28.09.2022 Views

Sigmund Freud - Cinsiyet ve Psikanaliz

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.



CİNSİYET

VE

PSİKANALİZ



SIGMUND FREUD

CİNSİYET

VE

PSİKANALİZ

Çeviren:

SELAllA 1T1N H1LA V

üçüncü Basılış

VARLIK YAYINEVl

Ankara Caddesi, İstanbul


FAYDALI KİTAPLAR: 27

Bu kitabın ilk baskısı Ağustos 1963 ' te,

ikinci baskısı nisan 1967 de yapılmıştır.

Varlık Yayınları, sayı: 1649

1stanbul'da Dilek Matbaası'nda basılmıştır.

Şubat, 1972


ÖN SÖZ

Bu k-itapta yer alan yazdar, hem psikanaliz hakkında

sağlam ve etraflı bilgi vermek, hem de ge'n€l

okum ve özellikle edebiyatseverleri ilgilendiren ko

nular üzerinde, Freud'ün neler düşündüğünü belirtnıek

amacı gözönünde tutıdarak seçilmiştir.

Ünlü Fransız düşünürü Dr. 8. Janke"levitch'i"'

"Freud ve Psikanaliz'' adlı yazısı, yirminci yüzyılın

en önemli öğretilerinden biri olan psikanaliz hakkında

bilgi vermektedir. "Cinsiyet üzerine üç Deneme''

Freud'ün önemli eserlerinden biri olarak cinsiyet

konusunu psikanaliz metodu ile inceler. "Uy

gar Cinsel Ahkik ve Çağdaş Sinir Hastalık"ları"nda

ise, içinde yaşadığımız toplum hayatı ile içgüdüsel

varlığımızın çatı§'Tnaları ve bunlardan doğan alsaklıklar

açığa vuruluyor. Freud'ün ele aldığı konular

üzerinde, incelemelerin yapıldığı tarihten ön

ce ve sonra ne gibi düşünceler ileri sürdüğünü belirtmek

için notlar ko'lfmayı yararlı bulduk. Bundan

başka, psikanalize meraklı okurlara yararlı olv.r

umuduyla, burada çevirisini verdiğimiz incelemelerle

ilgili başka yazılarının, ünlü lngilizce Btandard

Edition çevirisindeloi yerlerini belirten notlar koy-


6 CtNSIYET VE PSl.KANAUZ

duk. .Aynca çevirinin sonundaki notlarda, çemride

geçen terimlerin kar.şıltklarını ve tanımlarım ver

meğe çal'§tık.

S.H.


FREUD VE PSİKANALİZ

Freud, psikanalizi, "belli birtakım sinir hasta·

lık"larının tedavi metodu" olarak tanımlamıştı. Demek

ki Freud, her şeyden önce, bir sinir hastalıkları

uzmanıdır ve ileri sürdüğü teorilere, sinir hastalıklarını

tedavi edebilmek için yaptığı pratik araştırmalardan

varmıştır. Gençliğinde, psikanalize yô·

neldiği sırada, Freud'ün tuttuğu belli bir psikoloji

teori.si yoktu. Kendisinin de anlattığı gibi, psikanalize

yönelmesini ve bu metodu bulmasını, sadece bir

rastl.antıya borçludur. Bu rastlantı, Viyanalı dok·

tor Breuer ile dostluğu sayesinde ortaya çıkmıştır.

Dr. Breuer, bir isteri olayını ipnozdan geçirerek

iyileştirebilmişti. Tedavi sırasında, çağrtşımlar yoluyla

hastanın, ipnoz altında bulunduğu ve kendi

sini bilmediği sırada söylediği saçma ve tutarsı

söz!erin kaynağına kadar ulaşan Dr. Breuer, yeni

bir metod ortaya koymuş Oluyordu. Breuer, herseferinde,

bu sözlerin, birtakım ruhsal gerçekleri dile

getirdiğini ve hastanın normal haldeyken bunlarır.

hiç'birini bilmediğini kavramıştı. Dr. Breuer'in mcto.

du sayesinde bu gerçekler hastanın bilincine getiri

liyor ve aynı zamanda hastalığın etkilerinin belli bir

süre için ortadan kalktığı görülüyordu. Elde etm

olduğu bu ilk sonuçlar kar§ıSında §<ı§kınlığa uğrayan


8 CtNStYET VE PStKANAUZ

Dr. Breuer, metodunu ipnoz sırasında söy'len-miş

sözlerden başka, hastanın asıl marazi belirtilerine.

(arazlarına) da uygulamağa başladı. Bu uyguU:ımanın

sonucu da bir önceki kadar şaşırtıcı oldu. Çünkü,

Dr. Breuer, her belirtinin, hastanın daha önce yatJamış

olduğu ve büsbütün unuttuğu bir olayın dile

gelmesinden başka şey olmadığını görmüştü. Bıı olayı

dile getiren belirtinin ortadan kaldırılması için

olayın hatırlanmasını ve bilince getirilmesini sağlamak

yetiyordu.

Bu sonuçlar, genç Freud:ün üzerinde derin etküer

yapmaktan geri kalmadı. Ornek bir alçakgönüllülülo!e,

daha sonra birlikte çalıştığı Dr. Breuer'P,

neler borçlu olduğıtnu açıkladı.

Freud'ün 1895 yılında yayınlanan kitabı (Studien

über Hysterie - isteri Üzerine incelemeler)

bu işbirliğinin ürünü olduğu gibi, psikanaliz teorisinin

ilk taslağını da içinde taşı.maktadır.

Freud'ün övülmeğe değer başka bir yaiıı da, çeşitli

bu!uşlar yapmış olduğu halde, mutlak hakikati

ele geçirmiş olduğunu bir an bile düşünmemesi ve

kendi metodu ile o çağU:ırda yaygın olan öteki metod

ve düşünceleri karşılaştırmak istemesidir. Bıı

amaçla Fransa'ya gelmiş ve nöro-patolojinin merkezi

olan bu ülkede, Charcot ve Bernheim gibi üstadların

yanın<la çalışmıştı. Freud, Nancy'de bulunan

Bernheim'a karşı daha büyük bir yakınlık duymuŞtu.

1899 y1ı!ı boyunca, bu üstadın derslerini klem t'e

tf:Zkin konusunda kaleme almı§ olduğu ünlü kitabı-

1ıı Almanca:ya çevirmti . .Ama 'f'reud, telkin (Clf'la-


CtNStYET VE PStKANALtZ 9

ma) fenomenini inceledikçe, bu metodun, Nancy Oku,

lu tarafından kullanıldığı biçimde, kesin ve devamlı

sonuçlar sağlıyarnadığını görüyordu. Başka tür'Ttiiı

olması da mümkün değiı!di. Ç·ünkii, lJiU:msel bir temeli

olmıyan telkin metodu; bir çeşit büyücülüğii.,

kötü rulıl,arı kovma tekniğini ya da sihirbazlığı tın

dırıy<>Nlu. Bundan başka, hastalıkların belirtikri ve

her hastalığın özei! yapısı gözönünde tutulmadan,

bu metod, her çeşit sinir hastalığına aynı biçimde

uygulanıyordu. Freud'ün telkin metodundan yararlandığı

tek yan, bu metodun hasta ile doktor arasında

belli lJir bağlantı yaratmış olmasıydı. Freud ,

daha sonraları psikanalfade "transferi-aktarma" di

ye bilinen fenomenin temelini, doktorla hasta arasındaki

bu bağl,antıdan çıkarmıştı. "Aktarma" fenomeni,

hastanın; gösterdiği belirtilerin bilinç-dışı,

bastırılmış ve itilmiş temelini teşkil eden duygu ya

da kompleksler psikanalizden geçirildikçe, bu duygu

ve komplekslerden, onları ilk önce doktora aktararak

(yansıtaral) kurtulmasından bo,.şka şey de·

ğildir.

O çağlarda yaygın 07,an tedavi metodlarında

(ipnoz ve telkin) Freud'ün en fazl,a dikkatini çeken

şey, lnı metodları kul/,ananların, belki de farkınd,a

olmıyarak, hastalıkların kökünü kazımaya değil, belirtilerini

ortadan lcaldtrmaya çalışmalarıydı .. Yani,

bu metod!arı kullananl,ar, hastlığın temeline yönelecek

ıerde, belirtileriyle savaşmayı tercih edtiyorlardı.

Bıı bakımdan, sözü geçen meto<lların kesin so

nuçl,ar vermemesine, lJir aralık yatıştıktan sonrcı


10 ctNSlYET VE PStKANALtz

hastalığın yeniden azıtmasına; 'birçok nevrozlulann,.

yillar boyunca hastahaneden hastahaneye sürii,k'lenerek,

doktorların denemelerine konu olmalarına

şmak gerekirdi. Bir hastayı uyuttuktan sonra,

ipnoz sırasında, ona, şu ya da bu rahatsızlığı artık

duymaması, şu ya da bu belirtiyi göstermemesi gerektiğini

söykmek, ya da uyanıklık halindeyken belirtilerin

organik bir yapısı olmadığını ve bunlar

sanki mevcut değillermiş gibi davranması gerektiğini

telkin etmek, hasta ile hastalık arasında ayırıcı

bir duvar 'gÜkseltmekten ve gerçek tedavi yerine

yalan bir sıhhatlilik duygusu sağlamaktan 'ba§ka

şey değildi.

Bundan ötürü Freud, da'ha ilk denemeleri sonutıda

elde ettiği gözkm ve düşünceler sayesinde, Dr.

Breuer'in şaşırtıcı sonuçlar vermiş olan ünlü "talking

cure" (konu.şma yoluyla tedavi) metoduna karşı

eğilim duymuştu. Bu metod, 'bütün öteki ru1ısal

tedavi metodlarının başarısızlığını, ya da hiç ol

mazsa sonuç vermeyişini açığa vuran bir bilgisizliği

ortaya koyuyordu. Gerçekten de, 'bütün bu metodlar,

"belli bir gerçeği görmezlikten ve bilmezlikten

geliyorlardı. Bu gerçek, nevrozlularda görülen fizik

ve psişik belirtikrin rastgek ortaya çıkmış gerçekler

olmamasıydı. Ayrıca bu belirtilerden, insanın etine

batmış bir iğneyi çekip çıkarır gibi kurtıdma1:

da kabü değildi. Çünkü bu belirtiler, şu ya da bıt

nedenden ötürü, hastanın hayatının be"l!i bir anında

bilincin denetlemesinden kurtulmuş, ya da hasta

tarafından kurtarılmış; Freud'ün. ve psikanaliz-


CtNSrYEI' VE PStKANALlZ 11

cilerin deyimleriy"le "bastınlmı§'' ve "itilmiş'' psişik,

zihinsel ve duygusal (alfectif - teessüri) komplekslerin

irade-dışı oo bilinç·dı§ı o"larak d4le gelişiydi.

Freud'ün, psikanalize, herhangi bir psikolojik

teoriyi benimsemeden, bir bilgin, doktor ve pratisyen

07,arak yöneldiğini söylemiştik. Ama Freud, psikanaliz

metodunu geliştirip derin"leştirdikçe, belli bi1'

ruhbilimin ortaya konulması ihtiyacı da kendini duyurmağa

"başlamıştı. Bu durum karşısında, soyut,

düşünce"lere ve doğrulanması (tahkiki) kabil olmı.yan

teorilere uracağı yerde, Freud, elinin altında

bulunan şeyden yararwnmayı, yani psikanalizde

tohum halinde bulunan ruhbilimi geliştirmeyi tercih

etti. Bu ruhbilim bir kere geliştirilince, psikmıalizin

ilerleyip gelişmesini de sağlıyacaktı. Bu bakımdan

Freud'ün ruhbilimi, profesyonel ruhbilimcilerin

çok yavan ve ilkel bulacağı bir ruhbilimdi. Ama bu

ruhbilim, ilkel ve ı,ttvan görUnmesine rağmen, çok

önemli birkaç ilke ortaya koymaktan da geri kalmamır.

Once Freud, ondokuzuncu yüzyıl ruhbiliminin

sık sık sözünü ettiği ve günümüzde de üzerinde önernle

durulan "bilinç-dışı" kavramına somut bir muhteva

kazandırmıştır. Elli yıldan beri, genel olarak

bilinç-dışı yaratmadan, bilinç-dışı faaliyetten ve bilinç-dışı

psişik hayattan sık sık söz edilmektedir.

Hatta bilinç-dışının bir derecelendirmeden bile geçirildiğini

ve bilinç ile bilinç-dı§'& arasında boş bir

alan bırakmamak için "bilinç-altı" denilen bir şey•


12 CiNSiYET VE PStKANALtZ

den bile söz edildiğini biliyoruz. Bilinç-altı, tama

men bilinç-dışına ait olmamakla 'birlikte, tamamen

'bilincin 'bir parçası da değildir. Bu ayırma pek yanlış

sayılmaz. Hattd Freud, "bilinç-altı"nı, "bilinçönü"

deyişiy'le adlandırarak bu derece-!endirmeyi be·

nimsemiştir. Ne var ki, ruh'bilim i'le uğraşanlar, bilincin

ne olduğu konusunda düşünce birliğine 'Vardı&kları

halde, bilinç-dışını tanımlamak sözkonımt.

olunca, bir'birini tutmayan düşünceler i'leri sürmek·

ted4rler. Ruhbilimcilerin çoğu, "bi.?inç-dışı" deyince,

sinir ve beyin sisteminin, dış etkiler olmaksızın işlni

gi>zönünde tutarlar. Freud bu görüşe karşı

gelmiyor ama, dış etkiler olmasa bile, iç etkilerin

olabileceğim ve 'bunların da gözönünde tutulması gerektiğini

ileri sürüyor.

Gerçekten de, psikanaliı,

ruh-bilimcinin gi>züne kapkara ve bomboş görünen

bilinç-dışının çatlayıp taşacak kadar d<Ypdolu olduğunu

ve içindeki ögelerden (unsurlardan) herhangi

birinin kaçtp kurtulmak istediği an, sert ve sıkı bir

"sansür" ile karşılaştığını öğretmiş bıilunuyor. B?t

sansür olmasa, bilinç-dışındaki ögelerin dışan uğrayarak

taşmalan işten 'bile değildir.

Bilinç-dışının muhtevası; daha i>nceki hayatın

bütün yaşantıları, bütün hatıraları, yaşanmış olan

olayların bıraktığı bütün izler, bu olaylardan doğan

bütün duygular ve doyurulmayan büWn istekler tarafından

ortaya konulmuştur. Bu yaşantı, hatıra, iz,

duygu ve istekler, ya bireyin (ferdin) hayatında oynadıkları

rolü bitirip gerekli olmaktan çıktıkları ya

da, bireyi, toplum tarafından kötü görükn 'Ve ceza.


C1NS1YET VE PS1.KANAL1Z 13

landınlması gereken durum'lara sürükledikleri tÇtn

bilinçli hayattan dışarı att.lmış'lardır. Bastırılan, ama

ortadan kaldırılmış olmıyan bu duygu ve istekler,

belli durum'larda birer hastalık kaynağı haline gi

rerek nevrozlar diye tanınan patolojik o'lay'lan yarotır"lar.

Gerçekten de bu durumlarda, sözkonusu;

olan istek ve duygu'lar, bastırmaya uğradık'lan için

kendilerini açıkça ortaya koyamıyarak, 'başka yoı.

Zardan bir çıkı§ noktası arar ve kendilerini lxışka

görünüşlere sokarak belirtiler dediğimiz şeyi teşkil

ederler. Bu belirtilerin gerçek varlığını ortaya, çı

karmak, yani on'ların maskelerini düşürmek; kaynaklarını

açığa vurmak; nedenlerini ve kaynak'lannı

h4stanın bilinc'ine getirmek, yani bilinçU k:Umak,

psikanalizin temel amacıdır.

Ama bilinç-dışı hayat nevroz be.lirtilerinin patolojik

formu (biçimi) içinde dile gelmez sadece.

"Günlük Hayatın Psikopatolojisi"nden de söz edebiliriz.

Ruhbilimciler, şimdiye kadar bu konuya çok

a.ı dikkat etmişlerdir. Oysa Freud, bu konuyu derinden

derine irwelemiştir. Günlük hayatımızda istemiyerek

yaptığımız "yersiz" davranış'lar, (bu davranış'lann

kaynağını ara§tırmak zahmetine 'bile kat-

1.anmayız); dilsürçmelerimiz; yazarken ve konrken

düştüğümüz hata'lar; dalgınlıklarımız ve unutkanlık'larımız;

kısacası, günlük haya.tımızın farkedemediğimiz

kadar kaypak ve kaçıcı olan her şeyi,

Freud tarafından, çoğu kere masum, ama geleneksel

ahkik ile bağdaşamadıkları için bastırılmaya uğramış

bulunan duygu'lara, isteklere, özlemlere ve dil-


14 CtNStYET VE PStKANALtz

§ilncelere bağlanmaktadır. Ote yandan, "yersiz" ha,

reketler, sürçmeler ve hatalar için geçerli olan açıklamalar,

bastırılmış isteklerin yerini alan ve eğilipbükülm

"sembolik" duygunlukları dile getiren rü

yalar için de geçerlidir.

Freud, "bilinç-dışını" "böylece bir muhteva tle

doUlurup bu muhtevanın hem normal hayatta, hem

de 'fHllolojik hayatta dile gelişlerini ortaya çıkararak,

ruh.bilimin ikinci ilkesini açıklamış oldu. Çok

önemli olan bu ilke, psişik hayatırı sürekUZiği ve

ruhsal fenomenlerle olayların belirlenmiş olması ilkesidir.

Freud, bunu o kadar bol kanıtlarla (delillerle)

ve öyle bir güçle yapmıştır ki, aynı özellikleri

başka bir ruhbilimcide bulmak kabil değildir. Freud'ün

bir ruhbilim dehası olduğunu çekinmeden söyliyebiliriz.

Belli bir rüyayı ya da belirtiyi yorumlamaya

giriştiği zaman, karmakarışık açıklamalar

yaptığı ve çoğu, zaman gereğinden fazla şey ispat

etmek isted·iği ya da saçmasa'fJ<ln formüller ileri sürdüğü

dü§ilnüebilir. Ama bunların pek önemi yoktur.

Çünkü bugün, "bilinç-dışı"nın "boş bir kelime

olmadığını Freud sayesinde biliyoruz. Bilinç-dışının

somut bir gerçekliği dile getirdiğini; psişik hayatın

temel dinamizmi ve .'rii.rekliliği do"layısiyle bilinçte,

açık"lanmaz, rastgele, inanılmaz gibi görünen hv"T

şeyin köklerini ve şartlarını bilinç-dışında aramak

gerektiğini de Freud'den öğrenmiş bulunuyoruz.

Şimdi de Freud'ün ortaya koyduğu üçüncü ilkeden

sözedelim. Bu ilke, psikanalize karşı çeşitli

direnmelerin ortaya çıkmasına ve bu metodun kötü


CtNStYET VE PStKANALtz 15

gözle görülmesine yol açmıştır. Ama bütün bunlara

rağmen Freud, sözünü ettiğimiz bu üçüncü ilkeyi,

sisteminin kilit taşı ya'JYl'TW-ktan çekinmemiştir. Bu,

ilke şudur: Cinsiyet, genel olarak insan hayatında

ve özel olarak nevrozların etiolojisinde çok &emli

bir rol oynar. Bu konuda Freud §&yle diyor: uPsikanaliz

araştırması, marazi belirtileri, şaşılacak ka . .

dar düzenli bir biçimde, aşk hayatının yaşantılarına

geri götürür. Bundan başka, patojen isteklerin erotik

eğilimlerden başka şey olmadığını gösterir ve

hem erkeklerin, hem de kadınların hayatında erotik

aksaklıkların kötü etkiler arasında en &emU yeri

almış olduklarını da açıkça ortaya koyar." (1) Fre,.

ud, şun'ları da söylüyor: "Bazı durum.Zarda, psikanalizin,

belirtilerin kaynağını, cinsel karakteri yokmU4

gibi görünen basit traumatör etkilere bağ'ladığırı.ı

görüyoruz. Ama yakından bakacak olursak, cinsel

etkilerle katkısız traumatik etkiler arasında bir ay'­

rım yapmanın gerçeğe uygun dܧmediğini anlıyoruz.

Çünkü psikanaliz, hastanın yetişkinlik hayatının

herhangi bir anında duracak, ya da ara§tırmaları

sırasında karşısına çıkan ve akla yakın ge'len bir

açık'lanmayla yetinecek yerde, ergenlik, hatta çocukluk

çağına kadar inerek incelemelerine devam etmek

ister. Gerçekten de, belli birtakım traumatik

01.ay'lardan etkilenen kimselerin, bu etkilenişinin temellerini

çocukluk izlenimlerinde aramak gerekir.

Bu Mtıra izlerii ortaya çıkarıp, hastanın bilincine

getirmedikçe, marazi belirtileri ortadan kaUırmamı.z

kabil değildir. Burada da (rüyalarda olduğu gi-


16 CtNStYET VE PStKANALtz

bi) belirtileri olwıturarak daha sonraki traumalara

tepki göstermeyi sağ"layan şeyin, çocukluk çağına

bağlı bastırılmış, ama tamamen ortadan kalkmamuı

istekler olduğunu görüyoruz. Çocuğun bu güçlü isteklerini,

gene! o"larak, cinsiyet sözüyle dile getirebiliyoruz."

(2).

Psikanaliz teorisinde, en fazla rahatsız edici ya

nın, nevroz"ların cinsel bir temele dayandıklarının

ileri sürülmesinden çok, yukard.a sözü geçen çocuk

cinselliğinin kabul edilmiş olmasında aranması gerekir.

Cinsiyete bu kadar geniş bir anlam verilmesine

şaşan"lara karşı Freud, günlük dilde kullantlatı

kelimelerin, alışılagelmiş kurallara ve toplumsal zorunluklara

cevap veren kavramları belirtmek için

kullanıldığını söylüyor. Nitekim, top!umsal bakıma.an,

cinsellik, sadece türün üremesi olayı bakımınd.an

ele alınmıştır. Günlük dil, üreme gibi faydaci

bir fonksiyon haline gelmeden önce, cinsiyetin ge-

9irmiş olduğu amaları (merhaleleri) gözönünde

tutmaz. Aslında_, bu faydacı fonksiyon, çocul&uk çağından

başlıyarak kendini açığa vuran ve kimi bir

seçime ıığradıktan sonra şiddetlendirilen, kimi de

ortadan kaldırılan birtakım süreçlerin ( vetirelerin)

sonucundan başka şey değildir. Çocuklard.a bir yığın

cinsel yatkınlık görülmektedir. Bu cinsel yatkınlıkların

işleyişi, yeti.kin insanın cinsel sürecinin

işleyişinden adamakıllı farklıdır ve daha sonraki

gelişimlerinde büyük bir çeşitlilik gösterir. Yetişkinlerde

görülen cinsl sapıklıklar, çoğunlukla, Fre-


C1NS1YET VE PS1KANApZ 17

ud'ün çocuk cinselliği dediği a§amaya geri dönܧten

'başka §ey değildir.

Freud, her çeşit sapıklığın, çokşekilli bir sapık

olan çocukta örtük (gizli) bir biçimde bulunduğunu

söyler. Eğitiminin ve toplumsal çevrenin etkisi altında

bu şekillerin nonnal bireylerin hayatından silinip

gittiği görülür. ôte yandan, sapık içtepilere eşlik

eden enerji de "yüceltilir'' ve toplumsal değeri

daha yüksek olan amaçlara yöneltilir. Anormal olaylarda,

(yani sapık eğilim çok güçlü olduğu zaman)

bu psi.}ik enerji görülebilir bir sapıklık halinde ortaya

çıkar. Ba§ka olaylarda da, içtepüerin, gerçek

bir sapıklığa ula§madan, "kılık deği§tirmi§'' bir tatminden

ba§ka şey olmıyan sinir aksaklıklarının, ya

da hastalıklarının belirtisi olaralc ortaya çıktığı görülür.

Bir sanat yaratmasında, belirli bir bireyin sapık

eğilimlerinin, hem bir sapıklık, hem bir psilronör<»:

hem de bir "yücelme-sublimation" olarak ortaya

çıktığını görürüz. Nitekim, toplumsal değeri yülcsek

olmıyan bazı anormal karakter özellikleri de

"yücelmenin" etkileri olarak görülebilirler. "Püritenler''in

(cinsel namusa aşırı derecede düşkün kimseler)

cinsel hayatla ilintili en önemsiz özden dolayı

utanıp sıkılma"l<ırı, aslında, cinsel isteklere kapılmaya

ve §eytana uymaya kar§'& gösterdikleri bilinç-dışı

ve a§ırı bir tepkiden ba§ka §ey değildir.

Freud'ün cinsiyet ile psilronevrozlar ve norm<ıZ

hayattan sapan ba§ka davranışlar arasındaki bağ­

Uıntı üzerine kurmuş olduğu teori i§te budur. Freud,

F. 2


18 ClNSlYET VE PStKANALtZ

bnrada sadece normal hayattan sapan davranışlar&

değil, normal hayatın en yiiksek dereceden ürünler-ini

d.e gözönünde tutmuştur. Freud'ün, çocukluk çağının

dile gelmek ve tatmin olmak isteyen bilinç-d

özlemlerinin bilinçU bir biçimde ortaya konulu.rıt

olarak gördüğü sana yaratı§ı U.Stüne çeşitli incelemeler

yaptığını biliyoruz. Ote yandan, psikanalizin

uygulanma alanını geniileten Freud ve öğrencileri

( Abraham, Rank, Riklin), bu metodu, toplumbilimsel

açıklama-?ar sağlayan bir metod haline de geti""­

mişlerdir. Araştırmaları sonunda, mitlerde, masallarda,

peri hikayelerinde, ve genel Olarak folklorda

psilconörozlar ve rüyalarda g6rülen devamlı isteklerin

dile geldiğini açıklamı§lar ve bu toplum ürünle·

rinde rüya ile psikonevrozlarda giirülen bastırma 'V6

bozma mekanizmasının yürürlükte olduğunu açı.'c­

lamışlardır. Uygarlık geliştikçe, ve toplumsal denetleme

(sansür) arttıkça, bu mekanizmanın daha

incelip yetkin bir hale geldiğini de belirtmişlerdir.

Son eserlerinden birinde Freud, aynı açıdan, din f e­

nomenini incelemiş ve çeşitli dini inançlarla çeşitli

heyecanlarda doygumuğa erişen insamığın temel 6zlemlerinin

kaynağını, insan soyunun gelişimi bakımından

ilk atalarımıza; bireyin gelişimi bakımından

da çocukluğun ilk yıllarına kadar ula.şan ve

psişik hayatın içinde bulunan çatı§malara geri götürülebileceğini

g&termiştir.

Başlangıçta sadece nevrozları tedavi etmekten

başka amacı olmıyan psikanalizin zamanla, psişik

hayatı bütün normal ve anormal, bireysel ve top-


C1NS1YET VE PStKANALlZ 19

Zumsal görünüşlerinde kavrayan gerçek bir teori

haline girmelr. isted·iği an"la§ılmaktadır. Acaba, psi·

kanaliz böyle bir amaca yönelmekte ne derece haklıdır'/

Bu soruya şimdilik cevap vermek güçtür. Ama

Freud'çü felsefe ve ruhbilimin, içinden çıkarıldıkları

psikanaliz kadar değerli oldukları söylenebilir.

Demek ki, sonuçlannı benimsemeye çalı.şmadan, ya

da roman"l<ırda ve oyunlarda kuJlanmağa kalkışma.

dan önce, temel düşünceleri ve ilkeleri irdelemek

gerekir. Ama bu, eleştirici gözlemlerden ve sadece

mantığa dayanan düşünmelerden pek hoşlanmıyan,

profesyonel l>;lginler ve sinir hastalıkları uzmanla

rı tarafından yapilabilir. Bununla birlikte, herhangi

bir okur da, Freud'ün çeşitli konularda yaptığı çö

zümlemeleri (tahlilleri) ve ileri sürdüğü düşünceleri

kendi gözlem ve yaşantıları ile karşılaştırarak bu

büyük bilim adamının çalışmalarından faydalanabilir.

Dr. 8. JANKELEVITOH

(1) S. Freud, La Psychanalise, S. 52, Fransızca çevirisi, Le

Lay, Payot, Paris 1921.

(2) lbid, S. S3-S4.



UYGAR CiNSEL AHLAK

VE

ÇAGIMIZIN SİNİR

HASTALIKLARI

(1908)



Freud'ün, uygarlık ile içgüdüsel hayat

arasındaki çatışmayı ele aldığı Z,,ı incelemenin

ilgi çeken bir yanı da, üç yıl

önce yayın'l<ımı§ olduğu "Cinsiyet Üzerine

Üç Deneme" adlı kitalnnda varmı._ş

olduğu sonuçlan özetliyerek yeniden

açıklamasıdır. incelemede, uygarlık (le

içgüdüsel hayatın çatışma.sının toplum

sal yanı üzerinde de durulmuştur. ince

lemenin Almanca adı, "DIE KULTU·

RELLE SEXALMORAL UND DIE MO­

DERNE NERVOBl 'İ' AT" dır.

Son yayınlamış olduğu Oinseı Ahlak adındaki

kitabında (1907) Von Ehrenfels (1) "tabü" ve "uygar"

cinsel ahlak arasındaki fark üzerinde duruyor.

Von Ehrenfels'e göre, tabii cinsel ahlak deyince, et·

kisi altında tuttuğu insan topluluğunun sürekli olarak

sıhhatli ve etkin halde yaşamasını sağlayan bir

cinsel ahlakı düşünmemiz gerekir. Oysa yine Ehrenfes'e

göre, uygar ahlak, }tendisine başeğildiği zaman,

insanları yaratıcı bir kultlir çalışmasına süren bir

ahlaktır. Yazar, bu karşıtlığın herhangi bir halkın

doğuştan getirdiği özellikler ile başardığı kültürel

işler karşılaştırıldığı z8.man açıkça ortaya çıktığını


24 ClNStYET VE PStKANALtZ

söylüyor. Bu ilgi çekici açıklamalan etraflıca öğrenmek

isteyen okurlara, Von Ehrenfels'in kitabını

salık veririm. Ben, bu yazımda, aynı konu üzerine

söyleyeceklerimin gerektirdiği ölçüde, Von Ehren·

fels'in kitabından parçalar alacağım.

Uygar bir cinsel ahlakın etkisi altında kalan

kimselerin, tek tek insanlar olmalan bakımından,

sıhhat ve etkinliklerinde bir yozlaşma ortaya çıkabileceğini

ve yerine getirmek .zorunda kaldıktan f e­

dakarlıklardan dolayı, gözönünde tutulan kültürel

amaçların bile, bir bakıma tehlikeye düşebileceğini

ileri sürmek pek güç değildir. Nitekim Von Ehrenfels

de, günümüzün Batı Toplumlarını etkisinde tu·

tan cinsel ahlakın çeşitli kötü etkileri olduğunu ileri

sürmektedir. Von Ehrenfels, uygar cinsel ahlikın bu

kötü etkilerden sorumlu tutulması gerektiğini ve

uygarlığın gelişimine büyük hizmetler ettiği halde,

bu ahlakın düzeltilerek daha iyi bir biçime sokul·

masının gerektiğini de söylemektedir. Yazara göre,

uygar ahlakın karakteristik yanı, daha önceki

çağlarda kadınlardan istenen şeylerin, erkeklerlıı

cinsel hayatı için de geçerli olması ve evlilik dışında

cinsel birleşmenin yasaklanmış bulunma$dır. Bununla

birlikte, cinsler arasındaki farkların gözönUnde

tutulması, erkeklerin ahlak dışı davranışlannın

hoşgörü ile karşılanmaları sonucunu doğurmuştur.

Von Ehrenfels'e göre, bu durum, gerçekte, erkekler

için bir çifte ahla.km kabul edilmesine yol açmıgtır.


CtNStYET VE PS1KANAL1Z 25

Ama bu türden bir çifte ahlakı kabul eden toplum,

"hakikat, namus ve insanlık sevgisini" yaygınlaştıraınaz.

(Von Ehrenfels, ibid, 32 ). Ya da bu sevgiyi

ancak sınırlı bir biçimde gerçekleştirebilir. Böylece,

sözü geçen toplumun bireyleri (fertleri), hakikatleıi

gizlemek, ikiyüzlülük etmek, yapmacık bir iyimserlik

benimsemek, hem kendilerini hem de başkalarım

aldatmak zorunda kalırlar. Uygar ahlakın başka kusurları

da vardır. Bu ahlak monogamiyi (tek bir insanla

evlenmek) yücelterek, erkeklik yolvyle seçim

ilkesini işlemez hale getirir. Oysa, insanlık düşüncesi

ve sağlık korunması yüzünden, uygar topluluklarda

işlemez hale gelmiş olan canlılık gücüyle seçim

ilkesinden sonra geriye ancak erkeklik yoluyl,a seçim

ilkesi kalmaktadır. Ancak bu ilke, bireyin doğuştan

getirdiği vücut yapısının daha sağlam ve üstün olmasını

sağlı ya bilir ( ibid, 35) .

Uygar ahlakın kötü etkileri ele alındığı zaman,

bu etkilerden birinin, doktorların gözünden kolayiıkla

kaçtığını görüyoruz. Bu yazımızda, doktorların

gözünden kaçan bu kötü etkiyi inceleyeceğiz.

Sözünü etmek istediğim kötü etki, günümüzde or·

taya çıkan sinir hastalıklarıdır. Bu hastalıkların,

her gün biraz daha çoğaldığı bilinmektedir. Kimi

zaman, bir sinir hastasının, rahatsızlığının nedenini

kendi ruhsal ve fizik yapısı ile uygarlığın istekleri

arasındaki çatışmada bularak, doktorun dikka ·

tini bu konuya çektiği ve şöyle dediği görülür: "Ai-


26

CINStYET VE PSlKANAUZ

lemizde herkes sinirlidir. Çünkü biz aslında olduğumuzdan

daha üstün kimseler haline gelmek istedik."

Doktorlar da, kimi zaman, hastalarının kaba, ama

sıhhatli ve basit bir köy hayatı yaşarken, şehre ge!­

miş ve orada başarılı bir şekilde yerleşerek, çocuklarına

yüksek bir kültür sağlamış kimselerin evlatları

olduğunu görerek belli birtakım dilşUncelere varırlar

.. Bunlardan başka, sinir hastalıkları uzmanla.­

nnın, "gittikçe çoğalan sinir hastalıkları" ile modern

uygar hayat arasında bir bağlantı bulunduğunu

açıkça belirttiklerini görüyoruz. Bu bağlantıyı

nasıl açıkladıklarını, birkaç tanınmış uzmanın yazılarından

a'dığımız parçalarla göstereceğiz.

W. Erb (1893) "Asıl soru, karşınıza çıkan sinir

hastalıklarının nedenlerinin, bu çeşit hastalıkların

çoğalmasını açıklayacak derecede modern ha·

yatın içinde bulunup bulunmadığıdır. Günümüz hayatına

ve bu hayatın özelliklerine şöyle üstünkörü

bakacak olursak, bu soruya "evet, bulunuyor" diye

kolayca cevap verebiliriz.

"Birçok genel olaylar, bu cevabın doğru olduğunu

göstermektedir. Modern zamanların olağanüstü

başanları; her alanda gördüğümüz keşif ve icatlar;

gittikçe artan rekabet karşısında ilerlemenin

sürdiirülebilmesi gibi olaylar, büyük bir manevi

enerjinin harcanmasıyla gerçekleştirilmiştir ve ancak

bu büyük manevi enerji sayesinde yürütülebilir.

13ireyin hayat kavgasını başarılı bir biçimde yürüt-


CtNStYET VE PSlKANALtz 27

mesı ıçın yapması gereken mücadele gittikçe gr>ııişlemiştir.

Birey, ancak bütün güçlerini seferber

ederek bu işi yerine getirebilir. Öte yandan, bireyin

eğlenme ve zevk alma ihtiyacı da genişlemiş ve artmıştır.

Bu, her sınıftan insan için böyledir. Daha

önceleri lüks ve eğlence nedir bilmeyen sınıf ve züınrelerin,

eğlence ve lükse yöneldiğini görüyoruz. Dinsizlik,

açgözlülilk ve hırs geniş toplumsal kitleler!

sarmıştır. Telgraf ve telefon gibi haberleşme araçlarının

yeryUzlinc yayılması, ticaret ve sanayi hayatını

kökünden değiştirmiştir. Her şey gittikçe siiratlenmeğe

başlamıştır. Geceleyin yolculuk ediliyor,

gündüz çalışılıyor. "Tatil gezmeleri., bile insanlan!l

sinirlerini geren bir şey haline geldi. Politika, sanayi

ve maliye alanında ortaya çıkan buhranlar, esk-·

sinden çok daha faz- a sayıda insanı etkiliyor. Politika

din ve toplum çatışmalan, seçimler, parti kav·

gaları, gittikçe genişleyen sendika çalışmalan, insanları

heyecanlandınyor; ruhsal gerilimler yaratıyor

ve dinlenme, uyuma ve eğlenme zamanından

gerektiği gibi faydalanmalarına engel oluyor. Şehir

hayatı, gittikçe daha şaşırtıcı ve yorucu bir hale

giriyor. Yorgun düşmüş olan sinirleri yatıştırmak

için daha şiddetli uyanmlar ve keskin zevkler gerekiyor.

Ama bunlar elde edilince, sinirlerin eskisinden

daha yorgun düştükleri görülüyor. Çağdaş edebiyat,

tutkuları körükleyen, duyuları uyandırarak

şiddetli zevklerin aranmasına yönelen; her çeşit ah-


28 ClNSlYET VE PSlKANALtZ

lak değerini ve idealini hiçe sayan konulan işliyor.

Çağdaş edebiyat, okurlarına, patolojik kahramanlar,

hasta cinsel yaşantılar ve devrimci konular sunuyor.

Gürültülü ve cansıkıcı müzikleri bol bol duyu·

yoruz. Tiyatrolar, büyüleyici gösterileri ile bütün

duyularımızı tutsak haline getiriyorlar. Plastik sanatlar

da, özellikle, çirkin, tiksindirici ve huylandırıcı

konuları işliyorlar. Gerçeğin içindeki en korkunç

görünüşleri, olduğu gibi gözlerimizin önüne S<'·

riyorlar.

"Bütün bunlar, modern uygarlığımızın karşımıza

çıkardığı tehlikeleri yeterince dile getiriyor. Şimdi

birkaç şey daha eklemek istiyorum."

Biswanger (1896) : "Nevrasteni, özel olarak,

kökü bakımından modern bir hastalık olarak açı1<­

lanmıştır. Nitekim, bu hastalığın açıklanmasını et··

raflıca yapmış olan Beard (2) yalnızca Amerika'da

ortaya çıkan yeni bir sinir hastalığı bulduğunu dP.

söylemiştir. Bu iddianın yanlış oduğu besbellidir.

Ama nevrasteniyi, geniş bir tecrübeye dayanarak,

ilk olarak bir Amerikalı doktorun ortaya koymuş

olması bu hastalık ile modern hayat arasındaki bağlantıyı

açıkça göstermektedir."

Von Krafft-Ebing (1895): "Sayısız uygar ulusların

yaşama biçimi, sinir hastalıklarının korkur.ç

bir şekilde çoğalmasını kolayca açıklayabilecek olan

çeşitli sağlık-düşmanı faktörleri gözlerimizin önüne

sermektedir. Bu kötü etkiler önce ve her şeyden da-


CtNSlYET VE PStKANALtz 29

ha fazla beynin çalışmasını bozmaktadır. Son on

yıllar boyunca, politika ve toplum alanında (özellikle

ticarette, sanayide ve tarımda) büyük değişik·

liklere konu olan uygar ulusların içinde yaşayan

insanların işlerinde, toplumsal durumlarında ve mül··

kiyetlerinde büyük değişiklikler ortaya ç.ıkmışt•r.

Bu değişiklikler, gittikçe artan toplumsal ve ekonomik

istek:eri karşılamak için çoğu kere yerini!

koyamıyacağı kadar büyük enerjiler harcamak zo...

runda kalan sinir sisteminin bozulmasına yol açı·

yor."

Bu ve buna benzer açıklamaların yanlış olduğunu

söyleyemem. Yalnız bu düşüncelerin, sinir ha...-;­

talıklarını bütün ayrıntılarıyla açıklayamadığını ve

bu arada, sinir hastalıklarının ortaya çıkışı bakı

mından çok önemli olan bir faktöıii görmezlikten

geldiğini belirtmek isterim. "Sinirliliğin" belirsiz

görünüşlerini bir yana bırakarak, asıl sinir hastalıklarını

ele alacak olursak, uygarlık hayatının en kötü

etkilerinin uygar uluslar ve sınıfların, "uygar"

ahlak dolayısıyle baskı altına alınmış cinsel hayatında

dile geldiğini göıiirüz.

Bu hakikati, çeşitli yazılarımda açıklamağa çalıştım

(3). Burada tekrarlamak istemiyorum. Ama

araştırmalarımın sonucu olan en önemli kanıtlan

(delilleri) okurlarıma sunmak isterim.

Ciddi klinik gözlemler, sinir bozukluklarını iki

ana guruba ayırmamızı mümkün kılar. Bunların bi-


30 CtNStYET VE PStKANALtz

rincisi asıl nevrozlar, ötekileri de psikonevrozlardır.

llk guruptaki bozukluklar (belirtiler) etkilerini ister

somatik ister manevi işleyiş üzerinde göstermiş

olsunlar, her iki halde de toksik bozuk:uklar olarak

ortaya çıkarlar. Bu bozukluklar ile, bazı sinir zehirlerinin

aşırı derecede kullanılışı, ya da yoksunluğu

dolayısıyle ortaya çıkan fenomenler arasında

hiç bir fark yoktur. Genel olarak nevrasteni denilen

gurup içinde top:anan bu nevrozlar, cinsel hayatta

ortaya çıkan bazı bozukluklardan doğabilirler. Burada

herhangi bir soyaçekimsel ( ırst) etki söz konusu

olmayabilir. Nitekim hastalığın bilründüğü biçim

ile bu kötü etki arasında sıkı bir bağlantı bulmak

kabildir. Öyle ki, kimi zaman, klinik tnsvirlerden,

hastalığın özel cinsel etio:ojisini çıkarmak kabildir.

öte yandan, sinir hastalığının biçimi ile, yukarda

sözi.inü ettiğimiz bilgilerin açıkladıkları kötil

uygarlık etkileri arasında hiç bir bağlantı olmadığı

da kolayca görülür. Demek ki, asıl nevrozlar ile cinsel

faktör arasında kesin bir bağlantı olduğunu ileri

silrebiliriz.

Psikonevrozlarda ise, soyaçekimin etkisi daha

açık ve dış nedenler tarafından belirlenme daha zayıf

gibi görünmektedir. Bununla birlikte, psikanaliz

denilen özel bir metod, bu bozuklukların

(isteri,

saplantılı nevrozlar - obsessional neurosis) psikojenik

olduklannı, ve düşüncelere bağlı bilinçdışı komplekslerin

etkisinden doğduklarını göstermiştir. Yine


C1NS1YET VE PSİKANALİZ 31

aynı metod, bu bilinçdışı komplekslerin ne olduklarını

açıklamış ve genel olarak cinsel bir muhtevay1

içlerinde taşıdıklarını kanıtlamıştır. Bilinç - dışı

kompleksler, insanların doyurulmamış cinsel isteklerinden

doğmakta ve bu istekleri karşılayan bir

yerine-geçme (yedekleme) olarak belirmektedirle!'.

Demek ki, cinsel hayatı bozan, işlemesini engelleyen

ve amaçlarını bulandıran her faktörün, psikonevrozlar

bakımından da patojenik birer faktör olduk·

lannı kabul etmemiz gerekir.

Toksik ve psikojenik nevrozlar arasında yapı·

lan teorik ayırma, sinir hastalıklarına yakalanmış

kinı.selerin çoğunda, sözü geçen bu iki kaynağın bir

arada bulunması dolayısıyle değerinden hiçbir şey

kaybetmez.

Sinir hastalıklarının etiolojisini, cinsel hayatın

bozukluğa uğramasında aramak gerektiğini düşünen

okurlarımız, aynı sinir hastalıklarının çoğalmasını

daha geniş bir çerçeve içinde ele almak isteyen

açıklama'ara katılmak bakımından güçlük çekmezler.

Bu açıklamaları şimdi yapacağız:

Genel olarak, bugünkü uygarlığımız, içgüdülerin

ortadan kaldırılmasına dayanmaktadır. Her birey,

kendi benliğinin bir parçasından vazgeçmek,

yani kendisinin herkesten daha güçlü olduğunu du·

yuşunu, ya da kişiliğindeki saldırgan ve intikamct

yanları bir yana koymak zorundadır. Uygarlığın or-


32 ClNStYET VE PStKANALlZ

taklaşa maddi ve manevi zenginliği bu vazgeçişlerden

doğmuştur.

Hayatın istedikleri (talepleri) yanında, erotizmden

doğan ve tek tek insanları çeşitli konularda

vazgeçişlere sürükleyen akrabalık ve yakınlık

duygulan bulunduğu da doğrudur. Uygarlığın gelişiminde

vazgeçmenin de olumlu bir rol oynadığını

görüyoruz. Bu vazgeçiş içindeki tek tek ilerleyişler,

din tarafından yasalaştırılmıştır ve kutsallaştınlmıştır.

Çünkü dinde, tek tek insanlann yüzçevirdiği

içgüdüsel tatminler, Tanrıya birer fedakarlık gibi

sunulmuş ve böylece elde edinilen ortak zenginlik

"kutsal" olarak tanıtılmıştır. Manevi ve maddi yapısı

dolayısiy:e, içgüdülerini aynı şekilde ortadan

kaldıramayan kimseler ise, toplum karşısında bir

"suçlu", ya da "kanun dışı" (4) haline gelmiştir.

Ama böyle bir kimsenin durumu ve olağanüstü yatkınlıklan

sayesinde kendini büyük bir adam, ya da

bir "kahraman" olarak kabul ettirmesi de kabildir.

Cinsel ahlak (daha doğru bir biçimde söylemek

gerekirse cinsel içgüdüler demeliyiz, çünkü psikanaliz

çalışmalan cinsel içgüdünün çeşitli tamamlayıcı

içgüdülerden meydana geldiğini göstermiştir) insanda,

gelişmiş hayvanlarda olduğundan çok daha güçlü

olarak ortaya çıkar. Hiç olmazsa, bu içgüdünün,

insanlarda hayvanlarda olduğundan daha sürekli bir

biçimde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Çünkü insanlarda,

cinsel içgüdünün, hayvanlarda olduğu gih!


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 33

belli dönemlere bağlı olmadığını görüyoruz. İnsanlardaki

cinsel içgüdü, uygarlık çalışmaları için olağ·anüstü

fazlalıkta bir enerji sağlar. Bunu yaparken,

amacını değiştirmiş olduğu halde, şiddetinden hiçbit'

şey kaybetmediğini de gösterir. Cinsel içgüdünün,

asıl amacını bir başka amaç için değiştirmesi (bu

amaç, artık cinsel bir amaç değildir ama, yine de

ilk amaç ile ruhsal bir bağlantısı vardır) olayına

yücelme (sublimation) yatkınlığı diyoruz. Bu yer

değ·iştirebilme yatkınlığına karşıt olarak, cinsel içgüdülerin,

direnip durduğunu ve böylece hiç bir işe

yaramıyarak çoğu zaman yozlaşıp anormallikler ya

da hastalıklar dediğimiz olaylara yol açtığı da

görülür. Cinsel içgüdünün ilk gücünün bireylere göre

değiştiğini söyleyebiliriz. Nitekim bu içgüdünün

yücelmeye elverişli yüzdesinin de bireylere göre değiştiğini

ileri sürebiliriz. Herhangi bir bireyin, cin··

sel içgüdüsünün ne kadarının yücelmeye uğrayacağını

ve kullanılabilir hale gireceğini belirleyen şeyin,

ilk önce, onun doğuştan getirdiği maddi ve manevi

yapısı olduğunu sanıyoruz. Bundan başka, yaşantının

ve kültürel etkilerin zihinsel yapı üzerindeki

basıncının herhangi bir bireyin cinsel içgüdüsünün

daha ne kadarının yücelmeye elverişli hale gleceğini

belirlediğini de söyleyebiliriz.

Ama bu yerdeğiştirme sürecini sonsuza kada:::

ulaştırabilmemiz kabil d:eğildir. Bu, kullandığımız

F. 3


34 ClNSlYET VE PStKANALtZ

makinelerde ısıyı, sonsuz olarak

mekanik enerjiy,

çeviremememize benzeyen bir durumdur. Cinsel doygunluğun

bir bölümünün doğrudan doğruya edinilmesi

gereklidir. Bireylere göre değişen bu doygun

luğun gerçekleştirilememesi (5) ve ruhsal işleyiş

üzerinde yaptığı yıkıcı etkiler öznel bakımdan doğurduğu

hoşnutsuzluklardan ötürü bir hastalık gibi

görülebilir.

Cinsel içgüdlilerin temel bakımından, üreme

amacına hizmet etmekten çok, özel birtakım zevkl(;­

rin duyulması amacına yönelmiş olduklarını kabul

edecek olursak, düşünce açımız adamakıllı genişlemiş

olur (6) . Cinsel içgüdünün bu özelliği, sadece

üreme organlarından değil, vücudun öteki parçala·

rından da (erotojenik bö:geler) zevk duyma biç\.

minde ortaya çıktığı zaman

açıkça görülür. Biz bu

aşamaya (merhaleye) auto-erotism aşaması diyoruz.

Nitekim, bizce, çocuğun yetiştirilmesinde güdülecek

temel amaç, bu aşamanın sürüp gitmemesini

sağ"lanıaktır. Çünkü bu aşama uzayacak olursa, cinsel

içgildü daha sonra hiç bir işe yaramıyan ve denetlenemiyen

bir güç haline girer. Eğitimin sonucu

olarak, cinsel içgüdü daha sonralan, auto-erotism

aşamasından nesne-sevgisi

aşamasına geçer. Aynı

zamanda, erotojenik bölgelerin bağımsızlığı, üreme

amacını güden üreme organlarının egemenliği altında

dile gelir. Bu gelişme sırasında, insanın kendi vücudundan

doğan cinsel uyarmaların bir bölümü, üre-


ClNStYET VE PSİKANALİZ 35

me işine faydalı olmadığı için yasaklanır ve elverişll

şartlar bulacak olursa yücelme haline girebilir. De·

mek ki, kültürel çalışmalara yarayan güçlerin çoğu,

cinsel uyarmanın sapık (perverse) ögeleri diye adlandırılan

ögelerden elde edilmektedir.

Cinsel içgüdünün evrimini (tekamülünü) gözönünde

tutacak olursak, üç uygarlık aşamasının bulunduğunu

ileri sürebiliriz. Bunların ilki, cinsel içgüdünün

üreme amacını gütmeksizin bağımsız bir

biçimde ortaya çıktığı aşamadır. İkincisi, üremeden

başka her amaca yönelmiş cinsel isteğin ortadan

kaldırıldığı aşamadır. Üçüncüsü ise, sadece meşru

üremenin cinsel bir amaç olarak kabul edildiği aşamadır.

Bugünkü "uygar" cinsel ahlakımızda dile

gelen aşama işte bu üçüncü aşamadır.

Bu aşamalardan ikincisini ortalama olarak ele

alacak olursak, bireylerden birçoğunun, sırf yapılarından

ötürü, bu aşamanın gereklerini yerine getiremediklerini

görürüz. Bireylerin hepsinde, yukarda

sözi.inü ettiğimiz gelişme, yani cinsel içgüdtintin

auto-erotism'den ayrılarak amacı, tireme organlarını

birliğe kavuşturmak o!an nesne-sevgisine yönelmesi,

gerektiği gibi ve eksiksiz olarak gerçekleşmiş

değildir. Gelişmede görülen aksaklıklar dolayısıyla,

normal cinsellikten (yani uygarlığa faydalı

olan cinsellikten) sapmalar ortaya çıkmıştır. Bu sapmaların

iki tane olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu iki

sapma birbirine taban tabana zıt anlamlar taşır.


36 C1NS1YEI VE PS1KANAL1Z

önce, (cinsel içgüdüleri olağanüstü şiddetli V13

yasak dinlemeyen kimseler bir yana) çeşitli sapık"l<ır

vardır. Bu sapıklarda ilk cinsel amaçlara karşı duyulan

çocuksu bir tutku ve saplanış üreme fonkf;iyonunun

daha önemli bir biçimde ortaya çıkmasına

engel olmuştur. Bunlardan başka, bir de homoseksüeller

vardır. Bunlarda, cinsel amaç, henüz iyice

bilinmeyen bir biçimde, karşıt cinsten kopmuş ve

kendi cinslerinde ortaya çıkmıştır. Gelişimde görülen

bu iki bozukluğun ortaya koyduğu sonuçlar, beklenildiği

kadar kötü olmuyorsa, bunun nedeni, içgüdülerin

bazı bölümlerinin

işlemez hale gelmesine

rağmen, genel olarak, bir kimsenin cinsel hayatını:ı

yine de işe yarar duruma girebilmesidir. Hatta, bazı

homoseksüellerin cinsel içgüdülerinde kültür yücelmesine

karşı üstün bir yatkınlık olduğu görülür.

Sapıklığın ve homoseksüelliğin aşırı biçimlerinin,

bu aksaklıklara uğramış kimseleri toplum hayatı

bakımından işe yaramaz kimseler haline getirdiği

doğrudur. Demek ki cinsel içgüdülerin gelişiminde

gördüğümüz ikinci aşama, yani üreme amacına

yönelmiş olmayan içgüdülerin ortadan kaldırıldığı

aşama, birçok insanlann acı çekmesine ve tedirginliğine

yol açmaktadır. Yapıları bakımından öteki

insanlardan tamamen

ayrılan bu çeşit kimselerin

alınyazısı, doğuştan getirdikleri cinsel isteğin kuvvetli,

ya da zayıf olmasına bağlıdır ve ona bağlı olarak

değişir. Cinsel içgüdüsü zayıf o!an sapıklar, uy-


CtNStYET VE PStKANAUZ 37

garlığın buyruklan ile çatışma haline giren eğilimlerini

büsbütün ortadan kaldırabilirler. Ama bir ba··

kıma, elde edebildikleri biricik başarı da budur. Çünkü,

içgüdülerini ortadan kaldırabilmek için, külti.irel

çalışmalarında kullanabilecekleri enerjiyi harcamış

olurlar. Bu çeşit kimseler, iç hayat bakımından

yasaklanmış, dış davranışlar bakımından felce uğramış

insanla'rd.ır. Uygarlığın üçüncü aşamasında

kadın ve erkekten istenen cinsel perhiz üzerine iler·

de söyleyeceklerimiz bu çeşit sapıklara da uygulanabilir.

Cinsel içgüdü hem çok kuvvetli, hem de sapık

olduğu zaman iki sonuç ortaya çıkar. Bunlardan birincisi

(bu konu üzerinde durmayacağız) sapıklığa

uğramış kimsenin, bir sapık olarak kalması ve bu

aksaklığın, uygarlık yasaları ile bağdaşmaz oluşunun

doğurduğu sonuçlara boyun eğmesidir. İkincisi

ise çok daha ilgi çekicidir. Bu durumda, eğitimiıı.

ve toplumsal isteklerin zoruyla, sapık içgüdülerin ortadan

kaldırıldığını görüyoruz. Ama burada söz konusu

olan gerçek bir ortadan kaldırış değildir. Bu,

aslında, başarısızlığa uğramış bir ortadan kaldırıştır.

Yasaklamaya uğramış cinsel içgüdülerin, bütün

çıplaklıklan içinde dile gelmedikleri doğrudur (bu

ortadan kaldırma sürecinin başarılı yanıdır) , ama

bu durumda, içgüdüler başka biçimlerde dile gelmektedirler.

Bu dile gelişler, söz konusu insanı, sanki

içgüdülerini hiç değişikliğe uğratmayarak tat-


38 CtNStYET VE PStKANALtz

min etmiş gibi, toplum bakımından faydasız bir kimse

haline getirir. Bu da, ortadan kaldırma sürecinin

başarısız yanıdır. Zaman geçtikçe, başarısız yanın,

daha ağır bastığı görülür. İçgüdüler bastınlmak istenirken

onların yerine konan bu fenomenler; sinir

hastalıkları, daha doğrusu psikonevrozlar dediğimiz

şeyi açığa vurur. Sinir hastaları, bağdaşmaz bir yapıya

sahip oldukları için, kültürel etkiler altında içgüdülerini,

sadece dışgörünüş bakımından başarılı

olan ve başarısını gittikçe kaybeden bir biçimde bas-­

tırabilen kimselerdir. Nevrozları, sapıklıkların "tersi"

olarak açıklamıştım. Çünkü nevrozlarda, bastırılmış

olan sapık içtepiler bilinç-dışında kendini açığa

vurur ve nevrozlar, sapıklıkların kapsadığı eğilimleri,

"bastırılmış" biçimde içlerinde taşırlar.

Deneyler, birçok insanların, doğuştan getirdikleri

yapı dolayısıyla, uygarlığın

istediklerine ancak

bir sınıra kadar başeğebildiklerini göstermiştir. Yapılarının

elverdiğinden daha yüce ruhlu olmak isteyenler

nevrozların pençesine düşerler. Bu çeşit insanların

elinde daha kötü bir kimse

olmak imkanı

bulunsaydı, sıhhat bakımından daha sağlam olacaklardı.

Sapıklıkların ve nevrozların, arasında "ters"

"yüz" bağlantısı bulunduğunu, aynı bir ailenin bireyleri

üzerinde yapılan

gözlemler açıkça göstermektedir.

Herhangi bir erkek kardeşin cinsel sapıklık

gösterdiği zaman, kızkardeşinin, kadın olduğu

için daha zayıf bir cinsel içgüdüye sahip olması yü-


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 39

zünden nevrozlu haline geldiğini ve bu nevrozun belirtilerinin,

cinsel bakımdan kendisinden daha hareketli

olan erkek kardeşinin sapıklığında görülen

aynı eğilimleri dile getirdiğini görüyoruz. Nitekim

aynı bir aile içinde, erkeklerin sıhhatli, ama toplumsal

bakımdan çok ahlaksız oldukları halde, kadınların

yüce ruhlu ve ince, ama kesin bir biçimde sinirli

olduklarını da görüyoruz.

Uygarlık ölçülerinin herkesten aynı cinsel davranışları

istemesinin toplumsal bir haksızlık olduğu

apaçıktır. Çünkü, bazı kimseler yapıları do ayısıyle

bu ölçülere kolayca

uyabildikleri halde, başkaları

ağır ruhsal fodakarlıklarda bulunmak zorunda kalmaktadırlar.

Bu düşünceler, uygarlığın daha önce sözünü ettiğimiz

ikinci aşaması gözönünde tutularak ileri sürülmüştür.

Bu aşamada sapıklık diye tanınan her

çeşit cinsel faaliyetin yasaklanmış olduğunu ve normal

cinsel birleşme denilen şeyin ise serbest bırakıldığını

biliyoruz. Cinsel özgürlük ve yasaklana

arasında bu biçimde bir sınır çizilince bazı kimselerin

sapık olarak kabul edildiklerini ve sapıklıktan

kaçınmak için çaba harcayan bazı kimselerin de

(bunlar yapılan gereğince sapıktırlar ) sinir hastalığına

kurban gittiklerini açıkladık. Cinsel özgürlük

daha kısıtlandığı ve meşru evlilik dışındaki bütün

cinsel faaliyetlerin yasaklandığı üçüncü uygarlık

aşamasında ne gibi sonuçların ortaya çıkacağını ön-


40 CtNStYET VE PStKANALtZ

ceden kestirmek kolaydır. Bu aşamada, uygarlığın

istediklerine açıkça karşı gelen güçlü kimselerin sayı

bakımından artacağını ve kültür etkileri ile yapılarının

karşıkoyması arasındaki çatışma dolayısıyle

sinir hastalıklarına sığınanların da çoğalacağını söyleyebiliriz.

Burd.a karşımıza çıkan i.iç soruya cevap vermeğe

çalışalım.

1 - Uygarlığın üçüncü aşamasında bireylerin

yerine getirmek zorunda bırakıldıkları ödev nedir ?

2 - İzin verilen cinsel tatmin, öteki bütün tatminlerin

bir yana bırakılmasını haklı çıkaracak kadar

faydalı sonuçlar sağlıyor mu ?

3 - Bu tatminlerden vazgeçişin doğurabileceği

kötü sonuçlar ile kültür alanındaki kullanılışları arasındaki

bağlantı nedir ?

Birinci sorunun cevabını vermek için, üzerinde

sık sık tartışılmış olan ve burada gerektiği gibi ge ·

nişlikle ele alamayacağımız bir probleme dokunmak

gerekir. Bu problem, cinsel perhiz problemidir. Uygarlığımızın

üçüncü aşaması, hem erkeklerin, hem

de kadınların evlenene kadar cinsel perhizden şaşmamaları

ve resmen evli olmayanların hayatları boyunca

cinsel perhiz yapmaları gerektiğini ileri si.i··

rer. Resmi ve gayri resmi otoritelerin hoşuna giden

düşünce, yani cinsel perhizin güç ve zararlı bir şey

olmadığı düşüncesi, doktorlar tarafından da geniş

ölçüde destekleıunektedir. Oysa cinsel istek gibi güç -


ClNSlYET VE PSİKANALiZ 41

Iü bir içtepiyi, tatmin etmeksizin dizginleyebilmek

için bir insanın bütün gücünü harcaması gerektiğirj

ileri sürebiliriz. Cinsel içgüdüleri, kendi cinsel amaçlarından

çevirerek yüksek kültürel amaçlara yöneltmek,

yani yüceltmeğe uğratmak yoluyla dizginlemek

ancak pek az insanın başardığı bir iştir. Ayrıca bu

haşan sürekli değil, zaman zaman gerçekleştirilebilen

bir başarıdır. Bunun özellikle, ateşli gençlik çağlarında

kolayca yapılabildiğini söylemeliyiz. Bu konudaki

başarısızlıktan dolayı, insanların çoğu, sinir

hastası haline gelirler ya da başka aksaklıklara

kurban giderler. Toplumumuzda bulunan insanların

çoğunun, cinsel perhiz buyruğunu yerine getiremiyecek

bir yapıya sahip oldukları görülmüştür. Daha

hafif cinsel kısıtlamalar içinde bile hastalanab1 ·

lecek kimseler, günümüzün cinsel ahlakının aşırı

buyrukları yüzünden daha kolay ve tehlikeli biçimde

hastalanmaktadırlar. Bir kimse nevrozlu olmaya

ne kadar yatkınsa, cinsel perhize boyuneğmeye

de o kadar az yatkındır. Yukarda açıkladığımız anlamda,

normal gelişimden sapmış olan içgüdüler, yasaklanmaları

güçleşmiş içgüdülerdir. Uygarlığın

ikinci aşamasında sıhhatlerini koruyabilen kimseler

bile üçüncü aşamanın buyrukları yüzünden sinir hastalığına

yakalanırlar. Çünkü cinsel doygunluğun

ruhsal değeri, bu doygunluğa kavuşmanın güçleştiği

ölçüde artar. Engellenmiş olan libido, cinsel hayatta

bol bol bulunan zayıf noktalan yakalamağa ça-


42 CiNSiYET VE PS1KANAL1Z

lışır ve böyle bir nokta bulunca oradan sızarak patolojik

belirtiler halinde ortaya çıkan nevrozlu ye

dek tatminler elde eder. Sinir hastalıklarını belirleyen

nedenleri kavrayan bir kimse, bu hastalıkların

içinde yaşadığımız toplumda gittikçe çoğalmasını,

cinsel kısıtlamaların şiddetlendirilmesinden doğduğunu

kolayca anlar.

Böylece, meşru evlilik içindeki cinsel birleşme ·

nin, evlilikten önce kabul ettirilen kısıtlamanın yerine

eksiksiz olarak geçip geçmediği sorusuna varmış

bulunuyoruz. Bu soruya "hayır geçmez" diye

cevap vermemizi gerektiren bir yığın inceleme ve

gözlem bulunmaktadır. Bu gözlem ve incelemeler!

kısaca özetlemekle yetineceğiz. Kültürel cinsel ahlakımızın,

evli çiftleri bile üreme amacı güden bil·

kaç faaliyetle yetinmeye zorlayarak, evlilik hayatındaki

cinsel birleşmeleri kısıtladığını unutmamak

gerekir. Bunun sonucu olarak, doyurucu cinsel bh'­

leşmelerin, evlilik hayatı boyunca ancak birkaç yıl

sürdüğünü görüyoruz. Bu süreden, evli kadının sıhhati

gözönünde tutularak ister istemez birleşmede'1.

kaçınmak zorunda kalındığı süreyi de çıkarmamız

gerekir. Bu üç, dört ya da beş yıldan sonra, evlilik

cinse: ihtiyaçların doyurulması bakımından, tam

bir başarısızlık halinde ortaya çıkar. Gebeliği önlemek

için şimdiye kadar bulunmuş bütün araçlar

cinsel zevki bozar ; eşlerin duygulanmalarını kütleştirir

ve kimi zaman hastalıklara bile yol açahi-


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 43

lir. Cinsel bir:eşmenin sonuçlan yüzünden duyulan

korku, önce eşlerin birbirlerine karşı duyduğu fizik

sevgiyi sona erdirir. Daha sonra, aralarındaki manevi

yakınlığı bile bozabilir. Oysa bu manevi yakınlığın,

başlangıçtaki tutkulu aşkın yerini alan bir yakın·

lık olması gereklidir. Birçok evliliğin en sonunda

karşılaştığı manevi çöküntü ve fizik aksaklık, karı·

kocayı, evlenmeden önce içinde bulunduklan dunıma

düşürür. Üstelik kurmuş olduklan hayallerin de

yıkıldığını görerek manevi bakımdan eskisinden

daha yoksullaşmışlardır. Böylece, cinsel içgüdülerini

saptırmak ve buyruk altına almak için yeniden çaba

harcamaları zorunludur. Olgunluk çağına vararı

erkeğin bu durum karşısında ne ölçüde haşan gö:; .

terdiğini uzun boylu incelememiz gerekmez. Erkeklerin,

en şiddetli cinsel yasalann bile kendi'eri için

tanımış olduğu cinsel özgürlükten sık sık yararlar.dıklarını

(açıkça söylemeden ve gizli bir biçimde)

biliyoruz. İçinde yaşadığımız toplumda erkekler için

hak tanınmış olan "çifte" cinsel ahlak, toplumun

kendisi tarafından konulan buyruklara kendisini.r.

de inanmadığını açıkça göstermektedir. Öte yandan

insanlığın cinsel ilgisinin taşıyıcısı rolünü oynayan

kadınlar, içgüdülerini yüceltme konusunda sınırlı

imkanlara sahiptirler ve cinsel nesnenin yerine koyacakları

şeyi, meme çocuğunda bulabi'dikleri halde,

çocuk büyüyünce bu imkandan da yoksun kalmaktadırlar.

Kadınların, evlilikte hayal kınklığına


44

CtNStYET VE PSlKANALtZ

uğradıklan zaman, hayatlannı karanlığa boğan

şiddetli nevrozların pençesine düştüklerini bir kere

daha söylemek isterim. Günümüzün kültür şartları

içinde, evlilik, kadınlann sinir bozukluklarına deva

olmak özelliğini çoktan kaybetmiştir. Hastalık durumlarında,

bir kadına evlilik tavsiye ettiğimiz zaman

bile, biz doktorlar, bu kadının evliliğe dayanabilmesi

için çok sıhhatli olması gerektiğini düşünmekten

geri kalmadığımız gibi, erkek hastaları·

mıza, daha önce sinir bozukluğu geçirmiş bir kızh

evlenmemelerini de tavsiye ederiz. öte yandan, evlilik

hayatından doğan sinir hastalıklarının devau

ancak sadakatsizlik olabilir. Ama bir kadın, ne kadar

sıkı bir şekilde yetiştirilmişse ve uygarlığm

istediklerini ne kadar sıkı bir şekilde yerine getiriyorsa,

·bu yolu seçmesi de o kadar güç olur. Ödev

duygusu ile istekleri arasındaki çatışma onu nevrozlara

sürükler. Kadının, erdemini (iffetini) sin!r

hastalığı kadar sağlam bir şekilde koruyan başka

şey yoktur. Demek ki, uygar insanın gençliğin· t

etkisini duyduğu içgüdülerin tatmin edileceği durum

olarak görülen evlilik, aslında, insanın evli

olarak geçirdiği dönemin ıihtiyaçlannı bile karşılayamıyan

bir durumdur. Evliliğin, evlilikten önce·

ki çağın yoksunluğunu (mahrumiyetini) ortadan

kaldırıp kaldırmadığını tartışmak bile gerekmez.

Uygar cinsel ahlakın yapmış olduğu kötülükler

kabul edilse bile, yukanda belirttiğimiz üçüncü


ClNSlYET VE PSlKANALlZ 45

soruya ; cinsel sınırlamadan elde edilen kültürel

kazancın, bu sınırlamanın doğurduğu acılara göre

çok daha değerli olduğu ileri sürülerek cevap verilebilir.

Üstelik, cinsel kısıtlamadan sadece birkaç

kişinin zararlı çıktığı da eklenebilir. Oysa ben, bu

konudaki kazançların kayıplara eşit olduğunu söyleyemiyeceğim

gibi ; kayıpların ağır bastığını gösteren

çeşitli gözlem ve düşünceler de ileri sürebilirim.

Biraz önce sözünü ettiğim cinsel perhiz konusuna

dönerek, bu çeşit perhizin nevrozlardan başka aksaklıklarda

doğurduğunu ve nevrozların taşıdığı

önemin, çoğunlukla gerektiği gibi ele alınmadığım

söylemek isterim.

Uygarlığımızın ve eğitimimizin amaç edindiği

geciktirmenin, yani cinsel gelişimin ve faaliyetin

geciktirilmesinin, başlangıçta zararlı olmadığını

belirtmeliyiz. Eğitim görme imkanına sahip toplumsal

sınıfların bireylerinin, bağımsızlıklanna ve hayatlarını

kazanmaya bir hayli geç ulaşabildikleri

gözöntlnde tutulacak olursa, bu geciktirmenin kaçınılmaz

bir şey olduğu açıkça görülür. Bu gerçek,

kültür kurumlanmızın arasındaki sıkı bağlılığı ve

bütünü gözönünde tutmadan bu kurumların yalnız

bir bölümünü değiştirmenin kabil olmadığını da

gösterir. Cinsel gelişimin ve faaliyetin geciktirilmesi

başlangıçta gerekli olduğu halde, bir delikanlının

hayatında, yirmi yaşından sonra da sürecek olursa,

kötü sonuçlar veren ve nevrozlardan başka ak-


46 C1NS1YET VE PSlKANALtz

saklıklar da ortaya çıkaran bir şeydir. Bu kadar

güclü bir içgüdüye karşı savaşmanın ve bu savaşma

için gerekli olan etik ve estetik kuvvetlerinin

pekiştirilmesinin

insan karakterini "sağlamlaştırdığı"

ileri sürülmektedir. Birkaç olağanüstü yapıya

sahip

birkaç insan için bu düşüncenin doğru olduğu

da besbellidir. Bundan başka, günümüzde

görülen bireysel karakter

açıkça

farklılığının da ancak,

cinsel kısıtlamalardan doğabileceği doğrudur. Ama,

çoğunlukla cinsel içgüdüye karşı

açılan savaşın,

insanların bütün enerjisini emip bitirdiğini görüyoruz.

Özellikle bu harcanış, bir delikanlının

toplum

içindeki yerini ve payını alabilmek için bütün enerjisini

kullanması gereken çağda ortaya

çıkmaktadır.

Yüceltilmesi kabil olan enerji miktarıyla harcanması

zorunlu olan cinsel faaliyet enerjisi

arasıııdaki

bağlantı, insandan insana ve meslekten mesleğe

değişmektedir. Cinsel perhiz yapan bir sanatçı

düşünmek bir hayli güç olduğu halde, cinsel işlerden

e:ini ayağını çekmiş bir genç bilgin düşünmek

pek güç değildir. Bilgin kendi kendini kısıtlayarak,

bilimsel çalışmalarına

yönelteceği enerjiyi

sağlamış olduğu halde ; sanatçı, sanat yaratmalarını

cinsel yaşantılarıyla pekiştirip coşturabilir.

olarak, cinsel perhizin, kendine

Genel

güvenen, enerjik

aksiyon adamlarının ya da büyük düşünürlerin

gözü pek devrimcilerin ortaya çıkmasına yararlı olabileceğini

sanmıyorum. Cinsel perhiz daha çok, halk

ve


ClNStYET VE PS1KANAL1Z 47

kitlesinin içine girip- kaybolan ve güçlü insanların

peşinden istemeye istemeye giden zayıf kimseler

ortaya çıkarır.

Cinsel perhizin gerçekleştirilmesi için harcanan

çabaların sonucu, cinsel içgüdünün genel olarak

eğilip bi.ikülmeyen, güclü bir kuvvet olduğunu göstermektedir.

Uygarlığın gerektirdiği eğitim, cinsel

içgüdüyü ancak evliliğe kadar ortadan kaldırmaya

yönelmiş ve evlendikten sonra, bu içgüdüyü özgürlüğe

kavuşturmak amacını gütmüş olabilir. Ama

cinsel içgüdüye karşı alınacak kesin tedbirler onu

yumuşatmağa çalışmaktan daha iyi sonuçlar verir.

Bu yüzden, içgüdüyü ortadan kaldırma amacıyla

alınmış tedbirler kimi zaman çok ileri gider. Ama

içgüdü serbest bırakıldığı zaman gücünü büsbütün

kaybetmiş olduğu görülür. Bu bakımdan delikanlılık

çağında kesin bir cinsel perhiz yapmak, evlilik için

iyi bir hazırlık sayılamaz. Kadınlar, bu gerçeği sezerek,

kendileriyle evlenmek isteyenler arasından, çoğu

zaman, daha önce başka kadınlarla ilgi kurarak

erkekliklerini ispat etmiş delikanlıları tercih ederler.

F.:adınlann evlilikten önce kesin bir cinsel perhiz

yapmak zorunda bırakılmalarının doğurduğu kötü

etkiler daha açıkça görünmektedir. Eğitim sistemlerinin

aldığı sert tedbirler, bir kızın evlenmeden

önceki çağda, cinsel zevklerden kesin olarak uzak

durması gerektiğine ne kadar önem verildiğini belirtmeye

yeter. Eğitim, cinsel birleşmeyi yasaklamak


48 C1NS1YET VE PS1KANAL1Z

ve kızın eldeğmemiş halde bulunmasına büyük bir

önem vermekle kalmaz, aynı zamanda, cinsel hayatta

oynayacağı rolü öğrenmemesi için genç kızı bilgisiz

bırakır. Evlilikle sonuçlanmıyacak her çeşit sevgi

eğilimini de önleyerek genç kızın yoldan çıkmamasını

sağlamak ister. Bunun sonucu, ana-babası bir

erkeği sevmek izni verdiği zaman, genç kızın bu.

ruhsal başarıyı gösterememesi ve duygularından " -

min olmadan evlilik hayatına girmesidir. Sevme i::!··

teğinin suni bir biçimde geciktirilmiş olmasından

ötürü, genç kız kendisine tutkuyla aşık olan kocasını

hayal kırıklıklarına uğratmaktan başka bir şey

yapamaz. Manevi duyguları bakımından hala anababasına

bağlıdır (çünkü ana-baba otoritesi genç

kızın cinsel içgüdülerini ortadan kaldırmasını sağlamıştır)

ve bu yüzden, cinsel davranışlarında duygusuzluk

(soğukluk) gösterir. Bu ise kocasının gerektiği

gibi zevk duymasını engeller. Cinsel bakımdan

duygusuz kadınlara uygar eğitimin dışında

rastlanıp rastlanmadığını bilmiyorum. Ama rastla ·

nabileceğini sanıyorum. Ne var ki, uygar eğitimin

bu çeşit duygusuzluğun kaynağı olduğunu söyleye ·

bilirim. Zevk almadan çocuk sahibi olan kadınlar,

daha sonraki doğumların acısına katlanma konusunda

pek az istek göstermektedirler. Böylece evlilik

hayatına hazırlık sırasında alınan tedbirlerin, evliliğin

öz amaçlarını bozduğunu görüyoruz. Daha so'n·

raları, kadının cinsel içgüdüsünün geciktirilmesin·


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 49

den doğan kötü etkiler ortadan kalktığı ve sevme

gücü, bir kadın olarak hayatının olgunluk çağında

uyandığı zaman kocasıyla arasındaki yakınlığın çoktan

ortadan kalkmış olduğu görülür. Bu durum karşısında,

kadın, başlangıçtaki uysallığının armağanı

olarak doyurulmayan bir isteğin acısını çekmek,

kocasını aldatnıak ya da sinir hastalığına yakalanmak

ıklanndan birini seçmek zorunda bırakılmış

olur.

Bir insanın cinsel davranışı, başka hayat alaolarındaki

davranışlarının temel yapısını dile getirir.

Sevdiği nesneyi ele geçirmek konusunda enerjik

olan bir kimsenin öteki amaçlarına varmak ıçın

de aynı derecede enerji göstereceğinden emin olabiliriz.

Nitekim, çeşitli nedenler yüzünden, cinsel

içgüdülerini tatmin etmekten kaçınan bir kimsenin

de başka alanlarda uzlaştırıcı ve başeğici bir davranış

tutturduğunu görürüz. Cinsel hayatın başka.

fonksiyonların işlemesinde bir çeşit temel ödevi

gördüğünü ileri süren bu düşüncenin en güzel örneğini

kadınlarda buluyoruz. Kadınların yetiştirilme

biçimi, cinsel problemlerle düşünce ve bilgi açısından

ilgilenmelerini onlara yasak etmiştir. Üste

lik kadınların çok meraklı oldukları bu konularla.

ilgilenmek kadınlığa yakışmayan bir eğilim ve günahkarlık

olarak da gösterilmiş ve böylece bir korku

yaratılmıştır. Bu yüzden kadınlar her çeşit dü-

F. 4


50

CtNStYET VE PStKANALtz

şUncedcn korkrnuıf ardır. Bilgi, onlar için, değerbi

kaybetmiş bir şey olarak ortaya çıkar. Düşüncenin

yasaklanışı, kaçınılmaz çağrışımlar yüzünden ya da

kendi kendine, cinsel alanın ötesine de uzanmıştır.

Kadınların "fizyolojik aptallığı"nın, Moebius'un yazdığı

ve üzerinde uzun boylu tartışılan bir kitapı:.

ileri sürdüğil gibi zihni çalışmalarla .cinsel faaliyet

arasındaki biyolojik karşıtlıkla açıklanabileceğini

sanmıyorum. Kadınlarda açıkça görülen düşünce

geriliğinin .kaynağım, cinsel içgüdünün ortadan kaJ...

dırılması sırasında başvurulması gerekli olan düşünce

ya.saklanmasında aramak gerekir.

Cinsel perhiz konusu ele alındığı zaman, bu

perhizin iki şekli arasındaki farkın, yani her çeşit

cinsel faaliyetten kaçınmakla karşı cinsle cinsel

birleşmeden kaçınmak arasındaki farkın gerektiği

gibi belirtilmediğini görüyoruz. Cinsel perhizi gerektiği

gibi yerine getirdiklerini söyleyerek ovunen

kimselerin çoğu bu perhizi, ancak masturbation

ve ilk çocukluk çağının auto-erotic faaliyetlerine

bağlı olan masturbation benzeri tatminler yardımıy·

la. gerçekleştirebilmi.şlerdir. Ama sırf bu çocukluk

çağına bağlantı yüzünden, yukarda sözü geçen yedek

cinsel tatmin araçlarının kötü etkiler doğurduklarını

biliyoruz. Asıl cinsel tatminlerin yerine

geçen bu tatminler cinsel hayatın çocuksu biçimlerine

dönüşe dayanan nevrozlara ve psikozlara yol

açarlar. Bundan başka, ma.sturbation, uygar cinsel


CtNSlYET VE PS1KANAUZ 51

ahlakın ideallerini karşılamaktan uzaktır. Ve bu

yüzden, genç insanları, cinsel perhiz yoluyla kaçınmak

istedikleri ahlaki çatışmalara yeniden sürükler.

Aynı zamanda, karakteri yumuşatarak bozat'.

Masturbation, her şeyden önce, önemli amaçlara,

enerji harcamadan ve kolay yollardan giderek ulaşmak

eğilimini körükler. Böylece, masturbation da,

yukarda sözünü ettiğimiz bir ilkeye, yani cinsel

davranışın öteki alanlardaki davranışlara temellik

etmesi ilkesine uygun olarak etkilerini gösterir.

Bundan başka, masturbation'daki tatmine eşlik eden

cinsel nesne, gerçekte bulunamıyacak ölçilde yetkinleştirilmiş

(mükemmelleştirilmiş) bir nesnedit'.

Şakacılığı ve zekasıyla ün kazanmış olan bir yazar

(7) bu gerçeği ters bir biçimde şöyle açıkb.mıştı

: "Çiftleşme, masturbation olmadığı zaman

yapılan ve yeterince tatmin sağlamayan bir

faaliyettir."

cinsel

Uygarlığın buyruklarında görülen sertlik ve

cinsel perhizin yerine getirilniesindeki gliçlilkten

ötürü, karşıt cinslerin üreme organlarının birleşmesinden

kaçınma davranışının yanında, başka çeşitten

cinsel faaliyetlerin gelişmesi olayının ortaya

çıktığını görüyoruz. Normal birleşme, ahlak tarafından

kesin bir biçimde yasaklandığı için, (bu

arada hastalık kapma tehlikesi de rol oynamakta.dır)

karşıt cinsler arasında anormal cinsel birlegme

diye adlanclınlan ve vücudun öteki organlarına,


52 CtNStYET VE PS1.KANALtz

üreme organlarının rolünü yüklemekten başka şey

ol.mayan faaliyetler, toplumsal bakımdan gittikçe

daha artan bir önem kazanmışlardır. Ama bu faa·

liyetleri cinsel bağlantıların zararsız genişletilmesi

olarak görmek kabil deği:dir. Etik bakımdan, bu

bağlantıların kötü bağlantılar oldukları söylenebilir.

Çünkü bunlar, eşlerin aşk hayatını ciddi bir sonucu

ol.mayan ve manevi bir katılmayı gerektirmeye":l

bir oyun haline getirerek, yozlaştırırlar. Normal

cinsel hayatın engellenmesinden doğan bir başka

sonuç da, homoseksüel tatmin biçimlerinin yaygınlaşması

ve artmasıdır. Yapıları bakımından homo·

seksüelliğe eğilimli olanlarla, çocukluklarında ho ·

moseksüelliğe alışmış olanların yanı sıra, olgun

çağlarında, libidolarının engellenmesi yüzünden homoseksüelliğe

yönelenlerin sayısının bir hayli kabarık

olduğunu unutmamak gerekir.

Cinsel perhizin sağlanmasından doğan bu kaçınılmaz

ve arzu edilmez sonuçlar bir araya gelerek,

evlilik hayatı için yapılan hazırlığı kökünden

yıkarlar. Oysa evlilik hayatı, uygar cinsel ahlak

açısından, cinsel içgüdülerin yerini alacak biricik

hayat biçimi olarak görülmektedir. Masturbation ile

ya da sapık cinsel faaliyet dolayısıyla, libidosu normal

ol.mayan tatmin biçimlerine alışmış olan her

erkek, evlilik hayatında gerektiği gibi kudret ve

enerji gösteremez. Kızlıklarını aynı çeşit faaliyetlere

bagvurarak koruyabilmiş kadınlar da, evlilik haya-


tındaki

CtNStYET VE PStKANALtZ

normal cinsel birleşmelerden zevk alamazlar.

Her iki tarafın da gerektiği gibi kuvvetli

bir

sevme gücüyle başlayamadıkları evlilik hayatı, öte.

ki evliliklerden daha önce çözülür ve başansızlığa.

uğrar. Erkeğin gerektiği gibi kuvvet gösterememesi

yüzünden, kadın duygusuzluğundan kurtulamaz.

Oysa aynı kadın, sırf eğitiminden ve yetiştirilme

biçiminden doğan soğukluğunu (duygusuzluğunu)

kuvvetli bir cinsel yaşantı geçirdiği zaman, tamamen

unutabilir. Kocanın cinsel gücü az olduğu zaman,

gebelikten koruyan araçların kullanılmasında

titizlik gösterilmediği için, yukarda sözü geçen çiftlerin

çocuk sahibi olmamak konusundaki çabaları

da birçok güçlüklerle karşılaşır. Bu kargaşalık içinde,

aradan biraz zaman geçince, karı-kocanın, bütün

sıkıntı ve üzüntülerinin kaynağ1 sandıkları cinsel

birleşmeyi bir yana bıraktıkları görülür. Böylece

evlilik hayatının temeli de ortadan kalkmış olur.

Bu konularda aşırı iddialar ileri sürmediğimi

ve her gün rastlanabilecek olay ve örneklere dayanarak

konuştuğumu belirtmek isterim. Tecrübesiz kimseler,

normal cinsel gücün, evli erkeklerde, genel

olarak pek az bulunduğuna ve evli kadınların çoğunluğunun

duygusuz olduğuna inanmakta güçlük çekebilirler.

Evliliğin her iki taraf için de ne kadar

büyük hayal kınklıkları getirdiğini ve evlilik hayatının

(yani, bunca istekle beklenen mutluluğun)

ne kadar dar sınırlar içine sıkıştırıldığını bilmezleı·.


CtNSlYlrr VE PStKANALlZ

Bu durumlarda en sık karşılaşılan sonucun

sınır

hastalığı olduğunu daha önce açıklamıştım. Bu çeşit

bir evliliğin, çocuklar üzerinde çok kötü etkiler yap ·

tığını da belirtmek isterim. Çocuklann ana-babalarına

benzemeleri, ilk bakışta, soyaçekimin sonucu

gibi görünür. Ama, daha yakından inceleyecek olursak

bunun, çocukluk çağında edinilen güclü

etki

ve izlenimlerden doğduğunu görürüz. Kocası tarafından

tatmin edilmemiş sinirli bir kadın, bir anne

olarak çocuğuna aşın düşkünlük ve sevgi gösterir.

Çünkü, doyurulmamış ısevme ihtiyacını

çocuğuna

aktanr ve böylece çocuğunun cinsel hayata zamanından

daha önce girmesine yol açar. Ana ve babanın

arasındaki kötü bağlantılar, çocuğun duygu hayatını

tedirgin eder ve daha küçük yaşta aşın

derecede

sevgi ve nefret duyguları yaşaması sonucu ·

nu doğurur. Erken yaşlarda uyandırılmış olan

cinsel hayatın zorunlu kıldığı faaliyetleri önleye:ı

yetiştirilme tarzı, cinsel içgüdüyle engelleyici güçler

arasındaki çatışmanın daha şiddetlenesi

bu

sonucunu

doğurur ve hayat boyunca sürecek sinir has ­

talığının temelleri böylece atılmış olur.

Nevrozlar ele alındığı zaman, bu hastalıklara

gereken önemin verilmediğini söylemiştim.

söylerken, genel olarak sinir ha.stalıklannın

tefek aksaklıklar gibi görülmesini ve birçok

Bunu

ufak

doktorların,

bu hastalıkları geçirmek için üç dört haf·

talık soğuk su duşlarının kafi geleceğini ileri sürme-


CtNSlYET VE PSlKANALtZ 55

!eri ni gözönU nde tutm uyorum. Bunlar, tıpla ilgisi

olmay an kims elerin ve bilgisiz doktorların, hastayı

kısa bir süre avutmak için söyledikleri sözlerdir.

As: ında, nevrozlar, hastanın ölümüne yol açm am akla

birlikte, kroni k (müzm in) hale girdi kleri zam an,

tı pkı verem , ya da kalp hastalı kları gi bi onun hayatını

güçleşti ren aks aklı klardır . Nevroz hasta lıkları,

aslında zayı f bi reyleri u:ı: garlık faali yetleri n.

den alıkoysay dı, sonuç' arını kabu llenmek belki mlim

kün ol urdu. Oysa dur um böyle değildi r. Nevrozları n

genel olarak, uygarlık am açlarını boz duğun u ve uy . .

garhğ a düşm an ruhs al güclerin yapm ak istediğ i şeyi

yeri ne geti rdiğ ini belirtmek isterim. Demek ki , toplum,

aş ırı buyru klarının yeri ne g.e tiri lmesini, siııi:::

has talık larının çoğa'm ası pahasına elde ettiğ i zaman,

böylece elde edi len faydanın zarardan fazh

olduğu söylenem ez. Örnek olarak, evli li k hayatına

başladığı şartlar yüzünden, kocasın ı sevmesi kabil

olmıyan bir kadının durum unu ele alalım. Bu kadın,

öte yanda n, kocasını sevmek istemektedir. Çünkli ,

yetişm e tarzının amacı o:an evli liğ in ideali, koca ­

sını sevmesi ni gerektirmektedi r. Bu durum karşısında,

kadı n, gerçeğ i di le getiren ve evli lik idealin e

ay kırı düş en her çeşit içtepi yi ortadan kaldırmağ' a

ve kocasını seven, onun her isteğini yerine geti r­

mek istey en bir kadın rolünü oy nam ağ a çalışacaktır.

Benliğ ini bu şeki lde dizginlemek istemesi kaçıp.ılmaz

bir bi çimde si ni hastal ığ ına yol açacaktırı


56

CtNStYET VE PS1KANAL1Z

Öte yandan bu hastalık, sevilmeyen kocadan intikamını

alacak ve sanki gerçek durum ortaya çık·

mış ve kabul edilmiş gibi, tatminsizlikler ve tedir·

ginlikler doğuracaktır. Sık sık görülen bu çeşit olaylar,

nevrozların ne gibi kötü sonuçlar doğurduğunu

açıkça belirtmektedir. Uygarlığa aykırı olan ama,

tamamen cinsel bir karakter taşımayan içtepilerin

ortadan kaldırılarak yerine başka şeylerin konulmak

istenmesinde de aynı başarısızlıkların ortaya

çıktığını görüyoruz. Sözgelimi, fizik ve ruhsal yapısı

dolayısiyle gaddarlık ve kabalığa eğilimi olan bir

kimse, bu eğilimini şiddetli bir karşıkoyma ile ortadan

kaldırarak aşırı derecede iyi ve yumuşak bir

insan haline geldiği zaman, çoğunlukla, o kadar

fazla enerji harcamıştır ki, gaddarlığın ve kabalığın

yerine koyduğu iyilik ve yumuşaklığı gerçekleştirmek

için gerekli enerjisi kalmamıştır. Bundan ötürü,

yapısının gerektirdiği eğilimleri ortadan kaldırmamış

ilduğu zaman, gerçekleştireceği iyilikten çok daha

azını gerçekleştirmiş olur.

Bir toplulukta cinsel faaliyetlerin kısıtlanmış

olmasının, çoğunlukla, hayat karşısında duyulan t" ·

dirginliği ve ölüm korkusunu da arttırdığını ve bireyin

hayattan tad almasını sınırladığı gibi herhangi

bir amaç uğruna ölümü göze almasını da imkansız

kıldığını söylemeliyiz. Bu arada az çocuk dünyaya

getirmek eğiliminin de ortaya çıktığını ve böy .

lece topluluğun geleceğinin tehlikeye girdiğini gcirüyonız.

Bunlan gözönünde tutarak ve özellik! bi-·


reyse! mutluluktan

CtNStYET VE PStKANALtz 57

vazgeçmiyecek kadar hedonist

bir anlayışa hala bağlı olduğumuzu da unutmıyarak,

"uygar" cinsel ahlakımızın bizi zorladığı fedakarlıklara

ve vazgeçmelere boyuneğmemizin gerekli o

lup olmadığı so r usunu ortaya atabiliriz. Bu durum

karşısında toplumsal değişiklikler yapılması gerektiğini

ileri sürmek bir doktorun işi değildir.

Ama,

Von Ehrenfels'in "uygar" cinsel ahlakın kötü etkileri

hakkındaki sözlerini, bu ahlakın, sinir hastalıklarının

çoğalması üzerinde

yaptığı önemli etkileri

açıklayarş.k genişletmek istediğim .zaman, cinsel ahlak

konusunda toplumsal değişikliklerin bir an önce

gerçekleştirilmesi gerektiğini ileri sürenlere katılmam

ve onları desteklemem gerekir.

1 - "Christian Von Ehrenfels (1859-1932), Prag üniversitesi

felsefe profesörü. Evlilik kurumunu cesurca eleştirdiği için

Freud tarafından övgüyle anılmıştır."

2 - "G. M. Beard (1839-1 883), ünlü bir Amerikan sinir ıızmanıdır.

Freud, nevrasteni ile ilgili daha önceki araştınnalannda

Beard'dan sık sık söz etmiştir."

3 - Nevrozlar teorisiyle ilgili ilk yazılarıma bakın. (1906)

"Standard Edition, 3."

4 - "Metinde İngilizce geçmektedir. Bu paragrafın özü ve

"kutsal" (heilig) kelimesinin tanımı, Freud'ün F1iess'e yazdıı

3 l Mayıs l 897 tarihli mektupta açık.lannuştır."

5 - "Freud, bu kelimenin yerine, "bozulması'', "amacına

ulaşamaması" sözlerini de kullanır. Bak. "Nevrozlann Başlangıç

Tipleri" (1912) Standard Ed. 12, 229."

6 - "Cinsiyet Teorisi üzerine üç Deneme" adındaki kitabıma

bakınız. (1905), Standard Ed. 7, 97.

7 - Kari Kraus (1874-1936) keskin zekası ve taşlamalariylt;

ün kazanmış bir Avusturyalı yazar.



CİNSiYET TEORiSi

ÜZERİNE ÜÇ DENEME

(1905)



ilk olarak 1905 yılında yayınlanan bıt

eser, daha sonraki baskı'larında, çeşitli

değişikliklere uğramış ve Freud yeni

dncelerini sonraki baskı'lara eklemiştir.

Elimizdeki çeviri, eserin son şeklini

veren baskı gözönünde tutularak hazır.

lanmıştır.

BtRlNCt DENEME

CİNSEL SAPIŞLAR (1)

İnsanın ve hayvanın cinsel ihtiyaçlarını

açıklamak

için, biyolojide "cinsel içgüdü" varsayımından

(faraziyesinden) faydalanılır. Ayrıca, bu içgüdü :ıe

beslenme içgüdüsü arasında bir yakınlık da bulunur.

Ama günlük dilde açlığı anlatan kelimeye benzeyen

ve cinsel ihtiyacı dile getiren bir kelime bulunmadığı

için, bilim, "libido" terimi kullanmaktadır (2)

Halk düşüncesi, bu cinsel içgüdünün özü ve k'l.­

rakterleri üzerinde kesin varsayımlar ileri

Yani halk, cinsel içgüdünün

sürer.

çocukluk çağında varolmadığını

ve ancak ergenlik çağında ve bu

çağ

ile ilintili olarak ortaya çıktığım sanır. Ayrıca, bu

içgüdünün, herhangi bir cinsin öteki cins üzerindeki


62 ClNSlYET VE PStKANALlZ

dayanılmaz çekiciliğinde kendini gösterdiğini

amacının, cinsel birleşme, ya da bu birleşmeye

götüren

hareketler olduğunu düşünür.

VP.

Ama bu varsayımların, gerçeği doğru dürüst

yansıtmadığını söyleyebilecek

durumdayız. Derine

inen incelemeler, bu varsayımlann hatalar, yanılmalar

ve acele varılmış sonuçlara dayandığını gösterir.

Önce iki terim ortaya atmakla işe başlıyalım.

Bu terimlerden birincisi "cinsel nesne"dir. Bu terim,

cinsel çekimi (cazibeyi) sağlayan varlığı gösterir.

İkinci terim de "cinsel amaç"tır. Bu da, içgüdünün

yönelmiş olduğu amacı gösterir. Bu ayırmayı

yaptıktan sonra, deneylerimize başvuracak olursak,

hem cinsel nesne, hem de cinsel amaç bakımından

çeşitli uzak:aşmaların varolduğunu ve bunlann eni ·

ne boyuna incelenmesi gerektiğini görürüz.

1. CİNSEL NESNEYLE 1LlNT1L1 UZAK­

LAŞMALAR.

Halkın kabullendiği cinsel istek teorisi, insanın

iki yarıma (yani, kadın ile erkeğe) bölünmüş

olduğunu ve bu iki yarımın aşk aracılığı ile birleş ..

meğe çalıştığını ileri süren şiir dolu efsaneye

uygun

düşmektedir. Bu bakımdan, halk düşüncesi, cinsel

nesne olarak kadını değil de, erkeği kabullenmiş

erkekler ve yine cinsel nesne olarak erkeği değil d•)


CtNSlYET VE PS1KANAL1Z

63

kadını kabullenmiş kadınlarla karşılaşınca şaşkınlığa

uğramaktan kendini alamaz. Bu çeşit kimsekre

homoseksüel denir. Daha doğrusu, bunlar, cin·

sel dönükler diye adlandırılırlar. Bunların davranışları

da dönüklük (inversion) diye adlandırılmıştır.

Tanınmaları güç ol.malda birlikte, bu çeşit

kimselerin

sayısının pek fazla olduğu bir gerçektir (3)

A. Dihıüklük

Dihıüklerin Davranışı. Sözü geçen kimselet',

farklı davranışlar gösterirler.

a - KiıLisi mutlak olarak dönüktür.

bunlann cinsel nesnesi mutlaka aynı cinsten

kimsedir. Öteki cinsten bir kimseye hiç bir

Yani,

bir

zaman

cinsel nesne gözüyle bakmazlar. Kimi zaman ilgisizlik,

kimi zaman da tiksinti duyarlar. Bu çeşit

dönük bir erkek, duyduğu tiksintiden ötürü, normal

cinsel birleşme yapamaz, ya da yapsa bile .zevk almaz.

b - İki yanh dönükler de vardır. Bunlar, psikoseksüel

bakımdan hermaphrodit'tirler. Yani, ci'l­

sel nesneleri, hem kendi cinslerinden biri, hem de

öteki cinsten

biri olabilir. Burada, dönüklüğün tek

yanlı olmak özelliğini kaybettiğini görüyoruz.

c - Kimisi de arasıra dönüklük gösterir.

Bu

çeşit dönükler, belli şartlar içinde (özellikle normal

cinsel birleşme için gerekli

nesneyi bulamadıkları


64

C1NS1YET VE PS1KANAL1Z

zaman) ya da taklitçiliğe kapıldıkları için, kendi

cinslerinden bir kimseyi cinsel nesne olarak kabul

eder ve cinsel ihtiyaçlarını giderirler .

. Dönükler, cinsel içgüdülerinin başkalarından

değişik olması konusunda verdikleri yargılar bakımından

da birbirlerinden farklıdırlar. Kimisi, dr .

nüklüğünü, tıpkı normal bir kimsenin libidosunu

düşündüğü biçimde düşünür ve bu dönüklüğün tabii

bir şey olduğunu kabul ederek herkes gibi yaşamağa

hakkı olduğunu söyler. Kimisi de, dönüklüklerine

karşı mücadele eder ve bunun normal bir şey olmadığını

düşünür ( 4) .

Zamanla ilintili olan başka farklar da vardır.

Belli bir kimsedeki dönüklük özellikleri kimi zaman

hatırlayabildiği kadar eski bir geçmişte ortaya

çıkmıştır. Kimi zaman da, dönük, bu özellikleri

ergenlik çağından önce, ya da sonra belli anlarda

farketmiştir (5). Dönüklük karakteri, hayat boyu'i.·

ca sürmüş, arasıra kaybolmuş ya da normal gelişim

içinde geçici bir süre kendini göstermiş olabilir.

Normal cinsel nesne ile dönük cinsel nesne arasında

gidip gelen kimseler de görülmüştür. En ilgi çeken

durumlar, normal cinsel nesne üzerinde yapılan

acı dolu bir deneyden sonra libidosu değişikliğe

uğrayan ve dönüklük özelliği kazanan kimselerin

durumlarıdır.

Bu çeşitli farklara, genel olarak birbirinden

bağımsız olarak rastlanmaktadır. En aşın durum-


CtNS1YET VE PS1KANALtz

larda, dönüklüğün hayat süresince varolageldiği ve

dönüğün, bu halinden memnunluk duyduğu söylene·

bilir.

Birçok yazarlar, sözünü ettiğimiz çeşitli

durumları

bir birlik içinde toplamaktan kaçınarak,

bu gruplar arasındaki ortak yanları değil, farkları

belirtmek isteyeceklerdir. Bu davranış, onların donüklük

konusundaki görüşlerine uygun düşer. Sınıflamalar

ne kadar haklı olursa olsun, ara-durumlara

bol bol rastlandığı için, grupları biraraya toplamak

gerektiği düşüncesine yüz çevirmemek doğru olur.

Dönüklük kaııramı. Dönüklük üzerinde yapılan

ilk incelemeler, bu davranışın doğuştan gelen bir

sinir soysuzlaşmasını (degeneration) gösterdiği11i

kabul etmeye yol açmıştı. Doktorların, dönük kim

selere ilk önce sinirliler ya da sinirli gibi görünenlP.r

arasında rastlaması da bu kabule uygun düşüyordu.

Bu düşünce birbirinden ayrı ele alınması gereken

iki unsur taşımaktadır. Bu unsurların birincisi "doğuştanlık",

ikincisi "soysuzlaşma" dır.

Soysuz"la§ma. "Soysuzlaşma" terimini, yerli

yersiz kullanılmış olmasından ötürü eleştirebiliriz.

Traumatik ya da bulaşıcı hastalıklardan gayri her

çeşit hastalığın soysuzlaşmadan ileri geldiği söylenmiştir.

Nitekim, Magnan'ın soysuzlaşmışlar (dejenereler)

sınıflaması, bu kavramı, sinir faaliyetinin

en genel biçimlerine uygulanabilecek hale sok-

F. 5


66

CtNSlYET VE PS1KANAUZ

muştur. Bu durumda, "soysuzlaşma"

kavramınnı

hala kullanılıp kullanılamıyacağı, ya da yeni bir anlam

taşıyıp taşımadığı sorulabilir. Şu iki durumdıı

soysuzlaşmadan sözaçmamak daha doğru olur gibi

görünüyor :

(1) - Normalden uzaklaşan çeşitli sapışlar

yoksa,

(2) - Yaşamak ve çalışmak gücleri genel

olarak bozukluğa uğramamışsa (6) .

Dönüklerin, bu anlamda

soysuzlaşmış kimseler

olmadıklan şunlardan da bellidir :

(1) - Başka bakımlardan herhangi bir

normalden uzaklaşma göstermiyen kimselerde dönüklük

görülüyor.

(2) - Zihni çalışma bakımından kusursuz

oan, hatta zeka bakımından büyük gelişme, ahlak

bakımından derin kültür göstererek başkalarından

aynlan kimselerde de dönüklüğe rastlanıyor (7).

(3) - Klinik deneyler açısından değil de,

daha geniş deneyler açısından bakılınca, dönüklüğün

bir soysuzlaşma sayılmamasını gerektiren ikl

çeşit gerçekle karşı karşıya gelinir.

a - Kültür hayatlarının doruğuna erişmiş

eski uluslarda dönüklük dediğimiz şeye sık sık rastlıyoruz.

Ayrıca, dönüklüğün önemli bir kurum (müessese)

haline gelmiş olduğunu görüyoruz.

b - Dönüklük, vahşiler ve ilkel ırklar içinde

de yaygındı. Oysa soysuzlaşma

terimi, genel ola-


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 67

rak, yüksek uygarlıklar ve uluslar için kullanıhr

( İ . Bloch). Avrupanın çeşitli uygar uluslarında bile,

ırk ve iklim farklarının, dönüklüğün azlığını ya da

çokluğunu ve sapıklığa karşı takınılan tavın etkilediği

görülüyor (8).

Doğuştanlık. Ancak mutlak dönüklerd.e, bu

özelliğin doğuştan geldiği kabul edilmiştir. Bu kabul,

mutlak dönüklerin, hayatları boyunca, cinsel

içgüdülerinin başka bir yöne çevrilmemiş olduğu

konusundaki kendi tanıklıkları üzerine temellendırilmiştir.

İ ki yanlı dönüklerin ve özellikle arasıra

dönüklük gösterenlerin bulunuşu, dönüklüğün doğuştan

olduğunu ileri süren görüşle bağdaşmıyor.

Bundan ötürü, mutlak dönükleri ötekilerden ayn·mak

eğiliminde olanlar, genel bir dönüklük kavra·

mını bir yana atmaktadırlar. Böylece, bazı durumlarda,

dönüklüğün doğuştan olduğunu, bazı durumlarda

da başka nedenlerden doğduğunu kabul etmek

gerekiyor.

Dönüklüğün, cinsel içgüdünün sonradan edinilmiş

bir özelliği (karakteri) olduğunu ileri süren

görüş, yukarki görüşün tam karşıtıdır. :au gö

de şu gerçeklere dayanmaktadır :

(1) - Birçok dönüklerde (mutlak dönüklerde

bile) homoseksüel eğilimin içinden çıkıp geliştiği

bir cinsel izlenimi (intibaı) bulmak ve göster·

mek kabildir. Bu izlenim, çocukluk çağına rastlamaktadır.


68

C1NS1YET VE PS1KANAL1Z

(2) - Başka birtakım dönüklüklerde ise, dur·

durucu, ya da kışkırtıcı bir hayatın dış etkilerini

göstermek kabildir. Bu etkiler ilk yıllarda ya da

daha sonraları dönüklüğün yer etmesine yol açmıştır.

(Sadece aynı cinsten kimselerle bağlantı

kurmak, savaş sırası dostlukları, mahpusluk, ayrı

cinsler arasındaki birleşmelerin tehlikeli oluşu, bekarlık,

cinsel gücsüzlük, v.b.).

(3) - tpnotik telkin (aşılama) dönüklüğü ortadan

kaldırabilir. Dönüklük doğuştan gelseydi böyle

bir sonuç almak kabil olamazdı.

Bu görüşler bakımından, ele alınınca, doğuştan

dönüklüğün kesinliğinden şüpheye düşebiliriz

Doğuştan dönük oldukları söylenenlerin, yakından

incelendiklerinde, belki de çocukluk çağında karşılaştıkları

bir olaydan dolayı libidoları belirlenmiş

olan ve bu olayı unutmuş bulunan kimseler olduklarını

(Havelock Ellis) göstermenin kabil olduğu

ileri sürülerek tartışma açılabilir. Bu yazarlara gö

re, dönüklük, cinsel içgüdünün değişirliğinden (variation)

başka şey değildir ve hayatın çeşitli dış

şartları tarafından belirlenmiştir.

Ama gençlik yıllarında bu çeşit cinsel etkileri

(baştan çıkarılmak, masturbation) duymuş olan

birçok kimsenin dönük haline gelmedikleri, ya da

dönük olarak kalmadıkları ileri sürülerek, kesin gibi

görünen yukarki iddialar çürütülebilir. Bundan

ötürü, herhangi bir kimse, dönüklüğün doğuştan,


ClNSlYET VE PSlKANAUZ 69

ya da edinilmiş olması alternativinin ya eksik oiduğunu,

ya da dönüklilğün çeşitli şart ve durumlarını

kapsamadığını kabul etmek zorunda kalır.

Dönüklüğün Açıklanması. Dönüklüğün özü, doğuştan

olduğunu söylemekle de, edinilmiş olduğunu

söylemekle de açıklanamaz. Dönüklük doğuştandır

dersek, bu doğuştanlığın ne olduğunu açıklamamız

gerekir. Ya da, bir kimsenin, belli bir cinsel nesneye

yönelen bir içgüdüyü doğuştan getirdiğini ileri

süren kaba açıklama ile yetinmek zorunda kalırız.

Dönüklük, edinilmiştir dersek, çeşitli etkilerin,

bireysel (ferdi) bir yatkınlık kabul edilmeksizin

bu edinmeyi açıklayıp açıklayamıyacağını sorniamız

gerekir. Bireysel yatkınlık işe karışmadan, dönüklüğün

açıklanamıyacağını biliyoruz.

Homoseksüellik Eğilimi. Frank Lydston, Kiernan

ve Chevalier'den beri, cinsel dönüklük yatkınlığını

açıklayabilmek amacıy!e birtakım yeni diişüncelerin

ileri sürüldüğünü biliyoruz. . Bu düşünceler,

bir insanın ya erkek ya da dişi olduğuna kesin

olarak inanç duyan halk düşüncesiyle çelişmektedir.

Gerçekten de, bilim ; cinsel karakterlerin birbirine

kanştığı ve özellikle anatomik bakımdan kesin

bir ayırma yapmanın kabil olmadığı halleri gÖ':l·

termiştir. Yani, bu durumlarda, sözkonusu kimsenin

cinsel organlarının hem erkek, hem de dişi ka ·

rakteri taşıdığı görülüyor (hermaphroditism). Kimi

zaman, cinsel organın her iki bölümünün de iyi-


70 CtNSlYET VE PStKANAL1Z

ce gelişmiş olduğu görülüyor (gerçek hermaphroditism)

, ama genel olarak bu çifte organ gelişmemiş

ha;dedir (9).

Bu anormalliklerin ilgi çeken yanı, normal gelişmenin

anlaşılması konusunda faydalı oluşudur.

Anatomik hermaphroditism (hünsalık ), belli bir ölçüye

kadar normal kimselerde de görülür. Normal

gelişmiş bir erkek ya da kadında öteki cinsin üreme

organlarının izlerine her zaman rastlanır. Bunlar

ya kullanılmadıkları için güdükleşmişler ya da

başka fonksiyonlan gerçekleştirmek için değişikliğe

uğramışlardır.

Eskiden beri bilinen bu anatomik gerçekten su

sonuçlar çıkar : İnsanda, çifte-cinslilik (bisexuality) e

karşı temel bir eğilim vardır ve bu eğilim gelişme

sırasında tek-cinslilik (monosexuality) e dönmekt".l

ve güdükleşmiş olan cinsiyetin sadece izleri kalmaktadır.

Bu görüşü, psişik alana aktararak çeşitli sapış

lar halinde dile gelen sapıklığı, psişik hermaphroditism'in

dile gelişi olarak görmek kabildir. Bu soruyu

çözebilmek için, dönüklük ile, hermaphroditism'in

psişik ve somatik belirişleri arasında bir

bağlantı olduğunu göstermek yeter.

Ama bu gösteri:ememiştir. Psişik çifte-cinslilik

ile açıkça gösterilebilen, anatomik çifte-cinsliJik

arasındaki bağlantı kesin değildir. Dönüklerde, gep.el

olarak, cinsel içgüdünün şiddetini kaybettiği


CiNSiYET VE 'PSiKANALiZ 71

(H. Ellis ) ve organlann hafif bir anatomik güdükleşme

gösterdiği biliniyor. Ama bu özelliğe her zaman

ve ilk ağızda rastlamıyoruz. Bundan ötürü, dü

nüklüğün ve hermaphroditism'in birbirinden apayrı

olduklarını kabul etmek zorundayız.

İkinci ya da üçüncü derec ed en denilen cinse]

karakterlere ve bu karakterlerin dönüklerde bira·

rada görünmesine de önem verilmiştir (H. Ellis ).

Bu, çoğu zaman yanlış değildir. Ama ikinci ve

üçüncü dereceden cinsel karakterin, çifte-cinslilik

gösteren karşı cinsten kimselerde de bulunduğu,

ama bu kimselerin, dönüklük anlamına gelen bir

cinsel nesne değiştirmesine gitmedikleri unutulmamalıdır.

Cinsel nesnenin dönüklük karakteri kazanması

i:e birlikte, öteki psişik gerçeklerde bir değişiklik

olsaydı ; sözgelimi öteki cinse has özellikler ve içtepiler

edinilmiş olsaydı, psişik hermaphroditism

teorisi sağlam bir temele oturmuş olurdu. Ama bu

çeşit karakter değişmesi ancak kadın dönüklerıie

görülüyor. Erkeklerde ise, psişik bakımdan tam bir

erkekliğin, dönüklük ile birarada bulunabildiği görülüyor.

Psişik hermaphroditism varsayımını tutan

kimse, bu çeşitli belirtiler arasında devamlı bir

bağlantı bulunmadığını da söylemelidir. Somatik

çifte-cinslilik için de durum aynıdır. Halban'a göre,

organların giidüklüğe uğraması ve ikinci der·


72 CINStYET VE PStKANAUZ

ceden karakterlerin ortaya çıkışı arasında bağ:aI:.­

tı yoktur (10).

Erkek dönüklerden sözeden bir yazar, çifte-cinsliliği

apaçık bir biçimde şöyle açıklamıştır:

cErkek vücudunda, kadın beyni.» Ama biz, "kadın

beyni"nin özelliklerini bilmiyoruz. Psikolojik gerçek

yerine, anatomik gerçeği koymak hem bir iı:JC?

yaramaz, hem de haklı görülemez. Krafft-Ebing'in

bu konuda ileri sürmek istediği açıklama, Ulrich'·

inkinden daha sağlam gibi görünüyor ; ama temel

bakımından büyük bir fark taşımıyor. Krafft-bing,

çifte-cinslilik eğilimlerinin, erkek ve dişi O"'·

ganlar ortaya koyduğu gibi, dişi ve erkek beyb

merkezlerinin ortaya çıkmasına da yol açtığını söy.

lüyor. Bu merkezler, önce bağımsız cinsel salgıbezleri

etkisinde ergenlik çağına doğru gelişmeye başlar.

Ama erkek ve dişi beyinleri için söylediklerimizi,

erkek ve dişi "merkezler" için de tekrarlıyabiliriz.

Üstelik, konuşma fonksiyonunun belli bir

merkezi olduğunu söylediğimiz halde, cinsel fonk·

siyon için ayrı birtakım beyin "merkezleri" olduğunu

söyliyemeyiz.

Bu tartışmadan sonra, elimizde iki ·sonuç kalıyor.

Bunların birincisi, anatomik gerçeklerin dışında

ne gibi bir nitelik taşıdığını bilmediğimiz halde,

çifte-cinsliliğin dönüklüğe temellik eden bir eğilim

olabilceğidir, İkinci ğe, dönüklüğün, cinsel


CtNSlYET VE PSlKANALlZ 73

çıkan bozuk­

içgüdünün gelişimi sırasında ortaya

luklardan doğııiuş olduğudur (11).

Dönüğün Cinsel Nesnesi.

Psişik hermaphroditism

teorisi, dönüklerin cinsel

nesnesinin, normal

kimselerin cinsel nesnesinin tam tersi olduğunu ileri

sürer. Erkek dönük, tıpkı kadın gibi, vücudun ve

ruhun erkeksi nitelikleri karşısında hayranlık duyar

; kendini bir kadın gibi

arar.

Ama bu, birçok dönükler

hisseder ve bir erkek

için doğru olsa da,

dönüklüğün genel karakterini dile getirmez. Erkek

dönüklerden çoğunun, erkeksi psişik özellikler taşıdıkları

; öteki cinsin özelliklerini

az ölçüde gösterdikieri

ve cinsel nesnelerinde gerçek kadıns·.

psişik özellikler aradıkları besbellidir. Bu böyle o .

masaydı, erkek fahişenin, bugün olduğu gibi eskı

çağlarda da, kendisini bir dönüğe bırakırken, kadın

elbisesi giyip ; kadınsı davranışlar

göstererek kadınlığı

niçin kopya ettiğini anlıyamazdık. Yoksa bıı

davranışın, dönük idealini küçük düşürmek gibi gö ·

rülmesi gerekirdi. Dönükler arasında en erkek karakterli

kiınse'.erin bulunduğu eski

Yunan'da, er·

keğin isteğini uyandıran şey, çocuğun erkek karakterini

taşıması değil ; fizik bakımdan kadına

benzemesi ve psişik bakımdan kadın gibi utangaç,

çekingen, bilgisiz ve güçsüz olmasıydı. Çocuk erkekliğini

kazanır kazanmaz, erkeklerin gözünde bir

cimıel nesne olmaktan çıkıyor ve kendisi çocuklara


74 CtNStYET VE. PStKANALlZ

düşkün bir kimse haline

geliyordu. Bu durumda,

cinsel nesnenin aynı cinsten olmadığı ve daha çok

iki cinsin de özelliklerini içine aldığı ve hem kadı·

na, hem de erkeğe yöne:en ama, vücudun erkekliği

üzerine (yani, erkek üreme organlarının bulunuşu)

temellenen bir uzlaşmayı dile getirdiği görülüyor

(12).

Kadınlardaki dönüklük daha belirgindir. Aktif

kadın dönükler, genel olarak,

erkeğin somatik ve

psişik özelliklerini taşırlar. Cinsel nesnelerinde ka·

dınhk olmasını isterler. Ama daha derin incelemeler

yapılırsa, bu konuda da değişiklikıer bulunduğu

ortaya çıkar.

Dönüğün Cinsel Amacı. Dönüklükte, cinsel

amaç bakımından bir yeknesaklık bulunmadığını

unutmamak gerekir. Anus yolu ile cinsel birleşme

dönüklüğün biricik amacı değildir. Çoğu zaman,

masturbation biricik amaçtır. Bundan başka, cinsel

amacın sadece bir duygusal kaynaşma haline getirilmesi,

değişik cinsten kimselerin sevişmesinde

rastlandığından daha geniş bir yer tutar. Kadınlarda

da, dönüklerin cinsel amacı çeşitlilik gösterh-.

Bunlar arasında ağız mukozası (gışai-muhatisı) ile

dokunma ön planda gelir.

Bir olayda, husyeleri verem yüzünden işleme?.

hale gelen bir adamda cinsiyet değiştirme durumu

görülmüştü. Cinsel hayatında, pasif homoseksüel

bir kadın gibi davranıyor, ikinci dereceden belirgin


C1NS1YET VE PStKANALtZ 75

kadın cinsel karakterleri gösteriyordu (saç çıkışı,

sakalın niteliği, göğüslerin şişkinliği ve yumuşaklığı,

kalçaların genişliği). Yapılan tedavi sonunda,

hasta, bir erkek gibi davranmış ve libidosunu, normal

şekilde kadınlara yöneltmişti. Aynı zamanda

somatik cinsel kadın özellikleri de kaybolmuştu.

(A. Lipschütz, Die Pübertatsdrüse und ihre Wirkungen,

Bem, 1919).

Bununla birlikte, dönüklük hakkındaki bilgimizin

yeni bir temele oturduğunu söylemek doğru

olmaz. Homoseksüelliğin, böylece tedavi edilebileceğini

sanmak için vakit erkendir. W. Fliess'in haklı

olarak be:irttiği gibi, bu deneysel çalışma, gelişmiş

hayvanlardaki genel iki cinsli Anlage (aygıt)

problemini açıklayamıyor. Bana kalırsa, kabullenHmiş

olan iki cinsliliğin doğrudan doğruya açıkça.

gösterilmesi bu çeşit ve daha sonraki çalışmalarla

kabil olacaktır.

Sonuç. Elimizdeki verilerle, dönüklüğün kaynağını

yeterince açıklayamamakla birlikte, bu araş ·

tırma sayesinde yukarki problemin çözümünün ge ·

tireceğinden daha önemli bir kavrayış elde ettiğimizi

söyleyebiliriz. Önce, cinsel içgüdü ile cinsel

nesne arasında sıkı bir ilinti bulunduğunu kabul etmiş

olduğumuzu farkettik. Anormal denilen durum ­

lardan edindiğimiz tecrübeler, cinsel içgüdü ile cinsel

nesne arasında bir ilinti bulunduğunu, ama iç-·

güdünün nesnesini de birlikte getiriyormuş gibi gö-


76 C1NS1YET VE PStKANALlZ

ründüğü normal durumların yeknesaklığı yüzilnden

bu ilintiyi görmemek tehlikesiyle karşılaştığımızı

açıklıyor. Böylece, içgildü ve nesne arasındaki

bu ilintiyi ayırmamız gerektiği bildiriliyor. Belki.

de cinsel içgüdü, nesnesinden büsbütün bağımsızdır

ve bu nesneden gelen uyarmalardan (stmuli) doğmamaktadır.

B. Cinsel Nesne O"larak Çocuk"lar ve Hayvanlar

Cinsel nesnelerini, karşı cinsten seçmeleri gerekirken,

böyle davranmıyan cinsel dönükler, başka

açıdan ele alındıkları zaman normal görünebilen

kimseler olarak ortaya çıktıkları halde ; çocukları

cinsel nesne edinen kimseler, daha ilk bakışta, tek

tek ve az rastlanır olaylar olarak görünürler. Çrıcukların

biricik cinsel nesne olarak alınmalarına

pek az rastlanır. Çocukların, iktidarsız ve aşağılık

bir kimse kendileri ile ilgi kurduğu ya da denetlenmiyen

bir içtepi normal nesnesini arayıp da bulamadığı

zaman cinsel nesne haline düştüklerini görürüz.

Bu durum, cinsel isteğin yapısı hakkınd<ı.

bize bilgi verir ve onun bu kadar büyük değişirlik

gösterebileceğini ve nesnesini bunca soysuzlaştıra ..

bileceğini gözönüne serer. Oysa, nesnesine daha

gilçlü bir biçimde sarılan açlığın, ancak en aşırı durumlarda

bu hale gelebildiğini biliyoruz. Aynı şeyi

hayvanlarla cinsel bağlantı kurmak (köylüler arasında

sık sık rastlanır) konusunda da söyliyebili-


CtNStYırr VE PS1.KANAL1Z 77

riz. Bu durumda, cinsel çekicilik, belli bir türün d1 ·

şına çıkmaktadır.

Estetik düşüncelerden ötürü, bir kimsenin bu

çeşit sapışlan delilikle bir tutması kabildir. Ama

bu, olaylara aykın düşer. Çünkü, tecrübeler, delilerde

ortaya çıkan cinsel içgüdü bozukluklarının,

normal kimselerde ya da ırklar ve toplumsal sınıflarda

görülen cinsel bozukluklardan daha başka olmadığını

göstermiştir. Bundan ötürü, sırf ellerinde

fırsat olduğu için, öğretmenler ve uşaklar tarafından

çocukların sık sık baştan çıkarıldığını biliyoruz.

Delilerde bu sapış sadece daha şiddetli bir biçimde

ortaya çıkar, ya da bu sapış tek başına.- kalarak

normal cinsel tatminin yerini alarak özel bir anlam

kazanır.

Normal halden, deliliğe kadar uzanan cl

değişirliklerin (variation) bu ilgi çekici ilintileri

üzerinde düşünmek gereklidir. Böylece, cinsel "'ayatın

içtepilerinin yüksek psişik faaliyet tarafın·

dan normal olarak bile pek az denetlenebilen içtepiler

arasında yer aldığı sonucu ortaya çıkacaktır.

Bana kalırsa, toplumsal ya da ahlaki anlamda anormal

olan kimseler, cinsel hayatlarında da anorma!­

lik gösterirler. Ama günlük hayatta ortalama davranışlar

gösteren, hatta insani kültür gelişmesine

katılmış ve bunu edinmiş kimselerin birçoğu cinsel

hayatlannda anormallik gösterirler. Onların zayıf

tarafı cinsel hayatlarıdır.


78 CtNStYET YE PStKANALtZ

Bu araştırmanıiı sonunda, şu sonuca varmış

oluyoruz : Çeşitli şartlar altında ve şaşırtacak ölçüde

fazla kimsede, cinsel nesnenin özü ve değerinin

ikinci plana atıldığını görüyoruz. Bu bakımdar.,

cinsel istekte, daha temel ve değişmez bir unsurmı

bulunduğu sonucuna varabiliriz (13).

2. CiNSEL AMAÇ BAKIMINDAN

SAPMALAR

Üreme organlarının birleşmesi, bildiğimiz cinsel

birleşmenin normal amacı olarak kabullenilmiştir.

Böylece cinsel gerilim azalmış ve cinsel istek

bir süre için tatmin edilmiş olur (Bu, açlığın tatmin

edilmesinden doğan zevki andırır). Ama en

normal cinse 1 faaliyette bile, geliştiği takdir.de

perversion-sapıklık denilen bazı sapışların yer aldığı

kolayca görülür. Nitekim, cinsel birleşmeyle

ilintili olan ve cinsel nesneye yönelen bazı ara-davranışlar

(dokunmak ve bakmak gibi ), cinsel amacın

hazırlıkları olarak kabul edilirler. Bu faaliyetler

hem zevk verirler, hem de cinsel birleşme amacına

varılıncaya l.:adar süren heyecanı arttırırlar.

Öpüş sırasında ağız mukozalarının birbirine değdirilmesi,

uygar uluslar arasında cinsel bir değer

kazanmıştır. Oysa vücudun bu bölümleri cinsel aygıta

(apparatus-cihaz) ait değildir ve sadece sindirim

aygıtının girişini , teşkil eder. Bu

çeşit ekler,


CtNStYET VE PStKANALtz 79

sapık:ıkların normal hayata yaklaştırılmasını (aralarında

bağlantı kurulmasını) sağlıyacak temeli

vermiş oluyor. Aynı zamanda sınıflandırılmaları da.

kabil oluyor. Sapıklıklar ya ; (a) cinsel birleşmeye

ayrılmış vücut kesimlerinin anatomik transgression'unu

(sınırının gözönünde tutulmamasını ), ya da

(b) cinsel birleşmenin amacına yaklaşırken, bir an

önce geçilmesi gereken ara bağlantılarda durmak

biçiminde dile gelir.

a) Anatomik Transgression.

Cinsel Nesneye Fazla Değer Verme. Cinsel içgüdüyü

tatmin etmesi bakımından cinsel nesneye

verilen psişik değerin, sadece üreme organlarına

bağlı kalmasına pek az rastlanır. Bu değerlendirme.

genel olarak bütün vücudu kapsar ve cinsel

neii·

neden gelen her duyumu içine almağa çalışır. Fazla

değer verme, psişik alana da

yönelebilir ve cinsel

nesnenin psişik gerçeğini ve üstünlüklerini gerektiği

gibi görmemek ve cinsel nesnenin her yar·

gısına körükörüne inanmak sonucunu doğurur. Böylece,

aşkın duyurduğu mutlak inanç, otoritenin biricik

kaynağı olmasa da, önemli bir kaynağı haEne

gelir (14).

Üreme organlarının birleşmesi ile sınırlanmış

cinsel birleşme ile bağdaşamıyan bu aşın cinsel de-


80 ctNStYET VE PSlKANAUZ

ğerlendirme, vücudun öteki kısımlarını da cinsel

amaçlar haline getirir (15).

Gereğinden fazla değer verme olayını, en iyi

bir biçimde erkeklerde inceliyebiliriz. Çünkü yalnız

erkeklerin cinsel hayatı araştırmalara konu olabiliyor.

Nitekim kadınların cinsel hayatı, kimi zaman

kültürel güdükleşme, kimi zaman da kadınların

alışılagelmiş · çekingenliği ve samimiyetsizliği

yüzünden aydınlatılamıyan bir alan olarak kalıyor

(16) .

Dudak ve Ağız Mukozasının Cinsel Kullanılışı.

Ağızın cinsel organ olarak kullanılması, dudaklar

ve dil, cinsel organlara dokunduğu zaman bir sapıklık

sayıldığı halde, eşlerin dudak mukozaları biribirine

dokunduğu zaman sapıklık sayılmamaktadır.

Öpüş, normal birleşmeye götüren bir uğrak olarak

görülür. Ağızla cinsel organların temasını sapıklık

olarak kabul eden kimse, (oysa bu temas eki

çağlardan beri yaygın bir faaliyettir,) bu çeşit

cinsel amaçlara yönelmesini engelliyen bir tiksin

me duygusuna kapılıyor demektir. Bu tiksinme alışılmış

(itibari) bir şeydir. Güzel bir kızı tutkuyla

öpen bir kimse, aynı kızın diş fırçasını kullanmak

zorunda kalınca tiksinti duyabilir. Oysa, kızın ağzının,

özel bir tiksinti duymadığı kendi ağzındau

daha temiz olduğunu sanmaması için sebep yoktur.

Burada, tiksinme duygusunun, cinsel amacın gereğinden

fazla değerlendirilmesini engelleyici bir rol


CtNSlYET VE PS1KANAL1Z 81

oynadığına, ama kimi zaman libido tarafından aşıldığına

dikkat etmemiz gerekir. Tiksinme, cinsel

amacı kısıtlayan (sınırlayan) güçlerden biridir.

Genel olarak bu sınırlayıcı güçler, cinsel organlarda

duraklar. Ama, öteki cinsin

da tiksinme konusu olabileceğinden

cinsel organlannm

şüphe edemeyiz.

Bu davranış, isteriklerin, özellikle kadın isteriklerin

karakteristiğidir.

Cinsel içgüdünün itişleri,

bu tiksintiyi ortadan kaldırmak amacına yönelmiştir.

(İlerde göreceğiz).

Anusun Cinsel Kullanılışı. Anusun, cinsel amw::

olarak kullanılmasının bir sapıklık

olarak görülmesinde,

tiksinmenin rol oynadığı daha açıkça görülmektedir.

Ama bu düşünceyi ileri sürerken, tiksintiyi

doğuran nedenin (vücudun bu kısmının pisliğin

çıkması ödevini görmesi ve tiksindirici maddelerle

temas halinde olması), isterik kadınlarm

erkek üreme organından niçin tiksindiklerini açıklarken

ileri sürdükleri nedenle (işeme fonksiyonunu

yerine getirmesi) aynı değerde olduğunu söylemek

istemiyorum.

Anus mukozasının cinsel rol oynaması, yalnız

erkekler arası münasebete has bir şey değildir.

Nitekim bu kullanışın tercih edilmesi de sapıklığın

temel özelliği sayılamaz. Tam tersine, bu kuranılış

(erkeklerde) kadın üzerinde gerçekleştirilen faaliyete

benzediği için bir rol oynamaktadır. Öte ya.n-

F. 6


82 C1NS1YET VE PSlKANAUZ

dan, sapıklar arasındaki en yaygın cinsel amaç

masturbation'dur.

Vücudun Oteki K181mlannın Onemi. Cinsel alanın,

vücudn öteki kısımlanna yayılması, hangi biçimde

olursa olsun bize yeni bir şey açıklamamak·

ta ve cinsel nesneyi her yandan kuşatıp egemenliğine

almak isteyen cinsel içgüdü hakkındaki bilgimize

bir şey katmamaktadır. Anatomik transgression'lar

arasında, fazla cinsel değer vermeden başka

genel olarak pek bilinmeyen ikinci bir faktörü

de sayabiliriz. Ağızın ve anusun mukozası gibi bazı

belirli vücut kısımları (çeşitli biçimlerde kullaaıldıklan

için cinsel önem taşıdıklannı biliyoruz)

üreme organlan olarak düşünülmek ve kullanılmak

niteliğini kazanmaktadırlar. Bu eğilimin, cinsel ·çgildü

bakımından nasıl haklı çıkarıldığını ve bazı

marazi hallerde, belirtilerin (8.razlann) ortaya çıkışında

nasıl gerçekleştiğini göreceğiz.

Cinsel Nesnenin Yerini Alan Uygunsuz Şeyler.

Fetişizm. Normal cinsel nesnenin kendisine ilintilı

olan, ama normal cinsel amaca hiç uygun düşmeyen

bir şeye yerini bıraktığı durumlar, çok ilgi çekicidir.

Şemamıza göre, bu ilgi çekici sapışlan, chısel

nesne ile ilintili uzaklaşmalar bölümünde gözden

geçirmemiz gerekirdi. Ama bu sapışlardan sö.ı

etmeyi, hepsinin ortaklaşa sonucu, cinsel amacın

bir yana itilmesi demek olan bu çeşit sapışların tı>melini

teşkil eden cinsel faz7,a değer ııerme'yi öğ-


CtNSlYFf VE PStKANALlZ 83

rendikten sonraya bıraktık. Cinsel nesnenin yerine

konan şey, genel olarak, cinsel amaca uygun düşmiyen

bir vücut bölümü (saç, ya da ayak gibi), ya

da sevilen kimse ya da onun cinsi ile ilintili cansız

bir nesnedir (elbise ya da çamaşır parçalan gibi).

Bu yerine-koymaları, ilkel insanın tannsının tenleşmesi

olarak kabul ettiği fetişlere benzetmek pek

yanlış olmaz.

Normal ya da sapık bir cinsel amaçtan yüı;

çevirerek, fetişizm durumuna geçiş, amacın gerçekleşebilmesi

için cinsel nesnede fetişist bir karakterin

(belli bir saç rengi, belli elbiseler ya da belli

bir vücut kusuru) bulunması gerektiği hallerde gerçekleşir.

Ortaya çıkardığı görünüşlerin garipliğin

rağmen, marazi durumlara bunca yaklaşmış bir

başka içgüdü değişirliğini (variation) bu kadar

açık-seçiklikle bilemiyoruz. Fetişizm hallerinde,

normal cinsel amaca yönelişin gücünü kaybettiği

söylenilebilir (cinsel organların fonksiyon bakımı.a­

dan zayıflığı ) (17). Bu durumun normal hale bağlanabilmesi

ancak cinsel nesnenin psikolojik bakımdan

zorunlu olan fazla değerlendirilmesi ile kabildir.

Bu değerlendiriş, cinsel nesneye ilintili olan

her şeyi aşarak, nesnenin kendisine ulaşılmasını

sağlar. Demek ki, fetişizm dediğimiz şey, cinsel

amaç gerçekleşmediği, ya da tatmin edilmediği zaman,

yani umut etme çağında, normal aşklarda bi ·

le kendini göstermektedir.


84

CtNStYET VE PStKANALtz

"Koynundan bir mendil getir bana,

getir sevdiğimin çompbağını."

FAUBT

Ama fetişi arayış, bu halden çıkıp normal cinsel

amacın yerini aldığı ya da sevgilinin kendisinden

ayrılıp, kendi başına bir cinsel nesne haline

girdiği zaman marazi bir durumla karşı karşıyayı,;

demektir. Cinsel içgüdünün genel değişirliğinin,

marazi sapışlar haline girdiğini gösteren özellik iş·

te budur.

Çocukluğun ilk yıllarında sürekli olarak etkisi

duyulmuş cinsel izlenimler (intibalar) herhangi bir

fetişin seçilişinde önemli rol oynar. Bu gerçek, Binet

tarafından gösterilmiş ve daha sonraları doğrulanmıştır.

Normal aşklar için söylenmiş olan bir

atasözü (İnsan ilk aşklanna dönmeden edemez) bu

gerçeği başka bir biçimde dile getirmektedir. Bu

ilinti, özellikle, cinsel nesnenin basit bir biçimde

fetişleştirilmesi hallerinde görülmektedir. nk cinse\

izlenimlerin önemini, daha ilerde göreceğiz (18).

Başka hallerde, fetişizm, bu duruma düşmüş

olan kimsenin bilmediği sembolik bir ruhi çağr.i.·

şımdır. Bu sembolik ruhi çağnşım cinsel bir feti·

gin, cinse) nesnenin yerini alması sonucunu doğurur.

Ama bu çağrışımların izlediği yolu bulmak, her

zaman mümkün değildir. Sözgelimi, ayak, mitlerde


CiNSiYET VE PSlKANAUZ 85

(efsanelerde) rastlanan ilkel bir cinsel semboldür

(19). Kürkün, fetiş olarak kullanılması, mons veneris'in

(Venüs Dağı) tüylü oluşunda aranmalıdır.

Bu sembolizm, çocuklukta edinilen cinsel tecrübeye

dayanıyor gibi görünmektedir.

b) ilk Cinsel Amaçlara Takılma.

Yeni Amaç.]arın Ortaya Çıkı.şı. Normal cinsel

amacın gerçekleşmesini engelliyen ya da geciktiren

iç ya da dış belirlenimler (i}rtidarsızlık, cinsel nesnenin

pahalılığı, cinsel birleşmenin tehlikeleri gibi

), hazırlık faaliyetlerinin, yani başlangıçtaki cinsel

fiillerin uzamasına ve normal cinsel amacın yerini

alan yeni cinsel amaçlar haline girmelerine yol

açar. Yakından incelenecek olursa, bu yeni amaç·

ların özelliklerinin, daha önceden normal cinsel fa.

aliyette bulunduğu görülür.

Dokunma ve Bakma. Normal cinsel amaca ulaş.

mak için, dokunmanın ve bakmanın belli bir ölçüde

gerekli olduğunu biliyoruz. Cinsel nesnenin derisine

değmenin büyük bir zevk sağladığı ve yeniden heyecan

duymağa (uyarılmaya) yol açtığı da biliıımektedir.

Demek ki, cinsel fiil gerektiği gibi devam

ettiği takdirde, dokunmanın uzayışı bir sapıklık sayılmamaktadır.

Aynı şeyi, dokunmaya benzeyen bakma için de

söyliyebiliriz. Libidoyu uyandıran şey, çoğu za-


86

CtNSlYET VE PStKANAUZ

man optik bir izlenimdir. Nitekim cinsel nı:snedf:'

güzellik niteliklerini geliştirmek için de (telcolojik

kavramlar kullanmamıza izin verirlerse söyliyelim)

tabii seçim bu araçtan faydalanır. Uygarlıkla birlikte

gelişen vücudu örtme ve saklama eğilimi, cinsel

merakı sürekli olarak kışkırtır ve cinsel nesnenin

bir bütün olarak ortaya çıkarılması için, onun

örtük ve gizli yanlarını ortaya koymak isteğini

uyandırır. Bu merak, cinsel organlardan vücudun

bütününe yönelirse, sanat yüceltmelerinin (sublimation

) ortaya çıkması kabildir (20) . Cinsel bir

anlam taşıyan bakışın, bu ara --cinsel- amacında

uzun süre duraklamak eğilimi, en normal kimseler ·

de bile rastlanan bir şeydir. Bu davranış, onların,

libidolarının belli bir miktarını, daha yüksek sanat

amaçlarına yöneltmelerini mümkün kılar. Öte yandan,

bakma konusunda sapıklığın ortaya çıktığı durumlar

şunlardır: {a) Sadece cinsel organlara bakıldığı

zaman, (b) Tiksinti diye bir şeyin kalmaması

ile ilintili olarak ortaya çıktığı zaman (pisleyenlere

bakan kimselerde olduğu gibi ), (c) Normal

cinsel amaca hazırlık yapacağı yerde, onu ortadan

kaldırdığı zaman. Bu sonuncusu, özellikle,

başkalarının cinsel organlarını göstermeleri amacını

gözönünde tutarak kendi cinsel organlarını gösteren

teşhirciler için doğrudur (21).

Bakmak ve bakılmaktan başka şey olmıyan bu

sapıklık bundan sonra ele alacağımız sapıklıkta


CiNStYET VE PSlKANAUZ 87

uzun boylu ilgileneceğimiz bir özelliği açığa vuruyor.

Bu özellik, cinsel amacın iki biçimde, yani ak

tif ve pasif biçimlerde bulunuşudur.

Bakma isteğine karşı ge:en, ama kimi zaman

etkisini gösteremiyen güç, utançtır (bundan önce ­

kinde tiksinme olduğu gibi).

Badizm ve Mazoşizm. Cinsel nesneye acı çektirmek

eğilimi, (ya da bunun tersi)

sapıklıklanr.ı

en önemli ve sık rastlananlanndan biridir. Bu eğilimin

aktif biçimine sadizm, pasif biçimine de mazoşizm

adlanm veren Krafft-Ebing'dir. Başka yazarlar,

acı ve gaddarlıktan elde

edilen zevki dile

getiren algolagnie terimini kullanırlar ama, Krafft·

Ebing'in kullandığı terim, her çeşit küçük düşme

ve başeğmeden doğan zevki kapsar.

Aktif algolagnia'nın, yani sadizmin kökleri,

normal insanlarda kolayca gösterilebilir. Birçok erkeklerin

cinselliğinde saldırganlık ve egemenlik altına

almayı isteme gibi eğilimler bulunduğunu gö··

rüyoruz. Bunların biyolojik anlamını, bu kimselerin

cinsel nesnenin karşı

koymasını ortadan kaldırmak

isterken, baştan çıkarmadan gayn

yollan

denemek zorunda ka"malannda aramak gerekir.

Öyleyse, sadizm, cinsel içgüdüde

bulunan saldı:r­

ganlığın gereğinden fazla gelişmesi, bağımsızlaş

ması ve önplana geçmesinden başka şey değildir.

Günlük konuşmada, sadizm kelimesi, cinsel

nesneye gösterilen aktif ve şiddetli bir bağllık He


88

ClNStYET VE PStKANAL1Z

nesneye kötü muamele edilmesi ve yine aynı nesnenin

boyunduruk altına alınmasından doğan zevke

mutlak olarak bağlılık arasında bir seri çeşitli anlamlar

taşı.maktadır. Kelimenin tam anlamında, an·

cak bu sonuncu aşırı durum sapıklık adını taşımaya

layıktır.

Aynı şekilde, mazoşizm kelimesi de, cinsel hayata

ve cinsel nesneye karşı gösterilen bütün pasif

davranışları içine alır ve en aşırı biçiminde, cinsel

nesnenin verdiği ruhi ve fizik acılardan zevk almak

anlamına gelir. Mazoşizm, bir sapıklık olarak, normal

cinsel amaca, sadizmden daha uzak gibi görünmektedir.

Bu bakımdan, mazoşizmin, temel hır

olay olup olmadığı ya da sadizmden türeyip türemediği

sorulabilir (22). Çoğu kere, mazoşizmin, insanın

kendi benliğine çevrilmiş bir sadizmden başka

şey olmadığı ve bu durumda insanın kendi benli·

ğini cinsel nesnenin yerini alınış olduğu görülmektedir.

Aşın mazoşizm sapıklığı üzerinde yapılın1ş

olan klinik çözümlemeler (tahliller) temeldeki pasif

cinsel davranışı büyüten ve takıntılı hale geti.

ren şeyin, çeşitli faktörlerin etkisi olduğunu göstermiştir.

(İğdiş edilme kompleksi, kabahatlilik

duygusu gibi). Burada aşılmış olan acıduyma, da·

ha önce incelediğimiz durumlarda libidoya karşı

koyan tiksinme ve utanca benzemektedir.

Sadizm ve mazoşizm, sapıklıklar arasında özel

bir yer tutarlar. Çünkü, onların temelinde bulunan


ClNStYEf VE PS1KANAL1Z 89

aktiflik ve pasiflik karşıtlığı, genel

hayatın temelini teşkil eder.

olarak, cinsel

Gaddarlık ve cinsel içgüdünün birbirine sıkı

sıkıya bağlı olduğunu, uygarlık

tarihi bize kesin

olarak öğretiyor. Ama bu bağlılığı açıklamak isteyenler,

şimdiye kadar, libidonun saldırganlığını belirtmekten

başka şey yapmadılar. Cinsel içgüdüye

bağlı bir halde bulunan saldırganlık, bazı yazarlara

göre, yamyam şehvetinin bir kalıntısıdır.

Bundan

başka, her acının, kendi içinde, tatlı bir duyum imkanını

sakladığı da söylenmiştir. Bu çeşit açıklamaların

bizi tatmin etmediğini ve bu sapıklığın ortaya

çıkması için birçok psişik eğilimlerin birara·

da bulunması gerektiğini söylemekle yetinelim (23).

Bu dönüklü en özel yanlarından biri, aktif

ve pasif biçimlerinin, çoğu zaman, aynı kimsede bulunuşudur.

Cinsel ilgilerde, bir kimseye acı vere ­

rek zevk duyabilen kimse,, yine cinsel ilgilerden de ·

ğan acıyı zevk olarak duyabilmektedir. Sadist aynı

zamanda mazoşisttir.

Ama bu sapıklığın pasif

ya da aktif yanlarından biri daha gelişmiş ve astı

cinsel faaliyetine damgasını vurmuş olabilir (24).

Böylece, bazı sapıklık eğilimlerinin

karşıt iki

yüz gösterdiğini öğrenmiş olduk. Daha sonra sözünü

edeceğimiz veriler bakımından bu gerçeğin teorik

önemi çok büyüktür. Ayrıca, sadizm ve mazoşizm

karşıtlığının, saldırganlıkla

açıklanamıyacağı

da bellidr. öte yandan, bu aynı zamanda bulunan


90

C1NS1YET VE PS1KANAL1Z

karşıtlığı, iki-cinslilikteki dişi ve erkek birliğine

benzetmek kabildir. Bu benzetmenin yerini, psikanalizde,

aktiflik ve pasifliğin karşıtlığı almıştır.

3. BÜTÜN SAPIKLIKLARA

UYGULANABİLEN GENEL YARGILAR

Değişirlik ve Hastalık. Özellikler taşıyan ve

açıkça görünen sapıklık (perversion) hallerini inceliyen

doktorlar, bunların dönüklüğe (inversion)

benzeyen soysuzlaşma ve hasta:ıkların belirtileri

olduğunu kabule yanaşmışlardı. Ama ileri sürülen

böyle bir iddiayı sapıklıklar söz konusu olunca çürütmek

daha kolaydır. Daha yumuşaklannın olduğu

gibi, sözünü ettiğimiz transgression'ların da,

normal cinsel hayatta rastlanan bir unsur o:duğunu

günlük tecrübelerimiz gösteriyor. Bu transgressionları

yapanlar, onları, cinsel hayatlarının başkaları

tarafından bilinmeyen bir özelliği olarak

görürler. Şartlar elverişli olunca, normal bir kimsenin,

belli bir süre, normal cinsel amacın yerine

bir sapıklığı koyduğunu ya da ikisini birden yürüt·

tüğünü görüyoruz. Normal bir kimsenin sevişmesinde,

sapıklık diyeceğimiz eklentilerin her zaman

bulunduğunu biliyoruz. Bu olayın evrenselliği, sapıklık

dediğimiz şeye, kötü kelimeler yakıştırmanın

ne kadar yanlış olduğunu göstermeğe yeter.

Fizyolojik sınırlar içindeki değişirlik (variation)


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 91

ile marazi belirtiler arasında kesin bir ayrım yapmak

isteyen kimse, cinsel alanda, şimdilik çözemiyeceğimiz

güçlüklerle karşılaşmak durumuna düşer.

Ama bu sapıklıkların bazısında görülen yeni

cinsel amacın taşıdığı niteliğin üzerinde ayrıca durmak

gerekir. Bazı sapıklıklar, muhtevaları bakımından

normalden o kadar uzaklaşmışlardır ki, onlara

"marazi" demekten kendimizi alamayız. Bu,

özellikle, cinsel içgüdüleri her çeşit engeli (utanç,

tiksinme, korku ve acı ) aşarak şaşırtıcı sonuç:ara

ulaşmış (pislik yalamak, cesetlere tasallut etmek

) kimseler için doğrudur. Ama bu hallerde bile,

sözü geçen davranışlarda bulunan kimseler arasında,

belirgin anormallikler ve delilikler bulabileceğimizden

emin olamayız. Başka alanlarda normal

davranışlar gösterdikleri halde, çok güçlü bir içgüdünün

etkisinde kalarak cinsel hayatlarında marazi

haller gösteren kimseler bulunduğunu gözden

kaçırmamak gerekir. Öte yandan, hayatın başka

ilişkilerinde (münasebetlerinde) gösterilen belirgin

bir anormallik, altta yatan bir anormal cinsel

davranışın bulunduğuna işaret etmektedir.

Birçok hallerde, sapıklığın marazi karakterini,

yeni cinsel amacın muhtevasında değil, normal

ile arasındaki ilişkide buluyoruz. Sapıklık, normal

cinsel hayatın (amaç ve nesne) yanıbaşında sürüp

gitmiyorsa, (şartların bazen normalliğe, bazen sa-


92 CiNSiYET VE PSIKANALtZ

pıklığa elverişli ya da elverişsiz olduğu ölçüde)

üstelik, her fırsatta normal cinsel hayatı bir yana

itip, kendisi onun yerine geçiyorsa takıntılı ve yeknesak

bir durumun bulunduğunu söyliyerek saplantıyı

marazi bir hal olarak kabul edebiliriz.

Bapıklıklardaki Psişik Faktör. Cinsel içgüdünün

değişikliğe uğramasında psişik faktörün katılmasına

en elverişli ortamı hazırlayan sapıklıkla ,

belki de en iğrenç sapıklıklardır. Sonuç ne kadar

dehşet verici olursa olsun, bu sapıklıklarda, cinsel

içgüdünün idealleştirilmesi ile sonuçlanan bir psişik

faaliyet vardır. Aşkın gücünün her şeye yetmesi,

bu sapıklıklarda kendini her zatnankinden daha

açıkça gösterir. Cinsellikte bulunan en yüce ve en

aşağılık unsurlar, her durumda, birbirine kaynaşmış

gibidir ("Gökten, Yeryüzü içre, cehenneme

kadar.")

iki Sonuç. Sapıklıkların incelenmesi, bize, cinsel

içgüdünün utanç ve tiksinme gibi belli bir takını

psişik güçlere karşı direnç gösterdiğini ve savaştığını

öğretti. Bu güçlerin, içgüdüyü normal sınırlar

içine ittiğini ve cinsel içgüdü, kuvvetini adamakıllı

kazanmadan önce geliştikleri takdirde bu

içgüdünün çizeceği yolu onların belirlediğini iler:

sürebiliriz (25).

Bundan başka, ele aldığımız bazı sapıklıklann,

ancak, çeşitli etkiler gözönünde tutulmak yoluyla

açıklanabileceğini de gördük. Çözümlemeye (tahli-


ClNStYET VE PS1KANAL1Z

93

le) konu olmakla birlikte, bu sapıklıklar aslında

birleşik bir öz gösterirler. Bu, cinsel içgüdünün

kendisinin çeşitli unsurlardan kurulmuş karmaşık

bir yapı olduğunu ve bu unsurlardan bazılarının B:ı.­

pıklıkları ortaya koymak üzere yapıdan ayrıldıklarını

ileri sürebilmemiz için bize bir ipucu ver·

mektedir. Böylece, klinik gözlemler, normal yeknesak

davranışta dile gelmeyen kaynaşma olayına dikkatimizi

çekmektedir (26).

4. NEVROZLULARIN CİNSEL 1ÇGüDüStJ

Psikanaliz. Normale bir hayli yakın kimeelet·in

cinsel içgüdüleri hakkındaki bilgimizi ancak bir

kaynaktan ve belli bir yolu izlemek suretiyle arttırabiliriz.

Psikonevrozlu denilen kimselerin cinsel

hayatlarında ortaya çıkan problemlerin bütünüyle

ve doğru bir biçimde çözülmesi için yalnız bir

tek yol vardır. Bu yol, sözü geçen kimseleri (İsterikler,

saplantılı kimseler, yanlış adlandırılmış olan nevrastenikler

ve hiç şüphesiz şizofrenler ile paranoyaklar)

, J. Breuer ve benim tarafımdan ortaya

konmuş olan cathartic ve psikanalitik metodla ele

almaktır.

Başka yazılarımda da belirttiğim gibi, bu nevrozlar,

bana kalırsa cinsel igiidünün gücüne VP.

zorlamalarına bağlıdır. Bunu ileri sürerken, cinsel

içgüdü enerjisinin marazi belirtileri ortaya çıkar-


CİNSİYET VE PS1KANAL1Z

maktan başka bir iş yapmadığını söylemek istemiyorum.

Ben, nevroz1ardaki enerjinin en değişmez

ve en önemli kaynağının cinsel içgüdünün gücünden

geldiğini söylemek istiyorum sadece. Nevrozluların

cinsel hayatı bu belirtilerde ya baştan başa,

ya öncelikle, ya da kısmen kendini dile getirir. Baka

yazılarımda açıkladığım gibi, belirtiler, hastanın

cinsel faaliyetlerinden başka şey değildir. Bu

düşüncenin kanıtlarını (delillerini) kırk yıl boyunca,

incelediğim çeşitli isteriklerin ve nevrozluların

cinsel hayatından elde ettim. Bu sonuçlan, tek teY.

olaylar halinde başka yazılarımda açıkladım ; başka

olaylan da yayınlayacağımı umuyorum.

Psikanaliz, isteri belirtilerinin, . bilinçı.i hayata

katılmak yolunda belli bir engel!eme mekanizması

(bastırma) ile karşılaşarak kendilerini gerçekleştiremeyen

bir takım isteklerin ve eğilimleri.r.

yerini alan görünüşler olduğu düşüncesinden kalkarak

bu belirtileri yok edebilmektedir. Bu istek

ve eğilimler, bilinç-dışına itildikleri için, duygusal

önemlerine uygun bir dile gelişe ve bir boşalmaya

varmak isterler. İsteriklerde, bir çevrilme ( conversion)

sonunda bu istek ve eğilimler somatik fenomen'.er

yani isteri belirtileri (arazları) halinde

görünürler Belli bir ustalık ve teknik sayesind,

bu belirtileri, temellerinde yatan eski düşüncelere

ve duygulara geri götürmek konusunda başarı elde

edilirse, bu bilinç-dışı gerçeklerin kaynağı Vı:?


CİNSİYET VE PSİKANALİZ 95

yapısı hakkında kesin bilgiler elde etmek kabil

olur.

Psikanalizin Sonuçları. Yukarda açıklandığı

gibi hareket edilince, belirtilerin, gücünü cinsel içgüdüden

alan istek ve eğilimlerin yerine

konmuş

şeyler olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu buluş, psikonevrozların

en iyi örneği diye ele aldığımız isterinin

özellikleri ve nedenleri ile bağdaşmaktadır. 1steriklerde,

cinsel bastırmanın normal sınırları aştığı

görülür. İsteri, cinsel içgüdüye karşı gelen güçlerin

(utanç, tiksinme, ahlaki düşünceler)

aşırı ölçüde

gelişmesidir. Aynı zamanda, cinsel problem ile bilinçli

bir şekilde uğraşmaktan kaçıştır. 1steriklerde

olgunluk çağına kadar süren tam bir cinsel bilgisizliğin

görülmesi bundan ötürüdür (27).

İsterinin ikinci nedeni, yani cinsel arzunun gereğinden

fazla gelişmiş olması, derine inmeyen bir

gözlemciden, yukarda sözünü ettiğimiz temel özellikleri

çoğunlukla

saklıyabilir. Ama psikanaliz bu

özellikleri ortaya çıkarır ve sınırsız bir cinsel istek

ile bu isteğe aşın bir biçimde karşıkoyma gibi bir

çelişmeyi içinde taşıyan isterinin gerçek yüzünü

ortaya koyar.

İsteriye yatkın bir kimse, ergenlikten

sonra

ya da sırf dış etkiler yüzünden, cinsel isteklerle

apaçık bir biçimde karşılaştığında, hastalığın ortaya

çıktığı görülür. Cinsel istek ile bu isteğe karşı

durmanın sonucu, hastalıktan başka şey deği!-


96

CtNSlYEf VE PS1KANAL1Z

dir. Ama hastalık bu çatışmayı

ve cinsel eğilimleri, marazi

çözümlememekte

belirtiler haline getirerek

bu çatışmadan kaçınmaya çalışmaktadır. Cinsel

ilgi taşımayan alelade bir heyecan

sonucunda

bir kimsenin, sözgelimi bir erkeğin isteriye tutulması

sadece dış görünüş bakımından bir istisnadır.

Psikanaliz, her durumda, hastalığı mümkün kılan

şeyi, psişik süreci (vetireyi ) normal bir intibaktan

alıkoyan çatışmanın içindeki cinsel unsurlarda aramak

gerektiğini gösterir.

Nevroz ve Sapıklık. İleri

sürdüğüm bu düşünceye

birçok kimsenin karşı çıkması, psikonevrozlu

belirtilerin temelinde bulunduğunu söylediğim cinsellik

ile, normal cinsel isteğin birbirine kanştınlmasından

ötürüdür. Oysa

psikanalizin bu konuda

söylediği başka şeyler de vardır. Psikanaliz, belirtilerin,

cinsel içgüdünün zararına (hiç olmazsa sırf

cinsel güdünün ya da temel bakımından cinsel içgüdünün)

gelişmediğini, ama cinsel içtepilerin

bir

çevrilmeye uğramış olduğunu ve bilinçten uzaklaş ..

mıyarak, kendilerini, hayali ya da gerçek fiiller

içinde dile getirdikleri zaman, geniş anlamda sapıklık

olarak adlandırılmalarının doğru olacağını

öğretmektedir. Demek ki, belirtiler, anormal cinselliğin

zararına teşekkül ediyorlar. Yani, nevroz, sapıklığın

negatifidir (28).

Psikonevrozlulann cinsel içgüdüsü, normal

cinsel hayatın değişirlikleri

(variation) ve anor-


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 97

mal cinsel hayatın görünüşleri olarak incelediği·

miz bütün sapışları göstermektedir.

(a) Bütün nevrozluların (istisnasız) bilinç.

dışı psişik hayatlarında, aynı cinsten kimselerle

ilintili dönüklük ve takılıp kalına duygularının bulunduğunu

görüyoruz. Hastalığın gelişmesinde bu

faktörün çok önemli bir rol oynadığı açıkbr. Ama

bw:ıun için, derine inen araştırmalar yapmak gere ·

kir. Ben sadece, dönüklüğe karşı bilinçdışı bir eğilimin

nevrozlarda her zaman bulunduğunu ve özellikle

erkek isterisinin açıklanmasında işe yaradığını

ileri sürüyorum (29).

(b) Psikonevrozlularda, bilinç-dışı ve belirti-doğurucu

bir etki olarak anatomik transgresı:.ion'un

bulunduğunu görüyoruz. Ağız ve anus mu.kozasının

cinsel organlar yerine

kullanılmasına sık

sık rastlanıyor.

(c) Karşıt çiftler halinde görünen kısmi içtepiler,

psikonevrozların belirtilerinin ortaya çık

masında önemli bir rol oynarlar. Yani cinsel amaçlar

haline geldiğini gördüğümüz bu kısmi içtepiler

arasında ; seyretme hastalığını, teşhirciliği, aktif

ve pasif gaddarlık içtepilerini sayabiliriz. Gaddarlık

içtepileri, hastanın toplumsal davramşını anlamak

bakımından çok önemlidirler. Belirtilerin marazi yapısını

da yine bu içtepileri gözönünde tutarak kavrıyabiliri.z.

Nevroz olaylarından bir çoğunun ve bir

F. 7


98 CtNStYET VE PStKANALtZ

bakıma bütün paranoia olaylarının karakteristiği

olan sevginin nefrete, şefkatin düşmanlığa dönüşmesi,

gaddarlık ile libidonun birleşmesinden doğmaktadır.

Sorunun başka yüzlerini de inceliyecek olursak,

vardığımız bu sonuçlann önemini daha iyi anlarız.

a. Karşıtı bulunan bir içtepiye, bilinç-dışınrla

rastlıyorsak, bu karşıtın da etki gösterdiğini söyliyebiliriz.

Her "aktü" sapıklık pasif sapıklığını da

birlikte getirir. Yani, bilinç-dışında teşhirci olan

kimse, aynı zamanda bir seyredicidir (röntgencidir)

Bir bastırma sonunda sadist duygular edinmek

zorunda kalmış olan bir kimse, kaynağı mazoşist

eğilimler olan belirtiler de gösterir. Nevrozlarda karşıt

çift eğilimlerin bulunması ve bunların "pozitif"

sapıklıklarla paralellik kurmaları ilgi çekici bir o­

laydır. Bununla birlikte hastalığın gidişinde bu karşıt

eğilimlerden ancak birisi baş rolü oynamaktadır.

b. Belirgin bir psikonevroz olayında, bir tek sa·

pık içtepinin gelişmiş olmasına pek az rastlanır. Bu

çeşit bir olayda birçok sapık içtepiler birden bulunur.

Çoğu zaman da bütün sapıklıkların izler.ine

rastlanır. Bununla birlikte, herhangi bir içtepinin

şiddeti, ötekilerin gelişme derecesinden bağımsızdır.

Ama pozitif sapıklıkların incelenmesi, bize, nevroz ­

ların ters yüzünü açıklamak bakımından önemlidir.


CtNStYET VE PStKANAUZ

99

5. KISMİ İÇTEPİLER VE EROJEN BÖLGE­

LER

Pozitif ve negatif sapıklıklar üzerinde

yapt&­

ğımız araştırmalar, bunların "kısmi içtepiler"e gı:?ri

götürülebileceklerini ve bu kısmi

çözümlenmesinin kabil olduğunu göstermiş

içtepilerin de

bulunuyor.

İçgüdü dediğimiz zaman, somatik iç uyarmaların

devamlı akışının psişik alanda dile gelişini kastediyoruz.

Bu iç uyarmaları, süreksiz dış etkilerden

doğan "uyarım"dan ayırmak gerekir. Bundan ötürü,

içgüdünün, psişik ile fizik arasındaki sınırı belirten

bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. İçgüdülerin

yapısı ile ilgili en basit ve anlaşılır açıklama,

onların kendilerinde hiç bir nitelik taşımadıkları ve

ancak psişik hayatın çabalarının ölçüsü olduklarıdır.

İçgüdüleri birbirinden ayıran ve herbirinin

niteliğini teşkil eden şey, onların somatik

özel

kaynaklarına

ve amaçlarına olan bağlantıda dile gelir. İçgüdünün

kaynağı, belli bir organdaki uyarıcı

süreçtir.

İçgüdünün dolaysız amacı ise bu organik u­

yarmanın boşalışında kendini gösterir (30).

İçgüdü teorisinde şimdilik kabul edebileceğimiz

önemli bir düşünce daha vardır. Bu düşünceye göre,

somatik uyarmalar, kimyasal yapılanna göre iki bölüme

ayrılırlar. Bu uyarmalardan birinin tamamen

cinsel olduğunu ve uyarma ile ilgili organın da ero .

jen bölge (zevk sağlayan bölge ) diye adlandınlabile-


100 CtNStYET VE PStKANAUZ

cegıni söyliyebiliriz. Bu bölgelerden doğan cinsel

unsur ise, kısmi bir içtepidir (31).

Ağızda ya da anusta cinsel bir anlam bulan sapıklıklar

sözkonusu olunca, erojen bölgelerin oyna ·

dığı rol apaçıktır. Bu durumda, erojen bölgeler, cinsel

aygıtın bir parçası gibidirler. İsteri olaylannda,

vücudun bu bölgeleri, ve bu bölgelerin mukozaları,

yeni duyumların ve uyarmaların kaynağı haline

gelirler. Bu bakımdan, normal cinsel uyarılma a'­

tında, cinsel organların oynadığı role benzer hiı·

rol oynarlar.

Psikonevrozlar içinde, özellikle isteri olaylarında,

erojen bölgelerin, cinsel aygıtın tamamlayıcıları

ve cinsel organların yerine geçen vücut kesimleri

olarak taşıdığı anlam çok önemlidir. Bununla birlikte

öteki marazi durumlarda, bu bölgelerin daha az

bir önem taşıdığını sanmamalıdır. Saplantılı nevrozlarda

ve paranoia'da, bu önemi ilk bakışta kavramak

güçtür. Çünkü bu hastalıklarda belirti teşekküleri,

vücut fonksiyonlarını yöneten merkezlerden

çok uzakta bulunan psişik alanlarda gerçekleşmektedir.

Saplantılı nevrozlarda en ilgi çeken taraf,

erojen bölgelerden bağımsız gibi görünen ve yeni

cinsel amaçlar yaratan içtepilerin taşıdığı anlam··

dır. Bununla birlikte, seyredicilikte ve teşhircilikte,

görme organı olan göz, istek erojen bölge ödevini

görmektedir. Gaddarlık ve acı çekme söz konusu

olunca, üstderinin erojen bölge haline geldiğini gö-


ClNStYEI' VE PStKANAUZ 101

rüyoruz. Vücudun bazı bölgelerinde duyum organı

ve mukoza haline gelmiş olan üstderi erojen bölge

olmağa çok yatkındır. (32)

6. NEVROZLARDA CİNSEL SAPIKLICIN

GÖRÜNüRDEKl ÖNEMİNİN AÇIKLAN·

MASI

Yukarda belirtilenler, psikonevrozların cinsel.­

tiği konusunda yanılmalara yol açabilir. Psikonevrozluların

cinsel davranışının, öneğilimler bakımından

sapıklara yaklaştığı ve normalden aynı ölçüde

uzaklaştığı sanılabilir. Yine de, bu hastaların bünye

eğilimlerinin hem şiddetli bir cinsel bastırma ve

güçlü bir cinsel içgüdü kapsaması hem de geniş

anlamda sapıklığa karşı olağanüstü bir yatkınlık

göstermesi muhtemeldir. Bununla birlikte, daha hı:ı.fif

hastalık olayları incelenince sapıklığa karşı

yatkınlığın mutlaka kabul edilmesi gerekmediğini,

ya da hiç olmazsa marazi etkiler söz konusu olunca.

faktörlerden birini bırakmanın doğru olacağını gö·

rüyoruz. Nevrozluların bir çoğunda, hastalık hali,

normal cinsel hayatın gerekleri hissedilmeğe başlandığı

zaman, yani ergenlik çağından sonra ortaya

çıkıyor. Bastırma olayı, her şeyden önce, bu get"eklere

karşı çıkmaktadır. Hastalık ise, libidonun,

normal tatmine ulaşamamasından dolayı daha sonra

görülür. Her iki durumda da, libido bir ırmak


102 CiNSiYET VE PSiKANALiZ

gibidir. Ana yatağı tıkandığı için, o zamana kadar

belki de bomboş duran yan yataklardan akmağa

başlar. Nevrozlularda gördüğümüz ve aslında negatif

olan ve açıkça görülen sapıklık eğilimi yan yollar

aracılığı ile artabilir. İç bir faktör olan cinsel

bastırmaya ; hürriyetin kısıtlanması, normal cinsel

nesnenin ele geçirilememesi, normal cinsel birleşmenin

tehlikeleri, v.b., eklenince, aslında normal

bir hayat sürebilecek olan kimselerde saplantıların

çıkması için ortam hazırlanmış olur.

Tek tek nevroz olaylarında bu bakımdan çeşitli

farklar vardır. Ki.mi zaman doğuştan gelen sapıklık

eğilimi olağanüstü etki gösterir. Kimi zaman da,

libidonun, normal cinsel amaç ve nesneden uzaklaşarak

yan yollara sapması yüzünden aynı etkinin

ortaya çıktığı görülür. Bu ikisi arasında bir işbirli·

ği vardır. Karşıtlıktan söz etmek doğru olmaz. Do

ğuştan gelen bünye ile yaşanan tecrübeler aynı yönde

giderse, herhangi bir nevrozda önemli sonuçlar

ortaya çıktığı görülür. Nevroza yatkın bir bünye.

hayat tecrübeleri olmasa da aynı yönde gelişebilir.

Oysa, normal bünyeli bir kimse, derin ve yıkıcı bir

tecrübe geçirecek olursa nevroza düşebilir. Bu görüşler

doğuştan gelen ve sonradan edinilen tecriibelerin

etiolojik önemi söz konusu olunca başka alanlar

için de geçerlidir.

Sapıklığa karşı yatkınlık göstermenin, psikonevrozlu

bünyenin karakteristiklerinden biri oldu-


CtNStYET VE PStKANAUZ 103

ğu kabul edilmek istenirse, bu çeşit bünyelerin şu

ya da bu erojen bölgenin ya da bir içtepinin önplanda

rol oynamasına göre çeşitlilik gösterebileceklerini

kabul etmek gerekir. Belli bir sapıklık eğilimi ile

belli bir marazi durum arasında özel bir bağlantı

tulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Bu konu, birçok

başka benzerleri gibi, henüz incelenmemiştir.

7. C1NSELL1C1N ÇOCUKLUK KARAKTEEd

ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Psikonevrozlulann belirtilerinin oluşmasında

sapık duyguların rol oynadığını göstermemiz, sapıkların

sınıfına ya da grubuna giren kimselerin sayısını

arttırmış oluyor. Bunun nedeni, nevrozluların

insanlar arasında büyük bir yekfı.n tutması değildir

sadece. Aynı zamanda, nevrozların derece derece

haf ifliyerek normal duruma varan sürekli bir

seri teşkil etmeleridir. Hepimizin bir parça isterik

olduğunu söyliyen Moebius'ün hakkı vardır. Sapıklığın

bu kadar yaygın olduğunu görünce, sapıklığa

yatkınlığın olağanüstü bir şey değil, normal bünyenin

içinde bulunan bir unsur olduğunu kabul etmeliyiz.

Sapıklığın doğuştan gelen bir ozellik mi olduğu,

yoksa Binnet'nin fetişizm için kabul ettiği gibi, yaşanan

tecrübelerinden mi çıktığı üzerinde tartışılabilir.

Sapıklığın temelinde, doğuştan gelen bir şeyin bu-


104:

C1NS1YET VE PS1KANAUZ

lunduğunu söylemek zorundayız artık. Ama bu şey,

her bireyde (fertte ) doğuştan gelen bir özellik

olarak bulunmaktadır. Bir önyatkınlık (predispo

sition ) olarak şiddeti değişebilmekte ve ancak ha.yatın

etkileri ve tecrübeleri ile önpliııa çıkabilmektedir.

Biz, bünyede (yapıda) bulunan, doğuştan

gelmiş yatkınlıklardan söz ediyoruz. Bu yatkınlıklar,

bazı durumlarda cinselliği belirleyen faktörler haline

gelmektedirler (sapıklarda). Bazı durumlarda

ise, yeterince ortadan kaldınlmadıklan (bastırma )

için marazi belirtiler olarak ortaya çıkmakta ve

dolaylı biçimde cinsel enerjinin büyük bir kısmını

kendi içlerine almaktadırlar. Bazı mutlu durumlar·

da da, bu iki aşırılığa düşmeden, yararlı kısıtlamalar

ve değişmelerle normal cinsel hayata kaynaklık

ederler.

Bütün sapıklıkların kaynağı olan bu bünyenin,

ancak çocukta kendini açığa vurduğunu, (bütün içtepilerin

çocukta daha hafif bir biçimde dile gelmesine

rağmen) unutmamamız gerekir. Nevrozluların,

çocuk çağı cinselliklerini muhafaza eden ya da

ona dönmüş olan kimseler olduklarıru kabul ederısek,

çocuğun cinsel hayatına eğilmemiz ve bir sapıklığa,

nevroza ya da normal hayata ulaşan çocuk

cinselliği gelitmesine yön çizen etkileri incelememiz

gerekir,


tKlNCt DENEME

ÇOCUK C1NSELL101

Çocukluğun ônemsenmemesi. Halk düşüncesi,

cinselliğin çocukluk çağında bulunmadığını ve ancak

ergenlikle birlikte ortaya çıktığını kabul eder. Bu

yaygın hata, sonuçlan bakımından çok önemlidir ve

bizim, cinsel hayatın temelleri konusunda ne kadar

cahil olduğumuzu gösterir. Çocukluk çağının

cinsel belirişlerini (manifestation) incelemek, belkı

de, cinsel içgüdünün temel özelliklerini açığa vuracak

ve bu içgüdünün yapısı ile gelişmesini çeşitli

açılardan gözönüne serecektir.

Yetişkin bireyin özelliklerini ve tepkilerini açık­

!amak isteyen bilginlerin, irsi etkilere çok fazla

önem verdikleri halde, aynı bireyin çocukluğunu

gözönünde tutmamaları ilgi çekici bir olaydır. Oyea,

çocukluk etkilerinin daha kolayca anlaşılabileceğini

ve bu etkilerin irsi etkilerden daha önemli oll'fuğunu

söyliyebiliriz (33). Tıb edebiyatında, küçük

çocukların olgunluk -Çağı- öncesi cinsel faaliyetleri

hakkında notlara rastlamak kabildir. Cinsel organın

sertleşmesi, masturbation ve çiftleşme taklidi


106 CINS1YET VE PStKANALIZ

davranışlar şeklinde beliren bu faaliyetler; olağanüstü

olaylar, şaşılacak şeyler ve sapıklığın erken görünüşleri

olarak kabul edilmişlerdir. Benim bildiğim,

hiçbir bilgin, çocukluk çağında cinsel içgüdünün

normal bir şey olduğunu kabul etmemiştir. Çocuğun

çeşitli gelişmelerini inceleyen binlerce yazıda

"Cinsel Gelişme" bölümü atlanarak geçilmiştir (34).

Çocuk Amnezisi. Bu ihmalin kökü, bir bakıma

bilginlerin belli çevre içinde yetişerek bu çevrenin

kabullendiği değerlere bağlı kalmasında ; bir bakıma

da, bugüne kadar açıklanamamış bir psişik olayda

aranmalıdır. Bu psişik olay, birçok insanların

(hepsinin değil) ilk yedi sekiz yıllık hayatlarını

unutmalarına yol açan kısmi amnezidir. Sözü geçen

olay bugüne kadar normal bir şey gibi kabul edilmiş

ve kimse şaşırmamıştır. Oysa, şaşırmamızı gerektiren

nedenler vardır. Çünkü, hafızamızda anlaşılmaz

hatıra kırıntıları bırakmış olan bu süre içinde, dış

dünyanın etkilerine şiddetli cevaplar verdiğimizi ;

neşemizi ve duyduğumuz acıyı belirttiğimizi, başka

insanlar gibi sevgi ve kıskançlık duyduğumuzu, tutkulara

kapıldığımızı daha sonra öğrenmişizdir. Bizden

büyüklerin hat r' ladıkları ve zekamızın delili olarak

tekrarladıklan çocukluk çağı sözlerimizi de yine

büyüklerimizden duyarak öğrenmişizdir. Ama yetişkinlik

çağına gelince, bunlann hepsini unutmuş

oluyoruz. Hafızamız, acaba öteki psişik faaliyetlerimizin

niçin gerisinde kalmaktadır. öte yandan,


C1NS1YET VE PS1KANAUZ 107

hafızamızın izlenimleri tesbit etmek konusunda, hiçbir

zaman, çocukluk çağındaki kadar güçlü olmadığını

da biliyoruz (35).

öte yandan, başkaları üzerinde yaptığımız gözlemler

dolayısiyle, bu unuttuğumuz izlenimlerin psişik

hayatımızda derin izler bıraktığını ve daha sonraki

bütün gelişmemizi belirlediğini kabul etmek ya

da buna inanmak zorundayız. Öyleyse, buradaki

unutuşun gerçek bir amnezi değil, bilinç-dışına atılmış

(bastırılmış) tecrübelerin nevrozlular tarafından

unutulmasına benzeyen bir amnezi olduğu sonucuna

vanyoruz. Peki, çocukluk çağı izlenimlerinin bu şekilde

bastırılmasına hangi kuvvet sebep olmaktadır?

İşte, bu sorunun cevabını veren kimse, isterik amnezinin

sırlarını da açıklamış olur.

Bununla birlikte, daha şimdiden, çocukluk amnezisinin,

nevrozlular ile çocuğun ruhsal hayatı arasında

yeni bir karşılaştırma yapmak imkanını sağladığını

söyliyebiliriz. Psikonevrozlulann cinselliğinde

çocukluk çağı karakterlerinin muhafaza edildiğini

ya da bu karakterlere dönülmüş olduğunu söylediğimiz

zaman da, yeni bir karşılaştırma nokta5ı

bulmuştuk. Bu durumda, çocukluk amnezisi ile isterik

amnezi arasında bir bağlantı olduğunu söylememiz

gerekmez mi ?

Çocukluk amnezisi ile isterik amnezi arasında

bağ kurmaya kalkışmak bir zeka oyunu yapmak değildir.

Bastırmaya yardım eden isterik amnezi, an-


108 ClNSIYET VE PS1KANAL1Z

cak, bireyin, bilinç alanından çıkarılmış birtakım hatıraları

olduğunu ve bilincin itici kuvvetlerinin üzerinde

etki gösterdiği muhtevaların, daha sonra, çağrışımsal

bir bağlantı kurularak yeniden ele geçirildiğini

ileri sürmekle açıklanabilir (36) . Çocukluk amnezisi

olmadan isterik amnezi diye bir şeyin olam1.­

yacağını ileri sürebiliriz.

İşte bu yüzden, herhangi bir kimsenin çocukluk

çağına sanki bu çağ bir tarih-öncesiymiş gibi bakmasına

ve cinsel hayatının başlangıçlarını bu kimsenin

gözünden saklamağa yol açan çocukluk amnezisinin,

cinsel hayatın gelişiminde çocukluk çağına

önem ve değer verilmeyişe sebep olduğuna inanıyorum.

Bilgimizde yaratılmış olan bu büyük eksikliği,

tek bir gözlemcinin ortadan kaldırması kabil değil·

dir. Daha 1896 yılında, cinsel hayatla ilintili bazı

önemli fenomenlerin ortaya çıkışında, çocukluk çağının

ne kadar önemli olduğu üzerinde durmuştwn

O tarihten bu yana, çocukluk çağının cinsellik bakımından

taşıdığı önemi gözönüne sermek için durmadan

çalıştım.

Çocuklukta Cinsel Ortüklük Dönemi ve Uğradığı

Kesiklikler. Anormal ve olağanüstü diye adlandırılan

cinsel faaliyetlerin çocuklarda sık sık görülmesi

ve nevrozlularda bu zamana kadar bilinç-dışı kalmış

çocukluk hatıralarının ortaya çıkarılması gözönünde

tutulacak olursa, çocuğun cinsel davranışını şu

şekilde anlatabiliriz : (37)


C1NS1YET VE PSlKANALtz 109

Yeni doğan çocuk, cinsel hayatın tohumlarını

kendisiyle birlikte getiriyor gibi görünmektedir. Bu

tohumlar bir süre gelişmekte, daha sonra gittikçe

artan bir önlemeye uğramakta, sonra bu önleyişler

kimi zaman başarısızlığa uğrıyarak gelişmeler olmakta,

kimi zaman da bireyin özelliklerine göre adamakıllı

durdurulmaktadır. Gelişmenin bu sallantılı

yolunun kanunları ve dönemleri hakkında hiç bir

şey bilmiyoruz. Bununla birlikte, çocuğun cinsel hayatının

en fazla üç ile dördüncü yaşında açıkça ortaya

çıktığını ve gözlenebildiğini söylemek mümkündür

(38).

Cinsel durdurma. Daha sonraları cinsel hayatı

engelliyen ve yönünü belirleyen psişik kuvvetlerin

bu kısmi ya da tüm örtüklük (latency) döneminde

geliştiği söylenebilir. Bu psişik kuvvetler, tiksinme.

utanç ; ahlaki ve estetik ideallere bağlılıktır. Bu kısıtlayıcı

gerçeklerin çocuğa kabul ettirilmesi eğitimin

sonucudur. Gerçekten de, bu konuda eğitim büyük

bir iş görür. Ama aslında, bu gelişme organik

bakımdan belirlenmiştir ve eğitimin yardımı olmak ·

sızın da ortaya çıkabilir. Eğitim, kendi sınırları içinde

kalmak için, organik bakımdan önceden hazırlanmış

olan yolu tutmak ve bu yolu derinleştirip ôelirginleştirmek

zorundadır.

Tepkilerin Oluşumu ve Yüceltme. Cinsel eğilimleri

sınırlayıp onlara yol çizerek, bireyin gelişiminin

yönünü belirleyen bu yapılar (construction) oluşur-


110 CiNSİYET VE PSlKANAUZ

ken, nelerden faydalanılıyor? Bu yapıların, çocuk

cinsiyeti zararına ortaya çıkmaları çok muhtemeldir.

Çocuk cinselliği bu örtük dönemde bile kesintiye

uğramamış, ama cinselliğin enerjisi, cinsel kullanışlardan

uzaklaşmış ve başka amaçlara yöneltilmiştir.

Uygarlık tarihini yazanlar, cinsel güdülerin

cinsel amaçlardan uzaklaştırılarak başka amaç ­

lara yöneltilmesinin (bu sürece yüceltme denir) her

kültür başarısı için gerekli ve önemli bir temel olduğu

konusunda fikir birliğine varmışlardır. Biz, bu

sürecin bütün bireylerin hayatında etkisini gösterdiğini

ve bu etkinin cinsel örtüklük çağında başladığını

söylemekle yetineceğiz ( 39).

Ortüklük Döneminin Uğradığı Kesiklikler. Çocukluk

çağındaki örtüklük dönemi üzerine söylediği ­

miz sözlerin apaçık olmayışı ve varsayımsal (farazi)

bir öz taşıması konusunda yanılmalara düşmeksizin,

gerçeklere dönerek, çocuk cinsiyetinin, yukarda sözünü

ettiğimiz biçimde kullanılmasının ideal bir yetiştirme

(eğitim) olduğunu ve bireylerin gelişmesinde

bu ideal gelişmeden çoğu zaman uzaklaşmalar görüldüğünü

söylemeliyiz. Kimi zaman, yüceltme mekanizmasından

kurtulmuş cinsel muhtevaların ortaya

çıktıkları ya da bir cinsel faaliyetin örtüklük dönemi

boyunca, ergenlik çağında cinsel içgüdünün gelişip

ortaya çıkmasına kadar sürdüğü görülür. Eğitimcilerin

çocuk cinselliğini gözönünde tuttukları zaman,

sanki ahlaki güçlerin cinselliğin zararına geliş-


CİNSİYET VE PSİKANALİZ 111

tiğini ileri süren bizim düşüncemizi kabul ediyorlarmış

gibi davrandıklan görülür. Bu eğitimciler, cinsel

faaliyetin çocuğu eğitimden uzaklaştırdığını bi­

Hyor gibi davranırlar. Çünkü, çocuğun bütün cinse:l

hayat belirtilerini, başarılı bir eğitimden uzaklaştıran

"kötülükler" gibi görürler. Ama biz, eğitimcilerin

çok korktukları bu fenomenlere dikkatle eğilmek

zorundayız. Çünkü biz, cinsel içgüdünün ilk belirlenimlerini

bu fenomenlerde bulacağımızı umuyoruz.

ÇOCUK C1NSELL1G1N1N BEL1R1ŞLER1

Emme. İlerde açıklayacağımız nedenlerden ötürü,

emmeyi, çocuk cinselliğinin belirişlerinin örneği

olarak alıyoruz. Macar pepdiatn Lindner, bu konuda

çok önemli bir inceleme yapmıştır ( 40) . Meme çocuğunda

gördüğümüz ve kimi zaman, olgunluk çağına

kadar süren ve hatta bütün hayat boyunca devam

edebilen bir alışkanlık olan parmak-emme, besin

almak amacı sözkonusu olmadığı zaman, ağzın

(dudakların) ritmik ve tekrarlanan bir hareketinden

başka şey değildir. Dudağın bir kısmı ; kolayca değile

bilen ve tercih edilen bir parça olan dil ve hatta

ayak baş parmağı, emilen nesne ödevini görebilirler.

Aynı zamanda, kulak memesinin ritmik bir şekilde

çekilmesi, ya da bir başka insanın belli bir yerini tutmak

(Genel olarak kulak ) şeklinde dile gelen bir şey

tutmak isteği de görülür. Zevk veren emiş, çocuğun


112 CtNSlYET VE PS1KANAL1Z

bütün dikkatini çeker ve kimi zaman uyumasına yol

açtığı gibi, orgazm biçiminde dile gelen motris tepkilere

bile götürebilir (41). Emme, çoğu zaman, vücudun

duyarlığı fazla kısımlarının

(göğüs ve dış

üreme organları ) oğuşturulması ile bir arada görUlür.

Çocukların birçoğu, parmak-emmekten, masturbation'a

işte bu yoldan vanrlar.

Lindner, bu faaliyetin cinsel temelini farketmiş

ve bu özelliğin üzerinde önemle durmuştu. Çocuğun

parmak-emmesi, çevresindeki

kimseler tarafından

öteki "yaramazlıklan" ile bir tutulur. Pediatrlann

ve nörologların bir çoğu bu görüşe karşı çıkmışlardır.

Bu karşı çıkış, "cinsel" ile "üremsel" (tenasüll)

terimlerinin birbirine karıştırılmasından doğmaktadır.

Burada gördüğümüz çelişme kaçınılmaz bir soruyu

ortaya atmaktadır. Cevap verilmesi güç olan

bu soru şudur : Çocuktaki cinsel belirtileri ötekilerden

ayırabilmemizi sağlıyacak temel nedir ? Psikanaliz

sayesinde, aydınlatabildiğimiz çeşitli fenomen

topluluklarından edindiğimiz bilgi, parmak mmeyi

cinsel bir faaliyet saymamızı mümkün kılmaktadır.

Parmak-emmeyi ele alarak, çocuğun cinsel faaliyetlerinin

temel özelliklerini dolaysız olarak inceleyebiliriz

(42).

Otoerotizm. Biraz önce sözünü ettiğimiz cinsel

beliriş üzerinde dikkatle durmamız gereklidir. Bu

cinsel faaliyetin en belirgin karakteri, içtepinin başka

bireylere değil, çocuğun kendi vücuduna çevril-


CtNStYET VE PStKANALtz 113

miş olması ve cinsel zevkin, çocuğun kendi vücuduyla

sağlanmasıdır. Havelock Ellis'in çok yerinde bir

deyimini kullanarak çocuğun otoerotik olduğunu söyleye

biliriz ( 43) .

Çocuğun parmak em.işinin, daha önce yaşadığı

ve şimdi hatırladığı bir zevki aramasından doğduğu

da açıktır. Derinin ya da mukozanın belli bir bö

lümünü ritmik bir şekilde emen çocuk, kendini basit

bir şekilde tatmin etmektedir. Çocuğun, yeniden

canlandırmağa çalıştığı bu zevki, ilk olarak hangi

vesile ile duymuş olduğunu tahmin etmek de kolaydır.

Çocuğun hayatındaki ilk ve en önemli faaliyet,

yani meme emmek (ya da onun yerini alan şey) ona

bu zevki duyurmuş olabilir. Emme fiilinde, çocuğun

dudaklarının Erojen bölge ve sıcak sütün akışının

da zevk duyuran bir uyarrm olduğunu söyliyebiliriz.

Erojen bölgenin duyduğu bu tatminin, başlangıçta,

açlığın giderilmesinden doğan tatmine bağlı olduğl;nu

belirtmeliyiz. Cinsel faaliyet, başlangıçta, kendini

koruma fonksiyonlarına yöneldiği halde, zamanla

onlardan ayrılır ve bağımsızlaşır. Doymuş bir çocuğun

annesinin kucağında, pespembe yanaklar ve

mutlu bir gülüşle uykuya daldığını gören bir kimse,

bunun, çok daha sonraları cinsel tatmin sonucu ortaya

çıkan görünüşe bir hayli benzediğini kabul etmek

zorundadır. Cinsel tatminin tekrarı konusunda

duyulan istek besin almak için duyulan istekten za-

F. 8


114 ctNSlYET VE PStKANALtz

mania ayrılmaktadır. Dişlerin çıkması ve '-besinin

emilerek değil, çiğnenerek alındığı çağda bu aynlık

kaçımlmaz bir sonuç gibi ortaya çıkar. Çocuk, emeceği

nesneyi kendi gövdesinde arar ve bulur. Çünkü .

kontrol edemediği dış dünyadan bağımsızlaşması ve

her an bulabileceği bir nesneye yönelmesi ona daha

uygun gelmektedir. Ayrıca, bu yolu tutarak, ikinci

dereceden bir erojen bölge yaratması da uygun gelir

ona. Bu ikinci bölgenin yetersizliği, çocuğun daha

sonralan, başka insanların aym kısımlarım, sözgeli.mi

dudaklarını arzulaması sonucunu doğurur. "Yazık

ki, kendi dudaklarımı öpemiyorum !" sözünü sanki

o söylemiştir.

Parmak-emme bütün çocuklarda görülmez. Parmak-emmenin,

dudak kısımları doğuştan bir erojen

bölge olma eğili.mi taşıyan çocuklarda ortaya çıktiğı

s6ylenebilir. Bu eğilim sürüp gidecek olursa öpüşme

düşkünlüğü ve sapık öpüşlerden zevk alma durumu

ortaya çıkar. Yetişkin erkek haline gelen böyle bir

çocukta, içki ve sigara içmeğe karşı derin bir istek

vardır. Ama bastırma gerçekleşecek olursa, aynı

kimselerin yemeğe karşı tiksinti duymalan ve iste ·

rik kusmalar göstermeleri muhtemeldir. Dudak bölgesinin

bu iki yönlü kullanılışı yüzünden, bastırma,

beslenme içgüdüsü Uzerinde de etkisini gösterir. tş.

tahsızlık, boğaz düğümlenm.eM (hysterical globue ),

yutamamak, kusmak gibi yemekle ilgili aksaklıklar

gösteren kadın hastalanmdan bir çoğu, çocuklukla-


ClNSlYET VE PSlKANAIJZ 115

rında pıtrnfak-emmeye çok düşkün kimseler arasınaa

yer alıyorlardı.

Parmak-emme ya da zevk-verici-emme olayından,

çocuk cinsel belirişinin üç temel karakterini

görüyoruz : 1 - Bu belirişin temeli hayat için çok

önemli bir fizik fonksiyonla desteldenen (anaclitic)

bir bağlantıda aranmalıdır. 2 - Belli bir cinsel nesnesi

yoktur, yani otoerotik'tir. 3 - Cinsel ama.eı

erojen bir bölgenin kontrolü altındadır. Şimdilik, bu

karakteristiklerin, çocuk cinsel içgüdüsünün öteki

faaliyetleri için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

ÇOCUK CİNSELL1C1N1N YÖNELD1C1

CİNSEL AMAÇ

Erojen bölgeler. Parmak-emme örneğini gözönünde

tutarak, erojen bölgeleri ötekilerden kolayca

ayırabiliriz. Erojen bölge, uyarımların, belli bir nitelik

taşıyan zevk duygusu uyandırdığı deri ya da

mukoza kısım.landır. Zevk duyuran uyarım.lann özel

şartlar tarafından yönetildiğinden şüphe edilemez,

ama bu şartlann neler olduğunu henüz bilmiyoruz.

Bu şartlar arasında, ritmik hareketin yer aldığı besbellidir.

Bu hareket gıdıklanmayı hatırlatmaktadır.

Uyanmın doğurduğu zevk verici duygunun taşıdığı

özelliğin "kendine has" olup olmadığı ve cinsel faktörün,

bu kendine haslığın neresinde aranması ge-


116 C1NS1YET VE PS1K.ANAL1Z

rektiği açıkça bilinmemektedir. Zevk ve acı proble

mi sözkonusu olunca, psikolojinin gerekli aydınlığJ

sağlayamadığını görüyoruz. Bundan ötürü, en ihtiyatlı

varsayımı ileri sürmek daha doğru olur. Zevk

duyumunun, kendine has bir niteliği olduğunu ilen

sürmemizi sağlıyacak gibi görünen nedenlerden da

ha ilerde söz açacağız.

Zevk sağlama niteliği, genel olarak vücudun

belli bölgelerinde ortaya çıkıyor. Parmak-emme rneğinde

görüldüğÜ gibi, erojen bölge olmak için, daha

önceden belirlenmiş bölgeler vardır. Ama, yine

aynı örnek, derinin ya da mukozanın herhangi bit"

kısmının erojen bölge fonksiyonunu yerine getirdiğini

ve bunu yapmaya elverişli olduğunu gösteriyor.

Demek ki zevk duyumunun ortaya konulması, vücudun

şu ya da bu kısmından çok uyanmın niteliğine

bağlıdır. Parmak-emen çocuk, vücudunu gözden geçirir

ve emme için onun herhangi bir parçasını se··

çer. Zamanla bu parçaya alıştığı için, onu tercih etmeğe

başlar. Önceden belirlenmiş bir kısmı rastgele

seçecek olursa (göğüsler, üreme organlan ) bu kısımların

tercih edilmesi tabiidir. İsterinin belirtilerinin

ortaya çıkışında da buna benzer bir yer değiştirme

eğilimi görülüyor. Nevrozlarda, bastırma olayı,

özellikle asıl üreme organları üzerinde döner ve bu

organlar, yetişkinlik hayatı içinde pek rol oynamtyan

başka bölgelere kendi uyarılabilme güçlerini aktanrlar.

Böylece, uyarılma gücü edinen bu bölgeler


CtNS1YET VE PSIKANAUZ 117

tıpkı üreme organları gibi iş görürler. Zaten, parmak-emmede

gördüğümüz gibi, vücudun herhangi

bir bölgesi, üreme organlarının uyarılma gücünü kazanabilir

ve erojen bölge haline gelebilir. Erojen

bölge!erle isterojen bölgeler aynı karakterleri taşırlar

(44).

Çocuk Cinselliğinin Amacı. Çocuk içtepisinin

!1-macı, şu ya da bu seçilmiş erojen bölgenin uygun

bir biçimde uyanlması ile tatmin sağlamaktan başka

şey değildir. Tekrarlanmasına karşı istek duyulması

için bu tatminin önceden yaşanmış olması ge ·

reklidir. Tabiat, bu tatmin denemesini rastlantıya

bırakmamak için bazı vasıtalar ortaya koymuştur.

Ağız bölgesinden söz ederken, tabiatın, amaçlanna

varmak için ne gibi vasıtalara başvurduğunu görmüştük.

Bu vasıta, ağzın, aynı zamanda besin almak

ödevini de yerine getirmesiydi. Cinsiyetin kaynağı

olarak, buna benzer başka mekanizmalara da

rastlıyacağız. Tatmin arama isteği, bir çeşit acıya

benzeyen özel bir gerilim duygusunun yaşanması ve

çevredeki erojen bölgeye yönelen kaşıntı, ya da huylanma

gibi merkezden şartlandırılmış bir duygunun

varlığı ile kendini açığa vurur. Demek ki, cinsel

amaç, erojen bölgeye yansıtılmış olan uyanlmışlık

duyumu yerine, bu duyumu gideren ve tatmini yaratan

bir dış uyarımın konulmasıdır. Bu dış uyarım.

emmeyi hatırlatan bir harekettir.

Bu ihtiyacın çevrede ortaya çıkabilmesi (erojen


118 CtNStYET VE PStKANALtZ

bölgenin değişmesi ile) fizyolojik bilgilerimizle bağdaşmaktadır.

İşin şaşırtıcı yanı, bir uyarımın, ortadan

kalkabilmesi için, aynı bölgeye uygulanan bir

başka uyarıma ihtiyaç göstermesidir.

MASTURBATION İLE tı..GtLl CİNSEL

BELİRİŞLER ( 45)

Erojen bölgelerden birindeki içtepiyi kavradıktan

sonra çocuk cinselliği hakkında öğrenecek başka

önemli bir şeyin kalmamış olması, sevinilecek

bir olaydır. Karşılaştığımız farklar, tatmin sağlamak

için başvurulan yollar dolayısiyle ortaya çıkmaktadır.

Bunların temeli dudak emmektir ve bu,

başka bölgelerdeki çeşitli kas hareketlerine (bu bölgelerin

durum ve yapısına göre) yerini verecektir.

Anus Bölgesinin Faaliyeti. Ağız bölgesi gibi,

anus bölgesi de durumu dolayısiyle, başka bir fizyolojik

fonksiyonun üstüne cinsel bir faaliyet oturtmayı

(dayatılmasını) mümkün kılmaktadır. Başlangıçta,

bu bölgenin erojen niteliğinin çok önemli olduğu

söylenebilir. Psikanaliz, bu bölgeden doğan cinsel

uyarmaların ne gibi değişikliklere uğradığı ve

kimi zaman bireyin hayatında, bu bölgenin Uremsel

(genital) uyarılmaya nasıl yol açtığı konusunda şaşırtıcı

bilgiler verir ( 46) . Çocuklukta, sık sık görülen,

bağırsak bozuklukları, bu bölgede aşın bir duy ..


ClNSlYEI' VE PStKANALlZ 119

ganlık yaratır ve çoğu zaman, bu yaşlarda, bağırsak

bozuluklarının "sinirliliğe" sebep olduğu söylenir.

Daha sonralan,

nevrozların ortaya çıkışında

bu bağırsak bozukluklarının önemli bir rol oynadığı

görülür. Anus bölgesinin, değişikliğe uğramakla birlikte,

erojen bir karakter taşımağa devam ettiğini

düşünürsek, eski hekimlerin, nevrozların ortaya çıkışında

bağırsak bozukluklarına verdikleri önem in

pek de yap.lış olmadığını anlarız.

Anus bölgesinin zevk sağlayıcı duyarlığını kullanan

çocuk dışkı maddelerini, şiddetli kas kasılmalanna

yol açacak biçimde tutmasını ve anus'tan ge .

çip mukoza üzerinde baskı yaparak belli birtakım

duyumlara sebep olmasını sağlaması ile ötekilerden

ayrılır. Bu olayın acı verdiği gibi belli bir zevk sağlamış

olması da gerekmektedir. Daha sonra görülecek

sinirliliğin habercilerinden biri de, lizımlığa oturan

çocuğun, bağırsaklannı boşaltmak istememesi

ve bunu kendi keyfince yapmak istemesidir. Çocuk

için önemli olan, dışan-çıkmanın sağladığı zevki duyabilmektir.

Yatağını kirletip kirletmemesi onun

umurunda bile değildir. Dıarı-çıkmamakta ayak direyen

çocJlklara "yaramaz" diyen eğitimciler haksız

değildir.

Duyarlığı olan bir mukoza üzerinde bir uyarım

gibi etkileyen dışkı maddesi, aynı zamanda, çocukluk

sona erince sahneye çıkacak olan bir ana organın

öncülüğünü yapmaktadır. Ama dıgkı maddesi ka


120 C1NS1YET VE PSlKANALtz

anlamlar da taşımaktadır. Çocuk dışkıyı kendi vücudunun

bir parçası gibi görür. Bu madde, çocuk

için, verdiği zaman uysallığını, vermediği zaman da

başkaldırmasını dile getiren bir "armağan"dır. Daha

sonraları, çocuk, "armağan" kavramından, "bebek"

kavramına geçer. Çocukların, cinsel teorilerinden birine

göre, "bebek" alınan besinler yoluyla teşekkül

etmekte ve bağırsaklardan çıkmaktadır.

Anus bölgesinin masturbation'unu sağlayan dışkı

maddesinin, sırf bu yüzden dışarı çıkarılmamas1,

nevrozlularda sık sık gördüğümüz pekliğin kaynaklarından

biridir. Nevrozlular arasında, dışarı-çıkmayı

adeta gizli bir tören haline getirmemiş kimselerin

pek az bulunması, anus bölgesinin taşıdığı anlam!

açığa vuran bir gerçektir.

Anus bölgesinin, merkezden ya da çevreden gelen

bir kaşınma sonucunda, parmakla masturbation

yapılmak yoluyla uyarılması ikinci çocuklukta sık

sık rastlanan bir davranıştır.

Üreme Bölgesinin Faaliyeti. Çocuğun erojen bölgeleri

arasında, ötekilerden daha önemli olduğunu

belli etmiyen ve ilk cinsel faaliyetlere kaynak ödt·

vini görmeyen, ama daha sonra en önemli rolü oynayan

bir bölge vardır. Bu bölge, erkek çocukta ve

kızda işeme ile ilgilidir (penis, kilitoris). Erkek çocukta,

bu bölge, ilk yaşlarda cinsel uyarmaya yol

açabilecek salgıların tkisinin kaybolmaması için

b.4" mukc;>7;a rbası içinde giiğif. 'Ç"reme c;>rganl-


CiNSiYET VE PSiKANALiZ 121

rını teşkil eden bu erojen bölgenin cinsel faaliyeti,

daha sonraki normal cinsel hayatın başlangıcıdır.

Anatomik durum dolayısiyle, salgıların akışı,

vücudun yıkanması ve oğulması, bazı rastlantılar

(küçük kızlarda bağırsak kurtlarının yer değiştirmesi

), henüz meme çağındaki çocuğun bile, bu bölgelerin

zevk sağlıyabildiğini anlamasına ve duyduğu

zevki tekrarlamak istemesine yol açabilir. Bütün

bunları ve temizlik ile pisliğin sağladığı sonuçların

uyarma bakımından farkı olmadığını hatırlayacak

olursak, hemen hemen hiç kimsenin kaçınamadığı çocukluk

çağı masturbation'unun, bu erojen bölgenin

daha sonraki cinsel hayatta en önemli rolü oynama

sı için gerekli hazırlığı yaptığını inkar edemeyiz.

Uyarmayı ortadan kaldıran ve tatmini sağlayan hareket,

ya elle yapılır ya da butların sıkıştırılması ile

yerine getirilir. Sonuncu hareket daha çok kızlarda.

görülür. Çocukların elle oğuşturınayı tercih etmeleri,

daha sonraları, erkeklerin cinsel hayatında, egemenlik

içtepisinin ne kadar önemli bir rol oynıyacağını

gösterir ( 4 7) .

Çocuk masturbation'unun üç döneme aynlabi

Ieceğini söylersek, konuyu daha fazla aydınlatmış

oluruz. tık dönem emzirilme çağı, ikinci dört yaş

civarında ortaya çıkan ve kısa süren cinsel faaliyet

dönemi, üçüncüsü de ergenlik masturbation'u diye

IJilinen faaliyetin ortaya çıktığı dönemdir. Bilginler,


122 C1NS1YET VE PSlKANALtZ

şimdiye kadar yalnız bu sonuncu dönemle ilgilenmişlerdir.

Çocuk Masturbation'unun ikinci Dönemi. Çocuk

masturbation'u kısa bir zaman sonra ortadan kayboluyor

gibi görünmektedir. Ergenliğe kadar sürecek

olursa, uygar kimselerin gelişiminden uzaklaşan

bir sapma ile karşı karşıyayız demektir. Emzirilme

çağından sonra, belli bir

zamanda, (genel olarak

dôrt yaşından önce) üreme organlarının cinsel içgiidüsü

yeniden canlanır ve yeniden bastırılana kadar

bir süre devam eder. Ya da bastırılmadan

sürekli

olarak devam eder. Bu durumda ortaya çıkan olayları

tek tek incelemeden bir tablo çizmek mümkün

değildir. Ama bu ikinci çocukluk cinsel faaliyetinin

temel özelliği, bireyin hafızasında bilinç-dışı derin

izler bırakması ve bu birey sıhhatli bir kimse olursa

karakterini belirlemesi nevrozlu olursa, bu nevrozun

belirtilerinin ortaya çıkışında rol oynamasıdır

( 48). Hastalık sözkonusu olunca, bu ikinci cinsel dönemin

unutulduğu ve bilinçli hatırlamanın yer değiştirmiş

olduğu görülür. Normal çocukluk amnezisini

bu çocukluk cinsel faaliyetine bağlamak istediğimi

daha önce açıklamıştım. Psikanaliz araştırmaları ile,

bu unutulmuş muhtevaları bilince getirmek ve bilinç.

dışı psişik muhtevalardan türeyen zorlamayı orta ·

dan kaldırmak kabildir.

Çocuk Masturbation'unun Yeniden Ortaya Çı

k?.§ı. Meme çocuğunun cinsel uyarılması, ikinci dö-


CtNS1YET VE PStKANALtz 123

nemde, masturbation'la sağlanan bir tatmin, ya da

yetişkinlerde görülen ama, elle oynama

da sağlanabilen bir çeşit kirlenme

olmaksızın

(pollution) tatmini

gerektiren merkezi bir kaşıntı duyumu biçiminde

yeniden ortaya çıkar. Sonuncu durum, kızlarda,

özellikle çocukluğun ikinci yarısında daha sık görülür.

Bu davranışı belirleyen gerçekler iyice bilinmemekle

birlikte, daha önceki masturbation faaliyetlerinden

çıktığı sanılmaktadır. Bu cinsel davranışların

belirtileri pek zengin değildir. Üreme organları

henüz gelişmemiştir ve asıl işaretler, bu üreme or·

ganlannın bekçisi diyebileceğimiz işeme aygıtı tarafından

gösterilir. Bu dönemdeki mesane hastalıklarından

çoğu, cinsel bir nitelik taşır. Gece ݧe?neleri,

sara sözkonusu değilse, cinsel kirlenmelere tekabül

eder.

Cinsel faaliyetin yeniden canlanması, dış ve iç

nedenlerle belirlenmiştir. Nevroz'larda belirtilerin incelenmesi

ve yapılan psikanaliz incelemeleri, bu nedenleri

ortaya çıkarmamız konusunda bize yardım

etmektedir. İç nedenlerden daha ilerde söz edeceğiz.

Dış nedenlere gelince,

bunlar, bu arada çok önemli

bir rol oynamaktadırlar. Bunların ilki, çocuğu zamanından

önce bir cinsel nesne haline getiren baştan-çıkarmanın

etkisidir. Böylece, elverişli şartlarda,

çocuk, üreme organlarının tatmin edilmesi olayını

yaşar ve bu tatmini tekrarlamak için masturbation'a

başvurur. Bu çeşit etkiler, yetişkinlerden


124 CtNS1YET VE PStKANALtZ

ya da öteki çocuklardan gelebilir. İsterinin etioloj\si

konusunda yaptığım çalışmalarda, baştan-çıkarmanın

sık sık görülmesini ve önemini gerektiğinden

fazla büyüttüğümü kabul edemem. Bununla birlikte,

araştırmayı yaptığım sırada, normal kimselerin de

çocukluklarında aynı etkiler altında kaldıklarını bil ·

miyar ve bu yüzden cinsel yapı ile gelişimde rastlanan

faktörlere, baştan-çıkarmalar kadar değer ver·

miyordum. Oysa, çocuğun cinsel hayatını uyandırmak

için herhangi bir baştan- çıkarmanın gerekme·

diği ve bu uyanışın, iç kaynaklardan kendi kendine

ortaya çıkabileceği besllidir.

Çokşekilli -Sapık-- Yatkınlık. Baştan-çıkarmanın

etkisinde, çocuğun çok şekilli bir sapık haline

girebileceğini ve her çeşit transgression'a sürüklenebileceğini

bilmek çok ilgi çekicidir. Demek ki,

çocuğun bu duruma girmeğe yatkınlığı vardır. Bu

çeşit sapıklıklann oluşması, pek az engelle karşılaşır.

Çünkü, cinsel aşınlıklara karşı duracak olan psişik

engeller (utanç, tiksinti ve ahlak), çocukta henüz

teşekkül etmemiştir ya da teşekkül etmek üzeredir.

Bu bakımdan, çocuğun çok şekilli sapık yatkınlığı

taşıyan okumamış vasat kadınlardan farksı:ı

davrandığı söylenebilir. Böyle bir kadın, olağan şartlar

içinde cinsellik bakımından normallik gösterdiği

halde, usta bir baştan-çıkarıcının etkisinde kaldığı

zaman, her çeşit sapıklıktan zevk alabilir ve bu sapıklığı

cinsel faaliyet olarak benimseyebilir. Fahişe-


CtNStYET VE PStKANALtz 125

nin de bu çokşekilli sapıklık yatkınlığını mesleği

gereği kullandığını biliyoruz. Fahişelerin ve fahişeliği

meslek edinmedikleri halde, onlar gibi davranan

kadınların çokluğu gözönünde tutulursa, sapıklığa

karşı gösterilen yatkınlığın evrensel ve ilkel bir insani

eğilimi dile getirdiği anlaşılır.

Kısmi lçtepi"ler. Baştan-çıkarma, çocuğun cinsel

hayatının başlangıçları hakkında bize önemli bir bil

gi sağlamaz. Tam tersine, baştan-çıkarma çocuk cinsel

içgüdüsü ihtiyacını duymadığı halde, ona ihtiyacını

duymadığı cinsel bir nesne sağlamış olduğu için,

bizi bu konuda yanıltabilir. Bununla birlikte, erojen

bölgelerin birinci derecede rol oynadığı çocuk cinselliğinin,

daha başlangıçtan beri, başka insanları

cinsel nesne gibi almak isteyen eğilimleri de taşıdığını

kabul etmemiz gerekir. Bunlar arasında, erojen

bölgelerden bağımsız olarak ortaya çıkan, ama daha

sonralan cinsel hayatla sıkı bir bağlantı kuran sey ..

redicilik, teşhircilik ve gaddarlık içtepilerini sayabi ·

liriz. Erojen bölgelerin· oynadığı rolün yanıbaşında

bu eğilimlerin de bağımsız davranışlar olarak ilk yıllardan

itibaren süregeldikleri görülür. Küçük çocuk,

utanç nedir bilmez. tık yıllarında, vücudunu ve özellikle

üreme organlarını göstermekten belli bir zevk

duyar. Bu sapık isteğin öteki yüzü sayılabilecek olan

başkalarının üreme organlarını görmek isteği, utanç

duyguları belli bir dereceye ulaştığı zaman yani daha

sonraki çocukluk yıllarında ortaya çıkar. Baş-


126 CiNSİYET VE PStKANALtz

tan-çıkarmanın etkisinde, seyredicilik, çocuğun cinsel

hayatı bakımından büyük bir önem kazanabilir.

Normal ve nevrozlu kimselerin çocukluk yıllan ile

ilgili olarak yaptığım araştırmalar, çocuktaki bakma

(seyretme) eğiliminin kendiliğinden bir cinsel

davranış gibi belirdiğini göstermektedir. Masturbation

yolu ile dikkati bir kere üreme organlarına çekilmiş

olan çocuklar, dış bir etki olmazsa, bu yolda

devam eder ve arkadaşlannm üreme organlarına.

karşı büyük bir ilgi duyarlar. Bu merakı tatmin etme

imkanı işeme ve dışarı-çıkma olaylan sırasında

kolayca elde edildiğinden, bu çeşit çocuklar, başkalarını

bu fonksiyonları yaparken gözetlemeğe düşkün

kimseler haline gelirler. Bu eğilim bastırıldıktan

sonra, başkalannm üreme organlarını (kendi cinsi·

nin ya da karşı cinsin üreme organları) görme merakı

rahatsız edici bir istek olarak kalmağa devam

eder ve bazı nevroz olaylannda, belirtilerin ortay

çıkmasında en önemli rolü oynar.

Cinsel içgüdüde bulunan gaddarlık unsuru, erojen

bölgeler ile ilintili cinsel faaliyetlerden, çok daha

bağımsız olarak gelişir. Çocuk, genel olarak gaddarlığa

yatkındır. Çünkü, egemenlik içtepisi başkasının

çektiği acıyı kavramış olmaktan doğan durumla

engellenmiş değildir. Merhamet duyabilme gücil,

daha sonraki yıllarda teşekkill eder. Egemenlik içtepisinin

psikolojik incelenmesi gerektiği gibi yapılmııı

olmamakla birlikte, gaddarlık duygusunun bu


ClNSlYlff VE PSlKANALtz

127

içtepiden çıktığını ve üreme organlannın gerçek rollerini

oynamağa baş:adıkları dönemden önce görüldüğünü

söyliyebiliriz. Bu duygu, daha ilerde, ci.ııael

hayatın, üreme-öncesi organizasyonu diye adlandıracağımız

belli bir dönemini baştanbaşa etkisi altında

tutar. Arkadaşlanna ve hayvanlara karşı gaddarlık

gösteren çocukların erojen bölgeler bakımından

erken ve şiddetli bir cinsel faaliyet yaşamış ol·

dukları ileri sürülebilir. Bu durumlarda, bütün cinsel

içtepiler zamanından önce gelişmiş olmasına rağmen,

bunlar arasında en kuvvetlisinin erojen bölge

faaliyetleri olduğu doğrudur. Şefkat ve acıma duygu:annın

engelleyici fonksiyonu gerçekleşemezse,

çocukluk çağında gaddarlık ve erojen bölgeler arasında

kurulmuş olan bu bağlantı, bütün hayat boyunca

sürecek kadar tehlikeli hale gelebilir.

J. J. Rousseau'nun "İtiraflar"ından beri bütüu

eğitimciler, gaddarlığa karşı duyulan pasif içtepinin

(mazoşizm) erojen bir kaynağının, kabaetlerin acı

vermek yoluyla uyanlması olduğunu bilmektedirler.

Eğitimciler haklı olarak uygarlığın etkisinde yaşıyarak,

libidolannı yan yollardan geliştirmek tehlikesiyle

karşılaşan çocuklara dayak cezası verilirken,

vücudun bu bölgesine (kabaetleri) vurmaktan çekinmek

gerektiği sonucunu çıkarmışlardır ( 49).


128

CiNSiYET VE PSiKANALiZ

ÇOCUGUN C İ NSEL ARAŞTIRMALARI

Öğrenmek isteği. üç ila beş yaş arasında, çocuğun

cinsel hayatı belli bir zenginliğe ulaştığı sıra ·

da, bilmek ve araştırmak isteğinden doğan bir faaliyetin

de başladığı görülür. Öğrenmek isteği temel

içgüdüsel bir unsur sayılamaz. Onu, cinselliğe bağlamak

da kabil değildir. Bu faaliyet bir yandan ele

geçirmenin

yücelmiş bir· biçimini dile getirir, öte

yandan bu faaliyeti yürüten enerji de seyretmek ih·

tiyacından doğar. Bununla birlikte, öğrenmek isteğinin

cinsel hayatla çok önemli ilintileri vardır. Psikanaliz,

çocuklann öğrenme isteğinin olağanüstü erken

ve şiddetli bir biçimde cinsel problemlere yönelmiş

olduğunu ve merak denilen şeyin önce cinsel

problemler dolayısiyle uyandınldığını ileri sürer.

B fenks Bilmecesi. Çocuğun araştırma ve soruşturmaya

girmesini gerektiren şeyler, teorik değil,

pratik bir bilgi taşıyan şeylerd:ir. Yani, bir kardeşin

dünyaya gelmesinden doğan ve çocuğun kendi yaşama

şartlarını, kendisine karşı gösterilen ihtimam ve

sevgiyi tehlikeye koyan doğum olayı onu, uzun uzun

düşündürür. Çocuk ilk başta, cinsler arasındaki farkın

nereden geldiği konusunda değil, çocukların nereden

geldiği konusunda kafa yorar. Kolayca farkedilen

bir kıyafet değiştirme altında dile gelen bu

bilmece, Sfenksin sorduğu bilmeceden başka şey de-


C1NS1YET VE PStKANALtz 129

ğildir. İki cinsin bulunması, çocuk tarafından ilze·

rinde fazla durulmadan kabullenmiş bir gerçektir.

Küçük erkek çocuklar, karşılaştıkları kimselerin de

kendilerininki gibi bir üreme organına sahip olduğunu

düşünür ve başkaları kavramı ile bu organının

bulunmayışı halini yanyana getiremezler.

iğdiş Edilme Kompleksi ve Penis isteği. Küçük

erkek çocukları bu düşünceyi, kendilerini yalancı çıkaran

gerçekler karşısında bile inatçılıkla savunurlar.

Bu düşünce ve inançlarının yanlış olduğunu, birtakım

şiddetli ruhsal çatışmalar yaşadıktan sonra

kavrarlar. Kadının kaybolmuş olan bu penisinin yerine

başka şeylerin konması, çeşitli sapıklıklara kaynaklık

eder (50).

Bütün insanların aynı üreme organına, yani erkek

üreme organına sahip olduğunu ileri süren bu

düşünce, çeşitli sonuçlara götürebilen ve ilgi çekicilik

niteliği taşıyan çocuk cinsel teorilerinin ilkidir.

Biyoloji kadın klitorisinin, penis yerini almış bir organ

olduğunu ileri sürse bile bu, çocuk için önemli

sayılmaz. Oysa, küçük kız, kendisindekinden farklı

bir üreme organı bulunabileceğini kolaylıkla kabul

eder. Erkek çocuğun üreme organlannı görünce,

onun penisine gıpta eder. Ve böylece, kadın hayatında

çok önemli bir yer tutan erkek olma isteği teşekkül

etmeğe başlar.

F. 3


130 CtNStYET VE PS1KANAL1Z

Doğum Teorileri. Ergenlik çağından önce, çocukların

nereden geldiği konusunda uzun uzun düşündüklerini

hatırlayan birçok kimse vardır. Bu ko

nuda vardıkları açıklama biçimleri birbirine uymuyordu.

Bu teorilerden bir kısmı, çocuklann göğüsten

doğduklarını, bir kısmı yarılmak suretiyle ya da

göbeğin açılmasiyle karından çıktıklarını ileri sürüyordu

(51). Psikanalizin yardımı olmaksızın, çocukluk

çağında bu konu üzerinde yapılmış araştırmalar

pek az hatırlanır. Bir bastırma ortaya çıkarak, bu

araştırmaları itmiştir. Bununla birlikte, sözü geçen

araştırmaların vardığı sonuç bir ve tektir. Yani, bu

araştırmaların sonucuna göre, herhangi bir kimse

ancak özel bir besin almak şartiyle çocuk sahibi olabilir

(masallardaki gibi) ve bu çocuğu ancak dışarı-çıkma

sırasında doğurabilir. Bu çocuk teorileri,

memeliler dışındaki canlılarda, işeme, dışarı-çıkma

ve üreme için tek bir organdan faydalanılması gibi

zooloji olaylarını hatıra getirmektedir.

Cinsel Birleşmenin Sadist Anlamı. Çocukların

herhangi bir şey anlamadığını düşünerek, yanlarında

cinsel birleşme yapıldığı ve böylece çocuğa bu

olayı görmek imkanı sağ"andığı zaman ; çocuk, cinsel

birleşmeyi kötü bir muamele ya da zor kullanma

sanır. Yani, bu olayı sadist bir davranış gibi görür.

Psikanaliz, ilk çocuklukta edinilmiş böyle bir izlenimin

(intibam), cinsel amacın daha sonraki yer değiştirmesinde

önemli bir rol oynadığını açıklam1-


CİNSİYET VE PStKANAUZ 131

tır. Çocuklar, cinsler arasındaki bağıntının, daha

doğrusu evliliğin ne olduğu konusunda da kafa yo ·

rarlar. Sonunda, genel olarak bu bağlantının, işeme,

ya da dışarı-çıkma sırasında gerçekleşen bir birleşme

olduğunda karar kılarlar.

Çocuk Cinsel Araştırmasının Başarısızlığı. Çocukların

ileri sürdükleri cinsel teorilerin, genel ola·

rak, çocuk cinsel hayatının bir yansıması sayılabileceği

ve garip yanılmalara rağmen, cinsel süreç (vetire)

konusunda sanıldığından fazla hakikat taşıdıkları

söylenebilir. Çocuklar, annelerinin gebeliğim

de farkeder ve bu durumu doğru bir biçimde yorumlarlar.

Çocuklan leyleklerin getirdiği söylendiği zaman

buna inanmadıkları, ama hiç bir tepki de göstermedikleri

görülür. Ne var ki, cinsel hayatta, spermanın

ve vajina deliğinin oynadığı rolü (bu rol, çocuğun

cinsel hayatında henüz ortaya çıkmamıştır),

bilmeyen çocuk araştırmalannda doğru bir sonuca

varamaz. Araştırmaları artık bir yana bırakır. Ama

bu bırakış, onun öğrenme isteğine çoğu zaman büyük

bir zarar verir. İlk çocukluk yıllarının cinsel

araştırmalarını yaparken çocuk yapayalnızdır. Bu

davranış, dünya karşısında bağımsız olarak davranmasının

ilk adımıdır. Ama aynı davranış, daha önce

sınırsız bir şekilde güvendiği ve inandığı yakınları

ile onun arasına bir yabancılığın girmesine yol açar.


132 CtNStYET VE PStKANALtZ

CİNSEL ORGANİZASYONUN GELİŞME

DÖNEMLERİ

Çocuk cinselliğinin karakterleri olarak, otoerotizmi

(cinsel nesnesini kendi vücudunda bulması)

ve kısmi içtepilerin, zevk arama ve sağlama konularında

birbirinden bağımsız ve ayrı olarak faaliyet

gösterişini ileri sürmüştük. Bu gelişmenin sonu, yetişkinlerde

gördüğümüz ve normal dediğimiz cinsel

hayattır. Normal yetişkinde zevk almak, çocuk sahibi

olmak amacının hizmetine girmiştir. Normal

cinsel hayatta, o çağa kadar tek bir erojen bölgenin

etkisinde olan kısmi içtepiler, yabancı bir cinsel

nesnede cinsel amaca ulaşmak için sağlam bir organizasyon

teşkil ederler.

Üreme-öncesi Organizasyon. Psikanaliz yardımıyla,

durdurmaları (inhibition) ve bu gelişmenin

aksaklıklarını incelediğimiz zaman bir çeşit cinsel

rejim ortaya koymuş olan içtepilerin böyle bir organizasyonun

temellerini ve ilk katlarını kurmuş olduklarını

görüyoruz. Cinsel organizasyonun bu dö·

nemleri çocuk tarafından kolayca geçilir ve bu dÖ··

nem ancak birtakım hafif belirtiler dolayısiyle farkedilebilir.

Ancak marazi hallerde, bu dönemler aktif

ve kolayca gözlenebilir duruma girerler.

Üreme bölgelerinin birinci dereceden rol oynamadığı

cinsel hayat organizasyonlanna, üreme-ön·


ClNSlYET VE PS1KANAL1Z 133

cesi dönemi diyeceğiz. Şimdiye kadar bunların misini

görmüştük. Gördüğümüz iki organizasyon hayvarı

hayatının ilkel biçimlerine bir geri dönüşü hatırımıza

getiriyordu.

Üreme-öncesi cinsel organizasyonların birincisi

ağızla ilintili (aral) olandı. Buna yamyamlığı hatırlatan

organizasyon da denebilir. Bu organizasyonda,

cinsel faaliyet henüz besin almaktan ayrılmamı§

ve iki fonksiyon arasındaki fark belirmemiştir. Bir

faaliyetin amacı öteki faaliyetin de amacıdır. Cinsel

amaç, nesnenin vücuda kaynaştırılmasından başka

ey değildir. Bu olay, daha sonra psişik hayatta çok

önemli bir rol oynayacak olan özdeşleşme (aynileşme-identification)

olayının ilk ve temel örneğidir.

Ancak hayali bir varlığı olan ve sadece patolojinin

bize öğrettiği bu organizasyonun bir kalıntısı olarak

parmak-emme faaliyetini gösterebiliriz. Gerçekten

de, parmak-emmede, beslenme faaliyetinden ayrılmış

olan cinsel faaliyet, yabancı nesnenin yerine, bu

faaliyeti yapanın vücudunun bir parçasını koymaktan

başka şey değildir (52).

İkinci bir üreme-öncesi dönemi, sadist-anal organizasyondur.

Burada, cinsel hayatın her yanında

bulunan karşıtlığın teşekkül ettiğini •görüyoruz.

Ama burada karşıtlık halinde bulunan henüz dişi

ile erkek arasındaki karşıtlık değil, aktif ve pasif

arasındaki karşıtlıktır. Buradaki aktif unsur, kaslara

bağlı bir egemenlik içtepisi olarak ortaya çıkı-


134 ClNSlYET VE PSlKANAUZ

yor. Amacı pasif olan organ yerini ise bağırsakların

mukozasının tuttuğu söylenebilir. Her iki içtepi için

de nesne hazırdır ama, bu nesneler birbirine karışmamaktadır.

Bunların yanında, otoerotik faaliyet

gösteren başka kısmi içtepiler vardır. Cinsel karşıtlık

ve yabancı nesnenin bulunuşu bu dönemde görülüyor.

Çocuk yapmak fonksiyonuna hizmet amacıyle

düzenlenmek ve organize olmak bu dönemde

henüz ortaya çıkmamıştır (53).

Çifte Yanlılık. Bu organizilsyon biçimi hayat

boyunca sürebilir ve cinsel faaliyetin büyük bir

kısmını egemenliğine alabilir. Sadizmin birinci derecede

rol oynaması ve anus bölgesinin hem dışkının

atılması, hem de cinsel faaliyete konu olması

bu cinsel organizasyona ilkel bir karakter vermektedir.

Bu organizasyonun başka bir karakteristiği

de Bleuler'in çok yerinde kullandığı gibi, çifte yanlılık

(ambivalence ) terimi ile anlatılabilecek olan

özelliktir. Bu terim karşıt içtepilerin eşit kuvvette

olduğunu dile getirmektedir.

Cinsel hayatta üreme-öncesi organizasyonlar

olduğunu ileri süren bu varsayım, nevrozların çözümlenmesine

dayanmaktadır ve nevrozlar hakkındaki

bilgi olmaksızın değerlendirilemez. Psikanaliz

araştırmalarının, normal cinsel fonksiyonun yapısı

ve gelişmesi konusunda bize gittikçe daha fazla bilgi

vereceğini ummak yanlış olmaz.

Çocuk cinsel hayatının tablosunu tamamlamak


ClNSlYC.1 VE PSlKANAUZ 135

için bir nesne seçiminin çoğunlukla, hatta her zaman

gerçekleştirildiğini (bu seçimin ergenlik çağının

karakteristiği olduğunu belirtmiştik) söylemeliyiz.

Bu nesnenin seçilmesi, bütün cinsel eğilimlerin

amaçlarına konu teşkil eden bir kimseye doğru

yönelmelerini sağlıyaca.k biçimde yapılmaktadır.

Bu durum, ergenlikten sonraki değimiyecek organizasyona,

çocukluk çağında yaklaşabilmenin ulaştığı

en uç noktadır. Ergenlikten tek farkı, çocuklukta,

kısmi içtepilerin üreme organlarının egemenliği

altında toplanmasının pek zayıf olması, ya da

hiç gerçekleşmemiş olmasıdır. Demek ki, bu egemenliğin

çocuk yapmanın hizmetine girmesi, cinsel gelişmenin

ulaştığı son dönemdir (54) .

Nesne Seçiminin iki Dönemi. Nesne seçiminin

iki dönemde ya da iki itilişte gerçekleşmesi ö

nemli bir özelliktir. tık itiliş, üç ila beş yaşlar arasında

gerçekleşmekte ve örtükllik dönemi gelince,

sona ermekte ya da bastınlmaktadır. Bu seçim döneminin

ana özelliği cinsel amaçlarının çocukça yapısıdır.

!kinci itiliş, ergenlikle birlikte başlar ve

cinsel hayatın artık değişmiyecek olan biçimini belirler.

Nesne seçiminin iki dönemde yapılması, yani

araya bir örtüklük devresinin girmesi, artık değiş·

miyecek cinsei hayatın aksaklıklarının ortaya çıkışında

önemli bir rol oynar. Çocukluk çağının nesne

seçiminin etkileri ya olduğu gibi süregider, ya da


136 CtNStYET VE PSlKANAUZ

ergenlikte yeniden canlanır. İki dönem arasındaki

bastırmalar yüzünden seçim nesnesi kullanılmaz

hale girer. Bylece ortaya konan cinsel amaçlar gittikçe

yumuşak ve bu dönemde cinsel hayatın şefkatli

yanı diye adlandırılabileceğimiz özelliği meydana

getirirler. Bu şefkatin, saygının ve hayranlığın

ardında, artık kullanılmaz hale gelen çocukluk çağının

eski kısmi içtepilerinin bulunduğunu ancak

psikanaliz araştırmaları açığa vurabilir. Ergenlik

çağının nesne seçimi, çocukluk çağının nesnelerine

yüz çevirmek ve yeni bir duygu akışı olarak ortaya

çıkmak zorundadır. Bu iki akışın birbirine katılmaması,

çoğu kere cinsel hayatın bir amacının,

yani bütün istek ve eğilimlerin tek bir insanda birleşmesi

amacının gerçekleşememesi sonucunu doğuracaktır.

ÇOCUK C1NSELL1G1N1N KAYNAKLARI

Cinsel içgüdünün kaynaklarını bulmağa çalışırken,

cinsel uyarılmanın ; (a) öteki organik süreçlerle

ilintili olarak duyulmuş bir tatminin taklit

edilmesinden, (b) erojen bölgelerin çevreden gelen

uyarmalarından, (c) kökünü, pek iyi anlıyamadığımız

bir içtepinin, sözgelimi seyretmek, ya da gaddarlık

etmek gibi bir içtepinin sonucunda ortaya

çıktığını gördük. Yetişkinlik çağı üzerinde yapılan


ClNStYET VE PSiKANALiZ

137

ve çocukluk çağının incelenmesini gerektiren psikanaliz

araştırmaları ile çocuğun doğrudan doğnıya

gözlenip incelenmesi konusundaki çalışmalar,

bize daha başka sürekli cinsel uyarılma kaynaklan

öğretmektedir. Çocuğun doğrudan doğruya gözlenmesi,

yanıltıcı verilerle uğraşmak gibi bir tehlikeyi

de birlikte getirmektedir. öte yandan, psikanaliz,

nesnesine ve sonuçlanna ancak dönüşler yaparak

ve arka yollardan giderek varabildiği ıçın

güçlükle uygulanmaktadır. Ama buna rağmen, her

iki metoddan faydalanmak yoluyla, bu konuda yeterince

kesinlik elde etmek kabildir.

Erojen bölgeleri incelerken bu bölgelerin duyarlık

bakımından daha kuvetli olduğunu görmüştük.

Bu duyarlık, belli bir ölçüye kadar bütün üstderide

bulunmaktadır. Bu bakımdan, derinin genel

duyarlığının bazı biçimlerinin erojen bir faaliyetle

açıklanabileceğini öğrendiğimiz zaman şaşırmamamız

gerekir. Bunlar arasında, hepsinden önce, ısıya

karşı gösterilen duyarlığı söylemeliyiz. Bu, sıcak

banyoların terapötik etkilerini anlamamız konusunda

da bize yardım edebilir.

Mekanik Uyarılmalar. Bu arada, vücudun ritmik

ve mekanik bir biçimde sallanmasından doğan

cinsel uyarılmadan da söz etmeliyiz. Uyarıcı etkileri,

deriyi etkileyenler ve kaslarla eklemleri etkileyenler

olmak üzere ikiye ayırmak kabildir. Şimdilik

"cinsel uyarılma" ve "tatmin" kelimelerini


138 C1NS1YET VE PSlKANAUZ

ayrı tutmaksızın

kullanacağımızı ve aralarındaki

farkı daha sonra açıklayacağımızı bildirmemiz doğru

olur. Bu çeşit bir zevkin, mekanik uyarımlarla

sağlandığının en sağlam delili, çocukların salıncak

gibi pasif hareket temeline dayanan oyunlardan

hoşlanmaları ve bunlardan hiç bir zaman bıkmamalarıdır

(55). Salıncağın, huysuz çocukları uyutmak

için kullanıldığını da biliyoruz.

Otomobille ya da

trenle yapılan bir yolculuk sırasında duyulan sarsıntılar

çocukların o kadar hoşuna gider ki, çocukluğunda

hiç olmazsa hayatında bir kere şoför, ya da

makinist olmak istemiyen kimseye rastlamak kabil

değildir. Çocuklar, şimendiferle ilintili her şeye karşı

öyle esrarlı bir ilgi duyarlar ki, hayal gücü çağına

eriştikleri zammı, yani ergenlikten hemen sonra,

şimendiferi belirli bir cinsel sembolizmin

temeli

haline getirirler. Şimendifer yolculuğunu cinsellik

ile bağlantı haline getirınek,

hareket duyumunun

zevk verici özelliğinden doğmaktadır. Daha sonraları,

bastırmanın etkisiyle bu çocukça sevgi ve düşkünlükler

tam terslerine dönüştükleri zaman, sözü

geçen hareketlerden hoşlanan çocuklar, yetişkin haline

gelince, aynı hareketlerden mide bulantısı duymaya

ve tren yolculuğu yaptıkları zaman yorgunluktan

bitkin bir hale gelmeğe başlarlar. Ya da seyahat

sırasında tedirginlik ve boğuntu duyarak V·

kazalardan korkarak, kendilerini bu acı verici tecrübenin

tekrarlanmasına karşı korumuş olurlar.


ClNSlYET VE PSlKANAUZ 139

Korku ve mekanik sarsıntının bir arada bulunuşunun

çok feci isterik traumalara yol açmasını

da bu açıdan ele alarak açıklamak gerekir. Önemsiz

bir ölçüde, cinsel uyanın kaynağı olabilen bu

olayların, aşırı bir ölçüde kendilerini gösterdikleri

zaman, cinsel işleyişte önemli aksaklıklara sebep

olduklarını kabul etmek gerekmektedir.

Kas Faaliyeti. Çocukların kas faaliyetine geniş

ölçüde ihtiyacı olduğu ve bu ihtiyacın tatmin

edilmesinden büyük bir zevk duydukları bilinmektedir.

Ama bu zevkin cinsellik ile ilintili olup olmadığını,

kendi içinde bir cinsel tatmini kapsayıp

kapsamadığını, ya da cinsel bir uyarımın kaynağı

olup olmadığını söylemek başka bir işdir. Bunlara

karşı gelmek, yukarda açıkladığımız düşünceye,

yani pasif hareketlerden ·edinilen duyumların cinsel

bir karakter taşıdığı ya da cinsel bakımdan u­

yarıcı oldukları düşüncesine de karşı gelmek demektir.

Bununla birlikte, birçok kimsenin üreme

organlarındaki ilk uyarımı, oyun arkadaşları ile

çekişirken ya da güreşirken duymuş oldukları da

bir gerçektir. Bu durumda, kas faaliyeti önemli bir

rol oynadığı gibi, güreşilen kimsenin derisine değmenin

de önemli bir rol oynadığı besbellidir. Belli

bir kimseyle kas ve kuvvet bakımından yanşmaya

girmeyi istemek (daha sonraki yıllarda konuşma

bakımından yarışmaya girmek gibi) bu kimsenin

aşk nesnesi olarak seçilmiş olduğunun sağlam bi::


140 CiNSiYET VE PSiKANALiZ

delilidir. "Was sich liebt, das neckt sich" (Sevişenler,

birbirlerini iğnelemekten geri kalmazlar). Güreş

ile cinsel uyarılma arasında çocukluk çağında

gerçekleştirilen ilinti daha sonraki cinsel davranışlann

belirleyici bir temeli olur (56) .

Duygusal Süreç. Çocuğun öteki uyarılma kaynatları

daha kolayca gözlenebilir. Dolaysız gözlem

ve gerilere giden incelemeler

sayesinde, her çeşit

şiddetli duygu sürecinin, hatta dehşete düşürücü

uyarımlann bile cinselliği etkilediği anlaşılmıştır.

Ayrıca bu sözü geçen heyecanların, marazi etkiRi

konusunda da bizi aydınlatabilir. Okul çocuğunun,

bir imtihan ya da güç bir ödevi yerine getirmek

için harcadığı dikkat yüzünden cinsel belirtiler gösterdiğini

ve okulla arasındaki bağlantıyı şu ya da

bu şekle soktuğunu görüyoruz. Bu çeşit heyecanlar

(uyanmlar) içinde çocuk, üreme organlarına dokunmaya

zorlayan bir duyuma kapılır, ya da kötü ve

tatsız sonuçlar veren bir kirlenme-benzeri durumla

karşılaşır. Çocuğun, öğretmenler tarafından genel

olarak pek anlaşılmayan okul davranışları, yeni yeni

gelişen cinselliği açısından ele alınmalıdır. Korku,

yılgınlık ve boğuntu gibi duyguların cinsel uyanmlar

doğurmaları yetişkinlerin birçoğunun bildiği ve

yaşadığı bir olaydır. Birçok kimsenin bu çeşit duyumlar

aramalarını, ama onların birtakım özel şartlarla

hafifletilerek

sağlıyacak halleri

gerçek-dışı gibi görülmelerini

(kitap okumak, tiyatro seyret-


CtNStYET VE PStKANAUZ 141

mek) tercih etmelerini de ancak bu bakımdan açıklayabiliriz.

Acı doğuran duyguların çeşitli şartlar dolayısiyle

hafifletildikleri durumlarda, erojen sonuçla!'

sağlayabildiklerini kabul edecek olursak, bu psişlk

gerçekte, sadist-mazoşist içtepinin köklerini bulmuş

ve böylece çok karmaşık bir nitelik taşıyan sadistmazoşist

eğilimlerin temeli hakkında daha fazla bilgi

edinmiş oluruz (57) .

Fikir Çalışması. Dikkatin herhangi bir fikir

problemi üzerinde toplanmasına ya da genel ola11-k

zihni gerilim denilen şeye, (gençlerin birçotunda

ve yetişkinlerde ) cinsel bir uyarımın eşlik ettiğini

biliyoruz. Bu, sinir hastalıklarının etiolojisini zihni

sürmenaja dayandıran ve üzerinde çok tartışılan

teorinin biricik temeli olarak görülebilir.

Çocuğun cinsel uyarımlannın kaynaklan ile

ilgili örneği ve gözlemleri (bunlar eksiksiz değildir)

özetliyecek olursak, şu temel ilkeleri ortaya atabiliriz

: Özü anlayışımızı aşan cinsel uyarılma süreci

(vetiresi) çeşitli nedenlerin etkisi altında harekete

gelmektedir. Bu etkiler, dolaysız olarak duyarlığa

sahip deri yüzeylerinin ve duyum organlarının uyarılmasıdır.

Daha dolaysız olan etkiler ise, kendilerini

erojen denilen bölgeler üzerinde duyurmaktadırlar.

Bütün bu çeşit cinsel uyarımların kriteri (kıs··

tası ) uyarımların niteliğinde aranmalıdır. Ama şiddet

faktörünün (özellikle acı duymada) önemsiz ol-


142 CtNStYET VE PStKANALiZ

madığını da unutmamak gerekir. Bundan başka, o.rga.nizmada

bulunan bazı yatkınlıkların, bazı iç süreçler

doğurduklarını ve bu süreçler belli bir niceliğe

ulaşınca cinsel uyarılmayı ek bir etki olarak

ortaya çıkardıklarını söylemeliyiz. Cinselliğin kısmi

içtepileri diye adlandırdığımız şeyler ya cinsel uyarımın

bu iç kaynaklarından doğrudan doğruya türemişler,

ya da bu kaynakların ve erojen bölgelerin

etkilerinin bir araya gelmesinden doğmuşlardır. Organizmada

ortaya çıkıp da cinsel içgüdünün uya-·

rılmasına şu ya da bu biçimde katılmayan önemli

bir şeyin mevcut olmadığını söylemek yanlış olmaz.

Şimdilik bu genel düşünceleri daha apaçık bir

biçimde açıklamak mümkün değil. Bunun da iki nedeni

var : Birincisi, bu çeşit araştırmaların yeniliği,

ikincisi de, cinsel uyarmanın özünün ne olduğunu bilmeyişimiz.

Bununla birlikte, gelecekte geniş ufuklar

açacağını sandığım iki nokta üzerinde durmak istiyorum

:

Cinsel Bünye Farkl,arı. (a) Yukarıda, doğuştan

getirilen çeşitli cinsel bünyelerin (yapıların ) çeşitliliğini

erojen bölgelerin gelişimindeki farklara indirgemenin

mümkün olduğunu görmüştük. Şimdi aynı

şeyi, cinsel uyarılmanın dolaylı kaynaklarını ele

alırken yapabiliriz. Bu çeşitli kaynakların bütün birylerin

bir iş gördüğünü kabul etmekle birlikte, her

bh-eyde aynı kuvvette ortaya çıkmadığını ve çeşitli

cinsel bünyelerin meydana gelmesinin cinsel uy '.


CiNStYET VE PStKANALiZ

rılrnanın tercihe konu olan bireysel kaynaklarında

bulunabileceğini ileri sürebiliriz (58) .

Karşıt Etkilerin Yolları. Cinsel uyarımların

kaynağı sözünü kullanırken faydalandığımız mecazı

bir yana bırakarak, şimdi öteki fonksiyonlardan

cinselliğe götüren bütün yolların ters yönde de geçilebileceğini

kabul edebiliriz. Sözgelimi; her iki

fonksiyonu da birlikte yapabilen, ağız bölgesi besin

alınma sırasında cinsel tatmine yol açıyorsa, yine

aynı fonksiyon, bu ortaklaşa erojen bölgenin işleyişi

aksaklığa uğratıldığı zaman, besin almak konusunda

görülen güçlükleri de açıklamalıdır. Dikkatin

bir konu üzerinde toplanmasının cinsel uyarım doğurabildiğini

öğrenince, ters yönde işleyen cinsel

heyecanın iradi bir biçimde dikkat gösterip gösterememek

üzerinde etkisi olduğunu da kabul etmemiı

gerekir. Cinsel sürecin aksaklıklarına geri götürebildiğim

nevroz belirtilerinin büyük bir kısmı, kendisini

cinsel olmayan öteki organik fonksiyonlann

aksaklıklarında açığa vurmakta ve bugüne kadar

anlaşılmayan bu etki, cinsel uyarımların ortaya çıkışını

kontrol eden etkilerin öteki yüzü olarak düeünüldüğü

aman, daha kolay anlaşılır bir şey haline

gelmektedir.

Cinsel aksaklıkların öteki somatik fonksiyonlar

üzerinde yansırken takibettiği yollar, normal bir

kimsede çok önemli olan bir başka faaliyete hizmet

etmektedir. Cinsel içtepilerin cinsel olrnıyan amaç-


144

ClNSlYET VE PSlKANAUZ

lara yönelmesi, yani cinselliğin yüceltilmesi olayı,

bu yollar vasıtasiyle mümkün olmaktadır. Bununla

birlikte, varolduğundan ve her iki yönde de işlediğinden

emin olduğumuz bu yollar hakkında pek az

kesin bilgiye sahip olduğumuzu söyliyerek bu araştırmamızı

sona erdirmek zorundayız.


OÇONCO DENEME

ERGENLİKTE ORTAYA ÇIKAN DEC1Ş1MLER

Ergenlikle birlikte, çocuk cinsel hayatım son

şekline getirecek olan değişiklikler ortaya çıkınağa

başlar. O çağa kadar otoerotik karakter taşıyan cinsel

içgüdü, cinsel nesneye yönelıneğe koyulur. Cinsel

içgüdü, ergenliğe kadar birbirinden ayrı olarak

cinsel zevke yönelen kısmi içtepilerde ve erojen bölgelerde

dile geliyordu. Ergenlikle birlikte, yeni bir

cinsel amaç ortaya çıkar. Bu amacın ortaya konulmasına

bütün kısmi içtepiler katılırlar. Aynı zaman·

da, erojen bölgeler, üreme bölgesinin yönetimine girer

(59) . Ortaya çıkan yeni cinsel amaç, cinslere

göre farklılık gösterdiği için, erkek ve dişinin cinsel

gelişimi ayrı yönlerde gerçekleşmeğe başlar. Erkeğin

gelişimi daha kolay anlaşılan bir yol çizdiği

halde, kadının gelişiminde bir çeşit geriye dönüş

ortaya çıkıyor gibi görünür. Cinsel hayatın normalliği,

cinsel nesneye ve amaca yönelmiş olan iki

ayrı akışın, birbirine katışması ile sağlanabilir. Bu,

bir tünelin iki karşıt yönden açılmasına benzer bir

olaydır.

F. 10


146 CİNSİYET VE PStKANALtZ

Erkeğin yeni cinsel amacı, cinsel ürUnUn dışarı

atılmasıdır. Bu, zevk elde etmek biçiminde ortaya

çıkan eski cinsel amaç ile çelişme halinde değildir.

Tam tersine, ulaşılabilen en büyük zevk, cinsel silrecin

bu son faaliyetine sıkı sıkıya bağlanmıştır.

Cinsei içgüdü, böylece çocuk yapma fonksiyonunun

hizmetine girer. Yani, bir bakıma, özgeci (diğerkam)

bir özellik kazanır. Bu değişimlerin başarıya

ulaşması için, değişim sürecinin temel eğilimlere ve

içtepilerin bütün özelliklerine uygun düşecek biçimde

gerçekleşmesi gereklidir.

Yeni topluluklar ve birleşmeerin karmaşık bir

mekanizma içinde gerçekleştiği her yerde olduğu gibi,

burada da yeni düzen yerine iyice oturmadığı

zaman, marazi aksaklıkların ortaya çıkması ihtimali

vardır. Cinsel hayatın bütün marazi aksaklık·

larını, gelişmenin durdurulmaları (engellenmesi)

olarak görmek yanlış olmaz.

ÜREME BÖLGELER1N1N üSTONLüQü VE

tt.KEL ZEVK

Açıkladığımız gelişmenin başlangıcı ve son amacı

kolayca görülmektedir. Ama aradaki geçiş dönemlerini

iyice bilmiyoruz. Bu konuda çözemediği·

miz birçok problemler var.

Ergenliğin en belirgin özelllği, onun karakte-


C1NS1YET VE PSlKANALlZ 147

ristiği sayılmıştır. Bu özellik çocukluğun örtüklük

çağıncia gelişmesi

nisbeten durdurulmuş olan dış

üreme organlarının, göze çarpacak biçimde gelişmesidir.

Aynı zamanda iç üreme organları da cinsel

ürün verecek, ya da yeni bir varlık dünyaya getirmek

amacıyla bu ürünleri kabullenebilecek hale gelmiştir.

Böylece, çok karmaşık bir aygıt (cihaz) gelecekte

kullanılmak üzere hazırlanmış olur.

Bu aygıt, uyarımlarla harekete getirilebilir.

Gözlemler, bu uyarımların üç yoldan etkilediğini öğretiyor

bize : 1 - Erojen bölgeler yoluyla dış' dünyadan,

2 - Henüz iyice bilmediğimiz yollarla iç organik

dünyadan, 3 -

Dış izlenimleri ve iç uyarımları

içinde toplayan psişik hayattan. Bu üç yol, "cinsel

uyanlma" dediğimiz ve hem psişik, hem de somati.k

belirtilerle kendini açığa vuran durumu ortaya

çıkanrlar. Psişik belirti, hemen giderilmesi gereken

ruhsal bir gerilim halinde ortaya çıkar. Çeşitli somatik

belirtiler arasında, üreme organlarında görülen

değişmeler en önemlisidir. Bu değişikliklerin biricik

anlamı, cinsel birleşmeye hazırlık yapılmasıdır

(penisin sertleşmesi ve vajinanın salgıları).

Cinsel Gerilim. Cinsel gerilimin karakteri belli

bir problemi kendisiyle birlikte getirmektedir. Bu

güç problemin çözülmesi cinsel sürecin yorumlanması

bakımından çok önemlidir. Modern psikolojideki

fikir aykırılıklarına rağmen, ben, her gerilim

duygusuna bir hoşnutsuzluğun eşlik ettiğini söyliye-


148 CtNSIYET VE PS1KANAL1Z

cegım. Çünkü gerilim duygusu, psişik dunıınun değiştirilmesi

amacına yönelmektedir. Zevk sözkonusu

olsaydı, böyle bir değiştirme ortaya çıkmazdı. Ama

cinsel uyarılmadan doğan gerilimi hoşnutsuzluk duyguları

arasında sayarsak, bu gerilimin zevk vermesi

gerçeğiyle çelişmeye düşmüş oluruz. Cinsel uyarılmadan

doğan gerilim her yerde zevk duygusuyla

birlikte ortaya çıkıyor, hatta üreme organlarının

hazırlık değişikliklerinde bile açıkça duyulan bir

tatmin vardır. Öyleyse, hoşnutsuzluk yaratan gerilim

Tle bu zevk duyma arasındaki bağlantı nedir ?

Zevk ve acı problemi, günümüzün psikolojisinin

en zayıf olduğu noktalardan biridir. Biz, üzerinde

durduğumuz konuda bir şeyler öğrenmeğe çalışacağız.

Yoksa, problemi bütün olarak ele alacak değiliz.

Önce erojen bölgelerin ortaya çıkan yeni duruma

nasıl uyduklarını gözden geçirelim ( 60) . Cinsel uyarılmanın

hazırlanışında bu bölgelere çok önemli bir

rol düşmektedir.

Cinsel nesneden en uzak bir bölge olan göz, bize

güzellik duygusunu veren özel uyanlrna niteliğini

tanıtarak, cinsel nesnenin ele geçirilmesinde önemli

bir rol oynar. Cinsel nesnenin niteliklerine "çekici"

(uyarıcı) deriz. Bu çekiş, bir yandan belli bir zevkle

ilintilidir, öte yandan ya cinsel uyarılmanın şiddetini

arttırır, ya da bulunmadığı zaman onun ortaya

çıkmasına yol açar. Bir başka erojen bölgenin uyarılması,

sözgelimi elin değmesi eklendiği zaman so-


CtNStYET VE PS1KANAL1Z 149

nuç farklı değildir. Bu durumda bir yandan hazırlık

değişikliklerinden doğan zevk daha önce duyulan

zevki arttırır, öte yandan gittikçe artan bir zevk duyulmıyacak

olursa, şiddetli bir hoşnutsuzluk duygusuna

yol açacak olan bir cinsel gerilim artışı ortaya

çıkar.

Cinsel bakımdan uyarılma halinde bulunmayan

bir kimsede, aynı anda bir erojen bölgenin (sözgelimi

bir kadının göğüsü) dokunmayla uyarılışını gözönüne

getirecek olursak, durumu daha açıkça anlamış

oluruz. Bu dokunuş tek başına, bir zevk duyulmasına

yol açar. Ama aynı zamanda daha faz:a zevk

duymak ihtiyacını doğuran bir cinsel uyanma sebep

de olabilir. Duyulmuş olan zevk, nasıl oluyor da

daha fazla zevk duymak isteğini uyandırıyor ? Cevabı

verilmesi gereken problem işte budur.

ilkel Zevk Mekanizması. Sözünü ettiğimiz durumda,

erojen bölgelerin oynadığı rol apaçıktır. Bu

bölgelerden birisi için doğru olan ötekiler için de

geçerlidir. Erojen bölgeler, kendi öz uyarılmaları

ile belli ölçüde zevk sağlamak ödevini görürler. Duyulan

bu zevk, gerilimi arttırır ve artan gerilim cinsel

birleşmenin yapılması için gerekli enerjiyi sağlar.

Birleşmenin sondan bir önceki merhalesi bir erojen

bölgenin gerekli biçimde uyarılmasıdır. Yani

penisin başının kendisine en uygun olan vajina mukozası

tarafından uyarılmasıdır. Bu uyarılmanın

sağladığı zevk, bu sefer refleks yoluyla üreme or-


150

CiNSiYET VE PSiKANALiZ

ganı ürünlerini (tohumlan) dışarı atar. Bu son

zevk, şiddet bakımından ötekilerden daha yüksektir

ve mekanizması bakımından da onlardan aynlır.

Bu zevk, tohumun dışarı atılmasiyle eksiksiz olarak

gerçekleşmiş olur. Bu, hem zevk, hem de aynı zamanda

tatmindir. Böylece, libidonun gerilimi bir süre

için orta.dan kalkar.

Birisi erojen bölgelerin uyarılmasından, öteki

de cinsel ilrilnün dışarı atılmasından doğan bu iki

zevk arasındaki farkı iki ayn kelimeyle belirtme!>:

yanlış olmaz sanırım. Bu zevklerin birincisine, ilkelzevk,

ikincisine de son-zevk, ya da cinsel birleşmenin

tatmin edici zevki denebilir. Demek ki, ilkel-zevk,

çocuk cinsel içgüdüsünün sağladığı ama, şiddeti daha

az olan zevklerden farksızdır. Oysa, son-zevk ortaya

yeni çıkmış olan ve belki de ilk olarak ergenlik ça.

ğında görülen şartlara bağlı bulunan bir zevktir. Öyleyse,

erojen bölgelerin yeni fonksiyonunu şöyle açıklayabiliriz

: Erojen bölgeler, ilkel-zevk aracılığı ile

daha büyük bir tatmin-zevk sağlamak ödevini yerine

getirirler. Erojen bölgeler bu ilkel-zevki çocukluk

çağında da sağlıyorlardı.

Üst dereceden bir tatminin, ilk çekicilik değerini

taşıyan daha hafif duyumlar sayesinde elde

edildiğini, başka bir psişik alandan aldığım bir örnekle,

açıklamıştım. Bu örnek, bize zevk duyma denilen

olayın özüne yaklaşabilme imkanı sağlamıştı.

ilkel-Zevkin Tehlike"leri. Bununla birlikte, ilkel-


ctNStYET VE PStKANAUZ 151

zevkin çocuk hayatı ile birlikte bulunması, bu zevkin

patojenik bir rol oynayabilmesi dolayısiyle daha

kuvvetlenmiştir. İlkel-zevkin dile geldiği mekanizmada,

normal cinsel amaca ulaşma konusunda

besbelli bir tehlikenin bulunduğu kolayca görülür.

Cinsel birleşmeye hazırlayıcı sürecin herhangi bir

bölümünde çok fazla ilkel zevk ve çok az gerilim

varsa, bu tehlike ortaya çıkmış demektir. Böylece

cinsel sürecin yürümesini sağlayan asıl itki ortadan

kalkar ve cinsel faaliyetin geçeceği yol adamakıllı

kısalır. Bunun sonucu olarak hazırlık faaliyetleri,

normal cinsel amacın yerini alır. Tecrübeler, böyle

zararlı bir durumun bu işe yol açan erojen bölgenin

ya da kısmi içtepinin, çocukluk çağında olağanüstü

fazlalıkta zevk sağlamış olmasından ileri geldiğinı

göstermiştir. Bu durumu kuvvetlendiren başka nedenler

de varsa, ergenlikten sonraki yıllarda, ilkelzevkin

yeni bir düzene girmesinin önüne geçen bir

zorlama ortaya çıkabilir. Nitekim, sapıklıkların birçoğunun

temelini burada aramak gerekir. Sapıklık,

cinsel sürecin hazırlık faaliyetlerine takılıp kalmaktan

başka şey değildir.

Çocukluk yıllarında, üreme bölgelerinin üstünlüğünü

sağlıyacak hazırlıklar gerçekleşmişse, ilkelzevkin

aşırılığı yüzünden cinsel mekanizmanın işle ·

yişinin başarısızlığa uğramasının onune geçilmiş

olur. Çocukluğun ikinci yarısındaki (sekiz yaşından

eenliğe kadar) hazırlıklar bu sonucu sağlıyacak:


152

CtNSlYET VE PS1KANALtZ

yönde yapılıyor gibi göıiinmektedir. Bu yıllarda.

üreme bölgeleri, olgunluk çağındakinden pek az farklı

bir davranış gösterirler. Bu bölgeler uyancı duyumlara

yataklık ederler ve öteki erojen bölgelerin

tatmini yoluyla herhangi bir zevk duyulduğu zaman

bu bölgelerde hazırlık değişiklikleri ortaya çıkar.

Böylece ortaya çıkan etkinin hiçbir amaca ulaşamıyacağı,

yani cinsel sürecin devam etmesine faydası

olamıyacağı besbellidir. Tatmin zevkinin yanısıra.

çocuklukta belli bir cinsel gerilimin ortaya çıktığı

da doğrudur. Ama bu gerilim sürekli ve şiddetli değildir.

Böylece, cinselliğin kaynaklannı incelerken,

sözkonusu olan sürecin hem cinsel tatmin, hem de

cinsel uyarılma olarak etkilediğini ileri sürmemizin

yanlış olmadığı ortaya çıkmış bulunuyor. Bu, hakikati

ararken, ilk bta çocuk cinselliği ile olgunluk

çağının cinsel hayatı arasındaki farkı gerektiğinden

fazla büyüttüğümüzü ve şimdi bu hatayı düzelttiğimizi

de gösteriyor. Çocuk cinselliğinin eğilimleri

normal cinsel hayattan uzaklaşmaları belirlemekle

kalmaz, aynı zamanda, cinsel hayatın olgunluk çağındaki

normal oluşumlarını da belirler.

CİNSEL UYARILMA PROBLEMİ

Erojen bölgelerin tatmini ile aynı zamanda ortaya

çıkan cinsel gerilimin nereden geldiği ve yapı-


CtNStYET VE PSlKANALtZ 153

sının . ne olduğu hakkında hiçbir açıklama yapmadık.

Bu gerilimin, şu ya da bu biçimde zevkin kendisinden

doğması ihtimali pek zayıftır. Ayrıca, böyle

bir açıklamayı ileri sürmek de kabil değildir. Çünkü

cinsel ürünün dışarı atılması ile duyulan en şiddetli

zevk sırasında gerilimin arttığı değil, ortadan

kalktığı görülmektedir. Demek ki, zevk duyma ile

cinsel gerilimin birbirlerine ancak dolaylı biçimde

bağlı olduklarını kabul etmemiz gerekiyor.

Cinsel Ürünlerin Oynadığı Rol. Ancak cinsel

ürünlerin dışarı atılmasiyle cinsel uyanlmanın normal

bir biçimde sona ermesi gerçeğinin yanısıra, cinsel

gerilimin bu ürünlerle bağlantılı olduğunu gösteren

başka gerçekler de vardır. Cinsel perhiz durumlannda,

üreme aygıtı bir yük gibi hissettiği

ürünlerden geceleyin, zevk dolu bir cisel birleşme

rüyası görmek yoluyla kendini kurtarabilmektedir.

Bu boşalma olayı zaman zaman, ama az-çok düzenli

aralıklarla ortaya çıkar. Bu olayı (gece kirlenmeleri-ihtilam)

açıklamak için, cinsel birleşmenin

yerine, bir aldatıcı rüya koyarak amacına kısa yoldan

varan cinsel gerilimin, cinsel ürün (tohum) haznelerinde

toplanan spermanın çokluğundan doğduğunu

ileri sürenler olmuştur. Cinsel mekanizmanın

güçten düşmesi ile ilintili tecrübeler de bunu doğrulamaktadır.

Tohum yedeği tükendiği zaman, cinsel

birleşme fiilini yapmak imkansızlaştığı gibi, erojen

bölgelerin de gerektiği gibi uyanlabilme niteliğini


154

CINSlYET VE PSiKANALiZ

kaybettikleri görülmektedir. Uygun vasıtalar ile uyarıldıkları

zaman bile bu bölgeler artık zevk sağlıyamazlar.

Bu olay, erojen bölgelerin uyarılabilmesi

için belli ölçüde cinsel gerilimin gerekli olduğunu da

göstermektedir.

Böylece, pek yaygın olduğunu sandığım bir

\.arsayımı (faraziyeyi ) kabul etmek gerekmektedir.

Bu varsayıma göre, cinsel gerilimi sağlayan ve sürdüren

şey, cinsel ürünlerin birikmesidir. Bu ürünlerin

içinde bulundukları haznelerin cidarlanna yaptıkları

basınç, omurilik merkezini etkileyecek ve bu

etki daha sonra yüksek merkezlere geçerek, bildiğimiz

gerilim duygusu halinde bilinçte ortaya çıkacaktır.

Erojen bölgelerin uyanlmasının cinsel gerilimi

arttırması da bu bölgelerin daha önceden teşekkül

etmiş ilintilerle bu merkezlere bağlanmış oldukları

ileri sürülerek açıklanacaktır. Uyarmayı gittikçe

artıran bu merkez etkileri, cinsel uyanmın belli bir

şiddete varmasiyle cinsel birleşme olayına yol açacak,

ya da bu şiddet elde edilmezse cinsel ürünlerin

çıkarılması ile yetineceklerdir.

Krafft-Ebing'in cinsel süreci anlatırken başvurduğu

bu teorinin zayıflığı sadece olgun erkeğin cinsel

faaliyetleri gözönünde tutularak i:eri sürülmüş

olması ve çocuğun, kadının ve iğdiş edilmiş erkeğin

cinsel fonksiyonlarına bu teoride pek az dikkat edilmiş

olmasıdır. Çocuk, kadın ve iğdiş edilmiş erkekte,

olgun erkekte olduğu gibi, bir tohum birikmesin-


CtNStYET VE PSlKANALtZ

155

den söz etmemiz mümkün değildir. Bu yüzden, teo

riyi genel olarak uygulamamız güçleşmektedir. Bu·

nunla birlikte, sözü geçen bu durumlardan bazılarının

yukarki teorinin kapsamına girdiği görülmektedir.

Ama yine de, cinsel ürünlerin birikmesi faktörüne,

yerine getiremediği fonksiyonları yüklemekten

(izafe etmekten) kaçınmalıyız.

iç Üreme Organlarının Onemsenmesi. Cinsel

uyarılmanın belli bir ölçüye kadar. cinsel ürünlerin

ortaya konmasından bağımsız olduğu, iğdiş edilmiş

erkekler üzerinde yapılan gözlemlerden çıkanlabilir.

Hadım dediğimiz bu erkeklerde ameliyatın yarattığı

eksiklik kimi zaman libidoyu etkileyememektedir.

Ama ameliyat yapılırken gözönünde tutulan sonuç,

genel olarak gerçekleştirilmektedir. Demek ki C.

Rieger'in de söylediği gibi, olgun çağlarda erkek tohumlarını

salgılayan bezlerin kaybedilmesi, bireyin

psişik hayatında yeni bir etki ortaya çıkarmamaktadır.

Tohum salgı bezleri bir kimsenin cinselliğini

gerçekten dile getirmezler. İğdiş edilmiş erkeklerle

ilgili tecrübeler, kadın yumurtalıklarının alınmasından

doğacak sonuçlar hakkında eskiden beri bildiğimizi,

yani, tohum salgı bezleri çıkarıldığı zaman

cinsel karakterin kaybolmadığını doğrulamaktan

başka bir şey yapmamıştır. Ergenlikten önce yapılan

iğdiş edilme ameliyatının cinsel karakterleri belli

bir ölçüye kadar ortadan kaldırdığı doğrudur. Ama

bu durumda. cin.şel salgı l;ıezlerinin kaybedilmesi ile


156

CtNStYET VE PStKANALtZ

birlikte, bu kaybedişle ilintili olarak gelişmenin engellenmiş

olduğunu da unutmamamız gerekir.

K'myasal Teori. Yumurtalıkların ve erkek cinsel

salgı bezlerinin alınması üzerinde yapılan tecrübeler

ve bu çeşit yeni organların bazı omurgalılara

aşılanması (Lipschütz ) cinsel uyarılmanın kaynak ·

larını aydınlatmış ve tohum birikiminin oynadığı rolün

sanıldığından daha önemsiz olduğunu göstermiştir.

Deneme yoluyla bir erkeği dişiye ve bir dişiyi

erkeğe çevirmek mümkün olmuştur. Bu değişmeler

sırasında, hayvanın psikoseksüel karakteri somatikseksüel

karakterlerine bağla kalmakta ve onlarla

birlikte değişikliğe uğramaktadır. Ama cinselliği belirleyen

bu etki, özel hücreleri (sperma ve yumurta)

doğuran salgı bezlerinden gelmemektedir. Bu etki,

yukarda adı geçen bilginlerin "ergenlik salgı

bezleri" diye adlandırdıkları ara-dokudan gelmektedir.

Gelecekteki araştırmaların, ergenlik salgı bezlerinin

çifte-cinslilik karakteri taşıdıklarını göstermesi

ve böylece, gelişmiş hayvanların çifte-cinsliliğinin

anatomik bakımdan temellendirilmesi muhtemeldir.

Cinsel uyarılmanın sağlanması ve cinsel karakterlerin

belirmesi konusunda etki yapan biricik

organın bu bezler olmaması ihtimali de vardır. Her

ne olursa olsun, bu yeni buluşlar, tiroid bezinin cinsellik

konusunda oynadığı rol hakkında, bugüne kadar

bildiklerimiz ile bağdaşmaktadır. Böylece, üre.

me salgı bezlerinin ara-dokularının belli özellik ta-


ClNSlYET VE PSlKANALtz 157

şıyan kimyasal maddeler çıkardıklannı ve bunların

kana karışarak merkezi sinir sisteminin bazı parçalarını

cinsel bir gerilimle doldurduğunu ileri sürebiliriz.

Bu çeşit toksik uyarımların özel organik uyarımlar

haline dönebileceğini, vücuda sokulan başk:ı

toksik ürünlerin yaptığı etkilerden biliyoruz.

Cinsel sürecin başlamasına yol açan salt toksik,

ya da fizyolojik uyarımları varsayımsal bir biçimde

de olsa incelemek konumuzun dışında kalmaktadır.

Aslında bu özel varsayımın büyük bir değeri

olduğunu sanmıyorum. Bu, varsayımdaki orijinal

yanı, yani cinselliğin kimyasal özellikleri olduğunu

belirten yanı kabul eden herhangi bir varsayımı,

onun yerine koyabilirim. Çünkü, keyfi gibi

görünen bu varsayımın en önemli yanı, şimdiye kadar

pek dikkat edilmeyen çok ilgi çekici bir olaya

dayanmasıdır. Cinsel hayatın aksaklıklanndan başka

bir şeye geri götürülemiyen nevrozlar, klinik bakımdan

zevk verici zehirli maddelerin (alkaloid) nUrekli

olarak alınmasından doğan zehirlenme olaylanna

çok benzemektedirler.

LİBİDO TEORİSİ

Cinsel uyanlınanın kimyasal temelleri ile ilintili

olarak ileri sürülen varsayım, cinsel hayatın psişik

belirişlerini açıklamak ve yönetmek için ortaya


158

CtNStYET VE PSlKANALtZ

attığımız yardımcı kavramlar ile çok iyi bağdaşmaktadır.

Cinsel uyanın alanındaki

süreçleri ve değişimleri

ölçmemize yarayan ve nicelik bakımından

değişken bir kuvvet olarak tasarladığımız libido

kavramını daha önce ortaya atmıştık. Libidoyu, özel

kaynaklan sözkonusu olınası bakımından bütün psi ·

şik süreçlerin temelinde bulunan enerjiden ayırmış

ve libidoya niteliksel bir karakter de vermiştik. Libidoyu,

bütün öteki psişik enerjilerden ayn tutarak,

organizmanın cinsel süreçlerinin, kimyasal özellik

dolayısiyle beslenme süreçlerinden farklı olduğunu

ileri süren varsayımı dile getirmiştik. Sapıklıklann

ve nevrozların çözümlenmesi, bu cinsel uyanl.manın

sadece üreme organları denilen bölgelerden değil,

vücudun bütün organlanndan gelebildiğini bize öğretmişti.

Böylece, psişik karşılığı ego-libido olan bir

lilJido..quantum (libido niceliği ) kavramını ortaya

koymuştuk. Bu ego-libldo'nun ortaya çıkması, art·

ması, dağılması ve yer değiştirmesi görünürdeki

psikoseksüel fenomenlerin açıklanması imkanını sağlamış

oluyordu.

Ama ego-libido'nun,

psikanaliz incelemelerine

konu olabilmesi için, psişik enerjisini cinsel nesne·

lere yöneltmesi ya da yatırması, yani nesne-libido'su

haline gelmesi gerekiyordu. Ancak o zaman, nesneler

üzerinde durduğunu, onlara bağlandığını; ya da

bu nesneleri bırakıp başkalarına yöneldiğini ve bu

durumlar içinde bireyin cinsel faaliyetlerine yön ver-


ctNSlYET VE PStKANALlZ 159

diğini ; daha doğrusu libidonun kısmi ve geçici olarak

ortadan kalktığını görüyorduk. Nevrozlar dediğimiz

hastalıkların (saplantılı nevrozlar ve isteriler)

psikanaliz ışığında incelenmesi bize bu konuda

sağlam bilgiler vermektedir.

Nesne-libidosuna gelince, onun nesneden ayrılabileceğini,

bazı özel gerilim duruınlannda sallantıda

kalabileceğini, sonunda yine ego'ya yönelebileceğini

ve narcissistic-libido olarak ego-libido haline yeniden

girebileceğini söyliyebiliriz. Psikanaliz sayesinde,

bize yasak edilmiş bir bölgeye, yan narcissistic

libidonun faaliyet alanına göz atarak, sözü geçen bu

iki libido arasındaki bağıntılar hakkında bir fikir

edinebiliriz (62). Narcissistic libido, ya da ego-libidosu,

bu bakımdan nesneye karşı duyulan bütün ilgilerin

çıktığı ve yeniden döndüğü büyük bir hazne

gibi görünecektir. Aynı zamanda, ego'nun narcissistic

libido ilgisi, ilk çocuklukta gerçekleştirilmiş olduğu

halde, daha sonra libidonun nesnelere çevrilişi ile

ortadan kalkar gibi görünmüş, ama aslında olduğu

gibi saklı kalmış bir ilk durum olarak belirir.

Ruhsal aksaklıklar ve nevrozlar sözkonusu olunca,

libido teorisinin ödevi, gözlem konusu olan her

fenomeni ve süreçleri libido-ekonomisi terimleri ile

açıklayabilmektir. Bu bakımdan derin ruhsal aksaklıklan

açıklamak söz konusu olunca ego-libidonun

ne gibi değişikliklere uğramış olduğuna çok faz

la önem verileceğini tahmin etmek güç değildir. Ama


160

ClNStYET VE PS1KANAL1Z

şu anda, psikanalizin ancak nesne-libidosunun uğradığı

değişiklikler hakkında sağlam bilgiler vermesi

ve ego-libidosunu ego'daki öteki etkin enerjilerden

şimdilik ayıramaması büyük bir güçlük doğurmaktadır

(63) . Demek ki, libido teorisini şimdilik sadece

felsefi yollardan geliştirebiliriz. C. G. Jung gibi, libido

kavramım, genel psişik içgüdü enerjisi ile aym

şey sayacak olursak, psikanaliz gözlemleri ile şimdiye

kadar elde edilmiş olan bütün sonuçlar kaybedilmiş

olacaktır.

Cinsel içgüdü uyarılmalarını ötekilerden ayrı

tutmak ve libido kavramının sadece bu birincileri

kapsadığını ileri sürmek, daha önce üzerinde durduğumuz

ve cinsel fonksiyonun özel bir kimyasallığı

olduğunu ileri süren düşünce tarafından da pekiştirilmektedir.

KADIN VE ERKEK ARASINDAKİ FARKLILIK

Kadın ve erkek karakterleri arasındaki kesin

ayrılığın, ergenlik çağında ortaya çıktığı bilinmektedir.

Bu ayrılık, insanın daha sonraki gelişmesini

her şeyden daha kesin bir biçimde etkileyen bir faktördür.

Dişi ve erkek karakterlerinin, çocukluk çağında

da görüldüklerini biliyoruz. Bu bakımdan, cinsel

durdurmalar (utanç, tiksinti, acıma) kız çocuğunda,

oğlan çocuğunda olduğundan daha erken or-


C1NS1YET VE PS1KANAUZ 161

taya çıkar ve daha az dirençle karşılaşır. Yine kızlarda,

cinsel bastırmaya karşı gösterilen eğilim daha

kuvvetlidir. Kısmi cinsel içtepiler ortaya çıktıklan

zaman, pasif bir şekil içinde dile gelmeye yatkın

oldukları görülür. Bununla bir;ikte, erojen bölgelerin

oto-erotik faaliyeti her iki cinste de aynıdır ve

bu yüzden, çocuklukta, ergenlikten sonra görülene

benzeyen bir cinsel farklılaşma ihtimali yoktur. Otoeroti.k

ve masturbation ile ilintili cinsel belirişler

bakımından, kız çocuğun cinselliğinin erkeksi bir

karakter taşıdığı da söylenebilir. Gerçekten de, "er·

kek" ve "dişi" kavramlarına daha belirli bir anlam

vermek istersek, libidonun genel olarak ve yapısı.

gereği, erkekçe bir öze sahip olduğunu ileri sürmemiz

gerekir. İster erkekte, ister kadında görülsün,

nesnesi ister erkek, ister kadın olsun, libidonun bu

özelliği aynı biçimde ortaya çıkar ( 64).

Çifte-cinslilik teorisini incelediğimden beri, bu

faktörün çok büyük bir önem taşıdığına inandım.

Bana kalırsa, çifte-cinslilik gözönünde tutulmaksızın,

erkek ve kadının cinsel belirişlerini gerektiği gibi

yorumlamak imkansızdır.

Kadın ve Erkekteki Bellibaşlı Bölgeler. Kız çocuğundaki

bellibaşlı yönetici bölgenin, klitoriste bulunduğunu

ve klitorisin erkek penisine benzeyen bir

organ olduğunu söylememiz gerekir. Küçük kızların

masturbation'u konusunda ulaştığım bütün bulgu-

F. 11


162 ClNS1YET VE PS1KANAL1Z

lar, bu masturbation'un klitorise uygulandığını ve

daha sonraları cinsel hayatta çok önemli bir rol oynayan

öteki dış üreme organlan ile ilintili olmadığını

göstermiştir. Birkaç istisna bir yana bırakılacak

olursa, kız çocuğunun, klitoris masturbation'undan

başka bir şeye düşkün olmadığını sanıyorum. Küçük

kızlarda sık sık rastlanan ve kendiliğinden cinsel

belirişler, klitorisin spazmlarla kasılması şeklinde

belirir ve bu organın sık sık sertleşmesi, kız çocuklarını,

erkeklerin duyduğu şeyi kavrıyabilmek durumuna

getirdiği için, öteki cinsin cinsel belirişleri

üzerinde bilgi sahibi etmeğe yeter.

Kız çocuğunun kadın haline nasıl geldiğini anlamak

isteyen kimse, yukarda sözünü ettiğimiz klitoris

uyarılmasının, daha sonra geçirdiği değişikliği

yakından izlemelidir. Erkek çocuğuna, libidosunun

açılıp gelişmesi imkanını sağlayan ergenlik, kız çocuğuna

özellikle klitoris duyarlığına yönelmiş bastırmalardan

başka şey getirmez. Böylece, bastırılan

şey, erkeksi bir cinsel unsurdur. Ergenlik baskısı ile

kadında daha da güçlü bir hale girmiş olan cinsel

durdurmalar, erkeğin libidosunu uyarır (kamçılar)

ve faaliyetlerini arttırması sonucunu doğurur. Libido

nun şiddetlenmesi, cinsel nesnenin daha fazla önemsenmesine

yol açar ve bu önemseme en yüksek gücünü,

cinselliğini kabul etmek konusunda tereddüt

gösteren, ya da kabul etmiyen kadın karşısında ka·

zanır. Kadın, en sonunda cinsel birleşmeyi kabul et-


C1NS1YET VE PSİKANALİZ

163

tiği zaman, bu cinsel birleşme içinde, klitorisin uyarıldığı

ve yakınındaki üreme organı bölümlerine uyarımı

aktardığı görülür. Bu, odunları yakmak için çıranın

gördüğü işe benzer bir ödevin yerine getirilmesi

gibidir. Bu aktarmanın gerçekleştirilmesi belli

bir süre gerektirir ve bu süre içinde genç kadın tamamen

duygusuz kalır. Klitoris bölgesi uyarımını öte

ki bölgelere aktarmadığı zaman, bu duygusuzluk hali

sürekli olabilir. Böyle bir durum, klitorisin, çocukluk

çağında çok fazla cinsel faaliyet göstermiş

olmasından doğabilir. Kadındaki duygusuzluğun çoğu

zaman, sadece belli bir bölge ile ilintili ve görü .

nürde olduğu bilinmektedir. Kadınlar, çoğu kere, vajinanın

giriş bölgelerinde duygusuzluk gösterdikleri

halde, klitoriste, ya da başka bölgelerde duygusuzluk

göstermezler. Bu çeşit erojen bölge duygusuzluk -

larına yol açan bu çeşit nedenlerin yanısıra psişik

nedenler de vardır ve bunların her ikisi de bastırma

dolayısiyle belirlenmişlerdir.

Erojen duyarlık, klitoristen vajina ağzına aktarılabilirse,

kadın bellibaşlı temel) erojen bölgesini

daha sonraki kullanışlara uygun bir biçime sokmuş

demektir. Erkek ise çocukluğundan . beri bildiği bölgeyi

devam ettirmektedir. Kadınların nevrozlara ve

özellikle isteriye yakın olmalarını, temel bölgenin

bu yer değiştirmesinde ve aynı zamanda ergenliğin

bastırmasında aramak gerekir. Demek ki, bu belirleyici

nedenler, kadınlığın özü ile içten içe ilgilidir.


164

C1NS1YET VE PS1KANAUZ

NESNENİN ORTAYA ÇIKARILMASI

Üreme organlarının üstünlüğü, ergenlik süreci

içinde kendini gerçekleştirirken ve sertleşen penis,

erkeğin yeni bir cinsel amaç peşinde koştuğunu, yani

üreme bölgesini uyaran bir boşluğa girme eğilimini

dile getirirken, çocukluktan beri hazırlıkları

yapılmış olan nesne-bulmak isteği de psişik bakımdan

yerine getirilmiş olur. Cinsel tatminin, besin

maddelerinin alınmasiyle ilintili olduğu çağda, cinsel

içgüdü, nesnesini bu içgüdünün etkisindeki çocuğun

vücudunun dışında, yani annesinin memesinde

buluyordu. Bu nesne, belki de çocuğun, kendisine

tatmin sağlayan bu organa sahip olan kimseyi apaçık

bir biçimde görüp algıladığı (idrak ettiği) çağda

kaybedilmiş oluyordu. Cinsel içgüdü, daha sonraları

otoerotik bir karakter kazanır ve ancak örtüklük

dönemi aşıldıktan sonra ilk başta gördüğümüz bağlantı

yeniden kurulur. Çocuğun

meme emmesinin,

daha sonraki her çeşit aşk bağlantısının modeli haline

girmesi pek yersiz değildir.

Nesnenin ortaya

çıkarılması (keşfi) bir bakıma onun yeniden bulunmasından

başka bir şey değildir ( 65).

Emzirme Çağının Cinsel Nesnesi. Bununla birlikte,

cinsel faaliyetin besin almak fonksiyonundan

ayrılmasından sonra bile bu ilk ve en önemli cinsel

bağlantıdan birçok şeyin artakaldığını ve nesne se-


CtNStYET VE PSIKANAUZ 165

çimi için yapılan hazırlıkları gerçekleştirdiği gibi.

kaybolmuş mutluluğun yeniden kurulması konusunda

da rol oynadığını görüyoruz. Örtüklük çağında

çocuk, kendi güçsüzlüğünü görüp yardımda bulunan

ve ihtiyaçlarını gideren kimseleri sever. Bütün bunlar,

çocuğun annesiyle kurmuş olduğu bağlantıların

modeline sadık kalır ve bir bakıma onların süregelmesidir.

Yakınlık duygusunu ve çocuğun, kendisine

bakanlara değer verişini, cinsel sevgi ile bir tutmaya

itiraz edenler olacaktır. Ama yapılacak psikoloji

araştırmalarının bu duygular arasında bir özdeşlik

(ayniyet) olduğunu daha fazla açığa çıkaracağından

eminim. Çocuk ile çocuğa bakanlar arasındaki

yakın bağlantı, çocuğun erojen bölgelerinin tatmin

edilmesini ve cinsel uyarımının si.irekli bir halde tutulmasını

sağlar. Özellikle anne, kendi cinsel hayatından

gelen duyguları gösterdikçe, yani onu okşadıkça,

öptükçe, salladıkça, çocuğu eksiksiz bir cinsel

nesne gibi ele alıyor, onu cinsel nesnenin yerine

koyuyor demektir (66). Çocuğuna karşı duyduğu yakınlığın,

bu çocuğun cinsel içgüdüsünü uyandırdığı

ve içgüdi.inün şiddetini daha şimdiden hazırladığı

söylendiği zaman, bundan dehşete düşmiyecek bir

anne bulmak kabil değildir. Anne, çocuğa karşı duyduğu

sevgisinin, cinsiyetle hiçbir ilintisi olmadığını

düşünür. Bundan ötürü, çocuğun üreme organlarını

uyarmamaya, gerektiğinden fazla dikkat eder. Ama

biz, cinsel içgüdünün, sadece üreme organı bölgesi-


166

ClNSlYET VE PSlKANAUZ

nin uyarılmasından doğmadığını biliyoruz. Ne var ki,

yakınlık ve sevgi dediğimiz şey de, en sonunda, üreme

organlan bölgesi üzerinde etkisini gösterir. Zaten

bir anne, psişik hayat ve bütün ahlaki ve psişik

faaliyetler bakımından cinsel içgüdünün ne kadar

önemli olduğunu anlasa, kendisini kabahatli bulmaktan

kurtulur. Çünkü, çocuğa sevgiyi öğretirken, anne,

kendine düşen ödevi yerine getirmekten başka

bir şey yapmamaktadır. Çocuğun sağlam ve normal

gelişmiş cinselliğe sahip bir yetişkin haline gelebilmesi

ve içgüdülerinin gereklerini yerine getirmesi,

istenilen ve beklenen bir şeydi. Bununla birlikte,

anne ve babanın, çocuğun üzerine fazla düşmeleri,

cinsel gelişimi hızlandırarak çocuğun "şımarması"­

na yol açabilir. Böyle bir çocuk, her zaman sevilmek

istediği gibi, aşırı derecede bir sevgi de ister.

Çocuğun tatmin olmıyacak ölçüde bir sevilme ihtiyacı

duyması, ilerde sinirli bir kimse olacağını gösteren

sağlam bir işarettir. Öte yandan, çocuklarını

aşırı ölçüde seven ve bu yüzden çocukların nevrozlara

karşı yatkınlığını artıran ana-babaların nevropat

kimseler oldukları da bilinmektedir. Bu örnek,

nevrozların çocuklara aktarılması konusunda, ırsiyetten

daha kısa ve dolaysız yolların bulunduğunu

göstermektedir.

Çocuk Tedirginliği. Çocukların, daha ilk yıllardan

itibaren gösterdikleri davramşlar, kendilerine

bakan kimselere karşı duydukları bağlılığın,


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z 167

cinsel bir nitelik taşıdığını gösterir. Çocuklarda görülen

boğuntu ve tedirginlik, sevdikleri kimsenin

ortada bulunmayışı gerçeğini dile getiren duygulardır.

Çocuklar bu yüzden, her yabancı karşısında

korku duyar, sevdikleri kimseyi görememelerine sebep

olan karanlıktan dehşete düşer ve sevdikleri

kimsenin elini tuttuklan zaman bu duygulardan kur·

tularak yatışırlar. Umacılarla, ya da korkunç yaratıklarla

ilgili hikaye ve masalların, çocuğun korku

ve boğuntu duymasının biricik temeli olduğunu ileri

sürersek, bu hikaye ve masalları gereğinden fazla

önemsemiş oluruz. Bu hikayeler, korku duymağa

yatkın çocuklar üzerinde derin etkiler yarattığı halde,

böyle olmıyan çocuklan hiç etkilememektedir.

Boğuntu ve korku duymaya yatkın çocuklara, ancak

içgüdüleri aşırı biçimde ve zamanından önce

gelişmiş çocuklar arasında rastlandığını unutma·

mak gerekir. Çocuk, bu konuda tıpkı yetişkin gibi

davranır. Yani, tatmin edemediği zaman libidosunu

korku haline dönüştürür. Libidosunu tatmin edemediği

için nevrozlu haline gelmiş olan yetişkin

ise, tedirginliği içinde tıpkı çocuk gibi davranır.

Yani, yalnız kaldığı, başka bir deyişle ; sevgisine güvendiği

bir kimseyi kar!tısında bulamadığı zaman,

korkuya kapılır. Bu korku ve boğuntulardan kurtulmak

için de en çocukça çarelere başvurmaktan

kaçınmaz ( 67).

Ana ve babanın sevgi ve düşkünlüğü,

çocuk-


168

CtNStYET VE PStKANAUZ

taki cinsel içgüdünün zamanından önce gelişmesi gi

bi kötü bir sonuç doğurmamışsa, yani ergenliğin fizik

şartları ortaya çıkmadan böyle bir gelişme gerçekleşmemişse,

ve çocuğun cinsel uyanışı, üreme

organlarının kesin bir biçimde uyanlması dönemine

ulaşmamışsa o zaman, bu sevgi ve düşkünlüğün, ogunluk

çağına erişen çocuğu, cinsel nesnenin seçimi

konusunda yönetebileceğini ve üzerine düşen ödevi

yapacağını ileri sürebiliriz. O zaman, çocuğun, ilk

yıllardan beri adeta hafiflemiş diyebileceğimiz bir

libido ile sevdiği ve bağlandığı kimseyi cinsel nesne

olarak seçmesinden tabii bir şey olamaz. Ama cinsel

olgunlaşmanın gecikmesi yüzünden, öteki cinsel

durdurmaların (yasaklamaların) yanısıra, yakınlarla

cinsel birleşllle yasağı da teşekkül etmiştir.

Bu yasak, aynı kandan olan ve çocukluk çağında

sevilmiş olan kimseerle cinsel bağlantı kurulmamasını

gerektiren bir ahlik buyruğudur. Bu yasaklama,

toplum tarafından ortaya

konmuştur. Amacı,

daha üst dereceden toplumsal organizasyonların kurulmasını

sağlıyabilmek için, her çeşit ilginin aile

tarafından ele geçirilip, aileye maledilmemesinin

önüne geçmektir. Bu yüzden toplum, çocukluk çağında

önemli olan bu aile bağlarını, her bireyde

(fertte) ve özellikle erkek çocukta, zayıflatıp çözmeğe

çalışır ( 68).

Bununla birlikte, ilk nesne seçiminin hayalgücü

içinde gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Çünkü,


ClNSlYET VE PSlKANALlZ 169

olgunlaşmaya başlıyan gençlerde, cinsel hayatın kaçışlar

yapabilmesini sağlıyacak tek şey ; hayalgücünün

yarattığı alem, yani gerçekleştirilemiyecek hayallerin

alemidir ( 69). Her insanın kurduğu bu çeşit

hayal ve kuruntularda, ergenlik çağı dolayısiyle

somatik gelişmelerle pekiştirilmiş çocukluk eğilimlerinin

yeniden ortaya çıktıkları görülür. Bu eğilimler

arasında, en sık görüleni ve en başta gelerı

eğilim ; çocuğun ana-babası için duyduğu cinsel duygudur.

Bu cinsel duygu, çocuğun ana-babasına duyduğu

cinsel çekim (cazibe ) dolayısiyle farklılaşmış ·

tır. Yani, erkek çocuk anneye, kız çocuk da babaya

karşı eğilim duymuş ve bu farklılaşma gerçekleşmiştir.

Yakınlarla cinsel birleşme temeline dayanan

bu çeşit kuruntu ve hayallerin bastırılıp bir yana

atılmaları ile birlikte, ergenliğin en önemli ve aynı

zamanda en güç psişik olaylarından biri gerçekleşmeğe

başlar. Bu olay, kültür hayatının yürüyüşU

için çok önemli olan bir karşıtlığın, yani eski kuşaklarla

(nesillerle) yeni kuşaklar arasındaki karşıtlığın

ortaya konulmasını sağlayan bir başkaldırma,

yani aile otoritesine karşı çıkma ve ondan kurtulma

olayıdır. İnsanların birçoğu, geçmeleri ve aşmaları

gereken gelişme dönemlerinde takılıp kalırlar.

Bundan ötürü, birçok kimsenin ana-baba otoritesinden

hiçbir zaman kurtulamadıklarını, ya da

ana-babalarından başka kimseye karşı sevgi ve bağlılık

duyamadıklarını ya da bunu gerektiği ölçüde


170 ClNSlYET VE PStKANAUZ

başaramadıklannı görüyoruz. Özellikle kızların, ergenlikten

sonra da çocukluk çağının sevgi ve bağlılığını

sürdürdükleri (ana-babaları bundan çok memnun

kalır) görülür. Ama bu çeşit genç kızlann, kocalarına

karşı yapmaları gereken ödevleri başanlı

bir biçimde yerine getiremeyişleri de ilgi çekici bir

gerçektir. Bu çeşit genç kızlar, evlilik hayatında,

cinsel :r.evkleri tadamıyan duygusuz kadınlar olarak

görülürler. Bu olay, dış görünüş bakımından cinsellilde

hiçbir ilintisi yokmuş sanılan ve ana-babaya

karşı duyulan sevginin de cinsel sevginin de aynı

kaynaktan geldiklerini, yani, ana-babaya karşı duyulan

sevginin çocuk libidosunun bir takılıp kalmasından

(fixation) başka şey olmadığını açıkça gösterir.

Psikoseksüel gelişmenin derinlerde yatan aksaldıklara

yaklaştıkça, yakınlarla cinsel birleşme

anlamı taşıyan cinsel nesne seçiminin önemini daha

kolaylıkla kavranz. Cinsel bastırma sonucu, nesnenin

bulunması konusunda gösterilen psi.kosek

süel faaliyetin büyük bir kısmının, ya da tüm.ünün,

bilinç-dışında kaldığı görülür. Sevilmek ihtiyacı

duyan, ama cinsel hayatın gerekleri karşısında dehşete

düşen genç kızlar, bir yandan hayatın içinde

cinsel aşk idealini gerçekleştirmeğe çalışmak, öte

yandan kendilerini kabahatli bulmaksızın altında libidolarını

gizleyebilecekleri bir sevgiye yönelmek

konusunda önüne geçilmez bir eğilim duyarlar. Li-


ClNStYET VE PS1KANAL1Z 171

bidolarını altında gizleyecek bir sevgiyi bulmak işini,

ergenlik çağında bastırılmış olan ve çocukluk

çağında duyulan yakınlığı (cinsel çekimi), yani, ana.

babaları, erkek ya da kızkardeşleri için duydukları

sevgiyi hayatları boyunca sürdürmek yoluyla gerçekleştirirler.

Belirtilerin ve hastalığı açığa vuran

başka işaretlerin yardımıyla, psikanaliz bu durum3.

düşmüş kimselerin bilinç-dışı düşüncelerinin çizdiği

yolu izler ve bu düşünceleri bilinç alanına getirerelt

bu kimselere, ana-babalarına, ya da kardeşlerine 8.şık

olduklarını kolayca gösterir. Nitekim, bir zamanlar

normal ve sıhhatli olan, ama başarısız bir aşk macerasından

sonra hastalanan bir kimsede, hastalığın

mekanizmasının bu kimsenin libidosunun çocuklu·

ğunda herkesten fazla sevdiği insana dönüşü olarak

açıklanması kabildir.

Çocukluk Çağı Nesne-Seçiminin Daha Sonraki

Etkileri. Libidolannın, yakınlarla cinsel birleşme

konusunda takılmasını başarılı bir biçimde atlatmış

olan kimseler bile, bu takılışın etkisinden büsbütün

kurtulamazlar. Delikanlının ilk aşkını olgun bir kadına,

genç kızın ilk aşkını da genel olamk, yaşlı bir

erkeğe, yani her iki durumda da ana ve babanın

imajını (hayalini) hatırlatabilecek kimselere karşı

duyması, çocukluk döneminin apaçık bir yankısından

başka şey değildir. Nesne seçiminin, genel olarak

bu iki modele dayanılarak serbest bir biçimde

yapıldığını söyliyebiliriz. Erkek, genel olarak, ilk


172 CtNSlYET VE PStK.ANALtZ

çocukluk yıllanndan beri kendisini etki altında tutmuş

olan annesinin imajını arar. Hala yaşıyorsa,

annenin, kendisinin yerine geçecek olan bu ikinci

varlığa (bu varlık, yani erkeğin sevgilisi bir bakıma

annenin ikinci baskısı gibidir) karşı durması ve

ona dostluk göstermemesi olayı da, yukarki olayla

iyice bağdaşır. Daha sonraki nesne seçimi bakımından,

çocuk ile ana-baba arasındaki bağlantıların ne

kadar önemli bir rol oynadığı gözönünde tutulacak

olursa, çocukluk çağında bu bağlantıları aksatan heı

şeyin, yetişkinlik çağının cinsel hayatı için ne kadar

kötü sonuçlar doğuracağı kolayca anlaşılır. Aşığın

kıskançlığı denilen davranışta da, çocukluktan gelen

etkilerin bulunmaması, ya da bu etkilerin kıskanç

lığı kuvvetlendirici bir rol oynamaması mümkün değildir.

Ana-baba arasındaki kavgalar ve geçimsizlik,

aksak bir cinsel gelişmenin ya da nevrozların

ortaya çıkmasına elverişli şartların (yatkınlıkların )

çocukluk çağında ortaya çıkmasına yol açar.

Çocuğun ana-babası için duyduğu sevgi, ergenlik

çağında cinsel nesnenin seçiminde etki gösteren

en önemli faktörlerden biridir. Ama bu sevgiden

başka faktörler de cinsel nesnenin seçiminde rol oynarlar.

Kaynağı çocukluk çağında bulunan birtakım

başka eğilimler, erkeğin çeşitli cinsel seriler geliş .

tirmesine ve cinsel nesne seçimi için çeşitli şartlar

ortaya koymasın:ı yol açarlar (70).

Dönüklüğün Onlenmesi. Nesne seçiminde ger


ClNSlYET VE PSlKANALlZ 173

çe.kleştirilmesi gereken işlerden biri de ; karşıt cinsten

bir kimseye yönelmektir. Bu işin kolayca yapılamadığını

biliyoruz. Çeşitli denemeler yapmaksızın

bu amaca kolayca varmak kabil değildir. Ergenlik

uyanışının başlangıcında, ilk davranışların şaş ·

kınlık içinde yapıldığı doğrudur. Ama bu şaşırmalar

sürekli bir aksaklık ve kötüJüğe yol açmazlar.

Dessoir, erkek ve kız çocukların ergenlik çağında

sadece kendi cinslerinden kimselerle kurdukları yakın

dostluklar üzerine haklı olarak dikkati çekmiştir.

Cinsel nesnenin dönüklüğe uğramasının sürüp

gitmesini engelleyen şey, karşıt cinslerin birbirleri

üzerinde gösterdikleri cinsel çekimdir. Ama bu yazıda,

cinsel çekim ve karşılıklı cinsel etki olayını

inceliyecek değiliz (71). Bununla birlikte, sözü geçen

faktörün, tek başına dönüklüğü önlemeğe yetmediği

ve başka yardımcı faktörlerin de bulunduğu

besbellidir.

Bu faktörler arasında önce toplumun otoriter

durdurmasını (yasaklaması) saymak gerekir. Dönüklüğün,

suç sayılmadığı yerlerde, birçok kimsenin

cinsel eğilimlerine uygun düştüğü görülmektedir.

Bununla birlikte, erkekte, annenin ve kendisini yetiştirmiş

olan başka kadınların hatırasının, cinsel

nesne seçimini karşıt cinse doğru yöneltmek konusunda

güçlü bir baskı yaptığı doğrudur. Öte yandan,

baba karşısında çocukluk çağında duyulmuş

olan cinsel çekingenlik ve baba ile oğul arasında bir


174 CiNSİYET VE PStKANAUZ

rekabetin bulunuşu, erkek çocuğun kendi cinsinden

uzaklaşmasına yol açar. Bu iki faktörün, yine anne

tarafından bakılarak yetiştirilmiş olan kız çocuğu

için de geçerli olduğunu söyliyelim. Bu durum,

aynı cinse karşı düşmanca bir davranış gösterilmesine

yol açar. Bu davranış ise, cinsel nesne seçiminin

normal yönde yapılması sonucunu doğurur.

Çocukların erkekler tarafından yetiştirilmesi

(eski çağlarda esirler tarafından ) homoseksüelliğin

artmasına yol açıyor gibi görünmektedir. Günlimüziin

asilleri arasında dönüklüğün yaygın oluşu da,

onların erkek uşak kullanmaları ve bu sınıfa mensup

annelerin çocuklarına pek az ilgi göstermeleri ile

açıklanabilir. Bazı isteri olaylannda, ana-babadan

birinin bulunmayışı (ölüm, boşanma, ya da çocukla

ilgilenmeyiş hallerinde) çocuğun bütün sevgisinin

ötekine yönelmesine yol açmakta ve bu durum, daha

sonra cinsel nesne olarak seçilecek kimsenin cinsiyetini

ve böylece sürekli bir dönüklüğü önceden

belirleyen şartları yaratmaktadır.


ÖZET

Ele aldığımız konuların özetini yapmak zamanı

geldi. İlk önce cinsel içgüdünün, nesnesi ve amacı

bakımından ne gibi sapmalar gösterdiğini inceliyerek

işe başlamıştık. Böylece, bu sapmaların doğuştan

önceki yatkınlıklardan mı, yoksa hayatta

karşılaşılan etkilerden mi doğduğu sorusuyla karşı ·

laştık. Bu sorunun cevabını, normalden pek büyük

farklar göstermiyen psikonevrozluların cinsel hayap

tının bağlantılarını psikanaliz açısından inceliyerek

verdik. Bu kimselerde, her çeşit sapıklığa karşı

bilinç-dışı güçler halinde bir eğilim bulunduğunu

ve bu güçlerin kendilerini hastalık belirtilerini yaratan

faktörler olarak ele verdiklerini gördük. Bundan

ötürü, nevrozların, sapıklıkların negatifi olduğunu

söyledik. Sapıklığa karşı eğilimin ne kadar sık

rastlanan bir şey olduğunu gözönünde tutarak bu

eğilimin insan cinsel içgüdüsünün ilkel ve evrensel

bir eğilimi olduğu ve olgunluk çağının psişik durdur·

malan (yasakları) ile organik değişiklikleri dolayısiyle,

normal cinsel davranışın bu eğilimden çıkarak

geliştiği sonucuna vardık. tık (temel) eğilimin

çocuklukta bulunduğunu gösterdiğimizi ileri sürdük.

Ayrıca, cinsel içgüdünün yönünü sınırlayan kuvvet-


176 ClNSlYET VE PSlKANALlZ

ler arasında, utancın, tiksintinin, yakınlık duygusunun

ve ahlak ile otoritenin toplumsal kurumlarının

bulunduğunu söyledik.

Böylece normal cinsel hayattan her sürekli sapmanın

altında durdurulmuş bir gelişme parçasının

(muhtevasının ) ve bir çocukluğun bulunması gerektiği

sonucuna vardık. Temel eğilimin çeşitli değişiklikler

göstermesinin çok önemli olduğu üzerinde

durduk, ama aynı zamanda bu değişiklikler ile hayatın

etkileri arasında bir çatışma değil, bir işbirliği

olduğunu ileri sürdük. Öte yandan,

temel eğilim

karmaşık (mudil) bir eğilim olduğu için, cinsel içgüdünün

çeşitli faktörlerden kurulmuş bir şey olduğunu

ve sapıklık hallerinde,

kendisini teşkil eden

bu parçalara ayrıldığını düşündük. Demek ki, sapıklıklar

bir yandan durdurmalar, öte yandan not'·

mal gelişimden ayrılmalar (kopmalar) olarak görülüyordu.

Bu iki görüş de, yetişkinlerin cinsel içgüdüsünün,

çocukluk çağının çeşitli eğilim ve duygularının,

tek bir amacı olan bir tek yöneliş içinde

toparlanıp birleştirilmesinden başka bir şey olmadığını

ileri süren varsayım (faraziye ) içinde birbiriyle

bağdaşıyordu.

Ayrıca, psikonevrozlularda sapık eğilimlerin

önemli bir rol oynadığı konusunda bir açıklama da

yaptık. Açıklamayı, ana ruhsal akışın bastırma yü.

zünden kendi yatağından çıkıp yan yollara sapmasından

dolayı bu eğilimlerin ortaya çıkmış olduğu-


CtNSlYET VE PS1KANAUZ 177

nu söyliyerek yaptık. Ve araştırmamızı çocukluk

döneminin cinsel hayatına çevirdik (72). Çocuklukta

bir cinsel hayatın mevcut olduğunun inkar edilmeğe

kalkışılmasının ve çocukta sık sık görülen cinsel

davranışların anormal olaylar arasında sayılmasının

çok yanlış ve zararlı olduğunu belirttik.

Biz,

çocuğun kendisiyle birlikte cinsel faaliyetin temellerini

(çekirdeğini) de

getirdiğini ve besin alırken

bile aynı zamanda cinsel bir tatmin duyduğunu ve

"parmak-emmek" yoluyla bu tatmini tekrarladığını

ileri sürdük. Bununla birlikte, çocuğun cinsel faaliyeti

öteki fonksiyonları gibi kesiksiz olarak gelişmemekte

ve üç ila beş yaş arasında kısa bir gelişme

ve açılma döneminden sonra örtüklük dönemine

(latency period) girmektedir. Cinsel uyarılma olayı,

bu dönem süresince büsbütün ortadan kalkmaz,

ama büyük bir bölümünün cinsel olmayan amaçlar

için kullanıldığı bir enerji stoku ortaya koyar. Yani,

bu stok, bir yandan toplumsal duyguların teşekkülüne

yardım eder, öte yandan bastırma olayının v·

itici güçlerin aracılıtı ile gelecekteki cinsel engellerin

kurulması ışını gerçekleştirir. Nitekim,

cinsel içgUdüyü belli yönlere çeviren gücler, çocuklukta

teşekkül ederler ve onların eğitim yardımı ile

ortaya çıkışı, sapık cinsel duygulardan birçoğunun

zarara uğramasına yol açar. Çocukta görülen cinsel

belirişlerin bir bölümü ise, bu şekilde kullanılmaz

F. 12


178 C1NS1YET VE PSt.KANALtZ

ve doğrudan doğruya cinsel beliriş olarak görülebilir.

Böylece, çocıığun cinsel uyanlmasının çeşitli

kaynaklardan doğduğu sonucuna varılır. Bunlann

başında ; gerektiği gibi uyanldıklan zaman tatmin

sağlayan erojen bölgeler gelir. Derinin her yanının

ve her duyum organının erojen bölge ödevi görebileceği

söylenebilir. Ama, organik bir mekanizma ile

uyarılmaları, daha ilk ağızda belirlenmiş olan bazı

belirgin erojen bölgeler vardır. Bundan başka cinsel

uyarım, birtakım organik süreçlerin (vetireleriıı)

yan-ürünü olarak ortaya çıkıyormuş gibi görünmektedir.

Ama bu sonuç, süreçler belli bir şiddet kazandıkları

zaman ortaya çıkmaktadır. Örelli.kle bütün

şiddetli heyecan uyanlmalarında (acı verecek

nitelikte olsalar bile) bunun böyle olduğunu görüyoruz.

Bu çeşitli kaynaklardan sağlanan uyarımlar

bu dönemde, henüz birleşmemekte ve sadece belli

bir zevkin duyulması amacını gütmektedirler. Demek

ki, çocukluk çağındaki cinsel içgüdü nesnesiz

dir, yani otoerotiktir.

Üreme organlannın teşkil ettiği erojen bölge,

daha çocuklukta kendini duyurmaya başlar. Bu, ya

herhangi bir erojen bölge gibi, uyanmlar aracılığı

ile tatmin sağlaması, ya da başka erojen bölgelerden

gelen tatminin, üreme bölgesi ile özel bir bağlantısı

olan cinsel bir uyarım doğurınasiyle (bu balantı

hakkında sağlam açıklamalar yapamıyoruz )

gerçekleşir. Cinsel tatmin ile cinsel uyanlnıa ara-


C1NS1YET VE PSlKANALlZ 179

sındaki bağlantıların olduğu gibi, üreme bölgesinin

faaliyeti ile cinselliğin öteki kaynakları arasındaki

bağlantıların da doğru bir biçimde açıklanamamış

olması üzülünecek bir olaydır.

Nevroz aksaklıklarını incelerken, çocu cinsel

hayatında, daha başlangıçta, cinsel içgüdüyü

teşkil eden unsurlann organizasyonuna doğru bir

eğilim bulunduğunu görmüştük. Bu organizasyonların

birincisinde AğızW. ilintili Eroti.zm'in birinci

planda rol oynadığı görülmüştü. Bu üreme-öncesi organizasyonların

ikincisi de Sadizm ve Anal-erotizmin

ön plinda rol oynamasiyle ötekilerden aynlıyordu.

Ancak üçüncü bir dönemde (bu, çocukta

phallus'ün üstünlüğüne kadar sürer) cinsel hayatın

gerçek üreme bölgesinin de katılması ile belirlendiğini

görüyoruz.

Böylece, çok şaşırtıcı bir bulguyu, yani çocuğun

bu ilk cinsel gelişmesinin (iki ili beş yaş arasında)

bütün psişik faaliyetleri ile birlikte bir nesne seçimini

olgunluğa ulaştırdığı düşüncesini ileri sürmemiz

gerekti. Öyle ki, bu dönem, bireylerin içgü

dillerini teşkil eden unsurların birlik haline gelmemiş

ve cinsel amacın kesinleşmemiş olmasına rağmen,

daha sonraki son cinsel organizasyonun öncüsü

(temeli) olarak değerlendirilmeli ve kabul edilmelidir.

Cinsel gelişmenin iki ayn sürede gerçekleşmesi,

yani araya bir örtüklük döneminin girmiş olması


180

C1NS1YET VE PS1KANAL1Z

bize, üzerinde durulması gereken bir gerçek olarak

görilndü.

Cinsel gelişimin bu özelliği, insanın yüksek kültür

yaratmalarına yönelebilmesini sağladığı gibi,

nevroza tutulmasına da yol açabilmektedir. İnsana

yakın hayvanlarda böyle bir durumla karşılaşmıyo

ruz. İnsanın gelişiminde bu özelliğin kaynaklarının

nerede bulunduğunu araştırmak için tarih-öncesine

kadar gitmek gereklidir.

Çocukluk çağında normal sayılması ve daha

sonraki gelişmeyi kösteklememesi gereken cinsel

faaliyetin derecesinin ne olması gerektiğini bilmiyoruz.

Çocuk cinsel davranışlarının, temel bakımın·

dan, masturbation'la ilintili bir karakter taşıdığını

söylemiştik. Bundan başka, tecrübelere dayanarak,

baştan-çıkarma olayının dıştan gelen etkilerinin örtüklük

dönemini zamanından önce sona erdirebileceği,

hatta büsbütün ortadan kaldırabileceğini ve çocuğun

cinsel içgüdüsünün çok-şekilli bir sapıklık karakteri

taşıdığını ileri sürdük. Ayrıca, bu çeşit zamanından

önce gösterilen cinsel faaliyetin, çocuğun

eğitimini güçleştirdiğini de belirttik.

Çocuğun cinsel hayatını gereği kadar incelememiş

olduğumuz halde, daha sonra ergenlik çağının

gelişiyle ortaya çıkan önemli değişiklikleri incelemeğe

çalışmak zorunda kaldık. Bu değişimler içinde,

özellikle ikisinin, (kaynağı ne olursa olsun, bütün

cinsel uyarımların üreme bölgesinin egemenliği


CtNStvET VE PStKANAUZ 181

altına girmesi ve cinsel nesne bulmak süreci) çok

önemli olduğunu gördük. Bunların her ikisi de çocukluk

çağında izlerine rastlanan değişmelerdi. Cinsel

uyarımların üreme bölgesi egemenliği altına girmesi

ilkel-zevkin

aracılığı (kullanılması) ile kabil

oluyordu. Yani, ergenlik çağına kadar birbirinden ayrı

olarak gerçekleştirilen cinsel

fiilin

fiiller,- yeni cinsel

(üreme organlarının ürününün, yani tohumlann

dışarı atılması) bir çeşit hazırlığı haline giriyordu.

Yeni cinsel fiilde ise duyulan zevk en yüksek

noktasına ulaşıyor ve cinsel uyarılma son buluyordu.

Aynı zamanda kadın ve erkeğin cinsel yapılarının

farklılaşrnağa uğradığını ve kadının ortaya çıkabilmesi

için çocukluktan kalan erkeklik özelliğini

ortadan kaldıran bir bastırmanın gerekli

olduğunu

ve böylece kadının temel bir üreme bölgesi yerine

bir başkasını koyduğunu görmüştük. En sonunda,

ergenlik çağındaki cinsel nesne seçiminin, çocukluktaki

eğilim ve isteklere dayanılarak yapıldığını, yani

çocuğun ana-babasına ve kendisine bakanlra

karşı gösterdiği sevgi davranışlarına bağlı olduğunu,

ama ergenlik çağına gelene kadar teşekkül etmiş

cinsel engeller yüzünden (yakınlarla cinsel birleşme

yapma konusundaki yasaklamalar ve engeller) bu

kimselerden uzaklaşarak onlara benzeyen kimselere

yöneldiğini görmüştük. Son olarak şunu da söyliyelim:

Geçici ergenlik döneminde, fizik ve psişik gelişme

süreçleri, yanyana, ama birbirinden ilintisiz ola-


182

CtNSlYET VE PSlKANALtZ

rak yürürler. Bu durum, üreme organlannı etkileyen

kuvvetli bir aşk uyarımı ortaya çıkararak, normal

aşk hayatının karakteristiği olan birlik (yani,

fizik ile psişiğin birliği ) gerçekleştirilene kadar sürüp

gider.

Gelişmeyi Bozan Faktörler. Daha önce çeşitll

örneklerle gösterdiğimiz s-ibi, bu uzun gelişme yolunun

her adımı takılıp kalınacak bir yer haline gelebilir.

Bu karmaşık yapının her eklenti noktası da,

cinsel içgüdtiniin çözülüp dağılması fırsatını yaratabilir.

Yapmamız gereken iş, gelişmeyi bozabilen iç

ve dış faktörleri saymak ve bunların hangi mekanizma

üzerinde etkisi olduğunu açıklamaktır. Ama böyle

bir sıralamada söz konusu edilen faktörlerin eşit

ölçüde önemli olmadıklarını unutmamak gerekir.

Bünye ve irsiyet. Önce, belki de öteki faktörlerin

hepsinden daha önemli olan faktörün, yani cinsel

bünyenin (yapının) farklılığı üzerinde durmalıyız.

Ama bu farklılığın temel özellikleri, ancak daha

sonraki cinsel faaliyetler gözönünde tutularak ve

bu belirişlerden kalkılarak ortaya çıkanlabilir. Buna

rağmen, sözü geçen farklılık hakkında kesin bir

bilgiye ulaşamıyoruz. Cinsel bünyenin farklılığı deyince,

cinsel uyarılmanın çeşitli kaynaklarından birinin

ötekilere üstün oluşunu anlıyoruz. Aynca böyle

bir yatkınlık farkının, normal sınırlar içinde kalsa

bile, sonunda kendini mutlaka göstereceğine inanıyoruz.

Bununla birlikte, temel yatkınlıklarda, daha


CtNSIYET VE PS1KANAL1Z

183

sonra hiç bir yardım görmediği halde, anormal bir

cinsel hayatın teşekkülüne yol açan belli birtakım

farklılıklann bulunabileceğini de düşünebiliriz. Bu

farklara "soysuzlaştırıcı" adı verilebilir ve bunların

irsi bir soysuzlaşmadan (bozulmadan) doğduğu ileri

sürülebilir. Bu konuda ilgi çekici bir gözlemimi anlatmalıyım.

Psikoterapi ile tedavi ettiğim isteri, saplantılı

nevroz v.b. vak'alarının yarısından fazlasında,

hastalann babalarının evlenmeden önce frengiye yakalandıklarını

ve tedavi edilmiş olduklannı göstermiştim.

Yani, babalarının tabetik olduğunu ya da

beyin frengisi geçirdiğini, ya da frengili oluşunun

ortaya çıkmış bulunduğunu tesbit ettim. Şunu da belirtmek

isterim : daha sonra nevrozlu hale gelen çocuklar,

cinsel karakterdeki anormalliği, frengili bir

irsiyetin son halkası gibi gösterecek frengi işaretleri

taşımıyorlardı. lrsi frenginin, nevroza yatkın

bir bünye için zorunlu ve sık sık rastlanan bir temel

olduğunu söylememekle birlikte, yaptığım bu

gözlemlerin önemli bir anlam taşıdığını ve sadece

yüzeyde kalmadıklarını sanıyorum.

Pozitif sapıkların irsiyetleri hakkında sağlam

bilgilerimiz yok. Çünkü sapıklar, soruşturmalardan

nasıl kaçılabileceğini çok iyi bilirler. Bununla birlikte,

nevrozlar için doğru olanın, sapıklık için de

doğru olduğunu ileri sürecek durumdayız. Sapıklık

ve psikonevroz olaylarının, çoğunlukla, aynı ailenin

arkl cinsten felerinde bulunduğunu görüyoruz .


184 ClNSIYET VE PSlKANALlZ

Öyle ki, bu çeşit bir ailede, erkeklerin ya da crkeklerclen

birinin pozitif sapık olduğu halde, cinsiyetlerinin

bastırıcı eğilimlerinin etkisinde kalmış olan

kadınların da negatif sapık ya da isterik oldukları

görülüyor. Ortaya çıkardığımız iki aksaklığın (bo

zukluğun) arasındaki temel bağlantıyı bu örnek çok

iyi bir biçimde göstermektedir.

Sonraki Gelişmeler. Cinsel bünyeyi teşkil eden

unsurların durum ve etkilerinin cinselliğin daha sonra

alacağı biçimi belirtmeye yeteceğini sanmak doğru

değildir. Bunun tam tersine cinsellik dış etkiler

altında kalmakta ve çeşitli kaynaklardan gelen cinsel

itkilerin uğradığı değişikliklere göre yeni imkanlar

ortaya çıkmaktadır. Son durumu belirleyen

şey, sonraki gelişmc"lerdir. Sözünü ettiğimiz, cinsel

bünye ise üç ayrı biçimde gelişebilir. Eğer, anormal

denilen bütün yatkınlıklar nısbi üstünlüklerini sürdürürler

ve olgunluk çağında da kuvvetlenirlerse,

son sonuç sadece sapık bir cinsel

hayat olabilir.

Anormal karakter taşıyan bu çeşit doğuştan yatkın·

lıklar, psikanaliz açısından, henüz gerektiği gibi in·

celenmemiştir. Ama bu teoriler tarafından kolayca

açıklanmış bir olay biliyoruz. Bazı yazarlar, takılıpkalmalar

yüzünden ortaya çıkan bir seri sapıklığın

ancak cinsel içgüdünün doğuştan zayıflığı ile açıklanabileceğini

ileri sürüyorlar. Bu tez, şu şekliyle bana

pek doğru gibi gelmiyor. Ama söz konusu olan

zayıflık, daha sonralan çocuk yapmanın bir fnk-


CtNStYET VE PSlKANALlZ 185

siyonu olarak bireyin bütün cinsel faaliyetinin sorumluluğunu

yUklenen bir faktörün, yani üreme bölgesinin

zayıflığı olarak görülürse, o zaman, bu tez

önemli bir anlam taşıyabilir. Çünkü o zaman, ergenlikteki

gerekli olan cinsel toparlanma ve birleştirmenin

başarısızlığa uğradığını ve öteki cinsel unsurların

en güçlülerinin ön plana geçerek sapıklık biçiminde

ortaya çıkacağını söyleyebiliriz (73) .

Bastırma. Gelişme boyunca, belli birtakım güçlü

unsurlar bastırılmaya uğrayacak olursa, başka

bir sonucun ortaya çıktığı görülür. Burada söz konusu

olan şeyin bir ortadan kaldırma değil bir bastırma

olduğuna dikkat etmek gerekir. Yani, sözko ·

nusu olan cinsel uyarılınalar yine eskisi gibi gerçekleşmekte,

ama psişik engeller (yasaklar) yüzünden

amaçlanna ulaşmaktan alıkonulmaktadırlar. O

zaman bu eğilim ve istekler, marazi belirtiler olarak

ortaya çıkana kadar başka yönlere sürülmektedirler.

Bu durumda aşağı yukarı normal, ama sınırlı

bir cinsel hayat gerçekleşmiş olur. Ama bu cinsel

hayat psikonevrozlarla tamamlanmıştır. Nevrozluların

psikanaliz açısından incelenmesi sayesinde

bu halleri yakından görmüş ve tanımıştık. Bu çeşit

insanlann cinsel hayatı,

sapıklann cinsel hayatı

gibi başlar. Çocukluklarının önemli bir bölümü, kimi

zaman olgunluk çağından öteye de uzanan sapık

cinsel faaliyetlerle doludur. Ama iç nedenler yüzünden

bastırıcı bir değişiklik ortaya çıkmış

(genel


186

CtNSlYET VE PStKANALtZ

olarak ergenlikten önce olur bu değişiklik. Kimi

zaman da ergenlikten sonra) ve böyl ce, eski eğilimler

kaybolmaksızın, nevroz sapıklığın yerine geçmiştir.

Burada şu eski atasözünü hatırlamamak kabil

değil : "Junge Hure, alte Betschwester'' (Gençken

fahişe, ihtiyarlığında sofu ). Ne var ki, bizim sözünü

ettiğimiz durumda gençlik pek kısa sürmüştür.

Aynı insanın hayatında sapıklığın yerine nevrozun

geçmesi ve yukarda sözünü ettiğimiz bir aile içinda

hem isteriklerin hem sapıkların bulunması, nevrozun

sapıklığın negatifi (tersi) olduğu gerçeğine bağlanmalıdır.

Yüceltme. Anormal bünye yatkınlıklarında

üçüncü sonuç (çıkış yolu) "yüceltme" süreci (vetiresi)

sayesinde gerçekleşir. Yüceltme sayesinde bireyin

cinsel kaynaklarından gelen şiddetli uyarılma­

Iar boşaltılmış ve başka alanlarda kullanılmış olur.

Böylece, kendi başına tehlikeli olan bir yatkınlıktan,

psişik faaliyet ve kabiliyetlerin artması konusunda

faydalanılır. Sanat faaliyetlerinin kaynaklarından

biri de burada aranmalıdır. Yüceltmenin eksik,

ya da tamam olmasına bağlı olarak kabiliyetli ve

özellikle sanat bakımından yatkınlık gösteren kimselerin

ruhsal hayatlarında ; yaratıcı gi.lç, sapıklık

ve nevroz gibi unsurların çeşitli nisbetlerde birleşmiş

halde bulunduğu, psikanaliz araştırmalarıyla

ortaya konabilir. Yüceltmenin gelişmemiş bir biçimi

de tepkisel-olU§"Tıa (reaction-formation ) aracılığ


CiNSiYET VE PSiKANALiZ 187

ile gerçekleşen bastırmadır. Bunun,· çocuğun örttlk­

Iilk döneminin başlangıcında teşekkül etmeğe başladığını

ve başarılı durumlarda bütün hayat boyunca

sürdüğünü görmüştiik. Bir kimsenin karakteri

dediğimiz şeyin önemli bir kısmı, cinsel uyanlmaların

maddesinden kurulmuş ve çocukluktan bu yana

belirlenmiş içtepilerden, yüceltme sayesinde elde

edilmiş temellerden ve faydasız oldukları kabul

edilen sapık duyguları engelleyen başka ruhsal yapılardan

meydana gelmiştir (74). Demek ki, çocukluğun

genel sapık yatkınlıkları, tepkilerin oluşması

ve ortaya çıkması ile çeşitli iyilik ve erdemlerimizin

(fazilıetlerimizin ) doğmasını zorunlu kılarak bunların

kaynağı olmuştur (75).

Rastgele Tecrübeler. Cinsel itilişler, bastırmalar

ve yüceltmelerle karşılaştırılacak olurlarsa, öteki

etkilerin daha az önemli oldukları göriilür. Oysa,

biz, bastırma ve yüceltmenin iç belirleyicilerini (nedenlerini)

de bilmiyoruz. Bastırma ve yüceltmeyi,

bünye ile ilintili yatkınlıklar arasında sayan ve onları

bu bünyenin canlı belirişleri olarak gören kimse,

cinsel hayatın en son yapısının (structure) , her

şeyden önce, doğuştan getirdiğimiz bünyenin sonucu

olduğunu ileri sürebilir. Bununla birlikte, çeşitli

faktörlerin etkisini kabul ettiğimiz gibi, ister çocukluk

çağında ister daha sonraki çağlarda ortaya

çıkan rastgele etkilerin de önemli olduklarını inkar

edemeyiz. Rastgele faktörler ile doğuştan faktörler


188

CtNStYET VE PStKANALtZ

arasındaki bağlantılann önemini kavramak kolay

bir iş değildir. Teori, ikinci faktörleri önemsediği

halde, terapötik pratik, ikincilerin önemini ortaya

koyar. Bununla birlikte, bu iki çeşit faktör arasında

bir karşıtlık değil, bir işbirliği olduğunu unutmamak

gerekir. Doğuştan faktör, kendisini ortaya çıkaran

tecrübeleri beklemek zorundadır. Öte yandan, etkin

bir hale gelebilmek için de, rastgele faktörün doğuştan

faktöre ihtiyacı vardır. Birçok durumlar için,

bir faktörün şiddetinin azalmasını, öteki faktörün

şiddetinin çoğalması ile dengelendiği bir "etioloji

gurubu" düşünmek kabildir. Ama bu serilerin uçlarında

yer alan aşırı halleri de inkar etmemek gerekir.

tık çocukluğun tecrübelerine, rasgclc faktörler

arasında ön planda yer verilmesi, psikanaliz araştırmalanna

daha uygun düşer. Böylece etioloji serisini

ikiye bölmek kabildir. Bunların birincisi yatkın

lıklar serisi, öteki de ke.sinleşmiş seri olabilir. Serilerin

birincisinde bünye ile çocuklukta yaşanmış tecrübelerin

bir arada gösterildiği faaliyet, ikincisinde

ise yatkınlıkların etkisi ile sonraki traumatik ucrübeler

bir arada bulunacaktır. Cinsel gelişmeyi bozan

bütün faktörler, etkilerin. bir geriyedönüş (regression)

ile belli ederler. Yani gelişmenin daha eski

dönemlerden birine geriye-dönüşe yol açarlar.

Şimdi de cinsel gelişim üzerinde etkisi olan

faktörleri saymaya çalışalım.

Zamanından Once Gelişmişlik. Önemli faktörler


ClNSlYET VE PSlKANALlZ 189

arasında kendiliğinden önceden geli§mi§liği saymamız

gerekir. Bu faktör, tek başına marazi süreçlerin

yeterli bir nedeni olmamakla birlikte,

(öteki faktörler

de böyledir) nevrozların etiolojisinde her zaman

raslanan bir faktördür. Bu faktör, çocukluk

çağının örtüklük dönemini bozarak, kısaltarak ya

da durdurarak kendini belli eder. Aynı zamanda, bir

yandan cinsel durdurmaların iyice gelişmemiş olmasından

ve öte yandan üreme sisteminin henüz uyanmamış

olmasından ötürü, zorunlu olarak sapıklık karakteri

taşıyan cinsel belirişleri ortaya çıkararak aksaklıklar

doğurur. Sapıklığa

karşı gösterilen bu

yatkınlıklar, hem oldukları gibi kalabilirler, hem de

bastırma gerçekleştikten sonra nevrozlann ortaya

çıkmasına yol açabilirler.

Her ne olursa olsun, zamanından önce cinsel ge

lişmişlik, cinsel içgüdünün daha

sonraki üst dere

ceden etkilerin kontrolüne girmesini güçleştirir ve

zamanından önce gelişmişlik söz konusu olmasa bile,

içgüdünün psişik belirişlerinin temeli olan karakterleri

arttırır. Cinsel zamanından önce gelişmişlik,

çoğunlukla zamanından önce gelişmiş bir zihni

faaliyet ile birlikte görülür. Bu duruma, herkesin

dikkatini üzerine çekmiş seçkin insanlarda rastlıyoruz.

Ama bu insanlarda görülen zamanından önce

gerçekleşmiş cinsel gelişmişlik tek başına görüldüğü

durumlardaki kadar marazi bir karakter taşımıyor.


190

CtNStYET VE PStKANALlZ

Zaman Faktörü. Önceden gelişmişlik gibi, za

man faktörü de üzerinde ayrıca durulması gereken

bir faktördür. Filojenez, bireydeki içtepisel duyguların

hangi sıra içinde aktif hale geldiğini tesbit etmiş

ve yeni bir içtepi etkisi altında, ya da karakteristik

bir bastırma zoruyla ortadan kalkmadan

önce, ne kadar sürdüklerini açıkça ortaya koymuştur.

Bununla birlikte, bu içtepilerin artlarda gelişleri

ve süreleri birbirinden farklıdır. Bu farklılık

(değişirlik) sonuç üzerinde önemli bir rol oynar. Bir

ruhsal akışın, kendisine karşıt olan akıştan önce

ortaya çıkması önemsiz bir olay değildir. Çünkü,

bastırma olayı hiç bir zaman geriye dönük olarak

işleyemez. Cinsel içgüdünün unsurlarının zaman bakımından

ortaya çıkışları değişiklik gösterecek olursa,

sonuç da değişikliğe uğrar. Öte yandan, çok şiddetle

ortaya çıkan cinsel içtepilerin, çoğu kere, çabucak

ortadan kalktıkları görülür. Açık homoseksüellerin

daha önceki heteroseksüel bağlantıları bunun

iyi bir örneğidir. Kendilerini kuvvetle hissettiren ço

cukluk çağı istekleri ve eğilimlerinin, yetişkinlik

çağında da aynı biçimde sürüp gideceğinden korkmak

doğru değildir. Bu eğilimlerin, kendilerine karşıt

olan eğilimlere, zamanla yerlerini vereceklerini

düşünmek daha doğru olur. (Zorbalar uzun zaman

iktidarda kalmaz.) Gelişme sürecinin zaman bakımından

böyle karmakarışıklık göstermesini ne ile

açıklayabileceğimizi bilmiyoruz. Sadece, henüz ele


CtNStYET VE PS1KANAL1Z 191

alamayacağımız kadar uzakta bulunan bir takım bi·

yolojik ve tarihi problemlerin bu konu ile ilintili olduğunu

seziyoruz.

Diretme. Zamanından önce ortaya çıkan bütün

cinsel belirişlerin önemi, kaynağını bilmediğimiz

ama diretme ya da saplanıp kalma gii.cü diyebileceğimiz

bir faktörün varlığından ötiirii daha da artmaktadır.

Cinsel hayatın izlenimlerine saplanıp kalmak

ya da bu izlenim üzerinde diretmek olayına,

geleceğin

nevrozlulannda ya da sapıklarında sık

sık raslanır. Klinik tablosuna bu özelliğin de eklenmesi

gereklidir. Gerçekten de, başkalarında görülen

zamanından önce ortaya çıkmış aynı cinsel belirişlerin,

bu kimseleri tekrarlara zorlayacak kadar de

rin bir etki yapmadığını ve böylece cinsel içgüdünün

gelecekteki yolunu çizmediğini görüyoruz. Bu diretmenin

karakteristiğini açıklayacak temeli, belki

de, nevrozların etiolojisi için her zaman gözöniinde

tutmamız gereken bir başka psişik faktörde bulabiliriz.

Bu faktör, eski hatıraların yeni habralara

nisbetle bir üstünlük taşımasıdır. Bu faktörün zih.

ni gelişmeye dayandığı ve kişisel kültür yüksekliğine

bağlı olarak kuvvetlendiği söylenebilir. Nitekim,

uygar insana karşılık, ilkel insan, "halin zavallı ço

cuğu" (76) diye karakterize edilmiştir. Uygarlık ile

cinselliğin serbest gelişimi arasında bir çatışma olduğuna

göre (bunun etkilerini çok daha sonra hayatımızın

aldığı biçimde görmek kabildir) ileri uygar-


192

CtNStYET VE PStKANALtz

lıklar içinde yetişmiş kimselerin çocukluk çağı cinsel

hayatlarının nasıl geliştiğini bilmek çok önemlidir.

Oysa, geri kalmış uygarlıklarda çocuğun cinsel

hayatının gelişimi, daha sonraki hayatı bakımından

pek az önem taşır.

Takılıp-kalma. Yukarıda sözünü ettiğimiz psişik

faktörlerin etkisi, çocuk cinselliğinin rasgele uyarımlarının

gelişmesine

yardım eder. Bu uyarımlar

(özellikle başka çocukların ve yetişkinlerin baştançıkarması

şeklinde ) ortaya belli bir madde (muhteva)

koyarlar. Bu madde ise, sözünü ettiğimiz psişik

faktörlerin yardımıyla-sürekli aksaklıklar

(bozukluklar)

haline girebilir. Nevrozlularda ve sapıklarda,

daha sonraları görülen çeşitli aksaklıklar (normal

cinsel hayattan sapmalar) cinsel bakımdan serbest

diye vasıflandırılan çocukluk çağında edinilen

izlenimlerden doğmuştur. Bünyenin tepki kabiliyeti,

zamanından önce gelişmişlik, direnmenin şiddeti ve

cinsel içgüdünün dış etkiler dolayısıyla rasgele uyarılması,

nevroz belirtilerinin etiolojisi bakımından

önemli bir rol oynarlar.

Cinsel hayatta görülen aksaklıklar üzerine yaptığımız

bu araştırmanın tatmin edici sonuçlara varmamış

olmasının nedeni, cinselliğin biyolojik süreci

hakkında yeterince bilgi sahibi olmayışımız ve bundan

ötürü biribirinden ayrı halde bulunan görüşlerimizi

cinselliğin normal ve marazi karakterlerinin ne

olduğunu açıklayacak bir teori halinde birleştiremeyi.şimizdir.


N O T L A R :

Clmlyet Teorisi ()zerine Oç Deneme

(1) Birinci denemede sözkonusu edilen olgular, Krafft­

Ebing, Moll, Moebius, Havelock Ellis, Schrenk-Notzing, Löwenfeld,

Eulenberg, I. Bloch, M. Hirschfeld gibi tanınmış yazarların

eserlerinden ve Jahrbuch für sexueUe Zwischeastufen'de yayınlanan

son eserlerden alınmıştır. Konuyla ilgili eserlerin bibliyografyası

bu eserlerde bulunduu için, kaynaklan daha etraflı bir

biçimde belirtmek gereğini duymadık.

Cinsel dönüklerin psikanaliz açısından incelenmesi yoluyla

elde edilen bütün sonuçlar, J. Sadger'in raporuna ve benim özel

gözlemlerime dayanmaktadır.

(2) Alman dilinde, bu iş için kullanılabilecek biricik kelime,

yani "Lust" kelimesi, ne yazık ki, çeşitli anlamlara gelir ve hem

duyulan isteği, hem de tatmini dile getirir. "Libido" cinsel hayatı

kımıldatan (harekete getiren) güçtür. Libido, bir nesneye

çevrilmiş olan niceliksel (kemmi) bir enerjidir.

(3) Normal kimselerle dönükler arasındaki nisbeti ortaya

çıkarmak için girişilen çeşitli teşebbüsler ve bu konuda ortaya

çıkan güçlükler için M. Hirschfeld'in Jahrbuch für Seıı:uelle

Zwischenstııfen'de (1904) yayınlanan makalesine bakın. (Aynca,

Brill'in Tbe Conception of Homoseıı:uality adlı eserine de bakın.)

(4) Böyle bir mücadele, aşılama (telkin) ya da psikanalizle

tedavi edilebilme konusunda elverişli bir ortant sağlar.

(S) Birçok yazarlar, tlönükterin, bu çeşit bir eğilime ne

zaman kapılmış oldukları hakkındaki hatıralarına inanmanın dotru

olmadığını haklı olarak belirtmişlerdir. Çünkü, dönüklerin.

heteroseksüel duygularını gösteren gerçekleri hafızalanndan dışarı

çıkarını (bastırmış) olmaları mümkündür. Psikanaliz, inceleye-

F. 13


194

ClNSlYET VE PStKANALtz

bildiği bütün dönüklük hallerinde bu şüphenin gerçek bir şüphe

olduğunu ortaya koymuş ve çocuk amnezisinin yarattı!ı eksiklikleri

(kesiklikleri) ortaya çıkararak hastalık hikayelerini kesin olarak

değiştirmiştir.

(6) Soysuzlaşmanın teşhisinin ne kadar dik.katle yapılmuı

gerektiğini ve pratik bakımdan ne gibi bir önem taşıdığını açık·

lamak için Moebius'ün bir cümlesini veriyorum. (Ueber, Etıu1ung,

Grenzrragen des Nerven-uod Seelenlebens, No. 111, 1900) Moebius

şöyle diyor: "Aydınlatmağa çalıştığımız şu geniş alanı, yani soysuzluk

kelimesiyle anlattığımız alanı yeniden gözden geçirecek

olursak, soysuzlaşmanın teşhisine ne kadar az önem verilmesi ge·

rektiğini kolayca görürüz."

(7) En tanınmış kimselerden bazılarının dönük, belki de

mutlak dönük oldukları konusunda "Uranizm"in sözcüsüne (1.

Bloch) hak vermemiz gerekir.

(8) Dönüklük kavramında, patolojik özellikler ile antropo

lojik özellikler arasında bir ayırma yapılmıştır. Bunu yapmak

başarısını 1. Bloch göstermiştir. (Beitrage zür Atlologle der Paye·

hopathia Sexualis, 1902-1903 ). Eski çallann uygar ırklarında dönüklüğün

çok önemli bir yer tuttuğunu belirten kimse de 1.

Bloch'tur.

(9) Somatik hennaphroditism konusuyla ilintili olan araştırmaiar

ile (Taruffi. Hermapbroditimıus nnd Zeugungsunfabigkeit,

Almanca baskısı, R. Teuscher tararından, 1903) Neugebauer'in,

Jahrbuch für Sexuelle Zwischenstufen'de yayınlanan eserlerini

karşıla5tırın.

(10) J. Halban, Die Enfltebung der Gescblecbncbaraktere

cilt LXX, 1903. Bu eserdeki bibliyograryaya da bakın.

(1 1) Jahrbucb'un altıncı cildindeki notlara göre, iki-cinsliliği,

dönüklüğün açıklanmasında ilk olarak ileri süren, E. Gley'­

dir. E. Gley, daha 1884 yılında Revue Philosophique'de bir yazı

(Les Aberrations De L'instinct Sexuel) yayınlamıştı. Dönüklüğü,

çifte-cinslilik ile açıklamak isteyen yazarların, bu faktöriln sadece

dönükler için deil. normal kimseler için de geçerli olduğunu

ve dönüklüğü, haklı olarak, gelişimde ortaya çıkan aksaklıkla açık·


C1NS1YET VE PSiKANALiZ

195

ladıklarını unutmamak gerektir. Bu yazarlar arasında Chevlier

(lnversion Suuelle, 1893) ve Krafft-Ebing (Zur Erldanmg Der

Kontnıren Se:s.ualempfindnng, J ahrbuch fur Psychiatrie und Nervenheilkunde,

Xlll) vardır. Krafft-Ebing, "Bu ikinci merkezin

(temelde bulunan öteki cinsiyet) hiç olmazsa gerçekleşecek bir güç

halinde ve sürekli olarak bulundulunu gösteren" çeşitli gözlemlerden

söz etmektedir. Dr. Arduin, her insanda "erkek ve diş.i

k.arakterlerin bulundulunu" söylüyor (Die Frauenfrage und die

Se:s.uellen Zwischenstufen, Cilt il, 1900). (Aynı eserin birinci cildinde

yer &.lan M. Hirschfeld'in Die Objective Diagnose der Ho

mosexualitat'ına bakın, sayfa 8 ve arkası). G. Herman, "her kadında

erkek karakterleri ve temelleri, her erkekte de dişi karak·

terleri ve temelleri bulundulunu" ileri sürer (Geneals das Gesetz

des Zeugung, cilt IX, Libido und Mania, 1903). 1906 yılında, W.

Flisa, iki-cinslilik kavramını ilk kendisinin kullandılını ileri sürmüştü.

Bu konuya yabancı olanlar, Geschlecht und Carakter

(1903) adlı pek de sallam olmıyan bir kitap yazan ve eserini

iki-cinslilik kavramı üzerine temellendiren filozof O. Weininger'i,

bu kavramı ilk ortaya atan kimse olarak tanırlar. Yukarda sözünü

ettiAimiz bilginler ve eserler, bu iddianın yanlışlılını açıkça

gösteriyor.

(12) Psikanaliz, dönüklülün kaynalı hakkında henüz tam

bir açıklama yapamamış olmakla birlikte, dönüklillün oluşmasının

mekanizmasını açığa vurmuş ve bu problemi zenginleştirmiştir.

tnceledi,limiz olayların hepsinde, daha sonra dönük haline

gelecek kimselerin, çocuklarında, kadın üzerinde (genel olarak anneleri

üzerinde) takılıp-kalmayı dile getiren kısa ama şiddetli bir

dönem yaşanmış oldu,lunu gördük. Bu dönem geçtikten sonra,

kendilerini kadınla özdeşleştiren bu kimseler, öz varlıklarını cinsel

nesne olarak almakta, ve narcissistic bir temel üzerinde hareket

etmektedirler. Yani, kendilerine benzeyen ve yine annelerinin

kendilerini sevdili biçimde sevebilecekleri delikanlılar aramaktadırlar.

Dönük denilen kimselerin, kadın güzellili ve çekicilili

karşısında duygusuz olmadıklarını, ama kadının yarattılı heyecanı

her zaman bir erkek nesneye aktardıklarını görmüştük. Böylece,

dönüklüklerinin temelinde yatan mekanizmayı hayatları boyunca

tekrarlamaktan başka şey yapmış olmuyorlardı. Erkeklere


196

CtNStYET VE PS1.KANALlZ

yönelmiş olmalan, kadınlardan sürekli olarak kaçbklarını gösteriyordu.

Psikanaliz, dönükleri, yaradılış bakımından büsbütün

farklı kimseler olarak görerek, öteki insanlardan kesin olarak

ayırmaya, kesin olarak karşı durur. Tam anlamiyle cinsel olan

uyanmlardan başka uyanmlan da incelemek yoluyla, psikanaliz,

bütün insanların homoseksüel nesne

seçimi yapabileceklerini ve

bu seçinti bilinç-dıında yapmakta olduklarını ortaya çıkarmıştır.

Gerçekten de, aynı cinsten kimselere karşı duyulan erotik ilginin

bir faktör olarak normal psişik hayatta kiiçümsenemiyecek bir rol

oynadılını ve hastalıklar sözkonuau olunca, bu ilgilerin etkileyici

faktör olarak, öteki cinsten kirnııelere karşı duyulan ilgilerden

daha önemli bir rol oynadıklarını ileri sürebiliriz. Psi.kanaliz.e göre,

cinsi gözönünde tutulmaksızın nesnenin seçilmesi ve hem dişi,

hem de erkek nesnelere eşit biçimde ballanabilmek (çocuklukta

ve ilkel insanda gördü!ümüz gibi) en ilk ve temel durumdur ve

bu ancak, şu ya da bu yönde kısıtlanması dolayısiyle normal hal,

ya da dönüklük haline gitir. Psikanaliz açısından, erkelin

sadece kadına karşı ilgi duyması da açıklanması gereken bir olaydır,

ve bu olay kimyasal çekim kavramı ile açıklanabilecek besbelli

bir olay delildir. Son ve kesin cjnsel davranış, ancak ergenlikten

sonra belirlenir. Bu davranıŞın belirlenişi bir kısmı

doluştanlık, bir kısmı da sonradan edinilmişlik nitelili taşıyan

ve henüz gözlemi yapılmamış faktörlerin sonucudur. Bu faktörlerden

bazısının, çok önemli bir rol oynıyarak sonuç üzerinde

etkili olması mümkündür. Ama insanların görünürdeki cinsel

davranışının çeşitlilili, belirleyici faktörlerin ne kadar çeşitli oldulunu

açıla vurmaktadır. Dönüklerin arkaik bir bünyenin ve

ilkel psişik mekanizmanın etkisinde olduk.lan söylenebilir. Narcl!ıl·

slstic nesne seçimi ve ual bölgenin cinsel önemine takılmak, dö·

nüklerin en temel karakteri gibi görünmektedir. Ama bu bünye

özelliklerini esas alarak aşın dönükleri ötekilerden ayırmala kal·

kan bir kimse, hiçbir şey elde edemez. Gerçekten de, a$ ın hallerde

görülen karakterler, daha zayıf olmakla birlikte geçiş tiplerinde

ve normal kimselerde de görülür. Sonuçlardaki farklılık nitelilcsel

olabilir ama, çözümleme (tahlil) belirleyici faktörler ara·

sındak.i farkın sadece niceliksel oldu!unu göstermektedir. Cinsel

nesne seçiminin rastgele etkileri arasında. cinsel yoksunlulun ya


ClNSlYET VE PSlKANAUZ 197

da cinsel korkutmanın önemli bir faktör oldulımu görmfü;tilk. Çocuiun

ana ve babasının her ikisinin bulunuşu olayının önemli

bir rol oynadılına da dikkat etmiştik. Nitekim, çocukluk çada

sert bir babanın bulunmayışı dönüklilk hallerinin artmasına yol

açmaktadır. Bundan başka, cinsel nesnenin seçimindeki dönüklük

ile öznedeki (süjedeki) iki-cinslilik karakterlerinin bulunuşu arasında

ba§lantı kurmaktan kaçınmak gerekir. Bu ikisi arasında her

zaman görülen kesin bir ballantı yoktur. Ferenczi, dönüklük. konusunda

önemli görüş noktalan ileri sürmüştür. (Zör N080logle

der Mıuınllcben HOlllOllUnalliat -Homoerodk- lnt. Zeitschrüt

für Psycbonalyse, ll, 1914). Ferenczi, "homoseksüellik.'' terimi

altında hem organizma

bakımından, hem de psişik bakımdan

birbirinden farklı; hepsi de dönüklük karakteri taşıyıın

durumların toplanmış olduAunu eleştirerek bu terim yerine "ho

moerotizm" kelimesini ileri sürliyor. Bundan ba.ka, hiç olmazsa

iki tipin, yani kadın gibi duyan ve davranan öme-homoerotik tip

ile, bütün hayatınca erkeksi davranan ve ·dişi nesneyi k<: ndi cinsinden

bir nesneye mukabil deiiştirmiş olan nesne-homoerotik

arasında dört temel farkın bulundu§unu ileri sürüyor. Ferenczi,

birinci tipi gerçek bir "cinsel-arası durum" olarak görüyor. Bu

bakımdan Magnus Hirschfeld ile fikir birlil_ine varıyor. Ama

ikincisini, bizce, pek de yerinde olmıyan bir terim kullanarak,

saplantılı nevroza tutulmuş bir hasta gibi görüyor. Dönüklük elilimine

karşı gelmenin ve psişik. tedaviye yatkın olmanın da ancak

nesne-homoerotik'te görüldülünü söylüyor. Bu iki tipin varlılı

kabul edilse bile, birçok. kimselerde nesne-homoerotizm ile ömehomoerotizm'in

belli bir ölçüde karışmış olarak bulunduiunu

unutmamak gerekir.

Son yıllarda, biyoloji alanında çalıanlar (özellikle Eugen

Steinach), cinsel karakterler konusunda olduiu gibi, homoerotizmin

organik şartlan konusunda da aydınlatıcı açıklamalar yap

tılar. Udiş-edilmeden sonra, öteki cinse ait salgı bezlerinin aşılanması

yoluyla, Steinach çeşitli memeli hayvanlann erkeklerini

dişi haline dişilerini de erk.ek haline getirebilmişti. Delişiklik. 10-

matik cinsel karakterlerde ve psik.osek.süel davranışta (özne-erotik

ve nesne-erotik. olarak) 8f8iı yuk.an tam olarak. gö.ı;lilmek.te-


198 CiNSiYET VE PStKANALtZ

dir. Cinsiyeti belirleyen kuvveti taşıyan şey, cinsel salgı bezlerinin

cinsel hücreleri doğuran bölümü değil, organların ara-doku hücreleridir

(ergenlik salgıbezleri).

(13) Bizim cinsel hayatımız ile, antikitedeki cinsel hayat ara·

sındaki en önemli fark, bizim cinsel neıneye önem vermemize

karşılık, onların cinsel içgüdüye önem vermeleridir. Antikitede,

içgüdü övgüye değer bulunuyor ve yöneldiği en önemsiz bir nes

ne bile içgüdü dolayısiyle önem kazanıyordu. Oysa biz, içgüdü·

nün kendi faaliyetini

küçümsemekte ve onu nesnesinde bulduğumuz

nitelikler dolayısiyle hoş görmekteyiz.

(14) Burada, ipnoz altına alınan öznenin, ipnozcuya ka·

yıtsız şartsız başeğmesi olayının, bana ipnoz olayının temelini,

libidonun bilinç-dışı olarak ipnozcuya takılıp-kalması ile (cinsel

isteğin mazoşist unsuru ile) açıklanabileceğini

düşündürdüiünü

söylemeliyim. Ferenczi, bu etki altında kalabilme durumunu

"ana-baba kompleksi"ne bağlamaktadır. (Jahrbuch für Pııycho

ana.lytische und Psychopathologische Forschungen, 1, 1909).

(IS) Cinsel fazla değer vermenin, sadece nesne seçimi sı·

rasında ortay:ı çıkmadığını ve öteki vücut bölümlerinin oynadıl!.ı

cinsel rolün daha dolaysız başka bir açıklanışını göreceiimizi be·

lirtmek isterim. Hoche ve 1. Bloch'un, cinsel ilginin, üreme organlanndan

ba5ka, vücut bölümlerini de kapsamasını açıklamak

için ileri sürdükleri "uyarılma açlığı" kavramı bence pek önemli

değil. Libidonun takibettiği çeşitli yollar arasındaki bağlantı, bir·

leşi.it kaplardaki durumu hatırlatmaktadır. Bundan ötürü, yan yollar

(kanallar) fenomenini unutmamak gerekir.

(16) Kadının, karakteristik durumlarda, erkeii bir "fazla

cinsel değer verme"nin konusu haline getirmediji, ama kendi

çocuiu ü:ııerinde aynı değer vermeyi gerçekleşlinneyişine de pek

az rastlandığı görülüyor.

(17) Bu zayıflık, bünye yatkınlığına tekabül eder. Psikanaliz,

zamansız bir cinsel korkutulmanın, bireyi normal cinsel amaçtan

uzaklaştıran ve onun yerine koyacağı şeyleri aramasına yol

açan bir rastgele belirleyici olduğunu göstermiştir.

(18) Psikanaliz araştırmaları ilerledikçe, Binet'nin bu düşün·

cesini daha sağlam biçimde eleştirmek mümkün olmuştur. Bu


CiNSiYET VE PSlKANALlZ 199

alanda yapılmış bütün gözlemler, fetişle ilk karşılaıldığı zaman,

bu fetişin cinsel ilgiyi çekmek işini başardığını göstermektedir.

Ama bu olay ile birlikte görülen şartlar, olayın nasıl ortaya çıktığını

açıklamaya yetmemektedir. öte yandan, "zamanından önce"

edinilen bütün cinsel izlenimler sözkonusu kimsenin beş ya

da altı yaşından daha geriye gitmemektedir. Psikanaliz yeni marazi

takılıp-kalmaların bu kadar geç gerçekleşebileceğinden şüphe

etmektedir. Olayların incelenmesi, fetişin ortaya çıkışı ile ilintili

olan hatıranın arkasında cinsel gelişmenin dibeçökmüş ve unutulmuş

bir döneminin bulunduğunu gösteriyor. Fetiş, bu dönemin

yerine konmuş bir şey, bir batıra-ekran ödevi görmektedir. Fetiş,

bu dönemin geri kalan yanını da dile getinnektedir. Çocukluğun

ilk yıllarında yer alan fetişizm döneminin değişmesi ve fetişın

seçilmesi bünye tarafından belirlenmiştir.

(19) İskarpin ve pantufla da, bu bakımdan, kadın üreme

organlarının sembolü olarak görülür.

(20) "Güzellik" kavramının kökünü cinsel uyarılma alanında

aramak gerektiğinden ve bu kelimenin, aslında cinsel bakımdan

uyancı olan şeyi anlatmak için kullanıldığından şüphe etmi·

yorum. Bu bakımdan, görülmeleri en şiddetli cinsel uyarımı doğuran

üreme organlarının güzel sayılmamaları ilgi çekici bir gerçektir.

(21) Psikanaliz, birçok başka sapıklıklarda olduğu gibi, bu

sapıklıkta da, beklenmedik çeşitli anlamlar ve belirleyişler bulur.

Sözgelirni, teşhircilik, büyük bir ölçüde, iMi5-edilme kompleksine

bağlıdır. Bu sapıklıkta, bir kimsenin kendi (erkek) üreme organının

bütünlüğüne önem verildiği ve küçük çocuğun, bu üreme organının

kadında bulunmadığını düşünerek duyduğu zevkin bir tek·

rar olarak duyulduğu söylenebilir.

(22) Psişik sistem ve bu sistemdeki içgüdülerin faaliyetleri

hakkında, daha sonra vardığım ve olaylarla pekitirilmiş düünceler

gereğince, mazoşizm hakkındaki fikirlerimi bir hayli değitirdim.

Böylece, ilk başta bulunan bir erotojenik maroizmin varlığını ve

daha sonra, bundan biri kadınsı, öteki ahlaki iki maz()';'izm çeşidinin

türediğini kabul ettim. Hayatta yerine getirilemiyen ve bireyin

kendi öz varlıima çevrilen sadizmden, birinci mazoşizme


200

CiNSiYET VE PStKANALtz

eklenen ikinci mazoşizmin çıktığmı düşündüm. Das ölronomlscbe

Problem Der Masocblsmus adlı yazıma bakın. (1924).

(23) Sözünü ettiğim araştırmalar gereğince, sadizm-mu.o

şizm karşıt çiftine özel bir kaynaktan çıkması dolayısiyle ayn bir

yer verilmesi ve bunların öteki "sapıklıklarda.ıı" ayrılması zonm-

1 udur.

(24) Bunu temellendirmek için Havelock Ellis'in kitabından

IThe Sexuel Tmpulse, 1903) bir cümleyi aktarmam yeter: "Bildiğimiz

bütün sadizm ve mazoşizm olayları, hatta Krafft-Ebing'in

sözünü ettikleri bile (Colin, Scott ve Fare tarafından gösterildili

gibi) aynı bireyde her iki cinsel davranışın izine rastlandığını göstermektedir."

(25) öte yandan, cinsel gelişmeyi önleyen güçlerin (tiksinti,

utanç, ahlak) insanlığın psikolojik oluşmasında, cinsel içgil·

düyü etkisi altına almış dış durdurmaların (yasakların} tarihi bir

artığı (çökeleği} gibi görülmesi gerekir. Bu durdurmaların, elitim

ve başka dış etkiler altında, bireyin gelişiminde kendiliğinden ortaya

çıktıkları her zaman görillen bir olaydır.

(26) Burada, sapıklığın kaynağı üzerinde bir ön yorum yap

mak isterim. Sapıklıkların, takılıp-kalışından önce, normal cimel

gelişmeyi sağlıyacak bir durum vardır. Bunun böyle olduğu fetişizmde

de görülüyor. Psikanaliz, şimdiye kadar inceledilU tek tek

hallerde, sapıklığın, Oedipus kompleksi yönündeki bir gelişmeni

yarıda kalmasından başka bir şey olmadığını ve bu bastınlma

sonunda yapı bakımından en kuvvetli olan cinsel içgüdü unsurunun

ötekileri yenilgiye uğrattığını göstermiştir.

(27) J. Breuer, cathartic metodu ilk uyguladılı hastadan söı

ederken şöyle diyor: "Cinsel faktör, şaşılacak kadar az gelişmişti."

(28) Uygun şartlar altında fiil haline dönebilen ve ıyıce

bilinen sapık hayalleri (kuruntuları); paranoiakların düşmanca bir

duyguyla başkalarına yükledikleri temelsiz korkulan ve pııikaııaı

liz tarafından, belirtiler aracılığı ile ortaya çıkanlan bilinç-dqı is

terik hayalleri muhteva bakımından, en küçük ayrıntıya kadar

birbiriyle bağdaşmaktadır.

(29) Psikonevroz, çoğunlukla, görünür bir sapıklıkla birlik·

te bulunur. Bu durumda, heteroseksüel duygu, tamamen basbnl-


ClNStYET VE PStKANALtZ 201

mışttr. Psikonevrozlarda, sapıklığa kaı bir eğilimin her zaman

ve zorunlu olarak bulunduğu konusuna dikkatimi ilk çeken,

Fliess'in bir yazısıydı. Bu iddianın doğruhıAunu daha sonra kendi

tecrübelerimle de gördüm. Şimdiye kadar dikkati çekmemiş olan

bu bulll!lun, homoseksüellik teorileri üzerinde önemli bir etki

yapması gerekir.

(30) lçgiidüler bilimi, psikanaliz teorisinin en önemli, ama

aynı zamanda en eksik bölümüdür. Son eserlerimde (Jemela de1

Laltprimlps, 1920), (Das tch und Das Es, 1923), içgüdülerin incelenmesi

konusunda yeni düşünceler ileri sürdüm.

{31) Belli bir sınıf nevroz hastalıklarından çıkarılmı olan

bu varsayımı burada doğrulamak pek kolay değil. öte yandan,

bu varsayımı gözönünde tutmadan içgüdülerle ilintili sailam bir

şey söylemek de kabil deiildir.

(32) Burada, cinsel içgüdüyü contredation ve detumescence

(şişliğin inmesi) gibi iki içlepiye ayıran Moll'un varsayımı akla

geliyor. Contrectation, deriye dokunma isteğini anlatmak için

kullanılmıştır.

(33) Gerçekten de, çocukluiun rolünü anlamadan, ırsiyetin

rolünü anlarnaAa imkan yoktur.

(34) Yeniden gözden geçirdiiim zaman bu iddia bana o kadar

a5ın geldi ki, bu konudaki eserlere göz-atmanın faydalı olacağını

düo::ündüm. Böylece, düüncemin doru olduunu, yeniden

anladım. Çocuk cinselliinin fizik ve psi!'.'ik fenomenlerinin incelenmesi

henüz emekleme çaındadır. Bir yazar, S. Beli, ("A Pre·

lhnlnary Stody of tbe Emotions of Love Between Tbe Seıı:es" Ame·

rican Journal of Psychology, XTII, 1902) öyle diyor: "Heyecan

olayını delikanlılık çalında görüldüiü biçimde ele alıp dikkatle

çözümleyen bir bilgin tanımıyorum." Ergenlik çağından önce or·

taya çıkan somatik cinsel beliri5lere gösterilen dikkat, ancak soysuzlaşma

olayları ile ilintili olmu5 ve bu fenomenler soysuzlaşmanın

belirtileri olarak kabul edilmişlerdir. Yüzyılımızın, okuduğum

bütün psikoloji eserlerinde çocukların cinsel hayatı ile ilin·

tili tek bir bölüm bile yoktur. Bunlar arasında şu eserleri sayabilirim:

Preyer, Baldwin (The Development of the Mind in the

Child and in the Race, 1898), Perez (L'enfant de J. 7 ans, 1894).

StrOmpell (Die pedagogische Pathologie, 1899), Kari Groos (Da!


202 CiNSiYET VE PStKANALlZ

Seelenleben des Kindes, 1904), Th. Heller (Grundriss der Heilpadagogik,

1904), Sully (Observations Conceming Childhood, 1897)

ve başkaları. Bu konuda ne gibi bilgiler edinilmiş oldulunu ö§·

renmek için, en iyi çare, 1896'dan beri yayınlanan Die Kinderfehler

adlı dergiyi okumaktır. Bununla birlikte, çocukların hayatında

cinsel aşkın bulunduğunu ispat etmek gerekli bir şey gibi

görünmemektedir. Çünkü, Perez, sözünü etti§imiz kitabında, bu

duyguya yer vermektedir. K. Gross (Die Suiele der Menchen, 1899)

bazı çocukların çok erken yaşlarda cinsel heyecan duyduklarını

ve öteki cinse dokunmak istediklerini söylüyor. (s. 336). S. Bell,

bir çocukta, tam iki buçuk yaşındayken cinsel aşk belirtilerinin görüldüğünü

tesbit etmişti. Bu konuda, Havelocok Ellis'e de bakınız,

"Sexuel Impulse", Appendix il."

Çocuk cinselliği ile ilintili eserler hakkında yukarda ileri silrdülümüz

yargı, G. Stanley'in önemli ve büyük eseri çıktıktan

sonra, (Adolescence, tts Psychology and its Relation to Physiology,

Antropology, Sociology, Sex. Crime Religion and Educatioo,

iki cilt, New York, 1908) doğru sayılamaz. A. Moll'un kitabı ise,

(Das Sexualleben des Kindes, Berlin, 1909) ileri sürmüş olduğum

yargıyı yanlış çıkaracak araştırmalar sunmuyor. Buna karşılık,

Bleuler'in Se.ıı.uelle Abnormitaten der Kinder adlı kitabına bakın

(Jabrbuch der Schweizerischen Gesellschaft für Schulgesungdheitsflege,

IX, 1908) Bayan Doktor H. v. Hugh-Hellmuth bir eserinde

(Aus dem Seelenleben des Kindes, 1913) bugüne kadar ihmal edilmiş

olan cinsel faktör üzerinde önemle durmaktadır.

(35) Çocukluğun en uzak hatırlamaları ile ilintili meseleleri

çözmek için, Günlük Hayatın Psikopatoloji.si adlı eserimde bazı

açıklamalar yapmağa çalışmıştım.

(36) Bastırma mekanizmasını anlayabilmek için, birbirine

bağlı olan bu iki süreci aynı zamanda gözönünde tutmak gerekir.

Bu durumu, Gizeh ehramının tepesine çıkarılan turiste benzetmek

kabildir. Turist hem alttan yukarı itilmekte, hem de aşağı

çekilmektedir.

(37) Nevrozluların çocukluk dönemleri ile normal kimsele·

rin çocukluk dönemleri arasında sadece şiddet ve kesinlik farkı


CtNStYET VE PSlKANALtz 203

oldulu için, sözü geçen bilgilerden normal davranış alanında da

faydalanabiliriz.

(38) Çocuk cinselliği hakkındaki bu teorinin, anatomik

alandaki bir benzeri, Bayer'in çalışmasında bulunabilir. (Deutsches

Archiv für Klinische Medizin, LXXIIO. Ona göre, yeni dolmuş

çocuktaki iç üreme organı (rahim) daha büyük çocuklardakinden,

genel olarak daha hacimlidir. Bununla birlikte, Halban'ın,

:foğuştan sonra cinsel aygıtın öteki bölümlerinin de küçülmekte

olduğu hakkındaki iddiası doğrulanmamıştır. Halban'a göre, (Zeitschrift

für Geburtshilfe und Gynakologie LIII, 1904) bu küçülme

rahim-dışı birkaç haftalık hayattan sonra sona ermektedir. öte

yandan, cinsel salgıbezlerinin aradokusal bölümlerinin, cinsellili

belirlediğini kabul eden bilginler, çocuk cinsellilini ve cinsel örtüklük

dönemlerini incelemişlerdir.

Ergenlik salgıbezleri hakkında Lipschütz, kitabının yirminci

sayfasında şöyle yazıyor: "Ergenlikte iyice görülen cinsel karakterlerin

olgunlaşması olayı çok daha önce, hatta bence foetüıı

çağında başlamış olan süreçlerin hız kazanmasından başka şey

değildir." (s. 169). "Şimdiye kadar ergenlik diye adlandırılan şey,

belki de, insan hayatıma ikinci oo yıhoıo ortasında başlayan ikin·

cl bir ergenlik çağıdır." Doğumdan bu ana kadar süren çocukluk,

ergenliğin ara dönemi olarak görülebilir. Ferenczi'nin bir eleştirmesinde

ortaya konan (Zeitschrift für Psychoanalise, VI, 1920)

ve psikolojik gözlemler ile anatomik tesbitler arasında paralellik

olduğunu ileri süren düşünce, cinsel organların gelişmesinin "en

yüksek noktası"na embryon döneminde varıldılı halde, çocuk cinselliğinin

ilk çiçekleniine üç ve dördüncü yıllarda varılmış olması

gerçeAi tarafından yalanlanmaktadır. Anatomik hazırlık ile psişik

gelişmenin aynı zamanda gerçekleşmesi zorunlu delildir. tnsan

cinsel salgıbezleri üzerinde başka çalışmaların yapılması gerekli·

dir. Hayvanlarda, psikolojik anlamda bir örtüklük dönemi bulunmadılı

içiıı, bu bilginlerin cinsel hayatta iki "en yüksek nokta"

bulunduğunu IÖylerken, dayandıkları anatomik tesbitlerin, gelişmiş

hayvanlar için de geçerli olduunun gösterilip gösterilemiyece­

Aini sormak gerekir.

(39) "Cinsel örtüklük Dönemi" deyimini W. Fliess'den al·

dım.


204

CiNSiYET VE PSIKANALtZ

(40) Jahrbuch für Kinderheilkunde, N.F. XIV, 1879.

(41) Bu, bütün hayat boyunca geçerli olan bir şeyi, yani

cinsel tatminin en iyi ipnoz kuvveti olduğunu gösteriyor. Gerçekten

de, sinirli uykusuzluk hallerinden bir çoğu, cinsel tatminin

bulunmayışı ile açıklanabilir. Düşüncesiz kadınların, bakmakta

görevli oldukları çocukları, üreme organlarını okayarak uyuttuk·

lan da bilinen bir gerçektir.

(42) Dr. Galant 1919 da yayınladığı "Das Luslscherli" (Neurolog:ische

Zentralblatt, 20) bir yazıda, bu çocuktuk huyunu bırakmamış

olan ve parmak-emerken, sevgilisinin verdiği öpüdikten

bile daha fazla tatmin olan bir genç kızın itiraflarını açıklıyor:

"Bütün öpüşleri bir araya getirseniz parmak-emmek kadar

zevk sağlıyarnaz. Parmak-emerken bütün ''Ücudun nasıl zevk duyduğunu

anlatmak kabil değil. insan bu dünyadan uz.akta5ır sanki.

Eksiksiz bir tatmin ve üstün bir mutluluk duyar. Olağanüstll bir

duygudur bu. Sürüp gitmesini, hiç sona ermemesini istersiniz yalnız.

Anlatılmıyacak kadar güzel bir şeydir bu. Ne acı, ne de üzüntü

duyarsıız. insan sanki bambaka bir dünyaya gitmiş gibidir."

(43) H. Ellis bu terimi biraz farktı anlamda kullanır. Otoerotik

deyince, dışardan değil, içerden gelen bir uyarımı kasteder.

Psikanaliz için ise, önemli olan oluşma değil, nesneye bağlılık

biçimidir.

(44) Daha sonraki araştırmalar sonunda erotizm niteliğinin,

vücudun bütün kısımlarında ve iç organlarda da bulunabileceğini

düşündüm.

(45) Masturbation ile ilintili zengin, ama karışık yayınlar

için Rohleder'in Die Masturbation (1890) adlı eserine bakın. Viyana

Psikanaliz DCmeğinin çalışmalarını kapsayan Die Oıumie

adlı broşüre bakın. Wiesbaden, 1912.

(46) Bak. Freud, Cbarakter und Analerotik (1908), ve Ueber

Trlebsumsetzonııen lnsbesondere der Analerotik (1917).

(47) Daha sonraki yıllarda görülen şaşırtıcı masturbation

teknikleri, ortadan kalkmış olan bir yasaklamanın etkisini gösteriyor

gibidir.

(48) Bleuler'in belirttiği gibi, kabahatlilik duyan nevrozlunun,

bu duyguyu bir masturbation faaliyetinin hatırasına bağla-


CtNStYET VE PSlKANAUZ

205

ması üz.erinde durulması ve incelenmesi gereken bir problemdir.

Bu bağlantıyı kabaca şöyle açıklayabiliriz: Masturbation tek başına,

çocuk cinselliğinin bütün faaliyet bölümünü temsil ettiği için,

bu kabahatlilik duygusuna konu olabilmektedir.

(49) Burada ileri sürülenler, yetişkinler üzerinde yapılan

Psikanaliz incelemeleri sayesinde, 1905 yılında dolrulandı. O yıllarda

henüz çocukları doğrudan doruya incelemek mümkün de·

ğildi. Ama daha sonraları, küçük yaşta çocukları incelemek milm·

kün olduğu için, çocuğun psikoseksüel hayatını doğrudan doğruya

kavramak ·mümkün oldu. DoArudan doğruya yapılan gözlemler,

psikanalizin daha önce varmış olduju sonuçları ruladı

ve böylece psikanaliz metodunun sağlamlığını gösterdi. (Jahrbuch

für psychoanalitsche und psychopathologiscbe forschungen, 1. 1909).

Beş yaşındaki bir çocukta görülen fobinin incelenmesi, psikanali·

zin sözünü etmediği yeni bir gerçekle karşılaşmamw salladı. Bu

gerçek, cinsel sembolizmin, yani cinsel olan şeyin cinsel olmayan

nesneler ve bağlantılarla temsil edilişinin, çocuk konuşmaya başladığı

dönemde ortaya çıkmasıydı.

(50) iğdiş-edilme kompleksinden kadınlarda da söz edilebilir.

Erkek ve kız çocukları, kadının da penisi olduğunu, ama bunu

iğdiş edilerek kaybetmiş olduğunu düşünürler. Kadının penisi olmadığı

hakkında en sonunda kesin bir karara varılması çoju za.

man erkeklerin, öteki cinsi küçümsemelerine yol açar.

(51) Çocukluğun bu son yıllarında sayısız açıklamalar yapılır.

Biz, çocuk teorilerinin ancak birkaç tanesini sözkonusu et·

tik.

(52) Yetişkin nevrozlularda bu dönemin kalıntıları için ,

bak: Abraham, Untersucbongeo über dle friibelte pnıaenltale

Eotwitckluogstfue der Ubldo. Intemationale Zeitschrift für Psychoanalyse,

iV, 1916. Daha sonraki bir eserinde (Versuch einer

Entwisklungs-geschichte der Libido, 1924) bu oral (ağızla ilintili)

dönemi olduğu gibi, ondan sonra gelen sadist-anal dönemi de

ikiye ayırmakta ve bu dönemlerin, nesneye karşı alınan tavır bakımından

ayrılık gösterdiklerini ileri sürmektedir.

(53) Abrahanı, yukarda sözü geçen ikinci makalesinde,

anusun, embryonun ilkel ağzından (blastopore) çıkmış olmasına ve


206

ctNStYET VE PS1KANAUZ

bu biyolojik olayın psikoseksüel gelişmenin prototipi gibi göründüğüne

dikkati çekiyor.

(54) 1925 yılına doğru, bu düşüncemi değiştirerek çocuğun

iki üreme-öncesi organizasyon geçirdikten sonra üçüncü bir dönem

de geçirdiğini ileri sürdüm. üremsel (genital) diyebileceğimiz

bu dönemde bir nesne ve eğilimlerin bu nesne üzerinde top

lanması sözkonusudur. Ama bu dönem ile, cinsel olgunluk çağının

son organizasyonu arasında temel bir fark vardır. Çünkü ÇO·

cukluk çağının bu .üçüncü dönemi sadece erkek üreme organını

tanımaktadır. Bu yüzden, ona, pballic organizasyon dönemi dedim.

(Dle tnfantile Genltalorganizasyon, lnter, Zeitschr. f. Psychoanalyse,

IX, 1925). Abraham'a göre, bunun biyolojik prototipi,

embryondak.i üreme aygıtının her iki cins için de farklılaşmamış

olmasıdır.

(55) Bazı kimseler, sallandıkları zaman, üreme organlarına

değen havanın etkisiyle zevk duyduklarını hatırlayabilirler.

(56) Birtakım nevrozlu yürüme aksaklıkları ve agoraphobie

olaylarının incelenmesi hareket etme zevkinin cinsel özü konusunda

bütün Şüpheleri ortadan kaldırmıştır. Gençliği cinsel faaliyetten

çevirmek için, modem hayatın sporlardan büyük ölçüde

yararlandığını biliyoruz. Bu bakımdan, modern eğitimin, cinsel

zevk yerine hareket etme zevk.ini koyduğunu ve cinsel faaliyeti,

bu faaliyetin otoerotik unsurlarından birine geri götürdüğünü

söylemek daha doğru olur.

(57) "Erojen" mazoşizm denilen şey budur.

(58) Her bireyde, oral, anal, urethral bir erotizm bulunduğunu

söyleyebileceğimiz, bu açıklamalardan kesin bir biçimde

çıkmaktadır. Ama bu psişik komplekslerin bulunması, sözkonusu

bireylerin anormal ya da nevrozlu olduklarını göstermez. Normali

anormalden ayıran şey, cinsel içgüd.ünün unsurlannın nisbi

şiddetinde ve gelişmeleri boyunca oynıyabilecekleri rolde aranmalıdır.

(59) Yaptığımız bu şematik açıklamalar, her şeyden önce,

farkları ortaya çıkarmak amacını güdüyor. Çocuk cinselliğinin,

nesne seçimi aracılığı ile, son ve kesin cinsel organizasyona ne!

ölçüde yaklaştığını daha önce görmüştük.


CtNStYET VE PSİKANALİZ 207

(60) Bu problemi çözmek için yaptığım çalışmaya bakın.

Das ökonomlscbe Problem der Masocbismus, 1924.

(61) Almanca "Lust" kelimesinin, cinsel uyarımların oynadığı

çifte rolü, yani bir yandan kısmi bir tatmin getirmelerini, öte

yandan cinsel gerilimin sürmesini sağlamalannı dile getirmesi çok

ilgi çekicidir. "Lust" kelimesinin çifte bir anlamı vardır. Bir yandan

gerilim duygusunu, isteği dile getirir (leh habe Lust - Bir

ljey arzuluyorum, bir şey istiyorum anlamına gelir), isteğin doymuşluğunu,

tatmini belirtir.

(62) Bu ayırım artık geçerliğini kaybetmiştir. Çünkü, "ak·

tarma nevrozları"ndan başka nevrozlar psikanalizin alanına getirilebilmişlerdir.

63) Bak: Zur Elnfühnıog des Narzlsmus, Jahrbuch der

Psychoanalyse, VI, 1913. Bu denemede, "narcissism" kelime,i

yanlışlıkla Naecke'ye atfedilmiştir, oysa terimi yaratan H. Ellis'tir.

(64) Günlük kullanışta apaçık bir anlam taşıyormuş gibi

görünen "erkek" ve "dişi" kelimeleri, bilimin kullandığı en karmaşık

terimlerden biridir ve en az üç anlam taşımaktadır. Önce,

dişi ve erkek, pasiflik ve aktiflik kavramlannın karşılığı olarak

kullanılıyor. Sonra bu terimlerin bir biyolojik, bir de sosyoloJUı

anlamları var. Psikanaliz bu anlamların birincisine önem verir

ve onu kullanır. Libidonun "erkekçe bir öze sahip olduğunu"

bundan ötüril söyledik. Çünkü libido, pasif bir amaca çevrilmiş

olsa bile, her zaman aktiftir. Erkek ve dişi kavramlan biyolojik

kullanılışlarında en açık anlama kavuşurlar. Çünkü, biyolojik

kullanılışta, erkek ve dişi kavramları, tohumun ya da yumurta·

nın bulunuşuna ve onların fonksiyonlarına bağlıdır. Aktiflik ve

aktifliğin ikinci dereceden özellikleri olan gelişmiş kaslar, saldır·

ganlık, şiddetli bir libido gibi karakterler de biyolojik erkeklik

kavramı içine girer, ama onun zorunlu bir özelliği değildir. Çünkü,

bu özelliklerin dişilerde bulunduğu hayvan türleri de vardır.

üçüncü anlam, yani sosyolojik anlam ise, muhtevasını, yaşayan

erkek ve dişiler üzerinde yapılan gözlemlerden alır. Bu, ne biyolojik

anlamda, ne de psikolojik anlamda, hiç kimsenin katkısız

(saf) bir şekilde erkeklik ya da kadınlık özelliğini taşımadığını

açıkça göstermektedir. Tam tersine, her birey, hem kendi cinsi-


208

CtNStYET VE PS1KANAL1Z

nin, hem de karşıt cinsin biyolojik özelliklerinin bir kanşımını

taşımakta ve hem pasiflik, hem aktiflik göstermektedir. Bu k.arak·

teristik psikolojik özellikler, biyolojik unsurlara ister bağlı ol·

sun, ister olmasın, durum değişmez.

(65) Psikanaliz iki türlü nesne-bulma olduğunu söylüyor.

Bunların birincisi yukarda sözünü ettiğimiz anaclitic (dayanıcı)

olanıdır. Yani, bu obje-bulmada çocukluk dönemi prototipleri

temel olarak alınmaktadır. İkincisi, narclssistic olanıdır. Bunda.

birey, kendi vücudunu aramakta ama, onu bir başkasında bul·

maktadır. Bu ikinci yol, marazi sonuçlar bakımından çok önem·

lidir, ama burada ele aldığımız konunun dışında kalıyor.

(66) Bu anlayışı çok "iğrenç" bulanlara, aynı düşünceyi ileri

süren Havelock Ellis'in anne ile çocuk arasındaki bağlantıları ele

alan kitabını okumalarını salık veririm. (Sexual lmpulse, s. 16).

(67) Çocuk korkusunun açıklanması konusunda, üç yaşın·

daki bir erkek çocuğuna büyük şeyler borçluyum. Bu erk.ek

cuğunun, karanlık bir odadayken şöyle seslendiğini duymuştum:

"Halacığım, bana bir şeyler söyle, burası karanlık olduğu için

korkuyorum." "Söylesem ne faydası olur?" dedi halası, "görmeni

sağlıyamam ki!" Çocuk, "önemli değil," diye cevap verdi, "birisi

konuşursa, ortalık aydınlanır." Bundan da belli oluyor ki, çocuk

karanlıktan korkmuyordu. Sevdiği insanı kaybetmiş olduiu için

korkuyor ve bu- insanı yanında duyarsa yatışacağını söylüyordu.

Nevroz tedirginliğinin (boğuntu) libidodan çıkmış olduğu, onun bi<

değişik üı ünü sayılması gerektiği ve bu tedirginlik ile libido arasındaki

bağlantının, sirke ile şarap arasındaki bağlantıya benze..

tilebileceği, psikanalizin sağladığı en önemli sonuçlardan biridir.

Bu problem için, bak.: "1ntroductory Lectures to Psychoanaly.U,

(Joan Riviere çevirisi, Londra, 1922). Ama bu eserde de proble·

min kesin cevabı verilmiş değildir.

(68) Yakınlarla cinsel birleşme yasağı insanlığın tarih boyunca

edinmiş olduğu bir davranış olarak düşünülebilir. öteki ahlaki

tabuların çoğu gibi, birçok bireylere organik ırsiyet yoluyla

kazandınlmış olduğu da söylenebilir. (Bak.: Freud, Totem ve Ta:

bu). Bununla birlikte, psikanaliz, gelişmesi sırasında, bireyin yakınları

ile birleşme isteğine karşı nasıl direnç gösterdiğini ve bu


CİNSiYET VE PStKANALtz 209

isteti, çoğu zaman, nasıl hayaller alemine ya da gerçeğe aktardığını

göstermiştir.

(69) Çocuğun terketrniş olduiu cinsel araştırmaları çıkış

noktası olarak alan ergenlik çaiı hayalleri (fantazyaları) kimi za.

man örtüklük çağının bitiminden önceye kadar uzanabilirler. Tüm

olarak ya da kısmen bilinç-dışında kalmış olabilirler. Bu yüzden,

çoğunlukla, onların ortaya çıkış zamanını belirlemek mümkün

değildir. Bu hayaller, marazt belirtilerin oluşması bakımından çok

büyük bir önem taşımaktadırlar. Çünkü, belirtilerin hazırlık dönemini

ve libidonun bastırılmış bazı unsurlarının içinde tatmine ulaştığı

biçimleri teşkil ederler. Aynı zamanda, bu hayaller, gece hayallerinin

de prototipleridir. Gece hayalleri ise, rüyalar biçimindo

bilince gelirler (bilinçte görünürler). Rüyalar, bu çeşit hayallerin

bir tekrarlanmasından başka şey değildir. Bu tekrarlanma (yenilenme),

uyanıklık halinden artakalmış (gün artıkları) bazı uyanmlann

etkisinde gerçekleşir.

Ergenlik çağının belli birtakım cinsel hayalleri, bireylerin yaşantılarından

bağımsız ve evrensel bir biçimde ortaya çıkar. Bu

hayaller arasında, çocuğun, ana ve babasının cinsel birleşmesini

gördüğünü düşünmesini; sevdiği bir kimsenin kendisini baştan çıkardığını

tasarladığını; iğdiş edilmek tehlikesi ile kar.:;ılaştığını görür

gibi olduğunu; annesinin kamında kalarak çeşitli olaylar yaşadığını

düşünmesini sayabiliriz. Bunlardan başka, bir de "aile

roman"ı denilen durumu unutmamak gerekir. Bu durumda, delikanlı,·

ana-babası ile arasındaki eski bağlantı ile o günkü bağlantı

arasındaki farktan hareket ederek gerçekle ilintisi olmıyan

bir bikiye uydurur. O. Rank, bu hayaller ile mitler arasındaki

yakın balJılığı göstermişti. (Der Mytlıus von der Geburt des Helden,

i 909). Oedipus kompleksi'nin bütün nevrozların temel kompleksi

olduğu ve nevrozların muhtevasında ana bölümü teşkil et·

tiği · söylenebilir. Oedipus kompleksi, daha sonraki etkileri ile

yetişkinin cinselliğini kesin bir biçimde etkileyen çocuk cinselliğinin

en yüksek noktasıdır (doruğudur). Her insanın karşılatıl:ı

ve yerine getirmesi gereken ödev, Oedipu! kompleksi'ni egemen-

F. 14


210 CİNSlYET VE PStKANALtZ

lik altına almaktır. Bunu yapamıyan, bir nevroza tutulrnaia mah.

kumdur. Psikanaliz çalışmaları ilerledikçe, Oedipus kompleksi'nio

önemi daha arttı ve b kompleksin kabul edilmesi ya da edilme·

mesi, psikanalizi tutanlarla ona karşı çıkanları ayıran bir mihenk

taşı niteliğini kazandı.

Rank, başka bir eserinde (Das Trauma. der Geburt, 1924),

anneye takılıp-kalma (fixation) olayını embryon dönemine götürdü

ve böylece Oedipus kompleksi'nin biyolojik temellerine işaret etti.

Yukarda söylediğimizden farklı olarak, Rank yakınlarla cinsel bi

leşme yasağını, doğum boğuntusunun traumatik etkisiyle açıkla·

maktadır.

(70) İnsanın aşk hayatının sayısız çeşitlilikleri ve aşk tut·

kularının zorlayıcı karakteri, ancak çocukluk çalı, ya da bu ça

ğın etkin yansıları gözönünde tutulmak şartiyle açıklanabilir.

(7 1) Burada, Ferenczi'nin hem fantazilerle dolu, hem de

derin görüşler taşıyan eserini (Versuch einer Genitaltheorie, 1924)

hatırlatmak isterim. Bu eserde, gelişmiş hayvanların cinsel hayatı

biyolojik evrimlerinin (tekamüllerinin) dönemlerinden çıkarılmağa

çalışılmaktadır.

(72) Bu, sadece, nevrozlarda görülen "negatif' sapıklık eğilimleri

için değil, aynı zamanda pozitif sapıklık denilen durum·

!ar için de geçerliydi. Pozitif sapıklıklar, sadece çocukluk eğilim·

!erinin takılıp-kalmasından doğmuyor, aynı zamanda, cinsel akışın

öteki yolları gerektiği gibi gelişmediği için bu eğilimlere karşı

gösterilen bir geridönüş (regression) yüzünden ortaya çıkıyordu.

Bundan ötürü, pozitif sapıklıklar da psikanaliz tedavilerinin ala·

nına girer. .

(73) Ergenlik çağında, ilk aiızda, normal bir akışın ortaya

çıktığı görülebilir. Ama bu akış, zayıfsa, karşılaştığı ilk dış eiı·

gel yüzünden yolunu şaşırır ve bir geri-dönmeden sonra sapıklığa

kadar varan bir değişikliğe yerini bırakır.

(74) Bazı karakter özelliklerinin, erojen unsurlarla belli bir

bağıntısı olduğu bilinmektedir. Böylece, inatçılık, pintilik ve titiz·

lik ile ana! bölgesine ilintili erotizm arasında bir bağlantı bulu·

nabilir. Urethral (sidik yoluyla ilintili) bir erotizm ise "gözüyük·

· · · '·

seklerde-olmak" özelliğini açıklayabilir.

(75) İnsan yaradılışının keskin gözlemcisi Emil Zola, "La


C1NS1YET VE PStKANAUZ 211

joie de Vivre" adlı kitabında bir genç kızı anlabr. Bu genç kız.

karşılık beklemeksizin, bütün varını yolunu, umdulu bütün serveti

ve hayallerini, sevdikleri uiruna isteyerek feda eder. Bu genç

kız, çocukluk. çalında doymak bilmeyen bir sevilme ihtiyacı duymuş

ve kendisinin bir kere başka bir kıza tercih edildilini görünce

gaddarlık etmişti.

(76) Şiddetli diretmenin, daha önceki yılların özel somati.k

cinsel davranışlarının (belirişlerinin) sonucundan başka bir.

şey olmaması mümkündür.



PSiKANALİZiN TARi HÇESİ

(192 3)



Freud bu incelemeyi, Amerikalı editör­

"lerin isteği üzerine 1923 yılı Kasım

ayında yazdı. Yazının Almanca a.<1lı,

1928 yılında "KURZER ABRISS DER

PBYCHOAN ALYSE" ba§lığı alt.ında

yayınlanmt§tır.

1

Psikanalizin, yirminci yüzyılla birlikte doğduğu

söylenebilir. Çünkü, psikanalizi yepyeni bir görüş

olarak ortaya koyan eser (Rüyaların Yorumu adlı

kitabım) 1900 (1) yılında yayınlanmştıır. Ama psikanalizin

gökten zenbille indiğini sanmak

doğru

olmaz. Psikanaliz, kendinden önceki görüşlerde çıkış

noktalan bulmuş ve onları geliştirmiştir. Demek

ki, psikanalizin tarihini

yazmak isteyen bir

kimse, onun kaynağını belirleyen etkileri açıklamak

ve psikanalizden önceki çağları ve koşulları üstünkörü

geçmemek zorundadır.

Psikanaliz iyice sınırlanmış dar bir alanda gelişmiştir.

Başlangıçta,

vardı. Bu amaç, "fonksiyonlu" diye

psikanalizin bir tek amacı

tanınan sinir

hastalıklarının özünü kavramak ve o çağa kadar

tıb alanında bu hastalıkların iyileştirilmesi

konu-


216 CtNSIYET VE PStKANAUZ

sumla gösterilen başarısızlığı yenebilmekti. O çağın

sinir hastalıkları uzmanları, şimiko fizik ve patolojik-anatomik

gerçeklere çok önem verecek biçimde

yetişmişlerdi. Daha sonraları da, belli birtakım

fonksiyonlarla, beynin belirli parçalan arasında

sıkı ve belki de bütün öteki bağlantılan dışarda bırakan

bir bağlantı bulunduğunu ortaya koymuş gibi

görünen Hitzig ve Fritsch'in, Ferrier'nin, Goltz'un

ve başkalarının etkisi altında

kalmışlardı. Ruhsal

faktörü ne yapacaklarını bilemedikleri gibi

hakkında bir anlayışa da varamıyorlardı.

faktörü, filozoflara, mistiklere hatta

onun

Ruhsal

şarlatanlara

bırakıyorlar ve kendileri ile ilintisi olmayan bilim

dışı bir şey o!arak görüyorlardı. Bu yüzden nevrozların

sırlarına yaklaşamadıklan gibi, bu çeşit hastalıkların

en yetkin örneği olan sır dolu "isteri"yi

de açıklayamıyorlardı. 1885 yılında

Salpetriere'de

çalıştığım sırada, isterik paralizilerin (isterik felç ·

lerin) , beynin belli bir parçasındaki fonksiyon be>·

zukluklanndan doğduğunu söylüyorlardı.

Beynin

bu belirli parçası büsbütün bozukluğa uğradığı zaman

da bundan doğan organik bir paralizi ortaya

çıkıyordu.

Bu kavrayış kıtlığı, sözü geçen patolojik (marazi

) koşulların (şartların) tedavisi konusunda bütün

yetersizliği ile kendini açığa vuruyordu. Hastalığı

iyileştirmek için hastayı "sertleştirmek" amapını

güden çarelere bauruluygrdu. Bu çler ara-


CtNStYET VE PSIKANALtZ 217

sında ilaçlardan başka, hastayı korkutma, alay ve

uyarma yoluyla olduğu gibi · salık verme yoluyla

"kendisini kurtarmaya" ve toparlamaya zorlayan

zihinsel baskılar yaratma teşebbüsleri de yer ah·

yordu. Ama bunlann çoğu hem yanlış hem de düşmanca

uygulanan çarelerdi. Elektrik tedavisi, sinir

koşullarıyla ilintili özel bir kür olarak yapılıyordu.

Ama Erb'in (1882 ) ayrıntılı metodunu uygula ·

mağa kalkan bir kimsenin, şaşmaz bilimler arasında

yer aldığı söylenen bir alanda, ham-hayallere n

kadar geniş yer verildiğini görüp şaşkınlığa düş·

memesi kabil değildi.

İpnoz olayının tıb bilimine

yeniden alınması söz konusu olduğu 1880 yılların·

da kesin bir değişiklik ortaya çıktı. Liebault, Bernheim,

Heidenhain ve Forel'in çalışmaları sayesinde

ipnoz, tıb bilimine girebilecek ölçüde haşan kazanmıştı.

Asıl önemli olan ipnoz olayının özgünlüğü ·

nün (orijinalitesinin) kabul edilmiş olmasıydı. Bu

kabul edildikten sonra, ipnozdan, iki temel ve unutulmaz

sonuç ergeç çıkarılacaktı. İlkin, bir kimse,

kendisinin ortaya çıkardığı ruhsal etkiler sayesinde

ve yalnız bu etkilere dayanarak somatik değişikliJ<lerin

gerçekleştirilebileceğini açıkça görmüş oluyordu.

İkinci olarak, yalnızca "bilinç-dışı" diye adlandırılabilecek

psişik süreçlerin varlığı (özellikle üzerinde

deneme yapılanların ipnozdan sonraki davranışlarına

bakarak ) açık bir biçimde ortaya çıkıyordu.

Gerçi, "bilinç-dışı" uzun zamandan beri filozof-


218 ctNStYET VE PstKANALtz

lar tarafından ele alınarak teorik bir kavram olarak

incelenmişti ama ipnoz olayında, ilk olarak, somut

ve denemeden geçirilebilir bir gerçek haline giriyordu.

Bütün bunlardan başka ipnoz olayının, bazı

nevrozların belirtilerini (arazını) andırdığı da

görülüyordu.

Psikanalizin kaynaklarının tarihinde, ipnozun

oynadığı- rolü gereğinden fazla önemsemek kolay değildir.

Hem teorik hem de terapötik l9akımdan, psikanalizin

eli altında, ipnoz tekniğinden kendisine

kalan bir miras vardır.

İpnoz, nevrozların incelenmesinde büyük bir

yardım sağlamıştı. Özellikle, isterinin incelenmesinde

bu açıkça görülüyordu. Charcot'nun deneyimleri

büyük bir etki yaratmıştı. Charcot, bir traumadan

(bir kazadan ) sonra ortaya çıkan belli bir takım

paralezilerin (felçlerin) isterik yapıda olabileceğinden

şüphelenmiş ve ipnoz altında bulundurulan kimseyi

bir trauma geçirdiğine inandırarak, aynı türden

paralezileri, suni biçimde ortaya koymuştu.

Böylece, isterik belirtilerin ortaya çıktığı olaylarda,

trauma etkisinin rol oynayabileceği düşüncesi

doğmuştu. Charcot, isterinin ruhbilim bakımından

kavranması yolunda başka çaba harcamamıştı. Ama

öğrencisi Pierre Janet aynı soruyu ele almış ve ipnozdan

yararlanarak isteri belirtilerinin, belli bir

takım bilinç-dışı düşüncelere (idees fixes) sıkı sıkı·

ya bağlı olduğunu gösterebilmişti. Ama J anet, iste-


CtNStYET VE PStKANAUZ 219

rinin temelinde, ruhsal süreçleri bir arada tutamayışa

yol açan bir yapısal (doğuştan gelen) güçsüzlüğün

bulunduğunu ileri sürmüştü. Bu güçsüzlük,

ruhsal hayatın parçalanmasına (çözülmesine ) yol

açıyordu.

Bununla birlikte, psikanaliz, hiç bir bakımdan,

Janet'nin bu çalışmaları üzerinde temellenmiş de4

ğildir. Psikanalizi asıl etkileyen şey, Viyanalı Dok4

tor Josef Breuer'in yapmış olduğu denemeydi. Breuer,

1881 yılında, bütün dış etkilerden uzak olduğu

halde, ipnoz kullanarak, isteriden şikayet eden kabiliyetli

bir kızın durumunu incelemiş ve onu iyileştirme

başansını gösterebilmişti (2) . Breuer'in

bulguları, bu yazıyı yazanla (Freud ) birlikte çalışmaya

başladıktan sonra ve aradan on beş yıl ge­

·çince yayınlanmıştı. Breuer'in ele almış olduğu olay,

nevrozlan anlamamız bakımından bütün önemini

hala taşımaktadır. Bu bakımdan, onun üzerinde biraz

durmamız gereklidir. Bu olayın özgünlüğünüo.

nereden geldiğini iyice kavramalıyız. Sözkonusu

olan kız, çok düşkün olduğu babasına bakarken

hastalanmıştı. Breuer, genç kızın gösterdiği belirtilerin,

bu bakım dönemiyle ilintili olduğunu ve bu

dönemle açıklanabileceğini ortaya koymuştu. Böylece,

sırlarla dolu olan bu nevrozun genel bir görünüşünü

elde etmek kabil olmuş ve hastalığın bütün

belirtilerinin bir anlam taşıdığı ortaya çıkmıştı.

Bundan başka, belirtilerin, gerçekleştirilmeleri ge·


220 ctNSlYET VE PStKANAUZ

rektiği halde gerçekleştirilememiş ve çeşitli nedenler

dolayısıyla bir yana bırakılmış hareketlere yönelmiş

içtepilerden

(ilcalardan ) doğmuş olduğu da

ortaya çıkmıştı. Gerçekten de, belirtiler, yerine getirilememiş

(gerçekleştirilememiş) hareketlerin bo.luğunu

doldurmak için ortaya çıkıyordu. Böylece,

isteri belirtilerinin etiolojisini açıklayabilmek için

hastanın duygu hayatına

(teessüriyetine ) ve ruhsal

güçlerin karşılıklı etkilerine (dinamiğe) başvurmamız

gerekiyordu. Bu iki yöneliş, o çağdan beri

geçerliğini korumaktadır.

Belirtileri doğuran nedenler, Breuer tarafından

Chorcot'nun traumalarına benzetilmişti. Ne var

ki, bütün bu traumatik doğurucu nedenler ve onlar··

dan çıkan bütün ruhsal içtepiler, hasta tarafından

büsbütün unutulmuştu. Sanki bunların hiç biri gerçekleşmemişti.

Ama bu unutulmuş nedenlerin ürünleri

(belirtiler) sanki zamanın etkisi diye bir şey

tanımıyorlarmış gibi, hiç değişmeden süregelmişlerdi.

Böylece, bilinç-dışı ruhsal süreçlerin varlığı hakkında

kesin ve yepyeni bir kanıt (delil) elde edilmiş

oluyordu. Bu süreçler, bilinç-dışı olmaları dolayısıyla

güçlü süreçlerdi.

Bunları daha önce ilk

olarak ipnoz-sonrası aşılamalarda (telkinlerde ı

görmüş ve tanımıştık. Breuer'in kullandığı terapötik

yol, ipnoz altında bulunan hastaya unutulmuş

traumalan hatırlatmak ve onlara karşı sert bir duygu

anlatımı ile karşı tepki göstermesini sağlamak-


C1NS1YET VE PStKANALtz

221

tan başka şey değildi. Bu yapıldığı zaman, o ana

kadar bu heyecan anlatımlarının yerini almış olan

belirti ortadan kayboluyordu. Böylece, aynı teknik

hem hastalığın araştırılmasını, hem de iyileştiril·

mesini sağlıyordu. Bu olağanüstü bağlantı, psikanalizde

daha sonra da geçerliğini korumuştur. Bu ya .

zının yazarı, 1890'lann ilk yıllarında, Breuer'in bulmuş

olduğu sonuçlan çeşitli hastalar üzerindeki tedavileriyle

pekiştirdikten sonra, her ikisi de, yani

Breuer ile Freud, bir kitap yayınlamağa karar verdiler.

isteri Üzerine incelemeler (1895) adını taşıyan

bu kitap varmış oldukları bulguları açıklıyor ve bu

bulgulara dayanan bir teori kurma teşebbüsünü de

dile getiriyordu. Bu teoriye göre isteri belirtileri,

ruhsal bir sürecin affect'i, daha güçlü bir affect tal'afından

bir yana itilip, normal bir biçimde bilinçli

olarak kendini gerçekleştiremediği ve yanlış bir yola

saptığı zaman ortaya çıkıyordu. İsteri olaylarında,

affect, olağandışı bir somatik uyarım haline giriyor

("dönüş") ama sözkonusu olan yaşantı ipnoz

altında yeniden

canlandırıldığı zaman bu affect'e

başka bir yön vermek ve böylece ondan kurtulmak

("sıyrılmak") kabil oluyordu. Yazarlar, bu metoda

"catharsis" (arıtmak, boğulmuş bir affect'i serbest

bırakmak) adını verdiler.

Cathartic metod, (antma metodu), psikanalizin

öncüsüdür. Psikanaliz teorisinin çeşitli değişmele

rine ve deneme alanının genişlemesine rağmen, bu


222 ctNStYlrr VE l>S1KANAL1Z

teorinin içinde onun temeli olarak süregelmiştir. Ama

o çağlarda, cathartic metod, henüz belli bir takım

sinir hastalıklarıyla ilintili yeni bir teknikten başka

şey değildi ve zamanla genel bir ilgi uyandıracağı

ve sert tartışmalara yol açacağı belli bile olmuyordu.

il

isteri Üzerine incelemeler yayınlandıktan biraz

sonra, Breuer ve Freud arasındaki işirliği sona erdi.

Aslında dahiliye uzmanı olan Breuer, sinir hastalarını

tedaviden vaz geçmişti. Freud, yaşlı arka·

daşırun kendisine bırakmış olduğu bu tekniğin üze.

rinde çalışmağa koyuldu. Freud'ün getirdiği yenilikler

ve ortaya koyduğu yeni bulgular, cathartic me ·

todu psikanaliz haline ulaştırdı. Freud'ün almış olduğu

önemli kararın, üzerinde çalıştığı metodda ippozdan

yararlanmaktan kesin olarak vazgeçmek ol

duğundan şüphe edilemez. Freud'ün bu karan al·

masının iki nedeni vardır. Birincisi, Nancy'de Bernheim'ın

yanında çalışmasına rağmen, bazı hastalan

ipnoz altına almakta başarı sağlayamamış olmasıydı.

İkincisi, ipnoza dayanan terapötik metodun sonuçlarından

memnun kalmamasıydı. Gerçi bu sonuçlar

çok ilgi çekiciydi ve kısa bir tedavi süresinden

sonra elde edilebiliyordu ama aradan zaman geçince

ortadan kayboldukları gibi, hastanın doktorla ara-


CtNStYET VE PSt.KANALtz 223

sındaki bağlantılara da sıkıdan sıkıya bağlı kalıyordu.

lpnozun bırakılması, bu tekniğin gelişiminde bir

kesiklik ortaya koydu ve yeni bir çıkış noktası bulmak

gerektiğini açığa vurdu.

Bununla birlikte, ipnoz, hastanın, unutmuş olduklarını

yeniden hatırlaması ödevini gerektiği gibi

yerine getirebilmişti. Önemli olan bu tekniğin

yerine bir yenisini koymaktı. Böylece, Freud, ipnoz

tekniğinin yerine "serbest çağrışım"ı koymayı düşündü.

Yani Freud, hastasının herhangi bir bilinçli

düşünceden kaçınarak, kendiliğinden (iradesinin dışında)

aklına gelen düşüncelere kendini bırakmasını

ve başka hiç bir şeyle ilgilenmemesini istiyordu.

Hasta bu düşünceleri doktora anlatmalıydı. Hatta

düşünceler kaba, anlamsız, önemsiz ve yersiz görünseler

bile bunları açıklamaktan kaçın.mamalıydı.

Unutulmuş olan bilinç-dışı gerçekleri araştırmak

içın, serbest çağrışım metodunun seçilmiş olması ilk

bakışta çok garip görünebilir. Bundan ötürü, serbest

çağrışım metodunu haklı çıkarmak için birkaç söz

söylememiz gereklidir. Freud bu metodu kullanmağa

kalktığı zaman, "serbest" diye adlandırılan çağnşımların

aslında serbest olmadığının görülebileceği

; çünkü bütün bilinçli ruhsal amaçlar ortadan kaldırıldığı

zaman, ortaya çıkan düşüncelerin bilinç-dışı

gerçekler tarafından belirlenmiş bulunacağını ummuştu.

Nitekim bu umud, deneyler tarafından doğrulandı.

Psikanalizin demin açıkladığımız temel ku·


224 CiNSiYET VE PS1.KANAL1Z

ralına uygun davranıldığı zaman, serbest çağrışım

akışı, hastanın unutmuş olduğu şeye ulaştıracak yo

lu gösterecek bir yığın düşünce ortaya çıkarmış

oluyordu. Böylece elde edilmiş olan gerçekler (muhteva)

gerçi, unutulmuş olam doğrudan doğruya göstermiyordu

ama, öyle bol ipucu veriyordu ki, belli

ölçüde yorumlamalar ve eklemeler yaparak, doktorun,

unutulmuş olanı bu gerçeklerden sezinlemesi,

ya da yeniden kurması kabil oluyordu. Böylece, yo

rum sanatı ile birlikte kullanılan serbest çağrışım,

daha önceleri ipnozun yerine getirdiği fonksiyonu

yapmış oluyordu.

Çalışmamız daha güç ve çapraşık bir hale girmiş

gibiydi. Ama ipnoz durumu dolayısiyle gözlemciden

saklanan karşılıklı etkilerin, yani ruhsal güçlerin

karşılıklı etkisinin kavranılması konusunda büyük

bir kazanç da elde etmiştik. Patolojik bir süreç

içinde unutulmuş olanın ortaya çıkarılması üzerinde

yapıln çalışmaların sürekli ve şiddetli bir karşı

komayla savaşması gerektiği belli olmuştu. Aklına

gelen düşünceleri açıklamamak için hastanın diretmeleri

(psikanalizin temel kuralı bu diretmelere yönelmiştir)

, bu karşı koymanın belirişlerinden başka

şey değildi. Karşı koma fenomeninin incelenmesi,

nevrozlann psikanalitik teorisinin temel taşlanndan

birinin, yani bastırma teorisinin doğmasına yol

açtı. Hastalığa yol açan gerçeklerin bilince getirilmesine

karşıkoyan gtiçlerin, bir zamanlar aynı ça-


CtNS1YET VE PS1KANAL1Z 225

bayı başarı sağlıyarak göstermiş olduk.lannı ileri

sürmek akla yakın geliyordu. Böylece, nevroz belirtilerinin

etiolojisinde bir boşluk doldurulmuş oluyordu.

Belirtilerin yerini almış olduğu izlenimler ve

ruhsal içtepiler, rastgele unutulmuş ya da. Janet'­

nin sandığı gibi, yapısal bir güçsüzlükten ötürü unu·

tulmuş değillerdi. Bunlar, başka. ruhsal güçlerin etkisinde

kalarak bir bastırılma. ile karşılaşmışlardı.

Nitekim bu bastırmanın kanıtı ve başarısı onların

bilinçten çıkarılma.lan ve bellekten atılmalarından

ili oluyordu. Sırf bu bastırılma yüzünden patoje.

nik hale gelmişler, yani alışageldiğimiz yollardan çıkarak,

kendilerini

başarısını göstermişlerdi.

belirl:iler halinde açığa vurmak

Demek ki, iki ayrı psişik eğilim grubu bastırmanın

temeli ve bu yüzden her çeşit nevroz hast!l.­

lığmın nedeni

olarak ele alınmalıydı. Bu noktaya

geldiğimiz zaman, deneylerimiz bize birbiriyle savaşan

bu güçlerin özü ile ilgili yepyeni ve şaşırtıcı

gerçekler öğretti. Bastırmalar, her zaman, hasta

kimsenin ahlaksal kişiliği ( ego'su ) diyebileceğimiz

şeyden doğuyor ve hem estetik hem de etik güdülere

dayanıyordu. Bastırmaya uğramış olan içtepi .

ler ise, bencillik ve taşkalpliliği dile getiren içtepilerdi.

Bunlar genel olarak cinsel istekleri, hem de

en kaba ve yasaklanmış cinsel istekleri dile getiren

içtepilerdi. Demek ki belirtiler yasaklanmış tatınin-

F. :5


226 CtNStYET VE PSlKANALtz

terin yerini tutuyor ve hastalık insan varlıklarının

ahlaksız yanlarının sonuna varamamış eksik bir başeğmesini

karşılıyordu (başeğmesine tekabül ediyordu).

Bilgilerimiz genişledikçe, ruhsal hayatta, cinsel

istek içtepilerinin oynadığı rolün önemi daha iyi belirmiş

ve cinsel içgüdünün özü ve gelişmesi ile ilgili

ayrıntılı incelemeler yapılmasına yol açmıştı (3).

Ama bu arada, çocukluğun ilk yıllarındaki çatışmaların

ve yaşantıların, bireyin gelişmesinde kesin bir

rol oynadığını ve olgunluk çağında bile silinmeyen

izler bıraktığını incelemelerimiz sonunda öğrenmiştik.

Bu, bilim tarafından görmezlikten gelinen ço

cuk cinselliğinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Çocuk

cinselliği en küçük yaşlardan başlıyarak hem

fizik tepkilerde, hem de ruhsal davranışlarda görünüyordu.

Çocuğun bu cinsel hayatını, normal yetişkinlerin

cinsel hayatı denilen şeyle olduğu gibi,

sapıkların anormal seksüel hayatı denilen şeyle de

bir araya getirebilmek için cinsel hayat kavramını

cinsel içgüdünün evrimi (tekamülü) tarafından haklı

çıkarabilecek biçimde düzeltmek ve genişletmek

gerekiyordu.

İpnozun yerine serbest çağrışım tekniği konulduktan

sonra, Breuer'in cathartic metodu psikanaliz

haline girdi ve on yıldan daha fazla bir süre

boyunca yazar (Freud) tarafından geliştirildi.

Bu süre içinde, psikanaliz, nevroz belirtilerinin kay-


ClNStYET VE PS1KANAL1Z 227

nağı, anlamı ve amacı üzerine doyurucu açıklamalar

yapan bir teoriyi yavaş yavaş edindi ve hastalıkları

tedavi konusundaki tıbbi teşebbüslere akılsal

(rational) bir temel sağladı. Bu teorinin temellerini

bir kere daha sayıyorum : İçgüdüsel hayatın, ruhsal

dinamiğin, en karanlık ve keyfi fenomenin bile bir

anlam ve nedensellik taşıdığı gerçeğinin önemsenmesi

; psişik çatışmanın ve bastırmanın patojenik

bir yapı taşıdığı teorisi ; belirtilerin başka şeylerin

yerine geçen doygunluklar olduğunu ileri süren gö·

rüş ; cinsel hayatın ve özellikle çocuk cinselliğinin

başlangıçlarının etiolojik önemini kabul etmek, Fel ·

sefe bakımından bu teori, ruhsal olanın bilinçli olanla

tükenmediğini, ruhsal süreçlerin aslında bilinçdışı

olduklarını ve ancak özel organların fonllsiyonu

ile bilinçlendiğini ileri süren görüşe bağlanmak demektir.

Bu listeyi tamamlamak için, çocuklardaki

duygusal (affective-teessüri ) davranışlar arasında

birinin, yani çocuğun ana-babasına karşı duyduğu

heyecan bağlantısının (Oedipus Kompleksi diye bi·

linen şey) gittikçe önem kazandığını da eklemeliyim.

Bu bağlantının, her çeşit nevrozun temeli olduğu

gittikçe daha açık bir biçimde belli olduğu gibi,

doktora karşı hastanın gösterdiği tutumda da bir

duygusal aktarma fenomeni ortaya çıktı ve hem tek

nik hem de teori için çok önemli olduğu görüldü.

Böylece, nevrozlarla ilintili psikanaliz teorisi,

kabul edilmiş düşüncelere ve eğilimlere karşıt öge-


228

CtNSlYET VE PSlKANALtZ

ler taşıyordu ve bunlardan bir çoğunun teoriye yabancı

olanlar arasında şaşkınlık, tiksinti ve şüphe

uyandıracağı önceden kestirilmişti. Bunlar arasında,

psikanalizin bilinç-dışı karşısında aldığı davranışı

; çocuk cinselliğini kabul etmesini ve genel

olarak ruhsal hayatta cinsel faktörü önemsemesini

sayabiliriz. Ama iş bununla bitmiyordu.

111

İsterik bir kadında, yasaklanmış bir cinsel isteğin

rahatsız edici bir belirti haline nasıl geldiğim

anhyabilmek için, psişik mekanizmanın yapısı ve

işleyişi hakkında geniş ve çapraşık varsayımlar (faraziyeler)

yapmak gerekiyordu. Ama burada harcanan

çaba ile elde edilen sonuç arasında bir çelişme

vardı. Psikanali3in temel olarak ileri sürdüğü koşullar

birer kuruntu değillerse, temel bir yasa özelliğini

taşımaları ve isteri fenomenlerinde olduğu

gibi başka fenomenlerde de dile gelmeleri gerekiyordu.

Ama bu düşünce doğruysa, o zaman, psi·

kanalizin yalnızca sinir hastalıkları uzmanlarını ilgilendiren

bir şey olmaktan çıkıp, ruhbilimsel araştırmalarla

uğraşan herkesin dikkatini çeken bir

konu olması gerekirdi. Yani, o zaman, psikanalizin

bulguları yalnız patolojik ruhsal hayat alanında

önem kazanmakla kalmayacak, ama normal ruhsal


ClNSlYET VE PStKANALIZ 229

işleyişlerin anlaşılması konusunda da gözönünde burundunılması

gereken gerçekler haline gelecekti.

Psikanalizin patolojik alanların dışında da işe

yarayabileceği, daha başlangıçta, iki çeşit fenomeni

ele aldığı zaman ortaya

çıkmıştı. Bu fenomenlerin

birincisi günlük hayatta sık sık ortaya çıkan yanılmalarda

(bazı şeyleri unutmak, dil sürçmeleri, nesneieri

yanlış yerlere koymak ) dile geliyordu. İkincisi

de sıhhatli ve psışi.k bakımdan normal insanlann

gördüğü rüyalardı. İyice bilinen özel adlann unutulması,

dil ve kalem sürçmeleri gibi önemsiz fonksiyon

bozukluklan, o zamana kadar, ya açıklanmaya

değmiyecek şeyler olarak görülmüşler, ya da

yorgunluk, dikkatsizlik ve buna benzer durumlarla

açıklanmışlardı. Bu yazının yazan, Günlük Hayatın

Psikopatolojisi (1901) adlı kitabında, çeşitli örnekler

vererek yukarıda sözü geçen olayların bir anlam

taşıdığını ve bir ahlaksal yönelimin (niyetin) başka

bir yönelimle, yani bastınlmış ya da bilinç-dışı

bir yönelim tarafından engellendiği zaman ortaya

çıktığını gösterdi. Gerçekten de, hızlı bir düşünme

ve kısa bir çözümleme, engelleyici etkinin varlığım

ortaya çıkarmağa yetiyordu. Dil sürçmeleri gibi yanılınalann

sık sık ortaya çıkması, herhangi bir kimsenin

kendi yaşantılarına bakarak, bilinçli olmıyan.

ama yine de etkisini gösteren ve hiç olmazsa öteki:

süreçlerin, yani bilinçli ve yönelimli süreçlerin yasaklamaları

(inhibition-nehy) ve biçim değişiklik-


230 CtNSlYET VE PS1K.ANAL1Z

leri olarak ortaya çıkan bilinç-dışı ruhsal süreçlerin

var olduğunu açıkça görmesini sağlıyabiliyordu.

Rüyaların çözümlenmesi daha başka sonuçlat"

ortaya çıkardı. Bu çözümlenme, Freud tarafından

1900 yılında yayınlanan Rüyal.ann Yorumu adlı kitapta

açıklandı. Böylece, rüyaların da tıpkı nevroz

belirtileri gibi kurulmuş olduğu ortaya çıkmıştı.

Rüyalar da nevroz belirtileri gibi acayip ve anlamsız

görünüyorlar, ama psikanalizin kullandığı serbest

çağrışım metodundan pek az farklı bir teknikle

incelendikleri zaman, dış muhtevalarının altında gizli

bir anlamın ve örtük rüya-düşüncelerinin bulunduğu

açığa çıkıyordu. Bu örtük anlam, rüyanın görüldüğü

sırada sanki gerçekleşmiş gibi dile gelen

istek dolu bir içtepiden başka şey değildi. Ama küçük

çocukların gördüğü rüyalar ve fizik ihtiyaçların

zorlamaları bir yana, bu sır tanınabilecek halde hiç.

bir zaman ortaya çıkmıyordu. Bu örtük anlam, rüya

görenin ego'sunda bulunan yasaklayıcı ve sınırlayıcı

güçlerinin etkisi altında eğilip bükülmek zorunda

kalıyordu. Uyandığımız zaman, hatırladığımız

görünürdeki rüya işte böyle gerçekleşir. Görünürdeki

rüya, rüya yasaklanmasına boyun eğdiği için

tanınmayacak biçimde eğilip bükülmüştür, ama onu

çözümlemeye uğratacak olursak, bir doygunluk

durumunun ya da bir isteğin gerçekleşmesini dile

getirdiğini ortaya çıkarabiliriz. Demek ki, tıpkı isteri

belirtilerinde olduğu gibi, rüyalar da, birbiriy-


CiNSiYET VE PSlKANALtZ 231

le çatışan iki ruhsal eğilim grubu arasındaki uzlaşmadan

doğuyordu. Rüyanın özünü en iyi dile getiren

formül şudur : Rüya, (bastırılmış) bir isteğin (kıyafet

değiştirerek) gerçekleşmesidir. Örtük rüya isteğinin,

rüyanın görünürdeki muhtevası haline gelmesini

sağlayan sürecin (bu süreç, rüya-çalışması

diye bilinir) incelenmesi, bilinç-dışı ruhsal hayat

hakkında bildiklerimizin en önemli bölümünü sağlamış

oldu.

İmdi, rüya hastalıklı bir belirti değil, normal

ruhsal hayatın bir ürünüdür. Rüyanın gerçekleşmi'

gibi dile getirdiği istekler, nevrozlardaki bastırılmış

isteklerin aynısıdır. Rüyalar, oluşabilmelerini,

insanoğlunun hareket gücünü felce uğratan uyku

halinde, bastırmanın yumuşıyarak rüya-yasaklaması

haline gelmesine borçludurlar. Bununla birlikte,

rüya-oluşması süreci belli sınırlan aşacak olursa,

rüya gören, onu hemen durdıırur ve korku içindı:ı

uyanır. Patolojik ya da normal ruhsal hayatta, aynı

güclerin ve bu güçler arasında yer alan aynı süreç ·

terin patolojik hayatta olduğu gibi normal hayatta

da etkenlik gösterdikleri böylece kanıtlanmış oluyordu.

Rüyaların Yorumu yayınlandıktan bu yana,

psikanaliz iki yanlı bir önem kazanmıştır. Çünkü

psikanaliz, artık, yalnızca nevrozların tedavisinde

işe yarayan yeni bir metod değil, aynı zamanda yeni

bir ruhbilim olarak ortaya çıkıyordu. Bu bakımdan

yalnızca sinir hastalıkları uzmanlarının değil,


232 CiNSiYET VE PSiKANALiZ

ruhsal hayatın bilimi ile uğraşanlann da dikkatini

çekecek durumuna girmiş bulunuyordu.

Ama, psikanaliz, bilim dünyasında dostça karşılanmadı.

On yıl boyunca, Freud'ün çahşmalan ile

kimsenin ilgilenmediği görüldü. 1907 yılında, bir

grup İsviçreli psikiyatr (Zürih'te Bleuer ve Jung l

psikanaliz ile ilgilenmeğe başladılar. Bunun ardından,

özellikle Almanya'da metodu ve kanıtları pek

de titizlikle ileri sürülmeyen bir kızgınlık fırtınası

koptu. Belli bir zaman süresinden sonra tanınmağa

başlayan her yeniliğin başına gelen psikanalizin de

başına geliyordu. Bununla birlikte, sert bir karşıkomaya

yol açması psikanalizin özünden doğan bir

şeydi. Çünkü psikanaliz, uygar insanlığın önyargılarını

en etkilenebilecek yerinden yaralıyordu. Uy·

garlık yüzünden bilinç-dışına bastınlmış olan şeyleri

ortaya çıkarması dolayısiyle psikanaliz, her bireyi

bir tepki göstermek durumunda bırakıyor ve

böylece çağdaşlarının çözümleyici tedavi altında,

hemen karşıkoma durumuna geçen hastalar gibi

davranmalarına yol açıyordu. Bundan başka psikanaliz

teorilerinin doğruluğuna iyice inanmanın ve

psikanalizin tekniği hakkında bilgi edinmenin gUç

olduğunu da kabul etmek gerekir.

Ama bu genel düşmanlığa rağmen, psikanaliz

ikinci on yıl süresince yabancı ülkelere yayılmaktan

ve ruh hayatı biliminin yeni alanlarında kullanılır

hale gelmekten geri kalmadL 1909 yılında


CtNSlYET VE PSlKANALlZ

233

Worcester'deki Clark Üniversitesi direktörü G.

Stanley Hail, bir seri konferans vermek üzere Freud

ve Young'u davet etmişti. Freud ve Young orada

dostça karşılandılar. O çağdan beri, psikanaliz Amerika'da

tanınıp yayılmasına rağmen, derinlemesine

bir anlayışla ele alınmadığı gibi birtakım kötüye

kullanmalara da konu edildi. Daha 1911 yalında,

Havelock Ellis, psikanalizin

yalnız Avusturya ve

İsviçre'de değil, Amerika'da, İngiltere'de, Hindistan'da,

Kanada'da ve şüphesiz Avustralya'da dc.ı.

incelenip uygulandığını söylüyordu.

Yalnız psikanalizle ilgili konuları ele alan dergilerin

yayınlanmağa başlaması bu ilk çatışma ve

gelişme dönemine rastlar. Bu dergiler arasında şunlar

vardı : Birinci Dünya Savaşı çıkınca yayınlanması

durdurulan ve Freud ile Bleuler tarafından

yönetilerek Jung tarafından yayınlanan Jahrbuch

für 'f'8YCOOnalytische und Psychopatologische Forshungen

(Psikanaliz ve Psikopatoloji Araştırmaları

Yıllığı) (1909-1914 ) Adler ve Stekel tarafından yönetilen

Zentralblatt für Psychoanalyse (Psikanaliz

Temel Dergisi ) (1911). Bu derginin yerine daha sonralan

lnternationak Zeitsc'lırift für Psychoanalyse

(Uluslararası Psikanaliz Dergisi) (1913, bugün

onuncu cildini yayınlamaktadır) yayınlanmağa başlamıştı.

Psikanalizin ruhsal bilimlere uygulanması

amaciyle Rank ve Saclı tarafından kurulmuş olan

lmago, 1912den beri yayınlanmaktadır. Anglo-Ame-


234 ctNSlYET VE PStKANALlZ

rikan doktorların psikanalize karşı duydukları ilgi,

hali yayınlanmakta olan Psycho-Analytic Revieıo'­

nun (Psikanaliz Dergisi) 1913'te kurulmasıyla belli

olmuştur. 1920 yılında, lnternational Journal of

Psycho-Analysis (Uluslararası Psikanaliz Dergisi)

Ernest Jones'ın yönetmenliğinde yayınlandı. Bu

dergi, İngiliz okurlarını gözönünde tutuyordu. 1nternationaler

Psycho-analytischer Verlag ve onu

karşılayan The 1nternational Psycho-Analytical

Press (Uluslararası Psikanaliz yayınlar), Internationale

Psychoanalytische Bibliothek (Uluslararası

Psikanaliz Kitaplığı) adı altında bu konuyla ilgili

yayınlar yapmıştı. Psikanalizle ilgili yazılann genel

olarak psikanaliz toplulukları tarafından desteklenen

bu dergilerden başka yerde bulunmadığını söylemek

yanlıştır. Psikanalizle ilgili yazılar, daha

birçok bilim ve edebiyat yayınlarında da yer almıştır.

Psikanalize ilgi gösteren Latin dergileri arasında

Liına'da (Peru) H. Delgado tarafından yayınlanan

Rivista de Psiquatria'yı saymak gerekir.

Psikanalizin ikinci on yılını birincisinden ayıran

temel fark, Freud'ün bu akımın biricik temsilcisi

olmak durumundan çıkmasıdır. Sayıları gittikçe

kabaran öğrenciler ve psikanaliz taraftarları, Freud'ün

çevresinde toplanmışlar ve psikanalizin yaygınlaşmasına

çalıştıktan sonra, psikanaliz teorilerinin

genişletilmesi, tamamlanması ve derinleştirilmesi

konusunda çaba harcamışlardı. Yıllar geçtikçe,


C1NS1YET VE PS1KANAL1Z

235

psikanalizi tutanlardan birçoğu, kendi yollarını seçip

ayrılmışlar, ya da psikanalizin gelişme sürekliliğini

tehlikeye düşürür gibi görünen karşıt bir tutum

benimsemişlerdi. 1911 ile 1913 yıllan arasında

C.G.Jung, Zürih'te, Alfred Adler ise Viyana'da psikanalizin

ortaya koyduğu gerçeklere yeni yorumlar

yüklemek ve psikanalizin görüş açısından uzaklaşmak

amacıyle yaptıkları çalışmalardan ötürü bir

kaynaşma doğurmuşlardı. Ama aradan az bir zaman

geçince bu ayrılmaların sürekli bir zarar vermediği

görüldü. Onların geçici olarak elde ettikleri başar:

insanların bir çoğunun psikanalizin isterlerinden

(taleplerinden) kurtulmak için önlerine çıkan ilk

yolu seçmeğe hazır olduklan gerçeği ile kolayca

açıklanıyordu. Freud'le birlikte çalışanların çoğu,

durumlarını hiç değiştirmeden kendilerine gösterilmiş

olan doğrultularda çalışmağa devam ettiler. Bu

bilim adamlarının adlarına, çeşitli uygulanma alanlarmda

psikanalizin ortaya koyduğu bulgular hak

kında biraz sonra yapacağımız açıklamalarda sık

sık rastlıyacağız.

iV

Tıb dünyasının psikanalizi gürültülü bir şekilde

geri çevirmesine rağmen, psikanalizi destekleyenler,

onu gerçek doğrultusunda geliştirerek özel bir

patoloji ve nevroz tedavisi haline getirmek için ça-


236

ClNStYET VE PStKANALtZ

lışmaktan geri kalmadılar. Bu iş, henüz sonuna varmış

değildir. Psikanalizin inkar edilemiyen terapötik

ha.şansı (kendinden önce bu alanda elde edilmiş

başarıları kat kat aşıyordu) bu akımı destekliyenleri

yeni çabalara götürdüğü gibi, ruhsal konular daha

yakından incelendikçe ortaya çıkan güçlükler de

çözümleme tekniğinde derin değişiklikler ve teorik

varsayımlarla temel ilkelerde önemli düzeltmeler

yapılmasına yol açtı.

Bu gelişme içinde, psikanalizin tekniği de, tıbbın

herhangi başka bir uzmanlık kolundaki teknikler

gibi belirli ve ince bir şey haline geldi. Bu gerçeğin

anlaşılmaması, özellikle İngiltere ve Amerika'­

da birtakım kötüye kullanmalara yol açmıştır. Çünkü

kitap okuyarak psikanaliz hakkında bilgi edinen

ve özel bir eğitimden geçmeden psikanaliz yoluylR

tedaviye kalkışan kimseler ortaya çıkmıştı. Bu çeşit

davranışlar hem bilim, hem de hastalar için zararlı

olmuş ve psikanalizin kötü gözle görülmesine yol açmıştır.

Bu bakımdan ilk psikanaliz kliniğinin açılması

(bu klinik Max Eitingon tarafından 1920 de

Berlin'de açılmıştı ) pratik yönden çok büyük önem

taşıyordu. Bu kurum bir yandan büyük halk kitlelerinin

psikanaliz yönteminden yararlanmasını, öte

yandan psikanalizi uygulayacak doktorların eğitim

görmesini sağlıyordu. Bu hastahanede eğitim gören

doktorlar önce psikanalizden geçmek koşulunu (şartını

) kabul ediyorlardı.


CiNSiYET VE PSIKANALtz

237

Psikanaliz ile elde edilmiş olan malzemeyi incelemeyi

mümkün kılan varsayımsal (hypothetical)

kavramlar arasında en önemlisi "libido" idi. Libido,

psikanaliz bakımından belli bir nesneye çevrilmiş

olan cinsel isteklerin gücünü (nicelik bakımından degişebilir

ve ölçülebilir olarak düşünülmüş olan bir

gücü ) dile getiriyordu ilkin. Buradaki "cinsel" teriminin

psikanalizin gerektirdiği biçimde geniş bir

anlam içinde ele alınması

gerekir. Daha sonraki

araştırmalar, bu "nesne-libidosu"nun yawna "narcissistic",

ya da "ego-libido"nun da konulması gerektiğini

gösterdi. Böylece ortaya çıkan iki faktör

sayesinde ruhsal hayatta

gördüğümüz normal ve

anormal süreçlerden birçoğunu açıklayabilmek olanağını

elde etmiş olduk. Aradan az bir zaman geçince

"aktarma nevrozu" ve narcissistic bozukluklar

diye bilinen hastalıklar arasında kaba bir ayırma

yapıldı. Bunlardan ilki (isteri ve saplantısal nevroz

) psikanalizin asıl konularıydı. Oysa, narcissistic

nevrozların, psikanaliz yardımı ile incelenmesi kabil

olan hastalıklar olduğu halde, tedavi edilmeleri konusunda

temel güçlükler gösteren bozukluklar arasında

sayılmaları gerektiği anlaşıldı. Psikanalizin libido

teorisinin dörtbaşı mamur olmadığı ve genel bir içgüdüler

teorisi ile bu libido teorisi arasındaki bağlantıların

açıkça ortaya konulmamış olduğu doğnıdur.

Ne var ki psikanaliz henüz tamamlanmamış VP.

gelişme halinde bulunan genç bir bilimdir. Ama bu-


238

ctNStYET VE PSlKANALtz

rada, psikanalize bir pan-sexualism yaftası yapıştırmak

isteyenlerin ne kadar büyük yanılgılara düştüklerini

söylememiz gerekir. Böyle bir düşünce, psikanalizin

yalnızca katkısız cinsel güdüleri tanıdığını

ve "cinsel" kelimesini psikanaliz bakımından değil,

günlük anlam içinde ele alarak halkın ön-yargılarından

yararlanmağa çalıştığını ileri sürer.

Psikanaliz görüşünün, psı1dyatride "fonksiyonlu

psikozlar" diye anlatılan bütün hastalıkları

da narcissistic bozukluklar içinde ele alması gerekirdi.

Normal ile anormal nasıl birbirinden bıçakla

kesilmiş gibi ayrılmıyorlarsa, nevrozlarla psikozların

da birbirlerinden öyle ayrılmadıkları besbellidir.

Bundan başka, psikozlarla ilintili sır dolu fenomenleri

uzun zamandan beri aynı ölçüde bilinmeyen nev ·

rozlarla açıklamak da akla yakın gelmektedir. Tek

başına kaldığı çağlarda, bu yazının yazan, psikanaliz

araştırmaları ile bir paranoia hastalığını belli

bir ölçüde anlaşılabilir hale getirmiş ve bu kesin

psikozda, tıpkı nevrozlardakine

benzeyen güçlerin

karşılıklı etkisinin ve muhtevanın (komplekslerin)

bulunduğunu göstermişti (4). Nitekim Bleuler de,

"Freud'çü mekanizma" dediği şeyin çeşitli psikozlarda

dile geldiğini göstermiş (1906) ve Jung erken

bunamanın en aşırı durumlarını hastaların özel

hayat hikayeleri ile açıkladığı zaman (1907) , ansızın

büyük bir çözümleyici olarak tanınmıştı. Bleuler'in

yapmış olduğu şizofreni incelemeleri (1911) bu psi-


C1NS1YET VE PSlKANALtz 239

kozların, psikanaliz açısından ele alınmasının doğruluğunu

kesin olarak göstermigtir denebilir.

Böylece psikiyatri, psikanalizin uygulandığı ilk

alan olarak ortaya çıkıyordu. O zamandan beri de bu

durum değişmiş değildir. Aynı alanda çalışan bilim

adamları (en tanınmış olanları hatırlatmış olmak

için Berlin'de Karı Abraham'ı ve Budapeşte'de Sandor

Ferenczi'yi sayalım) psikozları psikanalizin ışlğında

ele almak konusunda önemli araştırmalar yaptılar.

Psikiyatrların bütün karşıkoymasına rağmen,

nevroz ve psikoz fenomenleri olarak ortaya çıkan

bozuklukların birliği ve içden içe bağlılığı gittikçe

daha sağlam biçimde ortaya konuyordu. Belki de

en fazla Amerika'da birçok kimse, psikanalizin nevrozları

incelemesinin psikozları anlamaya yarayan

bir hazırlık olduğunu ve yine psikanalizin garip klinik

tabloları ve kavranılması kabil olmıyan birtakım

olayları dile getirmekle kalmıyan ve hem anatomik,

hem de toxic (zehirlerden doğan) traumaların

bilgimizin erişemediği bir ruhsal mekanizma

üzerindeki etkilerini izlemekle yetinmeyen bir bilimsel

psikiyatriyi ortaya koymaya yöneldiğini anlamıglardı.

v

Ama belki de, psikanalizin psikiyatri için taşıdığı

önem aydınlar dünyasının hiçbir zaman ilgisini


240 CiNSiYET VE PSiKANALiZ

çekmiyecek ve Çağımızın Tarihinde (5) edinmiş olduğu

önemi alamıyacaktı. Bu önemi, psikanaliz gö

rüşünün patolojik hayata değil, normal hayata

olan bağlantısında aramak gerektiğini söylemeliyiz.

Aslında, psikanaliz araştırmaları, birkaç hastalıkla

ruhsal durumun başlangıcını (oluşumunu ) belirleyen

şeyleri ortaya koymaktan başka bir aniaç

gütmüyordu. Ama bu çabalar sırasında, öyle önemli

temel gerçekleri ışığa çıkardı ve öyle yeni bir

ruhbilim yarattı ki, ortaya koymuş olduğu bulguların

geçerliliğinin yalnız patoloji alanı içinde kalmıyacağı

açıkça belli oldu. Bu sonucun kesin olarak

doğrulanışının ne zaman sağlandığını daha önce

görmüştük. Bu sonucun kesin olarak doğrulanışı,

rüyaların çözümleme tekniği ile başarılı biçimde yorumlanışı

ile kendini göstermişti. Sözkonusu rüyalar,

normal insanların ruhsal hayatlarındıı. ortaya

çıkıyordu, ama yine de aslında, normal '\coşullar

içinde düzenli olarak beliren patolojik ürünler olarak

görülebilirlerdi.

Rüyaların incelenmesi ile elde edilen nıhbilinı­

&el bulgular gözönünde tutulacak olursa psikanalizin,

bilince dolaysız olarak verilmemiş derinlemesine

ruhsal süreçlerin teorisi olarak (bir derinlik nıhbilimi

olarak ) kabul edilmesi ve bütün ruh hayatı

bilimlerine uygulanabilmesi için tek bir adım atmak

yeterliydi. Atılması gereken bu adım, bireysel

insanın ruhsal faaliyetini insan topluluklarının psişik


ctNStYET V.E PStKANALlZ 241

fonksiyonlarından ayıran uzaklığı aşmaktan, yani

bireysel ruhbilimden grup ruhbilimine geçmekten

başka şey değildi. Ve çeşitli şaşırtıcı benzerlikler bu

geçişi gerçekleştirmemiz için bizi adeta zorluyordu.

Sözgeliıni, ruhsal faaliyetin derinliklerinde, kugıtlıklann

birbirinden ayırdedilmediği ve aynı öge

ile dile getirildikleri ortaya çıkarılmıştı. Ne var ki,

daha 1884 yılında, filolojist Kari Abel ("Über derı

GegeMinn der Urworte'' adlı eserinde) (6) bildiğimiz

en eski dilin, karşıtlıkları aynı biçimde ele aldığını

ileri sürmüştU. Sözgelimi, eski Mısırlılar, başlangıçta

"güçlü" ve "zayıf'' için tek bir kelime kul ·

lamyorlardı ve bu karŞıtlığı dile getiren iki ayrı kelime

daha sonraları ortaya çıkmıştı. En modern

dillerde bile, karşıt anlamları dile getiren tek kelimelere

hA.ll rastlanır. Nitekim Almanca'daki "Boden"

kelimesi ("ta.vanarası'' ve "zemin" anlamına

gelir) herhangi bir evde hem en yüksekte, hem de

en alçakta bulunan şeyi dile getirir. Utincedeki

"altus'' kelimesi de hem "yüksek", hem_ "derin" anlamına

geliT. Demek ki, karşıtlıkların rüyalarda gördüğtlınüz

eşdeğerlilik hali, insan düşüncesinde eski

çağlardan beri süregelmiş olan bir özelliktir.

Başka bir alandan örnek almak gerekirse, saplantılara

tutulmuş olan bazı hastaların saplantısal

hareketleri ile, dünyanın dört bucağındaki dindarlann

din gereklerini yerine getirişleri arasındaki

F. 16


242 ClNStYET VE PSlKANALtz

kesin benzerliği hatırlamamız doğru olur (7). Bazı

saplantısal nevrozlarda, hastanın sanki özel bir dine

bağlıymış gibi gülünç biçimde davrandığı görülmüştür.

Bu durum, resmi dinleri, evrensel bir

kabullenişten dolayı yumuşamış bir saplantısal nevroz

olarak görmeğe yol açmıştır. Dindarların göziinde

iler tutar yanı olmadığından şüphe etmediğimiz

bu benzetme, ruhbilimsel yönden yararlı sonuçlar

vermiştir. Çünkü psikanaliz, aradan çok geçmeden,

saplantısal nevroz olaylarında saplantısal hareketlerin

tören niteliği taşıyan bir anlatımına ulaşana

kadar birbiriyle savaşan güçlerin neler olduğunu

ortaya koymuştu. Din törenlerinde buna ben·

zer bir durumun sözkonusu olacağı kimsenin aklına

gelmemişti. Ama din duygusu, en derin kökü olan

baba ile bağlantıya geri götürülünce, dinde de bu

çeşit dinamik bir durumun sözkonusu olduğu görüldü

(8). Bu örnek, tıb alanının dışındaki konular:ı.

uygulandığı zaman bile, psikanalizin, önyargıları ve

kişilerin içinde yer etmiş duygulan yaralamaktan

geri kalmadığını ve böylece duygulardan başka şeye

dayanmıyan düşmanlıkların ortaya çıkmasına yol

açtığını göstermektedir.

Bilinç-dışı ruhsal hayatta gördüğümüz en genel

gerçeklerin (içgüdüsel tepilerin birbiriyle çatışması,

bastırmalar ve yerine geçme yoluyla doygunluğa

erişmeler) her yerde bulunuyorsa ve bu gerçeklerin

bilgisini sağlayan bir derinlikler ruhbilimi


ctNstYET VE PS1KANAL1Z

243

varsa, insanoğlunun çeşitli zihinsel çalışma alanlarına

uygulandığı zaman, psikanalizin o çağa kadar

ulaşılmamış önemli sonuçları ortaya koyabileceğini

umut etmek yanlış olmazdı. Nitekim Otto Rank ve

Hanns Sachs çok değerli çalışmaları ile (1913) psikanalizle

uğraşanların o zamana kadar bu umudu

hangi ölçüde gerçekleştirmiş olduklannı ortaya koymuşlardı.

Yeterince yerimiz olmadığı için, bu konuda

daha geniş bilgi veremiyeceğim. Yalnızca, bu

bulguların en önemlilerinden birkaçını seçmek ve

birkaç ayrıntı eklemekle yetineceğim.

Pek az bildiğimiz iç itkileri bir yana bırakacak

olursak, insanoğlunun kültürel gelişimini gerekli

kılan temel zorlayıcı güdünün onu, en doğal ihtiyaçlarını

kolayca doygunluğa ulaştırmaktan alıkoyan

ve tehlikelerle karşı karşıya bırakan dış zorunluk

olduğunu söyliyebiliriz. Bu dış yasaklama, insanoğlunu

gerçekle savaşmak zorunda bırakır. Bu savaş

sonunda, gerçeğin bir bölümüne uyulduğu gibi, bir

bölümü de insanın denetlemesi altına alınır. Ama bu

arada, kendi cinsinden canlılarla birlikte yaşayan

insan, toplumsal bakımdan doyurulamıyan içgüdüsel

tepilerinden birçoğunu bırakmak zorunda kalır. Uygarlık

geliştikçe, bastırılmanın gerekliliği de o ölçüde

artar. Zaten uygarlık, içgildülerden yüz çevirmek

temeli üzerine kurulmuştur. Her bireyin, çocukluğundan

olgunluk çağına gelene kadar, insanoğlunun

geçirmiş olduğu bu gelişmeyi kendi öz var-


244

ClNSlYET VE PSl.KANALlZ

lığında bir özet gibi yaşaması gereklidir. Psikanaliz,

bu kültür zorlaması sonunda yenilgiye uğrayan

başlıca (yalnızca değil ) içgüdülerin cinsel içgüdüler

olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, cinsel içgüdülerin

bir bölümü, ilk amaçlarından saparak,

"yücelmiş" eğilimler haline gelip, taşıdıkları enerjiyi

kültürel gelişimin hizmetine vermişlerdir. Ama başka

birtakım cinsel içgüdü tepileri, doyurulmamış

istekler halinde bilinç-dışında kalmışlar ve eğilipbükülmüş

de olsa, bir doygunluk arayıp durmuşlardır.

İnsanın ruhsal hayatının bir bölümünün, gerçek

dış dünya üzerinde denetleme elde etmeye yönelmiş

olduğunu görmüştük. Psikanaliz, yaratıcı

ruhsal çalışmanın özellikle çok değerli tutulan bir

başka bölümünün, isteklerimizin gerçekleştirilmesi

konusunda iş gördüğünü de söylemektedir. Yani, bu

çalışma, çocukluk yıllanmızdan beri hepimizin içinde

doyurulmamış olarak süregelen bastırılmış isteklerin

amaçlarının yerine başka bir şey koyarak bu

istekleri doyurmak işini görmektedir.

Kavranmaz bir bilinç-dışı ile ilintili oldukları

her zaman düşünülmüş olan bu yaratışlar arasında

mitler, hayalgücüne dayanan edebiyat ve sanat

eserleri yer almaktadır. Nitekim psikanalizcilerin

çalışmaları, mitoloji, edebiyat bilimi ve sanatçıların

ruhbilimi alanlarına ışık tutmuştur. Bu konud9.

Otto Rank'ın eserini örnek olarak göstermek yeter


CiNSiYET VE PStKANALlZ 245

de artar bile. Psikanalizciler, mitlerin ve masallarııı

rüyalar gibi yorumlanabileceklerini göstermiş; bilinç-dışı

bir istekten bu isteğin bir sanat

eserinde

gerçekleşmesine götüren karmakarışık yollan açıklamış

; bir sanat eserinin insanlar üzerindeki duygusal

etkisinin nasıl anlaşılması gerektiğini belirtmiş

; sanatçının nevrozlu bir kimse ile olan benzerliğini

ve ayrılığını göstermişler ve yine sanatçının

doğuştan getirdiği yatkınlıklar ve başına gelen

olaylar ile elde ettiği başarılar arasındaki bağlantıyı

da açıklamışlardır. Sanat eserlerinin estetik bakımdan

değerlendirilmesi ve yaratıcılık yeteneğinin

aydınlatılması, psikanalizin ödevleri araıında yer

almaz. Bununla birlikte, psikanaliz,

insanoğlunun

hayalgücüyle ilintili hayatına değinen bütün sorula

üzerinde son ve kesin sözü söyliyebilecek gibi görünmektedir.

Bundan başka, psikanaliz "Oedipus Kompleksi"

denilen şeyin (yani, çocuğun ana-babasına karşı

olan duygusal bağlantısı) insanoğlunun ruhsal

hayatında oynadığı önemli rolü göstererek bizi şaşırtmıştır.

Ama Oedipus Kompleksi'nin, iki temel

biyolojik gerçeğin psişik bağı olarak ortaya çıktığını

anlarsak bu şaşkınlığımız azalır. Bu iki gerçek,

çocuğun uzun bir süre başkasına dayanarak yaşaya .

bilmesi; ve üç ile beş yaş arasında cinsel hayatının

birinci doruğuna ulaşması ve daha sonra, uzun bir

yasaklanma süresi geçirip, ergenlikte yeniden orta-


246

ctNStYırr VE PSlKANAUZ

ya çıkmasıdır. !gte bu konuda, çok önemli bir bulgu

ortaya konmuş ve böylece, ruhsal hayatın en önemli

üçüncü bir bölümünün, yani din, yasalar, ahlik gö

rüşleri gibi önemli kurumların ve toplum hayatının

bütün biçimlerinin temel amacının, bireyi Oedipus

Kompleksi'ne egemen kılmak ve libidosunu çocuksu

bağlarından kurtarıp, toplumsal nesnelere yöneltmek

olduğu anlaşılmıştı. Psikanalizin bu çeşit bulgular

ortaya koyan uygulanışı, yani din ve toplum

bilimlerine uygulanışı (bu çalışmalar Freud, Theodor

Reik ve Oskar Pfister tarafından yapılmıştır) ,

henüz emekleme dönemindedir ve gerektiği gibi değerlendirilmemiştir.

Ama bundan sonraki çalışma.

ların, bu önemli sonuçlan doğrulayacağından şüp

he edilemez.

Buna ek olarak, eğitbilimcilerin de, psikanalizciler

tarafından çocuk ruhsal hayatı üzerinde yapılan

araştırmaların sonuçlarından uzak kalmadıklarını

ve tedavi ile uğraşanlardan bazılarının, psikanaliz

yöntemlerinin, organik bozuklukların iyileştirilmesinde

yararlı sonuçlar verdiğini, çünkü bu çeşit

bozukluklardan birçoğunun psişik faktörlerden

doğduğunu ve bunları etkilemek kabil olduğunu ile·

ri sürdüklerini söylemek isterim.

Demek ki, şu yazımızda kısaca ve aslına pek

de uygun olmıyarak anlatmağa kalkıştığımız psikanalizin

gelişiminin, önümüzdeki on yıl boyunca

kültür hayatına bir maya gibi girerek etki östere-


ClNS1YET VE PSlKANALlZ 247

ceğini ve dünya gerçeklerini kavramamız konusunda

bize yardımcı olabileceği gibi, hayatta zararlı diye

kabullenilmiş olan belli birtakım şeylerle

savaşma

olanağını da sağlıyacağını umut edebiliriz. Bununla

birlikte, psikanalizin tek başına dünyanın eksiksiz bir

imgesini ortaya koyabileceğini sanmak doğru olmaz.

Çünkü, ruhsal mekanizmayı, pek az zaman ünce

açıkladığım gibi, dış dünyaya çevrilmiş bilinçli

bir ego ile, içgüdüsel ihtiyaçların egemenliğinde bulunan

bir id'e bölecek olursak psikanaliz, id'in ruhbilimi

(aynı zamanda id'in ego üzerindeki etkilerinin

ruhbilimi) olarak görülmesi gerekir. Demek ki,

psikanaliz, her alanda, ancak ego'nun ruhbili.mi ile

tamamlanacak olan birtakım ek bilgiler sağlayabilir

(9). Bu ek bilgiler, çoğu zaman gerçeklerin özünü

dile getiriyorlarsa, bunu

bilinçdışının hayatımızda

oynadığı ve şimdiye kadar farkına varılmamış

önemli role bağışlamak gerekir.

NOTLAR:

(1) "Bu kitap aslında, 1899 yılının Kasım ayı başlannıh

yayınlanmıştır. Bak.: Standard Ed., 4, X:II."

(2) "Bak..: Standard Ed., 2, 21 ff."

(3) Freud, Ciosellik Teorisi Ozerlne {Jç Deneme (1905).

(4) "Bak.: Freud'ön savunma neuro-psikozu üz.erine ikinci

yazısının üçüncü bölümü. (1896)".

(S) "Bu söz, metinde İngilizce geçmektedir. Belki de bu

yazının içinde yer alacağı yayının adlDl hatırlatmak istem.iş."'


248 C1NS1YET VE PStKANALtZ

(1907)".

(6) ("tık kelimelerin kar;ıt anlamlan" Bak.: Freud 1910).

(7) "Bak.: Freud, "Saplantısal Davranışlar ve Din Prııtili"

(8) Bak.: Totem ve Tabu, 1912-13.

(9) Freud burada, psikanalize alışmadık sınırlamalar koymak

ister gibi görünüyor.


AÇIKLAMALAR

Fonksiyonlu

(sinir bastalıklan)

Nevroz

isteri

tpooz

Soma tik

Psişik

Terapötik

Trauma

Davranış bozuklukları olarak ortaya

çıkan, ama organik sistemin, ya da

sinir sisteminin herhangi bir bölümünün

değişikliğe uğramasından doğmayan

hastalıklar. Bu hastalıklarda kişilik

parçalanmaz.

Sinir sisteminde görülen ve kaynağı

ruhsal olan fonksiyon bozuklukları.

Bu hastalıklarda kişiliğin (şahsiyetin)

parçalanmadığı görülür.

Kolayca etkl altına alınmak gibi özellikler

gösteren ruhsal fonksiyon bo

zukluğu. Psikanalizciler, isteriyi nevrozlar

arasında sayarlar. Bazı sınıflamalarda

ise psikonevrozlar arasında

yer alır.

Suni olarak herhangi bir kimsede ortaya

çıkarılım ve birçok bakımdan

uykuya benzeyen durum. tpnoza girmiş

kimse, kolayca etki altına alınabilir.

Vücutla, organizma ile ve hücrelerle

ilintili olan.

Genel olarak ruhla ilintili olan, ruhsal.

Tedavi bakımından, tedavi ile ilintili.

Herhangi bir yaralama, çarpma, sarsılma.

Ruhsal bakımdan bozukluk ve

hastalık doğuran

sarsılması.

şiddetli bir duygu

·


250

ClNStYET VE PSlKANAUZ

EdoloJI

Affect

. . . . . . . . .

... . . . . . . . . .

(Reprealon,

refoulemeat)

Herhangi bir hastalılın sebeplerini fn .

celeyen tıb kolu.

Bir duyguya ya da düşünceye bağlanmış,

ya da yönelmiş olan duygu, ya

da heyecan .

İçtepilerin ve isteklerin. ahlak. kuralları

ve del!erleri ile çatışarak. bilinçten

dışarı atılıp, bilinç-dışına sürülmesi.

Bastırılan içtepi ve istekler, bilinç-dışında

faaliyet göstererek genel

olarak, dolaylı biçimde rüyaları, günlük

hayattaki yanılmaları, normal davranışlardan

sapışları ve nevroz belirtilerini

ortaya koyarlar.

Pato)enlk : • • • • • • • Gelişmesinde hastalıklı bir yan bulunan

şey.

Aktarma . • • . • . • • •

(Tnlllference)

EIO . . . . . . . . . . . .

Olumlu, ya da olumsuz bir duygu

davranışının nefret, ya da sevginin

gelişiminde bu duygunun hasta tarafından,

kendisini psikanalizden geçiren

doktora yöneltilmesi, aktarılması.

İnsanın ruhsal varlıl!ının belli bir bölümü.

Dış gerçekle ilinti halinde bulunan

bu bilinçli bölilmde, duyulann

verdil!i tasanmlar (tasavvurlar), bilinç-önündeki

hatıralar ve belli belirsiz

düşünceler, denetleme altına alınarak

kabul edilmiş içtepiler ve istekler

bulunur. Ego, çocul!un ilk yaşantılarında,

ana-babası ile olan ilintisinde

ortaya çıkan ve bir çeşit vicdan

ödevini görerek ego'nun düşüncelerini

eleştiren ve böylece, tedirginlik ve kabahatlilik

duygularına yol açan Super-Ego

ile, bilinç-dışını meydana geti­

o. içgüdüleri, içtepileri ve karanlık


CtNSlYET VE PSlKANALtz

251

N • • • • • • • •

Pıılkoz

Saplantısal • • • • • • • •

(Newoz)

Yücelme • • •

(Subllmatlon)

Ubldo

gUçleri kapsayan td'in arasında bulunur.

Aşın kendini sevme ve beğenme anlamına

gelen narcissism, psikanaliz

bakımından cinsel gelişmenin belll

bir aşamasını gösterir. Bu aşamada,

cinsel nesne, bireyin kendisidir. Daha

sonraki gelişme aşamalarında, narcissistic

tipe bir geri dönüş görülebilir.

Narcissism olaylarının hepsini karakterize

eden şey; bireyin kendisi ve

kendi ilgileri ile aşırı derecede uğraşmasıdır.

özellikleri ve kapsamı iyice belirmiş

aşın sinir hastalıkları. Sinir sisteminin

bozukluklarından (Epidemik ansefalit,

Parkinson hastalığı, polinevritli

psikozlar), genel organik nedenlerden,

yani mikrobik hastalıklardan (tifo,

sıtma, frengi gibi), zehirlenmelerden

doğarlar. Şizofreni, paranoia, mani,

sara, ihtiyarlık bunamaları, dönllm yaşı

psikozları, Amnesia, budalalık gibi

patolojik durumlar da psikozlar arasında

yer alır.

Saplantılı düşlinceler ve eğilimler taşıyan

nevrozlar.

İçgüdülerin ve cinsel içtepilerin, cinsel

olmıyan ve toplumca kabul edilmiş

bulunan faaliyetlere bilinçsiz olarak

yönelmesi; yücelmesi.

Cinsiyet içgüdüsünden, ya da yaşama

ilk.isinden doğan, enerji, istek ya

da yönelim. Libido genel olarak zevk

almaya çevrilmiş bir eğilimdir. Bir

bakıma, cinsellik kavramının geni-.


262

CiNSiYET VE PSiKANALiZ

letilmesiyle elde edilmiş bir kavramdır.

Freud, cinselliin biricik amacı·

nın çoğalmak olmayıp, genel olarak

zevk aramak olduunu anlatmak için

Libido terimini kullanır.

Oedlpm komplelmll • • • • Erkek çocuğun anneye bağlılığı ve

babadan nefret etmesi yüzünden, bilinç-dışmda

oluşan ve cinsellik karakterini

taıyan kompleks. Babayı

kıskanmak ve ondan nefret e<liş, kabahatlilik

duygusu doğurur.

Kompleks Bireyin şu ya da bu ölçüde kabul

Mazoşizm

etmİ$ olduğu, düşünce ya da düşünce

grupları ile çatışma haline giren ve

duygusal karakter taşıyan, tamamen

ya da kısmen bastırılmış düşünceler

ya da düşünce grupları. Ruhsal hayatın

içinde bağımsız hale gelmiş ve yabancıla5mış,

bastırılmış, bilinç-dışı

duygu, hatıra ve düşünceler toplul•ı·

ğu.

Acı duymaktan zevk almak. özel olarak,

acı çekerek cinsel zevk duymak.

Psikanalizciler, mazoşizmi yıkıcı içgüdülerle,

ya da ölüm içgüdüsü ile

açıklarlar.

Sadimı • • • • • • • • • • Başkalarına acı çektirerek cinsel zevk

duymak. Genel olarak, kötülük yapmaktan

zevk almak anlamına da gelir.

Status EpUlpticus • • • ; • Sara nöbetlerinin ardarda gelmesi ve

böylece normalden uzun sürmesi. Çok

tehlikeli olan bu durumda ateşin kırk

bir dereceye yükseldiği görülmüştür.

Gerekli tedbirler alınmazsa, hasta .

iilebilir.


C1NS1YET VE PS1K.ANAL1Z 253

Hlstolldk

Ekonomi

Melankoli

(Karaduygululuk)

Masturbatioo • • • •

Erotizm

ltdiş Edilme Kompleksi

Pslkooevroz

Pslkojenlk

Erotojenik

(Bölgeler)

Etik

Hedonist

Auto-Erotism

Nevrasteni . • • • • • • •

Dokuların bozulmasiyle ilgili olan.

Hayat enerjisinin ya da ruhsal ener·

jinin en az çaba ile en fazla fayda

sağlaması ilkesine uygun olarak bar·

canması.

Ruh911l çöküntü ve durgunluk belirti·

leri gösteren sinir hastalılı.

Cinsel organları elle ya da uygunsuz

araçlarla harekete getirerek cinsel

doygunluk elde etmeğe çalışmak.

Geniş anlamda cinsellik. Cinsel heyecan.

Kadınlık, ya da erkek.lifi sağlayan cin·

sel salgı bezlerinden yoksun kalma

korkusundan doğan kompleks.

Psikozlardan daha hafif olan sinir

hastalıkları. isteri, psikasteni ve nevrasteni,

çoğunluk.la bu gruba sok.ulur.

Gelişimi bakımından psişik hayata

batlı olan.

Vücudun, cinsel içgüdüyle ilgili olan

bölgeleri, (üreme organları dışında).

Ahlak. Ahlak felsefesi.

Hayatın amacının zevk almak ve

mutluluk duymak olduğunu ileri süren

kimse.

Cinsel faaliyetin, insanın cinsel nesne

olarak ele aldıiı kendi vücuduna

yönelmesi.

Ruhsal ve fizik yorgunluk, ya da

güçsüzlük biçiminde ortaya çıkan psikonevroz.


İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 5

FREUD ve PSİKANALİZ 7

UYGAR CİNSEL AHLAK ve ÇAOIMIZ1N

SİNİR HASTALIKLARI . . . 21

CİNSİYET TEORİSİ ÜZERİNE ÜÇ DENEME 59

Cinsel Sapışlar . . . ... 61

Çocuk Cinselliği . . .

Ergenlikte Ortaya Çıkan Değişimler . .. ...

105

145

Özet . . . 175

Notlar ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 193

PSİKANALİZİN TARİHÇESİ 213

AÇIKLAMALAR ... 249


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!