16.03.2022 Views

AYAZ-2

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.


AYAZ

içindekiler

04

DİYABETES MELLİTUS

Çağrı Üzel, Duhan Çalışkan,

Eda Usta, Selin Turgut,

Simgesu Karakuş, Utku Gökkan

06

FLÖRT ŞİDDETİ

Aysun Beyza Şahin,

Anıl Emre Sugüneş, Ceren Demir,

Elif Sude Tekiner, Aylar Maleki,

Aylin Genecioğlu, Simal Aydın

09

HIV & AIDS

Aysun Beyza Şahin

10

Akredİtasyon

Deniz Eken

11 12 14

İdealİst Vejetaryenİzm Rabet gözİl

Emre Talha Metin

Caner Karakoca

Anıl Sarıöz

Simgesu Karakuş

Sefa Abay

Sefa Abay, Tuba Somkaya,

Mehmetcan Erincik, Ezgi Demir,

Deniz Sağiş, Şevval Sönmez

2 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


39

18 19

Çİlek kçg

Naz Kara, Pınar Gökgöz,

Pelinsu Saraydar, Hamit Yüksekyayla,

Uğur Mert Ağaçhanlı,

Gökberk Şahinoğlu, Mert Döner

20

savunucu olmak

Gökçen Mumcuoğlu

21

22 24

Bakış açısı algısı

Aslınur Çoban

Mustafa Köseoğlu

26

İklİm KRİZİ

Almina Akgün

36

Naz Kara, Pınar Gökgöz,

Pelinsu Saraydar, Hamit Yüksekyayla,

Uğur Mert Ağaçhanlı,

Gökberk Şahinoğlu, Mert Döner

Lütfi Tokuçoğlu

27

28 34

Egehan DEVRİM’LE

DeğİŞİMDE EVRİM

Simay Dener, Egehan Devrim

kültür şokları

Ayşe Nisa Yolcu, Ecem Tazegül,

Sarina Pakzadeh, Egemen Açıkel

1 Tİyatro

1 kİtap

1PlaylİST

OTİzm

Aç İzleyelİm

bİlİyor musunuz?

Arda Işık, İris Karateke,

Eylül Yıldırım, Bilge Sonar,

Sanat Arası

Gülser Doğan

GEZİNTİ

İlayda Zahteroğulları, İl Deniz

Bayca, İzzet Kaan Muratoğlu,

Mehmet Özerhan, Ferit Aliyev,

Yusuf Elalfy, Aslınur Çoban,

Mustafa Köseoğlu

38

Bergen

Ece Hatipoğlu

Zeynep Köşker,

Aslınur Çoban,

Yüksek İhtisas TÖB

Gönüllüleri

Sefa Abay

Editör

Çok Sevgili Ayaz Dergisi

Okuyucuları,

Ayaz Dergisi’nin ikinci sayısı

aracılığıyla sizlere tekrardan

“Merhaba!” diyor olmaktan

büyük mutluluk duyuyorum.

Öncelikle yazıma, ilk sayıya

gelen güzel yorumlarınız için

teşekkür ederek başlamak

istiyorum. Bütün geri bildirimler

kendimi geliştirebilmem adına

çok değerli oldu. Aynı zamanda

içinde bulunduğumuz yoğun

tempoya rağmen ikinci sayı için

en büyük motivasyon kaynağım

da güzel yorumlarınız oldu.

Bu sayımızda da sizler için

dolu dolu içerikler hazırladık.

Diyabet, vejetaryenlik, iklim krizi,

savunuculuk gibi konularda bilgi

edinebileceğiniz yazılar, değerli

hocalarımızın tecrübelerinden

yararlanacağımız röportajlar,

farklı kültürleri tanıyabileceğiniz

sayfalar, sanat, müzik, sinema,

tiyatro ve daha niceleri…

Umuyorum ki ilk günkü heves

ve heyecanımla hazırladığım bu

sayımızı okurken sizler de en az

benim kadar keyif alırsınız.

Yazımı sonlandırırken içerik

katkılarıyla yanımda olan Yüksek

İhtisas TÖB aileme, davetimizi

kırmayıp röportajlarımıza

katılan çok değerli Rabet Gözil

Hoca’mıza ve çok değerli

Egehan Devrim’e; son olarak da

tüm işlerimde bana destek olan

Yayın Destek Takımıma teşekkür

ediyorum.

Tekrardan görüşünceye dek

hoşça kalın…

AYAZ

3


AYAZ

Diyabetes Mellitus

Halk arasında diyabet

veya şeker hastalığı

olarak bilinen Diabetes

Mellitus, pankreasın

ürettiği insülinin vücut

tarafından etkili bir

şekilde kullanılamaması

ya da vücut için

yeterli miktarda

insülin üretememesi

nedeniyle ortaya çıkan

hastalık türüdür. Birden

fazla diyabet çeşidi

bulunmasıyla beraber en

yaygın iki çeşidi tip 1 ve

tip 2 diyabettir.

Tip 1 diyabet, bağışıklık sisteminin

pankreasın beta hücrelerine

saldırması sonucu, pankreasın

gerekli insülini üretemez hale

gelmesidir.. Çoğunlukla çocukluk

çağında başladığı görülmektedir.

En sık görülen kronik

hastalıklar arasında olmasına

rağmen henüz hastalığı önlemenin

bir yolu yoktur ancak tip

1 diyabet hastaları insülin iğnesi

kullanarak kanlarındaki glukoz

miktarını düzenleyebilirler.

Tip 2 diyabet pankreasın yeterli

miktarda insülin salgılayamaması

veya salgılanan insülinin

yeterli derecede kullanılmaması

nedeniyle kan şekerinin

yükselmesi durumudur. Bu tip

diyabetiklerde rahatsızlık uzun

yıllar klinik olarak belirti vermeyebilir.

Yaşamın ileriki yıllarında

araya giren bir infeksiyon, stres,

ameliyat, gebelik ya da fazla

kilo alınması zaten azalmış olan

beta hücre rezervinin daha da

düşmesine neden olarak diyabeti

klinik olarak ortaya çıkarabilir.

Diyabetli kişilerin %90’ı Tip

2 diyabetlidir. Toplumumuzda

diyabet görülme oranı yüzde

13.7 ve her 7 erişkinden biri

diyabetiktir.

4 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

Diyabetten korunmak için yapabileceğimiz

şeyler de vardır

1)Sağlıklı beslenmeye özen

gösterilmeli. Şekerli ve hamurlu

gıdaların içinde bulunduğu

basit karbonhidratlı gıdalardan

kaçınılmalıdır.

2)Spor yapmak vücudunuzu,

kan şekerinizi düşük seviyede

tutmaya yardımcı olur.

3)Ağız kuruluğu, çok su içme,

gece idrara kalkma, aşırı yemek

yeme şikâyetlerinin kan

şekeri yüksekliğinin belirtileri

olabileceğini bilip bu şikâyetleri

önemseyerek erken dönemde

doktora başvurmak hastalığı

prediyabet aşamasında yakalamak

ve diyabete ilerlemeyi

durdurabilmek için önemlidir.

4)Yapılan bazı çalışmalar en

düşük diyabet gelişme riskinin,

düzenli olarak günde 7-8 saat

uyuyanlarda olduğunu göstermektedir.

Diyabet, fiziksel zorluklarının

yanında psikolojik olarak da

yaşam kalitesini etkileyen bir

durumdur. Sürekli kontrol ve

tedavi gerektiren,yaşam tarzında

zaman zaman kişiyi oldukça

zorlayacak değişiklikler yapmak

zorunda bırakan diyabet; kişinin

yaşamında önemli bir olgudur.

Büyük bir uyum çabası gerektirir

ve bireyin baş etme yeteneğini

ciddi şekilde zorlayarak

strese neden olabilir.

Aynı zamanda diyabet tanısı konulan

kişilerde stresle beraber

psikolojik tepkiler: inkar, öfke,

korku ve kaygı, depresyon,suçluluk

duyguları görülebilir.

Psikolojik tepkileri yaşayan hasta

beslenme,tedavi yöntemi,fiziksel

etkinliklere ilişkin kurallara

uymakta güçlük çeker.İnkar,kızgınlık

gibi tepkiler ve psikolojik

savunmalar hastalığın tedavi ve

uyumunu güçleştirir. Yaşanan

bu olumsuzlukları düşünmek

yerine bununla nasıl baş edebilirim

ve yaşadığım bu durum

için neler yapabilirim sorularına

odaklanmak,depresyon kaygı

durumlarını değil çözüme yönelik

girişim yapmamıza neden

olacaktır.

Diyabetik kişiler için beslenme oldukça

dikkat edilmesi gereken bir konudur.

Sizler için bulduğumuz bir tatlı tarifini

paylaşmak istedik. Yaptığınızda instagram

hesabımızı etiketleyip paylaşmayı

unutmayın. Şimdiden afiyet olsun :)

Unsuz Yağsız Şekersiz Kek Tarifi İçin Malzemeler

3 adet iri yumurta

2 yemek kaşığı pekmez

1 su bardağından biraz az süt

1 tatlı kaşığı tarçın

10 adet kuru incir

Yarım su bardağı iri kırılmış ceviz yada fındık

1 paket kabartma tozu

1 paket vanilya

1,5 su bardağı robotta un haline getirilmiş fındık

1,5 su bardağı robotta un haline getirilmiş ceviz

Unsuz Yağsız Şekersiz Kek Nasıl Yapılır?

Öncelikle incirleri kaynar suya koyup birkaç dakika

bekletiniz. Daha sonra küçük küçük doğrayınız.

Yumurtaları iyice köpürene kadar çırpınız.

İçine diğer malzemeleri ilave edip karıştırınız ve

isterseniz yağlanmış fırın tepsisine isterseniz cupkek

kalıplarına döküp önceden ısıtılmış 180 derece fırında

üzerleri kızarana kadar pişiriniz. (kürdan testi yaparak

pişip pişmediğini kontrol ediniz) Afiyet olsun.

5


AYAZ

FLÖRT

‘‘

Flört şiddeti; duygusal/romantik/cinsel bir beraberlik

içerisinde ya da beraberlik bittikten sonra

partnerlerden birinin diğeri -ya da birbiri- üzerinde

güç ve kontrol kazanmaya çalıştığı, zarar verici

davranış biçimlerini ifade eder. Dünya Sağlık Örgütü’nün

tanımına göre ise flört şiddeti; bir flört ilişkisi

içinde meydana gelen fiziksel veya cinsel şiddettir.

Araştırmalar flört şiddetinin en yoğun yaşandığı

dönemin 16-24 yaş olduğunu göstermektedir.

ŞİDDETİ

Flört Şiddeti Türleri

1)Fiziksel Flört Şiddeti

Flört ilişkisi içindeki

partnerlerden birinin

diğerinin bedenine kasıtlı

zarar vermesidir.

2)Psikolojik Flört

Şiddeti (Duygusal ve

Sözel Şiddet)

Partnerlerden birinin

diğerini küçük düşürecek,

öz güvenini zedeleyecek,

korkutacak

davranışlarda bulunmasıdır.

3-Cinsel Flört Şiddeti

Partnerlerden birinin

diğerini cinsel yakınlık

veya cinsel birliktelik

için zorlaması; duygusal

baskı yoluyla cinsel

birliktelik veya yakınlık

için onay inşa etmesidir.

4-Dijital Flört Şiddeti

Partnerlerden birinin

diğerini kontrol etmek

ve baskı kurmak için

dijital teknolojik araçları

ve sosyal medya

hesaplarını kullanması,

bu araçlar yoluyla tehdit

etmesidir.

6 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


RAHATSIZ EDİCİ BİR

BİÇİMDE SÜREKLİ BİR

ŞEKİLDE ‘STALK’ YAP-

MAK BİR FLÖRT ŞİDDETİ

ÇEŞİDİDİR !

AYAZ

TETİKLEYİCİ

UNSUR

ONAY

GERÇEKTE

HAYIRIN

YOKLUĞU

DEĞİL; SESLİ,

KUVVETLİ VE

İSTEKLİ BİR

EVETTİR !

Fiziksel şiddet daha

kolay fark edilebilen

bir özelliğe sahipken;

duygusal şiddeti fark

edebilmek ve tanımlamak

daha zordur.

Bu nedenle uzun

vadede daha zarar

verici olabilir.

5-Israrlı Takip/Musallat

Olma

Birliktelikleri devam

eden veya son bulmuş

olan partnerlerden

birinin diğerini

korkutmak, rahatsız

etmek üzere sürekli

takip etmesidir.

6- Maddi Şiddet

Birliktelik sürecinde

partnerlerden birinin

diğerini sürekli olarak

maddi olarak sömürmesi

veya maddi

üstünlüğü ile kontrol

etmeye çalışmasıdır.

7-Sosyal Flört Şiddeti

Partnerlerden birinin

sevgi ve kıskançlığını

öne sürerek diğerinin

sosyal ilişkilerini

kısıtlaması, partnerinin

yalnızlaşmasına

sebep olacak şekilde

davranmasıdır.

7


AYAZ

Birçok durumda istismar eden

partner istismar ettiğinin ve sevgilisine

flört şiddeti uyguladığının

farkında olmayabilir. Aynı

şekilde flört şiddetinde hayatta

kalan taraf, ilişkide neler olduğunun

ve kendisine flört şiddeti

uygulandığının bilincine varmayabilir.

Bireysel sınırları netleştirmek

ve sağlıklı bir ilişki ile ilgili

bilinçlenmek flört şiddetini

önlemenin yollarıdır.

İstismar eden olmamak için:

Kendimiz ve tutumlarımız üzerinde

farkındalık geliştirmemiz

en önemli adımdır. Herkesin

partnerinden beklentilerinin olması

doğaldır. Ancak bu beklentilerin

gerçekçi olması gerekmektedir.

Partnerinizin, sizin

8 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

ihtiyaçlarınızı karşılamak ve sizin

beklentilerinize sizinle aynı

ölçüde özen göstermek gibi bir

zorunluluğu yoktur. Yaşamınızdaki

sorunların sorumluluğu size

aittir, partneriniz bu sorunları

azaltamaz. Partnerinizin sizden

farklı bir geçmişi, deneyimi ve

karakteri olduğunu kendinize

hatırlatın.

Hayatta Kalan Olmamak İçin:

1. İlk Önce Kendiniz: Her zaman

önceliğiniz kendiniz olsun.

Uçaklarda oksijen maskesi ile ilgili

yapılan açıklamayı hatırlayın.

“Oksijen maskesini çocuklardan

önce kendinize takın”. Önce kendinize

yardımcı olmadan başkalarına

yardımcı olamazsınız.

2. Aşırı Fedakârlıktan Kaçının:

Fedakarlık göstermek olumlu

bir tutumdur. Ancak karşı tarafa

gösterdiğiniz fedakarlık kendi

bireysel yaşamınızda karmaşa

yaratmamalıdır.

3. Hayır Demeyi İhmal Etmeyin:

Partnerinizi sürekli memnun

etmek gibi bir misyonunuz yok.

Hislerinize güvenin, istemediğinizi

hissettiğinizde HAYIR deyin.

4. İlişkiden Önceki Yaşam Alanınızı

İhmal Etmeyin: Partneriniz

hayatınıza girmeden önceki

arkadaş ortamı ya da uğraştığınız

hobilerinizi ihmal etmeyin.

İlişkinizin dışındaki yaşam alanınıza

devam edin.

TETİKLEYİCİ

UNSUR


AYAZ

HIV, AIDS’e yol açan bir virüstür.

Yani HIV=AIDS doğru değildir !

Bir RNA virüsüdür.

HIV İLE YAŞAYAN HER BİREY

AIDS OLUR GİBİ BİR DURUM SÖZ

KONUSU DEĞİLDİR.

Türkçesi İnsan Bağışıklık Yetmezliği

Virüsü olarak da bilinmektedir.

Virüs ilk defa Belçika’da fark

edilmiştir.

HIV’in bulaşması üç yolla gerçekleşmektedir:

1) Cinsel Yolla Bulaş

2) Kan Yoluyla Bulaş

3) Anneden Bebeğe Bulaş

HIV

En kısa haliyle bağışıklık sisteminin

çökmesine yol açan bir virüstür.

HIV, ELISA testi ile test edilmektedir. ELISA kısaca

bir antikor testidir bu yüzden, doğru sonuç alabilmek

için virüs vücuda girdikten 3-8 hafta kadar

beklenmesi gerekir çünkü vücut gereken antikoru

üretmelidir.

Doğum kontrol hapları HIV&AIDS ‘ten

korumaz.

Lateksten yapılmış prezervatif kullanmak

korunma açısından çok önemlidir.

Dünya genelinde uzmanlar tarafından

tavsiye olunan ve damgalamadan

en uzak olduğu söylenen

kullanımlar “HIV ile yaşayan kişi”

ve “HIV pozitif kişi” ifadeleridir.

AIDS

Doğru bilinen yanlışlar

dolayısıyla

bulaş yöntemlerinden

daha çok nasıl

bulaşmaz sorusu

bizim için daha

önemli olmuştur.

HIV ter, tükürük, idrar, göz yaşı

gibi vücut sıvılarıyla, hapşırık ya da

öksürük sırasında vücuttan çıkan

partiküllerle, aynı tabak, çatal, bıçak,

havlu kullanımıyla, aynı tuvalet

ve duşun kullanımıyla, sivrisinek

ve böcek ısırıklarıyla, tokalaşmak,

sarılmak, öpüşmek, aynı ortamda

bulunmak gibi sosyal davranışlarla

bulaşmaz. HIV enfeksiyonuna dair

toplumsal damgalama nedeniyle

birçok birey HIV testi yaptırmaktan

kaçınmaktadır. İstanbul, Ankara,

İzmir, Bursa ve Mersin’de kimlik

bilgilerini vermeden, ücretsiz HIV

testi yapılmasına olanak sağlayan

merkezler sayesinde mahremiyet

ihlali yaşamadan, test öncesi ve

sonrası danışmanlık hizmeti alarak

test yaptırabilirsiniz.

9


AYAZ

Neymiş Bu ?

AKREDİTASYON

Bu soru tıp fakültesi

yazamaya karar verdiğim

andan itibaren peşimi

bırakmadı. Neydi bu

akreditasyon? Tercih

yapalı çok uzun zaman

geçmese de hala bu

soruya cevap verebilmiş

değilim. Eminim

aranızdan benim gibi

bu sorunun cevabını

bulmaya üşenmiş

insanlar olacaktır, belki

de bu kelimeyi ilk defa

duyanlarınız vardır.

Bunları bilmesem de

artık bu soruya cevap

bulmanın vakti geldi.

Haydi başlayalım.

10 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

Küçük çaplı araştırmama

göre Sırf tıp sektöründe

değil birçok alanda akreditasyon

kavramı yer almakta.

Türk Akreditasyon Kurumunun

dediğine göre değerlendirme

kuruluşlarınca gerçekleştirilen

çalışmaların ve dolayısıyla bu

çalışmalar sonucunda düzenledikleri

uygunluk teyit belgelerinin

güvenilirliğini ve geçerliliğini

desteklemek amacıyla oluşturulmuş

bir kalite altyapısıymış.

Hatta fazladan bir bilgi de

vereyim serbest piyasa ekonomileri,

laboratuvarları ve belgelendirme

kuruluşları akreditasyona

başvuruluyormuş. Çünkü

TÜRKAK’a göre akreditasyonun

dışında kalarak da hayatlarını

idame ettirebileceklerini, müşteri

bulabileceklerini ve müşteriyi

tatmin edebileceklerini

düşünüyorlarsa akredite olmadan

da hizmet vermeye devam

edebilirlermiş. Ama bizim ilgilendiğimiz

asıl kurum TEPDAD.

Kısaca TEPDAD tıp eğitimi

programları için akreditasyon,

değerlendirme ve bilgilendirme

çalışmaları yaparak Türkiye’de

tıp eğitiminin kalitesinin yükseltilmesine

katkıda bulunan bir

kurum. Ben demiyorum kendileri

diyorlar. Tamam şimdilik

akreditasyonun üst bir kurul

tarafında uygunluk değerlendirmesi

olduğunu anladık ve

sektörde akredite olmadan

ekmek bulamayacak alanlar da

var bunu da anladık ama biz

tıp okuyan vatandaşların ne

işine yarayacak? Daha detaylı

bir şekilde tıp fakültelerindeki

akreditasyonu açıklamak gerek

diye düşünüyorum bu konuyu

açıklığa kavuşturmak için.

Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyonu

olarak bilinen belge, bir

dernek (TEPDAD) tarafından

Tıp Fakültelerine verilmektedir.

Bu belgeyi alabilmeleri için Tıp

Fakültelerinden bazı yeterlilikler

beklenmektedir. Tıp Fakülteleri,

9 ana başlıkta ve 36 alt başlıkta

değerlendirilmektedir. Mutlaka

karşılanması gereken 64 temel

standart ve 29 gelişim standardı

vardır. Akredite fakültelerin

en büyük farkı, Tıp eğitimi

konusunda yeterli olduklarını

bu belge ile kanıtlamalarıdır. Bu

yeterliliğin yanı sıra akredite Tıp

Fakültesinden mezun olmanın

en önemli avantajı, yurt dışında

Hekim olmayı kolaylaştırmasıdır.

Diplomanız ile beraber akredite

bir diploma daha verilebilmektedir.

2019 yılından itibaren

Amerika’da uzmanlık yapmak

için yapılan USMLE adı verilen

sınavlara girmek için akredite

bir Tıp Fakültesinden mezun

olma şartı getirilmiştir. Akredite

bir Tıp Fakültesinden mezun

olmak, yurt dışında eğitim

almak ve çalışmak için gerekli

olacaktır. Tüm bunların yanında

bu belge 6 yılda bir tazelenmesi

gerekmektedir. Anlayacağınız

kadarıyla Akreditasyon belgesi

önemlidir ancak bir fakültenin

en önemli göstergesi değildir.

Sağlıcakla kalmanız dileğiyle

Sevgili TurkMSIC Gönüllüleri


AYAZ

Erbuğ Keskin

Çocuk Üroloğu

Banu Çiftçi

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları

Türker Kılıç

Nöroşirurji Uzmanı

Erbuğ Keskin 15 Nisan 1955

Babaeski’de doğmuştur. Galatasaray

Lisesi’nde orta eğitimini

tamamladıktan sonra 1975

yılında İstanbul Üniversitesi Tıp

Fakültesi’nden mezun olmuştur.

Ocak 1988’de Çocuk Cerrahisi

uzmanlığını aldıktan 6 ay sonra

Yardımcı Doçentliğe atanmıştır.

1998 yılında da Profesörlüğünü

alan Erbuğ Keskin, 2010 yılının

Martından beri İstanbul Tıp

Fakültesi Çocuk Cerrahisi Kliniğinde

görevli ve Çocuk Ürolojisi

Bilim Dalının Başkanlığını yürütüyor.

19 Ocak 1977 yılında dünyaya

gelen Banu Çiftçi 1993-2000

yılları arasında “Hacettepe Üniversitesi,

Tıp Fakültesinde” eğitim

almış olup uzmanlığını ise

“Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi,

Kadın Hastalıkları ve Doğum”

bölümünde gerçekleştirmiştir.

“Poster Sunumu 3.lük Ödülü,

TC Sağlık Bakanlığı, Eğitim için

Yurtdışına Gönderilecek Personel

Bursu” gibi ödüllerinin yanı

sıra 2018 yılında çıkarmış olduğu

“Op.Dr. Banu Çiftçi’yle Hamilelik

& Doğum” adlı kitabıyla

da başarılarını sürdürmüştür.

Gönüllü olarak “Yeryüzü Doktorları

ve tüm Afrika’nın Dostlar

Derneği” ile Afrika’ya gitmiş ve

her ne kadar “Onlara ne kadar

faydam oluyor bilmiyorum

ama Afrika’ya gidişlerimin

kendime çok faydası olduğu

kesin” dese de biz inanıyoruz ki

dokunduğu her kalbe çokça faydası

olmuştur. Son olarak da eklemek

istediğim kendisinin çok

tatlı bir youtube kanalı olduğudur

özellikle “Kadın Hastalıkları

ve Doğum” bölümünü düşünen

herkese öneririm.

1996 Bursa doğumlu olan Dr.

Kılıç, tıp eğitimini Hacettepe

Üniversitesi’nde 1991 yılında, uzmanlık

eğitimini Marmara Üniversitesi

Nöroşirüriji Anabilim

Dalı’nda 1997 yılında tamamlamıştır.

1999 yılında Avrupa

Nöroşirüriji Dernekleri Birliği’nin

En Değerli Araştırma Ödülüne,

2001’de de Amerika Nöroşirüriji

Dernekleri Birliği’nin

Nöroonkoloji Genç Araştırmacı

Ödülüne layık görülerek hepimizi

kendine hayran bırakmıştır.

Dr. Kılıç, beyin tümörleri ve

damarsal hastalıklarının moleküler

patogenezi konularında

araştırmalarını sürdürmekte ve

çalışmalarına 750’nin üzerinde

bilimsel atıf bulunmaktadır. Şu

anda Bahçeşehir Üniversitesi

Tıp Fakültesi Dekanlığı görevini

yürütmektedir. Evli ve iki çocuk

babası olan Dr. Kılıç, tekneyle

denizde olmaya ve bilinç-zihin

konusunda düşünmeye meraklıdır.

11


AYAZ

VEJETARYENİZM

Vejetaryenlik,

genellikle

hayvansal

kaynaklı

gıdaların yerine

bitkisel kaynaklı

besinlerin

tüketilmesini

içeren bir

beslenme şeklidir.

Vejetaryen

ise; bitkisel

besinleri tüketen,

hayvansal

besinleri (kırmızı

et, tavuk, balık,

süt ve sütten

yapılan ürünler,

yumurta

(gibi) sınırlı

miktarda veya

hiç tüketmeyen

kişiler olarak

tanımlanmaktadır.

Vejetaryenliğin tanımına

baktıktan sonra insanlar

neden vejetaryen olur

sorusuna gelelim. Büyük çoğunluk

için bu etik bir mesele.

Sanayileşen dünya düzeniyle

beraber yaşamın daha hızlı hale

gelmesi, hayvanların doğal olmayan

yöntemlerle büyütülüp

yanlış ve etik dışı yöntemlerle

kesilerek işkence altında bırakılması

bu sebeplerden başlıcası.

Bunun yanında et endüstrisinin

karbon salınımı en yüksek olan

endüstri olması karbon ayak

izini düşürmek isteyenlerin vejetaryenliğe

yönelmesine sebep

oluyor. Aynı zamanda su kullanımında

da ilk sıralarda olan et

endüstrisi dünyamızın geleceğini

tehdit etmekte. Kimi vejetaryenler

ise dünyanın açlık sorunuyla

ilgili endişelerinden dolayı

et yemeyi reddediyor. Tabii ki

sadece et yemeyi sevmediği

için bu yolu izleyenler de var.

Fakat vejetaryenlerin çoğu için

sebep bu nedenlerin hepsinin

toplamı. Peki vejetaryen beslenmenin

faydaları nelerdir? Yapılan

araştırmalara göre kırmızı

et tüketimini azaltmak vücuttaki

kolestrol miktarını azaltıyor;

metabolizmayı hızlandırıyor; diyabet,

obezite, kalp hastalıkları

ve kanser riskini azaltıyor. Fakat

dengeli olmayan bir vejetaryen

beslenmenin çeşitli vitamin ve

mineral eksikliklerine sebep olabileceği

unutulmamalı; fasulye,

mercimek gibi baklagillerden

gerekli protein alınmasına özen

gösterilmeli; karbonhidrat ağırlıklı

bir beslenme düzeni benimsenmemelidir.

12 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

Ankara’dan Vegan

Mekan Önerisi

Günümüzde, vejetaryen-vegan tüketimin artışa geçmesiyle beraber çoğu mekanda vejetaryen-vegan

seçenekler bulunmakta. Aşağıda sizin için incelediğimiz iki vegan mekan yer almakta. Umuyoruz ki

gidip beğenirsiniz :) Şimdiden afiyet olsun.

Junk Vegan

@junkveganankara

Karantina sürecinde iki genç girişimci kadın

tarafından Bestekar Caddesinde açılan Junk

Vegan özellikle vegan hatay dürüm, SSK gibi

seçenekleriyle öne çıkıyor. Haşlanmış sebzeden

sıkıldığımız zamanlarda yanımızda olabilecek

vegan sucuk, biftek gibi alternatiflerle de çeşitlilik

sunmakta. Yemeklerinizin yanında vegan

ayran ve yoğurt istemeniz tavsiyemizdir :)

Badem Sütü Tarifi

Badem Sütü Tarifi İçin Malzemeler

• 1 bardak (100 gr) çiğ badem

• 3 bardak su

• Süzmek için tülbent

vegAnka

@vegankaveganka

Tunus caddesinde güzel bahçe ortamıyla ve

kedileriyle sizleri karşılayan bu mekan, Ankara’nın

ilk vegan restoranı olma özelliğini taşıyor. Genç ve

güler yüzlü ekibiyle hizmet konusunda da memnun

kalacağınız vegAnka sadece veganların değil

herkesin damak tadına uyabilecek bir yer. Özellikle

brownie ve hamburgerlerini denemenizi şiddetle

öneririz.

Badem Sütü Nasıl Yapılır?

• 1 bardak bademi 1 bardak

suyla geceden ıslatın.

• Sabah bademi süzüp, 2 bardak

su ile rondoya koyun.

• 30 saniye rondoyu çalıştırın.

Süt renginde ve süt kıvamında

badem sütümüz çıkmış olacak.

• Tülbentle süzerek rondodakileri

süt ve posa olarak ayırarak

keklere çöreklere kullanabilirsiniz.

Şimdiden afiyet olsun :)

13


AYAZ

Rabet Gözil ile

Anatomi

14 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

Tıp Fakültesine yeni başlamış

bir öğrencinin aklına anatomi

deyince ne gelmeli?

Çok güzel bir soru bu sizler ne

düşünüyorsunuz bilemiyorum

ama ben bu kadar yıllık tecrübelerimle

derse ilk başta büyük

bir kaygı, korku ama büyük de

bir sevgiyle geldiğinizi görüyorum.

Birincisi bu kadar muhteşem

bir yapıyı öğrenmek aslında

sizleri çok mutlu ediyor. Ama

ilk başlarda zor bir terminolojiyle

başlıyor olmamız ve bütün

bunları kafanıza tam anlamıyla

anlamlandıramamanız sebebiyle

ne öğrendiğinizi çok fazla

anlamıyorsunuz. Ondan sonra

zamanla bunları anlamlandırıp

bunları anlamaya başlıyorsunuz.

İlk geldiğinizde benim sizin yüzünüzde

gördüğüm “Ne anlatıyor

bunlar, uzaydan mı geldiler”

oluyor. Hep öyle bakıyorsunuz

gerçekten. Dilimiz, terminolojimiz

çok farklı. Aslında biliyorsunuz

Latince. Bunların hepsini

söyledikçe, anlattıkça öğrenme

kaygısı yaşıyorsunuz ama bir

müddet sonra öğrendikçe onun

mutluluğuna varıyorsunuz. İnsan

bedeni olağanüstü bir yapı.

Şu an çevrenize baktığınızda

yapılan tüm şeyler inanın apartmandaki

su boruları dahil bizim

insan vücudumuzdan alınma

ve benzetilme. Doalyısıyla da

Dönem-1 öğrencisi anatominin

bu felsefesiyle gelmeli ve bize

yaklaşmalı, korkuyla kaygıyla

değil. Nasıl olsa öğrenecek.

Dönem-1 öğrencisi korkuyla

kaygıyla biraz da panikle bize

geliyor ve ilk başta ne yapacağına

karar veremiyor. Tamamen

terminolojiye, çalışmaya, of

puflara yöneliyor. Ondan sonra

zaman geçtikçe anatominin

muhteşemliğini öğreniyor. Bizler

özellikle de ben insan bedenini

anlatırken aslında ne kadar

mükemmel bir yapı olduğunu

anlatmaya çalışarak o dersi

vermeye çalışıyorum. Ben şimdi

bir kitap bölümü yazıyorum. O

bölümde aksonları yazıyorum.

Bakın kaç yıllık hocayım kaç

kere bunları öğrendim kaç kez

okudum. Ordaki yapıyı okudukça

tekrar hayran olmamam elde

değil ve biz insanoğlu da birçok

şeyi bunlardan esinlenerek geliştirmiş

ve yapmışız. Yeni gelen

öğrencilere söylemek istediğim

en güzel şey; bütünü görmeleri

küçük ayrıntılarda boğulmadan

insan bedenini çok severek ne

kadar mükemmel ne kadar erişilmez

bir yapı olduğunu bilerek

gelmeleri ve yaklaşmaları.

Tıp fakültesine yeni başlamış

bir öğrencinin en büyük korkusu

anatomi oluyor. Sizce

bunun nedeni nedir? Bunu

nasıl yeneriz?

Çünkü bir yabancı dil öğreniyoruz.

Kesinlikle bir yabancı dil

öğreniyoruz. Öncelikle bundan

dolayı bir kaygı var. O yabancı

dili öğrenirken de ingilizce öğrenirken

yaptığımız gramer gibi

filan değil, o dili o terminolojiyi

bir takım oluşumların üzerine

yerleştirmeye çalıştığımız için

hem oluşumu öğrenmek hem

de o dili öğrenmek o terminolojiyi

öğrenmek başlangıçta

zor geliyor. Ama her zaman

söylediğim gibi anatomi matematik

gibidir. Öncesinde

çarpım tablosunu öğrenirseniz

devamını getirirsiniz. Ama bizim

çarpım tablomuz ne? Terminoloji.

Terminolojiyi öğrenmeden

bunları oturtmak mümkün değil.

Sulcusun ne demek olduğunu

bilmeden sulcusu kafamda

canlandırmam mümkün mü?

Sulcusun bir oluk olduğunu

bilmek lazım. Önce terim sonra

türkçesi sonra görseli sonra da

maketi üç boyutlu olarak elinizde

olması lazım en son da kadavra.

Şu anda kadavra sizlere

çok büyük şeyler anlatıyor ve

anlamlandırıyor. Anatomi görsel

bir ders, görsel olan bu derste

terimleri, oluşumları öğrenirken

mutlaka görselimiz, üç boyutlu

olan maketlerimiz, kemiklerimiz

ve kadavramız ile bütünleştirip

çalışmamız gerekiyor. Çalışmak

demeyelim oturtturmamız

çünkü bu sizin hayatınız. Şunu


AYAZ

da söylemek istiyorum. lütfen

dünyaya bir bakın. İnsan vücuduna

hizmet eden ekipleri

düşünün. Ukalalık olmasın en

başta biziz insan vücudunu öğretiyoruz,

pataloglar, radyologlar,

gastroenterologlar ve diğer

bütün meslekler yapıyı başlangıçta

bildiğimiz temel anatomik

yapıya döndürebilmek için bu

kadar emek veriyor. Anatomiyi

iyi bilmezseniz bunu yapamazsınız.

Onun için de anatomi her

yönüyle olağanüstü bir şey.

Öğrenmek, severseniz son derece

kolay sevmezseniz kafanızda

büyütürseniz de son derece zor

bir ders. Çünkü bugün çalışırsınız

yarın unutursunuz. Bu

böyledir.

Anatomi alanına yönelmek ve

bu alanda ilerlemek isteyen

bir tıp fakültesi öğrencisi neler

yapmalı?

Anatomi dalında ilerlemek

isteyen kişi 2 şekilde bunu

yapabilir. Bir, tusa girip uzmanlık

öğrencisi olup anatomiye

gelebilir. İki, doktor olduktan

sonra doktora yapmak istiyorsa

doktora sınavlarına girip doktorasını

yapıp ondan sonra diğer

ilerlemelerini kaydedebilir. Şu an

eski anatomiye nazaran birçok

yeni anatomi dalları gelişti.

Histoloji, fizyoloji ve nörolojiyle

birlikte çalışıyoruz. Şu anda

birçok önemli üniversite ve

cumhurbaşkanlığının iş birliği

yapmasıyla Nöro Bilim Merkezi

kuruluyor. Bu alanda ilerlemek

isteyen insanlar için çok güzel

bir fırsat bu. Eğer anatomist

olmak istiyorsanız özellikle

temel tıpa yönelmeniz lazım,

araştırmacı olmanız lazım ve en

önemlisi sevmeniz lazım.

Öğrencilik yıllarınızda anatomi

ile aranız nasıldı?

Ben beslenme ve diyetetik mezunuyum

okurken dönem 2’de

anatomi dersinden bütünlemeye

kaldım ve bütün yaz anatomi

çalıştım ve çalışırken fark ettim

terimlere çok hayrandım. Sınavı

da AA ile geçtim. O gün bugündür

anatomi hayatımın çok

önemli bir parçası.

Beslenme ve diyetetik okuduğunuzdan

bahsettiniz. Kariyer

planlamanızı yaparken aklınızda

hep anatomi var mıydı?

Neden bu alana yönelmek

istediniz?

Dediğim gibi tamamen hocalara

olan hayranlığımdan. Hacettepe’de

hocalar öylesine muhteşem

gelirlerdi ki derse. Yanlarında

mutlaka bir elemanları bir

personelleri yani asistan değil

başka bir personelleri, ellerinde

uzun sopaları… O zaman tabii

şimdiki gibi slaytlar değil özel

bir slayt kasetleri olurdu. Hoca

derse başlamadan önce bir kişi

gelir dersi hazırlar ve hocalar

gelirlerdi hiçbir şeye bakmadan

anlatır giderlerdi. İşte zaten o

beni aldı benden götürdü.

Akademik hayatınızda anatomi

alanında ilerlerken ne gibi

zorluklarla karşılaştınız?

Şimdi tabii ki zorluğu çok çok

çok fazla çünkü bir kere her şeyden

önce eğer akademisyenliği

kafanıza yerleştiriyorsanız,

akademisyen olmak istiyorsanız

özel hayatınızı akademisyenlikle

bütünleştirmeniz gerekiyor.

Yani çok fazla özel hayatınızı

ön plana almayacaksınız. Akademisyenliğiniz

hep ön planda

oluyor. Yani benimki öyle oldu

ve hiç abartmıyorum yirmi dört

saat çalıştığım zamanlar çok

fazla oldu. Buna şimdi de dahil

hafta sonu 2 gün hiç yerimden

kalkmadan, hiç kalkmadım yerimden,

ve o kitabın bölümünü

yazmak için çalıştım. Dolayısıyla

da çok çalışmak gerekiyor,

çalışmayı seviyorsanız problem

yok, yeni bir şeyler öğreniyorum

dedikçe sıkıntı yok ama tabii ki

zorlukları çok. İlerlemekte zorluklar

çok. Deney yaparken, hele

hayvan deneyi yaparsanız zorluğu

çok. Yani hayvanı hazırlarsınız

deneye, her şeyini yaparsınız

ondan sonra götürür hayvan

laboratuvarına bırakırsınız, ikinci

gün sabah size bir haber gelir

‘’Hocam tavşan öldü.’’. Bitti. Bir

daha yapmanız gerekiyor. Bir

daha. Yani zorlukları çok fazla

ama ben zorlukları şu anda hiç

oturup da anlatmak istemiyorum.

Hatırlamıyorum bile çünkü

onlar yaşanıyor ve bitiyor ama

önemli olan bu işi çok sevmek;

güzel insanlarla, çalışkan insanlarla,

çok sevdiğiniz insanlarla

beraber bu işi yapmak ve bunun

bir yerde keyfini çıkarmak. Ben

öyle yaptım ve onun için de

çok mutlu olarak ve çok severek

işimi de yapıyorum ama

her şeyden önce öğrenciler ve

sizleri çok seviyorum. Sizler

benim en büyük motivasyonumsunuz.

Hakikaten yani onun

için o güçlükler, zorluklar onların

hiçbiri, çok samimi olarak

söylüyorum, gözümün önüne

gelmiyor. Hiçbir zaman. Olması

gerekenler. Hangi meslekte zorluk

yok? Hangi meslekte? Her

mesleğe girerseniz var. Ama

hani bazı insanlar oturur ‘’Hadi

şunu olayım.’’ deyince ‘’Aman

sakın olma, şöyle zorluğu var.’’

15

TETİKLEYİCİ

UNSUR


AYAZ

falan, ama sen hala çalışıyorsun

o meslekte, niye o zaman o

kadar kötülüyorsun? Benim hiç

öyle bir şeyim yok. Ben çok severek

yapıyorum, zorlanıyoruz

onlar ayrı ama o zorlanmalar

sizi güçlendiriyor, güçlülük size

pozitif enerji veriyor, o pozitif

enerji de sizin başarılı olmanızı,

arkasından mutluluğu getiriyor.

Onun için de ben olaya hep

böyle bakıyorum. Meslek hayatının

da böyle olması gerektiğini

düşünüyorum.

Akademik hayatınızda bir dönüm

noktası var mı?

Benim için hayatımın yönünün

değiştiği en önemli kısım emekli

olmaya karar verip Yüksek

İhtisas Üniversitesine geçmekti.

Çok büyük bir keyifle ve mutlulukla

yöneticilikler yaptım. Üniversitemizde

hem dekan hem

rektör olarak çalışarak üniversitemizin

temelini attım. Bunlar

için hayatımın dönüm noktası

demek yerine hayatımda arka

arkaya gelen güzellikler demek

daha doğru olur. Asıl dönüm

noktam anatomiye başladığım

zamandır.

Meslek hayatınızda unutamadığınız,

bize anlatmak istediğiniz

bir anınız var mı?

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

eskiden askeriyenin yaptığı

büyükçe bir barakaydı ve Temel

Tıp da oradaydı. Orada

çok sevdiğim bir arkadaşımla

beraber gece saat 9’a kadar

kadavra açtık ve kadavrayla

işlemimizi bitirdik. Kadavrayı

kaldıracağız fakat ikimiz de o

kadar yorgunuz ki kadavrayı

toparlayabilecek durumumuz

bile yok. Gerçekten hangimiz

nasıl yaptı hatırlamıyorum ama

bir baktık kadavra masanın yanında

dimdik duruyor. İkimiz de

şaşkın halde kaldık. Kadavranın

o andaki hali hiç hoş olmayan

bir şeydi. Derken kadavrayı

resmen ikimiz tekrar kucakladık,

tekrar yatırdık, kefenini giydirdik

ve havuza yerleştirdik. Gecenin

dokuzunda barakanın bekçisi,

ben ve arkadaşımdan başka

hiç kimse yok. Hala nasıl yaptığımızı

çözemiyorum. Nasıl o

kadavrayı dik hale getirdik onu

bilmiyorum. Bu hayatımdaki en

unutulmaz anlardan biridir. Arkadaşımla

her konuştuğumuzda

kadavra muhabbetini yaparız,

nasıl kaldırdık diye. İyi ki de

yürütmedik yani :)

Kariyerinizin en başına dönseniz

yine bu branştan mı devam

edersiniz? Keşke şunu da

yapsaydım dediğiniz bir şey

var mı?

Kesinlikle yine anatomi isterdim.

Başka hiçbir şey istemezdim,

hiçbir şey... Anatomiyi çok

seviyorum ve her geçen gün

yeni bir şey öğrendikçe daha da

hayran oluyorum. Zaten hayran

olmamak mümkün değil. Başa

dönsem yine anatomist olurum.

Beslenme ve diyetetikle ilgili

çok güzel teklifler almıştım,

şu an maddi olarak kazandığım

miktardan çok daha iyisini

kazanabilirdim ancak bu kadar

mutlu olur muydum? Hayır.

Sizlerle yaşadığım şu anki duyguları

yaşar mıydım? Hayır. Yine

anatomist olurdum, yine akademisyen

olurdum, yine sizinle

olurdum. İyi ki bu işi yapıyorum.

Anatomi çok yoğun ve dikkat

gerektirici bir ders dersi anlatırken

öğrencilerin dikkatini

nasıl dinamik tutuyorsunuz?

Öncelikle bunu başarıyor muyum

bilmiyorum. Arada bir

dalıyor çocuklarım. O anda

interaktif ders yapmaya yöneliyorum.

Bir de siz gençlerin en

sevdiği şey isminizle hitap edilmesi.

Eğer karşımdaki öğrencime

ismiyle hitap edersem çok

mutlu oluyor, zaten bunu hepimiz

severiz, önemsendiğimizi

hissederiz. O nedenle dikkatin

dağıldığı durumda ismiyle hitap

edip interaktif derse yönelmeye

çalışıyorum.

Henüz bizim dersimize girmediniz

ancak üst sınıflarla

konuştuğumuzda zorlandıkları

noktalardan birinin slaytlarınızı

paylaşmamanız olduğunu

öğrendik. Neden slaytlarınızı

paylaşmıyorsunuz?

Haa… Şimdi onu anlatayım. Canlarım

ben o bir slaytın resmini

bulabilmek için inanın 10-15 kitaptan

bakıyorum. Bakın 1 tane

resim için. Ben şu anda dedim

ya bir kitap bölümü yazıyorum.

Siz benim evde halimi görseniz

her taraf kitap ve oradan 1

cümleyi yazabilmek için gerçekten

söylüyorum en az 5 kitaba

bakıyorum. Sadece 1 cümle…

O resimleri seçmek, cümleleri

tamamlayabilmek için çok fazla

emek harcıyorum. Zannetmeyin

o cümle o kitaptan alındı

pat diye konuldu asla yapmam.

Onun için en aşağı yine 5-6 kitap

veya 10 kitap… Hiç abartısız

bu söylediklerim. Olağanüstü

emek veriyorum. Orada bulduğunuz

bilgiler hiçbir zaman

tek bir kitaptan alınmaz, bir çok

kitaptan alınır. Resimler çok

özel olarak seçilir. Her şey çok

değerlendirilir. Çok resim vardır

ama eldekilerin hepsini incelerim

en baba olanlarını oraya

koyarım. Onun için de bu kadar

emekle hazırladığım bir slaytı

hepinizle sürekli iyi bir şekilde

paylaşabilmek için direkt olarak

vermiyorum. Bence bu sizi

hem kitap okumaya hem atlas

kullanmanıza yönlendirmek için

çok çok önemli bir şey. Hem de

bu kadar emek vererek hazırla-

16 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

dığım slaytların değiştirilmemiş

olarak ben de kalmasını arzu

ediyorum. Ondan dolayı… Yani

şimdi beni daha iyi anlayabildiniz

değil mi? Bakın diyorum

ya 10 sayfalık yazı yazacağım,

burada bu kadar kitap, evimde

bir sürü kitap... Öyle zannetmeyin

biz bir kitabı alıp da oturup

ders hazırlıyoruz. Asla ve katra

öyle bir şey yok. Ee bir de

yılların bilgisini katıyoruz bildiklerimizi.

Dolayısıyla da bu bizde

kalsın, ben öyle istiyorum. Ama

diğer hocalar nasıl hazırlar, nasıl

yaparlar, nasıl ederler o onların

takdiri. Ben bundan dolayı

direkt olarak paylaşmıyorum.

Yoksa hani sizinle paylaşmamak

değil amacım, zaten derste

paylaşıyorum sizlerle onların

hepsini. Amacım bu kadar emek

vererek hazırladığım şeyleri bir

sonrakilere de nakledebilmek.

Eğer size dağıtırsam hiçbir kıymeti

kalmaz. Derse bile gelmiyorlar

bitanem. Ki zaten şu an

sen de biliyorsun Sefa sınıfınızın

durumlarını. Kaç kişi vardı o gün

bitanem? Fotoğrafımız var 9

kişi, sadece 9 kişi...

Şu an yolun çok başında olan

tıp fakültesi öğrencilerine

vermek istediğiniz bir tavsiye

var mı?

Önce şu; kesinlikle anatomiden

korkmayın. Anatomiyi sevin.

İnsan vücudunun bir kere ne

kadar mükemmel olduğunu ve

bu kadar mükemmel bir yapıyı

öğrenme fırsatınız olduğunu

görün. Ya bu gerçekten çok

güzel bir fırsat ve bu fırsata

herkes erişemiyor, siz bunu

yapıyorsunuz. Onu öğrenebileceğiniz

için öncelikle mutlu

olmanız lazım. Ben hep kendi

çocuklarıma da söylerim dalga

geçerlerdi benimle. Çalışın,

çalıştıkça mutlu olun, çalışmak

mutluluk getirtiyor. “Anne kim

mutlu olmuş?” derlerdi. Aynen

böyle sürekli homur homurdu.

Ama bunu tekrardan söylemek

istiyorum. Hakikaten anatomiyi

öğrendikçe mutlu olucağınızı

bilmeniz lazım. Bu birincisiydi.

İkincisi elinizde malzemelerinizin

daha doğrusu kitaplarınızın,

atlaslarınızın ve bunu mutlaka

söylüyorum sözlüğünüzün

olması çok önemli. Yeni bir

dil öğreneceksiniz. O yeni bir

dilin türkçe karşılığını mutlaka

öğrenmeniz lazım. İkisini birleştirirseniz,

bir de 3 boyutlu

olarak öğrenmeye çalışırsanız

anatomi hiç zor değil. Ama tabii

ki çok çalışmak, çok okumak, 1

değil 3 kez okumak gerekiyor

önce otutturabilmek için. Bir

kere burada söyleyeceğim çok

önemli. Mutlaka derse gelin ve

dersi takip edin. Çünkü onu o

ekranda oturup yarı uyuklayarak

dinlemek çok ayrı bir şey,

derse aktif olarak katılmak, aktif

olarak hocayla slaytları izlemek

çok farklı bir şey. Bunu mutlaka

yapın. Bir de benim gerçekten

önerim zaman ayırabiliyorsanız

mesela öğlen hani bunu hocam

yapamayız vs diye düşünmeyin,

yemek yiyiyorsanız yiyin, eğleniyorsanız

eğlenin asla ve katra

bunlara lafım yok. Eğlenceye,

dinlenmeye, bunların hepsine

zaman ayırmanız lazım ama

bir yarım saat gelin aşağı labaratuvarda

çalışın. Çok samimi

söylüyorum. Bize diyin ki hocam

biz şu saatte çalışacağız. Biz

size kapıyı açalım, anahtarı teslim

edelim. Siz orada çalışın. Biz

bunları yapıyoruz. Benim size

önerim lütfen gelin üç boyutlu

görün, atlasınızı alın. Yarım saat

bile olsa ona bakın, gözünüzde

canlandırın ve çıkın. Ondan

sonra çalışın.

Bize çok güzel şeyler kattınız

hocam. Bize zaman ayırdığınız

için çok teşekkür ediyoruz.

Eklemek istediğiniz herhangi

bir şey var mı?

Ben teşekkür ederim. Bu haftanın

en güzel mutluluğunu

verdiniz bana. Hakikaten önemli

güzel bir haftada (8 mart kadınlar

günü). Ama ben tabii sadece

bir günü asla ve katra kabul

etmiyorum. Bütün bir yıl bizim,

biz kadınların ve hepimizin, biz

insanların; öyle düşünüyorum.

Çünkü kadına bir takım olmaması

gereken şeyler yapılıyor

toplumda. İnşallah layık olduğumuz

yeri buluruz. Bu hafta

hepimiz için önemli ama tabii ki

en önemlisi insanların, hepimizin

en güzel şekilde her tarafta

yaşaması. Ben çok teşekkür ediyorum.

Haftaya sizinle başlamak

olağanüstü mutluluk verdi. İyi ki

varsınız. İyi ki canlarım oldunuz.

iyi ki can doktorlarım olacaksınız.

Hepinizi ayrı ayrı çok büyük

bir keyifle, mutlulukla yeni

dönemimize, yeni derslerimize

bekliyoruz. Hepinizi de çok çok

seviyoruz.

17


18 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

Bu sayfa ÇİLEK KÇG’miz

tarafından çocuklar ve

ruhu hala çocuk kalanlar

için hazırlanmıştır.


Otizm Spektrum

Bozukluğu

Otizmli çocuklar bu belirtilerin çoğunu gösterirler:

•Göz teması ya yoktur yada kısıtlıdır.

•Adı ile seslenince tepki vermezler.

•Aşırı hareketli veya hareketsiz olabilirler.

•Çevreleri ile ilgilenmezler

•Sarılma ve öpme gibi fiziksel temastan hoşlanmazlar.

•Konuşmada gecikme vardır.

•İnsanlarla iletişim yerine cansız varlıklarla ilgilenirler.

•Topluluk içinde yaşıtları ile diyalog kurmazlar, oyunlara katılmazlar,

kendilerini izole ederler.

•Konuşmayı öğrenseler bile hep aynı kelimeyi tekrar ederler.

•Konuşmayı iletişim aracı olarak kullanmazlar

•Uygun olmayan cümleler kurar kalıp gibi konuşurlar.

•Konuşma şekilleri ve ses tonları tekdüzedir.

•İlgisiz şekilde her şeye gülebilir ve kıkırdayabilirler.

•Bir cismin bir parçasına takıntı yapabilirler. ( örneğin sürekli

arabanın tekerleği ile oynamak)

•Bazı objelere aşırı bağlanabilirler. Düzen takıntıları vardır.

Rutinleri bozulduğunda hırçınlaşabilirler.

•Tekrarlayan bir hareketi örneğin el çırpma, zıplama, kendi

etrafında dönme, sürekli öne arkaya sallanma, kanat çırpma

gibi yaparlar.

•Normal çocuklar gibi hayal kurarak oyun oynamazlar, arabaları

dizer sürekli tekerini çevirirler.

•Sürekli aynı oyunları oynarlar.

•Bazıları çok inatçı ve hırçın olabilir.

•Sosyal ortama girdiklerinde aşırı korkup tepki verebilirler.

•Sıklıkla yemek yeme bozukluğu gösterirler.

•Kendilerine ve etrafındaki eşyalara zarar verebilirler.

•Tehlikeye karşı duyarsızdırlar.

•Acıya karşı duyarsızdırlar.

•Yapılan espriyi veya imayı anlamazlar.

•Normal öğrenme metotlarına duyarsızdırlar

Otizm tedavisi nasıl olur?

Otizm tedavisinde erken teşhis ve tedavi büyük önem taşır.

Tedavinin amacı otizmli bireyin sosyal ve bireysel yeteneklerini

geliştirmektir. Bu amaçla davranışsal eğitim ve özel terapiler

uygulanır. Uygulanacak tedavinin aileye uygun olması

da önemlidir. Konuşma terapisi, motor yetenekleri artırmaya

yönelik terapiler, sosyal ileşim becerisini kazandırmaya yönelik

terapiler uygulanan tedaviler arasındadır.

İlaçlar, depresyon, dikkat eksikliği-hiperaktivite, obsesif kompulsif

bozukluk gibi otizme eşlik eden durumlarda kullanılabilir.

Otizm tedavisinde ebeveyn eğitimi de son derece önemlidir.

Otizm konusunda ailelere destek veren yasal sivil toplum kuruluşları

vardır.

AYAZ

“2 Nisan Otizm

Farkındalık Günü”

Otizm Nedir?

Otizm genellikle ilk 3 yaşta başlayan

ve hayat boyu devam eden,

kişinin etrafıyla sözel ve sözel olmayan

şekilde uygun ilişki kuramaması

şeklinde ifade edebileceğimiz

gelişimsel bir bozukluktur. Günümüzde

basit testler ile tanısı erken

konulabilmektedir. Erken tanı ve

uygun rehabilitasyon programı bu

vakaların hayata kazandırılmasında

büyük rol oynamaktadır.

19


AYAZ

SAVUNUCU

Gökçen MUMCUOĞLU

Ulusal Tıp Eğitimi Asistanı

OLMAK

Doğduğumuzdan bu yana

yanlış bulduğumuz, değiştirmek

istediğimiz bir şeyler

mutlaka olmuştur ve insanoğlu

yaşamaya devam ettikçe de bir

şeyleri değiştirme düzeltme dürtüsü

hep olacaktır. İşte bu yüzden

bizim savunuculuğumuz doğduğumuz

andan itibaren başlar ve

sürdürdüğümüz hayat boyunca da

devam eder. Kendimizi savunuruz,

sahip olduğumuz hakları korumak

için o hakları savunuruz, daha iyi

bir yaşam sürmesi için yaşlılarımızı,

çocuklarımızı savunuruz. Yani fark

etsek de fark etmesek de aslında

attığımız 3 adımdan birini savunuculuk

temelli atarız. Bir şeyin yanlış

olduğunu ve değişmesi gerektiğini

anlayabilmek bile bir noktada savunuculuk

faaliyetidir ve bizler fark

etmeden gün içerisinde belki yüzlerce

kez savunuculuk yaparız. Bu

durum da bizi şu noktaya ulaştırır;

her insan aslında potansiyel bir savunucudur

ve bu kimliği kendisiyle

birlikte yaşatır ve aktarır.

Savunuculuk; bir bireyin kendisi,

bir diğer birey ya da bir grup birey

adına konuşma, temsilde bulunma,

eylemde bulunma, belirli hedef(-

ler)i gerçekleştirme ya da koruma

amaçlarından birisinin ya da birden

çoğunun gerçekleştirilebilmesi için

yürütülen çalışmaların tamamını

ifade etmektedir.

Peki bahsettiğimiz savunuculuk

için ideal savunucu nasıl olmalıdır?

Savunduğu görüşün doğruluğundan

emin ve bu görüşü destekleyecek

somut verilere sahip, liderlik

yeteneği barındıran, kendinden

emin, hitap ettiği kitleye hakim, iyi

20 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

bir konuşmacı ve daha niceleri…

Neden birçok konuşmacı, bir çok

lider aslında doğru düşünceleri

savunurken hitap ettikleri kitleyi

ikna edemezler biliyor musunuz?

Çünkü çıktığın bir yolda, insanların

sana katılmasını bekliyorsan

öncelikle gittiğin yoldan emin ve o

yolu tamamlamak için kararlı olan

ilk kişi sen olmalısın. Şüphe eden

birisi asla bir başka kitleye güven

veremez. Tarihimizi incelediğimizde

adını hala milyarların bildiği

liderler bu yüzden unutulmazlar

ve hikayeleriyle birlikte aktarılmaya

devam edilirler. İşte savunucu

olmanın en önemli özelliklerinden

biri de kendinden emin çıktığın o

yolda vazgeçmeden ilerlemek ve

hitap ettiğin kitleye güven verebilmektir.

Bazı zamanlar ve bazı engeller aşılması

çok zormuş gibi görünür. Çok

uzun yıllar önce insanoğlu yazıyı

buldu ve bir şeyleri öğrenmeye,

aktarmaya değiştirmeye ve belirli

alanlarda eğitim görmeye başladı.

1856 yılından itibarense kadınlar

için de bu eğitimin yolu açıldı ve

bizler ilk adımı atan bir şeyi değiştiren

bir veya daha fazla kişi sayesinde,

şu anda özgür bir şekilde

düşünebiliyor, eğitim görebiliyor,

konuşabiliyor, düşüncelerimizi

aktarabiliyoruz; tıpkı benim şu an

sizlerle düşüncelerimi paylaşmam

gibi. Peki şu yönden hiç bakmış

mıydınız? Aslında o yazının ilk

keşfedilişi bile kişinin kendini ifade

etme, geleceğe iz bırakma hakkının

bir savunuculuğuydu. Yani yazıma

ilk başlarken de dediğim gibi insanoğlu

var olduğundan beri savunuculuk

da insanoğluyla birlikteydi

ve insanoğlu var olmaya devam

ettikçe savunuculuk da bizlere eşlik

etmeye devam edecektir.

Bazı engeller olabilir, belki büyük

engeller ama bu engellerin aşılmasını

ve insanların içinde bir ışık

yakmayı sağlayacak olan o ilk adım

atıldığı sürece; inandığı düşünceyi

savunmak için cesareti kendinde

bulabilen birileri olduğu sürece

hala umut var olacaktır.

Son olarak kendi hayatımızı düşünelim;

Bizler en iyi hekimler olmak

ve en iyi hizmeti sunabilmek için

hekimlik yoluna çıkarız. Ve bu yolun

temeli de en iyi eğitimi almaktan

geçer. En iyi eğitimi almak için

sahip olduğumuz hakları savunmaksa

yine bize düşer. Çünkü bu

eğitimin doğruluğunu; nasıl en iyi

olacağını en iyi bilecek olan kitle,

o eğitimin muhattabı olan bizler

olacaktır. O yüzden lütfen inandığınız

ve doğruluğundan emin

olduğunuz bir şeyler için adım atmaktan

çekinmeyin. Sizlerin minik

ve değersiz gördüğü bir adım belki

yıllar sonra bir şeylerin değişmesi

için atılmış ilk adım olur.

Hep hatırlayın kocaman çığ küçük

kar tanelerinden doğar ve unutmayın

ki kimse sizler için sizden daha

fazla çaba gösteremez. O yüzden

hadi hayatınızın iplerini kendi elinize

alın.

Sevgilerimle,


AYAZ

AÇ İZLEYELİM

TETİKLEYİCİ

UNSUR

NOCTURNAL ANIMALS | IMDB: 7.5

Eğer birisini seviyorsanız sevgili okur, onunla sorun yaşadığınızda

sorunları çözmek için uğraşmalısınız. Dikkat edin, onları bir daha

koyduğunuz yerde bulamayabilirsiniz. Hatta çok ileri giderseniz

kim bilir, belki de biri sizden bu filmde olduğu gibi dünyanın en

naif intikamını alabilir. Bu filmin sonundan hiçbir şey anlamadıysanız

sevgili okur, bilin ki siz de zamanında birisini kırmış ve

bunun farkında bile olmamışsınız.

IDENTITY | IMDB: 7.3

Merdivenlerden çıkarken orada olmayan

bir adamla karşılaştım. Bugün de orada

değildi. Keşke dedim, keşke gitse.” Daha

başka ne denilir ki? Bu her şeyi özetliyor.

SCHINDLER’S LİST | IMDB: 8.9

DİKKAT DİKKAT! BU FİLM BİR İNSAN

KURTARMA MUHAREBESİDİR. Sizden

olmayanı yargılamadan önce bir an yanlış

olma ihtimalinizi gözden geçirmeyi ve

birilerini yargılamadan önce sizinle aynı

hayatı yaşamadıklarını unutmayın

DUVARA KARŞI | IMDB: 7.9

Ankara renksiz ama hayat dolu bir

şehir. Yaşamayan tek bir kişi varsa o

da benim. Sonuçta intihar, yaşama son

vermenin tek yolu değildir değil mi

sevgili okur? Ama siz yine de metanetinizi

koruyun, benim gibi olmanın aksine

dünyayı değiştirmek yerine kendi

dünyanızı değiştirin, bu film tavsiyesini

de bir çeşit yaşama çabalaması olarak

değerlendirin.

İTİRAZIM VAR | IMDB: 7.8

İTİRAZIM VAR! İmamların aynı anda boksör

ve satranç oyuncusu olamayışına, küçük

yaşta annesiz babasız kalmış çocukların

yetimhanelerde istismara uğramasına, iki

insanın birbirini sevince beraber olmak için

ikinci bir nedene ihtiyaç duyuşuna, sevmeyi

öpüp dokunmayı ayıp sayıp savaşmayı

kutsal kılan bu sisteme İTİRAZIM VAR!

21


AYAZ

Neymiş Bu ?

Bakış Açısı Algısı

Üstte verilen ördek-tavşan görseli

felsefedeki en ikonik görsellerden

bir tanesi – hatta o kadar

ikonik ki lisans öğrencilerimden

biri bu görseli bacağına dövme

yaptırmıştı. Peki bu nokta ve

çizgileri felsefi açıdan bu kadar

önemli kılan şey ne?

Avusturyalı felsefeci Ludwig

Wittgenstein, ölümünden sonra

yayınlanan eseri Felsefi Soruşturmalar

(1953)’da, felsefecilerin

‘bakış açısı algısı’ dediği şeyi

göstermek için işte bu görseli

kullanmıştı. Bu görsel iki şekilde

de görülebilir; ya bir ördek

ya da bir tavşan. Bir çoğumuz

da istediğimiz gibi bu iki şekil

arasında gidip gelebilir, “Az

önce bir ördek iken, şimdi de bir

tavşan görüyorum” diyebiliriz.

Wittgenstein, “bakış açısında

değişiklik” denilen bu konuda

diğer birçok örnek de veriyor.

Mesela, aşağıda verilen görseldeki

noktaları iki noktadan

oluşan iki grup şeklinde ya da

kenarları bir noktayla çevrelenmiş

tek bir ikili nokta grubu olarak

görebilirsiniz. Noktaları iki

şekilde de görmeyi bir deneyin.

Aynı zamanda aşağıdaki bir

küp olarak düzenlenmiş çizgileri

önce bir yöne sonra da diğer

yöne konumlandırılmış olarak

görebilirsiniz.

Peki bu tarz bir deneyimi felsefi

açıdan önemli kılan şey ne? Bu

tarz görsellerin ortaya çıkardığı

ilginç sorulardan biri şu:

Bakış açısı değiştiğinde neler

oluyor? Bir kutuyu bir yöne

doğru konumlandırılmış olarak

görmekten diğer yöne doğru

konumlandırılmış olarak gördüğümüzde

neler oluyor? Şu

çok açık ki ne sayfada ne de

retinanızın arkasında bulunan

görsel bir değişikliğe uğramıyor.

Ortaya çıkan şey şu ki, değişim

sizin içinizde meydana geliyor.

Peki burada ne tarz bir değişim

söz konusu?

Bu değişimi açıklamanın yolunun

kişiye özgü, içsel bir görselin

değişiminden söz etmekten

geçtiği bize makul gelebilir.

Evet, gerçekten de sayfadaki

görsel değişmeden kalıyor,

değişen şey ise sizin içinizde –

tıpkı zihin gözünüzün önündeymişçesine

– bulunan görseldir.

Fakat Wittgenstein bu açıklamayı

reddediyor.

Necker küpü görselini kullanarak,

bu küpün bir yönden

baktığım zaman bana tam

olarak nasıl göründüğünü ama

aynı zamanda da diğer yönden

baktığımda bana yine tam olarak

nasıl göründüğünü yakalayabilirim.

Bu durumda, görsel

izlenimim – ve nitekim, eğer

varsa, sahip olduğum ‘kişiye

özgü’ içsel görselim – iki şekilde

de aynı olmalı. Ama o zaman

da bakış açısındaki değişikliği

açıklayan şey ne sayfadaki ne

de benim kişiye özgü içimde

bulunan görseldeki değişim

olabilir.

Bakış açısı algısını felsefi yönde

önemli kılan bir diğer şey

ise her ne kadar fark etmesek

de bahsi geçen bakış açısıyla

sürekli gördüğümüze dikkatlerimizi

çekmesidir. İngiliz felsefeci

P. F. Strawson ‘Imagination

and Perception (Hayal Gücü ve

Algı)’ (1971)’da şöyle yazmıştır:

“Bakış açısındaki değişiklikteki

çarpıcı durum

sadece algının genelinde

halihazırda bulunan bir

niteliği olduğundan daha

dikkat çekici bir şekilde

bize sunmasıdır.”

22 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


Örnek verecek olursam, ben bir

makas gördüğümde onu yalnızca

fiziksel bir şey olarak görmüyorum

– bundan ziyade, onu

birçok şey yapabileceğim bir

alet olarak anında kavrıyorum.

Bahsedilen nesneyi bir makas

olarak görmem, düşünmeden

ve gerçekten de gayri ihtiyari

yaptığım bir şey.

Öte yandan, makas kavramına

tamamen yabancı olan biri o

nesneyi makas olarak görmemekle

kalmayacak, aynı zamanda

göremeyecektir de. Elbette

masanın üstünde duran bir

makas görebilirler – ama onu

bir makas olarak göremez. Bir

şeyi, ‘o şey olarak görmek’ kavrama-bağlı

bir deneyimdir.

Şu an siz de ‘bir şey olarak’

görüyorsunuz. Beyaz arka

planın üstündeki bu eğri büğrü

çizgilere bakarak onları

harfler, kelimeler ve cümleler

yani anlam ifade eden bir şey

olarak görüyorsunuz. Bu, yazılı

İngilizceyi anlayan birinin hiç

düşünmeden vereceği bir karşılıktır

– bu satırların ne anlama

geldiğini anlamak için bir çaba

göstermeniz gerekmez (İngilizce

bilmeyen birinin dil kitabı

kullanarak gösterdiği çabanın

aksine). Anlatmak istediklerimi

açıkça ve çabucak kavrayabilirsiniz.

Aynı zamanda ‘bir şey olarak

görmekle’ kalmayız, ‘bir şey

olarak duyarız’ da. Yazılı İngilizce

için geçerli olan şeyler,

konuşulan İngilizce için de geçerlidir.

Başka bir insanın İngilizce

konuştuğunu duyduğumda,

sonrasında çözümlemem gereken

bir gürültüyü duymuyorum

– duyduğum şeylerin kendisinin

bir anlamı var (örnek olarak,

‘kapıyı kapat!’).

Bakış açısı algısındaki değişikliğinin

özellikle ilgi çekici bir

örneği ise bir melodiyi ya da

kuralı “yakalayıp” böylece onu

kendimiz devam ettirebilmemiz.

Şunu düşünelim, Melodiyi

Bul (Name That Tune) oyununda

bir dizi nota duyuyorum ve

aniden onları ‘Ode to Joy’un

açılış notaları olarak duymaya

başladıktan sonra kendimden

emin bir şekilde ıslık çalarak devam

ettiriyorum. Bu örnek de,

bakış açısındaki bir değişikliğin

bir örneği olarak gözüküyor.

Notaları yalnızca nota olarak

duymaktan onları bir melodinin

açılış notaları olarak duymaya

başlıyorum, daha sonrasında

kendim devam ettirebileceğim

bir melodi olarak.

Ya da aniden bir aritmetik kuralı

anladığımız anı düşünün. Diyelim

ki birisi aşama aşama bir

dizi numarayı göstererek bir kuralı

anlatsın – ilk olarak 2, sonra

AYAZ

4, sonra 6, sonra da 8. Bir anda

bana anlatılan kuralı “anlayabilir”

(ismi ‘2 ekle’ olsun), daha

sonrasında da kendimden emin

bir şekilde devam edebilirim:

‘10, 12, 14’. O bir anda yaşadığım

içgörü sırasında neler oluyor?

Önümde duran sayılar değişmedi

ama buna rağmen aniden

onları farklı bir şekilde görmeye

başladım; sonsuz bir dizinin –

şimdi benim de devam ettirebileceğim

bir serinin – bir parçası.

Wittgenstein da özellikle bununla;

yani, kuralı bir anda, bu

şekilde anladığımızda neler

olduğuyla ilgileniyordu yalnızca

bir dizi sayı görmekten onları

bir kuralın ucu bucağı olmayan

bir dışavurum olarak görmeye

“geçiş yapmamızla”.

Uzun lafın kısası, ‘bir şey olarak

görme’ fikri aynı zamanda,

potansiyel olarak, her türlü

uygulaması olabilecek genel bir

düşünme aracı sağlamış oluyor.

Sıradan bir nesneyi – bu Marcel

Duchamp’in ters dönmüş pisuvarı

ya da Tracey Emin’in dağınık

yatağı olabilir – bir sanat

eseri yapan şey nedir sorusunu

düşünün mesela. Böyle bir nesneyi

sanat eseri haline getiren

şey bizim onu sanat eseri olarak

görmemiz midir?

Bir şeyi filanca şekilde görmek

onun filanca şekilde olduğunu

güvence altına almaz. Yatağımın

ucundaki çamaşır yığının

bir canavar olarak görebilirim.

Ama tabii ki, eğer onun canavar

olduğuna inanırsam gerçekten

de büyük bir yanlışa düşmüş

olurum. Ve düştüğüm yanlış da

ortaya konulabilir.

23


AYAZ

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ

ACI ÇEKERKEN VEYA KORKARKEN

NEDEN BAĞIRIRIZ?

Bunun temelinde iki nedeni olduğu

düşünülüyor. Sosyal canlılar olduğumuz

için acı çektiğimizde veya korktuğumuzda

yükses ses çıkarmamız, etrafımızdakilerin

dikkatini çekerek onlara bu acıyı veya

korku unsurunu bildirmemizi sağlar. Farklı

hayvanların da korku anında yüksek sesle

etraftaki diğer bireyleri uyardığı bilinmektedir.

Dolayısıyla bunun pek çok canlının

kullandığı, evrimsel süreçte gelişen, bir

savunma mekanizması olduğunu söyleyebiliriz.

Buna ek olarak, bağırma eyleminin

vücuda endorfin salgılanmasını sağlayabileceği

ve böylece doğal bir ağrı kesici

görevi görebileceği düşünülüyor.

HİPNOZ NEDİR?

Hipnoza kısaca etrafında

gerçekleşen olaylara

dikkat edemeyecek

kadar içe dönerek konsantre

olmak diyebiliriz.

Genelde standart

bir tekniği olmasa da

kişiyi sakinleştirecek

bir imgenin düşünülmesi

ile başlanılan

hipnoz, nefes kontrolü

ve telkinler yardımıyla

tam konsantrasyon durumuna

ulaşılmasıyla

devam ediyor. Birleşik

Krallık Ulusal Sağlık

Hizmetleri tarafından

yan tedavi olarak da

sınıflandırılan ve Huzursuz

Bağırsak Sendromu’nda

uygulanması

önerilen tedaviler arasında

yer alan hipnoz,

acı ve anksiyete tedavisinde

de kullanabiliyor.

Hipnozun tam olarak

ne olduğuna ve ne kadar

etkili olduğuna dair

net bilgilere ulaşılamamış

olsa da bu alandaki

araştırmalar artıyor

KEDİLER İSTEYEREK Mİ YOKSA İÇGÜDÜSEL

OLARAK MI MIRLAR?

“Pırlama” olarak da bilinen ve kedilerin genelde sevildikleri zaman yaptıkları mırlamalara hepimiz

aşinayızdır. Ancak bunun nedenleri kesin olarak anlaşılmamıştır, çünkü kediler yaralandıklarında

veya doğum yaparken de mırlarlar. Bu nedenle mırlama sadece bir memnuniyet

ifadesi değildir. Bazı araştırmacılar, kediler oldukça hareketsiz bir yaşam sürdüğü için mırlam

nın titreşim yoluyla kemik ve kas büyümesini teşvik etmenin bir yolu olarak evrimleşmiş

olabileceğini düşünüyor. Soruya dönersek, kedilerin tam uyku halindeyken mırlamayı bıraktıklarını

fark etmişsinizdir. Burdan yola çıkarak mırıldamanın bilinçli bir eylem olduğunu ve

dolayısıyla kedilerin bu sesi bilerek ve isteyerek çıkardıklarını söyleyebiliriz.

24 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

SOĞUK KOMPRES BAŞ AĞRISINA NEDEN İYİ GELİR?

Sinüs kaynaklı baş ağrısına, sinüs zarlarının mukus akışını

bloke etmesi neden olur. Kafanızın etrafındaki kanı soğutmak

beyninizdeki hipotalamusa vücut sıcaklığının çok düşük

olduğunu ve bu nedenle kanın kafadan hayati organlara yönlendirilmesi

gerektiğini işaret eder. Bu durum da sinüslerin

şişliğini azaltır. Ancak en yaygın baş ağrısı türü, gerilim tipi

baş ağrılarıdır ve bu tip baş ağrılarında soğuk kompres yapmanın

herhangi bir yararını hissediyorsanız muhtemelen tek

nedeni bu uygulamanın stres seviyenizi düşüren yatıştırıcı bir

etkiye sahip olmasıdır.

HAYVANLAR DEPREMİ HİSSEDEBİLİR Mİ?

Hayvanların depremi birkaç dakika önceden hissedebildiğini

düşünen bilim insanları mevcut.

Fakat bu, deprem olacağını anlayarak belirgin

tepkiler verecekleri anlamına gelmiyor. Üstelik

bu alanda deney yapmak da zor. 1970’lerde California’da

bu alanda yürütülen bir deneyde laboratuvar

farelerinin deprem olmadan önce farklı

bir davranış sergileyip sergilemeyecekleri incelenmiş,

fakat araştırma süresince hiçbir deprem

olmadığı için herhangi bir sonuca ulaşılamamıştı.

Bunun aksine 1989’da ünlü jeolog Jim Berkland

evden kaçan evcil hayvan sayısının artması nedeniyle

bir hafta içinde deprem olacağını düşünmüş

ve haklı çıkmıştı. Fakat daha sonra olayın büyük

ihtimalle bir tesadüf olduğu ortaya çıkmıştı. Yine

de hayvanların deprem sırasında yeryüzüne ulaşan

ilk basınç dalgalarını hissedebildiği bu nedenle

daha deprem başlamadan garip tepkiler

sergileyebilcekleri düşünülüyor.

NEDEN ESNEMEK BULAŞICIDIR?

Başka birinin esnediğine tanık olmak ya da esneme hakkında

bir şeyler okumak esnemeyi tetikleyebiliyor. Esnemenin bulaşıcı

olmasının empati duygusuyla ilişkili olduğu düşünülüyor.

Beyin görüntüleme yöntemleriyle yapılan incelemeler, bulaşıcı

esneme esnasında beyinde insanların kendi duygularının

ve başka insanların duygularının değerlendirildiği bölgenin

etkin olduğunu gösterdi. Esnemenin bulaşıcı olmasının empati

ile belirgin bir bağlantısı olmadığına dair çalışmalar da

var. Ancak sosyal iletişim becerilerinde bozukluk olan otizmli

bireylerde ve şizofreni hastalarında bulaşıcı esnemenin daha

az görülmesi, esnemenin bulaşıcı olmasının empati duygusuyla

ilişkili olduğu görüşünü destekliyor.

AMBALAJ, KAĞIT VEYA NAYLON KIRIŞTI-

RILDIĞINDA NEDEN SES ÇIKARTIR?

Bir kağıdı veya naylonu kırıştırmak için yapısındaki

uzun ve gerilmiş durumda olan liflerin veya

polimerlerin birbiriyle olan bağlantılarını koparmak

gerekir. Bu kopma esnasında meydana gelen

titreşim çevresindeki havada ilerleyerek ses

dalgalarının meydana gelmesine neden olur.

Aynı sesi bir tuvalet kağıdını kırıştırırken duyamayız,

çünkü tuvalet kağıdının yapısındaki selüloz

lifleri çok daha kısadır ve bu nedenle yapısı

daha yumuşaktır. Depoladıkları enerji, düz halde

durabilecek kadar sıkı lif bağlarına sahip normal

bir kağıt kadar fazla değildir, yırtıldığında salınan

enerji daha az olur. Daha az titreşim ve dolayısıyla

daha az ses demektir.

25


AYAZ

İKLİM

KRİZİ

Almina AKGÜN /Ulusal Halk Sağlığı Asistanı

İklim, bir bölgede uzun süreli

değişmeyen ortalama hava

koşulları olarak tanımlanmıştır.

İklim krizi ise hava sıcaklığının

belli bir süre zarfındaki istatistiksel

olarak anlamlı değişimleridir.

İklim krizi çağımızın büyük bir sorunu

olmakta, insan ve canlı yaşamını

tehdit etmektedir.

Atmosferde bulunan sera gazları

güneşten gelen ışınları tutarak

dünyanın ısınmasını sağlamaktadır.

Sera gazları olmasaydı

dünyamız bugün olduğundan 33

derece daha soğuk olurdu. Sera

gazlarının bu özelliği dünyayı yaşanılabilir

bir yer haline getirse de

artan sera gazı küresel ısınmaya

neden olmakta. Karbondioksit,

metan, ozon, nitrik oksit gibi gazlar

sera gazlarının bazı örnekleri.

Sanayi devrimi sonrası artan karbon

salınımı ile hava sıcaklığı her

geçen gün artmaktadır. Sanayi

devrimi öncesinde de insan faaliyetleri

küresel sıcaklık artışına

neden olsa da bir kriz anlamına

gelmemekteydi. Sanayi Devrimi

ve gelişen teknoloji ile her geçen

gün artan karbon salınımı ile

dünyamız bir krize sürüklenmektedir.

Sanayi Devrimi öncesi karbondioksit

miktarı 280 mg/l iken Sanayi

Devrimi sonrasında 415 mg/l

olarak hesaplanmıştır. Yeryüzünün

ortalama sıcaklığı 15 derecedir.

1980’lerden beri yeryüzünün

ortalama sıcaklığının her 10 yılda

0.25 C arttığı biliniyor. Son 30

yıllık süreçte başta teknolojik gelişmeler,

artan yakıt tüketimi ve

nüfus artışı ile birlikte atmosfere

sera gazları salınımının nedeni ile

küresel ısınma olayının etkileri artarak

devam etmektedir. Küresel

ısınma sadece sıcaklığın artması

olayı değildir. Küresel ısınma

dünyanın bir bölgesinde kavurucu

sıcakların başlamasıyla orman

yangınlarının hızla yayılması, çölleşmenin

artması, diğer yandan

aynı anda yeryüzünün bir başka

bölgesinde aşırı yağışların etkisiyle

her tarafın sularla kaplanması,

sel felaketlerinin görülmesi,

aşırı erozyon gibi doğa felaketlerinin

yaşanması olayıdır.

İklim Değişikliği’nin bir kriz haline

geldiği fark edildikten sonra

dünya çapında ülkelerce çalışmalar

başlanmıştır. Bunlardan en

önemlisi Paris İklim Anlaşması’dır.

Paris İklim Anlaşması 2015 yılında

195 ülke tarafından imzalanan

bir anlaşmadır. Bu anlaşma maddelerince

ülkeler karbon salınımını

azaltmayı taahhüt etmiştir.

Anlaşmanın temel amacı küresel

sıcaklık artışını 2 derecenin kayda

değer şekilde altında tutmayı başarmak,

mümkünse 1,5 derecede

sınırlamaktır. Küresel sıcaklık artışı

2030’a kadar 1.5 derecenin

altında tutulamazsa dünyamız

geri dönülmez bir sorun ile karşı

karşıya kalacaktır.

26 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

Gülseritto İle

Sanat Arası

27


AYAZ

Egehan

Devrim’le

Değişimde

Evrim

Egehan merhaba!!! Dergimizin

bu sayısına, bizlere vaktini

ayırdığın için sana çok teşekkür

ederiz. Öncelikle bizlere

kendini tanıtır mısın?

Merhaba Simay! Ben Egehan,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde,

İngilizce Tıp bölümünde 5. sınıf

öğrencisiyim. 2 kez değişime

gitmiş birisi olarak bu röportajı

yapacağım için çok mutluyum,

çok heyecanlıyım. Bana bunu

sorduğun için çok büyük bir

gurur duyuyorum.

Biz de çok teşekkür ediyoruz

teklifimizi kabul ettiğin için.

Değişime direkt atlamadan

önce sana sınavı sormak istiyorum.

O dönemki İngilizce ve

tıp bilgine göre nasıl sonuçlar

ettin, sence sınav nasıldı?

Aslında ben sınava 4 kez girdim

ancak ikisinde Covid yüzünden

gidemedim.

İngilizce benim küçüklükten

beri kendimi çok fazla geliştirdiğim

bir dildi. Kendimi bildim

bileli İngilizce şeyler izledim,

forumlarda yazılar yazdım yani

sürekli bir fırsat aradım. Dolayısıyla

tıp fakültesine geldiğimde

İngilizcem iyi bir seviyedeydi.

Tıp seviyem iyi değildi, şu

anda da maalesef iyi olduğunu

söyleyemem. Uzmanlık için yurt

dışına gitmeyi hedeflediğimden

akademik anlamda TUS türü

derslere çok çalışmıyorum.

1. sınıfta bu sınavı duyduğumda

ne kadar güzel bir sınav bu

dedim ve sınava girdim. İngilizcede

75 civarı bir net yaptım,

tıptan ise 3-4 doğru yapmıştım.

Fakültemde 3. oldum ki bizim

bir dönemimizde 350 kişi var.

Türkiye’de ise 50. olmuştum.

İstediğim çoğu yer geldi ve o

sene Macaristan’a gittim. Daha

önce hiç yurt dışına çıkmamıştım

bu yüzden yakın bir yer olsun

istedim. İkinci seferimde ise

aşağı yukarı yine aynı bir sonuç

geldi, Romanya’ya gittim.

Değişime gitmeden önce

değişimin senin için anlamı

neydi?

Ben 1. sınıftayken bir LEO asistanıydım.

SCOPE’de başlayıp

SCOPE’de bitiren nadir insanlardan

birisiyim.

Değişimin benim için anlamı

sonsuz olasılıktı. Değişime

gitmeden önce diyordum ki,

“Benim gibi birçok insan orada

olacak, dünyanın farklı yerlerinden

benim gibi tıp öğrencileriyle

1 ay geçireceğim. Herhangi

bir ülkenin kültürünü tanıyacağım,

öğreneceğim”. Bunlar çok

güzel geliyordu bana. Dünya

bir heyecan, gözlerimde ışıltı,

mutluluk diyebilirim. Şu anda

ise anlamı çok daha fazla.

Tercih listeni oluştururken

nelere dikkat ettin? Mantığını

mı isteklerini mi ön planda

tuttun?

İkisi de. Bu stajı yapacak olan

sensin tabii ki istemediğin bir

yerde yapman saçma olur.

Ancak bir mantık çerçevesi de

lazım. Çünkü bazı ülkeler şartları

okursanız preklinik öğrenci

almıyorlar ve ben değişime

gittiğim 2 sene de preklinik öğrenciydim.

Primer olarak ucuzluğa

baktım diyebilirim çünkü

finansal durumum zirvede olan

birisi değilim. Bunun yanı sıra

ilk defa yurt dışına çıkacağım

için aniden bir kriz çıksa dönebileceğim

bir yakınlıkta olmasına

da dikkat ettim. Dile çok

bakmadım çünkü Almanya ve

İngiltere gibi ülkelerin kontenjanı

çok azdı, asla kazanamayacağımı

biliyordum. O dönem

İngilizce ve Almanca biliyordum.

Genelde Doğu Avrupa ül-

28 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


kelerini yazdım. Listemin başına

İtalya, Güney Avrupa, Akdeniz

türü yerler de yazmıştım tabii

ki… Çünkü o taraflar bana daha

sıcakkanlı geliyor. Departmana

asla bakmadım çünkü ne olursa

olsun dilini konuşamayacağımı

biliyordum bu yüzden direkt

cerrahi yazacaktım. Benim tavsiyem;

dilini konuşmayı bilmediğiniz

bir yere gidiyorsanız dahili

bir branş yazmayın. Çünkü çok

geride kalıyorsunuz. Cerrahide

iletişim sadece siz ve hocanız

arasında, dahili branşta ise hasta

ile iletişim kurmanız gerekli.

Merak da çok önemli. Ben o

sıralarda Çocuk Cerrahisine

meraklıydım ve o departmana

gittim. Baktım çok normal bir

alan, benim ilgimi fazla çekmedi.

İkinci senemde cerrahi istemediğimi

az çok farkındaydım

ama yine dili bilmediğimden

Romanya’da Kalp ve Damar

Cerrahisine gittim. Yine çok

ilgimi çeken bir alan değildi.

Değişime dair korkuların ve

tereddütlerin var mıydı?

Tabii ki vardı. İlk defa yurt dışına

çıkmıştım. Neredeyse Marmara

bölgesinden dışarı 19 yaşıma

kadar çıkmamıştım. Trakya

doğumluyum, lise ve üniversiteyi

İstanbul’da okudum. Dilini

bilmediğin bir ülkeye geliyorsun,

aksilik olursa İngilizce kim

konuşur kim konuşmaz bunu

bilmiyorsun.

Ben Budapeşte Havalimanına

indim ama yerelim Debrecen’deydi.

3-4 saatlik bir tren

yolculuğuydu ve ben nasıl gideceğim

diyordum. Hala %100

hatırlamıyorum, bir şekilde tren

garına gitmenin yolunu buldum

ama baya sürmüştü. Budapeşte’yi

de zaten gezeriz diye hiç

dolaşmadan geçmiştim. Ki o ay

içerisinde tüm yerel birlik olarak

gelmiştik.

Bunlar bir kenara ya bir şey

olursa ya güzel geçmezse

korkusu oluyor ya tamamen bir

hataysa... Ama ben tamamen

iyimser, bardağın yarısı dolu

tarzında bir tip olduğum için

hep ‘’Çok güzel deneyimler

yaşayacaksın. Efsane bir değişimin

olacak. Bak hemencecik

Debrecen’e gidiyorsun.’’ diyip

durdum. Trende de kitabımı

okudum. Hatta benimle değişim

yapan Polonya’dan gelen

biriyle tanıştım. Şansımıza tam

aynı trene binmişiz. Gittik, baktık,

Debrecen’e vardık.

Korkularım oradaki CP’lerle tanışınca

geçti diyebilirim. Geriye

bir tek finansal korkular kaldı.

Çok harcıyorum, harcamamam

lazım türünden düşünceler...

Ama bir yandan da bir daha

kim bilir ne zaman değişime

gideceğim, az paraya buralara

geldin, dikkat et ama cimri

olma diyip durdum. Arasını

bulmak lazım.

2.kez değişime gittiğinde

bu korkuları aşmış olarak mı

gittin?

Açıkçası stajım konusunda

korkum olmuştu. İlk gittiğimde

stajım çok müthiş geçmemişti.

Benimle ilgilenen sadece 1

asistan vardı ve daha fazlasını

istiyordum. Araştırmıştım ama

yine de bilemiyor insan. Buna

rağmen mükemmel bir deneyim

geçireceğimi biliyordum.

Çok güveniyordum hatta bu

sefer. Biraz saçmaydı çünkü 1

ayda her şeyi yaşayabiliyorsun

‘’rollercoaster’’ gibi. Ama yani

genel olarak fazla bir korkum

yoktu bu seferinde.

AYAZ

2. kez gittiğimde direkt Bükreş’e

iniş yapmıştım. O rahatlatmıştı

ve bu seferki CP’um

çok ilgilenmişti. Gelmemden

1 ay önce WhatsApp’ten yazmaya

başlamıştı, nasılsın, ne

yapıyorsun vs şeklinde dedikçe

ben de ‘’Evet!!!’’ olmuştum. O

zaman yeni LEO olmuştum, ben

de böyle bir CP’lik yapmıştım.

10 tane incoming ağırlamıştım

ve onlarla o kadar çok ilgilenmiştim

ki, işte karma bana geri

döndü demiştim.

Nerede kalıyordun? Konaklama

ve öğünler türü temel

ihtiyaçlarının karşılanması

nasıldı?

Macaristan’da üniversitenin

kampüsündeki yurtta kalıyordum.

8 katlı bir yerdi ve en

üstte kalıyordum, asansör vardı

şükürler olsun! Oranın yanında

yemekhane vardı ve fişlerle

belirli bir fiyat üzerinden yemek

yiyorduk. Bu çok makuldu.

Kız-erkek odalarda karışık değildi

ama hepimiz aynı katlarda

kalıyorduk. Kart vermişlerdi, 1 ay

boyunca o kartlarla yurda giriş

yapıyorduk. Çamaşırhanesi bile

vardı. Çok rahattı.

Romanya’daki üniversitenin

farklı yerlerde kampüsleri vardı.

Yurt biraz daha uzaktaydı. Üniversitenin

tüm yurtları oradaydı,

biz de orada kalıyorduk. Bu sefer

en alt katındaydım. Tüm kat

biz değişimcilere aitti. Odalarda

da mutfak, banyo, balkon vardı.

Gayet memnundum.

2 yerde de 3 kişilik odalarda

kalıyordum. Çok güzeldi, memnundum

ancak benim yurt

konusunda standartlarım çok

düşüktü. Çünkü lisede 20 kişilik

koğuşumsu odalarda kaldığımdan

dolayı sanırım standar-

29


AYAZ

dım cidden çok düşüktü. Tabii

bence normal standartları olan

birinin de bu yurtlar karşılardı

beklentisini.

Romanya’da yemek için bir restoranla

anlaşmışlardı ve orada

hem öğlen hem akşam yemeği

veriliyordu. Bükreş muazzamdı!

Çok farklı bir kültürden insanlarla

aynı odayı paylaşıyorsun.

Bununla ilgili tecrübelerin

nasıldı?

Macaristan’da 2 oda arkadaşım

da Faslıydı. Romanya’dayken

de Mısırlılardı. Hep Kuzey Afrika

kültürüydü diyebilirim. Çok güzeldi,

eğlencelilerdi, konuşkan

insanlardı. Onlarla çok eğlendim.

Kültür farkı da, çok farklı

bir şey yaptıkları yoktu... Onlar

da sabah uyanıp, günlük klasik

kıyafetlerle staja gidiyorlardı,

geliyorlardı.

Anladığım kadarıyla genel

profilde değişime gelen öğrenciler

sosyalleşmeye açık,

bunun için değişime gelmiş

insanlar değil mi?

Genelde öyle oluyorlar gerçekten.

Cidden müthiş bir deneyime

yol açıyor.

Staja gittiğin hastaneler nasıldı

genel olarak?

Bu tür sorularda kendimi yetersiz

hissediyorum çünkü

ben 1. ve 2. sınıfta gittim. Daha

Türkiye’deki hastanelerde staj

yapmamıştım o zamanlar. O

yüzden tam karşılaştırabilirmiş

gibi hissetmiyorum. Macaristan’da

Çocuk Cerrahisindeydim

ve onların kampüsü çok geniş

bir bahçe şeklinde, her ana

bilim dalının kendi binası olacak

şekildeydi. Orada girişten sonra

hemen ameliyathane vardı.

Steril olup giriyordun. Rahattı,

buradaki gibi bir telaş yoktu.

30 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

Cerrahpaşa’da her şey çok

telaşlı, koşuşturmacalı geliyor.

Debrecen’de bu yoktu.

Daha önce burada bir staj

ortamı görmemişsin ancak değişim

ile birden farklı ülkeye

staja gittin. Sen neler hissettin?

Benim için en zor olan bir şeyi

anlamaktı. Çünkü cerrahide pek

bir şey anlamıyorsun. Çocuk

cerrahisinde çok zorlanmıştım.

Ama genel olarak ameliyat çok

hoşuma gitmişti. Anlamasam

bile bakıyordum ve çok güzel

gelmişti. Stajdan ne öğrendiğime

gelirsek maalesef hiçbir şey

öğrenmedim.

Hastanede gerçekleşen workshop

ve atölyelerden bahseder

misin?

Evet, eğitsel aktiviteler! O kısımlar

çok eğlenceliydi, benim

gibi tam anlamayan birisinin

bile yapacağı şeyler vardı.

Mesela dikiş kursu vermişlerdi.

Domuz bacağı getirdiler ve

disekte edeceksiniz, dikiş atacaksınız

dediler. Bir kere akciğer

dikişi için akciğer dokusu getirmişlerdi.

İnsan akciğeri değil!

Çok farklı deneyimlerdi. Sadece

soft skill değil akran eğitimleri

de düzenlemişlerdi. İletişim,

leadership, team dynamics adı

altında vs vs... Ben eğitmen

değilim çok hakim değilim

ancak gerçekten akademik kaliteyi

artırmak için tek staja bel

bağlamamışlardı. İki ülkede de

ben bunu çok takdir etmiştim.

Bunu ülkemizdeki her yerelin de

yapmasını temenni ediyorum

ve planlarım var!

Senin supervisorun olan

doktorunla iletişimin nasıldı?

Doktorların değişim öğrencilerine

belli bir yaklaşımı var

mı?

Genel bir şey diyemem ancak

örnek verebilirim. Romanya’dayken

benim hocam benimle

neredeyse hiç ilgilenmedi.

Macaristan’da da öyle... Açıkçası

ben şanssızmışım. Mesela

Romanya’da bir arkadaşım

Beyin Cerrahisindeydi, onların

hocası onlarla akşama kadar

konuşuyordu, yemeğe çıkarmıştı,

vaka tartışıyorlardı. Maalesef

bana Macaristan’daki hocam bir

asistan verdi, kendisi de çok iyi

İngilizce konuşamıyordu, benimle

hep asistan ilgilendi. Çok

tatlıydı ama yani hoca değildi.

Benden primer olarak sorumlu

kişi değildi, o biraz üzücüydü.

Tabii bu insandan insana çok

değişiyor.

Bir öğrenci değişime gidecek

ve diyelim ki supervisor’u

onunla çok ilgilenmeyecek.

Bu değişimden en iyi şekilde

yararlanması için nasıl bir yol

izlemesini tavsiye edersin

öğrencimize?

Kesinlikle aktif olması lazım,

kendini öne atması lazım. Bir

şeyleri öğrenmeye hevesli olup

karşı tarafa da bunu belli etmeli.

Yani cerrahi bir bölümdeyse

her ameliyata gitmesi, orada

kalması, ne olduğunu sorması,

isteğini belli etmesi gerekli.

Ben yapmadım çünkü Çocuk

Cerrahisi ilgimi çekmemişti. İşte

merakın olan bir alana gitmek

bu yüzden önemli. Ki bu üzücü

çünkü Staj Değişimi’nin primer

amacı ‘’Staj’’. Birbirimizin sağlık

sistemlerini öğrenmek, farklı

yerlerde kendime neler katabilirim,

küresel hekim nasıl olabilirim

şeklinde konuların üzerine

gitmek bizim asıl amacımız.

O yüzden ilgilendiğiniz alana

gidin.


Boş vakitlerinde ve sosyal

program dahilinde neler yaptın?

Genel olarak bizim stajlarımız

öğleden sonra 3’e kadar sürüyordu,

sonrasında herkes boştu.

Başta daha çok CP’ler ayarlıyordu

çünkü birbirimizi tanımıyorduk.

Debrecen’de çok bir

şey yapamıyorduk. Tarihi yerleri

geziyorduk, barlara gidiyorduk,

ortak vakit geçirebileceğimiz

şeyler yapıyorduk. Sık sık

yurtta parti veriyorduk. Önemli

olan sosyalliğe istekli olmak. O

zaman her şekilde buluyorsun.

Biz 30 kişiydik, tüm Debrecen’i

gezdik, Budapeşte ve Viyana’ya,

Slovakya’ya, Bratislava’ya

gittik. CP’ler ayarlıyorlar.

Bükreş çok iyiydi. Her güne

bir sosyal program koymuşlardı.

Her hafta bir google form

atıyorlardı. Oylama ile gidiyorduk.

Seni bu sürecin içine

katıyorlardı. Bu konuda Bükreş’i

çok takdir ediyorum. Biz 30-

40 kişiydik, kendimiz de çok

iyi kaynaşmıştık. Ulusal tur da

düzenlemişlerdi, 2 tane. Orada

da çok ilgililerdi.

Sosyal olarak aklınıza gelen her

şeyi yapabilirsiniz. Hayal gücünüze

kalmış tamamen. İstekli

olun, sosyal olun, çekinmeyin.

Kaybedecek hiçbir şeyiniz yok.

Çok utanç verici bir an yaşasanız

da döndüğünüzde bunu

düşünmenize gerek bile yok.

Biraz da meşhur National

Food and Drink Party’den

bahsedecek olursan?

NFDP!!! Çok güzel bir şey! Ulusal

Yemek - İçecek Partisi, aslında

uluslararası denilmesi lazım

ama öyle gelişmiş. Gelirken

CP’ler size NFDP düzenleyeceğiz,

ülkenizden yiyecek-içecek

götürmeyi sakın unutmayın diyorlar.

Ben Macaristan’a da Romanya’ya

da rakı götürmüştüm.

Macaristan’a bir arkadaşımız

türk kahvesi, bir arkadaşımız

salep getirmişti. Romanya’da

da kısır yapmıştık. Baklava getiren

de olmuştu. Romanya’nın

partisi çok kaliteliydi. Bunu her

ülkeden gelen insanlar yapıyor.

Böylece her ülkenin yemeklerini,

içeceklerini deniyorsunuz.

Bazıları o kadar güzeldi ki... Bir

İtalyan tiramisu yapmıştı ve

o kadar güzeldi ki! Normalde

sevmem bir de... Sonra dans

ediyorsunuz, partiliyorsunuz.

Muazzam bir deneyimdi.

Mesela Kazakistanlılar kımız

getirmişti. Çok hoşuma gitmemişti

ama çok farklıydı. Ekşi

ayran ama ekşiliği içten geliyordu.

Çok enteresandı. Bunu

İstanbul’daki yereller olarak

ortak düzenlediğimiz bir tekne

turundaki NFDP’de denemiştim.

Orada da 150 kişi falandık.

Umarım bu sene de yereller

ortak bir şey düzenlerler!

Aklında kalan, hala anlattığın,

çok ilginç diyebileceğin bir

anın oldu mu?

En çok aklımda kısır yapmak

kaldı. 5 Türktük ve hiçbirimiz

kısır yapmayı bilmiyorken

dedik ki kısır yapalım. Oradaki

CP’lerden birinin evine gittik ve

müthiş bir iş dağılımı yaptık. Biri

arkadan moral olsun diye gitar

çalıyordu, ben orada liderliği

devralmıştım insanları yönlendiriyordum.

Kendim hiçbir iş

yapmasam da... Birisi domates

doğruyor, birisi bulgur yoğuruyor,

birisi yeşillik kesiyordu.

Apayrı bir deneyimdi. Oradaki

CP de malzeme yeri gösteriyordu,

çok tatlıydı.

Değişimler biraz dramlıdır, herkes

yaz aşkı yaşıyordu. Genel

olarak her şey çok eğlenceliydi!

AYAZ

Yaşadığın bir kriz oldu mu? Bu

kriz anında değişim öğrencisine

verebileceğin bir öneri var

mı?

Kriz değil de, ayrımcılığa uğradığım

oldu. Verebileceğim

öneri; açık görüşlü olun, insanları

kabulleyici olun. Ben bunları

gittiğim her yerde demeye

çalışıyorum. Biz hepimiz insanız

ve hepimiz birbirimize saygı

duymak zorundayız. Dil, din,

ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ne

olursa olsun saygılı olmak durumundayız.

Bu konuda bizim

outgoinglerimiz bizim ülkemizi

temsil ediyorlar. Kapalı görüşlü

birisi olmayı ben asla tasvip

etmiyorum. Gerçekten bizler bu

dünyanın insanlarıyız ve birbirimizi

yargılamaya hakkımız

yok. Yargılayacaksan bir insanı

davranışları yüzünden yargıla,

olduğu kişi yüzünden asla yargılama,

ayrımcılık yapma.

Ben gittiğimde orada herkesle

arkadaş mıydım? Hayır. Sevmediğim

insanlar oldu mu?

Oldu. Ben bunları dinleri, dilleri,

ırkları vs. yüzünden yapmadım.

Baktım anlaşamıyorum, kendimi

uzak tuttum. Bu kadar basit.

Herhangi bir outgoingimizden

de asla aksini istemem. Değişimin

ruhu bu değil çünkü. **Değişimin

ruhu; farklılıkları görüp

farklılıkları benimseyip kucaklamak

ve kutlamaktır.** Şu anda

çok savunuculuğa girdim ama

SCOPE de savunucu olabilir.

Değişimler apayrı bir dünya.

**Boşuna demiyoruz değişimler

hayattaki 1 ay değil, 1 ayın içine

sığdırılmış bir hayattır diye.**

Bambaşka bir deneyimler yaşıyorsun

çok kapalı bir alanda.

Orada drama, stres de çıkıyor.

Senin iyimser olman lazım. Haklarını

savunman lazım. Bu tam

kriz yönetimi olmadı ancak en

önemli şeylerden biri bu bence.

31


AYAZ

İçinde kalan bir şey oldu mu

peki?

Aslında ben 1. ve 2. sınıfta daha

preklinik, temel bilimler departmanlarına

gidebilirmişim. Sıkıcı

duruyordu, bir cerrahi değildi

gözümde. Şu anda değerini

farkındayım. İnsanlar stajı cerrahi

veya dahiliyede staj yapar

gelirsin diye düşünüyor. Araştırma

değişimini de preklinikte

araştırma yaparım diye görüyor.

Ki bunlar teknik olarak doğru.

Ancak sadece bunlardan ibaret

değil. Bizler staj olarak preklinik

yerlerde staja gidebiliriz,

araştırma değişiminde de klinik

projelere katılınabilir. Bu kesinlikle

göz ardı edilmemesi gereken

bir şey. Ben de temel bilim

branşına gidebilirmişim. Çok bir

şey kaybetmezmişim. Hatta kazanırdım.

Ama şimdi gitsem, dili

bilsem de bilmesem de, dahili

bir branşa giderdim. Bilsem çok

daha rahat olur tabii.

Departman dışında sosyal

olarak da içinde kalan bir şey

olmuş muydu?

Biraz düşüneyim. Çünkü genel

olarak pişman olduğum

bir şey yok, çok güzel geçti.

Hoş olmayan şeyler oldu mu?

Oldu. Benim de hatalarım oldu.

Bazen insanlara fazla sıcakkanlı

davrandım, onu yapmasaydım

biraz daha iyi olabilirdi. Yine

de pişman değilim. Pişman

olmamak da önemli çünkü bir

daha görmeyeceksin o insanların

çoğunu. Sosyal açıdan asla

pişman değilim diyebilirim son

olarak.

Bir şey istiyorlarsa atılsınlar

yani, içlerinde kalmasın.

Kesinlikle, şunu yapmadım diye

pişman olma. Olacaksan şunu

yaptım diye pişman ol tamam

mı?

32 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği

Akademik ve cv anlamında

nasıl katkısı olur?

CV’ne direkt şurada 1 ay staj

yaptım diye yazıyorsun zaten.

Getirisi, bu tür farklı ülkelerde

staj yapmak neye baktığına

göre önemli. Türkiye’de TUS’ta

falan kimse CV’ne bakmıyor.

Ama yurt dışına odaklanıyorsan

bunlar tabii ki de bir artı.

Önemli mi? Çok önemli değil

açıkçası. Ama kesinlikle bir artı.

Tamamen aynı düzeyde bir

kişiyle karşılaştırılırsan ve sen

staja gitmişsen yurt dışında,

seni seçerler. Burada değişimin

asıl kattığı şey CV’ne olan değil,

senin kişiliğine, dünya bakışına

kattığı şey çok önemli bence.

Akademik anlamda süper gerekli

değil ama senin bakış açını

çok değiştiren bir deneyim.

Değişime gitmeseydin kaybedeceğini

düşündüğün 3 şeyi

söyler misin?

Bu da zor soru! Hep zor sorular

bunlar Simay ne yaptın... Kesinlikle

dediğim gibi dünya görüşü.

Bu kadar küresel anlamda

düşünen bir insan olmazdım.

Dünyam sadece Türkiye olurdu.

İkincisi olarak açık görüşlülük

diyebilirim. Açık görüşlü bir

insandım ama değişimin buna

kesinlikle katkısı oldu. Farklı insanları

yüz yüze gördüm ve cidden

anladım. Biliyordum ama

oraya gidince bunu hissettim

ve anladım. Üçüncü olarak da

uzun vadede çok önemli değil

ancak staj değişimine olan motivasyonum

böyle olmazdı. Ben

değişime gitmemiş olsaydım şu

an NEO-in olmazdım. Beni çok

motive etti. Staj değişiminin

bana sunduğu olanaklar, kişiliğime

kattıkları... Ben de dedim

ki, ben bunu diğer insanlara

da yaşatmak istiyorum, herkes

değişime gitmeyi hak ediyor.

Ben insanların değişimlerde

kendilerine kattıkları şeylerde

bir basamak olmak istedim. O

yüzden Staj Değişimine devam

ettim. Seneye de devam etmek

isterim ama bakalım... Intern

olacağım vaktim azalıyor!

CP olacak kişilere ne önerirsin?

Öncelikle maalesef azcık İngilizce

lazım! İnsanlarla iletişime

geçiyorsun, derdini anlatacak

bile olsa bir minimum A2 seviye

lazım. Full translate keşke olsa

ama olmuyor... Bunun dışında

daha da önemlisi motivasyon.

Her zaman. Benim için en

önemli şeylerden biridir. İnsanları

gezdirmeye motivasyonu

olsun, İngilizcesi mükemmel

olmasa bile çok güzel vakit geçirir.

Hem dilini geliştirir hem de

karşısındakine çok güzel vakit

geçirttirir. Kendisi de çok güzel

vakit geçirir. Farklı kültürleri

tanımaya motive oldukça kalanı

halloluyor.

CP’lerin bir tık daha sıcakkanlı

ve sosyal olması lazım. Çünkü

insanları kabuklarından çıkarıp

gezdirmek onların görevi.

Bunun dışında saygılı olsunlar.

Farklı görüşleri benimseyici

olsunlar.

Bir de en önemlisi ulaşılabilirlik!

Çok önemli! Bir LEO olarak

CP’ne ulaşamazsan çok zorlanırsın.

O yüzden ulaşılabilirliği

yüksek insanların CP olması

çok önemli. Kriz yönetiminde

iyi olması da bir artı ancak çok

önemli değil. Birlikte kriz yaşaya

yaşaya öğreniyorsun. Yeter

ki motive olsunlar, ulaşılabilir

olsunlar, azcık İngilizce bilsinler.

En önemli üçü budur yani.


Ulusal Turlar nasıldı?

Macaristan’da ulusal turlar 1

tane oldu, Budapeşte’ye gittik.

Budapeşte çok güzel bir yerdi,

modern bir İstanbul gibi geliyor

bana. Ortadan bir nehir geçiyor.

2 tarafı var: eski kısmı ve yeni

kısmı. Eski kısmı gerçekten çok

güzeldi. Zindanlara indik, katedrallere

gittik, ruin barlar vardı.

Oralarda bir kulübe gittik, 10

farklı tür odası, müzikleri vardı.

Daha Türkiye’de öyle bir yer

görmedim. Bir odada full Britney

Spears çalıyordu. (Simay o

sırada hasetinden öldü.) İkon.

(Simay en sevdiğim kraliçem

dedi.)

Biz kendimiz Viyana’ya gitmiştik.

Viyana muhteşemdi, özellikle

de mimarisi, her binası mı bu

kadar güzel olur?

Romanya’da 2 ulusal tur vardı.

İlki Braşov’du. Çok küçük bir

şehir, renk renk köy evi gibi

yerler var. Sabah şehri gezdik,

akşam dağ evlerinde kocaman

bir kamp ateşi yaptık. 200 kişi

civarıydık. Romanya’nın tüm

yerel birlikleri toplanmıştı. Çok

eğlenceliydi. Ulusal turlar çok

güzel bir deneyimdi. Bu yaz

gidin kesinlikle.

Sonrasında Romanya’nın

Bodrum gibi bir tatil beldesine

gittik, partili, gezmeli, pahalımsı...

Tam Karadeniz zaten, Bulgaristan

sınırında, Romanya’nın

en güneydoğusundaydı. Orada

kamp yaptık. Trenle gittik iki

yere de. Romanya’da çoğu yere

trenle gidip geliniyordu. Kesinlikle

outgoinglerimize gittikleri

yerde ulusal turlar varsa katılmalarını

tavsiye ediyorum.

Romanya hayatımın en güzel

ayıydı.

Evet sorularım bitti! Egehan

dergimize bu şekilde vaktini

ayırdığın, biz gönüllülere bu

şekilde muazzam katkılı bir

röportaj sunduğun için sana

çok teşekkür ediyorum. İyi ki

varsın, muhteşemsin.

Simaycım gerçekten iyi ki beni

çağırdın! Burada seninle 1 saat

boyunca konuşmak benim için

zevkti. Umarım değerli Yüksek

İhtisas gönüllüleri de benden

bir tık bile tavsiye alsa, kendine

bir şey katsa ben çok memnun

olurum. Sorularınız varsa her

zaman kesinlikle bana ulaşabilirsiniz.

Ama benden önce

muazzam LEO’nuz Simay’a da

ulaşabilirsiniz bunu asla unutmayın.

Kendisi kalp bir insan,

her konuda çok yetkin. Outgoing

konusu olsun, Incoming

konusu olsun her konuda...

İyi ki geldim, çok teşekkür

ederim.

AYAZ

33


AYAZ

Anadolu Medeniyetleri Müzesi/Ulus

Feza Gürsey Bilim Merkezi, Ankara ilinin Altındağ

ilçesinde Altınpark bünyesinde faaliyet gösteren,

öğrencilerin eğlenceli bir ortamda bilimin temel

prensiplerini öğrenmesi için kurulmuş bir tesistir.

Feza Gürsey Bilim Merkezi

Ankara Üniversitesi Oyuncak Müzesi

Ankara’nın ilk sanayi müzesi olan Ankara Rahmi

M. Koç Müzesi 2005 yılında ziyarete açılmıştır.

Tüm ülkelere ve geçmişten günümüze tüm dönemlere

ait, endüstri ve mühendislikle ilgili objelerin

ve belgelerinin toplanması, ev sahipliği yapılması,

araştırılması, korunması ve sergilenmesine

adanmış, kâr amacı gütmeyen özel bir kurumdur.

34 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

Etnografya Müzesi

1930 yılından beri faaliyet gösteren Etnografya Müzesi’nde,

Türk Sanatının Selçuklu Devrinden günümüze kadar

devam eden örnekleri sergilenmektedir. Mustafa Kemal

Atatürk’ün naaşı 1953’de Anıtkabir’e nakline değin burada

kaldı. Bu kısım halen Atatürk’ün anısına hürmeten

sembolik bir kabir şeklinde korunmaktadır.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Ulus ilçesi Atpazarı olarak adlandırılan

semtte, Ankara Kalesi’nin dış duvarının

güneydoğu kıyısında yeni işlev

verilerek düzenlenmiş iki Osmanlı

binasından oluşmaktadır Paleolitik

Çağ’dan başlayarak günümüze kadar,

kronolojik bir sırayla sergilenmektedir.

1997 tarihinde “Avrupa’da Yılın

Müzesi” unvanını elde etmiştir.

Rahmi M. Koç Müzesi

Ankara’nın ilk sanayi müzesi olan Ankara Rahmi M. Koç

Müzesi 2005 yılında ziyarete açılmıştır. Tüm ülkelere ve

geçmişten günümüze tüm dönemlere ait, endüstri ve

mühendislikle ilgili objelerin ve belgelerinin toplanması,

ev sahipliği yapılması, araştırılması, korunması ve sergilenmesine

adanmış, kâr amacı gütmeyen bir kurumdur.

MKEK Sanayi ve Teknoloji

Müzesini 3D gezin

SOS KÇG ile Hangi Müzeyi

Gezmek İstersin?

35


AYAZ

ORTA DOĞU’dan

Yemekler ve Kültür Şokları

Bu ülkelerde yaşayanların çok

misafir sever oldukları bilinmektedir.

Bedouin (Arap) kültüründe,

yabancı birisi kapınızı çalıp evinize

girse bile üç güne kadar onu ağırlamanız

gerekiyor ve ondan evinize

neden geldiğini soramazsın.

Genellikle bu ülkelerde Avrupa ve

ABD’ye göre akşam yemeği daha

geç saatlerde yenilir.

Eğer misafirseniz HİÇBİR ŞEKİL-

DE hesabı siz ödeyemezseniz buna

müsaade etmezler! Hatta hesabı

ödemek konusunda hep aralarında

tartışırlar!

Bu ülkeler genellikle takvimlerinde

bol bol tatil günleri içerirler.

Örneğin Sudi Arabistan yılda 136

günle dünya birincisi bu konuda!

Ve Dubai de haftasonu 2.5 gün

sürüyor!

Tuvaletlerde HORTUM var! Evet

orta doğuda bulunan evlerin hepsinin

tuvaletinde istisnasız hortum

göre bilirsiniz. Tuvaletin türünden

bağımsız olaraktan her yerde bulunur

ve kulanılır.

Tatlı

Ana Yemek

Kahvaltı

FOUL MUDAMMAS

(MISIR)

Kuru bakladan yapılan ve genelde sabah kahvaltıda tüketilmeli

bir Mısır yemeği ful mudammas. Yapımı kolay bir tarif olan ful

mudammas vegan beslenenler için sağlam bir öğün olabilir. Bu

yemek geleneksel Mısır ekmeğiyle (Aish baladi) servis edilir.

Kuru bakladan yapılan ve genelde

sabah kahvaltıda tüketilmeli

bir Mısır yemeği ful mudammas.

Yapımı kolay bir tarif olan ful

mudammas vegan beslenenler

için sağlam bir öğün olabilir. Bu

yemek geleneksel Mısır ekmeğiyle

(Aish baladi) servis edilir.

GHORME SABZİ

(İRAN)

ASABE ZEYNEP

(UMMAN)

Peynir Dolgulu Rulolar ‘Zainab’in

parmakları’ anlamına gelen ‘Asabe

Zainab’, tipik olarak Ramazan ayında

yenen geleneksel bir hamur tatlısıdır.

Umman’da yufkaya krem peynirle

doldurulur, yağda kızartılır yoğun safran

ve kakule şurubu içine batırarak

yenir. Filistin’de benzeri yapılır ancak

ismi ‘kadın budu’ olarak geçer. Asabe

Zainab adı; bir asır önce tatlıyı ilk

yapan kadının adından alır.

36 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

AVRUPA’dan

Yemekler ve Kültür Şokları

Almanya

Batı Avrupa da yer alan Almanya’nın

yemek kültürünün

temeli Et oluşturuyor. Domuz

eti başta olmak üzere etlerden

yapılma çeşitli sosisler et severlere

hitap edecektir. Ayrıca

Almanya’da haşlama sebzeler

oldukça önemli bir yer tutar.

Haşlama sebzeler et ile birlikte

servis edilir. Alman yemek

menülerinin olmazsa olmazı ise

kesinlikle patates’tir. Kızartması,

haşlaması ya da püresi mutlaka

her yemeğin yanında olur.

Unutmadan söyleyelim ekmek

çeşidi olarak da tam 300 farklı

ekmeğe sahiptir.

İspanya

Akdeniz iklimine sahip olan

İspanya, Akdeniz beslenme

tipinin örneklerinden bir diğeridir.

İtalya ile benzerlik gösteren

baharat ve sebze kültürünün

yanı sıra özellikle fabada olarak

bilenen fasulye yiyecekleri ve

paella denilen karışık pilavları

oldukça meşhurdur.

Fransa

Fransızlar yemek işini adeta sanata

dönüştürüyorlar. Avrupa

yemek kültürünü keşfedilecek

yerler arasında Fransa olmazsa

olmazlar arasında. Fransız

mutfağının temelini ise tereyağı,

et, peynir ve şarap oluşturur.

Şarap ile harmanlanmış etler,

350 den fazla peynir çeşidi ve

muazzam şarapları ile Fransa

batı Avrupa da önemli bir mutfağa

sahiptir.

İtalya

İtalyan mutfağı dünya’nın en

meşhur mutfaklarından birinse

sahiptir. Herkesin bildiği gibi

pizza ve makarna denildiğinde

akla İtalya gelmektedir. Akdeniz

ikliminin hakim olduğu

İtalya da pek çok farklı sebze

ve meyve yetişmektedir. Bu da

mutfağı zenginleştiren öğeler

arasında yer alır. Deniz ürünleri

de en az pizza ve makarna

kadar ön plandadır.

Finlandiya’da eski evlerin hepsinde

sauna var. Yeni apartmanlarda ise

ortak kullanım alanı olarak mutlaka

sauna yapılıyor. Sauna Finler

için çok önemli bir kültür. Buna

‘çelikleme’ diyorlar.

Kayak sporunun doğum yeri Norveç’tir,

kayak anlamına gelen “ski”

kelimesi Norveççe “odun parçası”

anlamına gelir.

Kayak sporunun doğum yeri Norveç’tir,

kayak anlamına gelen “ski”

kelimesi Norveççe “odun parçası”

anlamına gelir.

Norveç’teki her mahkum hücresinden

internete girme hakkına

sahiptir.

Economist Intelligence Unit’in,

çalışma, suç seviyesi, yaşam kalitesi,

sağlık hizmetleri, mutluluk gibi

kriterleri göz önüne alarak hazırladığı

ülkelere göre yaşam kalitesi

endeksinde İsviçre ‘yaşanacak en

iyi ülke’ seçilmiştir.

İsviçre dünyanın en liberal silah

yasalarından birine sahip, 8 milyonluk

ülkede 2.3 - 4.5 milyon silah

mevcut. Bu kadar silah olunca

insan vukuat bekliyor ama dünyada

en düşük suç oranına sahip ülke

aynı zamanda

İsviçre’de trafikte aşırı hız cezaları

gelirinizle orantılı olacak şekilde

kesilir.

37


AYAZ

TETİKLEYİCİ

UNSUR

Bergen

Belgin Sarılmışer…

Hayatına binbir türlü acı sığdırmış,

yine de yılmamış güzeller

güzeli ‘Bergen’…

Küçüklüğünden beri müzikle

ilgilenen Belgin, annesi ve

babasının boşanması sebebiyle

Ankara’ya geldi. Ankara Devlet

Konservatuvarına birincilikle

girdi. Maddi sıkıntılar nedeniyle

okulu bırakmak zorunda

kalıp bir süre yaşını büyüterek

memurluk yaptı. Daha sonra

Ankara’da bir gece arkadaşlarıyla

eğlenmek üzere gittiği

pavyonda arkadaşlarının isteği

üzerine şarkı söyledi. Sesini

beğenen pavyon sahibi, kendisine

sahneye çıkmasını teklif

etti. Belgin teklifi kabul etti. Her

gece şarkı söylerken onu izleyen

ve sürekli mektup yazan biri

vardı. İlk aşkı.. Yüzük taktıktan

sonra annesi okulundan dolayı

Belgin’in evlenmesini istemediği

için engel oldu ve sözlüsü hiçbir

şey söylemeden terk etti. Bunun

üstüne çok acı çeken Belgin

tekrar sahnelere döndü. Yazın

Adana’da sahneye çıkması için

teklif geldi. Adana’ya gitti. Hayatının

bu şehirde kararacağından

bihaberdi. Onu her zaman

en önden izleyen ‘Halis Serbes’

adındaki adam… İlk başlarda

her şey dört dörtlüktü ve Belgin

annesine karşı gelip evlendi. İşte

her şey o zaman başladı. Belgin

eve kapatıldı. Her gün şiddete

maruz kaldı. Her seferinde affetti.

Fakat ne mi değişti? Hiçbir

şey.. Hem sahne kariyerinden

olan hem hayatından olan

güzeller güzeli Belgin evi terk

etti. Yine hiçbir şeyden habersiz

sahneye çıktıktan sonra yüzüne

kezzap atıldı. Bir süre çok zorlu

tedaviler gördü. Tek gözünü

kaybetti. Sonraları oluşturduğu

yeni imajıyla kariyerinde çok

önemli işlere imza attı. Şarkıları

büyük ses getirdi. Her şeye

rağmen iyi olmaya çalışırken, bir

gün sahne çıkışı annesiyle otele

geldiğinde karşısına ‘Halis Serbes’

tekrar çıktı ve önce annesini,

sonra Belgin’i vurdu.. Sizce

kim suçluydu? Belgin’i ilk aşkına

vermeyen annesi mi? Yoksa

Adana teklifini kabul eden Bergen

mi? Bunlar olmasaydı öldürülmez

miydi? Sizce bu olaylara

bu bakış açısıyla mı bakmalıyız?

Kısa giymeseymiş, gece o

saatte ne işi varmış, o erkekle

gitmeseymiş… ve daha birçoğu.

Ne o işi kabul ettiği için bergen

suçlu, ne annesi kızını düşündüğü

için suçlu ne de Günümüzde

olması gerektiği gibi özgür

yaşayan kadınlarımız suçlu. Tek

suçlu katil Halis Serbes ve onun

gibi insan demeye dilimizin

varmadığı kişiler. Türkiye’de her

yıl yüzlerce kadın öldürülüyor.

Bergen sadece bunlardan bir

tanesi. Buna dur denmesi için

daha kaç yüz tane kadının, kaç

yüz tane ailenin canı yanacak?

Umarım şiddetin her türlüsünün

sona erdiği günleri görebiliriz.

Herkesin hakları dahilinde

özgürce yaşayabildiği bir dünya

diliyorum, diliyoruz.

38 |Yüksek İhtisas Tıp Öğrencileri Birliği


AYAZ

1 TİYATRO

Yeşil Yol

”Yoruldum patron!”

Filmini izledim zaten kitabını

okumaya ne gerek var diyenler

428 sayfa sonrasında bunu tekrar

söyleyebilecek mi hiç zannetmiyorum.

Dev cüsseli, çocuk kalpli

adam John Coffey’nin hikayesinde

kendinizden bir parça bulabilceğiniz

çok şey var.

ŞATONUN ALTINDA | 31 Mart-Akün Sahnesi

‘Kan, kanı çağırır derler...’

Macbeth’in ölümünden sonra başlayan oyun;

Macbeth’in hikayesini iki çamaşırcı kadının gözünden

anlatıyor. Hiçbir şeye inanmayan ve herşeyle

dalga geçen, zamanın ötesinden iki kadının anlatımıyla

clown, fiziksel hikaye anlatıcılığı, grotesk

oyunculuk, bufon gibi farklı oyunculuk stillerini

harmanlayan bir deneme “Şatonun Altında”.

Görünüş itibarıyla korkutucu denilebilecek karakterler

dekor nesnesi olarak birkaç çarşaf ve

mandal kullanarak farklı bir komedi diliyle oynanan

bu oyuna yeni nesil tiyatro severler eminim ki

bayılacaktır. Ülkemizde çokça görülmeyen fiziksel

tiyatronun bu harika örneği herkesin hayatında

bir kere izlemesi gereken tarzda.

Oyuncular: Pınar AKKUZU/Gürel ARSAL

1 KİTAP

TETİKLEYİCİ

UNSUR

1 PLAYLİST

Ayaz Playlistimiz

”Kulaklarımızın pası silinsin”

Yerel birlik gönüllülerimizin bu ay

en çok dinlediği şarkıları ekleyerek

oluşturduğu bu harika playliste de

göz atmanızı mutlaka öneriyoruz.

Hoşunuza giden şarkıları dinledikten

sonra siz de bu ay en çok dinlediğiniz

şarkıyı eklemeyi unutmayın.

39


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!