16.04.2022 Views

İstanbul Sanat Dergisi / Sayı 7

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Yıl: 3 | Sayı: 7 | Nisan-Mayıs-Haziran 2022 | Fiyatı: 35 TL

KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ

SANATTA SANAL RÖNESANS ÇAĞI BAŞLADI

NFT


ISTIRAP KOROSU

5 Mayıs 20.30

HAKİKAT ELBET

BİRGÜN

6 Mayıs 20.30

ALAN KADIKÖY

MAYIS PROGRAMI

HARİKA ŞEYLER

LİSTESİ

DOĞAL AFET

7 Mayıs 20.30

17 Mayıs 20.30

26 Mayıs 20.30

8 Mayıs 20.30

DALGAKIRAN

UYANDIĞIMDA

SESİM YOKTU

9 Mayıs 20.30

13 Mayıs 20.30

AŞINMA

GÜLE GÜLE DİVA!

YENİDEN

CYRANO DE

BERGERAC

10 Mayıs 20.30

11 Mayıs 20.30

15 Mayıs 18.00

29 Mayıs 18.00

SANTİ & TUĞÇE

TAŞIDIKLARIMIZ

19 Mayıs 20.30

23 Mayıs 20.30

BABA

16 Mayıs 20.30

İSTANBUL FRINGE

KATIE'S TALES

20 Mayıs 20.30

21 Mayıs 20.30

TUZAK

24 Mayıs 20.30

FLAMENKO

MARIA DEL MAR FERNANDEZ

27 Mayıs 20.30

TOZ

30 Mayıs 19.00 - 21.00

31 Mayıs 19.00 - 21.00

www.alankadikoy.com



2

5 20

36

40

İÇİNDEKİLER

32

42

9

34

38

44

İçindekiler

22

4

5-8

9-19

20-21

Künye

Aktüel haberler

Sergiler

Serginin Sergisi II” ile

müzenin belleğine bir yolculuk

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

22-31

32-33

34-35

36-37

Geleceğin sanatına

yolculuk başladı:

NFT

Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı:

Gelişimi, değişimi ve yeniliği

önceliklendiriyoruz

Canan:

Ben tavus kuşuyum, göstermek

doğama ilişkindir

“Yerleştirmenin, sanatın tüm

dallarının temeli olduğuna

inanıyorum”


45

50

54 57

3

58

İÇİNDEKİLER

46

48

55

63

52

38-39

40-41

42-43

44

45

46-47

48-49

TMMOB İçmimarlar Odası

İstanbul Şubesi Başkanı Osman Arayıcı:

Değişimin özgürlüğü vaadiyle

yola çıktık

Gazzella Decor:

Dekorasyon trendlerinde

‘yüksek enerji’ ön planda

Yüzlerce yıllık nadide eserler,

Beykoz Cam ve Billur Müzesi’nde!

Azerbaycan’a sanat ve kültür keşfi

Pine Bay Holiday Resort

doğa, deniz ve sanatı buluşturan bir

tatil deneyimi sunuyor

Galata’nın kültürel mirasına ve

renklerine açılan alan:

POSTANE

Can Elgiz:

Koleksiyonlar kültürel miras olarak

görülmeli ve halka açık olmalı

50-51

52-53

54

55

57

58-59

63

Rahmi Çöğendez:

Orijinal sanat eseri, 7’den 70’e

herkesin hakkı!

İflah olmaz bir romantik, bir fotoğraf üstadı, şair,

yazar, müzik sevdalısı, sanat aşığı...

Merih Akoğul

“İnandığımız gibi yaşayalım,

yaşadığımıza inanalım”

Deniz Tortum:

Niye şaşırmayacağım bir şey

yapayım ki?

Arter Yayınları, sanatın belleğini

tutuyor ve pratiğini belgeliyor

CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan:

CRR bir kültür mabedi ve okul olarak

algılansın isteriz

Sanat Günlüğü

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


4

EDİTÖR

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

NFT kılavuzunuz…

İstanbul Sanat Dergisi olarak yepyeni bir sayı ile karşınızdayız. Bu sayıyı, “Sanatın Geleceği”

olarak yorumlanan ama hakkında çok az şey bilinen ve sadece üç harf ile ifade edilen

NFT’ye ayırdık. Öylesine karmaşık bir konu ki, işittiğimizde önce “İstemem” diyerek

kafamızı sağa çevirdik, sonrasında “Olabilir mi?” sorusu ile irdelemeye başladık.

Arkadaşımız Emel Altay, bu yeni alanı tüm yönleriyle araştırdı. Öylesine daldı ki

kuyusuna, zor çıkarabildik kendisini... Bu nedenle, elinizdeki bu sayıyı “NFT Kılavuzu”

olarak kabul edebilirsiniz. Fotoğraf Sanatçısı Murat Germen, Akademisyen ve Sanatçı

Selçuk Artut, Ressam Eda Zamanpur, Koleksiyoner Feride İkiz, Akbank Sanat Müdürü

Derya Bigalı, Sanat Hukuku Danışmanı - Avukat Pınar Sönmez, Manza.io ekibinden

Murat Canbaz ve Ahmet Hakan Özgür, NFT konusunda sorularımıza cevap vererek,

düşüncelerini aktaran isimler oldular.

Her sayımızda olduğu gibi bu sayıda da geride bıraktığımız günler içinde büyük heyecan

ve emeklerle açılan ve önümüzdeki günlerde açılacak olan bazı sergilerden haberlere de

yer verdik sayfalarımızda.

Başka kimler var?

Elgiz Müzesi Kurucusu ve Sanat Koleksiyoneri Can Elgiz, CRR Genel Sanat Yönetmeni

Murat Cem Orhan, TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı Osman Arayıcı,

Şehircilik Uzmanı Yaşar Adnan Adanalı, RC Müzayede Yöneticisi Rahmi Çöğendez, Şair-

Yazar Merih Akoğul, müzik kariyerini ABD’de sürdüren Orkestra Şefi Nisan Ak, Arter

Yayınlar ve İçerik Koordinatörü Süreyya Evren, Yönetmen Deniz Tortum, Yerleştirme

Sanatçısı Eda Soylu, hazırladığı “Falname” serisiyle gündemde olan sanatçı CANAN,

İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde açılan “Serginin Sergisi II” küratörlerinden Sanat Tarihçisi

Burcu Pelvanoğlu da sayfalarımıza konuk oldular. Mutlaka görülmesi gereken ve Türkiye’nin

ilk cam müzesi olan Beykoz Cam ve Billur Müzesi’ni de bağlı olduğu Milli Saraylar

Restorasyon Dairesi Başkanı Gökşen Canıyılmaz, arkadaşımız Pınar Baltacı’ya anlattı.

En azından mevsim olarak güneşin parlaklığı, yeşilin ve mavinin tonları ile

avunabileceğimiz, yaklaşık 6 ay sürecek bir döneme girdik. Bu sürecin sanat adına da

verimli bir dönem olabileceğini düşünüyoruz.

Kadir Toprakkaya

YAYINCI

K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri

İMTİYAZ SAHİBİ

Fatma Canan Toprakkaya

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Kadir Toprakkaya

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Av. İrem Toprakkaya

YAYIN KOORDİNATÖRÜ

Pınar Baltacı

HABER MÜDÜRÜ

Cenay Toprakkaya

EDİTÖRLER

Sedef Turan, Ayça Kerimoğlu, Emel Altay

ÖZEL HABERLER EDİTÖRÜ

Arzu Yavuz

FOTOĞRAF EDİTÖRÜ

Batuhan Karaman

GÖRSEL YÖNETMEN

Kubilay Şenyiğit

DANIŞMA KURULU

Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Marcus Graf, Işıl Savaşer,

Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Mine Gülener,

Ebru Özgüz Çelik, Yusuf Taktak, Emir Yargıcı

REKLAM YÖNETMENİ

Tulu Evrensel

RENK AYRIMI / BASKI

Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.

Sertifika No: 45604

Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4/1 Ataşehir - İstanbul

Tel: (0216) 470 44 70

www.egebasim.com.tr

YAYIN TÜRÜ

Ulusal Süreli Yayın

DAĞITIM

Arıksoy Basın Yayın Dağıtım

İSTANBUL SANAT DERGİSİ

Kültürel ve sanatsal faaliyetlerin duyurulmasına yönelik

olarak her üç ayda bir olmak üzere yayımlanmaktadır.

Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluğu yazarına

aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. İstanbul Sanat

Dergisi’nde yayımlanan yazı ve görsellerden alıntı

yapmak, paylaşmak ancak kaynak gösterilmek kaydıyla

mümkündür.

ABONELİK

İstanbul Sanat Dergisi’ne abone olmak için

0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.

İLETİŞİM

Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6

Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05

info@istanbulsanatdergisi.com

www.istanbulsanatdergisi.com

ISSN: 2718-0476

Nisan - Mayıs - Haziran 2022

Yıl: 3 Sayı: 7 Fiyat: 35 TL

Basım Tarihi: 15 Nisan 2022


5

AKTÜEL

“ Birlikte: İstanbul Sanat

Müzesi’ne Doğru”

Küratörlüğünü Marcus Graf’ın üstlendiği “Birlikte:

İstanbul Sanat Müzesi’ne Doğru” sergisi,

Müze Gazhane’de açıldı. Serginin ön açılışına,

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem

İmamoğlu da katıldı.

Türkiye’deki modern ve çağdaş baskı

sanatına ışık tutuyor

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Adnan Çoker, Mustafa

Pilevneli, Mehmet Güleryüz, Burhan Doğançay, Zühtü

Müridoğlu, Zekai Ormancı gibi ressamların eserlerinin yer

aldığı sergide, 85 sanatçımız sanatseverler ile buluşturuluyor.

Sergi aynı zamanda farklı kuşaklardan 85 sanatçının çeşitli

stil ve tekniklerde ürettikleri 91 eseri bir araya getirerek,

Türkiye’deki modern ve çağdaş baskı sanatına ışık tutuyor.

Geçmişle gelecek, gelenekselle modern,

kişiselle kamusal

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koleksiyonu’nda yer alan

ve geleneksel sanata çağdaş bir yorum sunan “66 Kare”

projesini de içeren sergi, Haliç Tersanesi’nde açılacak İBB

İstanbul Sanat Müzesi Koleksiyonu’nun geçmişle geleceğin,

gelenekselle modernin, kişiselle kamusalın birlikteliği

misyonunu da görünür kılacak. “Birlikte” sergisi, 3 Nisan-3

Temmuz 2022 tarihleri arasında hafta içi 09.00-18.00, haf-

ta sonu ise 10.00-18.00 saatleri arasında Müze Gazhane’de

ziyaret edilebilir.

İstanbul Sanat Müzesi müjdesi!

Serginin açılış konuşmasında konuşan İBB Başkanı Ekrem

İmamoğlu, bir de müze müjdesi verdi: “Haliç Tersanesi’nde

yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Bu alanda İstanbul Sanat

Müzesi’ni kente kazandırmanın çok özel bir çabasını gösteriyoruz.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ilk sanat müzesi

olacak. İstanbul Sanat Müzesi, kentin belki de en eski iki

yakasını birbirine bağlayan yeni bir kültür sanat köprüsü

işlevini de elde etmiş, o seviyeye ulaştırmış olacak.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


6

AKTÜEL

Türkiye’nin ilk dijital sanat müzesi:

X Media Art Museum

Teknoloji, bilim ve sanatı birleştiren X Media

Art Museum (XMAM), Türkiye’de alanında bir

ilke imza atarak sadece yapay zeka, dijital sanat gibi

teknoloji odaklı sergilere yer verecek. Müze, DasDas

işbirliği ve Paribu desteğiyle DasDas’ın da yer aldığı

Ataşehir Metropol AVM’de yer alıyor.

Alanında Türkiye’de bir ilk

olan X Media Art Museum

(XMAM), 30 Ocak’ta kapılarını

açtı. Kültür sanat

alanında öncü projeleriyle

bilinen DasDas işbirliğinde

ve Paribu desteğiyle İstanbul’un

kültür sanat hayatında

yerini alan X Media

Art Museum’un ilk sergisi

ise Leonardo Da Vinci ile

oldu.

Açılış sergisinde Leonardo Da Vinci ile

yapay zekâ buluşuyor

Uluslararası pek çok ödülün sahibi ve dünyaca ünlü Ouchhh

stüdyonun “Leonardo Da Vinci: Wisdom of AI Light

Exhibition / Leonardo Da Vinci: Yapay Zekâ Işığın Bilgeliği

- CERN’den NASA’ya İnsanlık ve Metaverse” sergisi

ziyarete açıldı. Leonardo Da Vinci’nin çizimleriyle başlayan

ve 3D modellemesi ile devam eden sergide veri tabanı

olarak sanatçının icatları, makine çizimleri ve eskizleri

kullanılıyor.

Soyut estetik bir dil

Sanat tarihi verileri ve Leonardo Da Vinci’nin bilgilerinin

yapay zekâya öğretilmesiyle elde edilen çıktılar, 15 milyar

fırça darbesiyle partikül olarak soyut estetik bir dilde, tüm

mekânda karşılık buluyor. Aynı zamanda Michelangelo,

Raphael, Boticelli tarafından yapılan sanat tarihinin ünlü

başyapıtlarının yapay zekayla buluştukları hâlleri de serginin

ilk girişinde yer alıyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

İstanbul’un yeni sanat girişimi

Radar açıldı

Sanat Koleksiyoneri Nesrin Esirtgen ve Galeri Nev’in

kurucu ortağı Haldun Dostoğlu işbirliğiyle hayata

geçirilen Radar, sanatın ve sanatçının bilinirliğine

uluslararası düzeyde katkı sağlamayı ve bu alanda

bilgi birikimini geliştirip, bellek oluşmasına imkân

tanımayı amaç ediniyor. 16 Şubat’a Büyükdere Caddesi

Ferko Signature binasında faaliyete başlayan

Radar, kâr amacı gütmeyen bir sanat girişimi olmasıyla

kültür sanat dünyasına taze ve vizyoner bir alan

açmayı hedefliyor.

Radar düzenli olarak ziyaretçilere açık değil; özel davetler,

etkinlikler ve randevulu ziyaretlerle varlığını

sürdürecek. Nesrin Esirtgen Koleksiyonu’nun dönüşümlü

olarak yer alacağı mekânda, yıl içinde güncel

konularda konuşmaların, tartışmaların yer alacağı

etkinlikler organize edilecek, İstanbul sanat gündemine paralel

davetler programlanacak. Öncelikli yayınlar olarak Hale

Tenger, Ahmet Doğu İpek ve Nesrin Esirtgen Koleksiyonu

kitapları, sırasıyla yayın programına alınacak.


7

AKTÜEL

Emaar Art Hub,

sanat üretiminin özgürleşmesine katkı sunacak

Sanatçıya ve sanat üretimine özgür alanlar açmak ve

yaratıcı kültür endüstrilerine öncülük etmek amacıyla

hayata geçirilen Emaar Art Hub, 25 Mart’ta Emaar Square

Mall’ın eksi ikinci katındaki yerinde açıldı. İstanbul’un yeni

kolektif sanat merkezleri arasında katılan mekân; Emaar

Square Mall ile McArt.ist Art Incubation Center İstanbul

işbirliği ve Arçelik, Enza Home, Gulf Sigorta, Polisan Kansai

gibi kurumların destekleriyle hayata geçirildi.

“Sadece sergileme alanı değil,

sanatın buluşma merkezi”

Emaar Art Hub’ın kurucusu Dr. Cem Bülent Ünal; “NFT, video,

heykel, resim gibi sanatın birçok dalında eserlerin sergilenmesine

ev sahipliği yapan Emaar Art Hub, multidisipliner

bir sanat mecrası olmakla birlikte Türkiye’nin ilk kalıcı

fiziki NFT galerisini de bünyesinde barındırıyor. İlerleyen

süreçte sanatçılarla fiziksel söyleşi ve etkinliklerin de yapılacağı

bu mecra sadece bir sergileme alanı değil, aynı zamanda

hem sanatçı hem de sanatseverler için bir buluşma merkezi

hâline gelecek” diyerek, kültür sanat dünyasına katkı sunmak

için çalışacaklarını ifade etti.

Tiyatrodan NFT’ye:

Yüz Yılın Evi

Yazar, yönetmen ve oyuncu Yeşim Özsoy’un yarı otobiyografik

oyunu “Yüz Yılın Evi”, Türkiye’nin NFT’ye

çevrilen ilk tiyatro oyunu oldu. Oyunun NFT’sini, müzisyen

ve dijital sanatçı Cem Başak oluşturdu.

Edinburgh Fringe Festivali’nden övgüler alan, prömiyerini

İstanbul dışında Berlin ve Zürih’te sahneleyen Yüz Yılın

Evi, NFT’ye dönüştürülerek bir ilke daha imza attı. Oyunun

NFT’si, Yeşim Özsoy Koleksiyonu kapsamında opensea.io

platformunda yer alıyor. Müzisyen ve dijital sanatçı Cem Başak’ın

oluşturduğu “Yüz Yılın Evi” NFT’si, Türkiye’de ilk kez

bir tiyatro oyunundan üretilmiş NFT olma özelliğini taşıyor.

“Geçmişle kurduğum bağı gelecekle

mühürlemek istedim”

Yeşim Özsoy, hazırlanan NFT için şunları söylüyor: “Oyunla

kişisel olarak kurduğum bağı da düşününce, oyun aracılığıyla

kurduğum geçmişle olan bağımı gelecekle mühürlemek istedim.

Bu anlamda, bana göre yarattığımız NFT yoluyla geleceğe

doğru bir nevi dijital imza attık ve geçmişi gelecekle bağladık.”

Yüz Yılın Evi; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki tarihsel

geçmişimizi, son Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamit’in

Hazine Kahyası İbrahim Ethem Efendi’nin yazlık konağı

ve yıkımı üzerinden değerlendiriyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


8

AKTÜEL

Füsun Öner ve Bige Örer...

Venedik Bienali’nde

Füsun Onur’un yerleştirmesi sergilenecek

Dünyanın en önemli kültür sanat etkinlikleri arasında

yer alan Venedik Bienali’nin 59. Uluslararası Sanat

Sergisi, 23 Nisan-27 Kasım 2022 tarihlerinde sanatseverlerle

buluşmaya hazırlanıyor. Bienalin Türkiye Pavyonu’nda,

Türk çağdaş ve kavramsal sanatının öncüsü Füsun Onur’un

yeni yerleştirmesi “Evvel zaman içinde…” sergilenecek.

Serginin küratörlüğünü, İstanbul Bienali ve İKSV Güncel

Sanat Projeleri Direktörü Bige Örer üstleniyor. Serginin

tasarımını Yelta Köm hayata geçirirken, aydınlatma tasarımı

Erinç Tepetaş’ın danışmanlığında yürütülüyor. Türkiye

Pavyonu; İKSV koordinasyonunda, T.C. Dışişleri Bakanlığı

himayesinde ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla

gerçekleştiriliyor.

çözüm yolları arıyor, dans ediyor, müzik yapıyor, seyahat

ediyor, âşık oluyor. Sergiye, Füsun Onur’un yarım asrı aşan

sanat üretimini bir kronoloji ve arşiv görüntüleriyle derinlemesine

yansıtmayı hedefleyen bir monografi eşlik edecek.

İKSV ve Mousse Publishing ortaklığında nisan ayında yayımlanacak,

Marcello Jacopo Biffi’nin tasarladığı, editörlüğünü

Bige Örer ile Nilüfer Şaşmazer’in birlikte üstlendiği

yayında pek çok küratör, sanatçı ve sanat tarihçisinin Füsun

Onur’un sanat pratiğine dair yazıları yer alıyor.

Bienal kapsamında Füsun Onur’un

en kapsamlı monografisi yayımlanıyor

Türkiye’nin öncü çağdaş sanatçılarından Füsun Onur’un

yerleştirmesi, insanların yol açtığı ve gezegenin geleceğini

tehdit eden insan odaklı yönetim anlayışına karşı birleşerek

mücadele eden bir grup fareyle kedinin öyküsünü anlatıyor.

Onur’un metal telleri eğip bükerek yaptığı figürleri; birlikte

Hadiye Cangökçe

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Heritage İstanbul

kapılarını 6. kez açıyor

TG Expo tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü,

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle düzenlenen

Heritage İstanbul, bu yıl 6. kez 11-13 Mayıs 2022

tarihleri arasında Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi

Sarayı’nda gerçekleştirilecek.

Fuar, yerli ve yabancı katılımcılara Türkiye’de kültürel miras

bilincinin artması ve korunması için ürün, hizmet ve teknolojilerin

geliştirilmesini hedefleyen koruma, restorasyon,

arkeoloji, müze ve teknoloji alanlarında içerikler sunacak.

Fuara eş zamanlı olarak düzenlenen konferans, seminer

ve diğer yan etkinliklerde 200’e yakın arkeolog, restoratör,

konservatör, mimar, müzeci, bilgi ve birikimlerini dinleyicilerle

paylaşacaklar.


9

SERGI

Kirkor Sahakoğlu, “paperworks”

ile Galeri 77’de!

Kirkor Sahakoğlu’nun “paperworks” isimli kişisel sergisi, 10 Mart-1 Mayıs tarihleri

arasında Galeri 77’nin Karaköy’deki mekânında görülebilir. Sergi, eş zamanlı olarak

Galeri 77 Instagram ve YouTube kanallarında çevrimiçi olarak da izlenebilecek. Sergi, Sahakoğlu’nun

pandeminin başladığı 2020 yılında, atölye imkânlarından uzak ‘evde kal’dığımız

bir süreçte üretmeye başladığı kâğıt işler arasından titizlikle seçilmiş, 72x72 cm ile

24x24 cm arası farklı boyutlarda kare formlu kâğıt eserlerden oluşuyor.

Kemal Seyhan’dan

mekâna müdahale:

Futuregarden

Pi Artworks İstanbul, Piyalepaşa’daki yeni mekânında

Türkiye’de çağdaş resmin önde gelen sanatçılarından

Kemal Seyhan’ın “FUTUREGARDEN”

adlı kişisel sergisini 23 Nisan 2022’ye kadar ağırlamaya

devam ediyor.

Çift kavramı ve tekil olmayanın resimde ortaya çıkma

potansiyeli etrafında mekâna özgü bir müdahale

olarak tasarlanan sergi, günlük zaman deneyiminde

karmaşık heykelsi ve mimari dönüşümler ortaya

çıkarıyor. Kemal Seyhan, FUTUREGARDEN’da

renk alanı, soyutlama ve pür maddesellik arasında

konumlanan, geçtiğimiz on yılın öncesi döneme ait,

kendine özgü siyah ve gri resimlerini izleyiciye sunuyor.

Sergide galerinin fiziksel alanı; resim, nesne

ve mekân arasındaki ayrımı bulanıklaştıran yerleştirmeyle

bir başlangıç noktasına dönüşüyor.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Antroposen çağına bir bakış:

Hem Var Hem Yokmuş Gibi

Sanatçı Halil Vurucuoğlu’nun uzun yıllardır çalıştığı,

kâğıt kesme ve kâğıt katmanlarını yırtarak geliştirdiği

yeni tekniğini kullanarak ürettiği eserlerini içeren “Hem Var

Hem Yokmuş Gibi” isimli kişisel sergisi, Anna Laudel’de 22

Nisan’a dek ziyaret edilebilecek.

Vurucuoğlu, Filozof Slavoj Žižek’in dünyanın insan eliyle

yaşadığı dönüşümü tanımlayan, içerisinde bulunduğumuz

jeolojik çağ olan Antroposen’de özgürlüğümüzün sınırlarının

küresel ısınma ile somutlaştığı düşüncesinden yola

çıkıyor. Sanatçı, buradan hareketle sergide bir araya getirdiği

eserlerle yaşadığımız ekolojik krizi hem yerel hem

küresel olarak en yaşamsal sorunlarımızdan biri olarak

yorumlarken; doğa, çevre ve bunların üzerindeki insan

etkisini araştırıyor.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


10

SERGI

Arter’den doğa fikrine

odaklanan bir sergi:

Locus Solus

Arter’in “Locus Solus” başlıklı yeni grup sergisi,

merkezine aldığı doğa fikrini olgular, kurgular ve

duygular perspektifinden irdelemeyi amaçlıyor. Küratörlüğünü

Selen Ansen’in üstlendiği Locus Solus, Arter Koleksiyonu’ndan

seçilen yapıtlarla bu sergi için üretilmiş

işlerin de aralarında yer aldığı mekâna özgü büyük ölçekli

üretimleri bir araya getiriyor. Sergi, 2022 yılı sonuna dek

ziyarete açık.

İpek Duben’in

en kapsamlı sergisi:

Ten, Beden, Ben

İpek Duben’in kırk yılı aşan pratiğini yansıtmak üzere

hazırlanan en kapsamlı sergisi, SALT Beyoğlu’nda

gerçekleştiriliyor. İşlerinde sıkça kullandığı kendi beden

imgelerinden esinle adlandırılan “Ten, Beden, Ben”; erkek

şiddetinden toplumsal cinsiyete, yerinden edilme ve göçten

tüketim alışkanlıklarına uzanan konuları irdeleyen sanatçının

üretimine yeni bir bakış sunuyor. Sergi, 8 Mayıs 2022

tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Arter’in 3. ve 4. kat galerilerine yayılan

sergideki her bir yapıt, doğal

olanla yapay olanın bir arada varlıklarını

sürdürmekle yetinmeyip,

aynı zamanda iç içe geçip çarpıştıkları

başlı başına bir dünya sunuyor.

Sergide yer alan yapıtlar, genel

olarak “doğa” adı altında işaret

ettiğimiz yerler, varlıklar ve süreçlerle

kurduğumuz çelişkili ilişkiyi

açığa çıkarıyor.

Hem bir yer hem de bir yolculuk olarak kurgulanan Locus

Solus, Latincede “yalnız yer” veya “biricik yer” anlamlarına

gelen başlığını Raymond Roussel’in aynı adlı romanından

ödünç alıyor. Locus Solus başlığı, Roussel’in romanındaki

teatral evrene atıfta bulunarak serginin mekânsal vurgusunu

açığa çıkarırken, bir yandan da imgelerin ve sembollerin

fiziki sınırların ötesine yolculuk edebildiği bir yere

açılıyor.

“Ten, Beden, Ben” sergisi, Duben’in 1980’lerin başındaki

resim ve desenlerinden 2020 tarihli Angels and Clowns’a

[Melekler ve Soytarılar] birçok işini yeniden değerlendiriyor.

Bir desen ve on bir resimden oluşan “Şerife” (1980-

1981) serisi, Duben’in yerel bir bağlamda göç, “öteki”ne

bakış ve toplumsal cinsiyet konularını ele aldığı ilk işi...

Sanatçı, kız kardeşinin evine temizliğe gelen Şerife’nin

başsız ve bedensiz portreleri için pazardan satın aldığı bir

elbiseyi doldurup, canlı modelin yerine koyar. Böylece Şerife’nin

temsili bir modelini yaratır. Bir gazete kupüründen

yola çıkan “Adale Adam” (1988) üçlemesinde ise kaslarıyla

böbürlenen, çıplak gövdesini teşhir etmekten kaçınmayan

bir erkek figürü vardır. Sergide peş peşe yer alan bu iki seri,

toplumsal cinsiyet temelli beden temsilleri arasındaki eşitsizliğe

dikkatleri çeker.

“Ten, Beden, Ben”; SALT’tan Amira Akbıyıkoğlu, Farah Aksoy,

Sezin Romi ile Vasıf Kortun tarafından programlandı.

Sergiye eşlik edecek kamu programlarının ayrıntılarına sergi

süresince saltonline.org ve SALT Online sosyal medya

hesaplarından erişilebilir.


11

SERGI

Emel Korutürk

Füreya Koral

Yıldız Moran

Meşher’de “Ben-Sen-Onlar:

Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi

Çiğdem Simavi hâmiliğinde ve ÜNLÜ & Co sponsorluğunda

düzenlenen “Ben-Sen-Onlar: Sanatçı

Kadınların Yüzyılı” sergisi, Meşher’de yoğun ilgiyle

devam ediyor. Deniz Artun’un küratörlüğünde gerçekleşen

sergi, yaklaşık 1850–1950 arasında Türkiye’de

yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların eserlerinden bir

seçkiye yer veriyor. “Ben-Sen-Onlar”; bir isimden, gruptan,

kurumdan diğerine çekilmiş düz çizgilerin dışında kalan bütün

kadınların ve eserlerin anıldığı ve anlatıldığı bir “başka”

zamana işaret ediyor. Böylece sergiyle, kadınlara kendilerinin

kahraman oldukları bir “yüzyıl” armağan ediliyor.

İvi Stangal

Tiraje Dikmen

117 sanatçıdan 232 eser sergileniyor

Meşher’in üç katında sanatseverlerin beğenisine sunulan

sergide, 117 sanatçıdan 232 eser yer alıyor. “Ben-Sen-Onlar:

Sanatçı Kadınların Yüzyılı”, 29 Mayıs 2022 tarihine

kadar İstiklal Caddesi’ndeki Meşher’de izlenebilir. Sergiye,

küratör Deniz Artun ve Meşher ekibinin hazırlayacağı bir

etkinlik programı da eşlik ediyor. Konuşma, yetişkin atölyeleri

ve çocuklara özel atölyeler, çevrimiçi platformlarda

ücretsiz olarak düzenleniyor.

Sabancı Müzesi’nden

“Ressam Hocaların Ressam Öğrencileri” sergisi

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin

“Tanzimat’tan Cumhuriyet’e: Ressam Hocaların

Ressam Öğrencileri” isimli sergisi; SSM Resim

Koleksiyonu’nda yer alan Hoca Ali Rıza, Halife Abdülmecid

Efendi, Hüseyin Zekâi Paşa, İvan Konstantinoviç

Ayvazovski, Şevket Dağ, Hikmet Onat,

Hüseyin Avni Lifij, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya Güran’ın

yanı sıra öncü kadın sanatçılardan Mihri

(Müşfik) Hanım’ın da aralarında olduğu sanatçıların

115 eserini bir araya getiriyor.

Sergi; İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Avni Lifij, Feyhaman

Duran, Namık İsmail, Hikmet Onat gibi sanatçıların

mensup olduğu 1914 kuşağının en gözde

konusu olan İstanbul’un sokakları, evleri, tarihi yapıları,

sahilleri ve Boğaz manzarasının resmedildiği

tablolarla, aynı zamanda büyük bir dönüşüm geçiren

Türkiye’yi anlatıyor. Türkiye’den ressamların resimsel

bir konu olarak ilk defa yurt dışında, özellikle

Ormanda Karaca, Şeker Ahmet Paşa.

Paris’teki akademik resim eğitimlerinde çıplak olgusuyla

tanışmalarının ardından verdikleri eserler de sergide, bu

süreci yansıtan bir çerçevede ele alınıyor.

Oturan Kadın, Hikmet Onat.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


12

SERGI

“Memento İstanbul: Hristoff Aile Arşivi”

sergisi görücüye çıktı

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, temelini üç nesil sanatçı

bir ailenin yıllar içinde biriktirdiği fotoğraflar, resimler,

kişisel eşyalar ve objelerden alan “Memento İstanbul:

Hristoff Aile Arşivi” sergisine ev sahipliği yapıyor. Bir ailenin

olduğu kadar, bir şehrin de tarihine mercek tutan Memento

İstanbul: Hristoff Aile Arşivi, 31 Mart-7 Ağustos 2022 tarihleri

arasında Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gezilebilir.

Küratörlüğünü Peter Hristoff, Elif Erdoğan, Yeşim Demir

Pröhl’ün üstlendiği sergide, Hristoff Aile Arşivi’nden derlenen

objelere; Pera Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Yapı Kredi,

Nur ve Selçuk Altun, Ömer M. Koç, Emel ve Bülent Korman

ile Ayşegül ve Ömer Özyürek koleksiyonlarından alınan resimler

eşlik ediyor.

Sergi kapsamında çeşitli etkinlikler

gerçekleştirilecek

31 Mart-7 Ağustos 2022 tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür

Sanat’ın Galatasaray’daki binasının ikinci ve üçüncü

katlarında ziyaret edilebilecek olan sergide, arşiv malzemeleri

eşliğinde Hristoff Ailesi’nin hikâyesi ve dostları olan

sanatçıların eserleri bulunuyor. Ailenin erken Cumhuriyet

yılları sanat ortamıyla bağlarının anlatıldığı bu bölümde

Aliye Berger, Ali Sami Boyar, İbrahim Çallı, Hayri Çizel,

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Faik İzer, Zeki Kocamemi ve

Şerif Renkgörür’ün eserleri görülebilecek. Sonraki kısımda

ise Peter Hristoff’un İstanbul’dan ilham alarak ürettiği işler

var. Sergi süresince Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Galatasaray’daki

merkezinde ve sosyal medya platformlarında konuşmalar,

söyleşiler, atölyeler, dinletiler, performanslar ile

şehir turlarını da kapsayan etkinlikler düzenlenecek.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Pera Müzesi’nden

“Ve Şimdi İyi Haberler”

Kitle iletişim araçları ve sanat arasındaki ilişkiyi odağına

alan “Ve Şimdi İyi Haberler” sergisi, Annette ve Peter

Nobel Koleksiyonu’ndan kapsamlı bir seçkiyi bir araya getiriyor.

Christoph Doswald’ın küratörlüğünde düzenlenen

sergi, yalnızca modern sanat tarihinin hatlarını izlemekle

kalmıyor; son 150 yılın bilim, kültür ve siyasetteki en can

alıcı meselelerini ele alan bir çalışma alanı niteliği de taşıyor.

Resim, fotoğraf, kolaj, desen, yerleştirme, video gibi farklı

ifade araçlarıyla 164 sanatçının 400’ün üzerinde eserinin

yer aldığı sergi, modern ve güncel sanatın en önemli dönemlerini

izlemeye olanak sağlıyor. 13 Nisan’da başlayacak

sergi, 7 Haziran’a kadar ziyarete açık olacak.


13

SERGI

ANAMED,

10. yıldönümü kapsamında

geçmiş ve şimdiye

bakıyor

Vehbi Koç Vakfı, Yapı Kredi Yayınları, KU Leuven, LUCA

School of Arts ve Sagalassos Arkeolojik Araştırmaları

Projesi katkılarıyla gerçekleştirilen “Geçmiş ve Şimdinin Buluşması:

Fotoğrafik Bir Keşif” sergisinde sanatçılar Bruno

Vandermeulen ve Danny Veys, Pisidya ve çevresindeki “tarihi

değiştirilmiş manzara” kavramına odaklanıyorlar.

Sergi ile eş zamanlı yayımlanan “Kaplumbağa Geldi Bir Gün

Tek Başına” (Yapı Kredi Yayınları, 2022) isimli fotoğraf kitabından

yola çıkarak hazırlanan sergide eserler, ANAMED’in

2013 yılı “Tarihi Hayallemek: Sagalassos Kazı Fotoğrafçılığının

Arkeolojisi” sergisindeki çalışmalar üzerine kuruldu.

ANAMED sergilerinin 10. yıldönümü kapsamında gerçekleştirilen

yeni sergi ise 24 Şubat-17 Ekim 2022 tarihleri

arasında İstiklal Caddesi üzerindeki ANAMED Galerisi’nde

gezilebilecek.

Günümüz sanatçılarından

geçmişe siyah-beyaz saygı duruşu

Sanatçılar, geçmişe gönderme yapıp, ilk fotoğrafçılara saygılarını

sunabilmek için eserlerini siyah-beyaz film üzerinde

geniş formatlı analog alan kamerası kullanarak yaratıyor.

Kullanılan teknikler arasında albümin, tuz baskıları ve jelatin

gümüş baskı gibi geleneksel metotların yanı sıra serigrafi,

morötesi ve foto polimer baskıları bulunuyor. Özgün ve

el yapımı eserlerden oluşan bu seçki, Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan

19. yüzyıl fotoğrafları ve albümleriyle bir arada

sunuluyor.

Akaretler’de sanat dolu haftalar:

Artweeks

Çağdaş sanatın merakla beklenen etkinliği Artweeks@

Akaretler; Bilgili Sanat ve Sabiha Kurtulmuş’un organizasyonunu

üstlendiği bu edisyonunda da sanatseverlere

farklı disiplinlerden pek çok eser sundu. Sanat alanında fuar

dışı bir yaklaşım ile organize edilen Artweeks@Akaretler;

etkinliğin ana aksını oluşturan galeri ve koleksiyonerlerin

dışında aynı anlayışta olan farklı yapılarla beraber yeni içerikler

üretip, projeler hayata gerçekleştirdi. NFT de bu projelerden

birisi oldu.

Artweeks@Akaretler’in 6. Edisyon’una katılan galeriler

arasında; artSumer, Martch Art Project, Sanatorium, The

Empire Project, Galeri Nev İstanbul, Anna Laudel, Pilevneli,

Versus Art Project, ArtOn İstanbul, Pi Artworks, Merkur

Galeri, Ferda Art Platform, Mixer Art Gallery, Mine Sanat

Galerisi ve Öktem Aykut yer aldı. Difo Art’ın özel bir fotoğraf

sergisi düzenlediği ve Carny.io’nun NFT sergisi ile renklendirdiği

etkinlik kapsamında, ayrıca Selman Bilal ve Şeli

Elvaşvili’nin değerli koleksiyonları da sergilenerek, ziyaretçilere

özel bir deneyim sundu.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07



G&G Sanat Merkezi’nden

yepyeni bir “Karma” sergi

Sadece Kadıköy değil, tüm Anadolu Yakası’nın sanat dünyasına yepyeni

bir vizyon kazandırmaya başlayan G&G Sanat Merkezi’nin yeni sergisi

“Karma” ziyarete açıldı. 23 Nisan tarihine kadar izlenebilecek sergide; Cengiz

Yatağan, Güher Elçiçek, Esra Meral ve Nilay Özenbay gibi sanatçıların

resim, heykel ve NFT eserleri yer alıyor.

15

SERGI

Geçtiğimiz aylarda Kadıköy Göztepe’deki görkemli bir konakta sanatsal

faaliyetlerine başlayan G&G Sanat Merkezi, yepyeni bir bahar sergisiyle

sanatseverlerle buluştu. “Enerji dolu yeni bir karma sergiyle bahara mer-

haba diyoruz” diyen G&G Sanat Merkezi Kurucusu

Ressam Güher Elçiçek, sanatseverleri sergiye şu sözlerle

davet etti: “Çağımızın gerekliliği olan teknolojinin

sanata da sıçramasıyla daha geniş kitlelere ve

daha hızlı ulaşım imkânıyla tüm dünyada yayılmasıyla

NFT’ler oluşuyor. Gün geçtikçe sanatın dijitalleşmesi

de popülerliğini arttırıyor. Bunun yanı sıra

her zaman yerini koruyan, mekânlarımızı süsleyen,

dokunarak hissedilebilecek sanat eserleriyle ‘Karma’

sergisini oluşturduk. Karma’yı anlamak, aydınlanmaya

giden en önemli adımdır. Bu sergi, dört ayrı

sanatçının farklı teknikler taşıyan eserleriyle anlam

kazanmayı bekliyor.”

39 Galeri’de

“Emek, Sanat ve Kadın”

39 Kalamış Marina Hotel bünyesinde yer alan 39 Galeri;

“Emek, Sanat ve Kadın” isimli sergiye ev sahipliği yaptı.

İkisi İran kökenli olmak üzere 10 kadın ressamın ürettiği

eserleriyle katıldığı karma sergide, heykel çalışmalarından

örnekler de sergilendi.

Serginin açılışına, Kadıköy Kaymakamı Dr. Mustafa Özarslan

ile birlikte Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül

Özkan Yavuz da katıldı. Kadıköylü olan, hatta geride bıraktığımız

yerel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’nden

Kadıköy Belediye Başkan Adayı gösterilen Özgül Özkan

Yavuz, sergi açılışında yaptığı konuşmada “Bir Kadıköylü

olarak böylesine değerli bir serginin açılışında aranızda bulunuyor

olmaktan son derece memnunum” dedi.

Aytül Gürsu Hariri’den

anlamlı mesaj:

“Önce Zarar Verme”

Sanatçı Aytül Gürsu Hariri, hem kendi kadın

kimliği hem de bir psikiyatrist olarak izlenimleri

ve geçmiş sorgulamalarıyla oluşturduğu, özellikle

de Dünya Kadınlar Günü’ne ithaf ettiği, seramik ve

bronz heykellerden hazırladığı sergisinde ne olursa

olsun “Önce Zarar Verme” diyerek, herkesi özellikle

kadına davranım konusunda düşünmeye davet etti.

Nişantaşı İşlik Sanat Atölyesi’nde düzenlenen serginin

küratörlüğünü ise Simin Hariri Özbey üstlendi.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


16

SERGI

Tülin Kaynak,

Derinlikler” ile

Binbirdirek Sarnıcı’nda!

kaynaklanan bir dinamizm ile yüzeye bütün coşkuları savurmaktadır.

Ruha sinmiş, baskılanmış, dile getirilememiş

çeşitli zor ruhsal hâlleri, bedenin bir tepkisi olarak yüzeye

fışkırtmaktadır imgeler.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Tülin Kaynak, “Derinlikler” adını verdiği yeni

sergisiyle sanatseverlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.

Binbirdirek Sarnıcı’nda 15 Mayıs-15

Temmuz 2022 tarihleri arasında gerçekleşecek

serginin küratörlüğünü Mahmut Wenda Koyuncu üstlenirken,

sergide sanatçının bir bölümü pandemi sürecinde ürettiği

eserler olmak üzere toplam 60 parça çalışması sergilenecek.

Derinlikler, derinlikler, derinlikler…

Küratör Mahmut Wenda Koyuncu, sanatçıyı ve eserlerini

yorumladığı incelemesini şöyle özetliyor: “Derinlikler, temelde

insanın çelişkilerle dolu bir doğaya sahip olduğuna

odaklanmaktadır. İnsanın sürekli bir forma, biçime zorlanmasının;

kültürden ve akıldan gelen bütün baskılara karşı

direnen bir iç dünyası olduğuna inanmaktadır. Hiç durmaksızın

akan yaşamda bedende ve zihninde birikmiş türlü

yabancılaşma etkilerini parçalamanın yollarını, renklerin ve

çizgilerin rehberliğinde aramaktadır. Sanatçı Tülin Kaynak;

katılaşan, umut ışığı silikleşen yaşamın içinden, canlılıktan

Derinlikler Sergisi’nde form kaygısından tamamen sıyrılan

sanatçı, bilinçdışının muazzam verimliliği ile aklın sınırlarını

geçersiz kılmaya çalışmaktadır. Metalaşan dünyada anlam

arayışının nafileliğine karşı renkler soyut anlamlarının

dışına taşarak, coşkulu birer somut veriye dönüşmektedir.

Resimlerine geniş bir perspektiften bakıldığında, temelde

bir yapının veya yapıların bozumu göze çarpan sanatçı, yaşamda

hissetmenin derinliğine dokunmaktadır. Renklerinde

insanın tek boyutlu bir varlık değil, coşkun çelişkilerle

dolu çoğul bir varlık olduğu bütün diriliği ile görülebilmektedir.

Derinlikler Sergisi, aklın rehberliğinde pusulasını yitirmiş

insanlık hâllerini dolayımsız bir yaşamın derinliklerine

çağırmakta, aklın ve sağgörünün yetmediği zamanlarda

ruhsal ve bedensel derinliklerimize sarılmanın tek çıkar yol

olduğunu hatırlatmakta.”

15 Mayıs-15 Temmuz 2022 tarihlerinde İstanbul’un en eski

tarihi mekânlarından biri olan Binbirdirek Sarnıcı’nda izleyici

ile buluşacak Derinlikler Sergisi; hissederek, kırılarak,

severek, üzülerek yaşamanın izlerini görmeye çağırıyor.

Küratör: Mahmut Wenda Koyuncu

Sergi Sanat Danışmanı: Ayşem Tezvaran

Yer: Binbirdirek Sarnıcı, Binbirdirek, İmran Öktem Cad.

No: 2/1 Fatih - İstanbul

Açılış: 15 Mayıs Pazar 2022




Tülin Onat’tan yol resimleri:

19

“YOLDA”

“Yıllardır yürüdüğüm bu sonsuz yolda, ilk kez girmediğim sokaklara girdim ve bu

sergi çıktı ortaya. Hareketli resimlerim beni heyecanlandırdı, sergi düzenime ışık

oldu. Ve şükretmeyi öğrendim; şikâyet etmek yerine teşekkür ederek ve üreterek…”

SERGI

İstanbul’un yeni sanat platformu Ovoo Art, baharı

çağdaş sanatımızın önemli isimlerinden Tülin

Onat’ın “Yolda” sergisi ile karşılıyor.

Mitolojilerde evrenin başlangıcı ve sonu yoktur, zamansızdır.

Fizikçilerin kimi evrenin alevli ateşli karmaşadan yani

büyük patlamadan oluştuğunu iddia ederken, bir kısmı da

pek çok evrenin oluşturduğu bir sonsuzluktan bahseder.

Evrende gördüğümüz her şey hareket içindedir. Bu, yolculuk

hâlidir ve aynı zamanda her şey değişime uğrar, sürekli

gelişir, büyür, eskir, yok olur veya yenilenir.

Tülin Onat, “Yolda” serisinde uzun pandemi günlerinin

içinden gelen bir umut ışığını düşürüyor tuvallere ve yüzeylere.

Açılan ağaçlar, menevişlenen sonsuz gökyüzü, güneşin

parıltılarını içen doğa ana... Renklerle harelenen bir

yolculuğun güncesi olan “Yolda”, 9 Nisan-10 Mayıs tarihleri

arasında Ovoo Art’ta izlenebilir.

Tülin Onat: “Sergimin isim babası, hiç beklenmedik

bir anda başıma gelen kaza ve üç ayımı ‘Çelik

Kafes’ adını verdiğim bir demir korse içinde

geçirmek zorunda kalışım. Sadece parmaklarımı

kımıldatabildiğim bir üç ay...

Değişim, gelişim, yıpranma, kazanım... Seyahat

etmeyi her zaman seven ben, hayatım boyunca

yollarda çok zaman geçirmiştim. Ama şimdiki

yol inanılmaz başkaydı. Bu hiç tanımadığım sokaklar,

ülkeler, keşfedilmeyi bekleyen duygular...

Yollar bazen çıkmaza girerken, bazen de engin denizler,

sonsuz vadilerdi benim için. Keşfedilmeyi

bekleyen rengarenk bir dünya idi yollarım. Ve ben

bu kısıtlı alanda, sonsuz bir dünya yarattım, var

etmeye çalıştığım biçim ve renklerimle. Yolda

bulduğum, zaman parçalarını birleştirdim, sizlerle

paylaşmak için ortaya böyle bir sergi çıkardım.

Kiminde yollarım renklerle aydınlandı, kiminde

ise biçimler aydınlattı ortalığı. Ama hep severek,

sorumlu ve renkli...

Yıllardır yürüdüğüm bu sonsuz yolda, ilk kez

girmediğim sokaklara girdim ve bu sergi çıktı

ortaya. Hareketli resimlerim beni heyecanlandırdı,

sergi düzenime ışık oldu. Ve şükretmeyi

öğrendim; şikâyet etmek yerine teşekkür ederek

ve üreterek...”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


20

SERGI

Yazar

Emel Altay

“ Serginin Sergisi II” ile

müzenin belleğine bir yolculuk

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul

Resim Heykel Müzesi, uzun bir aradan

sonra “Serginin Sergisi II” ile Tophane

5 Numaralı Antrepo’da açıldı. Serginin küratörlerinden

Sanat Tarihçisi ve Akademisyen Burcu Pelvanoğlu

ile hem müze hem de sergi üzerine konuştuk.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Müzenin köklü tarihinden bugünkü yeni yerine uzanan

yolculuğun satırbaşlarını sizden dinleyebilir miyiz?

MSGSÜ İstanbul Resim Heykel Müzesi, ilk kez 1937 yılında

Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde açılmıştı. Açılışında,

günümüzde de değerini koruyan bir resim sergisi yer alıyordu.

Bu noktada müzenin tarih boyunca savaş, darbeler, doğal

afetler gibi sebeplerle sürekli bir açılma kapanma süreci

yaşadığını da belirtelim. Nihayetinde, 2008 yılında Veliaht

Dairesi restorasyona girdi. 2009’da geçici sergi salonu olan

Burcu Pelvanoğlu (Fotoğraf: Neşet Günal)

Şeker Ahmet Paşa Salonu kısmının restorasyonu bitince

müzenin tarihsel yolculuğuna saygı niteliğinde, açılıştaki

sergiye ithafla “Serginin Sergisi” fikrini ortaya koyduk.

“Serginin Sergisi”, 1937 açılış koleksiyonundan bir seçkiydi.

Geçici sergi alanımızın küçüklüğünden dolayı bu sergi

için 116 eser seçtik. Serginin açılışının ardından ne yazık ki

basında tuhaf haberler yayınlandı, müzenin kazan dairesinin

şarapçılar tarafından ele geçirildiği yazıldı. Nihayetinde

gerçekten de Veliaht Dairesi’nden çıkmamız istendi. Sonra

Tophane’deki 5 No’lu Antrepo, müze için yeni mekân olarak

seçildi. Antreponun müze binasına dönüştürülmesi için

2009’da başlayan çalışmalar, 2021’in Ekim ayında tamamlandı,

biz de müzemize yeniden kavuşmuş olduk. MSGSÜ

İstanbul Resim Heykel Müzesi, Türk resim ve heykel sanatı

için hayli büyük öneme sahip, Cumhuriyet dönemi başlangıcından

70-80’lere dek resim ve heykel sanatının gelişimini

görebileceğiniz, çok kıymetli bir müze.


Müzenin açılışını “Serginin Sergisi II” ile yaptınız.

Burada yine bir tarihsel süreklilik öne çıkıyor. Biraz yeni

sergiden ve bu süreklilik fikrinden bahseder misiniz?

Burayı “Serginin Sergisi II” ile açmak istedik. Bu isteğimizin

ardındaki anlam, tamamen müzenin belleğini hatırlatmaktı.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin üç dönem öğrencisi,

müzenin olmadığı zamanlarda mezun oldu. O halde

“Serginin Sergisi II” ile müzeyi hatırlatarak başlayalım istedik.

Bu sergide de 1937 koleksiyonundan 199 eser yer alıyor.

21

SERGI

Kültürel hafızanın sürekliliği ne kadar sağlanabiliyor

ülkemizde? Sanat öğrencileri, Türk resim-heykel

sanatının yolculuğunun izlerini kesintisiz olarak takip

edebiliyor mu?

Maalesef bir kesintisizlikten bahsetmek çok zor… Bu müze

tamamen açılana kadar da bu kopukluk devam edecek,

çünkü Türk resminin mabedi burası. 12 bin eserlik bir koleksiyondan

bahsediyoruz. Elbette Türkiye’nin çok değerli

müzeleri var ama Türk resim sanatının gelişimini buradaki

koleksiyon olmadan okumak mümkün değil.

Serginin Sergisi II’nin küratörlüğünü Prof. Dr. Zeynep

İnankur ve Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp ile birlikte yaptınız.

Geçmişle yeni arasında bir nevi köprü görevi taşıyan bu

serginin küratörlüğünde farklılaşan noktalar nelerdi?

Bu serginin hazırlığında Akademi’nin sanat tarihi yazma

geleneğinin bizi sınırlandırdığını söylemek istiyorum. İnas

Sanâyi-i Nefîse Mektebi gibi çok önemli bir oluşum bu sergide

yok, çünkü zamanında katmamışlar koleksiyona. Bir

diğer sorun da sınıfandırmanın garipliği. Bundan şunu kast

ediyorum; fotoğraftan resim yapanlarla Osman Hamdi Bey

ve kuşağını “İptidailer” diye sınıflandırmışlar mesela. Fikret

Mualla’yı amatörlerle sergilemişler. Cumhuriyet döneminde

“Müstakiller” adında kısa süren bir dönem var. Müstakiller

ve aslında onların hocaları olan Namık İsmail’ler, İbrahim

Çallı’lar arasında üslup farkıvar, ancak konu farklılığı

yok; hepsi modernizmin ve Cumhuriyet’in karşılayıcılarılar.

AmaCumhuriyet dönemi sanat tarihi yazımında Osmanlı’dan

kopmak istendiği için onları koparmış ve başka yere

koymuş. O sürekliliği göstermek istiyoruz. O kopuşların

doğru olmadığını gösterecek bir sergi hazırladık, müzemiz

de o çizgide olacak. Dolayısıyla ilk sergide yapılan yanlışları

tekrarlamadan düzenledik sergimizi. “Serginin Sergisi

II”, bundan sonrası için önerdiğimiz sanat tarihi yazımının

ipuçlarını taşıyor. Fotoğraftan resimde başlıyor; figür, manzara

şeklinde tematik olarak devam ediyor.

1937’de yapılan “Serginin Sergisi” 2009’da, 2009’da

yapılan “Serginin Sergisinin Sergisi” de 2022’de yapılıyor.

Aynı koleksiyonla olsa da uzun yıllara yayılan bu sergiyi

sergileme teknikleri, sergileniş imkânları bağlamında

okursak nelerin değiştiğini söyleriz?

1937’de Türkiye ilk Resim Heykel Müzesi’ni açıyordu, onun

heyecanıyla yapılmış bir sergiydi o. 1937, müzeye kavuşma

heyecanıydı. 2009’daki sergi Şeker Ahmet Paşa Salonu’nda,

ilkine göre daha dar bir mekânda yapılmıştı ve bir nevi

oraya veda niteliği taşıdı. Buradaysa tamamen başka tür bir

müze binasındayız. Burası değişik bir mimariye sahip… Bizi

odalara mecbur eden, odaları temalara göre tasarlamayı gerektiren

bir mimari. Mekân sınırlaması zorluklarıyla birlikte

yeni imkânlar da sunuyor elbette. Bu açıdan yeni yerimiz,

yeni denemelere de açık bir mekân.

Müze henüz tam olarak açılmadı. Tüm alanlarıyla

açıldığına sanatseverleri neler bekliyor olacak?

Şu an içinde olduğumuz yeni binamız dört katlı, oldukça

geniş metrekareli bir alan. Elbette bir anda tüm katları

açamazdık. Her şey planladığımız gibi ilerlerse 20 Eylül’de

müze tüm bölümleriyle açılacak. Ayşe Köksal ile birlikte kalıcı

koleksiyon sergisini hazırlıyoruz. Müze uzunca bir süredir

kapalı olduğu için bu açığı kapatabilme adına çok sayıda

eser göstermek arzusundayız. Nihai amacımız, burayı bir

okula çevirmek.

İstanbul özelinde müzeciliğin seyri hakkında neler

söylersiniz? Son zamanlarda bir canlanmadan

bahsedilebilir mi?

İyi ki özel müzeler açıldı, çünkü kamu hiçbir zaman bu müzeyi

talep etmedi. 1970’lerde dönemin İstanbul Resim Heykel

Müzesi Müdürü olan Heykel Sanatçısı Hüseyin Gezer,

bir basın toplantı yaparak Veliaht Dairesi’nin yangın tesisatının

değişmesi gerektiğini, o zamana dek müzeyi kapalı

tutacağını söylüyor. Hiç kimse oralı bile olmuyor ve müze

öylece kapatılıyor. 2012’de bizler de “Müzemi İstiyorum”

toplantısı yaptık, toplantıya gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını

geçmedi. Buranın varlığından haberdar olmayan

bir grup olduğu gibi buranın çökmesini isteyenler de her

zaman oldu. Dolayısıyla özel müzeler yeniden müzecilik konusunu

gündeme getirdiklerinde, biz burayı daha kolay ortaya

çıkarabildik. Okullar sergi gezdirmeye başladı, insanlar

hafta sonları planlarına İstanbul Modern’i, Pera Müzesi’ni

katmaya başladı. Özel müzeler, müzelere karşı ilgiyi artırdığı

gibi müzeciliğe dair bir disiplin de sağladı.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


22

KAPAK

Yazar

Emel Altay

Geleceğin sanatına yolculuk başladı:

NFT

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Kapak sayfalarımızda NFT’nin dijital sanatlara etkisinden

sanat koleksiyonerliğiyle bağına, özgür ve merkeziyetsiz olmasının

getirdiği faydalardan yaşanabilecek hukuki sorunlara

uzanan çok yönlü bir “Sanat ve NFT” dosyası hazırladık.

Sanatın dijital imkânlarla yolunun kesişmesi, teknolojiyle

çeşitlenip zenginleşmesi, aşina olduğumuz bir durum aslında.

Ancak ilk olarak 2017’de varlığını duyuran, 2020’de pandemiyle

birlikte çılgınlık boyutuna ulaşan NFT (Non-fungible

token, Türkçesiyle ifade edersek “değiştirilemez dijital

varlık”), sanat dünyasıyla sanal dünyanın birlikteliğini bambaşka

bir boyuta taşıdı.

NFT pazarının hacmi 20 milyar doları geçti

NFT, 2017’de dijital kedilerin alınıp satılabildiği “CryptoKitties”

isimli bir oyunla sınırlıydı. 2020’de tüm dünyada 250

milyon dolara yükselen pazar, 2021’de çılgınlık boyutunda

bir artışla 20 milyar doları geçti. Türkiye’deki sanatçılar da

kısa zamanda eserlerini NFT’ye çevirmeye başladılar. Çizer

Tarık Tolunay’ın “Fractal İstanbul” adlı eseri, ülkemizde

satılan ilk NFT eser oldu. Multimedya sanatçısı Refik Anadol’un

eseri 1,1 milyon dolara alıcı buldu. Tasarımcı Murat

Pak’ın “The Pixel” adlı eseri ise 1,4 milyon dolarlık satışıyla

Türkiye’nin en pahalı NFT eseri unvanını kazandı.

NFT rüzgârı; galeri, müze ve müzayede evlerini de etkisi altına

aldı. Türkiye’de ve dünyada birbiri ardına NFT sergiler açılırken,

dünyanın en önemli müzayede evlerinden Christie’s,

2021’de 150 milyon dolarlık NFT satışı yaptığını duyurdu.

NFT bir devrim ama kusursuz değil

NFT her ne kadar merkeziyetsiz vurgusuyla öne çıksa da

sanatçıyla iş birliği yapan, eserlere alan açan platformlar

(pazaryerleri) mevcut. En popülerleri OpenSea, Nifty Gateway

ve Manza.io olarak sayılabilir. Sanat dünyasında NFT

devrimi sürerken, sınırsız ve sorunsuz görünen bu yeniliğe

temkinli yaklaşanlar da var. NFT’nin yarattığı en büyük

soru işareti, henüz hukuki olarak net bir zemine oturmuş

olmaması ve yüksek enerji tüketimi nedeniyle çevreye verdiği

zarar...

Mini NFT sözlüğü:

Non Fungible Token: Değiştirilmesi

mümkün olmayan dijital varlık

Minting: Dijital eseri NFT’ye çevirme işlemi

Gas fee: Eseri NFT’ye çevirme sırasında

harcanan gaz bedeli

DAO: Merkeziyetsiz otonom kuruluş

Ledger: Hesap cüzdanı

Clean NFT: Karbon ayak izine dikkat ederek

üretilen/saklanan NFT

Floor: El değiştiren bir NFT’nin olabilecek en

düşük fiyatını ifade ediyor


23

KAPAK

Görsel: Refik Anadol – LOT

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


24

KAPAK

Sagalassos - Wag the dog #1

Murat Germen:

NFT dünyasında da

temsilciler olmalı

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Fotoğraf Sanatçısı Murat Germen; “NFT ortamının

özgürlük ve özgünlük konularında doğru yer olduğundan

emin olamıyorum. Bence gerçek dünyadaki

gibi NFT dünyasında da temsilciler olmalı”

diyor.

Murat Germen (Fotoğraf: Korhan Karaoysal)

2021 yazında Yapı Kredi Bomontiada’da açtığınız sergide

ilk NFT işlerinize yer verdiniz. “Masal” adını taşıyan bu

projenizden biraz bahseder misiniz?

“Masal” adlı sergide fotografik belgelemeden beslenen dijital

fotogrametri yöntemi kullanarak, bilginin bize erişmesi

sürecinde ne kadar çok manipülasyona, değişikliğe, dezenformasyona

maruz kaldığına dikkat çekmeyi amaçladım.

Bunlar tümüyle dijital üretimler olduğundan kendimce

NFT’ye uygun işler olduklarını düşündüm ve Opensea

pazaryerine bazılarını koydum. Gerçek sanat ortamında

alışageldiğim fiyatlandırmalara denk gelen kripto rakamlar

belirledim ve bu ortamda tanınırlığım olmadığından

şimdiye kadar hiç satamadım. Bundan sonra üretimi kolay,

hayli ehven fiyatlarla çok sayıda çoklu edisyonlu sunabileceğim

bazı içeriklerle ilerlemeyi düşünüyorum (henüz

başlayamadım meşguliyetten). Diğer yandan, Türkiye sanat

ortamında bilinen sanatçılardan oluşan bir portfolyoyla

yola çıkacak seçkin bir yeni yapılanma bünyesinde

tek edisyonlu işler satmayı düşündüğüm bir iş birliğim

olacak, ancak lansman henüz yapılmadığından detay veremiyorum.

Zoom into Panopticon


NFT piyasası, fotoğraf sanatının bugününe ve

geleceğine nasıl etki edecek sizce? NFT’nin açtığı alan,

fotoğraf sanatçılarının üretiminde neleri değiştiriyor,

zenginleştiriyor ya da eksiltiyor?

NFT bir pazar yeri sadece, fotoğrafın gidişatına etki edecek

ehemmiyette bir mecra değil. Asıl üzerinde durulması gereken,

fotoğrafın neden üretildiği ve izleyicilere neler hissettirebildiği

ama bu mecrada bunu tartışmak imkânsız.

Diğer yandan NFT pazaryeri, insanların “ona göre” fotoğraf

üretecekleri bir yer değil, çünkü hâkim bir görsel kimlik

ve/veya içeriksel kurallar yok, her an her şey girip çıkabilir;

semt pazarı gibi! Sanat ortamında, sergilerde kendine çok

yer bulamayan ve seyahat fotoğrafı tadında olup da “Bir

de burada deneyelim!” kafasıyla paylaşılan fotoğraflar görüyorum

sıklıkla ve bu yüzden de fotoğraf adına bir şeyler

öğrenebileceğim, yakından izleme heyecanı duyduğum bir

ortam değil şimdilik.

Türkiye’de NFT piyasasının hareketliliğine yönelik

gözlemleriniz var mı? Sizin takip ettiğiniz, beğendiğiniz

kişiler var mı örneğin? Fotoğraf sanatçıları, NFT

dünyasında nasıl bir yer kaplıyor sizin deneyimleriniz ve

gözlemlerinize göre?

Türkiye’nin kripto para ticaretinde dünyadaki en aktif ülkelerden

birisi olduğu yönünde haberleri okuyoruz. Dolayısı

ile NFT piyasasına dalmış birçok yerli “girişimci” de var

doğal olarak. Yukarıdaki soruda da değindiğim gibi, takip

etmeye değecek bir sanatsal, fotografik, içeriksel bir malzeme

olmadığından kimseyi takip etmiyorum. Takip ancak

kim neye ne kadar fiyat biçmiş, hangisi satılmış, hangisi

satılmamış gibi nabız yoklamasında anlamlı olabilir; buna

da maalesef zamanım olmadığından biraz mesafeli duruyorum

diyelim :)

Sanat eserlerinin karşı karşıya olduğu güvenlik

açıklarının NFT’de de olabileceği görülüyor. NFT

pazarındaki olası güvenlik açıklarıyla ilgili ne

düşünüyorsunuz?

Yaratıcı içerik üretiminde hırsızlık, intihal, verilen sözlerin

yerine getirilmemesi gibi müdahil katılımcıların güvenini

sarsacak şeyler her zaman oldu ve olacak. İlk ortaya çıktığında

“Sanatçıyı koruyan bir sistem bu, zinhar telif hakları

sorunu olmayacak. İnsanların içi rahat olsun!” mealinde beyanlar

yapıldı ama şimdi öğreniyoruz ki durum hiç de öyle

değilmiş. Güvenlik açıklarının teknik yönüyle ilgili yorum

yapacak bir donamımım yok, ancak insanların güvenini bir

kere zedeledikten sonra yeniden tesis etmek hiç kolay bir

şey değil.

Fairy Tale - 9 columns

Fairy Tale - 9 columns

NFT’nin aracıyı, galeri sahibini, alınan komisyonları

ortadan kaldırarak sanatçıya doğrudan, merkeziyetsiz

bir alan sunması hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bu da güya avantaj diye sunuldu ama sonra ortaya çıktı

ki satabilmeniz için Discord ortamında milletin ağzından

girip burnundan çıkmanız, Twitter’da bilinen NFT koleksiyonerlerine

bedava iş vererek onları hoş tutmanız, vaktinizi

sanal ortamda bilgisayar başında, tanınmak peşinde

koşarak geçirmeniz gerekiyormuş. Yani hiç de öyle merkeziyetsiz

falan değilmiş. Buranın da gerçek dünyadaki

gibi ağalarının, erk sahiplerinin olduğunu, bunlara yaranmadan

işlerin pek kolay olmadığını idrak ettikten sonra

NFT ortamının özgürlük ve özgünlük konularında doğru

yer olduğundan emin olamıyorum. Bence gerçek dünyadaki

gibi NFT dünyasında da temsilciler olmalı. Tanınırlık

sağlayarak ve bağlantılar kurarak başkalarının NFT’lerin

satılmasına zemin sağlayan birisi olursa, ben o kişiye bir

pay ödemeye hazırım.

NFT pazarı, saklı kalmış fotoğraf arşivlerinin

değerlenmesi, sanat izleyicisiyle buluşması için NFT

piyasası bir seçenek sunabilir mi?

Belge niteliği taşıyan arşiv fotoğraflarının NFT pazaryeri

üzerinden başka birisinin mülkiyetine geçmesi, bireylerin

arşivlerinin bütünlüğünü bozması gibi geliyor bana. Şahsen

elimde her geçen gün büyüyen bir arşiv var ve mevcut şartlarla

bu arşivi NFT ortamında “heder etmek” istemem; değerlenmek

yerine değersizleşeceğini düşünüyorum çünkü.

Günün birinde birilerinin, yıllarca üzerine emek sarf ettiğiniz

arşivinizin bir bölümünü veya tümünü olası değerinin

altında bir bedelle parça parça veya tek seferde alıp, sonrasında

kendi isimleriyle kendi arşivleriymiş gibi sunduklarını

düşünsenize; bana hiç çekici gelmedi.

Gerek bireysel gerek karma sergilerle sanat

izleyicisiyle çokça bir araya gelen, üretken bir

sanatçısınız. Şu aralar neler yapıyorsunuz?

Şu sıra Eskişehir’deki Eldem Sanat Alanı’nda

Melike Bayık’ın küratörlüğünü yaptığı “Su-suz

Yaz” adlı ve İstanbul’da Erkan Doğanay’ın küratörlüğünü

yaptığı “Benim Koleksiyonum: Sanatçıların

Biriktirdikleri” adlı grup sergilerinde yer

alıyorum. Mart sonunda İstanbul’daki Kale Tasarım

ve Sanat Merkezi’nde “Küresel İkaz” adlı bir

kişisel sergi açacağım. “Su-suz Yaz”a ek olarak bu

sergide de iklimsel değişim, küresel ısınma, insanın

yol açtığı doğa tahribatı konularına odaklanıyorum.

Yıl sonunda ise İstanbul’daki Ferda Art

Platform’da bir kişisel sergim daha olacak.

25

KAPAK

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


26

“ Sanatın merkeziyetsizleşmesi ve

pratikleşmesine bir adım”

KAPAK

Akademisyen ve sanatçı Selçuk Artut, NFT’yi

“Sanatçıların işlerini merkeziyetsiz olarak

sunabilmesi, karşılığını doğrudan alabilmesi,

doğası gereği çok zor olan sanat üretimini

pratikleştirmeye bir adım” olarak tanımlıyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

“Dijital Sanatta Şimdi:

Alternatif Gerçeklikler

+ NFT” sergisinin

küratörlerindensiniz.

Sergideki NFT işleri

hakkında neler

söylersiniz?

Akbank Sanat’taki sergide

NFT eserlerin kürasyonunda

çalıştım.

Aslında eserlere salt

estetik biçim yönünden

değer vererek sergilemeye

başladık, bir

kürasyon yapmadık.

NFT’nin bu noktada

bir evrilme yaşamadığını düşünüyorum, kürasyona bağlı

NFT’den –en azından şu an- bahsedemeyiz. Bundan bağımsız

olması da NFT eserlere bir zenginlik katıyor. Satış

kaygısıyla üretilenleri bir kenara bırakırsak, ciddi bir hayal

gücü zenginliği görüyoruz. Müthiş yeteneklerin, tatmini

oldukça zengin işler ürettiklerini düşünüyorum. Buna ek

olarak, benim gördüğüm kadarıyla NFT’de bir illüstrasyon

dominansı var.

Sizce insanları NFT eser sahibi olmaya iten

motivasyonlar neler?

Burada konu biraz Fransız filozof Lyotard’ın postmodern

bağlamda bahsettiği üst anlatı meselesine kayıyor. İnsanlar

hep bir şeylere inanma eğilimdeler. Konumuz özelinde

bu inanç, NFT’nin sanatçılara, sanat dünyasına bir adalet

getirdiğine dair bir inanç. Ben de NFT eser satın aldım,

benim motivasyonum sevdiğim sanatçılara destek vermekten

geliyor. Ama şu sorular hâlâ araştırılmaya muhtaç:

NFT’ye ilgi gösteren kitle kim? Kapitalin elinde döndüğü

jenerasyon kim? Büyük ihtimalle genç bir jenerasyon, bilişim

kültürüyle büyümüş, bitcoin, kripto para dünyasıyla

ilgili, dijital varlık üreten bir jenerasyon. Artık popstarları,

futbolcuları değil, dev teknoloji şirketlerinin CEO’larını

konuşuyoruz. Bu teknolojik fırtına içerisinde, teknolojik

imkânlardan da yararlanarak büyük gelirler kazanmış kişilerin

zahiri (görünmeyen) varlıklara bonkörce para harcamasını

anlayabiliriz.

Aynı zamanda NFT işler üreten bir sanatçısınız.

Sanatçılar tarafından bakarsak meseleye,

NFT’yi cazip kılan özellikleri nasıl açıklarız?

İlk olarak, NFT’nin popülerleşmesinin dijital sanata olan

ilgiyi artırmasına sebep oluşunu çok olumlu buluyorum.

NFT biraz müzik dünyasının mp3 ile yaşadığı dönüşümü

hatırlatıyor bana. Mp3 ve devamında gelen teknolojiler,

müzik üretimini ve tüketimini özgürleştirmiş, demokratikleştirmişti.

NFT’nin de özellikle dijital işler üretenler

için aynı kolaylık ve demokratik ortamı sunması, beklenen

bir şey. Sanatçıların işlerini merkeziyetsiz olarak sunabilmesi,

karşılığını doğrudan alabilmesi, doğası gereği

çok zor olan sanat üretimini pratikleştirmeye bir adım ve

bunun sanatçıların ilgisini çekmesi normal.

NFT aslında blok-zincirde tutulan verilerden oluşan bir

sanal varlık ve korunması için yüksek enerji tüketimi söz

konusu. Gezegenimizin kaynaklarına saygılı NFT eserler

üretmek nasıl mümkün olabilir?

Enerji tüketimi, blok-zincir sistemlerinin önemli sorunlarından

biri... Bu yılın ocak ayında Digiconomist bir rapor

yayınladı. Buna göre, yıllık Bitcoin ağının enerji tüketimi

204.50 TWh. Bu da Tayland büyüklüğünde bir ülkenin bir

yıldaki tüm elektrik tüketimine eşit... Dahası, dijital sanat

eseri bir kripto para varlığından kat kat çok enerjiye ihtiyaç

duyuyor. Dünyanın içinde bulunduğu iklim krizinde

bu meselelere duyarlı olmak zorundayız. Kendi örneğimden

yola çıkarsam, NFT işler üreten bir sanatçı olarak temiz

NFT’de olmayı tercih ettim. “Clean NFT” diye bir kavram

var, işlerim o kapsamda Tezos diye bir ağ içerisinde.

Bu yöntem, Etherium ağında üretilen enerji seviyesinin

milyonda bir altı seviyesinde bir harcama yapıyor. Sanatçıların

bu özene sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak, NFT sanat dünyasını dönüştürecek mi?

Ben konuya sanatın kavramsallaşması üzerinden bakıyorum.

Sanatın kavramsallaşmasıyla beraber sanatın tanımının

aslında uçsuz bucaksız olduğuna karşı çok direnildi

ama kabul edildi. Buna rağmen, maddesel varlığı olmayan

sanal bir şeyin bir eser olarak kabul görmesi hâlen çok kolay

değildi. Fakat pandemiyle beraber hepimiz dijital evrene

daha da ısındık. İşte NFT de aslında kavramsal sanatın

bugünkü uzantısı. Bugün gelinen nokta kafa karıştırıcı

olsa da sevindirici... Sanatın ne olduğu üzerine düşünen

insanlar için sanatın sınırlarının bu seviyede genişlemiş

olması bence son derece olumlu.


27

KAPAK

Güçlü kadınların NFT hâlleri:

Animal Babes

Eda Zamanpur, Hazal Özkan Art Gallery’deki “Animal

Babes” adlı sergisinde NFT’ye dönüştürülmüş

dijital eserlerini sanatseverlerle buluşturdu.

Sergide Frida Kahlo, Audrey Hepburn, Kleopatra

gibi ünlü isimlerin yanında meslekleriyle, duruşlarıyla dünyaya

dokunan hayatın içinden güçlü kadınlardan ilhamla

tasarlanmış 59 adet karakter yer alıyor.

Silk and Cashmere’ın katkıları ve LG Oled’in teknoloji sponsorluğunda

gerçekleşen Animal Babes, Türkiye’nin ilk bireysel

sanatçı NFT sergisi olmasının yanında sosyal sorumluluk

misyonuyla da dikkat çekiyor. Sergide satılan her NFT

eserden elde edilen gelirin yüzde 20’si Türk Eğitim Gönüllüleri

Vakfı’na aktarılacak.

Eda Zamanpur: Masallara tepkiyle

güçlü kadınlar yarattım

Zamanpur, sergideki işlerin masallarda çizilen pasif, yardıma

muhtaç kadın figürlere karşı bir tepki olarak ortaya çıktığını

anlatıyor: “Bu serginin geçmişi 2016 yılına uzanıyor.

Bize anlatılan masalları sorguladığım zamanlardı. Bir kadın

karakter şatoya hapsedilir, diğeri zehirlenir ve bir prensin

öpücüğüyle hayata döner. Masallarda hep mağdur, kurtarılmaya,

prensin öpücüğüne muhtaç kadınların anlatılması

beni sinirlendiriyordu. Bu sinirle karakalem eskizler yapmaya

başladım. Hatta o dönem çizdiklerimi ‘Öpünce Prenses

Olmayanlar’ başlığıyla Instagram’da paylaşıyordum. Ağırlıklı

olarak karakalemle kurbağa kadın karakterleri çiziyordum.

Bu karakter benimle birlikte bugüne dek geldi. Buna

mitoloji, müzik, sinema, spor gibi alanlardan efsane kadın

figürlerini de katmaya başladım. Her alandan güçlü kadın

duruşlarını kendi stilimde çizmeye devam ettim. Pandemi

döneminde çizimlerimi dijitale aktarma fikri doğdu, sonra

da NFT’ye çevirmeye karar verdik.”

Hazal Özkan: Dijitalle gelenekseli bir araya

getirmekten dolayı mutluyuz

Hazal Özkan Art Gallery’nin kurucusu Hazal Özkan da henüz

üçüncü sergilerinde böyle çağı yakalayan bir projeye yer

vermekten mutluluk duyduklarını söylüyor. Özkan; “Bu sergide

NFT’ye yumuşak bir geçiş yapma fikrini hayata geçirdik

esasen. Geleneksel olanla dijitali birleştiren bir sergi... Burada

fiziksel olarak sergileniyor olması da bu adımı kolaylaştırıyor.

Sanat her zaman birçok farklı disiplinden yararlanan bir alandır.

Burada da dijitalle gelenekseli bir araya getirerek, sanatın

ruhunda olanı ortaya çıkarmış oluyoruz” diyor.

Ferhat Zamanpur: NFT eserler

hayatın içindeki yerini alacak

Silk and Cashmere CEO’su Ferhat Zamanpur, NFT’nin özellikle

Z kuşağı için bir tür yeni normal hâlini alacağı görüşünde:

“Bu teknolojinin içine doğmamış olan bizleri yadırgatsa

da online dünyayla haşır neşir olan çocuklar ve gençler için

zaten normali bu. Oyunda kullandığı aletlerin sanalının

yanında gerçeğini versek, ‘Bunu ne yapayım?’ der çocuklar.

NFT de öyle olacak. NFT eserlerin hayatın içinde de kendi

yerini açacağına inanıyorum. Zaten başladı da... Sergiyi

gezen dostlarımızdan biri, aldığı eseri akıllı saat ekranına

ayarladı. Böylece her gün defalarca bakabilecek, başkalarına

da gösterebilecek. Artık bu dünyayı hayal etmek zor değil.”

Eda ve Ferhan Zamanpur

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


28

Koleksiyoner Feride İkiz:

NFT sanat tarihinde

yeni bir devir açıyor

KAPAK

Feride İkiz, teknoloji çağının kendi koleksiyonerlerini,

yeni Medici’lerini yarattığını ifade ediyor.

İkiz’e göre teknolojinin sanat tarihinde bir devir

açmasına şahit oluyoruz.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

İlk NFT eserinizden bir

koleksiyona, oradan da

sergiye dönüşen süreç

nasıl gelişti?

NFT’lerden ilk defa Ekim 2020

gibi haberim oldu, hemen detaylı

araştırmaya başladım. Sanal müze

MOCDA’nın kurucusu Serena Tabacchi

ve SuperRare’in CMO’su

Zack Yanger ile tanıştım; hatta

onlarla röportajlar yapıp, yayınladım.

Araştırdıkça baktım, yavaş

yavaş müthiş sanatçılar da geliyor

geleneksel piyasalardan, ilk NFT’lerini satıyorlar. İyi işleri

gördükçe almamazlık edemedim. İlk alımım herhalde Şubat

2021’de olmuştur. Sergide de işleri olan sanatçılardan

bazıları Kenny Schachter, Pak, Gmunk ve ha:ar ilk aldığım

NFT’lerin sanatçıları.

Koleksiyonu yaparken sadece bir tür MTV kitschi diyebileceğimiz,

daha çok motion designer’lar tarafından üretilen

yaygın NFT estetiğindense, hem konvansiyonel sanatçıların

bazıları ilk olan NFT’lerine hem de ileride bu medyumun tarihi

incelendiğinde bir şekilde bahsi geçecek olan bazı eserlere

odaklandım. Mart 2021 gibi konvansiyonel sanat piyasalarından

tanıdığım müthiş sanatçılar da bu platformlara gelmeye

başladı. Sanat kariyerinde önemli bir yerde olan, Venedik Bienali

gibi pek çok sanat organizasyonunda yer almış, dünyada

önemli müze ve özel koleksiyonlarda işleri olan yabancı ya

da Türkiyeli sanatçıların NFT eserlerine odaklandım. Kripto

piyasalarda onları tanıyan koleksiyonerler de sınırlıydı, bu da

benim için fırsatlar doğurdu. Bir kısmının ilk NFT’leri veya

çok az edisyonlu özel serilerinden işlerim var.

NFT piyasaları çok tanınmış müthiş sanatçılarla çok kısa

sürede tanışmama ve onlarla ortak bir hikâyeyi paylaşmama

da imkân tanıdı. Bunlardan biri de koleksiyon sergim

‘Crash’ zamanı İstanbul’da misafirim olan AES+F. Pandemi

şartlarında bu sanatçı kolektifinden Lev Evzovich’in İstanbul’a

gelmesini ve sergi paralelinde düzenlediğimiz konuşmalarda

konuğum olmasını mucize olarak niteliyorum.

Sergi fikri ise bir anda aklıma geldi. Mayıs ortasıydı, koleksiyon

sanatçım aynı zamanda da yakın dostum Arda Yalkın’a

(ha:ar) bahsettim. Bir hafta içinde sergiye dahil olmasını

istediğim herkes (sponsorumuz Brothers, ha:ar, Piksel Yeni

Medya Programı ekibi, Türk Bilişim Vakfı ve yazarımız Burcu

Dimili) projeyi kabul edince süratle ilerledi her şey. Bu sergi

ile de destekçisi olduğum, yeni medya sanatçıları gelişim

AES+F, Allegoria Sacra

programı olan Piksel Yeni Medya’ya da finansal kaynak yaratma

imkânı doğdu, çok mutlu oldum. Sergi paralelinde düzenlenen

“Piksel Talks” programı ile galerici, sanatçı, hukukçu ve

koleksiyoner konuşmaları düzenledik ve NFT’leri ele aldık.

NFT’nin sanat üretimini ve koleksiyonerliği

dönüştüreceğini düşünüyor musunuz?

Teknolojinin sanat tarihinde bir devir açtığına şahit oluyoruz

hep beraber. Bugünden sonra geleneksel sanat piyasasında

faaliyet gösteren bir yeni medya sanatçısının dijital

dosya olarak satılan, ancak NFT belgeli olmayan bir işini

almak ne kadar mantıklı tartışılır. Bir heykelin sertifikasının

da bundan sonra blockchain’de belgelendiğini göreceğiz.

Bunlar yapıldı zaten ama yaygınlaşacak. Blockchain’in ve AI

gibi farklı teknolojilerin sanat üretiminde de kullanımının

yaygınlaştığını göreceğiz. Yine bu teknoloji, bir Picasso tablosunun

onda birine sahip olmanızı ve bu sahip olduğunuz

payın satılabilmesini de mümkün kılıyor, örnekleri yapıldı.

Bunlar da yaygınlaşacak.

Bugün dünyanın en büyük şirketleri arasına giren şirketlerin

yarısı 5-10 yıl önce faaliyette bile değillerdi, bu şirketlerin

çoğu teknoloji şirketleri. Ortakları büyük servetler edindiler.

Bugün sanat dünyasında yeni Medici’ler doğmuştur.

Bu yeni Medici’ler ve onların sevdiği yeni medyumların,

dolayısıyla dijital sanat eserlerinin ve kripto sanat piyasalarının

büyümesi kaçınılmaz olacaktır. Fakat 65 milyar dolarlık

sanat piyasasının çoğunluğunun NFT’lerden oluştuğunu

görmeyeceğiz, çeşitlilik devam edecektir.

NFT alanında takip ettiğim sanatçı bir hayli var;

AES+F, Mario Klingemann, Mat Collishaw, Nancy

Baker Cahill, ha:ar, Pak, Beeple, Dot Pigeon,

Kenny Schachter, Daniel Arsham, Memo Akten,

Shepard Fairey, Özge Topçu, Hamza Kırbaş, Neil

Beloufa, Philip Colbert, Manuel Rossner, Random

International, John Gerard diye liste uzuyor.

Çok başarılı Türkiyeli sanatçılar da keşfediyorum

her geçen gün.


Manza.io:

Sanatçılar smart contract ve

copyright haklarına çok dikkat etmeli

29

Manza.io ekibinden Murat Canbaz ve Ahmet

Hakan Özgür ile NFT ve sanat ilişkisinin

yeniden kurgulanmasında platform olarak

üstlendikleri misyonu konuştuk.

KAPAK

Elif Dağdeviren, Volkan Çelik, Ahmet Hakan Özgür ve Murat

Canbaz’dan oluşan Manza.io ekibi, temel gayelerini “Sanatçılar,

NFT üreticileri, NFT koleksiyonerleri, markalar ve tüm

bunların meraklıları için etkileşimli ve güvenli bir altyapı

sağlamak” olarak tanımlıyor. Ahmet Hakan Özgür ve Murat

Canbaz’ın temel vurgusu da platformda yarına miras kalacak

sanat eserlerinin var olması ve sanatçıların smart contract

ve copyrigth düzenlemeleriyle haklarını yüzde 100 güvence

altına alabilecekleri bir NFT sisteminin yerleşik olması.

“NFT’de gerçek sanatçıların ve sanat

eserlerinin yer almasını savunuyoruz”

Manza.io’nun kuruluş amacının, sanatçıyı sanat tüketicisiyle

olabilecek en etik şekilde buluşturmak olduğunu

söyleyen Murat Canbaz, NFT pazaryerlerinin geleneksel

sanata ve sanatçıya kapalı duruşunu eleştiriyor ve Manza.

io olarak önceliklerinin gerçek sanat eserlerine yer vermek

olduğunun altını çiziyor: “Biz gerçekten değer görmesi gereken

sanatçı ve sanat eserlerine yol gösterici olalım istiyoruz.

Manza.io’nun içerisinde var olan sanatçılar verified’dir;

eserler yarına mutlaka kültürel miras olarak kalacak gerçek

sanat eserleridir.”

“Smart contract’ın önemini mutlaka

kavramalıyız”

Ahmet Hakan Özgür ise NFT dünyasında sanatçıların telif

haklarına sahip çıkmalarının ve bu bağlamda smart contract’ların

önemini vurguluyor: “NFT çok yeni bir ekosistem

ve ne yazık ki şu an Türkiye’de sanat üreticisiyle iletişim

kurmaya çalışan bazı tüccarlar var. Tüccar tabiri biraz sert

olsa da maalesef en doğru kelime bu... Çünkü ıslak imzalı

sözleşmelerle sanatçıların eserlerini kendi üzerlerine alıp,

smart contract’ları kendileri adına üretiyorlar, yani yaratıcı

kısmına kendi isimlerini dahil ediyorlar. Daha sonra elde

edilmesi muhtemel ‘royality fee’ kısmına kendi adreslerini

yazıyorlar. Bu davranışlar etik dışı.”

“Bedri Baykam, sahip olduğumuz

etik değerler nedeniyle bizi seçti”

Özgür, NFT’nin merkeziyetsiz olma vaadiyle yola çıktığını

ama bu süreç doğru kurgulanmazsa en çok zarar görenin sanatçılar

olacağını söylüyor. Manza.io’yu özellikle bu konuda

sanatçıların haklarını korumak için kurduklarını ifade eden

Ahmet Hakan Özgür; “Biz özellikle sanatçı hakları tarafında

bir bilinç yaratmaya çalışıyoruz. Workshoplar düzenliyoruz,

bu nedenle ‘Biz pazaryeri değiliz, platformuz’ diyoruz. Sektörün

doğru oluşması ve büyümesi için çalışıyoruz. Pazaryerinden

ziyade proje üreten, sanatçılarla markalar arasında

köprü oluşturan, sanatçıların peer to peer yapıya dahil

olduklarında iletişimlerini doğru kurabilmeleri için kendi

komünitelerini oluşturmaları için onlara altyapı sağlayan,

strateji belirleyen işlere imza atmak istiyoruz” diyor. Özgür,

sanatçı Bedri Baykam’ın ilk NFT eseri için kendi platformlarını

seçmesini de sahip oldukları bu etik değerlerin bir neticesi

olarak yorumluyor.

“Sanatçılar, sanat tüketicisiyle arasındaki

eski köprünün yıkıldığının farkında”

Murat Canbaz, NFT’nin hukuki açmazlarına dikkat çekiyor

ve sanatçıların NFT dünyasında yer alırken mutlaka temkinli

ve titiz davranmalarını söylüyor: “Sanatçı bir yere kadar

NFT dünyasına hakim olabiliyor. Öte yandan, NFT’de olmak

için de büyük bir arz var. Çünkü sanatçı, kendi ürettiği eserle

sanat tüketicisi arasındaki köprülerin yıkıldığının farkında...

Bu yüzden de NFT’de olmak istemeleri doğal ama çok çok

dikkatli olmaları gerekiyor. 3-5 yıl sonra NFT konusunda

çok farklı davalarla karşılaşma ihtimalimiz yüksek.”

“Plastik sanatlarda copyright konusu

hâlâ oturmadı”

Ahmet Hakan Özgür de sanatçıların NFT ile birlikte peer to

peer yapıya geçtiklerini, ancak bu dönüşümde copyright haklarını

mutlaka gözetmelerini aktarıyor: “Sinemada, müzikte

bu telif hakları biraz daha belirgindir, ancak plastik sanatlarda

copyright konusu şimdiye kadar hiç anlaşılmamış. Sanatçılar,

copyright konusuna çok dikkat etsinler. Önümüzdeki

yıllarda çok daha detaylı smart contract’lar hayata geçecek.”

Bedri Baykam

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


30

KAPAK

Sanat Hukuku Danışmanı ve Avukat Pınar Sönmez;

“ NFT’lerin hukuki statüsü

henüz belirsiz”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Sanat Hukuku Danışmanı ve Avukat Pınar Sönmez;

“NFT’lerin takas edilememesi, aynısından

bir daha üretilmesinin mümkün olmaması, kanunun

yaptığı eser tanımındaki ‘eser sahibinin hususiyetini

içerme’ öğesine koşuttur” diyor. Bununla birlikte

Sönmez’in aktardığına göre, NFT’lerin kanun önündeki

esas kategorisi ancak ihtilaf oluştuğunda ve bu uyuşmazlık

mahkemeye taşındığında netleşecek.

Bir NFT eserin hukuki statüsü nedir? Fikir ve Sanat

Eserleri Kanunu (FSEK), NFT eserler için yeterince

kapsayıcı mı?

Hukuk düzeni, bir toplumda yürürlükte bulunan hukuk

kurallarının tümünü birden ifade etmek için kullanılan bir

terimdir. Bu düzende, fikri hakların konusunu iktisadi değer

taşıyan fikri emek ürünleri oluşturuyor. Fikri Mülkiyet

ve Sanat Hukuku, eser sahibinin haklarını koruma amacı

taşır. NFT’nin hukuk açısından konumunu belirlemek için

öncelikle kanunda eser tanımına bakmak gerekir. Bir fikri

ürünün eser kabul edilmesi, dolayısıyla eser korumasından

yararlanabilmesi için kanunda yazılı eser türlerinden birine

girmesi ve eser sahibinin hususiyetini taşıması gerekmektedir.

Eser türleri kanunda tahdidi, yani sınırlı olarak

sayılmıştır. NFT söz konusu olduğunda, hatta ayrıca NFT

sanat eserinden bahsedildiğinde, mahkemelerin eseri hangi

kategoride değerlendireceğine yönelik karar ancak ihtilaf

oluştuğunda ve bu uyuşmazlık mahkemeye taşındığında

neticelenecek ve netleşecektir. Bu aşamada NFT eserin teknik

detayları incelenecek, zaman damgalı olması önem arz

edecek, eser statüsü belirlenecektir. En açık ve net koruma

ise FSEK’teki eser türlerinden biri olarak açıkça yazılması

halinde gerçekleşir ki karşılaştırmalı hukuk açısından bakarsak

da dünyada henüz böyle bir düzenleme oluşturulmadı.

“Akıllı kontrat” diye bir kavram geçiyor NFT ile ilgili

hukuki konularda. Bunu biraz açar mısınız?

Akıllı kontrat, tokenlerle yapılan hazır bir sözleşmeyi işaret

eder. Akıllı bir sözleşme, alıcı ile satıcı arasındaki sözleşmenin

şartlarının doğrudan kod satırlarına yazılmasıyla kendi

kendini yürüten bir sözleşme olarak tanımlanıyor. NFT’ler

temel olarak üç unsur içeriyor. Bunlar; metadata, identifier

ve koddur (akıllı sözleşme). NFT’nin temsil ettiği varlığın

niteliği ve kapsamı, bu akıllı sözleşme adı verilen kod içerisinde

işaretlidir. Kod ve içerdiği anlaşmalar, bir blok zinciri

ağında bulunuyor. Bir NFT üretildiğinde, üreten kişi,

NFT’nin özelliklerini belirleyen ve bu özellikleri NFT’nin

yönetildiği ilgili blok zincirine şifreleyerek ekleyen temel,

akıllı sözleşme kodunu oluşturur.

Her sözleşme için önerilen husus, NFT’deki akıllı kontratlar

için de geçerli; NFT’nin devrinin hangi hakları ve sorumlulukları

kapsadığının tespiti için akıllı kontratların içeriğinin

dikkatle incelenmesi gerekir. Bazı NFT’ler eserin sınırlı bir

kullanımını içerdiğinden, devralan da bu sınırlı haklara sahip

olacaktır. Buradaki bahsi geçen bir özellik de FSEK m.

45’te yer alan, bununla birlikte faturalandırma ve diğer pra-


tik hususlar nedeniyle layıkıyla işletilmeyen kanuni pay ve

takip hakkının, bilinen adıyla sonraki satışlar için peşinen

kabul edilmesine ve el değiştirme halinde eser sahibinin kanuni

pay ve takip hakkını almasına dayanıyor.

Biri bir NFT eserin orijinalini satın alıyor, ancak o

eserin sonsuz sayıda kopyası dijital ortamda var olmayı

sürdürebiliyor. NFT eserin yaratıcısının sahip olduğu

haklar neler? Aynı şekilde NFT eseri satın alan kişi, hangi

hakları da elde etmiş oluyor?

NFT’nin hukuki koruma altındaki eser olduğunu varsayarsak,

eser sahibinin Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda yer

alan mali ve manevi haklara sahip olduğunu söyleriz. Mali

haklar; işleme (FSEK m.21), çoğaltma (FSEK m. 22), yayma

(FSEK m. 23), temsil (FSEK m.24), umuma iletim (FSEK m.

25), kanuni pay ve takip hakkı (FSEK m. 45) olarak sıralanır.

Bu haklar tahdidi olarak, diğer bir deyişle sınırlı sayı ilkesine

göre belirlenmiştir. Bu haklarla birlikte eser sahibinin

manevi hakları olan umuma arz yetkisi, adın belirtilmesi

salahiyeti, eserde değişiklik yapılmasını men etmek, eser

sahibinin zilyed ve malike karşı hakları vardır. NFT’nin kanunen

ve somut olayda eser kabul edilmesi temel mesele

olup, eser olduğu tespit edilirse ve tüm bu mali ve manevi

haklar eser sahibinde bulunmaktadır. Bahsettiğiniz çoğaltma

hususunda klasik eserden bir farkının olmaması, yine

eğer işleme, çoğaltma yapılmak isteniyorsa, bir eserden başka

eser üretiliyorsa, gerekli hakların eser sahibinden yazılı

izinle ve hakların ayrı ayrı belirtilerek alınması gerekir. Aksi

takdirde şartları varsa, tazminat talebi ve cezai yaptırımla

karşılaşılabilecektir.

Dijital, sanal mecralara dair kanunlar bir süredir var,

ancak NFT’yi farklı kılan şey sanırım blockchain zinciri

üzerinden ilerlemesi ve kripto para trafiği. Bu bir takip

edilemezlik yaratıyor mu hukuki açıdan?

Şu anda, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından

yayınlanan 16 Nisan 2021 tarih ve 31456 sayılı Ödemelerde

Kripto Varlıkların Kullanılmamasına Dair Yönetmelik

uyarınca Türkiye’de kripto varlıkların mal ve hizmet alım

satımlarının ödemelerinde doğrudan veya dolaylı şekilde

kullanımı yasak olup, kripto varlıkların ödemelerde doğrudan

veya dolaylı şekilde kullanılmasına yönelik hizmet

sunulması da yasaktır. Henüz yasal güvencesi devlet tarafından

sağlanmamış bir alan olduğu göz önünde bulundurulmalı;

mutlaka risk tespitine dikkat edilerek, hür iradeyle

katılıp katılmama kararı verilmelidir.

Son olarak, NFT ve hukuk ilişkisine dair altını çizmek

istediğiniz noktalar neler?

NFT’lerin takas edilememesi, aynısından bir daha üretilmesinin

mümkün olmaması, dijital para birimlerinin aksine

her biri bir diğerinden farklı olması, kanunun yaptığı eser

tanımındaki “eser sahibinin hususiyetini içerme” öğesine

koşuttur. Bu da NFT’nin sanatsal üretime uygunluğu için

bir alan açmaktadır. Bununla birlikte hukuki kural ve kabullerin

netlikle ifadesi, yasal düzenleme ve mahkeme kararları

ile mümkün olacaktır. Önemli olan şu ki, dünyada ve

ülkemizde tüm ekonomi politikalarının ve hukuk dallarının

birbirine tutarlılıkla bağlayan bir ciddiyet tasavvuru gerek.

Yeni ekonomik alanlar, dijital fikri mülkiyet hukuku, geleceğe

ilişkin politikalar; vicdan ve ifade özgürlüğünden, bireysel

ve kamusal seçimler yapabilme özgürlükleriyle birlikte

mana ifade eder.

Dünya yeni ticari gelirlere, yaratıcılığın pahasının yükseldiği

ekonomiye, endüstriye ve hayata alan açıyor. Bu alanda

elbette uyuşmazlıklar, hak ihlâlleri, ihlâllerin sonucunda

müzakereler, özel karar verme aşamaları, kanun yolları,

hükümler, emsal kararlar, uygulamalar olacaktır. Kaldı ki

NFT’ye özel yasa olmaması sebebiyle kıyasen yorumda bulunsak

da kanunilik ilkesi nedeniyle mutlaka yasal düzenlemelerde

bulunulmalı, sorumluluk tanımlamaları yapılmalı,

bu sınırlamaların da meşruiyeti sağlanarak kamusal fayda

ve etik gözetilmelidir.

31

KAPAK

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


32

KÜLTÜR SANAT

Yazar

Emel Altay

Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı:

Gelişimi, değişimi ve

yeniliği önceliklendiriyoruz

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Akbank Sanat, çağdaş sanata ve genç sanatçılara

açtığı alan, festivalleri, disiplinlerarası iletişimi

esas alan kimliğiyle, “Değişimin Hiç Bitmediği

Yer” mottosuna uygun olarak 29 yıldır kültür

sanat dünyasını beslemeye devam ediyor.

Akbank Sanat’ın şehrin kültür sanat hayatındaki yerini,

üstlendiği misyonu ve gelecek projeksiyonlarını Derya Bigalı’dan

dinledik. Bigalı; “Akbank Sanat aynı zamanda bir okul

gibidir, birçok kişinin yolu mutlaka geçmiştir” dedi.

Akbank Sanat, çok zengin bir yelpazede etkinliklere

evsahipliği yapıyor. Siz nasıl anlatırsınız Akbank Sanat’ın

İstanbul kültür sanat hayatındaki yerini ve misyonunu?

Her yıl 700’ün üzerinde etkinlik gerçekleştiren Akbank Sanat

olarak 2022 yılında 29’uncu yaşımızı kutluyoruz. Topluma

değer katan her alanda gelişimi, değişimi ve yeniliği

önceliklendiriyoruz. Kültür ve sanat alanında da yıllardır

önemli projelere imza atıyoruz. Çalışmalarımızla sanatseverlere

ulaşırken, yerel ve evrensel mirasın korunarak ge-

lecek kuşaklara aktarılmasını da hedefliyoruz. Türkiye’de

çağdaş sanatın gelişimi ve geniş kitlelere ulaştırılması

sürecinde öncü rolümüzü devam ettiriyor, desteklerimizi

sürdürüyoruz.

Akbank Sanat olarak söylediğiniz gibi birçok farklı disiplinde

etkinlikler gerçekleştiriyoruz ve bu etkinliklerin

disiplinler arası etkileşimi, Akbank Sanat için son derece

önem taşıyor. Bu sene Akbank Kısa Film Festivali’nin

18. yılını, Akbank Caz Festivali’nin 32. yılını ve Akbank

Çocuk Tiyatrosu’nun 50. yılını kutluyoruz. Tüm bu festivallerin

ve sanat disiplinlerinin uzun yıllardır desteklenmesi

ve sürdürülebilir olması son derece önemli. Gençler

bizim için her zaman çok önemli olmuştur. Cazdan kısa

filme, sergilerden çağdaş dansa kadar her disiplinde onlara

ışık tutacak ve ilham verecek içerikler oluşturmaya

gayret ediyoruz.

Pandemi döneminde her şeyi online’da yapabileceğimize

daha net ikna olduk. Siz de salgın boyunca tamamen

kapalı kalmak yerine online etkinliklerle seyirciyle

buluşma yolunu tercih ettiniz. Şimdi hayat normale

dönüyorken durum nedir?

Pandemi ile birlikte Akbank Sanat ekibi olarak hepimiz uzaktan

çalışma uygulamasına hızlıca geçerek, tüm çalışmalarımızı

online kanallar üzerinden yürütmeye başladık. Zaten daha

önce de etkinliklerimizi kaydedip, Youtube kanalımızdan

paylaşıyorduk. Bu dönemde de hemen online olarak yapmaya

başladık ve “Akbank Sanat Evinizde” çatısı altında sosyal

medya kanallarımızdan ağırlıklı olarak “Evin Caz Hali” konserleri

gibi canlı, kimi zaman da arşivden çalışmalarımızla

devam ettik. Böylece sadece İstanbul’daki değil, tüm Türkiye

ve hatta yurtdışındaki izleyicimize de ulaşma imkânımız

oldu. Fiziksel etkinliklerimiz sergilerimizle başlamıştı ve 31.

Akbank Caz Festivali’yle devam etti. Seminer, ders ve söyleşi


programlarımız ağırlıklı olarak çevrimiçi kanallar üzerinden

devam ediyor. Pandemiyle birlikte ortaya çıkan bu hibrit yapı

kalıcı olacak ve etkinlikleri hem fiziksel hem de çevrimiçi olarak

takipçilerimizle paylaşmaya devam edeceğiz.

33

Akbank Sanat’ın 2022 sezonunu planlarken hangi

başlıklarla, kavramlarla yola çıktınız? Bu yılın etrafında

şekillendiği bir ana temanız var mıydı?

Akbank Sanat ailesi olarak bu sene için dolu dolu bir program

oluşturduk. “Değişimin Hiç Bitmediği Yer” söylemimizden

yola çıkarak, desteklediğimiz tüm disiplinlerde yeni içerikler

planladık. Bu sene Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun 50’nci yılına

özel olarak, Akbank Sanat ve Zorlu PSM iş birliğiyle, J.M. Barrie’nin

ölümsüz romanı Peter & Wendy’den uyarlanan “Peter

Pan ve Varolmayan Ülke” müzikalini hayata geçiriyoruz. İlk

gösterimi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda

Zorlu PSM’de yapılacak. Çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri

desteklemek ve genç sanatçılara destek olmak amacıyla Akbank

Sanat ve Resim ve Heykel Müzeleri Derneği işbirliğiyle

düzenlediğimiz “Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışma

Sergisi”, 40. Yılında “Açık Kart” temasıyla düzenlenecek.

2019 yılında başlattığımız ve ana sponsorluğunu üstlendiğimiz

“Kampüste Dijital Sanat” projesiyle ODTÜ, Sakarya

Üniversitesi ve Akdeniz Üniversitesi’nde kapsamlı bir sergi

ve konuşma programı gerçekleştirmiştik. Bu sene Akbank

Sanat ana sponsorluğunda, BASE ve 42 İstanbul işbirliğiyle

ikincisi düzenlenen “Kampüste Dijital Sanat” projesi, 4-30

Nisan 2022 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi, Özyeğin

Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi

kampüslerini geziyor.

KÜLTÜR SANAT

Kültür sanat dünyasında güncel olanı takip etmek

sizin için ne kadar önemli? NFT ile ilgili sergileriniz,

dijital sanat üzerine seminer diziniz var.

Yılı planlarken öncü olmak, alan açmak gibi

amaçlarla hareket ediyor musunuz?

Akbank Sanat, her zaman çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri

destekleme ve genç sanatçılara destek olma misyonunu

taşıyor. Dijital sanat son dönemde geniş bir izleyici kitlesine

kavuştu ve çok ilgi görüyor. Aslında uzun zamandır hayatımızda

olan dijital sanatın her zaman tutkulu ve dikkatli bir

izleyici kitlesi vardır. “Dijital Sanatta Şimdi” konuşma serisi,

pandemi döneminde başlattığımız bir projeydi. Bu alanda

çalışan, düşünen, üreten, dijital sanata yeni başlayanlara rol

model olan sanatçıları tanımayı amaçlıyordu.

“Dijital Sanatta Şimdi Alternatif Gerçeklikler+NFT” sergisi

ve konuşma serisi bu projeden ilham aldı. Dijital sanatın şu

anda neresinde olduğumuzla ve bugün penceremizden neler

gördüğümüzle ilgileniyor. Sergide birbirinden yetenekli

24 sanatçının eserlerini deneyimleyeceksiniz. Sergilenen

eserlerin bir kısmı sergi için üretildi ve ilk defa izleyicisiyle

buluşuyorlar. Eserlerin birbirilerinden farklı hikâyeleri olsa

da hepsi birlikte ortak bir hikâye anlatıyorlar. Bu hikâyenin

içinde NFT üzerine bir bölüm yer alıyor. Son zamanlarda sanat

gündemini oldukça meşgul eden NFT üzerine bir seçki

yapmak, bu sergi için gerekliydi.

Özellikle Beyoğlu’nda yer alıyor olmanız üzerinden

bakarak, her dönemin kültür mabedi İstiklal Caddesi

şu an nasıl bir dönüşümden geçiyor? Caddeyle ve

ziyaretçileriyle kurduğunuz bağı nasıl tanımlarsınız?

Akbank Sanat aynı zamanda bir okul gibidir, birçok kişinin

yolu mutlaka geçmiştir. AKM’nin tekrar açılması ile birlikte

Beyoğlu sanat rotasında bir hareketlilik olması son derece

sevindirici. Bu kapsamda T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

tarafından hayata geçirilen Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’nin

son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Akbank

Sanat, yine ikinci edisyonu 28 Mayıs - 12 Haziran 2022

tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin mekânlarından

birisi olarak yer alacak. Festival kapsamında sergi, caz konseri

ve 10 genç dansçının “Beyoğlu Kültür Yolu’nda Dans

Hep Var” söylemiyle kültür yolu rotasında gerçekleştireceği

video dans performansı gerçekleştirilecek.

Tolga Tarhan - Dijital Animasyon

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


34

RESSAM

Yazar

Emel Altay

CANAN:

Ben tavus kuşuyum,

göstermek doğama ilişkindir

“Bütün yapıtlarım birbirini takip ediyor, birisini yaparken bir diğeri aklıma geliyor.

Sembollerle başladım, oradan kehanete, fallara geçtim, minyatürleri işledim.

Bazen kullandığım malzeme beni heyecanlandırıyor, bazen aşk, bazen muhabbet...”

Her eseriyle izleyicisini masallar, fallar, büyüler

aleminde rengarenk bir yolculuğa çıkaran

CANAN; “Ben tavus kuşuyum, göstermek

doğama ilişkindir. Rengim bu benim, bunu

dışarıya çıkarmak beni mutlu ediyor” diyor.

En güncel olandan başlayalım isterseniz.

Şu aralar neler yapıyorsunuz?

Şu anda Falname hazırlıyorum, en son yaptığım iş bu. Ve

bir yorgan üzerine çalışıyorum; Alaaddin’in Sihirli Yorganı...

Son üç yıldır büyü, fal, kehanet üzerine yoğunlaştı işlerim.

İnsanlar genelde mistik ya da gizemli konular üzerine düşündüğümü

söylüyorlar ama aslında çok daha insana dair

bir konu bu. Kendi zihnimizin falcı ve büyücü olduğuna inanıyorum

ben. Pozitif bakarsak pozitif olur, negatif bakarsak

negatif olur. Olmayacağına inanırsak olmaz, iyi düşünürsek

iyi olur. Gerçeği yaratan biziz.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Eserlerinizde bir yanda masallar, efsaneler, mitoloji

var; diğer yanda da en çıplak hâliyle kadın bedenini

işliyorsunuz. Kendinizi feminist sanatçı olarak

tanımlıyorsunuz. Kadın beden temsilleri, sanatınız

bağlamında nasıl okunmalı?

Her türlü okumaya açık... Feministler, “Özel olan politiktir”

der. Nerede nasıl oturup kalkacağın, nasıl giyineceğin,

kiminle sevişeceğin; toplum, din, aile, devlet tarafından

belirlenmiştir ve feminist bakış açısı, kadını bununla mücadeleye

davet eder. Ancak ben şöyle düşündüm; nasıl giyineceğim,

nerede kahkaha atacağım, kiminle sevişeceğim

benim seçimimdir, toplum bunun üzerinde hak sahibi değildir.

Dolayısıyla kişi zaten özgür olduğu için mücadele etmesi

de gerekmez. Ben toplumla mücadele etmiyorum. Ben

benim. Kendimi özgür hissettiğim zaman, kolektif bakış

açım da ortadan kalkıyor. Bütün kadınlar kurtulduğu zaman

ben kurtulmayacağım. Ben zaten özgür hissediyorum.

Kolektif mücadeleye, kolektif kurtuluşa, kolektif özgürlüğe


inanmıyorum, bireysel özgürlüğe inanıyorum. Tabii özgürlük

duygusunun hep birlikte olması güzel bir şey ama kolektiften

kendime bakmıyorum, bireyden kolektife bakıyorum.

Bu şu demek; benim mutluluğum başkalarına bağlı değil.

Oksijen maskesini önce kendi ağzıma takıyorum, mutlu olmayı

seçiyorum.

35

Peki, feminist sanatçı olup, feminist mücadele içinde

yer almamak mümkün mü?

Ben kendimi feminist mücadele içinde görmüyorum, kuir

gibi bakıyorum. Kuir felsefesinde pride (gurur) üzerinden

bakılır meseleye. Feminizm, kadın için olduğu kadar erkek

hakları için de gereklidir. Bir mücadele biçimi değildir, gururdur;

insan olmanın, özgür olmanın gururudur.

RESSAM

Kadınların giyimi üzerinden çıkan tartışmalar, son

günlerde kamuoyunu meşgul ediyor. Sahne kıyafeti

üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalışılan şarkıcılar

ya da afişlerde sansürlenen kadın oyuncular... Kadın

görünürlüğüne dair bitmek bilmeyen çağdışı tepkilere

karşı görüşleriniz neler?

Benim bu konular üzerine ürettiğim çok sayıda işim var.

Mesela, İbretnüma’da kadın bedeni, modernleşmek ve muhafazakârlaşma

kavramlarını tartışmaya açmak için bir araç

olarak kullanılmıştır. “Emine Mine”, “Hicap” adlı işlerim de

öyle... En son Akaretler Odeabank O’art’taki “Hayal-i Alem”

sergimde de 2004’te yaptığım “Ayak Sesleri” işine yer veriyorum.

O da türbanlı kadınların kapattıkları saçları üzerinden

Eserlerinize tasarladıklarınızı olduğu gibi aktarmada ne

denli başarılısınız? Bir esere başladığınızda zihninizdeki

hayal ile eseri bitirdiğinizde ortaya çıkan şey arasında

uyumsuzluk yaşadığınız oluyor mu?

Hiç olmuyor. Genelde aklımdakinden daha güzel oluyor ortaya

çıkan sonuç. Bazen farklılaşıyor. Ben işe başladığımda

yaparken keyif alıyorum. Bitirdiğimde karşısına geçip, keyifle

izliyorum. Sergilerken de mutluluğum artarak devam

ediyor. Akaretler’deki “Hayal-i Alem” sergimde sanatı bir

oyun aracı, çocuksu bir ferahlık olarak düşünmüştüm. İzleyici

orada bir oyunun içinde olsun istedim. Sergime gittiğimde

gelenlerin aralarında yakalamaç oynadığını gördüm.

İzleyici o rahatlığı hissedebiliyorsa, sanatçı duygularını izleyicisine

tamamen geçirmiş demektir. Bu da bana çok gurur

veriyor. Bundan sonraki projelerimde de izleyici sanatımı

sergilediğim alanda eğlensin, oynasın, özgür ve mutlu hissetsin

istiyorum.

göstermeme kavramıyla ilgili bir sorgulama yapıyor. Gösterme

meselesi önemli. Ben kendimi tavus kuşuyla özdeşleştiriyorum.

Tavus kuşu, kuir teorisinde pride’ın sembolüdür.

Ben tavus kuşuyum, göstermek doğama ilişkindir. Rengim

bu benim, bunu dışarıya çıkarmak beni mutlu ediyor.

Çalışma rutinleriniz var mıdır? Bir eserin sergilenmesine

dek kat edilen yola nasıl çıkıyorsunuz?

Tamamıyla yapıta göre değişiyor. Bazen malzeme beni heyecanlandırıyor,

bazen konu... Bir yapıt diğerini çağırıyor.

Seri de yapıyorum zaten. Bazen bir imge beni yapıta götürüyor,

bazen bir sergi mekânını gezerken o mekân çağrışımlar

getiriyor. Pinterest’te gezinirken de esinleniyorum, gittiğim

bir sergideki bir iş de ilham verebiliyor. Hiçbir zaman üretim

sıkıntısı yaşamam, aksine kafamdakileri yetiştirme sıkıntısı

yaşarım.

Son zamanlarda kimleri takip ediyorsunuz, hangi

sergileri beğendiniz, hangi işlerin etkisi altında kaldınız?

Parajanov’un 2019’da Pera Müzesi’ndeki sergisi benim için

çok etkileyiciydi. Parajenov’un cinsel kimliğini bilmeden;

eşcinselliğini, dişilliğini, detaycılığını, öfkesini, şefkatini,

şehvetini, politik kimliğini, sanatçının bütün dünyasını görüyorsun.

Ne kadar büyük bir samimiyetle hiç durmadan

ürettiğini, muhteşem bir sanatçı olduğunu görüyorsun. Son

10 senedir beni bu kadar heyecanlandıran başka bir sergi

olmadı. Bir de en son Instagram’da İlhan Sayın’ın bir karakalem

desenini gördüm. İşlerini çok beğendiğim, hayranlık

duyduğum bir sanatçı kendisi. Gördüğüm deseni de beni

çok heyecanlandırdı ve kendisini arayıp beğenimi ilettim.

Falname serginizde izleyicilere fal baktığınız bir performans

da sergilediniz. Bu fikir nasıl çıktı?

Kahve muhabbeti, hepimizin gündelik hayatında yeri olan bir

ritüel. Yakın arkadaşlarımızla kahve içtikten sonra birbirimize

sormadan fincanları kapatırız, fallara bakarız, muhabbeti koyulturuz.

Yakın arkadaşlarımla kurduğum muhabbeti izleyicilerimle

de kurmak istedim. Fal performansı yaptığımda izleyicilerin

sizi arkadaşı gibi gördüğünü, dertlerini anlatmaya, içini

dökmeye başladığını deneyimledim. İnsanlara psikoterapi gibi

geldi hatta.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


Yazar

Emel Altay

36

YERLEŞTIRME SANATI

“ Yerleştirmenin, sanatın tüm

dallarının temeli olduğuna

inanıyorum”

Anneannemin Evinden Kalanlar, 2018.

Yerleştirme Sanatçısı Eda Soylu: “Yerleştirmenin, bir eylem olarak, sanatın tüm dallarının

temelinde yer aldığına inanıyorum. Bir tiyatronun, bir şiirin temelinde yer etme isteği var;

keza bir resmin, heykelin, fotoğrafın da... Hepimizin içinde aslında o yer etme isteği var.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Eda Soylu, resim eğitiminin ardından sanat yolculuğuna

yerleştirmeler üzerinden devam etmeyi

seçmiş. Üretimlerinde şiirden çokça beslenen sanatçı,

tüm çalışmalarının bir otoportre olduğunu

ve birbirini takip ettiğini, bütünlediğini ifade ediyor: “Kelimelerin

hayatımda kapladığı alan, kendini işlerde gösteriyor

ve ben her zaman bunları bir bütün olarak görüyor, öyle ele

alıyorum. Yaptığım bir iş ile yazdığım bir cümleyi birbirinden

ayrı görmüyorum.”

İşlerinizin büyük bir kısmı yerleştirmelerden oluşuyor.

Sanatın bu alanına eğilme fikri nasıl doğdu?

Yerleştirme sanatına eğilme fikri, 2012 yılında Roma’da yaşadığım

dönemde ortaya çıktı. Okulumuzun Avrupa Onur

Programı ile yirmi dört öğrenci, altı aylığına Roma’ya gönderilmiştik.

Yaşadığımız yer Yahudi gettosundaydı. Bir gün

gettoda yürürken Arnavut kaldırımlarının üstünde, uzaktan

altın diş gibi parlayan bir şey gözüme çarptı. Yakınına

gittiğimde, bu altın renkli karelerden birkaç tane daha olduğunu

fark ettim. Her bir kare, bir kişiye ithaf edilmişti.

Kaydına ulaşılabilmiş olan kişilerin üzerlerinde İtalyanca

isimler yazıyordu; doğdukları tarih, götürüldükleri kamp,

yakıldıkları gün...

Bunlar, Gunter Demnig tarafından yapılmış, Avrupa’nın

dört bir yanında 60.000’den fazla bulunan anıt mezarlardı.

Bu avucumun içi büyüklüğündeki anıt mezarlar, benim o

gün başımı öne eğdirdi ve bu durum öyle kaldı. Çünkü başımızın

bir noktada artık öne eğilmesi gerekiyordu. O andan

itibaren kendimi Berlin’de, Roma’da, Prag’da, Viyana’da,

nerede olursam olayım başım öne eğik, hiç tanımadığım

insanlara dair izler ararken bulur oldum. Zamanında üzerine

basıp geçtiklerimi tespit ettim, utandım. İçimde uyandırdığı

bu hisler, öne eğdiği başım ve kurdurduğu bağlar ile

Demnig, bana yerleştirme yapmanın ne denli kapsayıcı ve

katmanlı olduğunu öğretti. Bu yaklaşım biçimini işlerime

temel olarak aldım.


Yerleştirmenin sanatsal üretiminizde size ne tür imkânlar

sunduğunu, nasıl alanlar açtığını düşünüyorsunuz?

Yerleştirme sanatı, adından da anlaşılacağı üzere yer etmekle

alakalı. Aidiyeti, yani ait olmayı önemsiyor. Yerleştirmenin,

bir eylem olarak, sanatın tüm dallarının temelinde yer

aldığına inanıyorum. Bir tiyatronun, bir şiirin temelinde yer

etme isteği var; keza bir resmin, heykelin, fotoğrafın da...

Hepimizin içinde aslında o yer etme isteği var. Bu yüzden

de yerleştirme sanatı odaklı düşünmek, bana bütün doğallığıyla

kendiliğinden geliyor; zorlayarak yaptığım bir durum

değil bu benim. Yer etmeyi, ait olmayı, iz bırakmayı öncelik

edinen, kişiye has, mekâna has işler ürettiğimde daha derin

bağlar kurabildiğimi gözlemliyorum. Ben onların satır aralarını

okudukça, hikâyelerini özümsedikçe o bağlar kuvvetleniyor.

Nasıl ki her kişi ya da her mekân kendine has bir

muameleyi hak ediyor, yerleştirmeler de öyle. Hep yeniden

düşünmek, o ân’a göre şekil almak gerekiyor. Yerleştirme

yapma yoluyla merkezlendiğimi hissediyorum.

Evet, en çok edebiyattan besleniyorum diyebilirim. Yazı

yazmak, okumak, araştırmak, pratiğimin büyük kısmını

oluşturuyor. Hayatım çoğunlukla böyle geçiyor. Bunların en

temelinde bir yerde de şiir yer alıyor. Bütün amacım çünkü

şiir gibi olabilmek, elimden geldiğince. Şiir gibi rafine, sade,

temiz, berrak, çetrefilli, satır aralı, karmaşık, kısa, uzun…

Kelimelerin hayatımda kapladığı alan kendini işlerde gösteriyor

ve ben her zaman bunları bir bütün olarak görüyor,

öyle ele alıyorum. Yaptığım bir iş ile yazdığım bir cümleyi

birbirinden ayrı görmüyorum.

İşlerinizde kullandığınız malzemeleri, nesneleri nasıl

seçiyorsunuz? Hâlihazırda çalıştığınız bir iş olmasa da

buluntu obje arayışında olur musunuz?

İşlerimde kullandığım malzeme ve nesneleri tamamen işin

kavramsal altyapısına uygun olacak şekilde seçiyorum. Bir

kavramın, mekânın, kişinin, konunun satır aralarından

neyi nereye nasıl yerleştirmem gerektiğini, hangi malzemeden

ne kadar üreteceğimi öğrenmiş oluyorum ve o

bilgiler ışığında ilerliyorum. Buluntu obje arayışında değilim.

Bulunması gereken bir objeyse o bana gelir, karşıma

mutlaka çıkar.

37

YERLEŞTIRME SANATI

Evi Yeniden Kurmak, 2016.

Hem sergileme alanı hem de sanat eserinin konusu

bağlamında mekânla ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?

Mekân, benim dört duvar olarak algıladığım bir şey değil.

Bir sokak, bir gökyüzü, avuç içi, bir kalp, bir zihin... Yer etme

eylemi benim yalnızca işlerimle ilintilediğim bir eylem değil,

hayatımın her alanına nüfuz etmiş bir yaşama biçimi

aslında. Bu bağlamda ürettiğim işlerin kendilerine has olmalarına

ve ait hissettikleri alanlarda bulunmalarına özen

gösteriyorum. Daha da ileriye gidecek olursam, yalnızca

kendilerine ait olmaları için çabalıyorum. Bu bana yalnızca

kendimize ait olduğumuzu, aslında hep evde olduğumuzu

anımsatıyor. Mekân belli ve biz hep güvendeyiz.

Duvar Kâğıdı, 2015, Balat.

Anneannemin Evinden

Kalanlar, 2018.

Metin Altıok’un şiirlerinden güçlü etkilenmeler görülüyor

eserlerinizde. Altıok’un şiirlerinde size dokunan şeyler

neler, hangi ortaklıklarda buluşuyorsunuz?

Metin Altıok çok büyük bir şair, bağırmadan şiir yazan bir

şair. Evrensel hakikatlerden bahsediyor; yani öz olan bilgiden,

yalnızca içeride olan ve sezerek duyumsayabileceğiniz

bilgilerden. Altıok’un gözü dışarıya bakarken bile aslında

içeriye dönük, kalemini içeriye doğru kullanıyor. Hayatımın

her alanında bu yaklaşım biçimini örnek almaya çalışıyorum.

Unutulmuyor ne tuhaf!, Evi Yeniden Kurmak,

Anneannemin Evinden Kalanlar... “Bir öykünün

parçaları” diyorsunuz bu işleriniz için. En çok edebiyattan

mı beslenirsiniz? Sizi harekete geçiren şeyler nelerdir?

İşlerimi bir bütün olarak ele alıyorum ve o bağlamda okunmalarını

önemsiyorum. Birbirinden etkilenmiş, birbirini

takip eden işler bütünü, hâliyle bir hikâyenin parçası oluyor.

Bir kökten dallanarak budaklanarak çıkıyorlar ama yine

aynı kökten beslenip, aynı topraktan büyüyorlar. Koca bir

otoportre... İşlerim, içimin dışarıda vuku bulmuş hâli.

Son olarak, şu an neler üzerine çalışıyorsunuz?

Ajandanızda neler var?

Son yıllarda doğadan feyz alarak işler yapıyorum. Doğayı

okumak, kalbimi enine boyuna genişletiyor, bunu hissediyorum.

Resim yapıyorum, 10 yıldır yapmıyordum resim

okumuş olmama rağmen. Renkleri yerleştirmek ve

doğadan ödünç aldıklarımdan dizeler oluşturmak, bana

gözden çok kolay kaçabilecek ân’ları koruyormuşum hissi

veriyor. Doğanın döngüleri, sırtımızı çokça yasladığımız

bir alan. O esnada gözümüzden kaçanlar olabiliyor. Bazen

sadece bakmak da yetmiyor, hissetmek icap ediyor. Bu ara

ajandamda en çok bu var. Onun dışında devam etmekte

olan projelerim ve araştırmalarım her zaman var. Aynı

anda birkaç iş üzerinde çalışırım, hep birlikte genişlerler.

Bu birlikte evrilme kısmı, stüdyo pratiğimin önemsediğim

bir parçası.

“İngilizce belong kelimesi ait olmak demek, to be (olmak) ve to

long (özlem duymak). Bir yerleştirmeyi yerinden kaldırdığında

orada eğer bir özlem duygusu, bir yoksunluk hissi yoksa, o zaten

oraya yerleşmemiştir. Yerleştirme, manipülatif bir sanat.

İnsanın içine içine işlemeyi hedefliyor. Boşluğu oluşmayacaksa,

orada hiç olmasın daha iyi.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


38

MIMARI

Yazar

Emel Altay

TMMOB İçmimarlar Odası

İstanbul Şubesi Başkanı Osman Arayıcı:

Değişimin özgürlüğü

vaadiyle yola çıktık

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı

Doç. Dr. Osman Arayıcı, teknoloji ve sanatla

içmimarlık mesleğini buluşturacakları yeni

dönem vizyonlarını anlattı. “Değişimin Mavisi”

adlı grupla katıldığı TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi

seçimini kazanarak başkan olan Osman Arayıcı, önceliklerini

içmimarların fikri mülkiyet haklarının korunması

için çalışmak ve oda çatısı altında olmalarından aldıkları

faydayı artırmak olarak açıklıyor.

İlk olarak çok temel bir soruyla başlayalım. İçmimarlık

mesleğinin tanımını sizden dinleyebilir miyiz?

İçmimarlık, insan yaşamına etki eden her türden hacmi;

tüm bilimsel verileri, zihni ve bedeni istenilen biçim ve miktarda

besleyecek şekilde sanatla harmanlayarak, anlam taşıyan

ve değeri olan mekâna evirme mesleğidir.

Yaptığınız mesleki tanımı tam olarak kavrayabilmek

adına biraz daha detaylandırmanız mümkün mü?

Tabii, öncelikle bilimsel veriler derken aslında bilimin

hemen hemen her dalı ama en başta sosyoloji, psikoloji,

ergonomi ve estetik biliminin önemine değinmek isterim.

Doğru tasarlanmış bir mekân, kullanıcısının hem daha

iyi yaşamasını sağladığı gibi hem de daha mutlu bir birey

olmasını da sağlar. Mutlu bireyler iyi şeyler üretirler ve

nihayetinde toplumun mutluluğunun ve iyi bir yaşamın

zemini bu şekilde oluşturulur. İçinde bulunmaktan keyif

alınmayan mekânlarda mutlu olma imkânı yoktur. Mutsuz

bireylerin iyi şeyler üretme, insanlarla iyi ilişkiler kurma

imkânı yoktur.

Bu yüzden yaşadığımız mekânların

tümü, ister konut ister iş yerlerimiz,

ister sosyal mekânlar veya hizmet

aldığımız mekânlar, iyi tasarlanmadığı

zaman gerek kullanım bakımından

gerek algısal özellikleriyle

bizleri olumsuz

etkiler. Ve bu olumsuz

etki, hafife alınacak

bir olumsuzluk değildir;

ciddi sağlık

kayıplarından

tutun ekonomik

kayıplara,

doğaya verilen

zarardan özel

gereksinimli bireylerin

toplum dışı

kalmasına kadar çok geniş

bir olumsuzluk skalası

söz konusu. Bu yüzden

içmimarlık daha kaliteli

bir yaşam için özgün

ve çağdaş tasarımlar

yaparak, mekânlar

üzerinden bir yandan

kullanıcıyı, bir yandan

da toplum yaşamını

şekillendiren bir meslek

dalıdır.


Bir de son olarak şunu eklemek isterim; davranışlar, kişilik

ve çevrenin etkileşiminin sonucudur. İçmimarlar kişilikleri

değiştiremez ama insanların yaşadıkları çevreleri tasarlayarak,

aslında onların davranışlarını şekillendirir.

TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin

faaliyetlerine geçmeden önce sormak isterim,

meslek odası olmanın anlamı nedir? Meslek odaları

neler yapar?

Meslek odaları, mesleki anlamda karşılaşacakları zorlukları

hukuki ve sosyal zeminde kolaylaştırmak, mesleğin çıkarlarını

korumak, meslektaşların birbirleri ile iletişim kurmasını

ve dayanışmasını sağlamak amacıyla kurulan kuruluşlardır.

Meslek odaları, anayasanın ilgili maddelerince de bağlı

olduğu yasalara uygun davranması gereken resmi kurumlar

olup, tüm meslek sahiplerinin de odalarına kayıt olma zorunluluğu

vardır.

İçmimarların öncelikli olarak ele alacağınız

sorunları nelerdir?

Fikri mülkiyet hakların korunması çok önemli bir konu...

Kimi kesimlerce içmimarlık bir hobi olarak ele alınıyor,

profesyonel meslek saygısı görmüyor. İçmimarlar, ciddi bir

eğitim görerek mesleklerini ellerine alıyorlar. Bu işin ihtiyaç

duyduğu estetik terbiyeye sahip, en az dört sene eğitim

almış, içmimarinin etik, işlevsel, fiziksel her türlü başlığına

hakim kişilerin işidir içmimarlık. Danışmanlık ücreti,

fikri mülkiyet gibi haklarımızın ve mesleki saygınlığımızın

artması ve yerleşik olması için çalışacağız. Buna ek olarak,

içmimarların meslek birliği çatısı altında olmasını önemsiyoruz.

İstanbul’da yaklaşık 30 bin içmimar var. Odaya kayıtlı

üye sayısı 2800 civarı, aktif olarak gelip oy kullanan üye

sayısı ise sadece 200. Çok düşük ne yazık ki... İstanbul’daki

içmimarlar arasında odamızın görünürlüğünü, bilinirliğini

artırmak istiyoruz.

39

MIMARI

İçmimarlar Odası da 1976 yılında kurulmuş olup, dünyada

oda statüsüne geçen ilk içmimarlık meslek kuruluşlarından

biridir. 45 yıllık bir geçmişe sahip olan odamız, son 5-6 yıl

içerisinde büyük atılımlar yapmış, gerek meslek profesyonelleri

arasında gerek toplum nezdinde büyük bir bilinirliğe

kavuşmuştur.

Seçimlere ‘Değişimin Mavisi’ adıyla girmiştiniz.

Adınızın işaret ettiği üzere, yeni dönemde ne gibi

değişimler yaşanacak?

İçinde bulunduğumuz 2022 yılının Ocak ayındaki seçimlerde,

biz 15. dönem yönetimi olarak üyelerimizce seçilerek

görevimize başladık. Mavi bizim için bir özgürlük sembolü,

aynı zamanda dinamizmi de temsil ediyor. Her yeni gelen

yönetim bir şeyleri değiştirir, biz de değişimin özgürlüğü vaadiyle

yola çıktık. Şu an içmimarlık mesleğinde aktif olarak

işine devam edenlerin neye ihtiyacı olduklarını belirledik,

bunlara göre çalışmalarımızı başlattık.

Son olarak, içmimarlık mesleğinin sanatla ilişkisinden

hareketle NFT ve metaverse dünyası hakkında

düşüncelerinizi öğrenmek isteriz?

Türkiye’deki gençler çok zeki ve yaratıcı. Bizim sorunumuz,

gençlerin destek görmemesi. Bizde fikri olan bir birey, nereye

başvuracağını dahi bilmiyor. Biz oda olarak NFT ve

metaverse konularında gençlere destek vermeyi ve meslek

olarak da bu mecralarda yer almayı planlıyoruz. Zaten dünya

öyle hızla değişiyor ki, yakın zamanda içmimar-mimar

tartışmaları bile anlamsız kalacak, çünkü projeleri metaverse’de

çizecekler. Şu an yönetim kurulumuzda metaverse için

önemli projeler çizip, büyük satışlar yapan bir içmimarımız

var. Hayri Atak, tüm dünyada tanınan ve takip edilen bir

isim. Hayri Atak gibi daha pek çok genç ve yetenekli içmimarımız

var. Biz onların önünü açmak istiyoruz. Hedeflerimiz

arasında NFT ve metaverse dünyasında önemli işler

başaracak gençleri bir araya toplamak ve onlara çalışacakları

sahayı açmak da var.

Henüz göreve yeni başlamış olsak da ciddi yol kat ettik.

Mesleğin ihtiyaçları zaten herkesçe biliniyor, görünüyor,

bir de işin hayal kurmakla başlayan görünmeyen tarafı var.

Bu hayallerimizden biri; robotik üretim, artırılmış gerçeklik,

sanal gerçeklik gibi yeni nesil teknolojileri aktif ve üst

düzeyde kullanarak imalatlar yapmak ve eğitimler vermekti.

Bu projemiz için bir sanayi sitesiyle ve 500 metrekareye

yakın bir laboratuvar mekânıyla anlaşmalar yaptık. Bir ay

içerisinde bu araştırma merkezini kuracağız. Başvuran ve

belirli bir bilgi alt yapısına sahip kişiler arasında seçim yapacağız

ve seçilenler bu araştırma merkezinden ücretsiz olarak

faydalanabilecek.

Bunlara ek olarak üyelerimiz için çeşitli firmalarla indirim

anlaşmaları yaptık. Bunların başında iki hukuk bürosu geliyor.

Her ne kadar odanın genel merkezinde bir avukatımız

bulunuyor olsa da aynı zamanda hem Anadolu hem de

Avrupa yakasında iki farklı hukuk bürosu, iki yıl süresince

ücretsiz olarak üyelerimizin meslekle ilgili sorunlarına hukuki

danışmanlık verecekler. Çeşitli noterlerden yüzde 50

indirimler, hastanelerden indirimler, bunların yanı sıra restoran,

otel, araba yedek parçacısına kadar üyelerimize avantajlı

indirimler sunuyoruz.

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Arayıcı başkanlığındaki İçmimarlar Odası

İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri: Emre Marangoz, Zeynep Yurdakul, Senanur Tunç, Müge

Saraç. İpek Selay Turanalp, Salih Salbacak, Cem Sabuncuoğlu ve Hayri Atak.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


40

TASARIM

Yazar

Emel Altay

Gazzella Decor:

Dekorasyon trendlerinde

‘yüksek enerji’ ön planda

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Gazzella Decor’un kurucuları İç Mimar Ahu Aktaş

ve Yüksek İç Mimar Gaye Berktaş ile bu yılın

bahar aylarında iç mekânlarda öne çıkacak

dekorasyon trendlerini konuştuk. İkili, baharın

ruhumuza olduğu gibi iç mekânlara da bir hafiflik ve canlılık

getireceğinde hemfikir...

2022 yılı ilkbahar ve yaz aylarında hangi dekorasyon

trendleri öne çıkacak? Bu yılın flaş rengi, mobilyaları ve

aksesuarları neler olacak?

Gaye Berktaş: Pandemi sürecinin hayatımıza girmesiyle

birlikte pek çok insan uzun bir süre evden çalıştı, hâlâ da

evden çalışmaya devam eden büyük bir kitle var. Bu durum,

evdeki her köşenin akıllıca kullanılmasını ve farklı ihtiyaçlara

cevap verebilecek nitelikte mobilyaları ön plana çıkarıyor.

Biz buna multifonksiyonel mobilyalar diyoruz. Pantone’nin

2022 rengi “Very Peri” olarak belirlendi. Very Peri; enerjisinin

yüksekliği, canlı ve dinamik bir renk olmasıyla ön plana

çıkıyor. Mavinin en sıcak tonu olarak tanımlanan Very Peri,

doğanın uyanışı olarak tanımlanan ilkbahar gibi ruhumuzun

da canlanması için tercih edilecek enerjisi yüksek bir renk.

Kullanıldığı alanlarda kontrast oluşturacak bu rengi mavinin

tonlarıyla, pembenin tonlarıyla ve beyazla kullanabilirsiniz.

Evlerin duvarlarında yenilikçi renklendirme tekniklerine de

yer veriliyor artık. 2022’de geometrik şekillerle duvar boyama

tekniği olan Origami, evlerde de çokça göreceğimiz bir

seçenek olacak. Boya seçiminde renk kadar ürünün de su

bazlı, kokusuz, zararlı kimyasal içermeyen, anti-bakteriyel,

silinebilir ve küf önleyici boya seçimleriyle evlerde sağlık

ve hijyen ön plana çıkıyor. 2022’de aksesuar olarak canlı ev

bitkileri sıklıkla kullanılıyor. Bunun nedeni, pandemi döneminde

“Biz dışarıya çıkamıyorsak, dışarıyı içeriye getiririz”

anlayışı hakim oldu, çok da sevildi. Bu nedenle, trend olma

özelliğini hâlâ koruyor.

Ahu Aktaş: Geçtiğimiz yıllarda üstünlüğü kabul edilen

siyah ve antrasit, yazın baz renk olarak karşımıza çıkacak.

Pastel renklerin üstünlüğü bu yaza damga vuracak. Mavi,

parlak mavi olarak koltuk döşemelerinde kullanacağımız en

özel renk ilan edildi. Uzun yıllardır trend olma özelliğini kaybetmeyen

bej ve tonları, dekorasyonda duvar renkleri olarak

özel tercih edilen renkler olacak. Özellikle mekânlarda dekoratif

obje ve aksesuar seçimlerinde karşımıza çıkan turuncu

ve tonlarını, bu yaz yeşil ve mavi tonlarıyla birlikte göreceğiz.

Uyum içerisinde kombin edilen dekorasyon adı altında yer


alan tüm ürünlerin birbiriyle uyumlu olması fikri artık rafa

kalkıyor. Tarz olarak modern ve klasik konseptin bir arada

kullanılması, ahşap ve mermerin yan yana getirilmesi, renk

seçimlerinde birbiriyle bağlantısı olmayan dekoratif ürünlerin

yan yana gelmesi gibi birçok birbiriyle uyumsuz renk ve

ürünlerle dekore edilmiş mekânlar trend oluyor. Mobilyada

yuvarlak hatlı ürünler daha çok tercih edilecek. Mermer

masalardan ahşap masalara geçiş görülecek. Özellikle ahşap

ayaklı masalar, özel tasarım bükülmüş ahşap modeller öne

çıkacak. Koltuk ve oturma grupları için Chester, Amerikan

tarzda Chester ve deri tercihiyle kendini gösteriyor olacak.

İç mekânlarda “yaşayan duvarlar” adı altında yeni trend

olan üç boyutlu duvar kağıtları özellikle yaza damgasını vuracak.

Poster olarak özel duvar ölçüsüne göre baskı alınan

kağıtlar; ev, ofis, cafe gibi iç mekânlara derinlik katması dışında

mekânın ruhunu oluşturması açısından tercih sebebi

oluyor. Yeşilin ve çiçeğin insan ruhunu tedavi etmesi sebebiyle

iç mekânlarda, özellikle sık oturulan oturma gruplarının

olduğu iç mekânlarda çeşitli bitkilerin dekorasyon

unsuru olduğunu sıkça görmeye başlayacağız. Aydınlatma

ürünlerinde mekânı tavandan aydınlatma dışında dekoratif

olarak da tercih ettiğimiz abajur ve lambader ürünler,

farklı tasarımlarıyla iç mekânlarda daha çok tercih ediliyor

olacak. Seramik abajurlar, renk olarak mavi ve turuncunun

tüm tonlarıyla dekorasyona son noktayı koyan aksesuarlar

olarak karşımıza çıkacak.

Gazzella Decor’un imzası olan iç mekân projelerinde

hangi iç mimari akımların, dekorasyon uygulamalarının

öne çıktığını düşünüyorsunuz?

Gaye Berktaş: Gazzella Decor’un imzası olan iç mekân

projelerinde önceliğimiz bireysel farklılıklardır. Fabrikasyon

olan her şeye hayır diyoruz. “Minimalizm olmazsa olmazımızdır”

diye çok net söyleyebilirim. İlkbahar ile birlikte

sizler de hayatınızdaki fazlalıklardan kurtulun, şimdi ruhsal

olarak hafifleme zamanı.

Ahu Aktaş: Gazzella Decor imzası olan iç mekân projelerini

belli akımlarla sınırlayamayız. Her müşterimizin hayat

hikâyesi kendine özel ve kıymetlidir. Marka olarak vizyonumuz,

tüm yaşanılan iç mekânlar için kullanıcıların isteklerini

ve hikâyelerini dinledikten sonra sadece onlara özel

tasarlanmış ve kurgulanmış projeleri uygulayarak, mutlu

yaşamlar için yaşanası mekânlar hazırlamaktır.

“AKSESUAR EVİN MAKYAJIDIR”

Ahu Aktaş: İç mekânların tamamlayıcı ürünleri aksesuarlardır.

Gazzella Decor markasıyla ev, ofis, otel gibi iç

mekânlar için mekânı tanıdıktan sonra o mekâna uygun

olan aksesuarların önce tespitini yaparak projelendiriyoruz,

sonrasında uygun olanı seçerek teslimini yapıyoruz.

Aksesuar evin makyajıdır. Bu son dokunuşları da iç mimarın

yapması gerektiğini düşünüyoruz.

Gaye Berktaş: Biz anahtar teslim olarak çalışan bir firmayız.

Anahtar teslim demek eksiksiz, her şey düşünülmüş

olarak yapılan bir teslim demektir. Bunun içerisinde

mekânlara yapılacak son dokunuş da vardır.


42

MÜZE

Yazar

Pınar Baltacı

Yüzlerce yıllık nadide eserler,

Beykoz Cam ve Billur Müzesi’nde!

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Türkiye’nin ilk cam müzesi Beykoz Cam ve Billur

Müzesi, pandemi döneminde İstanbul’a

kazandırılan müzelerden oldu. Adını Osmanlı

döneminde bu semtte kurulan ve devrinin en

önemli cam fabrikası olan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i

Hümâyûnu’ndan alan müzede, Selçuklu döneminden Osmanlı’ya

kadar yaklaşık 1500 adet eser bulunuyor.

Beykoz’un en büyük korularından Abraham Paşa Korusu

içerisinde yer alan müze, tarihi bir binanın restorasyonu

sonucunda topluma kazandırılmış. Hem binanın yeni işlevini

hem de müzenin detaylarını, Milli Saraylar Restorasyon

Dairesi Başkanı Gökşen Canıyılmaz’dan dinledik:

“Abraham Paşa Korusu, yaklaşık 360 dönümlük bir metraja

sahip, oldukça büyük bir koru. Abraham Paşa, Sultan Abdülaziz

döneminde yaşamış ve vezirliğe kadar yükseltilmiş

biri. Abraham Paşa döneminden günümüze sadece müzenin

bulunduğu bu bina kalmış. 19. yüzyıldan kalan bina,

U planlı bir yapıya sahip ve yapıldığı dönemlerde ahır binası

olarak kullanılmış. Ardından uzun süre Tarım ve Orman

Bakanlığı’na tahsis edilerek, sosyal tesis olarak planlanmış.

2018 yılında ise sözleşmeyle tam 25 yıllığına bize devredildi.

Akabinde yapı yaklaşık 2,5-3 sene kadar süren bir restorasyon

sürecinden geçti. Ardından Cumhurbaşkanımızın

da isteğiyle, zamanında Beykoz’da yer alan cam fabrikasının

ruhunu yansıtmak adına Beykoz Cam ve Billur Müzesi

olmasında karar kılındı.”

13. yüzyıldan 20. yüzyıla eserler

Binanın restorasyon sürecine dair detaylara da değinen

Gökşen Canıyılmaz; “Binanın restorasyon süreci, Bilim

Kurulu’nun onay ve değerlendirmeleriyle yürütüldü. Sürece

ilk olarak duvarların kaldırılmasıyla başlandı. Binayı

müzeye uygun hâle getirmek adına odaların genişletilmesi

şarttı. Böylelikle ilk anlamda mekanik olarak müze konseptine

ulaşmış olduk, ardından kurgu çalışmalarına başladık.

Elimizde 19. yüzyıla ait cam parçalar mevcuttu. İlk olarak

koleksiyonumuzda cam olarak yaklaşık 10 bin küsur obje

bulunuyordu. Özel bir ince elemeyle, öne çıkarmamız gereken

yaklaşık 1500 adet objeyi seçtik. Böylelikle 13. yüzyıldan

20. yüzyıla ülkemizde gelişen cam sanatını gözler

önüne serecek eserleri müzemize yerleştirdik. Öncelikli

esas amacımız, Türk cam sanatını anlatmaktı. İkincil olarak

Saray Koleksiyonu’nda bulunan ve sultanlara özel ola-


rak tasarlanmış eserleri tanıtmayı hedefledik. Sonuç olarak

müzemizde 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar kapsamlı bir

seri var” dedi ve ekledi:

Hem kronolojik hem de tematik seyir

“Hem kronolojik hem de tematik bir seyrin söz konusu

olduğu müze, 12 ayrı bölümden oluşuyor. Kapıdan girdiğiniz

anda sizleri ilk olarak erken dönem Türk camları karşılıyor.

Bu bölümde Mevlana Müzesi, Deniz Müzesi gibi

müzelerden ödünç aldığımız ve geçici olarak burada bulunan

nadide eserler de bulunuyor. Erken dönemin ardından

Osmanlı dönemindeki cam sanatına geçiş yapıyoruz. Yine

43

MÜZE

“Teknoloji ilerledikçe

obje boyutları büyüyor”

Geçmişten bugüne cam sanatının uğradığı değişimi de anlatan

Canıyılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Endüstrileşme

faaliyetinin 13. yüzyıldaki yapım şekliyle 20. yüzyıla gelen

süreçteki farklılıklarını, hem teknik hem süsleme hem de

form anlamında çok net görebilirler. Bunların hepsi dönem

içerisinde farklılaşan tasarımlar. Çünkü teknoloji ilerledikçe,

çok daha büyük boyutlu objeler çıkıyor ortaya. Mesela

erken dönem Türk cam sanatı dediğimiz bölümdeki bardakların

formlarıyla, biraz daha ileride Avrupa camları

bölümündeki formlar hayli farklı. Müzede ilerledikçe çok

daha büyük, devasa vazolarla karşılaşacaksınız. Bu ayrım

müzede çok net görünüyor. Bunun yanında camın saydamlığının

değişimi de açık şekilde görünüyor.”

mimaride kullanılan cam sanatını revzenlerle anlatıyoruz.

Bu bölümde, hem Topkapı Sarayı’nda kullanılan hem de

Mimar Sinan döneminde yapılmış camilerde kullanılan

revzen parçaları var. Hemen devamında Beykoz’u anlatan

bir bölüm söz konusu. Semtte kurulan fabrikanın ürünleri

bu bölümde. Osmanlı’nın sanayileşmesini, endüstri faaliyetlerini

en iyi anlatan yerlerden bir tanesi Beykoz Cam

Fabrikası. Beykoz Cam her ne kadar bugün devam etmese

de en azından döneminde yapılmış eserleri burada sergiliyoruz.

Yine burada Çeşm-i Bülbül camların orijinallerini

de görüyoruz. Bu Çeşm-i Bülbül camların ilham aldığı Venedik

camları da burada sergileniyor ve yine kronolojik bir

düzen mevcut.”

“Cam sanatında Avrupa çok önemli bir noktada ama oradaki

kalitenin hemen hemen aynısını Beykoz Cam’da üretilen

ürünlerde görüyoruz. Müzenin Beykoz bölümünde mesela

koku şişeleri ve buhurdan dediğimiz formlarda güvercin

şekillerini çok sık görecekseniz. Bu Avrupa’da olmayan, sadece

Beykoz’a özgü bir form... Bu bağlamda, Beykoz’a özgü

çok özel tasarımlardan bahsedebiliriz. Ayrıca, döneminde

ortaya konulmuş objelerin orijinallerini bu tarihi yapıda görüyor

olmanın önemli olduğunu da düşünüyoruz.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


44

KEŞIF

Azerbaycan’a sanat ve

kültür keşfi

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Azerbaycan’ın çok eski tarihlere dayanan sanat

ve medeniyetini, geçmişten gelen izlerin günümüze

yansımasını, mimari görkemleriyle de

hayranlık uyandıran müze ve sanat merkezlerinde

keşfetmek mümkün.

Bunlardan ilki, Azerbaycan tarihinin farklı

dönemlerine ait maddi ve kültürel örneklerin

korunması ve tanıtılması açısından oldukça

önemli olan, yaklaşık 300.000 koleksiyonun

korunduğu Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi...

102 yaşında olan müzenin bulunduğu

bina, iş adamı ve hayırsever Hacı Zeynalabidin

Tağıyev’e ait olduğu için özellikle dikkat

çeken yapılardan biri. Ünlü milyoner ve ailesi,

yıllar boyunca bu üç katlı binada yaşamış.

Mimari yapısı ve eşsiz koleksiyonları ile dikkat

çeken bir diğer müze, Ulusal Güzel Sanatlar

Müzesi... Petrol bumu dönemine ait

iki ihtişamlı binadan oluşan bu müze yalnız

Azerbaycan değil, aynı zamanda Türkiye de

dahil olmak üzere diğer ülkelerden boyalı seramik,

bakır ve bronz oymalı eşyalardan antik

halı, mücevher ve Azerbaycan minyatür

ressamlarının eserlerine kadar 17.000’den fazla sanat eserini

kendinde barındırarak, iç tasarımı ile de dikkat çekiyor.

Azerbaycan denince akla gelen ilk şeylerden biri de halı

sanatı... Yerel ustaların eşsiz eserlerinin bulunduğu ilk yer

Halı Müzesi. Bakü Bulvarı’nda sarılmış bir halı şeklinde tasarlanmış

müze, ülkenin en büyük halı koleksiyonuna sahip

ve başkentin modern mimari cevheri. Ziyaretçiler, burada

bu sanatın yüzyıllar boyunca nasıl geliştiğini keşfederek,

Azerbaycan’ın yedi farklı bölgesinin halı dokuma okullarının

özellikleri hakkında bilgi edinebilirler.

Halı Müzesi’nden

birkaç dakika yürüme

mesafesinde

ise Uluslararası

Muğam Merkezi

yer alıyor. UNES-

CO’nun Somut

Olmayan Kültürel

Miras Listesi’ne

dahil edilmiş muğam

sanatının tanıtılması ve korunması amacıyla inşa edilmiş

bu sanat ve müzik merkezinde, sürekli olarak konserler

düzenlenmekte. Bunlardan biri de nisan ayının ortalarında

düzenlenecek olan “Muğam Akşamları”.

Seçkin mimar Zaha Hadid tarafından tasarlanan ve olağanüstü

dış görünümüyle dikkat çeken Haydar Aliyev Kültür

Merkezi de şehrin en önemli kültürel yapılarından biri. Burada

kalıcı sergi ve koleksiyonların yanı sıra dünyaca meşhur

birçok sanatçının dönemsel sergilerine denk gelirken, eski

model arabaların etkileyici koleksiyonunu da bulacaksınız.

Merkezde birçok konser ve etkinlik de organize edilmekte.

İlginç koleksiyonlardan konuşmuşken, modern ve çağdaş

sanatı da unutmayalım. Şehir merkezinde yer alan Modern

Sanat Müzesi’nde sergilenen koleksiyonlar, 20. yüzyılın

ikinci yarısından bu yana Azerbaycan’ın avangard sanatının

en iyi resim ve heykellerinden oluşuyor.

Diğer taraftan Yarat, Azerbaycan’da çağdaş sanatı geliştirmek

ve tanıtmak, Azerbaycan sanatını ülke dışında tanıtmak

için çalışan çağdaş bir sanat platformu olarak dikkatleri

çekiyor. Kuruluşundan bu yana birbirinden ilginç atölye

çalışmaları ve sergilere ev sahipliyi yapmış merkez yerel sanatçıları

bir araya getirerek, onların çalışmalarını desteklemek

ve tanıtmak için çeşitli sanat programları yürütmekte.


Pine Bay Holiday Resort

doğa, deniz ve sanatı buluşturan

bir tatil deneyimi sunuyor

45

ADVERTORIAL

Pine Bay Holiday Resort, misafirlerine sanatla iç

içe bir tatil deneyimi sunuyor. Otel koridorlarında

yerel ve uluslararası sanatçıların resim ve

seramik eserlerinin sergilendiği Pine Bay Holiday

Resort’ta, hem yetişkinler hem çocuklar için sanat çalışmaları

ve workshoplar yapılıyor. Sürdürülebilirlik konusuna

da oldukça önem veren işletmede, oteldeki kırık eşyalar ve

atıklar birer sanat eserine dönüştürülerek sergileniyor.

Mavi ile yeşilin birleştiği Türkiye’nin en güzel koylarından

birinde, uçsuz bir alanda kendisine ait bir sahil ve marinasıyla

muhteşem bir atmosfere ev sahipliği yapan Pine Bay

Holiday Resort, Kuşadası’nda kapılarını yeni sezon için açıyor.

Misafirlerin beklentilerinin ötesine geçen her şey dahil

konseptiyle 1993 yılında açılan Pine Bay Holiday Resort;

Sanat, Aile, Doğa ve Ev konforunun iç içe geçtiği “SADE”

anlayışıyla misafirlerine bu sezon da unutamayacakları anlar

yaşatmaya hazırlanıyor.

Misafirler kilin arkasındaki

büyülü dünyayla tanışıyor

Pine Bay Holiday Resort, misafirlerine sadece eşsiz bir tatil

deneyimi sunmuyor; sezon boyunca devam eden seramik

atölyesiyle yepyeni bir hobinin kapılarını da açıyor. Yetişkinler

ve çocuklar için düzenlenen seramik atölyesinde misafirler,

seramik parçalar yaratma sürecini öğrenerek kendi

seramik eserlerini oluşturuyor.

Atıklar sanat eserine dönüşüyor

Sürdürülebilirlik konusuna da oldukça önem veren işletmede,

oteldeki kırık eşyalar ve atıklar birer sanat eserine

dönüştürülüyor. Marinada yer alan upcycling sergisinde,

işlevselliğini yitirmiş boş pet ve cam şişeler, kullanılmayan

duş başlıkları, kırılmış porselen tabaklar ile denizde yaşam

anlatılıyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


46

ŞEHRIN YENILERI

Yazar

Emel Altay

Galata’nın kültürel mirasına

ve renklerine açılan alan:

POSTANE

Galata’da geçtiğimiz kasım ayında açılan Postane,

şehrin sosyal ve kültürel üretimlerine tüm kapsayıcılığıyla

ev sahipliği yapmayı misyon ediniyor.

Şehrin yenisi Postane’yi, mekânın kurucusu

ve direktörü Yaşar Adnan Adanalı’dan dinledik.

Postane Cafe (Fotoğraf: Emirkan Cörüt)

Şehircilik Uzmanı Yaşar Adnan Adanalı; kent kimliği ve hafızası,

sosyal adalet, kültürel çeşitlilik gibi konular üzerine

çalışan bir sosyal girişimci. Mekânda Adalet Derneği’nin

kurucularından olan Adanalı, Galata Postane’nin de kurucusu

ve direktörü. Postane binasının şimdiki kimliğinden

önce hangi amaçlarla kullanıldığını dinliyoruz kendisinden:

“Bina ilk olarak 1859’da mimar ve mühendis Joseph Nadin

tarafından İngiliz Postanesi olarak açılıyor. Bu hâliyle 1895

Yaşar Adnan Adanalı

yılına dek hizmet veriyor. 1905 yılında bir dönem okul

olarak kullanılıyor. Daha sonra çoğunlukla Musevi cemaatinden

insanların yaşadığı ve çalıştığı konut, ofis binaları

olarak değerlendiriliyor. 1990’lı yıllara gelindiğinde 20 yıl

kadar Türkiye’nin önemli görüntü yönetmenlerinden Kenan

Ormanlar’ın işlettiği, ‘Ken Movie’ adlı bir film malzemeleri

kiralama şirketi oluyor. Son üç yıldır da bizim burayı

yeniden fonksiyonlandıracağımız ‘Postane’ projesi başladı.

Restorasyon süreci sonrası 2021’in kasım ayında açıldık.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

“Kurumsal üyelerimizden komşularımıza

kapımız herkese açık”

Yaşar Adnan Adanalı, Postane’nin temelde bir sosyal girişim

olduğunu vurgularken; binanın “sosyal, çevresel, kentsel,

etik odaklı çalışan kişi ve kurumları kendi topluluğu içinde

farklı şekillerde barındırma” misyonuyla hareket ettiğinin

altını çiziyor. Postane’nin kullanım olanakları ise çok yönlü:

“Postane bünyesinde Mekânda Adalet Derneği, Ashoka

Vakfı, Teyit gibi kurumsal üyelerimiz var. Bu üyelerimiz,

ortak çalışma alanları, toplantı odaları, etkinlik alanlarıyla

gündelik olarak Postane’yi kullanıyorlar. Sivil toplum ve

sosyal girişimcilik dünyasından kurumlar, aktivistler de

kendi programları, projeleri için burayı kullanıyorlar. Çok

daha geniş bir yerden bakarsak; bulunduğumuz Galata bölgesinde

yaşayan komşularımız, kültür sanat alanında faaliyet

gösterenler, bölgedeki hastanelerde, okullarda, kamu

kurumlarında çalışan insanlar, öğrenciler, esnaf ve bu bölgeyi

gezmeye, keşfe gelmiş kişilere de Postane’nin kapıları

açık. Dolayısıyla, farklı topluluklarla ilişkilenebildiğimiz için

de bir yandan çok kapsayıcı bir yer burası.”

“Buranın temelinde kültürel kozmopolitliği

tektipleştirmeye karşı bir duruş var”

Postane’nin temelinde farklı ihtiyaçların bir araya gelmesi

olduğunu söyleyen Adanalı; şehrin kültür, sanat ve sivil ha-


Postane Dükkân (Fotoğraf: Tahir Akkurt)

yatına dair kapsayıcı ve zenginleştirici bir merkez olmayı hedeflediklerini

anlatıyor: “Postane’nin temelinde kentin sivil

hayatını zenginleştiren, alternatif kültür üretimine imkân

sağlayan, tamamen ticarileşmemiş ama kendi ayakları üzerinde

durabilecek kurumsal deneyimlere ihtiyaç olduğunun tarifi

var. Beyoğlu’nun ve kentin merkezindeki birçok yerin temsil

ettiği çeşitlilik, kültürel kozmopolitliğin olumsuz yönde dönüşümü,

tektipleşmesi ve buna karşı duyulan rahatsızlık var. Buranın

temelinde iyi hikâyeleri, insanlara iyi gelen deneyimleri

çok fazla deneyimleyemiyor olmak, kötü yönetilen bir kentsel

dönüşüme karşı iyi örnek olma çabası var. Birçok anlamda

ihtiyaçların belirlendiği ve bunlara yönelik alışılmışın biraz

dışına çıkan bir modelle çözüm üreten, bir yandan gündelik

hayata fazlasıyla dokunan, bir taraftan da daha uzun vadeli

kültürel programları kültürel aracılarla, sanatçılarla ilişkiler

kurarak gerçekleştirmeyi hedefleyen, bunu da özellikle sivil

toplumla ilişkiler üzerinden tanımlayan bir yer Postane.”

“Kapsayıcı ve onarıcı adalet perspektifiyle

kentsel mirası devam ettirdik”

Yaşar Adnan Adanalı, Postane’nin yeni kimliğini oluştururken

binanın eski hâllerinden biriken kentsel mirası korumaya

özen gösterdiklerini ifade ediyor: “Temel olarak içinde yaşadığımız

kentin ve bulunduğumuz mekânların kimliğini, tüm

kapsayıcılığı ve onarıcı adalet perspektifiyle ele almak gerektiğine

dair bir savunumuz var. Postane fikri ve projesi de esasen

uzun süredir devam eden kentsel mirasa yönelik farklı

düzeydeki aktivizmlerin üzerine inşa ediliyor. Biz mimarları,

kente dair fikir üretenleri, sosyal girişimcileri zaten bir araya

getiren bir yapıyız. İçimizde kentsel miras aktivistleri, restoratörler,

kent planlamacısı arkadaşlarımız var. Postane binasının

da doğal olarak tüm savunduğumuz değerleri taşıması

gerekiyordu. Binaya, postane yapısına dair bir arşiv araştırmasıyla

başladık. Şimdilerde CultureCIVIC: Kültür Sanat

Destek Programı katkılarıyla ‘Bir Binada Kozmopolit Kenti

Aramak’ adıyla bir araştırma ve etkinlik programı yapıyoruz.

Postane Teras

(Fotoğraf: Emirkan Cörüt)

Postane binasından yola çıkarak, Galata’nın tarihsel katmanlarını

araştırıyoruz. Kent Tarihçisi Murat Tülek ve Kent Arşivcisi

Liana Kuyumcuyan ile bu çalışmayı sürdürüyoruz.”

Her kat farklı amaçlara ve kullanımlara ayrılmış

Postane’nin kurucusu ve direktörü Adanalı ile yapının katları

arasında gezintiye çıkıyoruz: “Giriş katı davetkâr ve herkesi

içine alabilecek fonksiyonlara ayırdık. Girişte kafe var. Kafedeki

tüm ürünlerin tedariği, adil tedarik zinciriyle elde ediliyor.

Kafenin hemen yanında bir gıda dükkânımız var, yaklaşık

15 üreticiden doğrudan temasla tedarik ediliyor ürünler.

Kafede hiçbir büyük zincir gıda ürünü yok. Kahveden pirince

ürünlerin her birini yetiştiren çiftçileri ya da kooperatifleri

birebir tanıyoruz, iletişime geçiyoruz. Kafede su satılmıyor,

bunu sembolik olarak önemsiyoruz. Suyun içilebilir olmasını,

bunun bir hak olduğunu düşünüyoruz ve binadaki tüm suyu

arıtarak içilebilir hâle getiriyoruz. Atıksız olmaya çalışıyoruz;

pişen yemeklerin her bir parçası kullanılıyor, kullanılmayanlar

da terasta komposta dönüşüyor. Kafenin hemen yanında

‘Hikayesi Olan Şeyler’ dükkânımız var. Burada da sadece

sosyal girişimler ve kooperatiflerin tasarım ürünleri, yayınlar,

giysi, ekolojik yaşam ürünlerine yer veriyoruz.”

Teras hem manzarası hem de ekolojik faydasıyla

Postane’nin yıldızı

Birinci kata çıktığımızda bizleri bir stüdyo ve kütüphane karşılıyor.

Onun üstünde 3 bin kitaplık bir kütüphane var. Kütüphanede

daha çok kent, çevre, mimari, medya, demokrasi

konularındaki yayınlar bulunuyor. Kütüphanenin yanındaki

co-working alanında kurumsal sivil toplum aktörleri çalışıyor.

Postane’nin birimleri arasında çok amaçlı bir etkinlik salonu

da var. Bu salon, gündüzleri esnek üyelik modeliyle oldukça

ulaşılabilir fiyatlarla çalışma ve etkinlik alanı olarak kullanılıyor.

Teras ise hem Galata Kulesi ve semtin tarihi sokaklarına

açılan manzarası hem de ekolojik yönüyle Postane’nin yıldızlarından.

Her gün çok sayıda kişinin terasa çıktığını, manzarada

fotoğraf çektirdiğini söyleyen Adanalı, terasın kendileri

için asıl önemine değiniyor: “Terasta bir bahçemiz var. Bahçe

üzerine çok kafa yorduğumuz, yağmur suyunu hasat ettiğimiz,

kendi fidelerimizi yetiştirdiğimiz bir alan. Terasta yetiştirdiğimiz

ürünleri kafede kullanıyoruz.”

Kafede bir mural: “Büyümenin Bedeli”

Postane, kafe bölümündeki duvarı muralla renklendirmek için

sanatçılara “ekolojik restorasyon” temasıyla bir açık çağrı yapmış.

Çağrıyı, Ekin Kano’nun “Büyümenin Bedeli” adlı çalışması

kazanmış. Adanalı; “Kalıcı olması için duvardaki bu çalışmayı

binanın farklı bölümlerinde dijital işlerle sürdüreceğiz. Yeni

projelerle sanatçılarla sivil aktörler arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirmeye

devam etmek istiyoruz” diyor.

Eser: Ekin Kano (Fotoğraf: Tahir Akkurt)

47

ŞEHRIN YENILERI

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


48

KOLEKSIYONER

Yazar

Emel Altay

Can Elgiz:

Koleksiyonlar kültürel miras olarak

görülmeli ve halka açık olmalı

Türkiye’nin ilk çağdaş müzesi Elgiz Müzesi’nin kurucusu

Can Elgiz, aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen sanat koleksiyonerleri

arasında yer alıyor. Elgiz, koleksiyonunu kendi

sanat zevkine göre zenginleştirdiğini, eklektik bir yapıya

sahip olsa da gerektiğinde küratöryel bir sergi oluşturacak

kadar da derinlikli olduğunu söylüyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Elgiz Müzesi Kurucusu ve Sanat Koleksiyoneri

Can Elgiz; “Koleksiyonerlerde bir sanat eserine

sahip olup kendine saklama yerine, o esere kültürel

miras olarak bakıp, insanlarla paylaşma güdüsü

olması gerektiğini düşünürüm” diyor.

Koleksiyonerliğe başlama hikâyenizi

sizden dinleyebilir miyiz?

Sanata olan ilgim, ailemin sanata olan ilgisinin yanında

meslek olarak mimarlığı seçmemden ileri geliyor. Okulda

alanında çok donanımlı hocalardan güzel bir sanat eğitimi

aldık. Ailem ise koleksiyoner değildi ama sanatseverdi.


Koleksiyonerle sanatsever arasında fark olduğuna inanıyorum.

Koleksiyoner kendi sanat zevkine göre, ilgi duyduğu

dönem ve sanatçılara ait eserleri satın alma, toplama arzusu

duyar. Sanatsever ise evine sanat eseri asmak ve onu seyretmekten

zevk alır; onun sanat eseri alımı ya da satımıyla

ilgisi, kendi zevkiyle sınırlıdır. Ben kendimi ailemin aksine

koleksiyoner olarak tanımlıyorum. Tabii sanat sevgisi olan

bir koleksiyonerim. “Bir eser alayım, sonra fiyatı yükselince

satayım” diye düşünenlerden, sanatı ticaret hâline getirenlerden

değilim. Koleksiyonerlerde bir sanat eserine sahip

olup kendine saklama yerine, o esere kültürel miras olarak

bakıp, insanlarla paylaşma güdüsü olması gerektiğini düşünürüm

ve elimden geldiğince de bunu uygularım.

Sanat koleksiyonculuğuna bakışınızı belirleyen

unsurlar nelerdir? Koleksiyonunuzu genişletirken

nelerden ilham alırsınız?

Biz 1980’lerden bu yana mali şartlarımız müsaade ettikçe

sanat eseri almaya, koleksiyonumuzu genişletmeye gayret

gösteriyoruz. İlk olarak yerli sanatçıların eserleriyle başladık.

90’lardan itibaren sınırlarımızı genişletip, yabancı sanat

eserlerine de ilgi duyduk. Sanat, belli sınırlar çerçevesi

içinde kalmamalı. Sadece Türk sanatını değil, tüm dünyayı

izlemek, öğrenmek gerekiyor. Ben sık sık sanat fuarlarına

giderim. Fuarlarda yabancı koleksiyonerlerle tanışınca,

onlardaki koleksiyonlarını paylaşma arzusunu fark ettim.

Zaten sergilere koleksiyonlarından parçaları ödünç vermeleri

Türkiye’de de yerleşik bir durum. Sanat için biraz

daha fedakârlığı göze alanlar kendi müzelerini, galerilerini

açıyor. Sergileyecekleri bir galeri ya da müzeleri yoksa dahi

evlerini, ofislerini insanlara açarak, sahip oldukları sanat

eserlerini sergiliyorlar. Geçen hafta Milano’daydım, çok

güzel bir koleksiyoner evi ve koleksiyoner ofisi gezdim.

Bundan iki hafta önce de Madrid’deydim, orada da koleksiyoner

evi gezme şansı buldum. Koleksiyoner evleri ve

ofisleri gezmek, Türkiye’de özellikle 2000’lerden bu yana

biraz da olsa görülüyor.

Koleksiyonunuzdaki eserlerin niteliğiyle ilgili bilgi verir

misiniz? Nasıl bir yol izliyorsunuz eser satın alırken?

Öncelikle ben sanat tarihçisi değilim. Dolayısıyla da sanat

koleksiyonumu, sanat tarihi çizgisini takip ederek ya da arşivleme

merakıyla geliştirmiyorum. Gezebildiğimiz kadarıyla

fuarlar ya da galerilerden, beğendiğim ve bütçemin yettiği

eserleri almaya gayret gösteriyorum. Yani koleksiyonumun

sanat beğenilerim doğrultusunda geliştiğini söyleyebilirim.

Ben her ne kadar bir dönem, bir sanatçı ya da akım takibi

yapmasam da sahip olduğum eserlerden gerektiğinde küratöryel

sergiler çıkabiliyor. Koleksiyonumu eklektik olarak

tanımlayabilirim ama bu eklektik yapıdan değişik başlıklar

altında toplanmış birçok sergi çıkabilir.

Koleksiyonunuz yıllar içerisinde nasıl gelişti?

Koleksiyonunuzu eklektik olarak tanımlasanız da

bir sanatçının ya da dönemin kendiliğinden

öne çıktığı oluyor mu?

Belli sanatçılar var elbette öne çıkan. Örneğin biri Abdurahman

Öztoprak, diğeri de Nejad Devrim... Ancak söylediğim

gibi koleksiyonumda belli bir odakla ilerlemiyorum. Odaklanma,

bir plan dahilinde hareket etme, daha çok müze ve

sergi projelerimizde yer buluyor. Örneğin 2001’de, Proje4L’de

genç sanatçılar için bir sergi mekânı kurguladığımızda, yurt

dışında gördüğümüz örneklerden hareketle öncelikle koleksiyon

değil, galerilerde yer bulamayan genç sanatçıların işlerini

sergilemeye başladık. Sanatçı belli bir yere gelmeden

önce hiçbir galeri onun işlerini sergilemek istemiyor, satış

garantisi olsun istiyor çünkü. Dolayısıyla genç sanatçıların

da halka açık, kâr amacı gütmeyen kurumlarda sergilenmesi

lazım... 2001’de bu amaçla başladık. Birkaç sene sonra da Elgiz

Koleksiyonu’nu sergilemek üzere Elgiz Müzesi’ne dönüştürdük.

Bu sene 14. Teras Sergimizi yapacağız. Genç, henüz

isim yapmamış heykel sanatçılarının heykellerini sergilemeyi

önemsiyoruz. Bu sergiler sayesinde daha önce sanat eseri

almamış pek çok kişi eser satın almaya, koleksiyona başladı.

Türkiye’deki koleksiyonerliğe yönelik yerleşik algı

hakkında ne düşünüyorsunuz? Genelde yüksek gelir

grubunun klasik eserleri toplaması gibi bakılıyor

koleksiyonerliğe...

Türkiye’de koleksiyonerlik algısı, bu yüzyılın ortalarından

itibaren varlıklı sanatseverlerin klasik Türk sanat eserlerini

toplamasıyla başladı. Çağdaş sanat ise her ne kadar 60’lı,

70’li yıllarda da olmakla birlikte ülkemizde 2000’lerden

sonra popülerlik kazandı. Eski koleksiyonerlerin çoğu da artık

hayatta olmadığı için genç sanatseverler, koleksiyonerliğin

yerleşik algısını dönüştürmeye, genişletmeye başladılar.

Koleksiyonunuz Elgiz Müzesi’ni organik olarak besliyor.

Koleksiyonerlikle müzecilik arasındaki bağı nasıl

tanımlarsınız?

Özel müzeler olsun, devlet müzeleri olsun hepsi özel koleksiyonlardan

beslenir. Bir retrospektif ya da küratöryel

sergi yapılacağında koleksiyonerlere başvurulur. Bu da sanatın

halka buluşmasında önemli bir katkı... Bizim Arkas’la

yaptığımız proje Türkiye’de ilk kez yapıldı, yurt dışında da

örnekleri azdır. Arkas’ın klasik resim sanatının en güzel

örneklerinin yer aldığı “Doğa Bahçeler Düşler” sergisi Elgiz

Müzesi’nde, bizim çağdaş sanat koleksiyonumuzdan oluşan

“Mitler ve Hayaller” sergisi ise İzmir’deki Arkas Sanat

Galerisi’nde sergileniyor. İki sanat koleksiyonunun takası,

örneğine çok nadir rastlanan bir iş.. Arkas’taki sergi, Küratör

Billur Tansel tarafından seçilmiş eserlerin bir araya gelmesinden

oluşuyor. Bizdeki sergi ise Jean Luc Maeso’nun

kürasyonuyla oluşturuldu.

Son zamanlarda popülerleşen sanal müzayedecilik ya da

NFT koleksiyonerliği gibi konulara nasıl bakıyorsunuz?

İnternetten sergileme, sanal sergi kısmıyla başlayayım. Aslında

Instagram hesabımızdan yaptığımız paylaşımlarla bir

anlamda sanal sergi yaptığımızı düşünüyorum. Bir ara 3D

ile sergi mekânı içerisinde gezilebilecek bir uygulama da denedik

ama sonuçtan çok memnun kalmadık. Fiziksel geziyle

aynı etkiyi, tatmin duygusunu vermiyor. NFT konusunda

ise henüz bir şeylerin netleşmediğini düşünüyorum.

49

KOLEKSIYONER

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


50

MÜZAYEDE

Yazar

Emel Altay

Rahmi Çöğendez:

Orijinal sanat eseri,

7’den 70’e herkesin hakkı!

RC Müzayede Yöneticisi Rahmi Çöğendez, dünyada ilk olan “Çocuklar İçin

Müzayede” ile çocukların orijinal sanat eserleriyle buluşmalarını sağlıyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Rahmi Çöğendez, orijinal sanat eserlerine ulaşmanın

her insanın hakkı olduğunu savunan,

galeri yöneticiliği ve müzayedecilik alanındaki

başarılı kariyerini sosyal sorumluluk projeleriyle

iç içe yürüten biri. Çöğendez, şimdi de Yuliya Ergene ile birlikte

gerçekleştirdikleri “Çocuklara Özel Müzayede” etkinlikleriyle

çocuklara erken yaşta sanat sevgisi aşılıyor.

Sizi RC Müzayede, RC Art Gallery, Bilkent Sanat

Sokağı, Sessiz Müzayede gibi işlerinizin yanı sıra sosyal

sorumlulukla sanatı bir araya getiren projelerinizle

tanıyoruz. İlk olarak, sanatın zor zamanlardaki

iyileştirici gücünden başlamak isteriz.

Hepimizin deneyimlediği gibi dünyamız çok zor zamanlardan

geçiyor. Önce pandemi, şimdi Ukrayna’nın Rusya tarafından

işgali... Yol arkadaşım Yuliya Ergene Ukraynalı, çok sayıda Ukraynalı

sanatçı dostumuz var. Sağ olsunlar, her zaman sosyal

sorumluluk projelerimize destek verdiler. Biz de şimdi onlara

elimizden gelen desteği vermek için çabalıyoruz. Elbette bu

zor günlerde sanatın gücü ve sorumlulukları artıyor. Biz her

zaman sanatın iyileştirici yönünü öne çıkaran projeler yapmaya

gayret gösteriyoruz. Bu Soma maden faciasında da böyleydi,

doğal afetlerde de savaşlarda da devam etti. Her daim sanat

yoluyla yaraları sarmak için elimizden geleni yaptık. Elbette

bunun için sanatçı dostlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Sanatın

sosyal sorumluluk yönü tek taraflı olacak bir şey değil,

iki taraflı özveriyle gerçekleşecek bir durum. Sevgili Tamer Levent’in

“Sanata Evet” projesi vardır, biz bu mottoyu kullanıyoruz.

Dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için üstümüze düşen

etik sorumluluğu üstleniyor ve “Sanata Evet” diyoruz.

Bir mottonuz var; “Her duvar bir orijinali hak eder”.

Müzayedeciliğe, koleksiyonerliğe ülkemizde farklı bir

bakış vardır; ancak parayla elde edilebilecek, üst sınıfa

özgü bir değer gibi algılanır genelde. Mottonuz bu algıyı

yıkmaya çalışıyor diyebilir miyiz?

“Her duvar bir orijinali hak eder” mottosunun ilginç bir çıkış

hikâyesi vardır. 2008 yılında bir İtalya seyahatim sırasında,

şu an tüm dünyaca tanınan ressam ve heykeltıraş Alfred

Mirashi Milot ile tanıştım. Sokakta küçük boyutlu, suluboya

eserler yapıyordu. Bu resimler benim çok ilgimi çekti.

Tablolarda imza yoktu. Sanatçıdan imzalamasını rica ettim

ama o imzalamak istemedi. Ben de kendimi tanıttım, galeri


yönetmeni olduğumu ve eserleriyle profesyonel olarak ilgilendiğimi

söyleyince çok heyecanlandı. Beni kahve içmeye

bir kafeye davet etti. Görüşmeye geldiğinde son derece şık

giyinmişti ve elinde de işlerinin olduğu bir katalog vardı. O

an anladım ki görüştüğüm kişi, dünyada tanınmış bir heykeltıraş

ve ressammış. Böyle bir sanatçının sokakta resim

satmasına şaşırdım tabii. Sordum, sokakta sattığı resimlerle

geçimini sağladığını, böylece sanatsal üretiminde daha özgür

olduğunu söyledi. Çok hoşuma gitti bu bakış açısı. Ancak

Türkiye’de ünlü ressamların sokakta resim satmayacağının

da farkındaydım. Türkiye’ye dönünce Ressam Cüneyt

Süer ile konuştum bu konuyu. “Bizim ressamlarımız sokağa

inmeyi istemezler. Peki, onların eserlerini biz satsak?” dedim.

Cüneyt de hemen fikrimi özümsedi ve “Projenin ismi

‘Sizin için Sanat’ olsun, mottosuna da ‘Her duvar bir orijinali

hak eder’ diyelim” dedi. Böylece motto ortaya çıkmış oldu.

Şimdi de “Çocuklara Özel Müzayede” ile çocukları orijinal

sanat eserleriyle buluşturuyorsunuz. Bu projeyi özel kılan

bir diğer şey de dünyada ilk kez yapılıyor olması...

Evet, çocuklar için tasarlanmış bir müzayede, dünyada ilk

kez bizim tarafımızdan gerçekleştirildi. “Çocuklara Özel Müzayede”

fikri bana bir çocuktan ilhamla geldi. Sahibi olduğum

RC Gallery’de sergi gezen bir baba ve 6 yaşlarındaki kızı

ilgimi çekti. Baba kızına her eseri açıklıyor, kızı da ilgiyle dinliyordu.

Bu hoş manzarayı bir süre izledim, sonra kızın babasına

“Babacığım, resimler çok güzel ama yukarı bakmaktan

yoruldum” dediğini duydum. Bu, kafamda çocukların rahat

gezeceği bir sergi düzeni yaratma fikrini getirdi önce. Sonra

bu fikir gelişti ve çocukları sadece sergi ziyaretçisi olarak

değil, müzayede katılımcısı olarak görmenin, onları küçük

yaşlarda orijinal sanat eserlerine sahip olma hissiyle tanıştırmanın

heyecanına kapıldım. Böylelikle çalışmalara başladık.

İlk etkinliğimizi şubat ayı başında Akmerkez’de gerçekleştirdik.

Büyük ilgi gördü. 57 çocuk ebeveynleriyle birlikte katıldı

ve 36 çocuğumuz, toplamda 99 adet sanat eserinin sahibi

oldu. 5-6 Mart tarihlerinde yine Akmerkez’de müzayedemizin

ikincisini yaptık. 23-24 Nisan’da ise Anadolu yakasındaki

çocuklara da ulaşmak için Akasya AVM’de olacağız.

Projemizde her şeyden önce çocukların makul fiyatlarla

orijinal sanat eserleriyle buluşmasını amaçlıyoruz. Bu müzayedelerde

çocukların fiyatı fazla artırmasını mutlaka engelliyoruz.

Bir çocuğun fazla sayıda eser almasının da önüne

geçiyoruz, çünkü burada önemli olan sanat eseri sahipliğinden

öte sanatın değerini kavramak, sanat eseriyle gerçek

bir bağ kurabilmek... Ben ve Yuliya Ergene, eserleri mutlaka

çocukların anlayacağı, ilgilerini canlı tutabilecek şekilde tanıtıyoruz,

sanatçısı hakkında bilgiler veriyoruz. Çocukların

müzayededen bilgilenerek, sanata dair ufukları genişleyerek

ayrılmalarını çok önemsiyoruz.

Bir de “Sessiz Müzayede” var. Bu da Türkiye’de

pek örneğini görmediğimiz bir yenilik...

2018’de dünyada yaygın olarak yapılan Silent Auction’ı Türkiye’de

uygulamaya başladık. Benden önce 2017’de Raffi

Portakal yapmış Silent Auction’ı, ondan sonra da ben yaptım.

İlk uygulamayı ArtAnkara’da yaptık ve çok beğenildi.

Sonra RC Gallery’de yapmaya başladım. Devamında da sessizmuzayede.com’u

satın aldık. Bu süreçte pandemi başladı.

Biz de canlı müzayede yapamayınca, site üzerinden müzayede

yapmaya devam ettik. Şu an 5 bine kadar üyemiz var.

Şu aralar salonda düzenlediğimiz müzayedeye canlı yayınla

online katılım imkânı da sunuyoruz. Hem fiziksel katılıma

hem de internet üzerinden katılıma açık.

Son olarak, yakın dönem planlarınızı öğrenebilir miyiz?

İstanbul’da Akasya AVM’de 23-24 Nisan’da, tam da çocuk

bayramında “Çocuklara Özel Müzayede” yapacağız. İstanbul’da

ayda bir kez mutlaka bu müzayedeleri devam ettirmek

istiyoruz. Esas gayemiz, gerek “Çocuklara Özel Müzayede”

gerekse “7’den 70’e Müzayede” ile tüm Türkiye’yi dolaşmak,

halkın her kesimini sanatla buluşturmak. Bunun yanı sıra

yakında “Sanat Nerede?” adlı bir projeye başlayacağız. Dünyanın

farklı bölgelerinden sanatçıları ülkemizin çeşitli illerinde

ağırlayacak ve onlara workshoplar yaptıracağız.

Sanatçıların “Çocuklara Özel Müzayede”

hakkında görüşleri

Oyuncu-Yönetmen Tamer Levent: “İnsanlığın geleceği olan çocuklarımızın

‘yaşam sanatçıları’ olmaları için, onlara ulaşabilecekleri

çoklu disiplin mantığını tanıtmalıyız. Ezberci öğretim yerine bilgiyi

yaşamda uygulayacakları eğitim sanatını onlara sunmalıyız. Bu

müzayede, çağın çocuklarına bu değerlere ulaşabilme farkındalığı

yaratsın. SANATA EVET!”

Ressam Hikmet Çetinkaya: “Yaşamımızı anlamlı değerli kılan, sosyalleşmemizi

sağlayan hobilerimizdir. Ne var ki bu, çocuk yaşta kazanılması

gereken bir aktivitedir. Özellikle zarafet, kibarlık, incelik

gerektiren sanat eserleri müzayedesi ise an anlamlısı ve değerlisidir.

Çocuklarımıza böylesine önemli bir sanat koleksiyonculuğunu

erken yaşta sevdiren, ortamını hazırlayan RC Art Gallery & Müzayede’ye

ve ekibine, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.”

Tiyatro Sanatçısı-Ressam Gafur Uzuner: “Rahmi Çöğendez, bu

projeyle sevgili çocuklarımızın hayat ve sanatla ilgili geleceğine şahane

bir dokunuş yapıyor. Kutluyorum.”

51

MÜZAYEDE

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


52

RÖPORTAJ

Yazar

Arzu Yavuz - arzuyavuz2005@hotmail.com

İflah olmaz bir romantik, bir fotoğraf üstadı,

şair, yazar, müzik sevdalısı, sanat aşığı...

MERİH AKOĞUL

“Sanat yapıtlarına kuru, ölü, çerçeve içinde

cansız nesneler gibi bakmayalım. Onlar bizi alıp

bir yere götürür, enerjimizi yükseltir.”

Aradığımda plakları dinlemeye dalmış yakaladım

kendisini. Sesi biraz hüzünlüydü. Kim bilir

arşiv fotoğraflarında hangi dostlarını anıyor,

plakta ne çalıyordu... Uzatmadık sözü, büyüyü

bozmadan sözleştik. 2022’nin mart ayında, soğuk bir kış

günü Cihangir’in sıcak mekânı Novella’da buluştuk.

Merih Akoğul (Fotograf: Bülent Özgören)

Merih Akoğul’un ajandası hep doludur. Onu kâh bir caz

konserinde görürsünüz, kâh fotoğraf anlatırken... Ama

hep kültür ve sanata dair bir sahnededir. Pandemi öncesi,

benim de dinleyicisi olmaktan çok keyif aldığım Yapı Kredi

Kültür Sanat’taki fotoğraf sohbetleri ve Bomontiada’da bir

sergi hazırlığı vardı. Merak ettim ne değişti iki senede? Ve

bir İstanbul aşığıyla İstanbul’un kültür sanat haritasını konuşalım

istedim.

Nasıl başladı bu sanat aşkı? Kaç yılına gidelim?

Çocukluğumdan beri sanata ilgim vardı. Orhan Veli’nin şiirleri

içime işlediğinde 17 yaşındaydım. Sebebi ise, Müşfik Kenter’in

Bir Garip Orhan Veli’yi sahnede ustalıkla canlandırmasıydı.

Orhan Veli, bizim için Müşfik Kenter demekti. Böyle

olaylar insanın hayatında çok önemli. O yüzdendir ki, gençlere

sanatın bir biçimde ulaşması lazım. Belki gördüğü bir sergi,

izlediği bir konser, onun hayati bir seçim yapmasına neden

olacak, belki de gidip benim gibi Akademi’de okuyacaktır.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Şimdi hocalık yaptığım üniversitede okurken, İstanbul Devlet

Senfoni Orkestrası’nın tüm konserlerine giderdik. Klasik müzik

zevkim o günlerde oluştu. İstanbul Festivali’nde inanılmaz

etkinlikler olurdu. Fakat bütçemiz belirli, seçerek giderdik

tabi… Düşünsenize, bugün hayatta olmayan birçok önemli sanatçı;

Steps Ahead grubunun saksafoncusu Michael Brecker,

ünlü balet Rudolf Nureyev, flamenkonun efsane gitaristi Paco

da Lucia gibi dünya starlarını izleme ve fotoğraflarını çekme

şansım oldu. Müzik keyfini o günlerden bugünlere taşıdım.

Ben müzik insanıyım; yıllarca radyolarda kültür sanat ve müzik

programları yaptım, yazılar yazdım. Daha dün, TRT Radyo

3’e caz ağırlıklı iki müzik programı kaydı yaptık.

Özetle; fotoğraf, resim, müzik, şiir fark etmez, sanata gönül

vermek lazım. İnsan yaşamında bir noktaya geldikten sonra

ona payanda olacak şey, sanat ve onun oluşturduğu ortak kültürdür.

Kültür birbirimizi tanımak içindir, mesela burçlar gibidir;

hani “Nerelisin?” deriz ya, “Hangi okuldansın?” diye sorarız,

aynısı işte. Bizi yakınlaştırır sanat, birbirimize kenetler. Benim

sanat yolumda hep İstanbul vardı. Bu şehirde doğup büyüdüm.

Bakırköy ve Suadiye’de oturdum. Sonra Boğaz’a, İstinye’ye geldim.

Ben fotoğrafa başlamadan önce şiir yazardım. Son şiir kitabım

Ağustos’un atmosferi de hep İstanbul’dur. Şiir yazmak

için çok okumak lazım. Orhan Veli’yi ya da Yahya Kemal’i bilmeden

nasıl şiir yazarsın, İstanbul’u nasıl hissedebilirsin?


53

RÖPORTAJ

Bu şehrin festivalleri de sizi çok güzel gezdirir, sanatla

birleştirir. Bir sanat türünü tam olarak kavrayabilmek için

gidip onun içinde olmak gerekiyor. Bir konseri açık havada

canlı izlerken yanına gelen bir kedi, deniz kokusu, çamları

sallayan rüzgâr… Sahneden gelen enerjiyle sizi inanılmaz

besler, ilham verir, neler yazdırır bir düşünün. Onun için

kültür ve sanat, şehrin canlı cansız değerleriyle bir bütündür,

yaşayan bir organizmadır. Bizi ayakta tutacak bir güçtür,

payandadır. Su gibi, hava gibi... Ben sadece gittiğim

sanat etkinlikleri değil, masamdaki sanat dergilerimle, kitaplarımla,

plaklarımla, dolmakalemlerim ve defterlerimle

çok mutluyum.

İstanbul ne büyük sevgili… Muhteşem bir ev sahibi,

ideal bir eşlikçi... Pek çok dünya starını ağırlamış.

Pandemi bu buluşmaları biraz erteledi. Ama yine de

yılın kültür sanat haritasında heyecan verici açılışlar

var. Resim Heykel müzesi, İstanbul Modern Sanat

Müzesi gibi... Öte yandan İKSV, 50. yılını tüm yıla

yayılan etkinliklerle kutlamaya hazırlanıyor.

Heyecan verici doğrusu...

Evet, İstanbul sanat için çok önemli bir platform. Düşünün;

İstanbul Festivali, Türkiye’nin en eski festivali. Bu

sene itibarıyla İKSV ve festival (ilki 1973 yılındaydı) 50

yıllık bir geçmişe sahip oluyor. Sonra bu festivalin içinden

Müzik, Caz, Tiyatro, Sinema Festivalleri ve bienaller çıkıyor.

Harika bir Caz Festivalimiz var. Muhteşem değil mi?

İstanbul Bienali, dünyanın en önemli bienalleri arasında

yer alıyor, bu yıl 17’nci kez yapılacak. Hepsini izledim. İstanbul

Devlet Senfoni Orkestrası konserleri, Borusan Filarmoni,

CRR konserleri, ne kadar güzel programları var.

Bu yıl İstanbul Caz Festivali’ni 29’uncu kez heyecanla bekliyoruz.

Akbank Caz Festivali’nin muhteşem konserleri

oluyor. Yeniköy Caz Günleri’nin ikincisi var bu yıl. Samimi

mekânlarda harika konserler var yine. “Beyoğlu Kültür

Yolu” çok iyi bir proje ve en önemlisi de tasarımı dünyaca

ünlü mimar Renzo Piano’ya ait, sanatımızın yüz akı mekânı

İstanbul Modern bu yıl açılıyor.

Peki, biraz da bu yılki ajandanızı konuşalım mı?

Türkiye’nin en önemli kültür sanat merkezlerinden biri

olan Yapı Kredi ile 20 yıl boyunca fotoğraf sohbetleri yaptık.

Pandemi sebebiyle sekteye uğradı. Bomontiada’da Ara

Güler Müzesi’nde iki yıl önce sergi açıyordum, o da ertelendi.

Ama bir şeyi elimden alamadılar; son şiir kitabım

Ağustos’u yazdım bu dönemde. Orada benim yaşamımın

özeti var. Pek çok kurumla iş yaptım tabi bu arada. Şu an

semt kitabı olarak anılarımın ışığında Bakırköy ve Suadiye’yi

yazıyorum. Danışmanlıklarım da sürüyor. İFSAK’ta

sunumlarım oluyor ve İFSAK Blog’da sürekli yazıyorum.

23 Mayıs’ta Avusturya Kültür Ofisi’nde, Yeniköy Caz Günleri

kapsamında 80’li yıllarda çektiğim “Caz Fotoğrafları”

sergim açılacak. Haziran ayında İFOD’un çağrılısı olarak

İzmir’deyim. Durmak yok, yola devam...

Merih Akoğul hakkında...

1963 yılında İstanbul’da doğdu. M.S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi

Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Lisans) 1985, Marmara Üniversitesi

Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Yüksek Lisans)

2001 yılında bitirdi.

Farklı konularda yayımlanmış 15 kitabı bulunan Merih Akoğul,

Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde 30 fotoğraf sergisi açtı,

grup sergilerine katıldı. 11 serginin küratörlüğünü gerçekleştirdi.

Çeşitli özel kurumlarda eğitmenlik, sempozyumlar, özel radyolarda

kültür ve sanat programları, televizyon programlarında sanat

danışmanlığı, panel yönetimleri, sempozyumlar yaptı.

Edebiyat, fotoğraf kuramı, plastik sanatlar ve müzik üzerine yazıları

ve eleştirileri birçok gazete ve dergide yayınlanan Merih Akoğul,

2003 yılının yaz döneminde Avusturya Başbakanlık Sanat Dairesi

tarafından verilen bursla çalışmalarını Viyana’da sürdürdü. Çeşitli

müze ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunan Akoğul, 24 yıldır

Türkiye’nin önemli üniversitelerinde fotoğraf dersleri vermekte.

İstanbul Modern Müzesi Fotoğraf Bölümü Danışma Kurulu Üyesi

olan Merih Akoğul, aynı zamanda da Mimar Sinan Güzel Sanatlar

Üniversitesi’nde eğitmenliğini sürdürüyor. 2010 yılından

bu yana Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kitaplarının editörlüğünü

yapıyor.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


Yazar

Emel Altay

54

İnandığımız gibi yaşayalım,

yaşadığımıza inanalım

TIYATRO

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Kara Kabare topluluğu, 10 yıldır ‘armağan gişesi’ adını verdikleri

yöntemle biletsiz, aracısız seyircileriyle buluşuyor.

Nisan ayında başlayan yeni oyunları Zenhar’ın heyecanını

taşıyan toplulukla, ‘başka türlü bir tiyatro’ idealini nasıl

mümkün kıldıklarını konuştuk.

Kara Kabare hangi düşünceler üzerine inşa edildi?

10 yıl önce yola çıkışınızla bugün geldiğiniz yere

baktığınızda neler hissediyorsunuz?

Kara Kabare’nin temelini oluşturan ilkeleri; armağan ekonomisi,

hiyerarşisiz topluluk ve hiza olarak sıralayabiliriz. Hiza

ilkesi benim için çok kıymetli: Sahnede söylediğimiz sözle

oyunu seyirciyle buluşturma şeklimiz hizada olsun. Sahnede

seyircimizle paylaştığımız, özlediğimiz dünya ile bizim kendi

içimizdeki ilişkilenmemiz hizada olsun. Yani kısaca inandığımız

gibi yaşayalım, yaşadığımıza inanabilelim. Bu hiza her

katmanda geçerli... Mesela süreç içerisinde “armağan” yaklaşımı

sadece gişemizle ilgili olmaktan çıktı; topluluktaki insanların

armağanlarını verebilecekleri bir alan açmakla ilgili

hâle geldi, oyun metinlerimize işledi. Rol dağılımı yaparken

herkese “armağanına” göre bir rol yazılan, topluluk süreçlerimizin

sahneye taşındığı, kendimize has bir tiyatro anlayışı

oluşturmamızı sağladı. Şiddetsiz, hiyerarşisiz bir topluluk

oluşturup bunu sürdürebilme arayışı, bizi çember adabıyla

tanıştırdı ve gerek kendi içimizdeki işleyiş gerek sahne üzerine

getirdiklerimizin temeli hâline geldi.

Dört kişiyle kurulan Kara Kabare, bugün mimarların, dramaturgların,

öğrencilerin bulunduğu 20 kişilik bir topluluk

hâline geldi. Çoğu topluluk gibi bizim de gündemimizde,

topluluğun kime ne şekilde ne kadar açık olacağı, ne kadar

kapsayıcı ve dahil edici olmamız gerektiği, kendi içimizde

liderliği nasıl bölüşeceğimiz gibi gündemlerimiz var. Bir şeyi

deneyimlemeden, zihnimizden manifesto yazmak değil de

deneyimledikçe, içinden geçerken geliştirdiğimiz bakış açılarını

ilke olarak kabul etmeye kıymet veriyoruz.

Kara Kabare dışında örneğini görmediğimiz armağan

gişesi uygulamasından biraz bahseder misiniz? Kara

Kabare’nin oyunlarına gelmek isteyenleri “bilet alma”

sürecinde neler bekliyor?

Armağan ekonomisiyle ilk tanışmamız, sahne üzerindeki

sözümüzü, oyunu seyirciyle buluşturma yöntemimizle

hizalamak ihtiyacıyla oldu. Daha sonra bu konuda araştırmaya,

deneyler yapmaya devam ettikçe, tiyatronun işlevi

üzerine daha fazla düşünür olduk. Tiyatronun toplumu

dönüştürücü gücünün sadece seyirlik oyun yapmanın ötesinde,

seyircimizle yani bizim anlamlar dünyamızda “daha

büyük toplulukla” kurduğumuz bu ilişkilenme biçiminde

olduğunu keşfettik. Hayalini kurduğumuz, kalbimizde

mümkün olduğundan emin olduğumuz o güzel dünyayı

deneyimlemek için hiçbir şeyi beklemeye ihtiyacımız olmadığını

bulduk!

Oyunumuza gelmek isteyenler, internet sitemizde https://

karakabare.com/zenhar-rezervasyon/ adresinde bir form

bulacaklar. Burada hem oyunla ilgili bilgiler bulmak mümkün

hem de rezervasyon yaptırmak. Yer ayırtıldıktan sonra

bizim ricamız, bize vereceğiniz para armağanının miktarına

oyunumuzu izledikten, yani bizim armağanımızı aldıktan

sonra karar vermeniz. Oyunumuzu izledikten sonra kendi

kalbinize bakmanız, sizi dengelenmiş hissettirecek bir

miktarı armağan sepetinize atmanız. Bize alan açan Tiyatro

dell’Arte sahnesini de gözeterek bir 75-350 lira arası bir yelpazede

kendimizi dengelenmiş hissedeceğimiz bilgisini de

paylaşıyoruz.

Ajandanızda şu günlerde neler yer alıyor? Seyirciyle

buluşma takviminizi öğrenebilir miyiz?

Yeni oyunumuz Zenhar, 10 kişilik oyuncu kadrosuyla nisan

ayı itibariyle her pazartesi 20.30’da Kadıköy’deki Tiyatro

dell’Arte izlenmeye başlandı. İnteraktif değil, katılımcı bir

tiyatro biçimi. Yani seyircimizden bizim söylediklerimize

zekice cevaplar bulmasını beklemiyoruz ama seyircimizi bizimle

birlikte nefes almaya, dans etmeye ve şarkı söylemeye

davet ediyoruz. Aynı zamanda bu oyun bir “tören” araştırması;

sadece tek bir oyun olarak değil, tüm yıla yayılan bir

törenler silsilesi olarak tasarlandı. Yani gündönümlerinde,

ekinokslarda, yeniay ve dolunaylarda seyircimizle birlikte

“çemberleyeceğiz!”. Instagram hesabımızdan (@karakabare)

ve internet sitemizden (www.karakabare.com) gelişmeler

takip edilebilir.


55

SINEMA

Yazar

Emel Altay

Deniz Tortum:

Niye şaşırmayacağım bir şey yapayım ki?

Belgeselleri ve sanal gerçeklikle

ilgili kısa filmleriyle

tanınan Yönetmen

Deniz Tortum, iç dünyasını

paylaşmak için değil, şaşırmak

için sinema yaptığını söylüyor. En

son “Maddenin Halleri” adlı belgeseliyle

dikkatleri üzerinde toplayan

Tortum, film festivalinde “Our Ark”

adlı kısa filmiyle, yakın zamanda da

Reha Erdem’li iki projeyle karşımıza

çıkmaya hazırlanıyor.

Maddenin Halleri’ni tasarlarken odağınızda hangi

fikirler vardı? Cerrahpaşa Hastanesi’nin yıkılacak

olmasından hareketle mekâna dair bir bellek oluşturmak,

çocuklukta anne babanızdan dinlediğiniz meslek

hikâyeleri üzerinden çocukluk anılarını canlandırmak?

Pek çok duygu ve düşünce aynı anda vardı aslında. Bu duygu

çokluğu ve muğlaklığı, filmi yaptıkça daha bütünlüklü

bir hâle geldi ve filmin temelini oluşturan bir aynıandalığa

ve çoğulluğa dönüştü. Film fikrinin ilk başladığı yer; hastanedeki

dedikodular, şakalar, eğlencelerdi. Bu kadar ağır bir

meslek yaparken insanların neşelerini nasıl koruduklarıyla

ilgili bir film yapmak istemiştim. Ailem sayesinde hastanelerin

iç yüzünü görme şansım oluyordu. Hekimlik mesleğinin

kapalı kapılar ardındaki hâline, özellikle mizahına, hayata

bu kadar sıkı sıkıya bağlı oluşuna bakmak vardı aklımda.

Aynı zamanda da hayat bilinmez bir şey; tıbbi cihazlar, ilaçlar,

bedenler, kediler, binalar birbirine nasıl eklemleniyor,

bunlarla ilgili bir film olsun istiyordum.

Belgesel kadar sanal gerçeklikle de ilgilisiniz. Bu iki

hikâye anlatma formu sizin sinemanızda nasıl bir araya

geliyor, size hangi imkânları açıyor?

Aslında ilgilendiğim şey, gerçekliği hammadde olarak kullanarak

film üretme hâli. Belgesel yönü buradan geliyor. Belki

çoğumuzun alışık olduğu anlamda belgesel değil, gerçeğin

sanatı diyebiliriz belki. Sanal gerçeklik benim için daha büyük

bir bütünün parçası. Teknolojiyle ve teknolojinin hayatımızı

ve bu dünyayı açıklama şeklimizi nasıl değiştirdiğiyle

ilgileniyorum; teknolojinin düşünsel, felsefik sonuçlarıyla.

Mesela, sanal gerçeklik ve benzer simülasyon teknolojileri,

bizim gerçeklik dediğimiz şeyleri nasıl değiştiriyor? İstanbul

Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini gerçekleştirecek

“Our Ark”, bu sorularla ilgilenen bir film. Hem bir belgesel

hem de bir yandan spekülatif bir tarih okuması, gerçek-kurgu

arası bir teori.

Filmlerinizin çekim süreçlerinde doğaçlamaya,

anın getirdiklerine açık olduğunuzu söylüyorsunuz.

Senaryo sizin için ne kadar bağlayıcı? Ve çekim anında

sizi en çok etkisi altına alan şeyler nelerdir?

Merak çok önemli benim için. Yaptığım işe merakımı ve

hayretimi kaybedersem, o zaman yapmayayım. Niye şaşırmayacağım

bir şey yapayım ki? İç dünyamı paylaşmak için

sanat yapma isteğim çok yok. Kafam da pek öyle çalışmıyor.

Benimki daha ziyade dünyayla girdiğim ilişki ve ortaklık

sonucunda ortaya neler çıkacağı ile ilgili; onun hayreti, şaşkınlığı,

bir keşfin peşinde gitme isteği. Hayatı en iyi şekilde

yaşamamızı sağlayacak işleri nasıl üretiriz? Üretirken hayatımızı

değiştirecek işler... Öyle filmler yapalım ki güzel bir

hayat yaşayalım. Yaşamak sanatın kendisi olsun, yaşamı güzelleştirici

üretim şekilleri peşinde koşalım. Böyle bir soru

var aklımda genelde.

Şu aralar neler üzerine çalışıyorsunuz? Yakın zamanda

seyirciyle buluşacak projeleriniz var mı?

Pek çok proje var aslında. Seyirciyle ilk buluşacak olan, Kathryn

Hamilton ile beraber yaptığımız kısa film “Our Ark”.

Dünyanın dijital olarak yedeğini çıkarma çabalarımızla ilgili

bir film. Metaverse ile simülasyonlarla, gerçeğin ne olduğunu

biraz şaşırmış olmamızla ilgili bir film. Yapımcılığını Fırat

Sezgin ve Ecegül Bayram, kurgusunu Sercan Sezgin, müziğini

Alican Çamcı yaptı. Bu röportajı yazarken Reha Erdem’in

“Neandria” filminin setindeyim, burada yardımcı yönetmen

olarak çalışıyorum. Aynı zamanda Reha Erdem’le beraber iki

ortak yönetmen olarak “Flux” diye bir film üstüne çalışıyoruz.

Bir kısmını çektik; gerisini önümüzdeki aylarda, belki

yıllarda çekeceğiz. Bir yandan Boğaz Köprüsü’nün inşaatı sırasında,

70’lerin başında geçen bir film üzerine çalışıyorum.

Bir de yıllardır istediğim bir şey, korku filmi çekmek.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07



Yazar

Emel Altay

Arter Yayınları,

sanatın belleğini tutuyor ve

pratiğini belgeliyor

Türkiye’nin önemli sanat kurumlarından Arter,

sanat kitapları yayıncılığında da nitelikli işlere

imza atıyor. Arter Yayınlar ve İçerik Koordinatörü

Süreyyya Evren ile yayın politikalarını ve

yakın dönem projelerini konuştuk.

Süreyyya Evren; “Arter’in bugüne

dek süren pratiğinde doğrudan

yeni sanat eserlerinin

üretilmesine verilen sürekli

desteğe, sanata dair düşünce

üretimini yeni metinlerin

doğmasını teşvik ederek desteklemek

eşlik ediyor. Sanata

dair bilginin nasıl yapıldığını

önemseyerek bellek tutmak,

bu süreçte ortaya konan çalışmaların

titizlikle belgelenmesi

ve nesne olarak kitabı önemseyen

özgün grafik tasarımlarla

cisimleşmesi esas” diyor.

Sanatın hangi alanlarına yönelik kitaplar

basıyorsunuz daha çok?

Arter öncelikle bünyesinde gerçekleşen sergilere eşlik eden,

Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayınlar üretiyor.

Gerek kişisel sergiler için gerekse grup sergileri için kitaplar

hazırlamanın yanı sıra Arter Yayınları’nın bir misyonu

da 1.400 eseri bulan Arter Koleksiyonu’nu işlemenin özel

formlarını önererek, okurun hem tüm koleksiyonla ve sergilerle

hem de tek tek eserlerle olabildiğince çok yönlü, ucu

açık ilişkiler kurabilmesine zemin hazırlayan, bakış açısını

genişletici katkılar sunan kitaplar ortaya koymak. Bu çerçevede

başlattığımız dizilerden Arter Koleksiyonu’na dayanan

sergilerdeki küratoryal düşünüşün izlerini, bir serginin hazırlanmasının

metinsel serüvenini veren “Arter Arka Plan”

adlı yayın dizisi, dördüncü cildine ulaşmak üzere. Emre Baykal

ile Eda Berkmen küratörlüğünde

hazırlanan “Saat Kaç?”,

Selen Ansen küratörlüğünde

hazırlanan “Kelimeler Pek Gereksiz”

ve Kevser Güler küratörlüğünde

hazırlanan “Gökcisimleri

Üzerine” sergileri için

bir araya getirilen ilk üç cilt

yayımlandı. Selen Ansen küratörlüğünde

gerçekleşen “Locus

Solus” sergisi için hazırlanan

yayın, serinin dördüncü kitabı

olacak. Kitabı kendi başına bir

mecra olarak alan, özgün birer metinler ve görseller düzenlemesi sunan

yeni üretimleri kaynaklarla birleştiren, tasarımlarını Emre Çıkınoğlu’nun

üstlendiği seçkiler bunlar.

Arter Yayınları ayrıca “Arter Araştırma Programı” çerçevesinde çağdaş sanat

alanında çalışan kültür üreticileriyle birlikte yürüttüğü çalışmaları, İz

Öztat ile Merve Ünsal’ın hazırladığı iki kitapla belgeledi. Okay Karadayılar

ve Ali Taptık (Onagöre) tarafından tasarlanan “Re: [aap_2019]” başlıklı ve

Umut Altıntaş tarafından tasarlanan “Re: [aap_2020]” başlıklı yayınlar,

Arter Araştırma Programı’nın süreç odaklı ve kendiliğinden örgütlenmeyi

önemseyen yaklaşımını yansıtıyor. Arter, 10. yılını kutlarken tüm dönemlerini

ve faaliyetlerini kapsayan, İlkay Baliç ve Melih Fereli tarafından hazırlanan

ve tasarımını Bülent Erkmen’in üstlendiği “Arter: Sanat İçin Alan

Yaratmak” başlıklı kitapla da kurumun yola çıkışına ve hikâyesine yakından

bir bakış sundu.

Basılı kitapların yanında e-kitap ve e-metinler de sunuyorsunuz

okurlara. Elektronik ortamda yakında yeni bir eser gelecek mi?

Evet, Arter Yayınları’nın 67. kitabı ise ilk kez bir elektronik kitap oldu. Claudia

Mesch’in “Joseph Beuys” adlı kitabı; Beuys’un (1921-1986) hayatı, sanatı

ve performanslarına odaklanıyor. Çağdaş sanat tarihinden kritik isimleri,

biyografileri ve kendi yazdıkları metinlerle Türk okura ücretsiz indirilebilir

e-kitaplar formunda daha yakından tanıtmayı hedefleyen bu dizi, Hans Haacke’nin

yazılarını bir araya getiren bir ciltle sürecek.

“Arter Yakın Plan” dizisi, her kitapta Arter Koleksiyonu’nda yer alan

tek bir esere odaklanıyor. Canan Tolon’un “Hasar” adlı eserine yakından

bakan kitap, bu ay çıktı. Biraz bu diziden ve kitaptan bahsedebilir misiniz?

Evet, her kitapta Arter Koleksiyonu’ndan tek bir esere odaklanmaya dayanan

“Arter Yakın Plan” dizisi de dördüncü kitaba varmak üzere. Sarkis’in

“Çaylak Sokak” işi üzerine Arter’in başküratörü Emre Baykal’ın kaleme aldığı

kitapla başlayan dizi, Melih Fereli’nin imzasını taşıyan David Tudor ve

Composers Inside Electronics, Inc. (John Driscoll ve Phil Edelstein): Yağmur

Ormanı V (varyasyon 3)’ün ardından, Erdem Ceylan tarafından yazılan

ve Canan Tolon’un “Hasar” (1988–2010) isimli yapıtına derinlemesine

bir bakış sunan üçüncü cilde ulaştı. Bill Fontana’nın “İo’nun Yeni Sesi” adlı

işini masaya yatıran dördüncü cilt, Melih Fereli tarafından hazırlanıyor.

Tasarımlarını Esen Karol’un üstlendiği bu dizideki yayınların sayısı arttıkça,

tek bir esere yoğunlaşmanın ne çok farklı yolu olabileceğini keşfetmek

için daha fazla imkânımız olacak.

Yazının tamamını web sitemizden okuyabilirsiniz.

57

SANAT KITAPLARI YAYINLARI

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


58

KONSER SALONU

Yazar

Emel Altay

CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan:

CRR bir kültür mabedi ve

okul olarak algılansın isteriz

“Burada sadece Batı müzikleri değil; Rum, Sefarad, Pers, Afrika, Kelt, Uzak Doğu

ve daha da sayabileceğimiz pek çok coğrafyadan müziğin konserleri oluyor.

Kozmopolit İstanbul’un tüm değerlerini sahneye taşıyacak işler yapıyoruz.

CRR’nin sahnesi herkese açık.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nun yeni

dönemini, kurumun Genel Sanat Yönetmeni

Murat Cem Orhan ile konuştuk. Ocak ayında

göreve gelen Besteci ve Orkestra Şefi Murat Cem

Orhan, CRR’yi sadece bir konser salonu olarak değil, bir kültür

mabedi ve eğitim kurumu olarak yeniden tasarladıklarını

söyledi.

Göreve başlayalı çok kısa bir süre oldu. Sizinle birlikte

CRR’de neler değişti, ne gibi yenilikler bekliyor

sanatseverleri?

Getirdiğimiz ilk büyük yenilik, günleri parsellemek oldu.

Konservatuar yıllarından beri düşünür dururum; İstanbul

gibi bir metropolde cumartesi akşamları nasıl olur da klasik

müzik konseri olmaz? Hayatımın üç yılını New York’ta

geçirdim, uzun yıllar Paris’e gittim geldim, Venedik’te konservatuar

okudum; büyük şehirlerde cumartesi günü nasıl

programlar olur biliyorum. Bu sebeple CRR’deki tüm senfoni

müziği konserlerini cumartesi gününe almak, verdiğim

ilk karar oldu.

Ayın iki haftasında CRR Senfoni Orkestrası konseri veriyoruz,

kalan iki haftada da klasik müzik ansamble konserleri

oluyor. Cuma günlerini de caza ve dünya müziğine ayırdık.

Perşembe günlerini tüm bunların kurulumu için boş bıraktık.

Çarşamba genelde oda müzik grupları, salı günleri de

Türk müziği olacak şekilde programı yeniledik. Pazar günleri

sabahları çocuklara ayırdık. Çocuklara özel program seçmek

zordur. Üç çocuk müzikali bestelemiş biri olarak çocukların

klasik müzikle tanışmasını çok önemsiyorum. Çocuk yaşta

müzik zevkini edinmek çok değerli... Bizim sadece süper müzisyenlere

değil, süper dinleyicilere de ihtiyacımız var. Pazar

akşamlarını da gençlere ayırdık. Gençlerimiz öyle harikalar ki,

pazar akşamı 7’de başlayan konserler tıklım tıklım doluyor.


Robben Ford ve Bill Evans

Günlere ayırma meselesi, insanlarda bir aidiyet oluşturdu.

Artık insanlar günlerini planlarken CRR’yi de ekleyebiliyorlar,

çünkü hangi gün nasıl bir müzik var biliyorlar. Bilet satışlarında

da bu ilgiyi hemen gördük.

Fiyatlarınız da özellikle günümüz şartlarını düşünürsek

oldukça bütçe dostu...

Bilet fiyatlarını İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) belirliyor.

Bana göre de son derece şapka çıkartılacak bir fiyat

politikasına sahibiz. Bizim ülkemizdeki ekonomik koşullara

baktığımızda burası kâr amacı güden bir yer olsaydı,

programımızda yer verdiğimiz dünya çapındaki sanatçıların

konser biletlerini 600-700 TL’den aşağı satmamız mümkün

olmazdı. Şunu mutlaka belirtmek istiyorum; bizi tamamen

özgür bırakan, her zaman destekleyen, her durumda sanatı

ve sanatçıyı öne koyan muazzam bir Daire Başkanımız var.

Sayın Figen Ayhan Karakelle’ye çok şey borçluyuz ve teşekkürlerimizi

sunuyoruz.

ricamızı kabul ediyor. Bugüne kadar 10 sanatçı, 10 öğrencimizle

çalıştı. Ve bu sanatçılar, dünyanın alanında en iyileri,

buna ‘Ustalık Sınıfı Çalışmaları’ diyoruz.

‘Konser Öncesi’ adında bir etkinliğimiz var. Orada Müzikolog

Ersin Antep, o gün çalınacak besteci ve eserler hakkında

bilgiler veriyor. Bu da klasik müziğe karşı bilinci artırıyor.

Bir şeyi tanıdıkça, ona olan sevgimiz de artar. Bunun yanı

sıra müziğin diğer disiplinlerle olan etkileşimini konuştuğumuz

‘Girişte Solda’ etkinliklerimiz var. Onu da Ersin Antep

hazırlıyor.

Üçüncü misyonunuz ise anlamlı olmak...

Burada kast edilen nedir?

Programlarımız gelişigüzel seçilmiş konserlerden oluşmuyor;

hepsinin içi dolu, yan anlamlarla, tarihsel süreçlerle,

göndermelerle zenginleştirilmiş seçimler. Her birinin mutlaka

bir hikâyesi ve alt metni var. Burada konser dinleyen

insanlar evlerine ruh dünyaları zenginleşerek, düşünerek

gitsinler istiyoruz. CRR onlara dokunsun, burada geçirdiği

saatler hayatlarına mutlaka bir şey katsın, dinledikleri akıllarında

ve kalplerinde yer etsin istiyoruz.

Yakın zamanda İstanbullu sanatseverleri neler bekliyor?

“Mutlaka kaçırmayın” dedikleriniz mesela?

Konser programından önce projelerimizden bahsetmek isterim.

2 Nisan’da CRR Senfoni Orkestrası’yla Türk flüt konçertolarını

çalıp kaydettik. Yakında bu kaydın CD’si çıkacak.

Son derece önemsediğimiz bir projemiz var; CRR kendi

prodüksiyonlarını yapmaya başlayacak. Astor Piazzola’nın

“María de Buenos Aires” adlı tango operası ile temmuz

ayında Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda başlıyoruz. Aralık

sonuna kadar beş temsil yapmayı amaçlıyoruz. Gelen ilgiye

göre devam edebilir ve yenilerini ekleyebiliriz.

59

KONSER SALONU

CRR’nin sadece bir konser mekânı olmadığını

vurguluyorsunuz ve “Her projemizin bir hikâyesi olsun

istiyoruz” diyorsunuz. CRR’yi konser mekânı olmaktan

öteye taşıyan unsurları bizlerle paylaşır mısınız?

CRR sadece bir konser salonu değil, aynı zamanda bir kültür

mabedi olacak. CRR’nin üstlendiği üç temel sorumluluk var;

duyarlı, anlamlı ve bilgilendirici olacağız. Duyarlı olmaktan

kastımız şu; İstanbul’un, Türkiye’nin ve dünyanın tüm

renklerine açık ve duyarlıyız. Burada sadece Batı müzikleri

değil; Rum, Sefarad, Pers, Afrika, Kelt, Uzak Doğu ve daha

da sayabileceğimiz pek çok coğrafyadan müziğin konserleri

oluyor. Kozmopolit İstanbul’un tüm değerlerini sahneye taşıyacak

işler yapıyoruz. CRR’nin sahnesi herkese açık.

Bilgilendirici olmak, bir diğer misyonunuz. CRR’nin

aynı zamanda bir eğitim yuvası olmasını çok

önemsiyorsunuz...

Kesinlikle... Ben konservatuarda okurken CRR bir eğitim

kurumuydu. Biz burada konserleri izlerdik, sahneye çıkardık,

müzisyenlerle tanışırdık. Biz müzisyenler performans

işi yapıyoruz. Öğrendiklerimizi sahnede sınamak zorundayız,

ancak öyle ilerleyebiliriz. CRR’nin geleceğin müzisyenleri

için bir okul olduğuna inanıyoruz ve bu inançla

projelerimizi hayata geçiriyoruz. Bir müzisyen topluluğunu

konsere davet ettiğimizde, ondan konservatuarlı bir gencimize

1 saat ücretsiz masterclass vermesini rica ediyoruz.

Bu muazzam bir fırsat. Sağ olsunlar, bütün sanatçılar da

Etkinlik önerilerine gelince, ayrım yapması gerçekten çok

zor... İlk aklıma gelen önerileri sıralayayım; 8 Nisan’daki

Dean Brown, Victor Wooten, Denis Chambers, Bob Franceschini

konseri kaçırılmamalı. 13-18 Nisan’da Uluslararası

Barok Festivali olacak. Buna özel çok farklı bir konser düzeni

hazırlıyoruz, yakında duyuracağız. 5 Mayıs’ta “Marco Socias

CRR Senfoni Orkestrası - Denize Sevgi ve Kahramanlar

Anısına” konseri de özel anlamıyla müzikseverlerin mutlaka

izlemesi gereken bir konser olacak. 14 Mayıs’ta Ildebrando

D’Arcangelo konseri kesinlikle muazzam olacak. 29 Mayıs’ta

dünyanın en sevilen caz solistlerinden Stacey Kent’i

ağırlıyoruz. Ve daha sayısız özel an, müzikseverleri bekliyor.

Söylediğim gibi, seçim yapmak çok zor, imkânı olanları tüm

etkinliklerimize bekliyoruz.

“CRR’den sadece konser izleyip çıkmıyorsunuz”

“CRR’de saat 20.00’deki konsere 5 dakika kala gelip, 21.30’da gitmiyorsunuz.

Buraya akşam 4’te geliyorsunuz. 6’da çıkıp, yemek yiyorsunuz.

19.15’te konser öncesi programı ile bilgileniyorsunuz,

sonra konsere giriyorsunuz. Ne güzel bir gün, burası sizlere müzikle

dopdolu bir cumartesi vaat ediyor. Burada iyi konser yapmak

demek, bu salonun sadece bir yönünü kullanmak demektir. Cemal

Reşit Rey ve onun gibi değerli isimleri onurlandırmalıyız. Eğitim

ve bilgilendirme odaklı programlarımızın gayelerinden biri bu.”

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07


Yazar

Emel Altay

60

KLASIK MÜZIK

Nisan Ak:

Orkestra şefliği zor ama

ruhuma tam oturan bir meslek

“Dünyada kadın orkestra şefi oranı hâlâ yüzde 8. Bu oran 50’ye ulaşana dek

kadın vurgusunu yapacağız. Kadınlar statü elde etse de o statüde konfora

kavuşamadılar henüz. Hâlâ sembolik veriliyor o görevler.”

2013 yılından beri ABD’de yaşıyorsunuz. Orada önce

master, sonra da doktoranızı bitirdiniz ve çalışmaya

başladınız. Müzik yolculuğunuza geçmeden önce

yaşadığınız Güney Karolina’da günleriniz nasıl geçiyor?

Bugünlerde göçmenlik sıkıntıları çekiyorum. Amerika’da vizeyle

çalışıyor ve yaşıyorum. Bunun için de belirli sürelerde

vizemi yeniletmem gerekiyor. Kazandığın bütçenin büyük

bir gelirinin bir yerden gelmesini istiyorlar, kriterlerden biri

bu. O yer değişirse tekrar başvurman gerekiyor ama bizim

çalışma tarzımıza uygun değil bu. Vize değişimi sürecinde

ülkeden çıkmak da yasak... Hâliyle bu dönemlerde Avrupa’daki

bütün konserlerimi iptal etmek zorunda kalıyorum.

Göçmen sanatçı olmak gerçekten büyük sıkıntılar yaratıyor.

Vize zorlukları zaten bir mesele olarak hep var. Türkiye gibi

kırılgan coğrafyalardan birinin vatandaşı iseniz, mesleğinize

dönük belli bir denge tutturmak çok zor oluyor. Sosyal

sınıf da önemli bir yandan... Ben içinden geldiğim sosyal sınıfla,

ailemin ekonomik gücüyle, pasaportumun kırılganlığıyla,

genç, kadın ve göçmen kimliklerimle bir bütün olarak

görülmek isterim.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07

Fotoğraf: Savannah Bockus

Müzik kariyerini ABD’de sürdüren Orkestra

Şefi Nisan Ak ile göçmen sanatçı olmanın

zorluklarından klasik müziğin hâlâ yıkılamayan

‘beyaz, kalantor erkek’ imajına, sosyal

medyadaki ününden hayalindeki konsere dek uzanan

samimi bir röportaj gerçekleştirdik.

Nisan Ak, henüz 23 yaşında eğitim için gittiği Güney Karolina’da

artık üniversitelerde ders veren bir hoca ve talep

gören orkestra şefi. Aynı anda Bruch Oda Orkestrası Müzik

Direktörlüğü ve Aiken Oda Orkestrası Ortak Şefliğini yürüten

Ak, mesleğiyle ilgili duygularını şu sözlerle anlatıyor:

“Müziği yönetmek çok zor iş ama bana tam uyuyor. Vizyonunu

birilerine aktarmak, insanlarla paylaşmak, geri bildirim

almak, önceden bir şeyleri tasarlayıp organize etmek,

parçaları bir araya getirmek, benim orkestra şefliğine dair

en sevdiğim noktalar.”

Göçmenlik sıkıntılarına rağmen oldukça aktif ve

üretkensiniz...

Boş durduğu zaman sıkılan insanlardanım. Doktoramı bi-

Fotoğraf: Savannah Bockus


tirdikten sonra eğitmen olarak biri tam zamanlı, diğeri yarı

zamanlı olmak üzere iki okulda çalışmaya başladım. Aiken

Senfoni Orkestrası’nda Ortak Şef (Associate Conductor),

Bruch Oda Orkestrası’nda Müzik Direktörüyüm.

Şubat ayında Arpist Beste Toparlak ile “Händel Si Bemol

Arp Konçertosu” albümünüz çıktı. Biraz albümden,

biraz da bu alışılmadık ilginin size hissettirdiklerinden

bahseder misiniz?

Beste ile neredeyse 10 yıl önce bir müzik festivalinde tanışmıştık.

Kendisi iki yıl önce Colombia’ya taşındı, birlikte bir

proje yapma ihtimalimiz doğdu ve bu albüm ortaya çıktı.

Albümü direktörü olduğum Bruch Oda Orkestrası eşliğinde

hazırladık, solistimiz de Arp Sanatçısı Beste Toparlak oldu.

Albümün gördüğü ilgiye inanamadım. Nihayetinde barok

müzik albümü... “Dünyada kaç kişi barok dinliyor ki?” diye

düşünüyordum. Baya dinleyicisi varmış, bu albümle tecrübe

etmiş olduk. Yayınlandığı anda Apple Müzik Türkiye dinleme

listelerinde ilk 10’a girdi. Apple Müzik Worldwide sayfası

albüme geniş yer verdi, Spotify’da çok sayıda dinleme

aldı. Bu yayınladığım ilk albümdü. İnanılmaz bir heyecanı

varmış albümün, devamı gelir umarım.

Orkestra şefliğinden önce müzik hayatınızda klasik gitar

ve piyano var. Hiç “Şef olmak yerine solo kariyerime

devam etseydim” diyor musunuz? Orkestra şefliği,

müzikle kurduğunuz bağda nelere denk düştü?

Açıkçası hiç başka bir şey yapsaydım diye düşünmedim.

Orkestra şefliğinin ruhuma, müzikle ilişkime, karakterime

tam oturan bir meslek olduğunu düşünüyorum. Evet, çok

zor bir meslek... Şefliğin en temel zorluğu, sadece müzikten

ibaret olmaması... Müziği yönetmek zor bir şey ama vizyonunu

birilerine aktarmak, insanlarla paylaşmak, geri bildirim

almak, önceden bir şeyleri tasarlayıp organize etmek,

parçaları bir araya getirmek, benim orkestra şefliğine dair

en sevdiğim noktalar. Muhtemelen birçok kişinin de en zor

bulduğu kısımlar bunlardır.

İyi bir orkestra şefi olmak için neler gerekir? Siz neler

yapıyorsunuz mesela? Çok mu gözlemlersiniz, okursunuz

ya da dinlersiniz?

Vizyon ve yönetebilme becerisi çok vazgeçilmez. Yönetebilme

becerisi, özellikle çok hassas bir beceri... Çok farklı incelikleri

barındırıyor. Bence biraz ince düşünme, detaycılık

gerekiyor. Ben ince olmayı, nazik üslubu tercih ediyorum.

Bu bazen kullanılmaya, istismara açık olabiliyor ne yazık ki

ama nazik olmak zayıflık değildir. Bir de herkesin standartlarını,

sınırlarını anlamaya, beklentimi karşımdaki kişiye

göre dengelemeye özen gösteriyorum. Benim görevim, herkese

karşı açık ve önyargısız olmak.

Kadın orkestra şefi olmanız keşke artık konuşulmasa

ama cinsiyet meselesini #metoo hareketine bağlamak

istiyorum. Siz sektörün içinden biri olarak neler

gözlemlediniz, klasik müzik dünyası ne kadar etkilendi

#metoo’dan?

Öncelikle kadın orkestra şefi demeye devam edeceğiz,

çünkü dünyada kadın orkestra şefi oranı hâlâ yüzde 8. Bu

oran 50’ye ulaşana dek kadın vurgusunu yapacağız. #metoo

hareketi, klasik müzik dünyasında da fırtınalar kopardı.

Metropolitan Orkestrası’nın Onursal Müzik Direktörü

James Levine açığa alındı suçlamalar yüzünden, Amsterdam’daki

Concertgebouw Orkestra Şefi Daniele Gatti de

aynı şekilde. Daha çok sayıda beyaz, yaşlı, kalantor orkestra

şefi işlerinden oldu. Ancak şunu da söyleyeyim, aslında

çok daha fazla ses çıkması gereken yerlerden, korkular

yüzünden maalesef ses çıkmadı. #metoo ve yükselen

kadın aktivizminin büyük katkılarına, çabalarına rağmen

kadınlar üzerinde hâlen büyük bir baskı var. Kadınların

sesi gerektiği gibi güçlü çıkamıyor maalesef. Kadınlar statü

elde etse de o statüde konfora kavuşamadılar henüz. Hâlâ

sembolik veriliyor o görevler.

Klasik müzik ortamı tutuculuğuyla bilinir biraz da...

Ancak Yuja Wang, Khatia Buniatishvili gibi

piyanistler kıyafetleriyle; zamanında The Three Tenors,

şimdilerde 2Cellos, sahne şovlarıyla duvarda çatlaklar

yarattılar. Siz de YouTube videolarınızdaki samimi ve

sempatik tavırlarınızla farklı bir orkestra şefi

modeli gösterdiniz bizlere. Güler yüzlü bir

klasik müzik algısı mümkün mü?

İnanın, elimde olsa çok daha cıvıl cıvıl olurum sosyal medya

paylaşımlarımda ama kendimi o kadar özgür hissedemiyorum

ne yazık ki. Herhangi bir video çektiğimde aklımda

ciddi, kalantor klasik müzik camiası canlanıyor. Aslında

dinleyiciler klasik müzik dünyasındaki bu değişimi seviyor

ve destekliyorlar ama orkestral klasik müziğin bütçesinin

sadece yüzde 30-40 kadarı biletlerden karşılanır, geri kalanı

için sponsorlara ihtiyaç vardır. İşte o sponsorlar da geleneksel

düşünen, klasik müziği belli bir prototipe oturtmuş

insanlar. Temel problem bu... İşlere seçilirken baktıkları

yerlerden biri de sosyal medyanız oluyor. Orada onların deyimiyle

söylersem “oturaklı” görünmüyorsanız, tercih edilmeniz

güçleşiyor.

Şu ana kadar yönettiğiniz konserlerden aklınızda en

çok yer edeni hangisi? Ve hayalinizde bir gün mutlaka

yöneteceğim dediğiniz eser var mı?

En sevdiğim konserlerimden biri Viyana’da Konzerthaus’ta

verdiğimiz Strauss konseriydi. Fakat genel olarak konserlerimin

en azından bir anı unutulmaz ve özel olarak hafızama

kazınır. Hayalini kurduğum besteci ise Mahler... Doktora

tezimi Mahler üzerine yazdım. Onun bütün senfonilerini

yönetmek isterim.

61

KLASIK MÜZIK

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07



Sanat Günlüğü

63

Bahar ayları sadece doğaya değil, kültür sanat ve eğlence dünyasına da canlılık,

tazelik getiriyor. Yılın ikinci çeyreğinde öne çıkan etkinlikleri sizler için derledik.

Sanatla dopdolu bir bahar geçirmeniz dileğiyle...

KİTAPLAR

Geçmişten Günümüze

İstanbul Lezzetleri

“Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri”,

Antik Yunan ve Bizans’tan Osmanlı saray

mutfağına, şehrin geleneksel yemeklerinden

sonradan eklenen lezzetlere uzanan yazı ve

söyleşileriyle hem İstanbul’un mutfak tarihini

ele alıyor hem de bu şehrin kucaklayarak

benimsediği farklı coğrafyaların mutfaklarını,

alanlarının uzmanlarından aktarıyor. İster

sokak lezzetlerinin tarihine meraklı olun

ister İstanbul’un tatlılarına, bu upuzun sofrada

hepsine ve hepimize yer var.

ALBÜMLER

Kavalın caz hâli

“Nova” yayınlandı

Anadolu ve Balkan coğrafyasının

önemli enstrümanı kaval etrafında

şekillenen bir etno-caz ve füzyon

grubu olan KAPİKO, yeni albümü

Nova’yı yayınladı. Aslını kaval, piyano

ve kontrbas enstrümanlarından

alan grubun ilk albümü “On Bierli”,

2013 yılında müzikseverlerle buluşmuştu.

YENİ ÇIKANLAR

Frusciante’li

RHCP albümü çıktı

Red Hot Chili Peppers’in (RHCP)

12. stüdyo albümü “Unlimited Love”

adıyla çıktı. Albümden “Black Summer”

ve “These Are The Ways” teklileri

birkaç ay önce yayınlanmış ve

beğeni toplamıştı. Albümün esas büyük

sürprizi, John Frusciante’nin 10

aradan sonra gruba yeniden katılmış

olması.

VİZYONDAKİLER

Umberto Arte ile

Sanat 4: Sanatçılar -

Resim İncelemeleri

17. yüzyıl Hollanda sanatının önemli isimlerinden

Nicolaes Maes’in “Dua Eden Yaşlı

Kadın” resminin incelemesi ve şifreleri; Van

Gogh, Picasso, Lautrec, Paolo Veronese gibi

birçok sanatçıya verilen referanslar ve eserlerinin

eş zamanlı incelemesi ve daha fazlası

bu kitapta... “Umberto Arte ile Sanat 4”, sizleri

tadı damağınızda kalacak, eşsiz ve zihin

açan bir sanat yolculuğuna davet ediyor.

Öyle Şeyler

Yalnızca Filmlerde

Olur

Şule Ateş’in yönettiği, Pınar Göktaş’ın

yazıp oynadığı tek kişilik tiyatro

oyunu “Öyle Şeyler Yalnızca

Filmlerde Olur”, dürüst ve cesur bir

büyüme ve kendini bulma hikâyesi.

“Dünyanın En Kötü İnsanı”

Mubi’de!

Yılın en çok ilgi gören filmlerinden olan “The Worst

Person in the World”, 13 Mayıs’ta film izleme platformu

Mubi’de gösterime girecek. Filmin baş kadın

oyuncusu Renate Reinsve, Cannes Film Festivali’nden

“En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü almıştı.

İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07




Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!