29.11.2021 Views

VİCAHİFEYZ DERGİ 1. SAYI

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

SAYI 1

ARALIK 2021

VİCAHİFEYZ

SOLUK RENKLER SAYISI

İSMET ÖZEL

"İkna edilmişlerle yola çıkılmaz.

Yola, inanmışlarla çıkılır."


03

04

06

08

10

12

13

15

16

17

19

20

22

23

26

Editörün Notları

İnsanlar; Dünyaya İndirilenler ve Fırlatılanlar

İçinde Niçin?

Beklemenin Dizesi

Kapı Filmi

Hürriyeti Ararken

Çağın Ayyaşlığı

Şehre İnemeyen

Zamanın Eli Değdi Bize

Aşk Dedikleri

Tahribata Maruz Cesedim

Tefekkür

Karanlık Sokağın Aydınlığına

Görünen Köy Kılavuz İster

Urgan

F İ H R İ S T


EDİTÖRÜN NOTLARI

S o l u k r e n k l e r i n a r d ı n a s ı ğ ı n m ı ş b i n l e r c e s o r u i ş a r e t i v a r d ı r . İ n s a n

s o r u i ş a r e t l e r i n i n k ı v r ı m ı n a t a k ı l ı r , n o k t a s ı y l a o y n a r v e ç i z g i s i y l e

y o l u n u b u l u r . S o r u i ş a r e t i r e n g i n i k a y b e t m e y e b a ş l a d ı ğ ı n d a k o r k u

v e ç ü r ü m e b a ş l a r . İ n s a n s o r d u ğ u s o r u l a r ı n k ı v r ı m l a r ı y l a k e n d i s i n i

v a r e d e r .

K ı v r ı m l a r d a n k a ç a n i n s a n l a r ı n g e n e l b i r d a v r a n ı ş ı v a r d ı r . S e s

ç ı k a r m a m a k .

Y a n i ;

Ç o ğ u n l u k l a k i m s e n i n s e s i ç ı k m a z . Ç ü n k ü h e r k e s ç o ğ u n l u ğ u

b e k l e r .

Abdullah Demir

B i z y ü z y ü z e i l e t i ş i m v e r d i ğ i f e y i z l i s o h b e t i n

y a z a r a k v e o k u n a r a k d a b a ş a r ı l a b i l e c e ğ i

k a n ı s ı n d a y ı z .


SAYFA 4 VİCAHİFEYZ.NET

ARALIK, 2021

İnsanlar; Dünyaya

İndirilenler ve Fırlatılanlar

YAZAR: MERVE SUNGUR DEMİR

Kendin ol, yanlış tabir! Kendi denen şeyi meydana

getiremeyendir kendisi olmayan. Öte yandan herkes her

an zaten kendisidir. Kendisini önceleri asla olmam dediği

hallerden birine sokan kişiye bir gün bu cümle kurulur

elbet:

Kendin ol! İnsanın kendisi olması çok zordur; günlük

hayatta sıradan yaşamın saatleri ve mekanları arasında

çoğumuz eve gelir ve aslında oradaki ben değildim,

içimden şunu demek geldi ama söyleyemedim vb.

cümlelerle teselli arar dururuz. Kendimiz olmaya

çalışırken ya da kendimizi kaybettiğimizi göz ardı edip

dururken bir an gelir ve yaralandığımızı, pişmanlıkla

yaralandığımızı hissederiz. Gönül göğsümüze tam isabet

eden bu kurşun, çıkarılır cinsten değildir. Çünkü işin

içinden geriye asla dönmek gibi huyları olmayan

bileşenler girmiştir. "Zaman" bunlardan en acımasız

olanıdır. Kendimizdik aslında, hatırlasana!

Zamana ve şartlara, işin doğrusunu zikretmek gerekirse

hayata en geç kananlarımız daha net hatırlarlar bu

kendimiz olduğumuz anları. Sadece cevaplarını merak

ettiğimiz için o soruyu sorduğumuz günlerden

bahsediyor olmalıyım şu anda. Verdiğimiz cevapların

gerçekten soruya ve doğru yanıta denk düştüğü

zamanlardan. Misalen "Nasılsın?" sorusu gibi. İnsan fıtratı

kendi olmanın en büyük, kendi kalabilmenin, sahici bir

hayat yaşayabilmenin en bariz nimetidir. Bu nimet zaman

zaman adalet ve merhamet gibi içe dönüşler yaşadığımız

duygularla bizlere kendini hatırlatır. Çünkü fıtrat, asla

ama asla kendinden başkası olamayan yanıdır

ademoğlunun. İnsanların çoğu dünyayı, suya bırakılan

kağıttan bir gemi gibi yaşar. Bu çoğunluğun büyük bir

kısmı ise dünyaya bırakılan o geminin gerçekten var

olduğuna inanmıştır. Fakat bizlere bunu tek bir

ayetle(Rum-30) açıklayan bir Rabbimiz(celle celalühü)

vardır.


İnsanlar; Dünyaya İndirilenler ve Fırlatılanlar

MERVE SUNGUR DEMİR

Bizlere fıtratın ne olduğunu(Her doğan çocuk fıtrat üzre doğar, Sonra anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan ve Mecusi

yapar.) açıklayan ve aslında baştan beridir içimizde olan 'kendimizi' unuttuğumuzu söylemeye çalışan bir

Peygamberimiz(aleyhisselam) var.

Fakat neye yarar? Boğazımızdan akıp giden

çayı bile artık hissedemeyenleriz. Aldığımız

ve verdiğimiz nefesin çetelesini tutanları

başka başka çetelelerle unutanlarız. Kendi

olmanın, istediğimiz her şeyi yaptığımızda

gerçekleşeceğini zannedenleriz.

Lakin, fıtratını yitiren ve ondan tümüyle

uzaklaşmış olanlar değiliz. Müjdeler olsun,

fıtrat asla ama asla değişmeyendir. Biz

yalnızca onun varlığını unutmuş ve ya

manasını yitirmiş olanlarız. Hatırlamak ve ya

arayıp bulmak yeterli olacaktır. Onu

bulduğumuz zaman dünyadaki sebepler ve

hedefler çoktan yerine oturmuş olacak.

Buraya gayeler aramak için değil, öteden

beridir bizlere verilmiş olan gayeyi

gerçekleştirmek; yalnız ve sadece ona kul

olmak için geldiğimizi anlayacağız.

Anlamalıyız.


VİCAHİFEYZ.NET 2021 / SAYFA: 6

İçinde

Niçin?

A B D U L L A H D E M İ R

Suratımda dünyanın hangi doğusu saklı?

Hangi doğumlar, hangi kanlı geyikler koşuşturuyor

sokaklarımda.

Boyunlarına cevşen asan çocukları görüyorum.

Bir boşluğun kendilerinde bıraktığı yazılı kağıtları.

Çok gerekliymiş gibi görüyorum, sürekli kılamıyorum

namazlarımı.

Oysa sakalları uzanmış adamlar anlıyor, Afrika'yı!

Ben demiri bir çiçekmiş gibi kokluyor

Her gördüğüm güvercinin farklı bir güvercin olduğuna

inanmak için onları vurmak istiyor,

onlara vurulmak istiyorum,

bir haber getirebilmek için.

Sungurlara, bakilere ve marketlere uğruyorum gün, gün.

Kırılmış bir çoban gibi dünyasız kalıyorum.

Camilerin taşları düşüyor parmaklarıma,

Mescitlerde güreşerek namaza başlıyorum.

Bütün uyanışlarıma kızıyor Mustafalar!

Bakileri görüyorum, işaret parmağımla fırlıyorum

yatağımdan.

O küstah büyümelerinin cezasını kurşunlarla yaşıyorum.

Bir kurşun yağmur gibi yağıyor kaburgalarından. Ben bir

namluda, bir kurşun gibi yağıyorum kaburgalarına.


Ve

Dağların yamaçlarında bir çığ tanesi

Bir çiğ tanesi göğsümün yamaçlarında.

İçimde şüphenin, korkunun, kurşunun,

Ve içimde bir yatak, bütün yorgunlukların

İçimde için,

içinde niçin?

ŞİİR ARALIK 2021


SAYFA 08

WWW.VİCAHİFEYZ.NET | 2021

BEKLEMENİN DİZESİ

H A M İ D E A K T Ü R K

"Beklemeler geçiyor ömrümden."

dizesinin altını çiziyorum. Bir cümleye ne kadar bakılabilirse o

kadar bakıyorum. Önce kelimelere bölüyorum. Üç kelime:

beklemeler / geçiyor / ömrümden. Yok. Yine sindiremiyorum.

Haddimi aşıyor bir şeyler.

– Çok beklettik, kusura bakmayın.

Çay istemiştim. Akşama kadar getirmeseler muhtemelen

fark etmeyecektim beklediğimi. Bak yine beklemek diyorum.

Nereden okudum ki bu şiiri! Hadi okudum da niye gelip bu

dizede takıldım? Bir de utanmadan altını çizdim.

Bakışlarımı kitaptan ayırabilmenin yollarını arıyorum. En iyisi

mekânı incelemek. Bak bunu her gittiğim yerde yapardım

mesela. Bugün bunu da yapamadıysam demek ki durum

vahim. Sahi ben ne zamandır buradayım? Neyse ne! Geldim

madem içeyim çayımı.

Nihayet çayımı elime alıp mekânı incelemeye başladım.

Soğuduğu için su niyetine içtiğim çay, duvardaki tabloları

incelememe eşlik edecek kadar bekleyememişti. Bir

bardak soğuk çay içmeye mi gelmiştim yani! En iyisi bir

daha isteyeyim, buraya gelmek için beklediğim otobüse

değsin. Yahu bugün neden hep beklemeye çıkıyor yollar?

Gözlerim aradığını bulamamış olacak ki yine geldi masaya

sapladı bakışlarını. Örtüdeki desenlerin en ince ayrıntısına

kadar hem de. Desenlerden sıyrılıp, arasına kalem

koyduğum kitaba bakmamak için çok gayret ettim fakat

başaramadım. Yine geldim aynı dizede durdum. Kelimeler

böldüğüm gibi kalmıştı.

Bir Türkçe öğretmeni edasıyla

ekine köküne bakacak hâlim

yoktu ya! Öylece bıraktım.

Bekleyedursunlar.


SAYFA: 10

KAPI FİLMİ

Y a z a n : S O N G Ü L A K B A L I K

F o t o ğ r a f : K A P I F İ L M İ

Kapı, Midyatlı Süryani bir ailenin dramını konu

ediyor. Ahşap ustası olan Yakup ile eşi Şemsa,

yıllar önce Mardin’den Berlin’e göç eder. Üç

çocukları ve torunları ile birlikte Berlin’de

yaşayan Süryani aile, burada düzenlerini kurup

mutlu bir yaşam sürer. Ancak bir gün

Mardin’den gelen beklenmedik haber ailenin

hayatını değiştirir. Telefonda aldıkları haber,

yirmi beş yıl önce kaybettikleri oğulları Mikhael

ile ilgilidir. Ailenin yıllar önce yaşadığı acı,

aldıkları haber ile yeniden canlanır. Yakup ve

Şemsa, vakit kaybetmeden Mardin’e giderler.

Onlara bu yolculuklarında torunları Nardin de

eşlik eder. Yıllar önce ayrıldığı köyüne geri

dönen Yakup, gördükleri karşısında şok olur.

Köyü terk edilmiş, evi ise yağmalanmış bir halde

bulur. Evin kapısının sökülüp alındığını gören

Yakup, kapının peşine düşmeye karar verir.

Kapıyı bulmak için, Nardin ve kapıyı yerinden

söken kaçakçı Remzi ile yola çıkan Yakup, önce

Kayseri’ye oradan da İstanbul’a gider. Yakup,

kendisi için büyük önem taşıyan kapıyı

bulabilecek midir?


KAPI FİLMİ

İzleyici notu;

Y a z a n S O N G Ü L A K B A L I K

F o t o ğ r a f : K A P I F İ L M İ

Ahşap ustası yıllar sonra evine döndüğünde tüm

evi yağmalanmış yıkılmıştır ancak o bir tek

evinin kapısının yerinde olmamasına üzülür.

Filmi izledikten sonra kendime şu soruyu

sordum "Peki senin evinin kapısı ne ifade ediyor

senin için ?"

Her detayını bildiğim kapı, üzerinde kaç kare

olduğunu, üst kısma estetik vermek amacıyla

yerleştirilen kıvrım verilmiş uzun şeritlerin kaç

tane olduğunu, anahtarı taktığımda kaçıncı

dönüşte kapıyı açacağını ve hangi dönüşte

takılınca kapıyı biraz kendime çekmem

gerektiği, ve diğer kapıların aksine ters yöne

çevirince açıldığını hepsini biliyorum.

Ama bir gün kaybolup gitseydi bu detayları

hatırlar mıydım ya da şehir şehir gezip arar

mıydım işte bunu bilmiyorum.

Şimdi size soruyorum ;


"Ey kalbim ey suları

usul usul yükselen gizli

deniz içimiz damar

damar parçalansa da

dışımız lal gibi sessiz."

İ S M E T Ö Z E L

İsmet Özel, Türk şair ve yazar. Bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenim

gördükten sonra, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve

Edebiyatı’ndan mezun oldu. 18 yıl Devlet Konservatuvarı’nda Fransızca okutmanlığı

yaptı.

WWW.VİCAHİFEYZ.NET


SAYFA: 12

HÜRRİYETİ

ARARKEN

ŞAİR: ÖZLEM ULUÇAY

Bir akşamüzeri ansızın gelmez sızı içeri.

Kuruş kuruş birikir hakikatle araya konan boşluk.

‘Lâ ilâhe’ de takılı kalır gökyüzünden habersiz bir

uçurtma.

Yokluk, hakka’l-yakîn heybesine doldurulur.

Gözdeki perdeyi bile göstermez göze çekilen

perde.

Reddedişin verdiği 'özgürlük' hissi içte bulanır.

Hiç çıkılamayacak irtifâdan düşülür.

Ve kalp… Mengeneyle sıkılır, sıkılır…

O vakit darlıkları açan bir ses yükselir.

Uçurtmaya ‘illallah’ bağlanır.

İnsana eşref-i mahlûkat olduğu hatırlatılır.

Boşluk tükenir, sızı biter, yok gider.

Varlık gözde huzurlu bir yaş olarak kalır.

O an görmek için göze ihtiyaç yoktur.

Yalnız Hakk’a secdenin hürriyeti olur.

Ve uçurtma… Gökyüzünü bulur, tanır.


SAYFA: 13

ÇAĞIN

AYYAŞLIĞI

MEHMET ADIGÜZEL KERTMEN

Ayyaş kelimesi sözlükte çok içki içen, içkiye düşkün,

içici şeklinde tanımlansa da bu yazımda sözcüğü daha

çok; zihni faaliyetlerini yitiren, beyni narkoz etkisinde

olan, hakikate gözlerini kapatan manasıyla ele almak

istiyorum. Ama önce ilk aklımıza gelen anlamıyla ilgili

birkaç cümle kuracağım.

Bu arada ağzıyla içenleri de tenzih ederim. Her ne

kadar haram olan bir iş yapsalar da kimileri yaptığının

günah olduğunun bilincinde olup tövbe kapısının

eşiğinde durmasını da biliyor. Rabbim böylelerine

hidayet versin, günahlarından temizlesin.

Tarih kitaplarında okuduğumuz kadarıyla Osmanlı'nın

ayyaşları bile bir başkaydı. Her şeyden önce

edepliydiler. Yoldan geçen bir kadın gördüklerinde

korkmasın diye yüzlerini duvara dönerler,

sarhoşluklarını ayan beyan göstermezlerdi. Nara

atmazlar, kimseyi rahatsız etmezlerdi.

Şimdi kalmadı böyle ayyaşlar!

Yaşadığımız çağda öyleleri de

var ki içmeden kafayı

buluyorlar!

Bu kişiler Kuran'da "Kin ve düşmanlıkları ağızlarından

taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha

büyüktür." (Âli-İmrân 118) ifadesiyle tarif edilmiştir.

Hakikate olan nefretleri öyle şiddetlidir ki

insanoğlunun her türlü sapkınlıklarını hoş görecek

gönül genişliğine (!) sahipken söz konusu Müslümanlar

olduğu zaman akıl vermeye, yol yordam göstermeye,

olması gerekenin tarifini yapmaya kalkışırlar.

SAYFA 8 • DENEME


Sen onların düşüp kalkmasına, sapıtmasına, sahte putlar karşısında bir takıp ritüeller yaparak bağlılıklarını

göstermelerine karışmazken onlar senin ezanına, namazına, örtünme biçimine karışıp istikametine yön vermek

isterler. Her şeyi belli bir biçime sokup üzerinde tahakküm kurmaya çalışırlar. Çünkü yaşadıkları ontolojik şiddeti her

şeyi kendilerine benzeterek aşacaklarını zannediyorlar! Hakikati çağrıştıran her şey onlar için bir azap habercisi!

"Bu budur." diyerek dayatmacı bir tavırla hayatımızı zifiri karanlığa gömmek istiyorlar. Müslümanların takındığı: "Senin

dinin sana benim dinim bana." tavrına bürünemiyorlar. Esas düşmanlıkları da Müslümanlara değil aslında.

Hakikate düşmanlar!

Hakikate aldıkları tavır bir lanet gibi peşlerini bırakmıyor ve onları hayatları boyunca rahatsız ediyor. Onlar da

öfkelerini Müslümanlardan çıkarmaya çalışıyorlar. İçlerinde kaynayan cehennem kazanları ruhlarını azap içinde

kıvrandırırken ancak bir Müslümanı küçük düşürerek ve ona zulmederek tatmin oluyorlar.

Belli ezberlerin sığınağında huzur buluyorlar!

Müslümanları ezmekle hakikatin üzerini örtebileceklerini zannediyorlar! Bilmedikleri bir şey var.

Hakikat Müslümanla var olmaz!

Hakikat Müslümanda tecelli eder!

O, zamanlar ve mekanlar üstüdür. Her çağda yeşereceği zemini bulur. Ona gözlerini kapatan sadece kendisini

karanlıkta bırakır ve gölge bir yaşamın esaretinde kalır. Nefsi karşısında direncini, dirayetini, dayanak noktalarını

kaybeder ve kime, neye, nereye ait olduğunu unutup aidiyet bilincini yitirerek yeryüzündeki en ıstırap verici yalnızlığı

yaşar.

İnandığı gibi yaşamak cesur insanların harcıdır. Kınayıcının kınamasından çekinmeyen, güç merkezi değiştikçe fırıldak

gibi dönmeyen, girdiği ortamın şeklini almayan şahsiyetli kişiye Müslüman denilir. Müslüman ruh insandır, emanetin

bilincinde olandır, hayatın anlamını bulandır. Aldığı her bir nefese şükreden, özü sözü bir olan, zalimlerin kalplerine

korku salandır.

Siz bakmayın şimdiki Müslümanların dünya hayatına dalıp da hakikati yaşamaktan yüz çevirdiklerine! Bu saldırılar

esasında kâfirlerin kalplerindeki korkunun azalmasından kaynaklanıyor. Dünyayı ahiretin tarlası gibi gören ve ölümü

kendisine yâr edinen şahsiyetli kişiler sadece varlığıyla bile durduracaktır bu saldırıları.

Hakikat ırmağı hala ilk günkü saflığıyla akıyor gürül gürül.

Ağzının tadını kaybeden bizler uzun bir susuzluktan sonra yeniden kana kana içeceğiz o ırmaktan. Önce hayat bulacak

sonra da hayat sunacağız insanlığa. Ama önce onun kıymetini anlayabilmemiz için yokluğunun getireceği felaketleri

görebilmemiz gerekiyor. Yüz çevirdiğimiz hakikatin çilesini çektikçe onu taşıyabilecek ruh olgunluğuna da erişeceğiz.

Ve bir gün insanlığı, sürüklendiği bu yok oluş felaketinden bizler kurtaracağız. Biiznillah.


Şehre

İnemeyen

ÖZLEM YEŞİLYURT

Bu kapı ne zamandır burada bu kapı, Allah Allah. Dikilmiş karşıma,

öylece bana bakıyor. Çelik, kocaman, heybetli duruşuyla her an

üzerine çullanacakmış gibi insanın. Çizgileri, rengi, gösterişiyle

bıraksan insana üstünlük taslayacak sanki. Üzerinde üç gül

deseniyle, "hoş geldiniz" yazılı bir süs askısı olan -sanki bu onu

sevimli kılacakmış gibi- koyu kahverengi, son derece "modern"

ağırca bir kapı. Sahi, ne zamandan beri köy evlerinin kapıları böyle

? En son tahtadan, kirli sarı, orta boylu, elceği kendinden

düşeyazmış, dokunsan açılacak, zorlamasan, omuz vermesen

kapanmaya niyeti olmayan bir kapımız vardı. Sahi ne oldu o kapı ?

Kapılar? Köy kapıları ne zamandır bunca ağır oldu? Bilemiyorum.

Sanki üzdük onları, yoo üzdük, üzdük belki de. Öylece sessiz, hafif,

kirlenmiş ve yıpranmış ancak tüm bunlara rağmen had bilen, hudud

bilen, kibirsiz, katıksız ve saf renklerini de alıp çekiliverdiler aramızdan.

Çünkü "onlar" geldi.

O kapılar.

Kocamandılar.

Onlar geldikten sonra, en çok onlar yerleşti evimize, evlere. Ve

onlar yerleştikten sonradır başladı bu gece yatmadan tepemize

üşüşen korkular. Üç yerinden beş yerinden kilitlenen ancak

korkuları her kilit sesinde biraz daha tetikleyen kapılar.

Ağaç kapı şehre inemedi de, bu demir yığınları nasıl da tırmandı

çabucak bu dağlara.

Kibirli, hadsizdiler. Onlar gelince "bunlar" çekiliverdi evlerden.

Kilitlenmeyen, ancak güven veren kapılar çekilince, her yanı bilmem kaç

yerinden mühürlü , şüphe kokan, tereddüt kokan, güven hissini

varlıklarıyla dahi durmadan baltalayan kilitleriyle "sağlam" kapılar geldi,

daha sobasında koru sönmemiş evlerimize.

Kaldık mı şimdi bunlarla böyle baş başa

SAYFA:15


ZAMANIN ELİ DEĞDİ BİZE

YAZAR: ŞEYMA KARAASLAN

Zaman ve yetişme,

Nerelerde var olduğumu ,nasıl olduğumu sormayın.

Her şey benden geriye anıları bıraktı. ’’Bana hangi

lisanda sual edeceksiniz şimdi?’’ Susmanın ve

kurulduğunda cümlelerin kalbinde soğumasını

bekleyen ve durmadan yetişmenin arasında kalmış,

sonsuz sanılan zamanın yegâne yolcusuyum. Ama öyle

ki sonsuz sanılan zaman beni yetişmeye yıldırmadı.

Manasına sımsıkı kapalı olan yetişmem; bazen kırmızı

bir güneş batışında, bazen bir kuşun kanatlarında

bazen ise bir bebeğin hıçkırıklarında… Benim bildiğim

kendi hakkımda; yazgım böyle. Bütün zamanlar ,bütün

mavi düşler benden geçer de benden geçen maziyle

bütünleşir. Kim inandıracak? Geriye dönmem asla. Hep

ileridir beni dürtüleyen. Gözlerimi yumacağım elbet.

Şayet gözlerimi yumacağım ‘gezegenin suretini’ ben de

pek bilmem. Bilmek mi? İstemem. Biliyorum ki

bilinmezin arkasına gizlenen sır ,bana gerçeğin

manasını kabullendiriyor. Ya gerçek olarak

algılamamız gereken şey duyu organları ile

algıladığımız şeyin haricindeyse.

Kim inandıracak ?

Doğru ,çoğunluğa göre muhteşem şovum bir döngüden

ibaret. Ya bu döngü ansızın bitişe varırsa. İnsan ile zaman

arasındaki çetrefilli kavganın galibi zaman olacaksa. O

zaman ne durursun? Ümit ve ümitsizliğin yarıştığı ,

zamanın kendini bilmediği şu asırda, ne zaman mı

yorulacağım?

Bütün babalar evlerine gittiği,

Umudun vitrinden çıkarıldığı,

Hayallerin kıyıya vurmadığı,

Gönül şarkıların adresine ulaştığı,

Zorunlulukların yerini samimiyetin aldığı,

Seni seviyorum demenin yaşamak olduğu,

Gizlice anlattığım hikayelerin dinleyicisini bulduğu bir anda

çok yorulacağım.

Ve daha ilerisini isteyeceğim, bitiş çizgisine kadar. Kim

miyim? Ben yelkovan; yetişme yolcusu. Hikayeler anlattım

duydun mu?

SAYFA: 16


Limanlar hep mi uzak gelir bana,

Gemiler yanaşmaz olur, yalnız bu limana,

Artık beklenmez olur bu limana,

Anılar terk eder yalnız kalır anda.

Bir gün anlarsın beni bu limanda,

Bilir misin?

Tarihi yarımada da ayak bastığımız yerler gelir

aklıma.

Her sokakta ve karış karış konuşmalarımız,

Bir çift göz, bir çift sözde kendimizi bulduğumuz

anda,

Sokaklar sensiz, sessiz bir o kadar yalnız ve hissiz.

Aşk

Dedikleri

Sensizlik, soğuk bir duş hissi verir hep mi çaresiz,

Söyle artık bana acem kızı!

Kendimi senin yalnızlığında bulabilir miyim?

Yalnızlığında kendimi dizginleyebilir miyim?

İçim hep mi yarım, yarınlarım hep mi sensiz ve sessiz,

Artık anla beni anla.

Ben sende buldum kendi hakikatimi,

Bir Yusuf gibi, bir de Kerem gibi gibi.

Bir çift göz vardı.

Bir kere gördüm ve sustum.

Bende bu yüzden aşkı hep gölgeme attım.

Tıpkı kendi gölgeme attığım gibi…

İçimde hangi umutlar öldü,

kimileri ayakta kaldı bilemedim.

Hep kendi gölgeme sığındım.

Tek dostum, tek korkum; kendime olan yakınlığımdı.

İçim buram buram yanarken,

kendi içimde parçalanmış bir yalnızlık hikayesi gibi…

İnsan kendi gölgesinden korkar mı ?

Kendine liman olmuşken, kendine uzak olmak niye?

Sensizlik ne kadar zor bir bilsen!

Kalp dedikleri acısıyla, tatlısıyla hep mi hüsran.

Artık anla beni, sensizlik yalnızlık gibi, zor bir AN.

Çünkü ben, senin bende ki sessizliğim.

Oysa ki, sen benim sana karşı; susamış sesinin…

ŞAİR: MEHMET EMİN DARICI

SAYFA: 17


DİRİLİŞ NESLİNİN AMENTÜSÜ,

SEZAİ KARAKOÇ

Doğuyla Batıyı değerlendirirken de aynı ruh

hakim olacaktır bana. Kendimi mutlaka doğulu,

ya da şimdi birçoklarının gereksiz olarak yaptığı

gibi batılı saymam.


SAYFA: 19

ŞİİR

www.vicahifeyz.net

Tahribata

Maruz Cesedim

Ş A İ R : M U H A M M E D A L İ Y A K U T

Saat gecenin dört buçuğu, gözlerimde ağrı;

siyah bir çukura bürünmüş solmuş fenerlerim...

Akrep kovalarken yelkovanı, gözlerim dönüp baktı

kalbime;

koşturmak istiyordu hayalleriyle...

Var mı yok mu diye bir bilinmezlik içinde sallanan,

hayaller fırtınasına kapılmıştı sevgim, muhabbetim...

Deryaların taşması korkuttu içimdeki küçük ceylanı;

ileriye zıplarken kırdı ayağını...

Dünlerdeki her şey bir maziye inkılap etti,

anda ve müstakbelde ileriye doğru;

meçhul bir gemide seyahatim...

Rotam gurbette;

kaptan uykusuzluktan derin menamlarda...

Yed-i nusret bekleyen cızırtılı, kelepçeye vurulmuş

ellerimde yaralar;

bir muhabbete aşık, mahbub ta hayallerde...

Uzak mekanlarda, tuzlu sularda;

derin kuyularda kaybolmuş sevgime mulahik olma

peşinde koşanlar...

Çeşm-i serden kan aktı, gözlerde lav gibi hararet, özür

diledi;

hakikati temaşa edemeyen basiretimden...

Okyanuslara düşen bir katre necaset zarar veremezdi

saflığa, berraklığa;

ben ise iki kullet, tek damla bulandırdı içimi...

Mercanlar ne gezsin içimde, incileri kim dizerdi ki çürük

ipime..

Tuhaf uğultular içimde, zulmette öten baykuş misali;

ürpertici sesler...

Mezara doğru, sevilmeyen bir beden, kabristana baş

koyma izinde;

hayattaki tek vaizim...

Bir kaç kelam işitmek için, karanlıklarda bir seyahat;

mezarlara doğru...

Firar etmek istiyor ednadan âlaya, dünyadan ûkbaya;

serâpa bürünmüş, tahribata maruz cesedim...


SAYFA: 20

R U M E Y S A K E S E R

T E F E K K Ü R

Ikra' bismi rabbikelleziy halak... Yaratan Rabb’inin adıyla oku.(Alak 1.) Dünya'nın en büyük

sorununun okumamak ve dolayısıyla düşünmemek olduğuna inanıyorum. Dünya'nın diyorum

çünkü İslam'ın tüm insanlığa inen Hâk din olması ve bu dinin ilk emrinin “Oku” kelimesiyle

başlaması çağın sorununu temellendiriyor. Okumak nasihat cümlelerinin ilk başında gelir belki

dini emirlerin topluma yansıması belki de insanların sorunlarına çözümlerinin okumaktan

geçtiğini keşfetmelerinden nasihat dolu cümlelerin başını okumak konusu çekiyor. Hangi

boyuttan bakarsak bakalım okumak dün olduğu gibi bugün de en büyük meseledir.

Ameller niyetlere göredir...

Her konuda olduğu gibi okumanın da niyeti vardır. Kitap türlerinin çeşitli olması insanların

tercihlerini hatta biraz daha meseleyi derinleştirirsek niyetlerimize göredir roman okumak

konunun içinde yer etmemizi şiir okumak hislerimizle yüzleşmemizi; deneme, makale okumak

fikirlerimizle karşılaşmamızı, bilgi dağarcığımızı arttırmamızı sağlar. Seçtiğimiz yazarlar da aynı

şekilde niyetlerimize göre şekillenir.

Bu misallere bir kez daha hangi boyuttan bakarsak bakalım sorunların

yer bulduğu mekanları, mekanların sahibini bize bir kez daha

gösteriyor. “Sorunlar ezeli çözümler ebedidir”, her şeyin sahibi El-alim

ismi ile insanlığın temel sorununun okumak olduğunu ezelden beri

biliyordu ilk vahiy İkra emri ile indi. İnsan iradesi ile baş başa bırakıldı

(imtihanlar dışında). İradesini kullanacağı akliyetiyle kendi seçimlerini

kendisi yaptı. Hadis-i şerifte buyuruldu gibi amelleri niyetlere göre

şekillendirdi sonuç itibariyle kendi yolunu kendisi çizmiş oldu.

E fe la ta'kılun. Hala akletmeyecek misiniz?(Araf 169.)

İnsan düşünen varlık...

Niyet ve okumak amelinden sonra tefekkür meselesi arşa sığmayacak

boyuttadır. İnsan derin düşünmeyi keşfettikten sonra zaman ve

mekan kavramı durma noktasına gelir. En küçük hücresinden en

büyük yaratılmışa ; denizlerin en derininden semanın sonsuzluğuna

kadar çok düşünür.


Tefekkür ne derin mesele.

Anlatılması güç yaşanması

ağır hissiyat...

TEFEKKÜR

Düşünmek için Fikri gereksinim yoktur. Fikir kalbimizde her daim bulunan

tohumdur. Okumak, maneviyata yönelmek tohumu yeşertmemizi sağlar.

Aslında kalbimizde ağaç besleriz. Bu açıdan nefes alır, gölgesinde

Rabb’imizin huzuruna yöneliriz. Tüm konular zincir gibi birbirine bağlıdır.

Tefekküre girdiğimiz zaman çıkışının olmaması zincir halkalarının bizleri

yeni dünyalara götürmesindendir. Biz fark etmesek de yaşamın her

zerresinde İslam'ı görebiliyoruz. Fark ettiğimizdeyse yoğun şükür ve

teslimiyetle kainatın sahibine kalben sımsıkı sarılıyoruz. Vesselam...


SAYFA: 22

K A R A N L I K S O K A Ğ I N

A Y D I N L I Ğ I N A

Ş a i r : A h m e t A k ı n

Bir örtü gibi zifir, gökyüzüne serilmiş

Sokağın sonlarına doğru bir aydınlık var.

Pencerelerde okçular, yayları gerilmiş

Yüreğimde korkunun sardığı yalnızlık var.

Gerilmekte olan yayların kalın sesinde,

Titrek saklanışların epeyce gerisinde

Aydınlığa erişmek, hayalin ötesinde

Lakin vuslat yok değil, zira ki ayrılık var...


SAYFA: 23

G Ö R Ü N E N K Ö Y K I L A V U Z İ S T E R

M İ R O Y A M A N

Zaman hızla geçerken,

vakit nefse haz olmuş

durumdayken,

ne idüğü belirsiz tezler

toplumu

çepeçevre sarmış

durumdayken,

meydan er ister!

BİR DURUP DÜŞÜNMELİ İNSAN,

BU GİDİŞ NEREYE?


GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTER

Efendilerin Efendisi Kainatın Elçisi Hz. Muhammed

(S.A.V)'in ümmeti olduğunu dile getiriyoruz lakin bu

sadece dilde kalıyor. Kalpler, bomboş; akıllar,

muhasebe ile maddiyat ile uğraşmaktan, denizi yani

kalbi esir almış zalim bir korsanın, günlük avlayacağı

avın hesabıyla iç içe; gözler, aşkın divaneliğine,

şehre yeni gelmiş yabancı tüccar gibi şehrin

manasından, ihtişamından, benliğinden uzak...

Şimdi oturup hakikati ört pas eden bütün perdeleri

ortadan kaldırarak düşünmemiz gerek;

BU GİDİŞ NEREYE?

MÜSLÜMAN, AHLAKİ DEĞERLERİYLE PARMAK

GÖSTERİLECEK İNSANDIR

SUYA SÜT KATAN HİLEKAR BİR TİCARETLE DEĞİL!

Her şeyi hak ettik ve hak ettiğimiz durumu yaşıyoruz

lakin birbirimizi birlikten koparıp fitne tomurcuklarını

ekmeyi nasıl başarabildik, daha özlü söylemek

gerekirse, sevmekten neden, nasıl vazgeçtik,

vazgeçebildik?

Akrabalık, komşuluk, ana, baba hakkını, hukukunu ve

dahası Allah'ın her birimizin üzerinde hak kıldığı

kardeşlik makamını neden, ne uğruna terk ettik?

Daha çok para kazanmak için mi yoksa daha çok gönül

kazanmak için mi uğraştık?

Para kazandık, her yeri betonlarla kapladık lakin ruhu

kaybettik, hep kaybettik!

Sezai Karakoç'un “Şeytan içeriden mi gelmişti dışarıdan

mı? Bence daha önemlisi şeytanın çağrısını dinleyen bir

kulağın içeride hazır oluşuydu" cümlesi ile ifade ettiği

ahlaki bir çöküşün akabinde sarsıntının sinyali; tespit

edilmişti.

Kendimizden soyutlandıkça, somutlaştıracak metafizik

bir madde, bu maddeyi öğütecek mana bulamadık ve bu

durum, tıpkı yediği kroşe darbeleriyle dengesini

kaybedip, yere düşen ve düştüğü yerden ancak

kendisini bu hale sokan adamın merhameti, yardımı ile

kalkacağını düşünen aciz, Yusuf Kaplan'ın deyimiyle,

"Celladına aşık" bir adamı, toplumu meydana getirdi.

23


Ahlak ve fikir ne denli kuvvetli ise dışa yansıttığın iç

benliğinde o derece sarsılmaz bir kuvvet içindedir.

Velhasıl, özümüze, Müslüman şuuruna varabilmemiz

için, çökmüş hatta toprağın altına girmiş sağlam ahlak

ve fikri yeniden gün yüzüne çıkarıp, inşa etmeye, var

olanı ihya etmeye, varlığını tüm herkesin hayranlıkla

izleyebileceği bir düzleme getirip, parmak ile

gösterilerek çürük olanı dahi sağlamlaştırıp, diriltecek

kimliğimizi aşikar etmemiz gerek!

UYKUSUNUN EN DERİN ZAMANINDA UYANIP KÖYÜNÜ

DÜŞÜNEN ADAMLA KÖYÜNÜ İLK FIRSATTA TERK

EDECEK ADAM BİR OLUR MU?

Derdimiz yoksa ders alamayız.

Ders almadığımız her an için her daim dıştayız.

Yetişemediğimiz, yetiştiremediğimiz, her başlangıca

götüren bitiş için çok uzağız. Toplum olarak çok değil

150 sene önceki toplumun tüm ahlaki, manevi bütününü

kapsayan eğitimden, kültürden, siyasi üstünlükten, aile

yapısı ve olgusundan ve belki de bunların kaybını telafi

ettirecek dilinden uzak ve kopuğuz...

Bu ahval batı için görünüşte iyi bir anlama mütemadiyen

ifade etse dahi sepetteki çürük elmanın, yansıttığı ve

yansıtacağı ifadenin, görüntünün "kokuşmuş" olarak

diğer temiz elmalara benliğini, özündeki kurtçuğunu

kopyalamama ihtimali olanaksızdı.

Lakin bu ahvâl sağlam elmanın, çürük bir özü

gördüğünde tıpkı onun gibi olma iştirakı ile kendi

benliğini savunmasız hale getirerek kendi özünü

saptırma durumuna getirtmemeliydi. Kalesini terk

etmemeliydi!

Dağlara, taşlara dilediğince özgür olarak koşabilen,

varlığı ile bulunduğu ortamdaki refahı, neşeyi arttıran

bir kuzunun, varlığına belki borçlu olduğu annesini kayıp

oluşuna hüzünlenerek derde tutuşmuş veyahut

kendisinin kaybolup annesinin hasreti ile yanıp

tutuşarak derdini aramaya çıkması gibi bizim de bizi ana

olgusu ile sürekli kucaklayan, varlığını ezelden ebede

kadar borçlu olduğumuz Hakikatin derdi ile yanıp

tutuşmamız, tutuştukça tutuşturmamız gerek! Kuru

olmayan odun; tutuşmaz, tutuşturamaz...

Vesselam...

Savunma kalesi aslında iç benliğindeki özünü

dayandırdığın ip, yani sağlam ahlak ve sağlam fikir.



S O L U K

www.vicahifeyz.net

VİCAHİFEYZ DERGİ ARALIK SAYISI

ÇOĞUNLUKLA KİMSENİN SESİ ÇIKMAZ. ÇÜNKÜ

HERKES ÇOĞUNLUĞU BEKLER.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!