguya ya da düşünceye bağlanmış,
ya da yönelmiş olan duygu, ya
da heyecan .
İçtepilerin ve isteklerin. ahlak. kuralları
ve del!erleri ile çatışarak. bilinçten
dışarı atılıp, bilinç-dışına sürülmesi.
Bastırılan içtepi ve istekler, bilinç-dışında
faaliyet göstererek genel
olarak, dolaylı biçimde rüyaları, günlük
hayattaki yanılmaları, normal davranışlardan
sapışları ve nevroz belirtilerini
ortaya koyarlar.
Pato)enlk : • • • • • • • Gelişmesinde hastalıklı bir yan bulunan
şey.
Aktarma . • • . • . • • •
(Tnlllference)
EIO . . . . . . . . . . . .
Olumlu, ya da olumsuz bir duygu
davranışının nefret, ya da sevginin
gelişiminde bu duygunun hasta tarafından,
kendisini psikanalizden geçiren
doktora yöneltilmesi, aktarılması.
İnsanın ruhsal varlıl!ının belli bir bölümü.
Dış gerçekle ilinti halinde bulunan
bu bilinçli bölilmde, duyulann
verdil!i tasanmlar (tasavvurlar), bilinç-önündeki
hatıralar ve belli belirsiz
düşünceler, denetleme altına alınarak
kabul edilmiş içtepiler ve istekler
bulunur. Ego, çocul!un ilk yaşantılarında,
ana-babası ile olan ilintisinde
ortaya çıkan ve bir çeşit vicdan
ödevini görerek ego'nun düşüncelerini
eleştiren ve böylece, tedirginlik ve kabahatlilik
duygularına yol açan Super-Ego
ile, bilinç-dışını meydana geti
o. içgüdüleri, içtepileri ve karanlık
CtNSlYET VE PSlKANALtz
251
N • • • • • • • •
Pıılkoz
Saplantısal • • • • • • • •
(Newoz)
Yücelme • • •
(Subllmatlon)
Ubldo
gUçleri kapsayan td'in arasında bulunur.
Aşın kendini sevme ve beğenme anlamına
gelen narcissism, psikanaliz
bakımından cinsel gelişmenin belll
bir aşamasını gösterir. Bu aşamada,
cinsel nesne, bireyin kendisidir. Daha
sonraki gelişme aşamalarında, narcissistic
tipe bir geri dönüş görülebilir.
Narcissism olaylarının hepsini karakterize
eden şey; bireyin kendisi ve
kendi ilgileri ile aşırı derecede uğraşmasıdır.
özellikleri ve kapsamı iyice belirmiş
aşın sinir hastalıkları. Sinir sisteminin
bozukluklarından (Epidemik ansefalit,
Parkinson hastalığı, polinevritli
psikozlar), genel organik nedenlerden,
yani mikrobik hastalıklardan (tifo,
sıtma, frengi gibi), zehirlenmelerden
doğarlar. Şizofreni, paranoia, mani,
sara, ihtiyarlık bunamaları, dönllm yaşı
psikozları, Amnesia, budalalık gibi
patolojik durumlar da psikozlar arasında
yer alır.
Saplantılı düşlinceler ve eğilimler taşıyan
nevrozlar.
İçgüdülerin ve cinsel içtepilerin, cinsel
olmıyan ve toplumca kabul edilmiş
bulunan faaliyetlere bilinçsiz olarak
yönelmesi; yücelmesi.
Cinsiyet içgüdüsünden, ya da yaşama
ilk.isinden doğan, enerji, istek ya
da yönelim. Libido genel olarak zevk
almaya çevrilmiş bir eğilimdir. Bir
bakıma, cinsellik kavramının geni-.
262
CiNSiYET VE PSiKANALiZ
letilmesiyle elde edilmiş bir kavramdır.
Freud, cinselliin biricik amacı·
nın çoğalmak olmayıp, genel olarak
zevk aramak olduunu anlatmak için
Libido terimini kullanır.
Oedlpm komplelmll • • • • Erkek çocuğun anneye bağlılığı ve
babadan nefret etmesi yüzünden, bilinç-dışmda
oluşan ve cinsellik karakterini
taıyan kompleks. Babayı
kıskanmak ve ondan nefret e<liş, kabahatlilik
duygusu doğurur.
Kompleks Bireyin şu ya da bu ölçüde kabul
Mazoşizm
etmİ$ olduğu, düşünce ya da düşünce
grupları ile çatışma haline giren ve
duygusal karakter taşıyan, tamamen
ya da kısmen bastırılmış düşünceler
ya da düşünce grupları. Ruhsal hayatın
içinde bağımsız hale gelmiş ve yabancıla5mış,
bastırılmış, bilinç-dışı
duygu, hatıra ve düşünceler toplul•ı·
ğu.
Acı duymaktan zevk almak. özel olarak,
acı çekerek cinsel zevk duymak.
Psikanalizciler, mazoşizmi yıkıcı içgüdülerle,
ya da ölüm içgüdüsü ile
açıklarlar.
Sadimı • • • • • • • • • • Başkalarına acı çektirerek cinsel zevk
duymak. Genel olarak, kötülük yapmaktan
zevk almak anlamına da gelir.
Status EpUlpticus • • • ; • Sara nöbetlerinin ardarda gelmesi ve
böylece normalden uzun sürmesi. Çok
tehlikeli olan bu durumda ateşin kırk
bir dereceye yükseldiği görülmüştür.
Gerekli tedbirler alınmazsa, hasta .
iilebilir.
C1NS1YET VE PS1K.ANAL1Z 253
Hlstolldk
Ekonomi
Melankoli
(Karaduygululuk)
Masturbatioo • • • •
Erotizm
ltdiş Edilme Kompleksi
Pslkooevroz
Pslkojenlk
Erotojenik
(Bölgeler)
Etik
Hedonist
Auto-Erotism
Nevrasteni . • • • • • • •
Dokuların bozulmasiyle ilgili olan.
Hayat enerjisinin ya da ruhsal ener·
jinin en az çaba ile en fazla fayda
sağlaması ilkesine uygun olarak bar·
canması.
Ruh911l çöküntü ve durgunluk belirti·
leri gösteren sinir hastalılı.
Cinsel organları elle ya da uygunsuz
araçlarla harekete getirerek cinsel
doygunluk elde etmeğe çalışmak.
Geniş anlamda cinsellik. Cinsel heyecan.
Kadınlık, ya da erkek.lifi sağlayan cin·
sel salgı bezlerinden yoksun kalma
korkusundan doğan kompleks.
Psikozlardan daha hafif olan sinir
hastalıkları. isteri, psikasteni ve nevrasteni,
çoğunluk.la bu gruba sok.ulur.
Gelişimi bakımından psişik hayata
batlı olan.
Vücudun, cinsel içgüdüyle ilgili olan
bölgeleri, (üreme organları dışında).
Ahlak. Ahlak felsefesi.
Hayatın amacının zevk almak ve
mutluluk duymak olduğunu ileri süren
kimse.
Cinsel faaliyetin, insanın cinsel nesne
olarak ele aldıiı kendi vücuduna
yönelmesi.
Ruhsal ve fizik yorgunluk, ya da
güçsüzlük biçiminde ortaya çıkan psikonevroz.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 5
FREUD ve PSİKANALİZ 7
UYGAR CİNSEL AHLAK ve ÇAOIMIZ1N
SİNİR HASTALIKLARI . . . 21
CİNSİYET TEORİSİ ÜZERİNE ÜÇ DENEME 59
Cinsel Sapışlar . . . ... 61
Çocuk Cinselliği . . .
Ergenlikte Ortaya Çıkan Değişimler . .. ...
105
145
Özet . . . 175
Notlar ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 193
PSİKANALİZİN TARİHÇESİ 213
AÇIKLAMALAR ... 249