You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Varoluşçu felsefe akımı kaygı kavramını
etraflıca incelemiştir. Kierkegaard, varoluşçu
felsefede kaygı kavramını ilk inceleyen filozoftur.
Kierkegaard insanın yalnızca biyolojik ve
rasyonel yanıyla ele alınmasının yetersiz
olduğunu psikolojik yönünün de önemli
olduğunu vurgulamıştır. Bu düşüncesinden yola
çıkarak kaygı kavramını ele almıştır. Kierkegaard’a
göre kaygı insanın hiçlikten kurtulmasındaki en
önemli adımdır ve kendini bulmasında gerekli
olan en temel duygu durumdur. Heidegger,
Kierkegaard’dan sonra kaygı kavramını ele alıp
geliştirmiştir. Kierkegaard’ın hiçlikten kurtuluş
için gerekli gördüğü kaygı kavramı, Heidegger’de
hiçliğin tehdidi karşısında yolunu kaybeden
varoluşun içine düştüğü güvensizlik duygusu ve
insanın hem dünyaya fırlatılmışlığının hem de
ölümlü varlık oluşunun farkına varmasıyla ortaya
çıkar (Alıntılanan Güçlü ve diğerleri, 2002: 710;
aktaran Manav, 2011: 207).
Dasein, Heidegger’ın “insan olma olanağı”
kavramını tanımladığı varoluşsal bir karakterdir.
Heidegger varlığın anlamını Dasein ile arar.
Dasein dünyaya fırlatılmış bir varlık olduğunu
fark ettiğinde kaygı duymaya başlar. Karanlığın
aydınlığı anlamlı kılması gibi nesnesi hiçlik olan
kaygı, Dasein’ın varlığını aydınlatır. Dasein
özne haline gelir ve özgür bir varlık
olduğunun farkına varır. Olanaklarını özgürce
gerçekleştirmek ister ancak olanakların
hepsini gerçekleştiremeyeceğini anlar.
Olanakların olanaksızlığı onu kaygılandırır.
Olanakların sonuncusu ise ölümdür. Henüz
gerçekleşmemiştir ama hep vardır. Ölüm
olanağı Dasein’e olanakların tamamını
gerçekleştiremeyeceğini hatırlatır. Ölümün
gerçekleşeceği kesindir ama zamanındaki
belirsizlik durumu onu kaygılandırır. Kaygı
Dasein’in insan olma yolundaki en belirleyici
faktördür. Kaygı Dasein’i kendisi yapar
(Alıntılanan Çüçen, 2003: 87−88; aktaran
Manav, 2011: 209)
Kaygı bir hiçlik halidir ve Dasein’ın sonlu
varlık oluşu ile yüz yüze gelmesi sonucu
ortaya çıkar (Manav, 2011: 209). Yani insan
doğası gereği sonlu ve eksik bir varlıktır, bu da
insanda kaygı yaratır. Mesela ana rahmine
yeni düşmüş bir bebeği düşünelim. Eksiktir ve
bir parazit gibi yaşar, kendi gelişimini
gerçekleştirebilmek için anneden ve
vücudundan faydalanır. Her şey yolunda
gider ve ana rahminden ayrılmayı
başarabilirse eksikliğini tekrar hatırlar.
Yaşadığı ortamdan çok daha soğuk bir
dünyaya gelir ve hemen şimdi kendi
ciğerlerini kullanarak nefes almalıdır.
Eksikliğini fark eder ve kaygılanır, bebek ilk
burada ağlar. En çok bebekliğimizde ağlarız
çünkü en çok bebekliğimizde eksiğizdir. En
temel ihtiyaçlarımızı karşılayamayız ve
hayatta kalmak için ötekine ihtiyaç duyarız
ama eksikliğimiz hiç bitmez. Ağzında
annesinin memesi olan bir bebeğin gözü
bazen babasının yediği yemekte kalır, süt
yetmez ve daha fazlasını ister. En sonunda da
ölümlülüğünü fark eden insanın gözünde
sonsuzluk kalır ve onu ister.
08