Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Sevgili okuyucu,
12 Mart’ta okulumuz öğrencilerinin çabası, irademizin
izni ve öğretmenlerimizin desteği ile İsklal Marşının kabul
gününü ve Mehmet Akif’i yad ek. 12-23 Mart süreci boyunca
birçok etkinlik, sempozyum, canlandırma ve dinleler
gerçekleşrdik. Bu dergiyi Mehmet Akif Ersoy ve yazdığı
İsklal Marşı’mıza ithafen, okulumuz öğrencileri tarandan
hazırlanan yazıların, çizimlerin ve gerçekleşrilen etkinliklerin
unutulmaması adına hazırladık. Tüm bu yapılanları sizlerle
buluşturmak için çok çalışk. Tasarladığımız dergi hakkında
birkaç bilgi vermek gerekirse; Akif hakkında birçok
şey öğreneceğiniz, ona yazılan mektupların yanı sıra çizilen
resimler, karikatürler ile sıkılmadan okumayı sürdüreceğiniz
sade bir dergi sizleri bekliyor.
Birirken verdikleri destek için okulumuz müdürü Mehmet
Topaloğlu’na ve okulumuz müdür başyardımcısı Savaş
Kambur’a, bu süreçte hep yanımızda olan okulumuz edebiyat
öğretmeni Leyla Yıldız’a teşekkür etmeyi bir borç biliriz.
Editörler:
Şevval HAYMANA
Büşra GÜLŞEN
2
3
Hang Şâr? Âkf!
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir
derdin?
Şâir! Hangi
şâir? “Şâir değildir”
diye ilen,
dışlanan! Âkif!
Onun kadar vatanı,
mille uğruna
ömrünü heder
etmiş ve onun
kadar hor görülmüş,
algı operasyonlarıyla
değersizleşrilmiş, gözden düşürülmüş
başka bir şâir var mıdır ki?
Safahat’ın kapağını bir kez olsun açmamış,
Âkif’i bir kez olsun anlamaya gayret etmemiş
nice insan yığını, şâiri sanaan uzak olmakla
suçlayarak onun mücadelesini ve temsil eği
değerleri de küçük görür.
Âkif “buğday”a değil Yunus gibi “himmet”e
talipr. Sanan aln kulelerinde kuşlar gibi sefer
etmenin derdinde değildir.
Yahya Kemal’in şiir esteği yoktur onda.
“Hâz’ın kabri olan bahçede, her gün kanayan
rengiyle yeniden açan gül ve güle duyduğu aşktan
ötürü geceleri, ağaran vakte kadar ağlayan
bülbül” tarzı soyut anlamlara Âkif’te tesadüf
edilmez. Âkif’in Bülbül’ü, matemlidir. Hazân
ağlar bahârında. Teselliden nasibi olmayan bülbülün
“asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmemişr
âfâkı”…
“Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın
perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman
hurûşandır?”
Âkif, Ahmet Hâşim’in “Yârin dudağından
gerilmiş bir katre âlevdir bu karanfil” tarzı
benzetmelerine ve “Güller gibi… sonsuz, iri güller
/ Güller ki kamıştan daha nâlân” gibi ince
hayallerine yer vermez mısralarında. Her şeyi
olduğu gibi görmek ve göstermek… İşte şiirlerinin
ayırıcı vas budur.
“Ben şiirde hayâle dalmam. Ben adi şeylerden
bahsederim. Mesela bu taş, ona taş derim
hacer-i semâvi demem. Bu tahta, ona tahta
derim taht demem…”
Şiirlerini “bir yığın söz”den ibaret sayar.
Ona göre bu sözlerin bütün hüneri samimiyedir.
“Sen şâirmişsin, öyle mi?” diye sorar, oğlunun
şiir yazdığını duyan annesi… Âkif; “Eloğlu bu!
Söyler… İnanma anne.” der.
“Safahât’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz”
der. “Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir
ömr-i heder!” sere serpe yatmaktadır. “Hazin
işte bu!”
Âkif, sanan zümrüt tahnda semavi bir
saltanat kurmayı değil ısrap çekenlerin acı nefesi
olmayı yeğlemişr. Dostu Mithat Cemal’e
göre o; “Boğazdaki romank köşklerden değil,
halkın ve sefalen içinden fertlere bakma erdemine
erişmişr.”
“Ne tasannu bilirim ne sanatkârım.”
Stendhal, “Roman, yol boyunca gezdirilen
bir aynadır.” der. Âkif ise manzum hikâyelerinde
sokağa ayna tutar. Harp yıllarındaki yılgın,
bitkin, perişan halkı gerçekçi biçimde anlar.
Sokak tasviriyle İstanbul’un ihmâl edilmiş semtlerinin
bakımsızlığını, yoksulluğunu realist bir
biçimde sergiler.
4
Manzumelerinde gündelik hayan içerisindeki insanı, bütün beşeri yönleriyle; zaafları, idealleri,
emelleri, geçim sıkınları ve hayâl kırıklıklarıyla işler. İnanışları, ihyaçları, tembellikleri, vurdumduymazlığı,
çalışma şartları, yaşadıkları mekânların işlevselliği, işlevsizliği, uhreviliği gibi özellikleri sahne
alır şiirlerinde. Mahalle Kahvesi manzumesi için;
“Bence en güzel yazdığım eserlerden biri Mahalle Kahvesi’dir.” der. “ Çünkü o şiirde mahalle kahvesinde
olan her şeyi görürsünüz. Haa muayyen bir kahveyi tasvir em. Kahve sahibine o şiiri okudukları
zaman; ‘Bu herif mutlaka böyle kahvelerde yeş.’ demiş. Benim şiirimin vasf-ı mümeyyizi
işte budur; her şeyi olduğu gibi görmek ve göstermek.”
Sanat kaygısı yerini, beşeri ve toplumsal meselelere çözüm arama çabasına bırakmışr onda.
Mısralarını lirizmle örülü düşünceyle besleyen Âkif’in vicdanında “sanat toplum içindir”. Bu yüzden
Birinci Safahat’ta başkalarıyla hemdert olan bir şahsiyet vardır. Fah Camii,
Hasta, Küfe, Hasır, Meyhane, Seyfi Baba” manzum hikâyelerinde, toplumun ahvalini çarpıcı tablolar
halinde resmeder.
Fah Camii; penceresi, minaresi ve mimari öğeleriyle semavî âlemle bütünleşen bir maber. Ve
vecdin, bal hücumlara direnmenin, İslâm ışığının sembolüdür.
Ve Küfe… Yaşıtları temiz elbiseler giyip okula giderken babasından miras kalan eski bir küfeyle
ailesinin geçimini sağlamakla yükümlü, perişan, cılız bir çocuk olan Hasan’ın hamallık yapmasını içerir.
“Meyhane, içinde haysiyetsiz rüzgârlar esen, tavanlarında ümitsizlik inilleri yükselen, her taşından
yıkğı yuvaların feryadı duyulan, yüce değerlerin kenarına bile yaklaşmadığı bir mekândır. Buraya
gelenler; utanma duygusunu yirmiş, hiçbir gaye ve istekleri kalmamış, geçmiş ve gelecek düşüncesinden
uzaklaşmış, gençliklerinin en değerli çağında içki denilen zehrin tutsaklığında ömür tüketen
insanlardır.”
Seyfi Baba ise hem çok fakir hem de ihyardır. Hayırsız oğlundan başka kimsesi yoktur. Ekmek
parası kazanmak için komşusunun akan çasını onarırken soğuk alır ve hasta olur. Derken mum alevinin
açığa vurduğu bu üryan sefalet tablosundan şâirin sesi duyulur:
“Ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi.”
5
Dl yok kalbmn
Şiir, Âkif’te “göz yaşı”dır. Eserleri ise aczinin
gözyaşları... “Dili yok kalbi”nden süzülen mısralar,
durmaksızın düşer düşer ağlar.
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
bîzârım!”
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar
Yaralı gönül. Her cerihasından boşanır kanlı
yaşı. Manzumelerine, divinden değil yüreğinden
damlar kan. Hüsran, Bülbül, Leyla… Necd Çöllerinden
Medine’ye lirik imgelerle örülü şiirleri… Hüznün
dalgaları vurur kıyıya, köpük köpük.
“Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım”
Ağlayıp inlemeleri seller gibi vadiyi saracakken,
hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi akar.
“Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;
İnler ‘Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz!”
Sessizliğin sese dönüştüğü yerde
“Haykır!”der; feryâdını ark boğarak… “Kime? Lakin?”
“Ellerdi yatanlar, sağa bakm, sola bakm”
Hayâl le yoktur benm alışverşm
“Hayır! Hayâl ile yoktur alışverişi”. Kutsal
bildiği yurdu, tüm çıplak gerçekliğiyle önündedir.
Her taşı bir iman mabedi olan cennet gibi yurdu
hazânını yaşamaktadır… Namık Kemal’in ifadesiyle;
vatanın bağrına düşman dayamışr hançerini.
Var mıdır kurtaracak bah kara mâderini?
“Kalmış eli böğründe felâketzede mâder”
Vatan, sevgilidir Âkif’te, ülküdür. Sadâdan
uzak, ışıktan uzak “şu vîran kubbe”de aranır,
“Cânan! Cânan!” der, aranır; aksi bir nida beklensiyle…
Beyni döner boşlukta. Ses gelmez. “Ses veren
cinler!”
“Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yayor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?”
“Hayır! Hayâl ile yoktur alışverişi”. Hayâsız
akınlara gövdesini siper etmenin telaşındadır.
“Tek dişli” emperyalizme kafa tutmak için sahadadır.
Şiirinin agorası cephelerdir. Cenk meydanları!
“Doğduğumdan beri âşığım isklâle.
Bana hiç tasmalık etmiş değil aln lale!”
Hani sahipleri yurdun? Öz vatanında evsiz
barksız kalmışr.
“Asırlardır ki, İslâm’ın bu her gün çiğnenen
yurdu”
“Bugün bir hânümansız serserîyim öz
diyârımda!”
“Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş!”
Sesler geliyor dört bir yandan: “Vatan tehlikedeymiş...
Bayormuş!”
“Ne bitmez bir geceymiş!” inzârına “İlâhî,
yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?” suali
karışır. Ümitvârdır.
“Ey benim her taşı bir ma’bed-i imân yurdum,
“Nasıl tahammül eder insan esarene?
Kör olsun ağlamayan ey vatan, felakene!”
Seni er geç bana bir gün verecek ma’budum.”
“Hayır! Hayâl ile yoktur alışverişi”. Evde, sokakta,
cephede, mecliste, minberde; nerede olursa
olsun dik duruşu, vakur tavrı ve imanıyla sahalardadır.
Miskinlikten, ataleen hiç hoşnut
6
değildir. İstanbul’dan Ankara’ya yürüyerek gider,
giği her yerde, camii kürsülerinden seslenir
“dipdiri ölüler”e. Leş kesilmiş tembellerle başı beladadır:
“Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Âsi İslâm’ın.”
“Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan,
uzaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen Mecnun’la
uğraşma!”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?”
“Hayır! Hayâl ile yoktur alışverişi”. Ülkesinde
“Hak namına haksızlığa tapanlar” ve “üç buçuk
soysuzun ardında zağarlık yapanlar” için kalemini
sivriltmededir!
“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!”
Ümt taşıyan anka kuşu
Dava adamıdır Âkif. Ümidini yirmeyen
adam… “Azmiyle, ümidiyle yaşar hep, var olanlar.”
Ona göre kurtuluşun yegâne çözümü inanmak ve
ümit etmekr. Âkif’in ümidi, kendini bir ülküye
adamış insanın ümididir.
“Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?”
Millene, ümit, azim ve sevinç taşımakla
yükümlü anka kuşudur Âkif. Umutsuzluğa düşmek,
karamsarlığa kapılmak, pes etmek alçakça bir
ölüm biçimidir onda.
“Âyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
Âyi karanlık görerek yeise düşmemek için
şiirin ses bayrağını, İslâm’ın rüzgârıyla dalgalandırır.
İslâm dünyası Mecnun’dur, İslâm âleminin geleceği
ise Leylâ... “Bütün dünyâda bir Leylâ’sı var:
Âkif’te meûre, sanatkârane söyleyişten
üstündür. İslâm, Yahya Kemal’de estek bir dekor,
Tanpınar’da, cezbeden arka plandır Âkif’te ise ruhtur,
yaşayan hayar yahut idealdir.
Âkif’in sırndan çıkarıp üşüyen yoksula giydirdiği
paltosu, şiir olup kalbi hak için, isklâl için
atan İslâm âlemini ısır. Gür hislerinin ürperlerinden
doğan gizli denizleri vurur kıyıya, köpük
köpük!
“Ben böyle bakıp durmayacakm dili bağlı.
İslâm’ı uyandırmak için haykıracakm.”
Uyandırır Müslüman’ı fert fert vatan toprağında.
Uyandırır Süleymaniye Kürsüsünde, Fah
Kürsüsünde, Kastamonu Nasrullah Camii Kürsüsünde.
Balıkesir Zağanos Paşa Camii Kürsüsünde…
Kurtuluş, evvela yüreklerde uyanmakla başlar:
“Ey Müslüman cemaat! Ağyar eline geçen
Müslüman yurtlarının hâli, bizim için ne tesirli bir
ibret levhasıdır. İslâm’ın son sığınağı olan güzel
topraklarımızı düşman islâsı alnda bırakmayalım.”
Osmanlı yıkılış sinyalleri vermişr. Trablusgarp’ın
ardından Balkan bozgunu… Birinci Cihan
Harbi ve işgal! Geçit vermez sarp bir kaledir Âkif,
Banın emperyalizmine!
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!”
İsklâl Marşı’nı yazmak için kâğıt bulamayacak
kadar zor durumdadır. İkamet eği Tâceddin
Dergâhının duvarlarına kazır marşı. Marş değil
kanla, imanla yazılı bir destandır bu.
7
“Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
diye söz vermişm.”
var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar”
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim
Karakter abidesidir Âkif. Hakir gördüğü dört
şey vardır: “Cimrilik, ikbal şımarıklığı, kibir ve
maddî pislik.” Muhtaç ve zaruret içinde olduğu dönemlerde
bile paraya hiç önem vermemişr.
“Büyük adam, eserleriyle hayanı birleşren
adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere
göre değişmez, muhine uymaz; muhi kendine
uydurur. Uydurmazsa çarpışır. Cemiyeen daha
kuvvetlidir, cemiye sürükleyicidir.” der Nuren
Topçu.
Hareket adamıdır Âkif, eylem adamı. Sıyrılır,
beyaz karanlık içinden, parıl parıl… Yükselir bir
nidâ!
Sessz yaşadım
“Sessiz yaşadım” dedi, sesi bir çağın vicdanı
oldu. “Sanat bir çığlıkr.” der Taine. “Hakk”ın çığlığıdır
Âkif. “Gür hisli, gür imanlı…” Onun sesini öbür
seslerden ayıran, farkı görendir.
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
“Doğrudan doğruya Kuran’dan alarak ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı!”
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çie yerim!
Âkif’e göre İslâm, insanları doğru yolda tutan,
huzura götüren manevi bir güçtür. Peki, Müslüman
kimdir? Müslüman erdemler bütünüdür.
Salt ahlâkr Müslüman. Doğruluktur, ahde vefadır,
şear, sadakar. Çoğa kudre varken aza kanaar.
Acizlerin, hakkını savunmak için samimi gayrer.
“Müslüman denmek için eksiği ancak
tevhîd.
Doğruluk, ahde vefâ, va’de sadâkat, şeat;
Âcizin hakkını i’lâya samîmî gayret;
En ufak şeyle kanâ’at, çoğa kudret varken”
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...”
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Öldü, denilen; naşı, bir ideale gönül vermiş
üç beş imanlı gencin omuzlarında taşınan Âkif, simurg
gibi her dem yeniden doğar; gün gün, saat
saat…
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da, er geç silecekr.
Buharalı bir anne ile Rumelili bir babanın
evladı olarak Fah Sarıgüzel’de dünyaya gelen
Âkif, İslâm ahlâkının mücessem halidir. Kişinin kıymeni,
verdiği sözden belirler. Sözüne değer vermeyeni
adam yerine koymaz. Ona göre bir söz
ağızdan çık mı insan onun esiri olmuştur.
Âkif, arkadaşı Mithat Cemal ile buluşmaya
karar verir. O gün adam boyu kar yağar. Dışarıda
buz gibi bir hava... Arkadaşı, Âkif’in gelmeyeceğini
düşünür. Kapıda Mithat Cemal’in şaşkınlığını görünce
şunu söyler Âkif: “Gelmemem için kar pi
kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Çünkü geleceğim
r?”
Rahmetle anılmak… Ebediyet budur, amma,
Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecek-
Leyla YILDIZ
8
9
Akf’n Yüz Çzgler
Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873 de İstanbul’da, Fah’in ilçesinin Karagümrük semnde Sarıgüzel
Mahallesi’nde dünyaya geldi. Nüfusa kaydı doğumundan sonra babasının imamlık yapğı ve ilk
çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus kâğıdında Akif’in doğum
yeri Bayramiç olarak görünür. Annesi Buhara’dan Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin kızı olan Emine
Şerif Hanım; Arnavut kökenli babası ise Kosova’nın İpek ken doğumlu, Fah Camii medresesi hocalarından
İpekli Tahir Efendi’dir. Mehmet Tahir Efendi, ona ebcet hesabıyla doğum tarihini belirten
“Ragif” adını verdi (Hicri 1290). Babasının ölümüne kadar Ragif adını kullansa da bu isim yaygın olmaması
ve zor telaffuzu sebebiyle kullanılmamaya başlandı. Arkadaşları ve ailesi ona “Akif” olarak sesleniyorlardı.
İlköğrenimini Fah’te Emir Buhari Mahalle Mektebinde o zamanların âde gereği dört yıl dört
ay dört günlük iken başladı. Üç yıl sonra ipdai bölümüne geç. Ortaöğrenimine Fah Merkez Rüşyesinde
başladı. Rüşyeyi birdikten sonra 1885’te Mülkiye İdadisine kaydoldu. 1888`de okulun yüksek
kısmına devam ederken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fah yangınında evlerinin yanması
aileyi yoksulluğa düşürdü.
Bunun üzerine Akif ark bir an önce meslek sahibi olmak ve yalı okulda okumak istedi. Böylece
Mülkiye İdadisini bırak ve o yıllarda henüz yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve
Baytar Mektebine kaydoldu. Dört yıllık eğimi sonucu 1893 yılında Mektebin baytarlık bölümünü birincilikle
birdi.
Fiziksel Portesi
Mehmet Akif Ersoy; orta boylu, sakalları belirgin ve saçlarının büyük bölümü olmayan bir kişiydi.
Kaşları yukarı yönlü, gözleri derin derin bakan ilk bakışta insanı büyüleyen bir kişilik.
Ruhsal Portresi
Mehmet Akif Ersoy; düşüncelerinin olgunlaşğı dönemde ve olgunluk yıllarında II. Abdülhamit’in
isbdat yöneminin şiddetli bir muhalifiydi.
Haa II. Abdülhamit’in yüzünü gördüğünde bile midesinin bulandığını haralarında anlatmaktadır.
Bu dönemde on bir arkadaşı ile beraber fikirlerinin uyuştuğu İhat ve Terakki Cemiye’ne üye
oldu. Mehmet Akif`in bu dönemde yapğı en önemli şeylerden biri de yazılarını yeniden yayımlamaya
başlamasıydı. Daha öncede yazılar yayımlasa da İsbdat döneminin sansürlerine takılmış. Yani özetle
Mehmet Akif Ersoy, içinde ve ruhunda iyi ve doğru olanı savunan, sansürlere, baskılara ve zorlamalara
karşı çıkan. Dinine, milliyene ve geleneklerine sahip çıkan bir kişiydi. Hayan manevi kısmının önemini
kavramış ve maddi kısmını ön plana almayarak huzurlu bir hayat geçirmiş.
Ömer ESENTÜRK
10
Ceren TURAN
11
İstklal Şar
Daha önce Mehmet Akif hakkında birçok hikaye, değerlendirmeler
duymuş, biyografisini dinlemişm ama en ayrınlı değerlendirmeleri
okulumuzda düzenlenen Mehmet Akif Ersoy’u Anma Haası’nda öğrenmişm.
Ezberlerin dışında bir yazar oluşu, İsklal Marşı’nın edebi men
olarak nasıl bir men olduğu ve aslında marşımızın kabulünün bize hep
anlaldığından daha farklı oluşunu bu haa içerisinde öğrendim. Ayrıca
Safahat'ı okuma rsa da buldum ve ilk kez bu haa, yani son derece
geç denilebilecek bir zamanda, okudum.
Öncelikle Akif'in nasıl bir yazar olduğundan başlayayım. Akif hepimizin
bildiği gibi çalışkan, yanlış tevekkül anlayışını eleşren, daima çalışmayı
savunan; Türkçü, İslamcı, Bacı ve daha birçok benzer fikir akımının
alna adını yazabileceğimiz bir yazar. Kimse Akif için bacı değil diyemez
çünkü Berlin haralarında Berlin’deki düzeni çok iyi işliyor. İslamcı değil
de denilemez mesela çünkü neredeyse her şiirinde İslami içerikli şeylere
rastlıyoruz. Ayrıca son derece alçak gönüllü ve vatansever biridir o. Bana
göre bunun büyük örneği ise isklal marşını yazdığı için verilecek 500 lirayı-
o zamanlar paralar alndı yani bu 500 lira son derece fazla haa
servet denebilecek bir para- reddetmiş. Evet tek bir kuruş para almamış,
hepsini Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve
cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakna bağışlamış. Halbuki istese tamamını
alabilirdi veya yarısını alıp kalanını da bağışlayabilirdi ve kimse
ona “Neden aldın 500 lirayı?” diyemezdi çünkü bu para aslında sonuna
kadar hakkıydı onun.
12
İsklal Marşı’nın kabulüne gelecek olursak çoğumuz İsklal Marşı’nın
okunduğu oturumda alkışlarla kabul edildiğini, tekrar okunması
istendiği ve benzeri şeyler duyduk marşın kabulü hakkında. Fakat İsklal
Marşı tek oturumda kabul edilmedi, irazlar oldu. Kabul edildikten sonra
dahi iki kez daha yarışma düzenlendi. Korkma ile başladığı için iraz
edildi, içinde Türk kelimesi geçmediği için iraz edildi, haa ve haa
uzun olduğu için iraz edildi ama yine de İsklal Marşı değişmedi.
Beni en çok cezbeden eseri ise Safahat’tan “Süleymaniye Kürsüsünde”
idi ve o kitaptan şu dizeleri okurken İsklal Marşının “Ruhumun
senden, ilahi, şudur ancak emeli: / Değmesin mabedimin göğsüne namahrem
eli.” dizeleri aklıma gelir. O dizeler ise “Yıkılır bir gün olur medreseler,
ma’bedler; / En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner”
Berat Blal AĞIR
13
Toplu Oldukça Yürekler Onu Top Sndremez
1873 yılında İstanbul Fah’in Sarıgüzel mahallesinde doğmuştur. Mehmet Akif Ersoy’a babası
Mehmet Tahir Efendidir. Ebced hesabıyla doğum tarihini belirten “Ragif” adını verdi (hicri 1290) ve
vefana kadar onu bu adla çağırdı. Ancak bu isim, yaygın olmadığı ve güç söylendiği için annesi ve
yakın çevresi, daha bilinen bir ad olan “Akif”i kullandılar. Babası Fah Medresesi müderrislerinden
Mehmet Tahir Efendi, o dönemler Osmanlı Devle’ne bağlı olan Arnavutluk’un İpek kasabasına bağlı
Şuşise Köyü’nden İstanbul’a gelmiş, annesi Emine Cemile Hanım ise Buharalı Mehmet Efendi’nin kızı
olarak Samsun’da doğmuştu.1878 yılında, 4 yaşındayken Fah'de Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne
başladı. Burada iki yıl eğim gördükten sonra Fah İbdaisi'ne geç. Aynı yıl babası ona Arapça dersleri
vermeye başladı.
Rüşye’yi yani ortaokulu
birdikten sonra dönemin gözde
okullarından Mekteb-i Mül-
kiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi)’nin
âli kısmında bir
müddet okudu ancak babasını
kaybedince Halka-
lı’daki Baytar Mekteb-i Âli
(Veterinerlik Fakülte-
si)’ne parasız yalı olarak
girdi ve bu okulu bi-
rincilikle birdi.1893 yılında
“Ziraat
Nezâre Umur-u
Baytâriye Şube-
si”nde (Ziraat Bakanlığı
Veterinerlik İşleri)
göreve başladı. “Umur
-u Baytâriye Mü- dür Muavini”(Veterinerlik
İşleri Müdür Yardımcısı)
olarak sürdür- düğü görevinden 1913
yılında isfa
e.1898'de 25 yaşında
iken Tophane-i
Amire veznedarı Mehmet
Emin Bey'in
kızı İsmet Hanım ile
evlendi. Aynı yıllar-
da Maarif Dergisi'nde ve
Resimli Gazete'de şiir
yazıları ve Arapça, Farsça
ve Fransızca'dan yap-
ğı çevirilen yayınlandı.
Baytarlığa başladığı
ilk yıllarda bile, mesleğinden
çok, şairliği ile tanınan
Mehmet Akif, öğretmenlik hayana
1906’da Halkalı Baytar
Mektebi’ne “kitâbet-i
resmîye” (resmî yazışma usulü)
dersi hocalığı ile başladı. 1908’den sonra
ise Edebiyat Fakültesi ile Dârülhilâfe Med- resesi’nde “Osmanlı Edebiya” hocalığında bulundu.
Mehmet Akif, 1920’de Burdur milletvekili seçildi. 1921 yılında açılan milli marş yarışmasına,
“para ödülü almamak” koşuluyla kalmayı kabul e ve orduya ithaf eği şiiri, 12 Mart 1921 günü
milli marş olarak kabul edildi. Ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer (Kızılay) bünyesinde, kadın
ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Darü’l-Mesâi Vakna (İş Evi) bağışladı.
1923 yılında Abbas Halim Paşa’nın dave üzerine Mısır’a gi. 1929 - 1936 yılları arasında Kahire’deki
“Câmiü’l-Mısriyye” Üniversitesi’nde, Türkçe öğretmenliği yap. 17 Haziran 1936’da İstanbul’a
dönmeye karar verdi. 27 Aralık 1936 tarihinde hayanı kaybe. Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.
14
MEHMET AKİF ERSOY'UN ESERLERİ
Şairin Safahat genel adı alnda toplanan şiirlerini içeren yedi kitabının ilk yayım tarihleri şöyledir:
Safahat (1911): 44 şiir, 3084 mısra.
Süleymaniye Kürsüsünde (1912): Bir şiir, 1002 mısra.
Hakkın Sesleri (1913): 10 şiir, 482 mısra.
Fah Kürsüsünde (1914): Bir şiir, 1692 mısra.
Haralar (1917): 10 şiir, 1314 mısra.
Asım (1924): Bir şiir, 2292 mısra.
Gölgeler (1933): 41 şiir, 1374 mısra.
Eslem KÜÇÜKKARA
15
Herkes Konuşmasına Konuşur Lakn Sükut Yürekl
Olana
Mehmet Akif, topluma tepeden bakmayan, milleni hor görmeyen, Bayı körü körüne taklit
etmeyen, disipline çok önem veren ve Kurtuluş Savaşı döneminde yaşananları en akılda kalıcı, ilham
veren ve güzel bir şekilde şiirlerine, sözlerine, yazılarına yansıtan çağdaş bir Türk aydınıdır.
1873 yılında İstanbul Fah’te dünyaya gelmişr. Babası Tahir Efendi, annesi Emine
Cemile Hanım’dır. Babası Fah Medresesi müderrislerindendir. Annesi ise Buharalı Mehmet Efendi’nin
kızıdır. Eğim Hayana 1878 yılında 4 yaşında başlar. Babasından Arapça dersler alır. Babası
öldüğünde parasız bir yalı okula gitmişr ve veterinerlik fakültesini birincilikle birmişr. Okumayı
seven, okumaya önem veren bir insandı.
1898 yılında evlendi. Aynı yıllarda Resimli Gazete’de, Maarif dergisinde şiirleri yayınlandı.
Veteriner olarak göreve başladığı ilk yıllar bile daha çok şairliği ile tanınmışr. Şiir yazmak onun
bir parçasıydı adeta. Daha sonralarında Edebiyat Fakültesi’nde öğretmenlik yapmışr. Taassuba ve
cehalete edebiyat silahıyla karşı çıkmışr. 1920 yılına gelindiğinde ise Mehmet Akif Ersoy, Burdur
milletvekili olarak meclise girdi. 1921 yılında para ödülü almamak şar ile milli marş yarışmasına
kalmayı kabul eder. Milli marşımızı kahraman ordumuza ithaf etmişr. Milli değerlere önem veren,
vatanını seven, koruyan bir kişiydi. 12 Mart 1921 günü ise şiiri milli marşımız olarak kabul edilir.
İsklal Marşı ile birlikte Türk edebiyana kazandırdığı eserlerden bazıları ise Safahat, Hakkın
Sesleri, Asım, Haralar ve Gölgeler. Ödül olarak verilen 500 lirayı ise Hilal-i Ahmer ve Dar’ül Mesai
Vakna bağışlamışr. Vatanı onun için her şeyden üstündü. Vatanı uğruna canı pahasına savaşan ve
bunun karşılığında da bir beklensi olmayan bir kişiliği vardı. 27 Aralık 1936 yılında edebi âleme
göçmüştür. Kabri Edirnekapı Mezarlığı’nda bulunmaktadır.
“Aslını gizleyemez insan, giydiği kaanlarla. Bilmez ama kendini kandırır, söylediği yalanlarla!”
Nsanur AYDEMİR
16
Kan karmaşasından yükselen bir ses, uyanış
Göğün üstünde yankılanıyor sonsuza değin
Br Sela Çırpınışı
Maksud edinilmiş bir bayrağa şan
Nameler dökülüyor ufuktan başımıza
Sılaya bir vaat düğümlenmiş ağzında
Geçmeyen vakitlere esir kalmış yarınlarda.
Bir selamet bayramıydı bu kutsanmış harp.
Hür olacak ebediyen topraktan insan.
Halme EREN
Berra ÇETİN
17
Br Hlal Uğruna Ya Rab, Ne Güneşler Batıyor
Şair ve düşünür, İsklal Marşı şairi. 20 Aralık 1873’te Fah semnin Sarıgüzel Mahallesinde dünyaya
geldi. Babası Fah Medresesi müderrislerinden Arnavut kökenli İpekli Tahir Efendi, annesi ise Buhara
taraflarından gelip İstanbul’a yerleşen bir aileye mensup Emine Şerife Hanımdır. Doğumunda babası Âkif’e
ebced hesabına göre Ragif adını koyduysa da, ailenin diğer üyeleri telaffuzu daha kolay diye onu hep
“Âkif” adıyla çağırdılar. Böylece Ragif, Âkif oldu ve kendisi de bu adı benimsedi, daha sonra şiirlerinde de
bu adı kullandı.
Devle’nin “hasta adam” olarak nite-
di. 1878 yılında, 4 yaşındayken Fahalle
Mektebine başladı. Burada
sonra Fah İbdaisi’ne geç.
babası Akif’e Arapça dersleri
yazın Emin Paşa’nın ço-
vermesi nedeniyle Emin
ları ile arkadaşlık kurdu.
1882 yılında ilköğremi-
Fah Merkez Rüşye-
Bunun yanında Fah Ca-
de’nin İran Edebiya
Camii’nde aldığı bu ders-
Farsça öğrendi. Lise eği-
İdadi bölümünde başladık-
kısmına geç. Kısa bir süre
evlerinin yanması sebebiyle
sivil veterinerlik okulu olan Bay-
olan büyük ilgisi bu dönemde baş-
ni bu dönemde yazmaya başladı.
Çocukluğu, Osmanlı
lendirdiği döneme denk gel-
h’de Emir Buhari Maiki
yıl eğim gördükten
Aynı yıl içerisinde
vermeye başladı.
Babasının
cuklarına ders
Paşa’nın çocuk-
Mehmet Akif
ni tamamlayarak
si’ne başladı.
mii’nde Esad Dederslerine
kaldı.
ler ile Arapça ve
minde Mülkiyenin
tan sonra yüksek
evlerinde yangın çıkıp
okula devam edemeyip
tar Mektebi’ne geç. Şiirle
layan Mehmet Akif, ilk şiirleri-
Akif, 1893’te okulu birincilikle
birip veterinerlik müfeşi olarak çalışmaya
başladı. Dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’da bulundu. Mezun olduğu yıl “Hazine-yi
Fünun” adlı bir dergide bir gazelini yayımladı. Bu onun bilinen ilk basılı eseridir. Mehmet Âkif, 1898 yılına
kadar Osmanlı toprağının değişik yerlerini müfeş olarak dolaş. 1898’de, yirmi beş yaşındayken kendisinden
beş yaş küçük olan, Tophane-i Amire veznedarlarından Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanım’la
evlendi. Âkif’in İsmet Hanım’la evliliğinden ilk üçü kız olmak üzere, adları Cemile, Feride, Suat, İbrahim
Naim, Emin ve Tahir olan al çocuğu dünyaya geldi.
Mehmet Akif, 1907’de Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı; bir yıl sonra da veterinerlik dairesi
müdür yardımcısı oldu. Aynı yıl ikinci meşruyen ilân edilmesiyle (1908) meşru ve kanuni duruma gelen
İhat ve Terakki Cemiye üyeliğini koşullu olarak kabul e.
18
1908’den sonra yayın çalışmalarının kapısı açılınca İslâmcı aydınlar, Ebulula Mardin ve arkadaşı
Eşref Edip’in “Sıramüstakim” dergisinde bir araya geldiler. Âkif, derginin başyazarıydı.
Balkan Savaşı (1912-13) nedeniyle Baytar Mektebi müdür yardımcılığı ve Darülfünun’daki
Genel edebiyat profesörlüğü görevinden 1913 yılında isfa ederek ayrıldı. “Sırat-ı Müstakim”
ve “Sebilürreşad” dergilerinde çıkan makaleleri ve Fah, Beyazıt, Şehzadebaşı, Süleymaniye
camilerinde verdiği vaazlarda, Ziya Gökâlp’in öncülüğünü yapğı Türkçülük akımına karşı İslâm birliği
görüşünü savundu. Mehmet Akif, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Mısır ve Hicaz’a gi.
Savaş sırasında Almanya’daki Müslüman esirlerin durumunu görmek üzere Alman hüküme-
nin dave üzerine Osmanlı Gizli Teşkila (Teşkilat-ı Mahsusa) tarandan 1914’te Berlin’e;
1914’ün sonlarına doğru aynı örgüt tarandan İngiliz yanlısı Şerif Hüseyin’e karşı Osmanlı Devlene
bağlı kalan Necef Emiri İbnürreşid’e gönderildi. Bu gezi sırasında Dar’ül Hikmet’il İslâmiye başkâpliğine
atandı, dönüşünde görevine başladı.
İzmir’in işgalinden sonra Ba Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’yi desteklemek için Balıkesir’e
giderek verdiği vaazlarla halkın direniş azmini arrmaya çalış. Ankara’ya gelişinden kısa
bir süre sonra 1920’de seçildiği Burdur milletvekilliğini 1923’e kadar sürdürdü. Konya İsyanı’nı önlemek,
halka öğüt vermek üzere Konya’ya gönderildi. Oradan geçği Kastamonu Nasrullah Camisi’nde
coşkulu bir vaaz vererek Sevr Antlaşması ve Millî Mücadele hakkında halka bilgi verdi
Sebilürreşad’ı 20 Kasım 1920’de Kastamonu’da yayımladı. Bu çalışmaları nedeniyle Dar’ül Hikme’l
İslâmiye’deki görevine son verildi.
Ankara’ya döndüğünde Taceddin Dergâhı’na yerleş. Bu sırada yazdığı şiir TBMM’de üst üste birkaç
kez coşkuyla okunarak İsklal Marşı olarak kabul edildi. İsklal Marşı şairi olarak kendine verilmek
istenilen para armağanını maddî sıkın içinde olmasına rağmen kabul etmedi. İsklal Marşı
dört kez bestelendi.
Bugün okunan şekli Osman Zeki Üngör’e air. Akif, Şer’iyye Vekale tarandan kurulan
Te’lifat-ı İslâmiye ve Heye (İslâmi Telif Kurulu) üyeliğine seçildi. Millî Mücadele’nin sonuçlanmasından
sonra İstanbul’a döndü. Haya boyunca inanç ve idealleri için çalışıp mücadele eden Mehmet
Akif, Millî Mücadeleden sonra bu inanç ve ideallerine aykırı gördüğü bazı uygulamalar nedeniyle
yurtdışına çık. Cumhuriyen ilanı, halifeliğin kaldırılması, hükümen laiklik prensibine eğilimi
gibi inkılap hareketleri karşısında inkılapçılarla Akif’in yolları ayrıldı. Akif için Türkiye, 1923’den
sonra yaşanılır olmaktan çıkmış bir hâle geldi.
Prens Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak Mısır’a gi. Hilvan’a yerleş. Kahire’deki Cami’ül
Mısriye adlı Mısır Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiya profesörlüğü yap. Mısır’da 1926’dan
1936 yılına kadar on yıl gurbet haya yaşadı. Hastalanınca, yurdunda ölmek arzusu içinde İstanbul’a
geldi. Sıtma ve karaciğer hastalığı siroza dönüştü. 27 Aralık 1936’da, Taksim İsklal Caddesinde
olan Mısır Apartmanında vefat e.
Elf TURAN
19
Mray BEL
20
Türkye’nn Kmlğ
Savaştan çıkmış, yorgun, bitkin ve tükenmiş; toprakları işgal alnda yurdunun dört bir yanında
fakirlik ve zulüm kol gezen bir millen neye ihyacı vardır? “Önce bir öndere, sonra belki bir orduya,
sonra paraya, eh belki biraz da gıdaya falan herhalde.” Ama bu millen hiç etranda toplanacağı, o
millen içindekileri en uygun şekilde tanımlayacak, o millete can suyu olacak ve o millete kim olduğunu
harlatacak bir manevi güce ihyacı yok mudur? “Eh vardır elbee ama sonuçta ama bunu
yapacak zaman mı var, insan mı var? Önce bir şu savaş kazanılsın sonra bakılır.” Hayır efendim, sonra
bakılmaz. Şimdi bakılmayacakta ne zaman bakılacak. Bize hemen bu memleken en maharetli, kalemi
en güçlü yazarlarını bulun. Bize bir milli marş yazsınlar. “Ücretsiz olur mu bu iş yahu? Kimse ücretsiz
yapmaz bu işi.” Eh madem öyle tamam bir de 500 Lira ödülü olsun. “Şimdi bir sürü marş geldi ama
bunların hiçbiri bize uymaz. Şimdi ne olacak?” Ey Hamdullah Suphi Bey! Senin biri vardı kimdi o? İsmi
harımda aslında… Hah, Mehmet Akif ne durumda o, yazmıyor mu? “Yazıyor kendisi ama bir isteği
var. Kazanırsa para ödülünü istemezmiş. O para hayır kurumlarına verilsin derler.” Hele bir yazsın
bakalım. Meclis’in içinde bir ses duyuluyor o da ne?
“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim millemin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim millemindir ancak.”
Bu marşta kimin, kim yazmış? Yoksa bu Mehmet Akif’in şiiri midir? Bu marş içime bir mutluluk,
bir heyecan, bir sevgi dolduruyor. Tekrar tekrar okutulsun ve dört bir yana duyurulsun; Milli Marşımız
budur. Zaten ancak Mehmet Akif’ten çıkardı böylesi, biz başkalarından boş yere bekledik böylesini.
Kahraman ordumuza adanan bu marşı duyan düşman orduları herhalde şimdiden yel olup uçmuşlardır.
Sonunda yeni devlemizin, Türkiye’mizin bir kimliği olmuştur Hamdullah Suphi Bey.
Ömer ESENTÜRK
21
Vatanın Şar
İstanbul'un Fah'inde
Soğuk bir kış gününde
Bir şair doğdu yeryüzüne
Kimse bunu bilmese de
Akif' şairin adı
Yüreğinde sevgi vardı
Aklında kelimeler, şiirler
Şiirlerinde vatanı vardı
Onun en güzel şiiri
En büyük hediyeydi vatana
Bir ulusun destanı
O İsklâl Marşı'ydı
Akif' vatanın şairi
Kalemi güçlü, yüreği temizdi
Hem cömert, hem yardımsever
Hem de oldukça zekiydi
İstanbul'un Beyoğlu'nda
Soğuk bir kış gününde
Bir vatan şairi göçtü yeryüzünden
Unutulmayacak eserleriyle
Irmak GÖLCÜK
22
Sözün Odun Gb Olsun Doğrun Tek
Marş bir ülkenin bağımsızlığının ve gücünün ülkeyi temsil eden gurur yazısıdır. Marş halkın
vatanseverlik duygusunun bir ifadesidir. Her millen kendine özgü marşı vardır. Ülkenin zaferleri,
kuruluşu, millet olmak uğruna verilen o mücadelelerin hepsi eserde toplanır.
Türk millenin marşı ise İsklal Marşı'dır. Türk millenin bağımsızlık mücadelesi bu marşta
en güzel şekilde anlalmışr. İsklal Marşı bağımsızlık ruhunu ve bu toprakları nasıl kazandığımızı
gösteren eşsiz bir eserdir. Bağımsızlık ruhu ile hayata devam etmeye ve bu şanlı marşımızın
tarihini unutmamamız açısından çok önemlidir.
Ülke düşman işgalindeyken milli eğim bakanlığınca yarışma düzenlenir ve o dönemde gazetelerde
yayınlanır. Mehmet Akif Ersoy yarışmaya kalan şairlerden biridir. Yazdığı İsklal Marşımız,
TBMM tarandan kabul edilir. Türk millene "Korkma!" diye seslenerek bağımsızlığını sonsuza
dek savunacağını vurgular. Marşın bütünü ile Türk tarihinde yapılan haksızlıklar, verilen mücadeleler,
kararlılıkların hepsini içinde barındırır.
Mustafa Kemal’in açğı yolda gösterdiği hedefe doğru yürürken azimle, cesaretle doluyoruz.
Her Türk gencinin okuyarak benimsemesi gereken marşımızdır İsklal Marşı. Türkler tarandan
tarihin nasıl yazıldığı kelimesi kelimesine anlalır. Unutulmamalı ki İsklal Marşı yazılırken
cephede şehitlerimizin kanı akıyordu. Atalarımız marşımızı dinleyerek göğüsleri gururlanıp vatanımıza
sahip çıkmışlardı.
Bu bayrak mavi göklerden inmeyecek!
Özge GENÇ
23
Mehmet Akf’n Şrlernde
Cehalet Sorunu ve Çözüm
Önerler
Mehmet Akif (İsklal Marşı Kabulü)
Büyük düşünürlerin görüşleri ve fikirleri
üzerinde durma sıklığı ile toplumsal problemlerin
çözümü arasında doğrusal bir ilişkinin var olduğu
kabul edilmektedir. Mehmet Akif Ersoy Osmanlı’nın
son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk döneminde
yeşmiş olan önemli düşünürlerdendir. Onun
fikirleri ve görüşleri toplumsal problemlerin tespi
ve çözümü açısından önem arz etmektedir. O
eserlerinde genel olarak toplumsal problemleri
konu edinmişr.
mevcuur. Bu çağrı, Akif’in gerçek kimliğini ve
fikirlerini bir ayna gibi net olarak yansıtan şiirlerinde
“cehâlet” kavramı üzerinden yürütülüyor
diyebiliriz. Zira bu kavram, Şark-İslâm dünyasında
arzu edilen gelişmenin ve kalkınmanın önünde
engel teşkil eden iki büyük sorunu ifade etmesi
bakımından önemlidir.
“Cehâlet” kavramı, TDK’nin hazırladığı
Türkçe Sözlük’te ve Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca
Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde “bilmezlik,
bilgisizlik; ilimden ve her nevi müspet
mâlûmaan habersiz olma hâli, cahillik” gibi birbirine
yakın ifadelerle tanımlanır. Ancak bu kavram,
Mehmet Akif’in düşünce dünyasında “hem
bilgisizlik anlamında hem de dini yanlış anlama
ve yanlış yorumlama” şeklinde anlam kazanır.
Mehmet Akif Ersoy’a göre geri kalmışlığın Mehmet Akif’e göre, İslâm toplumunun
nedenlerini tembellik, cehalet, İslam’dan Kuran’dan
uzaklaşma, kavmiyet, yozlaşma, ilmi ek-
saplansından, İslamî esaslara bağlılık temelin-
Ba karşısındaki mağlubiye, kavmiyetçi fikir
siklikler şeklinde sıralamak mümkündür. deki zaaflarından, çalışma ve üretme yolundaki
eksikliğinden gelir.
Mehmet Akif’in düşünce dünyasında din
ve millet kavramları, merkezî bir konuma sahip- O; yanlış tevekküle karşı tedbiri, cehâlete
r. Şiirlerinde şahsî duygu, tecrübe ve heyecanların
yerini toplumsal değerler ve cemiyet mesele-
karşı insaniye, kozmopolit ahlâka karşı yaralı-
karşı maarifi, ihlafa karşı ihâdı, medeniyete
lerine ait fikirler alır. Bu bağlamda onun heyecanı şın hakiki gayesini ve İslam kültürünü, gelişip kalkınma
sürecinde yabancılaşma riskine karşı yerli
basit, ham veya sığ olmaktan uzakr. Şiirlerinin
hemen tamamına nüfuz eden fikirler, sağlam temellere
dayanan bir şuurun ve insan eksenli bir Mehmet Akif, Safahat’ın “Asım” bölü-
kalma bilincini telkin eder.
duyuş ve düşünüşün ürünüdür. Şairin hisseği münde aidiyetlerine bağlı idealist Müslüman
acılar da yine üst seviyede gelişmiş duyarlığından,
güçlü anlama ve kavrama yeteneğinden gemun
bünyesini sarsan “cehalet” hastalığını
gençliği Asım’ın şahsında ortaya koyar ve toplulir.
Çünkü o, yalnız “hal”de değil, tarihsel süreçte “ma’rifet ve fazilet gibi iki kudret”le tedavi etmenin
gereğine işaret eder:
“geçmiş”in mevcut zaman ile kesişği noktada
yaşar ve geleceğe de bu bilinçle yön verme çabasındadır.
Bu bağlamda onun şiirleri ile fikirleri
“Çünkü milletlerin ikbâli için evlâdım, Ma’rifet,
bir de fazilet... İki kudret lâzım. (...)
bölünmez bir bütündür.
Ma’rifet kudre olmazsa bir ümmee eğer, Tek
Mehmet Akif’in şiirleri ve fikirlerinin
faziletle teâlî edemez, za’fa düşer.
özünde İslam dünyasına, cehalete karşı mücadele
ederek aydınlanma ve etnik ayrılıkçı düşünceyi (...)
mahkûm ederek birlikte kardeşçe yaşama çağrısı
24
Şimdi, Âsım, bana müfrid de, ne istersen de, Ma’rifeen
de cüdâ Şark, fazileen de.”
Mehmet Akif’e göre, “Şark dünyası, yani İslâm âlemi,
marifet ve fazilet temellerinden koptuğu için geri
kalmış, Ba’nın açık pazarı olmuştur. Hâlbuki devir,
ilim devridir. Gökler uyanık, yer uyanıkken İslâm
âlemi uyuklamak maskaralığı içinde kalmışr”.
Akif’in bu yöndeki düşünceleri, İslâm toplumu için
asıl belânın cehalet olduğuna vurgu yapar. Zira ona
göre cehalet, eğim olmadan çaresi bulunamayacak
bir derr ve her türlü “felâken başı”dır:
“Felâken başı, hiç şüphe yok, cehâlemiz;
Bu derde çâre bulunmaz –ne olsa- mektepsiz.
Ne Kürd eliayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arap;
Ne Çerkes’in, ne Laz’ın var bakın, elinde kitap!
Hülâsa millen efrâdı bilgiden mahrum.
Unutmayın şunu lâkin: “Zaman: zaman-ı ulûm”.
Mehmet Akif’e göre İslâm toplumunun asıl
çıkmazı gelenek göreneklerini sorgulamadan onlara
bilinçsizce tabi olmaktan, asırlar boyu süregelen tabulardan
kopamamasıdır.
Mehmet Akif’in hemen bütün şiirleri, şairin
mensubu olduğu millen sevinç ve acılarının mısralarla
seslendirilişidir. Bu mende tembellik ve cehalen
kontrol alna aldığı ve yöneği bir toplumsal
yaşam resmedilmişr. Resmin ana teması cehaler.
Cemiyet hayanda bir çeşit “körlük” olarak yer alan
cehalet, şaire göre İslam âleminin başarısızlığında ve
geri kalmışlığında en etkin sebeplerden biridir. Bilgisizliğin
bu dönem Osmanlı toplumunun hayana
girmesi nedensiz değildir. Zira Osmanlının ilk dönemlerinde
büyük âlimler yeşren medrese kurumu,
zamanla zayıfladığı için işlevsiz kalmışr. Sonradan
yeşen âlimler topluma ışık tutacak, onları doğru
yönlendirecek kadar öğreci olamamışlardır. Akif,
cahil bir toplumsal yapının oluşmasında bu dönemde
ortaya çıkan bilgide ve ileşimde yetersiz din
adamlarını da sorumlu tutmaktadır.
Zira Akif’e göre insanın ilk görevi cehalet karanlığından
çıkıp irfan aydınlığına yükselmek olmalıdır.
Mehmet Akif, okuyucusuna başarıyı sağlam
bir eğimde, inançta, özgüven ve çalışkanlıkta araması
gerekğini tavsiye eder. Ancak bunun için önce
bir rehber, kendisini doğru yönlendirecek bir kılavuz
edinmesi gerekir; o da gerçek anlamda yeşmiş
“ulemâ” sını olmalıdır. Akif, Avrupa’ya ilim edinmesi
için gönderdiği, hayalindeki ideal nesli temsil eden
Âsım’a “Halka yol gösterecek bir kılavuz var:
Ulemâ / Kalanın hepsi de boş” der. Bu sözlerle İslâm
âleminin pozif ilimlere olan ihyacı ve şairin bu ih-
yacın mutlaka karşılanması gerekğine ilişkin inancı
vurgulanmışr. Söz konusu ihyacın karşılanması,
Akif’in ifadesiyle bir “muallim ordusu”nun yeşmesine
bağlıdır. Ancak şaire göre, kendi toplumuna yararlı
olabilmesi için iyi yeşmiş bir muallimin ölçüleri
bellidir.
İnsanın iyi bir öğreci olabilmesi için evvela
“iman, edep, liyakat ve vicdan” diye dört mühim
vas haiz olmalıdır: “Muallim diye olmak gerekr
imanlı; / Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı. / Bu
dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü, büyük”
Mehmet Akif, şiirlerinde hakikan anlaşılması
için bazen zıt kutuplardan, bu yöndeki karşılaş-
rmalardan da yararlanır. Fıtran adalende bilgi
edinmek ve ilerlemek için çalışmayanları kayırmak
gibi bir issnanın olmadığını belirten şair, ilahi kanunun
hayata hakkı olanları tanıdığını, tembellikten
veya cehaleen kaynaklı geri kalmışları da bir bir
ortadan kaldırdığını ifade eder. Doğu toplumunun
rahana düşkün anlayışını ve bunun sonucu olan
geri kalmışlığını eleşrir. Geri kalmış toplumların
karşısına, örnek olsun diye her bakımdan ileri teknolojiyle
mücehhez çalışkan toplumları koyar. Akif, bunu
yaparken aynı zamanda okuyucuyu düşündürmek
/ uyandırmak için mütefekkir geçinen çevrelerin
taklid’i öne çıkaran anlayışlarını da eleşrir.
“İçmaî, edebî, hâsılı, her meselede / Garb’ı
taklîd edemezsek, ne desek beyhûde” veya “Bir
de din kaydını kaldırmalı, zira o belâ / Bütün esbâb-ı
25
terakkîmize engel hâlâ!” diyen “mütefekkir geçinen” gençlerin yaklaşımlarını bir ‘özgüven sorunu’ ve
‘taklitçi anlayış’ olarak yorumlar. Nitekim bu dönemde kimi çevreler, “İslam’ı, terakkiye tahammülü olmayan
bir din” olarak tanıtma ve bu yönde bir algı oluşturma çabasındadır. “Avam” kesim, bu çabadan etkilenmiş
ve “eâr-ı umumî”den biri olarak ifade edilen “Bu fesadın başı hep fen okumakr” fikrine inanmış
görünmektedir. Oysa bu fikir, cühelânın üreği beyhude bir fikirdir. Mehmet Akif, bu yüzdendir ki, türlü
toplumsal gelişmenin ve kalkınmanın önünde en büyük engel olarak “cehâlet”i görmektedir. Çünkü şair,
“Hissi yok, fikri bozuk, azmi dersen: Meflûç!” insanlar istemez. Ona göre insan önce öğrenmeli, kendini
tanımalı ve sonra da geleceği için gayret etmelidir. Akif’in bu bağlamda aradığı ideal insan pi, Safahat’ın
alncı kitabı Asım’da ahlaklı, dürüst, çalışkan, bilgili, vatan ve millet sevgisiyle dolu, her türlü ırkçılığa karşı,
Allah rızasını kazanmış dindar bir kimlik olarak tasvir edilir.
Akif, bir toplum için cehalen nasıl bir düşman, çalışıp öğrenmenin de ne derece gerekli olduğunu
“Vaiz Kürsüde” adlı şiirinde dile gerir.
Pek çok şiirinde geçen “çemenzâr-ı terakkî”, “esbâb-ı terakkî”, edvâr-ı terakkî”, ve “seyr-i tekâmül”
terkipleri, Akif’in ilme ve irfana olan inancını belirten göstergelerdir. Ona göre asıl insan, marifet sahibi,
yani, çağın bilim ve tekniği ile donalmış faziletli insandır. Fazilet ise dindarlık, vatanperverlik, doğruluk,
çalışkanlıkr; hürriyete, hakka ve eşitliğe inançr” Bu inancını kaybeği dönemlerde toplumu uyarmayı
ihmal etmeyen Akif, kendisinden bekleneni yapğında da topluma hak eği övgüyü yağdırmaktan da geri
kalmamışr. “Bülbül”deki hüznü “İsklâl Marşı”nda millî coşkuya dönüştüren şairin tavrı buna açık bir örnekr.
Akif, cehalet ve eğim arasındaki bağlanyı, din, din adamı, halk, aydın, gençlik ve modernlik anlayışı
çerçevesinde kurgular. Mille kurtaracak olan, modern okullarda ve modernizmi yakalamış olan medreselerde
eğim verecek imanlı, edepli, liyakat ve vicdan sahibi öğretmenlerdir. Akif’in anlayışında, mille
eğitme noktasında, öğretmen ile din adamı arasında bir fark yoktur. Burada verilecek eğimde Ba’nın
bilim ve tekniğinden azami ölçüde isfade edilecek; eğim teorik olmaktan çok uygulamaya yönelik olacakr.
Millî yapıdaki çözülmeyi engellemek öncelikli hedefler arasındadır.
İlkay UĞURDAN
26
Akif’in cenazesi
Akif’in Edirnekapı’daki kabri
27
Yurduma Tek Düşman
Ayak Basmasın
Mehmet Akif Ersoy ( 20 Aralık 1873- 27 Aralık
1936 ) , cehalet, taassup, fakirlik, inançsızlık, vatan,
milli değerler, köksüzlük konularında yazan; günümüze
kadar 8 kitabı bulunan Türk şair, veteriner
hekim, öğretmen, haz, Kur’an mütercimi, siyasetçi
ve İslamcılık anlayışının temsilcisidir.
Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’da
Fah ilçesinin Karagümrük Sarıgüzel Mahallesi’nde
dünyaya gelmişr. Babası Arnavut kökenli Fah
Medresesi öğretmenlerinden Mehmet Tahir Efendi,
annesi Buharalı Emine Şerife Hanım’dır. Mehmet
Akif Ersoy, Emir Buhari mektebinde ilköğrenimini
tamamladıktan sonra Fah Muvakkithanesi sıbyan
mektebine yazılmışr. Babası Mehmet Tahir Efendi
ise bu dönemde Akif’e Arapça öğretmeye başlamış-
r. Ortaöğrenime Fah Merkez rüşyesine başlamış,
ayrıca Fah Camii’nde Farsça derslerine kalmışr.
Babasının da katkısı ile şair, dil derslerine oldukça
ilgi duymuş özellikle rüşyedeki eğimi boyunca
Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca derslerini üstün
başarılar ile tamamlamışr. Edebiyat eğimini
Mehmet Rauf’un üstlendiği okulda üç yıl boyunca
tamamlayıp yüksek kısmının birinci sınında okurken
1888 yılında babasının vefa, ardından büyük
Fah yangınında evlerinin yanması sebebi ile meslek
sahibi olmak için Mülkiye Baytar Mektebi’ne başlamışr.
Burada spor ile ilgilenerek mahalleden arkadaşı
Kıyıcı Osman Pehlivan’dan güreş öğrenmişr.
İlgi alanı ise başlangıçta güreş ve yüzücülük olmak
üzere koşu, gülle atma yarışlarına kalmışr. Şiire
olan ilgisi ise okulun son iki yılında yoğunlaşmışr.
Mehmet Akif, Mülkiye Baytar Mektebi’nin baytarlık
bölümünü birincilikle birmişr. Mezuniyenin hemen
ardından Fransızcayı gelişrmiş, yaklaşık al ay
içerisinde Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek haz olmuştur.
1893 – 1894 yılları arasında Hazine-i Fünun dergisinde
birer gazeli, 1895’te ise Mektep dergisinde “
Kur’an’a Hitap” adlı şiiri yayımlanmışr.
Mehmet Akif Ersoy, Milli mücadele döneminde
birçok alanda önemli roller üstlenen şairdir.
Kaleme aldığı Çanakkale Şehitlerine ve İsklal Marşı
şiirlerinin yanında, Anadolu’nun birçok şehrinde verdiği
vaazlarla milli mücadele döneminin unutulmaz
şahsiyetlerinden biri olmuştur.
Mehmet Akif Ersoy ve arkadaşları Sebilürraşad
Dergisi ile halka ümit ve iman duygusunu aşılamaya
çalışmışr. Anadolu’da Balıkesir, Ankara, Burdur,
Konya, Kastamonu, Eskişehir gibi birçok şehri
gezerek halkı milli mücadeleye destek olmaya davet
etmişr. Giği birçok şehirde ve camilerde verdiği
vaazlara birçok insan kalmış, içinde bulunulan durumu
Akif’in ağzından öğrenmişlerdir.
28
Mehmet Akif Ersoy Kurtuluş Savaşı’nın ilk zamanlarında, Milli Mücadele’nin milli duygularla dolu
bir ruh içerisinde kazanılmasına katkı sağlamak amacı ile dönemin Milli Eğim Bakanlığı, 17 Şubat 1921
tarihinde bir şiir/güe yarışması düzenlemişr. Ayrıca Meclis tarandan takip edilen yedi aylık bir dönem
sonunda halka ve orduya güç ve moral verme faydalarının da güdüldüğü bir etkinlik planı yapılmış, yarışmanın
sonunda kazanacak şaire para ödülü verileceğinin bildirisi yayımlanmışr. 23 Aralık 1920 tarihinde
ilelen eserler değerlendirilmiş, ancak milli marş değerinde bir eser bulunamamışr. Dönemin Milli Eğim
Bakanı Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif Ersoy’un yarışmaya ödül konulduğu için kalmamış olduğunu
öğrenmiş; ödül konusunun çözüleceğini iletmişr. 5 Şubat 1921 tarihli bu mektubun ardından Mehmet
Akif Ersoy, Tacen Dergâhındaki evinde marşı 10 günlük bir zaman içerisinde kaleme almışr. 17 Şubat
1912’de Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan İsklal Marşı, 1 Mart 1921’de Hamdullah Suphi Bey
tarandan Meclis’te okunmuştur. Meclis görüşmeleri sonucunda 12 Mart 1921’de “ İsklal Marşı”, milli
marş olarak kabul edilmişr.
Gamze Beren ÇETİN
29
Halas Dakkaları
Bundan tam yüz bir sene önce, eli öpülesi millî şairlerimizden Mehmet Âkif Ersoy’un millemize
armağan eği İsklâl Marşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarandan kabul edilmişr. Millemizin is-
klâli için, “Korkma!” diye haykırarak kahraman askerimize ve fedakâr halkımıza moral verip destek olmuştur
ve millemizin gönlüne çelikten taht kurmuştur. Ekmeksiz yaşayıp vatansız yaşayamayacağımızı
bizlere en iyi şekilde anlatmışr. İman ve vatan aşkının, et ve rnak gibi hep bir arada olduğunu, tarihe
aln harflerle kazınmış o mübarek şiirleriyle en ihyaç duyulan dönemde, Millî Mücadele Döneminde,
halkımıza harlatmışr. Ve Allah’ın izniyle zafer bizim olmuştur.
Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Mehmet Âkif’in; Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fah Kürsüsünde
(1914), Haralar (1917), Asım (1924) ve Gölgeler (1933) olmak üzere toplam yedi eseri bulunmaktadır.
Bunların dışında; Cenk Şarkısı, İsklâl Marşı ve Ordunun Duası gibi kitaplarda olmayan şiirleri
de vardır.
Yılmam ölümden, yaradan, askerim;
Orduma “gâzi” dedi Peygamberim.
Bir dileğim var, ölürüm isterim:
Yurduma tek düşman ayak basmasın.
30
Âmin desin hep birden yiğitler,
“Allahu ekber!” gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allahu ekber!
Millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy, kendisine sorulan bir soru üzerine İsklâl Marşı için şunları
söylemişr:
“Binbir fecayi karşısında bunalan ruhların ısraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir
zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir harasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse
yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir ark benim değildir.
O, millen malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bir daha bu millete
bir İsklâl Marşı yazdırmasın!”
Mehmet Âkif’in bu sözlerinden ve İsklâl Marşı için teklif edilen para ödülünü kabul etmeyip
ihyaç sahiplerine bağışlamasından da anlaşılacağı üzere; kendisi çok mütevazı ve vatan
millet aşkıyla yanıp tutuşan yüce gönüllü bir insandır.
Şairliğin yanı sıra baytarlık ve milletvekilliği de yapmış olan millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy,
27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu’nda bulunan Mısır Apartmanı’nda siroz sebebiyle 63 yaşında
hayata gözlerini yummuştur. Arkasındaysa tarih kokan o nadide şiirlerini ve millemize olan
en büyük armağanını, İsklâl Marşı’nı, bırakmışr. Kendisini saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.
Allah bir daha bu millete bir İsklâl Marşı yazdırmasın!
Yusuf KÖSEMUSUL
31
Sen Sahp Çıkarsan Bu
Vatan Batmayacaktır
Mehmet Akif Ersoy isklal marşımızın
güekârı, şairi ve yazarıdır. 20 Aralık 1873'te İstanbul’da
doğmuştur. Babası Fah Medresesi müderrislerinden
Mehmet Tahir Efendidir. Mehmet Tahir
Efendi, ona ebcet hesabıyla doğduğu yıl olan
1290'a karşılık gelen Rağıf ismini vermişse de çevresi
tarandan Akif olarak çağrılmışr. Mehmet
Akif Ersoy dışında bir de Nuriye adında bir kızları
vardır.
Mehmet Akif 1878 yılında, 4 yaşındayken
Fah’te Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne gitmişr.
Burada iki yıl eğim gördükten sonra Fah İbdaisi'ne
geçiş yapmışr. Aynı yıl babası ona Arapça
dersleri vermeye başlamışr. Mehmet Akif, 1882
yılında ilköğremini tamamlayarak Fah Merkez
Rüşyesi'ne başlamışr. Ayrıca Fah Camii'nde
Esad Dede'nin İran Edebiya derslerine kalmışr.
Lise eğiminde Mülkiye'nin İdadi bölümünde başladıktan
sonra yüksek kısmına geçiş yapmışr. Kısa
bir süre sonra evlerinin yanması ve babasının vefa-
sebebiyle okula devam edemeyip sivil veterinerlik
okulu olan Baytar Mektebi'ne geçmişr. İlk şiirlerini
bu dönemde yazmaya başlamışr.
1895 yılında ilk eseri olan 7 beyitlik gazeli
"Kur'an'a Hitab", Servet-i Fünun Gazetesi'nde yayımlamışr.
4 yıl boyunca Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da
görev yapmışr.
1 Eylül 1898'de 25 yaşında iken Tophane-i
Amire veznedarı Mehmet Emin Bey'in kızı İsmet
Hanım ile dünya evine girmişr. Aynı yıllarda Maarif
Dergisi'nde ve Resimli Gazete'de şiir yazıları ve
Arapça, Farsça ve Fransızca'dan yapğı çevirilen
yayımlanmışr. 1906 yılında Halkalı Ziraat Mektebi'ne
Kitabet-i Resmiye Muallimi ve 1907'de Çilik
Makinist Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak atanmışr.
Ardından bir yıl sonra II. Meşruyet'in ilan
edildiği dönem İstanbul'da Umur-i Baytariye Dairesi
Müdür Muavinliği'ne gerilmişr. 1908-1910
yılları arasında "Sırat'ı Müstakim" dergisinde yazdığı
dönem en ünlü şiirleri "Küfe" ve "Seyfi Baba"
yayımlanmışr.
1913'te İhat ve Terakki Cemiye'ne girdi.
I. Dünya Savaşı sırasında bu cemiyete bağlı bir örgüt
olan Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Almanya'daki
Müslüman tutsakların durumunu incelemek
üzere Berlin'e gönderilmişr. Berlin'in ardından
Arabistan ve Lübnan'a gitmiş ve burada badoğu
ayrımına şahit olmuştur. İstanbul'a döndükten
sonra Dar’ül Hikmet-i İslamiye'nin başkâpliğine
atanmışr. Miili Mütareke döneminde kurtuluş
harekene destek vermişr. Balıkesir'de yapğı
konuşmadan dolayı İstanbul'daki görevinden alınmışr
ve Ankara
Hüküme'nin kurulmasından sonra Burdur
Milletvekili olarak meclise girmişr.
O sırada Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin
desteği ile İsklal Marşı için açılan yarışmaya giren
Mehmet Akif Ersoy, 724 şiir arasından yarışmayı
kazanmışr. 18 Mart 1921'de kabul edilen şiir,
1924 yılında Osman Zeki Üngör tarandan bestelenerek
"Türkiye Cumhuriye'nin Milli Marşı" olarak
ilan edilmişr. Mehmet Akif Ersoy yarışmadan kazandığı
500 lirayı kabul etmeyerek Türk Ordusu'na
armağan etmişr.
Sakarya Zaferi'nden sonra İstanbul'a geldi
ancak İslami uyanışçı düşünürlerden olan Mehmet
Akif Ersoy, Cumhuriyet'in laik düzeninin oturması
sebebiyle Mısır'a gitmişr. 1936 yılına kadar Mısır'da
Türk Dili ve Edebiya dersleri verdi. Siroz'a
yakalanması üzerine 1935'te Lübnan'a, 1936'da
Antakya'ya gitmişr. Hastalığının ilerlemesi üzerine
ülkesine döndü ve 27 Aralık 1936'da İstanbul'da
vefat etmişr. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'nde bulunmaktadır.
Yelz YILMAZ
32
Eslem ADIGÜZEL
33
Mehmet Akf Ersoy
Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873’te Fa-
h’in Nasuh mahallesinde doğdu. Babası Fah
Medresesinde müderrislik yapıyordu. Annesi Buharlı
Mehmet Efendi’nin kızı Cemile Hanım Samsun’da
doğdu. Babası ebced hesabıyla (Arap alfabesinde
her harfin bir rakamı karşılayacak şekilde
anlamsız sekiz sözcüğün meydana gerdiği bir hesaplama)
ismini Rağıf koydu fakat çevresi ona Akif
diye hitap ederdi. Çocukluğunda Osmanlı en zayıf
dönemlerinden birini yaşamakta ve Avrupa’da
“Hasta Adam” olarak anılmaktaydı. İlköğrenimine
Fah'te Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde o zamanların
âde gereği dört yıl, dört ay, dört günlük
iken başladı. Üç yıl sonra ipdai (ilkokul) bölümüne
geç ve babasından Arapça öğrenmeye başladı.
Ortaöğrenimine Fah Merkez Rüşyesi'nde başladı
(1892). Bir yandan da Fah Camii'nde Farsça
derslerini takip e. Dil derslerine büyük ilgi duyan
Mehmet Âkif, rüşyedeki eğimi boyunca Türkçe,
Arapça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu
okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin
"hürriyetperver" aydınlarından birisi olan Türkçe
öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi idi.Rüşyeyi
birdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini
isyordu ancak babasının desteği sonucu
1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi'ne
kaydoldu. 1888'de okulun yüksek kısmına
devam etmekte iken babasını kaybetmesi ve ertesi
yıl büyük Fah yangınında evlerinin yanması aileyi
yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa
Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yap, aile bu
eve yerleş. Ark bir an önce meslek sahibi olmak
ve yalı okulda okumak isteyen Mehmet Akif,
Mülkiye İdadisi'ni bırak. O yıllarda yeni açılan ve
ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar
Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu.
Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde
bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamen Paşa pozif
bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu. Okul
yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; mahalle arkadaşı
Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi; başta
güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş,
koşma ve gülle atma yarışlarına kaldı; şiire olan
ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaş. Mektebin
baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle birdi.
Mezuniyenden sonra Mehmet Âkif, Fransızcasını
gelişrdi. 6 ay içinde Kur'an'ı ezberleyerek
hâz oldu. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve
1894'te birer gazeli, 1895'te ise Mektep Mecmuası'nda
"Kur'an'a Hitab", adlı şiiri yayınlandı, memuriyet
hayana başladı. Okulu birdikten hemen
sonra Orman ve Vaadin ve Ziraat Nezare’nde memur
olan Mehmet Âkif, memuriyet hayanı 1893–
1913 yılları arasında sürdürdü. Bakanlıktaki ilk görevi
veteriner müfeş yardımcılığı idi. Görev merkezi
İstanbul idi ancak memuriyenin ilk dört yılında
teiş için Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da
bulundu. Bu sayede halkla yakın temas
halinde olma imkânı buldu. Bir seyaha sırasında
babasının doğum yeri olan İpek Kasabası'na gidip
amcalarıyla tanış. 1898 yılında Tophane-i Âmire
veznedârı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım'la
evlendi; bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, Emin,
Tahir adlı çocukları dünyaya geldi.
Mehmet Âkif, edebiyata olan ilgisini şiir
yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü.
Resimli Gazete'de Servet-i Fünun dergisinde
şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul'da bulunduğu
sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı
Ziraat ve Baytar Mektebi'nde (1906) kompozisyon
(kitabet-i resmiye), sonra Çiçilik Makinist
Mektebi'nde (1907) Türkçe dersleri vermek üzere
öğretmen olarak atandı. Aynı dönemde Millî Eği-
m Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası üzerine
arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına
kalmaya ikna e.. Konulan 500 liralık
ödül nedeniyle başlangıçta kalmayı reddeği bu
yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri
yeterli bulunmamış ve en güzel şiiri Mehmet
34
Akif’in yazacağı kanısı mecliste hakimdi.
Mehmet Âkif’in yarışmaya kalmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çekler.
Şairin orduya ithaf eği İsklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı.
Hamdullah Suphi Bey tarandan mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921
Cumartesi gününde ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer
bünyesindeki Dar’ül Mesai vakna bağışladı. İsklal Madalyası aldı. Daha sonra sağlığı nedeniyle milletvekilliğinden
isfa e. Yakın arkadaşının öldürülmesi üzerine kendisini bir süredir Mısır’a davet eden
Hıdiv Abbas Halim Paşa’nın davene icabet e. Mısır’da Kur’an’ı Kerim’i çevirmeye başladı ancak Türkçe
kuran ve ezan projesini duyunca bu projeye alet olmamak amacıyla mukaveleyi feshe.
Yazdıklarını İhsan Efendiye vererek ölür de dönmezse yakmasını nasihat e. Kur’an meali
ile uğraşırken aynı zamanda da Türkçe dersleri verdi. Siroz dolayısıyla Lübnan’a daha sonra da Antakya’ya
gi ancak Mısır’a hasta olarak döndü 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a geldi. 27 Aralık
1936’da Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nda vefat e. Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.
Aslhan AKÇE
35
Okunsun İstklal Marşı
Millete marşın bir armağan
Türklüğün en güzel örneğisin sen
Korkma dedin korkmuyoruz
Ne düşmandan ne yokluktan ne cehaleen
Yazdın İsklal Marşı'mızı
Kırk sekiz saat içinde
Sayende şanlı şehitlerimizi
Anıyoruz en güzel biçimde
Bu bayrak alndaki her Türk
Borçlu askerimize, Kemal'e ve sana
İşte bu yüzden o şanlı marş
Okunur vatanın her bir karış toprağında
Okunsun İsklal Marşı
Susmasın ezanlar
Bu millen yaşayacak
Çok onurlu günü var
Özge GENÇ
Neden Azmn Bu Kadar Sessz
Mehmet Akif Ersoy; gerek edebi kişiliğiyle, gerek ahlakı ve hayat tarzıyla, hem yaşadığı dönemde
hem de günümüzde çok saygıdeğer ve örnek alınası bir insandır. Yaşadığı dönem bir imparatorluğun
çöküşüne denk geldiği için bu onun edebi hayana da yansımışr ve ona göre şekillenmesini sağlamışr.
Hepimizin Mehmet Akif denildiği zaman aklına, Türk millene yazmış olduğu İsklal Marşı gelir.
O dönemde olduğu gibi şimdide büyük bir hayranlıkla okumaktayız bu şiiri. Belki de bunun sebebi
her okuduğumuzda farklı bir ayrınyı fark etmemizden kaynaklanıyordur.
Osmanlının çöküşünün gerçekleşği o yıllarda birçok yazar ve şair ortaya çıkmışr. Elbee
Mehmet Akif de bunlardan bir tanesidir. Eserlerinde yalnızca bulunduğu dönemin problemlerini ele
almışr. Onu diğer yazar ve şairlerden ayıran şey ise eserlerini İslamcılık anlayışına göre yazmasıdır.
Ona göre sanat; sanat için değil, toplum için olmalıdır. Her zaman halka faydası olacak, onların yararına
şeyler yazmışr. Bunun en büyük örneği de İsklal Marşı’mızdır. İsklal Marşı da olmak üzere tüm
eserlerini halkı bilinçlendirmek amacıyla yazan Mehmet Akif sananı toplum için yapğını da kanıtlamış
olmaktadır.
Ecenaz TUTAR
36
Manev Komutan
Manevi Komutan
İstemiyordu hiçbirini,
Para, şan ve şöhre.
Mütevazıydı kendisi
Ve yorgundu gözleri.
Ne bir sitemi vardı, ne bir şikaye,
Şiirlerle ifade ederdi düşüncelerini
Mazeretler üretmeyen kendisi
Çare bulup uygulayan bir kişiydi
İsklal Savaşı sırasında
Bir umuu o adeta
İdealist insan Mehmet Akif
Manevi komutandı aslında
Ayşe Nur KERVAN
37
Mehmet Akf Ersoy’un Eğtm
Üzerne Düşünceler
Öncelikle Akif’in Eğim üzerine düşüncelerini
değerlendirirken içinde yaşadığı Sosyal
ve Siyasal durumu göz önünde bulundurmamız
gerekiyor.
Mehmet Akif’in doğduğu ve yeşği
dönem, ba medeniyenin her yönden şaha
kalkğı ve diğer medeniyetlere elindeki tüm silahlarla
saldırdığı bir dönem. Banın bu silahlarından
en önemlisi tabii ki de eğim.
Osmanlı aydınları bu şahlanışı görüyor
ve saldırılara önlem almaya çalışıyordu. Çoğu
Tanzimat aydını orijinal fikir üretmek yerine,
Ba’nın bazı fikir ve eğim akımlarını olduğu
gibi kopyalayıp, kurtuluş reçetesi diye sunuyordu.
Ancak, sundukları reçeteler ve yapkları uygulamalar;
İslam toplumuna değil merhem olmak,
halkın içine nifak sokuyor, ruhları parçalıyor,
inançları yok ediyordu.
Bu dönemde Mehmet Akif de bir eğim
modeli ortaya koymuştu. Akif’in eğim ideallerini
Safahan alncı kitabı Asım’da bulabilmekteyiz.
Akif ümmen kurtuluş reçetesini iki temel
unsura bağlamaktadır.
Birincisi; Marifet, İkincisi Faziler. Bu
iki temel üzerine Akif’in eğim ideallerini inşa
eğini söyleyebiliriz.
Marifet; bilim, teknik, hüner ve uzmanlık
anlamlarına
Fazilet; yüksek hasletler ve güzel ahlak
anlamına gelmektedir.
Akif’e göre marifet gelişmenin maddi
şartlarını hazırlarken, fazilet maddi olan şeylerin
değer ölçüsünde kullanılmasını sağlar.
ahlaklı ve iyi huylu olur, ama maddi güç ve kudreen
yoksunsa o mille miskinliğe sevk eder.
Akif’e göre marifet ve fazilet ayrı ayrı düşünülemez.
Bu iki kavram birbirleriyle var olur.
Mehmet Akif Ersoy, toplumun ve devle-
n içinde bulunduğu şartlar ibariyle kaleme
aldığı yazı ve şiirlerde insanları eğitmeyi, terbiye
etmeyi ve onlara bir şahsiyet kazandırmayı hedefler.
Ancak eğimli nesillerin sistemli çalışmaları
sayesinde problemlerin üstesinden gelinebileceğinin
farkındadır. Başka bir ifadeyle; “yığılan
sorunların çözülebilmesi, bilimde ve teknolojide
gereken alımların sağlanabilmesi, ülke insanlarının
işsizlikten, yokluk ve sefaleen kurtulabilmeleri
için sonuç gerecek, çözüm üretecek bir
eğim” (Taşdelen, 2008: 151) programının uygulanması
gerekği görüşündedir. Bu nedenle
toplumun ve özellikle çocukların eğimini çok
önemser. Dolayısıyla Sırâmüstakîm/
Sebîlürreşâd dergisindeki köşe yazılarında da
eğimin önemi üzerinde durur. Örneğin Sırâmüstakîm
dergisinin 16 Haziran 1910/8 tarihli
sayısındaki “Hasbihâl” başlıklı yazısında çocukların
eğimine değinir “Bizim adam olabilmemiz
için çocuklarımızı okutmaktan, îcâb-ı asra (asrın
gerekliliklerine) göre terbiye etmekten başka
çâre olamayacağını anlamayan ya hiç yoktur, ya
pek azdır.” (Mehmet Âkif, 2015a: 265) cümlesiyle
başladığı bu yazıda, millen iskbalinin yeni
yeşen neslin ancak modern bilgilerle donalmasına
bağlı olduğunu anlar. Sadece kendi bildikleri
kadarını çocuklarına aktarmayı yeterli
bulan ebeveynleri, geleceği katletmekle suçlar.
Hz. Ali’nin; “Ciğer-pârelerinize
(çocuklarınıza) yalnız kendi terbiyenizi giydirmeye
çalışmayınız. İyice harınızda olsun ki onlar
sizin yaşamakta olduğunuz zamandan başka bir
zaman için yaralmışlardır.” (Mehmet Âkif,
2015a: 265) sözünü harlatarak modern çağa
Bir millen eğimi bireylerine marife
uygun bir eğim anlayışının gerekliliğini vurgular.
Bu noktada üzerinde durduğu husus ise veri-
veremiyorsa ya da yeterli değilse; o millet yalnız
faziletle yükselmez. Belki millen insanları güzel
len bilgilerin çocukların seviyelerine uygun ol-
38
ması gerekğidir. Oysa eğim kurumlarında öğrencilerin
uzun yıllar anlayamayacakları, faydasız bilgileri
ezberlemek zorunda bırakıldıklarını belirr. Söylediklerine
kanıt olarak da okurlarından kendi eğim
günlerini harlamalarını ister. Zira sekiz yaşında ezberlediği
birçok şeyi ancak otuz sene sonra anlayabildiğini
ve on beş yaşlarında iken okuduklarını anlayabilmesine
ise ömrünün yetmeyeceğini ifade eder.
Eğim kurumlarındaki bu yoğun bilgi aktarma necesinde
çocukların beyinlerinin, “hazmedemeyeceği
kadar kuvvetli yemeklerle harap edilen mide gibi”,
asıl işlevini yapamaz bir hâle gerildiğini söyler.
Metni sohbet üslubuyla kaleme
alan Mehmet Akif, yazının
devamında ise konuyu
ders kitaplarına ge-
rir. Yazarları
tarandan küçük
çocuklar
için hazırlandığı
ifade
edilen bu
kitapları,
kendisinin
bile anlamakta
zorluk çekğini
belirr. Öğretmenlerin
anlatmakta, öğrencilerin
de anlamakta güçlük çekeceği bu
kitaplara tepki gösterir. Dediklerinin doğruluğundan
şüphe eden okurları ise çocukların her gün okula
götürüp gerdikleri kitapları bir kere gözden geçirmeye
ve çocuklara okudukları şeylerden ne anladıklarına
dair sorular sormaya davet eder. “Görecekler,
anlayacaklar ki o biçare yavrucaklar hiçbir şey anlamıyorlar;
Beyinlerindeki maluma emanet para gibi
taşıyıp duruyorlar!”
Mehmet Akif, ders kitapları mevzuunu 20
Ekim 1910/16 tarihli yazısında tekrar gündeme gerir.
“Yeni Bir Mektep Kitabı” başlıklı bu yazıda, daha
evvel birkaç kere bahseği bu konuda yetersiz de
olsa olumlu gelişmeler görüldüğünü iler ve bu çalışmaları
yapanlara teşekkür eder. Buna karşılık;
“Askerimizi yeni silahlarla donatmak ne ise çocuklarımızın
eline zamana göre yazılmış kitaplar vermek
de ayniyle odur.” (Mehmet Âkif, 2015b: 103) diyerek
konunun önemine dikkat çeker ve mevcut çalışmaların
henüz yeterli olmadığını harlar.
Çevresine ümit, azim ve sevinç taşımakla görevli
olduğuna inanmış bir vatansever olan Mehmet
Akif, ayrıca Türk-İslam-Ba ahlâkının soylu değerlerini
nefsinde toplamak sureyle mükemmel bir insan
pi çizmiş, sonra kendi vatandaşlarını da aynı değerlerle
güçlendirmeyi hedeflemiş. Ona göre güçsüzlük
ve yenilginin asıl sebebi cehaler. Bu yüzden
toplumu saran cehale acilen tedavi edilmesi
gereken bir hastalık olarak
görmüş ve halkı şu mısralarıyla
uyarmış:
Bir baksana: Gökler
uyanık, yer
uyanıkr;
Dünya uyanıkken
uyumak
maskaralıkr!
Eyvah! Bu zilletlere
sensin yine
illet…
Ey derd-i cehalet, sana
düşmekte bu millet!
Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslam’ı da “batsın” diye tutmuş yediyorsun!
(Safahat, Hakkın Sesleri, s. 254)
İnsanlar cahil kalınca millen hakkını yemenin,
çalışmak yerine yatmanın, ilim ve teknolojiyi
bırakıp sefilce davranışlara dalmanın bir meziyet haline
geleceğinden endişe etmiş ve böyle şeyleri kendine
yakışranları meydanı boş bulan ipsizler olarak
nitelemiş. Böyle hatalı davranışların yaygınlaşmasının
halkın eğimsizliğinden kaynaklandığına inandığı
için onlara da insanlık öğrelmesini tavsiye etmişr.
Bununla hayanın tamamını insanların hakika anla-
39
masına ve insanlık erdemine sahip olmasına harcamayı
birinci vazife telakki eden bir eğimci tavrı sergilemişr
DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ
Mehmet Akif’in ele alınan yazılarında gerek
eğimle bağlanlı olarak gerekse kültür ve
medeniyen muhafazası bağlamında
üzerinde durduğu hususlardan
bir diğeri dil eğimi konusu
olmuştur. Doğru ve kaliteli
bir eğimin iyi bir dil öğre-
minden geçğini vurgulamış
ve bu yönüyle
okullarda verilen dil
derslerini değerlendirmişr.
Mevcut
eğim sisteminde
dil öğreminin gramer
kurallarını ve
kalıp ifadeleri ezberletmekten
ileri
geçmediğini, çocukların
hiçbir şey
anlamadan yıllarca
tekrarladıkları bu
derslerden yıldıklarını
belirr. Bu sebeple
de Arapça,
Farsça veya Fransızca
gibi yabancı dilleri kendilerini
ifade edecek seviyede
bile öğrenemediklerini
ifade etmişr. Uygulanan
mevcut yöntemin yerine,
sadece önemli kuralların
kısa ve öz şekilde öğrelmesini ve
kısa cümlelerden başlayarak uzun cümlelere
geçilen praklere önem verilmesini teklif etmişr.
Fakat bu sırada modern eğim kapsamında
yabancı dil öğretelim derken gelecek nesilleri kaybetme
riskine vurgu yapar, halkı uyarır. Ancak kendi
genel yaşam felsefesine uygun olarak bu konuda da
kesin bir tavır sergilemez. Sadece dikkatli davranmayı
tavsiye eder. Yeni diller öğrenmenin ve zaman
içerisinde toplumun lügane yeni kelimeler girmesinin
normal ve kaçınılmaz olduğunu bilmektedir. Ancak
dildeki bu yenileşme ve değişmenin maziyle
köprüleri yıkmadan, yavaş yavaş ve doğal yollarla
olmasını istemektedir. Dolayısıyla gerek bilinçsizliğin
ve hayranlığın etkisiyle dile yabancı kelimeler doldurulmasını
gerekse ark yüzyıllardır halkın
diline yerleşmiş yabancı kökenli kelimelerin
ideolojik düşüncelerle değişrilmeye
çalışılmasını yanlış bulur.
Spor
Mehmet Akif ayrıca sporun da insan
eğiminin bir parçası olduğuna
inanan bir aydındı. Koşma,
gülle atma, yüzme ve ata binme
gibi sporlarla meşgul olmakla
birlikte güreş sporunun onun
hayanda ayrı bir yeri vardır.
Mehmet Akif, kendinin güreşe
ilgisini dile gerdiği gibi, oğlunun
spora ilgisinden de gururla
söz etmiş. Böylece, beyin
ve gönül eğiminin beden eği-
mi ile birlikte sürmesi gerek-
ğine inandığını ortaya koymuştu.
Dolayısı ile bir eğimci
olarak o, insanı sadece ruh veya
sadece beden değil, ruh ve bedeni
bir bütün kabul eden bir eği-
mci olarak karşımıza çıkar. Belki
de insanı eğitmenin diğer canlıları
eğitmekten farkı, en iyi bu bilinç sayesinde
ortaya konabilir. Mehmet Akif
mükemmel insan olmanın beyin gücü ile
birlikte beden sağlığına sahip olmaktan geçğinin
de farkındaydı. Bu yüzden kendi döneminde
çok iyi karşılanmamasına rağmen sporla ilgilenmeyi
vak boşa harcamak olarak görmemiş.
Sonuç olarak:
Dini temelleri ihmal etmeden modern eğime
de öncülük yapan Mehmet Akif, insanî değerler-
40
le yaşayıp medeniyete katkı sağlamanın eğimle mümkün olduğuna inanmış ve bu konuda eğim hakkındaki
düşüncelerini genel çerçevesiyle yazılarına aktarmışr. Bu yüzden hayanı insanları eğiterek dünya ve
ahiret mutluğuna hazırlanmayı kutsal vazife bilmiş ve öyle yaşamış. Hayanın çoğunu yediden yetmişe
Türk halkının gerçekleri görmesine yardımcı olmaya adamış ve kendinden sonraki nesillere yol gösterecek
derin izler bırakmış ve Türk halkının eğimine katkıda bulunmuştu. Mehmet Akif’in eğim yolunda en derin
izi İsklal Marşı ile bırakğını ve Türk halkını bugün bile eğitmeye devam eğini söyleyebiliriz. İsklal
Marşı okullarda, resmî kurumlarda ve çeşitli toplanlarda bugün de okunarak Türk halkına onun hedeflediği
ruhu vermeye, yol göstermeye ve eğitmeye devam etmektedir. Bağımsızlığın sembolü olan bayrağın,
onun temsil eği hürriyen ve şehit kanlarıyla alınan vatan toprağının değerini vurgulamaktadır.
Emrhan GEDİK
41
Sevgili Mehmet Akif;
Size bu sarları yazıyorum çünkü yapklarınız ve iz bırakklarınız için size teşekkür
etmeyi kendime vazife görüyorum. Yaşanan onca zulümden sonra vatanımızı bu
denli koruyarak bizlere armağan eğiniz şiirin değeri bizler için paha biçilemez derecede
önemli. Her ne olursa olsun asla okumaktan vazgeçmeyeceğimizi sizlere bildirmek
görevimdir. Dökülen kanlar, aylarca sürüp giden savaşlar... Mutluyuz ki hepsi
geçmişte kaldı. Şimdilerde anlımız ak bir şekilde dolaşıyoruz sokaklarda. Vatanımız
için yapılan bu kadar güzel şey sizin şiirinizle buluşunca bizlerde etkileyici bir iz bırakıyor.
Şiir sanki bizi sizin yaşadığınız dönemde yaşadıklarınıza götürüyor. Her haa başında
okulda marşımızı okurken göklerde dalgalanan bayrağa bakarak sözleri söylemek
bize hediyedir. Senin yazmış olduğun marşımızı tekrar ve tekrar okuyarak sana
sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bedenin hoşça, yüreğin akça yat Mehmet Akif...
Ceren ARSLAN
Sevgili Şairimiz Mehmet Akif;
Her yıl dönümünde saygıyla anıyoruz sizleri. Her sarı mısra mısra kan kokan
bu şiiri gururlu ve şanlı yıl dönümlerinde ciğerlerimiz parçalanana dek daha
bir afiyetle okuyoruz. Söylediğiniz "Allah bir daha bu millete İsklal Marşı yazdırmasın."
sözünüzü yaşatmak adına nice feda olan canlara itafen okuyoruz. Mustafa
Kemal Atatürkün ekği tohumlar sizin yazmış olduğunuz marşın kırmızı suyu
ile yeşeriyor. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı o zor zamanların seçilmiş kelimeleri
için her saygı duruşunda başımızı sizler için dik tutuyoruz. Ve sizlerin kanı adına
bunu devam ereceğiz. İsklal Marşı eşi, benzeri, tekrarı olmayan bir bağımsızlık
sembolü. İlelebet drvam edecek bu devlen, ilelebet okunacak marşı. Hiçbir
teşekkür sizlere olan minnemizi ifade etmeye yetemez. Ama biz Türk mille,
tek bir ağızdan sizlere teşekkür etmeyi canımızın borcu biliriz.
Yağmur MERİÇ
42
Değerli Mehmet Akif Ersoy;
12 Mart İsklal Marşı kabulüne çok az kaldı. Yazmış olduğunuz
İsklal Marşı’mıza isnaden size bir mektup yazmak istedim.
Yazmış olduğunuz bu marşı her okuduğumuzda derinden etkileniyoruz.
Aklımıza bu ülkenin ne zorluklarla kurulduğu ve uğruna feda edilmiş
şehitlerin canları aklımıza geliyor. Siz de dönemin en iyi yazarlarında
biriydiniz ve ilk başta para ödülü olduğu için bu marşı para karşılığında
yazmak size uygun gelmemiş olmalı. O kadar haklısınız ki… Onca yapılan
ısrarlar bile sizi ikna edemeyince kazandığınız takdirde para ödülünün
size verilmeyeceği açıklanmış. Siz de bu durumdan haberdar
olunca yazmaya başlamışsınız. Yarışmaya kalan o kadar kişi içinde
ayakta alkışlanan ve tekrar tekrar okunması istenilen marş sizinki olunca
çok gururlanmış olmalısınız. Şu anda, yazmış olduğunuz günümüz
için öneminden size de bahsetmek isyorum. Marşımız, okulda bulunan
tüm kitaplarımızda, çoğu alanda bir çerçeve içinde bulunuyor. Marşımız
için kısaca toplumumuzun kimliği diyebiliriz. Biz de kimliğimizi benimsedik
ve bir daha isklal marşı yazdırmayacağız. Her şey için herkes
adına teşekkür ederim.
Melek ALICI
43
Elif Sude ÇIRPAN
Melisa MÜJDE
44
Zehra AKIN
45
Nur ÖZBAKAN
Berat Blal AĞIR
46
Nazlı Damla PEKÇEVİK
Merve SERT
47
48
49
50
51
52
53
54
55