Hera Psikoloji Dergisi

Hera Psikoloji-İSTANBUL Hera Psikoloji-İSTANBUL

27.04.2021 Views

N İ S A N 2 0 2 1 | S A Y I N O . 1P S İ K O L O J İSADECE HERA'DAHİPNOZ;BİLİNÇDIŞINAAÇILANGİZEMLİ KAPIH pnoz hakkında b l nmeyenlerKl n k Ps kolog Eyüp AKIN kaleme aldı.BELİRSİZLİKTENÖZGÜRLÜĞEBel rs zl kle barışık yaşayab lmek, fırsatıkeşfe yaratıcılığa dönüştüreb lmek,Kl n k Ps kolog İshak BÜYÜKYILDIRIMPSİKOTERAPİHAKKINDA YANLIŞBİLİNENLERKl n k Ps kolog Mustafa GÖDEŞÖZEL!BİRERGENLEYAŞAMAKÜZERİNEPs koloj k Danışman Mesut ÇAKIR

N İ S A N 2 0 2 1 | S A Y I N O . 1

P S İ K O L O J İ

SADECE HERA'DA

HİPNOZ;

BİLİNÇDIŞINA

AÇILAN

GİZEMLİ KAPI

H pnoz hakkında b l nmeyenler

Kl n k Ps kolog Eyüp AKIN kaleme aldı.

BELİRSİZLİKTEN

ÖZGÜRLÜĞE

Bel rs zl kle barışık yaşayab lmek, fırsatı

keşfe yaratıcılığa dönüştüreb lmek,

Kl n k Ps kolog İshak BÜYÜKYILDIRIM

PSİKOTERAPİ

HAKKINDA YANLIŞ

BİLİNENLER

Kl n k Ps kolog Mustafa GÖDEŞ

ÖZEL!

BİR

ERGENLE

YAŞAMAK

ÜZERİNE

Ps koloj k Danışman Mesut ÇAKIR


Hera Psikoloji Dergisi

Yılda bir kere yayınlanır.

Tüm hakları saklıdır. Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen yayımlanamaz.

Copyright© Hera Psikoloji

Birinci Sayı: Nisan, 2021

herapsikoloji.com/heradergi

İmtiyaz Sahibi:

Hera Psikoloji

Editör:

Merve İPEK

Yazarlar:

Aynur AYTAÇ SEZGİN

Emine KURT ANTMEN

Eyüp AKIN

Feyyaz ARSLAN

İshak BÜYÜKYILDIRIM

Merve İPEK

Meryem YILDIRIM

Mesut ÇAKIR

Mustafa GÖDEŞ

Perihan ŞENSOY

Sena ÖZ

Bireysel Danışmanlık Çift-Aile Danışmanlığı Çocuk-Ergen Danışmanlığı

Doğu Mah. Erol Kaya Cad. Hızır Reis Apt. No: 205/1 Daire:6 Pendik / İstanbul

Çavuşoğlu Mah. Özel Cad. Selimoğlu Apt. No: 1 Daire: 1 Kartal / İstanbul

Kurtköy Mah. Ankara Cad. Soygaz Sk. Beyaz Saray sit. A Blok Kat:2 Daire:6 Pendik / İstanbul


Önsöz

Yeni eserler ortaya çıkarma konusunda beni en çok teşvik edenler; öğretmenlerim, dostlarım,

arkadaşlarım, danışanlarım ve özellikle öğrencilerimdir. Onların, aşkla yeni bilgiler edinmek için

bıkmadan usanmadan, azimli bir şekilde öğrenmeye istekli olmaları ve sorular sormaları bana, daha

çok eserler ortaya çıkarıp yapılacak daha çok şey olduğunu hatırlatıyor. Bir hocamın da bana dediği

gibi ‘’Bu dünyada üretmeyi bitiremeyip ahirette de üretmeye devam edersin’’ desturu ile daha birçok

yapılacak çalışmamız olduğunu biliyorum. Yavaş yavaş bu bilinçle hayalimdeki düşünceleri yeri ve

zamanı geldikçe eyleme koyarak yapmaya çalışıyorum. Bu hayallerden biri olan dergi çıkarmanın da

yeri ve zamanı geldi. Donanımlı, çalışkan bir çalışma ekibine sahibim. Bu güzel ekip ile yeni bir

çalışmaya başlamanın gururunu yaşıyorum.

Son iki yılda klinik alanda yaptığımız çalışmalardan o kadar olumlu dönüşler aldık ki doğru

yolda olduğumuzu hissediyor ve ekip olarak çalışmaya, üretmeye devam ediyoruz. Onlardaki azmi ve

aşkı gördükçe dergi sürecine de hızlı bir şekilde başladık. Şimdi birlikte yaptığımız çalışmaların

mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Bu sonuçları gördükçe de daha birçok çalışma yapma

konusundaki isteğimiz artıyor. Klinik alandaki tecrübelerimizi başarılarımızı, bilimsel alanda da

göstererek bu alanda da güzel ve yeni ürünler ortaya koymayı hedefliyoruz. İçimizde öğrenmeye

meraklı, keşfetmeye meraklı yönlerimizi, yeni maceralara atılarak geliştirerek devam ettirmek

istiyoruz.

Öncelikle ülkemizde, daha sonra üreteceğimiz yeni yaklaşımlarla dünyada, bu alanda takip

edilen bir ülke durumuna da gelmeyi amaçlıyoruz. Bu dergi bu niyetler ve umutlar ile hazırlandı.

Belki bunlar küçük adımlar ama bu küçük adımları bile atabilmek için çok fazla adımlar attık. Daha

sonrasında atacağımız adımlar bizim için küçük bir adım iken alan için büyük adımlara dönüşecektir.

Merakla, bilgiyle, sevgiyle diğer sayılarda görüşmek dileğiyle…


İÇİNDEKİLER

Belirsizlikten Özgürlüğe

İshak Büyükyıldırım_______________________________________________________________1

Bilinçdışına Açılan Gizemli Kapı: Hipnoz

Eyüp AKIN______________________________________________________________________3

Evlilik ve Çift Terapisi

Emine KURT ANTMEN____________________________________________________________5

Çocuklarımız ve Oyunları

Perihan ŞENSOY__________________________________________________________________7

Bir Ergenle Yaşamak

Mesut ÇAKIR____________________________________________________________________9

Çocuklarımızla Oynayabileceğiniz Eğlenceli Bağ Kurma Oyunları__________________________14

Mükemmel Değil Yeterince İyi Ebeveynlik Mesajları

Aynur AYTAÇ SEZGİN___________________________________________________________15

Aile Tutumları

Meryem YILDIRIM_______________________________________________________________19

İlişkiler

Sena ÖZ________________________________________________________________________23

Pandemi Sürecinde Duygularımızı Nasıl Düzenleyebiliriz?

Feyyaz ARSLAN_________________________________________________________________25

Psikoterapi Hakkında Yanlış Bilinenler

Mustafa GÖDEŞ_________________________________________________________________29

Pandemiye Son Bir Bakış

Merve İPEK_____________________________________________________________________31

Hangi Bağlanma Stiline Sahipsiniz? TEST-DEĞERLENDİRME___________________________33


Mutluluk aramakla

bulunabilecek birşey

değildir, onu inşa etmek

gerekir.

Dogan CÜCELOGLU

)

)


BELİRSİZLİKTEN ÖZGÜRLÜĞE

Yazıyı yazarken belirsiz bir durum daha belirdi. Bu durumda da ne

yapacağıma dair stres yaşadım. Bu belirsiz süre her uzadığında daha da stresim artı.

Her defasında yapmalıyım diyen bir yan ile nasıl yapacaksın diyen yanım kavgaya

girdi. Sonuna kadar bekletti: ''Şimdi yazarım, yarın yazarsın, yarın oluyor, bugün

yorgunsun, dinç kafa ile yazsan daha iyi olur. Diğer gün oluyor daha acil işlerim var,

onları atlatıp odaklanayım.'' diye arkası gelmeyen bir süreç. Sonunda zamanın

daralması ile kaçışın olmadığı bir sürece girene kadar bekledim. Belki birçoğumuzun

yaptığı gibi. Aslında başladığımda kendiliğinden akıp giden bir süreç oldu. ''Bu kadar

süre kendime niye stres yapmışım?'' dedim.

Hayatımız da yaklaşık böyle! ''İlerde ne olacak? Ona karşı ne yapmalıyım, üstesinden gelir miyim? En

iyisi vazgeçmek, hiç gerek yok, yapamam.'' deyip adım atmayı engellediğimiz bir süreç devreye giriyor.

Potansiyelimizi küçümseyerek kendi bedenimize güven duymuyoruz. Onun üstesinden geleceğine

inanmıyoruz. Gerçekten de inanmadığımız için daha sonrasında üstesinden gelemeyip kendimizi suçluyoruz.

Aslında bütün zorluklara karşı kendimizi ortaya koyup inandığımızda bunun rahatlıkla üstesinden gelindiğini

defalarca denemişizdir. Hatta ‘Bu kadar kolay mıydı?’ diye kendimize söyler ve boşuna bu kadar zaman

kaybettiğimizi görürüz. Bu durum günlere, aylara, yıllara belki de bir hayata mal olmaktadır. Bunun temelini

tabi ki çocukluğumuzda oluşturduğumuz kişilik yapısı etkilemektedir. Belki çocukken çok denedik ve bu

denemeler sonucunda eleştirildik yeterli bulunmadık. ''Bu kadar mı yaptın? Beceriksizsin.'' gibi kelimeleri

defalarca duyduk, her gün yıllarca duyunca gerçekten yapamayacağımıza inandık. Zihnimiz halen küçük bir

çocuk gibi hatta bedenimiz, tecrübelerimiz, problem çözme becerilerimiz, hiç gelişmemiş gibi yani hiç

büyümemiş ve bu yüzden çocukken yaşadığımız çaresizlik duygusunu hisseder ve geri çekiliriz. Böylece kendi

içimizde hem çaresizlik duygusuyla cebelleşip hem de hayatı daha anlamlı hale getirmek için bir sürece gireriz.

Bu yeni süreç adımımızı daha da zorlaştıran bir durum ortaya çıkarır.

''Zaten bunu defalarca denedin, yapamadın.'' ''Geçen de denedin yine

yapamadın.'' deyip geriye çekiliriz. Aslında kırılmadan

deneyimlemeden hayatı öğrenemeyeceğimizi unutup, zorluklarımızın

mucizevi bir şekilde ortadan kalmasını bekleyip, adım atmamayı

tercih ediyoruz.

İnsanın gerçek gelişimi, beklentileri ile uyumsuz gerçekleşen

olayları reddetmek değil, olayları kabul edip kontrol dışında

gerçekleşen olaylara göre beklentilerini değiştirebilmek,

düzenleyebilmektir. Yani uyum becerilerimizi ve dönüşüm

kapasitemizi geliştirmek gerekir. Çünkü, hayattaki belirsizlikleri

kontrol altına almak imkansızdır. Nafile bir çabadır! Gereksiz ve yorucu

hayattaki

belirsizlikleri

kontrol

altına almak

imkansızdır

bir çaba için uğraşarak kendini üzmek incitmek dışında başka bir kazancı yoktur. Bundan dolayı, belirsizliğe

tahammülsüzlük sınırımızı artırarak, konfor alanından çıkarak (İnsan, konfor alanı olduğunu düşünür ama tam

1


bir konfor alanı yoktur.) tüm kaygı ve endişeleri kontrol etmekten daha az bir çaba ile bu durumu

aşabilir hatta daha mutlu olabilir. Yoksa belirsizliğe tahammül edemeyen insan, belirsizliğe yüklediği

‘tehlikeli’ kodu nedeniyle gereksiz detaylarla boğuşarak, kötü bir sonuç oluşmaması için elinden

gelen bütün çabayı sarf etme mücadelesine girer. Belirsizliği kabul etmekten daha çok acı ve ıstırap

çeker, yorgunluk hisseder. Bu çaba ile birlikte bedeni de ruhundan gelen hep tetikte bekleyen

‘tehlike’ nerede, ne zaman gelecek kaygısını yaşar. Hiç dinlenmeyen ve huzursuzluk yaşayan

bedende belli bir süre sonra psikosomatik rahatsızlıklar patlak verecektir. Tehlikenin ne zaman

geleceği kaygısı, her dakika, her saat onunla olduğu için bünye belli bir süre sonra pes ederek

semptomlar gösterecektir. Her an bununla yaşamak çok zor ve güçtür.

Bizim yapmamız gereken, hayatın acı bir gerçek olduğu ve bu acı gerçeği yaşadıkça

zorlukların kolaylaştığı ve acıların üstesinden gelindiği gerçeği ile yüzleşmektir. Dertlileri en iyi

anlayan insanların yine bu derdi yaşayan insanlar olduğunu unutmayalım. Özetlemek gerekirse,

yaşamındaki bu acı belirsizliğin oluşturduğu endişeyi taşımayan insanın, kusursuz çözüm arayışının

en büyük kusur olduğunu unutmaması gerekir. Belirsizlikle barışık yaşayabilen ve yaşamın yalnızca

kendisine kötü, olumsuz sonuçlar vermediğini aynı zamanda güzellikler verdiğini bilen insan, kendini

duygularını daha kolay açar, duygularını kabullenir. Bu duyguları yeterinde ve yeterince yaşar. ‘’Hep

mutlu olmalıyım, iyi hissetmeliyim, olumsuz duyguları yaşamamalıyım.’’ şeklindeki düşüncelerle

kendini gösteren mükemmeliyetçi yapı insanı mutlu kılmaz. Bu düşünce sadece zamanla duyguların

birikimi ile daha büyük psikosomatik rahatsızlıklara neden olur. Bunun yerine yaşam sadece

mutluluklarla değil aynı zamanda acı ve zorluklarla dolu olduğunu bilmekten geçer. Böylece

duygularımızı yerinde ve yeterince yaşayabilmek ve hissedebilmek için özgürlüğümüzü kazanmış

oluruz. Bir diğer ifade ile belirsizlik yalnızca başa çıkılması gereken bir problem değildir; ayrıca yeni

fırsatlar, keşifler ve yaratıcılığın kaynağıdır.

Gelişmenin, değişmenin, dönüşmenin fırsatı, daha

belirsiz gibi görüneni belirli hale getirir. Ne kadar

belirsizlik olursa olsun, bunun üstesinden gelinebilecek

bir durum olduğunu ve bu duruma uyum sağlayarak

değişebileceğimizin farkına varabiliriz.

Belirsizliklerle barışık yaşayabilmek ve fırsatı keşfe,

yaratıcılığa dönüştürmek dileğiyle.

Yazar: İshak BÜYÜKYILDIRIM

Klinik Psikolog

www.ishakby.com

psikoterapis_ishak

2


Hipnoz ise kişinin kontrolü dışında yaşadığı trans halinin bir uzman tarafından kontrollü ve uzun

bir şekilde yaşatılmasıdır. Hipnozda bilincinin denetiminin azaltılıp, bilinçdışına daha kolay ulaşıldığı

için, savunma düzenekleri devre dışı kalır ve kişinin daha doğal hali ortaya çıkar. Bu durumda

bireylerin gerçek hayatta yapmakta zorlandığı ve kaçındığı davranışları (fobiler, travmalar, cinsel

problemler vb.) trans altında daha kolay bir şekilde yönetip üstesinden gelmesine yardımcı olur.

Hipnozda, hipnozu yapan terapistin yetkinliği ve terapi alanındaki uzmanlığı, hipnozun nasıl

yapıldığından daha önemlidir. Hipnoz esnasında ortaya çıkan bilgileri yorumlamak ve işlemlemek

tedavi sürecinin en önemli parçasıdır. Terapist metaforları doğru bir şekilde yorumlamalı, ortaya

çıkacak olan duygu ve anıları iyi kontrol edip yardım edebilmelidir.

Hipnozun pek çok problem daha kolay aşılabilmesine yardım eder. Birçok anlamda bireyin

normal şartlarda yapmak isteyip yapamadığı davranışlar, hipnoz altında daha kolay yaptırılabilir.

Örneğin süt ile travması olan bir kişi hiçbir şekilde süt ve süt ürünlerine dokunamıyor,

tüketemiyorken, bu durum; hipnoz altında travma çalışılarak ardından maruz bırakma ve

desteklemeyle birlikte belki de tek hipnoz seansında aşılabilir. Dolayısıyla normal terapi

sürecinde daha uzun ve zahmetli olan bazı problemler hipnoz ile daha kolay aşılabilmektedir.

Hipnoz için birçok yöntem vardır. Bu yöntemler genel olarak üç başlıkta toplanabilir:

Klasikhipnoz; Telkinler yavaş yavaş olur ve zaman alır. Terapist açısından yorucu

olmakla birlikte daha emin adımlarla ilerlenir. Zihnin odaklanması ve metaforlar

üzerinden ilerlenir. Bu yöntemle hipnoz yaptıran kişilerin %10 derin % 70 normal

transa girer.

İşbirlikçi hipnoz; Ne çok hızlıdır ne de klasik hipnoz kadar yavaştır. Terapötik ittifakın

önemli olduğu bu yöntemde çalışmayı yapan danışanın kendisidir. Terapist iyi bir bilgi ve

dikkatle danışanı yönlendirip uygun yerlerde gerekli müdahaleleri yaparak hipnotize eder.

Ericsonyan hipnoz; Hem direk hem de indirek telkin ve metaforlarla çok hızlı yapılan bir hipnoz

çeşididir. Hipnoza yatkın olan kişilerin çok kısa sürede farkına varana kadar hipnotize olmasını sağlar.

İyi bir hipnoz bilgisi ve tecrübesi gerekir.

BİLİNÇ DIŞINA AÇILAN GİZEMLİ KAPI; HİPNOZ

Benliğimiz, bilincimizin ve bilindışımızın bir etkileşim içinde çalışmasıyla

hareket eder. Bu etkileşimde farkında olduğumuz kısım, bilinçli olduğumuz kısım

iken, farkında olmadığımız ancak asıl önemli ve etkin olan kısım, bilinçdışımızdır.

Bu çalışma düzeninde bilincin sürekli olarak aktif olması ve hayatın kontrollü

yaşanması biyolojik olarak mümkün değildir. Yaklaşık doksan dakikada bir kısa süreli

de olsa bilincin kontrolünden çıkar. Zaman zaman dalıp gittiğimiz anlar, donup ne

yaptığımızı ve ne yapacağımızı unuttuğumuz anlar buna örnek gösterilebilir. Bu durum,

küçük bir trans halidir. Bu trans halinde de vücudun temel sistemleri çalışmaya devam eder.

Herkes

hipnoza

gire

bilir.

3


Her bilinmezlik ve belirsizlik durumunun kaygı uyandırıcı olduğu gibi hipnoz da birçok insan için

kaygı uyandırıcı bir durumdur. İnsanlar ya uyanamazsam ya her şeyi anlatırsam ya bana istemediğim

şeyleri yaptırırsalar gibi kaygı ve korkuları yaşayabilmektedir.

Neşter, nasıl ki bir doktorda hayat kurtaran bir alet iken katilde hayat karartan bir alet olabilirse;

birçok şeyde olduğu gibi hipnozda da kullanım amacı, süreci ve sonucu etkiler. Dolayısıyla hipnoz yapan

uzman tedavi amaçlı yaklaştığı için bu yaşanılan kaygıların gereksiz olduğunu gösterir.

Hipnozda uyanamama gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü hipnoz esnasında da vücudun temel

fonksiyonları çalışmaya devam eder. Dolayısıyla hipnozu yapan uzman hiçbir şey yapmasa bile kişi

kendiliğinden uyanır.

Hipnoz, kullanım alanı olarak travmaların etkisini azaltmada, panik atak tedavilerinde, korkularda,

cinsel problemlerde, alkol ve sigara bağımlılığından kurtulmada kilo vermede, stresle başa çıkabilmede,

obsesyonlarda, sınava girecek kişilerde dikkati artırmakta, ders çalışmaya odaklanmada ve terapilere

destek olarak kullanılan yaygın bir yöntemdir.

Bir panik atak tedavisinde normal terapiye destek olarak hipnoz kullanıldığında, normalde on iki –

on sekiz seans sürecek olan bir terapi süreci, hipnoz ile altı – on seansta tamamlanabilir. Bu da hipnozun

başlı başına bir yöntem olarak kullanıldığı gibi terapilere destek olarak da oldukça yaygın olarak

kullanılabildiğine bir örnek olarak gösterilebilir.

Herkes bir şekilde hipnoza girebilir. Ancak aynı

şekilde olmaz. İnsanların yaklaşık %30’u genetik

olarak hipnoza yatkın kişilerdir. Bu kişiler rahat ve

kolay bir şekilde hipnoza girebilir. Bu kişilerle

yapılan çalışmalar, daha kolay ve kısa sürede sonuç

verebilir. Hızlı hipnoz tekniği kullanılabilir. Bunun

yanında yine insanların %40’ı da hipnoza yatkınlık

olarak orta düzeydedir. Bu kişilerle çalışırken

özellikle yavaş teknik hipnoz tekniği tercih edilebilir.

Yaşanılan probleme yönelik yapılacak olan çalışma

biraz zaman alabilir, Yaklaşık bir iki saati bulabilir. Yine

insanların %30’u da hipnoza yatkın değildir ve hipnoza girmekte

zorlanır. Hipnozu yapacak uzmanın iyi bir bilgisinin yanında tecrübeye de ihtiyacı vardır.

Hipnoza girmeleri zaman alır ve yoğun bir direnç oluşur.

Yazar: Eyüp AKIN

Uzman Klinik Psikolog

www.umutterapi.com klinik_psikolog_eyup_akın umutterapi

4


EVLİLİK VE ÇİFT TERAPİSİ

Annemizin bakım ve şefkatiyle gözümüzü açtığımız dünyaya, doğadaki tüm

canlılar gibi hayatta kalmak ve neslimizi devam ettirmek arzusuyla dolu olarak

geliriz. Annemizle ve babamızla kurduğumuz (bazen de kuramadığımız)

destekleyici, güven ve huzur verici ilişkiyi kendi kuracağımız ailemizde ve seçecek

olduğumuz eşimizle de yaşamayı hayal ederiz. Doğuştan itibaren bizimle birlikte

olan duygularımız vardır. Duygularımız bizi birileriyle yakın olmaya, aşık olmaya,

yuva kurmaya ve çocuk sahibi olmaya görünmez, fakat güçlü bir kuvvetle iter.

İçimizden gelen bu istekle severek ve heveslenerek ilişkiler kurarız ve onları

hayatımızın merkezine alırız. Hayallerin gerçeğe dönüştüğü ilişkimiz aynı zamanda

bizim için çok önemli bir virajdır. Hevesle ve merakla eşimizle birlikte bu virajı

dönerek yolumuza devam ederiz. Artık en yakınımızda olan kişi anne-babamız değil eşimiz

olmuştur.

Bebeklik ve çocuklukta ebeveynin sevgi bakım ve desteğinin bizi hayatta tutması gibi

yetişkinlikte de eşin destek, sevgi ve yakınlığı hayatın gelgitlerinden ve fırtınalarından başarıyla

çıkmamızı sağlar. İçgüdüsel olarak biliriz ki başka hiçbir deneyim hayatımızı, mutluluk ve

sağlığımızı; sevdiğimiz ve sevildiğimizi bildiğimiz bir ilişkiden daha iyi hissettiremez. Hayatımızın

en zor anlarında hiçbir şeyin, sevdiğimiz kişinin verdiği tesellinin yerini tutmadığını biliriz.

Çağırdığımız zaman yanımızda olacağını bildiğimiz bir eşin varlığına karşı duyduğumuz

ihtiyacı hayatımız boyunca hissederiz. Bu duygusal bağlılık ve ihtiyaç hali çocuksu veya patolojik

değil doğal bir ihtiyaçtır. İstikrarlı bir ilişki ihtiyaç duyduğumuz duygusal desteği sağlar, kan

basıncımızı düşürür, bağışıklık sistemimizi güçlendirir.

Bazen işler umduğumuz gibi gitmez ve sığındığımız güvenli limanın bizi yeterince

korumadığını hissetmeye başlarız. Duygularımız tetiklenir ve bazı cümlelere dönüşür:

Beni hiç anlamıyor!

Sevildiğimi, önemsendiğimi hissetmiyorum!

Benim isteklerimin onun için hiçbir önemi yok!

Beni artık eskisi gibi çekici, seksi bulmuyor, beni beğenmiyor!

Ailesini benden daha çok önemsiyor!

Çocuklarımızı nasıl eğiteceğimiz konusunda anlaşamıyoruz!

Hiçbir ortak yönümüz kalmadı!

Parayı nasıl harcayacağımız konusunda anlaşamıyoruz, kendimi ekonomik olarak

güvende hissedemiyorum, söz hakkım yok!

dinleyin.

iyi giden bir

evlilik

yasam . süresini

ortalama

15 yıl

arttırabilir.

Eğer ikinizden biri bunları söylemeye başladıysa lütfen paniğe kapılmadan dikkatinizi vererek

5


Bu çatışmalar, ilişkiye bakım vermek gerektiğinin işaretidir ve

duygusal bağın yeniden kurulmasına yönelik içsel taleplerinizin göstergesidir.

Bilinçli bir şekilde ele alınarak bu işaretlerin her biri ilişkinin aksayan

yönlerini iyileştirerek eşinizle sağlam bir bağ kurmak için kullanılabilir.

İnsanlık tarihiyle birlikte başlamış olan çift olma hali, günümüzde

modern psikoterapi anlayışı içerisinde yeniden ele alınmaktadır. Buna göre

duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarımızı en iyi şekilde

karşılayacak ortam ilişkimizdir. İlişkimize yatırım

yapıp onu geliştirdiğimizde çocukluğumuzdaki

karşılanmamış ihtiyaçlarımız da dahil olacak

biçimde tüm sevgi, güven, ve destek

ihtiyaçlarımızın karşılandığı korunaklı

limanımızı yeniden inşa edebiliriz.

Herkese mutlu ilişkiler.

Yazar: Emine KURT ANTMEN

Uzm. Dr. & Psikoterapist

antmeneminekurt

6


ÇOCUKLARIMIZ VE OYUNLARI

Oyun, çocuğa hayatı öğreten ve çocuğu büyüten doğal ve hayati bir unsurdur.

Oyun, çocuğun hayatında çok küçük yaşlarda başlar ve çocuğu her zaman

eğlendirir. Nasıl ki yetişkinlerin kişilikleri hayatta edindikleri tecrübelerle

gelişiyorsa, çocukların da kişilikleri oyunlarla gelişir. Oynarken çocuk,

keşfeder; dener, inceler, öğrenir ve etkileşime girer. Bunların sonunda

özerkliğini keşfeder. Oyun sırasında paylaşmayı, empatiyi, yardımlaşmayı

deneyimler. Oyun, çocuğun; içinde bulunduğu yaşamı kavramasını ve

gerçekliği deneyimleyerek ayırt edebilmesini sağlar.

Bazı kuramcılara göre oyun gerekli olmayan artık enerjilerinin atılması, çıraklığın aktif bir

şekli, hayatın daha sonraki aşamaları için hazırlık ya da çocuğun kendini ifade etme şeklidir.

Günümüzde oyun “Öğrenme Sanatı” olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Çocuk öğrenme

ortamında özgürdür, dilediği gibi hareket eder. Çocuğun haz aldığı, eğlenceli vakit geçirdiği oyun;

onun yaparak, deneyerek, yaşayarak öğrenmesine de fırsat sağlar. Tüm bunlar çocuğun zihinsel,

bedensel, duygusal ve sosyal gelişimini büyük ölçüde etkiler ve geliştirir.

Psiko-motor Gelişim: Koşma, atma, tırmanma, sürünme, sıçrama gibi fiziksel hareketleri

içeren oyunlar, çocukların vücut sistemlerinin (solunum, dolaşım, boşaltım sistemleri)

düzenli çalışmasını sağlayarak fiziksel gelişimlerine katkı sağlamaktadır. Oyun

sırasında çocuklarının bazı hareketleri düzenli yapması kas gelişimlerini hızlandırmakta

ve kaslarını geliştirmektedir.

Sosyal-Duygusal Gelişim: Çocuk, oyun yoluyla sevinç, mutluluk, acı, üzüntü, korku,

kaygı, dostluk, düşmanlık, sevme, güven duyma gibi birçok duygusal tepkiyi öğrenirken

aynı zamanda bu duyguları kontrol etmeyi ve başa çıkmayı da öğrenir. Çocuk, oyun

sırasında kızar, eğlenir, şaşırır, fikirlerini savunur. Çocuk, oyunla kendisine özgür bir dünya

yaratır ve burada tüm duygularını rahatça ifade eder. Bu çocuğun duygusal yönden rahatlamasını ve

iyi olmasını sağlar.

Oyun,

çocugun

kendini

ifade etme

seklidir.

.

)

Bilişsel ve Dil Gelişimi: Oyun ile çocuk, çevresini keşfetme, yeni şeyler öğrenmekte ve merak

duygusunu gidermektedir. Nesneleri tanıma, isimlendirme, sınıflandırma, eşleştirme, analiz etme ve

sentezleme gibi zihinsel süreçlerin işleyişi, oyunla hızlanmakta ve gelişmektedir. Çocuk, çevresindeki

nesnelerin adlarını ve alışagelmiş olan nesnelerin isimlerini öğrenir. Sembolik hareketin gelişmesiyle

bu nesnelerin yerini sembolik kullanımlar alır. Sembolik kullanımın temsil ettiği düşünce ve yerine

koyulan davranışların artması ile çocuğun dilsel beceriler artar.

7


Anne ve babaların okul öncesi dönemde çocuklarıyla ilişkileri, çoğunlukla oyun aracılığıyla

sağlanmaktadır. Olumlu bir ilişki yaratabilmek, oyun aracılığıyla çocuğun duygu ve düşüncelerini

anlayabilmek anne-baba ve çocuk ilişkisini daha olumlu hale getirecektir. Bu olumlu ilişkiyi anne ve

babalarımı, oyuna müdahale etmeyerek, oyunu çocuğun seçmesini sağlayarak, seçilen rollere uyarak

ve rol seçiminde çocuğa saygı duyarak sağlayabilirler. Bunun yanında oyunda öğretme amacı

hedeflemeden çocuğun duygusunu adlandırıp, kabul etmek ve geri yansıtmak anne-baba çocuk

ilişkisini oyunla kuvvetlendirecektir.

Ebeveynlerin çocukları ile birlikte kaliteli zaman geçirmelerine yardımcı olabilecek yayınlar:

Adım Adım Set (https://www.adimadim.com)

Yaratıcı Baş Etme Becerileri (Bonnie Thomas)

Duygularım (Isabelle Filliozat)

Duygularla İletişim Becerisi (Bonnie Thomas)

Çocuklar İçin Otokontrol (Lauren Brukner)

Ne Yapmalı? Serisi (Bengü Semerci)

Yazar: Perihan ŞENSOY

Oyun ve Masal Terapisti / Psikolog

8


BİR ERGENLE YAŞAMAK ÜZERİNE

Aile içerisinde bir ergenle yaşamak, çoğu zaman aile ilişkilerinde büyük

sorunlara neden olan, ebeveynlerin sıklıkla serzenişte bulunduğu ve deyim

yerindeyse çileden çıktığı bir durumdur.

Bu çocuğa neler oldu, hiç böyle değildi, hiç bizi dinlediği yok, başına

buyruk hareket ediyor, iyice çığırından çıktı gibi sözleri, yazımı okuyan

ebeveynlerden duyar gibiyim. Peki; neler oluyor, neler değişiyor da birtakım

sorunlarla karşılaşılıyor? Aslında oldukça basit bir cevabı var: Evet, bir şeyler

değişiyor. Değişen durum ise çocuğumuzun büyüyor ve gelişiyor olması.

Çocukluk döneminden, erinlik ve ergenlik dönemine geçiş yapıyor olması.

E

R

G

E

N

Li

Ana rahminden bebekliğe, bebeklikten

çocukluğa, çocukluktan erinlik ve ergenliğe,

ergenlikten de yetişkinliğe geçiş. Bir değişim ,

gelişim süreci ve hikâyesi aslında. İçinde

bulunduğu durum itibariyle çocuk muyum yoksa

yetişkin miyim ikilemini yaşadığı bir süreç. Hızlı

bir gelişim evresi. Boyunun uzaması, omuzlarının

genişlemesi, sesinin kalınlaşması, kızlar da âdet

kanamaları, erkeklerde sakalların uzaması gibi

birtakım fiziksel gelişimler ortaya çıkmasıdır.

Tüm bu fiziksel gelişimlerin yanında aslında

bunlara eşlik eden bir de ruhsal gelişim süreci

vardır elbette.

Sağlıklı ergenlik döneminde aslında belli

birtakım görevlerin yerine getirilmesi,

gelişimimizde ve kimliğimizde önemli bir yer

tutmaktadır. Daha da netleştirmek gerekirse

ergenlik dönemi, sağlıklı bir kimliğimiz ve

kişiliğimiz için son durak konumundadır. Çünkü

burada edinilen ve kazanılan bir davranış

örüntüsü, ergenin bundan sonraki hayatını

etkileyecek olan sistemin yapıtaşlarını

oluşturmaktadır. Ergen, bu zamana kadar getirmiş

olduğu bir takım davranış örüntülerinde (bebeklik

ve çocukluk dönemleri), pasif ve edilgendi.

Bebeğe ya da çocuğa bakım veren kişinin zihninde

nasıl bir tasarım varsa, o tasarımı çocuğa aktarır;

zihnindeki tasarımlara göre bebeğini ya da

çocuğunu yetiştirirdi. Bebeğin ya da çocuğun,

bakım verenin tasarımları karşısında durabileceği

fiziksel bir gücü yoktu. Bunu şu örnekle de izah

edebiliriz. Yeterince yemek yediğini düşüp daha

fazla yemek yemeyi istemeyen bir çocuk, annenin

zihinsel tasarımında “Daha doymadın! Bu tabağı

bitireceksin.” şeklinde bir düşünceyle var olabilir.

Anne çocuğun yanaklarını sıkarak çocuğa zorla o

yemeği yedirir. Çocuk "yemeyi istemiyor ama

anne" dese de, anne ‘’Hayır bunu yemelisin!’’

şeklindeki tutumuyla fiziksel gücünü kullanarak,

çocuğu istemediği bir duruma sürükler. Veya

diğer bir örnek: çocuk kırmızı montu yerine mavi

montunu giymek istediğinde anne, onun

kıyafetine uyumlu ya da mevsimsel olarak uygun

olmadığı düşüncesiyle çocuğun düşüncelerini

dikkate almayarak kendi zihnindeki tasarımlara

göre hareket etmektedir. Bu iki örnekte de olduğu

gibi bebek ya da çocuk, ona bakım veren kişiyi

otorite olarak görmektedir. Her ne kadar ebeveyn,

bu iki durumda da çocuğunun ya da bebeğinin

iyiliğini istiyor olsa da aslında kendi zihninde

oluşturmuş olduğu tasarımlara ve düşüncelere

göre hareket etmiş ve çocuğunu itaat etmeye

zorlamıştır. İtaatin olduğu bir yerde ise çocuk

karşısındakini otorite olarak kabul etmiş olacaktır.

9


Ergenliğe girişle beraber artık bu süreç ebeveynlerin hiç de istemediği gibi devam etmektedir.

Çünkü çocukta, anne – babanın kendi düşüncelerini baskıyla kabul ettirme çabalarına karşı

koyabilecek bir güç oluşmuştur artık. Yukarıda bahsettiğim örnekte belki yemek yemesi pek uygun

olmasa bile bu dönemde aslında “ders çalış” söylemini kullanmamak daha yerinde olacaktır.

Ebeveynin, ergene ders çalışması için nasihatlerde bulunması ve ergenin bu sözleri

dinlememesi, karşı gelebilmesi; ebeveynin de bu durum karşısında güç kullandırarak

yaptıramıyor olması çocuğun üzerinde kontrolünü kaybettiği endişesini

doğurmaktadır. Şu noktada kendimize bir dönüp bakmalıyız. Çocuğumuzun

kendi başına bir birey olarak kendi kararlarını kendisi alabilecek,

sorumluluklarını kendisi yerine getirebilecek, ayakları üzerinde sağlam

durabilecek bir yapıda olmasını mı istiyoruz yoksa ebeveynine bağımlı,

ebeveyni tarafından güdümlü ya da bir başkasının sözlerine göre hareket

edecek aciz bir birey mi olsun istiyoruz? Hepimiz aslında çocuğumuzun

bahsettiğim ilk durumdaki gibi olmasını isteriz ki normal olan da budur.

Fakat bahsetmiş olduğum ‘’Ders Çalış!’’ örneğinde, aslında ebeveynin

karşısındaki bireyin sınırlarına saygı göstermediği gözlemlenmektedir.

Ebeveyn yine kafasındaki tasarımlara göre hareket etmekte, o tasarımlara göre

çocuğun davranışlarına yön vermek istemektedir. Ama artık karşısında birey ve

özerk olmak için mücadele eden, ben kendi kararlarımı kendim vermek istiyorum

diyen ve sorumluluk almak istiyorum diyen bir yapı bulunmaktadır.

ergen,

birey

ve

özerk olma

mücadelesi

vermekte

dir.

Çoğu zaman, birey ve özerk olmak için mücadele eden bir yapıyı anlama noktasında

eksikliklerimiz olmuştur. Ergenin, benim sözlerime kulak verin, beni dinleyin ve anlayın serzenişini

kulak ardı edip o günün yoğunluğuyla ve yorgunluğuyla kendi işimizle ilgilenmiş olabiliriz. Burada

aslında ona gerek verbal olarak gerekse non-verbal olarak mesajlar gönderip kendisini yok saymış ve

değersiz hissetmesine sebep olmuş olabiliriz. Bu yapı sıklıkla devam ettiği müddetçe ailem tarafından

anlaşılmıyorum, ailem benim düşüncelerime saygı duymuyor, bana değer vermiyor şeklinde

kemikleşmiş bir yapıya dönüşebilir. Daha sonrasında ise ergen iletişimi kestiğinde ebeveynlerin

kendilerini, ne oldu da böyle oldu şeklinde serzenişlerde bulabilme ihtimali bir hayli yüksektir.

Ergenlik döneminde fiziksel gelişimlerin yanı sıra psikolojik gelişimlerin de var olduğu bir kimlik

oluşturma dönemi olduğundan bahsetmiştik. Bu dönemde ergen sağlıklı bir kimlik oluşturabilmesi

için birtakım aşamalardan geçmektedir:

Özerk olmak

Amaç edinebilme, yönlenebilme ve

uygulayabilme

Sırdaş edinebilme

Karşı cinsle iletişim ve beğenilme

Ardıl kalabilme ve öncül olabilme

Dünya görüşü ve ideolojik bir bakış açısı

oluşturma

Bahsetmiş olduğum bu aşamalar sağlıklı bir kimlik oluşturabilmesi için oldukça önem arz

etmektedir. Gelin bu aşamaları biraz inceleyim.

10


Özerk olmak: Özerk olmak, bir birey olarak varlığını ortaya koyabilmesi için ilk

adım. Özerk bir birey olmanın tek yolu ise egemenliği altında olduğuna inandığı güç ve

otoriteye karşı direnebilmek ve ondan bağımsız olarak hareket edebilmektir. Bunu da

egemenliği altında bulunduğu güç ve iktidara karşı isyan ederek dile getirmektedir. Her türlü

güç ve otoriteye karşı isyanı vardır ergenin. Bu isyan anneye, babaya, öğretmenine karşı

olabilmektedir. Bu konuda ilişkilerde en çok sorun oluşturan durumlardan birisi de ergenin bu

isyankâr davranışlarıdır. Serzenişlerinin birçoğu buradan kaynaklanmaktadır aslında. Çünkü

ilişkilerinde bir çeşit iktidar mücadelesi yaşanmaktadır. Bu durum karşısında ergen ile otorite

mücadelesi içine girilmemesi yerinde olacaktır. Çünkü ergen, kendi başına birey olmak için mücadele

vermektedir.

Amaç Edinebilme, Yönlenebilme ve Uygulayabilme: Ergenlik döneminde olan kişilerin, bir

gün pilot, bir gün doktor, bir gün mühendis olacaklarından bahsettiklerini sıklıkla duymuşsunuzdur.

Ya da bir gün ticarete atılacağım derler, diğer gün youtuber olacaklarından bahsederler. Zihninde

oluşturduğu gelecek tasarımları değişkenlik ve tutarsızlık gösterebilmektedir. Aynı zamanda bu

gelecek tasarımları kısa süreli olabilmekte ve sıklıkla değişebilmektedir. Ergenin bu davranışları

gelecekte bir amaç edinebilme, yönlenebilme ve uygulayabilme yetisini öğrenmesi için pratik

yaptığı bir durumdur. Ebeveyn olarak bu konudaki girişimleri desteklenmeli ve bu konuda motive

edilmelidir. Bu şekilde bir takım rol denemeleriyle aslolan ve kendisine uygun bir amacı olan

rolleri nihayetinde ortaya koyacaktır.

Sırdaş Edinebilme: Ergenin çoğu zaman karanlık zamanları vardır. Ebeveyni tarafından

neler yaptığının bilinmesini istemediği durumlar olmuştur. Örneğin okuldan kaçmış,

arkadaşlarıyla sahilde oturmuş, hasbelkader bu durum, ebeveyni tarafından öğrenilmiş

(kontrolcü ebeveyn) ve hesaba çekilmiştir. Neredeydin, kimleydin, neler yaptın, neler

konuştunuz gibi o karanlık zaman dilimleri ebeveyni tarafından bilinmek istenmektedir. Bu

durum karşısında ergenin iki farklı seçeneği vardır. Neler yaptığını söylemek ya da bu

durumun sır olarak kalmasını sağlamak. Neler yaptığını söylemesi durumunda arkadaşlarının

gözünde kendisinin güvenilmez bir kişi olduğuna inandığı zihinsel bir tasarım oluşturacaktır.

Bu ilerleyen süreçlerde ise herhangi bir ilişki kuracağı kişiye karşı bu gerek iş arkadaşı

olabilir gerekse bir eş olabilir güvenilmeyeceğine dair bir tutum ve davranış örüntüsü

geliştirmesine sebep olabilmektedir. Bu konuda ebeveyn rolündeyken, ergenin özel hayatına

dair polis – hırsız ilişkisinde bir yapı ortaya koyarak suçluyu yakalamak gibi bir kaygı

içerisinde olmamak oldukça önemlidir.

Karşı Cinsle İletişim ve Beğenilme: Fiziksel değişimlerin yanında biyolojik olarak

da vücudumuzda değişen birtakım sistemler vardır ve hormonal aktiviteler meydana

gelmektedir. Cinsiyet hormonları dediğimiz; erkekler için testosteron, kadınlar için östrojen

Ergenin

her türlü güç ve otoriteye

iSYANI vardır.

11


hormonları adeta bir fabrika gibi hızlı bir şekilde faaliyete geçmektedir. Bu faaliyetle birlikte

artık dünyanın gerçekliği son bulmakta, Ali ile Ayşe’nin, Ahmet ile Fatma’nın hikâyesi

başlamaktadır. Bu harekete geçen yapıyla birlikte kendine bakımı, saçına şekiller vermesi, çeşit çeşit

parfümler sıkması, makyaj yapması ve ardında bu yapının kendini karşı cinsine karşı

beğendirebilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Bu durum kendine dair “Ben beğenilen birisiyim.”

temel düşüncesinin ortaya çıkmasına imkân vermektedir.

Ardıl Kalabilme ve Öncül Olabilme: Ergenin çeşitli zamanlarda eğlence

amaçlı da olsa birtakım organizasyonlar düzenleme ve organizasyonlara

katılabilme adına girişimleri olabilmektedir. Bu girişimler ebeveyni tarafından

desteklendiği takdirde ergen, toplumsal uyumu yüksek, her ortama uyum

sağlayabilen, gerektiğinde sorumluluk alıp, davranışlarının sonuçlarına

katlanabilen, gerektiğinde ise lideri takip edip uyum sağlayabilen bir yapı

ortaya koymuş olacaktır. Şu örnekle netleştirmek gerekirse: Arkadaşlarıyla

piknik etkinliği yapmış olan bir ergenden görev ve sorumlulukları kapsamında

poğaça getirilmesi istenmiştir. Annesine gidip kendisine poğaça yapması için

talepte bulunması durumunda annenin çocuğunun ardıl olma sorumluluğuna

destek vermesi önem arz etmektedir. Öncül olma noktasında ise

organizasyon düzenlemek isteyen bir ergene karşı onu engelleyici

herhangi bir tutumda bulunmamak örnek verilebilir.

Dünya Görüşü ve İdeolojik Bir Bakış Açısı Oluşturmak: Bu dönemde ergen

dünyayı anlamlandırmak için ideolojik bir bakış açısına sahip olmak istemektedir.

Zira anlamlandıramadığımız tüm durumlar bizi yoğun bir kaygıya sürükleyecektir.

Bu noktada ergen de kendisine ideolojik bir çeper oluşturabilir. Bu çeper dış

dünyayla kendisini ayrıştıran bir dünya görüşüdür. Diğer bir deyişle, ergenin

kimliğini bir sıvıya benzetirsek, bu sıvının bir kaba konması gerekmektedir. Bu

çerçevede ergen muhtelif birtakım ideolojileri benimsemiş olabilir. Bu ideolojiler,

aslında tıpkı amaç edinebilmede olduğu gibi değişiklik de gösterebilir. Bu sebeple

içeriğin ne olduğu çok da önem arz etmemektedir. Bunların hepsi dünyaya anlam

kazandırmanın, ruhsal yapıya bir çerçeve çizmenin araçlarıdır.

Ergenlerle ilgili olarak temel yapının nasıl olduğuyla ilgili hususları anlatmaya çalıştım. Söz

konusu ergenlik döneminin kimlik ve kişilik gelişimi açısından kritik bir dönem olduğu gerçeği

ortaya çıkmaktadır. Sağlıklı bir birey olarak, yaşamının tüm evresinde ayakları üzerinde durabilen,

sorumluluklarını alabilen ve sonuçlarına katlanabilen bir yapı olarak hayata devam etmesini

istediğimiz bir çocuğumuzun olmasını istiyorsak, ona yukarıda bahsettiğim aşamalarda destek olmalı,

onu dinleyebilmeli ve ona saygı duyabilmeliyiz.

Yazar: Mesut ÇAKIR

Psikolojik Danışman

12

psk.dan.mesutcakir


Acı çekmemize sebep,

başımıza gelenler

değildir.

Başımıza gelenlerle

ilgili kendimize ne

söylediğimizdir.

Pema CHODRON

13


Çocuklarımızla

oynayabilecegimiz

bag kurma oyunları

)

TAVSİYE EDİYORUZ...

)

BİİP ve DÜÜT

Çocuğun burnuna bastırın ve ''biip!'' deyin. Sonra çocuğun

çenesine bastırın ve ''düüt!'' deyin. Çocuğu, sizin burnunuza ve

çenenize bastırması için yönlendirin (elini turarak). Çocuk size

dokunduğunda uygun ''biip!'' ve ''düüt!'' seslerini çıkarın. Çocuk da

aynı sesleri çıkarabilir.

HİKAYELERİ OYUNA DÖNÜŞTÜRME

Birbirinize hikayeler anlatın. Günlük olayların öyküsü veya yolda

gelirken neler olduğuyla ilgili hikayeler; favori bir TV hikayesi;

favori bir peri masalı gibi. Hangi hikayelerin oyuna

dönüşebileceğine karar verin.

BALONCUKLARI PATLAT

Bir baloncuk yapın ve baloncuğun çıktığı yuvarlak kısım ile

baloncuğu tutun. Çocuğa, vücudunun herhangi bir yerini (örn., el

ve ayak parmağını, dirseğini, omzunu, kulağını vb.) kullanarak

baloncuğu patlatmasını söyleyin. Çocuğa tüm baloncukları

olabildiğince hızlı patlatması gibi yönergelerde verilebilir.

14


MÜKEMMEL DEĞİL YETERİNCE İYİ EBEVENLİK

MESAJLARI

İlk bağlanma nesnesi ve birincil bakım veren olan annenin kendi anneliğiyle ilgili algıları,

kendi öz değerini nasıl algıladığı, nasıl bir annelik gördüğü, eğitimi, yaşı, çocuk sayısı, kültürel,

çevresel ve ekonomik faktörleri, büyüdüğü ailedeki olumlu ve olumsuz yaşam deneyimleri, eşiyle

olan ilişkisi ve çevresel destek gibi birçok faktörden etkilenmektedir. Annelik, kişinin kendi

çocukluğunun, kendisine yapılan anneliğin, kendisiyle nasıl bir bağ kurulduğunun, ihtiyaçlarının,

özlemlerinin ne kadarının karşılandığının olumlu ve olumsuz sonuçlarının bir yansıması gibidir.

Bunlar bizim zihnimizde örtük olarak depolanmıştır. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki üç nesil

önceki travmaların dahi etkileri örtük bellekte ve beden kayıtlarında yer almaktadır. Bugünkü

davranışlarımız sadece kişisel deneyimlerimizden değil, nesiller önceki deneyimlerden de

etkilenmektedir. Bize yapılan annelik, annemizin nasıl annelik gördüğü, anneannemizin kendi

annesinden nasıl annelik gördüğü ile bağlantı içindedir. Kısacası biz nasıl bağlandıysak çocuğumuz

ile aynı şekilde bağlanma olasılığımız yüksektir. Çocukla nasıl bağlanıldığı onun öz değerini doğru

orantılı olarak etkileyecektir. Özellikle güvenli bağlanma çocuğun sağlıklı öz değer gelişimi için

önemli bir değere sahiptir. Bağlanma kuramcılarından

Bowlby’nin güvenli bağlanma için söylediği “anne

sütü gibi travmalara karşı koruyucu gücü var.” sözü

bunu destekler niteliktedir. Çocuğumla nasıl

güvenli bağlanırım sorusuna gelmeden önce nasıl

bağlandığımızı, insan olarak temel özlemlerimiz ve

ihtiyaçlarımızın ne kadarının bakım verenimiz

tarafından karşılandığını fark etmek için öncelikle

temel özlemler ve ihtiyaçlar listesine bakalım:

·Burada olduğun için mutluyum.

Çalışma hayatım boyunca çocuk, yetişkin, çift ve ailelerde yaşanan problemlerin

temelinin, kişinin nasıl bir ailede doğduğuna ve büyüdüğüne; nasıl bir ebeveynlik

tutumu gördüğüne ve nasıl bağlandığına dayanmakta olduğunu gözlemledim. Ne

oluyor da kimimiz bakım verenimize güvenli bağlanıyoruz da kimimiz

bağlanamıyoruz? Güvenli bağlanma ne demek?

Güvenli bağlanmayı ne engelliyor? Güvenli bağlanamadığımızda ne oluyor ve yetişkinlik

yaşantımız ve ebeveynliğimiz nasıl etkileniyor? En temelde insan yavrusu ana rahmine düştüğü

andan itibaren neye ihtiyaç duyuyor? İşte bu temel ihtiyaçların nasıl karşılandığı, nasıl

bağlandığımız ve nasıl bir öz değer geliştirdiğimiz üzerinde büyük etkendir.

“insanlar bildikleri kadar

elinden gelenin en iyisini

yaparlar. Daha iyisini

ögrenince daha iyiyi

uygularlar.”

VİRGİNİA SATİR

“Burada olduğun için mutluyum” çocuğun hissetmesi gereken ilk temel mesajdır. Bu mesaj çocuğa

15


değerli ve istenen birisi olduğunu belirten davranışlar yoluyla verilir. Çocukların hayatında istenip

istenmediklerini anlayabildiği birçok an vardır. Önemli olan çocuğun kendisini istenmeyen olarak

algıladığı anların, kendisini değerli hissettirecek anları yaşatarak telafi etmektir.

·Seni görüyorum.

Çocuğunu görebilen anne baba, çocuğunun neyi sevip neyi sevip neyi sevmediğini bilir. Nelere ilgi

duyduğunu, durumlar karşısında neler hissettiğini bilir. Kısaca anne baba tarafından görülmek

tanınmaktır. Örneğin; gerçekten öfkelisin, şu anda çok üzgünsün, güzel bir kızsın veya yakışıklı bir

erkeksin, dikkatlisin, hafızan iyi gibi geri bildirimler çocuğa değerli olduğunu hissettirir ve

özsaygısıyla kendisine olan güvenini arttırır. Ancak çocuğun olumlu özelliklerinden çok olumsuz

özellikleri görülüyor ve yansıtılıyorsa çocuğun özsaygısı gelişemeyecek ve çocuk kendisini değerli

hissedemeyecektir.

·Benim için özelsin…

Bu mesaj genellikle sözle söylenmez. Çocuk kendisine ayrılan zaman ile bunu

hisseder.

·Sana saygı duyuyorum.

Bu mesajla çocuk anne babası tarafından yaptığı seçimlerin ve verdiği kararların

önemsendiğini, olduğu gibi kabullenildiğini hisseder. Kabul gördüğünü hisseden

çocuk yeni şeyler keşfetmeye meraklı ve cesaretli olur.

·Seni seviyorum.

Sevgiyi ifade etmenin en etkili yolu sözcükler değil; dokunma, ses tonu, gözler, yüz ifadesi, vücut

dili ve çocuğa gösterilen özendir. Anne - baba kurallar ve sınırlar çerçevesinde çocuğunu koruduğunu

ve kolladığını çocuğuna güvenli bir şekilde aktarabilirse çocuk bu durumu sevgi olarak hisseder.

·İhtiyaçların benim için önemli benden yardım isteyebilirsin.

Bu mesaj bir öncelik duygusunu ifade eder. “Sana bakacağım çünkü bakmak zorundayım” yerine

“sana bakacağım çünkü bu gerçekten önemli.” Bu mesajla çocuk sevgi ve samimiyetten kaynaklanan

ilgiyi hisseder. İhtiyaçlarını gizlememeyi ve kendi başına karşılamak zorunda olmadığını anlar.

16


·Buradayım sana zaman ayırırım.

“Hayatın boyunca var olacağım, buradayım, bana güvenebilirsin.” Bu mesaj rahatlık ve güven hissi

sağlar. Ne yazık ki birçok çocuk, anne babalarının kendilerine zaman ayıramayacağını

düşünmektedir.

·Seni güvende tutarım.

Bu mesaj “seni korurum, zarar görmene ve gereksizce ezilmene izin vermem” şeklinde verilmeli.

Güvende olma hissi bir çocuk için rahatlamak ve dışa dönmek için temel ihtiyaçtır. Güvenlik

duygusu olmadan dünyanın içine girmeyi asla öğrenemeyiz.

·Bende huzur bulabilirsin.

Çocuk anne babasının yanında rahat ve dingin hissetmek ister, üzgün olduğunda rahatlatılmaya,

teselliye ihtiyaç duyar

·

Senden hoşlanıyorum içimi aydınlatıyorsun.

“Senden hoşlanıyorum.” çocuğun değerli olduğunun ifadesidir. Çocuğun, varlığından memnun

olunduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. “İçimi aydınlatıyorsun.” mesajı da çocuğun iç ışığını destekler.

Bir güven ve değer duygusunun oluşmasını sağlar. Tüm bu mesajlar iyi ebeveyn mesajlarıdır. Bu

mesajlarla beslenerek büyüyen çocukla bakım veren arasında güvenli bağlanmanın oluşması

kaçınılmazdır. Böyle besleyici bir ilişkide ebeveyn, çocuk için yakın olan kişidir. Çocuk ebeveynine

yakın olma arzusu içindedir; ebeveyn, çocuk için güvenli bir limandır ve çocuk, ayrılık yaşadığında

acı çeker.

17


istenmeyen

bebege

annesinin

sevgisini

ve

sefkatini

vermesi

zordur.

.

(

Bu bilgileri göz önünde bulundurarak şu soruları

sorabilir miyiz? Bu temel ihtiyaçlarımızın kaçı

karşılandı? Nasıl karşılandı? Verilen bakım

ihtiyaçla uyumlu muydu? İhtiyaçlar; şefkat ve

sevgiyle mi, kaygılı bir şekilde mi, korkarak mı,

görev icabı mı karşılandı? Bu ihtiyaçlarının

çoğu karşılanmış; duygusal, sosyal ve ruhsal

olarak yetişkin bir birey miyiz yoksa bu

ihtiyaçların çoğu karşılanmamış yetişkin bir

çocuk muyuz? Tam da bu soruların cevabı nasıl

ebeveynlik yaptığımızın cevabını verecektir

bize. Örneğin, burada olduğun için mutluyum

mesajı varoluşu değerli hissetmek için en temel

mesajdır. Dünyaya gelişinden memnun

olunmayan bir bebeğe annesinin sevgisini ve

şefkatini vermesi de zordur. Bu mesajı

ebeveyninden alamamış bir yetişkin içsel olarak

hep bir boşluk hissetmeye eğilimlidir. Kendi ile

ilgili; ben değersizim, ne yaparsam yapayım

varlığım önemli değil, ben bir yüküm gibi

negatif inançlar geliştirme olasılığı yüksektir.

Çocukken kendi varlığını değerli hissetmeyen

ebeveyn çocuğunun varlığından ne kadar

memnun olacaktır, onu ne kadar değerli

hissettirecektir? Bu noktada bildiği kadarıyla,

yapabildiği oranda bunu yapmaya çalışacaktır.

Bu mesajlarla büyüyemeyen yetişkinlere

baktığımızda işlevsel olmayan bir şekilde

ebeveynlerini suçladıklarına tanık olmaktayız.

Suçlamak yerine ne oldu da annem, babam ya

da bakım verenim ihtiyaçlarımı karşılayamadı,

sevgi ve şefkat veremedi, beni göremedi, beni

teselli edemedi, beni güvende tutamadı gibi

sorular sormak daha yararlı olacaktır. Burada

yazının başında da belirttiğim gibi nesilden

nesile geçen aktarımlara, ebeveynimizin kendi

anne babasından nasıl ebeveynlik gördüğüne,

travmalara, acılara, stres faktörlerine ve stresle

nasıl baş edildiğine bakmakta fayda vardır.

Yazar: Aynur Aytaç SEZGİN

Uzm. Psk. Dan. & Çift ve Aile Terapisti

18


ANNE-BABA TUTUMLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Anne ve baba tutumlarını, ebeveynlerin çocuklarına karşı yönelttiği davranış

şekillerinin bütünü olarak ifade edebiliriz. Bu tutum, davranışların; anne, baba,

çocuk arasındaki ilişkinin yönünü ve çocuğun kendine özgü olan kişilik

gelişiminin oluşumunu etkileyen önemli bir etkendir. Çocuklar, dünyaya

geldikleri andan itibaren ebeveynlerin kendilerine karşı olan davranışlarını

duyguları aracılığıyla deneyimlemeye başlar. Bu süreçte çocuğun duygusal

gereksinimlerinin karşılanması adına anne – baba tutumları tam da bu noktada

çok önemlidir. Çocukların gerek yaşıtlarıyla gerekse aile içindeki bireylerle iyi

ilişkiler kurabilmeleri için fırsatların sağlanması ve bunların geliştirilmesi de anne

babanın görevidir. Anne ve baba tutumları, çocuğun ileride hayatına yön verir.

Yaşadığı tüm davranış ve ilişki deneyimleri, dolayısıyla oldukça önemlidir. Tüm bu anne – baba tutumlarının,

çocuğun kişilik gelişimine etkileri düşünüldüğünde anne – baba tutumları aşağıdaki şekilde gruplanır:

Aşırı Hoşgörülü Anne – Baba Tutumu:

·Kesin kurallar belirtilmez ve çocuğun davranışlarına karşı sınırlama getirilmez.

·Yanlış davranışlar karşısında tepki verilmez ya da bu davranışlar onaylanır.

·Çocuğa sınırsız hak ve özgürlükler verilir.

·Çocuğun her istek ve arzularını yerine getirmek için çaba harcanır.

·Aile, çocuğu merkeze alır. Çocuk, anne – babayı yönetir.

Anne-baba

tutumları

çocugun

hayatına yön

verir.

(

Bu anne baba tutumu ile yetişen çocuk:

·İstek ve arzularının hemen yerine getirilmesini bekler ve istedikleri hemen yapıldığından dolayı

duygu, istek ve dürtülerini denetlemekte ve beklemekte zorluk yaşayabilir.

·İstedikleri olmadığında aşırı öfke duygusu oluşabilir.

·Toplumsal kurallar veya sınırları uygulamakta zorluk yaşayabilir.

·Kendi akran grupları veya sosyal ortamlarda uyum sağlamakta güçlük çekebilir.

19


Kabul Edici, Güven Verici, Demokratik Anne-Baba Tutumu:

·Bu tutumu sergileyen ebeveynlerde aile içinde güven ve hoşgörü vardır.

·Çocuğun duygu ve düşüncelerin ifade edebilmesi için çocuğa fırsat tanınır.

·Aile içinde belli kurallar ve çerçeveler dâhilinde çocuğa yeteri kadar sorumluluk verilir ve

sorumluluk duygusu kazandırılır.

·Çocuk kendini aile içerisinde değerli ve kabul edilmiş bir birey olarak hisseder ve kendisini ailenin

bir parçası olarak görebilir.

·Aile içerisinde yeteri kadar sevgi ve ilgi vardır.

·Çocuğun istek ve ihtiyaçları bilinir ve karşılanır.

·Çocuğa kendi kararlarını kendisinin verebilmesi ve duygularını ifade edebilmesi için imkan verilir.

sevgi,

saglıklı

iletisimle

duygu ve

düsüncelerin

paylasımı

dır.

(

.

.

.

Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:

·Yetişkinlik hayatlarında kendine güvenen, sorumluluk sahibi, kendi kendini yönetebilen

sağlıklı bir kişilik geliştirir.

Sosyal ortamlarda dışadönük ilişkiler kurabilen bir yapıya sahip olur.

İş yaşantısında girişimci olabilir, öz disipline sahip kurallara uyabilen aktif ve lider

özelliklerine sahip olabilir.

Sınırlarını bilen, başka insanların fikirlerine saygı duyan ve kendi fikirlerini rahatlıkla

söyleyebilen bir birey olabilir.

Çevresindeki insanlara karşı güven duygusu aşılar.

Kendi hakları ve başkalarının hakkına saygı duymasını bilir.

Aşırı Otoriter ve Reddedici Anne – Baba Tutumu:

·Çocuğun tüm ihtiyaçlarının çocuğun kendisi tarafından karşılanması beklenir.

·Baskı ve otoriterlik vardır.

·Çocuğun istek ve arzuları yerine getirilmez, ailenin koyduğu kurallara uyulması beklenir.

·Sadece ailenin istekleri karşılanır.

·Çocuğun duygu ve düşünceleri yok sayılır, gerektiği yerde aile cezalandırıcı bir tavır sergileyebilir.

·Çocuğun olumlu davranışlarından ziyade olumsuz davranışları konuşulur ve bu davranışlar sürekli

eleştirilir.

Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:

·Aşırı otoriter tutum, çocukta ürkek ve korkak bir yapı geliştirmektedir.

·Diğer insanlarla iletişim kurmakta zorluk yaşayabilir.

·Özgüven problemi ya da veya içe kapanıklık yaşayabilir.

·Saldırgan bir yapı geliştirip kurallara uymayan ve suça kolaylıkla karışan kişiler olabilir.

·Kişinin kendi benlik saygısı düşüktür.

·Kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmekten çekinir, pasif ve geri planda kalmayı tercih eder.

20


Mükemmelliyetçi Anne – Baba Tutumu:

·Anne ve babaların beklentileri çok yüksektir ve bu beklentilerinin karşılanması beklenir.

·Çocuğun her alanda başarılı olması istenir, tamamen başarı odaklı bir tutum sergilenir.

·Çocuğun potansiyelinin üzerinde başarı beklenir ve hata yapması kabullenilmez.

·Mükemmel olduğu zaman çocuk daha çok sevilir ve çocuğa daha fazla ilgi gösterilir.

Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:

·Beklentiler karşılanmadığı zaman yetersizlik duygusu ortaya çıkar.

·Kendini değersiz ve başarısız hisseder, kolay pes eden bir yapıya sahip olur.

·Başarısızlık karşısında hayal kırıklığı yaşayabilir.

·Kolay kolay bir işe başlayamayabilir, tedirgin olur.

·Kendi içinde sürekli çatışma halindedir ve olumsuz duygular geliştirebilir.

Tutarsız Anne – Baba Tutumu:

·Anne ve baba belirli bir sınır çizmez, çocuğa nerede ve ne zaman durması gerektiğini söylemez.

·Ebeveynler, bazen aşırı biçimde izin verici davranabilir bazen de aşırı katı bir tutum sergileyebilirler.

·Kurallar belli değildir. Anne ve babanın günlük durumuna göre değişkenlik kazanır.

·Çocuk aynı yaptığı davranış karşısında bir gün olumlu tepki alırken, başka bir gün de olumsuz bir

tepki ile karşı karşıya kalabilir.

·Aynı durum karşısında bazen ödüllendirilir bazen de cezalandırılır.

Bu anne – baba tutumu ile yetişen çocuk:

·Tek başına karar vermekte zorlanabilir.

·Sosyal ilişkilerinde güven problemi yaşayabilir.

·Zamanla çevresindeki insanlara güvenmeyen, her şeyden şüphelenen, kararsız bir yapı geliştirebilir.

Yazar: Meryem Yıldırım

Oyun Terapisti / Klinik Psikolog

psikologmeryemyildirim

21


Sorunlarla başetmede 3

yol vardır.

Savaşmak

Kaçmak

Donup kalmak

22


İLİŞKİLER

durumlarda bile devam edebiliyor. Kıyafet konusunda kontrolcü yapıya sahip birisiyle birlikte olan

kişi bu sebepten dolayı partnerinden ayrıldığında, bir sonraki partneri de arkadaşları konusunda

kontrol sağlamak isteyen birisi olabiliyor. Ya da fiziksel şiddet gördüğü için ilişkisini bitiren kişi bir

sonraki ilişkisinde duygusal ve psikolojik şiddete maruz kalabiliyor. Bazen ne kadar şekil değiştirse

de aynı şeyi farklı şekillerde yaşayıp döngü tekrar edebilir. Bunların sebepleri kişinin ebeveynleriyle

kurduğu ilişki, çevresinde uzun dönem boyunca gözlemlediği ilişki türleri ve yaptığında onay alan

davranışları olabilmektedir. Kişi ona bilindik ve tanıdık gelen

duyguyu/durumu seçip onu zorlasa da bu ilişkiyi devam ettirebiliyor. Bilinmeyen ve

tanınmayan duygu ise kişiyi korkutup kendisini geri çekmesine neden olabiliyor.

Romantik ilişkilerimizde diğer tüm ilişkilerimizde de olduğu gibi ilk

kurduğumuz ilişkinin bir benzerini devam ettiriyoruz aslında. Buradaki birincil bakım

verenimiz ile kurduğumuz ilişkimiz dünyayı algılama biçimimizin ve diğer

ilişkilerimizin temellerini atıyor. Bağlanma stilimiz hayatımızda farkında olmadığımız

birçok şeyi etkileyebiliyor.

Kişi, çocukluğunda ebeveyniyle kurduğu ilişkide ihtiyaçlarının karşılanacağından

eminse ve ebeveynlerini güvenli bir dayanak olarak görüp dünyayı keşfetmeye hazır hale

gelebildiyse kurulan ilişki sağlıklı ve güvenlidir. Bu da kişinin ileriki hayatında kuracağı ilişkilerde

güvenli bir ilişki tarzı edineceğini gösteren temel işaretlerdendir. Güvenli bağlanma stiline sahip olan

kişiler sevilebilir olduklarına inanır ve ihtiyaçlarının karşılanacaklarını düşündükleri için ihtiyaçlarını

dile getirmekten çekinmezler. Düşündüklerini ve hissettiklerini kolayca ifade edebilirler. İletişime

açık ve karşı tarafın ihtiyaçlarına duyarlıdırlar. Levine ve Heller, bağımlılık paradoksu ile kişinin, ne

kadar güvenli bir bağ kurduysa o kadar bağımsız olabileceğini ifade eder. Kişi karşındakinden ne

kadar eminse o kadar kendi gibi davranabiliyor, korkusuzca, hareketlerini karşısındakine göre

şekillendirmeden, sahip olduğu kişiliğiyle rahatlıkla bir ilişki yaşayabiliyor. Ancak kişinin

ebeveyniyle kurduğu ilişki güvensiz bir ilişkiyse bu kişinin romantik ilişkilerinde kaygılı veya

kaçıngan bir tutum sergileyebileceğini gösteriyor.

İlişkiler söz konusu olduğunda hepimiz mutlaka tekrar eden döngüleri

dinlemişizdir. Gerek arkadaş ortamımızda gerek profesyonel yaşantımızda ilişkiler

her zaman önemli bir yer tutar. İlişki içerisindeyken veya ilişki sonrasında “Hep

aynı şeyleri yaşıyorum.” “Bu seferki de onun gibi çıktı.” “Oysa onu –A- kişisinden

çok daha farklı zannetmiştim hâlbuki aynılarmış.” “Niye sürekli aynı insanları

çekiyorum anlamıyorum.” gibi yakınmaları sıklıkla duyuyor olabiliriz.

İlişki içerisindeyken kişi ne kadar rahatsız olduğu bir şeyler olsa da bu ilişkiyi devam

ettirebiliyor. Veya aynı örüntü (rahatsız olduğu durum) karşısındaki partnerin değiştiği

baglan

ma

stilimiz

farkında

olmadıgı

mız

birçok

seyi etki

liyor.

.

(

(

23


Kaçıngan baglanma

stilinde kisilerde

.

yakınlık arttıkça geri

çekilme baslar.

(

.

Kişinin ebeveyniyle kurduğu ilişkide

ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmayacağından

emin olmaması; ihtiyaçların, ebeveyninin ruh

haline göre bazen karşılanıyor bazen de

karşılanmıyor olması bu kişinin ileride kuracağı

romantik ilişkileri kaygılı bir bağlanma stiliyle

kurmasına neden olabilir. Yine, ebeveynin

kendisiyle ilgili olumlu bir durum yaşandığında

çok mutlu olup çocuğa tüm mutluluğunu; olumsuz

bir durum yaşandığında ise tüm mutsuzluğunu

yansıtması da bu kaygılı bağlanma örüntüsünü

besler. Çoğu zaman karşısındakinin hissettikleri ve

yaptıklarına göre kendini şekillendirip,

pozisyonunu belirler. Bu da kişinin zihninin

sürekli partneriyle meşgul olmasına neden olup

kişinin özgürce hareket etmesini engeller.

Kişilerin ebeveyniyle kurduğu ilişkide

ihtiyaçları karşılanmıyorsa, duygusal olarak

sevilme duygusunu ebeveyninden alamıyorsa bu

kişilerin ileride kuracağı ilişkilerde kaçıngan

bağlanma stiliyle ilişki kurma olasılığı

yükselmektedir. Kurduğu ilişkilerde sürekliliğin

olmadığı, yakınlığın ve bağlanmanın onlara

korkutucu geldiği durumlar yaşayabilirler. Kişiler

partnerlerini ne kadar sevse de yakınlık arttıkça geri çekilmeye başlayabilirler.

Bildiğimiz örüntüyü tekrar etme eğilimini yaşımız ne kadar ilerlese de devam ettiriyoruz. Bize,

tanıdık ve bilindik gelen duygu ve durumlar; bizi zorlayacak, değişmek için çabalamamızın gerektiği,

kurmak istediğimiz ilişki tarzı yerine bize o örüntüleri tekrar yaşatacak benzer ilişki biçimleri kurma

sebebimiz olabiliyor.

Kurduğunuz ilişki tarzını fark edebilmek ve değiştirebilmek için psikoterapiye başvurabilir,

gelişmek için bir adım atabilirsiniz.

Yazar: Sena Öz

Psikolojik Danışman

pskdanismansenaoz

24


PANDEMİ SÜRECİNDE DUYGULARIMIZI NASIL DÜZENLEYEBİLİRİZ?

Dünya geneline yayılan COVID-19 salgını bir yıla yakındır hayatımızda pek çok

değişikliğe sebep oldu ve olmaya da devam ediyor. Bu değişimler her birimizin iç

ruhsal sistemini ve etkileşim sistemini değişen oranlarda etkilemektedir. Bazılarımız

iç ruhsal olarak bu süreçle daha iyi baş edebiliyorken, bazılarımız ise kendimizi bu

süreç karşısında daha savunmasız ve çaresiz hissedebilmekteyiz. Bu farklılığın pek

çok nedeni vardır. Erken dönem bağlanma tarzımız, sahip olduğumuz içsel ve dışsal

kaynaklarımız, travmatik yaşam deneyimlerimiz gibi kişisel öykümüzle bağlantılı

değişkenler, yaşadığımız sıkıntı veren olayla başetme düzeyimizi belirler.

COVID-19 hepimizin emniyetine yönelik bir tehdit ve tehlike teşkil etmektedir. Hem

sağlığımız risk altındadır hem de belirsizlik söz konusudur. Özellikle belirsizlik gibi stres kaynağının

yoğun olduğu ve kontrol duygumuzun zayıfladığı süreçlerle başetmek pek kolay değildir. Tehdit ve

tehlike altında ki organizmamız ilkel savunma sistemlerinden ‘’savaş-kaç-don’’ mekanizmalarını

devreye koymaktadır. Bunu, sistemimizin otomatik pilotu olarak düşünebiliriz. Bu sistem otomatik

olarak devreye girer ve bir tehdit karşısında otonom sinir sisteminde beynimize gelen tehlike alarmı

ile aktive olur. Bu sistem tıpkı bir otoban gibi çalışır ve 7/24 tehlike ve tehdit arayışı içerisindedir.

Fakat bu ilkel sistemimiz aşırı yüklendiğinde bazen yanlış ve aşırı tehlike alarmı verir. Dolayısıyla da

organizmamız ‘’savaş-kaç-don’’ ilkel savunma sitemleriyle hareket eder. Bu durumda dengede

kalmamız ve duygularımızı düzenlememiz çok mümkün olmamaktadır. Çünkü yaşanılan olayla

sistemimizin verdiği reaksiyon arasında bir tutarsızlık vardır. Böylece anksiyete bozukluğu, panik

atak gibi duygu düzenlememizi yapamadığımız semptomlar ve rahatsızlıklar geliştirebiliyoruz. Tıpkı

yangın dedektörünün bozuk olduğu bir binanın sigara dumanında bile yanlış alarm vermesi gibi.

belirsizlik

kaygı

25


Bu ilkel sistemimizin yanı sıra beynimizde ‘‘neo-korteks’’

dediğimiz “sosyal beyin” olarak da adlandırabileceğimiz bir

sistemimiz daha vardır. Bu sistem tehdit edici olaylar karşısında

bilinçli farkındalığımızı oraya yoğunlaştırarak duygularımızı

düzenlemeye ve daha işlevsel baş etme becerileri geliştirmemize

yardımcı olur. Yani sosyal beyine dikkatimizi verdiğimizde ilkel

sistemimizden gelen bazı yanlış ve aşırı mesajların duygularımız

üzerinde yarattığı etkilerle daha sağlıklı bir şekilde başedebiliriz.

Hepimiz bir şekilde fiziksel yaralanmalar ve bu fiziksel yaralanmalara

yapılacak ilk yardım müdahalesi için bazı temel bilgilere sahibiz. Bu bilgileri

okulda, ailede ve medyada öğrenebiliyoruz. Fakat duygusal yaralanmalarımıza

karşı yapılacak ilk yardım konusunda pek bir şey öğretilmediği gibi genellikle

bir olaydan kaynaklı olarak yaşadığımız duygu deneyimimizle ilgili olarak da o

duyguyu bastırmamız veya kafamıza takmamamız gerektiği gibi yöntemlerle

duygularımızı görmezden gelmemiz tavsiye edildi. Hâlbuki nasıl fiziksel bir yaramız

acı vererek o yaranın hala iyileşmediğine ve tedaviye ihtiyacı olduğuna dair bilgi veriyorsa

duygularımız da ruhsal yaralarımızla ilgili eşsiz bilgiler verir. Duygularımızın bilgeliğine kulak

vererek duygusal ilk yardımı kendimize sunabiliriz.

Bize ait

olan hiçbir

duygu

olumsuz

degildir.

(

Duygularımızın bize iç ruhsal sistemimizle ilgili ne söylediğini

anlamanın ilk basamağı dikkati duygularımıza vermektir. Bir

şeye dikkatimizi vermediğimiz sürece onun üzerinde çalışmak

pek mümkün değildir. Dikkatimizi verdiğimiz duygular hangi

duygular, bu duygularla ne yapıyoruz, bedenimizde nerede ve

nasıl bir duyum oluşturuyor, o duygularla ilgili yargılarımız

neler gibi sorularla duygularımızla temasa geçmek onları

tanımaya katkı sağlar. Yaşadığımız sıkıntı veren olayla ilgili

duygularımızı tanımladıktan sonra hangi duygu veya duyguları

yaşıyorsak ikinci basamak onları kabul etmektir. Bize ait olan

hiçbir duygu bizim için olumsuz değildir. Örneğin korku

duygusuna yönelik yargılarımız pek de olumlu değildir. Oysa

korku, kendimizi bir tehlike veya tehditten korumamız

gerektiğine dair mesaj verir.

26


Öfkeyi ele alalım. Öfke, haksızlığa uğradığımız

zaman ortaya çıkar ve hakkımızı korumamız

gerektiğini söyler. Utanç duygumuz ise yanlış

yaptığımızı söyler ve bizi zarar vermekten korur.

Üzüntü, bize önemli olan birisini veya bir şeyi

kaybettiğimizi bildirir. Aslında bütün

duygularımız koruyucu ve yaşamsaldırlar.

Duygularımızı kabul edip onları yaşamaya izin

verirsek sistemimizde işlemleyip neye ihtiyacımız

olduğunu da daha iyi belirleyebiliriz. Bazen

sistemimiz aşırı yüklendiğinde bir ve ikinci

basamakla duygularımızı düzenlemek pek

mümkün olmayabilir. Bu durumda sağ beynimize

yardımcı olacak bazı girişimlerde bulunabiliriz

buna üçüncü basamak diyelim. Sağ beynimiz

çözülmemiş sorunlarımız ve duygularımız için bir

depodur.

Yani sıkıntı veren bir olayı veya duygusal

deneyimi geçici olarak sağ geçici lobda tutar ve

daha sonra yararlı bilgiye ulaştığında depoladığı

sıkıntı veren olayı veya duygusal deneyimi

işlemler. Tıpkı sağ beynimizin yaptığı gibi biz de

‘‘hayali bir konteynır veya kutu’’ ile bize sıkıntı

veren deneyimleri daha sonra gözden geçirmek

üzere uygun hale gelene kadar güvenilir bir kenara

kaldırabiliriz. Sonuç olarak hangi duygulara sahip

olduğumuzu, bu duygulara ne zaman sahip

olduğumuzu, bu duyguları nasıl

deneyimlediğimizi ve duygularımızı nasıl ifade

ettiğimizi fark ettiğimizde, bu duygularımızı daha

iyi düzenliyoruz demektir.

Tabi bütün bunların yanı sıra enerjiyi almak

ve açığa çıkarmak için bir dengeye ihtiyacımız

var. Örneğin; uyumak, uyanmak, yemek ve

aktivite, çalışmak ve oynamak, yalnız ve

diğerleriyle zaman gibi günlük rutinlerimize de

bağlı kalmalıyız. Unutmayalım ki sistemimiz

iyileşmeye çok isteklidir ve iyileşme için de sahip

olduğu pek çok kaynağı vardır.

Yazar: Feyyaz Aslan

Uzm. Psk. Dan. & Aile ve Çift Terapisti

feyyazas.65@hotmail.com

27


Duygu olmadan hiçbir

karanlığın aydınlığa

dönüşmesi, hiçbir ataletin

harekete dönüşmesi

mümkün değildir.

Carl JUNG

28


Psikoterapi

hakkında yanlıs

bilinenler

.

1.

Psikoterapi, sohbet etmek, dert dinlemek, teselli etmek, gaz vermek, onaylamak, akıl vermek

değildir. Bunlar sadece kısa süreli ve geçici bir rahatlama sağlar. Uzun vadede tedavi edici

değildir.

2.

Psikoterapide ilk birkaç seans genellikle bireyi tanımaya, problemi bulmaya ve uygulanacak

tedavi stratejilerini belirlemeye yöneliktir. Psikoterapiye gelen danışanların ilk görüşmede

sorunlarından tamamen kurtulup yepyeni bir hayata başlayacaklarını düşünmeleri çoğu zaman

hayal kırıklığı yaşamalarına ve terapiyi bırakmalarına neden olmaktadır. Tabi ki psikoterapi

yeni bir hayata başlamak için güzel bir fırsattır. Ancak bunun için biraz sabır gerekmektedir.

3.

Psikiyatristler ilaç yazar, psikologlar psikoterapi yapar fikri her zaman geçerli

değildir.Türkiye’de üniversitelerin psikiyatri ve psikoloji bölümlerinde lisans öğrencilerine

kapsamlı bir psikoterapi eğimi verilmemektedir (2014). Dolayısıyla psikoterapi, psikolog,

psikolojik danışman ve psikiyatristlerin üniversite eğitimlerinden sonra bireysel olarak

katıldıkları eğitimler ve çalışmalar sonrası uzmanlaşılan bir alandır. Her ne kadar ülkemizde

psikiyatri polikliniklerinde ilaç tedavisi öncelikli olarak kullanılsa da psikoterapi eğitimi

almış ve psikoterapi uygulayan psikiyatristler de bulunmaktadır.

4.

Psikoterapinin alternatifi antidepresan ilaçlar değildir. Psikoterapi gerektiren sorunlara

yönelik olarak doktor gözetimi olmadan, bilinçsizce antidepresan kullanımı, sorunları kısa

süreli olarak bastırmakta fakat uzun vadede beynin nörokimyasal dengesinin bozulması

sonucuyla daha ciddi sorunlara yol açabilmektedir.

29


5.

6.

7.

Psikoterapi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıklıkla istismar edilebilen bir alan

olmuştur. Psikoloji veya tıp eğitimi olmayan kişilerin kulaktan dolma bilgilerle ve kısa

süreli aldıkları bazı kurslarla (hipnoz, eft vb.) psikoterapi yapmaları etik değildir. Hipnoz,

eft ve emdr terapide kullanılabilecek önemli enstrümanlardır. Ancak psikoloji altyapısı

olmayan insanların salt bu yöntemlerle hastalıkları iyileştirdikleri iddiası bilimsel değildir.

Yine bu yöntemleri uygulayan kimselerin “Bir günde panik atağa son.”, “Üç seansta

depresyondan kurtulun.” gibi reklamları bilimsel verilerle bağdaşmamaktadır. Hiçbir

danışanı görmeden ve değerlendirmeden bu tür iddialarda bulunulamaz.

Psikoterapi sadece çocukluk anılarınızın veya geçmiş travmalarınızın anlattırıldığı bir

süreç değildir. Çocukluk anılarının ve geçmiş travmaların üzerine odaklanan terapiler

psikodinamik ve psikanalitik kökenli terapilerdir ve son derece akımlardır. Ancak bu

dünyada bilinen onlarca farklı terapi yöntem ve tekniklerinden bir tanesidir. Örneğin

bilişsel ve davranışçı terapiler çok fazla geçmiş yaşantılara odaklanmaz, bugün ile çalışır.

Psikoterapiye sadece hasta insanlar gitmez. Her insan hayatı boyunca zorlu süreçlerle

karşı karşıya kalır. Bu süreçlerin yaşandığı dönemlerde daha sağlıklı kararlar alabilmek,

süreci en az hasarla atlatmak ve daha dengeli bir yaşam sürdürebilmek adına psikoterapi

bireye büyük faydalar sağlar.

Yazar: Mustafa Gödeş

Klinik Psikolog

psk.mustafagodes

30


PANDEMİYE SON BİR BAKIŞ

Bu yazıda biraz da temennim olan bir konudan bahsetmek istiyorum. Son

zamanlarda hayat tarzımızı baştan sona değiştiren pandemi sürecinin yavaş

yavaş son bulması. Elbette hala bu noktada bazı soru işaretleri olsa da aşının

bulunması bu zorlu süreçte bizim için yeni bir umut ışığı oldu.

Alışkanlıklarımızı, eğitim ve iş yaşantımızı, insanlarla selamlaşma biçimimizi

dahi baştan sona değiştiren bir süreç bizden her ne kadar bazı şeyleri götürdüyse

de yaşanan olayların bize kazandırdığı olumlu alışkanlıklar da oldu elbette.

Gerek virüsün seyrinden dolayı kazanmak durumunda olduğumuz

alışkanlıkların hayatımızda belli kayıplara yol açması, gerek bu dönemde oluşan

bazı olaylardan fazlaca etkilenip, yaşanan birtakım olaylar üzerinde pek kontrolümüzün olmaması

gibi faktörler nedeniyle bu süreçte bizi sıkça etkileyen bir duyguyu çoğumuz hissettik eminim,

“kaygı”.

Bu yazıyı yazarken zamanda biraz geriye gidip salgının nasıl başladığını hatırlamaya çalıştım.

Salgın henüz Türkiye’ye uğramadan önce elimden geldiğince haberlerden kaçınmaya çalışıyordum.

Gitgide dünyada yayılıp pandemi haline geldiğindeyse bu yönelimim fazlasıyla arttı. Bu noktadan o

noktaya baktığımda virüsün bulaştığı ülkelerdeki yeni hayat tarzının bize de ulaşmasından

endişelendiğimi ve sevdiğim insanların bu hastalık yüzünden zarar görme ihtimalinin beni epey

kaygılandırdığını fark ediyorum. Bu düşünceler bana pandemiyi anımsatan her şeyden bir biçimde

kaçınmayı teşvik ediyordu ta ki virüs bizim hayatımızın bir parçası olana kadar. Artık istesem de

istemesem de yeni değişikliklere adapte olmak, korktuğum bu duygularla yaşamak

mecburiyetindeydim. Daha sonrasında hepimizin az çok ortak bir paydada buluştuğu yeni yaşama ya

da daha çok kullandığımız şekliyle yeni normale alışmaya başladım.

Eminim ki bir kısmınız insanların çılgınca stok yaptığı, marketlerin temel gereksinimlerimizi

karşılayabilmek için ekstra çalıştığı o dönemi anımsayacaktır. Her ne kadar bizim ülkemizde bu çok

fazla hissedilmediyse de basından ve sosyal maddeden elde ettiğimiz bilgilerle diğer ülkelerde bunun

çok dışında bir tabloyla karşılaşabildiğini söyleyebiliriz. Peki neden? İnsanlar ihtiyacı olmadığı halde

neden raflarca tuvalet kağıdı depoladı, neden iki günlük ev kısıtlaması için sokağa çok büyük bir

kalabalık akın etti, neden son anda koştur koştur markete gidip bisküvi ve kola alan insanları

seyrettik? Bu insanların herhangi birini ayıplayabilir miyiz, ayıplamalıyız?

insanın en

temel

gereksinimi

güvende

hissetmektir.

İnsan ırkı olarak en temel gereksinimlerimizden birisi güvende

hissetmektir. Bu durumdan uzaklaştıkça sergilediğimiz her davranışın

altında derin bir mantık aramak uygun olmayabilir. Buradan kesinlikle

küçümseme gibi bir anlam çıkarılmamalı aksine örnek verilen

davranışlar ve benzeri durumların, güvenlik hissimizin zedelenmesi ve

belirsizliğin de bir sonucu olarak kaygının doğmasıyla bizi otomatik

bazı davranışlara sürüklemesi kaçınılmazdır.

31


Tüm bu şeyleri aslında pandemi bize biraz yabancıyken yaşadık, henüz sürecin

başındayken. Zamanla yeni hayatımıza alıştık. Şimdi belki her şey tam olarak bitti

diyemesek de en azından bu sürecin başlangıcında olduğumuzu söyleyebiliriz. Peki, şimdi

bu süreçten ne elde ederek ayrılıyoruz? Öncelikle bu dönemde insanlarla yüz yüze

etkileşimimizi epey kısıtlamamız gerekti dolayısıyla yalnız başımıza vakit geçirmeyi

öğrendik. İnsanların evde kalmasıyla doğadaki değişim belirgin bir şekilde fark edildi,

insan faktörünün doğaya etkisi gözlemlendi.

Bir kısmımız bu davranışı değiştirme kararı

aldı. Ülkelerin salgınla savaşabilmek için gerekli

malzemelere erişebilmek adına başka ülkelerin

yardım malzemelerine dahi el koymaları gibi

faktörler kendi kendine yetinebilme politikasını

güçlendirdi. Birçok faktör daha sayılabilse de

belirgin olanlardan bahsetmek istedik. Burada

dikkat çekmek istediğimiz nokta aslında bu kadar

kaygı uyandıran ve bizde göreceli olarak olumsuz

anılar bırakan bir sürecin bizden götürdüğü şeyler

kadar bize kazandırdığı şeylerin de olduğudur.

İnsan doğası yaşanılan bu zorlu süreçlerden bile kayıplara rağmen yeni şeyler

öğrenerek ve avantajlardan da dezavantajlardan da bilişsel sistemine eklemeler

yaparak çıkabilen olağanüstü bir yapıdır.

Yazar: Merve İpek

Psikoloji Lisans Öğrencisi

32


HANGi

baglanma stiline

sahipsiniz!

)

Sizin için DOĞRU olan her ifade için küçük kutuyu işaretleyin. (Yanıt "doğru" değilse

herhangi bir şıkkı işaretlemeyin.)

A

Sıklıkla partnerimin beni sevmekten vazgeçeceğinden endişe duyarım.____________________________________________________

Partnerime şefkat göstermekte zorlanmam.__________________________________________________________________________

Biri gerçek beni tanıdığında, olduğum kişiden hoşlanmayacağını düşünürüm. ______________________________________________

Bir ayrılığın ardından çabucak toparlanırım. Birini bu kadar çabuk aklımdan çıkarmam tuhaf. _________________________________

Bir ilişkide olmadığımda kendimi kaygılı hissederim. _________________________________________________________________

Partnerim kendini kötü hissettiğinde ona duygusal destek vermekte zorlanırım. _____________________________________________

Partnerim uzakta olduğunda bir başkasıyla ilgileneceğinden korkarım.____________________________________________________

Partnerime rahatlıkla güvenirim___________________________________________________________________________________

Bağımsızlığım ilişkilerimden önemlidir.____________________________________________________________________________

En derin hislerimi partnerimle paylaşmayı tercih etmem._______________________________________________________________

Partnerime nasıl hissettiğimi gösterirsem benim için aynı hissetmeyeceğinden endişelenirim.__________________________________

Romantik ilişkilerimden genellikle memnunum.______________________________________________________________________

Romantik ilişkilerimde trip atma ihtiyacı hissetmem.__________________________________________________________________

İlişkilerim hakkında çok düşünürüm._______________________________________________________________________________

Partnerlerime güvenmekte zorluk çekerim.__________________________________________________________________________

Bir partnere hızla bağlanma eğilimim vardır..________________________________________________________________________

İhtiyaçlarımı ve isteklerimi partnerime ifade etmekte pek zorlanmam_____________________________________________________

Partnerime zaman zaman nedenini bilmeden öfke duyar ve sinir olurum..__________________________________________________

Partnerimin ruh hali beni çok etkiler._______________________________________________________________________________

İnsanların çoğunlukla dürüst ve güvenilir olduğuna inanırım____________________________________________________________

Tek bir partnerle yakınlık kurmak yerine, kimseye bağlanmadığım tek gecelik ilişkileri tercih ederim.___________________________

Kişisel fikirlerimi ve duygularımı partnerimle rahatça paylaşırım.________________________________________________________

Partnerim beni terk ederse, bir daha kimseyi bulamayacağımdan endişe duyarım..___________________________________________

B

C

33


HANGi

baglanma stiline

sahipsiniz!

)

A B C

Partnerim çok yakınlaştığında gerilirim. _____________________________________________________________________________

Bir çatışma anında, meselenin gerekçelerini konuşmak yerine, düşünmeden sonradan pişman olacağım

şeyler yapma ve söyleme eğilimim vardır.____________________________________________________________________________

Partnerimle tartışmamız ilişkimizin tamamını sorgulamama sebep olmaz.___________________________________________________

Partnerlerim genellikle benim rahat hissettiğimden daha fazla yakınlık kurmak ister.__________________________________________

Yeterince çekici olmadığımdan endişe duyarım._______________________________________________________________________

İlişkilerimde pek dram yaratmadığımdan insanlar beni sıkıcı bulur.________________________________________________________

Partnerimi ayrıyken özler, bir aradayken kaçma isteği duyarım.___________________________________________________________

Biriyle fikir ayrılığı yaşadığımda fikirlerimi rahatça ifade edebilirim..______________________________________________________

Başka insanların bana bağımlı olduğu hissinden nefret ederim..___________________________________________________________

İlgilendiğim birinin başkalarıyla ilgilenmesi beni korkutmaz. Belli belirsiz bir kıskançlık hissederim,

ama uçup gider..________________________________________________________________________________________________

İlgilendiğim birinin başkalarıyla ilgilendiğini görmek bana kendimi depresif hissettirir.________________________________________

İlgilendiğim birinin başkalarıyla ilgilendiğini görünce rahatlamış hissederim. Daha özel bir şeylerin

peşinde olmadığını gösterir._______________________________________________________________________________________

Çıktığım kişi soğuk ve uzak davranırsa, ne olup bittiğini merak ederim ama muhtemelen benimle ilgili

olmadığını bilirim..______________________________________________________________________________________________

Çıktığım kişi soğuk ve uzak davranırsa muhtemelen aldırmam, hatta biraz rahatlamış hissederim.________________________________

Çıktığım kişi soğuk ve uzak davranırsa, bir şeyleri yanlış yaptığımdan endişelenirim.._________________________________________

Partnerim benden ayrılacak olursa ona ne kaçırdığını göstermek için elimden geleni yaparım (biraz

kıskançlıktan zarar gelmez)._______________________________________________________________________________________

Birkaç aydır çıktığım biri benden ayrılmak isterse, başta incinirim ama daha sonra toparlarım..__________________________________

Bazen ilişkide istediğimi elde ettikten sonra, artık neyi istediğimden emin olamam.___________________________________________

Eski partnerlerime (tamamen platonik olarak) bağlantıda kalmaktan rahatsızlık duymam. Nihayetinde

birçok ortak noktamız var.________________________________________________________________________________________

34


HANGi

baglanma stiline

sahipsiniz!

)

A sütunundan işaretlediğiniz kutuların toplamı:

B sütunundan işaretlediğiniz kutuların toplamı:

C sütunundan işaretlediğiniz kutuların toplamı:

Puanlama Anahtarı:

Her kategoride ne kadar fazla işaretlediyseniz, ilgili bağlanma stiline ait o kadar özellik taşıdığınız

anlamına gelir. A kategorisi kaygılı bağlanma stili, B kategorisi güvenli bağlanma stili, C kategorisi

kaçıngan bağlanma stilini temsil ediyor.

Kaygılı Bağlanma Stili

Partnerlerinize yakın olmayı seviyorsunuz ve büyük bir yakınlık kurabiliyorsunuz. Fakat yine de

partnerinizin sizin istediğiniz kadar yakın olmak istemeyeceğinden korkuyorsunuz. İlişkiler, duygusal

enerjinizin büyük kısmını tüketiyor. Partnerinizin davranışlarında ve halindeki ufak dalgalanmalara

karşı fazla duyarlı olma eğiliminiz var ve genellikle algılarınız doğru olsa da partnerinizin

davranışlarını fazla kişisel algılıyorsunuz. İlişki boyunca bir çok olumsuz duygu hissediyorsunuz ve

moraliniz kolayca bozuluyor. Nihayetinde, trip atıyor ya da sonradan pişman olacağınız şeyler

söylüyorsunuz. Diğer kişi size fazlasıyla güvence ve rahatlama sağladığında, kaygılarınızla olan

meşguliyetiniz dağılıyor ve memnun hissediyorsunuz.

Güvenli Bağlanma Stili

Bir ilişkide sıcak ve sevgi dolu olmak sizin için doğal. İlişkileriniz hakkında çok fazla

endişelenmeden yakınlığın tadını çıkarıyorsunuz. Konu romantizm olduğunda emin adımlarla

ilerliyorsunuz ve ilişki meseleleri moralinizi kolayca bozmuyor. İhtiyaçlarınızı ve hislerinizi

35


HANGi

baglanma stiline

sahipsiniz!

)

partnerinize etkin bir şekilde ifade edebiliyorsunuz, partnerinizin duygusal ipuçlarını okumakta ve

onlara karşılık vermekte de iyisiniz. Başarılarınızı ve sorunlarınızı partnerinizle konuşuyorsunuz ve

size ihtiyacı olduğunda yanında olabiliyorsunuz.

Kaçıngan Bağlanma Stilini

Bağımsızlığınızı ve öz-yeterliliğinizi sürdürmeniz çok önemli. Bu yüzden genellikle özerkliği yakın

ilişkilere tercih ediyorsunuz. Diğerleriyle yakın olmayı istemenize rağmen, fazla yakınlıktan

rahatsızlık duyuyor ve partnerinizi hep belli bir mesafede tutma eğiliminde oluyorsunuz. Romantik

ilişkilerinize veya reddedilme konusuna fazla kafa yormuyorsunuz. Partnerlerinize içinizi

açamıyorsunuz ve onlar da genellikle duygusal açıdan uzak olmanızdan şikayet ediyor. İlişkilerde

kontrol ya da sınır ihlali gibi konularda çok hassas davranıyorsunuz.

36


Hera Psikoloji olarak danışmanlık hizmetimiz haricinde, Ruh Sağlığı çalışanlarına yönelik

olarak düzenlediğimiz 1. yılı Teorik ağırlıklı, 2. yılı uygulama, formulasyon ve süpervizyon olarak

devam eden eğitim programı sürdürülmektedir.

Seans odasında terapistin ihtiyaç duyacağı birçok terapötik beceri kazandırılması

amaçlanmaktadır. Ayrıca devamsızlık yapan ve sonradan izlemek isteyen kursiyerlere Off-line

izleme imkanı tanınmaktadır. Eğitim sürecinde teorik bilgiler, gerçek vaka deneyimleri ve

kayıtlarından yola çıkarak pratik becerilere dönüştürülmesi sağlanmaktadır.

Detaylı bilgi, içerik ve başvuru için;

www.psikoterapiakademisi.net

0(505) 996 44 44

37


HERA PSİKOLOJİ

İLETİŞİM BİLGİLERİ

0(505) 996 44 44

herapsikoloji@gmail.com

WEB SİTESİ

www.herapsikoloji.com

Sosyal Medya Hesapları

İnstagram: terapihera

facebook: terapihera

Youtube: Hera Psikoloji


Bireysel Danışmanlık Çift-Aile Danışmanlığı Çocuk-Ergen Danışmanlığı

Doğu Mah. Erol Kaya Cad. Hızır Reis Apt. No: 205/1 Daire:6 Pendik / İstanbul

Çavuşoğlu Mah. Özel Cad. Selimoğlu Apt. No: 1 Daire: 1 Kartal / İstanbul

Kurtköy Mah. Ankara Cad. Soygaz Sk. Beyaz Saray sit. A Blok Kat:2 Daire:6 Pendik / İstanbul

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!