23.01.2022 Views

3. Sayı

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

•3. Sayı•

ANAFOR SANAT

A V R U P A ’ D A S A N A T : B A R O K


ANAFOR SANAT DERGİSİ: 3. SAYI

@anafordergi

Genel YayınYönetmenleri

Aysude AKTAŞ

Ceren KANTARCI

Tasarım Ekibi

Aysude AKTAŞ

Ceren KANTARCI

Beyza TORUN

Editör Ekibi

İrem YARDIMCI

Sudem ERDEM

Sosyal Medya Ekibi

Alper ATİK

Salih Emirhan ATAMAN

Dilara YILMAZ

Gökay Boran ABAKAY

Yazarlar

BAROK: Ceren KANTARCI

BAROK MÜZİĞİ: Deniz Egemen ERTUNÇ- Gökay Boran ABAKAY

JOHANN SEBASTIAN BACH: Deniz ULU

ANTONIO VIVALDI: Dilara YILMAZ

ADAGIO: Hasan Taha AHMETOĞLU

BAROK’UN GÜNÜMÜZ MÜZİĞİNE ETKİSİ: Ege ÖZEN

BAROK’TA RESİM: Melike KOÇAK - Sultan BEKMEZ

CARAVAGGIO: Aysude AKTAŞ

IŞIĞIN VE GÖLGELERİN RESSAMI REMBRANDT: Deniz Egemen

ERTUNÇ


Barok

1

Barok’ta Resim

19

Barok Müziği

4

• Altın İspinoz

• Nedimeler

21

23

Johann Sebastian Bach

10

Caravaggio

• Judith Holofernes’in Başını

Keserken

26

25

Antonio Vivaldi

15

• Aziz Matta’nın Çağrısı

28

Adagio

17

Işığın ve Gölgelerin

Ressamı Rembrandt

31

• Gece Devriyesi

32

Barok’un Günümüze Etkisi

18

• Dr. Nicolaes Tulp’un

Anatomi Dersi

33

• Samson’un Kör Edilmesi

34

Kaynakça 36


Geldik Barok’a; bir temel kurulmuş, gelişime hazır bir Avrupa. Rönesans’ta çok

fazla bahsetmemiştim müzikten, henüz enstrümanlar gelişmeye başlamıştı. Ancak

Barok, gelişen enstrümanlar ve tekniklerle başlı başına yeni ve çok geniş bir sayfa

açacaktı.

Peki, Barok nedir?

Rönesans, kilise karşıtı reformu içinde barındıran, neredeyse

sekülerdiyebileceğimiz, çizimlerin sade ver gerçekçi olduğu bir dönemdi. Kurallar

vardı. Geç Rönesans’ta ortaya çıkan maniyerizm ile bu kurallar yıkılmaya

başlamıştı. Kilise de Protestan Reformu yüzünden kaybettiği ilgiyi toplamak

niyetindeydi. Çoğu din adamı da olan Barok sanatçıları, kiliseye bağlı olarak çalışıp

bu ilgiyi geri çekmeyi amaçladılar ve bunun için sanatta, Rönesans’a zıt bir tutum

sergilediler. Durgunluktansa bir saniye durmayan ve ritmi sürekli değişen besteler

ve sanki bir olay yaşanırken rastgele fotoğrafı çekilmişçesine canlı resim ve

heykeller yaptılar. Renkleri parlattılar, abarttılar, karaltılar (Chiaroscuro).

Mimariye düz çizgiler yerine kavisler getirdiler. Rönesans’taki mesafeli, soğuk ve

ideal tutumu bir yana koyarak ışıklar, ifadelerve eserdeki enerji ile aradaki perdeyi

ortadan kaldılar ve eserle insanları bütünleştirdiler. Barok’un ideal görüntü,

resmin merkezi, düzgün köşegenler gibi dertleri yoktur. Barok, bozuk bir incidir.

(Portekizce “barroco”, bozuk inci demektir ve aslında klasikçiler tarafından

hakaret anlamında kullanılmıştır.)

1600-1750 arasında yaşanan Barok Dönem; Erken

Barok, Yüksek Barok (OlgunBarok olarak da

adlandırılır ve Barok adı altındaki son

dönemdir.) sonrası (Rokoko ve Klasik Dönem’e

geçiştir.) olarak üçe ayrılır.

1


Erken Barok, içerisinde Monteverdi, Cavalli, Schütz, Rameu gibi birçok başarılı

müzisyeni içerir. Rönesans’a kıyasla, buradan sonra söyleyeceğim bestecilerin

kulağınıza daha tanıdık gelmesi olasıdır çünkü Rönesans’ta atılan temeller,

meyvelerini vermeye bu dönemde başlamıştır. Mesela Rönesans’ta çıkan opera,

Monteverdi’nin Orfeo’suyla ilk başarılı örneğini vermiştir.

Yüksek Barok ise gümbür gümbür Bach, Handel, Teleman, Vivaldi gibi isimlerle

gelerek müzik tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Rönesans Dönemi’nde

gelişen keman, en önemli enstrümanlardan biri olur. Klavsen, arp, çello gibi

enstrümanlar neredeyse Barok ile özdeşleşmiş gibidir. Basso contiuo gibi

tekniklerle müziğin sürerliliği sağlanır. Abartıların, coşkuların, tutkuların,

duyguların ve şatafatın en tepesindeki Barok, devamında gelen daha şakacı,

dertsiz, dekoratif Rokoko akımıyla son dönemini yaşamış, tarih sahnesindeki

yerini tepki niteliğindeki neoklasisizm, ardından aydınlanma çağına bırakmıştır.

Basit bir deyişle, Barok 16-18.yy arasında, yine İtalya’da çıkıp, bu sefer daha geniş

kitlelere yayılmış, Rönesans’ın neredeyse tüm ilkelerine zıt olan bir akımdır. Sebep

olarak kilise ve gelişen Avrupa’nın artık sadece akıla değil, duygulara da hitap

etmek istemesi gösterilebilir. Her türlü duygunun tavan yaptığı ve sanatçının bunu

sergilemekten kaçınmadığı bir dönemdir.

Katolik kilisesi tarafından bir karşı reform aracı olarak kullanılan Barok, Katolik

ülkelerde bahsettiğim gibi abartılıydı, coşkuluydu ve bir olguyu yıkmak

istemekteydi. Bunun beraberinde güçlü renkler ve dinamik olaylar resmetmekten

çekinilmiyordu. Eseler kiliseye bağlıydı ve inançları körüklemek üzere ortaya

konuyordu. Ancak, Avrupa’nın her yanına yayılan Barok, karşı olarak çıktığı

Protestanlığı benimseyen ülkelerde de böyle miydi? Bunu anlamak için o dönemin

Avrupa’sına bir göz gezdirelim:

• İtalya, Avrupa’da sanatsal liderdi. Akımı başlatacak olan Caravaggio ve Annibale

Carraci Barok’un temellerini Roma’da attılar.

• Fransa, 30 yıl savaşlarından galibiyetle çıkmış, dönemin en güçlü devletlerinden

biriydi ve sanat anlamında İtalya’yı yakalamak istiyordu.Fransa’da o sıralar

Klasisizm akımı başlamıştı.(1660)

2


• Fransa da İtalya da Katolikti ancak İtalya sanatı dini yüceltmek için kullanırken

Fransa dönem kralı 14. Louis’yi övmek için kullanıldı.

• Madrid, Diego Velazquez gibi ünlü ressamlar sayesinde (ne kadar siyasal güç

kaybetse de) İspanya için bir sanat şehri haline geldi. Tıpkı Roma ve Paris gibi.

•Hollanda ise Protestan olmuş devletlerin başında geliyordu. Ancak sınır komşusu

Flanders(Flamanlar), Katolik mezhebinden ayrılmamıştı. Hollanda’da sanatçılar,

üst bir himaye için değil; kendileri için çalışıyorlardı.

Protestan devletler Barok’u daha sakin ve durgun yaşıyorlardı. Hollandalı

ressamlar sade ve natüralistti. Hatta Kuzey Rönesansı’na bile benzetilebilirdi. Ama

gerek ışık kullanımı, gerek dinamiklik, gerek ideallikten uzak olma, eserlere Barok

niteliği kazandırıyordu.

Sonuç olarak, din dönemin en belirleyici etkeni olmuştur. Bahsettiğimiz iki akım

da, iki bölge de, iki mezhep de yollarını dini sağ kollarına alarak bulmuştur. Gerek

savunmak, gerek karşı çıkmak için.

3


. .

Barok Dönem, 1600 ile 1750 yılları arasında, İtalya’daki opera denemeleriyle

başlamış, Bach’ın ölümüyle sona ermiştir.

Batı Klasik müziğine ve dolayısıyla Modern müziğe yön vermiştir. Ünlü filozof Jean

Jacque Rousseau’ya göre Barok müziği, “armoninin açık seçik olmadığı,

modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu, entonasyonlarıgüç ve hareketi zor olan

müziktir.” Bu söz Barok Müziği hakkında pek doğru bir söylemdir, zira

kendisinden önce gelen Rönesans müziğinin tekdüzeliği ve sadeliğinden sıkılan

Barok Dönemi müzisyenleri ve bestecileri, müziği ayrıntılı ve karışık olacak şekilde

icra etmişlerdir. Bu dönemdeki müzisyenler genelde birer virtüöz olup,

enstrümanlarını detaylı bir biçimde ve süslemeler kullanarak çalmışlardır. Yine bu

dönemde enstrümanlar için yeni çalım teknikleri bulunmuş ve notasyon

değiştirilmiştir.

Barok müziğinin en gözde enstrümanlarından biri klavsendir. Tip olarak piyanoya

benzeyen klavsen, kilise orguyla beraber orkestranın basso continuo(sürekli bas)

kısmını oluştururlardı. Barok Dönemi orkestralarında klavsen veya orgdan başka;

keman, çello, kontrbas, flüt, fagot, trompet ve timpani gibi enstrümanlar mevcuttu.

Keman, çello, kontrbas gibi yaylı enstrümanlar da günümüzde kullanılan çelik

tellerin aksine bağırsaktan yapılma teller kullanılmıştır.

Barok müziğinin en önemli özelliklerinden

birisi “kontrast”tır. Kelime anlamı zıtlık

olan “kontrast”, gerek duyguların

çatışmasıyla, gerek yüksek-alçak seslerin

kullanılmasıyla, gerekse enstrümanlar arası

geçiş ile parçadaki tezatı oluştururdu.


Barok müziğinin bahsedilmesi gereken başka bir özelliği ise müzik içerisinde

kullanılan süslemelerdir. Bir eserde çalınacak melodi besteci tarafından yazılsa

da, müzisyen melodiye ve ritme sadık kalarak notaların arasında gezinebilir,

keşfedebilir ve aralara başka notalar sıkıştırabilir. İşte buna süsleme denir. Bu

süslemeler kimi zaman besteci tarafından yazılır, kimi zaman ise çalım esnasında

müzisyen tarafından doğaçlanır. Barok müziğinde pek sık kullanılan bu

süslemeler kimi zaman tartışma konusu olmuştur. Her ne kadar Klasik Dönem

sanatçıları Barok Dönemi edelerini süslü ve zevksiz bulsalar da, Barok

Dönemi’nin dünya müziğinde bir mihenk taşı olduğuna şüphe yoktur.

Polifonik müzik, basitçe, birbirinden bağımsız birden fazla melodinin aynı anda

çalınmasıdır. Erken Barok Dönemi’ndeki besteciler, Rönesans’ın son

dönemlerindeki karışık polifonik yapıdan uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Bunun

sonucu olarak basit homofonik müziğe yöneldiler. Fakat besteciler, Barok’un geç

dönemlerinde tekrar detaylı polifonik müziğe döndüler. J. S. Bach bunun

mükemmel bir örneğidir.

Barok müziği birçok şekilde icra edilebiliyordu. Bunlara örnek olarak konçerto,

oratoryo, sonata, suit ve opera gösterilebilir. Kısaca tanımlamak gerekirse

konçerto, bir orkestra tarafından eşlik edilen bir ya da daha fazla soloist için

yazılmış uzun bir bestedir. Konçertolar içlerinde birkaç bölüm barındırırlar ve

her bölüm farklı bir temaya ya da havaya sahiptirler.

Oratoryo, orkestra ve koro için yazılmış uzun bir bestedir. Oratoryo kelimesi

Latin köklü bir fiil olan “orare” yani “dua etmek”ten gelir. Anlamından da

anlaşılabileceği üzere oratoryolar içeriklerini kutsal konulardan ve İncil’den

alırlardı, dolayısıyla da kilisede sergilenirlerdi. On yedinci yüzyılın ikinci

yarısında, oratoryoda sekülerleşmeye gidilmiştir. Bunun açık bir kanıtı ise

kilisenin dışında ve halka açık tiyatrolarda yapılan oratoryolardır.

Suit, birbiri ardına çalınabilen kısa müzikal piyeslerin bir araya getirilmesidir. 17.

yüzyılda Bach ve Handel gibi birçok besteci suitler yazmıştır.

Sonat, on altıncı yüzyılda insan sesi için bestelenen kontatlara karşıt olarak

enstrümanlarla yapılan müzik parçaları için kullanılan bir terimdi. Ancak çok

geçmeden sonat terimi, enstrümantal müziğin tek bir biçimini belirtir duruma

geldi. Barok Dönemi’nde sonatlar, basso continuo eşliğindeki bir ya da daha fazla

enstrüman için yazılırdı.


Opera, genellikle konusunu tarihten, mitolojiden, efsanelerden veya güncel

olaylardan alan, sözlerinin tümü veya birçoğu müzikle bestelenmiş, içinde güzel

sanatların tümünü barındırabilen (Dans, Dekor, Kostüm, Işık vb.), teatral formda

bir sahne eseridir. Bu hoş, büyüleyici sanatın anavatanı İtalya’dır. On altıncı

yüzyılın sonlarında ortaya çıkan sanatımız önce burjuvalar tarafından özel olarak

izlenmiştir. Fakat otuz yıl sonra Venedik’te para karşılığı izlenebilen ilk opera

binasının açılmasıyla bu sanatın merkezi Floransa’dan bu şehre geçmiştir.

Opera hakkında biraz edebiyat dersi konusu vermek istiyorum. Operalar yazılı

eserlere dayanırlar. Ayrıca besteleyip okuyacak ve oynayacak isimler ve besteyi

çalacak bir orkestraya ihtiyaç duyarlar. Opera temel olarak iki parçadan

yapılmalıdır. Bu bölümlerden birincisi konuyu anlatan ve genellikle şiir biçiminde

yazılan sözlerin olduğu kısımdır. Bu kısma libretto adı verilmektedir. İkinci bölüm

ise müzikle geçen kısımdır. Libretto demişken; Librettolar genel olarak bilindik

trajedi konularından alınmaktadır. Bilinen ünlü operaların birçoğu bu şekildedir.

Genellikle umutsuz bir aşk hikâyesini, sonu ölümle biten aldatmaları anlatır.

Müzik ise orkestra tarafından çalınır. Şarkılarını artistler teker teker ya da hepsi

bir koro halinde söyleyebilir.

Müzik esaslı operalar çok daha kapsamlı ve detaylıdır. İçerisinde dans, koro,

başlangıç ve bitiş gibi bölümler yer almaktadır. Bu bölümleri genel özelliklerine

göre şu şekilde açıklayabiliriz:

Uvertür: İlk operalar oynanırken oyun henüz başlamamışken; sinfonia adı verilen

kısa bir müzik dinletisi çalınıyordu. Sonraları bu müziğe uvertür adı verildi. Bu

bölüm operanın konusunun özetini yansıtmaktadır. 3 kısımdan oluşur ve genelde

ortadaki kısım hızlı çalınmaktadır.


Resitatif: Orkestra ile sıkı bir beraberlik içinde ama konuşurmuş gibi de serbest

şekillerde çalınır ya da söylenir. Bu kısım aryaların doğuşunda önemli rol

oynamaktadır.

Arya: Operada belirli kişilerin uzun uzun solo olarak söyledikleri bölümdür.

Aryaların birinci bölümü konuşma şeklinde geçer. İkinci kısmı ritmik hale gelir.

Genelde andante temposunda ilerler. Son bölüm ise allegro temposu ile söylenir.

(Burjuvalar sanatçılara fazladan para vererek yazdırırlarmış halka açık olmadan

önce)

Koro: Oyuncuların tamamının ya da çoğunluk kısmının beraber söyledikleri

aryadır. Koroyu oluşturan sesler erkeklerdense erkek korosu, kadınlardansa kadın

korosu adını alır. Koro kişi sayısı birkaç kişiden başlayarak 150 hatta 200 kişiye

kadar çıkabilir.

Final: Operaya ait son kısımdır. Bu bölümde orkestra koro ve solo sesler ile

beraber çalıp söyler. Genellikle final her zaman şatafatlı bir gösteriye çevrilir.

Bale: Operanın uygun zamanlarında balerinler tarafından ifşa edilen dans

gösterileridir. Bale öncelikli ise bu operalara direkt olarak baleli opera adı verilir.


Biraz da Barok Dönemi’nin bestecilerinden

bahsetmek istiyorum. Bu dönem sanatının ve

gelecekteki sanatın gelişmesinde katkıda bulunmuş

bu insanlardan en önde gelenlerinden Johann

Sebastian Bach ile başlayacağım. Bach Alman barok

müzik bestecisi ve orgcudur. Bach, köklü Alman

stillerini özellikle İtalya ve Fransa gibi dış

ülkelerden aldığı ritimlerin, formların ve yapıların

adaptasyonu ve kontrpuan, armoni, müzikal

motiflerin organizasyonundaki ustalığıyla

geliştirmiştir. Bach'ın besteleri arasında

Brandenburg Konçertoları, Goldberg Varyasyonları,

Si minör Missa, 2 Passionve 200 tanesi günümüze

kadar ulaşmış 300'den fazla kantatı kapsamaktadır.

Bach'ın müziğine teknik hâkimiyeti, artistik

güzelliği, entelektüel derinliği sayesinde büyük

saygı duyulmuştur. Bach, 19. yüzyılda müziğinin

tekrar çalınmaya başlaması ve ilginin tekrar

canlanmasına kadar kendi döneminde büyük bir

besteci olarak bilinmemiş, hatta zamanında

demode bulunmuşancak kendisine bir orgcu olarak

büyük saygı duyulmuştur. 19. yüzyıldan beri

dünyanın en büyük bestecilerden biri olarak kabul

edilir.

Antonio Lucio Vivaldi, İtalyan Barok Dönem klasik

müzik bestecisi, virtüoz kemancı ve rahip. "Kızıl

Papaz" lakabıyla tanınan Vivaldi, konçerto türünde

beş yüzden fazla eser bestelemiştir ve 'konçertonun

babası' olarak da anılmaktadır. En bilinen eserleri

Op. 8 eser sayılı Dört Mevsim başlıklı keman

konçertolarıdır.


Claudio Monteverdi, Geç Rönesans - Erken Barok

Dönemi’nin İtalyan müzisyeni, opera bestecisi,

şarkıcısı. Yaşamında üne kavuşan sanatçı uzun

hayatı boyunca hem Rönesans, hem Barok Dönemi

eseri sayılabilecek eserler verdi ve o zamanının

müzik döneminde değişiklikler yarattı.

Jean-Baptiste Lully, İtalyan asıllı besteci, kemancı ve

balet idi. Çalışma hayatının hemen hemen tümünü

Fransa'da XIV. Louis'in sarayında müzisyen olarak

geçirdi. 1661'de Fransız vatandaşlığına geçti.

Zamanının en ünlü Fransız bestecisi olarak

bilinmektedir. Lully yeni çıkan İtalyan stili

operanın müzik ve şarkılarının Fransızca diline pek

uymadığını çalışma hayatının başında anlayıp

Fransızcaya daha uygun şarkıları kapsayan yeni bir

opera türü yaratmıştır. Böylelikle Fransız opera

stilinin babası Lully sayılmaktadır. Operalar

yanında Lully bale için müzik ve ayinler için kilise

müziği de bestelemiştir.

Jean-Philippe Rameau, Avrupa'da barok müzik

dönemine çok ünlü Fransız besteci ve müzik

teorisyenidir. Fransızca opera besteciliğinde Jean-

Baptiste Lully yerini almıştır ve yine Fransız

François Couperin ile klavsen için müzik besteleyen

en önemli Fransız bestecidir.

Tabi ki bu müziğin gelişiminde

sayamayacağım kadar çok emektar sanatçı

vardır. Emeği geçen her sanatçıya teşekkür

ederim.


Dünyanın en ünlü müzisyenlerinden biri olan Bach, 17. ve 18. yüzyıllar arasında

yaşamış olan Alman Barok müzik bestecisidir. 17. ve 18. yüzyıllarda yaşamış olsa

dahi değeri kendi döneminde bilinmemiş ve 19. yüzyılda tanınmaya başlamıştır.

Bach yaşarken, org virtüözü olarak ün yapmış, müziği ise eski tarz olarak

görüldüğünden, besteci olarak kendisi de eserleri de pek rağbet görmemiş,

hayattayken sadece 12 eseri yayınlanmasına rağmen, günümüzde yüzlerce eseri

basılmış ve müzik dünyasında her bir bestesi ile önemli bir konum elde etmiştir.

Hayatı boyunca 1100’den fazla esere imza atan Johann Sebastian Bach, müzikal

anlamdaki düşünceleriyle bugün hala pek çok müzisyene ilham kaynağı olmaya da

devam etmektedir.

Eisenach (1685-1695), Ohɾdɾuf (1695-1700) ve Lünebuɾg (1700-1702)

Reformun öncüsü Martin Luther’in bir zamanlar hapsedilmiş olduğu küçük Eisanch

kasabası, aynı zamanda Bach’ın doğum yeridir. Doğum tarihi konusunda ise kesin

bir kanıya varılamamaktadır. Bach, Almanya'nın hala Julian takvimi kullandığı 1685

yılında Thuringia'da doğmuştur. Bugün ise, tarihleri ​11 gün değiştiren Gregoryen

takvimi kullandığımız için çoğu biyografi doğum tarihini 31 Mart olarak

kaydederken, Bach uzmanı Christopher Wolff, 21 Mart olduğundan neredeyse

emindir.


J. S. Bach, Johann Ambrosius Bach ve Elisabeth Lämmerhirt'in en küçük

çocuklarıdır. Ambrosius, belediye meclisi ve Eisenach Ducal Mahkemesi tarafından

istihdam edilen bir string sanatçısıdır. Babası, Bach'ın çok küçüklüğünden beri onu

müzisyen olması için yönlendirmiş ve keman ve klavsen Bach’ın ilk

enstrümanlarından biri olmuştu. Ağabeyi Johann Christoph Bach ona klavsen

çalmayı öğretmiş ve ona çağdaş müzikte ilk dersleri vermişti. Ebeveynleri 1695

yılından önce hayatını kaybeden Bach’ın yetiştirilmesi ve çalışmalarıyla

ilgilenilmesini abisi görev edinmiştir.

Kendini müzisyen bir ailenin içinde bulmuş, ister istemez müziğe ilgi duymaya

başlamıştı. Johann Sebastian 1692- 1693'te okula başlamış ve sık devamsızlıklara

rağmen eğitimini başarıyla tamamlamıştır.

Çok küçük yaşta annesini kaybeden Bach, 9 yaşında

da babasının ölümüyle sarsılmış, anne ve babasının

ölümünün ardından Ohrdruf’ta çalgıcılık yapan

ağabeyi ile yaşamaya başlamıştır. Bütün vaktini

ağabeyinin orgu ile geçirmiş vebu dönemde kendini

oldukça geliştirmiştir. Gün geçtikçeiyice müziğe

merak sarmış, gençliği ve okul hayatı boyunca

Alman müzisyenleri araştırmaya devam etmiştir.

1703 yılında Latin Okulunu bitirerek ve Bach

ailesinde okulunu bitirebilen ilk kişi olmayı

başarmıştır.


Arnstadt (1703-1707), Mühlhausen (1707-1708)

Okulun bitmesinin ardından, para kazanmak için Armstad'ta org çalmaya

başlamıştır.Bağımsız ruhu, kimi zaman dik başlı davranışları nedeniyle kilise

yönetimiyle başı derde giren Bach, sık sık yakınlardaki Lübeck kentine izinsiz

olarak gidip devrin önde gelen org ustalarından Dieterich Buxtehude’yi izlemiştir.

Sonunda iş değiştirerek ve Müllhausen St. Blaise Kilisesi’nde yeni bir göreve

atanmıştır.

Ancak burada da ortaya koyduğu kompleks müzik aranjmanları ve yenilikçi tarzı

nedeniyle yeterince basit ve alışılagelmiş bir müzik icra etmediği için kilise

yönetimi tarafından sıkça eleştirilmiştir. Dahi bestecinin en önde gelen

bestelerinden“Toccato and Fugue in D minor” de bu dönemde hayat bulmuştur.

St. Blaise Kilisesi cemaatinin din ve müzik kavramlarındaki muhafazakârlığı

Bach’ın ayrılmasına neden olmuş ve yirmi bir yaşındayken kuzeni Maria Barbara

ile evlenmiştir

Weimar (1708-1717)

1707’de evlendikten sonra, ailesinin geçimi düşünerek, Weimar dükü Wilhelm

Ernst’in sarayına müzisyen olarak girmiş, daha sonra konzertmeister* görevine

yükselmiştir. Besteci özelliği, kantatları ve org için yazdığı eserlerle gittikçe

belirginleşmiş veotoriter olarak tanınan dükle ilişkisi giderek bozulmuştur.

Son olarak da Dresden’de yaptığı müzikal düellonun ardından ünlü bir orgcu

olmasına rağmen kapellmeister* olarak atanmamasını kabullenmemiş, yeni bir iş

aramaya başlamıştır.


Köthen (1717-1723)

1717’de, sanat ve müzik aşığı Köthen Prensi Leopold tarafından saray kapellmeister’i

olarak işe alınmıştır. Bu dönem,enstrümantal eserler açısından da büyük önem

taşımaktadır.

Bach, Georg Friedrich Händel’i çok beğenmiş ve onunla buluşmayı çok istemiştir.

Fakat hayatı boyunca bunu başaramamıştır. 1719’da Händel, Londra Haymarket

Oρerası için eserler yazmak üzere Almanya ve İtalya’yı dolaşmaya çıkmış, Bach bu

dolaşmalar sırasında Händel’in Halle’ye uğradığını haber alınca sadece onu görmek

için Halle’ye bile gitmiştir. Ne yazık ki Bach oraya ulaştığında Händel’in kentten

ayrıldığını öğrendi ve boş boş dönmek zorunda kalmıştır.

Köthen’de maaşı iyidir, kendisine değer de verilmektedir. Fakat karısının ölümü ve

Anna Magdalena ile evlenmesinin ardından, kaliteli bir üniversitesi olan, bir prense

bağlı olmayıp belediye meclisi tarafından yönetilen Leipzig’e taşınmaya karar

vermişlerdir

.

Leipzig (1723-1750)

Saint Thomas Kilisesi kantorluğuna altı kişi başvurmuş, işe alım için yapılan elemeler

birkaç ay sürmüştür. Belediye meclisi tarafından önce Almanya’nın en ünlü bestecisi

Georg Philipp Telemann seçilse de kendisinin Hamburg’da maaşına zam yapılınca

görevi kabul etmemiştir. Telemann’ın ardından Johann Christoph Graupner’e teklif

götürülmüş, ancak o da işvereninin itirazı sebebiyle kabul etmemiştir. Sonuç olarak,

Bach göreve getirilmiştir. İlahilerde koro yönetmenliği yapmış ve kendi kilise

müziğini icra etmiştir. Belediye meclisiyle yaşadığı çatışmalara

rağmen, 27 yıl boyunca dini müziğin en değerli eserlerini bestelemiştir.

“Çalışkan olmak zorundaydım. Eşit derecede çalışkan

olan her kimse eşit derecede başarılı olacaktır.”

Johann Sebastian Bach

Georg Friedrich Händel


Son Yılları

Leipzig'e döndükten sonra Sebastian Bach'ın gittikçe artan hastalıkları kendisini

de yakınlarını da endişelendirmeye başlamıştı, iyileşmesi için verilen ilaçlar

yetersiz kalıyordu. Gözlerinden çok rahatsızdı. Eskiden beri miyop olan gözleri

fazla çalışmaktan ve notaları kopyalamaktan yorulmuş, yavaş yavaş görmez

olmaya başlamıştı. 1749'da gözlerine yapılan ameliyat başarısızlıkla sonuçlanarak

tamamen kör olmasına yol açmıştır.

Bach'ın körlüğü cesaretini, sabrını ve dinsel inancını hiç sarsmamış, her şeye

rağmen çalışmalarını sürdürmüştü. Gözlerinden dolayı karanlık bir odada kalmaya

mahkûm olmasına karşın damadı ve öğrencisi Johann Christoph Altnickol'a Son

Koral'ini söyleyip yazdırmıştı. Bu koral “En büyük sıkıntılara düştüğümüzde”

sözleri ile başlamış, ölümünün yaklaştığını hissedince o koralin başına “Tanrım

işte katına çıktım” tümcesini yazdırmıştır…

Ölümünden yaklaşık on gün önce gözleri yeniden görmeye başladıysa da bu

iyileşme pek geçici kalmıştır. Sonunda yüksek ateşle bir inme gelmiş ve yapılan

sağaltım yarar sağlamayarak 28 Temmuz 1750 akşamı saat dokuza çeyrek kala 65

yaşında hayata gözlerini yummuştur.

“Bach’ın müziğinde her şeyi bulursunuz.”

Johannes Brahms

Sözlük

Konzertmeister: Senfoni ya da opera orkestrasında baş kemancı, yöneticiden sonra bütün

orkestranın çalışma beraberliğinden sorumlu kişi.

Kapellmeister: Orkestra şefi


.

Antonio Vivaldi, 4 Mart 1678 tarihine Venedik'te dünyaya gelmiştir. Dini eğitim

alıp 1703 yılında resmen papazlığa atanan Vivaldi, "Kızıl Rahip" unvanıyla

tanınmıştır. Papazlık yaptığı yıllarda aynı zamanda kızlar yetimhanesinde keman

öğretmenliği yapmaktaydı ve buradaki kızlara öğretebilmek için her ay iki

konçerto yazmaktaydı. Bu dönemde ismini duyurmaya başlayan Vivaldi, ileriki

yıllarda Barok döneminin en önemli sanatçılarından biri haline gelecekti. Onu bu

kadar özel yapan özelliklerinden biri ise henüz gelişmekte olan, fazla duyulmamış

müzik aletlerine (viyolonsel, obua, fagot, klarnet vb.) bile konçerto bestelemiş

olmasıydı. Ayrıca Fransız Barok müziğinde nefesli çalgılar ağırlıktayken, onun

müziğinde yaylı çalgılar öne çıkması da onu diğer bestecilerden farklı kılmıştır.

Genel bilgiyi edindiysek gelelim Vivaldi'nin en ünlü eseri olan, klasik müzik

dinlemeseniz bile mutlaka duymuş olacağınız Dört Mevsim Konçertosu'na.

Anlaşılacağı üzere 4 bölümden oluşan konçertonun her bölümü için yazılmış birer

de sonesi (iki dörtlük veya üç dörtlükten oluşan 14 dizelik bir nazım şekli) vardır.

Sone için mi konçerto yoksa konçerto için mi sonelerin yazıldığı bilinmemekle

birlikte konçertodaki seslerin sonede anlatılanları temsil edilen sözler olduğu

bilinmektedir. Vivaldi, eserine açıklayıcı olarak bu sözleri yazmasıyla müzik

tarihinde programlı eser yaratan ilk sanatçı olmuştur.

Kış bölümünden örnek verecek olursak: ilk

bölümünde rüzgârlı, karlı ve buz gibi bir

hava resmedilir. Solo keman ısıran ve

iğneleyen rüzgârı, yaylı çalgılar ise

soğuktan titreyen ve ısınmak için

ayaklarını yere vuran köylüleri anlatır.

İkinci bölümde ise bir ateşin başında

toplanmış köylülerin rahatlamaları, huzur

ve dinginliğe kavuşmaları betimlenir.

Konçerto, karda yuvarlanmanın ve buzda

kaymanın heyecan ve keyfini yansıtan

canlı bir allegroyla (canlı, hızlı ve neşeli

tempo) son bulur. Bu seslerin betimlediği

kış sonesi ise şu şekildedir;


Donma ve titreme halinde karların içinde

İnsanı kaskatı kesen ve yakan vahşi rüzgârın ortasında

Ayakların durmadan batıp çıktığı bir koşturmaca

Ve dişler tıkırdıyor bu aşırı soğukta

Huzurlu ve mutlu günler geçiriliyor ateşin yanı başında, şiddetli yağarken

yağmur dışarıda

Buzların üstünde yürünüyor ağır adımlarla

Çevresinden dolaşılıyor buzların, kayıp düşme korkusuyla

Ters yüz olunuyor, kayılıp düşülüyor bir anda

Buzun üstünde biraz daha mücadele ve hızlıca koşu

Ta ki ayırıp kırana kadar buzu

Duyuluyor demir geçitlerden süzülüp gelenler

Siroko, Bora ve bütün diğer rüzgârlar cenk etmekteler:

İşte buna kış denir, ne büyük haz vermektedir.

Bir de 4 mevsim konçertosuyla ilgili az bilinen özellikler var, biraz da bunlara

değinelim: Şu anda Dört Mevsim’in soneleri olduğunu ve konçertonun

bunlarla ilişkili olduğunu biliyoruz ama eğer 20. Yüzyıldan önce yaşamış

olsaydık bu bilgiye sahip olmayacaktık. Çünkü Vivaldi'nin el yazmaları ancak

20. Yüzyılın başlarında bulunmuş ve ancak o zaman soneler ortaya çıkmıştır.

Konçerto hakkında bir diğer az bilinen bilgi ise Vivaldi’nin sara hastası olması

nedeniyle en zorlandığı mevsim olan yazın ve bitmesini hiç istemediği kış

mevsiminin temalarını hüzünlü bir ezgi olan minör ezgiyle yazmış olmasıdır.


ADAGIO IN G MINOR

2. Dünya Savaşı’nda sona yaklaşılıyordu. Nazi askeri

mühimmatlarının bulunduğu, stratejik öneme sahip noktalar

müttefik bombardıman uçaklarıyla yok ediliyor, Nazi işgali

altındaki topraklar yavaş yavaş ele geçiriliyordu. Dresden

kentine atılan 2700 tonu aşkın patlayıcı ve yanıcı

bombanınmeydana getirdiği tahribat sonucunda, şehirdeki

diğer tarihi ve kültürel yapılar gibi; bugünkü ismi SLUB

(Saksonya Devlet ve Üniversite Kütüphanesi, Dresden) olan

Dresden Kütüphanesi de zarar görmüştü.

Savaşın bitişinden sonra Remo Giazotto adında bir

araştırmacı müzikolog kalıntılar arasında Barok Dönem

bestecilerinden Albinoni’ye ait bir bölüm bulduğunu ve bu

ezginin yalnızca bir-iki cümlesini içeren bu bölümün ezgisel

yapısına ve Barok Dönem’in ilkelerine dayanarak bir “Yeni

Adagio” ortaya çıkardığını belirtmektedir. Bugün bizim

bildiğimiz Yeni Adagio ilk kez 1958’de telif hakları İtalyan

müzikolog Remo Giazotto’ya ait olacak şekilde yayımlandı.

Bu Albinoni’ni ölümünden yaklaşık 300 yıl sonrasına tekabül

ediyordu.

Bu eserin kime ait olduğunu söylemek çok zor. Zira

eserin üzerine inşa edildiği öne sürülen fragmanı

Remo Giazotto hiçbir zaman ortaya sürmedi. Ancak

bu, yapısal olarak Barok Dönemi özellikleri gösteren

Adagio’nun; duygusal ifade gücünün ne kadar

yüksek olduğunu ve yapılan çalışmanın Albinoni’yi

ölümünden 300 yıl sonra tekrar sanat gündeminin

konusu haline getirip orada kendisine daimî bir yer

edindirdiği gerçeğini değiştirmez. Şayet Remo

Giazottoböyle bir çalışma yapmamış olsaydı

sanatseverlerin büyük bir kısmı Adagio ve Albinoni

isimlerinden bihaber olacaktı.

Kime ait olursa olsun Adagio in G Minor müzik

kültürünün köşe taşlarından biri haline geldiğini ve

Barok Dönem müziğiyle ilgilenen herkesin

dinlemesi gerektiğini düşünüyorum.

17


Müzikte Barok Dönemi’nin etkisi günümüze kadar

gelmiştir. Barok müziğinin günümüz müziğine entegre

edilmesi ilk olarak 1920’lerde Igor Stravinsky adlı Rus

bestecinin barok etkisinde neoklasik besteler yapmasıyla

başlamıştır. Stravinsky dâhil 20. Yüzyıl’ın bestecileri sıklıkla

Bach’tan etkilenmiştir. Bundan sonra 1960’larda Barok

Pop’u ortaya çıkmıştır. Barok pop’un etkisi altında The

Beatles, Beach Boys ve Rolling Stones; içinde Barok

elementleri olan şarkılar yapmıştır. 1965’de The Beatles’in

All My Life şarkısındaki piyano solosu harpsicord gibi

duyulması için hızlandırılmıştır. 1960’ların sonlarında

Barok Rock şarkılarında barok enstrümanları

yaygınlaşmıştır. Bunlara Rolling Stones-Lady Jane örnek

gösterilebilir. Barok Pop ve Rock dışında 1980’lerde Yngwie

Malmsteen, Jason Becker ve Marty Friedman neoklasik

metal’in ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. 2016’da

The Divine Comedy tarafından çıkan Foreverland albümü

harpsicord ve pirinç enstrümanlar içermektedir. Bunların

dışında genel olarak kullanılan modlar ve skalalar,

melodiler, harmoniler ve müzik yapısı Barok müziğiyle

benzerlik içermektedir.

Igor Stravinsky

The Beatles

The Rolling Stones


.

Sanatın Barok tarzıyla yorumlanması, Rönesans akımına karşı; özellikle inançları

zayıflamış, kiliseye küsmüş kişileri geri kazanma amacıyla çıkmıştı. Kilise,

sanatçıların tüm sanat dallarında dine özendirici eserler üretmesini istedi. Hal

böyle olunca resim sanatında da dinsel konular ele alınmaya başlandı. Reform

hareketlerinde olan tanrı ile insan arasında kimsenin -hiçbir imgeningirmemesini

arzulayan düşünce Barok’ta tam tersi şeklinde seyretmişti. Barok;

dini duyguları besleyen asıl ögenin imgeler olduğunu savunmuş, aksi durumun ise

insanın ruhuna ve inancına zarar vereceğine inanmıştı. Eserlerde daha çok dini

sanat işlenmiş ve dinin sanata yol göstericiliği savunulmuştu. Sanatçılar resim

yaparak insanları kiliseye çağırıyordu. Yapılan eserler doğrudan dini inancı

körükleme odaklıydı. Ve tam da bu noktada Barok sanatı; adeta kilisenin Reforma

karşı gövde gösterisi olarak 14. ve 18. yüzyıllar arasında oluşup şekillenmişti.

Protestan davranışların ilerlemesine karşı koyma amacı ile yapılan faaliyetler de

klasik ve alışılmış kuralların dışına çıkılmıştı. Bu eserler daha dramatik, daha

yüreğe dokunurdu. Bu dramatizeliği yakalamak için Rönesans'a göre daha

gerçekçi, daha boyutlu resimler yapıldı. Resimler daha çok insana dokunacak,

onlara birtakım hisler katacaktı. Bunun için resimlerde özellikle belirli noktalara

dikkat çektiler. Işık, gölge ve dinamizmin sanatçının hayal gücü ile can bulduğu

sanat akımıydı Barok. Işık-gölge uyumu resimlerde hakim olan ana

unsurlardandı. Resimlerdeki ışık, karanlıkların içindeki bir yarıktan süzülür

gibiydi. Bu sayede resme ağırlık ve hacim kazandırılmıştı. Işık kaynağı ve

etrafındaki olaylar oldukça açık renkli, arkada kalan kısımlar ise oldukça

koyuydu. Resmi inceleyenler direkt olarak ön planda sergilenen olaya dikkatini

veriyordu. Siyah ve beyaz arası geçişler daha keskindi. Bu tekniği Caravaggio

geliştirdi. Adına da Chiaroscuro dedi. Bu teknik o kadar benimsendi ki Barok

tarzında hemen hemen her resimde kullanıldı.


Ayrıca Barok tarzında öyle poz verip dümdüz duran figüranlar

da yoktu. Resimlerde kullanılan figüranlar farklı şekillere

girmişti. Kesinlikle olduğu yerde dururken değil tamamen

hareket hallerindeyken resmedilmişlerdi. “Dünya bir sahnedir”

ilkesiyle anlatılmak istenen tiyatral ifadelerle anlatılmaya

çalışılmıştı. Hareket anı betimlenmiş, stabil duruş ve

durağanlık yoktu ve eser son derece dinamikti. İzleyici sanki

resmi değil de olay yerinde gibi o olayı izliyordu. Resmin içinde

bir şeyler dönüyor ve resme bakan kişi de bunları

hissedebiliyordu. Ayrıca nasıl biz o esere baktığımızda olayı

hissedebiliyorsak, orada bize gösterilmeyen kısmı da

düşünebiliyorduk. Rönesans ile farklı olarak resme açık

kompozisyon hakim olup anlatılmak istenen şey resim dışına

da taşmış ve resim dışındaki dünya hakkında da bilgi vermişti.

Çerçevenin ardında kalan kısımlarını bir şekilde hayal edip

kendi kafamızda tasarlayabiliyorduk. Böylelikle Rönesans'a

göre daha duygu içeren eserler ortaya çıktı.

Halka kendini daha iyi ifade etme, daha fazla kitleye etkileme amacıyla değişik

ortam, farklı açılar, kalabalık kompozisyon ile görsellik ön planda tutulmuştu.

Genellikle eserlerde sadece anlatılmak istenen olaylar vardı; fazladan çiçek, böcek ya

da ağaç görmek Barok sanatında mümkün değildi. Sanatçı öznel görüşlerine

eserlerinde yer vermişti. Kutsal doğallaştırılmış ve gerçek hayatla özdeşleştirilmişti.

Din adamları ve değerli kişiler hayallardeki gibi değil gerçek dünyadaki gibi çizilir,

kutsalı temsil eden parçalara yer verilmezdi. Azizlerin kirli tırnaklarını, yırtık ve pis

giysilerini; bitkin, yılgın, bakımsız ve kimi zaman da acınası hallerini görmek

mümkündü. Böylelikle insanlar daha yakın hissedebilirlerdi kendilerine. Çünkü

resimlerdeki kişiler yalnızca gece düşlerinde yer alan değil, halkın arasında cidden

var olabilecekti.

Klasik kurallar tamamıyla yıkılmış, yerini

“karmakarışıklık” almıştır. Sahneler Rönesans’ın

yanı sıra düzensiz ve huzurdan yoksundu.

Çoğunlukla dağınıklık, gerginlik ve korkutucu bir

ortam vardı. Bu sayede güzelliğin kusur ve

karmaşayla da sağlanabileceği gösterilmişti.


.

Carel Fabritius , Hollandalı bir ressamdı.

Middenbeemster’te doğdu. Aslında

herhangi bir resim eğitimi görmemişti.

Fakat sonrasında Rembrandt’ın öğrencisi

oldu ve Amsterdam’daki stüdyosunda

çalıştı. 1650’lerin başında Delft şehrine

taşındı. 1654’de Delft’de bulunan bir

Barut Fabrikası’nın patlamasında öldü.

Otuzlu yaşlarında bu dünyaya gözlerini

yuman Fabritius’tan geriye yalnızca bir

kaç eseri kaldı. Yaşadığı dönemde hatrı

sayılır bir ressamdı. Üstelik Rembrandt

onu en parlak öğrencilerinden biri olarak

görüyordu. Pietter de Hooch, Emanuel de

Witte ve Johannes Vermeer gibi

sanatçıların Carel Fabritius’tan

esinlendiği de söylenmektedir.

1654 yılında, yani öldüğü yılda, Altın İspinoz

tablosunu yapmıştı. Patlamayla beraber neredeyse

tüm sanat eserleri yanmıştı. Sadece üç tanesi

kurtulmuştu ve bu üç tanesinden biri Altın

İspinoz’du. Patlama sonrasında ortadan kaybolan

tablo 2 yüzyıl kadar sonra tekrar ortaya çıktı. Şu

anda Mautritshuis Müzesi’nde sergileniyor.


Peki bu tabloyu bu kadar özel kılan şey neydi? Altın

İspinoz ( Saka kuşu) o dönemde popüler bir evcil

hayvandı. İnsanlar evlerinde, kafeslerin içinde bu

kuşları besliyorlardı. Aynı zamanda bu kuş, sanat

tarihine bakıldığında bir çok eserde yer alıyor.

Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sında , Raphael’in

Madonna of the Goldfinch’inde ve Pierro della

Francesca’nın Nativity’sinde biricik saka kuşumuzu

görmek mümkün. Fabritius’un bu minik A4

boyutundaki eserinde tabi ki ilk gözümüze çarpan şey

kuşun bir zincirle bağlı olması. Bu kuş hayatı boyunca yaşadığı yuvasına bağlı

olarak adlediliyor. Aslında bu resimde bir çeşit illüzyon bulunuyor. Resme derin

derin baktığınızda sanki içinde kayboluyorsunuz ve tüm o fırça darbeleri tüm o

boyalar rengarenk birer mozaik parçalarına dönüşüyor. Tüm bu göz yanılmaları da

bu tabloyu özel kılıyor.

Her şey iyi güzel ama... Neden Saka kuşu? Neden bir sürü ressam onu alıp baş tacı

yapmış resimlerinde? Neyi sembolize etmiş bu resimlerde? Barok Sanat

Akımı’ndan bahsetmiştik hemen öncesinde. Barok’ta amaç insanları kiliseye

çekmekti. Bunu da sanat dallarında kullandıkları dini imgelerle yapıyorlardı. Saka

kuşunun, küçükken arkadaşları tarafından İsa’ya verilen bir oyuncak olduğuna

inanılıyordu. Bu oyuncak sonrasında canlanmış ve gerçek bir kul haline gelmiş.

İsa’nın yaşadıklarını bir bir görmüş ve çarmıha gerilirken de bu kuşun kafasına

İsa’nın kanı sıçramış. Bu nedenle kafasındaki tüyler kırmızıymış. Bu yüzden

ölümün ve dirilişin sembolü olarak bilinir. Ayrıca bazı farklı inançlarda Saka

kuşunun sağlık ve şans getirdiğine de inanılır.

Ancak bu sanat eserinin öyküsü burada da bitmiyor. 2013 yılında Donna Tartt

tarafından hakkında bir roman yazıldı. Bu roman 2014 yılında Puiltzer Ödülü

kazandı. Devamında ise 2019 yılında bu kitaba uyarlama bir film çekildi. Bu kitabın

baş karakteri ise Theodor adında bir çocuk. Annesiyle Met Müzesi’ndeyken bir

terör patlaması olur. Bu patlamanın hemen sonrasında tanımadığı antikacı bir

adamın nashati üzerine bizim Altın İspinoz’u alır ve artık hayatının bir parçası

haline gelmiştir. Bu patlamada annesini kaybeden Theodor, arkadaşının ailesiyle

kalmaya başlar ve olaylar gelişir.


.

Diego Rodriguez de Silva y Velazquez 6

Haziran 1599 yılında doğmuş İspanyol

ressamdı. 1627'te Kraliçe, İspanya'nın

en iyi ressamını seçmek üzere yarışma

düzenledi. Velazquez bu yarışmayı

kazandı. Kral IV. Felipe’nin sarayında

baş ressam olarak çalıştı. Barok

Dönemi ’ nin kendine özgü

ressamlarındandı ve portreleriyle

ünlendi. İspanyol Kralı’na olan

yakınlığı nedeniyle birçok soylunun ve

saray yaşamının resimlerini yaptı.

Resimlerinde ışık ve gölgeyi ustalıkla

kullanan önemli ressamlardan biriydi.

Günümüzden yaklaşık 350 yıl önce kraliyet ressamı Diego

Velazquez bilinen en ünlü tablosu Nedimeler’i resmetti.

Hâlâ üzerinde tartışmaların devam ettiği bu eser Madrid

Prado Müzesi’nde sergileniyor. İspanyol resim sanatına

damga vurmuş bu eser Picasso’yu da oldukça etkilemiş ve

birçok kez yorumlanmıştı. Bu eseri bu kadar ünlü kılan

şey neydi? Bu olağanüstü etkinin en önemli sebeplerinden

biri tabloya bakan kişinin gerçek hayat ile yanılgılar

arasında kalmış olmasıydı. Resmin içinde resim,

bulmacalar içinde bulmaca vardı bu eserde. Tabloda yer

alan kişilerin hepsi ayrı ayrı odak noktaları olup; hepsi

ışık, gölge, farklı mimik ve hareketlerle gerçekte olan

kimliklerini belli etmişlerdi. Tabloda en önemli

noktalardan birisi direkt gözümüze çarpan Prenses

Margaritave çevresinde esere adını da veren nedimelerdi.


Diğer bir can alıcı nokta ise arka duvarda asılı aynaydı. Bu aynada İspanyol Kral ve

Kraliçesi’nin silüetlerini görüyoruz. Peki neden Kral ve Kraliçe bu şekilde

resmedilmişti? Tablonun yapıldığı dönemde İspanya Krallığı 30 yıllık bir savaşın

ardından çöküşe geçti ve güç kaybetti. Böyle kötü bir durumun içinde onları farklı

bir şekilde resmetmek bir fayda etmeyecekti. Bu durumda Kral ve Kraliçe’yi bu

şekilde resmetmek belki de en doğrusuydu.

Aynı zamanda ressam Velazquez, bu eserde kendini kraliyet ailesini resmederken

betimledi. Eserin en çarpıcı yanı da tam olarak burada saklıydı. Ressam Velazquez;

oluşan kötü koşullar içinde dikkatle geleceğe, bizlere bakıyordu. Ya da belki de bizler

tabloya bakan kişiler dışında aynı zamanda ressama poz veren kral veya

kraliçelerdik. Ya da belki de gerçekler bu durumla uzaktan yakından alakası bile

yok. Kim bilir?


İtalyan ressam Michelangelo Meris da Caravaggio, 29 Eylül 1571’de

İtalya’nın Milan kentinde doğdu. Caravaggio’nun resimlerine

yansıttığı bu karanlık ve etkileyici figürler aslında onu kişiliğini

yansıtmaktadır. Hayatı boyunca başı beladan kurtulmadı. Altı

yaşında babasını, dedesini ve amcasını veba salgınından kaybetti.

On ik yaşında bir ressamın çırağı olarak işe başladı ancak uzun bir

süre ortadan kayboldu. Yirmi üç yaşında Roma’da ortaya çıktı ve

“Hilekarlar “adlı tablosuyla kardinali etkileyerek kilise duvarlarına

resimler çizmeye başladı. Hayatı tam iyi giderken tartıştığı bir kişiyi

öldürdü ve adına idam kararı çıktı. Bu karar sebebiyle Napoli’ye,

ordan da Malta’ya kaçtı. Affedilmek istedi fakat aynı zamanda bir

şövalyeyi yaraladığı için Sicilya’ya kaçtı ve ordan da Napoli’ye

döndü. Yaraladığı şövalye onu eninde sonunda buldu ve yüzünü

tanınmaz hale getirip sokağa attı. Otuz sekiz yaşında tam olarak

bilinmeyen bir nedenden dolayı hayatını kaybetti. Sepsis’ten öldüğü

söylense de bazı kaynaklar cinayete kurban gittiğini söylemekte.

Otuz sekiz yıllık ömrüne bir çok eser

sığdırmıştır. Caravaggio, Erken Barok

Dönemi’nin bir sanatçısıdır ve bu dönem

ortaya çıkış amacı bakımından dini figürleri

konu aldığı için Caravaggio bu konu üzerine

çalışmıştır. Rönesans’taki o kusursuzluk

anlayışından uzaklaşıp ilahi figürleri gerçekçi

ve hayatın içinde resmetmiştir. İnsan

vücudunu daha iyi gözlemlemek için

mezarlardan kadavralar çıkarıp çizimler

yapmıştır. Bu da çizdiği figürlerin gerçek insan

vücuduna nasıl bu kadar yakın olduğunu

açıklıyor. Resimlerinde gösteriş ve heyecan

duygusu çokça hissedilir. Işığı eserlerinde çok

iyi kullanan Caravaggio, Barok Dönemi’nin en

önemli ressamlarından biri olmuştur.


.

Hayatın ve ölümün karşılaşması…

Caravaggio gölge oyunlarıyla, imzası olan kırmızı perdesiyle, dramatik ifadeleriyle

İncil’deki bu hikayeyi bize tüm detaylarıyla konuşmadan anlatmış.

Bu eserdeki hareketlere ve fiziksel eylemlere bakarak psikolojik değerlendirmeler

yapmak zevkli ve tartışmalıdır.

Hikaye İnci’deki Apokrif denilen ek kısımda yer almaktadır. Yahudilerin Asurlular

tarafından işgal edildiği dönemde Judith dul, korkusuz bir kadındır. Bu işgale ve

halkının acısına son vermek isteyen Judith, acımasız bir plan tasarlar. Halkına

ihanet eder gibi Asurlu bir General olan Holofernes’in yanında yer alır ve onu

kendine aşık eder. Uygun zamanı bulunca generalin çadırına girip kafasını

bedeninden ayırır ve kafayı halkına sunar. Bu olaydan sonra korkan Asurlular

işgali durdurur ve Yahudi topraklarından ayrılırlar.


Eserde Judith, Holofernes ve Judith’in hizmetçisi Abra’yı bir

odada görüyoruz. Hikayede Abra’nın odanın dışında beklediği

söylenir ancak Caravaggio onu olay yerine çizmiştir. Bunun

nedeni Abra’nın yüz ifadesinden anlaşılabilir; Judith’ten daha

emin ve daha acımasız. Sanki iş hemen bitse de kurtulsak der

gibi. Ama Judith’e baktığımızda yüzüne işlediği cinayetin

rahtasızlığı ve acıma duygusu yansımış. Caravaggio sadece

Judith’i bu kompozisyona yerleştirseydi acıma duygusu o

büyük intikam duygusunu gölgeleyecekti. Judith’in yalnız

kıyafetlerine baktığımızda ne kadar zarif ve güzel bir kadın

diye düşünürüz fakat kalın bileklerine baktığımızda güçlü bir

kadın olduğunu da anlıyoruz. Yüzünde daha önce dediğim gibi

acıma duygusu hakim ancak iğrenme duygusuyla karışmış gibi

gözüküyor. Hatta çok derinlemesine düşünürsek General ile

geçirdiği vakit dolayısıyla ağlamaklı olduğunu bile

söyleyebiliriz. Tabii bunlar öznel düşünceler ve varsayımlar.

Holofernes’i incelediğimizde ölüme hazırlıksız yakalandığını

anlıyoruz. Son çırpınış olarak sıkı bir şekilde altındaki çarşafı

tutuyor ama nafile. Eserdeki kan detayı eleştirilere maruz

kalan bir ögedir. Caravaggio gibi ışığı bu denli profesyonel

kullanan bir ressamın akan kanı böyle resmetmesinin nedeni

İncil’deki karakterlerin kutsal olduğu varsayılır ve bu

dönemdeki ressamların kan ve benzeri ögeleri gerçekçi çizmeyi

tercih etmezler. Holofernes’in vücudundaki kasları

incelediğimizde oldukça güçlü bir asker olduğu aşikar ancak

Judith’e duyduğu güven ve aşk onu alt etmiştir.

Judith ile son bakışmalarını görüyoruz. Holofernes’in bakışı

korkudan çok hayal kırıklığı ve şaşkınlık. Aralanmış ağzından

ruhu Judith’e süzülüyor. Holofernes’in ölümü Judith ve halkına

hayat oluyor. Böylelikle hayat ve ölüm karşılaşıyor.

1598-1599 yıllarında tamamlanan bu eser Roma'da bulunan

Barberini Sarayı'ndaki Ulusal Antik Sanat Galerisi’nde

sergilenmektedir.



Resmin sağ tarafında Aziz Petrus’u yani Hz. İsa’nın ilk

havarisini ve İsa’yı görmekteyiz. Caravaggio her ne

kadar Hz. İsa gibi ilahi bir figürü günlük hayata entegre

etmeyi amaçlasa da İsa’yı bu eserde genç ve diğer

kişilerden daha asil bir adam olarak görüyoruz. Bunu

elini uzatışının kompozisyona ne kadar özenle

yerleştirildiğinden anlayabiliriz. Aziz Petrus’u çıplak

ayaklı ve kirli kıyafetlerle görüyoruz, bu özelliğiyle de o

gerçekçi ve günlük hayat bazlı resim anlayışını koruyor

Caravaggio. Sol tarafa baktığımızda beş kişinin bir

masada oturduğunu görüyoruz. Bu kişilerin

kıyafetlerinden varlıklı olduklarını çıkarmakla birlikte,

yanlarında silahlarla bu karanlık odada para

saymalarından vergi işlerinin usulüne uygun

gitmediğini anlamak mümkün. Caravaggio bu hikayeyi

her yönüyle ve incelikle resme aktarmış. Ortadaki

adamın işaret parmağıyla Aziz Matta’yı gösterdiğini

anlıyoruz. Aslında göstermekten ziyade sorguluyor.

Şaşkın ve sorgulayıcı ifadeyi gözlerinden çıkarıyoruz.

Hz. İsa böyle bir adamı neden çağırsın ki? Aziz

Matta’nın kim olduğu konusunda iki ihtimal var: Aziz

Matta kendini gösteriyor olabilir ya da Aziz Matta en

solda para saydığını gördüğümüz kafası öne eğik olan

adam. Para sayan kişinin Aziz Matta olduğu

kanısındayım. Bunun nedeni ise Aziz Matta’nın İsa’nın

yanına gittiğinde tövbe etmiş olması ve bu resim de tam

yanına çağırılma anıdır. Yani Aziz Matta son illegal

işini yapmaktadır. Caravaggio’nun bu ruhani uyanışı

pekiştirmek amacıyla Aziz Matta’nın İsa’nın yoluna

dönmeden önceki son halini resmetmiş olması daha

olasıdır.


Resimdeki en ince detay İsa’nın elidir. Elin şekline dikkatli bakıldığında sanki bir

Rönesans eserini bize çağrıştırıyor, değil mi? Şüphesiz ki Michelangelo’nun

“Adem’in Yaratılışı” tablosundaki ele atıfta bulunulmuş. Adem insanlığın

düşüşünü sembolize eder, İsa ise insanlığın kurtuluşunu. Bu el Aziz Matta’nın

kurtuluşunu işaret ediyor. Köşeden süzülen ışıkla beraber İsa’nın elinin Aziz

Matta’yı işaret ettiği görülür.

1599-1600 yıllarında tamamlanan bu eser, 420 yıldır aynı yerdedir. Roma’daki San

Luigi dei Francesi Kilisesi’ndeki Contarelli Şapeli’nde sergilenmektedir.


.

Hollanda Altın Çağı’nın sanatçılarından biri olan, ışığın ve gölgelerin ressamı,

Rembrandt Harmenszoon van Rijn, 1606’da Hollanda’nın Leidenkentinde doğdu.

Babası varlıklı bir değirmenciydi. Ailesi onu erkek öğrencileri üniversiteye

hazırlayan bir Latin okuluna gönderdi. Fakat derslerde sürekli resim yapması

yüzünden sıklıkla ceza aldı. Ailesi de 14 yaşında Rembrandt’ı okuldan alarak

1621’de ressam Jacob Isaacksz van Swanenburgh’un yanına gönderdi. Daha sonra

1624 yılında kısa süreliğine de olsa Amsterdam’a gitti ve yine bir İtalyan resim

sanatçısının Pieter Lastman’ın yanında çalışmaya başladı.

1625 yılında ailesinin yanına dönen Rembrandt, gravür sanatı ile uğraştı ve

gravürün önem kazanmasında önemli bir rol oynadı. Hatta bazıları Rembrandt’a

gravürün babası demektedir. Gravür demişken… Bu gravür nedir? Hemen sıcağı

sıcağına araya sokuşturalım bu gravürü. Gravür bir baskı tekniğidir. Ahşap, metal,

kumaş ve benzeri bir maddenin yüzeyini değişik renkte boyalarla boyadıktan

sonra yer yer kazıyarak, oyarak resim yapma ve bu kalıpla resim basma tekniği,

sanatıdır. Farklı nesnelerin üzerine yapılabilmesi, matbaacılıkta kullanılması gibi

sebeplerden dolayı çok geniş bir alandır ki Osmanlı’da bile kullanılmıştır. Biz

adamımıza dönelim. Kuşkusuz Rembrandt hayatının dönüm noktası 1629’da aynı

zamanda matematikçi Christiaan Huygens’in de babası olan

devlet adamı ve şair Constantijn Huygens ile

tanışmasıyla yaşadı. Huygens’in Rembrandt’ı

keşfetmesiyle çevresi genişledi ve tanındı.

Rembrandt’ı özel kılan bir yeteneği var. Buna

özel bir kılıç diyebiliriz. Bu kılıç ışık ve gölgeyi

çok iyi ayırabiliyordu, hükmedebiliyordu. Bu

kılıç darbeleri eserlerinde de rahatça

görünebiliyordu. Örnek olarak 22 yaşında

çekinmiş olduğu ‘’selfie’’sinde yüzünün

tamamına yakını gölge altında. Resimde odak

noktası sağ kulak memesi üzerinde. Onun

alametifarikası olan ışık huzmesi, sağ elmacık

kemiği üzerinde. Selfie derken öz tablodan

kastettim. Rembrandt kendi portelerini

yapmayı çok seviyormuş. Bana göre onu ön

plana çıkartan özelliklerinden birisi nerdeyse

her yaşında bir öz tablo yapmış olması ve

hepsinde de farklı teknikler, açılar ve pozlar

vermesi olmuştur.


Her defasında kendini geliştirmiş ve yeniliklerden de korkmamış. Altmıştan fazla

oto portresi vardır. Bu gölgelendirme olayı günümüzde bile kullanılmaktadır.

Fotoğrafçılıkta önemli bir yere sahip olan Rembrandt Filtresi fotoğrafçılığın

gelişmesinde rol oynamıştır.

Tablolarında ışık ve gölge birbirine hiç benzemeyen, fakat yine de ayrı duramayan

kardeşler gibiydi. Birbirlerine ne kadar ters olsalar da, biri olduğu için diğeri daha

çok değerlenirdi. Rembrandt eserlerinde ışığın tonları ile oynayarak mükemmel bir

göz yanılsaması oluşturdu. Bu tekniğe chiaroscuro denildi. Yağlıboya, ışık ve

gölgeyi gösterebilmek için çok elverişli bir malzemeydi. Yağlıboyayı kat kat

kullanarak, içine başka malzemeler katarak, tuvalin üzerindeki boyayı henüz

kurumadan kazıyarak çalıştı. Boyayı kat kat ve bolca kullandığı için, bazı

tablolarında yağlıboya, tıpkı çamur topakları gibidir.

Ünlü eserlerine bakmak istersek elimizde Gece Devriyesi var (orijinal ismiyle De

Nachtwacht). Rembrandt, Amsterdam Keskin Nişancılar odasının siparişi üzerine

en ünlü eserini yaptı: Gece Devriyesi. Fakat eser beğenilmedi ve büyük eleştirilere

maruz kaldı. Rembrandt’ın başeseri olan bu devasa tablo, geleneğe uymadığı

gerekçesiyle tartışmalara neden oldu. Resim yüzyıllar boyunca insanları rahatsız

etmeye devam etti. Müzede sergilenen esere sayısız saldırılarda bulunuldu, asit

döküldü, bıçakla kesildi ve defalarca tahrip edilmek istendi. Yine de bu başarılı eser

günümüze kadar geldi.

The Night Watch, 1642


Rembrandt, Amsterdam Cerrahlar Birliği tarafından Dr. Nicolaes Tulp’un Anatomi

Dersi isimli bu tabloyu yapması istendiğinde henüz 25 yaşındaydı. Doktor Nicolaes

Tulp tarafından verilen gerçek bir anatomi dersini resmeden sanatçının

tablosunda yer alan diğer isimlerin çoğu ise doktorlar değil; orada bulunmak için

para ödeyen halktan insanlardı. Resimdeki kadavranın insan anatomisine

uygunluğu tartışılsa da kimliği hakkında hemen herkesin ortak bir kanısı var.

1632’de hırsızlıktan idam edilen Adriaen Adriaans’a ait olan kadavra dışında

herkesin yüzünü aydınlatan ışık, Rembrandt’ın imzası haline gelen tekniğini

yansıtıyor.

The Anatomy Lesson of Dr. Nicolaes Tulp, 1632


Rembrandt dini ve efsanevi konuları resmetmeyi seven bir adamdır. Bunu

tablolarında görebiliriz. Örnek olarak Samson’un Kör Edilmesi: Konusu İncil’den

alınmış olan resim, izleyiciye teatral bir düzende açık kompozisyon olarak verilmiş.

Hareketli figür grubu, olayın en çarpıcı anının canlandırılmış olması, ışık-gölge

zıtlıklarıyla oluşan vurgu ve dramatik anlatım unsurları izleyiciye bir resme değil,

sanki bir tiyatro sahnesine bakıyormuş izlenimi veriyor. Ayrıca devinim,

kahramanı vurgulayan ifadeler ve tek noktadan dağılan ışığın güçlü etkileriyle

oluşan açık-koyu zıtlık ilişkileri, konunun dramatik anlatımına yardımcı oluyor.

Hareketli bir görünüm sunan figürlerin duruşları ve olay anını yansıtan sahnede

ağırlık sağ yarıda toplanmış. Sol kenarda gruptan ayrı duran ve aydınlık arka plan

önünde koyu tonlarla betimlenmiş olan sırtı dönük figür, izleyicinin bakışlarını sol

yarıya yönlendirerek asimetrik dengenin kurulmasını sağlıyor.

The Blinding of Samson, 1636


Rembrandt yaşamının sonlarına doğru

küçümsenmiş, eski moda olduğu ileri sürülerek

alay edilmiş, eserleri geri gönderilmiş ve

unutulmaya mahkûm edilmişti. Eskiden

semtinden ayrılmayan ve ondan tablolar satın alan

zenginler birden yok oldular. Işığın ve gölgenin

ressamı olan Rembrandt, bu tekniği en usta

kullanan sanatçı olmasının yanı sıra portrecilikte

devrim yapmış; ruhun insan mimikleriyle belli

edilmesinde, hiç görülmemiş bir başarı elde

etmişti. 1661’de çok sevdiği Hendrickje öldü ve

ardından oğlu Titus’un evlendikten kısa süre sonra

ölmesiyle hayata küstü. Ayrıca Titus’un karısı da

Rembrandt’ın torununu doğurduktan kısa süre

sonra hayata gözlerini kapadı. Hayatta tüm

sevdiklerini kaybetmiş yaşlı bir adam olan

Rembrandt, 1669 yılında son oto portresinin

yaptıktan sonra uyudu ve hayat gözlerini yumdu.

Self-Portrait at the Age of 63, 1669


1.Barok

https://www.youtube.com/watch?v=whBZ93pYHMA&list=WL&index=7

https://www.youtube.com/watch?v=k4ZqSfLt6fk&list=WL&index=9

https://tr.wikipedia.org/wiki/Barok

https://circlelove.co/barok-nedir-barok-donemi-sanat-tarihi/

https://adalidergisi.com/cms/2010-2019/2014/sayi-113-kasim-2014/makale/138/barok

https://ekstrembilgi.com/sanat/barok-donemi/

https://birsanatbirkitap.com/sanat/sanat-tarihi/sanat-akimlari-rrr/

https://www.caglarmuzikkursu.com/ataturk-kosesi/muzik-tarihi/barok-donemi/

2. Barok Müziği

https://yunus.hacettepe.edu.tr/~mbayra06/compositions/barok.html

http://karnavalsanat.com/blog/genel/muzik-tarihinde-barok-donem/

3. Bach

https://www.britannica.com/biography/Johann-Sebastian-

Bachhttps://tr.warbletoncouncil.org/johann-sebastian-bach-8586

https://tr.wikipedia.org/wiki/Johann_Sebastian_Bach

https://www.edebiyathaber.net/johann-sebastian-bach-muzige-adanmis-bir-hayattanriya-adanmis-bir-muzik-hasan-sarac/

https://courses.lumenlearning.com/musicapp_historical/chapter/j-sbach/http://bso.bilkent.edu.tr/tr/johann-sebastian-bach/

4. Vivaldi

http://wikipedia.org

http://dünyalılar.org

http://Bilkent.edu.tr

http://tdk.gov.tr

5. Barok’un Günümüz Müziğine Etkisi

https://en.wikipedia.org/wiki/Baroque_pop

https://en.wikipedia.org/wiki/Baroque_music

https://www.quora.com/What-are-the-similarities-between-baroque-and-modern-music

https://www.quora.com/How-does-baroque-music-influence-the-current-music

https://en.wikipedia.org/wiki/Igor_Stravinsky

https://en.wikipedia.org/wiki/Neoclassical_metal

https://en.wikipedia.org/wiki/Neoclassicism_(music)

https://en.wikipedia.org/wiki/Foreverland

36


6. Barok’ta Resim

https://youtu.be/tAYKCmpORS0

https://youtu.be/A7QwkLQc-Lo

http://www.sanatatak.com/view/olumun-dokunmadigini-sevmek

https://en.wikipedia.org/wiki/Carel_Fabritius

The Goldfinch (2019, film)

https://www.arthipo.com/artblog/unlu-klasik-tablolar/velasquez-nedimeler.html

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Diego_Vel%C3%A1zquez

7. Caravaggio

https://youtu.be/Ime8ibFsHZY

https://tr.wikipedia.org/wiki/Caravaggio

https://resimbiterken.wordpress.com/2014/09/19/caravaggionun-the-calling-of-stmatthew-eseri/

https://birsanatbirkitap.com/sanat/sanat-tarihi/caravaggionun-aziz-mattanin-cagrisibilmeniz-gerekenler/

https://youtu.be/7v4d5uorVps

https://wannart.com/icerik/8376-bir-katilin-hikayesi-judith-holofernesin-basinikeserken

37

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!