Yazın-8

yunusyigittde
from yunusyigittde More from this publisher

ARNAVUTKÖY ANADOLU LISESI ELEKTRONIK OKUL DERGISI - 2021 GÜZ DÖNEMI- 1. SAYI

YAZIN

e-Dergi

“Sonbahar sanattır, digerleri

mevsim…”

Cemal Süreya


ARNAVUTKÖY

ANADOLU LİSESİ

YARATICI

YAZARLIK KULÜBÜ

YAZARLAR

Anıl AYDOĞDU

Semanur KARABULUT

Doğa Kayra EFEOĞLU

Bünyamin YAŞAR

Demet BEDİR

Helin GÜLERYÜZ

Melisanur EDİK

İlayda TANIKOĞLU

Elif ÇETİN

Muhammet Ali DUYURUCU

Sevde Nur TOSUN

Sultan DOĞAN

Nurşah AYÇİL

Aslı Medine TAYAN

Resim

Melisa Nur Edik

Esmanur ÇELİK

Fotoğraf

Elif Büşra OK

Nisa ÖZKAN

Editör

Yunus YİĞİT


İÇİNDEKİLER

DİBACE ..............................................................

SONBAHAR GELİYOR ŞİİRİ..............................

sanatın mevsimi sonbahar.........................

aal tanıtım videosu ...................................

Okul müdürümüzle röpoRtaj....................

aal TANITIM METNİ ......................................

EYLÜL ROMANI İNCELEMESİ .............................

DOĞU’NUN YEDİNCİ OĞLU KARAKOÇ............

AŞİYAN MÜZESİ..................................

A WİNDOW ON THE PEACE MELANCOLİA ........

SADECE BİR KUŞAK MI.............................

LAVİNİA...................................

DİPÇE ..........................................

İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ.....................

MEHMET AKİF ERSOY...................................


DIBACE

Güz dönemine ağaçtan düşen bir yaprak gibi düşen “Yazın” dergisi

çıkmış bulunmaktadır sayın okuyucular. Dergimiz adını yazmaktan alıyor.

Kelime anlamına bakarsak pek bir büyüsü yok lakin ekibimiz için anlam

ifade eden bir isim. Dergiyi Arnavutköy Anadolu Lisesi çıkarmakta, emeği

geçen isimleri dergi kapağında görmüş olacaksınız.

Yazın ekibi olarak dergiyi çıkarmakta asıl amacımız siz değerli okurlarımıza

az da olsa bir seyler katmak, keyifli zaman geçirmenizi sağlamaktır.

Edebiyatımızda “Akbaba, Papirüs, Çınaraltı” gibi önemli dergiler

vardır. Tabi o seviyede bir dergi çıkarmamız mümkün değil ama en azından

güzel bir edebi eser ortaya koydugumuza yürekten inanıyoruz.

“Yazın” dergisinin hedefi her yeni sayısında bir tık seviye yükselterek,

deneyim kazanarak ilerlemektir. Dergimiz elektronik dergi olup herhangi

bir basımı olmayacaktır. Sebebi ise biraz modern çağa uymak, biraz da

pandemi sürecinden ötürü. Bu sayı “Yazın” dergisinin henüz birinci sayısıdır.

Çıkarmayı hedeflediğimiz ilkbahar sayısıyla tekrardan siz okurlarımızın

karşısına çıkmayı amaçlıyoruz.Peki ben kimim?

Ön sözü yazan kim?

Dergi içeriğinde beni şiirlerimle, şair kimliğiyle tanıyacaksınız. Yazmayı

çok seven birisi olduğumdan dolayı ön söz görevini de ben üstlenmiş

bulunmaktayım. Kendi çapımda iyi yazdığımı düşünürüm lakin siz

okurların düşüncesi daha önemli, umarım beğenirsiniz. Ekibimizin fotoğraf,

video çekimleri, hikaye, makale, müzik ve şiir gibi farklı alanlarda

çalışmaları olacaktır.

İyi okumalar dilerim.


SONBAHAR GELIYOR

Upuzun bir yolda yürüyorsun usulca,

Nedir bu düşünceli halin anlat bana.

Sonbahar mı sıkıyor içini?

Yoksa ölümü mu hatırlatır,

Bu mevsim sana?

Kulak ver bu anlattıklarıma.

Sende bir ağaçtasın,hayat ağacında,

Sende düşeceksin ağaçtan,

Bir yaprak misali,

Sen de tadacaksın elbet,

Her nefsin tattığı gibi.

Sonbahar mı hatırlatır ölümü sana,

Dökülen yapraklar bir ders verir mi şahsına?

Kondun ama göçüceksin bu diyardan,

Bir daha hiç dönmemek şartıyla.

Anıl AYDOĞDU

10/A


S A N A T I N M E V S I M I S O N B A H A R

Sonbahar sadece yaprakların

sararıp dökülmesi, yağmurun öylece

yağması mıdır? Yapraklar besin

alamadığı için mi dökülür ya da

kırmızı, sarı renge bürünmesi yeteri

kadar güneş ışığı alamadığı için mi?

Evet bunlar doğanın bir gerçeği.

Tabii ki doğru olanlar bunlar ama

sonbahar mevsimine sadece bu bakış

açısı ile bakmak doğru olmaz. Benim

için sonbahar her yıl yaşanan sanattır.

Yağan o yağmur... Birbiri ardınca

düşen kırmızWı, sarı, turuncu

yapraklar... O eşsiz toprak kokusu...

Bunlar bile sonbaharın ne kadar da

güzel olduğunu anlatmaya yetiyor.

Kimisi sonbaharın yağmurundan

kaçar, şemsiyesini açar. Kimisi

ise birkaç damlanın yere düştüğünü görsün ıslAhuzur dolar

içi. Ağaçlardan usulca süzülen yaprakların gün gelip tekrardan

yeşereceğini bilir. Yani ümit etmektir sonbahar, ümit içinde bekleyiş

biçimidir. Biraz özlemdir, hüzünle yıkanmaktır düşen damlalar

altında. Tüm bu karmaşık duyguları aynı an da hissettiren

sanattır. Cemal Süreya’nın bir sözü vardır: “Sonbahar sanattır,

diğerleri mevsim.” Ne kadar da doğru bir söz. Hangi mevsimde bulabiliyoruz

tatlı bir esinti ile yağan o yağmuru? Hangi mevsimde

kırmızının, turuncunun tonlarını bir arada görebiliyoruz? Hangi

mevsimde düşen her bir yaprakta, damlada ümidi diliyoruz?

İnsanın kalemi, kağıdı alıp bir şair ya da yazar olası

geliyor. Tarif edilemeyecek bu güzellik nasıl kağıda

dökülebilir ki gerçi. Anlatmaya kalksak beceremeyiz

belki. Bu yüzden her bir gelişinde onu yaşamalıyız. Soğuna aldanmadan

sokaklara çıkıp doğasıya ıslanıp hayal etmeliyiz.

Ardından gelecek o güneşi, yaşanacak umut dolu yarınları.

Kısaca sonbahar umuttur, içinde doğan ümit ışığıdır, huzurdur,

yarını hayal edebilmektir, huzuru yaşamaktır, sevebilmektir, sevinçtir,

her bir duyguyu bir arada yaşamaktır, eşsiz güzelliği görüp

mutlu olabilmektir, içinde biriken hüznü, çaresizliği mutluluğa çevirebilmektir,

hem hüzünlenmek hem tebessüm edebilmektir, yağmurun

şarkısını dinleyebilmektir. Sonbahar; sanattır, sanatın mevsimidir.

MELİSA NUR EDİK-10/A


ARNAVUTKÖY ANADOLU LİSESİ

Her sabah bir okulun yolunda yürümek; her gün yeniden bir hikaye yazmaktır.


OKUL

MÜDÜRÜMÜZLE

RÖPORTAJ

-Merhabalar sayın müdürüm nasılsınız?

Hüreyya Alan: İyiyim çocuklar sizler nasılsı-

nız?

-Bizler de çok iyiyiz okul dergimiz için sizinle

bir röportaj yapmak istiyoruz. Talebimizi kabul

ettiğiniz için

teşekkür ederiz.

-Ne zamandır bu okuldasınız?

Hüreyya Alan: 6 yıldır bu okuldayım.

-Önceden ne olmak istiyordunuz?

Hüreyya Alan: Önceden eczacı olmak istiyordum

lisedeki hayalimdi.

-Müdürlük mesleğine nasıl ulaştınız?

Hüreyya Alan: Üniversitede felsefe bölümü oku-

dum. Öğretmen olarak atandım. Öğretmenlik

kazandıktan sonra müdür yardımcılığı sınavına

girdim. Oradan da müdürlük sınavına girdim

böylece müdür oldum.

-Ana branşınız nedir?

Hüreyya Alan: Ana branşım felsefe bölümü.

-Kaç yıl öğretmenlik yaptınız?

Hüreyya Alan: 20 yıl öğretmenlik yaptım.

-Kaç yıldır müdürsünüz?

-Okulumuz sizin için ne ifade ediyor?

Hüreyya Alan: Çok şey ifade ediyor. İyi ki bu-

raya gelmişim iyi ki sizler varsınız.

-Ne gibi hedefleriniz var?

Hüreyya Alan: Hedeflerim çok büyük. Arnavutköy’de

okulumuzu 1. yapmak büyük ihtimalle

başardığımızı düşünüyorum. Daha

sonra Gaziosmanpaşa’daki Gaziosmanpaşa

Anadolu Lisesi ve Suat Terimer Anadolu Lisesi

gibi okulumuzun seviyesini o dereceye

çıkartmak onlarla yarıştırmak. 3. aşamada

da Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi ve Beşiktaş

Anadolu Lisesi veya Şişli Anadolu Lisesi,

Nişantaşı Anadolu Lisesi gibi ünlü liselerle

yarışmak hedefim.

-Günün kaç saati okuldasınız?

Hüreyya Alan: Sabah 7’den akşam 7’ye kadar

okuldayım. Toplam 12 saat aşağı yukarı.

-İkili eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hüreyya Alan: İkili eğitim Türkiye’nin bir

yarası. Hiçbir okul hiçbir öğrenci ikili eğitimle

eğitim görmemeli.

-Okulumuzun akademik başarısını arttırmak

için ne düşünüyorsunuz?

Hüreyya Alan: 10 yıldır müdürüm.


Hüreyya Alan: Bu öğrencilerin seviyesi ile ilgili bir

olay aslında. Bir de öğretmen kalitesi ile alâkalı.

Çok yönlü bir olay var burada yani sadece öğrencinin

başarılı olması yetmez aynı zamanda iyi bir öğretmen

kadrosunun olması ve ailenin ekonomik sosyolojik ko-

şullarının da iyi olması gerekiyor.

-Kariyerinizde gelecek planınız var mı?

Hüreyya Alan: Kariyerdeki gelecek planım meslek ola-

rak okul müdürlüğünden sonra ilçe müdürlüğü veya

Ankara’nın merkezinde daire başkanı olmak.

-Okulumuzda yapmak istediğiniz

etkinlikler nelerdir?

Hüreyya Alan: Okula yapmak istediğim etkinlikler

bana kalsa spor etkinlikleri bilim, şenlikleri, Erasmus

projesi hatta ve hatta fizik öğretmenlerinin iknâ edebilirsem

kendi elektriğini karşılar duruma getirebil-

mek bu gibi faaliyetler ve etkinlikler yapmak isterim.

-Gerçekleştirebilecekleriniz hangisi?

Hüreyya Alan: Yani spor etkinlikleri okul bahçesinde

sınıflar arası müsabakalar futbol, basketbol müsabakaları

yapabiliriz münazara, bilgi yarışması yapa-

biliriz. Bizim gerçekleştirmekte zorlanacağımız şey

okulun kendi enerjisini karşılayacağı rüzgâr gülü

yapmak.

-Z Kuşağının geleceği belirlemekteki

rolü ne olacaktır?

Hüreyya Alan: Şu Z kuşağı denilen şey bana göre

safsata. Öyle bir kuşak yok. Kuşaklar arasında tabi ki

farklar var. Her kuşak kendi yüzyılı kendi asrına göre

yaşar. Buna uygun fikirler geliştirir. Şu anda internetin

olduğu, bilgiye ulaşmanın kolay olduğu bir çağ-

da Z kuşağının hızlı yaşaması bilgiye hızlı ulasması

tabi ki onlardaki değişikliği hızlandırmaktadır. Onu

da anne ve babalar anlayamamaktadır ve buradan

uyumsuzluk doğmaktadır. Ancak bana göre Z kuşağı

harika bir kuşak! Gerçekten dünyayı değiştirebilecek

bir kuşak olarak

görüyorum.

-Okulumuza ne gibi katkıda

bulundunuz?

Hüreyya Alan: Saymakla bitmez. Hatta oku-

lun sitesinde var. okul için yaptıklarım okulu

tanıyalım bölümünde var. Yani kütüphanesin-

den tutun bahçenin asfaltlanması, sıraların,

perdelerin yapılması okulun boyası, çatının

yapılması, öndeki ağaçlar, arkadaki ağaçlar

bahçede bir tane bile ağaç yoktu. Hepsi ben

tarafından yapıldı.

-Gençlere Tavsiyeleriniz nedir?

Hüreyya Alan: Çalışsınlar, çalışsınlar, ça-

lışsınlar... Neden derseniz biz Almanya’da

yaşamıyoruz, biz Japonya’da yaşamıyoruz,

biz Amerika’da yaşamıyoruz. Onlar kadar iyi

olabilmemiz için ya da dünyayı yöneten bir

toplum olabilmemiz için çok çalışmamız

gerekiyor.

-Bu okulda yaptığınız en iyi şey nedir?

Hüreyya Alan: Okula yaptığım en iyi şeylerden

bir tanesi okul kütüphanesinin yapılması.

4280 tane kitap var orada ve her öğrenci-

nin istediği an ona ulaşabiliyorlar. Kitaplar

pahalı olduğu için Türkiye’de her aile bunu

alamıyor bu açıdan da okul kütüphanesinde

olması ve çok zengin içerikli olması benim

için çok önemli

iyi ki de yapmışım.

-Bize zaman ayırıdğınız için teşekkür ederiz.

Hüreyya Alan: Ben de sizlere teşekkür ederim

gençler.

Başarılar.

SULTAN DOĞAN

MELİSA NUR EDİK

10/A


ARNAVUTKÖY

ANADOLU LİSESİ

Geleceğin Dünyasında Sen de Yerini Al

Okulumuz 2010 yılında Arnavutköy

Anadolu Lisesi olarak Eğitim-Öğretim

vermeye başlamıştır.

İlk mezunlarını 2014 yılında veren

okulumuz; 2021-2022 Eğitim-Öğretim

yılına1634 öğrencisiyle devam etmektedir.

Amacımız; Öğrencilerimizi ilgi,

yetenek ve başarılarına göre yüksek

öğretim programlarına hazırlamak ve

öğrencilerimizin yabancı dili, dünyadaki

bilimsel ve teknolojik gelişmeleri

izleyebilecek düzeyde öğrenmelerini

sağlamaktır.

Ayrıca genel ahlak kurallarını çok iyi

benimseyen, paylaşımcı, kendi çıkarları

için değil, toplum bilinciyle çalışan bireyler

yetiştirebilmektir.

Çalışmalarımızda, öğrencilerimizin

zekâlarını en üst düzeyde

kullanabilmelerini hedefliyoruz.

Bilgiyi değil; bilgiyi elde etme yollarını

öğretiyoruz. Her öğrencimize sosyal

statü ayrımı yapmaksızın eşit

yaklaşımımızla onların özgüvenlerini ön

plana çıkartıyoruz.

Biliyoruz ki kendine güvenen, girişimci,

sosyal

bireyler toplumu daima daha üst

seviyelere taşıyacaktır.



EYLÜL

Eylül, Servet-i Fünun dönemi

yazarlarından Mehmet Rauf tarafından

kaleme alınan ve Türk edebiyatının ilk psikolojik

romanı olarak kabul edilen eserdir.

1900 yılında Servet-i Fünun dergisinde

yayımlanan eser 1901 yılında kitap halinegetirilmistir.


Eylül romanının inceleme

videosunu, okulumuz 10-A sınıfı

Semanur KARABULUT tarafından

dinlemek için linke tıklayınız.


DOĞU’NUN YEDİNCİ OĞLU

KÖŞE

Sen geldin benim deli köşemde durdun

Bulutlar geldi üstünde durdu

Merhametin ta kendisiydi gözlerin

Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir

yağmurdu

Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum

Gariptin yepyeni bir sesin vardı

Bu ses öyle benim öyle yabancı

Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Sen geldin benim deli köşemde durdun

Bulutlar geldi üstünde durdu

Merhametin ta kendisiydi gözlerin

Sezai Karakoç

22 Ocak 1933 tarihinde dünyaya gelen Sezai Karakoç,

16 Kasım 2021 tarihinde aramızdan ayrıldı.


Bir eflatun doğdu cumhuriyetin daha ilk yıllarında.

Tarihin taşlara yazıldığı kent Diyarbakır’da. Sezai

Karakoç onun adı. Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle

ilçelerinde geçen Sezai Karakoç, ilkokulu 1944’de

Ergani’de bitirdi. Daha sonra Maraş ortaokuluna

kayıt oldu 1947’de burayı bitirerek Gaziantep’te

yatılı lise eğitimine başladı, 1950’de mezun oldu.

Lise hayatı boyunca felsefeye ilgi duydu ve felsefe

okumak istediği için İstanbul’a gitti. Kendi parasıyla

okuyamayacağını anlayınca parasız yatılı bölümü

bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girdi.

Şayet sınavı kazanmazsa felsefe öğrenimi görecekti.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955’de

fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamladı.

Daha sonra İstanbul’da Gelirler kontrolörlüğü yaptı

ama birçok kez istifa etti 1973’ten bu yana hiçbir resmi görev almadı. İstanbul’da Diriliş

Dergisi’ni kurdu, 1990 yılında ise “Güller Açan Gül Ağacı” sembolüyle Diriliş Partisi’ni kurdu.

Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürüttü. Ancak Parti 1997’de iki genel seçime girmediği

için kapatıldı. 2006 yılında kültür bakanlığı özel ödülü gibi birçok ödül kazandı ama hiçbir

ödülünü almadığı söylenir. Ve Sezai Karakoç tüm bunlardan sonra şiirlerine odaklanır.

Onun şiiri metafizik bir şiirdir. Şair kendinden memnun olmalı: “Eser’in şairini

sevinçle titretmesi demek bu. Şair eserini sevmeli...”(1988, s.83) Memnunluk

ilkesinin temeli, sevinçtir. Yaşama sevinci değil “yaşatma sevincidir.” Kitaplarında

geçmez ama 16 yaşında yazdı ilk denemesini Sabır, “kader dokudu kilim; ser

odaya!” der bu yazısında. Usta derler ona. Ustanın bir sözü de şudur: “Peygamber

çiçeğinin aydınlığında ara/Sana doğru uzanan ellerimi.” Bu yazısını bir yılbaşı

gecesinde yazar, bense bembeyaz bir gökyüzüne bakarken bir gece yazıyorum bunu.

Çok sevilir Mona Roza şiiri, ne anlatır bu şiir ne hissettirir? Tek güldür onun aşkı

ama çok güzel bir gülün bile ömrü sayılıdır. Usta gülleri çok seviyormuş galiba değil

mi? Alev alev sardı etrafını aşk ama bir türlü kavuşamadı Beyaz gülüne. Onun için

ölüm son değildi ve vefat etti bir güz günü, onu sadece insanlar değil doğa da andı

dökülen yapraklarıyla. Bir mayıs çiçeği olarak doğdu, bir güle aşık oldu, bir güz

yaprağı olarak gitti ve o benim için bu soğuk karlı gecede ellerime düşen bir kar tanesi.

Mehmet Ali ÇAĞIRIR-10/A


AŞİYAN MÜZESİ

Aşiyan Müzesi 1905 yılında

yapılmaya başlamış olup 1906

yılında kullanılmaya hazır hale

gelmiştir. Tevfik Fikret’in de

1906 ve 1915 yılında yaşamını

sürdürdüğü bilinen bu ev,

Tevfik Fikret’in vefatından

sonra bir süre kullanımda

kaldıktan sonra maddi

geçim sıkıntısı nedeniyle eşi

tarafından öğrenciler için

kalma yeri olarak kiraya verilmiştir.

Daha sonrasında Hasan Ali Yücel ve Lütfi Kırdar tarafından

bu sanat dolu evin müzeye çevrilmesi kararı alınmıştır. Bu kararın

alınmasının ardından 1945 yılında Tanzimat Edebiyatı ve Edebiyat-ı

Cedide döneminin önemli sanatkâr isimlerinin eşyaları sergilenmek

üzerine toparlanmıştır. Ve yine 1945 senesinde müze Edebiyat-ı

Cedide ismiyle ziyarete açılmıştır. Tevfik Fikret’in mezarı da 1961

senesinden sonra bu müzeye defnedilmiş ve müzenin adı Aşiyan

Müzesi olarak değiştirilmiştir. Şu anda da Tevfik Fikret’in yaşadığı

bu ev Aşiyan Müzesi olarak insanların ziyaretine açıktır.

Tevfik Fikret, oturduğu bu evin mimarisini kendisi yapmış ve

Farsçada “yuva” anlamını taşıyan aşiyan kelimesini eve uygun

görmüştür.


YARATICI YAZARLIK KULÜBÜ

AŞİYAN MÜZESİ GEZİSİ


A WINDOW ON THE PEACE AND MELANCHOLIA


Which “bird nest“ is so could be more interesting than? Is there anyone

know Aşiyan? What does it mean? İt is the museum where the

grave of Aşiyan Tevfik Fikret is.

I think this museum is carries on the spirit of Tevfik Fikret. He

is a writer of melancholia and revolution of literature. He is not only

poet also he architect,teacher,writer etc. Even he drew a Aşiyan’s

plan. When I see this house view of the window, I think that man is

wonderful. Please wait and think, a window on the peace.

That’s so beatiful…İn my opinion he has a lot perfect poem but

none as fascinating as ‘Sis’. He was thinking of İstanbul like a person

when he writed this poem. And this poem was very beatiful so Abdülmecit

tabularise it . The painting of ‘Sis’ in Aşiyan museum now.

When I see this painting, I fell in love. I look this painting so long.

It was so meaningful for me. I felt like in the painting. Sea’s voice, in

my head .

I’m in the boat and I looking at the mosque . I don’t know what

to say just I feel very different. Finally, I want to say about a Aşiyan’s

window. To me that’s window is like autumn. When people looking

at the window they can see’s more than a view. They can see happiness,

sadness, melancholy, hurtlessness and more.

When you look at the window, you can feel like a Tevfik Fikret

You will feel that understand to him. İf you say ‘ You wrong, I feel

nothing’ wait and just want to more than what you now see. Because

thats only way at understand the writer of melancholia…

Semanur KARABULUT

10-A


Sadece Bir Kuşak Mı?

Yüzyıllarca yaşamış̧ olan insan ırkı son zamanlarda yaşayabileceği bütün zorlukları üst

üste yaşamakta. İnsanlar; dünyanın dört bir yanını saran virüs, yangınlar, depremler, ekonomik

sıkıntılar ve küresel ısınma gibi çeşitli zorlukları atlatmak için çaba sarfetmekte. Halbuki

en büyük ve her daim peşimizde olan tek sorun psikolojik çöküntülerdir. Peki bu psikolojik

çöküntüleri en ağır yaşayanlar kimler?

Psikoloji her insanda farklı etkiler gösteren zihnin ve kalbin etkisini yitirdiği, insanın

kendisi dahil birçok şeyden soğumasını hatta nefret dahi etmesini sağlayabilecek bir düşünce

yapısıdır. Ağır bir şekilde bunu belli eden topluluk ise hepinizin bildiği Z Kuşağıdır. Z kuşağı

1997-2012 yılları arasında doğmuş̧olan genç topluma verilen bir lakaptır. Z kuşağı diğer adıyla

Z jenerasyonu farklı düşünce yapılarıyla son zamanlarda oldukça adından söz ettirmiş̧,

birçok kişiden onay almış̧ fakat bazı kişilerin kınayıcı bakışlarına da mağruz kalmışlardır.

Sosyal medyada herhangi bir olaya gösterdikleri tepki geleceğin elçilerinin ne kadar

savunmacı ve hak arayışında olduklarının kanıtıdır. Kimi zaman yaşanılan cinayetlere, kimi

zaman yapılan haksızlıklara ve benzeri şeylere sosyal medyadan verilebilecek en büyük tepkileri

göstermekle kendilerini bizzat belli etmişlerdir. Yaklaşık 2 yıldır hayatımızda bulunan

virüs sebebiyle yapılabilecek aktivitelerin azalması gençleri sosyal medyayı oldukça aktif

kullanıma yöneltmekle kalmamış̧bütün insan ilişkilerini, eğitim sistemlerini ve özgüvenlerini

ellerinden almıştır. Bu nedenle Z kuşağı çocukları sosyal medyanın hakimini ele almıştır.


Z kuşağı çocukları teknolojiye ve sosyal

medyaya olan yakınlıklarından dolayı

hayatlarını hızlı yaşamaya alışmışlardır.

Yaşadıkları dönem sebebiyle özgürlüklerine

ve bağımsızlıklarına son derece önem

verirler lakin Türkiye’de istedikleri özgürlükleri

kısıtlayan birçok durum ve vaziyet

vardır.

Psikolojilerine olan etkiden bir haber

olarak yargılanmaları ve bu nedenden dolayı

kendilerini ifade etme çabasına çokça

girmeleri Z Kuşağı çocuklarını agresif göstermekle

kalmamakta, tekrar tekrar tepki

görmelerine de neden olmakta.

Özgüvenlerinin ve bağımsızlığa verdikleri

önemin nedeni Z Kuşağı çocuklarının

analitik düşünce yapılarının ve problem

çözme konusunda iyi olmalarıdır. Kendi

hayatlarında verilebilecek en doğru kararın

şahsi olarak verebileceklerini düşünürler.

Ebebeyinlerin çocukları üzerinde

kurmaya çalıştıkları hakimiyet ve ele geçirmeye çalıştıkları özel hayatları onları daha çok

yalana sürükler. Bu hiç kimsenin hatası değildir, elbet bütün anne ve babalar çocuklarının

harika bir hayat sürmesini ister ancak bu amaçlarına onları kısıtlayarak ulaşamazlar.

Yapmaları gereken ve yapmanız gereken şey her bir bireyin kendi hak ve özgürlükleri olduğunu

hatırlamak ve ona göre davranmaktır. Amaç ne kadar Ebebeyinlerin görüş̧ açısına göre

doğru olsa da Z Kuşağı çocuklarına, her hangi bir vatandaşa olduğu gibi kendi fikir ve düşüncelerini

de sormaları gerekmekte. Böylece daha anlaşılır ve daha uysal bir yaklaşımla karşılaşılır.

Z Kuşağı çocuklarının önünü̈ kesmek meyve veren ağacı kesmek gibidir. Eğer meyveden

mahrum kalmak istemiyorsanız, ağacı sıkmayın ve onu koruyun. Anlaşılmayı her insan

hak eder, tıpkı Z Kuşağının hak ettiği gibi.Z Kuşağı çocukları bir kuşaktan öte daha çok tarihi

baştan yazacak bir topluluk gibidir.

Peki sizce Z Kuşağı SADECE BİR KUŞAK MI?

Sevde Nur Tosun

10/A


HİKAYE

LAVİNİA

O hep böyleydi işte. Saklanırsa

bir ihtimal karanlığı onu bulamazdı belki

diye düşünürdü. Bilmiyordu ki nereye

giderse gitsin onun, onunla birlikte geleceğini..

Karanlığının onun bir parçası

olduğunu.. Belki de biliyordu ama yine de

son çırpınışlardı işte bunlar. İhtiyacı olmadığını

hissedene kadar saklanacaktı.

Söyledim mi bilmiyorum ama karanlığından

saklanmakta olmasa da insanlardan

saklanma konusunda oldukça yetenikliydi,

küçükken saklambaç oyununu en iyi o

oynardı. E sonuçta tecrübeliydi baya bir..

Lara genelde bir kere saklandığı yere ikinci

kez saklanmazdı. Ama bu sefer ayakları

onu buraya getirmişti. Her zaman yaptığı

şeyi yapmış, ruhu gibi yere çöken bedenine

sarılmıştı. Bir nevi cenin pozisyonu

almıştı ama dönmek istediği yer çok ama

çok uzaktaydı.. Bacaklarına sarmış olduğu

küçük kolları, hıçkırıklarla sarsılan bedenini

sabit tutmaya yetmiyordu. Islak saçlarında

bir el hissedince duraksadı. Bu naif dokunuşun

kime ait olduğunu biliyordu, içi

yetmezmiş gibi şimdi de bu dokunuş tenini

yakıyordu. Kafasını yavaşça kaldırdı ve ona

şefkatle bakan kadına baktı. Bu anı daha

öncede burada yaşamıştı ama o zaman her

şey daha farklıydı. Mesela karşısında ki bedende

onun ruhunu yakan yanıklar yoktu.

Vücudundaki ateşi yağmur bile söndüremiyordu

ikisininde. Ama 15 sene önce o beden

sadece güvende hissettiriyor, huzur

veriyordu. Mesela o zamanlar yeşillikleri

örten capcanlı lavinialar solmuştu. Laviniaları

çok severdi Arya, giderken kendi ile

birlikte onlarında canlarını götürmüştü

beraberinde.. Her şey ölüydü, canlı olan

hiçbir şey kalmamıştı sanki. Hoş, o zaman

gökyüzünde parıl parıl parıldayan güneşi

kara bulutlar kapatmıştı, şimdi gökyüzü

bile ağlıyordu o naif kadının yokluğuna..

Elini kaldırıp dokunmak istedi Lara annesine,

yağmurun söndüremediği alevleri

o söndürmek istedi ama kolunu

kaldıracak gücü bulamadı kendinde..

Onun bu başarısız girişimi karşısında

sadece buruk bir gülümseme belirdi

dudaklarında Arya’nın..

Derin bir nefes aldı ve insana huzur veren

naif sesiyle, sessizliğinin içinde ki çığlıkların

nedenini sordu kızına. “Neyden saklanıyorsun

bebeğim?” Lara ağzını açtı, içindekileri kusmak

istedi. Ama tek bir kelime dahi çıkamadı

ağzından, oysa neler neler söylemek istemişti

ona. Arya bekledi, bekledi ve bekledi.. Cevap

alamayacağını anladığında kendince elinden

geldiği kadar bastırmaya çalıştı o çığlıkları.

“Her neyden saklanıyorsa saklansın, benim

güzel kızım her şeyin üstesinden gelecektir.

Bundan eminim.” Kızının gözlerinde gördüğü

ifade ile sesine de güven duygusunu yansıtmak

için elinden geleni yaparken “Güven

bana.” dedi. Güzeller güzeli kızının saçlarından

öptü. Ve son bir kez buruk ve bir o kadar

da güzel bir gülümseme bahşetti ona. Sanki

bir anlığına yağmur durmuş, lavinialar canlanmıştı.

Ama bir anlığınaydı işte, ona ayrılan

sürenin sonuna gelmişti artık Arya, yağmurun

beraberinde getirdiği sisin içinde kayboluyordu

yine. Bedeninin kontrol yetkisini sonunda

kazanmıştı Lara, bulabilmişti sesini, elini

annesinin arkasından ona yetişmek ister gibi

uzattı ama nafileydi. Arya yine yok olmuştu,

zamana bir kez daha nefret kustu içten içe..

“Güveniyorum” dedi dudaklarından bir

hıçkırık koparken. “Ben sana zaten güveniyorum

anne. Sadece..” yutkundu. “Son

verdiğin sözü de tutmalıydın. Anneler

verdiği sözleri hep tutardı. Sen demiştin

bana bunu. Neden bıraktın ki beni?” sitem

etti annesine bir kez daha, içinde büyüyen

acıyla ters orantılı olarak kısılan sesiyle..


DİPÇE

“Roma İmparatorluğu’nun baş kumandanı Titus Andronicus’un kızıydı Lavinia..

Dünyalar güzeliydi..Babasının aksine hayat doluydu..

Öldürmeyi değil, yaşatmayı severdi..

İyi kalpliydi, yardımseverdi, merhametliydi.. Titus’un savaşta olduğu birgün,

düşmanları Tamora’nın iki oğlu tarafından tecavüze uğradı..

Haber Roma’ya tez yayıldı..Titus savaştan döndükten sonra kızını kendi elleriyle

öldürdü..Şehrin uzağında bir tepeye gömdü..

Aylar sonra mezarının üzerinde bir çiçek çıktı..

O çiçeğe de Lavinia dediler..

Ölüm çiçeği demekti.

Ya da Misk çiçeği.


İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ

12

MART

1921

“Güftesi, Anadolu’da Millî Mücadele’nin devam ettiği sırada Mehmet

Âkif Ersoy tarafından kaleme alınmış şiirdir. Mehmet Akif’in

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin

yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa,

Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirir.

İstiklal Marşı, 12 Mart 1921’de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi

tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir. Bestesi Osman Zeki

Üngör’e aittir. Orkestrasyonu Edgar Manas tarafından yapılmıştır.”


Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,

“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…

Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;

Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Ruhumun senden, ilâhî, şudur ancak emeli:

Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!

Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;

Her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;

O zaman yükselerek arş’a değer, belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy

Fotoğraf: Engin Akyurt


MEHMET AKİF ERSOY

Türk milletinin duygularını, milli ve manevi değerlerini,

sevinçlerini ve üzüntülerini benimseyerek şiirlerine

katan vatan şairi; Mehmet Akif Ersoy. 20 Aralık 1873’te İstanbul’da

dünyaya gelmiştir. Babası, Arnavutluk’un İpek

kazasından, “Temiz” lakabıyla anılan müderris Mehmed

Tâhir Efendi; annesi ise, kökenleri Buhara’ya dayanan

Tokatlı bir aileye mensup Emine Şerife Hanım’dır.

Mehmet Akif, babası tarafından sıkı bir ahlakçı olarak

yetişti; doğrucu, hakperest ve dürüst şahsiyetinin ilk temellerini

de baba terbiyesinden aldı. Annesi Emine Şerife

Hanım da Akif’in karakterinde derin izler bırakmıştır.

İlk tahsiline babası Tahir Efendi’den aldığı lisan eğitimiyle

başlayan Mehmet Akif, iki yıl kadar Emir Buhârî

Mahalle Mektebi’ne devam ettikten sonra, 1880’de Fatih

Mekteb-i İbtidâîsi’ne girdi. Bu sırada bir yandan da “hem

babam hem hocamdır!” dediği Tâhir Efendi’den Arapça

derslerine devam etti. İlköğreniminden sonra Fatih’te

Otlukçu yokuşunda bulunan Fatih Merkez Rüşdiyesi’ni

iki yılda bitirerek Mülkiye Mektebi’nin idadi (Lise) kısmına

kaydoldu. Akif’in Rüşdiye tahsilinde en çok lisan derslerine

temâyülü vardı. Dört lisanda da (Türkçe, Arapça,

Acemce, Fransızca) birinciydi. O yıllarda şiir tutkusu bir

sevgi halini almıştır. Şiirle arası pek olmayan Tâhir Efendi,

oğlunun bu ilgisine ses çıkarmamış, teşvik de etmemiştir.

İlk okuduğu şiir kitabı Fuzûlî’nin “Leylâ ve Mecnûn”udur.

Babasının vefatıyla -hayata bir an önce atılmak

için- Edebiyat hocalığını İsmail Safa ve Muallim Nâci’nin

yaptığı okulun yüksek kısmının ilk sınıfında iken

Mülkiye Baytar Mektebi’ne geçmiştir. O sırada Büyük Fatih

yangını sebebiyle evleri yandığından birtakım maddi

sıkıntılar çekse de okulunu başarıyla bitirmiştir. İş

hayatına atıldıktan sonra Şam havalisinin çeşitli bölgelerinde

bulaşıcı hayvan hastalıkları üzerine çalışmalar yaptı.

Ordu için gerekli alımları yapmakla görevlendirildiği Şam

ve civarında Arabistan coğrafyasını ilk defa yakından tanıma

fırsatını buldu. Ayrıca, küçük yaşta başlayıp da tamamlama

fırsatı bulamadığı hafızlığını da bitiren Mehmet

Akif, şiir ve sanat anlayışının şekillenmesinde etkili olan

halkı ve köylüleri de yakından tanıma imkanını elde etti.

Bu seyahatleri esnasında, daha sonra Resimli Gazete’de

haklarında şiir yayımlayacağı İslam dünyasının kelâm, felsefe,

tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarında tanınmış âlimlerinden

Fahreddin er-Râzî, Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî, Fars edebiyatının

en büyük şairlerinden Hâfız ve Sa‘dî-i Şîrâzî gibi

isimlerin eserleriyle meşgul oldu. 1895 yılından itibaren

Gayret, Hazîne-i Fünûn, Resimli Gazete, Mekteb, Servet-i

Fünun gibi edebiyat dergilerinde imzası görülmeye başlandı.


İstanbul yıllarında, memuriyetinin yanı sıra bir

yandan da Halkalı Ziraat ve Çiftlik Makinist Mekteplerinde

kitabet-i resmiye hocalığı yaptı. II. Meşrutiyet’in

ilanının akabinde (Ağustos 1908), Ebül‘ulâ Mardin

ve Eşref Edib’le birlikte, döneminin en önemli ilmî

ve fikrî yayını olup daha sonra tüm şiir ve yazılarını

yayımlayacağı Sırât-ı Müstakim dergisini çıkarmaya

başladı. Aynı yıl, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi

Osmanlı Edebiyatı müderrisliğine de getirildi.

Bir yandan da, kısa bir müddet heyet-i ilmiye üyeleri

arasında bulunduğu İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin

Şehzadebaşı Kulübü’nde Arapça edebî eserler okutup

Arap edebiyatı ve tercüme usulü dersleri verdi.

Mesai arkadaşına yapılan haksızlıktan dolayı

1913 Mayıs’ında memuriyetten istifa ettiği gibi, aynı

yılın sonlarında, fikir ayrılığı dolayısıyla İstanbul

Darülfünunu’ndaki görevini de bırakmak durumunda

kaldı. 1914 sonbaharında, Teşkilât-ı Mahsusa’nın

görevlendirmesiyle Berlin’e giderek, İtilaf devletleri

safında savaşıp esir düşen Müslüman askerlerin kamplarını

ziyaretle, savaş sonrasında bağımsızlık yolunda

faaliyete teşvik eden konuşmalar yaptı. I. Dünya

Savaşı sonrasındaki ağır mütareke şartları, yaşanan

işgaller ve Yunanlıların İzmir’e asker çıkarması üzerine,

Milli Mücadele hareketine katılmak için, 1920 Şubatında

Balıkesir’e giderek Kuvayı Milliyecilerle görüştü.

Burada, Zağanos Paşa Camii’yle çeşitli yerlerde

halkı birlik ve direnmeye çağıran vaaz ve konuşmalar

yaptı. Hacı Bayram Camii’ndeki ilk vaazı üzerine,

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’deki görevinden azledildi.

Biga’dan en yüksek oyu alarak mebus seçildiğinden

habersiz olan Âkif, Meclis reisi Mustafa Kemal Paşa’nın

teklifiyle Burdur’dan mebus seçilerek Meclis’e girdi.

Mebusluğu sırasında il ve ilçelerde halka ve cephelerde

askerlere Milli Mücadele’yi teşvik eden konuşma ve vaazlar

yapmıştır, ki bunların en önemlisi, Kastamonu’daki

Nasrullah Camii’nde verdiği ünlü vaazdır. Bu vaaz ve konuşmalar,

Anadolu’da çıkmaya başlayan Sebîlü’r-reşad

mecmuasında yayımlandığı gibi, risale şeklinde de

basılarak Anadolu’ya ve cephelere dağıtılmıştır. Bütün

bu çalışma ve gayretleri, kendisinin “Milli Mücadele’nin

manevi lideri” olarak anılmasını sağlamıştır.

18 Eylül 1920 tarihinde açılan milli marş güftesi

yarışmasına, konulan mükâfatın kaldırılması şartıyla

gönderdiği ve “Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği şiiri,

700’ü aşkın şiirden bağımsız olarak, ebedi “İstiklal

Marşımız” ilan edildi. Kanunen kaldırılması mümkün

olmayan para mükâfatı da, Mehmed Âkif merhum tarafından,

fakir İslam kadın ve çocuklarına iş öğre-

Büyük Millet Meclisi’nin ikinci döneminde,

aday gösterilmeyen Mehmet Akif, Ekim 1923’te,

dostu Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a

gitti. Bundan sonraki iki yılda yalnızca kışları

Mısır’da geçiren Akif, 1925 sonlarında gittiği bu

ülkeden vefatı öncesine dek bir daha dönmedi.

TBMM’nin bir kararıyla, 1925’te, Diyanet İşleri

Başkanlığı, Mehmet Akif’e bir Kur’an meali yapması

teklifinde bulundu. Akif, mealini tamamlamasına

rağmen, bazı çekincelerinden dolayı teslim

etmeyerek, tercüme için verilen parayı iade etti.

Mısır yıllarında ayrıca Kahire’deki el-Câmiatu’l-Mısriyye’nin

Edebiyat Fakültesi’nde Türk

dili ve edebiyatı dersleri verdi. Ve 1933 sonlarında,

Safahât’ın son kitabı olan Gölgeler’i bastırdı.

Sıkıntılarla geçen on bir küsur yıllık Mısır

hayatında Mısırlı ilim ve fikir adamlarıyla

dostluklar kuran Mehmet Akif, 1935’te rahatsızlanarak,

hava değişimi için bir ay kadar Lübnan

ve Antakya’ya gidip geldi. Hastalığının

ağırlaştığı 18 Haziran 1936’da, gözünde tüten

vatanına/İstanbul’a döndü. Cuma günü Şişli

Sağlık Yurdu ve Teşvikiye Sağlıkevi’nde ihtimam

ile tanınmış doktorlardan Prof. Burhaneddin Bey

(Osman Tugan) ve İbrahim Osman Güçer’in refakatinde

müşahede altına alındı, tedavi edildi.

Bir müddet de Mısır Apartmanı’nda kaldıktan

sonra Prens Halim Bey’in Alemdağı’ndaki

Baltacı Çiftliği’ne götürüldü. Akif, bu çiftliğe

çekilip oturmayı daha Mısır’da iken düşünmüş,

kararlaştırmıştır. Zira Akif’in son yıllarında

en büyük korkusu “Mısır’da ölmek” ihtimali

oldu. Dostları, sevdikleri ile birer birer vedalaşan

şair son nefesini, çok sevdiği İstanbul’da

Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda, Âsım gibi

en önemli eserini kendisine ithaf ettiği vefakâr

dostu Fuad Şemsi Bey’in kucağında verdi (27

Aralık 1936). Resmî makamlardan gerekli ilgiyi

görmeyen cenazesi, üniversite gençliğinin ve

halkın yoğun ilgisiyle Beyazıt Camii’nden kaldırılarak,

Edirnekapı Mezarlığı’nda defnedildi.

Aslı Medine Tayan

10-f


GÜZ MEVSİMİ ŞARKILARI

Teoman -istanbul’da Sonbahar

Mevsim rüzgârları

Ne zaman eserse

O zaman hatırlarım

Çocukluk rüyalarım

Şeytan uçurtmalarım

Mor ve Ötesi - Sonbahar

Bir nefes aldım kendime geldim ki sonbahar

Evimin önünde hüngür hüngür ağlıyor

Aynaya baktım kendime sordum, eşsiz miyim?

Ayna ağladı yalan söyleyemedi

Ajda Pekkan- Sonbahar Rüzgarı

Düşen bir yaprak görürsen

Beni hatırla demiştin

Biliyorsun seni ben

Sonbaharda sevmiştim


Candan Erçetin - Onlar Yanlış Biliyor

Puslu soğuk hava

Dökülen yapraklar

En sevdiğim mevsimdi

Sarı sonbahar, artık değil

Sezen Aksu- Sonbahar

Alır gider beni sarı rüzgârlarıyla sonbahar

Gelir anılardan bir davet çocukluğum canlanır

Bir varmış bir yokmuş diye başlardı bütün masallar

Hani nerde o masum ve daha bozulmamış rüyalar

Nilüfer - Caddelerde Rüzgar

Caddelerde rüzgar aklımda aşk var

Gece yarısında eski yağmurlar

Şarkı söylüyorlar sessiz usulca

Özlediğim şimdi çok uzaklarda

Kargo - Sonbahar

Soranlar oldu, nerde bu yalnız sonbahar?

Günler geçti sonra geldi

Sonbahar

Uyudum, uyandım

Geldi sonbahar


“Hayat, sonbaharda çıtırdayan

yapraklardan sonra yeniden başlar.”

Arnavutköy Anadolu Lisesi

Yaratıcı Yazarlık Kulübü

YAZIN

e-Dergi -1

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!