Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
21.02.2022 SAYI:3
ÇARÇUBA
AKTÜEL PSİKOLOJİ DERGİSİ
" SALDıRGANLIK "
bensu
TASARIM KULÜBÜ
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
4
EMEĞİ GEÇENLER
5
TOPLUMDAKİ SALDıRGANLıK
6-7
ALİ
8
BİR RÜYA İÇİN AĞIT
9-17
BULMACA
18
AMİGDALA HASARI VE DUYGU RENKLİLİĞİ
19-26
AİLE YAPISI VE SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUK
İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR META ANALİZ ÇALIŞMASI
27-34
VAHŞİ
35
UNORTHODOX
36-37
PSİKOLOJİ KULÜBÜ HAKKINDA
38-44
BULMACA CEVAPLAR
45
SUNUȘ
“Acı diyorum efendim, o da evrensel olmalı; bir
çocuğun eline diken batsa tüm insanlık yanmalı.”
Farid Farjad
Hem çevremizde hem medyada, hemen her gün
canımızı yakan şiddet olayları ile karşı karşıya
kalıyoruz, üstelik maalesef bu neredeyse gündelik
hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.
Vatandaşlar olarak dehşet içinde izleyip
anlamlandırmaya çalışıyor, bazen görmezden
gelmeyi tercih edip günlük hayatımıza devam ediyor,
bazen de tepkimizi ortaya koyuyor hatta müdahale
etmeye çalışıyoruz.
Dr. Öğretim Üyesi Duygu Buğa
Dünya üzerinde, tüm toplumlarda ve insanlık tarihi boyunca ev içi şiddetten çocuk ihmal ve
istismarına, cinsel saldırılardan nefret suçlarına, akran zorbalığından işyeri tacizine, terör
saldırılarından doğaya ve hayvana yönelik şiddete kadar birçok farklı şekilde karşımıza çıkan
saldırganlık ve şiddet, psikoloji biliminin en önemli çalışma konularından biri. Günümüzde
psikologlar akademide, kamuda, sivil toplumda ve özel sektörde çok farklı birimlerde ve farklı
profesyonel rollerde saldırganlık ve şiddetle mücadelede etkin hizmet veriyorlar.
Hayata geçişi bir öğrenci etkinliği olarak gelişen, hocalar ve öğrenciler olarak hepimizi
heyecanlandıran dergimizin 3. sayısının, özellikle de böyle önemli bir konuda hazırlanmasında
emeği geçen herkese teşekkür ediyor, bundan sonraki sayılarda da birlikte olmayı diliyoruz.
Dr. Öğretim Üyesi Duygu Buğa
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi
Psikoloji Bölümü
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
EMEĞi GEÇENLER
Akademik Danışma Kurulu
Dr. Öğr. Üyesi Nevin ERACAR
Dr. Öğr. Üyesi Gökçe ÖZKILIÇCI
Dr. Öğr. Üyesi Duygu BUĞA
Hakemler
Araş. Gör. Büşra Ceren TANGÜL
Araş. Gör. Gamze UZUNORMAN DERBAZ
ÇARÇUBA Aktüel Psikoloji Dergisi
Yazman- Fatih ATİK
Yazman- Ahmet Burak ABACI
Yazman- Hatice KELTEK
Yazman- Sümeyye Betül İŞCAN
Yazman- İsmail KARADAĞ
Yazman- Emine ŞENGÜL
Yazman- Melike MEMUR
Yazman- Rumeysa ALTUNBAŞ ERYILMAZ
Ar-Ge- Elif DEĞİRMENCİ
Ar-Ge- Emine ŞENGÜL
Ar-Ge- Pınar ÖZBİLEK
Ar-Ge- Elif KORKMAZ
Psikoloji Kulübü Yönetim Kurulu
Danışman- Dr. Öğr. Üyesi Nevin ERACAR
Psikoloji Kulübü Başkanı- Elif DEĞİRMENCİ
Psikoloji Kulübü Başkan Yardımcısı- Emine ŞENGÜL
Psikoloji Kulübü İletişim Sorumlusu- Elif KORKMAZ
Psikoloji Kulübü İletişim Sorumlusu- Pelin ACAR
Psikoloji Kulübü İletişim Sorumlusu- Ceren ÖZCAN
Psikoloji Kulübü Sosyal Medya Sorumlusu- Pınar ÖZBİLEK
Psikoloji Kulübü Sosyal Medya Sorumlusu- Beyza ANADOL
Psikoloji Kulübü Afiş Sorumlusu- Melisa ÇETİNKAYA
Psikoloji Kulübü Yazmanı- Ruveyda BALYER
Psikoloji Kulübü Yazmanı- Mehmet Yusuf GÜZEL
Psikoloji Kulübü İçerik Üreticisi- Ayşe Nur SUSUZ
Tasarım Kulübü Yönetim Kurulu
Danışman- Dr. Öğr. Üyesi Özlem VARGÜN
Grafik Tasarımı- Aleyna DÖNERKAYALI
Grafik Tasarımı- Bensu Hilal EROL
Grafik Tasarımı- Semiray KAVRAZLI
TOPLUMDAKi SALDıRGANLıK:
TOPLUMSAL CiNSiYET VE KADıNA ȘiDDET
Saldırganlık üzerine birçok araştırma, tez,
kuram ve görüşler literatürde bolca yer
almaktadır. Kökeni hakkındaki teoriler,
uygulanma sebepleri, türleri veya olası
çözüm yolları için tavsiyelere de yine
literatürde bolca yer verilmektedir. Psikoloji
biliminin sadece bu konu ile ilgili
çalışmalarını yürüten ayrı bir alt birimi bile
bulunmaktadır. Bu konunun bu kadar
incelikle ve titizlikle ele alınması, sivil toplum
kuruluşlarının bu konuya farkındalık
kazandırma çalışmaları toplumsal ruh sağlığı
için ve daha iyi bir insanlık için umut verici
niteliktedir.
“İngilizce karşılığı en yakın “aggression”
olan saldırganlık, genel anlamıyla
başkalarına zarar vermek niyetiyle biri ya da
birileri tarafından yapılan davranışlar olarak
tarif edilmektedir” (Tunç,2021). Bu
davranışlar sözel, fiziksel, aktif, pasif, direkt
veya dolaylı yoldan olabilir. Kültürel
farklılıklar ve kişilik özellikleri gibi birçok
farklı etken saldırganlığın şeklini,
büyüklüğünü, saldırganlığa elverişliliği
etkiler. Ancak hangi coğrafyada, hangi
şartlar altında olursa olsun tartışmasız
ortada olan gerçek saldırganlığın ve
çıktılarından biri olan şiddetin hem kişisel
hem toplumsal ruh sağlığını olumsuz yönde
etkilediğidir.
Saldırganlığın maalesef dünyada ve
ülkemizde ortaya çıkan en yaygın
sonuçlarından biri kadına şiddet ve aile içi
şiddet şeklindedir. Peki neden böyle?
Bu problemin nedeni ile ilgili birçok
kuram, bilimsel açıklamalar elbette mevcut.
Ben biraz daha içsel ve hepimizin maruz
kaldığı bir konu üzerinde durmak istiyorum:
toplumsal cinsiyet. Özellikle toplumcu kültür
yapısına sahip medeniyetlerde daha katı
halini gördüğümüz toplumsal cinsiyet, kadın
ve erkek bireyleri farklı konumlarda ele
almaktadır. Cinsiyetçi yaklaşımın hakim
olduğu bu bakış açısı beraberinde sosyal,
toplumsal, bireysel eşitsizliği getirmektedir.
06
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
En nihayetinde insanın en temel
haklarından biri olan yaşama hakkının ihlal
edilmesine kadar büyük ve acı sonuçlara yol
açmaktadır. Bu sonuçların ortaya çıkmasında
toplumun erkek-kadın bireye yüklediği
gereğinden büyük sorumluluğun etkisi
yadsınamayacak kadar fazladır.
Aile, en küçük ve temel toplumsal birimdir.
İlk öğrenme burada başlar, ilk ahlaki yapı
burada şekillenir. Çocuk, belli bir yaşa kadar
doğru- yanlış ayrımı yapmadan anne
babasının gösterdiği tüm davranışlara maruz
kalır. Belli bir yaştan sonra çocuğun,
öğrendiği veya maruz kaldığı davranışların
nedenini sorgulama mekanizması, çevresi
tarafından pekiştirilmezse ileride büyüdüğü
ortamda yeni bir baba veya anne olacak olan
o çocuk, doğru-yanlış muhakemesini kendi
içinde yapmak zorunda kalacaktır. Doğru
bildiği bu yanlışlar içerisinde erkeğin
kadından daha üstün olduğuna yönelik veya
kadının erkeğe muhtaç ve erkeğe göre daha
aciz olduğuna dair yargılar yer alabilir. Böyle
bir kalıp yargı – elbette bu kalıp yargıyı
pekiştirecek toplumsal destek- erkek bireye,
kadına şiddet uygulayabileceğine dair ya da
ailesinde sadece kendisinin sözü
dinleneceğine yönelik “ayrıcalığa” ve
“üstünlüğe” sahip olabileceğini zannetme
yönünde varsanıya neden olmaktadır.
Toplumsal cinsiyetin egemen olduğu
toplumlarda yetişen yen bireyler adeta
beyinleri yıkanırcasına bu yönde birçok
tehlikeli olumsuz uyaranlara maruz
kalmaktadır. İkili ilişkilerin evlilik şeklinde
ilerlemesinin ardından başta kadına ve
çocuğa yönelik şiddet olmak üzere aile içi
huzursuzluk olarak başlayan bu süreç,
bireysel ve toplumsal ruh sağlığının
bozulmasına kadar birçok olumsuz sonuçlar
doğurmaktadır.
Ancak böyle bir zorunluluk tehdit gibi
algılanmamalıdır. Toplumsal ruh sağlığı için
yapılan her iş aslında toplumsal bir
sorumluluktur. Toplumsal cinsiyet, toplumun
kendisinin yarattığı içi boş ve derhal
söndürülmesi gereken kocaman bir balon
gibidir. Kadının kadın; erkeğin erkek
olduğunun ve toplumun her kesiminde, tüm
statülerde eşit hak ve özgürlüklere sahip
olduklarının bilincinde olmak, bu bilinçle yeni
nesiller yetiştirmenin, toplumun kanayan
yarası olan bu problemi bir daha gündeme
getirmeyecek şekilde ortadan kaldıracağına
inanıyorum.
Fatih Atik
T.C. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
Referanslar:
Tunç, Ö. V. (2021). Çevrimiçi Oyun Bağımlılığı ile Saldırganlık ve Yalnızlık Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi. (Yüksek Lisans Tezi). Ulusal Tez Merkezi. (669933)
Bu olumsuz sonuçları engellemek her bireyin
toplumsal sorumluluğudur. Hatta toplumsal
“zorunluluk” demek daha doğru olacaktır.
07
ALi
Adı Ali, yaşı on birdi.
Oldukça sessizdi, biraz fazla yerdi.
Pek uyuşmuyordu yaşıyla bedeni
“Midesi aklından çok çalışıyor” derdi babası
Düşünüyordu annesi:
“Dersleri de kötü. Budala olacak, tıpkı babası.”
Ali odasındayken sesler gelirdi kulağına.
O sesler ki kendisinden fazla yer kaplıyordu evde.
Bir “ah” işitti. Bir tabak kırıldı. Duvara fırlatılmış olmalıydı.
Belki de duvara çarpan bir kafaydı. Biri ağlıyordu.
Şansın ve duaların yardımıyla
Yüreğinin sesi bastırdı hepsini az sonra.
Ama en büyük gürültü oda kapısından koptu.
Babasıydı gelen. Demek ki babası dualardan kuvvetliydi.
Babası gitti.
Odadayken sesi biraz yüksek çıkmıştı,
Kapıyı biraz sertçe çarpmıştı.
Sesleri odasında tanımaya başladığından beri
Ali de ağlıyordu.
Günlerden bir gün eve yürürken Ali ufak adımlarla
-Çünkü eve gidecekse de geç gidebilirdi-
Sınıf arkadaşını gördü. Pek sessiz biriydi,
Zayıfça bir çocuk, çubuk gibiydi.
Düşündü Ali: “Vurursam iner. Çelimsizin biri.”
Bilmese de bu ne demek, güzel geliyordu düşüncesi
Babası gibi olabilir miydi? Kendinden geçmişti Ali.
Yanına gitti sınıf arkadaşının. Birlikte yürürler miydi?
Olurdu, yürürlerdi elbet. Ali dişlerini zevkle kamaştırdı.
Babasının çarptığı kapıyı, yükselen sesini hatırladı.
Kolları kuvvetle inip kalktıkça çıldırır gibi hissediyordu.
Derken arkadaşının ayağına takıldı.
Sendeledi Ali, kocamandı gözleri, yuvalarından fırlayacak gibi.
Arkadaşı mıknatıstı sanki, nasıl da çekiyordu bedenini
Bu anı bekler gibi çullandı sınıf arkadaşının üstüne, Ali.
Günden güne sessizliği bozulur oldu Ali’nin:
Keşfettiğinden beri kuvvetini, yükselmişti sesi.
Çullanmalarda da iyiydi. Sonradan öğrendi haraç kesmeyi.
Hoşuna gidiyordu her yenilik.
Babası hala aynıydı, kendisi değişiyordu.
Babasından nefret etse de ona benzemeyi güzel buluyordu.
İsmail Karadağ
T.C. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü
08
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
BAĞIMLILIK OLUȘUM SÜRECİNDEKİ TOPLUMSAL
ETKENLERİN “BİR RÜYA İÇİN AĞIT” FİLMİ ÜZERİNDEN
İÇERİK ANALİZİ İLE İNCELENMESİ
Hatice Keltek*
Sümeyye Betül İşcan
ÖZET
Günümüzün önemli problemlerinden
olan bağımlılık farklı yönleriyle ele alınıp
incelenmesi gereken bir konudur.
Bağımlılığın toplumsal nedenlerinin tespit
edilmesi bağımlılıkla mücadeleye katkı
sağlayacaktır. Literatürde bağımlılık daha
çok bireysel ve psikolojik yönleriyle ele
alınmış olup, toplumsal yönden yapılan
araştırmalar oldukça sınırlıdır. Bu çalışmada,
Bir Rüya İçin Ağıt (Requiem For a Dream)
filminin analiziyle içinde bulunduğumuz
dünyada bağımlılık oranının artmasındaki
toplumsal sebeplere sahneler ve filmdeki
karakterlerin farklı bağımlılıkları
çerçevesinde yer verilecektir. Bağımlılık
sürecinin her aşamasında sosyal süreçler
etkili olmaktadır. Bu nedenle sosyal bir ağ
içerisinde yaşayan bireylerin bağımlılıkları
bağlamdan ayrı değerlendirilmeyip,
toplumsal sebep sonuç döngüselliği
içerisindeki bir etkileşim kapsamında ele
almak yerinde olacaktır. Sonuç olarak,
filmdeki karakterlerin dramatik öyküsünün
toplumun genel durumunu yansıtması ele
alındığında; bağımlılık alanında çalışan ya
da eğitimini sürdüren uzmanlar için genel
bir görüş sağlayacağı ve devlet kontrolünde
madde bağımlılığını önlemeye yönelik
girişimlerin yapılandırılmasında bir kaynak
oluşturacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bağımlılık, Film Analizi,
Bir Rüya İçin Ağıt, Toplum
ABSTRACT
Addiction, which is one of the important
problems of today, is a subject that needs to
be handled and examined from different
aspects. Identifying the social causes of
addiction contributes to the fight against
addiction. In the literature, addiction has
been dealt with mostly in terms of individual
and psychological aspects, and studies
focusing on the social aspect are
09
very limited. In this study, with the analysis of the movie Requiem For a Dream, the social reasons for
the increase in the addiction rate in the world we live in will be included within the framework of the
scenes and the different addictions of the characters in the movie. Social processes are effective at
every stage of the addiction process. For this reason, it would be appropriate to consider the
addictions of individuals living in a social network not separately from the context, but within the
scope of an interaction within the social cyclic causality. As a result, when the dramatic story of the
characters in the movie reflects the general situation of the society; It is thought that it will provide
a general view for experts working or continuing their education in the field of addiction and will be
a resource for structuring initiatives to prevent drug addiction under state control.
Key Words: Addiction, Movie Analysis, Requiem For A Dream, Society
GİRİŞ
Urie Bronfenbrenner’in ekolojik yaklaşımına göre bağımlılık, sadece bireyin sorumlu
olduğu bir davranış sorunu olarak değil sosyal koşullarla beraber pek çok etkenin bir
araya gelmesiyle oluşan mikro ve mezzo sistem içerisinde ele alınmalıdır. İçinde
bulunduğumuz çağda birey ve çevre en dış halkadan içe doğru ve içeriden dışa doğru
yayılan iki yönlü bir etkileşim içerisindedir. Bağımlı bireyler içinde bulundukları
toplumun ekonomik, politik, kültürel, eğitim, sağlık, adalet ve dini sistemleriyle
etkileşim içerisindedir (Danışmaz Sevin ve Erbay, 2021). Goodman, bağımlılığı hem
zevk veren hem de içsel sıkıntılardan kaçmaya hizmet eden bir tür davranış örüntüsü
olarak tanımlamıştır (akt. Armağan ve Türk, 2018). Var olduğumuzdan bugüne değin
nasıl bu kadar farklı bağımlılık ortaya çıkıyor diye sorgulandığında birçok yaklaşımların
farklı kavramlara vurgu yaptığı görülmektedir. Freud, madde kullanımı ve bağımlılığı
oral dönemde meydana gelen sorunlar olarak açıklamakta; varoluşçu yaklaşım,
varoluşsal kaygılar ve huzursuzluk ile bağlantılandırmakta; davranışçı yaklaşım ise bu
bozukluğun öğrenme ile geliştiğini öne sürmektedir (Danışmaz Sevin ve Erbay, 2021).
Evrimsel teori bağımlılığı adaptasyon sorunu olarak görürken, Stoalılar ise hazzı
olabildiğince arttırıp acıdan uzaklaşma davranışı olarak açıklamaktadır (Gökalp, 2017;
Mutlu, 2018).
Madde bağımlılığı biyolojik, psikolojik ve sosyolojik açıdan günümüzde insan
toplumunun karşılaşmış olduğu problemlerin en önemlisi olarak görülmektedir.
Kullanılan madde ilk başlarda bireyi gerçeklerden uzaklaştırarak rahatlatsa da ortaya
çıkardığı duyum nedeniyle zamanla kötüye kullanım ve bağımlılığa yol açabilmektedir.
Bireysel olarak ortaya çıkan olumsuz sonuçların yanı sıra toplumsal sağlık ve ekonomi
açısından da problem yaratmaktadır. Bağımlılık durumunda bir maddenin yaşamı ve
sağlığı olumsuz etkilemesine karşın kullanımının devamı ve madde alma isteğinin
durdurulamaması söz konusudur. Bağımlılığın terk edilmesi durumunda bile bazı
anlarda geçmişi arzulama hali yaşanabilmektedir. Bağımlılık her yaşta
karşılaşılabilecek bir olgu olmasına karşın, en sık gençlik döneminde yaşanmaktadır
(Kolukırık ve Çil, 2008; Polat ve Kök, 2019).
10
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Gençlik dönemi, kimliğin şekillenmeye başladığı ve yoğun olarak gencin kendini
tanıma ve kim olduğu üzerine düşündüğü bir dönemdir. Bu dönemde aile, toplumsal
ortam ve çevreyle kurulan ilişkiler önemli rol oynar. Yaşanan bu süreç boyunca
bağımlılık bir değer ya da çaresizlik şeklinde genç kimliği üzerinde kendini gösterebilir.
Bu çalışmada, genç ve aile perspektifinde uyuşturucu madde bağımlılığı karşısındaki
durumunun biyopsikososyal analizi yapılacaktır. Yönetmenliğini Darren Aronofsky’nin
(2000) yaptığı Bir Rüya İçin Ağıt (Requiem For a Dream) isimli filmde yer alan dört
karakterin yaşadığı olaylar kapitalizm, tüketim toplumu, kitle nevrozu, haz toplumu
kavramları çerçevesinde ele alınacaktır. Karakterlerin deneyimleri üzerinden bağımlılık
döngüsünün bireyden topluma, toplumdan bireye yansımaları değerlendirilecektir. Bu
bağlamda bireyler arasındaki iletişim kopuklukları, aile bağlarının zayıflığı, yalnızlık,
sosyal destek, tüketimin haz veren nesnelere yönelmesi, maddeye ulaşmak için verilen
mücadelede kaybolan değerler, benlik yitimi başlıklarıyla ele alınacaktır. Mevcut
sistem, eleştirel bir bakış açısıyla ele alınıp bağımlılık sorununa toplumsal nedenler
konusunda bir farkındalık sağlanması amaçlanmaktadır.
Bağımlılık, Birey, Toplum, Kitle Nevrozu
Bağımlılık, değişen teknolojik gelişmeler sonucu yaşamın birçok alanını kapsayan
yeni formlar kazanmıştır. Zamanın ruhunun değişimiyle beraber önceden ilk akla gelen,
alkol, sigara, uyuşturucu ve bağımlılık yapan ilaçların dışında alışveriş, egzersiz, yeme,
teknoloji, iş, sosyal medya, internet gibi yeni bağımlılık alanları oluşmuştur. Bu
durumda bağımlılığın bireysel ve toplumsal boyutlarını farklı olarak ele almak ve
bunların arasındaki ilişkiyi irdelemek önem kazanmaktadır.
Postmodern dönemde “tüket ve unut” anlayışı anlam kazanmıştır. Bu noktada
ihtiyaçlar ve ihtiyaçların giderilmesine dayanan arzu ekonomisi ilişkisi tersine çevrilir.
İhtiyaç ne kadar az bilinirse, tatmin vaadi bir o kadar çekici hale gelir. Bilinmeyen bir
deneyimi yaşamak büyük bir eğlence serüveninin kapılarını aralar. Tüketiciyi
doyumsuzluk çemberinin içine çeken bilinmeyen arzuların verdiği acıdır (Birincioğlu,
2019). Bauman’ın bakışıyla değerlendirildiğinde bağımlılık hangi türde olursa olsun,
temel olarak gerçekliğin kısa süreli de olsa yeniden üretildiği geçici ikamelerdir. Bu
geçiciliğin acı vermiş olması bile döngünün yaşanılmasının adeta bir yazgıya
dönüşmesine engel olamamaktadır.
Baudrillard, simülasyon evreni ile gerçeklik kavramının sorgulanması gerektiğini
belirtir. Ona göre gerçeğin ortadan kalktığı, her şeyin simülasyon olduğu “gibi”ler
evreninde gerçeklikten yoksun gerçek yeniden üretilir. Birey simülasyon ile sahip
olmadığı/olamayacağı şeye sahip olmaktadır (akt. Birincioğlu, 2019). Yapay ve
gerçeğin bir arada karmaşıklaştığı, gerçek olanın sembollerle kurgusallaştığı
11
taklitler toplumu simülakr evreni oluşturur (Birincioğlu, 2019). Baudrillard’ın
açıklamaları çerçevesinde ise bağımlılığın, -mış gibi bir dünyada hissedip, düşünüp,
davranışlar gösteren bireylerin kendi yaşamlarını emanet olarak yaşadıkları simülakr
bir evrene dönüştürdükleri ifade edilebilir. Buradan hareketle otantiklikten uzaklaşan
insanın bağımlılık çemberinde nihilizme, ümitsizliğe ve çöküşe uğraması kaçınılmaz
olacaktır.
İnsanın neden bağımlı olduğu, bağımlı oldukları nesnenin bireysel ve toplumsal
dinamikleri neler olduğu gibi sorular bağımlılık sorununa merceği odaklayıp ardından
geniş resme bakılabilmesini sağlayacaktır.
Bireyden topluma yönelik değerlendirildiğinde yaşadıkları doğa ile bağları kopuk,
kişisel iletişim dilini, trajedi hissini, benlik bilincini yitirmiş, içi boşalmış can çekişen bir
nevrozdur bireyin yaşadıkları. Jiroskop mekanizması nasıl dış odaklı bir güç tarafından
yönetiliyorsa bu içi boş birey tamamen dış odaklı, ona dayatılan bir akıl, his ve düşünüş
içerisindedir. Bizi insan olma potansiyelinden alıkoyan aşkın olan her şeye aldığımız
mesafe sonucu dünyada yaşanan sonuç adeta bir büyü bozumudur. Ruhları dışarı
süpürdükçe içeriye daha beter yozlaşmalar girerek tüm toplumu çürüterek, paralize
etmektedir. Dışarıdan içeriye giren bizi hasta eden her şeyin kökeninde kaybettiğimiz
değerler vardır. Bizi hasta eden ve bu toplumsal çözülmeye neden olan önemli bir
konu bağımlılık sorunudur (May, 2007).
Toplumdan bireye yönelerek açıklamaya çalışıldığında ise konservatif kültürde
birey sorgulamadan ve ezber bozmadan mekanik bir şekilde hayatını idame
ettirdiğinde daha az kaygı yaşamakta ve sorumluluklarından kaçarak kendini daha
edilgen bir duruma getirmektedir. Kitle endüstrisi aynılaşmış, itaat eden, tek tip,
birbirinin kopyası haline gelmiş, rutin yaşayan ve kendisine yabancılaşmış insanlarla
bir kitle toplumunu oluşturmaktadır. Bunun önemli bir ayağı teknolojik gelişmeler ve
kitle iletişim araçlarıdır (Kolukırık ve Çil, 2008). Ortak güdülerle hareket eden bu yığının
değerlerle ve özgürlükle ilişkisi minimal düzeyde olup, insanlar benlik yitimiyle
anlamsızlık çemberinde kitle nevrozu yaşamaktadır.
Popüler kültürün tüketime programladığı insanlar teknolojinin gelişmesiyle hemen
her şeye ulaşabilmekte, uzaklar yakın olmaktadır. Bu ulaşılabilirlik bağımlılığın son
yıllarda artış göstermesinde oldukça etkili olmuştur.
Öncesinde aynı ev içerisinde nitelikli zaman geçiren aile üyeleri teknolojinin
gelişmesiyle beraber edindiği tablet, akıllı telefon gibi aletler nedeniyle birbirinden
uzaklaşmış, iletişim kopukluğu aynı aile içerisinde yalnızlaşmış ve böylece zamanının
büyük bir bölümü sosyal medyada tüketme sorununu beraberinde getirmiştir.
12
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Aile bağlarının zayıflaması manevi değerlerin oluşturduğu anlam boşluğuna farklı
türde bağımlılıkların ikame etmesi sonucunu getirmiştir. Aile bağlarının zayıflığı sonucu
birey bağımlı mı olmuştur yoksa bireylerin bağımlılıkları sonucu mu aile birbirinden
uzaklaşmıştır? Kayma teorisindeki gibi hangisi hangisinin nedeni ya da sonucu olduğu
bir muammadır.
YÖNTEM
Sosyal bilimlerin ulaştıkları verileri tarif etme kaygısı, anlama, anlatma zorunluluğu
ve bilim dünyasında kimlik arayışları, sosyal alanda çalışan bilimsel araştırmacılarının
yöntem arayışları, “bilim nesnesi olarak insan” olgusunun sonsuz karmaşıklığındandır
(Eracar, 2020). Bağımlılık sorunu da biyopsikososyal olarak ele alınırken nitel araştırma
yöntemlerinden içerik analizi kullanıldığında daha bütüncül bir bakışı olanaklı
kılmaktadır.
Çalışmada içerik analizinin tercih nedeni nicel bilgi kayıtlarının ötesinde nitel
gözlem ve analizler sonucu yapılan sentezlerle benzer türden bilgilerin ve mekanik
değerlendirmelerin ötesinde birtakım sonuçlara ulaşmaktır. Çalışmanın veri kaynağını
2000 yılında çevrilmiş bir Darren Aronofsky filmi olan Bir Rüya İçin Ağıt (Requiem For
A Dream) adlı yapıt oluşturmaktadır. Film dört bağımlı insanın iki bağımlılık şekli
(teknoloji, madde bağımlılığı) üzerine kurgulanmıştır. Ana karakterler olarak film, Sara
Goldfarb (Ellen Burstyn), Harry Goldfarb (Jared Leto), Marion Silver (Jennifer
Connelly) ve Tyrone C. Love (Marlon Wayans) üzerinden şekillenmektedir. Filmde
bağımlılık ilişkisinin yer aldığı sahneler, diyaloglar, semboller ve müzik gibi öğeler
belirlenerek, içerik analizi yöntemiyle incelenmeye çalışılmıştır. Bağımlılığa yol açan
sosyal etkenler ve bireysel etkenler çerçevesinde; birey ve toplum, kitle nevrozu,
kapitalizm, haz sorunu, tüketim nesnesine dönüşmek, sosyal destek, sosyal köstek,
değerlerin yitimi, anlam kaybı başlıklarıyla analizler yapılmıştır.
Bir Rüya İçin Ağıt
Filmde dört karakterin teknoloji, eroin, kokain ve diyet haplarına (LSD kökenli) olan
bağımlılıkları işlenmiştir. Fakat tema, filmin isminden de anlaşıldığı üzere bir düşe, bir
umuda olan bağımlılık ve bunun tehlikeli sonuçlarıdır. İnsanlar kendi problemleri ve
yaşamın amacını bulma ve ulaşma çabasında çıktığı yolda birtakım şeylere bağımlılık
yaşayabilirler. Filmin başından sonuna kadar konu edindiği hatta her sahnede
vurguladığı bağımlılık, kurdukları düşler için gerçeği satmaya, kimliklerinden
vazgeçmeye kadar gider. Normalde ağıt kültürü ölümden sonra yaşanan bir olgudur.
Fakat filmde ölüm, bir canlının ölümü şeklinde değil, metaforik olarak kullanılmaktadır;
ölen, büyüme fırsatını, benlik ve değerlerin sürekli erozyonunda bulan arzuları temsil
eden rüyalarıdır. Kullandıkları madde uğruna Sara sağlığını, Harry şırınganın
enfeksiyona neden olarak kangrene dönüşüp kesildiği kolunu, Marion
13
fuhuşa sürüklenerek benliğini, Tyron ise özgürlüğünü kaybetmiştir. Filmin sonlarına
doğru dört karakterin de bağımlı oldukları eşyalara cenin pozisyonunda sarıldıklarını
görürüz. Bu sahne kahramanların regrese olma halini, kendini en güvende hissettiği
anne rahmine duyduğu arzuya dönüşü simgelemektedir.
Tüketim Çılgınlığı ve Tüketim Nesnesine Dönüşmek
Filmin ilk sahnesinde Harry, madde satın alabilmek için evdeki televizyonu satmaya
götürür. Harry başlarda maddeyi keyif amaçlı kullanmaktadır. Sonrasında ona
getirebileceği zararları düşünmeden, gününü kurtarmanın peşindedir. Ancak Harry’nin
ilk başlardaki iyi hissetme hali süreç ilerledikçe onu çöküşe doğru sürüklemektedir.
Filmde tüm karakterlerin yaşadığı olaylar yaz, sonbahar ve kış dönemi olarak ifade
edilen metaforik bir anlatımla yer almaktadır. Maddenin ilk alındığında verdiği geçici iyi
hissetme hali ile tüketim çılgınlığının vermiş olduğu kısa süreli mutluluk arasındaki
benzerlik yaz mevsimi metaforuyla ilişkilidir. Günümüzde tüketimin yeni bir anlam
kazanması, temel ihtiyaçlardan ziyade tüketimin artık hazla ilişkili nesnelere yönelmesi,
insanların bir nesneye bağımlı hale gelmesinde önemli bir etken olmaktadır. Tüketim
çılgınlığının işleyişindeki nesneye ilk sahip olunduğunda verdiği kısa süreli iyi hissetme
halinin sonraki süreçte paradoksal bir şekilde günden güne insanı tüketir hale getirdiği
görülmektedir. Filmde tüm karakterler üzerinde, insanın meta haline gelmesi, tüketim
çılgınlığının insanı tüketim nesnesi haline getirmesi farklı biçimlerde meydana
gelmektedir.
Değerlerin Yitimi, Anlam Kaybı
Düşünmeye ve üretmeye ihtiyaç duyulmayan bir sistem içerisinde yaşayan bireyler
varoluşunu nasıl gerçekleştireceğini bilememektedir. Bir şeyleri elde etmek için çaba
harcamayan bireylerde, kurulması emek istenen aile, sevgi, arkadaşlık gibi kavramların
içleri boşalmakta ve değerler birer birer yok olmaya yüz tutmaktadır (May, 2007). Harry
ve sevgilisi Marion arasında geçen bir diyalogda, Marion’un Harry’e yönelttiği “Anneni
çok seviyorsun değil mi? sorusuna verdiği “Bilmiyorum, galiba öyle. Genelde onun
mutlu olmasını istiyorum” cevabında aile içi iletişimin kopukluğu açıkça
görülebilmektedir. Anne çocuk arasındaki iletişimde anlam kaybı, nesnelerle doldurma
çabasıyla sonuçlanmaktadır. Nitekim Harry annesiyle olan bağı da ona bir televizyon
satın alarak, yani yine bir nesne üzerinden kurmaya çalışmaktadır. Kent yaşamında,
şehrin karmaşası içerisinde insanlar birbirlerinin gerçek ihtiyaçlarını görmek yerine
bunu telafi edeceğini düşündükleri nesneler bulmaktadır.
Filmde 3 bölüme ayrılan bağımlılık sürecinde; kış mevsiminin gelmesiyle birlikte
Marion, yoksunluk krizlerini çok yoğun bir şekilde yaşamaktadır. Sevgilisi için madde
bulamayan Harry, ona seks karşılığında madde satan bir adamdan bahseder ve Marion
sevgilisi Harry’nin kendi elleriyle fuhuşa sürüklenir. Harry’nin bahsettiği adama ulaşan
14
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Marion yoksunluk krizleriyle baş edebilmek için çaresizce fuhuş partilerine katılır.
Bedenine yabancılaşır ve maddeyi kullanmak uğruna günden güne değer verdiği her
şeyini yitirir. Rollo May’in yaklaşımıyla değerlerini yitiren ve içi boşalan insan kendini
kaybetmekte ve kendine yabancılaşmaktadır.
Kapitalizm ve Haz Yönelimli Olmak
Filmin Amerika’da geçiyor olması, Amerikan yaşam tarzının insanın bedenine,
ruhuna ve topluma açtığı yaraları yansıtması bakımından kapitalizm olgusunu sinema
üzerinden anlamayı kolaylaştırmaktadır. Kapitalist sistemin ürettiği haz yönelimli
toplumlarda sürekli daha fazlasına sahip olmaya güdülü bir bakış açısı yerleşmektedir
(Gökalp, 2017). Hep daha tatlı olana, daha hoş olana yönelmekte, en ufak acıdan
kaçınan birey haline gelinmektedir. Günümüzde kaynakların sınırsız ve kuralsız bir
şekilde tüketilmesi arzusu, bunun teşvik edilmesi, çocukların her istediğinin kısa
sürede karşılanması, bireylerde baş etme becerilerinin sağlıklı gelişememesi ve öz
yeterlik duygusunun hissedilmemesine neden olmaktadır. Bu yüzden birey,
yetişkinliğe giden süreçte karşılaştığı sorunların çözümü için en kısa yoldan, çaba sarf
etmeden, sağlıksız baş etme yöntemlerine baş vurmaktadır. Bu kimi zaman Harry,
Tyron ve Marion’da olduğu gibi maddeye yönelerek, kimi zaman da Sara’da olduğu gibi
televizyon, yemek ve ilaç bağımlılığı şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bunun yanı sıra
kapitalist toplumlarda düşük ekonomik gelire sahip işçi sınıfı şehir hayatındaki kötü
yaşam koşullarına katlanabilmek için uyuşturucu maddelere yönelebilmektedir.
Filmdeki kurguda uyuşturucu pazarını yöneten mafyaların siyahi olması ile toplum
tarafından dışlanmış bireylerin suça yönelmesinin daha kolay olduğu ifade
edilmektedir. Yine Harry’nin siyahi arkadaşı Tyron’ın, dahil olduğu etnik grubun
Amerikan toplumunda barınma ve çalışma koşullarının kısıtlı olması göz önüne
alındığında hayata tutunma serüveni daha da zorlaşmaktadır. Bu yazılanlardan
hareketle kapitalist toplumlarda bir nesneye bağımlı olmanın sınıfsal bir ayrım
gözetmediği görülmektedir. Toplumsal bağlamda düşünüldüğünde insan neden
bağımlı olur sorusunun cevaplarına bahsedilen bu ilişkiler üzerinden ulaşmak mümkün
olmaktadır.
Birbirimize Sosyal Destek mi Köstek mi Oluyoruz
Sara Goldfarb, Harry Goldfarb’ın annesidir. Filmin ilk sahnesinde Harry annesinin
yaşadığı eve gelir ve zincirle bağlı olan televizyonu rehinciye götürerek alacağı para
karşılığında uyuşturucu alma eyleminin ilk aşamasını gerçekleştirmektedir. Sara’nın
yoksunluk yaşayan oğlundan korunmak için kendini bir odaya kilitleyerek anahtar
deliğinden dış dünyayı izlemesi televizyonla koltuğu arasındaki dünyaya bakışını
simgeleyen vayörist bir metafordur: “Bu gerçek değil. Gerçek olsa bile sorun olmaz.
Her şey düzelecek, göreceksin, sonu güzel bitecek…” Sara’nın televizyon sebebiyle
gerçek dünyadan nasıl uzaklaştığı, televizyon bağımlılığının onu sahte bir dünyayla
15
nasıl uyuşturduğu; edilgenliği ve manipülatif rıza göstermesi bu sahne üzerinden
görülmektedir.
Sara oğlu Harry’nin uyuşturucu satıcısı olduğunun farkında bile değildir. Kocası
öldükten sonra Harry’nin de evden uzaklaşmasıyla büyük bir anlam boşluğuna
düşmüş, hayatının varoluşunun amacını kaybetmiş, yalnızlığını televizyonuyla
gidermeye çalışırken bir televizyon bağımlısı olmuştur.
Sara’nın bir televizyon programına kırmızı elbise ile katılması onaylanma ve kabul
görme bağımlılığı konusunda da düşündürmektedir. Bir komşusu görece ona sosyal
destek olarak bu televizyon programına katılmak için saçlarını kızıla boyamaya yardım
edecektir. Ama Sara’nın saçları kızıl yerine turuncu olur. Bu sahne aslında komşunun
ona ileride vereceği zararın yani sosyal köstek olacağının habercisi niteliğindedir.
Çünkü aynı komşusu Sara’nın kırmızı elbisenin içine girebilmesi için zayıflaması
konusunda onun hayatını tam bir ıstıraba dönüştürecek ve sağlığına korkunç
derecede zarar verecek şarlatan bir doktor tavsiyesinde bulunacaktır. Sara bu doktora
gider ve doktorun verdiği LSD kökenli ilaçları kullanarak günden güne erir ve artık
hayati işlevselliğini kaybetmiş bir hayalete dönüşmüştür. Komşusu Sara’ya sosyal
anlamda yalnızlığını paylaşıp destek olacakken sosyal köstek olmuştur.
Harry, Tyron ve Marion beraberce hayata tutunmak için bir umuda bağlanmış üç
arkadaştır. Filmin ilk bölümünde yaşamdan beklentilerini dile getirdikleri görülen bu üç
arkadaşın rüyalarına ulaşmaya çalışırken önlerine hangi madde gelirse onu ölçüsüzce
kullandıkları görülür. Başlangıçta sosyal hayata yönelik rüyalarını gerçekleştirmek
hayalleri içerisinde birbirlerine sosyal destek verdikleri izlenimi uyandırırken tıpkı
mevsimlerin değişmesi gibi kış gelir. Bağımlılık sürecinde maddeye erişimle ilgili pek
çok stres yaratan durumla karşılaşılır ve bu durumlara yönelik yaşamlarını tehlikeye
atacak yöntemler ortaya çıkar. Bir eroin arkadaşlığının sonunda eroine ulaşmak ve
edinmek adına sevgilerini, değerlerini, bedenlerini hatta ruhlarını satarak
metalaştırdıkları görülmektedir. Çünkü bağımlılık kısır döngüsü içerisinde en masum
destekler bile köstek olmaya mahkumdur.
SONUÇ
Bir Rüya İçin Ağıt filminde, her biri yanlış yolda olan her birinin hayatını
uyuşturucunun mahvettiği dört karakter üzerinden bir düşe, bir umuda olan
bağımlılıkları görülmektedir. Üç ana bölümü olan filmin ilk bölümünde karakterlerin
benlik algılarını, kimlik bütünlüklerini koruma adına hayata adaptasyon oluşturma
gerekçeleri görülmektedir. İkinci bölümde biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan kayıplar
yaşamalarına rağmen herhangi bir farkındalık görülmemekte; daha ziyade çöküşe
doğru bir geçiş olmaktadır. Üçüncü bölümde ise karakterlerden her birinin ağır
16
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
bedeller ödedikleri kısım görülmektedir. Her birinin normal yaşantılarının bağımlılıkla
nasıl tükendiği, değerlerinin yıkıma uğradığı görülmektedir. Sosyal anlamda
metropollerde aile arasındaki iletişim kopukluğu, kitle iletişim araçlarının etkisi,
modernite ve kapitalizm eleştirisi, kent yaşamında yalnızlaşma ve birbirine
yabancılaşırken oluşan anlam boşluğu; kitle nevrozu içerisindeki bireylerin birbirine
sosyal destek mi, yoksa köstek mi olduğu, bir düşe bağımlı insanların ağıtları ile sarsıcı
bir şekilde anlatılmaktadır. Yönetmenin ustalığı sayesinde yakın çekim ve hızlı planlarla
göz bebeklerinin büyümesi gibi imgeleri ve hiphop müziği eşliğinde kontrol kaybı ve
bağımlılık kafası bir düzeye kadar hissedilebilmektedir. Film Amerikan toplumunun
farklı bağımlılıklar üzerinden tüketim tutkusunu eleştirirken aynı kültürün kitleleri
pasifleştirmesini konu etmektedir. Karakterler televizyon ile hayatını renklendirirken
madde kullanarak da toplumsal sorunlarından uzaklaşmaktadırlar. Arzu ekonomisi
bireylerin yetersizliklerini, psikolojik doyumunu baskı ile yeniden ve yeniden
üretmektedir. Böylece toplum egemen güçlerin ideolojisine bağımlı hale gelmektedir.
Kapitalist egemen güç yemek, uyuşturucu, cinsellik ve televizyon bağımlılığı
çevresinde kendini var etmeye devam etmektedir. İnsanlar haz eğilimleri sonucu
bağımlılıklarını giderdiklerinde endişeleri geçici bir süre kaybolmakta, çaresizlikleri
ortadan kalkar görünmektedir. Ancak bağımlılık duydukları nesneleri satın almaya
kalktıklarında bedenlerini nesneleştirerek tüketim aracına dönüştürüp kendilerine
yabancılaşmaktadırlar. Benlik algıları parçalanarak hegemonik dünyanın şiddeti
karşısında değersizleşen modern birey, adeta acının pornografik bir figürüne
dönüşmektedir.
Bu çalışmada bağımlılık sürecinde bireysel etkenlerle toplumsal etkenlerin
birbirleriyle olan etkileşimi birey-toplum uyumu bağlamında Bir Rüya İçin Ağıt filmi
kapsamında ele alınmıştır. Bu çalışmada kullanılan içerik analiziyle bağımlılık alanında
çalışan uzmanlar için genel bir görüş sağlayacağı ve bağımlılıkla mücadelede devlet
politikalarının yapılandırılmasında farklı bir bakış açısı sunacağı düşünülmektedir.
Kaynaklar
Armağan, E. ve Türk, T. (2018). Ergenlik döneminde madde kullanım deneyimi ve depresyon arasındaki ilişki. Bağımlılık Dergisi, 19(4), 99−106.
Birincioğlu, Y. D. (2019). Aronofsky sinemasında tüketimin ezoterik kodları ve alegorik anlatımı. İMÜ Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Dergisi, 5(1), 61−83.
Danışmaz Sevin, M. ve Erbay, E. (2021). Eroin arkadaşlığı: çevresi içerisinde birey perspektifi ile madde bağımlılarının yaşam deneyimleri. Bağımlılık Dergisi, 22(1), 65−75.
Eracar, H. N. (2020). Fenomenolojik yaklaşımlarda psikoterapistin öznelliği. https://www.researchgate.net doi:10.13140/RG.2.2.27167.38561
Gökalp, N. (2017). Bağımlılığa felsefi bir bakış. Bağımlılık Dergisi, 18(2), 59−64.
Kolukırık, S. ve Çil, Y. (2008). Bir rüya için ağıt: genç kimliği ve madde bağımlılığı. Arayışlar İnsan Bilimleri Araştırma Dergisi, 19(10), 101−110.
May, R. (2007). Kendini Arayan İnsan, (19). (K. Işık, Çev.) İstanbul: Okyanus Yayınevi. (Orijinal çalışma basım tarihi 1953).
Mutlu, E. (2018). Madde bağımlılığı ve insan evrimi. Bağımlılık Dergisi 19(1), 17−22.
Polat, H. ve Kök, B. (2019). Toplumda madde bağımlılığı algısı: bir ölçek geliştirme çalışması. Bağımlılık Dergisi, 20(3), 119−132.
17
20
6
19
7
10
14
13
9
4
1
8
15
12
18
17
3
11
2
5
16
1) Deneye katılan uygulama alan grubun adı nedir?
2) Psikoloji’nin babası olarak bilinen bilim insanı kimdir?
3) Gall Frenolojisi nedir?
4) İlk psikoloji laboratuvarı hangi ülkede kurulmuştur?
5) Pavlov’un deneyi hangi öğrenme türüdür?
6) Koşulsuz uyarıcının yol açtığı davranışın doğal
tepkisi nedir?
7) Ödevini yaptığı için çocuğu parka götürme hangi
pekiştirmedir?
8) Çocuğu ödevini yapmadığı için parka götürmemek
hangi ceza türüdür?
9) Organizmanın gereksinim duyuncaya kadar
göstermediği öğrenme nedir?
10) Model alarak başkalarının tecrübeleriyle öğrenme
türü nedir?
11) Kendi kontrolümüzde olarak geri getirebildiğimiz
bilgiler hangi bellek olarak ifade edilir?
12) Yeni edinilen bilginin eski bilgileri hatırlamayı
zorlaştırdığı koşul nedir?
13) Şok etkisi yaratan oldukça anlamlı olan anı
hangisidir?
14) Zeka eğitimcilere göre ne yeteceğidir?
15) Çoklu zeka kuramını kim bulmuştur?
16) Zeka tek bir faktörle açıklanamayacak kadar çok
yeteceği kapsar düşüncesi nedir?
17) Analitik tekniklerle zekanın birbirine bağımlı
kristalleşmiş ve alıcı zeka adını verdiği 2 bileşene
ayırabileceğini kim savunmuştur?
18) Zekayı soyut-mekanik-sosyal olarak üçe kim
ayırmıştır?
19) Analitik yaratıcı pratik olarak triarşik zeka kuramını
kim öngörmüştür?
20) Zeka testinin kültürün etkilerini taşıması nedir?
18
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
AMİGDALA HASARI VE DUYGU RENKLİLİĞİ
Emine ŞENGÜL*
ÖZET
Amigdala, duygu kontrolünün ana
noktasıdır. Olumlu ve olumsuz duygusal
uyarıcıların değerlendirilmesinin dışında
ayrıca duygusal içerikli hatıraların
depolanmasıyla da ilgilidir. Amigdalanın
önemi insanlar tarafından tam olarak
bilinmemektedir. Bu makale buna vurgu
yapmak için yazılmıştır. Herhangi bir
amigdala hasarı sonucunda kişiliğe zıt
düşen olaylar yaşanabilir. Makalede bunun
birçok örneğine rastlanır. Beynimizdeki
amigdala hasarı neler yaşadığımızı ve nasıl
biri olduğumuzu yansıtır. Yaşadıklarımızın bir
parçası olmak her zaman olanaklı değildir.
Amigdalada hasar oluştuğunda kimliğimiz,
kişiliğimiz, duygularımız etki altındadır. Bu
durum duygu renkliliğine sebep olur.
Olaylara verdiğimiz sıra dışı tepkiler, en üst
seviyede veya en alt seviyede görülebilir.
Duygularımız hayata bakış şeklimizi yansıtır
yani bir olaya verilen tepki duygular
aracılığıyla gösterilebilir. Değişime uğrayan
bir beyin maddesinin (amigdala) bu denli
yaşam fonksiyonlarını etkilemesi
yaşadıklarımızın sorumlusu olmaktan bizi
çıkarır ve bize kim olduğumuzu
sorgulatabilir. Amigdala hasarı sonucu
duygu durumumuzdaki değişimi konu alan
bu derleme yazısı amigdala hasarının
sebebiyet verdiği değişimleri, etkilerini ele
alacak ve tartışacaktır.
Anahtar Kelimeler: Amigdala, Amigdala
Hasarı, Duygu Renkliliği, Duygular
ABSTRACT
The amygdala is the main point of
emotion control. In addition to the
evaluation of positive and negative
emotional stimuli, it is also related to the
storage of emotionally charged memories.
The importance of the amygdala is not fully
known to humans. This article was written to
emphasize this. As a result of any amygdala
damage, there may be events that
contradict the personality. The article
contains many examples of this. The
amygdala damage in our brain reflects what
we've been through and what we're like. It's
not always possible to be a part of what
we're going through. When the amygdala is
damaged, our identity, personality,
emotions are affected. This causes emotion
color. Our extraordinary responses to events
can be seen at the highest level or at the
lowest level. Our emotions reflect the way
we look at life, so the reaction to an event
can be expressed through emotions. The
effect of a altered brain substance
(amygdala) on life functions makes us less
responsible for what we're going through. It
could raise a question that makes us
question who we are. This review paper on
the change in our mood because of
amygdala damage will discuss and discuss
the changes caused by amygdala damage
and its effects.
Keywords: Amygdala, Amygdala Injury,
Emotion Coloration, Feelings
* İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Emine Şengül
emine.sengull3734@gmail.com
19
GİRİŞ
Amigdala hasarı ortaya çıkan bireylerde duygu renkliliğine rastlanır. Bunun sebebi Amigdala’ nın
duygu kontrol merkezi niteliğinde bir görev üstlenmesidir. Duygu renkliliği, duygu durumlarının
karmaşık hale gelmesi, duyguları en üst veya en alt düzeyde hissedilebilmesidir.
Duygular, insanı anlamada, düşünce ve davranışlarına anlam katmak gibi önemli bir role sahip
olduğu bilinmektedir (Tuğrul, 1999). Amigdala hasarı olan bireyler bir nevi duygu karmaşası
yaşamaktadırlar. Kişiliklerinde, hislerinde değişiklikler meydana geldiği gözlemlenmiştir. Yani olaylara
verilen tepkiler, hayata bakış açısı, değişim ve dönüşüm içinde, bambaşka bir kişilik yani karakter
ortaya çıkabilir. Araştırmacıların gözlemlerinde sıkça rastlanmakta olan duygu özellikle korku
duygusu denilebilir. Bu makalede buna vurgu yapılmaktadır. Korku duygusunu yitiren bir bireyin
yaşamında ne gibi değişiklikler yaşanmaktadır sorularına yanıt aranmaktadır.
Duygular üzerinde beyindeki amigdala bölgesinin görevi ortada, tabi bu her şeyin amigdaladan
kaynaklı olduğunu göstermiyor. Amigdala korku gibi duyguların hissedile bilmesi için imkân sağlıyor
fakat neyden korkacağımıza karar veren bölge değildir. Amigdala, korku nesnelerini kodlayıp
sakladığı, konserve haline getirdiği bölgedir denilebilir. (Senemoğlu, 2013).
Organizmanın hayatta kalmasına hizmet eden bir savaş ya da kaç tepkisini hemen başlatır.
Dolayısıyla amigdala, tehlikeyi algılama işlevi aracılığıyla hayatta kalmak için önemli bir role sahiptir.
Amigdala, işlenen birtakım cinayetler, krizler, ifade algılayamama gibi sonuçları ortaya çıkardığı
görülmüştür. Amigdala’ nın ne kadar hayati önem taşıdığı hakkında bilgilerin yetersiz olduğu
bilinmektedir.
Beyin görüntüleme teknikleri sayesinde günümüzdeki patolojik değişimleri fark edilebilecek
düzey mevcuttur. Bu sebepten bu makale beyindeki, fizyolojik değişimlerin sonucunda davranışlara,
bilince ve kişiliğe ne yönde etki ettiğini kanıtlamaktadır.
1.DUYGULAR
Duygu olgusu en kapsamlı anlamıyla “öznel bir his durumu” olarak tanımlanmıştır
(Ashforth/Humphrey, 1995, s.99). Sartre duygu olgusunun “bir anlama sahip olmak ve birşeyleri
belirtmek” şeklinde olduğunu ifade etmiştir (Sartre, 1981; akt. James, 1989). Bu tanımlamaları biraz
daha detaylandırması özellikle duygu ve davranış arasındaki korelasyonu açıklaması bakımından
duygunun, içeriği ya da konusu ne olursa olsun, kişiyi belirli bir şekilde davranmaya dönüştürmesi en
önemli niteliği olarak belirtilmektedir (Brehm, 1999, s.2).
Duygularımız yaşam boyu bize yön verir. Yaşantımız boyunca değişim ve dönüşüm içindedir.
Davranışlarımızı etkileyen duyguların bazıları doğuştan gelir. Yaşam fonksiyonlarımızı sürdürmemizde
yardımcı etkendir. Bazı duygular ise yaşadığımız çevrenin, kültürün etkisi altındadır. Bir olay
yaşadığımızda gösterdiğimiz tepkiler bizim olayı ne denli önemsediğimizle alakalıdır. Birey acı
çektiğinde, beyni ve duyguları acı çektiği derecede etkilenir. Somut tecrübelerimiz hislere dönüşür
ve yaşamımız şekillenir. Zihinsel açıdan nitelendirebileceğimiz tecrübeler ise duygu olarak
adlandırılabilir. Duygular ve hisler arasında her zaman bağlantı vardır (Uysal, 2015).
Duygular, biyolojik olarak hormonlarda farklılık yaratan uyarımlar şeklinde tanımlanabilmektedir.
Sosyal olarak ele alınırsa, duygular, insan davranışlarını etkileyen uyarımlar ya da duyumlardır
diyebiliriz. Ancak duygularla alakalı tek tanım bu değildir. Duyguları, “ruhun idraki ve coşkuları” olarak
ifade ederek kapsamlı bir tanım yapmak da mümkündür. Bu son tanıma göre duygular, özel bir uyarım
sonucunda meydana gelirler, beslenirler ve kuvvetlenirler.
Duyguların sınıflandırılması, genel anlamda duyguların bireyler üzerinde bıraktıkları hislerle
bağlantılıdır. Sevgi, mutluluk-neşe, üzüntü-keder, güven-güvensizlik, umut-umutsuzluk, öfke, korku,
nefret gibi duygulardır (İlbek, 2021).
20
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Duygular, organizmaların uyumuna yöneliktir, yani adaptasyon sağlamamıza yardım ederler,
hedef yönelimli davranışların ortaya çıkmasında önemli ve yaşamsal motivasyon elde ederler.
Duygular, kişilerin belli bir biçimde davranışta bulunmasına neden olan bilgiyi sağlarlar, yani bir çeşit
davranış eğilimini oluşturmaktadırlar. Bireylerin ihtiyaçlarını karşılamaları noktasında gerekli itici
gücü yani motivasyonu sağlarlar. Düzenekler arası öncelikleri örgütler. Örneğin potansiyel bir tehlike
anında yaşamı koruma ile ilgili duygular öncelik kazanacak ve davranışlar bu duruma göre
şekillenecektir. Yani son olarak duygular, insanların kendilerini ifade etmelerinin bir şeklidir (Çeçen,
2002, s. 167, 168).
1.1. Sevgi
Sevgi, sosyal bir varlık olarak, insan olmanın verdiği doğal bir ihtiyaçtır. Moslow'un sıraladığı
hiyerarşik insan ihtiyaçları üçgeninde sevgi, temel olarak saptanan fizyolojik ve güven
gereksiniminden hemen sonra gelmektedir. Bununla birlikte, sevginin, temel ihtiyaçların da önüne
geçerek ilk sırada yer alacak kadar kuvvetli bir ihtiyaç olduğunu gösterir. Gelişmiş topluluklarda
fizyolojik gereksinimleri karşılanan fakat yeteri derecede sevgi ve ilgi göremeyen bireylerin,
kendilerini gerçekleştirmekte zorluk yaşadıklarını; insanlardan, dünyadan ve hatta kendilerinden
uzak durarak, hayatlarını sonlandırdıklarına; uyuşturucu, alkol, gibi kötü bağımlılıklara veya topluma
zarar verici hareketlere yöneldiklerine şahit olunmaktadır.
1.2. Mutluluk
Mutluluk insanın devam ettirdiği hayata olan sevgisini ifade eder. Bazıları yaşam felsefesi olarak
dile getirirken, bazıları yaşam standardı, sağlık, kariyer vs. etkilerine bağlı, bir süre varlığıyla var olup,
kaybolan etkenlerle beraber de yok olan yani geçici duygu olarak dile getirilmektedir (Ricard, 2007).
Yaşamın gerçek amacı mutluluk, çevresel etkiler, şartlar ile bağlantılıdır (Ryff, 1989). Bireyin bir
bütün şekilde kendi yaşam standartlarını belirleme derecesidir (Selim, 2008). Mutluluk bireyin
hayatına dair olumlu düşünce ve duygularının nicelik üstünlüğü yani bireylerin hayatlarından
aldıkları, olumlu doyumu ifade etmektedir (Kangal, 2013). Birçok insan için yaşamındaki en mühim
amaç mutluluk arayışıdır (Kümbül Güler & Emeç, 2006).
1.3. Üzüntü
İnsanın odak noktasını engelleyen olumsuz duygulardan biridir. Beklentilerin gerçekleşmemesi,
hayal kırıklıkları insanın mutlu olmadığı durumlarda oluşur. (Bozkurt, 2014). Üzüntü, sevilen bir şeyin
kaybından veya istenilen şeyin elde edilemediğinden kaynaklanır (Kindi, 2002, s.287).
Üzüntü bireyin kendini güçsüz hissetmesi açısından korkuya benzetilir. Üzüntü duygusu bir kayıp
veya başarısızlık durumunda ortaya çıkan bir duygudur (Oatley ve Jenkins 1996; TenHouten, 2007).
1.4. Güven-Güvensizlik
Güven duygusu, toplumsal yaşamın temelinde bulunan bir yapı taşıdır. Yaşamımızda sosyal
ilişkileri düzene yerleştiren temel duygular arasında yer almaktadır. Kişi eylemlerini
gerçekleştirmeden önce başka insan ya da varlıklarla, yazılı olmayan güven sözleşmesine izin
vermektedir. Ebeveyn-çocuk bağlantısı, evlilikler, dostluklar vb. birçok sosyal ilişkinin ana
basamaklarını oluşturan bu tür beklentiler yatmaktadır (Can, 2015: 17). Güven ilişkiler arasında
gelişen duygusal ilişkiden daha ileri bir durumdur (Aktay, 2011: 46). Bireylerin aralarındaki güven
duygusu yüksek ahlaki değerlerin var olduğunu, aralarındaki bu bağa değer güvendiği insana değer
verdiğinin göstergesidir (Simmel, 1950: 345). Bu sebeple güven, bazı nedenlere dayalı fakat
açıklanamayan bir duyguyu tarif eden, bir varlıkla alakalı düşüncemizle bu varlık arasında kesin bir
bağlantı ve birliğin olduğu, duygu ve düşüncelerimizde tutarlılığın yer aldığı ve egonun bu kavrayışta
21
teslimiyetin yaşandığı duyguyu dile getirmektedir (Giddens, 1998: 33; Möllering, 2001).
Güvensizlik uzmanlık savlarına karşı kuşku veya inanmamak olarak dile getirilmiştir (Sarı, 2018).
1.5. Öfke
Öfke doğal bir duygudur. Bu nedenle öfke duygusu, bireyin hiçbir zaman yok sayamayacağı
kuvvetli bir duygudur (Özmen, 2009; Sargın ve Bozoglan 2010). Öfke genel anlamıyla kişinin bir
engelleme durumuyla karşı karşıya kalması, herhangi bir saldırıya maruz kalması veya tehdit
algılaması gibi durumlarda ortaya çıkan bir duygudur (Averill, 1983; Biyik, 2004; Eisenberg, & Delaney,
1998; Kisaç, 1997; Özmen, 2009) Öfke hafif bir kızgınlıktan şiddete kadar birçok şekilde oraya
çıkmaktadır (Bhave ve Saini, 2009). Öfke duygusu insanda birtakım biyolojik sebep olur (Goleman,
2007). Öfke duygusu uygun şekilde ifade edilip yansıtıldığında son derece sağlıklı bir duygudur.
Öfke, süreklilik ve derinlik ifade ettiğinde nefret şeklinde de ortaya çıktığı gözlemlenmektedir
(TenHouten, 2007).
1.6. Korku
Korku, gerçek veya beklenen bir dış tehdit veya tehlikeye karşı verilen bir tepki, kişinin kendi
düşüncelerinin sebep olduğu bir duygu durumudur (Gençöz 1998).
Türk Dil Kurum da korkuyu “gerçek veya beklenen bir tehlike karşısında duyulan ve vücutta bir
takım fizyolojik değişikliklere sebep olabilen kaygı, üzüntü durumu” olarak tanımlanmaktadır (TDK
Türkçe Sözlük 2019).
Korku duygusuyla karşı karşıya kalan bireylerde fizyolojik, bilişsel ve davranışsal tepkiler
görülmektedir. Bu tepkilerin şiddeti, algılanan tehdidin boyutuna göre değişebilmektedir.
Korku hisseden insanlarda görülen fizyolojik reaksiyonlar; terleme, titreme, ağız kuruluğu, hızlı
nefes alıp verme, mide bulantısı, cildin solgunlaşması, sık idrara çıkma, kan basıncının artması, nabzın
hızlanması, göz bebeklerinin büyümesi, tüm vücutta güçsüzlük, bayılma gibi bedensel
reaksiyonlardır. Korku hisseden bireylerde sempatik sinir sistemi aktif olarak çalıştığı görülmektedir
(Kırlı 2000; Gençöz 1998).
1.7. Nefret
Nefret, bazı bireylere veya düşüncelere karşı kullanılabilecek kızgın veya küskün bir duygu
tepkisidir (Reber ve Reber, 2002).
Nefret duygusu öfkeye göre daha geneldir. İğrenme ve korku duygusu da eşlik eder. Nefret, korku
vb. duygular bireyler tarafından yaşanabilir. Nefret duygusuyla genelde acı duygusu da beraberinde
gelir (Spinoza, 1883). Nefret bir bireye veya bazen de bir gruba yöneliktir (TenHouten, 2007).
2. DUYGU RENKLİLİĞİ
Bireyler, farkında olarak ya da olmayarak çok çeşitli duygular yaşarlar. Bazen aynı koşullarda
birbirinden farklı duygular oluşabilir; bazen de bireyler aynı duyguyu farklı şekillerde yaşayabilirler.
Bu durumda göze çarpan “üst duygu” kavramı, yeni bir bakış açısı ortaya koyarak, bireylerin duygu
deneyimlerindeki bireysel farklılıklara şeffaflık getirmektedir (Duman, 2018).
Kişiler aynı duyguları değişik biçimlerde deneyimleyebilirler. Farklı yaklaşımlar neticesinde,
bireyler duyguları hakkında farklı duygular hissetmeye başlarlar. Bazıları, duyguları yaşamın bir
bütünü olarak görmekte ve benimsemekte iken; bazıları duyguları tehlikeli olarak algılamakta ve
kaçınmaktadırlar. (Gottman vd., 1996)
İnsanın psikolojik fonksiyonları, duygu ve davranışlarının bir parçasıdır. Psikopatolojilerin aktüel
modelleri içerisinde düşünce, duygu ve davranışlar arasındaki ilişki karşılıklı etkileşime vurgu
yapılmaktadır. Herhangi bir psikopatoloji belirtisinin bütüncül olarak algılanabilmesi için belirtinin
22
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
elemanları olan düşünce, duygu ve davranışların hem birbirleri ile olan etkileşimlerin hem de kendi
içlerindeki sürecin ele alınması gerekmektedir. Söz konusu bileşenlerden duygu ve duygulanım
süreci psikopatolojilerin diğer belirtilerine etki eden önemli etkenler olmakla birlikte, psikopatolojik
bozukların %75’inde duygularla alakalı sıkıntılar önemli bir belirti olarak karşımıza çıkmaktadır (Kring
ve Werner, 2004).
Duygularımız sadece doğuştan ve yaşadığımız çevrenin etkisi altında kalmaz, patolojik bir
rahatsızlık düşüncelerimizin hislerimizin tamamıyla değişmesine sebebiyet verebilir. Örneğin bazı
sara tipleri insanları daha dindar hale getirebilir. Amigdala hasarı oluşan bir birey sakin ruh haline
sahipken; çıldırma, panik atak, öfke nöbetleri geçirebildiğini de gözlemleyebiliriz (Eagleman, 2016).
3. AMİGDALA
Amigdala genel bir tanımı ile beyin kabuğunun altında, ön beyin bölgesinde yer alan Limbik
sisteme bağlı anatomik yapılardan biridir. Davranışsal tepkilerin programlanmasında rol alan bir
limbik sistem bölümüdür. Görme, işitme, koku ve somatosensorial duyulardan effentler alan
amigdala, bireyin o andaki konumunu gören “limbik sistem penceresi” gibi de işlem yapar.
Emosyonların (öfke, keder, güvensizlik, mutluluk, korku vb.) olması algılanmasının singulat girus ve
orbitofrontal korteks tarafından sağlandığı, dışa vurulması (ağlama, kahkaha, kriz vb.) hipotalamus ve
amigdala tarafından gerçekleştirildiği kabul görmüştür (Yıldırım, 1987).
Amigdala temporal lobun dorsomedial bölümde yerleşmiş gri cevher yapısıdır. Burdach
tarafından, 19. yüzyılın ilk kısmında insan temporal lobunda bulunmuştur. Korteksi rudimenter olup
kaudalde parahipokampal girusun unkus kesimi ile süreklilik gösterir. Fazla miktarda çekirdeği olan
amigdala genel olarak kortikomedial nükleer grup ve basolateral nükleer grup olmak üzere iki temel
gruba ayrılır (Larry, 1998).
Amigdala fonksiyonlarını yerine getirirken prefrontal ve singulat korteksler ve hipokampusla
etkileşime girer (Rezaki, 2005). Amigdala ve prefrontal korteks arasındaki korelasyonun bozulması,
korkuya koşullanmanın sönmesini durdurmaktadır (Elzinga, 2003).
Amigdala genel olarak tek bir yapı gibi düşünülse de gerçekte heterojen gri bir kompleks olup
nöroendokrin fonksiyonların ve visseral efektör mekanizmaların düzenlenmesinde pay sahibidir.
Bununla beraber bütünleşmiş davranışların, korunma, beslenme, agresif davranış, üreme, öğrenme,
hatırlama gibi kompleks iç içe geçmiş davranışların düzenlenmesinde fonksiyonları vardır (De, 2004).
Amigdala lateral ve bazolateral nükleusları aracılığıyla aldığı uyarıları hipotalamus ve beyin
sapının korku ve anksiyete bağlantılı bölümlerine gönderir (Davis, 1994).
Amigdalaya limbik korteksten uyarılar gelir. Frontal lobun orbital yüzeylerinden, singulat ve
parahipokampal giruslardan, temporal lobun neokorteksinden, parietal, oksipital loblardan öncelikle
duyma ve görme asosiasyon alanlarından amigdalaya uyarılar iletilmektedir. Çoğu zaman
amigdalanın uyarılmasıyla kalp hızı ve kan basıncında artma veya azalma sindirim sistemi harkette
artma veya azalma, eksiklik ve miktürasyon, tüy kabarması, bazı ön hipofiz hormonlarının salınması,
göz bebeğinde genişleme veya sıkışma gibi hipotalamusun uyarılmasına benzeyen cevaplar oluşur.
Bunlardan başka amigdalanın haberdar olmasıyla hipotalamusdan farklı olarak tonik hareketler,
dönme hareketleri; koklama yutma, çiğneme, yeme hareketleri ortaya çıkabilir. Bazı amigdala
çekirdeklerinin uyarılmasıyla da öfke, kaçma, cezalandırma, korku gibi hipotalamus uyarılmasına
benzer davranışlar gelişebilir (De, 2004).
Limbik sistemde bulunan amigdalanın duygusal süreçleri davranışsal algısal durumlardaki rolü
çok sayıda çalışma ile belirlenmiştir. Örneğin; amigdala bölgesinde hasar oluşmuş hastanın, bir olayın
duygusal açısını kavramada yetersiz olduğu belirlenmiştir (Cahill ve McGaugh, 1995).
Amigdalanın duygularla ilgili anıları hatırlama ve yönetmede görev aldığı da söylenmektedir
(Goldstein, 2013).
23
Genel duygular fizyolojik değişimler ile olağan beden, yüz şekilleriyle beraber ortaya çıkar.
Amigdala duygusal süreçlerle bağlantılı bir bölgedir ve duysal sistemden (tatma, işitme vs.)
amigdalaya mesajlar gelir (Cemalcılar, 2012). Amigdalaya ulaşan bilgiler beyinde ilkel şekilde
değerlendirilirken (Leodoux, 1989), kortekse varan her bilgi ayrıntılı bir şekilde değerlendirildikten,
sonra amigdalaya iletilir (Selçuk, 2004). Kortekste incelenerek amigdalaya ulaşan bilgiler sonucu,
doğru davranış biçimleri ortaya çıkar (Yavuz, 2005). Amigdalanın, hasar görmesi sebebiyle olayların
duygusal tarafını yorumlamada yetersizlik ve “duygusal körlük” şeklinde adlandırılan durum
meydana gelir (Young vd., 1995).
4. AMİGDALA HASARI
Akademisyen çalışmaları, amigdala parçasının korku duygumuzun kaynağı olduğunu ileriye
sürmüşlerdir (Justin 2011). Korku duyumuz hasar aldığında hayati fonksiyonlarımızı kaybetmiş kadar
etkilenebiliriz, örneğin:
Yapılan araştırma, bir kadının amigdalasının hasar görmesi adına yapılan bir çalışmadır. Lowa
Üniversitesinden nörolog Justin Feinstein ve arkadaşları, “SM” şeklinde adlandırdıkları bireyde,
“Urbach-Wiethe” olarak bilinen Lipoid Proteinzois hastalığı saptandığı, beynindeki duygularının
yönetiminden ve denetiminden sorumlu amigdala bölgesinin hasar görmesiyle bu çalışmayı
yapmışlardır.
SM eşine az rastlanan bu hastalığı nedeniyle 10’lu yaşlarında bu bölgedeki kaybı sebebiyle o
süreçten bu yana korku hissi yaşamadığını bu yüzden çevredeki tehlikeleri farkına varamadığını
gördüler. Örneğin; Korku duygusunu en son çocukluk çağında yaşlarında yaşayan SM bir akşam
parkta bıçağıyla oturan bir adamın üzerine gittiğini ve adamın SM’nin boynuna bıçak dayamasına
rağmen sakinliğini koruduğu bilinmektedir.
Araştırmacılar SM’nin korkusuzluğunu birçok kez teyit ettiler. Dehşet verici korku filmleri izlettirildi,
sürüngenler gösterildiğinde nefret etmesine rağmen herhangi bir korku simgesi olmadığını
gözlemlediler. Amigdala duygu renkliliği dışında da duygusal içerikli hatıraların depolanmasıyla
bağlantılıdır (Kelly, 2002).
İzlenilen bir filmin, bir yüz ifadesinin ne anlama geldiği veya hoş nahoş bir uyaran olduğu
amigdala sayesinde tespit edilir. “Amigdala zarar gördüğünde hastalar artık mutlu yüz ifadeleri ile
ürkek yüz ifadelerini birbirinden ayırt edemiyorlar. Yüksek sesleri gürültü olarak algılayamıyorlar.
Benzer şekilde hayvanların amigdalası zarar gördüğünde artık korkmayı tehlikeli ve tehlike
durumlarında kaçmayı öğrenmiyorlar.” (S.B. Hamann, 2002).
Bir diğer vakalar incelendiğinde, 1848 senesinde yaşanan kazada, bir demiryolu işçisinin beyninde
amigdala hasarı meydana gelmiştir. Motor becerilerinde herhangi bir değişim olmamıştır. Fakat
kazadan önceki karakterinden ödün vermiştir. Mesela duyarlı, doğru kararlar veren bir birey olduğu
bilinirken kazadan sonra saldırgan, uyumsuz, düzensiz bir karakter haline geçtiği gözlenmiştir.
(Saraçlı, Atasoy ve Karaahmet, 2012: 418). Bir başka örmeğe bakacak olursak;
1 Ağustos 1966 yılında Charles Whitman adında bir birey Teksas Üniversitesinin gözlem katına
çıkarak insanlara gelişi güzel ateş etmiştir. On üç kişinin ölmüş, otuz üç kişinin de yaralandığı bu
olayda Whitman’nın kendisi de polis tarafından vurularak öldürülmüştür. Evine giden ekipler bir gece
önce karısıyla annesi öldürmüş olduğunu gördüler. Charles Whitman banka memuru ve mühendislik
eğitimi almıştır. Şiddet eyleminde şaşırtıcı olan şey eylemin gerçekleştirileceğine dair herhangi bir
kanıt vermemiş olması. Karısıyla annesini öldürdükten sonra intihar notu olarak kaleme şunları
almıştır:
“Kendimi şu günlerde tam olarak anlayamıyorum. Aklı başında ve zeki bir genç olarak tanınmaktayım.
Ama son zamanlarda (ne zaman başladığını hatırlamıyorum) birçok sıra dışı ve mantıksız düşüncenin
kurbanı olmuş durumdayım… Ölümümden sonra, görünür herhangi bir fiziksel bozukl olmadığını
24
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
belirlemek amacıyla bana bir otopsi yapılmasını diliyorum” (Eagleman, 2016).
Whitman’ın notu dikkate alındı ve otopside Whitman’ da küçük beyin tümörü olduğunu dile
getirmişlerdir. Bu tümör, korku ve saldırganlıkla ilgili yapı olan “amigdala” ya baskı yapmaktadır.
Amigdala’nın maruz kaldığı basınç bile, Whitman’ın beyninde bir düzey tepkiye yol açmıştır. Normal
şartlarda sıra dışı sayılacak davranışları sergilemesine yetmiştir. Değişime uğrayan beyin bölgesi
Whitman’ın kişiliğinde, duygularında değişikliğe sebebiyet vermiştir. (Eagleman, 2016)
Bu tür vakaları inceleyen araştırmacılar, amigdala hasarına maruz kalan bireylerin bilişsel
yetilerinde herhangi değişim bozulma saptamadığını ancak, karar mekanizmalarında yetersizlik
olduğunu ve gündelik yaşamlarında randevu tarihlerini anlamada olağan kararları vermede sorun
yaşadıkları gözlemlenmiştir. Bu husus, vakaların duygusal bilgi depolama erişimlerinin kaybolmasına
vurgu yapmaktadır. (Goleman, 2014: 56−57).
SONUÇ
Son zamanlarda beyin görüntüleme tekniklerinde ilerlemelerle birlikte beyindeki patolojik
rahatsızlıkların aydınlatılmasında yol katedilmiştir. Fakat bu konuda imkanlar dahilinde biraz kısıtlayıcı
alana sahiptir. Makalede de öne sürülen araştırmalar savı destekler niteliktedir.
Amigdala açlık, tokluk, cinsel içgüdü, üreme dürtüsü, kavgaya katılma, aniden kaçma duygularını
kontrol altına alır. Ayrıca korku, güven ve sosyal ilişki kurma gibi davranışlardan da sorumludur. Yaşam
fonksiyonlarının bu denli değişmesi, yitirilmesi durumunda ciddi krizlere, yaşamda bambaşka
problemlere ve kişiliğe sahip olunacağı anlamına gelebilmektedir. Hasar sonucu değerler, içten içe
hissedilen duygular yok olabilir. Bireyler üzerinde bir yargı oluştururken beynindeki değişim ve
dönüşümleri de göz önüne alarak bir bakış açısı gösterilmelidir.
“Hepimiz kendi havamızı yaratır, duygusal evrenimizde gökyüzünün rengini kendimiz belirleriz.”
-Fulton J. Sheen
Denilebilir mi? duyguların nasıl yaşanılacağına, bireye hangi duygunun eşlik edeceğine, ne
kadarını ifade edebileceğine sosyal çevre şekil vermektedir deniyor. Fakat beyindeki amigdala hasarı
yaşanılanların toplamı olmaktan bireyi çıkarabilir.
Makalede vurgu yapılan nokta da bu gerçekten özgür irade var mı? Bu durumda verilen kararları
kim veriyor?
Sonuç olarak amigdala hasarının patofizyolojisiyle de ilişkili olabilecek anormallikler duygu
renkliliğine, kişiliğe, yaşam gelişimine etkisi olduğu saptandı. Bununla birlikte bu bulguların önem
kazanabilmesi için daha büyük örneklem gruplarında daha ileri araştırmalar yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
Aktay, Y. (2011). Karizma Zamanları: 28 Şubat’tan 27 Nisan’a Ak Parti ve Türk Siyasetine Karizma Sosyolojisi Açısından Bir Yaklaşım. İstanbul: Timaş Yayınları.
Ashkanasy Blake E. / Humphrey Ronald; “Emotions in the Workplace: A Reappraisal” Human Relations, Vol. 48, 1995.
Averill, J.R. (1982). Anger and Aggression: An essay on emotion. New York: Spinger
Bhave, S. Y., Saini, S. (2009). Anger Management. USA: Sage Publications.
Bıyık, N. (2004). Üniversite Öğrencilerinin Yalnızlık Duygularının Kişisel Sosyal Özellikleri, Öfke Eğilimleri Açısından İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek tezi, Anadolu
Üniversitesi, Eskişehir.
Bozkurt, F. (2014). Sözlüklerdeki temel duygu kavramlarının yeniden tanımlanması: bir yöntem önerisi. Türkoloji Dergisi, 21(1), 25−34.
Brehm Jack W. “The Intensity of Emotions”, Personality and Social Psychology Review, Wol.3, No: 1, 1999
Cahill L, McGaugh JL. A Novel Demonstration Of Enhanced Memory Associated With Emotional Arousal. Consciousness And Cognition, 1995;4, s.410−21.
Can, İ. (2015). Türkiye’de Siyasal Güven (Liderler Kurumlar Süreçler). İstanbul: Açılım Kitap.
Cemalcılar Z. Psikolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2012, No:1652
Çeçen, R. “Duygular İnsan Yaşamında Neden Vazgeçilmez ve Önemlidir?” Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (2002).
Davis M. The role of the amygdala in emotional learning. International Review of Neurobiology 1994; 36: 225−266.
Duman, Üst-Duyguların, Algılanan Stres ve Psikolojik İyi Oluş İle İlişkisinin İncelenmesi, Klinik Psikoloji Tezli Yüksek Lisans / Psikoloji Anabilim Dalı, İstanbul T.C. Maltepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temmuz 2018.
Eagleman, D. (2016). Beyin- Senin Hikayen, (Çev. Z. Tozar) İstanbul: Bkz Yayıncılık. Orj.2015.
Eisenberg, S., Delaney, D. J. (1998). Psikolojik Danışma (çev. N. Ören ve M. Takkaç). İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Elzinga BM, Schmahl CG, Vermetten E, van Dyck R, Bremner JD. Higher cortisol levels following exposure to traumatic reminders in abuse-related PTSD.
Neuropsychopharmacology 2003; 28: 1656−1665.
Gençöz T. Korku: Sebepleri, sonuçları ve baş etme yolları, Kriz Dergisi 1998; 6 (2): 9−16.
Giddens, A. (1998). Modernliğin Sonuçları. Çev. E. Kuşdil. 2.Baskı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Goldstein BE. Bilişsel Psikoloji, Kaktüs Yayınları, 1.Basım, 2013, s.363.
Goleman, D. (2007). Duygusal Zekâ. İstanbul: Varlık Yayınları.
Goleman, D. (2014). Duygusal Zekâ neden IQ’dan daha önemlidir? (39. Basım). İstanbul: Varlık Yayınları.
UNORT
25
26
Gottman, J. M., Katz, L. F., Hooven, C. ve Hooven, C.-O. (1996). Parental meta-emotion philosophy and the emotional life of families: Theoretical models and preliminary data
ın an analogous manner, meta-emotion philosophy. Journal of Family Psychology Cognition Bvinelli, 10(3), 243–268. doi: 10.1037/0893−3200.10.3.243
İlbek, Duygular Bağlamında Siyasal Davranışların Farklılaşması, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim
Dalı Siyaset Bilimi Programı, Ocak 2021.
Justin S. Feinstein, Ralph Adolphs, Antonio Damasio, Daniel Trane, The Human mygdala and the Induction and Experience of Fear, Current Biology, s.21, (January 11, 2011):
s.34−38).
Kangal, A. (2013). Mutluluk üzerine kavramsal bir değerlendirme ve Türk hane halkı için bazı sonuçlar. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 12,44, 214−233.
Kırlı S. Anksiyete bozukluklarının oluşumu ve farmakolojik tedavisi. Bursa: Özsan Matbaacılık 20001−10.
Kindi, (2002). Felsefi Risaleler (Çev. M. Kaya). İstanbul: Klasik Yay.
Kisaç İ. (1997). Üniversite Öğrencilerinin Bazı Değişkenlere Göre Sürekli Öfke ve Öfkeyi İfade Düzeyleri, Doktora tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Kluver & Bucy, 1937; cited in, Cunningham & Brosch, 2012
Kring, A. M., & Werner, K. H. (2004). Emotion regulation and psychopathology. In P. Philippot & R. S. Feldman (Eds.), The regulation of emotion (pp. 359–385). Mahwah, NJ:
Erlbaum.
Kümbül Güler, B. & Emeç, H (2006). Yaşam memnuniyet ve akademik başarıda iyimserlik etkisi. D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 21,2, 129−149.
Larry W Swanson and Gorica D Petrovich What is the amygdala? Trends Neurosci 1998; 21, 323–331.
Ledoux JE. Cognitive-Emotional Interactions In The Brain, Cognition & Emotion, 1989.
Möllering, G. (2001). “The Nature of Trust: From George Simmel to A Theory of Expectation, Interpretation and Suspension”. Sociology 35/2: 403−420.
Oatley, K., Jenkins, J.M. (1996) Understanding Emotions. Cambridge, MA: Blackwell Publishers.
Olmos Jose De. Beltramino AC, Alheid G. Amigdala and extended amygdala of rat: a cytoarchitectonical, fibroarchitectonical, and chemoarchitectonical survey. The rat
nervous system. USA: Elsevier, 2004: 509−603. (2X)
Özmen, A. (2009). Öfke ile Başa Çıkma. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Özmen, F. (1999). Etkili Eğitimin Gerçekleştirilmesinde Duyuşsal Alanın Önemi. Sevgi Eğitimi. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9(1), 193−198
Reber, A.S., & Reber, E. (2002). The Penguin dictionary of psychology. New York: Penguin Books
Rezaki M. Anksiyetede nöral devreler. Dilbaz N (ed). Anksiyete Bozukluklarında Son Gelişmeler. 1. Basım, Ankara: Pozitif Matbaacılık, 2005; 189−190.
Ricard, M. (2007). Mutluluğa Övgü (Çev. A. Derman). İstanbul: Doğan Kitapçılık.
Ryff, 1989, akt. Gülcan & Nedim Bal, 2014.
S.B. Hamann, T.D. Ely, J.M. Hoffman, C.D. Kilts, Ecstasy and Agony: Activation of The Human Amygdala in Positive and Negative Emotions, Psychological Science, s. 13
(2002): 135−141.
Saraçlı Ö., Atasoy, N. Ve Karaahmet, E. (2012). Yakın ilişkilerin Nörobiyolojisi, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar. Current Appoaches in Psychiatry 4 (4), 414−427
Sargın, N., Bozoglan, B. (2010). A. Study On Anger States Among Balkan University Students: The Case Of Turkey, Romania, Bulgaria And Macedonia. İ. Aydoğan & F. Yaylacı
(Ed.), European Turks “Education and Integration” içinde (s.478−486). Kayseri: Erciyes Üniversitesi Basım.
Sarı, D. (2018). Güvensizlik ve hakikat arayışı bağlamında uzaylı figürü. Ege Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Genel Sosyoloji ve Metodoloji Ana Bilim Dalı / Sosyoloji Bilim
Dal
Sartre Jean-Paul; Sketch for a Theory of the Emotions, Metheun, London, 1981.
Selçuk Z. Gelişim ve Öğrenme, Ankara, Nobel Yayın, 11.Baskı, 2004;13.
Selim, S. (2008). Türkiye’de Bireysel Mutluluk Kaynağı Olan Değerler Üzerine Bir Analiz: Multinomial Logit Model. Çukurova Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 3, 345−358.
Senemoğlu, O. (2013) Kapitalizm ve Korku, Tc Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Programı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Simmel, G. (1950). The Sociology of Georg Simmel, Trans. & Ed. K. H. Wollf. New York: Free Press.
Spinoza, B. (1883). The Ethics. In The Chief Works of Benedict de Spinoza vol. 11, translated by R. H. M. Elwes. UK: George Bell & Sons.
TenHouten, W. D. (2007) A General Theory of Emotions and Social Life. London and NY: Francis & Taylor.
Tuğrul, C. (1999). Duygusal zekâ. Klinik Psikiyatri, 1, 12−20.
Türk Dil Kurumu. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 11. Baskının Tıpkıbasımı, Ankara 2019; 1482−1483.
Uysal, D. (2015). Duygular. Terakki Vakfı Okulları Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi “Gelişim” Dergisi, 10.
W.M. Kelly, Cited in J. Tracis, The Brains’s Funny Bone, Science News, s. 162(2002): 308−309.
Yavuz EK. 0−12 Yaş Dönemi Çocuklarda Duygusal Zekâ Gelişimi, Ceceli Yayınları, Eğitim Dizisi−4, Nisan, 2005, Ankara.
Yıldırım M. Temel Nöroanatomi. 1. Baskı. İstanbul: Nobel Tip Kitabevi, 1987; 75.
Young AW, Aggleton JP, Hellawell DJ, Johnson M, Broks P, Hanley JR. Face Processing Impairments After Amygdalotomy. Brain, 1995; 118(1), 15−24.
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
AİLE YAPISI VE SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUK
İLİȘKİSİ ÜZERİNE BİR META ANALİZ ÇALIȘMASI
Öz
Bu çalışmada, aile yapısı bütünlüğünün
ve ebeveyn yokluğunun suça sürüklenen
çocuklar üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Bu
amaç doğrultusunda suça sürüklenen
çocukları merkeze alan, aile yapısının çocuk
suçluluğu üzerindeki ilişkisini inceleyen
2011-2021 yılları arasındaki 5 adet makale,
meta analiz kullanılarak incelenmiştir. Konu
ile ilgili çalışma sonuçları karşılaştırılmış ve
yapılan karşılaştırmalar sonucunda bir
değerlendirme yapılmıştır. İnceleme
sonrasında elde edile veriler, suça
sürüklenen çocuklar üzerinde aile yapısının,
ebeveyn ayrılığı veya yoksunluğunun,
boşanma sayısındaki artışın, çocuk ve suç
davranışları arasındaki ilişkide etkili
olduğunu göstermiştir.
Anahtar Sözcükler: suça sürüklenen
çocuk, aile yapısı, boşanma, suç, meta analiz
Giriş
Aile kavramı “biyolojik, yasal veya
eşdeğer bağlarla ilişkili olan ve bu bağları
araçsal ve/veya duygusal destek sağlayan
sürekli etkileşim yoluyla gerçekleştiren iki
veya daha fazla kişiden oluşan uzun süreli
bir grup” olarak tanımlanırken boşanma
‘’ilgili iki kişinin yükümlülüklerini ve
ayrıcalıklarını değiştiren sosyal ve yasal
olarak tanınan bir evlilik ilişkisinin yasal
olarak çözülmesi’’ olarak tanımlanmaktadır.
Aynı zamanda, geniş kapsamlı sosyal,
psikolojik, yasal, kişisel, ekonomik ve
ebeveyn sonuçları olan büyük bir yaşam
geçişidir (Canary ve Canary, 2013; Price ve
McKenry, 1988). Aile üyelerinin birbirleri ile
bağlantı kurması aile birliğini
oluşturmaktadır. Aile birliğini eşler
oluşturmaktadır. Bu nedene boşanma
durumunda aile birliği de bozulmaktadır
(Akıntürk, 1988).
Aile kavramının sosyal yapı içerisinde,
tüm toplumlarda kendine ait özellikleri
vardır. Aynı zamanda aile, kişinin karakter
gelişiminde ve sosyalleşmesinde temel bir
etkiye sahiptir (Cansel, 1991). Kişinin
doğumdan itibaren gelişmeye başlayan
karakteri ilk olarak aile tarafından
şekillendirilmeye başlanmaktadır. Bu
nedenle anne babanın çocuk yetiştirme
tutumları birçok sosyal ve çevresel
etkenden daha önemli olup çocuğun sosyal,
duygusal ve bilişsel gelişimini etkilemektedir
(Grusec ve Davidov, 2007). Aile çocuğun ilk
sosyal deneyimlerini edindiği yerdir ve anne
babanın çocukla olan etkileşimi çocuğun
ilerideki sosyal yaşantısında grup içinde
dengeli bir birey olması ve kabul görmesini
sağlamaktadır (Yavuzer, 2005).
Yeni doğmuş çocuk fizyolojik açıdan eksik ve
noksanlıklar içerisindedir. Çocuk okula
başlama zamanına kadar, olgunlaşma ve
öğrenme süreçleri açısından diğer bir
gelişim dönemiyle mukayese edilemeyecek
yoğunlukta gelişme sağlamaktadır. Modern
gelişim psikolojisi, okula başlayıncaya kadar
geçen süre zarfında etkileşim sürecinin
çocuğun davranışlarında belirleyici bir rol
oynadığı ve bunun etkilerinin bütün bir
yaşam boyu devam ettiği görüşündedir
(Cairns,1998; Butterworth, 2014). Gelişim
psikolojisi alanında çalışmalar yürüten Kroh,
kişisel gelişimin doğumdan itibaren başlayıp
karakter gelişiminde özellikle 5 yaşa kadar
çevrenin ve ailenin önemli rollere sahip
olduğunu belirtmiştir. Çocukluk çağında
yaşanan stresli yaşantıların çocuğun
psikolojisine ve yaşam kalitesine zarar
vererek önemli sosyal ve ruhsal problemlere
neden olacağı ve yalnızca çocuğun suça
27
sürüklenmesine değil aynı zamanda suçun mağduru olmasına da sebep oluşturacağı
düşünülmektedir (Ayaz ve ark, 2012). Sevgi ve güven duyguları insan hayatında önemli bir yere
sahiptir ve özellikle çocukluk döneminde insanlar ailedeki bir yakının sevgisiyle kendini onaylanmış
hissetme ihtiyacı duymaktadırlar. Bebekler ve küçük çocuklar, ilgisiz kaldığında duygu kaybına neden
olarak gelişimlerinde duraklama görülmektedir. Çocukların küçük yaşta en çok ihtiyaç hissettikleri
ilgi, sevgi ve şefkatin yeterince verilmemesi, uyum bozukluğunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır
(Gruen, 2003). Anne ve babanın sevgi ve ilgisinden mahrum kalan çocuk çalışma, araştırma ve başarı
elde etmek için gerekli olan motivasyonu elde edememektedir (Swingewood, 1998). Bu nedenle
ailenin parçalanmasıyla ebeveynlerden biri veya ikisinin çocuğu terk etmesi, anne babanın
ebeveynlik görev ve sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirmemesi çocuğun olumsuz yönde
etkileneceği düşüncesini doğurmaktadır.
Çocuk koruma kanununda suça sürüklenen çocuk, ''kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili
işlediği iddiası ile hakkında soruşturma ya da kavuşturma başlatılan veya hakkında güvenlik önlemine
karar verilen çocuk'' olarak tanımlanmaktadır (Resmî Gazete 2005). Bu tanım hem çocukluk hem de
ergenlik döneminin büyük bir kısmını kapsamaktadır. Toplumsal, ruhsal ve ailesel birçok sorun
çocuğun bu davranışının arkasındaki etkenler olarak sıralanmaktadır. Bu nedenle suçluluk davranışı
içerisinde olan çocuk için ''suça itilmiş/sürüklenmiş çocuk'' ifadesini kullanmanın daha doğru olacağı
da belirtilmiştir (Göker ve ark, 2006).
Çocuk ve ergenlerin suç davranışı büyük bir toplumsal sorun olarak kabul edilmektedir. Yapılan
bir çalışmada, son dört yılda üniversite hastanesine başvuran çocuk-ergen adli olguları incelenmiştir
ve yıllara oranla gönderilen adli olgu sayısının artış gösterdiği tespit edilmiştir. Türkiye İstatistik
Kurumunun (TÜİK) 2018 verilerine göre de 2013 ve 2017 yılları arasındaki suça sürüklenen çocukların
sayılarının yıllar geçtikçe arttığı görülmektedir (TÜİK 2018). Parçalanmış/ dağılmış aileler, annenin
çalışıyor olması, çok kardeşli ve geniş ailelerde yaşama, aile ilişkilerinde uyumsuzluk, ebeveynin
gözetim ve disiplinindeki yetersizlik, çocuğun eğitimine devam etmemesi ve çocuğun geçmiş
öyküsünde psikiyatrik bir bulgunun olması, madde- alkol kullanımı ve erkek cinsiyette olmak gibi
faktörlerin çocukların suça sürüklenmesinde etkili olduğu bildirilmiştir (Uygur ve ark, 1994, Göker ve
ark. 2006, Köse ve ark. 2011).
Yöntem
Meta-analizi, belirli bir konuda yapılmış, birbirinden bağımsız, birden çok çalışmanın sonuçlarını
birleştirme ve elde edilen araştırma bulgularının istatistiksel analizini yapma yöntemidir. (Çağatay,
1994). Meta-analizi, araştırmacılara çeşitli çalışmaların sonuçlarını özetleyen nicel yöntemler sunar ve
sonuçların birleştirilmesi ile ortak yargıya ulaşmalarını sağlar (Akgöz, Ercan, İsmet, 2004). Ayrıca,
bağımsız çalışmaların sonuçlarının bir araya getirilmesi ile genel etki hesaplamaları yapılabilmektedir
(Shorten ve Shorten, 2013). Bu çalışmada meta-analiz yöntemi kullanılarak anne-baba
yoksunluğunun, suça sürüklenen çocuk üzerinde etkisi değerlendirmeye çalışılmıştır.
Verilerin Toplanması
Suça Sürüklenen Çocuk ve aile yapısı ile ilgili Türkçe ve İngilizce çalışmalara erişmek için, YÖK tez
merkezinden yayınlanmış yüksek lisans ve doktora tezlerinden, hakemli dergilerde yayınlanmış
makalelerden, TÜİK ve Resmi Gazete verilerinden, İstanbul Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi
kütüphanelerinin elektronik kataloglarından (ERIC, EBSCO, Proquest Digital Dissertations gibi
uluslararası veri tabanları) ve kongre bildiri kitapları ve diğer yayınlanmış kitaplardan yararlanılmıştır.
Veri toplamak amacıyla yapılan yayın taraması için anahtar kelimeler; Suça sürüklenen çocuk, aile
yapısı, ebeveyn yoksunluğu, boşanma ve çocuk, boşanma ve suç, a child forced to commit a crime,
28
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
family structure, absence of parents, divorce with a child, divorce and crime olarak belirlenmiştir. Bu
çalışmada araştırmaya sınırlama getirilerek, 2011 ile 2021 yılları arasında yapılmış ve erişilen tüm
çalışmalardan yalnızca 5 tanesi araştırmaya dâhil edilmiştir.
Bulgular
Sogar (2017) çalışmasında, aileler ve çocukta suçluluk ilişkisini inceleyen üç farklı teori alanını
açıklamaktadır. İlk yaklaşım, çocuklar ve ebeveynleri arasındaki psikolojik süreçlere ve etkileşimlere
odaklanmaktadır. İkincisi, aile yapısının rolünü ele almaktadır. Son yaklaşım, aile işleyişi ve suçluluk ile
ilgili ekonomik faktörleri dikkate almaktadır.
Çocuklar ve ebeveynleri arasındaki iletişim süreçleri incelendiğinde genç suçluluğunu ebeveyn
disiplini, gözetim, şefkat ve aile uyumu seviyelerine bağlayan bir grup araştırmacı olduğu
görülmüştür. Buna göre saygılı, demokratik disiplinle uyumlu ve sevgi dolu aileler çok daha düşük
suçlu çocuklar üretme olasılığına sahiptir. Bir diğer araştırmacı grubu süreci değişkeni ve suçluluk
arasında önemli olan 3 değişken belirlemiştir. Bunlardan ilki disiplin hem annenin hem de babanın
disiplin ve cezalandırma yöntemlerini dikkate almaktadır. İkinci değişken olan süpervizyon,
ebeveynlerin oğullarının evden çıktıklarında nerede olduklarını ne kadar iyi denetlediklerine
dayanmaktadır. Son değişken ise bağlanmadır. Ebeveynlerine karşı sıcaklık ve hayranlık ifade eden
çocuklar bağlılık gösterdikleri şeklinde değerlendirilmektedir. Ebeveynler de aynı şekilde duygusal
olarak bağlılık göstermektedir. Bu değişkenlerin üçünün de resmi mahkeme kayıtlarında bildirildiği
üzere, erkek çocukların giriştiği suçlu davranış örneklerinin sayısı ile olumsuz bir ilişki içinde olduğu
bulunmuştur. Sert disiplin, zayıf denetim ve zayıf duygusal bağlılığın suçluluğu artırdığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Aile yapısının rolü incelendiğinde sosyal kontrol teorisinin bir revizyonu olan ebeveyn yokluğu
modeli, evde ikinci bir ebeveynin yokluğunu çocuk suçluluğu ile yüksek oranda ilişkili olarak
görmektedir. Buradaki argüman, bir ebeveynin daha az sevecen veya sıcak olduğu değil, bağımsız
olarak tamamlamaları gereken çok sayıda yaşam talebi ve sorumluluğuyla karşı karşıya olduklarıdır.
Buna göre tek ebeveyn çocuklarına destek ve rehberlik sağlamak için daha az zamana sahiptir,
bunun da çocukların davranışlarının daha az izlenmesine ve dolayısıyla çocuğun suça karışması için
daha fazla fırsata neden olabileceği düşünülmektedir. Ailenin bileşimi, bir çocuğun suça yönelik
faaliyetlere katılımını öngörmede anahtar değişken olarak değerlendirilmektedir. Birçok araştırmanın
incelenmesi sonucunda yazarlar ebeveyn yokluğunun genç suçluluğu ile önemli ölçüde ilişkili
olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bir ebeveynin yokluğunu deneyimleyen ergenler arasında
suçluluğun %10-15 daha yüksek olduğu sonucuna bildirilmiştir. Bu ilişki, daha az ciddi, şiddet
içermeyen suçluluk biçimleri için daha güçlü görünmektedir. Ebeveyn yokluğunun nedenleri önemli
olduğu da anlaşılmıştır. Boşanma veya ayrılık nedeniyle yokluğun, bir ebeveynin ölümü nedeniyle
yokluğa kıyasla çocuk suçlu davranışıyla ilgili olma olasılığının daha yüksek olduğu anlaşılmıştır.
Ebeveyn yokluğu teorisini test eden çalışmalara benzer şekilde, sadece bir ebeveynle yaşayan
gençler arasında suçluluğun daha yüksek olduğu da bildirilmiştir. Ek olarak aile birliği bozulmamış
ailelerde erkek çocukların %18'inin mahkûmiyet kaydına sahipken, aile birliği bozulmuş ailelerden
erkek çocukların oranı %29'unun mahkûmiyet kaydına sahip olduğu belirtilmiştir.
Son olarak, aile işleyişi, suçluluk ve ekonomi arasındaki ilişki incelendiğinde ekonomik zorlanma
modeli öne çıkmaktadır. Bu model, ekonomik faktörleri suçluluğun oluşmasında anahtar olarak
görmektedir. Diğer modeller, ailenin özelliklerinin aracılık ettiği yoksulluk ve suçluluk arasındaki
bağlantıyı görürken, ekonomik zorlanma modeli maddi zorluk ve suçluluk arasındaki ilişkiye
odaklanmaktadır. Dezavantajlı ailelerden gelen gençler için birçok pro-sosyal kanala kolayca
erişilememektedir. Bu teori, yoksulluk ve suçluluk arasındaki bağlantının çoğunu, yoksulluk içindeki
ebeveynlerin çocuklarını ders dışı etkinliklere kaydettirmeyi göze alamamalarından kaynaklandığı
29
30
görüşündedir. Ayrıca gençlere, suçlu akranlarının davranışlarından potansiyel olarak
etkilenebilecekleri daha yapılandırılmamış, denetlenmeyen boş zaman verilmektedir. Dolayısıyla
çocuklar suça daha fazla itilmektedir. Bu modelde, aile yapısının suçlulukla ilişkisine ekonomik
faktörler aracılık etmektedir.
Piang, Osman ve Mahadir (2017) parçalanmış bir aile yapısı ve zayıf aile ilişkisinin çocuk suçluluğu
oranına katkısını incelemiştir. Çalışma Malezya’da, iki rehabilitasyon merkezinden katılan toplamda
196 çocuk üzerinde gerçekleştirilmiştir. Veriler 2013 ve 2015 yılları arasında öz bildirim yöntemi ile
toplanmıştır. Katılımcıların aile ilişkileri bilgisi ve suçlu davranışlarının kaydı alınmıştır.
Aile yapısını belirlemek için ebeveyn medeni durumu ve aile yapısı dört kategori ile ölçülmüştür.
İlk kategori biyolojik ebeveynlerin evli olduğu bozulmamış aile yapısıdır. İkincisi boşanmış ailedir (tek
anneli aile, tek babalı aile, anne-üvey babalı aile, üvey babalı aile). Üçüncüsü ebeveynlerin boşandığı
ya da bir ebeveynin öldüğü ayrılmış ailedir. Son kategori ise her iki ebeveynin de öldüğü, çocuğun
akrabalarının yanında yaşadığı, diğer kategorisidir. Çalışma aynı zamanda ailelerin sosyo-ekonomik
durumunu da incelemiş ve bunu yapmak için üç kategori belirlenmiştir. Bunlar; alt sınıf, orta sınıf ve
üst sınıftır.
Araştırma bulgularına göre katılımcıların işlediği suçlar hırsızlık (%75,0), sigara içme (%92,3),
okuldan kaçma (%81,1), uyuşturucu kullanımı (%66,3), zorbalık (%51,0) ve yasadışı sokak yarışı (Mat
Rempit) (%60,7) olarak sıralanmaktadır. Ayrıca, yanıtlayıcılar tarafından gerçekleştirilen suça yönelik
eylemlerin ortalama sayısının 7,43 olduğu saptanmıştır ve bu da yanıtlayıcılar arasında yüksek bir
genel suçlu davranış düzeyini göstermektedir.
Aile yapısı incelendiğinde katılımcıların %68,4'ünün (n = 134) her iki biyolojik ebeveynle birlikte
yaşadığı, %21,9'unun (n = 43) ebeveyn boşanması yaşadığı ve %4,1'inin (n = 8) ebeveynlerin ayrıldığı ya
da birinin öldüğü ailelerden geldiğini göstermektedir. Ankete katılanların toplam %5,6'sı (n = 11) da ya
başka insanlarla birlikte yaşamakta olduğu ya da ebeveynlerinin öldüğü belirlenmiştir.
Aile sosyoekonomik durumu incelendiğinde katılımcıların %69,9'u (n = 137) orta sınıf ailelerden,
ardından %25,5'i (n = 50) alt sınıf ailelerden, en düşük yüzde ile %4,6'sının (n = 50) üst sınıf ailelerden
geldiği tespit edilmiştir.
Aile bağlılığı, çocuk-ebeveyn iletişimi ve katılımcıların aile katılımı da ölçülmüştür. Her sorunun
puanları, yanıtlayanın aile ilişkisini gösteren bir toplam puan elde etmek için bir araya getirilmiştir ve
tüm sorular olumsuz ifadelerdir. Yani daha yüksek puan daha düşük kaliteli bir ilişkiyi göstermektedir.
Katılımcıların aile ilişkileri için ortalama puan 3,175 olup, ortalama olarak yanıtlayıcıların düşük kaliteli
aile ilişkilerine sahip olduğu anlaşılmıştır.
Veriler, suçlu davranış ile aile yapısı arasında anlamlı bir ilişki olmadığını göstermektedir (r =-.038,
p <.001). Bununla birlikte suçlu davranışın ailenin sosyo-ekonomik durumuyla da önemli ölçüde ilişkili
olmadığı da (r = .105, p < .001) gösterilmiştir. Ancak sonuçlar, suçlu davranışın güçlü bir aile ilişkisi
düzeyiyle önemli ölçüde ilişkili olduğunu göstermektedir (r = .542**, p <.001). Aile faktörlerinden,
sonuçlar aile yapısının ailenin sosyo-ekonomik durumu ile ilişkili olduğunu göstermektedir; ancak,
korelasyon zayıftır (r = -.296**, p < .001).
Genel olarak, bu çalışmada suçlu davranış ile aile ilişkisi arasında güçlü bir ilişki olduğu sonucuna
varılmıştır. Katılımcılar arasında artan saldırgan suçlu davranış düzeyi, düşük kaliteli aile yapısı ile
ilişkilendirilmiştir. Ancak sonuçlar, aile yapısının suçlu davranışlarla ilişkili olmadığını göstermektedir.
Sabrina ve Suminar (2020), çalışmalarında çocuk suçluluğunda baba yokluğundan kaynaklanan
farklılıkların olup olmadığını ortaya çıkarmayı amaçlamışlardır. Çalışma 12-21 yaş arasındaki çocuklar
üzerinde yürütülmüştür. Babanın yokluğu üç grupta kategorize edilmiştir. Bunlar; boşanma, babanın
ölümü ve babanın evden uzakta çalışmasıdır.
Bulgular incelendiğinde ebeveyn boşanma grubu ile evden uzakta çalışan babalar grubu
arasında 0.032 anlamlılık düzeyi ile belirtilen farklılıklar olduğu görülmektedir. Babanın ölümü ile ev
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
dışında çalışan babalar grubu arasındaki fark ise 0.046 düzeyinde anlamlılık göstermektedir. Ancak,
anlamlılık düzeyinin 0,05'ten büyük olduğu göz önüne alındığında, ebeveyn boşanma grubu ile
babanın ölüm grubu arasında çocuk suçluluğu eğilimi açısından fark bulunmamaktadır. Anne-babası
boşanmış ergen grubu 158,96 ile en yüksek suç eğilimine sahiptir. İkinci en yüksek eğilim ise 156,49 ile
baba ölümü grubunda elde edilmiştir. Ayrıca en düşük suç eğilimi 128,16 ile evden uzakta çalışan
baba grubunda görülmektedir. Ek olarak erkek ergenlerde suç işleme düzeyinin kız ergenlere göre
daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Yapılan analize dayalı olarak, babası vefat eden ergenler, ebeveyni boşanmış ergenler ve babası
evden uzakta çalışan ergenler arasında çocuk suçluluğu eğilimlerinde farklılıklar olduğu sonucuna
varılmıştır. Spesifik olarak, farklılıklar birinci ve üçüncü grupta tespit edilmiştir. Yani ebeveynleri
boşanmış çocuklar ve babası uzakta çalışan çocuklar suça daha fazla eğilim göstermektedir.
Spohn ve Kurtz (2011) aile yapısı ve çocukluk mağduriyetinin suçluluk davranışı üzerindeki
etkilerini incelemek amacıyla bir çalışma yürütmüşlerdir. Aynı zamanda aile biçiminin mağduriyet ve
suçluluk arasındaki ilişki üzerindeki etkileri de araştırılmıştır.
Katılımcılar 12-17 yaşları arasındaki Amerika Birleşik Devletleri’nde 4.023 erkek ve kızdan
oluşmaktadır. Katılımcılara telefon görüşmesi aracılığıyla Ulusal Ergenler Anketi uygulanmıştır.
Katılımcıların soruları açık, dürüst ve bir dereceye kadar mahremiyet içinde yanıtlamalarını sağlamak
için iki yöntem uygulanmıştır. İlk olarak, görüşmeci, katılımcının mahremiyet ve özgürce cevap verme
fırsatı sağlayan bir durumda olup olmadığını sormuştur. Değilse, görüşmeci başka bir zamanda geri
aramayı teklif etmiştir. İkincisi, görüşmenin kapalı uçlu sorulardan oluşması ve “evet” veya “hayır” ya
da başka bir tek kelimelik yanıtla yanıtlanabilmesi sağlanmıştır. Motorlu araç hırsızlığı, kırma ve girme,
çete dövüşü, güçlü silah taktikleri ve saldırı gibi suçlardan oluşan 6 suç grubu oluşturulmuştur. Aile
yapısı ise 3 gruba ayrılmıştır. Bunlar sırası ile; her iki ebeveynin de birlikte yaşadığı (boşanmadığı) ‘’aile
birliğine sahip’’ aileler, çocuğun yalnızca bir ebeveynle yaşadığı koşulları temsil den ‘’tek ebeveyni
aileler’’, kişinin ebeveynlerinden biri veya her ikisinin biyolojik ebeveyni olmadığı ‘’ebeveynsiz aileler’’
grubudur. Ancak ‘’iki ebeveynli aileler’’ grubundaki ebeveynlerden biri veya her ikisi biyolojik bir
ebeveyn değildir.
Aile yapısı türleri arasında bağımsız ve bağımlı değişkenlerin düzeylerindeki farklılıkları incelemek
için ki-kare testleri, ANOVA ve Scheffe post hoc5 testleri kullanılmıştır. Bununla birlikte Poisson
regresyon analizi de yapılmıştır. Ölçüm, katılımcıların son 12 ay içinde gerçekleştirdikleri suçlu
davranışlar üzerinden alınıp değerlendirilmiştir. Ancak katılımcılara yöneltilen ölçümün içerdiği
sorular makalede belirtilmemiştir.
Analizin ilk aşaması olarak, aile yapısı genelinde istismar oranları karşılaştırılmıştır. Buna göre aile
birliğine sahip grup %6,3, tek ebeveyni aileler grubu %11,1 ve ebeveynsiz aileler grup %13,5 oranında
istismarla ilgili mağduriyet bildirmiştir. Fiziksel olarak taciz edici cezaya ilişkin bulgular oldukça
benzer olduğu görülmüştür. Aile birliğine sahip ailelerden gelen bireylerin en düşük istismarcı ceza
oranlarını bildirdikleri (%7,1), bunu tek ebeveynli ailelerin (%12,4) ve ebeveynsiz ailelerin evlerdeki
ergenler (%16,5) takip ettiği görülmüştür.
İkinci aşamada aile tipine göre suçluluk oranları incelenmiştir. Aile birliğine sahip ailelerden gelen
katılımcıların, bir önceki yılda ortalama 0,290 suçluluk eylemi gerçekleştirmiştir. Tek ebeveynli
ailelerden gelen katılımcılar ortalama 1.201 suç eylemi gerçekleştirmiş ve ebeveynsiz ailelerden gelen
katılımcılar 1.484 eylem gerçekleştirmiştir. Ebeveynsiz ailelerden gelen katılımcıların diğer gruplardan
çok daha yüksek bir sonuca ulaştığı açıkça görülmektedir. Ek olarak, her iki aşamanın sonuçları
incelendiğinde taciz edici cezaya maruz kalan katılımcıların, maruz kalmayanlara kıyasla (x ¼ 0.474, t
¼ 3.274, p ¼ .001) daha fazla suça yönelik eylemde (x ¼ 2.113) bulunduğu ve cinsel istismara maruz
kalan katılımcıların, maruz kalmayanlara göre (x ¼ 0.533, t ¼ 2.420, p ¼ .016) daha fazla suç unsuru (x
¼ 1.666) işlediği sonucuna ulaşılmıştır.
31
32
Aile birliği bozulmamış katılımcılar ve kötü muamele incelendiğinde, tek ebeveynli veya
ebeveynsiz katılımcıların ciddi suçluluk üzerinde olumlu ve anlamlı bir etkisi olduğu anlaşılmıştır.
Cinsel istismarın suçluluk üzerinde etkisi olmadığı ve fiziksel istismar cezasının sadece orta düzeyde
anlamlılığa ulaşan pozitif bir regresyon katsayısı olduğu (p ¼ .074) bildirilmiştir. Aile yapısı ölçütleri
modele dahil edildiğinde, kötü muamele türleri ile suçluluk arasındaki ilişkiye aracılık ettiği
bulgusuna ulaşılmıştır.
Çalışma sonuçları her iki biyolojik ebeveynden yoksun aile yapılarının, ergenleri yalnızca istismar
mağduru olmakla kalmayıp, aynı zamanda ciddi suçlara karışma riskini de artırdığını ortaya
koymuştur. Çok değişkenli modeller, biyolojik ebeveynlerinden birinin veya her ikisinin de eksik
olduğu ailelerden gelen ergenlerin suçluluğa karışma olasılığının daha yüksek olduğunu, ancak aile
yapısının suçluluk üzerindeki etkisinin orta düzeyde olduğunu göstermektedir. Ayrıca, aile türleri ayrı
ayrı incelediğinde, istismar ve suçluluk arasındaki ilişkinin aile yapısına bağlı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Spesifik olarak, cinsel istismar, aile birliği bozulmamış ailelerden gelen çocuklar için
suçluluğu artırmakta ve fiziksel olarak taciz edici ceza, tek ebeveynli ailelerde suçluluğu
artırmaktadır. Cinsel istismar, aile birliği bozulmamış ailelerde tek ebeveynli ailelere kıyasla önemli
ölçüde daha büyük bir etkiye sahiptir.
Boccio ve Beaver (2017) çalışmalarında ebeveyn boşanmasının ve bir üvey ebeveynle yaşamanın
yaşam boyu suç davranışı üzerindeki uzun vadeli etkilerini incelemiştir. Çalışma, ergenlik döneminde
aile yapısındaki değişikliklerin ergenlik ve yetişkinlikteki suç davranışı üzerindeki etkisini ulusal olarak
temsili geniş bir örneklemde inceleyerek ele almaktadır.
Çalışma, adölesanların Yetişkin Sağlığına İlişkin Ulusal Boylamsal Çalışmasının (Add Health) 1'den
4'e kadar olan aşamalarından elde edilen verileri kullanmıştır. Add Health, Amerikan ergenlerinin
ulusal olarak temsili bir boylamsal örneğidir. Add Health için veri toplama 1994-1995 öğretim yılında
başlamış ve aynı katılımcıların çoğundan üç ardışık veri dalgası toplanmıştır. Add Health'in ilk dalgası,
ortaokul ve liseye kayıtlı 90.000'den fazla adölesanı içermiştir. Katılımcılara kişisel alışkanlıklar,
akranlar, ebeveynlerle ilişkiler, aile yapısı ve suçluluk hakkında sorular sorulmuştur. Anketin ikinci
dalgası 1996'da ilk yanıtlayanların yaklaşık 15.000'ine uygulanmış, aile yapısı ve suçlu davranışlarla
ilgili sorular sorulmuştur. Üçüncü dalga ise 2000-2001 yılları arasında gerçekleştirilmiş ve orijinal
katılımcıların 15.000'den fazlasını içermiştir. Üçüncü dalgadaki sorular, şu anda 18 ile 26 yaşları
arasında olan örneklem için yaşa daha uygun olacak şekilde düzenlenmiştir. Anketin dördüncü
dalgası, katılımcıların çoğunluğunun 24 ila 32 yaşları arasında olduğu ve mali durum, medeni durum,
suç davranışı ve aileye karışma ile ilgili sorulduğu 2008 yılında gerçekleştirilmiştir. Orijinal
katılımcıların yaklaşık 15.700'üne uygulanmıştır. Dalga 1 suçluluk ölçeği, son 12 ay boyunca suçlu
davranışlara karışmaya ilişkin 15 soruya verilen yanıtlar kullanılarak oluşturulmuştur. Örneğin,
katılımcılara son 12 ayda ne sıklıkta mülke kasten zarar verdikleri, hırsızlık yaptıkları, fiziksel bir
kavgaya karıştıkları veya uyuşturucu sattıkları sorulmuş ve cevaplar toplanarak ölçek oluşturulmuş
ve ikinci dalgada kullanılmıştır. Bu işlem her ölçüm dalgasında tekrarlanmıştır. Ailenin yapısı
ebeveynlerin evli olup olmadığı iki durum olarak gruplanmıştır.
Bulgular dalga 1'deki evli ebeveynleri olan katılımcıların, dört dalganın üçünde suça karışma
olasılığının önemli ölçüde daha düşük olduğunu göstermektedir. Aile yapısının sonraki dalgalarda (2
ve 4) suçluluk ile istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki sürdürmüştür. 2. Dalgadaki aile yapısı, 2. ve 4.
dalgadaki suça karışma ile istatistiksel olarak anlamlı ilişkilere sahip olduğu görülmüştür. Benzer
şekilde, evli ebeveynleri olan katılımcıların, Dalga 2 ve 4'te suça dahil olduklarını bildirme olasılıkları
daha düşük olduğu bildirilmiştir.
Dalga 1 ve 2'deki aile yapısının, mevcut veri dalgalarının çoğunda suçluluğa dahil olma ile istatistiksel
olarak ilişkili görünmesi nedeniyle aile yapısındaki değişiklikler ile suçlu katılımındaki değişiklikler
arasındaki ilişkiyi incelenmiştir. Buna göre dalga 1'de ebeveynleri evli olan ve Dalga 1 suçluluğunu
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
kontrol eden katılımcılar için Dalga 2'deki suçluluğa katılım ile istatistiksel olarak anlamlı bir negatif
ilişki bulunmaktadır. Bu bulgular, Dalga 2'de her iki ebeveyni ile birlikte yaşayan, 1. Dalga'da
bozulmamış ailelere sahip katılımcıların, Dalga 2'de daha az suça dahil olduklarını bildirme eğiliminde
olduklarını göstermektedir. Dalga 2'deki aile yapısının daha sonraki Dalga 3 ve 4'teki suçlulukla
önemli ölçüde ilişkili olmadığı da bildirilmiştir.
İkinci olarak, 2. Dalgadaki aile yapısı ile 1. Dalgada ebeveynleri evli olmayan katılımcılardaki suça
karışmadaki değişiklikler arasındaki ilişki incelenmiştir. Bulgular, 1. Dalgada evli olmayan ebeveynleri
olan katılımcılar için 2. Dalgada her iki ebeveyni ile birlikte yaşamanın ne o dalgada ne de sonraki
dalgalarda suçlu katılımdaki değişiklikleri önemli ölçüde etkilemediğini ortaya koymuştur.
Üvey ebeveynlerle yaşamak ile suça karışmadaki değişiklikler arasındaki ilişkiyi araştırılmıştır. 2.
Dalgada bir üvey ebeveyn ile yaşamanın, Dalga 1'de evli olmayan ebeveynleri olan katılımcılar
arasında Dalga 2'deki suçluluk ile önemli ölçüde ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Ek olarak 2. Dalgada
bir üvey ebeveynle yaşamanın, 1. Dalgada ebeveynleri evli olmayan katılımcılarda 3. ve 4. Dalgada
suçluluğa dahil olma ile anlamlı bir şekilde ilişkili olmadığı da saptanmıştır. Araştırmacılar Dalga 2'de
bir üvey ebeveyn ile yaşamanın, suçlu katılımındaki değişiklikleri önemli ölçüde etkilemediğini
belirtmişlerdir.
2. Dalga’da bir üvey ebeveynle yaşama ile ebeveynleri Dalga 1'de evli olan katılımcılar arasında
suça karışmadaki değişiklikler arasındaki ilişki incelendiğinde Dalga 1'de ebeveynleri Dalga 1'de evli
olan katılımcılar için Dalga 2'de bir üvey ebeveynle yaşamanın, Dalga 2'deki suça karışma ile pozitif
ve anlamlı bir şekilde ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu bulgu, 2. Dalga ‘da bir üvey ebeveyn ile
yaşayan katılımcıların, 2. Dalga'da suça daha fazla dahil olduklarını bildirme eğiliminde olduklarını
göstermektedir. 2. Dalgada bir üvey ebeveynle yaşamanın, Dalga 3 ve 4'teki suçlu davranıştaki
değişikliklerle önemli ölçüde ilişkili olmadığı da bildirilmiştir. Bu bilgiler ışığında çocuk yaşlarda
boşanmış bir ailede yaşamanın kişinin suça itilmesine neden olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Daha
büyük yaşlarda ebeveynleri boşanan çocuklar daha az suçlu davranış sergilemektedir.
Melike Memur
T.C. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
Sonuç
Literatürdeki makaleler incelendiğinde aile birliğinin çocuk suçluluğu üzerinde son derece etkili
olduğu görülmektedir. Sogar (2017) bu etkiyi boşanma ya da bir ebeveynin ölümü durumunda tek
başına kalan ebeveynin çocuğun davranışlarını izleyecek daha az zamanı olmasına bağlayarak
açıklamaya çalışmıştır. Buna göre daha az izlenen çocuk suça karışmak için daha fazla fırsata sahip
olmaktadır. Diğer yandan Sabrina ve Suminar (2020), boşanmış ebeveyne sahip olan çocukların
babanın ölümü nedeni ile tek ebeveyne sahip olan çocuklara kıyasla daha fazla suça yönelim
gösterdiklerini ortaya koymuştur. Buradan hareketle boşanma durumunun çocuk suçluluğu üzerinde
bir ebeveynin ölümü durumundan daha etkili olduğu yorumu yapılabilir. Spohn ve Kurtz (2011)’ün
çalışma sonuçları da bu görüşü destekler niteliktedir. Bu çalışmaya göre, tek ebeveynli veya
ebeveynsiz (her iki ebeveynini de ölüm nedeni ile kaybetmiş, üvey aile veya akrabaları ile yaşayanlar)
katılımcılar aile birliği bozulmamış katılımcılara kıyasla anlamlı derecede daha yüksek suçluluk
oranları göstermiştir. Ancak Piang, Osman ve Mahadir (2017), çalışmalarında suçlu davranış ile aile
yapısı arasında anlamlı bir ilişki olmadığı sonucuna ulaşmışlardır. Buna göre aile yapısı yerine aile
ilişkisinin suçlu davranış ile daha fazla ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. Boccio ve Beaver (2017) ise
aile birliği bozulmuş çocukların yıllar içerisinde suça yönelim ve su işleme durumlarını incelemiş
33
ve erken yaşlarda boşanmış bir ailede yaşayan çocukların daha fazla suça itildiği sonucuna
ulaşmıştır. Buna göre daha büyük yaşlarda ebeveynleri boşanan çocuklar durumdan daha az
etkilenmekte ve daha az suç işleme davranışı göstermektedir. Ek olarak boşanma ya da ebeveynin
kaybı durumunda erkeklerin daha fazla zorlandıkları ve daha faza suça yönelim gösterdikleri dikkati
çekmektedir. (Sabrina ve Suminar, 2020; Sogar, 2017)
İncelenen beş çalışmadan üçü aile birliğinin boşanma yoluyla bozulmasının diğer bir ya da her iki
ebeveynin de ölümü, evlatlık olma, babanın uzakta çalışması gibi durumlardan daha etkili bir
değişken olduğunu ortaya koymaktadır. (Spohn ve Kurtz, 2011; Boccio ve Beaver, 2017; Sabrina ve
Suminar, 2020). Bu bilgiler ışığında artan boşanma oranlarının suça sürüklenen çocuk sayısını da
artıracağı sonucuna da ulaşılabilir.
KAYNAKÇA
Akgöz, S., Ercan, İ., & Kan, İ. (2004). Meta-analizi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 30(2), 107-112.
Akıntürk, T. (1998). Türk Medeni Hukuku. 2. Cilt, Aile Hukuku. Ankara, s. 8.
Ayaz, M., Ayaz, A.B., Soylu, N. (2012). Çocuk ve ergen adli olgularda ruhsal değerlendirme. Klinik Psikiyatri Dergisi, 15:33–40.
Boccio, C. M., & Beaver, K. M. (2017). The Influence of Family Structure on Delinquent Behavior. Youth Violence and Juvenile Justice, 154120401772783.
Butterworth, G. (2014). Principles of developmental psychology: An introduction. Psychology Press.
Cairns, R. B. (1998). The making of developmental psychology.
Canary, H., & Canary, D. (2013). Family conflict: managing the unexpected. Oxford: Polity Press.
Cansel, E. (1991). Sosyal Devlet ve Aile. Aile Yazıları II, Kültürel Değerler ve Sosyal Değişme. Bilim Serisi 5/2. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, s. 53.
Çağatay P. Meta-analiz ve Sağlık Bilimlerinde bir Uygulaması (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1994.
Göker, Z., Hesapçıoğlu, S.T., Sarp, S.K., Kandil, S. (2006). KTÜ Tıp fakültesi çocuk–ergen ruh sağlığı ve hastalıkları polikliniğine son iki yılda başvuran adli olguların değerlendirilmesi.
Adli Tıp Dergisi, 20(3):1–5.
Gruen, A. (2003). Normalliğin Deliliği Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram, (Çev.:İ. İgan), Çitlembik Yay., İstanbul, 2003, s. 17-61.
Grusec, J.E., & Davidov, M. (2007). Socialization in the family: The roles of parents. In J.E. Grusec and P.D. Hastings (Ed.), Handbook of socialization: Theory and research
(pp.284-309). New York: The Guilford Press.
Köse, S., Aslan, Z., Başgül, S., Şahin, S., Yılmaz, Ş., Çıtak, S., ve ark. (2011). Bir eğitim ve araştırma hastanesi çocuk psikiyatrisi polikliniğine yönlendirilen adli olgular. Anadolu Psikiyatri
Derg, 12:221–225.
Kroh, O. (1927). Psychologie des Grundschulkindes, Langensalza.
Piang, T. B., Osman, Z. J., & Mahadir, N. B. (2017). Structure or relationship? Rethinking family influences on juvenile delinquency in Malaysia. Asia-Pacific Social Science Review,
17(2), 171-184.
Price, S. J., & McKenry, P. C. (1988). Divorce. Sage Publications, Inc.
Resmi Gazete. (2015). Çocuk Koruma Kanunu. 3/7/2005 tarih 5395 no’lu kanun. Ankara, T.C. Başbakanlık.
Sabrina, S. A., & Suminar, D. R. (2020). DIFFERENCES IN JUVENILE DELINQUENCY CAUSED BY FATHER ABSENCE. PalArch's Journal of Archaeology of Egypt/Egyptology, 17(4),
2284-2292.
Shorten, A., & Shorten, B. (2013). What is meta-analysis? Evidence-Based Nursing, 16:1, 3-4.
Sogar, C. (2017). The influence of family process and structure on delinquency in adolescence—An examination of theory and research. Journal of Human Behavior in the Social
Environment, 27(3), 206–214.
Spohn, R. E., & Kurtz, D. L. (2011). Family Structure as a Social Context for Family Conflict. Criminal Justice Review, 36(3), 332–356.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Tarihi, (Çev.: O. Akınhay), Bilim ve Sanat Yay. Ankara, s. 56
TÜİK, (2018). Güvenlik birimine suça sürüklenme ile gelen veya getirilen çocuk sayısı. Ankara, Türkiye İstatistik Kurumu.
Uygur, N., Türkcan, S., Geyran, P. (1994). Adli psikiyatride çocuk ve ergen suçları. Düşünen Adam, 7(3):20–24.
Yavuzer, H. (2005). Çocuk psikolojisi (27. Baskı). Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
34
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
VAHȘİ
Her vuruşunda var, intikam izi
Nerden bilebilirdim senin vahşi olabileceğini
Durun vurmayın!
Zaten körüm
İçten içe ölüyorum, beni biraz olsun görün
Durun! Acıyın bana,
Annenizin size acıdığı gibi şefkatle
Nefessizim, üç saniyecik izin verin bana
Mümkünse bir miktar tebessümle
Her ne kadar varsa da cani karşımda
Yok mudur hiç senin vicdanın canında?
Sen her vuruşunda zevk alıyorsun değil mi?
Bense acı
Ahmet Burak Abacı
T.C. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
35
36
Esty karakteri daha evden çıkmak isterken dini bir kurala takılır etrafı çevrelemiş erüv telleri ve
Şabat Bayramı. Yahudilere göre o gün çalışmak yasaktır. Değil bozulan bir eşyayı tamir etmek
kumandanın düğmesine bile basmak yasak. Şabat günü Yahudiler gün boyu dinlenir, Tevrat okur
ve sinagog'a (havra) giderek dua ederler. Şabat hem haftayı ve yaptıklarını düşünmek, hem
Tanrı'ya yaklaşmak hem de daha iyi bir insan olmak için bir fısattır. Bu günde iş yapılmaz, elektrik
kullanılmaz. Bu durumda dini baskıdan söz edebiliriz.
Esty’nin evliliğinde mutlu olmama sebebi eşinden dolayı olabileceği ihtimali düşünülmemiş
aksine Esty kusurlu bulunmuştur. ‘Kadın gibi kadın’ olamadığı dillendirilmiştir bu noktada kadına
karşı bir ayrımcılığın yapıldığını söyleyebiliriz. Çünkü; bir yıldır evli olmalarına rağmen çocuk
yapmayan Esty’i küçük ve hor görmüşlerdir. Cinsiyetinin getirmiş olduğu doğurganlık özelliği
ile sadece var olabildiği düşünülmüş ve otorite kurmak istenmiştir Esty’e
Esty’i evden kaçtıktan sonra eşinin babası problemi çözmek için haham ile konuşmaya
karar verir. Bir çift arasında geçen evlilikteki sorunlar neden bir din adamı ile konuştuğunu
düşünecek olursak ne kadar basmakalıp düşüncelere ve dini baskıya maruz kaldıklarını
görmekteyiz.
Savaşlarda ve soykırımlarda Yahudilerin çok fazla can kaybı olmuştur. Bu yüzden onlar
için her dünyaya gelen bebek, ölen 6 milyon için dünyaya geliyordu. Belki de kadınların
üstündeki bu baskı geçmiş rejimlerin, soykırımların, siyaset ile ilişkisi mevcuttur.
Kişileri bir araya getiren çöpçatan vardır. Ne erkek ne de kadın birbirini görür. İlk önce
erkek tarafından birileri kadını uzaktan izler gözlemler tamamıyla dış görünüş odaklı beğeni söz
konusu. Erkek tarafı beğenirse kadını ortak bir görüşme gerçekleştirilebilir. Kadının ne istediği ne
beğendiği önemli görülmez önemli olan evlenmesidir ve evli olan kadınlardan bekledikleri tek
şey alışveriş yapmak, yemek yapmak ve çocuk doğurmaktır. Kadınları bir kalıbın içine
sığdırmaya çalışan bu tavırlar toplumsal cinsiyetin dayattığı kurallar ile birlikte
cinsiyet ayrımcılığına örnektir.
Esty’nin annesinin cinsel tercihi kadınlardan yana cinsel yönelimi
lezbiyen olduğu için deli olarak görülmüştür cinsel yönelim
ayrımcılığına maruz kalmıştır.
Esty’nin Berlin’e gitmesiyle; oradaki tanıdığı insanların kurallar
ile değil iletişimle bir arada bulunduklarını görür herhangi dini bir
baskının, kalıpyargıların, önyargıların,ayrımcılıkların olmadığını
görür. Geldiği yerde çok kural olması belki başlarda gruplara
dahil olmakta uyma davranışı göstermesi zor olacak gibi
görense de Esty Berlin de göremediği eğitimi, sanatı
keşfedecekti. Üzerinde bulunan tüm kuralları ve baskıyı
yıkacak özgür kalacaktı.
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Hasidik Yahudilerin akıllı telefon kullanmaları yasaktır.Hasidik Yahudiler bir grup
halinde yaşar kendi dışında olanları reddederler. Yani iç gruplarını sürekli kayırdıkça dış
gruplara olan ayrımcı tavır ve davranışları artmaktatır.
Esty evliliği süresince ondan beklenen davranışlarını sorumluluklarını sosyal rollerini
yerine getirmeye çalışmıştır kabul görmek için bir süre sonra Esty rol çatışması içerisine
girmiştir;çocuk yapma zorundalığı alışveriş, yemek yapmak, kocası ve ailesini memnun
etmek gibi. Esty kimlik ve benliğini keşfetmek için baskıdan kaçması gerekmiştir.
Yanky’nin annesine Esty ile 3 gündür cinsel birliktelik yaşamadıklarını söylemesi
bunun üzerine Yanky’nin annesinin Esty’e ’oğlumu daha fazla küçük düşürme demesi
oğlum kendini kral gibi hissetmeli’ demesi cinsellik tamamen erkeğin haz alması, kadın
haz alsada almasada önemli değil yaklaşımı küçük düşürücü,ötekileştirici tavırdır.
Est’nin cinsel birliktelik esnasında canının acıyor olması, bencillik olarak adlandırılması,
umursanmaması, aile baskısı altında kalması kendi içinde varolan tabularla birlikte
istemeyerek de acı dolu olsada Yanky’nin istediği olur Esty acı ile ağlarken Yanky’nin
gülüyor ve mutlu olması hangi dine inanıyor olursa olsun ibadetinde kusursuz olsun bu
onu iyi bir insan yapmaz. Asırlardır kadınları bir obje olarak görmüşler görmeye devam
etmişler kadınlar üzerinde uyguladıkları psikolojik şiddeti de görmekteyiz
Esty’nin bir kiliseye girmesi ve orayı dikkatlice gözlemlemesi belki de doğduğundan
beri ilk defa başka bir din ile ilgili bilgiye sahip oluyordu. Ailesinin başka dinler ve
mezheplerle ilgili dinlere karşı ayrımcı sözleri olmadan.
Esty’nin kişisel kimliği sosyal,aktif biri olması sosyal kimliği evli ve Yahudi biri
olmasıdır.
Hasidik Yahudilerdeki genel olgu kişiliksizleşmeleridir. Kişisel kimliklerinden çok
sosyal kimliklerinin yani Yahudi olmaları ön plana çıkmıştır.
Dini ve kültürel sebeplerden dolayı hayatını özgür bir biçimde
yaşayamayan Esty müzik dinlemenin enstrüman çalmanın,şarkı
söylemenin yasak ve günah olduğunu düşünenlerin
tutumlarından,önyargılarından, ayrımcı davranışlardan kurtulup
yeni bir dünya kurmuştur.
Rumeysa Altunbaş Eryılmaz
T.C. İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
37
2021-2022 GÜZ DÖNEMİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ
İYYÜ Psikoloji kulübü olarak standımızda
sevgili arkadaşlarımızla buluştuk, kulübümüzü
tanıttık yeni üyelerimize hoşgeldiniz diyoruz
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele haftasında Duygu
hocamızın yaptığı 'Kadına Yönelik Şiddet' konulu
konuşmasında, toplumun sorunu olan kadın şiddeti,
toplumdaki erkek konularını konuştuk. Hep birlikte bu
sorunları konuştuğumuz keyifli bir etkinlik gerçekleşitirdik.
Herkese merhaba,
Bugün okulumuz rektörü Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu’nun
katılımıyla gerçekleşen İYYÜ Kulüplerbirligi‘nin düzenlediği
etkinlikte Bölüm başkanımız aynı zamanda Danışman
hocamız Dr. Öğr. Üyesi Hatice Nevin Eracar’ın bulunduğu
törende 2020−2021 eğitim öğretim döneminde en çok
etkinlik düzenleyen ikinci kulüp olarak bu ödülü almaya hak
kazandık. Yaptığımız etkinliklerde emeği geçen tüm
arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Psikoloji kulübü olarak
aynı motivasyonla çalışmalara devam edeceğiz.
İşaret Dili etkinliğimizde Ayşe Hocamızla birlikte İşaret Dilinin
başlangıç seviyesini gördük. Harfler,şehirler,sayılar gibi temel
kelimeleri öğrendik. İşitme engelli bireyleri anlamaya yönelik
bir etkinlik gerçekleştirdik.
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizde Yağmur Sirkecioğlu Şenol, Fatih Atik,
Elçin Nur Şener, Hatice Sena Toper tarafından hazırlanan
ekinliğimizde Oğuz Burak İsmanur hocamız ile uzaktan
çalışmanın negatif çıktıları, işveren-çalışan arasında yaşanan
çatışmalar ve sosyal sıkılaşmanın etkilerini konuştuğumuz
bir etkinlik gerçekleştirdik.
38
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Sümeyye Betül İşcan, Hatice Keltek,
Duygu Taş, Sevval Batgi, Dua Aktan’ın hazırladığı, ülkemizde
ve tüm dünyada artan bağımlılık sorununu bir film analizi
üzerinden konuştuğumuz, tüketim çılgınlığına bilinç
oluşturmak gibi amaçlar taşıyan bir etkinlik gerçekleştirdik.
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Elif Değirmenci, İpek Menevşe,
R. Simge Sucu, Rumeysa Altunbaş Eryılmaz ve
Burak Çelik’in hazırladığı ekinlikte, şiddetin boyutları,
türleri, hakkında bilgiler verildi ve bunlar üzerine tartışıldı.
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Ece Tekgül, Ebrar Tanyıldızı, Esma Han,
Yaren Firuze İşin, İrfan Deniz, Yusuf Şahin’in Otistikler Derneği
işbirliği ile Dr. Öğr. Üyesi Nevin Eracar ve Öğr. Üyesi Masum
Aydın eşliğinde gerçekleştirdiğimiz canlı yayınımızda otizim ve
down sendromlu bireyleri topluma kazandırmak, farkındalık
oluşturmak ve mesleğimizde daha bilinçli olarak tedavilerine
yardıımcı olmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz etkinlik.
39
Çankaya Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Sevgili
Aslı Göncü Köse Hocamızın anlattığı İş Yerinde
Psikolojik Taciz 'Mobbing' konulu etkinliğimizde iş
yerinde yapılan psikolojik taciz, yapılan araştırmalar,
bunların sonuçları gibi her yerde kaşımıza çıkabilecek
durumlar hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında gerçekleşen,
4. Sınıf öğrencilerimizden Doğa İdil Levent, Doğa Bizik, Ayşegül
Bulut, Özge Nur Akkız, Selin Karaer’in hazırladığı çalışmaya
Dr. Öğr. Üyesi Nevin Eracar‘ın katkılarıyla yaptığımız Resim
etkinliğinde, toplumdaki erkek ve toplumdaki kadının bizim için
çağırıştırdıklarını çizerek ifade etmeye çalıştık ve çizdiklerimiz
hakkında konuştuk. Konuşmaktan farklı olarak bunları çizerek
ifade etmek hem çok keyifliydi hemde farklı hissettirdi.
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Elif Değirmenci, İpek Menevşe, R. Simge
Sucu, Rumeysa Altunbaş Eryılmaz ve Burak Çelik’in hazırladığı
video gösterimi Galeri Yeni Yüzyıl'da gerçekleştirilen GEÇMİŞİN
İZLERİ 'Görmeye Alıştığmız Gerçekliler' başlıklı sürekli hayatımızın
içinde olan, haberlerde, dizilerde, sosyal medyada gördüğümüz
kadına, çocuğa,hayvana fiziksel veya sözlü şideetten kareler, ve
videoların sergilendiği anlamlı bir etkinlik gerçekleştirdik.
40
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Gökçe Betül Özdemir, İrem Keçeli,
Firdevs Keloğlu, Hatice Cesur, Nuran Demirtaş, Beyza
Aslan’ın düzenlediği 'Paran Kadar Haklısın'
etkinliğimizde Oğuz Burak İsmanur ve Masum Aydın
hocamızın katılımlarıyla, barınma ve sağlık haklarının
ticaretleştirilmesi üzerine bir etkinlik gerçekleştirdik..
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Zülal Göçer, Buse Aydemir, Asena
İrem Uludaş, Sümeyye Cessur ve Eda Han’ın UCİM
derneği ile hazırlamış olduğu çalışma İstanbul Yeni Yüzyıl
Üniversitesi Fuar Alanında kurulan standımızda 'Çocuk
İstismarı' konusu üzerinde duruldu. Çocuk istismarının
ve ihmalinin görmezden gelinmemesi gerektiği ve buna
farkındalık oluşturmak adına broşürler dağıtıldı..
41
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Selen Akdağ, Nilay Turan, İlayda
Dişisağlam, Senem Karaaslan, Sude Cansu Turgut,
Doğukan Karakaya tarafından hazırlanan ve İklim Bilimci
Okan Bozyurt hocamızın ele aldığı '6 Derecede
Felaket' konulu etkinliğimizde iklim değişikliği hakkında
bilgilendirme ve bu konuda daha duyarlı olunması
gerektiği üzerine bir etkinlik gerçekleştirdik.
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Doğa İdil Levent, Doğa Bizik,
Ayşegül Bulut, Özge Nur Akkız, Selin Karaer’in
hazırladığı toplumda yaygın olarak cinsel eğitim verilirse
eğer cinsiyet eşitsizliği, kadının ve kadın cinselliğinin
ortadan kalkacağına yönelik konuşma gerçekleştirildi..
4.sınıf öğrencilerimizden Busem Tahtacı, Esra Nur Genç, Hilal
Duru, Sündüz Yavuz, Dilan Ergünyürek’in hazırladığı sosyal
sorumluluk projesi olan ve Değerli hocamız Öğr. Gör. Masum
Aydın hocamızın katılımlarıyla gerçekleşen Korunmaya Muhtaç
Çocuklar konulu “Yoldan Çık Ve İzini Bırak” etkinliğimiz 3 Aralık
Cuma günü Microsoft Teams üzerinden gerçekleşmiştir.
@yoldancikizinibirak .
42
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
SALGIN KARARSIZLIĞI
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Yüksel Goral, Said Yavuz, Yunus Valunya,
furkan Deniz, Sidar Cingü’nün hazırladığı, Öğr. Üyesi Masum
Aydın hocamızın ele aldığı salgın ile hayatımızda ne gibi değişikler
oldu, salgının ülke ve kişiler üzerindeki etkisi, aşı karşıtlığını
değerlendirme üzerine gerçekleştirdiğimiz bir etkinlik oldu.
Dr. Öğr. Üyesi Duygu Buğa Hocamız ile birlikte İllüzyon
Müzesine gittik. Algı konusunun ön planda olduğu
müzede çok keyifli ve eğlenceli zaman geçirdik.
43
FARKLI GELİŞENLER
Sosyal Sorumluluk Projesi dersi kapsamında 4. Sınıf
öğrencilerimizden Ece Tekgül, Ebrar Tanyıldızı, Esma Han,
Yaren Firuze İşin, İrfan Deniz, Yusuf Şahin tarafından Otistikler
Derneği ile yürütülen çalışmada 'Farklı Gelişenler' adlı sergimiz
ve standımızda farklı gelişen bireylerin toplum içerisinde
yaşadıkları sorunların ortaya konulması ve farkındalık
oluşturmak üzerine bir etkinlik gerçekleştirdik.
.
SOSYAL SORUMLULUĞA YENİDEN BAKIŞ SEMPOZYUMU
Bugüne kadar yapılan bütün sosyal sorumluluk projeleri
sunuldu ve bilgilendirmeler yapıldı tekrar bir farkındalık
oluşturmayı sağlayan bir etkinlik gerçekleştirdik.
.
44
ÇARÇUBA ‘‘SALDIRGANLIK’’
45
3
16
6
10
9
4
7
P
O
Z
İ
T
İ
F
P
E
K
İ
Ş
T
İ
R
M
E
18
11
1
17
R
A
Y
M
O
N
D
C
A
T
T
20
S
T
A
N
D
A
R
D
İ
Z
A
S
Y
O
N
8
N
E
G
A
T
İ
F
C
E
Z
A
5
14
Ö
Ğ
R
E
N
M
E
15
12
G
E
R
İ
Y
E
K
E
T
V
U
R
M
A
19
S
T
E
R
N
B
E
R
G
13
F
L
A
Ş
A
N
I
L
A
R
2
W
U
N
D
T
1) Deneye katılan uygulama alan grubun adı nedir?
2) Psikoloji’nin babası olarak bilinen bilim insanı kimdir?
3) Gall Frenolojisi nedir?
4) İlk psikoloji laboratuvarı hangi ülkede kurulmuştur?
5) Pavlov’un deneyi hangi öğrenme türüdür?
6) Koşulsuz uyarıcının yol açtığı davranışın doğal
tepkisi nedir?
7) Ödevini yaptığı için çocuğu parka götürme hangi
pekiştirmedir?
8) Çocuğu ödevini yapmadığı için parka götürmemek
hangi ceza türüdür?
9) Organizmanın gereksinim duyuncaya kadar
göstermediği öğrenme nedir?
10) Model alarak başkalarının tecrübeleriyle öğrenme
türü nedir?
11) Kendi kontrolümüzde olarak geri getirebildiğimiz
bilgiler hangi bellek olarak ifade edilir?
12) Yeni edinilen bilginin eski bilgileri hatırlamayı
zorlaştırdığı koşul nedir?
13) Şok etkisi yaratan oldukça anlamlı olan anı
hangisidir?
14) Zeka eğitimcilere göre ne yeteceğidir?
15) Çoklu zeka kuramını kim bulmuştur?
16) Zeka tek bir faktörle açıklanamayacak kadar çok
yeteceği kapsar düşüncesi nedir?
17) Analitik tekniklerle zekanın birbirine bağımlı
kristalleşmiş ve alıcı zeka adını verdiği 2 bileşene
ayırabileceğini kim savunmuştur?
18) Zekayı soyut-mekanik-sosyal olarak üçe kim
ayırmıştır?
19) Analitik yaratıcı pratik olarak triarşik zeka kuramını
kim öngörmüştür?
20) Zeka testinin kültürün etkilerini taşıması nedir?
46
HODOX