Hera Psikoloji Dergisi
Hera Psikoloji-İSTANBUL
Hera Psikoloji-İSTANBUL
N İ S A N 2 0 2 1 | S A Y I N O . 1P S İ K O L O J İSADECE HERA'DAHİPNOZ;BİLİNÇDIŞINAAÇILANGİZEMLİ KAPIH pnoz hakkında b l nmeyenlerKl n k Ps kolog Eyüp AKIN kaleme aldı.BELİRSİZLİKTENÖZGÜRLÜĞEBel rs zl kle barışık yaşayab lmek, fırsatıkeşfe yaratıcılığa dönüştüreb lmek,Kl n k Ps kolog İshak BÜYÜKYILDIRIMPSİKOTERAPİHAKKINDA YANLIŞBİLİNENLERKl n k Ps kolog Mustafa GÖDEŞÖZEL!BİRERGENLEYAŞAMAKÜZERİNEPs koloj k Danışman Mesut ÇAKIR
- Page 2 and 3: Hera Psikoloji DergisiYılda bir ke
- Page 4 and 5: İÇİNDEKİLERBelirsizlikten Özg
- Page 6 and 7: BELİRSİZLİKTEN ÖZGÜRLÜĞEYaz
- Page 8 and 9: Hipnoz ise kişinin kontrolü dış
- Page 10 and 11: EVLİLİK VE ÇİFT TERAPİSİAnnem
- Page 12 and 13: ÇOCUKLARIMIZ VE OYUNLARIOyun, çoc
- Page 14 and 15: BİR ERGENLE YAŞAMAK ÜZERİNEAile
- Page 16 and 17: Özerk olmak: Özerk olmak, bir bir
- Page 18 and 19: Acı çekmemize sebep,başımıza g
- Page 20 and 21: MÜKEMMEL DEĞİL YETERİNCE İYİ
- Page 22 and 23: ·Buradayım sana zaman ayırırım
- Page 24 and 25: ANNE-BABA TUTUMLARI VE ÇOCUK ÜZER
- Page 26 and 27: Mükemmelliyetçi Anne - Baba Tutum
- Page 28 and 29: İLİŞKİLERdurumlarda bile devam
- Page 30 and 31: PANDEMİ SÜRECİNDE DUYGULARIMIZI
- Page 32 and 33: Öfkeyi ele alalım. Öfke, haksız
- Page 34 and 35: Psikoterapihakkında yanlısbilinen
- Page 36 and 37: PANDEMİYE SON BİR BAKIŞBu yazıd
- Page 38 and 39: HANGibaglanma stilinesahipsiniz!)Si
- Page 40 and 41: HANGibaglanma stilinesahipsiniz!)A
- Page 42 and 43: Hera Psikoloji olarak danışmanlı
- Page 44: Bireysel Danışmanlık Çift-Aile
N İ S A N 2 0 2 1 | S A Y I N O . 1
P S İ K O L O J İ
SADECE HERA'DA
HİPNOZ;
BİLİNÇDIŞINA
AÇILAN
GİZEMLİ KAPI
H pnoz hakkında b l nmeyenler
Kl n k Ps kolog Eyüp AKIN kaleme aldı.
BELİRSİZLİKTEN
ÖZGÜRLÜĞE
Bel rs zl kle barışık yaşayab lmek, fırsatı
keşfe yaratıcılığa dönüştüreb lmek,
Kl n k Ps kolog İshak BÜYÜKYILDIRIM
PSİKOTERAPİ
HAKKINDA YANLIŞ
BİLİNENLER
Kl n k Ps kolog Mustafa GÖDEŞ
ÖZEL!
BİR
ERGENLE
YAŞAMAK
ÜZERİNE
Ps koloj k Danışman Mesut ÇAKIR
Hera Psikoloji Dergisi
Yılda bir kere yayınlanır.
Tüm hakları saklıdır. Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen yayımlanamaz.
Copyright© Hera Psikoloji
Birinci Sayı: Nisan, 2021
herapsikoloji.com/heradergi
İmtiyaz Sahibi:
Hera Psikoloji
Editör:
Merve İPEK
Yazarlar:
Aynur AYTAÇ SEZGİN
Emine KURT ANTMEN
Eyüp AKIN
Feyyaz ARSLAN
İshak BÜYÜKYILDIRIM
Merve İPEK
Meryem YILDIRIM
Mesut ÇAKIR
Mustafa GÖDEŞ
Perihan ŞENSOY
Sena ÖZ
Bireysel Danışmanlık Çift-Aile Danışmanlığı Çocuk-Ergen Danışmanlığı
Doğu Mah. Erol Kaya Cad. Hızır Reis Apt. No: 205/1 Daire:6 Pendik / İstanbul
Çavuşoğlu Mah. Özel Cad. Selimoğlu Apt. No: 1 Daire: 1 Kartal / İstanbul
Kurtköy Mah. Ankara Cad. Soygaz Sk. Beyaz Saray sit. A Blok Kat:2 Daire:6 Pendik / İstanbul
Önsöz
Yeni eserler ortaya çıkarma konusunda beni en çok teşvik edenler; öğretmenlerim, dostlarım,
arkadaşlarım, danışanlarım ve özellikle öğrencilerimdir. Onların, aşkla yeni bilgiler edinmek için
bıkmadan usanmadan, azimli bir şekilde öğrenmeye istekli olmaları ve sorular sormaları bana, daha
çok eserler ortaya çıkarıp yapılacak daha çok şey olduğunu hatırlatıyor. Bir hocamın da bana dediği
gibi ‘’Bu dünyada üretmeyi bitiremeyip ahirette de üretmeye devam edersin’’ desturu ile daha birçok
yapılacak çalışmamız olduğunu biliyorum. Yavaş yavaş bu bilinçle hayalimdeki düşünceleri yeri ve
zamanı geldikçe eyleme koyarak yapmaya çalışıyorum. Bu hayallerden biri olan dergi çıkarmanın da
yeri ve zamanı geldi. Donanımlı, çalışkan bir çalışma ekibine sahibim. Bu güzel ekip ile yeni bir
çalışmaya başlamanın gururunu yaşıyorum.
Son iki yılda klinik alanda yaptığımız çalışmalardan o kadar olumlu dönüşler aldık ki doğru
yolda olduğumuzu hissediyor ve ekip olarak çalışmaya, üretmeye devam ediyoruz. Onlardaki azmi ve
aşkı gördükçe dergi sürecine de hızlı bir şekilde başladık. Şimdi birlikte yaptığımız çalışmaların
mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Bu sonuçları gördükçe de daha birçok çalışma yapma
konusundaki isteğimiz artıyor. Klinik alandaki tecrübelerimizi başarılarımızı, bilimsel alanda da
göstererek bu alanda da güzel ve yeni ürünler ortaya koymayı hedefliyoruz. İçimizde öğrenmeye
meraklı, keşfetmeye meraklı yönlerimizi, yeni maceralara atılarak geliştirerek devam ettirmek
istiyoruz.
Öncelikle ülkemizde, daha sonra üreteceğimiz yeni yaklaşımlarla dünyada, bu alanda takip
edilen bir ülke durumuna da gelmeyi amaçlıyoruz. Bu dergi bu niyetler ve umutlar ile hazırlandı.
Belki bunlar küçük adımlar ama bu küçük adımları bile atabilmek için çok fazla adımlar attık. Daha
sonrasında atacağımız adımlar bizim için küçük bir adım iken alan için büyük adımlara dönüşecektir.
Merakla, bilgiyle, sevgiyle diğer sayılarda görüşmek dileğiyle…
İÇİNDEKİLER
Belirsizlikten Özgürlüğe
İshak Büyükyıldırım_______________________________________________________________1
Bilinçdışına Açılan Gizemli Kapı: Hipnoz
Eyüp AKIN______________________________________________________________________3
Evlilik ve Çift Terapisi
Emine KURT ANTMEN____________________________________________________________5
Çocuklarımız ve Oyunları
Perihan ŞENSOY__________________________________________________________________7
Bir Ergenle Yaşamak
Mesut ÇAKIR____________________________________________________________________9
Çocuklarımızla Oynayabileceğiniz Eğlenceli Bağ Kurma Oyunları__________________________14
Mükemmel Değil Yeterince İyi Ebeveynlik Mesajları
Aynur AYTAÇ SEZGİN___________________________________________________________15
Aile Tutumları
Meryem YILDIRIM_______________________________________________________________19
İlişkiler
Sena ÖZ________________________________________________________________________23
Pandemi Sürecinde Duygularımızı Nasıl Düzenleyebiliriz?
Feyyaz ARSLAN_________________________________________________________________25
Psikoterapi Hakkında Yanlış Bilinenler
Mustafa GÖDEŞ_________________________________________________________________29
Pandemiye Son Bir Bakış
Merve İPEK_____________________________________________________________________31
Hangi Bağlanma Stiline Sahipsiniz? TEST-DEĞERLENDİRME___________________________33
Mutluluk aramakla
bulunabilecek birşey
değildir, onu inşa etmek
gerekir.
Dogan CÜCELOGLU
)
)
BELİRSİZLİKTEN ÖZGÜRLÜĞE
Yazıyı yazarken belirsiz bir durum daha belirdi. Bu durumda da ne
yapacağıma dair stres yaşadım. Bu belirsiz süre her uzadığında daha da stresim artı.
Her defasında yapmalıyım diyen bir yan ile nasıl yapacaksın diyen yanım kavgaya
girdi. Sonuna kadar bekletti: ''Şimdi yazarım, yarın yazarsın, yarın oluyor, bugün
yorgunsun, dinç kafa ile yazsan daha iyi olur. Diğer gün oluyor daha acil işlerim var,
onları atlatıp odaklanayım.'' diye arkası gelmeyen bir süreç. Sonunda zamanın
daralması ile kaçışın olmadığı bir sürece girene kadar bekledim. Belki birçoğumuzun
yaptığı gibi. Aslında başladığımda kendiliğinden akıp giden bir süreç oldu. ''Bu kadar
süre kendime niye stres yapmışım?'' dedim.
Hayatımız da yaklaşık böyle! ''İlerde ne olacak? Ona karşı ne yapmalıyım, üstesinden gelir miyim? En
iyisi vazgeçmek, hiç gerek yok, yapamam.'' deyip adım atmayı engellediğimiz bir süreç devreye giriyor.
Potansiyelimizi küçümseyerek kendi bedenimize güven duymuyoruz. Onun üstesinden geleceğine
inanmıyoruz. Gerçekten de inanmadığımız için daha sonrasında üstesinden gelemeyip kendimizi suçluyoruz.
Aslında bütün zorluklara karşı kendimizi ortaya koyup inandığımızda bunun rahatlıkla üstesinden gelindiğini
defalarca denemişizdir. Hatta ‘Bu kadar kolay mıydı?’ diye kendimize söyler ve boşuna bu kadar zaman
kaybettiğimizi görürüz. Bu durum günlere, aylara, yıllara belki de bir hayata mal olmaktadır. Bunun temelini
tabi ki çocukluğumuzda oluşturduğumuz kişilik yapısı etkilemektedir. Belki çocukken çok denedik ve bu
denemeler sonucunda eleştirildik yeterli bulunmadık. ''Bu kadar mı yaptın? Beceriksizsin.'' gibi kelimeleri
defalarca duyduk, her gün yıllarca duyunca gerçekten yapamayacağımıza inandık. Zihnimiz halen küçük bir
çocuk gibi hatta bedenimiz, tecrübelerimiz, problem çözme becerilerimiz, hiç gelişmemiş gibi yani hiç
büyümemiş ve bu yüzden çocukken yaşadığımız çaresizlik duygusunu hisseder ve geri çekiliriz. Böylece kendi
içimizde hem çaresizlik duygusuyla cebelleşip hem de hayatı daha anlamlı hale getirmek için bir sürece gireriz.
Bu yeni süreç adımımızı daha da zorlaştıran bir durum ortaya çıkarır.
''Zaten bunu defalarca denedin, yapamadın.'' ''Geçen de denedin yine
yapamadın.'' deyip geriye çekiliriz. Aslında kırılmadan
deneyimlemeden hayatı öğrenemeyeceğimizi unutup, zorluklarımızın
mucizevi bir şekilde ortadan kalmasını bekleyip, adım atmamayı
tercih ediyoruz.
İnsanın gerçek gelişimi, beklentileri ile uyumsuz gerçekleşen
olayları reddetmek değil, olayları kabul edip kontrol dışında
gerçekleşen olaylara göre beklentilerini değiştirebilmek,
düzenleyebilmektir. Yani uyum becerilerimizi ve dönüşüm
kapasitemizi geliştirmek gerekir. Çünkü, hayattaki belirsizlikleri
kontrol altına almak imkansızdır. Nafile bir çabadır! Gereksiz ve yorucu
hayattaki
belirsizlikleri
kontrol
altına almak
imkansızdır
bir çaba için uğraşarak kendini üzmek incitmek dışında başka bir kazancı yoktur. Bundan dolayı, belirsizliğe
tahammülsüzlük sınırımızı artırarak, konfor alanından çıkarak (İnsan, konfor alanı olduğunu düşünür ama tam
1
bir konfor alanı yoktur.) tüm kaygı ve endişeleri kontrol etmekten daha az bir çaba ile bu durumu
aşabilir hatta daha mutlu olabilir. Yoksa belirsizliğe tahammül edemeyen insan, belirsizliğe yüklediği
‘tehlikeli’ kodu nedeniyle gereksiz detaylarla boğuşarak, kötü bir sonuç oluşmaması için elinden
gelen bütün çabayı sarf etme mücadelesine girer. Belirsizliği kabul etmekten daha çok acı ve ıstırap
çeker, yorgunluk hisseder. Bu çaba ile birlikte bedeni de ruhundan gelen hep tetikte bekleyen
‘tehlike’ nerede, ne zaman gelecek kaygısını yaşar. Hiç dinlenmeyen ve huzursuzluk yaşayan
bedende belli bir süre sonra psikosomatik rahatsızlıklar patlak verecektir. Tehlikenin ne zaman
geleceği kaygısı, her dakika, her saat onunla olduğu için bünye belli bir süre sonra pes ederek
semptomlar gösterecektir. Her an bununla yaşamak çok zor ve güçtür.
Bizim yapmamız gereken, hayatın acı bir gerçek olduğu ve bu acı gerçeği yaşadıkça
zorlukların kolaylaştığı ve acıların üstesinden gelindiği gerçeği ile yüzleşmektir. Dertlileri en iyi
anlayan insanların yine bu derdi yaşayan insanlar olduğunu unutmayalım. Özetlemek gerekirse,
yaşamındaki bu acı belirsizliğin oluşturduğu endişeyi taşımayan insanın, kusursuz çözüm arayışının
en büyük kusur olduğunu unutmaması gerekir. Belirsizlikle barışık yaşayabilen ve yaşamın yalnızca
kendisine kötü, olumsuz sonuçlar vermediğini aynı zamanda güzellikler verdiğini bilen insan, kendini
duygularını daha kolay açar, duygularını kabullenir. Bu duyguları yeterinde ve yeterince yaşar. ‘’Hep
mutlu olmalıyım, iyi hissetmeliyim, olumsuz duyguları yaşamamalıyım.’’ şeklindeki düşüncelerle
kendini gösteren mükemmeliyetçi yapı insanı mutlu kılmaz. Bu düşünce sadece zamanla duyguların
birikimi ile daha büyük psikosomatik rahatsızlıklara neden olur. Bunun yerine yaşam sadece
mutluluklarla değil aynı zamanda acı ve zorluklarla dolu olduğunu bilmekten geçer. Böylece
duygularımızı yerinde ve yeterince yaşayabilmek ve hissedebilmek için özgürlüğümüzü kazanmış
oluruz. Bir diğer ifade ile belirsizlik yalnızca başa çıkılması gereken bir problem değildir; ayrıca yeni
fırsatlar, keşifler ve yaratıcılığın kaynağıdır.
Gelişmenin, değişmenin, dönüşmenin fırsatı, daha
belirsiz gibi görüneni belirli hale getirir. Ne kadar
belirsizlik olursa olsun, bunun üstesinden gelinebilecek
bir durum olduğunu ve bu duruma uyum sağlayarak
değişebileceğimizin farkına varabiliriz.
Belirsizliklerle barışık yaşayabilmek ve fırsatı keşfe,
yaratıcılığa dönüştürmek dileğiyle.
Yazar: İshak BÜYÜKYILDIRIM
Klinik Psikolog
www.ishakby.com
psikoterapis_ishak
2
Hipnoz ise kişinin kontrolü dışında yaşadığı trans halinin bir uzman tarafından kontrollü ve uzun
bir şekilde yaşatılmasıdır. Hipnozda bilincinin denetiminin azaltılıp, bilinçdışına daha kolay ulaşıldığı
için, savunma düzenekleri devre dışı kalır ve kişinin daha doğal hali ortaya çıkar. Bu durumda
bireylerin gerçek hayatta yapmakta zorlandığı ve kaçındığı davranışları (fobiler, travmalar, cinsel
problemler vb.) trans altında daha kolay bir şekilde yönetip üstesinden gelmesine yardımcı olur.
Hipnozda, hipnozu yapan terapistin yetkinliği ve terapi alanındaki uzmanlığı, hipnozun nasıl
yapıldığından daha önemlidir. Hipnoz esnasında ortaya çıkan bilgileri yorumlamak ve işlemlemek
tedavi sürecinin en önemli parçasıdır. Terapist metaforları doğru bir şekilde yorumlamalı, ortaya
çıkacak olan duygu ve anıları iyi kontrol edip yardım edebilmelidir.
Hipnozun pek çok problem daha kolay aşılabilmesine yardım eder. Birçok anlamda bireyin
normal şartlarda yapmak isteyip yapamadığı davranışlar, hipnoz altında daha kolay yaptırılabilir.
Örneğin süt ile travması olan bir kişi hiçbir şekilde süt ve süt ürünlerine dokunamıyor,
tüketemiyorken, bu durum; hipnoz altında travma çalışılarak ardından maruz bırakma ve
desteklemeyle birlikte belki de tek hipnoz seansında aşılabilir. Dolayısıyla normal terapi
sürecinde daha uzun ve zahmetli olan bazı problemler hipnoz ile daha kolay aşılabilmektedir.
Hipnoz için birçok yöntem vardır. Bu yöntemler genel olarak üç başlıkta toplanabilir:
Klasikhipnoz; Telkinler yavaş yavaş olur ve zaman alır. Terapist açısından yorucu
olmakla birlikte daha emin adımlarla ilerlenir. Zihnin odaklanması ve metaforlar
üzerinden ilerlenir. Bu yöntemle hipnoz yaptıran kişilerin %10 derin % 70 normal
transa girer.
İşbirlikçi hipnoz; Ne çok hızlıdır ne de klasik hipnoz kadar yavaştır. Terapötik ittifakın
önemli olduğu bu yöntemde çalışmayı yapan danışanın kendisidir. Terapist iyi bir bilgi ve
dikkatle danışanı yönlendirip uygun yerlerde gerekli müdahaleleri yaparak hipnotize eder.
Ericsonyan hipnoz; Hem direk hem de indirek telkin ve metaforlarla çok hızlı yapılan bir hipnoz
çeşididir. Hipnoza yatkın olan kişilerin çok kısa sürede farkına varana kadar hipnotize olmasını sağlar.
İyi bir hipnoz bilgisi ve tecrübesi gerekir.
BİLİNÇ DIŞINA AÇILAN GİZEMLİ KAPI; HİPNOZ
Benliğimiz, bilincimizin ve bilindışımızın bir etkileşim içinde çalışmasıyla
hareket eder. Bu etkileşimde farkında olduğumuz kısım, bilinçli olduğumuz kısım
iken, farkında olmadığımız ancak asıl önemli ve etkin olan kısım, bilinçdışımızdır.
Bu çalışma düzeninde bilincin sürekli olarak aktif olması ve hayatın kontrollü
yaşanması biyolojik olarak mümkün değildir. Yaklaşık doksan dakikada bir kısa süreli
de olsa bilincin kontrolünden çıkar. Zaman zaman dalıp gittiğimiz anlar, donup ne
yaptığımızı ve ne yapacağımızı unuttuğumuz anlar buna örnek gösterilebilir. Bu durum,
küçük bir trans halidir. Bu trans halinde de vücudun temel sistemleri çalışmaya devam eder.
Herkes
hipnoza
gire
bilir.
3
Her bilinmezlik ve belirsizlik durumunun kaygı uyandırıcı olduğu gibi hipnoz da birçok insan için
kaygı uyandırıcı bir durumdur. İnsanlar ya uyanamazsam ya her şeyi anlatırsam ya bana istemediğim
şeyleri yaptırırsalar gibi kaygı ve korkuları yaşayabilmektedir.
Neşter, nasıl ki bir doktorda hayat kurtaran bir alet iken katilde hayat karartan bir alet olabilirse;
birçok şeyde olduğu gibi hipnozda da kullanım amacı, süreci ve sonucu etkiler. Dolayısıyla hipnoz yapan
uzman tedavi amaçlı yaklaştığı için bu yaşanılan kaygıların gereksiz olduğunu gösterir.
Hipnozda uyanamama gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü hipnoz esnasında da vücudun temel
fonksiyonları çalışmaya devam eder. Dolayısıyla hipnozu yapan uzman hiçbir şey yapmasa bile kişi
kendiliğinden uyanır.
Hipnoz, kullanım alanı olarak travmaların etkisini azaltmada, panik atak tedavilerinde, korkularda,
cinsel problemlerde, alkol ve sigara bağımlılığından kurtulmada kilo vermede, stresle başa çıkabilmede,
obsesyonlarda, sınava girecek kişilerde dikkati artırmakta, ders çalışmaya odaklanmada ve terapilere
destek olarak kullanılan yaygın bir yöntemdir.
Bir panik atak tedavisinde normal terapiye destek olarak hipnoz kullanıldığında, normalde on iki –
on sekiz seans sürecek olan bir terapi süreci, hipnoz ile altı – on seansta tamamlanabilir. Bu da hipnozun
başlı başına bir yöntem olarak kullanıldığı gibi terapilere destek olarak da oldukça yaygın olarak
kullanılabildiğine bir örnek olarak gösterilebilir.
Herkes bir şekilde hipnoza girebilir. Ancak aynı
şekilde olmaz. İnsanların yaklaşık %30’u genetik
olarak hipnoza yatkın kişilerdir. Bu kişiler rahat ve
kolay bir şekilde hipnoza girebilir. Bu kişilerle
yapılan çalışmalar, daha kolay ve kısa sürede sonuç
verebilir. Hızlı hipnoz tekniği kullanılabilir. Bunun
yanında yine insanların %40’ı da hipnoza yatkınlık
olarak orta düzeydedir. Bu kişilerle çalışırken
özellikle yavaş teknik hipnoz tekniği tercih edilebilir.
Yaşanılan probleme yönelik yapılacak olan çalışma
biraz zaman alabilir, Yaklaşık bir iki saati bulabilir. Yine
insanların %30’u da hipnoza yatkın değildir ve hipnoza girmekte
zorlanır. Hipnozu yapacak uzmanın iyi bir bilgisinin yanında tecrübeye de ihtiyacı vardır.
Hipnoza girmeleri zaman alır ve yoğun bir direnç oluşur.
Yazar: Eyüp AKIN
Uzman Klinik Psikolog
www.umutterapi.com klinik_psikolog_eyup_akın umutterapi
4
EVLİLİK VE ÇİFT TERAPİSİ
Annemizin bakım ve şefkatiyle gözümüzü açtığımız dünyaya, doğadaki tüm
canlılar gibi hayatta kalmak ve neslimizi devam ettirmek arzusuyla dolu olarak
geliriz. Annemizle ve babamızla kurduğumuz (bazen de kuramadığımız)
destekleyici, güven ve huzur verici ilişkiyi kendi kuracağımız ailemizde ve seçecek
olduğumuz eşimizle de yaşamayı hayal ederiz. Doğuştan itibaren bizimle birlikte
olan duygularımız vardır. Duygularımız bizi birileriyle yakın olmaya, aşık olmaya,
yuva kurmaya ve çocuk sahibi olmaya görünmez, fakat güçlü bir kuvvetle iter.
İçimizden gelen bu istekle severek ve heveslenerek ilişkiler kurarız ve onları
hayatımızın merkezine alırız. Hayallerin gerçeğe dönüştüğü ilişkimiz aynı zamanda
bizim için çok önemli bir virajdır. Hevesle ve merakla eşimizle birlikte bu virajı
dönerek yolumuza devam ederiz. Artık en yakınımızda olan kişi anne-babamız değil eşimiz
olmuştur.
Bebeklik ve çocuklukta ebeveynin sevgi bakım ve desteğinin bizi hayatta tutması gibi
yetişkinlikte de eşin destek, sevgi ve yakınlığı hayatın gelgitlerinden ve fırtınalarından başarıyla
çıkmamızı sağlar. İçgüdüsel olarak biliriz ki başka hiçbir deneyim hayatımızı, mutluluk ve
sağlığımızı; sevdiğimiz ve sevildiğimizi bildiğimiz bir ilişkiden daha iyi hissettiremez. Hayatımızın
en zor anlarında hiçbir şeyin, sevdiğimiz kişinin verdiği tesellinin yerini tutmadığını biliriz.
Çağırdığımız zaman yanımızda olacağını bildiğimiz bir eşin varlığına karşı duyduğumuz
ihtiyacı hayatımız boyunca hissederiz. Bu duygusal bağlılık ve ihtiyaç hali çocuksu veya patolojik
değil doğal bir ihtiyaçtır. İstikrarlı bir ilişki ihtiyaç duyduğumuz duygusal desteği sağlar, kan
basıncımızı düşürür, bağışıklık sistemimizi güçlendirir.
Bazen işler umduğumuz gibi gitmez ve sığındığımız güvenli limanın bizi yeterince
korumadığını hissetmeye başlarız. Duygularımız tetiklenir ve bazı cümlelere dönüşür:
Beni hiç anlamıyor!
Sevildiğimi, önemsendiğimi hissetmiyorum!
Benim isteklerimin onun için hiçbir önemi yok!
Beni artık eskisi gibi çekici, seksi bulmuyor, beni beğenmiyor!
Ailesini benden daha çok önemsiyor!
Çocuklarımızı nasıl eğiteceğimiz konusunda anlaşamıyoruz!
Hiçbir ortak yönümüz kalmadı!
Parayı nasıl harcayacağımız konusunda anlaşamıyoruz, kendimi ekonomik olarak
güvende hissedemiyorum, söz hakkım yok!
dinleyin.
iyi giden bir
evlilik
yasam . süresini
ortalama
15 yıl
arttırabilir.
Eğer ikinizden biri bunları söylemeye başladıysa lütfen paniğe kapılmadan dikkatinizi vererek
5
Bu çatışmalar, ilişkiye bakım vermek gerektiğinin işaretidir ve
duygusal bağın yeniden kurulmasına yönelik içsel taleplerinizin göstergesidir.
Bilinçli bir şekilde ele alınarak bu işaretlerin her biri ilişkinin aksayan
yönlerini iyileştirerek eşinizle sağlam bir bağ kurmak için kullanılabilir.
İnsanlık tarihiyle birlikte başlamış olan çift olma hali, günümüzde
modern psikoterapi anlayışı içerisinde yeniden ele alınmaktadır. Buna göre
duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarımızı en iyi şekilde
karşılayacak ortam ilişkimizdir. İlişkimize yatırım
yapıp onu geliştirdiğimizde çocukluğumuzdaki
karşılanmamış ihtiyaçlarımız da dahil olacak
biçimde tüm sevgi, güven, ve destek
ihtiyaçlarımızın karşılandığı korunaklı
limanımızı yeniden inşa edebiliriz.
Herkese mutlu ilişkiler.
Yazar: Emine KURT ANTMEN
Uzm. Dr. & Psikoterapist
antmeneminekurt
6
ÇOCUKLARIMIZ VE OYUNLARI
Oyun, çocuğa hayatı öğreten ve çocuğu büyüten doğal ve hayati bir unsurdur.
Oyun, çocuğun hayatında çok küçük yaşlarda başlar ve çocuğu her zaman
eğlendirir. Nasıl ki yetişkinlerin kişilikleri hayatta edindikleri tecrübelerle
gelişiyorsa, çocukların da kişilikleri oyunlarla gelişir. Oynarken çocuk,
keşfeder; dener, inceler, öğrenir ve etkileşime girer. Bunların sonunda
özerkliğini keşfeder. Oyun sırasında paylaşmayı, empatiyi, yardımlaşmayı
deneyimler. Oyun, çocuğun; içinde bulunduğu yaşamı kavramasını ve
gerçekliği deneyimleyerek ayırt edebilmesini sağlar.
Bazı kuramcılara göre oyun gerekli olmayan artık enerjilerinin atılması, çıraklığın aktif bir
şekli, hayatın daha sonraki aşamaları için hazırlık ya da çocuğun kendini ifade etme şeklidir.
Günümüzde oyun “Öğrenme Sanatı” olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Çocuk öğrenme
ortamında özgürdür, dilediği gibi hareket eder. Çocuğun haz aldığı, eğlenceli vakit geçirdiği oyun;
onun yaparak, deneyerek, yaşayarak öğrenmesine de fırsat sağlar. Tüm bunlar çocuğun zihinsel,
bedensel, duygusal ve sosyal gelişimini büyük ölçüde etkiler ve geliştirir.
Psiko-motor Gelişim: Koşma, atma, tırmanma, sürünme, sıçrama gibi fiziksel hareketleri
içeren oyunlar, çocukların vücut sistemlerinin (solunum, dolaşım, boşaltım sistemleri)
düzenli çalışmasını sağlayarak fiziksel gelişimlerine katkı sağlamaktadır. Oyun
sırasında çocuklarının bazı hareketleri düzenli yapması kas gelişimlerini hızlandırmakta
ve kaslarını geliştirmektedir.
Sosyal-Duygusal Gelişim: Çocuk, oyun yoluyla sevinç, mutluluk, acı, üzüntü, korku,
kaygı, dostluk, düşmanlık, sevme, güven duyma gibi birçok duygusal tepkiyi öğrenirken
aynı zamanda bu duyguları kontrol etmeyi ve başa çıkmayı da öğrenir. Çocuk, oyun
sırasında kızar, eğlenir, şaşırır, fikirlerini savunur. Çocuk, oyunla kendisine özgür bir dünya
yaratır ve burada tüm duygularını rahatça ifade eder. Bu çocuğun duygusal yönden rahatlamasını ve
iyi olmasını sağlar.
Oyun,
çocugun
kendini
ifade etme
seklidir.
.
)
Bilişsel ve Dil Gelişimi: Oyun ile çocuk, çevresini keşfetme, yeni şeyler öğrenmekte ve merak
duygusunu gidermektedir. Nesneleri tanıma, isimlendirme, sınıflandırma, eşleştirme, analiz etme ve
sentezleme gibi zihinsel süreçlerin işleyişi, oyunla hızlanmakta ve gelişmektedir. Çocuk, çevresindeki
nesnelerin adlarını ve alışagelmiş olan nesnelerin isimlerini öğrenir. Sembolik hareketin gelişmesiyle
bu nesnelerin yerini sembolik kullanımlar alır. Sembolik kullanımın temsil ettiği düşünce ve yerine
koyulan davranışların artması ile çocuğun dilsel beceriler artar.
7
Anne ve babaların okul öncesi dönemde çocuklarıyla ilişkileri, çoğunlukla oyun aracılığıyla
sağlanmaktadır. Olumlu bir ilişki yaratabilmek, oyun aracılığıyla çocuğun duygu ve düşüncelerini
anlayabilmek anne-baba ve çocuk ilişkisini daha olumlu hale getirecektir. Bu olumlu ilişkiyi anne ve
babalarımı, oyuna müdahale etmeyerek, oyunu çocuğun seçmesini sağlayarak, seçilen rollere uyarak
ve rol seçiminde çocuğa saygı duyarak sağlayabilirler. Bunun yanında oyunda öğretme amacı
hedeflemeden çocuğun duygusunu adlandırıp, kabul etmek ve geri yansıtmak anne-baba çocuk
ilişkisini oyunla kuvvetlendirecektir.
Ebeveynlerin çocukları ile birlikte kaliteli zaman geçirmelerine yardımcı olabilecek yayınlar:
Adım Adım Set (https://www.adimadim.com)
Yaratıcı Baş Etme Becerileri (Bonnie Thomas)
Duygularım (Isabelle Filliozat)
Duygularla İletişim Becerisi (Bonnie Thomas)
Çocuklar İçin Otokontrol (Lauren Brukner)
Ne Yapmalı? Serisi (Bengü Semerci)
Yazar: Perihan ŞENSOY
Oyun ve Masal Terapisti / Psikolog
8
BİR ERGENLE YAŞAMAK ÜZERİNE
Aile içerisinde bir ergenle yaşamak, çoğu zaman aile ilişkilerinde büyük
sorunlara neden olan, ebeveynlerin sıklıkla serzenişte bulunduğu ve deyim
yerindeyse çileden çıktığı bir durumdur.
Bu çocuğa neler oldu, hiç böyle değildi, hiç bizi dinlediği yok, başına
buyruk hareket ediyor, iyice çığırından çıktı gibi sözleri, yazımı okuyan
ebeveynlerden duyar gibiyim. Peki; neler oluyor, neler değişiyor da birtakım
sorunlarla karşılaşılıyor? Aslında oldukça basit bir cevabı var: Evet, bir şeyler
değişiyor. Değişen durum ise çocuğumuzun büyüyor ve gelişiyor olması.
Çocukluk döneminden, erinlik ve ergenlik dönemine geçiş yapıyor olması.
E
R
G
E
N
Li
Ana rahminden bebekliğe, bebeklikten
çocukluğa, çocukluktan erinlik ve ergenliğe,
ergenlikten de yetişkinliğe geçiş. Bir değişim ,
gelişim süreci ve hikâyesi aslında. İçinde
bulunduğu durum itibariyle çocuk muyum yoksa
yetişkin miyim ikilemini yaşadığı bir süreç. Hızlı
bir gelişim evresi. Boyunun uzaması, omuzlarının
genişlemesi, sesinin kalınlaşması, kızlar da âdet
kanamaları, erkeklerde sakalların uzaması gibi
birtakım fiziksel gelişimler ortaya çıkmasıdır.
Tüm bu fiziksel gelişimlerin yanında aslında
bunlara eşlik eden bir de ruhsal gelişim süreci
vardır elbette.
Sağlıklı ergenlik döneminde aslında belli
birtakım görevlerin yerine getirilmesi,
gelişimimizde ve kimliğimizde önemli bir yer
tutmaktadır. Daha da netleştirmek gerekirse
ergenlik dönemi, sağlıklı bir kimliğimiz ve
kişiliğimiz için son durak konumundadır. Çünkü
burada edinilen ve kazanılan bir davranış
örüntüsü, ergenin bundan sonraki hayatını
etkileyecek olan sistemin yapıtaşlarını
oluşturmaktadır. Ergen, bu zamana kadar getirmiş
olduğu bir takım davranış örüntülerinde (bebeklik
ve çocukluk dönemleri), pasif ve edilgendi.
Bebeğe ya da çocuğa bakım veren kişinin zihninde
nasıl bir tasarım varsa, o tasarımı çocuğa aktarır;
zihnindeki tasarımlara göre bebeğini ya da
çocuğunu yetiştirirdi. Bebeğin ya da çocuğun,
bakım verenin tasarımları karşısında durabileceği
fiziksel bir gücü yoktu. Bunu şu örnekle de izah
edebiliriz. Yeterince yemek yediğini düşüp daha
fazla yemek yemeyi istemeyen bir çocuk, annenin
zihinsel tasarımında “Daha doymadın! Bu tabağı
bitireceksin.” şeklinde bir düşünceyle var olabilir.
Anne çocuğun yanaklarını sıkarak çocuğa zorla o
yemeği yedirir. Çocuk "yemeyi istemiyor ama
anne" dese de, anne ‘’Hayır bunu yemelisin!’’
şeklindeki tutumuyla fiziksel gücünü kullanarak,
çocuğu istemediği bir duruma sürükler. Veya
diğer bir örnek: çocuk kırmızı montu yerine mavi
montunu giymek istediğinde anne, onun
kıyafetine uyumlu ya da mevsimsel olarak uygun
olmadığı düşüncesiyle çocuğun düşüncelerini
dikkate almayarak kendi zihnindeki tasarımlara
göre hareket etmektedir. Bu iki örnekte de olduğu
gibi bebek ya da çocuk, ona bakım veren kişiyi
otorite olarak görmektedir. Her ne kadar ebeveyn,
bu iki durumda da çocuğunun ya da bebeğinin
iyiliğini istiyor olsa da aslında kendi zihninde
oluşturmuş olduğu tasarımlara ve düşüncelere
göre hareket etmiş ve çocuğunu itaat etmeye
zorlamıştır. İtaatin olduğu bir yerde ise çocuk
karşısındakini otorite olarak kabul etmiş olacaktır.
9
Ergenliğe girişle beraber artık bu süreç ebeveynlerin hiç de istemediği gibi devam etmektedir.
Çünkü çocukta, anne – babanın kendi düşüncelerini baskıyla kabul ettirme çabalarına karşı
koyabilecek bir güç oluşmuştur artık. Yukarıda bahsettiğim örnekte belki yemek yemesi pek uygun
olmasa bile bu dönemde aslında “ders çalış” söylemini kullanmamak daha yerinde olacaktır.
Ebeveynin, ergene ders çalışması için nasihatlerde bulunması ve ergenin bu sözleri
dinlememesi, karşı gelebilmesi; ebeveynin de bu durum karşısında güç kullandırarak
yaptıramıyor olması çocuğun üzerinde kontrolünü kaybettiği endişesini
doğurmaktadır. Şu noktada kendimize bir dönüp bakmalıyız. Çocuğumuzun
kendi başına bir birey olarak kendi kararlarını kendisi alabilecek,
sorumluluklarını kendisi yerine getirebilecek, ayakları üzerinde sağlam
durabilecek bir yapıda olmasını mı istiyoruz yoksa ebeveynine bağımlı,
ebeveyni tarafından güdümlü ya da bir başkasının sözlerine göre hareket
edecek aciz bir birey mi olsun istiyoruz? Hepimiz aslında çocuğumuzun
bahsettiğim ilk durumdaki gibi olmasını isteriz ki normal olan da budur.
Fakat bahsetmiş olduğum ‘’Ders Çalış!’’ örneğinde, aslında ebeveynin
karşısındaki bireyin sınırlarına saygı göstermediği gözlemlenmektedir.
Ebeveyn yine kafasındaki tasarımlara göre hareket etmekte, o tasarımlara göre
çocuğun davranışlarına yön vermek istemektedir. Ama artık karşısında birey ve
özerk olmak için mücadele eden, ben kendi kararlarımı kendim vermek istiyorum
diyen ve sorumluluk almak istiyorum diyen bir yapı bulunmaktadır.
ergen,
birey
ve
özerk olma
mücadelesi
vermekte
dir.
Çoğu zaman, birey ve özerk olmak için mücadele eden bir yapıyı anlama noktasında
eksikliklerimiz olmuştur. Ergenin, benim sözlerime kulak verin, beni dinleyin ve anlayın serzenişini
kulak ardı edip o günün yoğunluğuyla ve yorgunluğuyla kendi işimizle ilgilenmiş olabiliriz. Burada
aslında ona gerek verbal olarak gerekse non-verbal olarak mesajlar gönderip kendisini yok saymış ve
değersiz hissetmesine sebep olmuş olabiliriz. Bu yapı sıklıkla devam ettiği müddetçe ailem tarafından
anlaşılmıyorum, ailem benim düşüncelerime saygı duymuyor, bana değer vermiyor şeklinde
kemikleşmiş bir yapıya dönüşebilir. Daha sonrasında ise ergen iletişimi kestiğinde ebeveynlerin
kendilerini, ne oldu da böyle oldu şeklinde serzenişlerde bulabilme ihtimali bir hayli yüksektir.
Ergenlik döneminde fiziksel gelişimlerin yanı sıra psikolojik gelişimlerin de var olduğu bir kimlik
oluşturma dönemi olduğundan bahsetmiştik. Bu dönemde ergen sağlıklı bir kimlik oluşturabilmesi
için birtakım aşamalardan geçmektedir:
Özerk olmak
Amaç edinebilme, yönlenebilme ve
uygulayabilme
Sırdaş edinebilme
Karşı cinsle iletişim ve beğenilme
Ardıl kalabilme ve öncül olabilme
Dünya görüşü ve ideolojik bir bakış açısı
oluşturma
Bahsetmiş olduğum bu aşamalar sağlıklı bir kimlik oluşturabilmesi için oldukça önem arz
etmektedir. Gelin bu aşamaları biraz inceleyim.
10
Özerk olmak: Özerk olmak, bir birey olarak varlığını ortaya koyabilmesi için ilk
adım. Özerk bir birey olmanın tek yolu ise egemenliği altında olduğuna inandığı güç ve
otoriteye karşı direnebilmek ve ondan bağımsız olarak hareket edebilmektir. Bunu da
egemenliği altında bulunduğu güç ve iktidara karşı isyan ederek dile getirmektedir. Her türlü
güç ve otoriteye karşı isyanı vardır ergenin. Bu isyan anneye, babaya, öğretmenine karşı
olabilmektedir. Bu konuda ilişkilerde en çok sorun oluşturan durumlardan birisi de ergenin bu
isyankâr davranışlarıdır. Serzenişlerinin birçoğu buradan kaynaklanmaktadır aslında. Çünkü
ilişkilerinde bir çeşit iktidar mücadelesi yaşanmaktadır. Bu durum karşısında ergen ile otorite
mücadelesi içine girilmemesi yerinde olacaktır. Çünkü ergen, kendi başına birey olmak için mücadele
vermektedir.
Amaç Edinebilme, Yönlenebilme ve Uygulayabilme: Ergenlik döneminde olan kişilerin, bir
gün pilot, bir gün doktor, bir gün mühendis olacaklarından bahsettiklerini sıklıkla duymuşsunuzdur.
Ya da bir gün ticarete atılacağım derler, diğer gün youtuber olacaklarından bahsederler. Zihninde
oluşturduğu gelecek tasarımları değişkenlik ve tutarsızlık gösterebilmektedir. Aynı zamanda bu
gelecek tasarımları kısa süreli olabilmekte ve sıklıkla değişebilmektedir. Ergenin bu davranışları
gelecekte bir amaç edinebilme, yönlenebilme ve uygulayabilme yetisini öğrenmesi için pratik
yaptığı bir durumdur. Ebeveyn olarak bu konudaki girişimleri desteklenmeli ve bu konuda motive
edilmelidir. Bu şekilde bir takım rol denemeleriyle aslolan ve kendisine uygun bir amacı olan
rolleri nihayetinde ortaya koyacaktır.
Sırdaş Edinebilme: Ergenin çoğu zaman karanlık zamanları vardır. Ebeveyni tarafından
neler yaptığının bilinmesini istemediği durumlar olmuştur. Örneğin okuldan kaçmış,
arkadaşlarıyla sahilde oturmuş, hasbelkader bu durum, ebeveyni tarafından öğrenilmiş
(kontrolcü ebeveyn) ve hesaba çekilmiştir. Neredeydin, kimleydin, neler yaptın, neler
konuştunuz gibi o karanlık zaman dilimleri ebeveyni tarafından bilinmek istenmektedir. Bu
durum karşısında ergenin iki farklı seçeneği vardır. Neler yaptığını söylemek ya da bu
durumun sır olarak kalmasını sağlamak. Neler yaptığını söylemesi durumunda arkadaşlarının
gözünde kendisinin güvenilmez bir kişi olduğuna inandığı zihinsel bir tasarım oluşturacaktır.
Bu ilerleyen süreçlerde ise herhangi bir ilişki kuracağı kişiye karşı bu gerek iş arkadaşı
olabilir gerekse bir eş olabilir güvenilmeyeceğine dair bir tutum ve davranış örüntüsü
geliştirmesine sebep olabilmektedir. Bu konuda ebeveyn rolündeyken, ergenin özel hayatına
dair polis – hırsız ilişkisinde bir yapı ortaya koyarak suçluyu yakalamak gibi bir kaygı
içerisinde olmamak oldukça önemlidir.
Karşı Cinsle İletişim ve Beğenilme: Fiziksel değişimlerin yanında biyolojik olarak
da vücudumuzda değişen birtakım sistemler vardır ve hormonal aktiviteler meydana
gelmektedir. Cinsiyet hormonları dediğimiz; erkekler için testosteron, kadınlar için östrojen
Ergenin
her türlü güç ve otoriteye
iSYANI vardır.
11
hormonları adeta bir fabrika gibi hızlı bir şekilde faaliyete geçmektedir. Bu faaliyetle birlikte
artık dünyanın gerçekliği son bulmakta, Ali ile Ayşe’nin, Ahmet ile Fatma’nın hikâyesi
başlamaktadır. Bu harekete geçen yapıyla birlikte kendine bakımı, saçına şekiller vermesi, çeşit çeşit
parfümler sıkması, makyaj yapması ve ardında bu yapının kendini karşı cinsine karşı
beğendirebilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Bu durum kendine dair “Ben beğenilen birisiyim.”
temel düşüncesinin ortaya çıkmasına imkân vermektedir.
Ardıl Kalabilme ve Öncül Olabilme: Ergenin çeşitli zamanlarda eğlence
amaçlı da olsa birtakım organizasyonlar düzenleme ve organizasyonlara
katılabilme adına girişimleri olabilmektedir. Bu girişimler ebeveyni tarafından
desteklendiği takdirde ergen, toplumsal uyumu yüksek, her ortama uyum
sağlayabilen, gerektiğinde sorumluluk alıp, davranışlarının sonuçlarına
katlanabilen, gerektiğinde ise lideri takip edip uyum sağlayabilen bir yapı
ortaya koymuş olacaktır. Şu örnekle netleştirmek gerekirse: Arkadaşlarıyla
piknik etkinliği yapmış olan bir ergenden görev ve sorumlulukları kapsamında
poğaça getirilmesi istenmiştir. Annesine gidip kendisine poğaça yapması için
talepte bulunması durumunda annenin çocuğunun ardıl olma sorumluluğuna
destek vermesi önem arz etmektedir. Öncül olma noktasında ise
organizasyon düzenlemek isteyen bir ergene karşı onu engelleyici
herhangi bir tutumda bulunmamak örnek verilebilir.
Dünya Görüşü ve İdeolojik Bir Bakış Açısı Oluşturmak: Bu dönemde ergen
dünyayı anlamlandırmak için ideolojik bir bakış açısına sahip olmak istemektedir.
Zira anlamlandıramadığımız tüm durumlar bizi yoğun bir kaygıya sürükleyecektir.
Bu noktada ergen de kendisine ideolojik bir çeper oluşturabilir. Bu çeper dış
dünyayla kendisini ayrıştıran bir dünya görüşüdür. Diğer bir deyişle, ergenin
kimliğini bir sıvıya benzetirsek, bu sıvının bir kaba konması gerekmektedir. Bu
çerçevede ergen muhtelif birtakım ideolojileri benimsemiş olabilir. Bu ideolojiler,
aslında tıpkı amaç edinebilmede olduğu gibi değişiklik de gösterebilir. Bu sebeple
içeriğin ne olduğu çok da önem arz etmemektedir. Bunların hepsi dünyaya anlam
kazandırmanın, ruhsal yapıya bir çerçeve çizmenin araçlarıdır.
Ergenlerle ilgili olarak temel yapının nasıl olduğuyla ilgili hususları anlatmaya çalıştım. Söz
konusu ergenlik döneminin kimlik ve kişilik gelişimi açısından kritik bir dönem olduğu gerçeği
ortaya çıkmaktadır. Sağlıklı bir birey olarak, yaşamının tüm evresinde ayakları üzerinde durabilen,
sorumluluklarını alabilen ve sonuçlarına katlanabilen bir yapı olarak hayata devam etmesini
istediğimiz bir çocuğumuzun olmasını istiyorsak, ona yukarıda bahsettiğim aşamalarda destek olmalı,
onu dinleyebilmeli ve ona saygı duyabilmeliyiz.
Yazar: Mesut ÇAKIR
Psikolojik Danışman
12
psk.dan.mesutcakir
Acı çekmemize sebep,
başımıza gelenler
değildir.
Başımıza gelenlerle
ilgili kendimize ne
söylediğimizdir.
Pema CHODRON
13
Çocuklarımızla
oynayabilecegimiz
bag kurma oyunları
)
TAVSİYE EDİYORUZ...
)
BİİP ve DÜÜT
Çocuğun burnuna bastırın ve ''biip!'' deyin. Sonra çocuğun
çenesine bastırın ve ''düüt!'' deyin. Çocuğu, sizin burnunuza ve
çenenize bastırması için yönlendirin (elini turarak). Çocuk size
dokunduğunda uygun ''biip!'' ve ''düüt!'' seslerini çıkarın. Çocuk da
aynı sesleri çıkarabilir.
HİKAYELERİ OYUNA DÖNÜŞTÜRME
Birbirinize hikayeler anlatın. Günlük olayların öyküsü veya yolda
gelirken neler olduğuyla ilgili hikayeler; favori bir TV hikayesi;
favori bir peri masalı gibi. Hangi hikayelerin oyuna
dönüşebileceğine karar verin.
BALONCUKLARI PATLAT
Bir baloncuk yapın ve baloncuğun çıktığı yuvarlak kısım ile
baloncuğu tutun. Çocuğa, vücudunun herhangi bir yerini (örn., el
ve ayak parmağını, dirseğini, omzunu, kulağını vb.) kullanarak
baloncuğu patlatmasını söyleyin. Çocuğa tüm baloncukları
olabildiğince hızlı patlatması gibi yönergelerde verilebilir.
14
MÜKEMMEL DEĞİL YETERİNCE İYİ EBEVENLİK
MESAJLARI
İlk bağlanma nesnesi ve birincil bakım veren olan annenin kendi anneliğiyle ilgili algıları,
kendi öz değerini nasıl algıladığı, nasıl bir annelik gördüğü, eğitimi, yaşı, çocuk sayısı, kültürel,
çevresel ve ekonomik faktörleri, büyüdüğü ailedeki olumlu ve olumsuz yaşam deneyimleri, eşiyle
olan ilişkisi ve çevresel destek gibi birçok faktörden etkilenmektedir. Annelik, kişinin kendi
çocukluğunun, kendisine yapılan anneliğin, kendisiyle nasıl bir bağ kurulduğunun, ihtiyaçlarının,
özlemlerinin ne kadarının karşılandığının olumlu ve olumsuz sonuçlarının bir yansıması gibidir.
Bunlar bizim zihnimizde örtük olarak depolanmıştır. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki üç nesil
önceki travmaların dahi etkileri örtük bellekte ve beden kayıtlarında yer almaktadır. Bugünkü
davranışlarımız sadece kişisel deneyimlerimizden değil, nesiller önceki deneyimlerden de
etkilenmektedir. Bize yapılan annelik, annemizin nasıl annelik gördüğü, anneannemizin kendi
annesinden nasıl annelik gördüğü ile bağlantı içindedir. Kısacası biz nasıl bağlandıysak çocuğumuz
ile aynı şekilde bağlanma olasılığımız yüksektir. Çocukla nasıl bağlanıldığı onun öz değerini doğru
orantılı olarak etkileyecektir. Özellikle güvenli bağlanma çocuğun sağlıklı öz değer gelişimi için
önemli bir değere sahiptir. Bağlanma kuramcılarından
Bowlby’nin güvenli bağlanma için söylediği “anne
sütü gibi travmalara karşı koruyucu gücü var.” sözü
bunu destekler niteliktedir. Çocuğumla nasıl
güvenli bağlanırım sorusuna gelmeden önce nasıl
bağlandığımızı, insan olarak temel özlemlerimiz ve
ihtiyaçlarımızın ne kadarının bakım verenimiz
tarafından karşılandığını fark etmek için öncelikle
temel özlemler ve ihtiyaçlar listesine bakalım:
·Burada olduğun için mutluyum.
Çalışma hayatım boyunca çocuk, yetişkin, çift ve ailelerde yaşanan problemlerin
temelinin, kişinin nasıl bir ailede doğduğuna ve büyüdüğüne; nasıl bir ebeveynlik
tutumu gördüğüne ve nasıl bağlandığına dayanmakta olduğunu gözlemledim. Ne
oluyor da kimimiz bakım verenimize güvenli bağlanıyoruz da kimimiz
bağlanamıyoruz? Güvenli bağlanma ne demek?
Güvenli bağlanmayı ne engelliyor? Güvenli bağlanamadığımızda ne oluyor ve yetişkinlik
yaşantımız ve ebeveynliğimiz nasıl etkileniyor? En temelde insan yavrusu ana rahmine düştüğü
andan itibaren neye ihtiyaç duyuyor? İşte bu temel ihtiyaçların nasıl karşılandığı, nasıl
bağlandığımız ve nasıl bir öz değer geliştirdiğimiz üzerinde büyük etkendir.
“insanlar bildikleri kadar
elinden gelenin en iyisini
yaparlar. Daha iyisini
ögrenince daha iyiyi
uygularlar.”
VİRGİNİA SATİR
“Burada olduğun için mutluyum” çocuğun hissetmesi gereken ilk temel mesajdır. Bu mesaj çocuğa
15
değerli ve istenen birisi olduğunu belirten davranışlar yoluyla verilir. Çocukların hayatında istenip
istenmediklerini anlayabildiği birçok an vardır. Önemli olan çocuğun kendisini istenmeyen olarak
algıladığı anların, kendisini değerli hissettirecek anları yaşatarak telafi etmektir.
·Seni görüyorum.
Çocuğunu görebilen anne baba, çocuğunun neyi sevip neyi sevip neyi sevmediğini bilir. Nelere ilgi
duyduğunu, durumlar karşısında neler hissettiğini bilir. Kısaca anne baba tarafından görülmek
tanınmaktır. Örneğin; gerçekten öfkelisin, şu anda çok üzgünsün, güzel bir kızsın veya yakışıklı bir
erkeksin, dikkatlisin, hafızan iyi gibi geri bildirimler çocuğa değerli olduğunu hissettirir ve
özsaygısıyla kendisine olan güvenini arttırır. Ancak çocuğun olumlu özelliklerinden çok olumsuz
özellikleri görülüyor ve yansıtılıyorsa çocuğun özsaygısı gelişemeyecek ve çocuk kendisini değerli
hissedemeyecektir.
·Benim için özelsin…
Bu mesaj genellikle sözle söylenmez. Çocuk kendisine ayrılan zaman ile bunu
hisseder.
·Sana saygı duyuyorum.
Bu mesajla çocuk anne babası tarafından yaptığı seçimlerin ve verdiği kararların
önemsendiğini, olduğu gibi kabullenildiğini hisseder. Kabul gördüğünü hisseden
çocuk yeni şeyler keşfetmeye meraklı ve cesaretli olur.
·Seni seviyorum.
Sevgiyi ifade etmenin en etkili yolu sözcükler değil; dokunma, ses tonu, gözler, yüz ifadesi, vücut
dili ve çocuğa gösterilen özendir. Anne - baba kurallar ve sınırlar çerçevesinde çocuğunu koruduğunu
ve kolladığını çocuğuna güvenli bir şekilde aktarabilirse çocuk bu durumu sevgi olarak hisseder.
·İhtiyaçların benim için önemli benden yardım isteyebilirsin.
Bu mesaj bir öncelik duygusunu ifade eder. “Sana bakacağım çünkü bakmak zorundayım” yerine
“sana bakacağım çünkü bu gerçekten önemli.” Bu mesajla çocuk sevgi ve samimiyetten kaynaklanan
ilgiyi hisseder. İhtiyaçlarını gizlememeyi ve kendi başına karşılamak zorunda olmadığını anlar.
16
·Buradayım sana zaman ayırırım.
“Hayatın boyunca var olacağım, buradayım, bana güvenebilirsin.” Bu mesaj rahatlık ve güven hissi
sağlar. Ne yazık ki birçok çocuk, anne babalarının kendilerine zaman ayıramayacağını
düşünmektedir.
·Seni güvende tutarım.
Bu mesaj “seni korurum, zarar görmene ve gereksizce ezilmene izin vermem” şeklinde verilmeli.
Güvende olma hissi bir çocuk için rahatlamak ve dışa dönmek için temel ihtiyaçtır. Güvenlik
duygusu olmadan dünyanın içine girmeyi asla öğrenemeyiz.
·Bende huzur bulabilirsin.
Çocuk anne babasının yanında rahat ve dingin hissetmek ister, üzgün olduğunda rahatlatılmaya,
teselliye ihtiyaç duyar
·
Senden hoşlanıyorum içimi aydınlatıyorsun.
“Senden hoşlanıyorum.” çocuğun değerli olduğunun ifadesidir. Çocuğun, varlığından memnun
olunduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. “İçimi aydınlatıyorsun.” mesajı da çocuğun iç ışığını destekler.
Bir güven ve değer duygusunun oluşmasını sağlar. Tüm bu mesajlar iyi ebeveyn mesajlarıdır. Bu
mesajlarla beslenerek büyüyen çocukla bakım veren arasında güvenli bağlanmanın oluşması
kaçınılmazdır. Böyle besleyici bir ilişkide ebeveyn, çocuk için yakın olan kişidir. Çocuk ebeveynine
yakın olma arzusu içindedir; ebeveyn, çocuk için güvenli bir limandır ve çocuk, ayrılık yaşadığında
acı çeker.
17
istenmeyen
bebege
annesinin
sevgisini
ve
sefkatini
vermesi
zordur.
.
(
Bu bilgileri göz önünde bulundurarak şu soruları
sorabilir miyiz? Bu temel ihtiyaçlarımızın kaçı
karşılandı? Nasıl karşılandı? Verilen bakım
ihtiyaçla uyumlu muydu? İhtiyaçlar; şefkat ve
sevgiyle mi, kaygılı bir şekilde mi, korkarak mı,
görev icabı mı karşılandı? Bu ihtiyaçlarının
çoğu karşılanmış; duygusal, sosyal ve ruhsal
olarak yetişkin bir birey miyiz yoksa bu
ihtiyaçların çoğu karşılanmamış yetişkin bir
çocuk muyuz? Tam da bu soruların cevabı nasıl
ebeveynlik yaptığımızın cevabını verecektir
bize. Örneğin, burada olduğun için mutluyum
mesajı varoluşu değerli hissetmek için en temel
mesajdır. Dünyaya gelişinden memnun
olunmayan bir bebeğe annesinin sevgisini ve
şefkatini vermesi de zordur. Bu mesajı
ebeveyninden alamamış bir yetişkin içsel olarak
hep bir boşluk hissetmeye eğilimlidir. Kendi ile
ilgili; ben değersizim, ne yaparsam yapayım
varlığım önemli değil, ben bir yüküm gibi
negatif inançlar geliştirme olasılığı yüksektir.
Çocukken kendi varlığını değerli hissetmeyen
ebeveyn çocuğunun varlığından ne kadar
memnun olacaktır, onu ne kadar değerli
hissettirecektir? Bu noktada bildiği kadarıyla,
yapabildiği oranda bunu yapmaya çalışacaktır.
Bu mesajlarla büyüyemeyen yetişkinlere
baktığımızda işlevsel olmayan bir şekilde
ebeveynlerini suçladıklarına tanık olmaktayız.
Suçlamak yerine ne oldu da annem, babam ya
da bakım verenim ihtiyaçlarımı karşılayamadı,
sevgi ve şefkat veremedi, beni göremedi, beni
teselli edemedi, beni güvende tutamadı gibi
sorular sormak daha yararlı olacaktır. Burada
yazının başında da belirttiğim gibi nesilden
nesile geçen aktarımlara, ebeveynimizin kendi
anne babasından nasıl ebeveynlik gördüğüne,
travmalara, acılara, stres faktörlerine ve stresle
nasıl baş edildiğine bakmakta fayda vardır.
Yazar: Aynur Aytaç SEZGİN
Uzm. Psk. Dan. & Çift ve Aile Terapisti
18
ANNE-BABA TUTUMLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Anne ve baba tutumlarını, ebeveynlerin çocuklarına karşı yönelttiği davranış
şekillerinin bütünü olarak ifade edebiliriz. Bu tutum, davranışların; anne, baba,
çocuk arasındaki ilişkinin yönünü ve çocuğun kendine özgü olan kişilik
gelişiminin oluşumunu etkileyen önemli bir etkendir. Çocuklar, dünyaya
geldikleri andan itibaren ebeveynlerin kendilerine karşı olan davranışlarını
duyguları aracılığıyla deneyimlemeye başlar. Bu süreçte çocuğun duygusal
gereksinimlerinin karşılanması adına anne – baba tutumları tam da bu noktada
çok önemlidir. Çocukların gerek yaşıtlarıyla gerekse aile içindeki bireylerle iyi
ilişkiler kurabilmeleri için fırsatların sağlanması ve bunların geliştirilmesi de anne
babanın görevidir. Anne ve baba tutumları, çocuğun ileride hayatına yön verir.
Yaşadığı tüm davranış ve ilişki deneyimleri, dolayısıyla oldukça önemlidir. Tüm bu anne – baba tutumlarının,
çocuğun kişilik gelişimine etkileri düşünüldüğünde anne – baba tutumları aşağıdaki şekilde gruplanır:
Aşırı Hoşgörülü Anne – Baba Tutumu:
·Kesin kurallar belirtilmez ve çocuğun davranışlarına karşı sınırlama getirilmez.
·Yanlış davranışlar karşısında tepki verilmez ya da bu davranışlar onaylanır.
·Çocuğa sınırsız hak ve özgürlükler verilir.
·Çocuğun her istek ve arzularını yerine getirmek için çaba harcanır.
·Aile, çocuğu merkeze alır. Çocuk, anne – babayı yönetir.
Anne-baba
tutumları
çocugun
hayatına yön
verir.
(
Bu anne baba tutumu ile yetişen çocuk:
·İstek ve arzularının hemen yerine getirilmesini bekler ve istedikleri hemen yapıldığından dolayı
duygu, istek ve dürtülerini denetlemekte ve beklemekte zorluk yaşayabilir.
·İstedikleri olmadığında aşırı öfke duygusu oluşabilir.
·Toplumsal kurallar veya sınırları uygulamakta zorluk yaşayabilir.
·Kendi akran grupları veya sosyal ortamlarda uyum sağlamakta güçlük çekebilir.
19
Kabul Edici, Güven Verici, Demokratik Anne-Baba Tutumu:
·Bu tutumu sergileyen ebeveynlerde aile içinde güven ve hoşgörü vardır.
·Çocuğun duygu ve düşüncelerin ifade edebilmesi için çocuğa fırsat tanınır.
·Aile içinde belli kurallar ve çerçeveler dâhilinde çocuğa yeteri kadar sorumluluk verilir ve
sorumluluk duygusu kazandırılır.
·Çocuk kendini aile içerisinde değerli ve kabul edilmiş bir birey olarak hisseder ve kendisini ailenin
bir parçası olarak görebilir.
·Aile içerisinde yeteri kadar sevgi ve ilgi vardır.
·Çocuğun istek ve ihtiyaçları bilinir ve karşılanır.
·Çocuğa kendi kararlarını kendisinin verebilmesi ve duygularını ifade edebilmesi için imkan verilir.
sevgi,
saglıklı
iletisimle
duygu ve
düsüncelerin
paylasımı
dır.
(
.
.
.
Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:
·Yetişkinlik hayatlarında kendine güvenen, sorumluluk sahibi, kendi kendini yönetebilen
sağlıklı bir kişilik geliştirir.
Sosyal ortamlarda dışadönük ilişkiler kurabilen bir yapıya sahip olur.
İş yaşantısında girişimci olabilir, öz disipline sahip kurallara uyabilen aktif ve lider
özelliklerine sahip olabilir.
Sınırlarını bilen, başka insanların fikirlerine saygı duyan ve kendi fikirlerini rahatlıkla
söyleyebilen bir birey olabilir.
Çevresindeki insanlara karşı güven duygusu aşılar.
Kendi hakları ve başkalarının hakkına saygı duymasını bilir.
Aşırı Otoriter ve Reddedici Anne – Baba Tutumu:
·Çocuğun tüm ihtiyaçlarının çocuğun kendisi tarafından karşılanması beklenir.
·Baskı ve otoriterlik vardır.
·Çocuğun istek ve arzuları yerine getirilmez, ailenin koyduğu kurallara uyulması beklenir.
·Sadece ailenin istekleri karşılanır.
·Çocuğun duygu ve düşünceleri yok sayılır, gerektiği yerde aile cezalandırıcı bir tavır sergileyebilir.
·Çocuğun olumlu davranışlarından ziyade olumsuz davranışları konuşulur ve bu davranışlar sürekli
eleştirilir.
Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:
·Aşırı otoriter tutum, çocukta ürkek ve korkak bir yapı geliştirmektedir.
·Diğer insanlarla iletişim kurmakta zorluk yaşayabilir.
·Özgüven problemi ya da veya içe kapanıklık yaşayabilir.
·Saldırgan bir yapı geliştirip kurallara uymayan ve suça kolaylıkla karışan kişiler olabilir.
·Kişinin kendi benlik saygısı düşüktür.
·Kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmekten çekinir, pasif ve geri planda kalmayı tercih eder.
20
Mükemmelliyetçi Anne – Baba Tutumu:
·Anne ve babaların beklentileri çok yüksektir ve bu beklentilerinin karşılanması beklenir.
·Çocuğun her alanda başarılı olması istenir, tamamen başarı odaklı bir tutum sergilenir.
·Çocuğun potansiyelinin üzerinde başarı beklenir ve hata yapması kabullenilmez.
·Mükemmel olduğu zaman çocuk daha çok sevilir ve çocuğa daha fazla ilgi gösterilir.
Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:
·Beklentiler karşılanmadığı zaman yetersizlik duygusu ortaya çıkar.
·Kendini değersiz ve başarısız hisseder, kolay pes eden bir yapıya sahip olur.
·Başarısızlık karşısında hayal kırıklığı yaşayabilir.
·Kolay kolay bir işe başlayamayabilir, tedirgin olur.
·Kendi içinde sürekli çatışma halindedir ve olumsuz duygular geliştirebilir.
Tutarsız Anne – Baba Tutumu:
·Anne ve baba belirli bir sınır çizmez, çocuğa nerede ve ne zaman durması gerektiğini söylemez.
·Ebeveynler, bazen aşırı biçimde izin verici davranabilir bazen de aşırı katı bir tutum sergileyebilirler.
·Kurallar belli değildir. Anne ve babanın günlük durumuna göre değişkenlik kazanır.
·Çocuk aynı yaptığı davranış karşısında bir gün olumlu tepki alırken, başka bir gün de olumsuz bir
tepki ile karşı karşıya kalabilir.
·Aynı durum karşısında bazen ödüllendirilir bazen de cezalandırılır.
Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:
·Tek başına karar vermekte zorlanabilir.
·Sosyal ilişkilerinde güven problemi yaşayabilir.
·Zamanla çevresindeki insanlara güvenmeyen, her şeyden şüphelenen, kararsız bir yapı geliştirebilir.
Yazar: Meryem Yıldırım
Oyun Terapisti / Klinik Psikolog
psikologmeryemyildirim
21
Sorunlarla başetmede 3
yol vardır.
Savaşmak
Kaçmak
Donup kalmak
22
İLİŞKİLER
durumlarda bile devam edebiliyor. Kıyafet konusunda kontrolcü yapıya sahip birisiyle birlikte olan
kişi bu sebepten dolayı partnerinden ayrıldığında, bir sonraki partneri de arkadaşları konusunda
kontrol sağlamak isteyen birisi olabiliyor. Ya da fiziksel şiddet gördüğü için ilişkisini bitiren kişi bir
sonraki ilişkisinde duygusal ve psikolojik şiddete maruz kalabiliyor. Bazen ne kadar şekil değiştirse
de aynı şeyi farklı şekillerde yaşayıp döngü tekrar edebilir. Bunların sebepleri kişinin ebeveynleriyle
kurduğu ilişki, çevresinde uzun dönem boyunca gözlemlediği ilişki türleri ve yaptığında onay alan
davranışları olabilmektedir. Kişi ona bilindik ve tanıdık gelen
duyguyu/durumu seçip onu zorlasa da bu ilişkiyi devam ettirebiliyor. Bilinmeyen ve
tanınmayan duygu ise kişiyi korkutup kendisini geri çekmesine neden olabiliyor.
Romantik ilişkilerimizde diğer tüm ilişkilerimizde de olduğu gibi ilk
kurduğumuz ilişkinin bir benzerini devam ettiriyoruz aslında. Buradaki birincil bakım
verenimiz ile kurduğumuz ilişkimiz dünyayı algılama biçimimizin ve diğer
ilişkilerimizin temellerini atıyor. Bağlanma stilimiz hayatımızda farkında olmadığımız
birçok şeyi etkileyebiliyor.
Kişi, çocukluğunda ebeveyniyle kurduğu ilişkide ihtiyaçlarının karşılanacağından
eminse ve ebeveynlerini güvenli bir dayanak olarak görüp dünyayı keşfetmeye hazır hale
gelebildiyse kurulan ilişki sağlıklı ve güvenlidir. Bu da kişinin ileriki hayatında kuracağı ilişkilerde
güvenli bir ilişki tarzı edineceğini gösteren temel işaretlerdendir. Güvenli bağlanma stiline sahip olan
kişiler sevilebilir olduklarına inanır ve ihtiyaçlarının karşılanacaklarını düşündükleri için ihtiyaçlarını
dile getirmekten çekinmezler. Düşündüklerini ve hissettiklerini kolayca ifade edebilirler. İletişime
açık ve karşı tarafın ihtiyaçlarına duyarlıdırlar. Levine ve Heller, bağımlılık paradoksu ile kişinin, ne
kadar güvenli bir bağ kurduysa o kadar bağımsız olabileceğini ifade eder. Kişi karşındakinden ne
kadar eminse o kadar kendi gibi davranabiliyor, korkusuzca, hareketlerini karşısındakine göre
şekillendirmeden, sahip olduğu kişiliğiyle rahatlıkla bir ilişki yaşayabiliyor. Ancak kişinin
ebeveyniyle kurduğu ilişki güvensiz bir ilişkiyse bu kişinin romantik ilişkilerinde kaygılı veya
kaçıngan bir tutum sergileyebileceğini gösteriyor.
İlişkiler söz konusu olduğunda hepimiz mutlaka tekrar eden döngüleri
dinlemişizdir. Gerek arkadaş ortamımızda gerek profesyonel yaşantımızda ilişkiler
her zaman önemli bir yer tutar. İlişki içerisindeyken veya ilişki sonrasında “Hep
aynı şeyleri yaşıyorum.” “Bu seferki de onun gibi çıktı.” “Oysa onu –A- kişisinden
çok daha farklı zannetmiştim hâlbuki aynılarmış.” “Niye sürekli aynı insanları
çekiyorum anlamıyorum.” gibi yakınmaları sıklıkla duyuyor olabiliriz.
İlişki içerisindeyken kişi ne kadar rahatsız olduğu bir şeyler olsa da bu ilişkiyi devam
ettirebiliyor. Veya aynı örüntü (rahatsız olduğu durum) karşısındaki partnerin değiştiği
baglan
ma
stilimiz
farkında
olmadıgı
mız
birçok
seyi etki
liyor.
.
(
(
23
Kaçıngan baglanma
stilinde kisilerde
.
yakınlık arttıkça geri
çekilme baslar.
(
.
Kişinin ebeveyniyle kurduğu ilişkide
ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmayacağından
emin olmaması; ihtiyaçların, ebeveyninin ruh
haline göre bazen karşılanıyor bazen de
karşılanmıyor olması bu kişinin ileride kuracağı
romantik ilişkileri kaygılı bir bağlanma stiliyle
kurmasına neden olabilir. Yine, ebeveynin
kendisiyle ilgili olumlu bir durum yaşandığında
çok mutlu olup çocuğa tüm mutluluğunu; olumsuz
bir durum yaşandığında ise tüm mutsuzluğunu
yansıtması da bu kaygılı bağlanma örüntüsünü
besler. Çoğu zaman karşısındakinin hissettikleri ve
yaptıklarına göre kendini şekillendirip,
pozisyonunu belirler. Bu da kişinin zihninin
sürekli partneriyle meşgul olmasına neden olup
kişinin özgürce hareket etmesini engeller.
Kişilerin ebeveyniyle kurduğu ilişkide
ihtiyaçları karşılanmıyorsa, duygusal olarak
sevilme duygusunu ebeveyninden alamıyorsa bu
kişilerin ileride kuracağı ilişkilerde kaçıngan
bağlanma stiliyle ilişki kurma olasılığı
yükselmektedir. Kurduğu ilişkilerde sürekliliğin
olmadığı, yakınlığın ve bağlanmanın onlara
korkutucu geldiği durumlar yaşayabilirler. Kişiler
partnerlerini ne kadar sevse de yakınlık arttıkça geri çekilmeye başlayabilirler.
Bildiğimiz örüntüyü tekrar etme eğilimini yaşımız ne kadar ilerlese de devam ettiriyoruz. Bize,
tanıdık ve bilindik gelen duygu ve durumlar; bizi zorlayacak, değişmek için çabalamamızın gerektiği,
kurmak istediğimiz ilişki tarzı yerine bize o örüntüleri tekrar yaşatacak benzer ilişki biçimleri kurma
sebebimiz olabiliyor.
Kurduğunuz ilişki tarzını fark edebilmek ve değiştirebilmek için psikoterapiye başvurabilir,
gelişmek için bir adım atabilirsiniz.
Yazar: Sena Öz
Psikolojik Danışman
pskdanismansenaoz
24
PANDEMİ SÜRECİNDE DUYGULARIMIZI NASIL DÜZENLEYEBİLİRİZ?
Dünya geneline yayılan COVID-19 salgını bir yıla yakındır hayatımızda pek çok
değişikliğe sebep oldu ve olmaya da devam ediyor. Bu değişimler her birimizin iç
ruhsal sistemini ve etkileşim sistemini değişen oranlarda etkilemektedir. Bazılarımız
iç ruhsal olarak bu süreçle daha iyi baş edebiliyorken, bazılarımız ise kendimizi bu
süreç karşısında daha savunmasız ve çaresiz hissedebilmekteyiz. Bu farklılığın pek
çok nedeni vardır. Erken dönem bağlanma tarzımız, sahip olduğumuz içsel ve dışsal
kaynaklarımız, travmatik yaşam deneyimlerimiz gibi kişisel öykümüzle bağlantılı
değişkenler, yaşadığımız sıkıntı veren olayla başetme düzeyimizi belirler.
COVID-19 hepimizin emniyetine yönelik bir tehdit ve tehlike teşkil etmektedir. Hem
sağlığımız risk altındadır hem de belirsizlik söz konusudur. Özellikle belirsizlik gibi stres kaynağının
yoğun olduğu ve kontrol duygumuzun zayıfladığı süreçlerle başetmek pek kolay değildir. Tehdit ve
tehlike altında ki organizmamız ilkel savunma sistemlerinden ‘’savaş-kaç-don’’ mekanizmalarını
devreye koymaktadır. Bunu, sistemimizin otomatik pilotu olarak düşünebiliriz. Bu sistem otomatik
olarak devreye girer ve bir tehdit karşısında otonom sinir sisteminde beynimize gelen tehlike alarmı
ile aktive olur. Bu sistem tıpkı bir otoban gibi çalışır ve 7/24 tehlike ve tehdit arayışı içerisindedir.
Fakat bu ilkel sistemimiz aşırı yüklendiğinde bazen yanlış ve aşırı tehlike alarmı verir. Dolayısıyla da
organizmamız ‘’savaş-kaç-don’’ ilkel savunma sitemleriyle hareket eder. Bu durumda dengede
kalmamız ve duygularımızı düzenlememiz çok mümkün olmamaktadır. Çünkü yaşanılan olayla
sistemimizin verdiği reaksiyon arasında bir tutarsızlık vardır. Böylece anksiyete bozukluğu, panik
atak gibi duygu düzenlememizi yapamadığımız semptomlar ve rahatsızlıklar geliştirebiliyoruz. Tıpkı
yangın dedektörünün bozuk olduğu bir binanın sigara dumanında bile yanlış alarm vermesi gibi.
belirsizlik
kaygı
25
Bu ilkel sistemimizin yanı sıra beynimizde ‘‘neo-korteks’’
dediğimiz “sosyal beyin” olarak da adlandırabileceğimiz bir
sistemimiz daha vardır. Bu sistem tehdit edici olaylar karşısında
bilinçli farkındalığımızı oraya yoğunlaştırarak duygularımızı
düzenlemeye ve daha işlevsel baş etme becerileri geliştirmemize
yardımcı olur. Yani sosyal beyine dikkatimizi verdiğimizde ilkel
sistemimizden gelen bazı yanlış ve aşırı mesajların duygularımız
üzerinde yarattığı etkilerle daha sağlıklı bir şekilde başedebiliriz.
Hepimiz bir şekilde fiziksel yaralanmalar ve bu fiziksel yaralanmalara
yapılacak ilk yardım müdahalesi için bazı temel bilgilere sahibiz. Bu bilgileri
okulda, ailede ve medyada öğrenebiliyoruz. Fakat duygusal yaralanmalarımıza
karşı yapılacak ilk yardım konusunda pek bir şey öğretilmediği gibi genellikle
bir olaydan kaynaklı olarak yaşadığımız duygu deneyimimizle ilgili olarak da o
duyguyu bastırmamız veya kafamıza takmamamız gerektiği gibi yöntemlerle
duygularımızı görmezden gelmemiz tavsiye edildi. Hâlbuki nasıl fiziksel bir yaramız
acı vererek o yaranın hala iyileşmediğine ve tedaviye ihtiyacı olduğuna dair bilgi veriyorsa
duygularımız da ruhsal yaralarımızla ilgili eşsiz bilgiler verir. Duygularımızın bilgeliğine kulak
vererek duygusal ilk yardımı kendimize sunabiliriz.
Bize ait
olan hiçbir
duygu
olumsuz
degildir.
(
Duygularımızın bize iç ruhsal sistemimizle ilgili ne söylediğini
anlamanın ilk basamağı dikkati duygularımıza vermektir. Bir
şeye dikkatimizi vermediğimiz sürece onun üzerinde çalışmak
pek mümkün değildir. Dikkatimizi verdiğimiz duygular hangi
duygular, bu duygularla ne yapıyoruz, bedenimizde nerede ve
nasıl bir duyum oluşturuyor, o duygularla ilgili yargılarımız
neler gibi sorularla duygularımızla temasa geçmek onları
tanımaya katkı sağlar. Yaşadığımız sıkıntı veren olayla ilgili
duygularımızı tanımladıktan sonra hangi duygu veya duyguları
yaşıyorsak ikinci basamak onları kabul etmektir. Bize ait olan
hiçbir duygu bizim için olumsuz değildir. Örneğin korku
duygusuna yönelik yargılarımız pek de olumlu değildir. Oysa
korku, kendimizi bir tehlike veya tehditten korumamız
gerektiğine dair mesaj verir.
26
Öfkeyi ele alalım. Öfke, haksızlığa uğradığımız
zaman ortaya çıkar ve hakkımızı korumamız
gerektiğini söyler. Utanç duygumuz ise yanlış
yaptığımızı söyler ve bizi zarar vermekten korur.
Üzüntü, bize önemli olan birisini veya bir şeyi
kaybettiğimizi bildirir. Aslında bütün
duygularımız koruyucu ve yaşamsaldırlar.
Duygularımızı kabul edip onları yaşamaya izin
verirsek sistemimizde işlemleyip neye ihtiyacımız
olduğunu da daha iyi belirleyebiliriz. Bazen
sistemimiz aşırı yüklendiğinde bir ve ikinci
basamakla duygularımızı düzenlemek pek
mümkün olmayabilir. Bu durumda sağ beynimize
yardımcı olacak bazı girişimlerde bulunabiliriz
buna üçüncü basamak diyelim. Sağ beynimiz
çözülmemiş sorunlarımız ve duygularımız için bir
depodur.
Yani sıkıntı veren bir olayı veya duygusal
deneyimi geçici olarak sağ geçici lobda tutar ve
daha sonra yararlı bilgiye ulaştığında depoladığı
sıkıntı veren olayı veya duygusal deneyimi
işlemler. Tıpkı sağ beynimizin yaptığı gibi biz de
‘‘hayali bir konteynır veya kutu’’ ile bize sıkıntı
veren deneyimleri daha sonra gözden geçirmek
üzere uygun hale gelene kadar güvenilir bir kenara
kaldırabiliriz. Sonuç olarak hangi duygulara sahip
olduğumuzu, bu duygulara ne zaman sahip
olduğumuzu, bu duyguları nasıl
deneyimlediğimizi ve duygularımızı nasıl ifade
ettiğimizi fark ettiğimizde, bu duygularımızı daha
iyi düzenliyoruz demektir.
Tabi bütün bunların yanı sıra enerjiyi almak
ve açığa çıkarmak için bir dengeye ihtiyacımız
var. Örneğin; uyumak, uyanmak, yemek ve
aktivite, çalışmak ve oynamak, yalnız ve
diğerleriyle zaman gibi günlük rutinlerimize de
bağlı kalmalıyız. Unutmayalım ki sistemimiz
iyileşmeye çok isteklidir ve iyileşme için de sahip
olduğu pek çok kaynağı vardır.
Yazar: Feyyaz Aslan
Uzm. Psk. Dan. & Aile ve Çift Terapisti
feyyazas.65@hotmail.com
27
Duygu olmadan hiçbir
karanlığın aydınlığa
dönüşmesi, hiçbir ataletin
harekete dönüşmesi
mümkün değildir.
Carl JUNG
28
Psikoterapi
hakkında yanlıs
bilinenler
.
1.
Psikoterapi, sohbet etmek, dert dinlemek, teselli etmek, gaz vermek, onaylamak, akıl vermek
değildir. Bunlar sadece kısa süreli ve geçici bir rahatlama sağlar. Uzun vadede tedavi edici
değildir.
2.
Psikoterapide ilk birkaç seans genellikle bireyi tanımaya, problemi bulmaya ve uygulanacak
tedavi stratejilerini belirlemeye yöneliktir. Psikoterapiye gelen danışanların ilk görüşmede
sorunlarından tamamen kurtulup yepyeni bir hayata başlayacaklarını düşünmeleri çoğu zaman
hayal kırıklığı yaşamalarına ve terapiyi bırakmalarına neden olmaktadır. Tabi ki psikoterapi
yeni bir hayata başlamak için güzel bir fırsattır. Ancak bunun için biraz sabır gerekmektedir.
3.
Psikiyatristler ilaç yazar, psikologlar psikoterapi yapar fikri her zaman geçerli
değildir.Türkiye’de üniversitelerin psikiyatri ve psikoloji bölümlerinde lisans öğrencilerine
kapsamlı bir psikoterapi eğimi verilmemektedir (2014). Dolayısıyla psikoterapi, psikolog,
psikolojik danışman ve psikiyatristlerin üniversite eğitimlerinden sonra bireysel olarak
katıldıkları eğitimler ve çalışmalar sonrası uzmanlaşılan bir alandır. Her ne kadar ülkemizde
psikiyatri polikliniklerinde ilaç tedavisi öncelikli olarak kullanılsa da psikoterapi eğitimi
almış ve psikoterapi uygulayan psikiyatristler de bulunmaktadır.
4.
Psikoterapinin alternatifi antidepresan ilaçlar değildir. Psikoterapi gerektiren sorunlara
yönelik olarak doktor gözetimi olmadan, bilinçsizce antidepresan kullanımı, sorunları kısa
süreli olarak bastırmakta fakat uzun vadede beynin nörokimyasal dengesinin bozulması
sonucuyla daha ciddi sorunlara yol açabilmektedir.
29
5.
6.
7.
Psikoterapi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıklıkla istismar edilebilen bir alan
olmuştur. Psikoloji veya tıp eğitimi olmayan kişilerin kulaktan dolma bilgilerle ve kısa
süreli aldıkları bazı kurslarla (hipnoz, eft vb.) psikoterapi yapmaları etik değildir. Hipnoz,
eft ve emdr terapide kullanılabilecek önemli enstrümanlardır. Ancak psikoloji altyapısı
olmayan insanların salt bu yöntemlerle hastalıkları iyileştirdikleri iddiası bilimsel değildir.
Yine bu yöntemleri uygulayan kimselerin “Bir günde panik atağa son.”, “Üç seansta
depresyondan kurtulun.” gibi reklamları bilimsel verilerle bağdaşmamaktadır. Hiçbir
danışanı görmeden ve değerlendirmeden bu tür iddialarda bulunulamaz.
Psikoterapi sadece çocukluk anılarınızın veya geçmiş travmalarınızın anlattırıldığı bir
süreç değildir. Çocukluk anılarının ve geçmiş travmaların üzerine odaklanan terapiler
psikodinamik ve psikanalitik kökenli terapilerdir ve son derece akımlardır. Ancak bu
dünyada bilinen onlarca farklı terapi yöntem ve tekniklerinden bir tanesidir. Örneğin
bilişsel ve davranışçı terapiler çok fazla geçmiş yaşantılara odaklanmaz, bugün ile çalışır.
Psikoterapiye sadece hasta insanlar gitmez. Her insan hayatı boyunca zorlu süreçlerle
karşı karşıya kalır. Bu süreçlerin yaşandığı dönemlerde daha sağlıklı kararlar alabilmek,
süreci en az hasarla atlatmak ve daha dengeli bir yaşam sürdürebilmek adına psikoterapi
bireye büyük faydalar sağlar.
Yazar: Mustafa Gödeş
Klinik Psikolog
psk.mustafagodes
30
PANDEMİYE SON BİR BAKIŞ
Bu yazıda biraz da temennim olan bir konudan bahsetmek istiyorum. Son
zamanlarda hayat tarzımızı baştan sona değiştiren pandemi sürecinin yavaş
yavaş son bulması. Elbette hala bu noktada bazı soru işaretleri olsa da aşının
bulunması bu zorlu süreçte bizim için yeni bir umut ışığı oldu.
Alışkanlıklarımızı, eğitim ve iş yaşantımızı, insanlarla selamlaşma biçimimizi
dahi baştan sona değiştiren bir süreç bizden her ne kadar bazı şeyleri götürdüyse
de yaşanan olayların bize kazandırdığı olumlu alışkanlıklar da oldu elbette.
Gerek virüsün seyrinden dolayı kazanmak durumunda olduğumuz
alışkanlıkların hayatımızda belli kayıplara yol açması, gerek bu dönemde oluşan
bazı olaylardan fazlaca etkilenip, yaşanan birtakım olaylar üzerinde pek kontrolümüzün olmaması
gibi faktörler nedeniyle bu süreçte bizi sıkça etkileyen bir duyguyu çoğumuz hissettik eminim,
“kaygı”.
Bu yazıyı yazarken zamanda biraz geriye gidip salgının nasıl başladığını hatırlamaya çalıştım.
Salgın henüz Türkiye’ye uğramadan önce elimden geldiğince haberlerden kaçınmaya çalışıyordum.
Gitgide dünyada yayılıp pandemi haline geldiğindeyse bu yönelimim fazlasıyla arttı. Bu noktadan o
noktaya baktığımda virüsün bulaştığı ülkelerdeki yeni hayat tarzının bize de ulaşmasından
endişelendiğimi ve sevdiğim insanların bu hastalık yüzünden zarar görme ihtimalinin beni epey
kaygılandırdığını fark ediyorum. Bu düşünceler bana pandemiyi anımsatan her şeyden bir biçimde
kaçınmayı teşvik ediyordu ta ki virüs bizim hayatımızın bir parçası olana kadar. Artık istesem de
istemesem de yeni değişikliklere adapte olmak, korktuğum bu duygularla yaşamak
mecburiyetindeydim. Daha sonrasında hepimizin az çok ortak bir paydada buluştuğu yeni yaşama ya
da daha çok kullandığımız şekliyle yeni normale alışmaya başladım.
Eminim ki bir kısmınız insanların çılgınca stok yaptığı, marketlerin temel gereksinimlerimizi
karşılayabilmek için ekstra çalıştığı o dönemi anımsayacaktır. Her ne kadar bizim ülkemizde bu çok
fazla hissedilmediyse de basından ve sosyal maddeden elde ettiğimiz bilgilerle diğer ülkelerde bunun
çok dışında bir tabloyla karşılaşabildiğini söyleyebiliriz. Peki neden? İnsanlar ihtiyacı olmadığı halde
neden raflarca tuvalet kağıdı depoladı, neden iki günlük ev kısıtlaması için sokağa çok büyük bir
kalabalık akın etti, neden son anda koştur koştur markete gidip bisküvi ve kola alan insanları
seyrettik? Bu insanların herhangi birini ayıplayabilir miyiz, ayıplamalıyız?
insanın en
temel
gereksinimi
güvende
hissetmektir.
İnsan ırkı olarak en temel gereksinimlerimizden birisi güvende
hissetmektir. Bu durumdan uzaklaştıkça sergilediğimiz her davranışın
altında derin bir mantık aramak uygun olmayabilir. Buradan kesinlikle
küçümseme gibi bir anlam çıkarılmamalı aksine örnek verilen
davranışlar ve benzeri durumların, güvenlik hissimizin zedelenmesi ve
belirsizliğin de bir sonucu olarak kaygının doğmasıyla bizi otomatik
bazı davranışlara sürüklemesi kaçınılmazdır.
31
Tüm bu şeyleri aslında pandemi bize biraz yabancıyken yaşadık, henüz sürecin
başındayken. Zamanla yeni hayatımıza alıştık. Şimdi belki her şey tam olarak bitti
diyemesek de en azından bu sürecin başlangıcında olduğumuzu söyleyebiliriz. Peki, şimdi
bu süreçten ne elde ederek ayrılıyoruz? Öncelikle bu dönemde insanlarla yüz yüze
etkileşimimizi epey kısıtlamamız gerekti dolayısıyla yalnız başımıza vakit geçirmeyi
öğrendik. İnsanların evde kalmasıyla doğadaki değişim belirgin bir şekilde fark edildi,
insan faktörünün doğaya etkisi gözlemlendi.
Bir kısmımız bu davranışı değiştirme kararı
aldı. Ülkelerin salgınla savaşabilmek için gerekli
malzemelere erişebilmek adına başka ülkelerin
yardım malzemelerine dahi el koymaları gibi
faktörler kendi kendine yetinebilme politikasını
güçlendirdi. Birçok faktör daha sayılabilse de
belirgin olanlardan bahsetmek istedik. Burada
dikkat çekmek istediğimiz nokta aslında bu kadar
kaygı uyandıran ve bizde göreceli olarak olumsuz
anılar bırakan bir sürecin bizden götürdüğü şeyler
kadar bize kazandırdığı şeylerin de olduğudur.
İnsan doğası yaşanılan bu zorlu süreçlerden bile kayıplara rağmen yeni şeyler
öğrenerek ve avantajlardan da dezavantajlardan da bilişsel sistemine eklemeler
yaparak çıkabilen olağanüstü bir yapıdır.
Yazar: Merve İpek
Psikoloji Lisans Öğrencisi
32
HANGi
baglanma stiline
sahipsiniz!
)
Sizin için DOĞRU olan her ifade için küçük kutuyu işaretleyin. (Yanıt "doğru" değilse
herhangi bir şıkkı işaretlemeyin.)
A
Sıklıkla partnerimin beni sevmekten vazgeçeceğinden endişe duyarım.____________________________________________________
Partnerime şefkat göstermekte zorlanmam.__________________________________________________________________________
Biri gerçek beni tanıdığında, olduğum kişiden hoşlanmayacağını düşünürüm. ______________________________________________
Bir ayrılığın ardından çabucak toparlanırım. Birini bu kadar çabuk aklımdan çıkarmam tuhaf. _________________________________
Bir ilişkide olmadığımda kendimi kaygılı hissederim. _________________________________________________________________
Partnerim kendini kötü hissettiğinde ona duygusal destek vermekte zorlanırım. _____________________________________________
Partnerim uzakta olduğunda bir başkasıyla ilgileneceğinden korkarım.____________________________________________________
Partnerime rahatlıkla güvenirim___________________________________________________________________________________
Bağımsızlığım ilişkilerimden önemlidir.____________________________________________________________________________
En derin hislerimi partnerimle paylaşmayı tercih etmem._______________________________________________________________
Partnerime nasıl hissettiğimi gösterirsem benim için aynı hissetmeyeceğinden endişelenirim.__________________________________
Romantik ilişkilerimden genellikle memnunum.______________________________________________________________________
Romantik ilişkilerimde trip atma ihtiyacı hissetmem.__________________________________________________________________
İlişkilerim hakkında çok düşünürüm._______________________________________________________________________________
Partnerlerime güvenmekte zorluk çekerim.__________________________________________________________________________
Bir partnere hızla bağlanma eğilimim vardır..________________________________________________________________________
İhtiyaçlarımı ve isteklerimi partnerime ifade etmekte pek zorlanmam_____________________________________________________
Partnerime zaman zaman nedenini bilmeden öfke duyar ve sinir olurum..__________________________________________________
Partnerimin ruh hali beni çok etkiler._______________________________________________________________________________
İnsanların çoğunlukla dürüst ve güvenilir olduğuna inanırım____________________________________________________________
Tek bir partnerle yakınlık kurmak yerine, kimseye bağlanmadığım tek gecelik ilişkileri tercih ederim.___________________________
Kişisel fikirlerimi ve duygularımı partnerimle rahatça paylaşırım.________________________________________________________
Partnerim beni terk ederse, bir daha kimseyi bulamayacağımdan endişe duyarım..___________________________________________
B
C
33
HANGi
baglanma stiline
sahipsiniz!
)
A B C
Partnerim çok yakınlaştığında gerilirim. _____________________________________________________________________________
Bir çatışma anında, meselenin gerekçelerini konuşmak yerine, düşünmeden sonradan pişman olacağım
şeyler yapma ve söyleme eğilimim vardır.____________________________________________________________________________
Partnerimle tartışmamız ilişkimizin tamamını sorgulamama sebep olmaz.___________________________________________________
Partnerlerim genellikle benim rahat hissettiğimden daha fazla yakınlık kurmak ister.__________________________________________
Yeterince çekici olmadığımdan endişe duyarım._______________________________________________________________________
İlişkilerimde pek dram yaratmadığımdan insanlar beni sıkıcı bulur.________________________________________________________
Partnerimi ayrıyken özler, bir aradayken kaçma isteği duyarım.___________________________________________________________
Biriyle fikir ayrılığı yaşadığımda fikirlerimi rahatça ifade edebilirim..______________________________________________________
Başka insanların bana bağımlı olduğu hissinden nefret ederim..___________________________________________________________
İlgilendiğim birinin başkalarıyla ilgilenmesi beni korkutmaz. Belli belirsiz bir kıskançlık hissederim,
ama uçup gider..________________________________________________________________________________________________
İlgilendiğim birinin başkalarıyla ilgilendiğini görmek bana kendimi depresif hissettirir.________________________________________
İlgilendiğim birinin başkalarıyla ilgilendiğini görünce rahatlamış hissederim. Daha özel bir şeylerin
peşinde olmadığını gösterir._______________________________________________________________________________________
Çıktığım kişi soğuk ve uzak davranırsa, ne olup bittiğini merak ederim ama muhtemelen benimle ilgili
olmadığını bilirim..______________________________________________________________________________________________
Çıktığım kişi soğuk ve uzak davranırsa muhtemelen aldırmam, hatta biraz rahatlamış hissederim.________________________________
Çıktığım kişi soğuk ve uzak davranırsa, bir şeyleri yanlış yaptığımdan endişelenirim.._________________________________________
Partnerim benden ayrılacak olursa ona ne kaçırdığını göstermek için elimden geleni yaparım (biraz
kıskançlıktan zarar gelmez)._______________________________________________________________________________________
Birkaç aydır çıktığım biri benden ayrılmak isterse, başta incinirim ama daha sonra toparlarım..__________________________________
Bazen ilişkide istediğimi elde ettikten sonra, artık neyi istediğimden emin olamam.___________________________________________
Eski partnerlerime (tamamen platonik olarak) bağlantıda kalmaktan rahatsızlık duymam. Nihayetinde
birçok ortak noktamız var.________________________________________________________________________________________
34
HANGi
baglanma stiline
sahipsiniz!
)
A sütunundan işaretlediğiniz kutuların toplamı:
B sütunundan işaretlediğiniz kutuların toplamı:
C sütunundan işaretlediğiniz kutuların toplamı:
Puanlama Anahtarı:
Her kategoride ne kadar fazla işaretlediyseniz, ilgili bağlanma stiline ait o kadar özellik taşıdığınız
anlamına gelir. A kategorisi kaygılı bağlanma stili, B kategorisi güvenli bağlanma stili, C kategorisi
kaçıngan bağlanma stilini temsil ediyor.
Kaygılı Bağlanma Stili
Partnerlerinize yakın olmayı seviyorsunuz ve büyük bir yakınlık kurabiliyorsunuz. Fakat yine de
partnerinizin sizin istediğiniz kadar yakın olmak istemeyeceğinden korkuyorsunuz. İlişkiler, duygusal
enerjinizin büyük kısmını tüketiyor. Partnerinizin davranışlarında ve halindeki ufak dalgalanmalara
karşı fazla duyarlı olma eğiliminiz var ve genellikle algılarınız doğru olsa da partnerinizin
davranışlarını fazla kişisel algılıyorsunuz. İlişki boyunca bir çok olumsuz duygu hissediyorsunuz ve
moraliniz kolayca bozuluyor. Nihayetinde, trip atıyor ya da sonradan pişman olacağınız şeyler
söylüyorsunuz. Diğer kişi size fazlasıyla güvence ve rahatlama sağladığında, kaygılarınızla olan
meşguliyetiniz dağılıyor ve memnun hissediyorsunuz.
Güvenli Bağlanma Stili
Bir ilişkide sıcak ve sevgi dolu olmak sizin için doğal. İlişkileriniz hakkında çok fazla
endişelenmeden yakınlığın tadını çıkarıyorsunuz. Konu romantizm olduğunda emin adımlarla
ilerliyorsunuz ve ilişki meseleleri moralinizi kolayca bozmuyor. İhtiyaçlarınızı ve hislerinizi
35
HANGi
baglanma stiline
sahipsiniz!
)
partnerinize etkin bir şekilde ifade edebiliyorsunuz, partnerinizin duygusal ipuçlarını okumakta ve
onlara karşılık vermekte de iyisiniz. Başarılarınızı ve sorunlarınızı partnerinizle konuşuyorsunuz ve
size ihtiyacı olduğunda yanında olabiliyorsunuz.
Kaçıngan Bağlanma Stilini
Bağımsızlığınızı ve öz-yeterliliğinizi sürdürmeniz çok önemli. Bu yüzden genellikle özerkliği yakın
ilişkilere tercih ediyorsunuz. Diğerleriyle yakın olmayı istemenize rağmen, fazla yakınlıktan
rahatsızlık duyuyor ve partnerinizi hep belli bir mesafede tutma eğiliminde oluyorsunuz. Romantik
ilişkilerinize veya reddedilme konusuna fazla kafa yormuyorsunuz. Partnerlerinize içinizi
açamıyorsunuz ve onlar da genellikle duygusal açıdan uzak olmanızdan şikayet ediyor. İlişkilerde
kontrol ya da sınır ihlali gibi konularda çok hassas davranıyorsunuz.
36
Hera Psikoloji olarak danışmanlık hizmetimiz haricinde, Ruh Sağlığı çalışanlarına yönelik
olarak düzenlediğimiz 1. yılı Teorik ağırlıklı, 2. yılı uygulama, formulasyon ve süpervizyon olarak
devam eden eğitim programı sürdürülmektedir.
Seans odasında terapistin ihtiyaç duyacağı birçok terapötik beceri kazandırılması
amaçlanmaktadır. Ayrıca devamsızlık yapan ve sonradan izlemek isteyen kursiyerlere Off-line
izleme imkanı tanınmaktadır. Eğitim sürecinde teorik bilgiler, gerçek vaka deneyimleri ve
kayıtlarından yola çıkarak pratik becerilere dönüştürülmesi sağlanmaktadır.
Detaylı bilgi, içerik ve başvuru için;
www.psikoterapiakademisi.net
0(505) 996 44 44
37
HERA PSİKOLOJİ
İLETİŞİM BİLGİLERİ
0(505) 996 44 44
herapsikoloji@gmail.com
WEB SİTESİ
www.herapsikoloji.com
Sosyal Medya Hesapları
İnstagram: terapihera
facebook: terapihera
Youtube: Hera Psikoloji
Bireysel Danışmanlık Çift-Aile Danışmanlığı Çocuk-Ergen Danışmanlığı
Doğu Mah. Erol Kaya Cad. Hızır Reis Apt. No: 205/1 Daire:6 Pendik / İstanbul
Çavuşoğlu Mah. Özel Cad. Selimoğlu Apt. No: 1 Daire: 1 Kartal / İstanbul
Kurtköy Mah. Ankara Cad. Soygaz Sk. Beyaz Saray sit. A Blok Kat:2 Daire:6 Pendik / İstanbul