İstanbul Sanat Dergisi / Sayı 7
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Yıl: 3 | Sayı: 7 | Nisan-Mayıs-Haziran 2022 | Fiyatı: 35 TL
KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ
SANATTA SANAL RÖNESANS ÇAĞI BAŞLADI
NFT
ISTIRAP KOROSU
5 Mayıs 20.30
HAKİKAT ELBET
BİRGÜN
6 Mayıs 20.30
ALAN KADIKÖY
MAYIS PROGRAMI
HARİKA ŞEYLER
LİSTESİ
DOĞAL AFET
7 Mayıs 20.30
17 Mayıs 20.30
26 Mayıs 20.30
8 Mayıs 20.30
DALGAKIRAN
UYANDIĞIMDA
SESİM YOKTU
9 Mayıs 20.30
13 Mayıs 20.30
AŞINMA
GÜLE GÜLE DİVA!
YENİDEN
CYRANO DE
BERGERAC
10 Mayıs 20.30
11 Mayıs 20.30
15 Mayıs 18.00
29 Mayıs 18.00
SANTİ & TUĞÇE
TAŞIDIKLARIMIZ
19 Mayıs 20.30
23 Mayıs 20.30
BABA
16 Mayıs 20.30
İSTANBUL FRINGE
KATIE'S TALES
20 Mayıs 20.30
21 Mayıs 20.30
TUZAK
24 Mayıs 20.30
FLAMENKO
MARIA DEL MAR FERNANDEZ
27 Mayıs 20.30
TOZ
30 Mayıs 19.00 - 21.00
31 Mayıs 19.00 - 21.00
www.alankadikoy.com
2
5 20
36
40
İÇİNDEKİLER
32
42
9
34
38
44
İçindekiler
22
4
5-8
9-19
20-21
Künye
Aktüel haberler
Sergiler
Serginin Sergisi II” ile
müzenin belleğine bir yolculuk
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
22-31
32-33
34-35
36-37
Geleceğin sanatına
yolculuk başladı:
NFT
Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı:
Gelişimi, değişimi ve yeniliği
önceliklendiriyoruz
Canan:
Ben tavus kuşuyum, göstermek
doğama ilişkindir
“Yerleştirmenin, sanatın tüm
dallarının temeli olduğuna
inanıyorum”
45
50
54 57
3
58
İÇİNDEKİLER
46
48
55
63
52
38-39
40-41
42-43
44
45
46-47
48-49
TMMOB İçmimarlar Odası
İstanbul Şubesi Başkanı Osman Arayıcı:
Değişimin özgürlüğü vaadiyle
yola çıktık
Gazzella Decor:
Dekorasyon trendlerinde
‘yüksek enerji’ ön planda
Yüzlerce yıllık nadide eserler,
Beykoz Cam ve Billur Müzesi’nde!
Azerbaycan’a sanat ve kültür keşfi
Pine Bay Holiday Resort
doğa, deniz ve sanatı buluşturan bir
tatil deneyimi sunuyor
Galata’nın kültürel mirasına ve
renklerine açılan alan:
POSTANE
Can Elgiz:
Koleksiyonlar kültürel miras olarak
görülmeli ve halka açık olmalı
50-51
52-53
54
55
57
58-59
63
Rahmi Çöğendez:
Orijinal sanat eseri, 7’den 70’e
herkesin hakkı!
İflah olmaz bir romantik, bir fotoğraf üstadı, şair,
yazar, müzik sevdalısı, sanat aşığı...
Merih Akoğul
“İnandığımız gibi yaşayalım,
yaşadığımıza inanalım”
Deniz Tortum:
Niye şaşırmayacağım bir şey
yapayım ki?
Arter Yayınları, sanatın belleğini
tutuyor ve pratiğini belgeliyor
CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan:
CRR bir kültür mabedi ve okul olarak
algılansın isteriz
Sanat Günlüğü
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
4
EDİTÖR
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
NFT kılavuzunuz…
İstanbul Sanat Dergisi olarak yepyeni bir sayı ile karşınızdayız. Bu sayıyı, “Sanatın Geleceği”
olarak yorumlanan ama hakkında çok az şey bilinen ve sadece üç harf ile ifade edilen
NFT’ye ayırdık. Öylesine karmaşık bir konu ki, işittiğimizde önce “İstemem” diyerek
kafamızı sağa çevirdik, sonrasında “Olabilir mi?” sorusu ile irdelemeye başladık.
Arkadaşımız Emel Altay, bu yeni alanı tüm yönleriyle araştırdı. Öylesine daldı ki
kuyusuna, zor çıkarabildik kendisini... Bu nedenle, elinizdeki bu sayıyı “NFT Kılavuzu”
olarak kabul edebilirsiniz. Fotoğraf Sanatçısı Murat Germen, Akademisyen ve Sanatçı
Selçuk Artut, Ressam Eda Zamanpur, Koleksiyoner Feride İkiz, Akbank Sanat Müdürü
Derya Bigalı, Sanat Hukuku Danışmanı - Avukat Pınar Sönmez, Manza.io ekibinden
Murat Canbaz ve Ahmet Hakan Özgür, NFT konusunda sorularımıza cevap vererek,
düşüncelerini aktaran isimler oldular.
Her sayımızda olduğu gibi bu sayıda da geride bıraktığımız günler içinde büyük heyecan
ve emeklerle açılan ve önümüzdeki günlerde açılacak olan bazı sergilerden haberlere de
yer verdik sayfalarımızda.
Başka kimler var?
Elgiz Müzesi Kurucusu ve Sanat Koleksiyoneri Can Elgiz, CRR Genel Sanat Yönetmeni
Murat Cem Orhan, TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı Osman Arayıcı,
Şehircilik Uzmanı Yaşar Adnan Adanalı, RC Müzayede Yöneticisi Rahmi Çöğendez, Şair-
Yazar Merih Akoğul, müzik kariyerini ABD’de sürdüren Orkestra Şefi Nisan Ak, Arter
Yayınlar ve İçerik Koordinatörü Süreyya Evren, Yönetmen Deniz Tortum, Yerleştirme
Sanatçısı Eda Soylu, hazırladığı “Falname” serisiyle gündemde olan sanatçı CANAN,
İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde açılan “Serginin Sergisi II” küratörlerinden Sanat Tarihçisi
Burcu Pelvanoğlu da sayfalarımıza konuk oldular. Mutlaka görülmesi gereken ve Türkiye’nin
ilk cam müzesi olan Beykoz Cam ve Billur Müzesi’ni de bağlı olduğu Milli Saraylar
Restorasyon Dairesi Başkanı Gökşen Canıyılmaz, arkadaşımız Pınar Baltacı’ya anlattı.
En azından mevsim olarak güneşin parlaklığı, yeşilin ve mavinin tonları ile
avunabileceğimiz, yaklaşık 6 ay sürecek bir döneme girdik. Bu sürecin sanat adına da
verimli bir dönem olabileceğini düşünüyoruz.
Kadir Toprakkaya
YAYINCI
K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri
İMTİYAZ SAHİBİ
Fatma Canan Toprakkaya
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Kadir Toprakkaya
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Av. İrem Toprakkaya
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Pınar Baltacı
HABER MÜDÜRÜ
Cenay Toprakkaya
EDİTÖRLER
Sedef Turan, Ayça Kerimoğlu, Emel Altay
ÖZEL HABERLER EDİTÖRÜ
Arzu Yavuz
FOTOĞRAF EDİTÖRÜ
Batuhan Karaman
GÖRSEL YÖNETMEN
Kubilay Şenyiğit
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Marcus Graf, Işıl Savaşer,
Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Mine Gülener,
Ebru Özgüz Çelik, Yusuf Taktak, Emir Yargıcı
REKLAM YÖNETMENİ
Tulu Evrensel
RENK AYRIMI / BASKI
Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.
Sertifika No: 45604
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4/1 Ataşehir - İstanbul
Tel: (0216) 470 44 70
www.egebasim.com.tr
YAYIN TÜRÜ
Ulusal Süreli Yayın
DAĞITIM
Arıksoy Basın Yayın Dağıtım
İSTANBUL SANAT DERGİSİ
Kültürel ve sanatsal faaliyetlerin duyurulmasına yönelik
olarak her üç ayda bir olmak üzere yayımlanmaktadır.
Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluğu yazarına
aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. İstanbul Sanat
Dergisi’nde yayımlanan yazı ve görsellerden alıntı
yapmak, paylaşmak ancak kaynak gösterilmek kaydıyla
mümkündür.
ABONELİK
İstanbul Sanat Dergisi’ne abone olmak için
0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.
İLETİŞİM
Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6
Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05
info@istanbulsanatdergisi.com
www.istanbulsanatdergisi.com
ISSN: 2718-0476
Nisan - Mayıs - Haziran 2022
Yıl: 3 Sayı: 7 Fiyat: 35 TL
Basım Tarihi: 15 Nisan 2022
5
AKTÜEL
“ Birlikte: İstanbul Sanat
Müzesi’ne Doğru”
Küratörlüğünü Marcus Graf’ın üstlendiği “Birlikte:
İstanbul Sanat Müzesi’ne Doğru” sergisi,
Müze Gazhane’de açıldı. Serginin ön açılışına,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem
İmamoğlu da katıldı.
Türkiye’deki modern ve çağdaş baskı
sanatına ışık tutuyor
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Adnan Çoker, Mustafa
Pilevneli, Mehmet Güleryüz, Burhan Doğançay, Zühtü
Müridoğlu, Zekai Ormancı gibi ressamların eserlerinin yer
aldığı sergide, 85 sanatçımız sanatseverler ile buluşturuluyor.
Sergi aynı zamanda farklı kuşaklardan 85 sanatçının çeşitli
stil ve tekniklerde ürettikleri 91 eseri bir araya getirerek,
Türkiye’deki modern ve çağdaş baskı sanatına ışık tutuyor.
Geçmişle gelecek, gelenekselle modern,
kişiselle kamusal
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koleksiyonu’nda yer alan
ve geleneksel sanata çağdaş bir yorum sunan “66 Kare”
projesini de içeren sergi, Haliç Tersanesi’nde açılacak İBB
İstanbul Sanat Müzesi Koleksiyonu’nun geçmişle geleceğin,
gelenekselle modernin, kişiselle kamusalın birlikteliği
misyonunu da görünür kılacak. “Birlikte” sergisi, 3 Nisan-3
Temmuz 2022 tarihleri arasında hafta içi 09.00-18.00, haf-
ta sonu ise 10.00-18.00 saatleri arasında Müze Gazhane’de
ziyaret edilebilir.
İstanbul Sanat Müzesi müjdesi!
Serginin açılış konuşmasında konuşan İBB Başkanı Ekrem
İmamoğlu, bir de müze müjdesi verdi: “Haliç Tersanesi’nde
yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Bu alanda İstanbul Sanat
Müzesi’ni kente kazandırmanın çok özel bir çabasını gösteriyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ilk sanat müzesi
olacak. İstanbul Sanat Müzesi, kentin belki de en eski iki
yakasını birbirine bağlayan yeni bir kültür sanat köprüsü
işlevini de elde etmiş, o seviyeye ulaştırmış olacak.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
6
AKTÜEL
Türkiye’nin ilk dijital sanat müzesi:
X Media Art Museum
Teknoloji, bilim ve sanatı birleştiren X Media
Art Museum (XMAM), Türkiye’de alanında bir
ilke imza atarak sadece yapay zeka, dijital sanat gibi
teknoloji odaklı sergilere yer verecek. Müze, DasDas
işbirliği ve Paribu desteğiyle DasDas’ın da yer aldığı
Ataşehir Metropol AVM’de yer alıyor.
Alanında Türkiye’de bir ilk
olan X Media Art Museum
(XMAM), 30 Ocak’ta kapılarını
açtı. Kültür sanat
alanında öncü projeleriyle
bilinen DasDas işbirliğinde
ve Paribu desteğiyle İstanbul’un
kültür sanat hayatında
yerini alan X Media
Art Museum’un ilk sergisi
ise Leonardo Da Vinci ile
oldu.
Açılış sergisinde Leonardo Da Vinci ile
yapay zekâ buluşuyor
Uluslararası pek çok ödülün sahibi ve dünyaca ünlü Ouchhh
stüdyonun “Leonardo Da Vinci: Wisdom of AI Light
Exhibition / Leonardo Da Vinci: Yapay Zekâ Işığın Bilgeliği
- CERN’den NASA’ya İnsanlık ve Metaverse” sergisi
ziyarete açıldı. Leonardo Da Vinci’nin çizimleriyle başlayan
ve 3D modellemesi ile devam eden sergide veri tabanı
olarak sanatçının icatları, makine çizimleri ve eskizleri
kullanılıyor.
Soyut estetik bir dil
Sanat tarihi verileri ve Leonardo Da Vinci’nin bilgilerinin
yapay zekâya öğretilmesiyle elde edilen çıktılar, 15 milyar
fırça darbesiyle partikül olarak soyut estetik bir dilde, tüm
mekânda karşılık buluyor. Aynı zamanda Michelangelo,
Raphael, Boticelli tarafından yapılan sanat tarihinin ünlü
başyapıtlarının yapay zekayla buluştukları hâlleri de serginin
ilk girişinde yer alıyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
İstanbul’un yeni sanat girişimi
Radar açıldı
Sanat Koleksiyoneri Nesrin Esirtgen ve Galeri Nev’in
kurucu ortağı Haldun Dostoğlu işbirliğiyle hayata
geçirilen Radar, sanatın ve sanatçının bilinirliğine
uluslararası düzeyde katkı sağlamayı ve bu alanda
bilgi birikimini geliştirip, bellek oluşmasına imkân
tanımayı amaç ediniyor. 16 Şubat’a Büyükdere Caddesi
Ferko Signature binasında faaliyete başlayan
Radar, kâr amacı gütmeyen bir sanat girişimi olmasıyla
kültür sanat dünyasına taze ve vizyoner bir alan
açmayı hedefliyor.
Radar düzenli olarak ziyaretçilere açık değil; özel davetler,
etkinlikler ve randevulu ziyaretlerle varlığını
sürdürecek. Nesrin Esirtgen Koleksiyonu’nun dönüşümlü
olarak yer alacağı mekânda, yıl içinde güncel
konularda konuşmaların, tartışmaların yer alacağı
etkinlikler organize edilecek, İstanbul sanat gündemine paralel
davetler programlanacak. Öncelikli yayınlar olarak Hale
Tenger, Ahmet Doğu İpek ve Nesrin Esirtgen Koleksiyonu
kitapları, sırasıyla yayın programına alınacak.
7
AKTÜEL
Emaar Art Hub,
sanat üretiminin özgürleşmesine katkı sunacak
Sanatçıya ve sanat üretimine özgür alanlar açmak ve
yaratıcı kültür endüstrilerine öncülük etmek amacıyla
hayata geçirilen Emaar Art Hub, 25 Mart’ta Emaar Square
Mall’ın eksi ikinci katındaki yerinde açıldı. İstanbul’un yeni
kolektif sanat merkezleri arasında katılan mekân; Emaar
Square Mall ile McArt.ist Art Incubation Center İstanbul
işbirliği ve Arçelik, Enza Home, Gulf Sigorta, Polisan Kansai
gibi kurumların destekleriyle hayata geçirildi.
“Sadece sergileme alanı değil,
sanatın buluşma merkezi”
Emaar Art Hub’ın kurucusu Dr. Cem Bülent Ünal; “NFT, video,
heykel, resim gibi sanatın birçok dalında eserlerin sergilenmesine
ev sahipliği yapan Emaar Art Hub, multidisipliner
bir sanat mecrası olmakla birlikte Türkiye’nin ilk kalıcı
fiziki NFT galerisini de bünyesinde barındırıyor. İlerleyen
süreçte sanatçılarla fiziksel söyleşi ve etkinliklerin de yapılacağı
bu mecra sadece bir sergileme alanı değil, aynı zamanda
hem sanatçı hem de sanatseverler için bir buluşma merkezi
hâline gelecek” diyerek, kültür sanat dünyasına katkı sunmak
için çalışacaklarını ifade etti.
Tiyatrodan NFT’ye:
Yüz Yılın Evi
Yazar, yönetmen ve oyuncu Yeşim Özsoy’un yarı otobiyografik
oyunu “Yüz Yılın Evi”, Türkiye’nin NFT’ye
çevrilen ilk tiyatro oyunu oldu. Oyunun NFT’sini, müzisyen
ve dijital sanatçı Cem Başak oluşturdu.
Edinburgh Fringe Festivali’nden övgüler alan, prömiyerini
İstanbul dışında Berlin ve Zürih’te sahneleyen Yüz Yılın
Evi, NFT’ye dönüştürülerek bir ilke daha imza attı. Oyunun
NFT’si, Yeşim Özsoy Koleksiyonu kapsamında opensea.io
platformunda yer alıyor. Müzisyen ve dijital sanatçı Cem Başak’ın
oluşturduğu “Yüz Yılın Evi” NFT’si, Türkiye’de ilk kez
bir tiyatro oyunundan üretilmiş NFT olma özelliğini taşıyor.
“Geçmişle kurduğum bağı gelecekle
mühürlemek istedim”
Yeşim Özsoy, hazırlanan NFT için şunları söylüyor: “Oyunla
kişisel olarak kurduğum bağı da düşününce, oyun aracılığıyla
kurduğum geçmişle olan bağımı gelecekle mühürlemek istedim.
Bu anlamda, bana göre yarattığımız NFT yoluyla geleceğe
doğru bir nevi dijital imza attık ve geçmişi gelecekle bağladık.”
Yüz Yılın Evi; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki tarihsel
geçmişimizi, son Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamit’in
Hazine Kahyası İbrahim Ethem Efendi’nin yazlık konağı
ve yıkımı üzerinden değerlendiriyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
8
AKTÜEL
Füsun Öner ve Bige Örer...
Venedik Bienali’nde
Füsun Onur’un yerleştirmesi sergilenecek
Dünyanın en önemli kültür sanat etkinlikleri arasında
yer alan Venedik Bienali’nin 59. Uluslararası Sanat
Sergisi, 23 Nisan-27 Kasım 2022 tarihlerinde sanatseverlerle
buluşmaya hazırlanıyor. Bienalin Türkiye Pavyonu’nda,
Türk çağdaş ve kavramsal sanatının öncüsü Füsun Onur’un
yeni yerleştirmesi “Evvel zaman içinde…” sergilenecek.
Serginin küratörlüğünü, İstanbul Bienali ve İKSV Güncel
Sanat Projeleri Direktörü Bige Örer üstleniyor. Serginin
tasarımını Yelta Köm hayata geçirirken, aydınlatma tasarımı
Erinç Tepetaş’ın danışmanlığında yürütülüyor. Türkiye
Pavyonu; İKSV koordinasyonunda, T.C. Dışişleri Bakanlığı
himayesinde ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla
gerçekleştiriliyor.
çözüm yolları arıyor, dans ediyor, müzik yapıyor, seyahat
ediyor, âşık oluyor. Sergiye, Füsun Onur’un yarım asrı aşan
sanat üretimini bir kronoloji ve arşiv görüntüleriyle derinlemesine
yansıtmayı hedefleyen bir monografi eşlik edecek.
İKSV ve Mousse Publishing ortaklığında nisan ayında yayımlanacak,
Marcello Jacopo Biffi’nin tasarladığı, editörlüğünü
Bige Örer ile Nilüfer Şaşmazer’in birlikte üstlendiği
yayında pek çok küratör, sanatçı ve sanat tarihçisinin Füsun
Onur’un sanat pratiğine dair yazıları yer alıyor.
Bienal kapsamında Füsun Onur’un
en kapsamlı monografisi yayımlanıyor
Türkiye’nin öncü çağdaş sanatçılarından Füsun Onur’un
yerleştirmesi, insanların yol açtığı ve gezegenin geleceğini
tehdit eden insan odaklı yönetim anlayışına karşı birleşerek
mücadele eden bir grup fareyle kedinin öyküsünü anlatıyor.
Onur’un metal telleri eğip bükerek yaptığı figürleri; birlikte
Hadiye Cangökçe
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Heritage İstanbul
kapılarını 6. kez açıyor
TG Expo tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle düzenlenen
Heritage İstanbul, bu yıl 6. kez 11-13 Mayıs 2022
tarihleri arasında Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi
Sarayı’nda gerçekleştirilecek.
Fuar, yerli ve yabancı katılımcılara Türkiye’de kültürel miras
bilincinin artması ve korunması için ürün, hizmet ve teknolojilerin
geliştirilmesini hedefleyen koruma, restorasyon,
arkeoloji, müze ve teknoloji alanlarında içerikler sunacak.
Fuara eş zamanlı olarak düzenlenen konferans, seminer
ve diğer yan etkinliklerde 200’e yakın arkeolog, restoratör,
konservatör, mimar, müzeci, bilgi ve birikimlerini dinleyicilerle
paylaşacaklar.
9
SERGI
Kirkor Sahakoğlu, “paperworks”
ile Galeri 77’de!
Kirkor Sahakoğlu’nun “paperworks” isimli kişisel sergisi, 10 Mart-1 Mayıs tarihleri
arasında Galeri 77’nin Karaköy’deki mekânında görülebilir. Sergi, eş zamanlı olarak
Galeri 77 Instagram ve YouTube kanallarında çevrimiçi olarak da izlenebilecek. Sergi, Sahakoğlu’nun
pandeminin başladığı 2020 yılında, atölye imkânlarından uzak ‘evde kal’dığımız
bir süreçte üretmeye başladığı kâğıt işler arasından titizlikle seçilmiş, 72x72 cm ile
24x24 cm arası farklı boyutlarda kare formlu kâğıt eserlerden oluşuyor.
Kemal Seyhan’dan
mekâna müdahale:
Futuregarden
Pi Artworks İstanbul, Piyalepaşa’daki yeni mekânında
Türkiye’de çağdaş resmin önde gelen sanatçılarından
Kemal Seyhan’ın “FUTUREGARDEN”
adlı kişisel sergisini 23 Nisan 2022’ye kadar ağırlamaya
devam ediyor.
Çift kavramı ve tekil olmayanın resimde ortaya çıkma
potansiyeli etrafında mekâna özgü bir müdahale
olarak tasarlanan sergi, günlük zaman deneyiminde
karmaşık heykelsi ve mimari dönüşümler ortaya
çıkarıyor. Kemal Seyhan, FUTUREGARDEN’da
renk alanı, soyutlama ve pür maddesellik arasında
konumlanan, geçtiğimiz on yılın öncesi döneme ait,
kendine özgü siyah ve gri resimlerini izleyiciye sunuyor.
Sergide galerinin fiziksel alanı; resim, nesne
ve mekân arasındaki ayrımı bulanıklaştıran yerleştirmeyle
bir başlangıç noktasına dönüşüyor.
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Antroposen çağına bir bakış:
Hem Var Hem Yokmuş Gibi
Sanatçı Halil Vurucuoğlu’nun uzun yıllardır çalıştığı,
kâğıt kesme ve kâğıt katmanlarını yırtarak geliştirdiği
yeni tekniğini kullanarak ürettiği eserlerini içeren “Hem Var
Hem Yokmuş Gibi” isimli kişisel sergisi, Anna Laudel’de 22
Nisan’a dek ziyaret edilebilecek.
Vurucuoğlu, Filozof Slavoj Žižek’in dünyanın insan eliyle
yaşadığı dönüşümü tanımlayan, içerisinde bulunduğumuz
jeolojik çağ olan Antroposen’de özgürlüğümüzün sınırlarının
küresel ısınma ile somutlaştığı düşüncesinden yola
çıkıyor. Sanatçı, buradan hareketle sergide bir araya getirdiği
eserlerle yaşadığımız ekolojik krizi hem yerel hem
küresel olarak en yaşamsal sorunlarımızdan biri olarak
yorumlarken; doğa, çevre ve bunların üzerindeki insan
etkisini araştırıyor.
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
10
SERGI
Arter’den doğa fikrine
odaklanan bir sergi:
Locus Solus
Arter’in “Locus Solus” başlıklı yeni grup sergisi,
merkezine aldığı doğa fikrini olgular, kurgular ve
duygular perspektifinden irdelemeyi amaçlıyor. Küratörlüğünü
Selen Ansen’in üstlendiği Locus Solus, Arter Koleksiyonu’ndan
seçilen yapıtlarla bu sergi için üretilmiş
işlerin de aralarında yer aldığı mekâna özgü büyük ölçekli
üretimleri bir araya getiriyor. Sergi, 2022 yılı sonuna dek
ziyarete açık.
İpek Duben’in
en kapsamlı sergisi:
Ten, Beden, Ben
İpek Duben’in kırk yılı aşan pratiğini yansıtmak üzere
hazırlanan en kapsamlı sergisi, SALT Beyoğlu’nda
gerçekleştiriliyor. İşlerinde sıkça kullandığı kendi beden
imgelerinden esinle adlandırılan “Ten, Beden, Ben”; erkek
şiddetinden toplumsal cinsiyete, yerinden edilme ve göçten
tüketim alışkanlıklarına uzanan konuları irdeleyen sanatçının
üretimine yeni bir bakış sunuyor. Sergi, 8 Mayıs 2022
tarihine kadar ziyaret edilebilecek.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Arter’in 3. ve 4. kat galerilerine yayılan
sergideki her bir yapıt, doğal
olanla yapay olanın bir arada varlıklarını
sürdürmekle yetinmeyip,
aynı zamanda iç içe geçip çarpıştıkları
başlı başına bir dünya sunuyor.
Sergide yer alan yapıtlar, genel
olarak “doğa” adı altında işaret
ettiğimiz yerler, varlıklar ve süreçlerle
kurduğumuz çelişkili ilişkiyi
açığa çıkarıyor.
Hem bir yer hem de bir yolculuk olarak kurgulanan Locus
Solus, Latincede “yalnız yer” veya “biricik yer” anlamlarına
gelen başlığını Raymond Roussel’in aynı adlı romanından
ödünç alıyor. Locus Solus başlığı, Roussel’in romanındaki
teatral evrene atıfta bulunarak serginin mekânsal vurgusunu
açığa çıkarırken, bir yandan da imgelerin ve sembollerin
fiziki sınırların ötesine yolculuk edebildiği bir yere
açılıyor.
“Ten, Beden, Ben” sergisi, Duben’in 1980’lerin başındaki
resim ve desenlerinden 2020 tarihli Angels and Clowns’a
[Melekler ve Soytarılar] birçok işini yeniden değerlendiriyor.
Bir desen ve on bir resimden oluşan “Şerife” (1980-
1981) serisi, Duben’in yerel bir bağlamda göç, “öteki”ne
bakış ve toplumsal cinsiyet konularını ele aldığı ilk işi...
Sanatçı, kız kardeşinin evine temizliğe gelen Şerife’nin
başsız ve bedensiz portreleri için pazardan satın aldığı bir
elbiseyi doldurup, canlı modelin yerine koyar. Böylece Şerife’nin
temsili bir modelini yaratır. Bir gazete kupüründen
yola çıkan “Adale Adam” (1988) üçlemesinde ise kaslarıyla
böbürlenen, çıplak gövdesini teşhir etmekten kaçınmayan
bir erkek figürü vardır. Sergide peş peşe yer alan bu iki seri,
toplumsal cinsiyet temelli beden temsilleri arasındaki eşitsizliğe
dikkatleri çeker.
“Ten, Beden, Ben”; SALT’tan Amira Akbıyıkoğlu, Farah Aksoy,
Sezin Romi ile Vasıf Kortun tarafından programlandı.
Sergiye eşlik edecek kamu programlarının ayrıntılarına sergi
süresince saltonline.org ve SALT Online sosyal medya
hesaplarından erişilebilir.
11
SERGI
Emel Korutürk
Füreya Koral
Yıldız Moran
Meşher’de “Ben-Sen-Onlar:
Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi
Çiğdem Simavi hâmiliğinde ve ÜNLÜ & Co sponsorluğunda
düzenlenen “Ben-Sen-Onlar: Sanatçı
Kadınların Yüzyılı” sergisi, Meşher’de yoğun ilgiyle
devam ediyor. Deniz Artun’un küratörlüğünde gerçekleşen
sergi, yaklaşık 1850–1950 arasında Türkiye’de
yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların eserlerinden bir
seçkiye yer veriyor. “Ben-Sen-Onlar”; bir isimden, gruptan,
kurumdan diğerine çekilmiş düz çizgilerin dışında kalan bütün
kadınların ve eserlerin anıldığı ve anlatıldığı bir “başka”
zamana işaret ediyor. Böylece sergiyle, kadınlara kendilerinin
kahraman oldukları bir “yüzyıl” armağan ediliyor.
İvi Stangal
Tiraje Dikmen
117 sanatçıdan 232 eser sergileniyor
Meşher’in üç katında sanatseverlerin beğenisine sunulan
sergide, 117 sanatçıdan 232 eser yer alıyor. “Ben-Sen-Onlar:
Sanatçı Kadınların Yüzyılı”, 29 Mayıs 2022 tarihine
kadar İstiklal Caddesi’ndeki Meşher’de izlenebilir. Sergiye,
küratör Deniz Artun ve Meşher ekibinin hazırlayacağı bir
etkinlik programı da eşlik ediyor. Konuşma, yetişkin atölyeleri
ve çocuklara özel atölyeler, çevrimiçi platformlarda
ücretsiz olarak düzenleniyor.
Sabancı Müzesi’nden
“Ressam Hocaların Ressam Öğrencileri” sergisi
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin
“Tanzimat’tan Cumhuriyet’e: Ressam Hocaların
Ressam Öğrencileri” isimli sergisi; SSM Resim
Koleksiyonu’nda yer alan Hoca Ali Rıza, Halife Abdülmecid
Efendi, Hüseyin Zekâi Paşa, İvan Konstantinoviç
Ayvazovski, Şevket Dağ, Hikmet Onat,
Hüseyin Avni Lifij, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya Güran’ın
yanı sıra öncü kadın sanatçılardan Mihri
(Müşfik) Hanım’ın da aralarında olduğu sanatçıların
115 eserini bir araya getiriyor.
Sergi; İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Avni Lifij, Feyhaman
Duran, Namık İsmail, Hikmet Onat gibi sanatçıların
mensup olduğu 1914 kuşağının en gözde
konusu olan İstanbul’un sokakları, evleri, tarihi yapıları,
sahilleri ve Boğaz manzarasının resmedildiği
tablolarla, aynı zamanda büyük bir dönüşüm geçiren
Türkiye’yi anlatıyor. Türkiye’den ressamların resimsel
bir konu olarak ilk defa yurt dışında, özellikle
Ormanda Karaca, Şeker Ahmet Paşa.
Paris’teki akademik resim eğitimlerinde çıplak olgusuyla
tanışmalarının ardından verdikleri eserler de sergide, bu
süreci yansıtan bir çerçevede ele alınıyor.
Oturan Kadın, Hikmet Onat.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
12
SERGI
“Memento İstanbul: Hristoff Aile Arşivi”
sergisi görücüye çıktı
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, temelini üç nesil sanatçı
bir ailenin yıllar içinde biriktirdiği fotoğraflar, resimler,
kişisel eşyalar ve objelerden alan “Memento İstanbul:
Hristoff Aile Arşivi” sergisine ev sahipliği yapıyor. Bir ailenin
olduğu kadar, bir şehrin de tarihine mercek tutan Memento
İstanbul: Hristoff Aile Arşivi, 31 Mart-7 Ağustos 2022 tarihleri
arasında Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gezilebilir.
Küratörlüğünü Peter Hristoff, Elif Erdoğan, Yeşim Demir
Pröhl’ün üstlendiği sergide, Hristoff Aile Arşivi’nden derlenen
objelere; Pera Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Yapı Kredi,
Nur ve Selçuk Altun, Ömer M. Koç, Emel ve Bülent Korman
ile Ayşegül ve Ömer Özyürek koleksiyonlarından alınan resimler
eşlik ediyor.
Sergi kapsamında çeşitli etkinlikler
gerçekleştirilecek
31 Mart-7 Ağustos 2022 tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür
Sanat’ın Galatasaray’daki binasının ikinci ve üçüncü
katlarında ziyaret edilebilecek olan sergide, arşiv malzemeleri
eşliğinde Hristoff Ailesi’nin hikâyesi ve dostları olan
sanatçıların eserleri bulunuyor. Ailenin erken Cumhuriyet
yılları sanat ortamıyla bağlarının anlatıldığı bu bölümde
Aliye Berger, Ali Sami Boyar, İbrahim Çallı, Hayri Çizel,
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Faik İzer, Zeki Kocamemi ve
Şerif Renkgörür’ün eserleri görülebilecek. Sonraki kısımda
ise Peter Hristoff’un İstanbul’dan ilham alarak ürettiği işler
var. Sergi süresince Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Galatasaray’daki
merkezinde ve sosyal medya platformlarında konuşmalar,
söyleşiler, atölyeler, dinletiler, performanslar ile
şehir turlarını da kapsayan etkinlikler düzenlenecek.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Pera Müzesi’nden
“Ve Şimdi İyi Haberler”
Kitle iletişim araçları ve sanat arasındaki ilişkiyi odağına
alan “Ve Şimdi İyi Haberler” sergisi, Annette ve Peter
Nobel Koleksiyonu’ndan kapsamlı bir seçkiyi bir araya getiriyor.
Christoph Doswald’ın küratörlüğünde düzenlenen
sergi, yalnızca modern sanat tarihinin hatlarını izlemekle
kalmıyor; son 150 yılın bilim, kültür ve siyasetteki en can
alıcı meselelerini ele alan bir çalışma alanı niteliği de taşıyor.
Resim, fotoğraf, kolaj, desen, yerleştirme, video gibi farklı
ifade araçlarıyla 164 sanatçının 400’ün üzerinde eserinin
yer aldığı sergi, modern ve güncel sanatın en önemli dönemlerini
izlemeye olanak sağlıyor. 13 Nisan’da başlayacak
sergi, 7 Haziran’a kadar ziyarete açık olacak.
13
SERGI
ANAMED,
10. yıldönümü kapsamında
geçmiş ve şimdiye
bakıyor
Vehbi Koç Vakfı, Yapı Kredi Yayınları, KU Leuven, LUCA
School of Arts ve Sagalassos Arkeolojik Araştırmaları
Projesi katkılarıyla gerçekleştirilen “Geçmiş ve Şimdinin Buluşması:
Fotoğrafik Bir Keşif” sergisinde sanatçılar Bruno
Vandermeulen ve Danny Veys, Pisidya ve çevresindeki “tarihi
değiştirilmiş manzara” kavramına odaklanıyorlar.
Sergi ile eş zamanlı yayımlanan “Kaplumbağa Geldi Bir Gün
Tek Başına” (Yapı Kredi Yayınları, 2022) isimli fotoğraf kitabından
yola çıkarak hazırlanan sergide eserler, ANAMED’in
2013 yılı “Tarihi Hayallemek: Sagalassos Kazı Fotoğrafçılığının
Arkeolojisi” sergisindeki çalışmalar üzerine kuruldu.
ANAMED sergilerinin 10. yıldönümü kapsamında gerçekleştirilen
yeni sergi ise 24 Şubat-17 Ekim 2022 tarihleri
arasında İstiklal Caddesi üzerindeki ANAMED Galerisi’nde
gezilebilecek.
Günümüz sanatçılarından
geçmişe siyah-beyaz saygı duruşu
Sanatçılar, geçmişe gönderme yapıp, ilk fotoğrafçılara saygılarını
sunabilmek için eserlerini siyah-beyaz film üzerinde
geniş formatlı analog alan kamerası kullanarak yaratıyor.
Kullanılan teknikler arasında albümin, tuz baskıları ve jelatin
gümüş baskı gibi geleneksel metotların yanı sıra serigrafi,
morötesi ve foto polimer baskıları bulunuyor. Özgün ve
el yapımı eserlerden oluşan bu seçki, Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan
19. yüzyıl fotoğrafları ve albümleriyle bir arada
sunuluyor.
Akaretler’de sanat dolu haftalar:
Artweeks
Çağdaş sanatın merakla beklenen etkinliği Artweeks@
Akaretler; Bilgili Sanat ve Sabiha Kurtulmuş’un organizasyonunu
üstlendiği bu edisyonunda da sanatseverlere
farklı disiplinlerden pek çok eser sundu. Sanat alanında fuar
dışı bir yaklaşım ile organize edilen Artweeks@Akaretler;
etkinliğin ana aksını oluşturan galeri ve koleksiyonerlerin
dışında aynı anlayışta olan farklı yapılarla beraber yeni içerikler
üretip, projeler hayata gerçekleştirdi. NFT de bu projelerden
birisi oldu.
Artweeks@Akaretler’in 6. Edisyon’una katılan galeriler
arasında; artSumer, Martch Art Project, Sanatorium, The
Empire Project, Galeri Nev İstanbul, Anna Laudel, Pilevneli,
Versus Art Project, ArtOn İstanbul, Pi Artworks, Merkur
Galeri, Ferda Art Platform, Mixer Art Gallery, Mine Sanat
Galerisi ve Öktem Aykut yer aldı. Difo Art’ın özel bir fotoğraf
sergisi düzenlediği ve Carny.io’nun NFT sergisi ile renklendirdiği
etkinlik kapsamında, ayrıca Selman Bilal ve Şeli
Elvaşvili’nin değerli koleksiyonları da sergilenerek, ziyaretçilere
özel bir deneyim sundu.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
G&G Sanat Merkezi’nden
yepyeni bir “Karma” sergi
Sadece Kadıköy değil, tüm Anadolu Yakası’nın sanat dünyasına yepyeni
bir vizyon kazandırmaya başlayan G&G Sanat Merkezi’nin yeni sergisi
“Karma” ziyarete açıldı. 23 Nisan tarihine kadar izlenebilecek sergide; Cengiz
Yatağan, Güher Elçiçek, Esra Meral ve Nilay Özenbay gibi sanatçıların
resim, heykel ve NFT eserleri yer alıyor.
15
SERGI
Geçtiğimiz aylarda Kadıköy Göztepe’deki görkemli bir konakta sanatsal
faaliyetlerine başlayan G&G Sanat Merkezi, yepyeni bir bahar sergisiyle
sanatseverlerle buluştu. “Enerji dolu yeni bir karma sergiyle bahara mer-
haba diyoruz” diyen G&G Sanat Merkezi Kurucusu
Ressam Güher Elçiçek, sanatseverleri sergiye şu sözlerle
davet etti: “Çağımızın gerekliliği olan teknolojinin
sanata da sıçramasıyla daha geniş kitlelere ve
daha hızlı ulaşım imkânıyla tüm dünyada yayılmasıyla
NFT’ler oluşuyor. Gün geçtikçe sanatın dijitalleşmesi
de popülerliğini arttırıyor. Bunun yanı sıra
her zaman yerini koruyan, mekânlarımızı süsleyen,
dokunarak hissedilebilecek sanat eserleriyle ‘Karma’
sergisini oluşturduk. Karma’yı anlamak, aydınlanmaya
giden en önemli adımdır. Bu sergi, dört ayrı
sanatçının farklı teknikler taşıyan eserleriyle anlam
kazanmayı bekliyor.”
39 Galeri’de
“Emek, Sanat ve Kadın”
39 Kalamış Marina Hotel bünyesinde yer alan 39 Galeri;
“Emek, Sanat ve Kadın” isimli sergiye ev sahipliği yaptı.
İkisi İran kökenli olmak üzere 10 kadın ressamın ürettiği
eserleriyle katıldığı karma sergide, heykel çalışmalarından
örnekler de sergilendi.
Serginin açılışına, Kadıköy Kaymakamı Dr. Mustafa Özarslan
ile birlikte Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül
Özkan Yavuz da katıldı. Kadıköylü olan, hatta geride bıraktığımız
yerel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’nden
Kadıköy Belediye Başkan Adayı gösterilen Özgül Özkan
Yavuz, sergi açılışında yaptığı konuşmada “Bir Kadıköylü
olarak böylesine değerli bir serginin açılışında aranızda bulunuyor
olmaktan son derece memnunum” dedi.
Aytül Gürsu Hariri’den
anlamlı mesaj:
“Önce Zarar Verme”
Sanatçı Aytül Gürsu Hariri, hem kendi kadın
kimliği hem de bir psikiyatrist olarak izlenimleri
ve geçmiş sorgulamalarıyla oluşturduğu, özellikle
de Dünya Kadınlar Günü’ne ithaf ettiği, seramik ve
bronz heykellerden hazırladığı sergisinde ne olursa
olsun “Önce Zarar Verme” diyerek, herkesi özellikle
kadına davranım konusunda düşünmeye davet etti.
Nişantaşı İşlik Sanat Atölyesi’nde düzenlenen serginin
küratörlüğünü ise Simin Hariri Özbey üstlendi.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
16
SERGI
“
Tülin Kaynak,
Derinlikler” ile
Binbirdirek Sarnıcı’nda!
kaynaklanan bir dinamizm ile yüzeye bütün coşkuları savurmaktadır.
Ruha sinmiş, baskılanmış, dile getirilememiş
çeşitli zor ruhsal hâlleri, bedenin bir tepkisi olarak yüzeye
fışkırtmaktadır imgeler.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Tülin Kaynak, “Derinlikler” adını verdiği yeni
sergisiyle sanatseverlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Binbirdirek Sarnıcı’nda 15 Mayıs-15
Temmuz 2022 tarihleri arasında gerçekleşecek
serginin küratörlüğünü Mahmut Wenda Koyuncu üstlenirken,
sergide sanatçının bir bölümü pandemi sürecinde ürettiği
eserler olmak üzere toplam 60 parça çalışması sergilenecek.
Derinlikler, derinlikler, derinlikler…
Küratör Mahmut Wenda Koyuncu, sanatçıyı ve eserlerini
yorumladığı incelemesini şöyle özetliyor: “Derinlikler, temelde
insanın çelişkilerle dolu bir doğaya sahip olduğuna
odaklanmaktadır. İnsanın sürekli bir forma, biçime zorlanmasının;
kültürden ve akıldan gelen bütün baskılara karşı
direnen bir iç dünyası olduğuna inanmaktadır. Hiç durmaksızın
akan yaşamda bedende ve zihninde birikmiş türlü
yabancılaşma etkilerini parçalamanın yollarını, renklerin ve
çizgilerin rehberliğinde aramaktadır. Sanatçı Tülin Kaynak;
katılaşan, umut ışığı silikleşen yaşamın içinden, canlılıktan
Derinlikler Sergisi’nde form kaygısından tamamen sıyrılan
sanatçı, bilinçdışının muazzam verimliliği ile aklın sınırlarını
geçersiz kılmaya çalışmaktadır. Metalaşan dünyada anlam
arayışının nafileliğine karşı renkler soyut anlamlarının
dışına taşarak, coşkulu birer somut veriye dönüşmektedir.
Resimlerine geniş bir perspektiften bakıldığında, temelde
bir yapının veya yapıların bozumu göze çarpan sanatçı, yaşamda
hissetmenin derinliğine dokunmaktadır. Renklerinde
insanın tek boyutlu bir varlık değil, coşkun çelişkilerle
dolu çoğul bir varlık olduğu bütün diriliği ile görülebilmektedir.
Derinlikler Sergisi, aklın rehberliğinde pusulasını yitirmiş
insanlık hâllerini dolayımsız bir yaşamın derinliklerine
çağırmakta, aklın ve sağgörünün yetmediği zamanlarda
ruhsal ve bedensel derinliklerimize sarılmanın tek çıkar yol
olduğunu hatırlatmakta.”
15 Mayıs-15 Temmuz 2022 tarihlerinde İstanbul’un en eski
tarihi mekânlarından biri olan Binbirdirek Sarnıcı’nda izleyici
ile buluşacak Derinlikler Sergisi; hissederek, kırılarak,
severek, üzülerek yaşamanın izlerini görmeye çağırıyor.
Küratör: Mahmut Wenda Koyuncu
Sergi Sanat Danışmanı: Ayşem Tezvaran
Yer: Binbirdirek Sarnıcı, Binbirdirek, İmran Öktem Cad.
No: 2/1 Fatih - İstanbul
Açılış: 15 Mayıs Pazar 2022
Tülin Onat’tan yol resimleri:
19
“YOLDA”
“Yıllardır yürüdüğüm bu sonsuz yolda, ilk kez girmediğim sokaklara girdim ve bu
sergi çıktı ortaya. Hareketli resimlerim beni heyecanlandırdı, sergi düzenime ışık
oldu. Ve şükretmeyi öğrendim; şikâyet etmek yerine teşekkür ederek ve üreterek…”
SERGI
İstanbul’un yeni sanat platformu Ovoo Art, baharı
çağdaş sanatımızın önemli isimlerinden Tülin
Onat’ın “Yolda” sergisi ile karşılıyor.
Mitolojilerde evrenin başlangıcı ve sonu yoktur, zamansızdır.
Fizikçilerin kimi evrenin alevli ateşli karmaşadan yani
büyük patlamadan oluştuğunu iddia ederken, bir kısmı da
pek çok evrenin oluşturduğu bir sonsuzluktan bahseder.
Evrende gördüğümüz her şey hareket içindedir. Bu, yolculuk
hâlidir ve aynı zamanda her şey değişime uğrar, sürekli
gelişir, büyür, eskir, yok olur veya yenilenir.
Tülin Onat, “Yolda” serisinde uzun pandemi günlerinin
içinden gelen bir umut ışığını düşürüyor tuvallere ve yüzeylere.
Açılan ağaçlar, menevişlenen sonsuz gökyüzü, güneşin
parıltılarını içen doğa ana... Renklerle harelenen bir
yolculuğun güncesi olan “Yolda”, 9 Nisan-10 Mayıs tarihleri
arasında Ovoo Art’ta izlenebilir.
Tülin Onat: “Sergimin isim babası, hiç beklenmedik
bir anda başıma gelen kaza ve üç ayımı ‘Çelik
Kafes’ adını verdiğim bir demir korse içinde
geçirmek zorunda kalışım. Sadece parmaklarımı
kımıldatabildiğim bir üç ay...
Değişim, gelişim, yıpranma, kazanım... Seyahat
etmeyi her zaman seven ben, hayatım boyunca
yollarda çok zaman geçirmiştim. Ama şimdiki
yol inanılmaz başkaydı. Bu hiç tanımadığım sokaklar,
ülkeler, keşfedilmeyi bekleyen duygular...
Yollar bazen çıkmaza girerken, bazen de engin denizler,
sonsuz vadilerdi benim için. Keşfedilmeyi
bekleyen rengarenk bir dünya idi yollarım. Ve ben
bu kısıtlı alanda, sonsuz bir dünya yarattım, var
etmeye çalıştığım biçim ve renklerimle. Yolda
bulduğum, zaman parçalarını birleştirdim, sizlerle
paylaşmak için ortaya böyle bir sergi çıkardım.
Kiminde yollarım renklerle aydınlandı, kiminde
ise biçimler aydınlattı ortalığı. Ama hep severek,
sorumlu ve renkli...
Yıllardır yürüdüğüm bu sonsuz yolda, ilk kez
girmediğim sokaklara girdim ve bu sergi çıktı
ortaya. Hareketli resimlerim beni heyecanlandırdı,
sergi düzenime ışık oldu. Ve şükretmeyi
öğrendim; şikâyet etmek yerine teşekkür ederek
ve üreterek...”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
20
SERGI
Yazar
Emel Altay
“ Serginin Sergisi II” ile
müzenin belleğine bir yolculuk
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul
Resim Heykel Müzesi, uzun bir aradan
sonra “Serginin Sergisi II” ile Tophane
5 Numaralı Antrepo’da açıldı. Serginin küratörlerinden
Sanat Tarihçisi ve Akademisyen Burcu Pelvanoğlu
ile hem müze hem de sergi üzerine konuştuk.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Müzenin köklü tarihinden bugünkü yeni yerine uzanan
yolculuğun satırbaşlarını sizden dinleyebilir miyiz?
MSGSÜ İstanbul Resim Heykel Müzesi, ilk kez 1937 yılında
Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde açılmıştı. Açılışında,
günümüzde de değerini koruyan bir resim sergisi yer alıyordu.
Bu noktada müzenin tarih boyunca savaş, darbeler, doğal
afetler gibi sebeplerle sürekli bir açılma kapanma süreci
yaşadığını da belirtelim. Nihayetinde, 2008 yılında Veliaht
Dairesi restorasyona girdi. 2009’da geçici sergi salonu olan
Burcu Pelvanoğlu (Fotoğraf: Neşet Günal)
Şeker Ahmet Paşa Salonu kısmının restorasyonu bitince
müzenin tarihsel yolculuğuna saygı niteliğinde, açılıştaki
sergiye ithafla “Serginin Sergisi” fikrini ortaya koyduk.
“Serginin Sergisi”, 1937 açılış koleksiyonundan bir seçkiydi.
Geçici sergi alanımızın küçüklüğünden dolayı bu sergi
için 116 eser seçtik. Serginin açılışının ardından ne yazık ki
basında tuhaf haberler yayınlandı, müzenin kazan dairesinin
şarapçılar tarafından ele geçirildiği yazıldı. Nihayetinde
gerçekten de Veliaht Dairesi’nden çıkmamız istendi. Sonra
Tophane’deki 5 No’lu Antrepo, müze için yeni mekân olarak
seçildi. Antreponun müze binasına dönüştürülmesi için
2009’da başlayan çalışmalar, 2021’in Ekim ayında tamamlandı,
biz de müzemize yeniden kavuşmuş olduk. MSGSÜ
İstanbul Resim Heykel Müzesi, Türk resim ve heykel sanatı
için hayli büyük öneme sahip, Cumhuriyet dönemi başlangıcından
70-80’lere dek resim ve heykel sanatının gelişimini
görebileceğiniz, çok kıymetli bir müze.
Müzenin açılışını “Serginin Sergisi II” ile yaptınız.
Burada yine bir tarihsel süreklilik öne çıkıyor. Biraz yeni
sergiden ve bu süreklilik fikrinden bahseder misiniz?
Burayı “Serginin Sergisi II” ile açmak istedik. Bu isteğimizin
ardındaki anlam, tamamen müzenin belleğini hatırlatmaktı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin üç dönem öğrencisi,
müzenin olmadığı zamanlarda mezun oldu. O halde
“Serginin Sergisi II” ile müzeyi hatırlatarak başlayalım istedik.
Bu sergide de 1937 koleksiyonundan 199 eser yer alıyor.
21
SERGI
Kültürel hafızanın sürekliliği ne kadar sağlanabiliyor
ülkemizde? Sanat öğrencileri, Türk resim-heykel
sanatının yolculuğunun izlerini kesintisiz olarak takip
edebiliyor mu?
Maalesef bir kesintisizlikten bahsetmek çok zor… Bu müze
tamamen açılana kadar da bu kopukluk devam edecek,
çünkü Türk resminin mabedi burası. 12 bin eserlik bir koleksiyondan
bahsediyoruz. Elbette Türkiye’nin çok değerli
müzeleri var ama Türk resim sanatının gelişimini buradaki
koleksiyon olmadan okumak mümkün değil.
Serginin Sergisi II’nin küratörlüğünü Prof. Dr. Zeynep
İnankur ve Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp ile birlikte yaptınız.
Geçmişle yeni arasında bir nevi köprü görevi taşıyan bu
serginin küratörlüğünde farklılaşan noktalar nelerdi?
Bu serginin hazırlığında Akademi’nin sanat tarihi yazma
geleneğinin bizi sınırlandırdığını söylemek istiyorum. İnas
Sanâyi-i Nefîse Mektebi gibi çok önemli bir oluşum bu sergide
yok, çünkü zamanında katmamışlar koleksiyona. Bir
diğer sorun da sınıfandırmanın garipliği. Bundan şunu kast
ediyorum; fotoğraftan resim yapanlarla Osman Hamdi Bey
ve kuşağını “İptidailer” diye sınıflandırmışlar mesela. Fikret
Mualla’yı amatörlerle sergilemişler. Cumhuriyet döneminde
“Müstakiller” adında kısa süren bir dönem var. Müstakiller
ve aslında onların hocaları olan Namık İsmail’ler, İbrahim
Çallı’lar arasında üslup farkıvar, ancak konu farklılığı
yok; hepsi modernizmin ve Cumhuriyet’in karşılayıcılarılar.
AmaCumhuriyet dönemi sanat tarihi yazımında Osmanlı’dan
kopmak istendiği için onları koparmış ve başka yere
koymuş. O sürekliliği göstermek istiyoruz. O kopuşların
doğru olmadığını gösterecek bir sergi hazırladık, müzemiz
de o çizgide olacak. Dolayısıyla ilk sergide yapılan yanlışları
tekrarlamadan düzenledik sergimizi. “Serginin Sergisi
II”, bundan sonrası için önerdiğimiz sanat tarihi yazımının
ipuçlarını taşıyor. Fotoğraftan resimde başlıyor; figür, manzara
şeklinde tematik olarak devam ediyor.
1937’de yapılan “Serginin Sergisi” 2009’da, 2009’da
yapılan “Serginin Sergisinin Sergisi” de 2022’de yapılıyor.
Aynı koleksiyonla olsa da uzun yıllara yayılan bu sergiyi
sergileme teknikleri, sergileniş imkânları bağlamında
okursak nelerin değiştiğini söyleriz?
1937’de Türkiye ilk Resim Heykel Müzesi’ni açıyordu, onun
heyecanıyla yapılmış bir sergiydi o. 1937, müzeye kavuşma
heyecanıydı. 2009’daki sergi Şeker Ahmet Paşa Salonu’nda,
ilkine göre daha dar bir mekânda yapılmıştı ve bir nevi
oraya veda niteliği taşıdı. Buradaysa tamamen başka tür bir
müze binasındayız. Burası değişik bir mimariye sahip… Bizi
odalara mecbur eden, odaları temalara göre tasarlamayı gerektiren
bir mimari. Mekân sınırlaması zorluklarıyla birlikte
yeni imkânlar da sunuyor elbette. Bu açıdan yeni yerimiz,
yeni denemelere de açık bir mekân.
Müze henüz tam olarak açılmadı. Tüm alanlarıyla
açıldığına sanatseverleri neler bekliyor olacak?
Şu an içinde olduğumuz yeni binamız dört katlı, oldukça
geniş metrekareli bir alan. Elbette bir anda tüm katları
açamazdık. Her şey planladığımız gibi ilerlerse 20 Eylül’de
müze tüm bölümleriyle açılacak. Ayşe Köksal ile birlikte kalıcı
koleksiyon sergisini hazırlıyoruz. Müze uzunca bir süredir
kapalı olduğu için bu açığı kapatabilme adına çok sayıda
eser göstermek arzusundayız. Nihai amacımız, burayı bir
okula çevirmek.
İstanbul özelinde müzeciliğin seyri hakkında neler
söylersiniz? Son zamanlarda bir canlanmadan
bahsedilebilir mi?
İyi ki özel müzeler açıldı, çünkü kamu hiçbir zaman bu müzeyi
talep etmedi. 1970’lerde dönemin İstanbul Resim Heykel
Müzesi Müdürü olan Heykel Sanatçısı Hüseyin Gezer,
bir basın toplantı yaparak Veliaht Dairesi’nin yangın tesisatının
değişmesi gerektiğini, o zamana dek müzeyi kapalı
tutacağını söylüyor. Hiç kimse oralı bile olmuyor ve müze
öylece kapatılıyor. 2012’de bizler de “Müzemi İstiyorum”
toplantısı yaptık, toplantıya gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını
geçmedi. Buranın varlığından haberdar olmayan
bir grup olduğu gibi buranın çökmesini isteyenler de her
zaman oldu. Dolayısıyla özel müzeler yeniden müzecilik konusunu
gündeme getirdiklerinde, biz burayı daha kolay ortaya
çıkarabildik. Okullar sergi gezdirmeye başladı, insanlar
hafta sonları planlarına İstanbul Modern’i, Pera Müzesi’ni
katmaya başladı. Özel müzeler, müzelere karşı ilgiyi artırdığı
gibi müzeciliğe dair bir disiplin de sağladı.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
22
KAPAK
Yazar
Emel Altay
Geleceğin sanatına yolculuk başladı:
NFT
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Kapak sayfalarımızda NFT’nin dijital sanatlara etkisinden
sanat koleksiyonerliğiyle bağına, özgür ve merkeziyetsiz olmasının
getirdiği faydalardan yaşanabilecek hukuki sorunlara
uzanan çok yönlü bir “Sanat ve NFT” dosyası hazırladık.
Sanatın dijital imkânlarla yolunun kesişmesi, teknolojiyle
çeşitlenip zenginleşmesi, aşina olduğumuz bir durum aslında.
Ancak ilk olarak 2017’de varlığını duyuran, 2020’de pandemiyle
birlikte çılgınlık boyutuna ulaşan NFT (Non-fungible
token, Türkçesiyle ifade edersek “değiştirilemez dijital
varlık”), sanat dünyasıyla sanal dünyanın birlikteliğini bambaşka
bir boyuta taşıdı.
NFT pazarının hacmi 20 milyar doları geçti
NFT, 2017’de dijital kedilerin alınıp satılabildiği “CryptoKitties”
isimli bir oyunla sınırlıydı. 2020’de tüm dünyada 250
milyon dolara yükselen pazar, 2021’de çılgınlık boyutunda
bir artışla 20 milyar doları geçti. Türkiye’deki sanatçılar da
kısa zamanda eserlerini NFT’ye çevirmeye başladılar. Çizer
Tarık Tolunay’ın “Fractal İstanbul” adlı eseri, ülkemizde
satılan ilk NFT eser oldu. Multimedya sanatçısı Refik Anadol’un
eseri 1,1 milyon dolara alıcı buldu. Tasarımcı Murat
Pak’ın “The Pixel” adlı eseri ise 1,4 milyon dolarlık satışıyla
Türkiye’nin en pahalı NFT eseri unvanını kazandı.
NFT rüzgârı; galeri, müze ve müzayede evlerini de etkisi altına
aldı. Türkiye’de ve dünyada birbiri ardına NFT sergiler açılırken,
dünyanın en önemli müzayede evlerinden Christie’s,
2021’de 150 milyon dolarlık NFT satışı yaptığını duyurdu.
NFT bir devrim ama kusursuz değil
NFT her ne kadar merkeziyetsiz vurgusuyla öne çıksa da
sanatçıyla iş birliği yapan, eserlere alan açan platformlar
(pazaryerleri) mevcut. En popülerleri OpenSea, Nifty Gateway
ve Manza.io olarak sayılabilir. Sanat dünyasında NFT
devrimi sürerken, sınırsız ve sorunsuz görünen bu yeniliğe
temkinli yaklaşanlar da var. NFT’nin yarattığı en büyük
soru işareti, henüz hukuki olarak net bir zemine oturmuş
olmaması ve yüksek enerji tüketimi nedeniyle çevreye verdiği
zarar...
Mini NFT sözlüğü:
Non Fungible Token: Değiştirilmesi
mümkün olmayan dijital varlık
Minting: Dijital eseri NFT’ye çevirme işlemi
Gas fee: Eseri NFT’ye çevirme sırasında
harcanan gaz bedeli
DAO: Merkeziyetsiz otonom kuruluş
Ledger: Hesap cüzdanı
Clean NFT: Karbon ayak izine dikkat ederek
üretilen/saklanan NFT
Floor: El değiştiren bir NFT’nin olabilecek en
düşük fiyatını ifade ediyor
23
KAPAK
Görsel: Refik Anadol – LOT
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
24
KAPAK
Sagalassos - Wag the dog #1
Murat Germen:
NFT dünyasında da
temsilciler olmalı
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Fotoğraf Sanatçısı Murat Germen; “NFT ortamının
özgürlük ve özgünlük konularında doğru yer olduğundan
emin olamıyorum. Bence gerçek dünyadaki
gibi NFT dünyasında da temsilciler olmalı”
diyor.
Murat Germen (Fotoğraf: Korhan Karaoysal)
2021 yazında Yapı Kredi Bomontiada’da açtığınız sergide
ilk NFT işlerinize yer verdiniz. “Masal” adını taşıyan bu
projenizden biraz bahseder misiniz?
“Masal” adlı sergide fotografik belgelemeden beslenen dijital
fotogrametri yöntemi kullanarak, bilginin bize erişmesi
sürecinde ne kadar çok manipülasyona, değişikliğe, dezenformasyona
maruz kaldığına dikkat çekmeyi amaçladım.
Bunlar tümüyle dijital üretimler olduğundan kendimce
NFT’ye uygun işler olduklarını düşündüm ve Opensea
pazaryerine bazılarını koydum. Gerçek sanat ortamında
alışageldiğim fiyatlandırmalara denk gelen kripto rakamlar
belirledim ve bu ortamda tanınırlığım olmadığından
şimdiye kadar hiç satamadım. Bundan sonra üretimi kolay,
hayli ehven fiyatlarla çok sayıda çoklu edisyonlu sunabileceğim
bazı içeriklerle ilerlemeyi düşünüyorum (henüz
başlayamadım meşguliyetten). Diğer yandan, Türkiye sanat
ortamında bilinen sanatçılardan oluşan bir portfolyoyla
yola çıkacak seçkin bir yeni yapılanma bünyesinde
tek edisyonlu işler satmayı düşündüğüm bir iş birliğim
olacak, ancak lansman henüz yapılmadığından detay veremiyorum.
Zoom into Panopticon
NFT piyasası, fotoğraf sanatının bugününe ve
geleceğine nasıl etki edecek sizce? NFT’nin açtığı alan,
fotoğraf sanatçılarının üretiminde neleri değiştiriyor,
zenginleştiriyor ya da eksiltiyor?
NFT bir pazar yeri sadece, fotoğrafın gidişatına etki edecek
ehemmiyette bir mecra değil. Asıl üzerinde durulması gereken,
fotoğrafın neden üretildiği ve izleyicilere neler hissettirebildiği
ama bu mecrada bunu tartışmak imkânsız.
Diğer yandan NFT pazaryeri, insanların “ona göre” fotoğraf
üretecekleri bir yer değil, çünkü hâkim bir görsel kimlik
ve/veya içeriksel kurallar yok, her an her şey girip çıkabilir;
semt pazarı gibi! Sanat ortamında, sergilerde kendine çok
yer bulamayan ve seyahat fotoğrafı tadında olup da “Bir
de burada deneyelim!” kafasıyla paylaşılan fotoğraflar görüyorum
sıklıkla ve bu yüzden de fotoğraf adına bir şeyler
öğrenebileceğim, yakından izleme heyecanı duyduğum bir
ortam değil şimdilik.
Türkiye’de NFT piyasasının hareketliliğine yönelik
gözlemleriniz var mı? Sizin takip ettiğiniz, beğendiğiniz
kişiler var mı örneğin? Fotoğraf sanatçıları, NFT
dünyasında nasıl bir yer kaplıyor sizin deneyimleriniz ve
gözlemlerinize göre?
Türkiye’nin kripto para ticaretinde dünyadaki en aktif ülkelerden
birisi olduğu yönünde haberleri okuyoruz. Dolayısı
ile NFT piyasasına dalmış birçok yerli “girişimci” de var
doğal olarak. Yukarıdaki soruda da değindiğim gibi, takip
etmeye değecek bir sanatsal, fotografik, içeriksel bir malzeme
olmadığından kimseyi takip etmiyorum. Takip ancak
kim neye ne kadar fiyat biçmiş, hangisi satılmış, hangisi
satılmamış gibi nabız yoklamasında anlamlı olabilir; buna
da maalesef zamanım olmadığından biraz mesafeli duruyorum
diyelim :)
Sanat eserlerinin karşı karşıya olduğu güvenlik
açıklarının NFT’de de olabileceği görülüyor. NFT
pazarındaki olası güvenlik açıklarıyla ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Yaratıcı içerik üretiminde hırsızlık, intihal, verilen sözlerin
yerine getirilmemesi gibi müdahil katılımcıların güvenini
sarsacak şeyler her zaman oldu ve olacak. İlk ortaya çıktığında
“Sanatçıyı koruyan bir sistem bu, zinhar telif hakları
sorunu olmayacak. İnsanların içi rahat olsun!” mealinde beyanlar
yapıldı ama şimdi öğreniyoruz ki durum hiç de öyle
değilmiş. Güvenlik açıklarının teknik yönüyle ilgili yorum
yapacak bir donamımım yok, ancak insanların güvenini bir
kere zedeledikten sonra yeniden tesis etmek hiç kolay bir
şey değil.
Fairy Tale - 9 columns
Fairy Tale - 9 columns
NFT’nin aracıyı, galeri sahibini, alınan komisyonları
ortadan kaldırarak sanatçıya doğrudan, merkeziyetsiz
bir alan sunması hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu da güya avantaj diye sunuldu ama sonra ortaya çıktı
ki satabilmeniz için Discord ortamında milletin ağzından
girip burnundan çıkmanız, Twitter’da bilinen NFT koleksiyonerlerine
bedava iş vererek onları hoş tutmanız, vaktinizi
sanal ortamda bilgisayar başında, tanınmak peşinde
koşarak geçirmeniz gerekiyormuş. Yani hiç de öyle merkeziyetsiz
falan değilmiş. Buranın da gerçek dünyadaki
gibi ağalarının, erk sahiplerinin olduğunu, bunlara yaranmadan
işlerin pek kolay olmadığını idrak ettikten sonra
NFT ortamının özgürlük ve özgünlük konularında doğru
yer olduğundan emin olamıyorum. Bence gerçek dünyadaki
gibi NFT dünyasında da temsilciler olmalı. Tanınırlık
sağlayarak ve bağlantılar kurarak başkalarının NFT’lerin
satılmasına zemin sağlayan birisi olursa, ben o kişiye bir
pay ödemeye hazırım.
NFT pazarı, saklı kalmış fotoğraf arşivlerinin
değerlenmesi, sanat izleyicisiyle buluşması için NFT
piyasası bir seçenek sunabilir mi?
Belge niteliği taşıyan arşiv fotoğraflarının NFT pazaryeri
üzerinden başka birisinin mülkiyetine geçmesi, bireylerin
arşivlerinin bütünlüğünü bozması gibi geliyor bana. Şahsen
elimde her geçen gün büyüyen bir arşiv var ve mevcut şartlarla
bu arşivi NFT ortamında “heder etmek” istemem; değerlenmek
yerine değersizleşeceğini düşünüyorum çünkü.
Günün birinde birilerinin, yıllarca üzerine emek sarf ettiğiniz
arşivinizin bir bölümünü veya tümünü olası değerinin
altında bir bedelle parça parça veya tek seferde alıp, sonrasında
kendi isimleriyle kendi arşivleriymiş gibi sunduklarını
düşünsenize; bana hiç çekici gelmedi.
Gerek bireysel gerek karma sergilerle sanat
izleyicisiyle çokça bir araya gelen, üretken bir
sanatçısınız. Şu aralar neler yapıyorsunuz?
Şu sıra Eskişehir’deki Eldem Sanat Alanı’nda
Melike Bayık’ın küratörlüğünü yaptığı “Su-suz
Yaz” adlı ve İstanbul’da Erkan Doğanay’ın küratörlüğünü
yaptığı “Benim Koleksiyonum: Sanatçıların
Biriktirdikleri” adlı grup sergilerinde yer
alıyorum. Mart sonunda İstanbul’daki Kale Tasarım
ve Sanat Merkezi’nde “Küresel İkaz” adlı bir
kişisel sergi açacağım. “Su-suz Yaz”a ek olarak bu
sergide de iklimsel değişim, küresel ısınma, insanın
yol açtığı doğa tahribatı konularına odaklanıyorum.
Yıl sonunda ise İstanbul’daki Ferda Art
Platform’da bir kişisel sergim daha olacak.
25
KAPAK
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
26
“ Sanatın merkeziyetsizleşmesi ve
pratikleşmesine bir adım”
KAPAK
Akademisyen ve sanatçı Selçuk Artut, NFT’yi
“Sanatçıların işlerini merkeziyetsiz olarak
sunabilmesi, karşılığını doğrudan alabilmesi,
doğası gereği çok zor olan sanat üretimini
pratikleştirmeye bir adım” olarak tanımlıyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
“Dijital Sanatta Şimdi:
Alternatif Gerçeklikler
+ NFT” sergisinin
küratörlerindensiniz.
Sergideki NFT işleri
hakkında neler
söylersiniz?
Akbank Sanat’taki sergide
NFT eserlerin kürasyonunda
çalıştım.
Aslında eserlere salt
estetik biçim yönünden
değer vererek sergilemeye
başladık, bir
kürasyon yapmadık.
NFT’nin bu noktada
bir evrilme yaşamadığını düşünüyorum, kürasyona bağlı
NFT’den –en azından şu an- bahsedemeyiz. Bundan bağımsız
olması da NFT eserlere bir zenginlik katıyor. Satış
kaygısıyla üretilenleri bir kenara bırakırsak, ciddi bir hayal
gücü zenginliği görüyoruz. Müthiş yeteneklerin, tatmini
oldukça zengin işler ürettiklerini düşünüyorum. Buna ek
olarak, benim gördüğüm kadarıyla NFT’de bir illüstrasyon
dominansı var.
Sizce insanları NFT eser sahibi olmaya iten
motivasyonlar neler?
Burada konu biraz Fransız filozof Lyotard’ın postmodern
bağlamda bahsettiği üst anlatı meselesine kayıyor. İnsanlar
hep bir şeylere inanma eğilimdeler. Konumuz özelinde
bu inanç, NFT’nin sanatçılara, sanat dünyasına bir adalet
getirdiğine dair bir inanç. Ben de NFT eser satın aldım,
benim motivasyonum sevdiğim sanatçılara destek vermekten
geliyor. Ama şu sorular hâlâ araştırılmaya muhtaç:
NFT’ye ilgi gösteren kitle kim? Kapitalin elinde döndüğü
jenerasyon kim? Büyük ihtimalle genç bir jenerasyon, bilişim
kültürüyle büyümüş, bitcoin, kripto para dünyasıyla
ilgili, dijital varlık üreten bir jenerasyon. Artık popstarları,
futbolcuları değil, dev teknoloji şirketlerinin CEO’larını
konuşuyoruz. Bu teknolojik fırtına içerisinde, teknolojik
imkânlardan da yararlanarak büyük gelirler kazanmış kişilerin
zahiri (görünmeyen) varlıklara bonkörce para harcamasını
anlayabiliriz.
Aynı zamanda NFT işler üreten bir sanatçısınız.
Sanatçılar tarafından bakarsak meseleye,
NFT’yi cazip kılan özellikleri nasıl açıklarız?
İlk olarak, NFT’nin popülerleşmesinin dijital sanata olan
ilgiyi artırmasına sebep oluşunu çok olumlu buluyorum.
NFT biraz müzik dünyasının mp3 ile yaşadığı dönüşümü
hatırlatıyor bana. Mp3 ve devamında gelen teknolojiler,
müzik üretimini ve tüketimini özgürleştirmiş, demokratikleştirmişti.
NFT’nin de özellikle dijital işler üretenler
için aynı kolaylık ve demokratik ortamı sunması, beklenen
bir şey. Sanatçıların işlerini merkeziyetsiz olarak sunabilmesi,
karşılığını doğrudan alabilmesi, doğası gereği
çok zor olan sanat üretimini pratikleştirmeye bir adım ve
bunun sanatçıların ilgisini çekmesi normal.
NFT aslında blok-zincirde tutulan verilerden oluşan bir
sanal varlık ve korunması için yüksek enerji tüketimi söz
konusu. Gezegenimizin kaynaklarına saygılı NFT eserler
üretmek nasıl mümkün olabilir?
Enerji tüketimi, blok-zincir sistemlerinin önemli sorunlarından
biri... Bu yılın ocak ayında Digiconomist bir rapor
yayınladı. Buna göre, yıllık Bitcoin ağının enerji tüketimi
204.50 TWh. Bu da Tayland büyüklüğünde bir ülkenin bir
yıldaki tüm elektrik tüketimine eşit... Dahası, dijital sanat
eseri bir kripto para varlığından kat kat çok enerjiye ihtiyaç
duyuyor. Dünyanın içinde bulunduğu iklim krizinde
bu meselelere duyarlı olmak zorundayız. Kendi örneğimden
yola çıkarsam, NFT işler üreten bir sanatçı olarak temiz
NFT’de olmayı tercih ettim. “Clean NFT” diye bir kavram
var, işlerim o kapsamda Tezos diye bir ağ içerisinde.
Bu yöntem, Etherium ağında üretilen enerji seviyesinin
milyonda bir altı seviyesinde bir harcama yapıyor. Sanatçıların
bu özene sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak, NFT sanat dünyasını dönüştürecek mi?
Ben konuya sanatın kavramsallaşması üzerinden bakıyorum.
Sanatın kavramsallaşmasıyla beraber sanatın tanımının
aslında uçsuz bucaksız olduğuna karşı çok direnildi
ama kabul edildi. Buna rağmen, maddesel varlığı olmayan
sanal bir şeyin bir eser olarak kabul görmesi hâlen çok kolay
değildi. Fakat pandemiyle beraber hepimiz dijital evrene
daha da ısındık. İşte NFT de aslında kavramsal sanatın
bugünkü uzantısı. Bugün gelinen nokta kafa karıştırıcı
olsa da sevindirici... Sanatın ne olduğu üzerine düşünen
insanlar için sanatın sınırlarının bu seviyede genişlemiş
olması bence son derece olumlu.
27
KAPAK
Güçlü kadınların NFT hâlleri:
Animal Babes
Eda Zamanpur, Hazal Özkan Art Gallery’deki “Animal
Babes” adlı sergisinde NFT’ye dönüştürülmüş
dijital eserlerini sanatseverlerle buluşturdu.
Sergide Frida Kahlo, Audrey Hepburn, Kleopatra
gibi ünlü isimlerin yanında meslekleriyle, duruşlarıyla dünyaya
dokunan hayatın içinden güçlü kadınlardan ilhamla
tasarlanmış 59 adet karakter yer alıyor.
Silk and Cashmere’ın katkıları ve LG Oled’in teknoloji sponsorluğunda
gerçekleşen Animal Babes, Türkiye’nin ilk bireysel
sanatçı NFT sergisi olmasının yanında sosyal sorumluluk
misyonuyla da dikkat çekiyor. Sergide satılan her NFT
eserden elde edilen gelirin yüzde 20’si Türk Eğitim Gönüllüleri
Vakfı’na aktarılacak.
Eda Zamanpur: Masallara tepkiyle
güçlü kadınlar yarattım
Zamanpur, sergideki işlerin masallarda çizilen pasif, yardıma
muhtaç kadın figürlere karşı bir tepki olarak ortaya çıktığını
anlatıyor: “Bu serginin geçmişi 2016 yılına uzanıyor.
Bize anlatılan masalları sorguladığım zamanlardı. Bir kadın
karakter şatoya hapsedilir, diğeri zehirlenir ve bir prensin
öpücüğüyle hayata döner. Masallarda hep mağdur, kurtarılmaya,
prensin öpücüğüne muhtaç kadınların anlatılması
beni sinirlendiriyordu. Bu sinirle karakalem eskizler yapmaya
başladım. Hatta o dönem çizdiklerimi ‘Öpünce Prenses
Olmayanlar’ başlığıyla Instagram’da paylaşıyordum. Ağırlıklı
olarak karakalemle kurbağa kadın karakterleri çiziyordum.
Bu karakter benimle birlikte bugüne dek geldi. Buna
mitoloji, müzik, sinema, spor gibi alanlardan efsane kadın
figürlerini de katmaya başladım. Her alandan güçlü kadın
duruşlarını kendi stilimde çizmeye devam ettim. Pandemi
döneminde çizimlerimi dijitale aktarma fikri doğdu, sonra
da NFT’ye çevirmeye karar verdik.”
Hazal Özkan: Dijitalle gelenekseli bir araya
getirmekten dolayı mutluyuz
Hazal Özkan Art Gallery’nin kurucusu Hazal Özkan da henüz
üçüncü sergilerinde böyle çağı yakalayan bir projeye yer
vermekten mutluluk duyduklarını söylüyor. Özkan; “Bu sergide
NFT’ye yumuşak bir geçiş yapma fikrini hayata geçirdik
esasen. Geleneksel olanla dijitali birleştiren bir sergi... Burada
fiziksel olarak sergileniyor olması da bu adımı kolaylaştırıyor.
Sanat her zaman birçok farklı disiplinden yararlanan bir alandır.
Burada da dijitalle gelenekseli bir araya getirerek, sanatın
ruhunda olanı ortaya çıkarmış oluyoruz” diyor.
Ferhat Zamanpur: NFT eserler
hayatın içindeki yerini alacak
Silk and Cashmere CEO’su Ferhat Zamanpur, NFT’nin özellikle
Z kuşağı için bir tür yeni normal hâlini alacağı görüşünde:
“Bu teknolojinin içine doğmamış olan bizleri yadırgatsa
da online dünyayla haşır neşir olan çocuklar ve gençler için
zaten normali bu. Oyunda kullandığı aletlerin sanalının
yanında gerçeğini versek, ‘Bunu ne yapayım?’ der çocuklar.
NFT de öyle olacak. NFT eserlerin hayatın içinde de kendi
yerini açacağına inanıyorum. Zaten başladı da... Sergiyi
gezen dostlarımızdan biri, aldığı eseri akıllı saat ekranına
ayarladı. Böylece her gün defalarca bakabilecek, başkalarına
da gösterebilecek. Artık bu dünyayı hayal etmek zor değil.”
Eda ve Ferhan Zamanpur
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
28
Koleksiyoner Feride İkiz:
NFT sanat tarihinde
yeni bir devir açıyor
KAPAK
Feride İkiz, teknoloji çağının kendi koleksiyonerlerini,
yeni Medici’lerini yarattığını ifade ediyor.
İkiz’e göre teknolojinin sanat tarihinde bir devir
açmasına şahit oluyoruz.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
İlk NFT eserinizden bir
koleksiyona, oradan da
sergiye dönüşen süreç
nasıl gelişti?
NFT’lerden ilk defa Ekim 2020
gibi haberim oldu, hemen detaylı
araştırmaya başladım. Sanal müze
MOCDA’nın kurucusu Serena Tabacchi
ve SuperRare’in CMO’su
Zack Yanger ile tanıştım; hatta
onlarla röportajlar yapıp, yayınladım.
Araştırdıkça baktım, yavaş
yavaş müthiş sanatçılar da geliyor
geleneksel piyasalardan, ilk NFT’lerini satıyorlar. İyi işleri
gördükçe almamazlık edemedim. İlk alımım herhalde Şubat
2021’de olmuştur. Sergide de işleri olan sanatçılardan
bazıları Kenny Schachter, Pak, Gmunk ve ha:ar ilk aldığım
NFT’lerin sanatçıları.
Koleksiyonu yaparken sadece bir tür MTV kitschi diyebileceğimiz,
daha çok motion designer’lar tarafından üretilen
yaygın NFT estetiğindense, hem konvansiyonel sanatçıların
bazıları ilk olan NFT’lerine hem de ileride bu medyumun tarihi
incelendiğinde bir şekilde bahsi geçecek olan bazı eserlere
odaklandım. Mart 2021 gibi konvansiyonel sanat piyasalarından
tanıdığım müthiş sanatçılar da bu platformlara gelmeye
başladı. Sanat kariyerinde önemli bir yerde olan, Venedik Bienali
gibi pek çok sanat organizasyonunda yer almış, dünyada
önemli müze ve özel koleksiyonlarda işleri olan yabancı ya
da Türkiyeli sanatçıların NFT eserlerine odaklandım. Kripto
piyasalarda onları tanıyan koleksiyonerler de sınırlıydı, bu da
benim için fırsatlar doğurdu. Bir kısmının ilk NFT’leri veya
çok az edisyonlu özel serilerinden işlerim var.
NFT piyasaları çok tanınmış müthiş sanatçılarla çok kısa
sürede tanışmama ve onlarla ortak bir hikâyeyi paylaşmama
da imkân tanıdı. Bunlardan biri de koleksiyon sergim
‘Crash’ zamanı İstanbul’da misafirim olan AES+F. Pandemi
şartlarında bu sanatçı kolektifinden Lev Evzovich’in İstanbul’a
gelmesini ve sergi paralelinde düzenlediğimiz konuşmalarda
konuğum olmasını mucize olarak niteliyorum.
Sergi fikri ise bir anda aklıma geldi. Mayıs ortasıydı, koleksiyon
sanatçım aynı zamanda da yakın dostum Arda Yalkın’a
(ha:ar) bahsettim. Bir hafta içinde sergiye dahil olmasını
istediğim herkes (sponsorumuz Brothers, ha:ar, Piksel Yeni
Medya Programı ekibi, Türk Bilişim Vakfı ve yazarımız Burcu
Dimili) projeyi kabul edince süratle ilerledi her şey. Bu sergi
ile de destekçisi olduğum, yeni medya sanatçıları gelişim
AES+F, Allegoria Sacra
programı olan Piksel Yeni Medya’ya da finansal kaynak yaratma
imkânı doğdu, çok mutlu oldum. Sergi paralelinde düzenlenen
“Piksel Talks” programı ile galerici, sanatçı, hukukçu ve
koleksiyoner konuşmaları düzenledik ve NFT’leri ele aldık.
NFT’nin sanat üretimini ve koleksiyonerliği
dönüştüreceğini düşünüyor musunuz?
Teknolojinin sanat tarihinde bir devir açtığına şahit oluyoruz
hep beraber. Bugünden sonra geleneksel sanat piyasasında
faaliyet gösteren bir yeni medya sanatçısının dijital
dosya olarak satılan, ancak NFT belgeli olmayan bir işini
almak ne kadar mantıklı tartışılır. Bir heykelin sertifikasının
da bundan sonra blockchain’de belgelendiğini göreceğiz.
Bunlar yapıldı zaten ama yaygınlaşacak. Blockchain’in ve AI
gibi farklı teknolojilerin sanat üretiminde de kullanımının
yaygınlaştığını göreceğiz. Yine bu teknoloji, bir Picasso tablosunun
onda birine sahip olmanızı ve bu sahip olduğunuz
payın satılabilmesini de mümkün kılıyor, örnekleri yapıldı.
Bunlar da yaygınlaşacak.
Bugün dünyanın en büyük şirketleri arasına giren şirketlerin
yarısı 5-10 yıl önce faaliyette bile değillerdi, bu şirketlerin
çoğu teknoloji şirketleri. Ortakları büyük servetler edindiler.
Bugün sanat dünyasında yeni Medici’ler doğmuştur.
Bu yeni Medici’ler ve onların sevdiği yeni medyumların,
dolayısıyla dijital sanat eserlerinin ve kripto sanat piyasalarının
büyümesi kaçınılmaz olacaktır. Fakat 65 milyar dolarlık
sanat piyasasının çoğunluğunun NFT’lerden oluştuğunu
görmeyeceğiz, çeşitlilik devam edecektir.
NFT alanında takip ettiğim sanatçı bir hayli var;
AES+F, Mario Klingemann, Mat Collishaw, Nancy
Baker Cahill, ha:ar, Pak, Beeple, Dot Pigeon,
Kenny Schachter, Daniel Arsham, Memo Akten,
Shepard Fairey, Özge Topçu, Hamza Kırbaş, Neil
Beloufa, Philip Colbert, Manuel Rossner, Random
International, John Gerard diye liste uzuyor.
Çok başarılı Türkiyeli sanatçılar da keşfediyorum
her geçen gün.
Manza.io:
Sanatçılar smart contract ve
copyright haklarına çok dikkat etmeli
29
Manza.io ekibinden Murat Canbaz ve Ahmet
Hakan Özgür ile NFT ve sanat ilişkisinin
yeniden kurgulanmasında platform olarak
üstlendikleri misyonu konuştuk.
KAPAK
Elif Dağdeviren, Volkan Çelik, Ahmet Hakan Özgür ve Murat
Canbaz’dan oluşan Manza.io ekibi, temel gayelerini “Sanatçılar,
NFT üreticileri, NFT koleksiyonerleri, markalar ve tüm
bunların meraklıları için etkileşimli ve güvenli bir altyapı
sağlamak” olarak tanımlıyor. Ahmet Hakan Özgür ve Murat
Canbaz’ın temel vurgusu da platformda yarına miras kalacak
sanat eserlerinin var olması ve sanatçıların smart contract
ve copyrigth düzenlemeleriyle haklarını yüzde 100 güvence
altına alabilecekleri bir NFT sisteminin yerleşik olması.
“NFT’de gerçek sanatçıların ve sanat
eserlerinin yer almasını savunuyoruz”
Manza.io’nun kuruluş amacının, sanatçıyı sanat tüketicisiyle
olabilecek en etik şekilde buluşturmak olduğunu
söyleyen Murat Canbaz, NFT pazaryerlerinin geleneksel
sanata ve sanatçıya kapalı duruşunu eleştiriyor ve Manza.
io olarak önceliklerinin gerçek sanat eserlerine yer vermek
olduğunun altını çiziyor: “Biz gerçekten değer görmesi gereken
sanatçı ve sanat eserlerine yol gösterici olalım istiyoruz.
Manza.io’nun içerisinde var olan sanatçılar verified’dir;
eserler yarına mutlaka kültürel miras olarak kalacak gerçek
sanat eserleridir.”
“Smart contract’ın önemini mutlaka
kavramalıyız”
Ahmet Hakan Özgür ise NFT dünyasında sanatçıların telif
haklarına sahip çıkmalarının ve bu bağlamda smart contract’ların
önemini vurguluyor: “NFT çok yeni bir ekosistem
ve ne yazık ki şu an Türkiye’de sanat üreticisiyle iletişim
kurmaya çalışan bazı tüccarlar var. Tüccar tabiri biraz sert
olsa da maalesef en doğru kelime bu... Çünkü ıslak imzalı
sözleşmelerle sanatçıların eserlerini kendi üzerlerine alıp,
smart contract’ları kendileri adına üretiyorlar, yani yaratıcı
kısmına kendi isimlerini dahil ediyorlar. Daha sonra elde
edilmesi muhtemel ‘royality fee’ kısmına kendi adreslerini
yazıyorlar. Bu davranışlar etik dışı.”
“Bedri Baykam, sahip olduğumuz
etik değerler nedeniyle bizi seçti”
Özgür, NFT’nin merkeziyetsiz olma vaadiyle yola çıktığını
ama bu süreç doğru kurgulanmazsa en çok zarar görenin sanatçılar
olacağını söylüyor. Manza.io’yu özellikle bu konuda
sanatçıların haklarını korumak için kurduklarını ifade eden
Ahmet Hakan Özgür; “Biz özellikle sanatçı hakları tarafında
bir bilinç yaratmaya çalışıyoruz. Workshoplar düzenliyoruz,
bu nedenle ‘Biz pazaryeri değiliz, platformuz’ diyoruz. Sektörün
doğru oluşması ve büyümesi için çalışıyoruz. Pazaryerinden
ziyade proje üreten, sanatçılarla markalar arasında
köprü oluşturan, sanatçıların peer to peer yapıya dahil
olduklarında iletişimlerini doğru kurabilmeleri için kendi
komünitelerini oluşturmaları için onlara altyapı sağlayan,
strateji belirleyen işlere imza atmak istiyoruz” diyor. Özgür,
sanatçı Bedri Baykam’ın ilk NFT eseri için kendi platformlarını
seçmesini de sahip oldukları bu etik değerlerin bir neticesi
olarak yorumluyor.
“Sanatçılar, sanat tüketicisiyle arasındaki
eski köprünün yıkıldığının farkında”
Murat Canbaz, NFT’nin hukuki açmazlarına dikkat çekiyor
ve sanatçıların NFT dünyasında yer alırken mutlaka temkinli
ve titiz davranmalarını söylüyor: “Sanatçı bir yere kadar
NFT dünyasına hakim olabiliyor. Öte yandan, NFT’de olmak
için de büyük bir arz var. Çünkü sanatçı, kendi ürettiği eserle
sanat tüketicisi arasındaki köprülerin yıkıldığının farkında...
Bu yüzden de NFT’de olmak istemeleri doğal ama çok çok
dikkatli olmaları gerekiyor. 3-5 yıl sonra NFT konusunda
çok farklı davalarla karşılaşma ihtimalimiz yüksek.”
“Plastik sanatlarda copyright konusu
hâlâ oturmadı”
Ahmet Hakan Özgür de sanatçıların NFT ile birlikte peer to
peer yapıya geçtiklerini, ancak bu dönüşümde copyright haklarını
mutlaka gözetmelerini aktarıyor: “Sinemada, müzikte
bu telif hakları biraz daha belirgindir, ancak plastik sanatlarda
copyright konusu şimdiye kadar hiç anlaşılmamış. Sanatçılar,
copyright konusuna çok dikkat etsinler. Önümüzdeki
yıllarda çok daha detaylı smart contract’lar hayata geçecek.”
Bedri Baykam
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
30
KAPAK
Sanat Hukuku Danışmanı ve Avukat Pınar Sönmez;
“ NFT’lerin hukuki statüsü
henüz belirsiz”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Sanat Hukuku Danışmanı ve Avukat Pınar Sönmez;
“NFT’lerin takas edilememesi, aynısından
bir daha üretilmesinin mümkün olmaması, kanunun
yaptığı eser tanımındaki ‘eser sahibinin hususiyetini
içerme’ öğesine koşuttur” diyor. Bununla birlikte
Sönmez’in aktardığına göre, NFT’lerin kanun önündeki
esas kategorisi ancak ihtilaf oluştuğunda ve bu uyuşmazlık
mahkemeye taşındığında netleşecek.
Bir NFT eserin hukuki statüsü nedir? Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu (FSEK), NFT eserler için yeterince
kapsayıcı mı?
Hukuk düzeni, bir toplumda yürürlükte bulunan hukuk
kurallarının tümünü birden ifade etmek için kullanılan bir
terimdir. Bu düzende, fikri hakların konusunu iktisadi değer
taşıyan fikri emek ürünleri oluşturuyor. Fikri Mülkiyet
ve Sanat Hukuku, eser sahibinin haklarını koruma amacı
taşır. NFT’nin hukuk açısından konumunu belirlemek için
öncelikle kanunda eser tanımına bakmak gerekir. Bir fikri
ürünün eser kabul edilmesi, dolayısıyla eser korumasından
yararlanabilmesi için kanunda yazılı eser türlerinden birine
girmesi ve eser sahibinin hususiyetini taşıması gerekmektedir.
Eser türleri kanunda tahdidi, yani sınırlı olarak
sayılmıştır. NFT söz konusu olduğunda, hatta ayrıca NFT
sanat eserinden bahsedildiğinde, mahkemelerin eseri hangi
kategoride değerlendireceğine yönelik karar ancak ihtilaf
oluştuğunda ve bu uyuşmazlık mahkemeye taşındığında
neticelenecek ve netleşecektir. Bu aşamada NFT eserin teknik
detayları incelenecek, zaman damgalı olması önem arz
edecek, eser statüsü belirlenecektir. En açık ve net koruma
ise FSEK’teki eser türlerinden biri olarak açıkça yazılması
halinde gerçekleşir ki karşılaştırmalı hukuk açısından bakarsak
da dünyada henüz böyle bir düzenleme oluşturulmadı.
“Akıllı kontrat” diye bir kavram geçiyor NFT ile ilgili
hukuki konularda. Bunu biraz açar mısınız?
Akıllı kontrat, tokenlerle yapılan hazır bir sözleşmeyi işaret
eder. Akıllı bir sözleşme, alıcı ile satıcı arasındaki sözleşmenin
şartlarının doğrudan kod satırlarına yazılmasıyla kendi
kendini yürüten bir sözleşme olarak tanımlanıyor. NFT’ler
temel olarak üç unsur içeriyor. Bunlar; metadata, identifier
ve koddur (akıllı sözleşme). NFT’nin temsil ettiği varlığın
niteliği ve kapsamı, bu akıllı sözleşme adı verilen kod içerisinde
işaretlidir. Kod ve içerdiği anlaşmalar, bir blok zinciri
ağında bulunuyor. Bir NFT üretildiğinde, üreten kişi,
NFT’nin özelliklerini belirleyen ve bu özellikleri NFT’nin
yönetildiği ilgili blok zincirine şifreleyerek ekleyen temel,
akıllı sözleşme kodunu oluşturur.
Her sözleşme için önerilen husus, NFT’deki akıllı kontratlar
için de geçerli; NFT’nin devrinin hangi hakları ve sorumlulukları
kapsadığının tespiti için akıllı kontratların içeriğinin
dikkatle incelenmesi gerekir. Bazı NFT’ler eserin sınırlı bir
kullanımını içerdiğinden, devralan da bu sınırlı haklara sahip
olacaktır. Buradaki bahsi geçen bir özellik de FSEK m.
45’te yer alan, bununla birlikte faturalandırma ve diğer pra-
tik hususlar nedeniyle layıkıyla işletilmeyen kanuni pay ve
takip hakkının, bilinen adıyla sonraki satışlar için peşinen
kabul edilmesine ve el değiştirme halinde eser sahibinin kanuni
pay ve takip hakkını almasına dayanıyor.
Biri bir NFT eserin orijinalini satın alıyor, ancak o
eserin sonsuz sayıda kopyası dijital ortamda var olmayı
sürdürebiliyor. NFT eserin yaratıcısının sahip olduğu
haklar neler? Aynı şekilde NFT eseri satın alan kişi, hangi
hakları da elde etmiş oluyor?
NFT’nin hukuki koruma altındaki eser olduğunu varsayarsak,
eser sahibinin Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda yer
alan mali ve manevi haklara sahip olduğunu söyleriz. Mali
haklar; işleme (FSEK m.21), çoğaltma (FSEK m. 22), yayma
(FSEK m. 23), temsil (FSEK m.24), umuma iletim (FSEK m.
25), kanuni pay ve takip hakkı (FSEK m. 45) olarak sıralanır.
Bu haklar tahdidi olarak, diğer bir deyişle sınırlı sayı ilkesine
göre belirlenmiştir. Bu haklarla birlikte eser sahibinin
manevi hakları olan umuma arz yetkisi, adın belirtilmesi
salahiyeti, eserde değişiklik yapılmasını men etmek, eser
sahibinin zilyed ve malike karşı hakları vardır. NFT’nin kanunen
ve somut olayda eser kabul edilmesi temel mesele
olup, eser olduğu tespit edilirse ve tüm bu mali ve manevi
haklar eser sahibinde bulunmaktadır. Bahsettiğiniz çoğaltma
hususunda klasik eserden bir farkının olmaması, yine
eğer işleme, çoğaltma yapılmak isteniyorsa, bir eserden başka
eser üretiliyorsa, gerekli hakların eser sahibinden yazılı
izinle ve hakların ayrı ayrı belirtilerek alınması gerekir. Aksi
takdirde şartları varsa, tazminat talebi ve cezai yaptırımla
karşılaşılabilecektir.
Dijital, sanal mecralara dair kanunlar bir süredir var,
ancak NFT’yi farklı kılan şey sanırım blockchain zinciri
üzerinden ilerlemesi ve kripto para trafiği. Bu bir takip
edilemezlik yaratıyor mu hukuki açıdan?
Şu anda, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından
yayınlanan 16 Nisan 2021 tarih ve 31456 sayılı Ödemelerde
Kripto Varlıkların Kullanılmamasına Dair Yönetmelik
uyarınca Türkiye’de kripto varlıkların mal ve hizmet alım
satımlarının ödemelerinde doğrudan veya dolaylı şekilde
kullanımı yasak olup, kripto varlıkların ödemelerde doğrudan
veya dolaylı şekilde kullanılmasına yönelik hizmet
sunulması da yasaktır. Henüz yasal güvencesi devlet tarafından
sağlanmamış bir alan olduğu göz önünde bulundurulmalı;
mutlaka risk tespitine dikkat edilerek, hür iradeyle
katılıp katılmama kararı verilmelidir.
Son olarak, NFT ve hukuk ilişkisine dair altını çizmek
istediğiniz noktalar neler?
NFT’lerin takas edilememesi, aynısından bir daha üretilmesinin
mümkün olmaması, dijital para birimlerinin aksine
her biri bir diğerinden farklı olması, kanunun yaptığı eser
tanımındaki “eser sahibinin hususiyetini içerme” öğesine
koşuttur. Bu da NFT’nin sanatsal üretime uygunluğu için
bir alan açmaktadır. Bununla birlikte hukuki kural ve kabullerin
netlikle ifadesi, yasal düzenleme ve mahkeme kararları
ile mümkün olacaktır. Önemli olan şu ki, dünyada ve
ülkemizde tüm ekonomi politikalarının ve hukuk dallarının
birbirine tutarlılıkla bağlayan bir ciddiyet tasavvuru gerek.
Yeni ekonomik alanlar, dijital fikri mülkiyet hukuku, geleceğe
ilişkin politikalar; vicdan ve ifade özgürlüğünden, bireysel
ve kamusal seçimler yapabilme özgürlükleriyle birlikte
mana ifade eder.
Dünya yeni ticari gelirlere, yaratıcılığın pahasının yükseldiği
ekonomiye, endüstriye ve hayata alan açıyor. Bu alanda
elbette uyuşmazlıklar, hak ihlâlleri, ihlâllerin sonucunda
müzakereler, özel karar verme aşamaları, kanun yolları,
hükümler, emsal kararlar, uygulamalar olacaktır. Kaldı ki
NFT’ye özel yasa olmaması sebebiyle kıyasen yorumda bulunsak
da kanunilik ilkesi nedeniyle mutlaka yasal düzenlemelerde
bulunulmalı, sorumluluk tanımlamaları yapılmalı,
bu sınırlamaların da meşruiyeti sağlanarak kamusal fayda
ve etik gözetilmelidir.
31
KAPAK
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
32
KÜLTÜR SANAT
Yazar
Emel Altay
Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı:
Gelişimi, değişimi ve
yeniliği önceliklendiriyoruz
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Akbank Sanat, çağdaş sanata ve genç sanatçılara
açtığı alan, festivalleri, disiplinlerarası iletişimi
esas alan kimliğiyle, “Değişimin Hiç Bitmediği
Yer” mottosuna uygun olarak 29 yıldır kültür
sanat dünyasını beslemeye devam ediyor.
Akbank Sanat’ın şehrin kültür sanat hayatındaki yerini,
üstlendiği misyonu ve gelecek projeksiyonlarını Derya Bigalı’dan
dinledik. Bigalı; “Akbank Sanat aynı zamanda bir okul
gibidir, birçok kişinin yolu mutlaka geçmiştir” dedi.
Akbank Sanat, çok zengin bir yelpazede etkinliklere
evsahipliği yapıyor. Siz nasıl anlatırsınız Akbank Sanat’ın
İstanbul kültür sanat hayatındaki yerini ve misyonunu?
Her yıl 700’ün üzerinde etkinlik gerçekleştiren Akbank Sanat
olarak 2022 yılında 29’uncu yaşımızı kutluyoruz. Topluma
değer katan her alanda gelişimi, değişimi ve yeniliği
önceliklendiriyoruz. Kültür ve sanat alanında da yıllardır
önemli projelere imza atıyoruz. Çalışmalarımızla sanatseverlere
ulaşırken, yerel ve evrensel mirasın korunarak ge-
lecek kuşaklara aktarılmasını da hedefliyoruz. Türkiye’de
çağdaş sanatın gelişimi ve geniş kitlelere ulaştırılması
sürecinde öncü rolümüzü devam ettiriyor, desteklerimizi
sürdürüyoruz.
Akbank Sanat olarak söylediğiniz gibi birçok farklı disiplinde
etkinlikler gerçekleştiriyoruz ve bu etkinliklerin
disiplinler arası etkileşimi, Akbank Sanat için son derece
önem taşıyor. Bu sene Akbank Kısa Film Festivali’nin
18. yılını, Akbank Caz Festivali’nin 32. yılını ve Akbank
Çocuk Tiyatrosu’nun 50. yılını kutluyoruz. Tüm bu festivallerin
ve sanat disiplinlerinin uzun yıllardır desteklenmesi
ve sürdürülebilir olması son derece önemli. Gençler
bizim için her zaman çok önemli olmuştur. Cazdan kısa
filme, sergilerden çağdaş dansa kadar her disiplinde onlara
ışık tutacak ve ilham verecek içerikler oluşturmaya
gayret ediyoruz.
Pandemi döneminde her şeyi online’da yapabileceğimize
daha net ikna olduk. Siz de salgın boyunca tamamen
kapalı kalmak yerine online etkinliklerle seyirciyle
buluşma yolunu tercih ettiniz. Şimdi hayat normale
dönüyorken durum nedir?
Pandemi ile birlikte Akbank Sanat ekibi olarak hepimiz uzaktan
çalışma uygulamasına hızlıca geçerek, tüm çalışmalarımızı
online kanallar üzerinden yürütmeye başladık. Zaten daha
önce de etkinliklerimizi kaydedip, Youtube kanalımızdan
paylaşıyorduk. Bu dönemde de hemen online olarak yapmaya
başladık ve “Akbank Sanat Evinizde” çatısı altında sosyal
medya kanallarımızdan ağırlıklı olarak “Evin Caz Hali” konserleri
gibi canlı, kimi zaman da arşivden çalışmalarımızla
devam ettik. Böylece sadece İstanbul’daki değil, tüm Türkiye
ve hatta yurtdışındaki izleyicimize de ulaşma imkânımız
oldu. Fiziksel etkinliklerimiz sergilerimizle başlamıştı ve 31.
Akbank Caz Festivali’yle devam etti. Seminer, ders ve söyleşi
programlarımız ağırlıklı olarak çevrimiçi kanallar üzerinden
devam ediyor. Pandemiyle birlikte ortaya çıkan bu hibrit yapı
kalıcı olacak ve etkinlikleri hem fiziksel hem de çevrimiçi olarak
takipçilerimizle paylaşmaya devam edeceğiz.
33
Akbank Sanat’ın 2022 sezonunu planlarken hangi
başlıklarla, kavramlarla yola çıktınız? Bu yılın etrafında
şekillendiği bir ana temanız var mıydı?
Akbank Sanat ailesi olarak bu sene için dolu dolu bir program
oluşturduk. “Değişimin Hiç Bitmediği Yer” söylemimizden
yola çıkarak, desteklediğimiz tüm disiplinlerde yeni içerikler
planladık. Bu sene Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun 50’nci yılına
özel olarak, Akbank Sanat ve Zorlu PSM iş birliğiyle, J.M. Barrie’nin
ölümsüz romanı Peter & Wendy’den uyarlanan “Peter
Pan ve Varolmayan Ülke” müzikalini hayata geçiriyoruz. İlk
gösterimi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda
Zorlu PSM’de yapılacak. Çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri
desteklemek ve genç sanatçılara destek olmak amacıyla Akbank
Sanat ve Resim ve Heykel Müzeleri Derneği işbirliğiyle
düzenlediğimiz “Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışma
Sergisi”, 40. Yılında “Açık Kart” temasıyla düzenlenecek.
2019 yılında başlattığımız ve ana sponsorluğunu üstlendiğimiz
“Kampüste Dijital Sanat” projesiyle ODTÜ, Sakarya
Üniversitesi ve Akdeniz Üniversitesi’nde kapsamlı bir sergi
ve konuşma programı gerçekleştirmiştik. Bu sene Akbank
Sanat ana sponsorluğunda, BASE ve 42 İstanbul işbirliğiyle
ikincisi düzenlenen “Kampüste Dijital Sanat” projesi, 4-30
Nisan 2022 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi, Özyeğin
Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi
kampüslerini geziyor.
KÜLTÜR SANAT
Kültür sanat dünyasında güncel olanı takip etmek
sizin için ne kadar önemli? NFT ile ilgili sergileriniz,
dijital sanat üzerine seminer diziniz var.
Yılı planlarken öncü olmak, alan açmak gibi
amaçlarla hareket ediyor musunuz?
Akbank Sanat, her zaman çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri
destekleme ve genç sanatçılara destek olma misyonunu
taşıyor. Dijital sanat son dönemde geniş bir izleyici kitlesine
kavuştu ve çok ilgi görüyor. Aslında uzun zamandır hayatımızda
olan dijital sanatın her zaman tutkulu ve dikkatli bir
izleyici kitlesi vardır. “Dijital Sanatta Şimdi” konuşma serisi,
pandemi döneminde başlattığımız bir projeydi. Bu alanda
çalışan, düşünen, üreten, dijital sanata yeni başlayanlara rol
model olan sanatçıları tanımayı amaçlıyordu.
“Dijital Sanatta Şimdi Alternatif Gerçeklikler+NFT” sergisi
ve konuşma serisi bu projeden ilham aldı. Dijital sanatın şu
anda neresinde olduğumuzla ve bugün penceremizden neler
gördüğümüzle ilgileniyor. Sergide birbirinden yetenekli
24 sanatçının eserlerini deneyimleyeceksiniz. Sergilenen
eserlerin bir kısmı sergi için üretildi ve ilk defa izleyicisiyle
buluşuyorlar. Eserlerin birbirilerinden farklı hikâyeleri olsa
da hepsi birlikte ortak bir hikâye anlatıyorlar. Bu hikâyenin
içinde NFT üzerine bir bölüm yer alıyor. Son zamanlarda sanat
gündemini oldukça meşgul eden NFT üzerine bir seçki
yapmak, bu sergi için gerekliydi.
Özellikle Beyoğlu’nda yer alıyor olmanız üzerinden
bakarak, her dönemin kültür mabedi İstiklal Caddesi
şu an nasıl bir dönüşümden geçiyor? Caddeyle ve
ziyaretçileriyle kurduğunuz bağı nasıl tanımlarsınız?
Akbank Sanat aynı zamanda bir okul gibidir, birçok kişinin
yolu mutlaka geçmiştir. AKM’nin tekrar açılması ile birlikte
Beyoğlu sanat rotasında bir hareketlilik olması son derece
sevindirici. Bu kapsamda T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından hayata geçirilen Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’nin
son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Akbank
Sanat, yine ikinci edisyonu 28 Mayıs - 12 Haziran 2022
tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin mekânlarından
birisi olarak yer alacak. Festival kapsamında sergi, caz konseri
ve 10 genç dansçının “Beyoğlu Kültür Yolu’nda Dans
Hep Var” söylemiyle kültür yolu rotasında gerçekleştireceği
video dans performansı gerçekleştirilecek.
Tolga Tarhan - Dijital Animasyon
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
34
RESSAM
Yazar
Emel Altay
CANAN:
Ben tavus kuşuyum,
göstermek doğama ilişkindir
“Bütün yapıtlarım birbirini takip ediyor, birisini yaparken bir diğeri aklıma geliyor.
Sembollerle başladım, oradan kehanete, fallara geçtim, minyatürleri işledim.
Bazen kullandığım malzeme beni heyecanlandırıyor, bazen aşk, bazen muhabbet...”
Her eseriyle izleyicisini masallar, fallar, büyüler
aleminde rengarenk bir yolculuğa çıkaran
CANAN; “Ben tavus kuşuyum, göstermek
doğama ilişkindir. Rengim bu benim, bunu
dışarıya çıkarmak beni mutlu ediyor” diyor.
En güncel olandan başlayalım isterseniz.
Şu aralar neler yapıyorsunuz?
Şu anda Falname hazırlıyorum, en son yaptığım iş bu. Ve
bir yorgan üzerine çalışıyorum; Alaaddin’in Sihirli Yorganı...
Son üç yıldır büyü, fal, kehanet üzerine yoğunlaştı işlerim.
İnsanlar genelde mistik ya da gizemli konular üzerine düşündüğümü
söylüyorlar ama aslında çok daha insana dair
bir konu bu. Kendi zihnimizin falcı ve büyücü olduğuna inanıyorum
ben. Pozitif bakarsak pozitif olur, negatif bakarsak
negatif olur. Olmayacağına inanırsak olmaz, iyi düşünürsek
iyi olur. Gerçeği yaratan biziz.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Eserlerinizde bir yanda masallar, efsaneler, mitoloji
var; diğer yanda da en çıplak hâliyle kadın bedenini
işliyorsunuz. Kendinizi feminist sanatçı olarak
tanımlıyorsunuz. Kadın beden temsilleri, sanatınız
bağlamında nasıl okunmalı?
Her türlü okumaya açık... Feministler, “Özel olan politiktir”
der. Nerede nasıl oturup kalkacağın, nasıl giyineceğin,
kiminle sevişeceğin; toplum, din, aile, devlet tarafından
belirlenmiştir ve feminist bakış açısı, kadını bununla mücadeleye
davet eder. Ancak ben şöyle düşündüm; nasıl giyineceğim,
nerede kahkaha atacağım, kiminle sevişeceğim
benim seçimimdir, toplum bunun üzerinde hak sahibi değildir.
Dolayısıyla kişi zaten özgür olduğu için mücadele etmesi
de gerekmez. Ben toplumla mücadele etmiyorum. Ben
benim. Kendimi özgür hissettiğim zaman, kolektif bakış
açım da ortadan kalkıyor. Bütün kadınlar kurtulduğu zaman
ben kurtulmayacağım. Ben zaten özgür hissediyorum.
Kolektif mücadeleye, kolektif kurtuluşa, kolektif özgürlüğe
inanmıyorum, bireysel özgürlüğe inanıyorum. Tabii özgürlük
duygusunun hep birlikte olması güzel bir şey ama kolektiften
kendime bakmıyorum, bireyden kolektife bakıyorum.
Bu şu demek; benim mutluluğum başkalarına bağlı değil.
Oksijen maskesini önce kendi ağzıma takıyorum, mutlu olmayı
seçiyorum.
35
Peki, feminist sanatçı olup, feminist mücadele içinde
yer almamak mümkün mü?
Ben kendimi feminist mücadele içinde görmüyorum, kuir
gibi bakıyorum. Kuir felsefesinde pride (gurur) üzerinden
bakılır meseleye. Feminizm, kadın için olduğu kadar erkek
hakları için de gereklidir. Bir mücadele biçimi değildir, gururdur;
insan olmanın, özgür olmanın gururudur.
RESSAM
Kadınların giyimi üzerinden çıkan tartışmalar, son
günlerde kamuoyunu meşgul ediyor. Sahne kıyafeti
üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalışılan şarkıcılar
ya da afişlerde sansürlenen kadın oyuncular... Kadın
görünürlüğüne dair bitmek bilmeyen çağdışı tepkilere
karşı görüşleriniz neler?
Benim bu konular üzerine ürettiğim çok sayıda işim var.
Mesela, İbretnüma’da kadın bedeni, modernleşmek ve muhafazakârlaşma
kavramlarını tartışmaya açmak için bir araç
olarak kullanılmıştır. “Emine Mine”, “Hicap” adlı işlerim de
öyle... En son Akaretler Odeabank O’art’taki “Hayal-i Alem”
sergimde de 2004’te yaptığım “Ayak Sesleri” işine yer veriyorum.
O da türbanlı kadınların kapattıkları saçları üzerinden
Eserlerinize tasarladıklarınızı olduğu gibi aktarmada ne
denli başarılısınız? Bir esere başladığınızda zihninizdeki
hayal ile eseri bitirdiğinizde ortaya çıkan şey arasında
uyumsuzluk yaşadığınız oluyor mu?
Hiç olmuyor. Genelde aklımdakinden daha güzel oluyor ortaya
çıkan sonuç. Bazen farklılaşıyor. Ben işe başladığımda
yaparken keyif alıyorum. Bitirdiğimde karşısına geçip, keyifle
izliyorum. Sergilerken de mutluluğum artarak devam
ediyor. Akaretler’deki “Hayal-i Alem” sergimde sanatı bir
oyun aracı, çocuksu bir ferahlık olarak düşünmüştüm. İzleyici
orada bir oyunun içinde olsun istedim. Sergime gittiğimde
gelenlerin aralarında yakalamaç oynadığını gördüm.
İzleyici o rahatlığı hissedebiliyorsa, sanatçı duygularını izleyicisine
tamamen geçirmiş demektir. Bu da bana çok gurur
veriyor. Bundan sonraki projelerimde de izleyici sanatımı
sergilediğim alanda eğlensin, oynasın, özgür ve mutlu hissetsin
istiyorum.
göstermeme kavramıyla ilgili bir sorgulama yapıyor. Gösterme
meselesi önemli. Ben kendimi tavus kuşuyla özdeşleştiriyorum.
Tavus kuşu, kuir teorisinde pride’ın sembolüdür.
Ben tavus kuşuyum, göstermek doğama ilişkindir. Rengim
bu benim, bunu dışarıya çıkarmak beni mutlu ediyor.
Çalışma rutinleriniz var mıdır? Bir eserin sergilenmesine
dek kat edilen yola nasıl çıkıyorsunuz?
Tamamıyla yapıta göre değişiyor. Bazen malzeme beni heyecanlandırıyor,
bazen konu... Bir yapıt diğerini çağırıyor.
Seri de yapıyorum zaten. Bazen bir imge beni yapıta götürüyor,
bazen bir sergi mekânını gezerken o mekân çağrışımlar
getiriyor. Pinterest’te gezinirken de esinleniyorum, gittiğim
bir sergideki bir iş de ilham verebiliyor. Hiçbir zaman üretim
sıkıntısı yaşamam, aksine kafamdakileri yetiştirme sıkıntısı
yaşarım.
Son zamanlarda kimleri takip ediyorsunuz, hangi
sergileri beğendiniz, hangi işlerin etkisi altında kaldınız?
Parajanov’un 2019’da Pera Müzesi’ndeki sergisi benim için
çok etkileyiciydi. Parajenov’un cinsel kimliğini bilmeden;
eşcinselliğini, dişilliğini, detaycılığını, öfkesini, şefkatini,
şehvetini, politik kimliğini, sanatçının bütün dünyasını görüyorsun.
Ne kadar büyük bir samimiyetle hiç durmadan
ürettiğini, muhteşem bir sanatçı olduğunu görüyorsun. Son
10 senedir beni bu kadar heyecanlandıran başka bir sergi
olmadı. Bir de en son Instagram’da İlhan Sayın’ın bir karakalem
desenini gördüm. İşlerini çok beğendiğim, hayranlık
duyduğum bir sanatçı kendisi. Gördüğüm deseni de beni
çok heyecanlandırdı ve kendisini arayıp beğenimi ilettim.
Falname serginizde izleyicilere fal baktığınız bir performans
da sergilediniz. Bu fikir nasıl çıktı?
Kahve muhabbeti, hepimizin gündelik hayatında yeri olan bir
ritüel. Yakın arkadaşlarımızla kahve içtikten sonra birbirimize
sormadan fincanları kapatırız, fallara bakarız, muhabbeti koyulturuz.
Yakın arkadaşlarımla kurduğum muhabbeti izleyicilerimle
de kurmak istedim. Fal performansı yaptığımda izleyicilerin
sizi arkadaşı gibi gördüğünü, dertlerini anlatmaya, içini
dökmeye başladığını deneyimledim. İnsanlara psikoterapi gibi
geldi hatta.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Yazar
Emel Altay
36
YERLEŞTIRME SANATI
“ Yerleştirmenin, sanatın tüm
dallarının temeli olduğuna
inanıyorum”
Anneannemin Evinden Kalanlar, 2018.
Yerleştirme Sanatçısı Eda Soylu: “Yerleştirmenin, bir eylem olarak, sanatın tüm dallarının
temelinde yer aldığına inanıyorum. Bir tiyatronun, bir şiirin temelinde yer etme isteği var;
keza bir resmin, heykelin, fotoğrafın da... Hepimizin içinde aslında o yer etme isteği var.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Eda Soylu, resim eğitiminin ardından sanat yolculuğuna
yerleştirmeler üzerinden devam etmeyi
seçmiş. Üretimlerinde şiirden çokça beslenen sanatçı,
tüm çalışmalarının bir otoportre olduğunu
ve birbirini takip ettiğini, bütünlediğini ifade ediyor: “Kelimelerin
hayatımda kapladığı alan, kendini işlerde gösteriyor
ve ben her zaman bunları bir bütün olarak görüyor, öyle ele
alıyorum. Yaptığım bir iş ile yazdığım bir cümleyi birbirinden
ayrı görmüyorum.”
İşlerinizin büyük bir kısmı yerleştirmelerden oluşuyor.
Sanatın bu alanına eğilme fikri nasıl doğdu?
Yerleştirme sanatına eğilme fikri, 2012 yılında Roma’da yaşadığım
dönemde ortaya çıktı. Okulumuzun Avrupa Onur
Programı ile yirmi dört öğrenci, altı aylığına Roma’ya gönderilmiştik.
Yaşadığımız yer Yahudi gettosundaydı. Bir gün
gettoda yürürken Arnavut kaldırımlarının üstünde, uzaktan
altın diş gibi parlayan bir şey gözüme çarptı. Yakınına
gittiğimde, bu altın renkli karelerden birkaç tane daha olduğunu
fark ettim. Her bir kare, bir kişiye ithaf edilmişti.
Kaydına ulaşılabilmiş olan kişilerin üzerlerinde İtalyanca
isimler yazıyordu; doğdukları tarih, götürüldükleri kamp,
yakıldıkları gün...
Bunlar, Gunter Demnig tarafından yapılmış, Avrupa’nın
dört bir yanında 60.000’den fazla bulunan anıt mezarlardı.
Bu avucumun içi büyüklüğündeki anıt mezarlar, benim o
gün başımı öne eğdirdi ve bu durum öyle kaldı. Çünkü başımızın
bir noktada artık öne eğilmesi gerekiyordu. O andan
itibaren kendimi Berlin’de, Roma’da, Prag’da, Viyana’da,
nerede olursam olayım başım öne eğik, hiç tanımadığım
insanlara dair izler ararken bulur oldum. Zamanında üzerine
basıp geçtiklerimi tespit ettim, utandım. İçimde uyandırdığı
bu hisler, öne eğdiği başım ve kurdurduğu bağlar ile
Demnig, bana yerleştirme yapmanın ne denli kapsayıcı ve
katmanlı olduğunu öğretti. Bu yaklaşım biçimini işlerime
temel olarak aldım.
Yerleştirmenin sanatsal üretiminizde size ne tür imkânlar
sunduğunu, nasıl alanlar açtığını düşünüyorsunuz?
Yerleştirme sanatı, adından da anlaşılacağı üzere yer etmekle
alakalı. Aidiyeti, yani ait olmayı önemsiyor. Yerleştirmenin,
bir eylem olarak, sanatın tüm dallarının temelinde yer
aldığına inanıyorum. Bir tiyatronun, bir şiirin temelinde yer
etme isteği var; keza bir resmin, heykelin, fotoğrafın da...
Hepimizin içinde aslında o yer etme isteği var. Bu yüzden
de yerleştirme sanatı odaklı düşünmek, bana bütün doğallığıyla
kendiliğinden geliyor; zorlayarak yaptığım bir durum
değil bu benim. Yer etmeyi, ait olmayı, iz bırakmayı öncelik
edinen, kişiye has, mekâna has işler ürettiğimde daha derin
bağlar kurabildiğimi gözlemliyorum. Ben onların satır aralarını
okudukça, hikâyelerini özümsedikçe o bağlar kuvvetleniyor.
Nasıl ki her kişi ya da her mekân kendine has bir
muameleyi hak ediyor, yerleştirmeler de öyle. Hep yeniden
düşünmek, o ân’a göre şekil almak gerekiyor. Yerleştirme
yapma yoluyla merkezlendiğimi hissediyorum.
Evet, en çok edebiyattan besleniyorum diyebilirim. Yazı
yazmak, okumak, araştırmak, pratiğimin büyük kısmını
oluşturuyor. Hayatım çoğunlukla böyle geçiyor. Bunların en
temelinde bir yerde de şiir yer alıyor. Bütün amacım çünkü
şiir gibi olabilmek, elimden geldiğince. Şiir gibi rafine, sade,
temiz, berrak, çetrefilli, satır aralı, karmaşık, kısa, uzun…
Kelimelerin hayatımda kapladığı alan kendini işlerde gösteriyor
ve ben her zaman bunları bir bütün olarak görüyor,
öyle ele alıyorum. Yaptığım bir iş ile yazdığım bir cümleyi
birbirinden ayrı görmüyorum.
İşlerinizde kullandığınız malzemeleri, nesneleri nasıl
seçiyorsunuz? Hâlihazırda çalıştığınız bir iş olmasa da
buluntu obje arayışında olur musunuz?
İşlerimde kullandığım malzeme ve nesneleri tamamen işin
kavramsal altyapısına uygun olacak şekilde seçiyorum. Bir
kavramın, mekânın, kişinin, konunun satır aralarından
neyi nereye nasıl yerleştirmem gerektiğini, hangi malzemeden
ne kadar üreteceğimi öğrenmiş oluyorum ve o
bilgiler ışığında ilerliyorum. Buluntu obje arayışında değilim.
Bulunması gereken bir objeyse o bana gelir, karşıma
mutlaka çıkar.
37
YERLEŞTIRME SANATI
Evi Yeniden Kurmak, 2016.
Hem sergileme alanı hem de sanat eserinin konusu
bağlamında mekânla ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Mekân, benim dört duvar olarak algıladığım bir şey değil.
Bir sokak, bir gökyüzü, avuç içi, bir kalp, bir zihin... Yer etme
eylemi benim yalnızca işlerimle ilintilediğim bir eylem değil,
hayatımın her alanına nüfuz etmiş bir yaşama biçimi
aslında. Bu bağlamda ürettiğim işlerin kendilerine has olmalarına
ve ait hissettikleri alanlarda bulunmalarına özen
gösteriyorum. Daha da ileriye gidecek olursam, yalnızca
kendilerine ait olmaları için çabalıyorum. Bu bana yalnızca
kendimize ait olduğumuzu, aslında hep evde olduğumuzu
anımsatıyor. Mekân belli ve biz hep güvendeyiz.
Duvar Kâğıdı, 2015, Balat.
Anneannemin Evinden
Kalanlar, 2018.
Metin Altıok’un şiirlerinden güçlü etkilenmeler görülüyor
eserlerinizde. Altıok’un şiirlerinde size dokunan şeyler
neler, hangi ortaklıklarda buluşuyorsunuz?
Metin Altıok çok büyük bir şair, bağırmadan şiir yazan bir
şair. Evrensel hakikatlerden bahsediyor; yani öz olan bilgiden,
yalnızca içeride olan ve sezerek duyumsayabileceğiniz
bilgilerden. Altıok’un gözü dışarıya bakarken bile aslında
içeriye dönük, kalemini içeriye doğru kullanıyor. Hayatımın
her alanında bu yaklaşım biçimini örnek almaya çalışıyorum.
Unutulmuyor ne tuhaf!, Evi Yeniden Kurmak,
Anneannemin Evinden Kalanlar... “Bir öykünün
parçaları” diyorsunuz bu işleriniz için. En çok edebiyattan
mı beslenirsiniz? Sizi harekete geçiren şeyler nelerdir?
İşlerimi bir bütün olarak ele alıyorum ve o bağlamda okunmalarını
önemsiyorum. Birbirinden etkilenmiş, birbirini
takip eden işler bütünü, hâliyle bir hikâyenin parçası oluyor.
Bir kökten dallanarak budaklanarak çıkıyorlar ama yine
aynı kökten beslenip, aynı topraktan büyüyorlar. Koca bir
otoportre... İşlerim, içimin dışarıda vuku bulmuş hâli.
Son olarak, şu an neler üzerine çalışıyorsunuz?
Ajandanızda neler var?
Son yıllarda doğadan feyz alarak işler yapıyorum. Doğayı
okumak, kalbimi enine boyuna genişletiyor, bunu hissediyorum.
Resim yapıyorum, 10 yıldır yapmıyordum resim
okumuş olmama rağmen. Renkleri yerleştirmek ve
doğadan ödünç aldıklarımdan dizeler oluşturmak, bana
gözden çok kolay kaçabilecek ân’ları koruyormuşum hissi
veriyor. Doğanın döngüleri, sırtımızı çokça yasladığımız
bir alan. O esnada gözümüzden kaçanlar olabiliyor. Bazen
sadece bakmak da yetmiyor, hissetmek icap ediyor. Bu ara
ajandamda en çok bu var. Onun dışında devam etmekte
olan projelerim ve araştırmalarım her zaman var. Aynı
anda birkaç iş üzerinde çalışırım, hep birlikte genişlerler.
Bu birlikte evrilme kısmı, stüdyo pratiğimin önemsediğim
bir parçası.
“İngilizce belong kelimesi ait olmak demek, to be (olmak) ve to
long (özlem duymak). Bir yerleştirmeyi yerinden kaldırdığında
orada eğer bir özlem duygusu, bir yoksunluk hissi yoksa, o zaten
oraya yerleşmemiştir. Yerleştirme, manipülatif bir sanat.
İnsanın içine içine işlemeyi hedefliyor. Boşluğu oluşmayacaksa,
orada hiç olmasın daha iyi.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
38
MIMARI
Yazar
Emel Altay
TMMOB İçmimarlar Odası
İstanbul Şubesi Başkanı Osman Arayıcı:
Değişimin özgürlüğü
vaadiyle yola çıktık
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı
Doç. Dr. Osman Arayıcı, teknoloji ve sanatla
içmimarlık mesleğini buluşturacakları yeni
dönem vizyonlarını anlattı. “Değişimin Mavisi”
adlı grupla katıldığı TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi
seçimini kazanarak başkan olan Osman Arayıcı, önceliklerini
içmimarların fikri mülkiyet haklarının korunması
için çalışmak ve oda çatısı altında olmalarından aldıkları
faydayı artırmak olarak açıklıyor.
İlk olarak çok temel bir soruyla başlayalım. İçmimarlık
mesleğinin tanımını sizden dinleyebilir miyiz?
İçmimarlık, insan yaşamına etki eden her türden hacmi;
tüm bilimsel verileri, zihni ve bedeni istenilen biçim ve miktarda
besleyecek şekilde sanatla harmanlayarak, anlam taşıyan
ve değeri olan mekâna evirme mesleğidir.
Yaptığınız mesleki tanımı tam olarak kavrayabilmek
adına biraz daha detaylandırmanız mümkün mü?
Tabii, öncelikle bilimsel veriler derken aslında bilimin
hemen hemen her dalı ama en başta sosyoloji, psikoloji,
ergonomi ve estetik biliminin önemine değinmek isterim.
Doğru tasarlanmış bir mekân, kullanıcısının hem daha
iyi yaşamasını sağladığı gibi hem de daha mutlu bir birey
olmasını da sağlar. Mutlu bireyler iyi şeyler üretirler ve
nihayetinde toplumun mutluluğunun ve iyi bir yaşamın
zemini bu şekilde oluşturulur. İçinde bulunmaktan keyif
alınmayan mekânlarda mutlu olma imkânı yoktur. Mutsuz
bireylerin iyi şeyler üretme, insanlarla iyi ilişkiler kurma
imkânı yoktur.
Bu yüzden yaşadığımız mekânların
tümü, ister konut ister iş yerlerimiz,
ister sosyal mekânlar veya hizmet
aldığımız mekânlar, iyi tasarlanmadığı
zaman gerek kullanım bakımından
gerek algısal özellikleriyle
bizleri olumsuz
etkiler. Ve bu olumsuz
etki, hafife alınacak
bir olumsuzluk değildir;
ciddi sağlık
kayıplarından
tutun ekonomik
kayıplara,
doğaya verilen
zarardan özel
gereksinimli bireylerin
toplum dışı
kalmasına kadar çok geniş
bir olumsuzluk skalası
söz konusu. Bu yüzden
içmimarlık daha kaliteli
bir yaşam için özgün
ve çağdaş tasarımlar
yaparak, mekânlar
üzerinden bir yandan
kullanıcıyı, bir yandan
da toplum yaşamını
şekillendiren bir meslek
dalıdır.
Bir de son olarak şunu eklemek isterim; davranışlar, kişilik
ve çevrenin etkileşiminin sonucudur. İçmimarlar kişilikleri
değiştiremez ama insanların yaşadıkları çevreleri tasarlayarak,
aslında onların davranışlarını şekillendirir.
TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin
faaliyetlerine geçmeden önce sormak isterim,
meslek odası olmanın anlamı nedir? Meslek odaları
neler yapar?
Meslek odaları, mesleki anlamda karşılaşacakları zorlukları
hukuki ve sosyal zeminde kolaylaştırmak, mesleğin çıkarlarını
korumak, meslektaşların birbirleri ile iletişim kurmasını
ve dayanışmasını sağlamak amacıyla kurulan kuruluşlardır.
Meslek odaları, anayasanın ilgili maddelerince de bağlı
olduğu yasalara uygun davranması gereken resmi kurumlar
olup, tüm meslek sahiplerinin de odalarına kayıt olma zorunluluğu
vardır.
İçmimarların öncelikli olarak ele alacağınız
sorunları nelerdir?
Fikri mülkiyet hakların korunması çok önemli bir konu...
Kimi kesimlerce içmimarlık bir hobi olarak ele alınıyor,
profesyonel meslek saygısı görmüyor. İçmimarlar, ciddi bir
eğitim görerek mesleklerini ellerine alıyorlar. Bu işin ihtiyaç
duyduğu estetik terbiyeye sahip, en az dört sene eğitim
almış, içmimarinin etik, işlevsel, fiziksel her türlü başlığına
hakim kişilerin işidir içmimarlık. Danışmanlık ücreti,
fikri mülkiyet gibi haklarımızın ve mesleki saygınlığımızın
artması ve yerleşik olması için çalışacağız. Buna ek olarak,
içmimarların meslek birliği çatısı altında olmasını önemsiyoruz.
İstanbul’da yaklaşık 30 bin içmimar var. Odaya kayıtlı
üye sayısı 2800 civarı, aktif olarak gelip oy kullanan üye
sayısı ise sadece 200. Çok düşük ne yazık ki... İstanbul’daki
içmimarlar arasında odamızın görünürlüğünü, bilinirliğini
artırmak istiyoruz.
39
MIMARI
İçmimarlar Odası da 1976 yılında kurulmuş olup, dünyada
oda statüsüne geçen ilk içmimarlık meslek kuruluşlarından
biridir. 45 yıllık bir geçmişe sahip olan odamız, son 5-6 yıl
içerisinde büyük atılımlar yapmış, gerek meslek profesyonelleri
arasında gerek toplum nezdinde büyük bir bilinirliğe
kavuşmuştur.
Seçimlere ‘Değişimin Mavisi’ adıyla girmiştiniz.
Adınızın işaret ettiği üzere, yeni dönemde ne gibi
değişimler yaşanacak?
İçinde bulunduğumuz 2022 yılının Ocak ayındaki seçimlerde,
biz 15. dönem yönetimi olarak üyelerimizce seçilerek
görevimize başladık. Mavi bizim için bir özgürlük sembolü,
aynı zamanda dinamizmi de temsil ediyor. Her yeni gelen
yönetim bir şeyleri değiştirir, biz de değişimin özgürlüğü vaadiyle
yola çıktık. Şu an içmimarlık mesleğinde aktif olarak
işine devam edenlerin neye ihtiyacı olduklarını belirledik,
bunlara göre çalışmalarımızı başlattık.
Son olarak, içmimarlık mesleğinin sanatla ilişkisinden
hareketle NFT ve metaverse dünyası hakkında
düşüncelerinizi öğrenmek isteriz?
Türkiye’deki gençler çok zeki ve yaratıcı. Bizim sorunumuz,
gençlerin destek görmemesi. Bizde fikri olan bir birey, nereye
başvuracağını dahi bilmiyor. Biz oda olarak NFT ve
metaverse konularında gençlere destek vermeyi ve meslek
olarak da bu mecralarda yer almayı planlıyoruz. Zaten dünya
öyle hızla değişiyor ki, yakın zamanda içmimar-mimar
tartışmaları bile anlamsız kalacak, çünkü projeleri metaverse’de
çizecekler. Şu an yönetim kurulumuzda metaverse için
önemli projeler çizip, büyük satışlar yapan bir içmimarımız
var. Hayri Atak, tüm dünyada tanınan ve takip edilen bir
isim. Hayri Atak gibi daha pek çok genç ve yetenekli içmimarımız
var. Biz onların önünü açmak istiyoruz. Hedeflerimiz
arasında NFT ve metaverse dünyasında önemli işler
başaracak gençleri bir araya toplamak ve onlara çalışacakları
sahayı açmak da var.
Henüz göreve yeni başlamış olsak da ciddi yol kat ettik.
Mesleğin ihtiyaçları zaten herkesçe biliniyor, görünüyor,
bir de işin hayal kurmakla başlayan görünmeyen tarafı var.
Bu hayallerimizden biri; robotik üretim, artırılmış gerçeklik,
sanal gerçeklik gibi yeni nesil teknolojileri aktif ve üst
düzeyde kullanarak imalatlar yapmak ve eğitimler vermekti.
Bu projemiz için bir sanayi sitesiyle ve 500 metrekareye
yakın bir laboratuvar mekânıyla anlaşmalar yaptık. Bir ay
içerisinde bu araştırma merkezini kuracağız. Başvuran ve
belirli bir bilgi alt yapısına sahip kişiler arasında seçim yapacağız
ve seçilenler bu araştırma merkezinden ücretsiz olarak
faydalanabilecek.
Bunlara ek olarak üyelerimiz için çeşitli firmalarla indirim
anlaşmaları yaptık. Bunların başında iki hukuk bürosu geliyor.
Her ne kadar odanın genel merkezinde bir avukatımız
bulunuyor olsa da aynı zamanda hem Anadolu hem de
Avrupa yakasında iki farklı hukuk bürosu, iki yıl süresince
ücretsiz olarak üyelerimizin meslekle ilgili sorunlarına hukuki
danışmanlık verecekler. Çeşitli noterlerden yüzde 50
indirimler, hastanelerden indirimler, bunların yanı sıra restoran,
otel, araba yedek parçacısına kadar üyelerimize avantajlı
indirimler sunuyoruz.
Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Arayıcı başkanlığındaki İçmimarlar Odası
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri: Emre Marangoz, Zeynep Yurdakul, Senanur Tunç, Müge
Saraç. İpek Selay Turanalp, Salih Salbacak, Cem Sabuncuoğlu ve Hayri Atak.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
40
TASARIM
Yazar
Emel Altay
Gazzella Decor:
Dekorasyon trendlerinde
‘yüksek enerji’ ön planda
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Gazzella Decor’un kurucuları İç Mimar Ahu Aktaş
ve Yüksek İç Mimar Gaye Berktaş ile bu yılın
bahar aylarında iç mekânlarda öne çıkacak
dekorasyon trendlerini konuştuk. İkili, baharın
ruhumuza olduğu gibi iç mekânlara da bir hafiflik ve canlılık
getireceğinde hemfikir...
2022 yılı ilkbahar ve yaz aylarında hangi dekorasyon
trendleri öne çıkacak? Bu yılın flaş rengi, mobilyaları ve
aksesuarları neler olacak?
Gaye Berktaş: Pandemi sürecinin hayatımıza girmesiyle
birlikte pek çok insan uzun bir süre evden çalıştı, hâlâ da
evden çalışmaya devam eden büyük bir kitle var. Bu durum,
evdeki her köşenin akıllıca kullanılmasını ve farklı ihtiyaçlara
cevap verebilecek nitelikte mobilyaları ön plana çıkarıyor.
Biz buna multifonksiyonel mobilyalar diyoruz. Pantone’nin
2022 rengi “Very Peri” olarak belirlendi. Very Peri; enerjisinin
yüksekliği, canlı ve dinamik bir renk olmasıyla ön plana
çıkıyor. Mavinin en sıcak tonu olarak tanımlanan Very Peri,
doğanın uyanışı olarak tanımlanan ilkbahar gibi ruhumuzun
da canlanması için tercih edilecek enerjisi yüksek bir renk.
Kullanıldığı alanlarda kontrast oluşturacak bu rengi mavinin
tonlarıyla, pembenin tonlarıyla ve beyazla kullanabilirsiniz.
Evlerin duvarlarında yenilikçi renklendirme tekniklerine de
yer veriliyor artık. 2022’de geometrik şekillerle duvar boyama
tekniği olan Origami, evlerde de çokça göreceğimiz bir
seçenek olacak. Boya seçiminde renk kadar ürünün de su
bazlı, kokusuz, zararlı kimyasal içermeyen, anti-bakteriyel,
silinebilir ve küf önleyici boya seçimleriyle evlerde sağlık
ve hijyen ön plana çıkıyor. 2022’de aksesuar olarak canlı ev
bitkileri sıklıkla kullanılıyor. Bunun nedeni, pandemi döneminde
“Biz dışarıya çıkamıyorsak, dışarıyı içeriye getiririz”
anlayışı hakim oldu, çok da sevildi. Bu nedenle, trend olma
özelliğini hâlâ koruyor.
Ahu Aktaş: Geçtiğimiz yıllarda üstünlüğü kabul edilen
siyah ve antrasit, yazın baz renk olarak karşımıza çıkacak.
Pastel renklerin üstünlüğü bu yaza damga vuracak. Mavi,
parlak mavi olarak koltuk döşemelerinde kullanacağımız en
özel renk ilan edildi. Uzun yıllardır trend olma özelliğini kaybetmeyen
bej ve tonları, dekorasyonda duvar renkleri olarak
özel tercih edilen renkler olacak. Özellikle mekânlarda dekoratif
obje ve aksesuar seçimlerinde karşımıza çıkan turuncu
ve tonlarını, bu yaz yeşil ve mavi tonlarıyla birlikte göreceğiz.
Uyum içerisinde kombin edilen dekorasyon adı altında yer
alan tüm ürünlerin birbiriyle uyumlu olması fikri artık rafa
kalkıyor. Tarz olarak modern ve klasik konseptin bir arada
kullanılması, ahşap ve mermerin yan yana getirilmesi, renk
seçimlerinde birbiriyle bağlantısı olmayan dekoratif ürünlerin
yan yana gelmesi gibi birçok birbiriyle uyumsuz renk ve
ürünlerle dekore edilmiş mekânlar trend oluyor. Mobilyada
yuvarlak hatlı ürünler daha çok tercih edilecek. Mermer
masalardan ahşap masalara geçiş görülecek. Özellikle ahşap
ayaklı masalar, özel tasarım bükülmüş ahşap modeller öne
çıkacak. Koltuk ve oturma grupları için Chester, Amerikan
tarzda Chester ve deri tercihiyle kendini gösteriyor olacak.
İç mekânlarda “yaşayan duvarlar” adı altında yeni trend
olan üç boyutlu duvar kağıtları özellikle yaza damgasını vuracak.
Poster olarak özel duvar ölçüsüne göre baskı alınan
kağıtlar; ev, ofis, cafe gibi iç mekânlara derinlik katması dışında
mekânın ruhunu oluşturması açısından tercih sebebi
oluyor. Yeşilin ve çiçeğin insan ruhunu tedavi etmesi sebebiyle
iç mekânlarda, özellikle sık oturulan oturma gruplarının
olduğu iç mekânlarda çeşitli bitkilerin dekorasyon
unsuru olduğunu sıkça görmeye başlayacağız. Aydınlatma
ürünlerinde mekânı tavandan aydınlatma dışında dekoratif
olarak da tercih ettiğimiz abajur ve lambader ürünler,
farklı tasarımlarıyla iç mekânlarda daha çok tercih ediliyor
olacak. Seramik abajurlar, renk olarak mavi ve turuncunun
tüm tonlarıyla dekorasyona son noktayı koyan aksesuarlar
olarak karşımıza çıkacak.
Gazzella Decor’un imzası olan iç mekân projelerinde
hangi iç mimari akımların, dekorasyon uygulamalarının
öne çıktığını düşünüyorsunuz?
Gaye Berktaş: Gazzella Decor’un imzası olan iç mekân
projelerinde önceliğimiz bireysel farklılıklardır. Fabrikasyon
olan her şeye hayır diyoruz. “Minimalizm olmazsa olmazımızdır”
diye çok net söyleyebilirim. İlkbahar ile birlikte
sizler de hayatınızdaki fazlalıklardan kurtulun, şimdi ruhsal
olarak hafifleme zamanı.
Ahu Aktaş: Gazzella Decor imzası olan iç mekân projelerini
belli akımlarla sınırlayamayız. Her müşterimizin hayat
hikâyesi kendine özel ve kıymetlidir. Marka olarak vizyonumuz,
tüm yaşanılan iç mekânlar için kullanıcıların isteklerini
ve hikâyelerini dinledikten sonra sadece onlara özel
tasarlanmış ve kurgulanmış projeleri uygulayarak, mutlu
yaşamlar için yaşanası mekânlar hazırlamaktır.
“AKSESUAR EVİN MAKYAJIDIR”
Ahu Aktaş: İç mekânların tamamlayıcı ürünleri aksesuarlardır.
Gazzella Decor markasıyla ev, ofis, otel gibi iç
mekânlar için mekânı tanıdıktan sonra o mekâna uygun
olan aksesuarların önce tespitini yaparak projelendiriyoruz,
sonrasında uygun olanı seçerek teslimini yapıyoruz.
Aksesuar evin makyajıdır. Bu son dokunuşları da iç mimarın
yapması gerektiğini düşünüyoruz.
Gaye Berktaş: Biz anahtar teslim olarak çalışan bir firmayız.
Anahtar teslim demek eksiksiz, her şey düşünülmüş
olarak yapılan bir teslim demektir. Bunun içerisinde
mekânlara yapılacak son dokunuş da vardır.
42
MÜZE
Yazar
Pınar Baltacı
Yüzlerce yıllık nadide eserler,
Beykoz Cam ve Billur Müzesi’nde!
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Türkiye’nin ilk cam müzesi Beykoz Cam ve Billur
Müzesi, pandemi döneminde İstanbul’a
kazandırılan müzelerden oldu. Adını Osmanlı
döneminde bu semtte kurulan ve devrinin en
önemli cam fabrikası olan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i
Hümâyûnu’ndan alan müzede, Selçuklu döneminden Osmanlı’ya
kadar yaklaşık 1500 adet eser bulunuyor.
Beykoz’un en büyük korularından Abraham Paşa Korusu
içerisinde yer alan müze, tarihi bir binanın restorasyonu
sonucunda topluma kazandırılmış. Hem binanın yeni işlevini
hem de müzenin detaylarını, Milli Saraylar Restorasyon
Dairesi Başkanı Gökşen Canıyılmaz’dan dinledik:
“Abraham Paşa Korusu, yaklaşık 360 dönümlük bir metraja
sahip, oldukça büyük bir koru. Abraham Paşa, Sultan Abdülaziz
döneminde yaşamış ve vezirliğe kadar yükseltilmiş
biri. Abraham Paşa döneminden günümüze sadece müzenin
bulunduğu bu bina kalmış. 19. yüzyıldan kalan bina,
U planlı bir yapıya sahip ve yapıldığı dönemlerde ahır binası
olarak kullanılmış. Ardından uzun süre Tarım ve Orman
Bakanlığı’na tahsis edilerek, sosyal tesis olarak planlanmış.
2018 yılında ise sözleşmeyle tam 25 yıllığına bize devredildi.
Akabinde yapı yaklaşık 2,5-3 sene kadar süren bir restorasyon
sürecinden geçti. Ardından Cumhurbaşkanımızın
da isteğiyle, zamanında Beykoz’da yer alan cam fabrikasının
ruhunu yansıtmak adına Beykoz Cam ve Billur Müzesi
olmasında karar kılındı.”
13. yüzyıldan 20. yüzyıla eserler
Binanın restorasyon sürecine dair detaylara da değinen
Gökşen Canıyılmaz; “Binanın restorasyon süreci, Bilim
Kurulu’nun onay ve değerlendirmeleriyle yürütüldü. Sürece
ilk olarak duvarların kaldırılmasıyla başlandı. Binayı
müzeye uygun hâle getirmek adına odaların genişletilmesi
şarttı. Böylelikle ilk anlamda mekanik olarak müze konseptine
ulaşmış olduk, ardından kurgu çalışmalarına başladık.
Elimizde 19. yüzyıla ait cam parçalar mevcuttu. İlk olarak
koleksiyonumuzda cam olarak yaklaşık 10 bin küsur obje
bulunuyordu. Özel bir ince elemeyle, öne çıkarmamız gereken
yaklaşık 1500 adet objeyi seçtik. Böylelikle 13. yüzyıldan
20. yüzyıla ülkemizde gelişen cam sanatını gözler
önüne serecek eserleri müzemize yerleştirdik. Öncelikli
esas amacımız, Türk cam sanatını anlatmaktı. İkincil olarak
Saray Koleksiyonu’nda bulunan ve sultanlara özel ola-
rak tasarlanmış eserleri tanıtmayı hedefledik. Sonuç olarak
müzemizde 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar kapsamlı bir
seri var” dedi ve ekledi:
Hem kronolojik hem de tematik seyir
“Hem kronolojik hem de tematik bir seyrin söz konusu
olduğu müze, 12 ayrı bölümden oluşuyor. Kapıdan girdiğiniz
anda sizleri ilk olarak erken dönem Türk camları karşılıyor.
Bu bölümde Mevlana Müzesi, Deniz Müzesi gibi
müzelerden ödünç aldığımız ve geçici olarak burada bulunan
nadide eserler de bulunuyor. Erken dönemin ardından
Osmanlı dönemindeki cam sanatına geçiş yapıyoruz. Yine
43
MÜZE
“Teknoloji ilerledikçe
obje boyutları büyüyor”
Geçmişten bugüne cam sanatının uğradığı değişimi de anlatan
Canıyılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Endüstrileşme
faaliyetinin 13. yüzyıldaki yapım şekliyle 20. yüzyıla gelen
süreçteki farklılıklarını, hem teknik hem süsleme hem de
form anlamında çok net görebilirler. Bunların hepsi dönem
içerisinde farklılaşan tasarımlar. Çünkü teknoloji ilerledikçe,
çok daha büyük boyutlu objeler çıkıyor ortaya. Mesela
erken dönem Türk cam sanatı dediğimiz bölümdeki bardakların
formlarıyla, biraz daha ileride Avrupa camları
bölümündeki formlar hayli farklı. Müzede ilerledikçe çok
daha büyük, devasa vazolarla karşılaşacaksınız. Bu ayrım
müzede çok net görünüyor. Bunun yanında camın saydamlığının
değişimi de açık şekilde görünüyor.”
mimaride kullanılan cam sanatını revzenlerle anlatıyoruz.
Bu bölümde, hem Topkapı Sarayı’nda kullanılan hem de
Mimar Sinan döneminde yapılmış camilerde kullanılan
revzen parçaları var. Hemen devamında Beykoz’u anlatan
bir bölüm söz konusu. Semtte kurulan fabrikanın ürünleri
bu bölümde. Osmanlı’nın sanayileşmesini, endüstri faaliyetlerini
en iyi anlatan yerlerden bir tanesi Beykoz Cam
Fabrikası. Beykoz Cam her ne kadar bugün devam etmese
de en azından döneminde yapılmış eserleri burada sergiliyoruz.
Yine burada Çeşm-i Bülbül camların orijinallerini
de görüyoruz. Bu Çeşm-i Bülbül camların ilham aldığı Venedik
camları da burada sergileniyor ve yine kronolojik bir
düzen mevcut.”
“Cam sanatında Avrupa çok önemli bir noktada ama oradaki
kalitenin hemen hemen aynısını Beykoz Cam’da üretilen
ürünlerde görüyoruz. Müzenin Beykoz bölümünde mesela
koku şişeleri ve buhurdan dediğimiz formlarda güvercin
şekillerini çok sık görecekseniz. Bu Avrupa’da olmayan, sadece
Beykoz’a özgü bir form... Bu bağlamda, Beykoz’a özgü
çok özel tasarımlardan bahsedebiliriz. Ayrıca, döneminde
ortaya konulmuş objelerin orijinallerini bu tarihi yapıda görüyor
olmanın önemli olduğunu da düşünüyoruz.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
44
KEŞIF
Azerbaycan’a sanat ve
kültür keşfi
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Azerbaycan’ın çok eski tarihlere dayanan sanat
ve medeniyetini, geçmişten gelen izlerin günümüze
yansımasını, mimari görkemleriyle de
hayranlık uyandıran müze ve sanat merkezlerinde
keşfetmek mümkün.
Bunlardan ilki, Azerbaycan tarihinin farklı
dönemlerine ait maddi ve kültürel örneklerin
korunması ve tanıtılması açısından oldukça
önemli olan, yaklaşık 300.000 koleksiyonun
korunduğu Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi...
102 yaşında olan müzenin bulunduğu
bina, iş adamı ve hayırsever Hacı Zeynalabidin
Tağıyev’e ait olduğu için özellikle dikkat
çeken yapılardan biri. Ünlü milyoner ve ailesi,
yıllar boyunca bu üç katlı binada yaşamış.
Mimari yapısı ve eşsiz koleksiyonları ile dikkat
çeken bir diğer müze, Ulusal Güzel Sanatlar
Müzesi... Petrol bumu dönemine ait
iki ihtişamlı binadan oluşan bu müze yalnız
Azerbaycan değil, aynı zamanda Türkiye de
dahil olmak üzere diğer ülkelerden boyalı seramik,
bakır ve bronz oymalı eşyalardan antik
halı, mücevher ve Azerbaycan minyatür
ressamlarının eserlerine kadar 17.000’den fazla sanat eserini
kendinde barındırarak, iç tasarımı ile de dikkat çekiyor.
Azerbaycan denince akla gelen ilk şeylerden biri de halı
sanatı... Yerel ustaların eşsiz eserlerinin bulunduğu ilk yer
Halı Müzesi. Bakü Bulvarı’nda sarılmış bir halı şeklinde tasarlanmış
müze, ülkenin en büyük halı koleksiyonuna sahip
ve başkentin modern mimari cevheri. Ziyaretçiler, burada
bu sanatın yüzyıllar boyunca nasıl geliştiğini keşfederek,
Azerbaycan’ın yedi farklı bölgesinin halı dokuma okullarının
özellikleri hakkında bilgi edinebilirler.
Halı Müzesi’nden
birkaç dakika yürüme
mesafesinde
ise Uluslararası
Muğam Merkezi
yer alıyor. UNES-
CO’nun Somut
Olmayan Kültürel
Miras Listesi’ne
dahil edilmiş muğam
sanatının tanıtılması ve korunması amacıyla inşa edilmiş
bu sanat ve müzik merkezinde, sürekli olarak konserler
düzenlenmekte. Bunlardan biri de nisan ayının ortalarında
düzenlenecek olan “Muğam Akşamları”.
Seçkin mimar Zaha Hadid tarafından tasarlanan ve olağanüstü
dış görünümüyle dikkat çeken Haydar Aliyev Kültür
Merkezi de şehrin en önemli kültürel yapılarından biri. Burada
kalıcı sergi ve koleksiyonların yanı sıra dünyaca meşhur
birçok sanatçının dönemsel sergilerine denk gelirken, eski
model arabaların etkileyici koleksiyonunu da bulacaksınız.
Merkezde birçok konser ve etkinlik de organize edilmekte.
İlginç koleksiyonlardan konuşmuşken, modern ve çağdaş
sanatı da unutmayalım. Şehir merkezinde yer alan Modern
Sanat Müzesi’nde sergilenen koleksiyonlar, 20. yüzyılın
ikinci yarısından bu yana Azerbaycan’ın avangard sanatının
en iyi resim ve heykellerinden oluşuyor.
Diğer taraftan Yarat, Azerbaycan’da çağdaş sanatı geliştirmek
ve tanıtmak, Azerbaycan sanatını ülke dışında tanıtmak
için çalışan çağdaş bir sanat platformu olarak dikkatleri
çekiyor. Kuruluşundan bu yana birbirinden ilginç atölye
çalışmaları ve sergilere ev sahipliyi yapmış merkez yerel sanatçıları
bir araya getirerek, onların çalışmalarını desteklemek
ve tanıtmak için çeşitli sanat programları yürütmekte.
Pine Bay Holiday Resort
doğa, deniz ve sanatı buluşturan
bir tatil deneyimi sunuyor
45
ADVERTORIAL
Pine Bay Holiday Resort, misafirlerine sanatla iç
içe bir tatil deneyimi sunuyor. Otel koridorlarında
yerel ve uluslararası sanatçıların resim ve
seramik eserlerinin sergilendiği Pine Bay Holiday
Resort’ta, hem yetişkinler hem çocuklar için sanat çalışmaları
ve workshoplar yapılıyor. Sürdürülebilirlik konusuna
da oldukça önem veren işletmede, oteldeki kırık eşyalar ve
atıklar birer sanat eserine dönüştürülerek sergileniyor.
Mavi ile yeşilin birleştiği Türkiye’nin en güzel koylarından
birinde, uçsuz bir alanda kendisine ait bir sahil ve marinasıyla
muhteşem bir atmosfere ev sahipliği yapan Pine Bay
Holiday Resort, Kuşadası’nda kapılarını yeni sezon için açıyor.
Misafirlerin beklentilerinin ötesine geçen her şey dahil
konseptiyle 1993 yılında açılan Pine Bay Holiday Resort;
Sanat, Aile, Doğa ve Ev konforunun iç içe geçtiği “SADE”
anlayışıyla misafirlerine bu sezon da unutamayacakları anlar
yaşatmaya hazırlanıyor.
Misafirler kilin arkasındaki
büyülü dünyayla tanışıyor
Pine Bay Holiday Resort, misafirlerine sadece eşsiz bir tatil
deneyimi sunmuyor; sezon boyunca devam eden seramik
atölyesiyle yepyeni bir hobinin kapılarını da açıyor. Yetişkinler
ve çocuklar için düzenlenen seramik atölyesinde misafirler,
seramik parçalar yaratma sürecini öğrenerek kendi
seramik eserlerini oluşturuyor.
Atıklar sanat eserine dönüşüyor
Sürdürülebilirlik konusuna da oldukça önem veren işletmede,
oteldeki kırık eşyalar ve atıklar birer sanat eserine
dönüştürülüyor. Marinada yer alan upcycling sergisinde,
işlevselliğini yitirmiş boş pet ve cam şişeler, kullanılmayan
duş başlıkları, kırılmış porselen tabaklar ile denizde yaşam
anlatılıyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
46
ŞEHRIN YENILERI
Yazar
Emel Altay
Galata’nın kültürel mirasına
ve renklerine açılan alan:
POSTANE
Galata’da geçtiğimiz kasım ayında açılan Postane,
şehrin sosyal ve kültürel üretimlerine tüm kapsayıcılığıyla
ev sahipliği yapmayı misyon ediniyor.
Şehrin yenisi Postane’yi, mekânın kurucusu
ve direktörü Yaşar Adnan Adanalı’dan dinledik.
Postane Cafe (Fotoğraf: Emirkan Cörüt)
Şehircilik Uzmanı Yaşar Adnan Adanalı; kent kimliği ve hafızası,
sosyal adalet, kültürel çeşitlilik gibi konular üzerine
çalışan bir sosyal girişimci. Mekânda Adalet Derneği’nin
kurucularından olan Adanalı, Galata Postane’nin de kurucusu
ve direktörü. Postane binasının şimdiki kimliğinden
önce hangi amaçlarla kullanıldığını dinliyoruz kendisinden:
“Bina ilk olarak 1859’da mimar ve mühendis Joseph Nadin
tarafından İngiliz Postanesi olarak açılıyor. Bu hâliyle 1895
Yaşar Adnan Adanalı
yılına dek hizmet veriyor. 1905 yılında bir dönem okul
olarak kullanılıyor. Daha sonra çoğunlukla Musevi cemaatinden
insanların yaşadığı ve çalıştığı konut, ofis binaları
olarak değerlendiriliyor. 1990’lı yıllara gelindiğinde 20 yıl
kadar Türkiye’nin önemli görüntü yönetmenlerinden Kenan
Ormanlar’ın işlettiği, ‘Ken Movie’ adlı bir film malzemeleri
kiralama şirketi oluyor. Son üç yıldır da bizim burayı
yeniden fonksiyonlandıracağımız ‘Postane’ projesi başladı.
Restorasyon süreci sonrası 2021’in kasım ayında açıldık.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
“Kurumsal üyelerimizden komşularımıza
kapımız herkese açık”
Yaşar Adnan Adanalı, Postane’nin temelde bir sosyal girişim
olduğunu vurgularken; binanın “sosyal, çevresel, kentsel,
etik odaklı çalışan kişi ve kurumları kendi topluluğu içinde
farklı şekillerde barındırma” misyonuyla hareket ettiğinin
altını çiziyor. Postane’nin kullanım olanakları ise çok yönlü:
“Postane bünyesinde Mekânda Adalet Derneği, Ashoka
Vakfı, Teyit gibi kurumsal üyelerimiz var. Bu üyelerimiz,
ortak çalışma alanları, toplantı odaları, etkinlik alanlarıyla
gündelik olarak Postane’yi kullanıyorlar. Sivil toplum ve
sosyal girişimcilik dünyasından kurumlar, aktivistler de
kendi programları, projeleri için burayı kullanıyorlar. Çok
daha geniş bir yerden bakarsak; bulunduğumuz Galata bölgesinde
yaşayan komşularımız, kültür sanat alanında faaliyet
gösterenler, bölgedeki hastanelerde, okullarda, kamu
kurumlarında çalışan insanlar, öğrenciler, esnaf ve bu bölgeyi
gezmeye, keşfe gelmiş kişilere de Postane’nin kapıları
açık. Dolayısıyla, farklı topluluklarla ilişkilenebildiğimiz için
de bir yandan çok kapsayıcı bir yer burası.”
“Buranın temelinde kültürel kozmopolitliği
tektipleştirmeye karşı bir duruş var”
Postane’nin temelinde farklı ihtiyaçların bir araya gelmesi
olduğunu söyleyen Adanalı; şehrin kültür, sanat ve sivil ha-
Postane Dükkân (Fotoğraf: Tahir Akkurt)
yatına dair kapsayıcı ve zenginleştirici bir merkez olmayı hedeflediklerini
anlatıyor: “Postane’nin temelinde kentin sivil
hayatını zenginleştiren, alternatif kültür üretimine imkân
sağlayan, tamamen ticarileşmemiş ama kendi ayakları üzerinde
durabilecek kurumsal deneyimlere ihtiyaç olduğunun tarifi
var. Beyoğlu’nun ve kentin merkezindeki birçok yerin temsil
ettiği çeşitlilik, kültürel kozmopolitliğin olumsuz yönde dönüşümü,
tektipleşmesi ve buna karşı duyulan rahatsızlık var. Buranın
temelinde iyi hikâyeleri, insanlara iyi gelen deneyimleri
çok fazla deneyimleyemiyor olmak, kötü yönetilen bir kentsel
dönüşüme karşı iyi örnek olma çabası var. Birçok anlamda
ihtiyaçların belirlendiği ve bunlara yönelik alışılmışın biraz
dışına çıkan bir modelle çözüm üreten, bir yandan gündelik
hayata fazlasıyla dokunan, bir taraftan da daha uzun vadeli
kültürel programları kültürel aracılarla, sanatçılarla ilişkiler
kurarak gerçekleştirmeyi hedefleyen, bunu da özellikle sivil
toplumla ilişkiler üzerinden tanımlayan bir yer Postane.”
“Kapsayıcı ve onarıcı adalet perspektifiyle
kentsel mirası devam ettirdik”
Yaşar Adnan Adanalı, Postane’nin yeni kimliğini oluştururken
binanın eski hâllerinden biriken kentsel mirası korumaya
özen gösterdiklerini ifade ediyor: “Temel olarak içinde yaşadığımız
kentin ve bulunduğumuz mekânların kimliğini, tüm
kapsayıcılığı ve onarıcı adalet perspektifiyle ele almak gerektiğine
dair bir savunumuz var. Postane fikri ve projesi de esasen
uzun süredir devam eden kentsel mirasa yönelik farklı
düzeydeki aktivizmlerin üzerine inşa ediliyor. Biz mimarları,
kente dair fikir üretenleri, sosyal girişimcileri zaten bir araya
getiren bir yapıyız. İçimizde kentsel miras aktivistleri, restoratörler,
kent planlamacısı arkadaşlarımız var. Postane binasının
da doğal olarak tüm savunduğumuz değerleri taşıması
gerekiyordu. Binaya, postane yapısına dair bir arşiv araştırmasıyla
başladık. Şimdilerde CultureCIVIC: Kültür Sanat
Destek Programı katkılarıyla ‘Bir Binada Kozmopolit Kenti
Aramak’ adıyla bir araştırma ve etkinlik programı yapıyoruz.
Postane Teras
(Fotoğraf: Emirkan Cörüt)
Postane binasından yola çıkarak, Galata’nın tarihsel katmanlarını
araştırıyoruz. Kent Tarihçisi Murat Tülek ve Kent Arşivcisi
Liana Kuyumcuyan ile bu çalışmayı sürdürüyoruz.”
Her kat farklı amaçlara ve kullanımlara ayrılmış
Postane’nin kurucusu ve direktörü Adanalı ile yapının katları
arasında gezintiye çıkıyoruz: “Giriş katı davetkâr ve herkesi
içine alabilecek fonksiyonlara ayırdık. Girişte kafe var. Kafedeki
tüm ürünlerin tedariği, adil tedarik zinciriyle elde ediliyor.
Kafenin hemen yanında bir gıda dükkânımız var, yaklaşık
15 üreticiden doğrudan temasla tedarik ediliyor ürünler.
Kafede hiçbir büyük zincir gıda ürünü yok. Kahveden pirince
ürünlerin her birini yetiştiren çiftçileri ya da kooperatifleri
birebir tanıyoruz, iletişime geçiyoruz. Kafede su satılmıyor,
bunu sembolik olarak önemsiyoruz. Suyun içilebilir olmasını,
bunun bir hak olduğunu düşünüyoruz ve binadaki tüm suyu
arıtarak içilebilir hâle getiriyoruz. Atıksız olmaya çalışıyoruz;
pişen yemeklerin her bir parçası kullanılıyor, kullanılmayanlar
da terasta komposta dönüşüyor. Kafenin hemen yanında
‘Hikayesi Olan Şeyler’ dükkânımız var. Burada da sadece
sosyal girişimler ve kooperatiflerin tasarım ürünleri, yayınlar,
giysi, ekolojik yaşam ürünlerine yer veriyoruz.”
Teras hem manzarası hem de ekolojik faydasıyla
Postane’nin yıldızı
Birinci kata çıktığımızda bizleri bir stüdyo ve kütüphane karşılıyor.
Onun üstünde 3 bin kitaplık bir kütüphane var. Kütüphanede
daha çok kent, çevre, mimari, medya, demokrasi
konularındaki yayınlar bulunuyor. Kütüphanenin yanındaki
co-working alanında kurumsal sivil toplum aktörleri çalışıyor.
Postane’nin birimleri arasında çok amaçlı bir etkinlik salonu
da var. Bu salon, gündüzleri esnek üyelik modeliyle oldukça
ulaşılabilir fiyatlarla çalışma ve etkinlik alanı olarak kullanılıyor.
Teras ise hem Galata Kulesi ve semtin tarihi sokaklarına
açılan manzarası hem de ekolojik yönüyle Postane’nin yıldızlarından.
Her gün çok sayıda kişinin terasa çıktığını, manzarada
fotoğraf çektirdiğini söyleyen Adanalı, terasın kendileri
için asıl önemine değiniyor: “Terasta bir bahçemiz var. Bahçe
üzerine çok kafa yorduğumuz, yağmur suyunu hasat ettiğimiz,
kendi fidelerimizi yetiştirdiğimiz bir alan. Terasta yetiştirdiğimiz
ürünleri kafede kullanıyoruz.”
Kafede bir mural: “Büyümenin Bedeli”
Postane, kafe bölümündeki duvarı muralla renklendirmek için
sanatçılara “ekolojik restorasyon” temasıyla bir açık çağrı yapmış.
Çağrıyı, Ekin Kano’nun “Büyümenin Bedeli” adlı çalışması
kazanmış. Adanalı; “Kalıcı olması için duvardaki bu çalışmayı
binanın farklı bölümlerinde dijital işlerle sürdüreceğiz. Yeni
projelerle sanatçılarla sivil aktörler arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirmeye
devam etmek istiyoruz” diyor.
Eser: Ekin Kano (Fotoğraf: Tahir Akkurt)
47
ŞEHRIN YENILERI
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
48
KOLEKSIYONER
Yazar
Emel Altay
Can Elgiz:
Koleksiyonlar kültürel miras olarak
görülmeli ve halka açık olmalı
Türkiye’nin ilk çağdaş müzesi Elgiz Müzesi’nin kurucusu
Can Elgiz, aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen sanat koleksiyonerleri
arasında yer alıyor. Elgiz, koleksiyonunu kendi
sanat zevkine göre zenginleştirdiğini, eklektik bir yapıya
sahip olsa da gerektiğinde küratöryel bir sergi oluşturacak
kadar da derinlikli olduğunu söylüyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Elgiz Müzesi Kurucusu ve Sanat Koleksiyoneri
Can Elgiz; “Koleksiyonerlerde bir sanat eserine
sahip olup kendine saklama yerine, o esere kültürel
miras olarak bakıp, insanlarla paylaşma güdüsü
olması gerektiğini düşünürüm” diyor.
Koleksiyonerliğe başlama hikâyenizi
sizden dinleyebilir miyiz?
Sanata olan ilgim, ailemin sanata olan ilgisinin yanında
meslek olarak mimarlığı seçmemden ileri geliyor. Okulda
alanında çok donanımlı hocalardan güzel bir sanat eğitimi
aldık. Ailem ise koleksiyoner değildi ama sanatseverdi.
Koleksiyonerle sanatsever arasında fark olduğuna inanıyorum.
Koleksiyoner kendi sanat zevkine göre, ilgi duyduğu
dönem ve sanatçılara ait eserleri satın alma, toplama arzusu
duyar. Sanatsever ise evine sanat eseri asmak ve onu seyretmekten
zevk alır; onun sanat eseri alımı ya da satımıyla
ilgisi, kendi zevkiyle sınırlıdır. Ben kendimi ailemin aksine
koleksiyoner olarak tanımlıyorum. Tabii sanat sevgisi olan
bir koleksiyonerim. “Bir eser alayım, sonra fiyatı yükselince
satayım” diye düşünenlerden, sanatı ticaret hâline getirenlerden
değilim. Koleksiyonerlerde bir sanat eserine sahip
olup kendine saklama yerine, o esere kültürel miras olarak
bakıp, insanlarla paylaşma güdüsü olması gerektiğini düşünürüm
ve elimden geldiğince de bunu uygularım.
Sanat koleksiyonculuğuna bakışınızı belirleyen
unsurlar nelerdir? Koleksiyonunuzu genişletirken
nelerden ilham alırsınız?
Biz 1980’lerden bu yana mali şartlarımız müsaade ettikçe
sanat eseri almaya, koleksiyonumuzu genişletmeye gayret
gösteriyoruz. İlk olarak yerli sanatçıların eserleriyle başladık.
90’lardan itibaren sınırlarımızı genişletip, yabancı sanat
eserlerine de ilgi duyduk. Sanat, belli sınırlar çerçevesi
içinde kalmamalı. Sadece Türk sanatını değil, tüm dünyayı
izlemek, öğrenmek gerekiyor. Ben sık sık sanat fuarlarına
giderim. Fuarlarda yabancı koleksiyonerlerle tanışınca,
onlardaki koleksiyonlarını paylaşma arzusunu fark ettim.
Zaten sergilere koleksiyonlarından parçaları ödünç vermeleri
Türkiye’de de yerleşik bir durum. Sanat için biraz
daha fedakârlığı göze alanlar kendi müzelerini, galerilerini
açıyor. Sergileyecekleri bir galeri ya da müzeleri yoksa dahi
evlerini, ofislerini insanlara açarak, sahip oldukları sanat
eserlerini sergiliyorlar. Geçen hafta Milano’daydım, çok
güzel bir koleksiyoner evi ve koleksiyoner ofisi gezdim.
Bundan iki hafta önce de Madrid’deydim, orada da koleksiyoner
evi gezme şansı buldum. Koleksiyoner evleri ve
ofisleri gezmek, Türkiye’de özellikle 2000’lerden bu yana
biraz da olsa görülüyor.
Koleksiyonunuzdaki eserlerin niteliğiyle ilgili bilgi verir
misiniz? Nasıl bir yol izliyorsunuz eser satın alırken?
Öncelikle ben sanat tarihçisi değilim. Dolayısıyla da sanat
koleksiyonumu, sanat tarihi çizgisini takip ederek ya da arşivleme
merakıyla geliştirmiyorum. Gezebildiğimiz kadarıyla
fuarlar ya da galerilerden, beğendiğim ve bütçemin yettiği
eserleri almaya gayret gösteriyorum. Yani koleksiyonumun
sanat beğenilerim doğrultusunda geliştiğini söyleyebilirim.
Ben her ne kadar bir dönem, bir sanatçı ya da akım takibi
yapmasam da sahip olduğum eserlerden gerektiğinde küratöryel
sergiler çıkabiliyor. Koleksiyonumu eklektik olarak
tanımlayabilirim ama bu eklektik yapıdan değişik başlıklar
altında toplanmış birçok sergi çıkabilir.
Koleksiyonunuz yıllar içerisinde nasıl gelişti?
Koleksiyonunuzu eklektik olarak tanımlasanız da
bir sanatçının ya da dönemin kendiliğinden
öne çıktığı oluyor mu?
Belli sanatçılar var elbette öne çıkan. Örneğin biri Abdurahman
Öztoprak, diğeri de Nejad Devrim... Ancak söylediğim
gibi koleksiyonumda belli bir odakla ilerlemiyorum. Odaklanma,
bir plan dahilinde hareket etme, daha çok müze ve
sergi projelerimizde yer buluyor. Örneğin 2001’de, Proje4L’de
genç sanatçılar için bir sergi mekânı kurguladığımızda, yurt
dışında gördüğümüz örneklerden hareketle öncelikle koleksiyon
değil, galerilerde yer bulamayan genç sanatçıların işlerini
sergilemeye başladık. Sanatçı belli bir yere gelmeden
önce hiçbir galeri onun işlerini sergilemek istemiyor, satış
garantisi olsun istiyor çünkü. Dolayısıyla genç sanatçıların
da halka açık, kâr amacı gütmeyen kurumlarda sergilenmesi
lazım... 2001’de bu amaçla başladık. Birkaç sene sonra da Elgiz
Koleksiyonu’nu sergilemek üzere Elgiz Müzesi’ne dönüştürdük.
Bu sene 14. Teras Sergimizi yapacağız. Genç, henüz
isim yapmamış heykel sanatçılarının heykellerini sergilemeyi
önemsiyoruz. Bu sergiler sayesinde daha önce sanat eseri
almamış pek çok kişi eser satın almaya, koleksiyona başladı.
Türkiye’deki koleksiyonerliğe yönelik yerleşik algı
hakkında ne düşünüyorsunuz? Genelde yüksek gelir
grubunun klasik eserleri toplaması gibi bakılıyor
koleksiyonerliğe...
Türkiye’de koleksiyonerlik algısı, bu yüzyılın ortalarından
itibaren varlıklı sanatseverlerin klasik Türk sanat eserlerini
toplamasıyla başladı. Çağdaş sanat ise her ne kadar 60’lı,
70’li yıllarda da olmakla birlikte ülkemizde 2000’lerden
sonra popülerlik kazandı. Eski koleksiyonerlerin çoğu da artık
hayatta olmadığı için genç sanatseverler, koleksiyonerliğin
yerleşik algısını dönüştürmeye, genişletmeye başladılar.
Koleksiyonunuz Elgiz Müzesi’ni organik olarak besliyor.
Koleksiyonerlikle müzecilik arasındaki bağı nasıl
tanımlarsınız?
Özel müzeler olsun, devlet müzeleri olsun hepsi özel koleksiyonlardan
beslenir. Bir retrospektif ya da küratöryel
sergi yapılacağında koleksiyonerlere başvurulur. Bu da sanatın
halka buluşmasında önemli bir katkı... Bizim Arkas’la
yaptığımız proje Türkiye’de ilk kez yapıldı, yurt dışında da
örnekleri azdır. Arkas’ın klasik resim sanatının en güzel
örneklerinin yer aldığı “Doğa Bahçeler Düşler” sergisi Elgiz
Müzesi’nde, bizim çağdaş sanat koleksiyonumuzdan oluşan
“Mitler ve Hayaller” sergisi ise İzmir’deki Arkas Sanat
Galerisi’nde sergileniyor. İki sanat koleksiyonunun takası,
örneğine çok nadir rastlanan bir iş.. Arkas’taki sergi, Küratör
Billur Tansel tarafından seçilmiş eserlerin bir araya gelmesinden
oluşuyor. Bizdeki sergi ise Jean Luc Maeso’nun
kürasyonuyla oluşturuldu.
Son zamanlarda popülerleşen sanal müzayedecilik ya da
NFT koleksiyonerliği gibi konulara nasıl bakıyorsunuz?
İnternetten sergileme, sanal sergi kısmıyla başlayayım. Aslında
Instagram hesabımızdan yaptığımız paylaşımlarla bir
anlamda sanal sergi yaptığımızı düşünüyorum. Bir ara 3D
ile sergi mekânı içerisinde gezilebilecek bir uygulama da denedik
ama sonuçtan çok memnun kalmadık. Fiziksel geziyle
aynı etkiyi, tatmin duygusunu vermiyor. NFT konusunda
ise henüz bir şeylerin netleşmediğini düşünüyorum.
49
KOLEKSIYONER
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
50
MÜZAYEDE
Yazar
Emel Altay
Rahmi Çöğendez:
Orijinal sanat eseri,
7’den 70’e herkesin hakkı!
RC Müzayede Yöneticisi Rahmi Çöğendez, dünyada ilk olan “Çocuklar İçin
Müzayede” ile çocukların orijinal sanat eserleriyle buluşmalarını sağlıyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Rahmi Çöğendez, orijinal sanat eserlerine ulaşmanın
her insanın hakkı olduğunu savunan,
galeri yöneticiliği ve müzayedecilik alanındaki
başarılı kariyerini sosyal sorumluluk projeleriyle
iç içe yürüten biri. Çöğendez, şimdi de Yuliya Ergene ile birlikte
gerçekleştirdikleri “Çocuklara Özel Müzayede” etkinlikleriyle
çocuklara erken yaşta sanat sevgisi aşılıyor.
Sizi RC Müzayede, RC Art Gallery, Bilkent Sanat
Sokağı, Sessiz Müzayede gibi işlerinizin yanı sıra sosyal
sorumlulukla sanatı bir araya getiren projelerinizle
tanıyoruz. İlk olarak, sanatın zor zamanlardaki
iyileştirici gücünden başlamak isteriz.
Hepimizin deneyimlediği gibi dünyamız çok zor zamanlardan
geçiyor. Önce pandemi, şimdi Ukrayna’nın Rusya tarafından
işgali... Yol arkadaşım Yuliya Ergene Ukraynalı, çok sayıda Ukraynalı
sanatçı dostumuz var. Sağ olsunlar, her zaman sosyal
sorumluluk projelerimize destek verdiler. Biz de şimdi onlara
elimizden gelen desteği vermek için çabalıyoruz. Elbette bu
zor günlerde sanatın gücü ve sorumlulukları artıyor. Biz her
zaman sanatın iyileştirici yönünü öne çıkaran projeler yapmaya
gayret gösteriyoruz. Bu Soma maden faciasında da böyleydi,
doğal afetlerde de savaşlarda da devam etti. Her daim sanat
yoluyla yaraları sarmak için elimizden geleni yaptık. Elbette
bunun için sanatçı dostlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Sanatın
sosyal sorumluluk yönü tek taraflı olacak bir şey değil,
iki taraflı özveriyle gerçekleşecek bir durum. Sevgili Tamer Levent’in
“Sanata Evet” projesi vardır, biz bu mottoyu kullanıyoruz.
Dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için üstümüze düşen
etik sorumluluğu üstleniyor ve “Sanata Evet” diyoruz.
Bir mottonuz var; “Her duvar bir orijinali hak eder”.
Müzayedeciliğe, koleksiyonerliğe ülkemizde farklı bir
bakış vardır; ancak parayla elde edilebilecek, üst sınıfa
özgü bir değer gibi algılanır genelde. Mottonuz bu algıyı
yıkmaya çalışıyor diyebilir miyiz?
“Her duvar bir orijinali hak eder” mottosunun ilginç bir çıkış
hikâyesi vardır. 2008 yılında bir İtalya seyahatim sırasında,
şu an tüm dünyaca tanınan ressam ve heykeltıraş Alfred
Mirashi Milot ile tanıştım. Sokakta küçük boyutlu, suluboya
eserler yapıyordu. Bu resimler benim çok ilgimi çekti.
Tablolarda imza yoktu. Sanatçıdan imzalamasını rica ettim
ama o imzalamak istemedi. Ben de kendimi tanıttım, galeri
yönetmeni olduğumu ve eserleriyle profesyonel olarak ilgilendiğimi
söyleyince çok heyecanlandı. Beni kahve içmeye
bir kafeye davet etti. Görüşmeye geldiğinde son derece şık
giyinmişti ve elinde de işlerinin olduğu bir katalog vardı. O
an anladım ki görüştüğüm kişi, dünyada tanınmış bir heykeltıraş
ve ressammış. Böyle bir sanatçının sokakta resim
satmasına şaşırdım tabii. Sordum, sokakta sattığı resimlerle
geçimini sağladığını, böylece sanatsal üretiminde daha özgür
olduğunu söyledi. Çok hoşuma gitti bu bakış açısı. Ancak
Türkiye’de ünlü ressamların sokakta resim satmayacağının
da farkındaydım. Türkiye’ye dönünce Ressam Cüneyt
Süer ile konuştum bu konuyu. “Bizim ressamlarımız sokağa
inmeyi istemezler. Peki, onların eserlerini biz satsak?” dedim.
Cüneyt de hemen fikrimi özümsedi ve “Projenin ismi
‘Sizin için Sanat’ olsun, mottosuna da ‘Her duvar bir orijinali
hak eder’ diyelim” dedi. Böylece motto ortaya çıkmış oldu.
Şimdi de “Çocuklara Özel Müzayede” ile çocukları orijinal
sanat eserleriyle buluşturuyorsunuz. Bu projeyi özel kılan
bir diğer şey de dünyada ilk kez yapılıyor olması...
Evet, çocuklar için tasarlanmış bir müzayede, dünyada ilk
kez bizim tarafımızdan gerçekleştirildi. “Çocuklara Özel Müzayede”
fikri bana bir çocuktan ilhamla geldi. Sahibi olduğum
RC Gallery’de sergi gezen bir baba ve 6 yaşlarındaki kızı
ilgimi çekti. Baba kızına her eseri açıklıyor, kızı da ilgiyle dinliyordu.
Bu hoş manzarayı bir süre izledim, sonra kızın babasına
“Babacığım, resimler çok güzel ama yukarı bakmaktan
yoruldum” dediğini duydum. Bu, kafamda çocukların rahat
gezeceği bir sergi düzeni yaratma fikrini getirdi önce. Sonra
bu fikir gelişti ve çocukları sadece sergi ziyaretçisi olarak
değil, müzayede katılımcısı olarak görmenin, onları küçük
yaşlarda orijinal sanat eserlerine sahip olma hissiyle tanıştırmanın
heyecanına kapıldım. Böylelikle çalışmalara başladık.
İlk etkinliğimizi şubat ayı başında Akmerkez’de gerçekleştirdik.
Büyük ilgi gördü. 57 çocuk ebeveynleriyle birlikte katıldı
ve 36 çocuğumuz, toplamda 99 adet sanat eserinin sahibi
oldu. 5-6 Mart tarihlerinde yine Akmerkez’de müzayedemizin
ikincisini yaptık. 23-24 Nisan’da ise Anadolu yakasındaki
çocuklara da ulaşmak için Akasya AVM’de olacağız.
Projemizde her şeyden önce çocukların makul fiyatlarla
orijinal sanat eserleriyle buluşmasını amaçlıyoruz. Bu müzayedelerde
çocukların fiyatı fazla artırmasını mutlaka engelliyoruz.
Bir çocuğun fazla sayıda eser almasının da önüne
geçiyoruz, çünkü burada önemli olan sanat eseri sahipliğinden
öte sanatın değerini kavramak, sanat eseriyle gerçek
bir bağ kurabilmek... Ben ve Yuliya Ergene, eserleri mutlaka
çocukların anlayacağı, ilgilerini canlı tutabilecek şekilde tanıtıyoruz,
sanatçısı hakkında bilgiler veriyoruz. Çocukların
müzayededen bilgilenerek, sanata dair ufukları genişleyerek
ayrılmalarını çok önemsiyoruz.
Bir de “Sessiz Müzayede” var. Bu da Türkiye’de
pek örneğini görmediğimiz bir yenilik...
2018’de dünyada yaygın olarak yapılan Silent Auction’ı Türkiye’de
uygulamaya başladık. Benden önce 2017’de Raffi
Portakal yapmış Silent Auction’ı, ondan sonra da ben yaptım.
İlk uygulamayı ArtAnkara’da yaptık ve çok beğenildi.
Sonra RC Gallery’de yapmaya başladım. Devamında da sessizmuzayede.com’u
satın aldık. Bu süreçte pandemi başladı.
Biz de canlı müzayede yapamayınca, site üzerinden müzayede
yapmaya devam ettik. Şu an 5 bine kadar üyemiz var.
Şu aralar salonda düzenlediğimiz müzayedeye canlı yayınla
online katılım imkânı da sunuyoruz. Hem fiziksel katılıma
hem de internet üzerinden katılıma açık.
Son olarak, yakın dönem planlarınızı öğrenebilir miyiz?
İstanbul’da Akasya AVM’de 23-24 Nisan’da, tam da çocuk
bayramında “Çocuklara Özel Müzayede” yapacağız. İstanbul’da
ayda bir kez mutlaka bu müzayedeleri devam ettirmek
istiyoruz. Esas gayemiz, gerek “Çocuklara Özel Müzayede”
gerekse “7’den 70’e Müzayede” ile tüm Türkiye’yi dolaşmak,
halkın her kesimini sanatla buluşturmak. Bunun yanı sıra
yakında “Sanat Nerede?” adlı bir projeye başlayacağız. Dünyanın
farklı bölgelerinden sanatçıları ülkemizin çeşitli illerinde
ağırlayacak ve onlara workshoplar yaptıracağız.
Sanatçıların “Çocuklara Özel Müzayede”
hakkında görüşleri
Oyuncu-Yönetmen Tamer Levent: “İnsanlığın geleceği olan çocuklarımızın
‘yaşam sanatçıları’ olmaları için, onlara ulaşabilecekleri
çoklu disiplin mantığını tanıtmalıyız. Ezberci öğretim yerine bilgiyi
yaşamda uygulayacakları eğitim sanatını onlara sunmalıyız. Bu
müzayede, çağın çocuklarına bu değerlere ulaşabilme farkındalığı
yaratsın. SANATA EVET!”
Ressam Hikmet Çetinkaya: “Yaşamımızı anlamlı değerli kılan, sosyalleşmemizi
sağlayan hobilerimizdir. Ne var ki bu, çocuk yaşta kazanılması
gereken bir aktivitedir. Özellikle zarafet, kibarlık, incelik
gerektiren sanat eserleri müzayedesi ise an anlamlısı ve değerlisidir.
Çocuklarımıza böylesine önemli bir sanat koleksiyonculuğunu
erken yaşta sevdiren, ortamını hazırlayan RC Art Gallery & Müzayede’ye
ve ekibine, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.”
Tiyatro Sanatçısı-Ressam Gafur Uzuner: “Rahmi Çöğendez, bu
projeyle sevgili çocuklarımızın hayat ve sanatla ilgili geleceğine şahane
bir dokunuş yapıyor. Kutluyorum.”
51
MÜZAYEDE
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
52
RÖPORTAJ
Yazar
Arzu Yavuz - arzuyavuz2005@hotmail.com
İflah olmaz bir romantik, bir fotoğraf üstadı,
şair, yazar, müzik sevdalısı, sanat aşığı...
MERİH AKOĞUL
“Sanat yapıtlarına kuru, ölü, çerçeve içinde
cansız nesneler gibi bakmayalım. Onlar bizi alıp
bir yere götürür, enerjimizi yükseltir.”
Aradığımda plakları dinlemeye dalmış yakaladım
kendisini. Sesi biraz hüzünlüydü. Kim bilir
arşiv fotoğraflarında hangi dostlarını anıyor,
plakta ne çalıyordu... Uzatmadık sözü, büyüyü
bozmadan sözleştik. 2022’nin mart ayında, soğuk bir kış
günü Cihangir’in sıcak mekânı Novella’da buluştuk.
Merih Akoğul (Fotograf: Bülent Özgören)
Merih Akoğul’un ajandası hep doludur. Onu kâh bir caz
konserinde görürsünüz, kâh fotoğraf anlatırken... Ama
hep kültür ve sanata dair bir sahnededir. Pandemi öncesi,
benim de dinleyicisi olmaktan çok keyif aldığım Yapı Kredi
Kültür Sanat’taki fotoğraf sohbetleri ve Bomontiada’da bir
sergi hazırlığı vardı. Merak ettim ne değişti iki senede? Ve
bir İstanbul aşığıyla İstanbul’un kültür sanat haritasını konuşalım
istedim.
Nasıl başladı bu sanat aşkı? Kaç yılına gidelim?
Çocukluğumdan beri sanata ilgim vardı. Orhan Veli’nin şiirleri
içime işlediğinde 17 yaşındaydım. Sebebi ise, Müşfik Kenter’in
Bir Garip Orhan Veli’yi sahnede ustalıkla canlandırmasıydı.
Orhan Veli, bizim için Müşfik Kenter demekti. Böyle
olaylar insanın hayatında çok önemli. O yüzdendir ki, gençlere
sanatın bir biçimde ulaşması lazım. Belki gördüğü bir sergi,
izlediği bir konser, onun hayati bir seçim yapmasına neden
olacak, belki de gidip benim gibi Akademi’de okuyacaktır.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Şimdi hocalık yaptığım üniversitede okurken, İstanbul Devlet
Senfoni Orkestrası’nın tüm konserlerine giderdik. Klasik müzik
zevkim o günlerde oluştu. İstanbul Festivali’nde inanılmaz
etkinlikler olurdu. Fakat bütçemiz belirli, seçerek giderdik
tabi… Düşünsenize, bugün hayatta olmayan birçok önemli sanatçı;
Steps Ahead grubunun saksafoncusu Michael Brecker,
ünlü balet Rudolf Nureyev, flamenkonun efsane gitaristi Paco
da Lucia gibi dünya starlarını izleme ve fotoğraflarını çekme
şansım oldu. Müzik keyfini o günlerden bugünlere taşıdım.
Ben müzik insanıyım; yıllarca radyolarda kültür sanat ve müzik
programları yaptım, yazılar yazdım. Daha dün, TRT Radyo
3’e caz ağırlıklı iki müzik programı kaydı yaptık.
Özetle; fotoğraf, resim, müzik, şiir fark etmez, sanata gönül
vermek lazım. İnsan yaşamında bir noktaya geldikten sonra
ona payanda olacak şey, sanat ve onun oluşturduğu ortak kültürdür.
Kültür birbirimizi tanımak içindir, mesela burçlar gibidir;
hani “Nerelisin?” deriz ya, “Hangi okuldansın?” diye sorarız,
aynısı işte. Bizi yakınlaştırır sanat, birbirimize kenetler. Benim
sanat yolumda hep İstanbul vardı. Bu şehirde doğup büyüdüm.
Bakırköy ve Suadiye’de oturdum. Sonra Boğaz’a, İstinye’ye geldim.
Ben fotoğrafa başlamadan önce şiir yazardım. Son şiir kitabım
Ağustos’un atmosferi de hep İstanbul’dur. Şiir yazmak
için çok okumak lazım. Orhan Veli’yi ya da Yahya Kemal’i bilmeden
nasıl şiir yazarsın, İstanbul’u nasıl hissedebilirsin?
53
RÖPORTAJ
Bu şehrin festivalleri de sizi çok güzel gezdirir, sanatla
birleştirir. Bir sanat türünü tam olarak kavrayabilmek için
gidip onun içinde olmak gerekiyor. Bir konseri açık havada
canlı izlerken yanına gelen bir kedi, deniz kokusu, çamları
sallayan rüzgâr… Sahneden gelen enerjiyle sizi inanılmaz
besler, ilham verir, neler yazdırır bir düşünün. Onun için
kültür ve sanat, şehrin canlı cansız değerleriyle bir bütündür,
yaşayan bir organizmadır. Bizi ayakta tutacak bir güçtür,
payandadır. Su gibi, hava gibi... Ben sadece gittiğim
sanat etkinlikleri değil, masamdaki sanat dergilerimle, kitaplarımla,
plaklarımla, dolmakalemlerim ve defterlerimle
çok mutluyum.
İstanbul ne büyük sevgili… Muhteşem bir ev sahibi,
ideal bir eşlikçi... Pek çok dünya starını ağırlamış.
Pandemi bu buluşmaları biraz erteledi. Ama yine de
yılın kültür sanat haritasında heyecan verici açılışlar
var. Resim Heykel müzesi, İstanbul Modern Sanat
Müzesi gibi... Öte yandan İKSV, 50. yılını tüm yıla
yayılan etkinliklerle kutlamaya hazırlanıyor.
Heyecan verici doğrusu...
Evet, İstanbul sanat için çok önemli bir platform. Düşünün;
İstanbul Festivali, Türkiye’nin en eski festivali. Bu
sene itibarıyla İKSV ve festival (ilki 1973 yılındaydı) 50
yıllık bir geçmişe sahip oluyor. Sonra bu festivalin içinden
Müzik, Caz, Tiyatro, Sinema Festivalleri ve bienaller çıkıyor.
Harika bir Caz Festivalimiz var. Muhteşem değil mi?
İstanbul Bienali, dünyanın en önemli bienalleri arasında
yer alıyor, bu yıl 17’nci kez yapılacak. Hepsini izledim. İstanbul
Devlet Senfoni Orkestrası konserleri, Borusan Filarmoni,
CRR konserleri, ne kadar güzel programları var.
Bu yıl İstanbul Caz Festivali’ni 29’uncu kez heyecanla bekliyoruz.
Akbank Caz Festivali’nin muhteşem konserleri
oluyor. Yeniköy Caz Günleri’nin ikincisi var bu yıl. Samimi
mekânlarda harika konserler var yine. “Beyoğlu Kültür
Yolu” çok iyi bir proje ve en önemlisi de tasarımı dünyaca
ünlü mimar Renzo Piano’ya ait, sanatımızın yüz akı mekânı
İstanbul Modern bu yıl açılıyor.
Peki, biraz da bu yılki ajandanızı konuşalım mı?
Türkiye’nin en önemli kültür sanat merkezlerinden biri
olan Yapı Kredi ile 20 yıl boyunca fotoğraf sohbetleri yaptık.
Pandemi sebebiyle sekteye uğradı. Bomontiada’da Ara
Güler Müzesi’nde iki yıl önce sergi açıyordum, o da ertelendi.
Ama bir şeyi elimden alamadılar; son şiir kitabım
Ağustos’u yazdım bu dönemde. Orada benim yaşamımın
özeti var. Pek çok kurumla iş yaptım tabi bu arada. Şu an
semt kitabı olarak anılarımın ışığında Bakırköy ve Suadiye’yi
yazıyorum. Danışmanlıklarım da sürüyor. İFSAK’ta
sunumlarım oluyor ve İFSAK Blog’da sürekli yazıyorum.
23 Mayıs’ta Avusturya Kültür Ofisi’nde, Yeniköy Caz Günleri
kapsamında 80’li yıllarda çektiğim “Caz Fotoğrafları”
sergim açılacak. Haziran ayında İFOD’un çağrılısı olarak
İzmir’deyim. Durmak yok, yola devam...
Merih Akoğul hakkında...
1963 yılında İstanbul’da doğdu. M.S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Lisans) 1985, Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Yüksek Lisans)
2001 yılında bitirdi.
Farklı konularda yayımlanmış 15 kitabı bulunan Merih Akoğul,
Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde 30 fotoğraf sergisi açtı,
grup sergilerine katıldı. 11 serginin küratörlüğünü gerçekleştirdi.
Çeşitli özel kurumlarda eğitmenlik, sempozyumlar, özel radyolarda
kültür ve sanat programları, televizyon programlarında sanat
danışmanlığı, panel yönetimleri, sempozyumlar yaptı.
Edebiyat, fotoğraf kuramı, plastik sanatlar ve müzik üzerine yazıları
ve eleştirileri birçok gazete ve dergide yayınlanan Merih Akoğul,
2003 yılının yaz döneminde Avusturya Başbakanlık Sanat Dairesi
tarafından verilen bursla çalışmalarını Viyana’da sürdürdü. Çeşitli
müze ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunan Akoğul, 24 yıldır
Türkiye’nin önemli üniversitelerinde fotoğraf dersleri vermekte.
İstanbul Modern Müzesi Fotoğraf Bölümü Danışma Kurulu Üyesi
olan Merih Akoğul, aynı zamanda da Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’nde eğitmenliğini sürdürüyor. 2010 yılından
bu yana Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kitaplarının editörlüğünü
yapıyor.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Yazar
Emel Altay
54
İnandığımız gibi yaşayalım,
yaşadığımıza inanalım
TIYATRO
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Kara Kabare topluluğu, 10 yıldır ‘armağan gişesi’ adını verdikleri
yöntemle biletsiz, aracısız seyircileriyle buluşuyor.
Nisan ayında başlayan yeni oyunları Zenhar’ın heyecanını
taşıyan toplulukla, ‘başka türlü bir tiyatro’ idealini nasıl
mümkün kıldıklarını konuştuk.
Kara Kabare hangi düşünceler üzerine inşa edildi?
10 yıl önce yola çıkışınızla bugün geldiğiniz yere
baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Kara Kabare’nin temelini oluşturan ilkeleri; armağan ekonomisi,
hiyerarşisiz topluluk ve hiza olarak sıralayabiliriz. Hiza
ilkesi benim için çok kıymetli: Sahnede söylediğimiz sözle
oyunu seyirciyle buluşturma şeklimiz hizada olsun. Sahnede
seyircimizle paylaştığımız, özlediğimiz dünya ile bizim kendi
içimizdeki ilişkilenmemiz hizada olsun. Yani kısaca inandığımız
gibi yaşayalım, yaşadığımıza inanabilelim. Bu hiza her
katmanda geçerli... Mesela süreç içerisinde “armağan” yaklaşımı
sadece gişemizle ilgili olmaktan çıktı; topluluktaki insanların
armağanlarını verebilecekleri bir alan açmakla ilgili
hâle geldi, oyun metinlerimize işledi. Rol dağılımı yaparken
herkese “armağanına” göre bir rol yazılan, topluluk süreçlerimizin
sahneye taşındığı, kendimize has bir tiyatro anlayışı
oluşturmamızı sağladı. Şiddetsiz, hiyerarşisiz bir topluluk
oluşturup bunu sürdürebilme arayışı, bizi çember adabıyla
tanıştırdı ve gerek kendi içimizdeki işleyiş gerek sahne üzerine
getirdiklerimizin temeli hâline geldi.
Dört kişiyle kurulan Kara Kabare, bugün mimarların, dramaturgların,
öğrencilerin bulunduğu 20 kişilik bir topluluk
hâline geldi. Çoğu topluluk gibi bizim de gündemimizde,
topluluğun kime ne şekilde ne kadar açık olacağı, ne kadar
kapsayıcı ve dahil edici olmamız gerektiği, kendi içimizde
liderliği nasıl bölüşeceğimiz gibi gündemlerimiz var. Bir şeyi
deneyimlemeden, zihnimizden manifesto yazmak değil de
deneyimledikçe, içinden geçerken geliştirdiğimiz bakış açılarını
ilke olarak kabul etmeye kıymet veriyoruz.
Kara Kabare dışında örneğini görmediğimiz armağan
gişesi uygulamasından biraz bahseder misiniz? Kara
Kabare’nin oyunlarına gelmek isteyenleri “bilet alma”
sürecinde neler bekliyor?
Armağan ekonomisiyle ilk tanışmamız, sahne üzerindeki
sözümüzü, oyunu seyirciyle buluşturma yöntemimizle
hizalamak ihtiyacıyla oldu. Daha sonra bu konuda araştırmaya,
deneyler yapmaya devam ettikçe, tiyatronun işlevi
üzerine daha fazla düşünür olduk. Tiyatronun toplumu
dönüştürücü gücünün sadece seyirlik oyun yapmanın ötesinde,
seyircimizle yani bizim anlamlar dünyamızda “daha
büyük toplulukla” kurduğumuz bu ilişkilenme biçiminde
olduğunu keşfettik. Hayalini kurduğumuz, kalbimizde
mümkün olduğundan emin olduğumuz o güzel dünyayı
deneyimlemek için hiçbir şeyi beklemeye ihtiyacımız olmadığını
bulduk!
Oyunumuza gelmek isteyenler, internet sitemizde https://
karakabare.com/zenhar-rezervasyon/ adresinde bir form
bulacaklar. Burada hem oyunla ilgili bilgiler bulmak mümkün
hem de rezervasyon yaptırmak. Yer ayırtıldıktan sonra
bizim ricamız, bize vereceğiniz para armağanının miktarına
oyunumuzu izledikten, yani bizim armağanımızı aldıktan
sonra karar vermeniz. Oyunumuzu izledikten sonra kendi
kalbinize bakmanız, sizi dengelenmiş hissettirecek bir
miktarı armağan sepetinize atmanız. Bize alan açan Tiyatro
dell’Arte sahnesini de gözeterek bir 75-350 lira arası bir yelpazede
kendimizi dengelenmiş hissedeceğimiz bilgisini de
paylaşıyoruz.
Ajandanızda şu günlerde neler yer alıyor? Seyirciyle
buluşma takviminizi öğrenebilir miyiz?
Yeni oyunumuz Zenhar, 10 kişilik oyuncu kadrosuyla nisan
ayı itibariyle her pazartesi 20.30’da Kadıköy’deki Tiyatro
dell’Arte izlenmeye başlandı. İnteraktif değil, katılımcı bir
tiyatro biçimi. Yani seyircimizden bizim söylediklerimize
zekice cevaplar bulmasını beklemiyoruz ama seyircimizi bizimle
birlikte nefes almaya, dans etmeye ve şarkı söylemeye
davet ediyoruz. Aynı zamanda bu oyun bir “tören” araştırması;
sadece tek bir oyun olarak değil, tüm yıla yayılan bir
törenler silsilesi olarak tasarlandı. Yani gündönümlerinde,
ekinokslarda, yeniay ve dolunaylarda seyircimizle birlikte
“çemberleyeceğiz!”. Instagram hesabımızdan (@karakabare)
ve internet sitemizden (www.karakabare.com) gelişmeler
takip edilebilir.
55
SINEMA
Yazar
Emel Altay
Deniz Tortum:
Niye şaşırmayacağım bir şey yapayım ki?
Belgeselleri ve sanal gerçeklikle
ilgili kısa filmleriyle
tanınan Yönetmen
Deniz Tortum, iç dünyasını
paylaşmak için değil, şaşırmak
için sinema yaptığını söylüyor. En
son “Maddenin Halleri” adlı belgeseliyle
dikkatleri üzerinde toplayan
Tortum, film festivalinde “Our Ark”
adlı kısa filmiyle, yakın zamanda da
Reha Erdem’li iki projeyle karşımıza
çıkmaya hazırlanıyor.
Maddenin Halleri’ni tasarlarken odağınızda hangi
fikirler vardı? Cerrahpaşa Hastanesi’nin yıkılacak
olmasından hareketle mekâna dair bir bellek oluşturmak,
çocuklukta anne babanızdan dinlediğiniz meslek
hikâyeleri üzerinden çocukluk anılarını canlandırmak?
Pek çok duygu ve düşünce aynı anda vardı aslında. Bu duygu
çokluğu ve muğlaklığı, filmi yaptıkça daha bütünlüklü
bir hâle geldi ve filmin temelini oluşturan bir aynıandalığa
ve çoğulluğa dönüştü. Film fikrinin ilk başladığı yer; hastanedeki
dedikodular, şakalar, eğlencelerdi. Bu kadar ağır bir
meslek yaparken insanların neşelerini nasıl koruduklarıyla
ilgili bir film yapmak istemiştim. Ailem sayesinde hastanelerin
iç yüzünü görme şansım oluyordu. Hekimlik mesleğinin
kapalı kapılar ardındaki hâline, özellikle mizahına, hayata
bu kadar sıkı sıkıya bağlı oluşuna bakmak vardı aklımda.
Aynı zamanda da hayat bilinmez bir şey; tıbbi cihazlar, ilaçlar,
bedenler, kediler, binalar birbirine nasıl eklemleniyor,
bunlarla ilgili bir film olsun istiyordum.
Belgesel kadar sanal gerçeklikle de ilgilisiniz. Bu iki
hikâye anlatma formu sizin sinemanızda nasıl bir araya
geliyor, size hangi imkânları açıyor?
Aslında ilgilendiğim şey, gerçekliği hammadde olarak kullanarak
film üretme hâli. Belgesel yönü buradan geliyor. Belki
çoğumuzun alışık olduğu anlamda belgesel değil, gerçeğin
sanatı diyebiliriz belki. Sanal gerçeklik benim için daha büyük
bir bütünün parçası. Teknolojiyle ve teknolojinin hayatımızı
ve bu dünyayı açıklama şeklimizi nasıl değiştirdiğiyle
ilgileniyorum; teknolojinin düşünsel, felsefik sonuçlarıyla.
Mesela, sanal gerçeklik ve benzer simülasyon teknolojileri,
bizim gerçeklik dediğimiz şeyleri nasıl değiştiriyor? İstanbul
Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini gerçekleştirecek
“Our Ark”, bu sorularla ilgilenen bir film. Hem bir belgesel
hem de bir yandan spekülatif bir tarih okuması, gerçek-kurgu
arası bir teori.
Filmlerinizin çekim süreçlerinde doğaçlamaya,
anın getirdiklerine açık olduğunuzu söylüyorsunuz.
Senaryo sizin için ne kadar bağlayıcı? Ve çekim anında
sizi en çok etkisi altına alan şeyler nelerdir?
Merak çok önemli benim için. Yaptığım işe merakımı ve
hayretimi kaybedersem, o zaman yapmayayım. Niye şaşırmayacağım
bir şey yapayım ki? İç dünyamı paylaşmak için
sanat yapma isteğim çok yok. Kafam da pek öyle çalışmıyor.
Benimki daha ziyade dünyayla girdiğim ilişki ve ortaklık
sonucunda ortaya neler çıkacağı ile ilgili; onun hayreti, şaşkınlığı,
bir keşfin peşinde gitme isteği. Hayatı en iyi şekilde
yaşamamızı sağlayacak işleri nasıl üretiriz? Üretirken hayatımızı
değiştirecek işler... Öyle filmler yapalım ki güzel bir
hayat yaşayalım. Yaşamak sanatın kendisi olsun, yaşamı güzelleştirici
üretim şekilleri peşinde koşalım. Böyle bir soru
var aklımda genelde.
Şu aralar neler üzerine çalışıyorsunuz? Yakın zamanda
seyirciyle buluşacak projeleriniz var mı?
Pek çok proje var aslında. Seyirciyle ilk buluşacak olan, Kathryn
Hamilton ile beraber yaptığımız kısa film “Our Ark”.
Dünyanın dijital olarak yedeğini çıkarma çabalarımızla ilgili
bir film. Metaverse ile simülasyonlarla, gerçeğin ne olduğunu
biraz şaşırmış olmamızla ilgili bir film. Yapımcılığını Fırat
Sezgin ve Ecegül Bayram, kurgusunu Sercan Sezgin, müziğini
Alican Çamcı yaptı. Bu röportajı yazarken Reha Erdem’in
“Neandria” filminin setindeyim, burada yardımcı yönetmen
olarak çalışıyorum. Aynı zamanda Reha Erdem’le beraber iki
ortak yönetmen olarak “Flux” diye bir film üstüne çalışıyoruz.
Bir kısmını çektik; gerisini önümüzdeki aylarda, belki
yıllarda çekeceğiz. Bir yandan Boğaz Köprüsü’nün inşaatı sırasında,
70’lerin başında geçen bir film üzerine çalışıyorum.
Bir de yıllardır istediğim bir şey, korku filmi çekmek.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Yazar
Emel Altay
Arter Yayınları,
sanatın belleğini tutuyor ve
pratiğini belgeliyor
Türkiye’nin önemli sanat kurumlarından Arter,
sanat kitapları yayıncılığında da nitelikli işlere
imza atıyor. Arter Yayınlar ve İçerik Koordinatörü
Süreyyya Evren ile yayın politikalarını ve
yakın dönem projelerini konuştuk.
Süreyyya Evren; “Arter’in bugüne
dek süren pratiğinde doğrudan
yeni sanat eserlerinin
üretilmesine verilen sürekli
desteğe, sanata dair düşünce
üretimini yeni metinlerin
doğmasını teşvik ederek desteklemek
eşlik ediyor. Sanata
dair bilginin nasıl yapıldığını
önemseyerek bellek tutmak,
bu süreçte ortaya konan çalışmaların
titizlikle belgelenmesi
ve nesne olarak kitabı önemseyen
özgün grafik tasarımlarla
cisimleşmesi esas” diyor.
Sanatın hangi alanlarına yönelik kitaplar
basıyorsunuz daha çok?
Arter öncelikle bünyesinde gerçekleşen sergilere eşlik eden,
Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayınlar üretiyor.
Gerek kişisel sergiler için gerekse grup sergileri için kitaplar
hazırlamanın yanı sıra Arter Yayınları’nın bir misyonu
da 1.400 eseri bulan Arter Koleksiyonu’nu işlemenin özel
formlarını önererek, okurun hem tüm koleksiyonla ve sergilerle
hem de tek tek eserlerle olabildiğince çok yönlü, ucu
açık ilişkiler kurabilmesine zemin hazırlayan, bakış açısını
genişletici katkılar sunan kitaplar ortaya koymak. Bu çerçevede
başlattığımız dizilerden Arter Koleksiyonu’na dayanan
sergilerdeki küratoryal düşünüşün izlerini, bir serginin hazırlanmasının
metinsel serüvenini veren “Arter Arka Plan”
adlı yayın dizisi, dördüncü cildine ulaşmak üzere. Emre Baykal
ile Eda Berkmen küratörlüğünde
hazırlanan “Saat Kaç?”,
Selen Ansen küratörlüğünde
hazırlanan “Kelimeler Pek Gereksiz”
ve Kevser Güler küratörlüğünde
hazırlanan “Gökcisimleri
Üzerine” sergileri için
bir araya getirilen ilk üç cilt
yayımlandı. Selen Ansen küratörlüğünde
gerçekleşen “Locus
Solus” sergisi için hazırlanan
yayın, serinin dördüncü kitabı
olacak. Kitabı kendi başına bir
mecra olarak alan, özgün birer metinler ve görseller düzenlemesi sunan
yeni üretimleri kaynaklarla birleştiren, tasarımlarını Emre Çıkınoğlu’nun
üstlendiği seçkiler bunlar.
Arter Yayınları ayrıca “Arter Araştırma Programı” çerçevesinde çağdaş sanat
alanında çalışan kültür üreticileriyle birlikte yürüttüğü çalışmaları, İz
Öztat ile Merve Ünsal’ın hazırladığı iki kitapla belgeledi. Okay Karadayılar
ve Ali Taptık (Onagöre) tarafından tasarlanan “Re: [aap_2019]” başlıklı ve
Umut Altıntaş tarafından tasarlanan “Re: [aap_2020]” başlıklı yayınlar,
Arter Araştırma Programı’nın süreç odaklı ve kendiliğinden örgütlenmeyi
önemseyen yaklaşımını yansıtıyor. Arter, 10. yılını kutlarken tüm dönemlerini
ve faaliyetlerini kapsayan, İlkay Baliç ve Melih Fereli tarafından hazırlanan
ve tasarımını Bülent Erkmen’in üstlendiği “Arter: Sanat İçin Alan
Yaratmak” başlıklı kitapla da kurumun yola çıkışına ve hikâyesine yakından
bir bakış sundu.
Basılı kitapların yanında e-kitap ve e-metinler de sunuyorsunuz
okurlara. Elektronik ortamda yakında yeni bir eser gelecek mi?
Evet, Arter Yayınları’nın 67. kitabı ise ilk kez bir elektronik kitap oldu. Claudia
Mesch’in “Joseph Beuys” adlı kitabı; Beuys’un (1921-1986) hayatı, sanatı
ve performanslarına odaklanıyor. Çağdaş sanat tarihinden kritik isimleri,
biyografileri ve kendi yazdıkları metinlerle Türk okura ücretsiz indirilebilir
e-kitaplar formunda daha yakından tanıtmayı hedefleyen bu dizi, Hans Haacke’nin
yazılarını bir araya getiren bir ciltle sürecek.
“Arter Yakın Plan” dizisi, her kitapta Arter Koleksiyonu’nda yer alan
tek bir esere odaklanıyor. Canan Tolon’un “Hasar” adlı eserine yakından
bakan kitap, bu ay çıktı. Biraz bu diziden ve kitaptan bahsedebilir misiniz?
Evet, her kitapta Arter Koleksiyonu’ndan tek bir esere odaklanmaya dayanan
“Arter Yakın Plan” dizisi de dördüncü kitaba varmak üzere. Sarkis’in
“Çaylak Sokak” işi üzerine Arter’in başküratörü Emre Baykal’ın kaleme aldığı
kitapla başlayan dizi, Melih Fereli’nin imzasını taşıyan David Tudor ve
Composers Inside Electronics, Inc. (John Driscoll ve Phil Edelstein): Yağmur
Ormanı V (varyasyon 3)’ün ardından, Erdem Ceylan tarafından yazılan
ve Canan Tolon’un “Hasar” (1988–2010) isimli yapıtına derinlemesine
bir bakış sunan üçüncü cilde ulaştı. Bill Fontana’nın “İo’nun Yeni Sesi” adlı
işini masaya yatıran dördüncü cilt, Melih Fereli tarafından hazırlanıyor.
Tasarımlarını Esen Karol’un üstlendiği bu dizideki yayınların sayısı arttıkça,
tek bir esere yoğunlaşmanın ne çok farklı yolu olabileceğini keşfetmek
için daha fazla imkânımız olacak.
Yazının tamamını web sitemizden okuyabilirsiniz.
57
SANAT KITAPLARI YAYINLARI
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
58
KONSER SALONU
Yazar
Emel Altay
CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan:
CRR bir kültür mabedi ve
okul olarak algılansın isteriz
“Burada sadece Batı müzikleri değil; Rum, Sefarad, Pers, Afrika, Kelt, Uzak Doğu
ve daha da sayabileceğimiz pek çok coğrafyadan müziğin konserleri oluyor.
Kozmopolit İstanbul’un tüm değerlerini sahneye taşıyacak işler yapıyoruz.
CRR’nin sahnesi herkese açık.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nun yeni
dönemini, kurumun Genel Sanat Yönetmeni
Murat Cem Orhan ile konuştuk. Ocak ayında
göreve gelen Besteci ve Orkestra Şefi Murat Cem
Orhan, CRR’yi sadece bir konser salonu olarak değil, bir kültür
mabedi ve eğitim kurumu olarak yeniden tasarladıklarını
söyledi.
Göreve başlayalı çok kısa bir süre oldu. Sizinle birlikte
CRR’de neler değişti, ne gibi yenilikler bekliyor
sanatseverleri?
Getirdiğimiz ilk büyük yenilik, günleri parsellemek oldu.
Konservatuar yıllarından beri düşünür dururum; İstanbul
gibi bir metropolde cumartesi akşamları nasıl olur da klasik
müzik konseri olmaz? Hayatımın üç yılını New York’ta
geçirdim, uzun yıllar Paris’e gittim geldim, Venedik’te konservatuar
okudum; büyük şehirlerde cumartesi günü nasıl
programlar olur biliyorum. Bu sebeple CRR’deki tüm senfoni
müziği konserlerini cumartesi gününe almak, verdiğim
ilk karar oldu.
Ayın iki haftasında CRR Senfoni Orkestrası konseri veriyoruz,
kalan iki haftada da klasik müzik ansamble konserleri
oluyor. Cuma günlerini de caza ve dünya müziğine ayırdık.
Perşembe günlerini tüm bunların kurulumu için boş bıraktık.
Çarşamba genelde oda müzik grupları, salı günleri de
Türk müziği olacak şekilde programı yeniledik. Pazar günleri
sabahları çocuklara ayırdık. Çocuklara özel program seçmek
zordur. Üç çocuk müzikali bestelemiş biri olarak çocukların
klasik müzikle tanışmasını çok önemsiyorum. Çocuk yaşta
müzik zevkini edinmek çok değerli... Bizim sadece süper müzisyenlere
değil, süper dinleyicilere de ihtiyacımız var. Pazar
akşamlarını da gençlere ayırdık. Gençlerimiz öyle harikalar ki,
pazar akşamı 7’de başlayan konserler tıklım tıklım doluyor.
Robben Ford ve Bill Evans
Günlere ayırma meselesi, insanlarda bir aidiyet oluşturdu.
Artık insanlar günlerini planlarken CRR’yi de ekleyebiliyorlar,
çünkü hangi gün nasıl bir müzik var biliyorlar. Bilet satışlarında
da bu ilgiyi hemen gördük.
Fiyatlarınız da özellikle günümüz şartlarını düşünürsek
oldukça bütçe dostu...
Bilet fiyatlarını İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) belirliyor.
Bana göre de son derece şapka çıkartılacak bir fiyat
politikasına sahibiz. Bizim ülkemizdeki ekonomik koşullara
baktığımızda burası kâr amacı güden bir yer olsaydı,
programımızda yer verdiğimiz dünya çapındaki sanatçıların
konser biletlerini 600-700 TL’den aşağı satmamız mümkün
olmazdı. Şunu mutlaka belirtmek istiyorum; bizi tamamen
özgür bırakan, her zaman destekleyen, her durumda sanatı
ve sanatçıyı öne koyan muazzam bir Daire Başkanımız var.
Sayın Figen Ayhan Karakelle’ye çok şey borçluyuz ve teşekkürlerimizi
sunuyoruz.
ricamızı kabul ediyor. Bugüne kadar 10 sanatçı, 10 öğrencimizle
çalıştı. Ve bu sanatçılar, dünyanın alanında en iyileri,
buna ‘Ustalık Sınıfı Çalışmaları’ diyoruz.
‘Konser Öncesi’ adında bir etkinliğimiz var. Orada Müzikolog
Ersin Antep, o gün çalınacak besteci ve eserler hakkında
bilgiler veriyor. Bu da klasik müziğe karşı bilinci artırıyor.
Bir şeyi tanıdıkça, ona olan sevgimiz de artar. Bunun yanı
sıra müziğin diğer disiplinlerle olan etkileşimini konuştuğumuz
‘Girişte Solda’ etkinliklerimiz var. Onu da Ersin Antep
hazırlıyor.
Üçüncü misyonunuz ise anlamlı olmak...
Burada kast edilen nedir?
Programlarımız gelişigüzel seçilmiş konserlerden oluşmuyor;
hepsinin içi dolu, yan anlamlarla, tarihsel süreçlerle,
göndermelerle zenginleştirilmiş seçimler. Her birinin mutlaka
bir hikâyesi ve alt metni var. Burada konser dinleyen
insanlar evlerine ruh dünyaları zenginleşerek, düşünerek
gitsinler istiyoruz. CRR onlara dokunsun, burada geçirdiği
saatler hayatlarına mutlaka bir şey katsın, dinledikleri akıllarında
ve kalplerinde yer etsin istiyoruz.
Yakın zamanda İstanbullu sanatseverleri neler bekliyor?
“Mutlaka kaçırmayın” dedikleriniz mesela?
Konser programından önce projelerimizden bahsetmek isterim.
2 Nisan’da CRR Senfoni Orkestrası’yla Türk flüt konçertolarını
çalıp kaydettik. Yakında bu kaydın CD’si çıkacak.
Son derece önemsediğimiz bir projemiz var; CRR kendi
prodüksiyonlarını yapmaya başlayacak. Astor Piazzola’nın
“María de Buenos Aires” adlı tango operası ile temmuz
ayında Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda başlıyoruz. Aralık
sonuna kadar beş temsil yapmayı amaçlıyoruz. Gelen ilgiye
göre devam edebilir ve yenilerini ekleyebiliriz.
59
KONSER SALONU
CRR’nin sadece bir konser mekânı olmadığını
vurguluyorsunuz ve “Her projemizin bir hikâyesi olsun
istiyoruz” diyorsunuz. CRR’yi konser mekânı olmaktan
öteye taşıyan unsurları bizlerle paylaşır mısınız?
CRR sadece bir konser salonu değil, aynı zamanda bir kültür
mabedi olacak. CRR’nin üstlendiği üç temel sorumluluk var;
duyarlı, anlamlı ve bilgilendirici olacağız. Duyarlı olmaktan
kastımız şu; İstanbul’un, Türkiye’nin ve dünyanın tüm
renklerine açık ve duyarlıyız. Burada sadece Batı müzikleri
değil; Rum, Sefarad, Pers, Afrika, Kelt, Uzak Doğu ve daha
da sayabileceğimiz pek çok coğrafyadan müziğin konserleri
oluyor. Kozmopolit İstanbul’un tüm değerlerini sahneye taşıyacak
işler yapıyoruz. CRR’nin sahnesi herkese açık.
Bilgilendirici olmak, bir diğer misyonunuz. CRR’nin
aynı zamanda bir eğitim yuvası olmasını çok
önemsiyorsunuz...
Kesinlikle... Ben konservatuarda okurken CRR bir eğitim
kurumuydu. Biz burada konserleri izlerdik, sahneye çıkardık,
müzisyenlerle tanışırdık. Biz müzisyenler performans
işi yapıyoruz. Öğrendiklerimizi sahnede sınamak zorundayız,
ancak öyle ilerleyebiliriz. CRR’nin geleceğin müzisyenleri
için bir okul olduğuna inanıyoruz ve bu inançla
projelerimizi hayata geçiriyoruz. Bir müzisyen topluluğunu
konsere davet ettiğimizde, ondan konservatuarlı bir gencimize
1 saat ücretsiz masterclass vermesini rica ediyoruz.
Bu muazzam bir fırsat. Sağ olsunlar, bütün sanatçılar da
Etkinlik önerilerine gelince, ayrım yapması gerçekten çok
zor... İlk aklıma gelen önerileri sıralayayım; 8 Nisan’daki
Dean Brown, Victor Wooten, Denis Chambers, Bob Franceschini
konseri kaçırılmamalı. 13-18 Nisan’da Uluslararası
Barok Festivali olacak. Buna özel çok farklı bir konser düzeni
hazırlıyoruz, yakında duyuracağız. 5 Mayıs’ta “Marco Socias
CRR Senfoni Orkestrası - Denize Sevgi ve Kahramanlar
Anısına” konseri de özel anlamıyla müzikseverlerin mutlaka
izlemesi gereken bir konser olacak. 14 Mayıs’ta Ildebrando
D’Arcangelo konseri kesinlikle muazzam olacak. 29 Mayıs’ta
dünyanın en sevilen caz solistlerinden Stacey Kent’i
ağırlıyoruz. Ve daha sayısız özel an, müzikseverleri bekliyor.
Söylediğim gibi, seçim yapmak çok zor, imkânı olanları tüm
etkinliklerimize bekliyoruz.
“CRR’den sadece konser izleyip çıkmıyorsunuz”
“CRR’de saat 20.00’deki konsere 5 dakika kala gelip, 21.30’da gitmiyorsunuz.
Buraya akşam 4’te geliyorsunuz. 6’da çıkıp, yemek yiyorsunuz.
19.15’te konser öncesi programı ile bilgileniyorsunuz,
sonra konsere giriyorsunuz. Ne güzel bir gün, burası sizlere müzikle
dopdolu bir cumartesi vaat ediyor. Burada iyi konser yapmak
demek, bu salonun sadece bir yönünü kullanmak demektir. Cemal
Reşit Rey ve onun gibi değerli isimleri onurlandırmalıyız. Eğitim
ve bilgilendirme odaklı programlarımızın gayelerinden biri bu.”
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Yazar
Emel Altay
60
KLASIK MÜZIK
Nisan Ak:
Orkestra şefliği zor ama
ruhuma tam oturan bir meslek
“Dünyada kadın orkestra şefi oranı hâlâ yüzde 8. Bu oran 50’ye ulaşana dek
kadın vurgusunu yapacağız. Kadınlar statü elde etse de o statüde konfora
kavuşamadılar henüz. Hâlâ sembolik veriliyor o görevler.”
2013 yılından beri ABD’de yaşıyorsunuz. Orada önce
master, sonra da doktoranızı bitirdiniz ve çalışmaya
başladınız. Müzik yolculuğunuza geçmeden önce
yaşadığınız Güney Karolina’da günleriniz nasıl geçiyor?
Bugünlerde göçmenlik sıkıntıları çekiyorum. Amerika’da vizeyle
çalışıyor ve yaşıyorum. Bunun için de belirli sürelerde
vizemi yeniletmem gerekiyor. Kazandığın bütçenin büyük
bir gelirinin bir yerden gelmesini istiyorlar, kriterlerden biri
bu. O yer değişirse tekrar başvurman gerekiyor ama bizim
çalışma tarzımıza uygun değil bu. Vize değişimi sürecinde
ülkeden çıkmak da yasak... Hâliyle bu dönemlerde Avrupa’daki
bütün konserlerimi iptal etmek zorunda kalıyorum.
Göçmen sanatçı olmak gerçekten büyük sıkıntılar yaratıyor.
Vize zorlukları zaten bir mesele olarak hep var. Türkiye gibi
kırılgan coğrafyalardan birinin vatandaşı iseniz, mesleğinize
dönük belli bir denge tutturmak çok zor oluyor. Sosyal
sınıf da önemli bir yandan... Ben içinden geldiğim sosyal sınıfla,
ailemin ekonomik gücüyle, pasaportumun kırılganlığıyla,
genç, kadın ve göçmen kimliklerimle bir bütün olarak
görülmek isterim.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Fotoğraf: Savannah Bockus
Müzik kariyerini ABD’de sürdüren Orkestra
Şefi Nisan Ak ile göçmen sanatçı olmanın
zorluklarından klasik müziğin hâlâ yıkılamayan
‘beyaz, kalantor erkek’ imajına, sosyal
medyadaki ününden hayalindeki konsere dek uzanan
samimi bir röportaj gerçekleştirdik.
Nisan Ak, henüz 23 yaşında eğitim için gittiği Güney Karolina’da
artık üniversitelerde ders veren bir hoca ve talep
gören orkestra şefi. Aynı anda Bruch Oda Orkestrası Müzik
Direktörlüğü ve Aiken Oda Orkestrası Ortak Şefliğini yürüten
Ak, mesleğiyle ilgili duygularını şu sözlerle anlatıyor:
“Müziği yönetmek çok zor iş ama bana tam uyuyor. Vizyonunu
birilerine aktarmak, insanlarla paylaşmak, geri bildirim
almak, önceden bir şeyleri tasarlayıp organize etmek,
parçaları bir araya getirmek, benim orkestra şefliğine dair
en sevdiğim noktalar.”
Göçmenlik sıkıntılarına rağmen oldukça aktif ve
üretkensiniz...
Boş durduğu zaman sıkılan insanlardanım. Doktoramı bi-
Fotoğraf: Savannah Bockus
tirdikten sonra eğitmen olarak biri tam zamanlı, diğeri yarı
zamanlı olmak üzere iki okulda çalışmaya başladım. Aiken
Senfoni Orkestrası’nda Ortak Şef (Associate Conductor),
Bruch Oda Orkestrası’nda Müzik Direktörüyüm.
Şubat ayında Arpist Beste Toparlak ile “Händel Si Bemol
Arp Konçertosu” albümünüz çıktı. Biraz albümden,
biraz da bu alışılmadık ilginin size hissettirdiklerinden
bahseder misiniz?
Beste ile neredeyse 10 yıl önce bir müzik festivalinde tanışmıştık.
Kendisi iki yıl önce Colombia’ya taşındı, birlikte bir
proje yapma ihtimalimiz doğdu ve bu albüm ortaya çıktı.
Albümü direktörü olduğum Bruch Oda Orkestrası eşliğinde
hazırladık, solistimiz de Arp Sanatçısı Beste Toparlak oldu.
Albümün gördüğü ilgiye inanamadım. Nihayetinde barok
müzik albümü... “Dünyada kaç kişi barok dinliyor ki?” diye
düşünüyordum. Baya dinleyicisi varmış, bu albümle tecrübe
etmiş olduk. Yayınlandığı anda Apple Müzik Türkiye dinleme
listelerinde ilk 10’a girdi. Apple Müzik Worldwide sayfası
albüme geniş yer verdi, Spotify’da çok sayıda dinleme
aldı. Bu yayınladığım ilk albümdü. İnanılmaz bir heyecanı
varmış albümün, devamı gelir umarım.
Orkestra şefliğinden önce müzik hayatınızda klasik gitar
ve piyano var. Hiç “Şef olmak yerine solo kariyerime
devam etseydim” diyor musunuz? Orkestra şefliği,
müzikle kurduğunuz bağda nelere denk düştü?
Açıkçası hiç başka bir şey yapsaydım diye düşünmedim.
Orkestra şefliğinin ruhuma, müzikle ilişkime, karakterime
tam oturan bir meslek olduğunu düşünüyorum. Evet, çok
zor bir meslek... Şefliğin en temel zorluğu, sadece müzikten
ibaret olmaması... Müziği yönetmek zor bir şey ama vizyonunu
birilerine aktarmak, insanlarla paylaşmak, geri bildirim
almak, önceden bir şeyleri tasarlayıp organize etmek,
parçaları bir araya getirmek, benim orkestra şefliğine dair
en sevdiğim noktalar. Muhtemelen birçok kişinin de en zor
bulduğu kısımlar bunlardır.
İyi bir orkestra şefi olmak için neler gerekir? Siz neler
yapıyorsunuz mesela? Çok mu gözlemlersiniz, okursunuz
ya da dinlersiniz?
Vizyon ve yönetebilme becerisi çok vazgeçilmez. Yönetebilme
becerisi, özellikle çok hassas bir beceri... Çok farklı incelikleri
barındırıyor. Bence biraz ince düşünme, detaycılık
gerekiyor. Ben ince olmayı, nazik üslubu tercih ediyorum.
Bu bazen kullanılmaya, istismara açık olabiliyor ne yazık ki
ama nazik olmak zayıflık değildir. Bir de herkesin standartlarını,
sınırlarını anlamaya, beklentimi karşımdaki kişiye
göre dengelemeye özen gösteriyorum. Benim görevim, herkese
karşı açık ve önyargısız olmak.
Kadın orkestra şefi olmanız keşke artık konuşulmasa
ama cinsiyet meselesini #metoo hareketine bağlamak
istiyorum. Siz sektörün içinden biri olarak neler
gözlemlediniz, klasik müzik dünyası ne kadar etkilendi
#metoo’dan?
Öncelikle kadın orkestra şefi demeye devam edeceğiz,
çünkü dünyada kadın orkestra şefi oranı hâlâ yüzde 8. Bu
oran 50’ye ulaşana dek kadın vurgusunu yapacağız. #metoo
hareketi, klasik müzik dünyasında da fırtınalar kopardı.
Metropolitan Orkestrası’nın Onursal Müzik Direktörü
James Levine açığa alındı suçlamalar yüzünden, Amsterdam’daki
Concertgebouw Orkestra Şefi Daniele Gatti de
aynı şekilde. Daha çok sayıda beyaz, yaşlı, kalantor orkestra
şefi işlerinden oldu. Ancak şunu da söyleyeyim, aslında
çok daha fazla ses çıkması gereken yerlerden, korkular
yüzünden maalesef ses çıkmadı. #metoo ve yükselen
kadın aktivizminin büyük katkılarına, çabalarına rağmen
kadınlar üzerinde hâlen büyük bir baskı var. Kadınların
sesi gerektiği gibi güçlü çıkamıyor maalesef. Kadınlar statü
elde etse de o statüde konfora kavuşamadılar henüz. Hâlâ
sembolik veriliyor o görevler.
Klasik müzik ortamı tutuculuğuyla bilinir biraz da...
Ancak Yuja Wang, Khatia Buniatishvili gibi
piyanistler kıyafetleriyle; zamanında The Three Tenors,
şimdilerde 2Cellos, sahne şovlarıyla duvarda çatlaklar
yarattılar. Siz de YouTube videolarınızdaki samimi ve
sempatik tavırlarınızla farklı bir orkestra şefi
modeli gösterdiniz bizlere. Güler yüzlü bir
klasik müzik algısı mümkün mü?
İnanın, elimde olsa çok daha cıvıl cıvıl olurum sosyal medya
paylaşımlarımda ama kendimi o kadar özgür hissedemiyorum
ne yazık ki. Herhangi bir video çektiğimde aklımda
ciddi, kalantor klasik müzik camiası canlanıyor. Aslında
dinleyiciler klasik müzik dünyasındaki bu değişimi seviyor
ve destekliyorlar ama orkestral klasik müziğin bütçesinin
sadece yüzde 30-40 kadarı biletlerden karşılanır, geri kalanı
için sponsorlara ihtiyaç vardır. İşte o sponsorlar da geleneksel
düşünen, klasik müziği belli bir prototipe oturtmuş
insanlar. Temel problem bu... İşlere seçilirken baktıkları
yerlerden biri de sosyal medyanız oluyor. Orada onların deyimiyle
söylersem “oturaklı” görünmüyorsanız, tercih edilmeniz
güçleşiyor.
Şu ana kadar yönettiğiniz konserlerden aklınızda en
çok yer edeni hangisi? Ve hayalinizde bir gün mutlaka
yöneteceğim dediğiniz eser var mı?
En sevdiğim konserlerimden biri Viyana’da Konzerthaus’ta
verdiğimiz Strauss konseriydi. Fakat genel olarak konserlerimin
en azından bir anı unutulmaz ve özel olarak hafızama
kazınır. Hayalini kurduğum besteci ise Mahler... Doktora
tezimi Mahler üzerine yazdım. Onun bütün senfonilerini
yönetmek isterim.
61
KLASIK MÜZIK
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07
Sanat Günlüğü
63
Bahar ayları sadece doğaya değil, kültür sanat ve eğlence dünyasına da canlılık,
tazelik getiriyor. Yılın ikinci çeyreğinde öne çıkan etkinlikleri sizler için derledik.
Sanatla dopdolu bir bahar geçirmeniz dileğiyle...
KİTAPLAR
Geçmişten Günümüze
İstanbul Lezzetleri
“Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri”,
Antik Yunan ve Bizans’tan Osmanlı saray
mutfağına, şehrin geleneksel yemeklerinden
sonradan eklenen lezzetlere uzanan yazı ve
söyleşileriyle hem İstanbul’un mutfak tarihini
ele alıyor hem de bu şehrin kucaklayarak
benimsediği farklı coğrafyaların mutfaklarını,
alanlarının uzmanlarından aktarıyor. İster
sokak lezzetlerinin tarihine meraklı olun
ister İstanbul’un tatlılarına, bu upuzun sofrada
hepsine ve hepimize yer var.
ALBÜMLER
Kavalın caz hâli
“Nova” yayınlandı
Anadolu ve Balkan coğrafyasının
önemli enstrümanı kaval etrafında
şekillenen bir etno-caz ve füzyon
grubu olan KAPİKO, yeni albümü
Nova’yı yayınladı. Aslını kaval, piyano
ve kontrbas enstrümanlarından
alan grubun ilk albümü “On Bierli”,
2013 yılında müzikseverlerle buluşmuştu.
YENİ ÇIKANLAR
Frusciante’li
RHCP albümü çıktı
Red Hot Chili Peppers’in (RHCP)
12. stüdyo albümü “Unlimited Love”
adıyla çıktı. Albümden “Black Summer”
ve “These Are The Ways” teklileri
birkaç ay önce yayınlanmış ve
beğeni toplamıştı. Albümün esas büyük
sürprizi, John Frusciante’nin 10
aradan sonra gruba yeniden katılmış
olması.
VİZYONDAKİLER
Umberto Arte ile
Sanat 4: Sanatçılar -
Resim İncelemeleri
17. yüzyıl Hollanda sanatının önemli isimlerinden
Nicolaes Maes’in “Dua Eden Yaşlı
Kadın” resminin incelemesi ve şifreleri; Van
Gogh, Picasso, Lautrec, Paolo Veronese gibi
birçok sanatçıya verilen referanslar ve eserlerinin
eş zamanlı incelemesi ve daha fazlası
bu kitapta... “Umberto Arte ile Sanat 4”, sizleri
tadı damağınızda kalacak, eşsiz ve zihin
açan bir sanat yolculuğuna davet ediyor.
Öyle Şeyler
Yalnızca Filmlerde
Olur
Şule Ateş’in yönettiği, Pınar Göktaş’ın
yazıp oynadığı tek kişilik tiyatro
oyunu “Öyle Şeyler Yalnızca
Filmlerde Olur”, dürüst ve cesur bir
büyüme ve kendini bulma hikâyesi.
“Dünyanın En Kötü İnsanı”
Mubi’de!
Yılın en çok ilgi gören filmlerinden olan “The Worst
Person in the World”, 13 Mayıs’ta film izleme platformu
Mubi’de gösterime girecek. Filmin baş kadın
oyuncusu Renate Reinsve, Cannes Film Festivali’nden
“En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü almıştı.
İstanbul Sanat | Nisan / Mayıs / Haziran 2022 / 07