KOCAELİ FEN LİSESİ-BİLGE 2020
Kocaeli Fen Lisesi / Bilim-Kültür-Sanat Dergisi
Kocaeli Fen Lisesi / Bilim-Kültür-Sanat Dergisi
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İçindekiler
Editörlerden... 4
Okul Müdürü’nden 5
Atatürk ve Tarih 6
İzmit Kaymakamı ile Mülakat 8
KOCAELİ
FEN LİSESİ
DERGİSİ
Mesut Öğretmenimize Veda 12
Kırk Yıllık Hayal-Saatlerden Yalnızlık 15
21.Yüzyılın Vebası Covid-19 16
Evrenimiz Yaşıyor mu? 17
Bir Matematikçi: Srinivasa Ramanujan 20
Mikrobiyota Gerçekten Önemli mi? 22
Okul Müdürü
Sinan MERAL
Koordinatör Öğretmenler
Necla AYDIN
Turgay ÇİMEN
Rüveyda AKPINAR
Adres: Karadenizliler Mahallesi Çarşıbaşı Caddesi
Eyüp Sultan Sokak Çocuk Doğum Hastanesi Karşısı
Alikahya İZMİT / KOCAELİ
Telefon: (0262) 319 04 41
Faks: (0262) 319 46 27
web: www.kkfl41.com - www.kkfl.meb.k12.tr
Karadelikler 23
Robinson Crusoe 24
Tıp Tarihinin Başlangıcı ve Musiki ile Tedavi 26
SOBIL ”Kodla ve Çöz” 28
1.Ulusal Sosyal Bilgiler Çalıştayı: KFL SOBİL 30
Düşünce-Bilinç-Özbilinç İlişkisi 32
Eğitim 34
Esved 35
Arafta Kalan Duygular 36
Ayın İzinde 37
Anlamlandırmak ve Anlamak 38
İhtiyarlar Anılarıyla Yaşarlar 40
Kurtaramadım 42
Neden Hatırlamıyorum? 44
KATKILARINDAN DOLAYI
ÖĞRENCİLERİMİZE,
ÖĞRETMENLERİMİZE,
OKUL AİLE BİRLİĞİNE
TEŞEKKÜR EDERİZ.
Tasarım & Baskı
Son Arayış 46
Zamansız Yağmur 48
Zaten Hep Yoldaydım 50
Düşünce Maskeler-Herkesleşiyorsun 53
Emmy’li Bir Türk:Haluk Bilginer 54
Mektuplarım 55
Bir Savaş Stüdyosu 56
Objektifimizden 58
Fen Lisesi Resim Çalıştayı 61
Karabaş Mah. Cengiz Topel Cad.
No: 10/A İzmit-KOCAELİ
0262 325 32 90 - www.kbk.com.tr
Bekle Bizi Euro 2020 62
O Gün 64
Haberler 65
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 3
EDİTÖR
Editörlerden...
Ece ARSLAN Alp Emre EYRİKAYA
İnsanoğlunu, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren en çok korkutan, hırçınlaştıran veya sindiren yegane
kaygı(!) “bilinmezlik” kavramı olmuştur. Sonu gelmeyen yıkımların, katliamların, felaketlerin arkasında çoğu
zaman “bilinmeyene duyulan öfke” yatar. Oysa insanlık tarihindeki çığır açan ilerlemeler, dünyaya çoğunluğun
penceresinden değil devlerin omzundan bakan, sıra dışı düşüncelere sahip özel insanların eseridir.
Farelerin karanlık bir odadaki kirli çoraptan köken alarak ürediği görüşünün yaygın olarak kabul gördüğü
zamanlarda Robert Koch, herkesten farklı düşünmenin yol açabileceği tüm sıkıntılara göğüs gererek kendi
fikrini duyurma cesaretini gösterip Koch postulatlarıyla bilime bambaşka bir bakış açısı kazandırmasaydı;
felsefesi uğruna can veren Sokrates, kendi deyimiyle “zararsız bir at sineği” olmakta ısrar etmeyip insanları
meşhur “doğurtma” yöntemiyle mutlak doğru olarak kabul edilen bilgileri dahi sorgulamaya yönlendirmeseydi
dünya şimdi kim bilir hangi çağı yaşıyor olurdu? Peki ya, bildiğini paylaşma cesaretini gösterdiği için
Hypatia’ya yapıldığı gibi, korkak ve bağnaz kimselerce katledilen daha nice insanın katacağı değerle dünya
şimdi nerelere gelebilirdi? O halde farklılıklardan kaçmanın veya onlarla savaşmanın değil bilinmezliği “bilinir
kılma” çabasının gösterildiği bir dünya kim bilir nelere gebedir..?
Biz, Kocaeli Fen Lisesi öğrencileri olarak, “bilme” nin değerini anlatmaya çalıştığımız “Bilge” adlı
bilim, kültür, sanat dergimizde tüm farklı, uçuk kaçık fikirlerimize bir mikrofon tutup, dünyayı değilse de
okuyucularımızın kafasında birkaç şeyi değiştirmeyi, kendi heyecanımızı ve yaratıcılığımızı sizlere aktarmayı
umduk. Etrafımızın gözle görülmeyen “tehdit”lerle sarıldığı, dünyanın “bilinmeyen” in yarattığı endişeyle
çalkalandığı bugünlerde edebiyatın bir mikroskop olup bize görünmeyeni göstereceğine inanarak okuduk,
yazdık, öğrenmeye çalıştık.
Şimdi, çabalarımızın çıktısı olarak sizlere her satırını ilmek ilmek işleyerek doldurduğumuz dergimizin
9. sayısını sunmaktan onur duyuyoruz. Oluşum sürecinde bizden desteklerini esirgemeyen okul
müdürümüz Mesut Tekin’e, her zaman yanımızda olup fikirleriyle ve emekleriyle bizlere güç veren sevgili
öğretmenlerimiz Turgay Çimen’e, Rüveyda Akpınar’a, Necla Aydın’a, Mehmet Bayrak’a, Ergün Çelik’e ve
diğer tüm öğretmenlerimize teşekkür ederiz. Cesur Yeni Dünya’dan bilincimizin derinliklerine kadar inen
zengin içeriklerle donattığımız, nice şiir, makale ve deneme, röportaj ve fotoğrafa yer verdiğimiz, düşünmeye
ve düşündürmeye çabaladığımız dergimizle sizleri baş başa bırakmak istiyoruz.
Aldoux Huxley’nin “Edebiyat; gençliği yetiştirir, yaşlılara zevk verir, ikbalde süs, felakette teselli ve
sığınak olur.” sözünü hatırlatarak en karanlık zamanlarda dahi edebiyata, bilim ve sanata dört elle sarılmayı,
farklılıkları kucaklayarak bugünü bir adım ileriye taşıma cesaretini göstermeyi umuyor, sizleri kendi cesur
dünyamıza davet ediyor, keyifli okumalar diliyoruz.
4
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Okul
Müdürü’nden
Kıymetli Bilge Okurları,
Zaman çok hızlı bir şekilde akıp giderken dergimiz 9 yaşına girdi. Zamanın hızlı bir şekilde akması değişimi kaçınılmaz kılıyor.
Filozoflarında dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” değişim bilgi ile başlar. Bu düşünceden yola çıkarak, biz de
OKUL MÜDÜRÜ
geleceğin mimarı olacak çocuklarımızı gerekli bilgi ve beceriler ile donatmayı amaçlıyoruz.
2019-2020 ve daha önceki YKS sonuçlarımız haklı bir gurur yaşamamıza sebep oluyor. Ancak bizler sadece akademik başarıyı
değil, sosyal kültürel ve sportif başarıları da önemsiyoruz. Öğrencilerimizin, tek yönlü değil çok yönlü bireyler olmalarını
istiyoruz. İlk sanayi devriminden( Endüstri 1.0); su ve buhar gücünü kullanarak mekanik üretim sistemlerinin ortaya çıkmasından,
Dördüncü sanayi devrimine (Endüstri 4.0); Nesnelerin İnterneti, Hizmetlerin İnterneti, Siber-Fiziksel Sistemler kavramlarının
ön planda olduğu, sanal ağ ile fiziksel dünyanın birleştiği bu süreçte her alanda rekabet daha fazla yaşanmaktadır. Bilginin
yanı sıra, bilginin kullanılması ve aktarılması daha önem kazanmıştır. Biz de bu düşünceyle, eğitim öğretim süreçlerindeki en
büyük gücümüzü öğretmenlerimize, TÜBİTAK ve Sabancı üniversitesi işbirliği ile Fen, teknoloji, mühendislik ve matematik gibi
disiplinler arası bakış açısını kullanarak günlük hayattaki problemlere çözümler oluşturma, analitik ve tasarım odaklı düşünme
becerilerini kazandırmayı amaçlayan STEM Eğitimi alanında seminerler aldırdık. Yine TÜBİTAK ve Sabancı üniversitesi işbirliği
ile öğrencilerimize kodlama yazılım kursları aldırdık. Covid-19 sürecinde aldığımız önlemler ile hem öğretmenlerimizin hem de
öğrencilerimizin güncel eğitim yaklaşımlarından uzak kalmamalarını sağladık.
Eğitimde feda edilecek hiçbir birey yoktur. Her bireyin önemli olduğunun farkındayız. Bir tek çivinin önemi; “Bir çivi bir nalı,
nal bir atı, at bir komutanı, komutan bir orduyu ve bir ordu koca ülkeyi kurtarır” şeklinde anlatılırken, bir insanın önemini anlatmaya
kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. Bir genç mühendisin hayallerinin, ülkemizin savunma ihtiyacının karşılanmasında ne
kadar üstünlük sağladığını yaşayarak gördük, görüyoruz. Aslında bütün gelişmelerin hayal kurma ile başladığının farkındayız.
Hayallerimiz kadar büyüğüz, gayretimiz kadar varız. Hayal kuran ve kurduğu hayallere ulaşmak için çalışan, geçmişini bilen,
yaşadığı toplumu ve dünyayı anlayan, geçmişten geleceğe bakarken, kendi toplumsal değerlerinin yanına, evrensel değerleri
de koyabilen nesiller yetiştirmek istiyoruz. Bu yıl ki sayısında da ilim ve kültür deryasına bıraktığımız BİLGE’yi, covid-19 pandemi
sürecinde e-dergi olarak da okul sitemizde yayınladık. Gençlerin ve düşüncelerinin geleceğe kanat çırptığını biliyor ve onların
düşüncelerini önemsiyoruz.
İlim ve irfanla dolu nice yıllarda buluşmak dileğiyle…
Sinan MERAL
OKUL MÜDÜRÜ
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 5
ATATÜRK
Atatürk ve Tarih
Atatürk, 20. Yüzyılın en büyük liderlerinden birisi, hatta belki de en büyüğüydü.
Büyük önder, savaş meydanlarında aldığı önemli galibiyetlerin yanı sıra
durmadan milleti için çalışmış, onun adını yükseltmek için durmadan çabalamış
ve bu konuda da oldukça önemli başarılar elde etmiştir.
6
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Atatürk’ün Türk adını yükseltmek için kullanabileceği yegane
anahtar tarihti çünkü tarih, içinde kültürü, milli birikimleri
kısacası milletin özetini barındırıyordu. Bunu da “Tarih ne güzel
aynadır. İnsanlar, özellikle ahlâkta gelişmemiş kavimler, en
büyük kutsal kavramlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan
nefislerini menedemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük
hâdiselerde, bu hâdiseler içinde etken olanların hal, hareket ve
davranışları onların ahlâk düzeylerini ne açık gösterir.” sözüyle
beyan etmiştir.
Osmanlı’da Eski Türk tarihinin ihmal edilmesi nedeniyle
batılı tarihçilerin eserleri onun ilk araştırmalarına kaynaklık etti.
Ancak bu eserlerin gerçeği yansıtmaktan çok uzakta olduğunun
farkındaydı. Bu farkındalık da sözlerine şu şekilde yansımıştı:
“Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa milletleri arasında
Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri aşılamışlardır. Batı belleklerine
yerleşmiş olan bu fikirler, özel bir düşünüş biçimi meydana
getirmişlerdir. Bu düşünüş biçimi hâlâ her şeye ve bütün
olaylara rağmen mevcuttur.” Batılı tarihçiler olaylara kendi çerçevelerinden
bakıyor, kendileri milletlerini süsleyip abartırken,
Türkleri aşağılıyorlardı. O, batılı tarihçilerin Türkler hakkındaki
aşağılayıcı tasvirlerini onların Türk düşmanlığına bağlıyordu. Bu
düşüncesini de 1926 yılında yayımlanan Louis Halphen’in “Les
Barbares des Grandes Invasion aux conquetes Turques du xie
sieccle” (Barbarlar, Büyük istiladan Türklerin 11. Yüzyıldaki Fetihlerine
Kadar) adlı eserini okurken sayfanın kenarına düştüğü
, “Bütün Avrupa Türkler Karşısında!” notuyla dile getirmişti2.
Atatürk, bu emperyalistlerin tarihi kendi çıkarlarına uygun düşecek
şekilde yazdıklarını düşünüyordu. Sadece Türklere karşı
değil, mazlum devletlerin tamamına karşı aynı tutumu sergilediklerinin
farkındaydı. Bu düşüncesini de 7 Temmuz 1922’de
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına
olsaydı, belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk
bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü
savunduğu dava bütün doğunun davasıdır ve bunu sona erdirinceye
kadar Türkiye, kendisiyle birlikte olan doğu milletlerinin
beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye, mevcut tarih kitaplarının
gereklerini değil, tarihin hakiki gerçeklerini takip edecektir.”
Sözleriyle dile getirmişti.
Batılı tarihçilerin gözünde Türk; “Göçebe yağmacı, medeniyetten
uzak barbar bir ırktı”; Batı’ya göre Türklerin uygarlığa
hiçbir katkısı yoktu. Türklere yönelik bu tür iftiralar, Namık Kemal’le,
Ziya Gökalp’le beslenen, vatan ve hürriyet için mücadele
etmeye kararlı genç kurmay Mustafa Kemal’in Türklük bilincini
daha da keskinleştirecekti. ( Mustafa Kemal’in Türklük bilincini
güçlendiren sadece Namık Kemal, Ziya Gökalp gibi aydınların
Türkçü söylemleri ve Batılı tarihçilerin asılsız iddialarına duyduğu
tepki değil; onun Türklük bilincinin güçlenmesinde yaşadığı
bazı olayların da etkisi vardır: Örneğin, 1906 yılında Şam’da
kurmay yüzbaşıyken bir gün garnizonda kavga eden biri Türk
diğeri Arap kökenli iki eri karşısına alan nöbetçi subayın, kimin
haksız olduğunu araştırmadan. “Sen kim oluyorsun da Kavm-i
Necip’ten birine hakaret ediyorsun?” diye Türk erini suçlayıp
aşağılaması, Mustafa Kemal’de İmparatorluk içindeki üstün kavim
anlayışına büyük bir tepki doğurmuş, Türklük duygularını
kamçılamıştı. Ayrıca bu olay yıllar sonra gerçekleştireceği dinde
Türkçeleşme hareketinin psikolojik alt yapısını da oluşturacaktı.
Mustafa Kemal’in Türklük duygularını kamçılayan bir diğer
olay da 1910 yılında Belgrad istasyonunda yaşanmıştı: Picardie
manevralarına katılmaya giderken, başında kırmızı fes bulunan
arkadaşı Yüzbaşı Selahattin’le Belgrad istasyonunda dalga geçilmesi
onun gururunu incitmişti. Bu olay ise yıllar sonra gerçekleştireceği
şapka inkılabının psikolojik alt yapısını oluşturacak,
alay konusu olan fesin yerini tüm uygar ulusların kullandığı şapka,
çağ dışı eski giysilerin yerini de tüm uygar ulusların kullandığı
yeni giysiler alacaktı. Böylece Atatürk, şapka ve kılık kıyafet
inkılabıyla –kendi ifadesiyle- “Cevheri (Türk ulusunu) kaplayan
çamuru” sıyırıp atacak ve cevherin gerçek değerini ortaya çıkaracaktı.”
Atatürk gençliğinden beri –Savaş yıllarında bile- Türk dili
ve Türk tarihiyle alakalı kitaplar okuduğunu özel kitaplığındaki
4289 kitabın 862’sinin tarih kitabı olduğundan anlıyoruz. Atatürk’ün
bu tarihe duyduğu ilgi neticesinde 19 Eylül 1923’te İstanbul
Üniversitesi tarafından kendisine “Tarih Profesörlüğü”
unvanı verildi. Gerçekten de Ata, bu unvanı hak edecek kadar
tarih bilgisine sahipti. Onun için Niyazi Berkes şöyle demiştir:
“Atatürk bir profesyonel tarih bilgini değildi, ama tarih akışının
anlamını tarih bilginlerinin üstünde bir kavrayışla bildiğini, gereğince
değerlendirdiğimizi sanmıyorum. Bununla neyi düşündüğümü
anlatmak için onun ünlü Hilafet söylemini hatırlatmak
isterim. O, başlı başına bir tarih anlayışı yapıtıdır. Yalnız tarih
ya da hukuk ile değil, onların iç anlamlarını kavramamış bir
kişi o söylemi veremezdi. Kimi kez ayaküstü konuşmalarında
da yüzeyden bakılınca, sıradan söylenmiş lakırdı gibi gözüken
sözlerinde bile Atatürk’teki bu anlayışı görürüz.”
Atatürk’ün yakın çevresi de onun tarih ilgisine tanık olmuştu,
Onu tanıyanlardan biri şöyle söylemişti:” Boş zamanlarında
Atatürk’ün elinden tarihle ilgili kitapların düşmediğini
hatırlarım. Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu.
Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü
yurt meselesi dururken Devlet Başkanı’nın kendini tarihe vermesi,
Vasıf Çınar’ın canını sıkmış olmalıydı ki, Atatürk’e şöyle
dediğini duydum:
”Paşam… Tarihle uğraşıp kafanı yorma… Mayıs’ta kitap
okuyarak mı Samsun’a çıktın?”
Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek
şöyle karşılık verdi:
“Ben çocukken çok fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun
bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer öyle olmasaydım, bu
yaptıklarımın hiçbirisini yapamazdım.”
Atatürk’ün Türklüğe, Türk tarihine ve diline kattıkları gerçekten
çok geniş bir alandır ve her çalışması ayrı ayrı incelenmelidir.
Bizim bu yazımın asıl konusuysa Türk Tarih Tezidir.
TEZİN DOĞUŞU
Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce TBMM’nin
2. Toplanma yılını açarken (1922) şu konuşmayı yapmıştır:
“Tarih döneminin belge tedarikinde pek hoşgörülü olan ilk evrelerine
biz de hoşgörü gösterelim, fakat en açık ve keskin ve
en maddi tarih kalıntılarına dayanarak söyleyebiliriz ki, Türkler
15 yüzyıl önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler kurmuş
ve insanlığın her türlü yeteneği onda ortaya çıkmıştır. Elçilerini
Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk
devleti ecdadımız olan Türk milletinin oluşturduğu bir devletti.”
Atatürk bu sözleriyle daha en başından Türkçülüğün “devlet
politikası” olacak düzeyde önemi olduğunu dile getirmişti ve
ilerleyen dönemlerde de bunu desteklemiş, Türk Tarih Tezini
ortaya atmıştı. Afet İnan’ın kaleminden Atatürk tezinde: “ Türk
ırkının kültür yurdu Orta Asya’dır. İlk çağlardan beri yüksek bir
ziraat hayatına sahip olan, madenleri kullanan bu topluluk sonraları
Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıya, Hazar Denizinin
kuzeyine ve güneyine yayıldı. Gittiği yerlerde yabancı dillere ve
kültürlere tesir ettiği gibi, onlardan tesirler de aldı.”8
Atatürk, Batı kaynaklı “medeniyetten uzak, göçebe, barbar,
kültür birikimi olmayan, 2. Sınıf Sarı ırk” gibi asılsız iddialara
cevap vermişti aslında. 1930 yılının Ağustos ayında, Afet
İnan’a Türklerin medeniyet tarihine olan katkılarını şu cümleleriyle
çok güzel özetlemişti: “Beşeriyetin taş devirlerini bir kenara
bırakalım. Maden devirlerinde, muhtelif madenlerden,
kemiklerden yapılan eserler, her nevi aletler ve süs eşyası idi.
Çamurdan tuğla, çanak çömlek ilk insanların yaptığı eserlerdendir.
Hayvanları ehlileştirmek, onlardan muhtelif suretlerle
istifade etmek, hayvanları sürüler halinde bulundurma insanların
ilk yaptıkları işlerdendir. Ziraat da böyledir. Bundan başka,
insanlar bulundukları mıntıkaya göre kerpiçten, tuğladan veya
taştan binalar da yaptılar. Kanallar açarak bataklıkları kurutmak,
muhtelif tarzda sulama usulleri de insanların ilk buldukları
şeylerdendir. Güneşleri ve yıldızları müşahade sayesinde takvimin
esasını koyan, tabiatın en büyük kuvvet olduğunu keşfeden
binlerce sene önce yaşamış eski insanlardır. Gemi inşa ederek
de denizlerde dolaşmak kabiliyetini de gösteren, ticaret etmesini
öğrenen bu insanlardır. İlk demokrasi esasına müstesnit cemiyet
ve devlet müesseseleri vücuda getiren de onlardır. Bütün
bu saydıklarımız dünyada ve beşeriyette ilk medeni eserlerdir.
Bu medeni eserleri bütün dünya ve beşeriyette ilk yapmış ve
yaymış olan insanlar Türk ırkındandır. Türklerin ana yurdu Orta
Asya yaylasıdır.“
Bu görüşlerini en çarpıcı şekilde kendisini Çankaya Köşkünde
ziyaret eden ABD Büyükelçisi Charles N. Sherill’e şöyle
izah etmiştir: “Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir.
Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için, kartalın meziyetlerini
daha başından kazanmıştır. Çok uzakları görür, hızlı
uçar ve ruhunu barındıracak kadar güçlü bedeni vardır. İster
maddi, ister düşünce bakımından olsun, sıkıcı sınırlar içinde
kalamaz. Nitekim Altay yaylasındaki anayurdun, dört bir yana
uzaklığına da isyan etmiştir. İşte bu isyan sonucu Türkler Doğu’ya
ve Batı’ya yayılmaya başlamışlardır.”
IRKÇI VE YAYILMACI MIYDI?
Bu sorunun cevabının hayır olduğu, Atatürk’ün şu sözleriyle
kolaylıkla anlaşılıyor: “… Türk ulusu Asya’nın batısında ve
Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla
ayrılmış dünyaca tanınmış büyük bit yurtta yaşarlar. Onun adına
“Türk Eli” derler. Türk yurdu çok daha büyüktü. Yakın ve
uzak çağlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara
yoktur. Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına
yurt olmuştur. Bu gerçekleri yeni tarih belgeleri göstermektedir.
Fakat bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan
memnundur. Çünkü Türk derin ve ünlü geçmişinin, büyük ve
güçlü atalarının kutsal katkılarını bu yurtta da koruyabileceğine,
o katkıları şimdiye değin olduğundan çok daha fazla zenginleştirebileceğine
inanmaktadır…”
TEZİN GELİŞMESİ
Atatürk tezi ortaya atıp öylece ortadan kaybolmamıştı. Bu
konuda da araştırmalar yapmaları için 1931 yılında Türk Tarih
Kurumu’nu, 1932 yılında Türk Dil Kurumu’nu ve 1935 yılında
da Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurdu. Bunlarla da
yetinmedi, tarih araştırmaları için yurt dışından tarih alanında
çalışan Gustov Güterbock (Hititoloji profesörü), Walter Ruben
(arkeolog-tarihçi) gibi yabancı, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçura,
Sadri Maksudi Arsal ve Reşit Rahmeti Arat gibi Kırım ve
Başkurt Türkleri olan akademisyenleri yeni kurulan ülkeye davet
etti. Sadece ülkeye davet etmiyor, aynı zamanda ülkeden Afet
İnan (İsviçre) ve Tahsin Mayatepek (Meksika) gibi Türk bilim
adamlarını da yurt dışında araştırma yapmaya teşvik ediyordu.
Atatürk’ün tezi, temel olarak tek bir tez değil iç içe geçmiş
birden çok tezden oluşmaktaydı; İlk Türklerin dünya uygarlığına
öncülük edecek kadar güçlü ve köklü bir kültüre sahip oldukları,
Türklerin iklimde meydana gelen bozulma sonucunda dünyanın
dört bir yanına göç ettikleri ve gittikleri yerlere uygarlıklarını
da götürdükleri, Anadolu’nun ilk uygarlığı Hititlerin ve Mezopotamya’nın
ilk uygarlığı Sümerlerin Türk oldukları12, Ege ve
Yunan uygarlıklarının temelinde Türk kültürüne ait izlerin olabileceği,
Antik Mısır Uygarlığını kuranların ve Roma İmparatorluğu’nun
kurucusu Etrüsklerin Türk olabileceği13, Troyalıların
Türk kökenli olabileceği… Sonunda da hepsini taçlandıracak,
tüm dillerin Türkçeden geldiğini öne süren Güneş Dil Teorisi.
Atatürk, ortaya koyduğu Türk Tarih Tezinde yer alan bu görüşlerin
daha gerçekçi bir yapıya kavuşturulması konusunda
da bizzat önderlik etmiştir. O, bu çerçevede 23 Nisan 1930
tarihinde toplanmış olan Türk Ocakları VI. kurultayında, Türk
Ocakları Kanununa; “Türk tarih ve medeniyetini ilmî bir surette
tetkik ve tetebbu eylemek vazifesiyle mükellef olmak üzere,
bir Türk tarih heyeti teşkil eder.” maddesini ekleterek14, Türk
Ocaklarına bağlı, Türk Tarihi Tetkik Heyeti adlı bir encümen de
kurdurmuştur.
Atatürk, dönemin imkansızlıklarına, iletişim sıkıntılarına
rağmen Türk milli bilincinin kazanılması ve yaşatılması için çok
çaba sarf etmiştir. Günümüz akademisyenlerine ve bize düşen
görevse ulu önderin açtığı yolda durmadan çalışıp Türk adını
yaşatmak ve yükseltmektir.
Alptuğ SOYDAN
12/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 7
ATATÜRK
MÜLAKAT
İzmit Kaymakamı
Sayın Şevket Cinbir İle Röportaj
Sayın Kaymakam Bey, öncelikle bizleri makamınızda ağırladığınız için okulumuz
adına en içten teşekkürlerimizi sunarız. İlçemizdeki yeni görevinizde başarılar
dileriz. Salgın sebebiyle bu yılki baskısı geciken Kocaeli Fen Lisesi yıllık
bilim-kültür-sanat dergisi “BİLGE”nin dokuzuncu basımında edebiyata, özellikle
şiire duyduğunuz özel ilgi hasebiyle sizlerle yapacağımız bir söyleşiye yer vermek
istedik. Okulumuza destek olup etkinliklerimize teşrif ettiğiniz, bizlerle şiirlerinizi
paylaştığınız için de ayrıca teşekkür ederiz.
8
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
-Sayın kaymakamım, öncelikle sizleri tanımak isteriz.
Siz kendinizi Kocaeli Fen Lisesi öğrencilerine nasıl
tanıtırsınız?
15 Ekim 1967’de Devrek’te doğdum. İlkokulu Mahmutoğlu
Köyünde bitirdim. Orta okul ve liseyi Devlet Parasız
Yatılı olarak Eskişehir’de okudum, 1984 yılında Eskişehir
Atatürk Lisesinden mezun oldum. 1988 Yılında Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. 25 Ekim 1989’da
Ağrı Kaymakam adayı olarak mesleğe başladım. Bir yıl İngiltere’de
kaldım. Balıkesir-Balya, Bolu-Mudurnu, Bolu-Akçakoca
Kaymakam vekilliklerinde bulundum. Üç yıllık staj
dönemini takiben Rize-İyidere, Tunceli-Pertek, Van-Başkale,
Samsun-Vezirköprü, Manisa-Kırkağaç, Bolu-Gerede, İstanbul-Bahçelievler,
Ankara-Gölbaşı, Mersin-Silifke Kaymakamlıkları
görevinde bulundum. Bir dönem İstanbul 3 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Üyeliği
yaptım. 29.08.2019 tarihinde İzmit Kaymakamı olarak görevine
başladım. Eğitimci Hayriye Hanım ile evli olup, Nedret,
Nevval ve Halil Hikmet’in babasıyım.
-Mesleğini seven insan, zorluklarına aldırış etmez
derler fakat bizler öğrenmeyi ne kadar sevsek de öğrenciliğin
görece zorlu tarafları olduğunu da yadsıyamayız.
Mesleğinizi severek yaptığınıza eminiz ancak sizin mesleğinizde
bizlerle paylaşabileceğiniz zorluklar nelerdir?
Mesleğimi severek ve isteyerek yapıyorum. Zorluklarından
bahsetmek gerekirse; ziyaret edenler dışında bu makama
gelenler daima bir beklenti, bir sorun ile gelir. Sorun çözülebiliyorsa
bu elbette manevi anlamda çok tatmin edicidir.
Birinin hayatına dokunmak, hayatını kolaylaştırmak elbette
çok güzel. Bazen yardımlarımız bize teşekkür olarak geri döner,
ancak biz bunları pek hatırlamayız. Biz genelde çözüm
bulamadıklarımızı hatırlarız, bu da iyi bir durum değil, üzülüyoruz
ve haliyle bu durum insanı zorlayabiliyor ve yoruyor.
Bulunduğunuz mevkide olma amacınız insanlara faydalı
olabilmekse bunu başaramadığınızda üzülüyor, yoruluyorsunuz.
Çözüm bulunması beklenen problem için kimi
zaman bizim yapabileceğimiz bir şey de olmuyor, aslında ortada
bir sorun değil, kişinin kendisiyle ilgili bir konu da olabiliyor.
Otuzbir yıl boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev
yaptım, birçok sıkıntıyla karşılaştım. Hukuk fakültesinden mezun
olduktan sonra, dünyayı tanımak, dil öğrenmek amacıyla
devlet imkanıyla yurt dışına gönderildim, belli bir birikim ve
donanımla göreve başladığımda beş bin nüfuslu bir ilçenin
kaymakamıydım. Görev yerim, her istediğimize anında ulaşamadığınız,
küçük bir yerleşim yeriydi. Ayrıca ilçenin en genç
memuru bendim. Kısacası, hayattan beklentilerimle orantılı
olmayan yerlerde çalıştım. Kimi zaman ülkemizin yıllardır
mücadele ettiği terör faaliyetlerine yakinen maruz kaldım.
Benimle beraber ailemin de güvenliğinin tehdit altında olduğu
zamanlar yaşadım. Görevimiz gereği; mart ayından bu
yana yaşadığımız pandemi sürecinde olduğu gibi geç saatlere
kadar çalışmanın yanı sıra mesaimizi sıklıkla eve taşımak
durumdayız. Ailenin beklentilerine cevap veremediğimiz bir
çalışma temposuna sahibiz. Ne yazık ki bu pek fark edilmiyor,
kaymakamın yaptıklarını reklam tabelalarında, afişlerde, gazetelerde
göremezsiniz. Çünkü bizim yaptıklarımızı anlatacak
kadar vaktimiz yoktur. Ancak ne zaman ki kaymakam işini
yapmaz, o zaman önemi anlaşılır. Tüm bunların ötesinde asıl
zorluğu yaşayanlar aslında ailelerimizdir. Örneğin toplumun
gözünde “kaymakamın çocuğu olmak” bazen yaşanan olayların
rengini değiştirebiliyor, çocuklar için sıradan olan bazı
olaylar sizin çocuklarınız söz konusu olunca daha farklı algılanabiliyor.
Bu durumlar çocuklarımızın hayatını zorlaştıran bir
hal alabiliyor. İşimizin öneminin ve toplumun bize atfettiği değerin
gereği eşimize ve çocuklarımıza bazen hak etmedikleri
yükler yüklenebiliyor. Kısacası hayatınızın her anında dikkatli
ve belirli bir disiplin içinde yaşamak zorundasınız. Evet buna
alıştık ama bazen yorulduğumuzu hissedebiliyoruz.
-Sayın Kaymakamım, sizi şahsi olarak da tanımak
isteriz. Bizlere hayatınızın mesleki boyutları dışında düşünsel
yapınız, ilgi alanlarınız, edebiyatla ilişkiniz hakkında
neler söyleyebilirsiniz?
Geçmişte çok kitap okudum, şu anda da okumaya
özen gösteriyorum. Vakit buldukça okuyor, kendimi yenilemeye
çalışıyorum. Şiir okumayı da yazmayı da severim. Fakat
şiirlerimi derleme, bir kitap haline getirme fırsatı bulamadım.
Sevdiğim pek çok şiir var ancak şu sıralar Latif Şimşek’in
“Öpeyim Ayaklarını” şiirini sıklıkla okuyorum.
-Mahsuru yoksa bizlere okuyabilir misiniz?
Babamın çatık kaşlarından
Gömleğimin yakasına süzülen
İki damla gözyaşıdır annem
Ekmeğinden kesip cebime koyduğu
Kâğıt beş liradır.
Geceleri sokak bekçisi yolumu gözleyen
İmtihan sabahlarında çalar saat
Kahvaltımı hazırlayan hizmetçi
Hıncımı kucaklamaya hazır bir köledir
Her gençlik oyunumda gönüllü ebedir annem.
Nazar tavasında üzerlik dumanı
Gönül yaralarıma yamadır
Pırasa pişen akşamlarda
Tavada iki yumurtadır annem.
Tandır günlerinde kızgın bazlama
Tarhana kaynatırken sabırdır
Bulgur pilavına kaşık sallarken
Vita’da tereyağ tadıdır
Babam kader bilirken gurbeti
Hasretin öteki adıdır annem.
Çile çile çizgiler var alnında
Her çizgide yok olan gururdur annem
Ak tülbende hasret kalsa da
İçimde bir yüce huzurdur annem
Belki çok geç anladım ama
Ömrümün tadı tuzudur annem.
Ben her sevdada yaşarken yüzsüzlüğü
Aşkımın gerçek yüzüdür annem
Karanlığımın gözü
Engellerimin düzü
Otuz beş yaşımın özüdür annem
İçimde ne varsa iyiden yana
Cennet ateşinin közüdür annem
Hadi uzat öpeyim ayaklarını
Dinimde peygamber sözüdür annem.
MÜLAKAT
Son yazdığım şiir “vatan” ile ilgiliydi, yakın
zamanda eşime de bir şiir yazmıştım, çok
severim eşimi, bir ameliyat geçirmişti; şiirin yarısını
eşim odaya alınmadan önce, kalan yarısını
ise odada ayılmadan önce kaleme aldım.
Şiir yazmaya ara verdiğimde eşim sitem eder,
“Epeydir bana şiir yazmıyorsun.” diye. Bazı
zamanlar da mesajlara, telefonlara birer dörtlük
ile cevap veririm. Spor yapıyorum, özellikle
İstanbul’da bulunduğum zamanlar haftada
üç gün yüzerdim. Kocaeli ’ye geldikten sonra
malum salgın sebebiyle sporla pek ilgilenemedim.
2020 yılı bütün insanlığı savurdu
diyebilirim. Dolayısıyla spor yapmaya pek vakit
olmadı. Çok çetin ve zor bir süreç yaşıyor insanlık.
Bu süreçte üstlendiğim görevin önemi
daha da fazla hissediliyor. Kocaeli Fen Lisesi- 2020 9
MÜLAKAT
10
Zor ve çetin bu tür zamanlarda; “Gün görevimizi yapmanın
ötesinde bütün yüreğimizle gövdemizi ortaya koyma
günüdür. Gün bu aziz milletin bize yüklediği itibar ve taktığı
rütbenin bedelini ödeme günüdür.” diyor ve çalışmalarımıza
devam ediyoruz. Görevimiz çoğu zaman kendimizi unutmayı
gerektiriyor. Önemli olan bizden bekleneni yapabilmektir diye
bütün zorluk ve imkansızları bi tarafa bırakıp yapmak ve başarmak
zorundasınız.
-İzmit ilçesini eğitim açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye çapında başarılı okullarımız var. Bunlardan biri,
sizin de öğrencisi olduğunuz Kocaeli Fen Lisesi. Kocaeli Fen
Lisesi bizim medarı iftiharımızdır. İzmit’te yetmiş iki bin öğrencimiz,
beş bin dört yüz öğretmenimiz var. Akademik, sportif
ve sanatsal anlamda başarılı pek çok öğrencimiz var. Bu başarıları
pekiştirmek, takdir etmek gerek. Ancak ben, eğitimde
“Gözden kaçırdığımız bir öğrencimiz var mı?” sorusunu
kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her bir
öğrenci, her bir çocuk bizim için değerlidir. Acaba zamanında
ulaşamadığımız bir çobanın çocuğuna imkan sunabilseydik;
koronavirüs aşısını bulan bilim adamı o mu olurdu diye düşünmeliyiz.
Her çocuğun kabiliyeti farklıdır, önemli olan bu
yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayacak eğitim imkanını tüm
çocuklarımıza sağlayabilmektir. İzmit ilçesi olarak okullarımız
eğitim öğretime uygun, öğretmen profilimiz çok iyi. Hiçbir çocuk
“Benim de imkanım olsaydı ben de şu hedefime ulaşabilirdim.”
dememelidir. Dezavantajlı konumdaki çocuklarımıza
imkan sağlamak, onları desteklemek ve bunu hissettirmek
görevimizdir. Bu bağlamda biz, öğretmenlerimizin yalnızca
yanında değil aynı zamanda emirlerindeyiz. Öğretmenlerimizden
isteğimiz; çocuklarımızı yarınlara en iyi şekilde hazırlayabilmek
için gerekenleri bizlerle paylaşmaları, bir anlamda
bizlere ödevimizi vermeleridir.
Bu iletişimi sağlamak için zaman zaman alanı tarıyoruz,
okul müdürlerimizden dönütler alıyoruz. Maddi desteğe ihtiyacı
olan çocuklarımızı tespit ediyor, ihtiyaçlarını karşılıyoruz.
Bunun için İzmit’teki herkezi görmek ve hissetmek durumundayız.
Sayın Kaymakamım, , eğitimin daha da iyileştirilmesi
için farklı projeleriniz farklı istekleriniz var mı?
İlk olarak, okuma alışkanlığını kazandırmamız lazım.
En büyük problemlerimizden biri iletişim. Niye iletişim kuramıyoruz?
Okumuyoruz. İnsanımıza çocuk yaştan başlayarak
okuma alışkanlığını kazandırmamız lazım. Çocuklarımızı kitapla
tanıştırmalıyız Okullarımız bu konuda gerekli çalışmayı
yapıyordur ama bu konuda bir farkındalık bir duyarlılık oluşturmamız
lazım.
“Şimdi Okuma Zamanı!, Okumayı Ve Okuyanı Seviyoruz.”
sloganıyla çalıştığım bütün ilçelerde kitap okuma alışkanlığını
kazandırmaya yönelik çalışmalar yaptım. Çocuklarımıza
kitap okumayı sevdirmemiz lazım. İzmit’te de ilkokul ve
ortaokullarda başlattığımız (pandemiden önce) bir proje var.
Kitapları belirleyerek maddi imkanı olmayan aile çocukları
için aldığımız kitapları dağıtmıştık.
Öncelikle kitaplar belirliyoruz ve bir yayın eviyle anla-
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
şıyoruz. Ekonomik durumu zayıf olan ailelerin çocuklarının
kitaplarını alıyoruz. Yayınevi bu proje için seçtiğimiz kitapları
kırtasiyelere getiriyor, kitaplarını bizim almadığımız çocuklarımız
da o kitaplara kırtasiyelerden ulaşabiliyor.
Verdiğimiz süre içerisinde çocuklarımız bu kitapları okumuş
oluyorlar ve nisan-mayıs gibi de sınav yapıyoruz, okuyup
okumadığını anlamak için. Başarılı olanları ödüllendiriyoruz.
Yani okumayı ve okuyanı seviyoruz ve bunu her fırsatta hissettiriyoruz.
Biz kurumsal yaklaşıyoruz olaylara, kişisel değil.
Ben yaptım değil, biz yapıyoruz, birlikte yapıyoruz. Böyle bir
çalışmamız var. Ayrıca pandemi nedeniyle yeterince yapamadık
belki ama fırsat buldukça mutlaka öğretmenlerimizle bir
araya gelecek ve onları dinleyeceğiz.
Öyle çocuklarımız vardır ki belki geleceğin çok ünlü ressamı,
müzisyeni bilim adamı ya da sporcusu olacak. Bu yetenekleri
tespit ederek maddi manevi destek veriyoruz. Bunu
önemsiyoruz. Tabii öğretmenlerin buna inanması önemli. Bununla
birlikte anne baba eğitimini de önemsiyoruz.
“İzmit Ailem Projesi” diye bir proje çalışmamız var. Tespitlerimizi
yapıyoruz.
Proje ile; ilçedeki öksüz ve yetim çocukları tespit ediyoruz,
çocukların ailelerini inceliyoruz. Maddi desteğe ihtiyacı
olanları belirliyoruz. Bu çocuklarımızdan akademik alanda
destek vermemiz gerekenleri destekliyoruz. Aileler ve bu çocukların,
devletin bütün kamu kurum ve kuruluşları ile sunduğu
hizmetlere erişimlerini kolaylaştırıyoruz. Aile ve çocuklarımızı
bu imkan ve hizmetlerden haberdar ediyoruz. Bu ekstra
kaynak gerektiren bir şey değildir. Zaten devlet işliyor, zaten
bizim Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfımız var, okul
aile birlikleri, öğretmenler, okul müdürleri zaten belli çalışmaları
yapıyor, Sosyal Hizmetler Merkezi Müdürlüğümüz, ilçe
müdürlüklerimiz çalışmalar yapıyor. Bu proje ile, bütün bu
çalışmaların disipline ediyoruz ve çocuklarımızı yakın takibe
alıyoruz. Proje detayları önümüzdeki günlerde zaten paylaşılmış
olacaktır.
Konuşmalarınızın başından beri dikkat ettiğimiz
bir husus var. Sürekli vurguladığınız bazı unsurlar, kitap
okumak ve yetenekleri keşfetmekten çok bahsettiniz. Bu
iki konu arasındaki ilişki nedir?
Şöyle, yeteneği keşfedersiniz de yetenek okumuyorsa
bir anlamı yok ki. Örneğin, çobandaki yeteneği nasıl geliştireceğiz,
nasıl ortaya çıkaracağız? Onun okumasını sağlarsak
ortaya çıkaracağız değil mi? Okumak nedir?, sepete bir şeyler
koymaktır, birikim elde etmektir. Siz okumaz ve sepetinizi
doldurmazsanız, yeteneğinizin bir anlamı olur mu? olmaz.
Yetenek; Allah’ın, çocuğa doğuştan bahşettiği bir özelliktir.
Herkesin yeteneği aynı değil. Eşit doğmuyoruz yetenekler itibariyle,
bunu kabul edelim. Siz her çocuğu onunla ilgilenerek
doktor yapamazsınız. Veya herkese keman çaldırtamazsınız,
keman çalar ama o iyi bir kemancı olmaz. Herkes resim yapar,
ama herkes ressam olamaz ki. Ressam olabilmesi için
yetenek gerekiyor.
Bütün çocuklarımıza doğuştan sahip oldukları yeteneklerini
geliştirme imkanı sağlamalıyız. Bu yetenekleri ıskalamamalıyız,
keşfetmeliyiz. Keşfedilmedik bir yetenek bırakma-
malıyız. Çocuklarımızın hayallerini ve hedeflerini yaşadıkları
ailenin ekonomik imkanları ile sınırlandırmalarına izin vermemeliyiz.
Bu devletin ve bu milletin bütün imkanlarının kendileri
için kullanılabileceği inancını vermeliyiz ki yetenekler
solmasın, kaybolmasın.
Çocukluğunuzdan ve kurduğunuz hayallerden
bahseder misiniz? Daha önceki konuşmalarınızda bağlama
çalmaktan bahsetmiştiniz.
Erişilebilecek hayaller kurmaya çalıştım hep. Mesela ilkokuldayken
hayalim öğretmen olmaktı. Ben ikinci sınıfı okumadım.
Bizim zamanımızda ilkokul beş yıldı ben dört yılda
bitirdim ilkokulu. Sağ olsun öğretmenimiz ikinci sınıfı okutmadı.
İkinci sınıfta bir buçuk ay okudum. Babamında muvaffakatını
alarak sınıf atlattılar, ilkokulu dört yılda bitirdim, ilkokul
öğretmenlerim iyi öğretmenlerdi. Allah razı olsun onlardan.
Öğretmenleri çok önemsiyorum. Doğduğum Mahmutoğlu
Köyü’ne Ali Paşa Aydın ve eşi Makbule Aydın gelmemiş olsaydı
ben bugün en iyi şartlarda maden işçisiydim Zonguldak’ta.
Geldi keşfetti, yetenek keşfi diyorum ya ıskalamamak
diyorum ya. Mahmutoğlu köyünün en zeki çocuğu ben değildim
ki benden önce de zeki çocuklar, yetenekli çocuklar vardı
ama onlar keşfedilmedi. Çünkü ortaokulda okuma fırsatı yoktu,
lisede okuma fırsatları yoktu. Köy işte imkanlar yok. Beni
parasız yatılı sınavlarına hazırladı öğretmenimiz. Ben parasız
yatılı okudum ortaokulu, liseyi Eskişehir’de. Eskişehir’e giderken
öğretmen olma hayaliyle gittim. Lise ikide sıra arkadaşım
bir avukatın oğluydu, hukukçu olma hayali başladı. Ankara
Hukuk Fakültesi’ne gittim. Hukuk ikide kaymakam olmayı
kafaya koydum. Ben kaymakam olacağım dedim. Şimdi
kaymakamım. Tabiki öncelikle bu işi en iyi şekilde yapmalıyım.
Onun gayreti içindeyim. İşimi severek yapıyorum. Şu
ana kadar meslek hayatımda kaybettiğim hiçbir şeyin olmadığını
düşünüyorum. Çalıştığım yerleri ve oralardaki insanları
sevdim. Güzel dostluklarımız oluştu. Hayata dair hayallerim
ve isteklerim çok abartılı olmadı. Örneğin hiçbir zaman lüks
bir araba hayalim olmadı. Benim şu anda bindiğim araba
“Toyoto Corolla” aile arabamız,
eşimle beraber kullandığımız
arabamız. Bizim için yeterli.
Daha iyi bir arabaya binebilir
miyim, binerim. Alabilir miyim,
alırım. Şöyle zengin olayım
böyle zengin olayım böyle bir
beklentim yok. Herşey yeterince
olsun yeter.
Çocuklarımla ilgili isterim
ki, çocuklarım benim çocuklarım
olarak kalsın. Bizim evde
yetiştiler, bizimle beraber büyüdüler.
Bizim değerlerimize
göre hareket etsinler. Sağlıklı ve
itibarlı olsunlar. Kısaca adam
gibi adam olsunlar yeter. Seçecekleri
meslekleri ile ilgili tercih
tamamen kendilerine aittir.
Mutluluğun sırrını geriye bakmakta görüyorum. Çok
mutluyum çok şükür. Çok yoruluyoruz, mesleğimiz yorucu
ama çok mutluyum. Çok büyük imkânlar içerisinde değiliz.
Öyle bir talebim de yok, öyle bir hayalim de yok. Ama geriye
doğru baktığımda, çok şeye sahip olduğumu görüyorum. Kanaat
çok önemli. Yani elde ettiklerimizle yetinmek, kanaatkâr
olmak, şükretmek, şükredebilmek. Bunlar çok önemli şeyler
yoksa doyamazsınız. İsteklerimizin ucu bucağı olmazsa mutluluğu
yakalayamaz, hayatı ıskalarsınız.
Evet bağlama çalabilmeyi çok istedim, ama bir bağlamam
olmadı. Şimdide geç kaldık diye denemiyorum bağlama
çalmayı. Ama istiyorum ki bütün çocuklarımız isteklerine
ve hayallerine kavuşsun. Onlara bu imkanı sağlayalım. Bütün
çocuklarımız iyi eğitim alsın. Bütün çocuklarımızın elinden tutalım,
sadece annesi babası olduğumuz çocukları düşünmeyelim,
komşumuzun çocuğunu da düşünelim, mahalledeki
çocukları da düşünelim. Bütün çocuklar gülsün, bütün çocuklar
hayallerine, hedeflerine ulaşsın değil mi? Bunun için
çaba sarf edelim. Sadece anası babası olduğumuz çocuklarımız
değil, bizim çocuklarımız kavramının içerisinde bütün
çocuklarımız olsun. Bu aziz milletin çocukları bizim çocuklarımız
ve bizim geleceğimizdir. Onlarla yarınlarımız çok daha
güzel ve aydınlık olacaktır. Değerli gençler; sizlere inanıyor ve
güveniyoruz. Sizlerle daha da güçlü Türkiye’yi inşa edecek,
geçmişten devir aldığımız sorumluluklarımızı yerine getirecek
ve muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma hedefimizi
gerçekleştireceğimize inanıyoruz. Sizlere öncelikle sağlık, başarı
ve mutluluklar diliyorum.
Sayın kaymakamımız, bizlere zaman ayırdığınız
için, bizi makamınızda misafir ettiğiniz için Kocaeli Fen
Lisesi ailesi adına size teşekkürlerimizi sunarız.
ALP EMRE
EĞRİKAYA
10/A
ECE ARSLAN
11/B
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 11
MÜLAKAT
AHDE VEFA
Yolunuz Açık Olsun
Mesut Öğretmenim
2011-2020 Eğitim-Öğretim yılı süresince, sosyal, kültürel, sportif ve akademik anlamda
Kocaeli Fen Lisesini bu günlere taşıyan, tek amacının vatanını seven, ülkesinin
milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, kendine güvenen gençlerin yetişmesi olan,
değerli meslektaşımız Mesut Tekin okulumuzda görevini başarıyla tamamlayarak Hayrettin
Gürsoy Spor Lisesi’nde göreve başlamıştır. Okulumuzda görev yaptığı süre zarfında,
okulu bir üst basamağa çıkartmak için çabalayan; meslektaşlarına, öğrencilerine
ve tüm çalışanlarına ayrım gözetmeksizin değer veren Mesut Tekin’e bundan sonraki
yaşantısında kendi deyimiyle “KOCAELİ FEN LİSESİ AİLESİ” olarak başarılar dileriz.
12
Öğrencilerimizden….
SEVMEYE NOKTA KOYAN SINIFTA KALIR
İnsan evladının sabah uykusundan kalkarken duyduğu sese
karşı duyarlılık eşiği kişiden kişiye değişir. Çocukken birçoğumuz
annemizin “Oğlum, hadi kalk!” sözleriyle yataktan zıplardık.. Lisedeyseniz
ve yurt hayatı yaşıyorsanız annenizin sesinin yanına
birkaç ses daha eklenir. Mesut Tekin deyince de ilk olarak aklıma
“Kalk, kalk, kalk!” diye tüm yurdu dolaşması
geliyor. Kalkıp elinizi, yüzünüzü
yıkadıktan sonra çoktan üstünüze
okul tişörtü, altına siyah kot pantolon
giymişsinizdir. Belki de şu an Kadir
ağabeyimizin kahvaltısını yapıyorsunuz.
Güneş abla belki çoktan yatağınızı
topluyor, işi o olmamasına rağmen,
Tabi hepsinin sonunda o yokuşu iniyor
ve okulun kapısına geliyorsunuz.
Sabah sizi uyandıran Mesut hocamız
bekliyor sizi oracıkta. Yakalandınız!
Siyah renkle kamufle etmeye çalıştığınız
kot pantolon Mesut hocamızın
gözünden kaçmaz. Uyarıyor, teneffüste
değiştirmenizi istiyor, tekrarının da
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
olmamasını söylüyor. Devam ediyorsunuz. Merak etmeyin Mesut
Tekin arkanızdan gelip de “Değiştir!” diye dolanmayacak. Derse
başlarsınız ve belki o gün deneme sınavı vardır, belki bir konferans
vardır 5.ders, belki dersinize bir öğrenci girip gezi davetinde bulunur,
belki okulumuzun basketbol maçı vardır. Bu belkiler uzadıkça
uzayabilir. İşte bu her “belki”ye öncülük eden, öğrencilerin tabiriyle
bir “Super Mario” vardır.
Okurken bazen tartıştığımız ve karşı çıktığımız; mezun
olunca ise yaptığı birçok şeyin nedenini algıladığımız
ve saygı duyduğumuz Mesut Tekin hocamız... Kendisinin
ülkesine faydalı gençler yetiştirme vizyonunu bulunduğu
her okulda devam ettireceğine olan inancımla sevgilerimi
ve saygılarımı sunuyorum.
“Biz bir aileyiz.”
Enes AKKOYUN 2017 Mezun
Üstünden yıllar geçse de asla unutmayacağımız, her
akla geldiğinde duygulandıran ilk günkü gibi hissettiren
anıların yaşandığı yerdir lise… Kocaeli fen Lisesinde okuyan
her öğrencinin anılarında yer alacak kişilerden biri de
şüphesiz Mesut Hocamızdır. 9 yıllık müdürlüğü süresince
Kocaeli Fen lisesine gelen her öğrencinin en büyük destekçisi
ve yol göstericisi olmuştur. Okulumuzun sosyal projelerde
ve spor aktivitelerinde bu kadar aktif olmasında; akademik başarı
olarak ülkemizdeki sayılı liselerden biri olarak gösterilmesinde en
önemli etken böylesine idealist ve azimli bir lider olmasındandır.
Sürekli daha yüksekleri hedefler ve bunun için var gücüyle çalışırdı.
Odasına gittiğinizde çoğunlukla kendisini orada bulamazsınız.
Çünkü mesut hoca boş durmayı hiç sevmez, he an bir işe yardımcı
olmaya çalışırdı. Bir öğle yemeğinde elinde kepçe, yemek dağıtırken,
hemen ardından şoför koltuğuna geçip okul atımını maça
götürürken, tribünlerde okul takımının en koyu taraftarı olarak
görürdük onu..
Gün içinde ne kadar yorulursa
yorulsun bazı geceler yurda gelir hal
hatır sorardı. Bu geceler zaman zaman
bizi telaşlandırsa da her an yanımızda
olduğunda bilmek çok büyük bir moral
verirdi bizlere. Daha donanımlı,
ayakları yere basan bireyler olmamız
için harcadığı tüm emeklerine, Kocaeli
fen lisesi adına teşekkürlerimi sunuyor
bundan sonraki çalışma hayatında başarılar
diliyorum…
Akif ŞENTÜRK 11 A
Henüz Kocaeli Fen Lisesinde iki
yıl geçirebilmiş olsam da Mesut hocayı
anlatmaya nereden başlayacağımı bulmak gerçekten çok zor benim
için. Mesut hocanın hep söylediği fen lisesi öğrencisi sadece
matematik, fizik, kimya, biyoloji değil diğer alanlarda da yetkinliğe
sahip olmalıdır sözünün ışığında yaptığımız her etkinlikte bizlerle
birlikte olurdu. Maçlarımıza gelir heyecanla tribünden bizleri
izler acaba bu çocuklar ne yapacak diye düşünür, gecenin yarısında
sempozyum dönüşünde bizleri karşılar gideceğimiz yerlere
bırakırdı, bunlar gibi sayabileceğim o kadar fazla an vardır ki...
Okulda daha ne yapabilirim diye sürekli koşturan ya bir toplantıda
ya telefon görüşmesinde ya da biz öğrencileriyle konuşmakta
olduğu haliyle hep görürdük mesut hocayı. En büyük amacı ülkesine
yararlı olabilecek gençler yetiştirmek olan öğretmenimiz
yemekhanede israf edilen bir yemekten tutun da fazla kullanılan
peçeteye kadar yapılan yanlışları tek tek anlatmaya çalışıyordu
bize. En büyük temennisi bizim her zaman bir şeyler öğrenmemizdi.
Böyle de oldu nitekim Mesut hocanın öğrettiklerini okulumuza
kattıklarını sayfalara sığdıramayız. Mesut hocadan bahsettiğim bu
yazının sonunda onun en sevdiği türkülerden biri olan ve her çiğköfte
partimizde söylenen Gaydırı Gubbak Cemilem Türküsünü
belirtmeden geçemem sanırım. Eminim ki sizin gibi fedakâr öğretmenlerimiz
oldukça biz gençler çok daha iyi yerlere geleceğiz.
Filiz IŞIK 11-B
Mesut hocamın benim için yeri çok ayrıdır, bu okula geldiğim
ilk andan beri iyi kötü her anımda desteğini hiç esirgemedi.
Beni her gördüğünde halimi hatırımı, bir ihtiyacım olup olmadığını
sorardı ve gerçekten Kfl nin bi aile olduğunun en güzel
kanıtı mesut hocamın bu yaklaşımıydı. Her ne kadar okuldan ayrılmış
olsa da her daim bu ailenin bir parçası olarak kalacak.
Bazen çok kuralcı gibi gözükse de gerçekten çok güzel kalpli
ve iyi niyetli bir öğretmenimiz. Bu kuralcılığının temel sebebi de
bizlerin disiplinli, kendi ayakları üstünde duran, pek çok konuda
kendini geliştirebilmiş bireyler olmamızı istemesi. Keşke okuldan
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 13
AHDE VEFA
AHDE VEFA
gitmeseydi de her okul sabahına “Okul pantolonun nerde prenses?”
sözleri ile başlamaya devam etseydim. Umarım yeni okulundaki
günleri, kalbi kadar güzel olur.
Şevval TANER 11-C
Lise, hayatımızın geri kalanına şekil veren anlamlı bir yolculuk.
Bu yolculuk boyunca bizimle yürüyen yol arkadaşlarımız ve bir
de kılavuzlarımız var. Yolculuğumuzu güzel kılan, onlar.. Benim
yolculuğumu güzelleştiren kılavuzlarımdan biri de şüphesiz lise yıllarımın
müdür beyi, Mesut Hocam’dır. O, üzerine vazife olmayan
şeyler için dahi sorumluluk duyan, binamızın musluğundan hafta
sonu kurslarında çözdüğümüz denemelerin cevap anahtarlarına
kadar her işle ilgilenmeye gayret eden, bir gününün hepimizin yirmi
dört saatinden çok daha farklı olduğuna inandığım bir müdür.
Bunca çalışkanlığının ve iş disiplininin yanında maalesef henüz
öğrenemediği bazı şeyler var; durmak, yorulmak ve vazgeçmek
gibi Bir şeyi kafasına koymuşsa eğer onu gerçekleştirmek için elinden
gelen her şeyi en iyi şekilde yapar çünkü ona göre ortada bir
sorun varsa mutlaka çözümü de vardır.
Peki ben kimim ?
Ben onun koridorun başından seslendiği ‘piremses !’lerden
biriyim. Deneme sınavı kötü geçtiyse mutlaka onunla karşılaştığında
‘Cemile Abla nasıl sonuçlar ?’ sorusunun bizzat muhatabı
olan, iyi geçtiyse de koşarak tıklattığı kapının eşiğinde kalan , aynı
zamanda o kapıya heyecanla koşup birlikte yapabileceği her fikri
anlattığında, Mesut Hoca’nın zihninde onca işi arasında kendi anlattıklarına
da çok kıymetli yerler açıldığına şahit olan, belirli gün
ve haftalar için düzenlenen etkinliklerde şiirlerin nasıl okunacağını
onunla birlikte yaptığı çalışmalar sonucunda kavrayan, Ormanya
gezisi sırasında keçiyle yaptığı şahane muhabbete tanıklık eden
bir öğrencisiyim
Peki biz kimiz ?
Biz Mesut Hoca’nın cumaları İstiklal Marşı öncesi konuşmalarında
‘amiyane tabirle’ verdiği örneklerle haftayı kapatan Kocaeli
Fen Lisesi’nin bir aile olduğuna yürekten inanan ‘madem
geldik dünyaya; çalış fizik, kimyaya’ fikriyle yetinmemeyi öğrenen
öğrencileriyiz Bizler, onun lisemizden ayrılmış olmasının ‘Mesut
Hocamız’ olmasına engel olmadığını, ihtiyacımız olduğunda her
zaman kapısını tıklatabileceğimizi çünkü onun makam koltuğunun
odasında değil gönlünde olduğunu elbette biliyoruz.
Kocaeli Fen Lisesi,
Bir çocuk olarak başlayıp genç bir kız olarak tamamladığımı
zannettiğim bir yolculuk
‘Zannettiğim’ diyorum çünkü bugün bu yazıyı kaleme alırken
bir kez daha fark ediyorum ki ne Kocaeli Fen Lisesi Ailesi’ne
beslediğim sevginin ne de lise serüvenimin sonunda bir nokta
yok Bu kesintiye uğramayacak hissime binaen yazıma, Özdemir
Asaf’ın şu güzel dizeleri ile son veriyorum:
Sevmek,
Nokta almaz
Çocuklar
Sevmeye nokta koyan
Sınıfta kalır
Onun,
Virgülleri vardır
Çocuklar
14
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Sevmek noktalanmaz;
O, noktadır.
Cemile Büşra GÜR 2019 Mezun
Kırk Yıllık Hayal
Ağır ağır yaşayacaksın bu hayatı,
Her anın tadını çıkaracaksın.
Hayat merdiveninden çıkarken,
Takmayacaksın hiçbir şeyi kafana.
Çıktıkça her bir basamağa,
Derdini tasanı tüm yükünü orada bırakacaksın.
Daima ileri gideceksin yükün azaldıkça.
Seveceksin her şeyi dolu dizgin,
Aileni seveceksin insanları doğayı seveceksin.
En başta yaşamayı seveceksin.
Aşık olacaksın bu hayatta.
Bir kere tattın mı aşk şarabından,
Tabi sevemeyeceksin başka hiçbir şeyi.
ŞİİR
Ve ağızındaki sigara yanarken,
Sende onunla tutuşacaksın.
Aşk ateşiyle alev alev yanacaksın.
Ve önünde kahve otururken boğaza karşı,
Her yudumunda kırk yıllık hayallere dalacaksın…
Saatlerden
Yalnızlık
Gün geçtikçe yüreğime işledi acımı,
Kimsenin duyamadığı bu gönül çığlığı.
Sessizlikle geçiyor yine sensiz yıllarım,
Sen ve mavi gözlerin vardı tek sığındığım.
M u h a m m e d S a i t Ç A Ğ L A R
10/D
Gözlerimi kapadım düşünüyorum seni,
Aniden kasvetli bir sis kaplıyor içimi.
Bir orman yanıyor, ağaçlar acı içinde,
Yalnız şu kaynağı, gözyaşlarımın selinde.
Ağlıyorum, ağlıyorum ki sönsün bu yangın,
Sonu yok mudur gönüldeki haykırışların?
Sarhoşum; ömür dolusu elemdi, içtiğim,
Yenildiğim bir kadeh şarabın şairiyim.
Semaya bakıyorum gece, gözlerim nemli,
İçimdeki küçük çocuk yıllardır kederli.
Kırgın ama minnettarım bendeki aşkına,
Saat yalnızlığa vurunca beni hatırla!
Orkun YÜNDEM / Ece AYDIN
10/B
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 15
BİLİM - TEKNİK
16
21.Yüzyılın Vebası
Covid-19
Wuhan – Çin’de 31 Aralık 2020 tarihinde tanımlanan, medya tarafından halka
“coronavirus” olarak tanıtılan virüs, adını çabuk duyurdu ve çabuk unutulacak gibi
de değil. İlk duyulduğu andan itibaren belki Çin bize uzakmış gibi geldiği için biz
Türkler pek paniklemesek de, dünyada büyük bir korku ve paniğe yol açtı. Açıkçası
ayaklarımızı uzatıp patlamış mısır yiyerek haberleri izlememizin de bir anlamı yok.
Zira virüsler çat kapı misafirlikleri severler.
CORONAVIRUS KULAĞA TANIDIK GELİYOR
ASLINDA…
Yukarıda bahsettiğim gibi, halk, gündemdeki virüsü
coronavirus olarak tanıyor ancak coronavirus bir virüs ailesinin
adıdır. Bugün konuştuğumuz virüsün adı aslında Covid-19.
Bu oldukça geniş virüs ailesini biraz tanımak, daha
doğrusu hatırlamak istersek:
Coronavirus, kuş ve memelilerde hastalıklara sebep
olan, özellikle insanda nezle başta olmak üzere çeşitli hastalıklarla
kendini gösteren virüslerin ait olduğu familyadır.
Başlıca semptomları ateş, bademcik büyümesi, öksürüktür.
Ciddi vakalarda zatürre ve bronşit de görülebilmekte, bugün
de duymaya alışık olduğumuz şekilde hasta kaybedilebilmektedir.
Geçmişte büyük kayıplara sebep olmuş şiddetli akut
solunum yolu sendromu (SARS) ve Orta Doğu solunum
sendromu (MERS) de, bu aileye mensuptur.
Coronavirus zoonotictir, yani hayvanlardan insanlara
geçebilir. SARS-CoV, misk kedilerinden; MERS-CoV ise tek
hörgüçlü develerden insana geçmiştir. CoVid-19’in kaynağıysa
birtakım güvenilir olmayan kaynaklarda çeşitli hayvanlar
olarak gösterilmiş olsa da, bu da bilim insanlarının
üzerinde çalıştığı, cevabını bilmediğimiz sorulardan biridir.
VİRUSLERLE DE TOKALAŞARAK TANIŞIRIZ
Tarihte pek çok kez farklı isimlerle karşısına çıkmış
olmasına karşın, bugün bir elinde 21. Yüzyıl teknolojisini
bir elinde egosunu tutan insanoğlu, 100 nanometre uzunluğunda
bir virüs merhaba der demez ne yapacağını şaşırı-
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
yor. Gerçekten de önlemini almadığında insan, virüs karşısında
oldukça acizdir.
Milyonlarca insanı kaybettikten sonra hala dersimizi
alamadık mı yoksa her seferinde bilmediğimiz yerden mi
çıkıyor, orası tartışılır fakat kesin olan, dile getirmekten utanılacak
kadar basit bir takım hijyen kurallarının olduğudur.
Elbette ki hükümetler, “bilir kişilerin” değil bilim insanlarının
önderliğinde eş zamanlı ülke çapında tıbbi önlemler
ve bir takım sınır kontrolleri yapmalıdır. Türkiye’ye bu yazıyı
yazdığım tarihe kadar CoVid-19 girmemiş olması bir başarı
ya da mucize olabilir, ancak bu hiç gitmeyeceği anlamına
asla gelmez. Türk ırkının virüse doğuştan bağışık olduğu
gibi komedi programından çıkmış olduğunu düşündüğüm
haberlere de güvenilmemelidir.
Dile getirmekten utandığımı söylemiş olduğum hijyen
kurallarına gelecek olursak, el yıkamak, doğru hapşırmak
ve yere tükürmemek deyip, herkesi kendi ile başbaşa bırakıyorum.
Burcu KOTAN
12/C
Evrenimiz Yaşıyor mu?
Hepimizin ‘Yaşam nedir?’ sorusuna bir cevabı vardır. Kimimiz kalbimizin atmasını, kimimiz
metabolizmayı, kimimiz çevresel uyarılara tepki vermeyi, kimimiz üremeyi, kimimiz ise
düşünmeyi ve sezgilerimizi yaşamın temeli olarak kabul eder. Esasında tüm bu unsurlar bir
araya gelerek yaşamın temelini oluşturur. Tüm bu unsurlara bakarak insanların, hayvanların,
bitkilerin yaşadığını ifade edebiliriz. Peki ya evrenimiz yaşıyor mu diyecek olsam cevabınız ne
olurdu? Birçoğumuz bunun bir nevi abesle iştigal etmek olduğunu düşünecek ve bu soruyu
kestirip atacaklardır. Ancak bilim dünyası boş durmuyor ve bu sorunun üzerinde ciddi emekler
sarf ediyor. Hatta bazı bilim çevreleri bu sorunun yanıtını bulduklarını iddia ediyorlar. Bu
yanıtlar her ne kadar birer öngörüden ibaret olup günün birinde ispatlanmayı bekleseler de
birçoğu, evrenin bir süper canlı organizma olduğuna inanmamızı sağlıyor.
BİLİM - TEKNİK
Peki, nedir bu yanıtlar? Gelin hep beraber evrenimizin
gerçekten de yaşıyor olup olmadığına dair yanıtları
öğrenelim. İnsan da dâhil birçok canlının kalbi vardır. Bu
canlılar kalpleri aracılığıyla vücutlarına kan pompalarlar.
Ancak canlıların kalp atış hızları son derece değişkenlik
gösterebilmektedir. Bu hız canlının büyüklüğüne bağlı olarak
değişir. Örneğin sadece iki gram ağırlığında olan cüce
sivri farenin kalbi dakikada 1511 defa atarken en büyük
memeli olarak bilinen mavi balinanın kalbi ise dakikada
8-10 defa atar.
Peki, evrenin kalbi ne sıklıkta atar ve evrenin kanı nerede?
İşte ilk teorimiz bu soruların yanıtını bulduğunu iddia
ediyor. Bu teoriye göre evren o kadar büyük bir yapı ki
evrenin kalbi en son 13.7 milyar yıl önce attı. Evet, çoğunuzun
tahmin edebileceği üzere evrenin kalbi en son
Büyük Patlama esnasında attı ve bir dahaki atış da yine
bir Büyük Patlama esnasında olacak. Peki ya bir dahaki
Büyük Patlamayı getiren süreci hangi güçler yönetecek?
Cevap günümüzün en büyük gizemlerinden olan karanlık
madde ve karanlık enerji kavramlarında saklı. Bu iki kavrama
karanlık denmesinin nedeni ise bugüne kadar hiçbir
zaman doğrudan gözlenememiş olmaları. Bu iki kavramın
var olduğunu ancak dolaylı yollarla anlayabiliyoruz.
Peki ya nedir bu dolaylı yollar? Öncelikle karanlık
maddeden bahsedelim. Karanlık maddenin varlığı ilk defa
1933’te İsveçli gökbilimci Fritz Zwicky tarafından ortaya
atılsa da 1970’te Vera Rubin tarafından keşfedilmiştir. Karanlık
maddenin nasıl keşfedildiğine gelince, gökbilimciler
gökadaların kütlelerini incelediklerinde, galakside görülen
tüm maddelerin toplam kütlesinin olması gereken kütlenin
çok az bir kısmına tekabül ettiğini görmüşlerdir. Bunun
üzerine; belirlenen kütle farkını, yıldızlarının arkasında bulunduğundan
görülemeyen, dolayısıyla da kütlesi hesaba
katılamayan nesnelere bağlamışlardır. 1980’li yılların sonu
ile 1990’lı yılların başı arasında yapılan gözlemler sonucu
bu nesneler yıldızlarının önünden geçerken gözlemlenebilmiş
ancak MACHO (Massive Astrophysical Compact Halo
Object-Büyük Kütleli Astrofiziksel Tıkız Hale Nesneleri)adı
verilen bu nesnelerin sayılarının çok fazla olmadığı ve kütlelerinin
belirlenen kütle farkını karşılamadığı keşfedilmiştir.
Aynı zamanda gökadaların merkeze yakın bölgelerinde
de merkeze çok uzak bölgelerinde de dönüş hızının aynı
olduğu gözlemlenmiştir. Bu durum tek bir şekilde açıklanabilir.
Gökadaların etrafını çepeçevre saran ve gökadaları
bir dal gibi birbirlerine bağlayan bir karanlık madde öbeği
hem gökadaların her yerine eşit miktarda kütle çekimi kuvveti
uygulayarak dönüş hızını eşitleyecek hem de oluşan
kütle farkını kapatacaktır.
Karanlık enerjiye gelince, varlığı ilk defa 1980’de
Alan Guth tarafından ortaya atılsa da kesin olarak varlığı,
1998’de Saul Perlmutter ve Brian Schmidt tarafından
evrenin giderek artan bir hızla genişlediğinin fark edilmesiyle
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 17
BİLİM - TEKNİK
anlaşılmıştır. Çünkü astronomlara göre evrende bu etkiyi
yaratan şey karanlık enerji adı verilen bir enerjinin itici
gücüdür. Tüm bu yargılardan hareketle gökbilimciler karanlık
maddenin evrendeki çekici güç, karanlık enerjinin
ise evrendeki itici güç olduğunu ve aralarındaki rekabeti 6
milyar yıl önce karanlık enerjinin kazanarak evrenin artan
bir hızla genişlemesine neden olduğunu söylemektedirler.
Teorimize dönecek olursak, halihazırda evrenimizin
yaklaşık %68,3’ünü oluşturan ve bizim asla gözlemleyip
özelliklerini bilemediğimiz bir enerji olan karanlık enerjinin
etkisiyle genişleyen evrenimiz, bir müddet sonra karanlık
enerjinin enerjisini yitirmesinin ve bunun sonucunda evrenimizin
%26,8’ini oluşturan karanlık maddenin ortaya
çıkardığı kütle çekimi kuvvetinin baskın hale gelmesinin
neticesinde hızla daralmaya başlayacak. Tam evrendeki
tüm maddeler tekilliğe (tüm maddelerin tek bir yerde toplanması)
ulaşacağı sırada maddeyle etkileşime girmeyen
ve saniyede 50 trilyon tanesinin siz fark etmeden içinizden
geçtiği nötrino parçacıkları süper akışkan özelliğe geçecek
ve daha fazla sıkışamayarak evrenin patlamasına ve yeniden
genişlemesine neden olacak. Bir nevi nötrinolar evrenin
fazını değiştiren bir kan konumunda bulunacak. İşte
tüm bunlardan dolayı bu teoriye Büyük Sıçrama Teorisi adı
veriliyor. Şimdi bir düşünün. Milyarlarca yılda bir genişleyen
evren daralmaya, daralan evrense genişlemeye başlıyor.
Bu görüntüyü gözünüzde hızlandırın. Neye benzedi?
Atan bir kalbi andırdığı yadsınamaz. İlginç geldi değil mi?
O zaman ikinci teorimizin de sizi şaşırtacağı kesin.
İkinci teorimiz ise evrenin yaşamaya bu denli elverişli olan
koşullarını bir Yaratıcı’nın varlığına bağlamaktan öte bu
duruma daha bilimsel yaklaşmakla birlikte evrenin hayatta
olduğunu öne sürüyor. Bu teori evrenlerin üremesini konu
alıyor. Bu teoriye göre kara delikler evrenlerin yavrularına
bağlanan bir yol olma özelliği taşıyor. Kara delikler, Güneş’ten
en az 20 kat daha ağır yıldızların içindeki ağır elementlerin
bir tekillik oluşturması sonucunda ortaya çıkan
basınç ve ısının etkisiyle oluşur. Ancak bu teori bir tekillikten
ziyade bir çökmenin mevzubahis olduğundan ve bu çökme
neticesinde yeni bir bebek evrenin ortaya çıktığından bahsediyor.
Ancak bu bebek evren, atası olan evrenden farklı
fizik kanunlarına ev sahipliği yapıyor. Yani bir nevi genetik
varyasyonlar devreye girerek birbirinden farklı kuralların
geçerli olduğu evrenler meydana geliyor. İşte bizim evrenimiz
de bu kozmik yaşam ağacındaki evrenlerin sadece
bir ferdi konumunda. Evrenlerin evriminden bahseden bu
teoriye Kozmik Doğal Seleksiyon Teorisi adı veriliyor. Kim
bilir, insanlığın en çok araştırdığı varlıklardan olan uzaylılar
bizden tamamen farklı fizik kanunlarının olduğu evrenlerde
yaşıyor ve bu farklı kanunlara gösterdikleri adaptasyonlarla
bizden çok daha farklı görünüyor olabilirler. Belki de
gelecekte, bu bambaşka fizik kanunlarının geçerli olduğu
evrenlerdeki şartlara uygun yapay zekalı robotlar geliştirir
ve bu robotları akraba evrenlerimize yollayarak akraba kabilelerimizle
ilk temasımızı kurabiliriz. Bu kulağa inanılmaz
bir şey gibi gelse de 100 yıl öncesinde yaşayan birine interneti
anlatsaydınız o da şu anda sizin düşündüğünüzle aynı
şeyleri düşünecektir. Bilimin görevi de bu değil mi zaten?
İmkansız gibi görünenleri gerçekleştirmek...
Evet, şu ana kadar evrenin kalp atışlarından ve üremesinden
söz ettik. Gelgelelim üçüncü teorimizse sadece
insana mahsus olduğunu düşündüğümüz bir şeyi yani
düşünmeyi konu ediniyor. Yani bu teoriye göre evrenimiz
düşünen bir varlık. Kuantum mekaniği profesörü Seth
Lloyd’a göre beynimizin nöronlarla yaptığı bu işi evrenimizse
atomlarla yapıyor. Aynı zamanda Lloyd’a göre evrenimiz
tıpkı bir kuantum bilgisayarı gibi çalışıyor. Kuantum
bilgisayarlarının klasik bilgisayarlardan farkı ise bir elektronun
aynı anda değişik yerlerde ‘1’ değerini alabilmesidir.
Yani elektronların aynı anda farklı yerlerde bulunabildiği
bu bilgisayarlar aynı anda pek çok işlem gerçekleştirebilir.
Bilim insanları yakın gelecekte kuantum teknolojisinin
18
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
gelişmesiyle birlikte çok daha yüksek işlem kapasitelerine
sahip bilgisayarların yapılabileceğine inanıyor. Ayrıca beynimiz
de bir kuantum bilgisayarı misali saniyede “10 üzeri
16” yani 10 milyon milyar bit veri işlerken Lloyd evrenimizin
saniyede “10 üzeri 106”bit veri işlediğini hesaplamış.
Bu durum ise evrenin bizim anlayamayacağımız olaylara
sahiplik ettiğini ve mutlak zekaya sahip bir organizma olduğunu
gösteriyor. Bu teoriye göre devasa bir kuantum bilgisayarı
gibi olan evrenimiz, hesaplamalardan ibaret olup
evrendeki bitler her an hesaplama içindedir ve yaşam da
bu hesaplamalar sonucunda ortaya çıkmıştır.
Bir başka bilim insanı ise evrenin tüm bu hesaplamalarını
yani zihnini okumaya çalışıyor. Jürgen Schmidhuber
evrendeki tüm bu hesaplamaların basit kurallı ve programlanabilir
olduğuna inanıyor ve bu kuralı bulabilirsek evreni
bir yazılımla programlayabileceğimize ve onu yeniden
yaratarak kozmosta gerçekleşen tüm olayların sırlarının
çözülebileceğine inanıyor. Ona göre buradaki asıl sorun
evrenin bu denli yüksek veri işleme kapasitesine rağmen
13.7 milyar yılda gerçekleştirdiği bu olayları, ondan daha
hızlı bir şekilde işleyecek kuantum bilgisayarları yapmak.
Ancak Schmidhuber bunun yakın gelecekte insandan
daha zeki hale gelecek robotlarca yapılacağını düşünüyor.
Gelelim son görüşümüze... Aslında bu bir teori olmaktan
öte bir felsefi görüş. Dr. Robert Lanza tüm dünyada,
ilk defa erken dönemlerindeki bir embriyoyu klonlayan bir
kök hücre araştırmacısı olarak tanınmasının yanı sıra evren
hakkındaki bu görüşüyle tüm bilim camiasının dikkatini çekiyor.
Dr. Lanza evrenin sorgusuz sualsiz canlı olduğunu
ifade ederek tarihteki birçok filozof gibi evrenin aslında var
olmadığını, onun gerçekte bir düşünceden ibaret olduğunu
ve hepimizin evrenlerinin birbirinden farklı olduğunu söylüyor
ve buna Biyomerkezcilik Teorisi adını veriyor. Ayrıca
kendisi bu teorisini, yazdığı bir kitapla uzun uzun açıklıyor.
Bu teoriye örnek olarak ise hayvanların insanlardan farklı
kokuları duyup farklı renkleri görebilmesini gösteriyor. Ona
göre gerçekten mutlak bir evren var olsaydı onu tüm canlılar
aynı şekilde deneyimleyebilmeliydi. Yine o ve onun gibi
düşünenlere göre kar yağdığı için biz onu görmüyoruz. Biz
öyle düşündüğümüz için kar yağıyor. Ancak hiçbirimiz bu
düşüncelerimizi kontrol edemiyoruz. Tüm bunlar biz fark
etmeden bilinçaltımızda gerçekleşiyor.
Evet, yukarıda bahsettiğimiz teorilere göre
evrenimizin kalbi atıyor, akrabaları var, ayrıca düşünebiliyor.
Hem de bizden çok daha hızlı. Diğer
bir teoriye göre ise her canlı bir evren demek ve
milyarlarca farklı evren söz konusu. Belki de yukarıdaki
teorileri hiçbir zaman ispatlayamayacağız
ama hepsinin birbirinden büyüleyici olduğu
aşikâr. Peki sizce evren yaşıyor mu? Karar siz değerli
okurların...
Gökdeniz ÇOLAK
11/B
BİLİM - TEKNİK
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 19
BİLİM - TEKNİK
Bir Matematikçi:
Sirinivaza Aiyengar Ramanujan 22 Aralık 1887’de Hindistan’ın Erod köyünde, saygın
Brahman tabakasına mensup bir ailede doğdu. Babası Madras bölgesine bağlı Kumbakonama
kentinde, küçük bir tekstil dükkânının mali işlerini yürütüyordu. Annesi ise
ev hanımı olarak, küçük Sirinivaza’yı dini görevini sürekli olarak yerine getirmek yolunda
büyütmeye gayret ediyordu ve büyük ölçüde bunu başarmıştı denilebilir.
Ancak dehanın kudreti tüm olumsuzluklara rağmen, onu
eninde sonunda Ramanujan’ı profesyonel matematikçi makamına
ulaştırdı. Ama bu, o kadar da kolay ve çabuk olmadı
ve ne yazık ki, çok da geç 1897’de Kumbakonama kentinde
ilkokuldan mezun oldu ve il merkezi Tanjor’da düzenlenen özel
burs sınavlarının birincisi olarak ortaokul masraflarını yüzde 50
indirimle ödeme hakkını kazanmış oldu. Brahmancılık ruhunda
büyütülmüş, inançlı ve her şeyi merak eden bir çocuk olarak,
artık ortaokulun 2. sınıfından başlayarak büyüklere ve öğretmenlere,
matematikte “yüce hakikat”in ne olduğu yönünde sorular
sormaya başlamıştı. Onun çocuk inancına göre insanın her faaliyet
alanında, olmuş ve olacakların hepsini içeren bir “yüce
hakikat”in olması şarttı ve buna ulaşan kişiye, o alanda her şey
her yönüyle açık olmaya mahkûmdu. Doğal olarak bu sorusuna
olumlu bir yanıt alamıyordu. Nihayet 1903 yılında, ortaokulun 6.
sınıfındayken hoş bir tesadüf sonucu Ramanujan’ın eline G. R.
Carr’in iki ciltlik Pür ve Uygulamalı Matematikten Elemanter Sonuçlar
Toplusu kitabı geçti. Kitapta tam 6165 teorem ve formül
olmakla birlikte, ezici çoğunluğu ispatsız verilmişti.
Böylece Ramanujan, bu alana duyduğu merak ve ihtirasla,
özgürlüğün yolunu bulmuş, esaretten kurtulmayı başarmış birinin
duygularına benzer bir hırsla bu formüllerin çıkarılmasına
sarıldı. Geceli-gündüzlü sürüp giden çalışmalar, çok geçmeden
önemli sonuçlar vermeye başladı ve Ramanujan çalışmaları sırasında
bulduğu yeni formülleri birer inci taneleri gibi, sonsuz bir
sevgiyle “not defterleri”ne aktarmaya koyuldu. Üzerinden 100
yıl geçmesine rağmen, şimdi de incelenmesine devam edilen
meşhur Note Book, işte bu vesileyle hayata “merhaba” demiş ve
Ramanujan’la birlikte büyümesini sağlıklı olarak sürdürmüştü.
Bu arada hemen belirtelim ki, Carr’ın kitabı da Ramanujanın
çalışmalarından dolayı yeterince ünlenmiş oldu. Tıpkı bir
zamanlar sayfa kenarlarına Fermat’nın yazmış olduğu notlardan
dolayı ünlenmiş Diophant’ın Aritmetik kitabı gibi, Carr’ın kitabıda
Ramanujan buluşlarının kaynağını merak edenlerin ilgi odağına
dönüşmüş oldu.
Artık bu sıralarda, Ramanujan, arkadaşlarına buluş ve
keşiflerinden söz etmeye başlamıştı bile. Bu işlerde onun çok
önemli iki yardımcısı vardı. Bunlardan biri süper denilebilecek
kadar kapasiteli ve aranan bilgiye hızla ulaştırabilen bellek; ikincisi
ise, en yüksek sihirbazlık düzeyinde olan, formülleri dönüştürebilme
becerisi idi. Ramanujan, 2’nin kare kökü, pi , e ve diğer
bu gibi önemli sayıların akla gelmez düzeyde çok sayıda ondalık
rakamlarını ezbere biliyordu.
Formüllerin nasıl bulunduğu yönündeki soruları ise Ramanujan,
“İlah Nammakl butün bunları rüyada bana telkin ediyor”
diye yanıtlamayı severdi. Gerçekten de çoğu zaman sabahları
20
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
yataktan kalktığı anda günlerce üzerinde yoğunlaştığı konularda
hazır formülleri yazabilmesi onun yaşamına renk katan
ve o kadar da ender olmayan olaylardandı. Daha sonra
Cambridge matematikçileri de buna tanık olacaklardı.
16 yaşındaki Ramanujan, orta öğretimini tamamladıktan
sonra, üniversite sinavlarını kazandı ve 1 Ocak 1904’te
Madras Üniversitesi’ne bağlı Kumbakonama Koleji’nde derslere
başladı. İngiliz dili ve matematikte gösterdiği üstün başarılardan
dolayı ilk zamanlar özel bir bursa da layık görüldü.
Fakat zamanının tümünü kendi formüllerini bulmaya ve geliştirmeye
harcadığından, dersleri kötüye gitmeye başladı ve
birinci sınıfta bırakıldı.
Bundan sonra Ramanujan’ın hayatında, 10 yıl sürecek
olumsuzluklar dönemi başlamış oldu. 1905 yılını, merkezi
Hindistan’ı başıboş dolaşmakla geçirdi. 1906’da Kumbakonama
Koleji’nde eğitimine devam etme isteği geri çevrildiğinde,
Madras’a dönüp yeniden üniversite sınavlarını kazandı,
ama bu kez de hastalığı yüzünden evine dönmek zorunda
kaldı. 1907’de, üniversiteye ilk iki sınıf için sınavları dışarıdan
vermek amacıyla başvursa da, sınavları kazanamadı. Söylemeye
gerek yok ki, tüm bu olaylar sırasında, “not defteri”
dolmaya ve olgunlaşmaya
devam ediyordu.Ramanujan
1909’da evlendi ve
ailesini geçindirmek için
iş arayışlarına başladı. Eşi
Janakiammal Ramanujan,
onun ölümünden sonra
tam 74 yıl yaşadı ve 13 Nisan
1994’te Hindistan’da,
Marine Üniversitesi kampüsünde
vefat etti.
1910 yılında başvurduğu,
Hindistan Matematik
Derneği’nin kurucusu Ramasvami Aiyar, Ramanujan’ı,
Kumbakonama Koleji’nin öğretim üyesi Seshu Aiyar’a yönlendirdi.
Nihayet 1910’un aralık ayında Ramanujan, yüksek
makam sahibi Ramachandra Rao isminde bir memurla tanıştırıldı.
Ramanujan’ın o zamanki halini anlayabilmek için,
sözü Ramachandra Rao’ya verelim:
Odaya yeterince şişman, alçak boylu, tıraş olmamış
ve şaşkınlık içerisinde genç bir erkek girdi. Elinde kendi görüntúsü
ile uyum sağlayacak derecede eskimiş bir not defteri
tutmuştu. Görünüşünde dikkate alınabilecek tek şey, ender
rastlanacak kadar cazip olan gözleriydi. Onların her biri sanki
birer nur kaynağı gibi etrafa ışıklar saçıyordu. Bu genç adam
anlatılmayacak kadar fakirdi.Ramachandra Rao bir süre kendi
olanakları çerçevesinde Ramanujan’a maddi destek sağladı.
Ama daha sonra, bu durumdan sıkıldığını ve rahatsız
olduğunu görünce, ayda 30 Rupi maaşla Madras Posta Idaresi’nde
ona bir iş ayarladı.
1911 yılında Hindistan Matematik Kurumu’nun dergisinde
Ramanujan’ın Seshu Aiyar tarafından sunulan ilk problemleri
nihayet ışık yüzü gördü. Kendi makalesi de aynı yıl yayımlandı
ve 1912 yılında Ramanujan artık, en azından kendi
vatanında bir malum mektup yazıldı ve sonuçlarını fazla beklemek
gerekmedi matematikçi olarak tanınmaya başladı.
1913 yılının ocak ayında ise, Ramanujan’ın hayatında
yeni bir sayfanın açılmasına önayak olacak Hardy ve Littlewood
ile birlikte Ramanujan’in gönderdiği bazı formüllerin
ispatlandığını, ama diğerlerinin ispatlanamayacak kadar zor
olduklarını fark etmiş ve kendisini İngiltere’ye davet etmişler
İlk başlarda yine dinsel sebeplerden ötürü ailesinin karşı
çıkmasına rağmen (Brahmanların su üstünden geçme yasağı,
yurtdışında uygulayamayacağı ritüel yemek talimatı vs.)
onları ikna etmesini başarır ve 1913 yılında İngiltere’ye gider.
Hardy’nin yardımlarıyla Trinity College’de eğitimini en iyi
şekilde tamamlar, birçok formül altına imzasını atar. Ramanujan
bulduğu formüllere gece rüyasında kanlı harflerle duvara
yazılı şekilde gördüğünü söyler, Hardy’ye bu formüllere
ispatlamak ya da ispatlamaya çalışmak kalır.
Genç yaşında yakalandığı verem hastalığı sebebiyle 18
ayını bir sanatoryumda geçirmek zorunda kalır. Çıktıktan sonra
kendini hem hastalığından ötürü hem yalnızlıktan, memleket
hasretinden, hem alışamadığı hava koşullarından, yemeklerden
ötürü olsa gerek kendini o kadar kötü hisseder ki
bir Londra metronun önüne atlayarak intihara teşebbüs eder,
kurtarılır.
RAMANUJAN 1729 HİKAYESİ
Tekrar hastaneye kaldırılır. Burada efsanevi 1729 hikâyesi
yaşanır. Bu numara Hardy’nin kendisini ziyarete gelirken
bindiği taksinin numarasıdır ve Ramanujan taksinin numarasına
bakıp, ‘çok ilginç’ demiş. Büyük matematikçi Hardy, Ramanujan’ın
neden söz ettiğini anlamamış ve ne demek diye
çıkışmış. Aklını rakamlardan başka şeylerle meşgul etmeyen
Ramanujan, 1729’un iki farklı biçimde iki sayının küplerinin
toplamı olan en küçük sayı olduğu söylemiş:
1729 = 12³ + 1³ = 10³ + 9³
Ramanujan evine dönmek için I. Dünya Savaşının bitmesini
beklemek zorunda kalır ve evine döndükten bir yıl sonra
vefat eder.
Ölmeden önce bir eşitliği bulmuş ama ispatlamaya ömrü
yetmemiş ve matematikçiler arasında şöyle bir inanç vardır.
“Ramanujan söylediyse doğrudur”1976 yılında hayatının son
yılında yazdığı kayıp bir defter bulundu bu defterin keşfi Beethoven‘ın
10. senfonisinin keşfiyle kıyaslanmaktadır. bir asır
sonra bu formüller
kara
deliklerin davranışlarını
anlamak
için kullanılıyor.
2015 yılı
yapımlı yönetmenliğini
Matthew
Brown’ın
yaptığı Sonsuzluk Teorisi filmi Ramanujan’ın hayatını anlatmaktadır.
Ayşenur YENİGÜN 12/A Kocaeli Fen Lisesi- 2017 2020 21
BİLİM - TEKNİK
BİLİM - TEKNİK
Mikrobiyota Gerçekten
Önemli mi?
ABD’li bilim insanı Joshua Lederberg, insanı mikrobiyal hücrelerin birleşiminden oluşan bir
süper organizma olarak tanımlamıştır ve 1958 yılında 33 yaşındayken Nobel Fizyoloji veya
Tıp Ödülü kazanmıştır. ‘Mikrobiyom’ tanımıda ilk olarak yine Nobel Ödüllü Joshua Lederberg
tarafından 2001 yılında yapılmıştır ve insan vücudunda yaşayan trilyonlarca bakteri ve diğer
mikrop topluluklarına ait gen, gen ürünleri ve biyomoleküllerin tamamını ifade etmektedir.
Anne karnında mikropsuz bir ortamda yaşadığımız düşünülmüş
iken günümüzde yapılan araştırmalar dost mikroorganizmalarla
daha doğmadan karşılaştığımızı göstermiştir. Mikroplar
doğum sırasında ve doğumun hemen sonrasında hızla insan vücudunun
çeşitli bölgelerine yerleşir ve yaşam boyunca insanla orada
yaşamaya devam eder. Bağırsakta ise 40.000 çeşit bakteri türü ve
yaklaşık 100 trilyon mikroorganizma yaşamaktadır. Bu insan vücudundaki
toplam hücre sayısından 10 kat fazladır. İşte bağırsakta
bulunan bu mikroorganizma topluluğuna “Mikrobiota” denilmektedir.
Peki, son yılların en çok tartışılan ve konuşulan konularından
‘Mikrobiyota’ nın faydaları nelerdir?
• Mide ve ince bağırsaklar tarafından sindirilemeyen besinlerin
sindirime teşvik eder.
• B ve K vitaminlerini sentezler.
• Bağırsaklardaki zararlı bakterilerle savaşır.
• Bağışıklık sistemini canlandırır.
Beyin ile bağırsak arasında nasıl bir ilişki vardır?
Mikrobiotanın çeşitli mekanizmalarla beyinle iletişim kurduğu
ileri sürülmekte ve bunu destekleyen çeşitli çalışmalar bulunmaktadır.
Bağırsakların merkez sinir sistemiyle arasında bir ilişki vardır
ki bu sisteme ilişkisini “Enterik Sinir Sistemi-Sindirim sistemi sinir
ağı” denir. Enterik sinir sistemi, aynı beyin gibi davranışlarımız ve
ruhsal dengemiz üzerinde etkisi bulunan, ikinci beyin olarak kabul
edilen bir sistemdir. Enterik sinir sistemi ve beyin işbirliği içinde çalışır.
Aralarındaki iletişimin nörolojik, psikiyatrik ve metabolik bir
çok hastalığın oluşmasında rolü olduğu düşünülmektedir.
Bağırsak ikinci beyin midir?
‘Enterik Sinir Sistemi-Sindirim sistemi sinir ağı” içinde 30
farklı nörotransmitter bulunur. Bu maddelerin içinde psikolojik
durumumuza etki eden serotonin de yer alır. Mutluluk hormonu
olarak bilinen ‘serotonin’ in yüzde 90’ı sindirim sisteminde bulunmaktadır.
İnsanların stres altında veya mutlu değilken belirli bazı
gıdalara yönelmesi bu şekilde açıklanmaktadır. Günümüz insanının
yüzde üçte birinde görülen ve yaşam kalitesini bozan halk
arasındaki ‘huzursuz bağırsak sendromu’ ndan beyin ve enterik
sinir sistemi arasındaki iletişim bozukluğu sorumlu tutulmaktadır.
Bu insanlar genelde huzursuz ve mutsuz insanlardır. Günümüzde
mikrobiyota bozukluklarının bazı davranış bozuklukları ve otizm
gibi hastalıklarla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Faydalı bakterilerin
sayısının azalması ve zararlı bakterilerin sayısının artması ile birlikte
bedensel ve ruhsal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bağırsaklardan
kana karışan bakteri kaynaklı zehirler-toksinler beyne ulaşarak
nöronların çalışmasını bozmaktadır. Fast-food, yüksek karbonhidratlı
beslenme sonucunda sadece obeziteye yol açmakla kalmayıp
depresyon, kaygı bozuklukları birçok faktörün bir arada olması.
Bundan dolayı psikolojik durumumuzu sadece beynimizin belirlemediğini,
ikinci beyin gibi çalışan enterik sinir sisteminin de büyük
rolü olduğunu düşünülmektedir..
Mikrobiyota dengesi nasıl bozulur?
Bağırsak bakteri dağılımında zaman içinde bozulmalar olabilmektedir.
Sağlıklı olma ile bağırsak mikrobiyotasında bir denge
vardır. Mevcut dengeyi korumak önemlidir. Bazı faktörler, bağırsak
mikrobiyotası olumsuz etkiler:
• Antibiyotik kullanımı
• Yaşlanma
• Modern çağ beslenme tarzı
• Fiziksel stres ve Psikolojik stres
• Radyasyon
Antibiyotiklerin gereksiz kullanılması sonucu faydalı bakterileride
zararlı bakteriler gibi öldürmekte ve onların koruyucu etkisini
azaltmaktadır. Yine beslenme alışkanlıkları, stres dengeyi korumada
önemli rol oynar.
Mikrobiyotayı korumak için yapılması gerekenler
Sağlıklı gebelik, sezaryen yerine normal doğumun desteklenmesi
ve anne sütü çok önemli. Çünkü artık biliniyor ki insanın
mikrobiyotasının gelişmesi anne karnında başlıyor. Bu sebeple
annenin dengeli beslenmesi çok önemli. Son yıllarda özellikle çocukların
devamlı olarak ev içerisinde bulunmasının, mikrobiyota
üzerine olumsuz etkileri olduğu gösterildi. Doğa ile iç içe büyümek,
mikrobiyota dengesi için çok önemlidir. Yine tabi sağlıklı beslenme
denge için kilit rol oynayan faktörlerden biridir.
Sonuç olarak, mikrobiyota dengemizi bozan birçok faktörle
daha anne karnından başlayarak karşılaşmaktayız. Ruhsal ve fiziksel
olarak insan sağlığını etkileyen birçok hastalığın mikrobiyota ile ilişkili
olduğu günümüzde her gün daha da kabul görmektedir.
Azra ASLAN
11/D
22
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Evrenin Karanlık Yüzü:
Karadelikler
Karadelik kavramı bilim dünyasında yenidir aslında. John Michell 1783 yılında Philosophical
Transactions of the Royal Society of London (Londra Kraliyet Topluluğunun
Felsefi Faaliyetleri) dergisinde yayımlanan makalesinde yeterli ölçüde yoğun ve
kütleli bir yıldızın ışığın kaçamayacağı kütle çekim alanına sahip olabileceğini vurguladı.
Bu makalenin ardından Marquis de Laplace benzer bir varsayımda bulundu.
Bu gelişmeleri Einstein’ın genel görecelik kuramı izledi bu kuramın ise anlaşılması
için epey zaman geçti.
BİLİM - TEKNİK
Karadelik oluşumunu anlayabilmek için öncelikle bir yıldız
nasıl oluşur bunun anlaşılması gerekir. Yıldız kütle çekimin etkisiyle
çok büyük miktarda gazın çökmesiyle şekillenir. Bu çökmenin
etkisini dengeleyen nükleer tepkimeler(hidrojenin yüksek
sıcaklıkta helyuma dönüşmesi gibi) yıldızın büzüşmesi durdurur.
Yıldız eninde sonunda nükleer yakıtını tüketir, içe doğru çökme
devam eder, yıldızın kütlesi Chandrasekhar (Chandrasekhar
yıldızın süpernova patlamasından sonra yıldızımızın karadelik,
nötron yıldızı, mavi cüce olduğunu belirleyen sınır) sınırından az
ise nötron yıldızı veya mavi cüceye dönüşür. Yıldızımız Chandrasekhar
sınırından fazla ise karadeliğe dönüşür.Karadeliklerin
yıldızın içine doğru çökmesiyle oluştuğunu bildiğimize göre artık
karadeliğin içine girince neler olacağına bakalım.
şelaleye yaklaşan bir kano çok hızlı kürek çekerse şelalenden
kurtulma şansı vardır ancak şelalenin kenarına yaklaşırsanız
kanonun ucundaki akındı arkasındaki akıntıdan fazla olacağından
kanonun parçalanma riski vardır. Karadeliğe giren bir
insan olay ufkuna geldiğinde ayakları yüzünden daha fazla çekileceğinden
enlemesine uzayarak parçalanırsınız ancak karadelik
yeterince büyükse bir sorun yaşamadan olay ufkuna erişirsiniz
araştırma yapmak için büyük bir karadeliğe gitmek sizin
yararınıza olur. Olay ufkunu geçtikten sonra hala yaşıyorsanız
eğer şanlı değilsiniz çünkü sonsuza kadar içeride beklemek zorundasınız
ya başka bir evrene çıkabilirsiniz ya da tüm şansınızı
(imkansızdır) kullanıp karadelikten çıktığınızı hayal edin. Kütle
çekimin fazla olması sebebiyle zaman karadeliğin içinde yavaş
bir şekilde akmaktadır yani dışarı çıksanız bile sizi dışarıdan bırakan
uzay gemisinin gittiğini göreceksiniz. Belki torununuzun
Karadelikler oluştuklarında hiçbir şey kaçamayacağı düşünülür
bu doğrudur ancak bu kaçmamanın bir sınırı vardır
olay ufku. Bu kavramı anlatmak için bir şelaleye örnek verelim
torunuyla aynı yaştasınızdır.
Karadelikler evrenin karanlık yüzüdür. Sizin yüzünüz
kararmasın sizi bilim ışığı aydınlatsın.
Berkay Buğra ENGİN
10/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2017 2020 23
MAKALE
Bir Beyaz İstilacının Serüvenleri:
Robinson Crusoe
Roman, modern çağa damgasını vurmuş bir türdür. İnsan türünün ilk göz ağrısı olan
kadim tür şiiri gölgede bırakmıştır diyebiliriz. Çünkü modern çağı, burjuva bireyi, kentli
insanı anlatmada gösterdiği başarı bakımından romanın yanına belki sinemayı koyabiliriz.
Don Kişot, Robinson Crusoe, Sefiller bu görkemli yükselişin ilk parlak ışıkları gibidir.
Sonrası adeta bir ışık selidir…
Macera tutkunu Robinson, 19. Yüzyıl’la birlikte tarihin
öznesi olmayı başaran burjuva bireyin prototipi sayılmalıdır.
Cesaretiyle, aklını kullanma yeteneğiyle, ihtiraslarıyla,
mülkiyet tutkusuyla, Luteryen ahlakıyla, doğa üzerinde
egemenlik kurmada gösterdiği başarıyla yeni bir insan tipini
temsil eder. Bu yeni insan karmaşık, kendine özgü güçlü
bir karakterdir. Akıl ve duygu bakımından Doğu ve Batı
edebiyatlarındaki geleneksel tekdüze tiplerle kıyaslanamayacak
ölçüde gelişkindir, yetkindir. Jan Valjean, Madam
Bovary, Julien Sorel, Rajkolnikov, Bazarov, Leverkühn, S.
Dedalus, Selim Işık son iki yüz yılda modern – kentli toplumu
roman sanatı üzerinden temsil eden sıra dışı kahramanlardan
birkaçıdır.
Robinson Crusoe, aradan geçen bunca zamana karşın
bir kurgu harikası sayılması gereken Don Kişot’tan bir
yüzyıl sonra yazılmış. Kurgu, dil, mizah, sürükleyicilik, çok
katmanlılık gibi birçok bakımdan Don Kişot’un oldukça
gerisinde kalır. Don Kişot, roman türünün ilk büyük anıtıdır.
Bu büyük şaheser hala roman evrenindeki en parlak
yıldızlardan biridir. Bununla birlikte Robinson Crusoe
de anlatımındaki doğallığıyla, sıra dışı konusuyla roman
türünün klasikleri arasındaki ölümsüz yerini almıştır. Gerçi
‘ıssız ada’ metaforuna İbn-i Sina’nın tasavvufi boyutlar
taşıyan Hay İbn Yeksan adlı eserinde rastlarız. Yine Daniel
Defoe’ın, Alexander Selcraig adlı İskoç denizcinin
gerçek hikâyesinden esinlendiği de bilinmektedir. Roman,
1719’da bir yılda dört baskı yapacak kadar okuyucu tarafından
sevilir ve yazarına ün ve para kazandırır. Kitabın
ikinci bölümü (Robinson Crusoe’ın Yeni Serüvenleri) büyük
olasılık birinci kitabın başarısı üzerine yazılmış. Ancak her
bakımdan birinci kitabın çok uzağındadır.
Batı’da 15. ve 16. Yüzyıl’a ‘Keşifler Çağı’ denir. Gemilerde
pusulanın kullanılmaya başlanmasıyla Avrupalı denizciler
uzak denizlere açılmış, yeni kıtalar keşfetmişlerdir.
Robinson Crosoe bir bakıma Keşifler Çağı’nın romanıdır,
bu kâşif denizcilerin ruhunu, cesaretini yansıtır. Daha çok
Portekiz ve İspanyollardan oluşan bu gemiciler bir daha
geri dönmemeyi göze alarak denize açılırlar. Bir Portekiz
halk şarkısı türü olan fado, Portekizli kadınların denizden
geri dönemeyen sevgililerine, eşlerine yaktıkları ağıtlara verilen
addır.
Robinson aslında varlıklı sayılabilecek bir ailenin çocuğudur,
iyi bir eğitim almıştır. Ailesinin bütün karşı çıkmalarına
rağmen kalbinin sesini dinleyerek sonu bilinmeyen,
tehlikelerle dolu deniz yolculuklarına çıkar. Ölümle yüzleşir,
tutsaklıktan kurtulmayı başarır, Brezilya’da çiftçilik yapar
ve yine denize açılır, korkunç bir deniz kazasının ardından
kendini ıssız bir adada bulur. Artık vahşi doğayla baş başadır.
631 sayfalık okunması külfetli romanın belki de en
ilginç bölümü, Robinson’un adada kendine bir hayat kurmak
için verdiği sıra dışı savaşımın anlatıldığı bölümdür.
Robinson, gemiden kurtardığı kimi araç gereci de
adaya taşımayı başarır. Adaya çıkardığı araçlardan biri oldukça
simgeseldir: Tüfek!.. Ünlü Fransız bilim insanı jared
Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı yapıtının bir bölümünde
beyaz adamın Amerika’yı keşfini ve kıtanın kolonizasyonunu
konu edinir. Nasıl oldu da kıtaya ulaşan bir
avuç beyaz adam kendisinden sayıca çok çok üstün onca
24
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Kızılderili’ye diz çöktürdü? Tüfek, Çelik ve Kızılderili’nin
vücudunun tanımadığı mikroplar sayesinde… Robinson’u
da adanın efendisi yapan aklını kullanabilme yeteneğidir,
güçlü karakteridir, komple kişiliğidir… Ama özellikle barut
ve tüfektir. Tüfek sayesinde kendini güvende hisseder, vahşi
hayvanları avlayarak hayatta kalır, adayı güvenle dolaşır,
adaya gelen vahşileri öldürür ya da tutsak eder…
Keçileri evcilleştiren, toprağı işleyen ve ürün yetiştiren,
kilden kendine gereçler yapan Robinson hümanist, liberal,
doğa ile barışık bir kişiliktir. Henüz istilacı beyaz adama evirilmemiştir.
Kendini yalnız, güçsüz ve savunmasız hissettiği
bu günlerde batan gemiden adaya çıkardığı İncil’i okumaya
başlar. En karamsar günlerinde İncil ona ilham, umut
ve inanç aşılar. Yine bir kötü anında kitabı açar açamaz
karşısına şu cümleler çıkar: “Sıkıntılı günlerde bana sığın,
ben seni kurtarırım, sen de beni yüceltirsin.” Bunu ilahi bir
işaret sayar ve hayata dört elle sarılır. Roman ilerledikçe
Robinson koyu Protestan bir kişiliğe evirilecektir. İncil ve
Protestanlık onun yaşamında temel belirleyici olacaktır.
Romanın sürükleyici diğer bir bölümü de Cuma’nın
adaya gelişidir. Beyaz adam, yerli halkları uzun bir süre
yamyamlıkla itham etmiştir. Onları barbar, uygarlaştırılması
gereken ilkel varlıklar olarak betimlemiştir. Robinson da
Kızılderililerden ve diğer yerlilerden korku ve nefretle söz
eder. Yamyamlık, özellikle adadaki ilk yıllarında Robinson’un
kâbusudur. Yerliler tarafından pişirilip yenmekten
korkar. Nihayet Cuma’yı da bir grup yamyamın elinden
alır, uşağı yapar. Artık iki kişidirler. Cuma’ya dil öğretir,
onu samimi bir Hristiyan yapar, aralarında sıkı bir dostluk
gelişir. Robinson ile Cuma arasında din konusunda geçen
diyaloglar çok ilginçtir. Çünkü Cuma’nın da bir dini vardır.
Tüm evreni Ooo’nun yaratığına inanmaktadır. Hristiyanların
Tanrı’sının neden şeytanın insanı yoldan çıkarmasına
göz yumduğuna bir türlü aklı yatmaz. Sonunda Robinson,
Cuma’nın şahsında tüm yerli halkların hakkını teslim etmek
zorunda kalır. Yerli halkların özünde beyaz adamdan hiçbir
aşağı yanı yoktur. Üstelik beyaz adamdan daha insancıldır.
Nihayet başka kazazedeler de ulaşır adaya. Robinson’un
ülkesine dönmek için ettiği duaları Tanrı kabul etmiştir.
Adayı yerlilere ve Avrupalı denizcilere bırakarak Cuma’yla
birlikte ülkesine döner. Aradan uzun bir süre geçtiği
içini annesini ve babasını bulamaz. Evlenir, çocukları olur,
kiliseye yüklü bağışlar yapacak kadar varlıklı ve saygın birisidir.
Ama serüven tutkusu bir türlü yakasını bırakmaz,
uzaklardaki adası ısrarla onu geri çağırmaktadır.
İkinci kitap Robinson’un tekrar adaya gelişini konu
edinir. Robinson ikinci kez adaya geldiğinde ada kolonize
edilmiştir. Artık o bir sömürge valisidir, koyu bir Protestan’dır.
İçinde İsa’nın ruhunu taşımaktadır. Adayı beyaz
adamın kanunlarıyla düzenledikten sonra gemisiyle tekrar
adadan ayrılır; Çin’i, Rusya’yı, Arabistan’ı dolaşır. Yol boyunca
ticaret yapar, bol para kazanır. Çin’e afyon satar,
oradan aldıklarını Ruslara, Ruslardan aldıklarını Araplara
satar. Nihayet yetmiş iki yaşında içindeki arzuları doyurmuş,
kemale ermiş bir Hristiyan olarak evine döner, inzivaya
çekilir.
Robinson Crusoe, sanki günümüz küresel kapitalizminin
habercisidir. Aradan geçen üç yüz yılda Batı kapitalizmi
tüm dünyayı kolonize etmiş durumda. Beyaz istila Robinson’un
ruhunu sızlatacak derecede acımasız, ölümcül ve
yıkıcı. Nükleer silahlar, eriyen buzullar, artan nüfus, kontrol
edilemeyen virüs salgınları… gezegenimizin geleceğini
tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda. Hiçbir şey ama
hiçbir şey beyaz istilacının umurunda değil. O iktidarını
sürdürmek için her şeyi yapmayı kendine hak görüyor. Birçok
Avrupalı günümüzde de kendisini uygarlığın tek varisi
olarak görüyor. Değişik insan topluluklarını barbar, aşağı
ırk olarak tanımlıyor.
Artık yeni cesur adamlara ihtiyacımız var. Beyaz istilayı
yenilgiye uğratacak, akıllı Robinson’un ruhunu azaptan
kurtaracak yeni kâşiflere… Roman türünün görkemli yolculuğuna
devam edebilmesi de bu yeni cesur adamları,
hümanist kâşifleri anlatabilme yeteneğine bağlı.
Gelinen noktada üç yüz yıl öncesinin ilerici sınıfı burjuvazi;
her yönüyle gerici, her yönüyle yozlaşmış, insanlığın
gelişimini engelleyen asalak bir sınıfa dönüşmüştür. Yeni
roman sadece bu çürümeyi çözümlemekle yetinemez. Gelmekte
olanı da sezen, ondan beslenen, onu besleyen bir
roman olmak zorunda…
Turgay ÇİMEN
21.03.2020, KOCAELİ
MAKALE
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 25
MAKALE
Tıp Tarihinin Başlangıcı ve
Musiki ile Tedavi
İnsanlığın dünya serüveniyle birlikte, toplumlar arasında kesintisiz bir etkileşim olduğu
ve savaşlarda dâhil tüm olumsuz koşullara rağmen bunun sekteye uğramadan
devam ettiği bilinmektedir. Bu etkileşim doğrudan bütün insanlık için on binlerce yıllık
siyasal, sosyal ve kültürel açıdan oluşmuş ortak birikimlerin nesilden nesile aktarılmasına
da yardımcı olmuştur. Ortak miras olarak zenginleşen bu birikime her uygarlık bir
nebze daha katkı sağlayarak kendinden sonrakilere miras bırakmıştır. İşte bu noktada
bilgi birikimi arttıkça insanların yaşam standartlarını iyileştirme yönündeki çabalarının
en somut örneği olan tıp alanındaki çabalarıyla karşılaşmaktayız. Bu noktadan hareketle
insanlık tarihi içinde hastalıkların toplumlar için devamlı surette tehlike oluşturması
yüzünden, insanlar bununla baş etmenin yollarını aramışlardır. Bu nedenle tıbbın tarihini
insanın tarihi ile başlatmak yanlış olmayacaktır.
26
Doğu ve Batı, ortaçağ boyunca, iki kadim inancın temsil
ettiği medeniyetlere sahip olmuştur. Bunlardan biri, Doğu’da
tüm bilimleri geliştiren ve yükselmesini teşvik eden, Antik
dönem eserlerini kaybolmaktan kurtaran, İslam medeniyeti;
diğeri ise Batı’daki Hıristiyan medeniyetiydi. Doğunun ileride
olmasına karşın aynı dönemde Batı toplumunun durumunu,
düşünce yerine dini, eleştiri ve tartışma yerine doğmaları,
bilgi yerine skolâstik düşünceyi, bilim yerine inancı, önemli
kitaplar yerine İncil’i, ülke yerine kiliseyi, hükümdar yerine de
Papa’yı koyarak bu dünya yerine öbür dünyayı önemli kılan
bir zihniyete sahip olarak tanımlarsak yanılmış olmayız. Söz
konusu çıkmazlar içerisinde önemli olaylara tanıklık eden
ortaçağ Avrupa’sı için tıp alanı da geri gidiş sahası haline
dönüşmekten kurtulamamıştır.
Ortaçağ İslam Dünyasının olgunluk çağında -ki bu dönem
onuncu yüzyılla başlar, 13. yüzyılın ikinci yarısına kadar
devam eder- diğer bütün bilim dallarında olduğu gibi tıp bilimi
ve çalışmalarında da büyük bir sıçrama kaydedilmiştir.
Bu gelişmenin meydana gelmesinde birçok faktörün yanında
elbette ki Irak merkezli Abbasî, İspanya merkezli Endülüs,
Mısır merkezli Fatımî devletinin rolü büyük olmuştur. Burada
Kuzey Afrikalı Müslüman Arap ve Berberi fatihlerin Sicilya
adasında kurmuş oldukları Kelbî ve Fatımî devletlerinin
katkısını da unutmamak gerekir. Bu saydığımız devletlerin
hükümranlığı sırasında onlarca Müslüman ve Gayr-ı Müslim
tabip hastalara şifa dağıtırken tıp alanında da onlarca eser
kaleme almışlardır.
Orta Asya döneminde kullanılan kopuz veya saz tedavi
edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan önemli bir çalgı
olarak kullanılmıştır. Ayrıca Altaylar’da davulları hasta tedavisinde
ve dini törenlerde özellikle “şamanlar” tarafından kullanılmıştır.
Şaman her şeyden önce kendine özgü tekniğiyle,
ruhu göklere yükselten veya yer altına indiren bedenin vücuttan
ayrıldığını hissettiren bir trans(aşkın) ustasıdır. Kendisi
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
davul çalarak ruhları hükmü altına alır, ölülerle, şeytanlarla,
cin ve perilerle irtibat kurarak hastalara şifa dağıtırdı.
İslam Medeniyeti tarihinde özelikle tasavvuf ekolü mensupları(sufiler)
müzikle uğraşmış, müziği hastalıkların tedavisinde
kullanmış ve savunmuşlardır. Sufiler, akli ve asabi hastalıkların
müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir.
Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam âlimleri ve hekimleri
Zekeriya Er-Razi(854-932), Farabi(870-950) ve İbn
Sina(980-1037) müzikle tedavinin bilhassa müziğin psişik
hastalıkların tedavisinde ilmi esaslarını kurmuşlardır.
TIP TARİHİNİN BAŞLANGICI
Tıp bilimini tarihlendirme yaparken, yazının icat edilmesinden
önce başlayarak, ilkel topluluklarda, İlkçağ uygarlıklarında,
Ortaçağ ve Rönesans’ta hastalıkların nasıl algılandığı,
nasıl tedavi edildiği ve tedavi edenin kim olduğu gibi temel
sorular dikkatlice ele alınarak sorgulanmalıdır. Bu sorgulamada
insanları hastalıklardan koruyan ve kurtaran tıp bilimi,
tarih öncesi dönemde dini öğeler ve büyünün iç içe geçtiği
bir kimlikle başlamak suretiyle insanlık yaşamına girerek
bir meslek haline dönüşmüşken, günümüzde önemli bir bilim
haline gelen ve her yeni günde de hayati buluşlar ile bir
adım daha geliştirilerek sürdürülen, geniş dallara ayrılmış bir
saha olarak yaşamımızdaki hayati önemini sürdürmektedir
Uygarlığın oluşmaya başlamasıyla birlikte özellikle ilkçağda
Hipokrat ve Kos tıp okulları sayesinde bilimsel yöntemlerle
şekillendirilen tıp eğitimi, hekimlerin tedavi yöntemleri ve kullandıkları
araç-gereçler günümüze kadar minimal bilgilerle
de olsa ulaşmayı başarırken, bu alanındaki gelişmeleri de
izlemeyi olanaklı kılmıştır. Bu okullarla birlikte başlatılan tıp
alanında görev almış hekimlerin yetiştirilmesinde usta-çırak
ilişkisi bu mesleğin vazgeçilmezi olurken, ustalar aynı zamanda
ilk tıp eğiticileri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Tarihin
ilk dönemlerinden başlayarak hekim rolü üstlenenlerin kimi
toplumlarda yanlarına aldıkları çıraklarına bilgi ve tecrübele-
rini aktardıkları, kimi toplumlarda da bu mesleğin ailelerin
tekelinde kuşaktan kuşağa aktarılarak tıp bilimine hizmet
ettikleri bilinmektedir. Bu mesleğin ve uygulanan yöntemlerin
öğretilmesinin sistemli hale gelerek bilgilerin kaynaklarda
toplanıp, okul içinde öğretilir olması ise günümüze kadar
ulaşmış yazılı olarak kayıt altına alınabilen yıllara dayanmaktadır.
MÜZİK İLE HASTA TEDAVİSİ
Musiki ile hasta tedavisinin tarihi çok eski yıllara dayanır.Çeşitli
insan toplulukları, sosyal oluşuma paralel olarak
kültür değerlerinin ulaştığı düzeye göre, müziğin etkilerini
keşfetmişler ve pek çok konuda müzikten ve onun yakın öğeleri
olan ritim ve danstan yararlanmışlardır. Tarihin bilinen ilk
dönemlerinde kabilelerde, şaman adı verilen kişilerin kabilenin
dini ve manevi hayatını yönlendirdiği, çok saygın bir yere
sahip olduğu anlatılır. Belkide bilinen ilk ruh hekimi modelini
bu şamanlar oluşturmuştur.Uygur Türklerinin 3000 yıl önce
Şaman dinine mensup olduğu çağlarda şarkılar söylemek ve
dans etmek sureti ile hasta tedavi seansları ve merasimleri
icra ettiklerini araştırdığımız kaynaklardan öğreniyoruz. Eski
Yunan’da da M.Ö 585-500 yıllarında yaşayan Pisagor, mutsuzluk
ve çabuk öfkelenmeyi melodilerle tedavi edebilmenin
yollarını aramıştır. Hatta hastalıkları müzikle tedavi etme fikrinin
ilk kez Pisagor tarafından ortaya atıldığı söylenir. Tıbbın
Babası sayılan Hipokrat’ın da 2400 yıl önce hastaları ilahiler
söyleyerek tapınağa götürdüğü ve burada tedavi ettiği rivayet
edilir. Eski Yunan’ın büyük filozoflarından Sokrates’in
öğrencisi Platon (Eflatun, M.Ö.400 yıllarında müziğin ruhun
derinliklerine etki ederek kişiye bir hoşgörü ve rahatlık kazandırdığından
bahseder. Platon’un öğrencisi Aristoteles de,
müziğin ruha etki ettiğini söylemiştir. Eski Roma da Celsus
(Efes) ve Areteus da, müziğin ruh hastalıklarına iyi geldiğini
savunmuştur. Romalı ünlü hekim Asclepiades, psikolojik sıkıntıları
olan hastaları müzikle tedavi ediyordu. Bergama’da
bulunan Aesculape Mabedi, ruh hastalıklarının müzikle tedavi
edildiği bir yerdi. Kos Adasın’daki Aesculape Mabedi’nde
de aynı yöntemler uygulanırdı. İslam tarihinde tasavvuf ekolü
mensupları müzikle uğraşmışlar ve müziğin insanın ruhi hastalıklardan
kurtulup olgunlaşmasına katkıda bulunduklarını
savunmuşlardır. Hem hekim hem de müzikolog kimlikleriyle
İslam tarihinin önemli kilometre taşlarından olan Zekeriya
Er-Razi (854-932), Farabi (870-950) ve İbn-i Sina (980-
1037) müziğin tedavi edici etkisini incelemişlerdir. Dünyaca
ünlü Türk bilgini Farabi, müziğin insan bedenine ve ruhuna
etkilerini incelemişlerdir. Farabi’nin en büyük özelliklerinden
biri ud sazını icat etmiş olmasıdır. Razi, Farabi, İbn-i Sina gibi
Türk bilginlerinin ilk adımını attığı psikolojik sebeplerle başlayan
bedensel hastalıklarda (psikosomatik hastalıklar) ilaç,
meşguliyet ve müzikle tedavi yöntemi, Selçuklu ve Osmanlı
bilginleri tarafından geliştirilmiş ve 18.yüzyıla kadar başarı ile
uygulanmıştır.
Musiki Makamlarının Hastalıklarla Olan İlgisi
Rast Makamı: Havale ve felç illetine devadır.
Irak Makamı: Har mizaçlılara, sersam ve hafakana faydalıdır.
İsfahan Makamı: Zihni açar, zekayı arttırır,
anıları tazeler.
Zirefgent Makamı: Sırt ve eklem ağrılarının ve kuluncun
tedavisinde faydalıdır.
Rehavi Makamı: Baş ağrısına devadır.
Büzürk Makamı: Ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler,
vesvese ve korkuyu uzaklaştırır, Fikre yön verir.
Neva Makamı: Irk’un Nisa’ya iyi gelir.
(Kadın hastalıları)
Zengule Makamı: Kalp hastalıklarının devasıdır.
Hicaz Makamı: İdrar zorluğuna iyi gelir, cinsel yönden
uyarıcı etkisi vardır.
Buselik Makamı: Kulunç ve bel ağrılarının ilacıdır.
Uşşak Makamı: Kalp, karaciğer, sıtma ve mide hastalıklarının
ilacıdır.
Beyza Yeşim DİLEK
12/D
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 27
MAKALE
PROJE
KodFL
“Kodla ve Çöz”
Gelecek teknolojisinin temel yeteneklerini keşfetmek, merak uyandırmak, farkındalığı
arttırmak için KodFL ekibi olarak ülkemiz adına bir ilki daha başarıyla gerçekleştirmenin
huzurunu yaşıyoruz.
Kodlama, Yazılım ve Robotik Kulübü olarak, Kocaeli
genelindeki öğrencilerin katılabileceği nitelikli, eğlenceli ve
aynı zamanda da öğretici bir buluşma ortamı oluşturmak
amacıyla “Kodla Çöz!” diyerek yola çıktığımız KodFL Kodlama
Yarışmamızın 2020 yılı programını gerçekleştirdik.
İlk olarak okul içinde yaptığımız yarışmada yeni ekip
üyelerimizi (akademik ekibimiz ve organizasyon ekibimiz)
seçtik ve yarışmada eksiklerimizi görerek asıl yarışmaya kadar
kendimizi geliştirdik.
22 Şubat 2020 Cumartesi günü saat 08.30’da kayıt/
akreditasyon ile başlayan KodFL Ortaokul yarışmamız,
Okul Müdürümüz Mesut TEKİN ve Yarışma Yürütme Kurulu
Başkanımız Ahmet Akif KAYA’nın açılış konuşmaları
ve hemen ardından Kocaeli Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği
Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Metin
ERTUNÇ hocamızın gençlerimizi etkileyen “Yapay Zeka”
sunumu ile devam etmiştir. Bu değerli sunumun ardından
Yarışma Yürütme Kurulu üyeleri Servet Hakan ALTAY ve
Toprak SAN’ın yarışma detayları hakkındaki bilgilendirme
sunumunu takiben başlayan yarışmamız, yarışmacılara
verilen 10 soruya karşılık 2 saat sürmüştür. Yarışmamızın
ardından okul yemekhanemizde yarışmacılar ve danışman
öğretmenleriyle beraber yediğimiz öğle yemeğinden sonra
ödül törenimiz büyük bir heyecanla başlamıştır. Hem eğ-
28
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
PROJE
lence hem de mücadele dolu geçen bu 2 saatin ardından
dereceye giren okullar, kodlama konusundaki gayretlerini
göstermiş ve yeteneklerini ispatlamışlardır.
Bir sonraki hafta 29 Şubat 2020 Cumartesi günü
saat 9.00’da ise KodFL Lise yarışmamız başlamıştır. KodFL
Ortaokul yarışmasından farklı olarak lise yarışmamız
yemekten sonra yapılmış ve bu sefer 16 soruya karşılık 4
saat süre verilmiştir. Hedef kitlesinin seviyesine göre konuları
ve yöntemleri akademik ekibimiz tarafından her detayıyla
özenle oluşturulmuş ve seviyelendirilmiş bu sorular,
yarışmacıların 4 saat boyunca hem yeni şeyler öğrenerek
kendilerini geliştirmelerini hem de problem çözme ve algoritma
kurma konusundaki yeterliliklerini göstermelerini
sağlamıştır. Son dakikasına kadar çekişmeli geçen 4 saatin
ardından dereceye giren okullar, kodlama konusundaki
gayretlerini göstermiş ve yeteneklerini ispatlamışlardır.
KodFL ekibi, 21.yy teknolojisi çağındaki dünya ülkeleri
arasındaki acımasız rekabette okulumuz öğrencileri
sadece okulumuzda değil, tüm ilimizdeki farklılığı ve
farkındalığı arttırmanın mutluluğunu yaşadı. Heyecan ve
rekabet dolu geçen bu iki haftada, KodFL Ekibi olarak biz
de hem kodlama konusundaki bilgilerimize bilgi katarak
hem de yarışmacılarla yaptığımız sohbetler sonucunda
kendimizi geliştirme fırsatı bulduk. İlimiz geneli 30 farklı
ortaokul ve liseden KodFL yarışmasına katılan 121 yarışmacımızın
da aynı duyguları yaşadığını ve değerli bilgiler
edindiğini düşünüyoruz.
Mayıs 2019’dan Şubat 2020’ye dek her aşamasını
büyük heyecan ve keyif alarak hazırladığımız ilk KodFL
yarışmamıza her daim destek veren başta Okul Müdürümüz
Mesut TEKİN ve Bilişim Teknolojileri Öğretmenimiz
İrfan KAYA olmak üzere destek olan diğer tüm öğretmenlerimize,
okul personelimize ve KodFL Ekibi üyelerimize
sonsuz teşekkür ederiz.
KODFL EKİBİ
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 29
PROJE
SOBİL
I.Ulusal Sosyal Bilimler Çalıştayı
Felsefe Düşünce Tarih Kültür ve Medeniyet Kulübümüzün altı kişilik yönetici grubu ve
bize, daha bu çalıştay kafamızda bir fikirken bile desteklerini eksik etmeyen eski Tarih
öğretmeniz Nural Savcı, Zeynep Yalnız, Şenay Şahin ve Okul Müdürümüz Mesut Tekin
eşliğinde, uzun, yorucu ama bir o kadar da eğlenceli yolculuğa çıktık. Aklımızdaki fikir,
artan destekler ve ekibimizin genişlenmesiyle daha da güzel bir şekilde gerçeğe yansıdı.
14-15-16 Şubat 2020 tarihinde ise 5 farklı şehirden,24 farklı lisesden,149 katılımcı
öğrenci ve 39 danışman öğretmenin katılımıyla üç günlük çalıştay serüvenimiz başladı.
30
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Birinci günümüzde onur konuğumuz Eskişehir Osmangazi
üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalından Prof.
Dr. Hilmi ÖZDEN hocamızın konuşmaları ile başladı. Kendi
uzmanlık alanı dışında, sosyal bilimler alanında da akademik
çalışmaları ile tanınan Hilmi ÖZDEN hocanın, beyin ve akıl ile
sistematik düşünme yöntemi ağırlıklı konuşması katılımcı öğretmen
ve öğrenciler tarafından dikkatle takip edildi. Yine her
komiteye kendi uzmanlığı alanında rehberlik eden Kocaeli Üniversitesinin
birbirinden değerli hocalarının sunumları ile devam
etti. İlk günkü program, Dil Komitesi adına Prof.Dr. Gencay
ZAVOTÇU anlatımı ardından Siyaset Komitesi adına Dr. Öğretim
Üyesi Hasan YAZICI’nın sunumu ile devam etti. Kısa bir
aranın ardından konuşmalar Biyoloji ve Çevre Komitesi adına
Doç. Dr. Halim Aytekin ERGÜL ve Değerler Komitesi adına Dr.
Öğretim Üyesi Kadir GÖMBEYAZ hocalar ile devam etti. Yine
Ekonomi Komitesi adına Doç. Dr. Figen BÜYÜKAKIN hocanın
ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden Öğretim Görevlisi Dr.
Serkan GÜRKAN hocanın sunumlarının ardından hocalarımız,
rehberlik edecekleri öğrencilerle birlikte çalışma alanlarına
geçtiler ve bir oturumu akademisyenleriyle soru-cevap şeklinde
gerçekleştirdi.
15 Şubat 2020 Cumartesi günü siyaset, ekonomi, dil, değerler,
biyoloji-çevre ve lingua franca adlı komitelerimiz kendi
komitelerindeki moderatör ve moderatör yardımcıları başkanlığında
“Dünyamız ve Ülkemiz İçin Biz Varız” sloganı ile 5
oturumda çalışmalarına devam ettiler. Bu oturumlarda daha
önceden belirlenen gündem maddelerimizi tartışıp yine önceden
belirlenen problemlere çözüm yolları arandı. İkinci günün
sonundaysa tüm komiteler makalelerini tamamlayıp ertesi gün
gerçekleşecek genel kurul sunumlarına hazırlandı.
16 Şubat 2020 Pazar günü 3 oturumda gerçekleşen genel
kurulda yapılan sunum ve makaleleri de kendileri hazırlayan
katılımcılarımızın, sonuç bildirgelerinin okunması ile akademik
çalışmaların ardından Ormanya Tabiat Parkı’nın ziyaret
edilmesi ile üç günlük çaşıltayımız son buldu.
Kocaeli Fen Lisesi’nin davetlisi olarak ilimiz ve ülkemiz
genelinde “Küreselleşme” temalı çalıştayımıza
katılan okullar; Akyazı Eyup Genç Fen Lisesi, Kocaeli
Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi, Başiskele Anadolu
Lisesi, Kocaeli Başöğretmen Mesleki ve Teknik Anadolu
Lisesi, Beşiktaş Kabataş Erkek Lisesi, Bolu Sosyal
Bilimler Lisesi, Darıca Fen Lisesi, Erenköy Kız Anadolu
Lisesi, Gebze Anadolu Lisesi, Gölcük Fen Lisesi, İzmit
Bilim ve Sanat Lisesi, Kanuni Sosyal Bilimler Lisesi,
Mehmet Akif Ersoy Kız Anadolu İHL, Merkez Bankası
Derince Anadolu Lisesi, Muammer Dereli Fen Lisesi,
Necip Fazıl Kısakürek Anadolu İHL, Özel Enka Fen ve
Teknoloji Lisesi, Özel Kocaeli Bahçeşehir Anadolu Lisesi,
Özel Seymen Koleji, Sakarya Cemil Meriç Sosyal
Bilimler Lisesi, Soma Borsa İstanbul Lisesi, Yücel Boru
Fen Lisesi’nden oluşmaktadır.
Okul pansiyonumuzda kalan misafirlerimiz ve etkinliğe
katılmak isteyen tüm katılımcılarla birinci günün akşamı gerçekleşen,
Müzik Öğretmenimiz Hilal Sezen’in okulumuzun
müzik grubu ile hazırladığı program etkinliği daha da renklendirdi.
Etkinliğin ikinci gününde ise Beden eğitimi Öğretmenimiz
Hüseyin Akçay’ın organize ettiği farklı müsabakalarda
eğlenceli dakikalar geçirdik. Misafir okullar ve okulumuz arasında
dostluk maçları oynandı.
AKADEMİK TAKIM BAŞKANIMIZ Ekrem Akova, MO-
DERATÖR VE YARDIMCILARIMIZ; Kemal Aydın Erencan
Dalkıran, Fikret Mert Irmak, Alp Emre Eyrikaya, Duru Türk-
PROJE
men, İrem Kaya, Şebnem Kaya Burcu Kotan, İrem Çiğnitaş,
Ece Evla Aktepe, Alara Manav, Dilara Yıldırım, Sunucularımız
Reyhan ABAK , M. Emin KARACA ve Yirmi altı kişiden oluşan
STAFF TAKIMIMIZIN özverili çalışmaları olmasaydı bu
etkinlik belki de bu kadar güzel olmazdı. Üç gün boyunca her
konuda, tüm eksiklerin giderilmesinde seferber oldular. Sekiz
kişilik MEDYA TAKIMIMIZ ise her anımızı ölümsüzleştirerek
bizlere güzel anılar bıraktılar.
İlk tecrübemizde bu kadar büyük ve herkesin memnun
kaldığı çalıştayımızı düzenlerken fikir aşamasından gerçekleşmesine,
tüm süreçler tamamlanıncaya kadar her zaman bizimle
birlikte çalışan müdürümüz Mesut Tekin’e, bizden hiçbir
zaman elini çekmeyen Nural Savcı’ya, geç saatlere kadar çalıştayımızın
her türlü ihtiyacını karşılayan Şenay Şahin’e, Zeynep
Yalnız’a, Hüseyin Türkarslan’a, Hüseyin Nergiz’e, bizlere
gece gündüz demeden destek olan Bilgisayar Öğretmeni İrfan
Kaya hocamıza, sivil toplum merkezinde serginin açılmasından,
fotoğrafçılık kulübünün organize edilmesine kadar birçok
konuda bizimle olan Rüveyda Akpınar’a, yaratıcı fikirleri ve
müthiş organizasyon yeteneğiyle destek olan Pınar Bekar’a,okul
pansiyonu ve yemekhane ile ilgili “Sizlere Her Konuda Sonsuz
Destek” diyerek bizleri cesaretlendiren Müdür yardımcımız
Necla Aydın ve Müdür başyardımcımız Sinan Meral’e, Tugay
Çimen, Ergün Çelik, Cavit Arslan,Şadiye Öztürk,Devrim Bakal,
Ersoy Servanoğlu hocalarımıza ve emeği geçen bütün öğretmenlerimize
ve bizimle bu yola çıkan tüm görevli arkadaşlarımıza
emeklerinden dolayı teşekkürü borç biliriz. Okulumuzun
köklerinin güçlenebilmesi için başlattığımız bu gelenek umuyoruz
ki daha da güzelleşerek yoluna devam edecek.Bizlere
sponsorluk için destek veren uğur eğitim kurumlarına,hediye
çantalarımızın hazırlanmasında destek olan kıymetli velimiz
Orhan ŞAHİN’e yaka kartlarımızın tasarımlarının hazırlanmasında
yardımcı olan Betül AKTEPE’ye teşekkür ederiz.
Özellikle Büyükşehir Belediye Başkanımız Tahir BÜYÜKA-
KIN’a ve Kocaeli Üniversitesinin değerli akademisyenlerine
şükranlarımızı sunarız.
KFL SOBiL
EKİBİ
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 31
PSİKOLOJİ
32
Düşünce - Bilinç - Özbilinç
İlişkisi
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren kendimizi milyonlarca tanımsız varlığın ortasında buluruz.
Etrafımız cevap bekleyen sorularla doludur ve her nasılsa bu soruları cevaplamak için
büyük bir istek duyarız. İlk adımlarımız, anne-baba kavramımız, yuvamız, arkadaşlarımız,
hayatımızın bir parçası olan diğer her şey...
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Bunların hiçbirinden aldığımız ilk solukla beraber haberdar
olmayız. Buna rağmen üç ay gibi kısa bir sürede çok önemli
bir şeyi başarırız: ilk kez bilinçli olarak gülümseriz. Peki, bir bebek
neden “bilinçli olarak” gülümser? Altı temizlendiği için mi,
beslendiği için mi yoksa kendisine söylenen ninniyi beğendiği
için mi? Hayır, bebek bunların yokluğunda ağlarken varlığında
teşekkür etme, gülümseme ihtiyacı duymaz. Bilinçli gülümseme
bambaşka bir şeydir, bir farkındalıktır. Çünkü annesine
bakıp gülümseyen bir bebek için; sürekli kendisiyle ilgilenen
varlık nedir, sorusunun bir cevabı vardır artık. Onu; kendisine
değer veren, koruyan bir varlık olarak tanımlamıştır. Üst kattaki
daireden gelen matkap sesiyle korkup ağlayan çocuk da
bilinçlidir. Matkaptan korkması onun bilinçsizliğinden değil,
aksine bilincinden kaynaklanır. Çünkü o artık, rutin hayatını
bozabilecek bir sesin, hareketin, eylemin kendisine zarar verebileceğinin
farkındadır. Korktuğu şeyin yalnızca bir matkap olmasının
önemi yoktur. Burada önemli olan bebeğin etrafındaki
değişimleri farkına varması ve beraberinde tepki vermesidir.
Küçük çocukların çok fazla soru sormalarının sebebi belki de
budur: etrafındakiler hakkında fikir sahibi olmak. Onlar kocaman
bir markette, kapalı kutuların arasından kutunun içindeki
ürüne göz atıp hakkında doğru veya yanlış bir kanaate varmaya
çalışan bir ziyaretçi gibidirler. İzlenimleri doğrultusunda
kutulara etiket yapıştırıp görünmeyeni görünür kılmaya çalışırlar.
Bu sayede etrafındakileri “farkına varırlar”. Peki bilinç
kavramı etiket yapıştırmakla sınırlı kalabilir mi? Yani çocuk,
içinde matkap olan kapalı kutunun arasından bakıp kutuya
“tehlikeli” etiketi yapıştırdığında onu farkına varmış oldu mu?
Bir sonraki karşılaşmasında etikete bakıp matkaptan korkmaya
devam etmesi doğru mu? Rene Magritte, İmgelerin İhaneti
isimli çalışmasında oldukça gerçekçi şekilde bir pipo resmetmiştir.
Bu yalın resim, ününü pipo çiziminin hemen altındaki
şu yazıya borçludur: “Bu bir pipo değildir.” Magritte, ne
kadar gerçekçi olursa olsun, bir pipo imgesinin gerçek bir pipo
olamayacağını belirtir. Pipo imgesiyle tütün içilemez. O halde
matkap etiketi ne kadar gerçekçi olursa olsun matkabın kendisi
değildir. Aynı şekilde silah resmine bakarak ateş edip edemeyeceğini
anlamak da mümkün değildir. Öyleyse bebeğin
bu örnek üzerindeki kısmi bilincinin aksine matkaptan korkmayarak
“tam anlamıyla” bilinçli olan bizler, karşılaştığımız
tüm kapalı kutuları tamamen açabiliyor muyuz ki bilincimizin
saflığından ve mutlaklığından emin olalım? Yani, deneyimleyebileceğimiz
her şeyi deneyimliyor muyuz ki değişmez doğrulara
sahip olalım? Bir diğer deyişle, ilk cümlelerimde bahsettiğim
gibi bilinmezlerle dolu bir dünyaya gelmiş bebeklerin
“bilme” arayışlarının son bulması mümkün mü? Eğer mümkünse
ilk karşılaşmada “tehlikeli” etiketi yapıştırılan matkap
sesi ilerleyen süreçte nasıl zararsızlaşır? Bu çevremizdekilere
yüklediğimiz anlamın süreç içerisinde değişime uğradığının
kanıtı değil midir? Nesneler bir yana insanlara karşı olan tutumumuz
da günden güne değişir. Çünkü dünyanın kendisi
sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisindedir. Her yeni gün
beraberinde yeni soruları ve sorulara verilen geçici cevapları
(asla tamamen açılamayan kapalı kutulardaki geçici etiketler)
getirir. Öyleyse bilinç olduğu gibi duramaz. Değişip dönüşerek
gelişir. Soru sormayı bırakmaksa etiket yapıştırmaktan vazgeçmek
diğer bir deyişle bilgisayarı güncellemeyi bırakmak gibidir.
Matkap örneğindeki algı farklılığına dönecek olursak, üç
yaşındaki bir çocuğun bilinciyle kırk üç yaşındaki bir yetişkinin
bilincinin aynı olması beklenemez. Hatta matkapla ilgili olumsuz
bir anısı olan yetişkinin bilinci de diğeriyle aynı olamaz.
Çünkü her birey hayata kendi penceresinden bakar ve camdan
dışarı bakan herkes kendi yansımasını da görür. O halde
bilinç, kendi hayat yolculuğumuzda kendi seçtiğimiz yolda
yürürken adımlarımızı saymayı bırakıp etrafımızdaki dünyayı
görmemizdir. Bilinç, bakan değil gören gözlerin farkındalığıdır
ve her gözün gördüğü kendine özgüdür.
Pencere örneğinde olduğu gibi etrafımızla ilgili yargılara
varma süreci kendi benliğimizden bağımsız olarak gerçekleşemez.
Bu noktada bilinci etkileyen ve bilinçten etkilenen bir
kavramdan söz etmeye başlarız: özbilinç, yani kendini bilme.
İlk paragrafın ortalarında sürekli soru soran küçük çocuklardan
söz etmiştik. İlk kez gördükleri bir nesneyi, tanımadıkları
bir insanı, bilmedikleri bir kelimeyi ısrarla soran bu çocukların
“Ben kimim?” diye sorduklarını hiç duydunuz mu? Peki siz
kendinize “Ben kimim” diye sorar mısınız? Ya da biri size “Sen
kimsin?” dediğinde belki de siz daha doğmadan kararlaştırılan
ve sizin benzersizliğinizi gösteren hiçbir özellik taşımaksızın
dünya üzerindeki birçok insanda bulunan isminiz dışında
bir cevap vermek aklınıza gelir mi? Sizin varlığınız bir tanecik
isme indirgenecek kadar basit midir? Çoğu insan pencereden
dışarıya bakar. Ancak dışarıya çıkıp bu kez ters taraftan pencereye
bakan kaç insan vardır? Bilinç hayatı farkına varmak
ise hayat kendisini yaşayandan bağımsız düşünülebilir mi? O
halde bilinç kendini bilmediğin sürece eksik kalır. Zaten bilinç
koyduğumuz şeyler kendi birikimlerimizle, bakış açımızla ve
benliğimizle oluşan özgün birer yargıdır. Bu yargılarsa hayatı
anlamlandırmamızı sağlar. Shakespeare’in Hamlet’de yazdığı
gibi: “Hiçbir şey kendinde iyi ya da kötü değildir, her şey
o şeyle ilgili düşüncemize bağlıdır.” İyi ve kötü gibi en temel
çıkarımlar bireysel düşüncelerimizin eseriyse düşünmeden kelimenin
tam anlamıyla var olmamız mümkün müdür? Ya da
düşünme eyleminin yokluğu fark edilebilir mi? Düşünmeden
düşünüyormuş gibi yapabilir miyiz? Bir bilgisayarın işleyişini
hayal edelim. Kendine ait bir düşüncesi olmasa da kendisine
söylenenler kapsamında girdileri işleyip çıktı olarak verebilir
ve bu sayede oldukça yararlı da olabilir. Hatta “akıllı” olarak
da adlandırılabilir. (akıllı telefon, tablet vs.) Biz de bilgisayar
gibi girdilere çıktı vererek “akıllı” unvanını alabiliriz. Ancak bu
durumda sözde düşüncemizin veya aklımızın gücü bir üstün
model geliştirilene kadardır. O modeli geliştirenler ise yalnızca
gerçekten düşünenlerdir. Önceki başlık altında bahsettiğim
gibi soru sormayı, yani düşünmeyi bırakmak veya hiç
düşünmemek bilgisayarı güncellemeyi bırakmak gibidir. Bu
durumda da düşünen yoluna devam edip bambaşka bir ürün
var ederken diğeri zaman adı verilen değirmende öğütülerek
kaybolur. Esas olan gerektiğinde düşünerek ulaşılmış yargıyı
yani kapalı kutulara yapıştırılan etiketi söküp yerine yenisini
takabilmektir. Bilinç pencereden dışarıyı görmek ve özbilinç
içeriyi görmekse düşünce gözlere görülecek bir şey sunan
pencerenin kendisidir. Düşünce, çıkışı bilinç olan ama asla
tam olarak açılamayan kapalı bir kapıdır. Bize düşense aralıktan
içeri bakmaktır.
PSİKOLOJİ
ve öz bilinç apayrı kavramlar olsaydı tek bir gerçekliği gören
gözlerde tek bir resim belirmez miydi? Söz gelimi matkap herkes
için aynı şeyleri çağrıştırmaz mıydı? Demek ki bilincin özü,
özbilinçtir. Birey kendini bilsin ki bilmeyi bilsin, bilebilsin. En
zoru da bu değil midir zaten? Önünde uzanan yolda yürümeyi
bırakmadan kendi yolculuğunu da sürdürebilmek... İşte o
zaman, bilincin ve öz bilincin sınırı kalkar, iki renk birleşir ve
bambaşka bir ton ortaya çıkar.
Düşünce, Bilinç ve Özbilinç:
İnsan dediğimiz zaman aklımızda beliren ilk şey “düşünce”dir.
Yüzyıllardır bizi diğer canlılardan farklı ve özel kılan
becerimizin düşünmek olduğunu söyleriz. Jean-Jacques
Rousseau, “Eğitim” adlı ünlü kitabında “ “Düşünmek insan
için doğal bir şey değildir. Düşünmek onun tüm diğerleri gibi
öğrendiği ve çok zor öğrendiği bir sanattır.” der. Bizimle diğer
canlılar arasında ayrım görevi gören “düşünce” Rousseau’ya
göre zor öğrenilen bir sanattır. Peki onu bu kadar
zor kılan nedir? Düşünce kendini eğitebilen insanların sahip
olduğu bir beceridir ve bu yolla edinilen diğer tüm becerilerin
de temelidir. Bir düşüncemizi paylaşırken “bana göre”,
“bence” gibi öznel sözcüklerden yararlanırız. Yani ortaya
Ece ARSLAN
11/B
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 33
MAKALE
Eğitim
Eğitim, Konfüçyüs’ün sözlerinden devletlerin hiyerarşik yapısının içerisine kadar kendi
bünyesindeki derin manayı kavratmayı ve aktarmayı başarmış bir kavramdır. Kimi devletler
içerisinde bu kavram ve bu kavramın manası en doğru biçimde anlaşılmış, buna göre de bazı
düzen ve ek anlayışlar ortaya konmuş, en akla uygun biçimde eğitimin uygulama safhasına
geçilmiştir. Ancak bazı devletler içerisinde ise bu kavramın manası diğer devletlerde olduğu
gibi mükemmel olarak anlaşılamamış veyahut anlaşılmak istenmemiştir(?).
34
Eğitimin anlaşılamama ya da anlamak istenmeme durumunun
yaşandığı ülkelerdeki gelişmişlik seviyesi ile nitekim
dünya devletlerinin bünyesine aldığı gelişmişlik seviyesinin
arasında bulunan uçurumun varlığının nedenleri basit
bir düşünme eylemiyle kavranabilecek vaziyettedir. Ancak
bu basit düşünme eyleminin gerçekleşebilmesi için bile
şartlanmamış, ferah, eğitimli bir düşünce sistemi gereklidir.
Bu düşünme sisteminin bireye kazandırılabilmesi aslında
bir ülkenin geleceğinin kurtuluşunun yegane timsalidir ancak
“bazı ülkelerde” verilen eğitim, bu düşünce sisteminin
kazandırılabilmesinden ziyade yalnızca matematik, biyoloji,
kimya, fizik alanındaki formülleri ve bilgileri iyi ezberletmekten
ibaret olmasından ötürü bu ülkelerde bahsi geçen “gelişmişlik
uçurumunun” varlığı son derece doğaldır.
Dünya üzerinde eğitim kavramının öneminin, matematik,
fizik, kimya, biyoloji, dil bilgisi vs. gibi bilimle ilintisi olan
disiplinlerin sahip olduğu bilgi miktarının yüksek seviyelerde
olmasından dolayı sahip olduğu bilgi aktarma yolunun
da “ezber” üzerine kurulmadığı ülkelerde gayet iyi anlaşıldığı
aşikarken o ülkede -ki günümüzde bu ülkeler batı
“medeniyetleri” olarak adlandırılmaktadır- ziyaret amacıyla
bulunan bir turistin eğer bu nitelikleri taşıyan benzer bir ülkede
bulunmadıysa fark edeceği ilk nokta ziyarete gittiği
bu ülkenin medeniyet ve gelişmişlik seviyesinin ne kadar
yüksek olduğudur. İşte böyle bir ortamdan bahis edildiği
zaman varılması gerek sonuç şudur: o ülke vatandaşlarını
eğitmektedir. Öte yandan nitelik bakımından bahsi geçen
ülkenin tam zıttı bir ülkeye göz attığınızda bir turistin gözüne
çarpan ilk şeyin entelektüellik, medeniyet ve gelişmişlik
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
seviyesinden ziyade bambaşka unsurlardır. Üstelik bir turist
bir ülkeye seyahat ederken ve ulaşım sağlarken ilk başta o
ülkenin medeniyetini ve gelişmişliğini görür. Buna rağmen
o turistin gözüne ilk çarpan şey gelişmişlik ve medeniyet
değilse o ülkede verilen eğitimin –bu kadar berbat eğitim
koşullarında eğer sorgulayacak bir insan yetişmişse- sorgulanması
gerekmektedir.
Eğer ki bir ülkede verilen eğitim bir bireyin sorgulamasını,
konuşmasını, kendini ifade etmesini, entelektüelliği,
dünyayı tanımasını, yorumlamasını, her şeyden önce
düşünmesini sağlamıyor ve bu nitelikleri öğrenciye kazandırmıyorsa
o ülkede gelişme beklenemez. Buna rağmen
hala matematik, biyoloji, kimya, fizik alanındaki formülleri
ve bilgileri ezberletmeyi ve bunun sonucunda kitaplardaki
bilgileri hiç değiştirmeden aynısı aktarabilen “cansız organizmaları”
zeki, millete ve vatana yararlı örnek birey olarak
yetiştiriliyor ve bu bireylerden “geleceğini “umut” ediyorsa
o ülkede “umut” yok demektir.
Alp Emre EĞRİKAYA
10/B
Esved
Ansızın bastıran yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Damlalar, sanki bedenini
delip geçiyor; onda kalıcı izler bırakıyordu. Adam, eve geri dönmek ve sıcak şöminenin karşısında
oturmak adına içinde ani bir istek duydu. Yolun tam ortasında durduğunda birkaç
adım gerisinde yürümekte olan kadın, durduğunu fark etmeyerek ona çarptı. Özrüne karşılık
vermek yerine kadını öylece bırakarak geldiği yönün aksi istikamette yürümeye başladı.
ÖYKÜ
Bulunduğu noktaya varana dek en az üç kişiyle daha çarpıştı.
Karşıya geçmek için kaldırımdan indi. Üzerine gelmekte olan arabayı
ise ancak yolun yarısındayken görebildi. Yüksek korna sesiyle
yerinde sıçrayarak düşüncelerinden sıyrıldı. Soğuk havaya rağmen
arabanın camını açıp bağırmaya başlayan sürücünün sesi, binlerce
kilometre öteden geliyor gibiydi. Aldırmayarak yürümeye devam
etti. Ayakkabılarının altında ezilen yaprakları hissedebiliyordu.
Kafasındaki düşüncelerin karşısında o, bu kuru yapraklardan bile
acizdi.
Yardımcı kadın, dairenin kapısını açtığında yüzüne çarpan sıcak
havayla beraber üşümüş olduğunu fark etti. Üzerindeki uzun
kaban ıslanarak ağırlaşmıştı. Düğmelerini hızla açarak ondan
kurtuldu. Boynundan sıyırıp aldığı atkıyla birlikte kabanı kadının
eline tutuşturuverdi. Salona geçtiğinde kapanan dış kapının sesini
duydu. Kadının mutfağa yönelen ayak sesleri, yerini şömineden
gelen tatlı çıtırtılara bıraktı.
Geçen dakikaları saymaksızın bir süre dans eden alevleri izledi.
Ansızın yanı başında beliriveren kadın bir soru yönelterek onu bu
dünyaya dönmeye zorladı: “Efendim, bu çiçekler sizin için gönderilmiş.
Onları bir vazoya koymamı ister misiniz?”
Çenesine yasladığı sol elini, bulunduğu yerden fazlasıyla yavaş
bir şekilde ayırdı. Minicik bir ses çıkartmaktan dahi korkar gibiydi.
Kafasını sol tarafa, kadının olduğu yere doğru çevirdiğinde bakışlarının
odağında yalnızca bir buket siyah gül vardı. Bir süredir
kuytu bir köşede kendini gizlemekte olan hüzün, esen rüzgârın
durgun denizde yarattığı küçük dalgalar gibi yüzeyi hareketlendirmiş,
ruhunun kıyılarını dövmeye başlamıştı şimdi.
Artık hiçbir şeyin iyi gitmiyor oluşunu kanıksamış biri, ağlamak
yerine gülmeyi tercih ederdi bazen. Çünkü ağlamanın bile eskidiğini
hissederdi. Çünkü geçmişteki pek çok deneyiminden bilirdi:
Ağlamak bir çözüm sunamayacak ona. O da öyle yaptı. Son derece
gerçek bir gülümseme yerleşti yüzüne. Hatta belki mutlu olduğu
anlardakinden bile gerçek... Sağa doğru kıvrılan dudakları,
konuşmaya başlayınca eski haline döndü.
“İstemiyorum.” dedi kadının henüz yarım dakika önce sorduğu
soruya istinaden, sakin bir sesle. Hâlbuki asırlar geçmiş, dünya
tersine dönmeye başlamış gibiydi. “Onları bana ver ve derhal çık.”
Kadın, anlık bir duraksamanın ardından, belki de henüz çıkması
için erken olduğunu söylemekten son anda vazgeçerek, buketi
adama uzattı. Dış kapı açıldığında içeri dolan soğuk hava,
içerdeki sıcak hava karşısında fazla direnemeyerek yok oldu.
Olmuştu demek! Olmayacağına inandığı ya da olmayacağına
inanmak istediği şey böyle ansızın oluvermişti. “Ansızın mı?” dedi
kendi kendine. Hiçbir felakette olmadığı gibi, burada da ansızın
gelişmiş hiçbir şey yoktu. İnsan görmek istemediklerine gözlerini
kapattığında, onların var olmasını engellemiş olmuyordu. Ruhuna
dolan acı, limonun kabuğu gibi buruk bir tat bırakmıştı ardında.
Orada olduklarını sonradan hatırlamış gibi kucağında duran
güllere yönlendirdi zihnini yeniden. Bu siyah güllere adeta kin duyuyor,
onları aslında hep gözünün önünde duran gerçekliği bir tokat
gibi yüzüne vurmuş birer insan siluetinde görüyor ve “Neden?”
diye haykırmak istiyordu. Fakat bunu yapmadı. Sağ elini buketin
içine daldırıp bir not, kuvvetle muhtemel “Elveda...” şeklinde bitecek
bir not, aradı. Bulamadı. Onun yerine buketi bir arada tutan
kurdeleye bağlanmış yüzüğü fark etti. Kurdeleyi söküp yüzüğü
avuçlarının arasına aldı, sıktı, sıktı...
Bu yüzüğün sahibine ait ince parmaklı eller, şimdi sanki olanca
güçleriyle boğazına sarılıyor, canına kastediyordu. Bir hiddetle
az önce koltuğun önündeki sehpaya bırakmış olduğu gülleri kaptı
ve şöminenin içine fırlattı. Bir anda yükselen alevler, gülleri değil
onun kalbini yakıyordu.
Yüzüğü ne yapacağına karar veremeyerek bir süre daha avucunda
tuttu. Şömineye doğru yönelecek oldu, vazgeçti. Onu masanın
kenarına gayet sakin bir ifadeyle bıraktı. Az önce üzerinden
çıkardığı ve henüz tam kurumamış kabanı yeniden giydi. Belki yarım
saat bile olmamıştı daha, ama çok şey değişmişti. Bir şeylerin
belki de düzeleceğine dair içinde beslediği umut ölmüştü. Dış kapı
yeniden açıldığında içeri dolan soğuk hava, bu kez sıcak havayı alt
edecek kadar güçlüydü.
Esra BALTAŞ
12/B
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 35
Arafta Kalan Duygular
ÖYKÜ
Yine bir gün sonu, her şey sıradan… Acımasızca geçip giden zamandan bana kalansa sadece
yalnızlığım. Düş kırıklıklarım sonucu ruhum yorgun ve yüzüm bir yol ararcasına aya dönük.
Ellerim, camdan seyrettiğim fersiz lambalar gibi soğuktan titrer halde. Ruhum ise geçmişimi
sorguluma çabası içerisinde yine bugün, belki de yarına varabilmem bir mucize iken…
Duygularıma kâğıt üzerinde birer mezar kazarken sensiz
geçen bir geceyi daha selamlıyorum. Gönlümün anlatmak
istediği çok şey olsa da benim tek bir kelime edecek halim
yok. Bir türlü yakamadığım anılarımın intikamıydı sanki uykusuz
geçen gecelerim. Ruh halimi sana tanımlayabilmek
için yeni sıfatlara ihtiyacım var. Ya da aklımın odalarını istila
eden seni anlatabilmek ve dilimden çaresizce intihar
eden sözlerimi kurtarabilmek için…
Bazen bir kuş bazen ise bir merhum gibi göçüp gidiyordu
düşünlerim öylece sana. Ben içimi açmak istedikçe
kursağımda takılı kalırdı sana anlatmak istediğim duygularım.
Oysa o hoş sesinle bana bağırmana bile razıydım
şu sessizlik yerine. Saçmalık aynı zamanda geriye dönüşü
olmayan bir histi bu. Yokluğu ölüme benzetilen varlığı
ise anlamsız… Hatırladıkça seni hapis yatıyorum öylece,
zindana çevirdiğim takvim yapraklarında. Zaman ise seni
benden alıkoyardı geri dönmemek üzere. Senin sevmediğini
bile bile senden caymamak ise trajik bir gerçekti hayatın
yüzüme vurduklarından. Oysa ne seninle aşka dalmak kolaydı
ne de seninle hayallere... Fakat keşke bir bilseydin şu
yazdıklarımın kâğıttan çıkıp bir kuş gibi ruhuna konmasını
ne kadar çok isterdim. Aslında bilebilirdin eğer bilmek isteseydin.
Gerçi senin çoktan kalbini çaldığın dostlarım vardı.
Beni üzense bende bulamayıp başkalarında bulduklarındı.
Aşk mıydı yoksa gidenlerin yerini dolduracak bir sevgi açlığı
mıydı bu bilmiyorum.
Rüzgârın esişini tenimde hissederken kalbimdeki bütün
duyguları da alıp beraberinde götürmesini diledim. Fakat
bir anlığına da olsa hayatın acımasızlığı ve yoruculuğu arasında
ayakta kalabilmek için çabalarken güzel anılarımı
hiçe saydığımı fark ettim. Sahip olamadıklarımızı ise sahip
olduklarımızdan hep daha değerliydi elimizdekileri de bir
bir kaybedene kadar. Gerçi mutluluklar hep kısa üzüntüler
hep uzun olurdu şu zalim hayatta. Mutluluktan ağlamak
bir seferlik bana da mahsus olsun istiyorum bugün. Hepsini
unutmak sıfırdan başlamak istiyordum…
Dışarı çıktım. Ay hâlâ gökyüzünü ışıl ışıl aydınlatıyordu.
Bütün gece boyunca onu izleyebilirdim. Fakat yürüdüm…
Acımın kaynağına doğru yürüdüm, acımla yüzleşmeye yürüdüm.
Dinen yağmurdan kalan su birikintilerinden geçerken
yansımalarımı gördüm. Çamurlu görüntüme sarılmak
istedim. Acıyla yıpranmış aciz bedenime sarılmak…
Beni tanıyan son kişi de hayata veda ettiğinde tarihin
tozlu sayfalarına karışıp yok olacağımı bilirken “İnadına yaşamak
mı ?” yoksa “Ölümle erken tanışmak mı?” diye sor-
36
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
duruyordu kendime, benden tebessümlerimi çalan hayat.
Sokakta tinere köle olmuş aciz gençlerin boş bakışlarından
koşar adımla kaçarken, “Ben kimim ?” diye aynı soruyu
tekrarlıyordum içimden. Attığım her adımda verdiğim
her solukta hayatım boyunca verdiğim emekler kumsaldaki
kum taneleri kadar değersizleşiyordu. Sanki başka bir amacım
yokmuş gibi yaşama hevesimde kaçıyordu. Yorgundum,
çok yorgun, bu güçsüzlüğe güç yetiremeyecek kadar
yorgun… Sonunda vardım varacağım en son yere. İçimdeki
anlatılamayacak bütün duygular birbirine karışıyordu. Gözyaşlarım
ise akmak için birbiriyle yarışıyordu. Doğru düzgün
mezar taşı bile olmayan yaş toprağa sıkıca sarıldım. Ağladım,
bolca ağladım. Ona anlatmak istediğim o kadar çok
şey vardı ki, onu çok özlemiştim. Ama hepsi şu an önemsizdi.
Zihnimin derinliklerinde sakladığım, hatırladıkça tebessüm
ve ıstırabı aynı anda yaşatan anılarım ruhumu istila
etmişti. Hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden bir bir
geçiyordu. İşte o an ne zaman kavramı kalmıştı ne de başka
bir şey. Okyanusta kaybolan bir kuş gibi ecele çırpınıyordum.
Sükûnet dileyen ellerim telaşla göklere doğru açılıverdi.
Dualarımsa koşar adımla en derinlere kaçışıyordu. Uluya
anlaşılmaz bir tavırla “Yorgunum!” demek geliyordu içimden.
O an yaşama hakkımı sonuna dek kullanmalı mıydım
bilmiyordum. Denize yansıyan yakamoz ışığı gibi bu düşünceler
arasında kayboluyordum.
Dilara ÖZTÜRK
11/D
ŞİİR
Ayın İzinde
Mehtabın yakamozu düşmüş ıssız denize
Bir sayfa açıyorum yine sensiz bir güne
Bir mehtap vakti idi seni sevdiğim zaman
Bir gemi geçiyordu o sonsuz ufuklardan
Kamer, aydınlatsın kalbimin karanlığını
Bitirsin artık gece ile sonsuz dansını
Bırak ay gitsin, karanlığa gömülsün gece
Umudun ışığı yetiyor bak gözlerime
Orkun YÜNDEM
10/B
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 37
ÖYKÜ
Anlamlandırmak
ve Anlamak
Saat 15:40…
Evet, artık kararını vermişti. Bu işi yapacaktı. Başka yolu
yoktu, artık kurtulmak istiyordu. Ona ağır geliyordu. Geçmek
bilmeyen baş ağrıları, kalp ritim bozukluğu, psikiyatristin verdiği
ilaçlar ve yan etkileri… Bu iş bu akşam bitecekti. Daha
doğru bir yol bulamıyordu. Gün geçtikçe daha da kötüleştiğinin
farkındaydı, durumu daha fazla ilerlemeden bir şekilde
sonlandırmalıydı.
Saat 18:50…
Şirket bu işte çok başarılıydı, güven konusunda problemi
yoktu. Parayı peşin vermişti yani artık geri dönüşü de yoktu.
Rahat, dişçi koltuklarına benzeyen bir koltuğa uzanması söylendi.
İçinde biraz bile huzursuzluk, tereddüt yoktu. Daha kötüsü
olamazdı sonuçta. Kafasına gerekli kremler sürülmüştü,
büyük bir aletle değil de içinden lazer ya da ışık gibi bir şey
çıkan minik bir cihaz ile bitecekti bu durum gördüğü kadarıyla.
Geri sayım başlamıştı. Derin bir nefes aldı, başındaki adam
ona rahatlaması ve her şeyin güzel olacağından emin olması
gerektiğini söyledi. 10, 9, ..bir saniye bundan gerçekten emin
miydi? 8, 7, evet, kesinlikle doğru olanı yapıyordu. 6, 5, gözlerini
kapattı, 4…
26.06.2004
O gün hava çok güzeldi. Evren, günün kötü geçmesin diye
dair sanki tüm negatiflikleri o günlük tutuyordu. Filmlerdeki
gibiydi, kuş cıvıltıları, aydınlık gökyüzü… Ailecek bir tatildi,
babası ile annesi boşanma evresinde çok yıpranan çocukları
için yalandan bir aile olup tatile çıkmışlardı aslında. Yüzmeden
yeni dönüyordu, dışarıdan duyulabilecek kadar yüksek sesli bir
tartışma duyuluyordu balkonların birinden, pek yabancı olmadığından
seslerin kolaylıkla kimlerden geldiğini kavrayabilmişti.
Tartışan çift balkona doğru yaklaşınca önce seslerden sonra
da görüntülerinden annesi ve babası olduğunu kesinleştirdi.
Hiçbir şey yapmadı sadece öylece kalakaldı ve izledi çünkü her
şeyin güzel gideceğine kendini son bir çabayla zar zor inandırmıştı,
şimdi kavga ediyor olamazlardı. Ne söylediklerini duyuyor
fakat beyni duyduğu sesleri anlayabileceği hale, kelimelere
çeviremiyordu. Tartışma şiddetlenerek kavgaya dönüşmüştü.
Daha fazlasını son kez de olsa anımsamak istemiyordu. Yanağında
bir soğukluk hissediyordu fakat kafası sanki üstünde
ateş yakılmış gibi yanıyordu. Altüst olmuştu tüm mutluluğu,
hayalleri, umutları, inancı. 3… Fakat bu bir şey değildi, bir an
oldu ki her şey durdu. O an, gerçeklik hissini yitirmişti. Hayatının
geri kalanının asla güzel geçmeyeceğinin başlangıcıydı bu
tarih. 26.06.2006… Bugün anlamıştı ki artık onun yanında
olabilecek bir ailesinin olmayışıyla birlikte kötü şans hep onunla
olacaktı.
Aslında kötü anılarının detaylarında saklı olan güzellikleri
de kaybetmesi onun için kötü olmaz mıydı? Hayır, kesinlikle
buna değerdi, yeni güzel detaylar oluşturmak mümkündü ama
kötü anılarından kurtulması hayatı boyunca mümkün değildi.
Bu iş tamamen mantıklıydı.
15.07.2013
Havada garip bir his vardı, evet havada bir his, bir gariplik
hissi vardı. Kedi ve köpekler anlamlı bir şekilde gözlerinin içine
bakıyordu, gökyüzü aydınlık olmasına rağmen sanki biraz boğuk
gözüküyordu. O günün akşamı ritüeli olan haftalık evde
sinema günüydü, elbette ki tek başına. Hayatında abisiyle
samimiyetlerinin kaybolup iletişimlerinin koptuğu günden beri
tek başınaydı. Sinema için bir şeyler almak için markete gitmek
üzere dışarı çıkmıştı. Sokak hiç görmediği kadar sessizdi.
38
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
O anda bir hareketlenme hissetti yerden, gezegen huzursuzlanmış
mıydı? Göz açıp kapayıncaya kadar evlerden bazıları
yerle bir olmuştu. Hemen güvenli bir yere koşmuştu. Bağırmalar,
patırtılar… Gözünü tekrar açıp kapadığında alışmış olduğu
o sokak her şeyiyle farklılaşmıştı, felaketten çıkmıştı ölüm
sessizliğiyle beraber. Etrafta şoku atlatamamış, çevresine boş
bakınanlar, şoku atlatabilmiş fakat kendini kaybetmişçesine
ağlayanlar… Aklına bir anda bir şey gelmişti. Bir yöne doğru
hızla ilerliyordu, o iyi miydi, ailesinden sonra sempati duyduğu
tek insan. O kıza karşı içinde saf duygular barındırıyordu.
Anlamlandırmak veya kendine ya da ona açıklamak için bir
çaba sarf etmemişti hiçbir zaman. Sadece bir şeyler hissediyor
fakat sevdiği şey daha çok yıllar sonra hissetmek olduğundan
asla bunu dışarıya vurmuyordu, kendi içinde bile. Fakat şu an
ilk defa gerilmişti bu hissi yüzünden. Adımları da kalp atışları
da hızlanmıştı. Vardığında hemen aramaya başladı onu fakat
bulamadı. Daha sonra bulduğunda birileri onu çıkarmış, yere
boylu boyunca bırakmış, yardım gelmesini bekliyorlardı. Durup
bir anda sadece etrafına bakındı, ölüm kokuyordu etrafı;
ağlayan insanlar vardı, kaybettikleri yakınlarını bir daha asla
göremeyeceğini kavramaya çalışanlar, kendini bile edememişken
başkalarını teselli etmeye çalışanlar, ölmüş ninelerin bileklerindeki
bilezikleri, insanların yüzüklerini alanlar ya da çalanlar,
soğukkanlılığını kaybetmeyip evimden geriye kalanlardan
nelerimi alabilirim diye enkazı kurcalayanlar… Sonra önüne
geri döndü. Galiba onu kaybetmişti, soluk alıp vermiyordu.
İçindeki son sevgi hissi, yine, bir felaketle bitiyordu. 2… Bu
anı yaşamak istemiyordu, hemen oradan düşünmeden ayrıldı.
Bir adam ondan enkazda
kalmış birini çıkarmak
için yardım istedi, arkasına
bakmamaya çalışarak
yardım etmeye gitti.
Yardım ettikten sonra
kızın durumuna bakmak
için tekrar gitmek üzere
o yöne yöneldi fakat artık
gitmesine gerek kalmadığını
gördü. Tepki vermeyerek
geri dönüp yardıma
ihtiyacı olan başka biri var
mı diye yürümeyi tercih
etmişti.
Bu iş ile iyi ki karşılaşmışım, diye düşündü. Büyük bir tedavi
olduğundan ve psikolojisi aynı zamanda tüm vücudunu da
etkilediğinden kendisini sağlık açısından daha iyi hissedeceğinden
emindi. Yavaş yavaş galiba sonuna ve de başlangıcına
geliyordu. Abisiyle yaptığı tartışmalar, yolda bıraktığı insanlar,
onu yolda bırakmış insanlar, ailesi, sevdikleri, kaybettiği anlar…hepsi
geride kalacaktı artık, hem de sonsuza kadar. 1…
Fakat ailesini ve sevdiklerini tamamen, güzel detaylarıyla beraber
kaybetmiş olmayacak mıydı? Mutluluk okuduğu kitaplardan
öğrendiği kadarıyla aslında hep detaylarda saklı değil
miydi? O hiçbir zaman bu detaylara bakmayı tercih etmemişti,
büyük sorunlar kafasını o kadar yormuştu ki kafasını kaldırıp
etrafındaki güzellikleri görmemişti hiç. Bu küçük odada şu
anda anılarını sildirmek için üstüne bir de para vermiş uzanıyordu.
Evet belki yaşadıklarının etkisi olabilirdi ama şu an bu
halde olmasının sorumlusu kendisiydi. Farkına varmıştı, kalkmak
istiyordu oradan. Vazgeçmişti, hayatındaki anlamı anılarıyla
hissedebilmişti, arkasında neleri bırakmış olursa olsun yaşadıklarından
sonunda bir şeyler öğrenmişti. Durdurmak için
ayağa kalkmak istiyordu fakat zorlanıyordu. Başında bekleyen
adamın sesiyle irkildi ve gözlerini hafifçe açtı. Aklında bir anda
büyük bir boşluk hissetti, sanki daha önce bir yerlerden duyup
da ritmini hatırladığı bir şarkının sözlerini ve adını bilmiyormuş
gibi hissediyordu. Doğruldu ve yanındaki adamın tebessüm
eden yüzüne baktı. Tebrikler efendim, işlem başarıyla gerçekleşti.
Nisan BAYTÖRE
12/D
ÖYKÜ
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 39
İhtiyarlar Anılarıyla
Yaşarlar
ÖYKÜ
Yıllara meydan okumuş evimin büyük ve bir o kadar rutubetli salonunda oturmuş düşünüyorum.
Hani bir köşesi vardır ya oturma odalarının, orada yaşlı neneler oturur, tüm gün
pencereden dışarıyı izler dururlar. Hıh, tam da orada yaşlılık kırışıklıklarımı daha da derinleştirmişçesine,
göz kapaklarıma yaşadığım yılların yükü binmişçesine, soğuktan büzülmüş bir
şekilde etrafıma bakınıyorum.
Eskilere doğru bir yolculuk yapıyorum. Ne de olsa, her kim
de olsa, yaşlı bir insanın geçmişine yolculuğunun, geleceğine
yolculuğundan daha cazip bir seçenek olduğunu biliyorum.
Her gün ziyaretime gelen çocuklarım, ruhu hep ince ve
genç kalan eşim, her aşure yaptıklarında bana da ikram etmeyi
es geçmeyen komşularım… O zaman insan nefesleriyle
ısınan bu salonun şimdiki halini görseniz şaşar kalırsınız. Her
akşam çocuklar gelir, ben de sırasıyla torunlarımın en sevdiği
yemek tariflerini yapmaya çalışırdım. Evet, uzun süre kalmadan
giderlerdi. Giderlerdi, giderlerdi ama her birinin yüreğindeki
sıcaklık bir sonraki sefere gelinceye kadar eve işler kalırdı.
Şimdi ise en az her insanın kirlenmiş yüreği kadar pis camıma
vuran yağmur tanelerinin teker teker tutunamayıp aktığı gibi
ortadan kaybolmuşlardı. Hepsi bir yana dağılmıştı, senede bir
ya da iki kez bayramı bahane ederek arayıp ayıp olmasın diye
hatırımı soruyorlardı.
Yaşlılıktan mıdır bilmem ama ben de pek alıngan olmaya
başladım. Hala bazı durumlara ve değişen koşullara alışamıyorum.
Geçen otobüsteyken ilkokul yaşlarında, haylaz
görünümlü bir çocuk bana yer verdi. Oturmadım. Küçücük
çocuk diye düşündüm, ne tutunmayı becerebilir, ne de o insan
yığını içerisinde yeni görünümlü siyah beyaz ayakkabılarını
temiz tutmayı; küçücük ayaklarını koskocaman, senelerce
üstünde durmaktan nasırlaşmış, duyarsızlaşmış ayaklardan
kaçırmayı… Herkes ani bir frenle öne doğru yeltenirken ben
olduğum yere düşüverdim. Sanki vücudumdaki kaslar işlevini
yitirmiş, hepsi bana yüz çevirmişti. Oturmadığım o koltuk bana
göz kırpıyor gibiydi. Çocuğun verdiği o yere oturmak zorunda
kaldım. Oturdum oturmasına ama bu durum içime daha çok
oturdu. Kendimi; kendine hakim olamayan, annesi olmadan
dışarı çıkamayan ve her çıktığında başına iş açan aciz ve bir o
kadar yaşlanmaya yüz tutmuş bir kadın olarak hissettim. İşte o
zamandan beri evden dışarı adım atmadım.
Eve kapandığımdan beri ziyaretime gelen tek şey var, güneş.
O hiç aksatmadan uğruyor, sabah uyandığımda masmavi
gökyüzünde kendini belli etmek için elinden geldiğince
parlıyor. Perdemi dahi açmadığım o günlerde biraz fazla naz
yapıyor ve gece uşağını görevlendiriyor. Bu bağlamda beni
terk ettiğini sanıyor ama o göz alıcı ışıldamasını dolunayın arkasında
bile saklayamıyor, yine gecemi aydınlatmadan geçmiyor,
tıpkı eşim gibi… Eşim hatra değer biriydi. Her akşam
iş dönüşü elinde taptaze ekmeklerle gelirdi. Böylece evi; çıtır
çıtır, sıcacık, hafif buğulanmış ekmek kokusu sarardı. Son zamanlarda
eli boş gelmeye başladı. Nedenini sorduğumda tek
40
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
cevabı “unuttum” demekti. Ben de bazen sinirlenir, “Kendini
de unutsaydın be adam, getireceğin şey iki parça ekmek
olacaktı.” diye çıkışırdım. Seneler geçti; gerçekten önce beni,
sonra kendisini unuttu. Alzheimer olduğunu öğrendiğimizden
beri doktora gidip gelmek durumunda kaldık. Yine her zamankinden
daha normal bir gün rutinleşmiş bir şekilde hastaneye
gittik. Bu sefer dönemedik. O pamuk kalpli, ince ruhlu, bir
ömrümü vadettiğim adamı yoğun bakıma kaldırdılar. Bizsiz,
yalnız, kendi kendine, kendince bir savaş veriyordu fakat bu
savaşı veren sadece o değildi. Hastanenin o ruhsuz, üstünüze
gelen duvarları arasında galip gelmeyi uman onlarca insana
rastlayabilirdiniz. Hasta odasından çıkan bir doktorun; çelimsiz,
başörtüsünün altından görünen saçlarını gizlemeye çalışan
ve her saçını çekiştirdiğinde elinin titremesinden dolayı daha
çok dağıtan bir kadınla konuşmasına şahit oldum:
-Bundan sonrası sizin kararınız. Bitkisel hayatta acı çekmesin
istiyorsanız, onu yaşama bağlayan aletlerden ayırabiliriz.
-Allah’tan umut kesilmez be Doktor Bey, hem eziyet çekecekse
de dünyada çeksin.
Önüne tüm dualarımla ilmek ilmek işlenen bir halı serdiğim
o hastane odasının kapısı açıldı. İçeriden çıkan doktor bir
yandan elinin tersiyle boncuk boncuk dökülen terini siliyor, bir
yandan da durumu izah etmeye çalışıyordu: “Başınız sağ olsun.”
Kaskatı kesilen bacaklarım artık duygulara hissizleşmiş
ruhumu zorlukla taşıyordu. Eziyet çekecekse dünyada çeksin
demişti kadın. Eşimin tüm günah ve acılarının bedelini fazlasıyla
ödediğine emindim. Öyle ki kendi acımı da bu fani dünyada
kendi kendime çektiğimden şüphem yoktu. Her acının
son buluşu, hayatıma yeni bir acı darbesi olarak ekleniyordu.
Bu şekilde başka diyarlara giden her kişi, sizi daha da yalnızlaştırıyor,
“Acaba benim de göçüp gitme zamanım yakın mı?”
sorusunu zihninizde canlandırıyor.
Yıllar geçtikçe insanlar size göre daha genç kalıyormuş
gibi hissediyorsunuz ve zamanın akışına engel olamayacağınızı
bilmek; hayatınızda çıktığınız bir gemi yolculuğunda geminizin
su aldığını bilmekten farklı bir hissiyat uyandırmıyor.
Yaşlıların ağzından menkıbeler dinlemek isteyenlerin sayısı da
sıfırı geçmiyor. Biriken kelimeler boğazımı ne kadar darlarsa o
kadar yutkunmak zorunda kalacağımı biliyorum. Size yaşam
amacınızı veren çocuklarınız bile yılların eskimişliğiyle kalan
sizi, kişi olarak değil, işi olarak görmeye başlıyor ve akrabalık
bağlarınızı oluşturan halat, sizden uzaklaşmamak için tek nedenleri
oluyor. Herkes de bir ucundan tutuyor. Halatınız ne kadar
geriliyorsa o kadar canınız yanıyor ama bırakamıyorsunuz.
Çünkü seneler öncesinde soyunuzun dayandığı her kişi onu
eline bir kez daha doluyor, size de halatı bir tur daha sarmak
icap ediyordu.
Tüm bu birikmişliklerin ve sıkışmışlıkların içinde yine büzülmüş
bir şekilde pencere kenarındaki koltuğuma yöneldim.
-Bu büzülme eylemi soğuktan kaynaklanıyor sanıyordum ancak
fark ediyordum ki yanlıca yaşamanın gerektirdiklerini karşılayamayacağım
korkusuna bürünüyordum.- Gözlerime hafif
bir karartı çarptı. Koltukta arkası dönük şekilde oturan, bir çocuk
silüetiydi. Düşüncelerimi bir kenara bıraktım. O kıvırcık ve
kabarık saçlı, konuşurken kelimeleri yuvarlayan, dudaklarının
iki yanı hafifçe aşağı düştüğünden mutsuz bir izlenim yaratan
çocuğu karşıma aldım. Birkaç saniye bakıştıktan sonra kıkırdamaya
başlayan çocuk, artık kahkahalar atıyordu; bir yandan
da kötü bir şey söylemiş gibi ağzını eliyle kapatmaya çalışıyordu.
Birden durgunlaştı ve beni incelemeye başladı. Önce
saçlarıma dokundu, eminim eskiden sırma gibi olan saçlarının
şimdi mısır koçanına dönüştüğünü görmek onu bir hayli üzmüştü.
Bu his, uçsuz bucaksız bir okyanusun tam ortasında
susuz kalmaya bedeldi. Kulağıma doğru eğildi ve fısıldadı:
“Bana bundan sonra kendi kendime yetebileceğim, bedenlerden
uzak, zamanın ötesinde bir hayat yaşatır mısın?”
Ecem AKDERELİ
12/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 41
ÖYKÜ
ÖYKÜ
Kurtaramadım
Odamı saran menemen kokusu ile uyandım. Üstümü
giyindim. Odamdan çıkıp koridorda yürüdükçe diğer kahvaltılıkların
da kokusu geliyordu. Patates kızartması, peynir,
zeytin, kahve... Kahve. Babam çoktan inmiş gibi duruyordu.
İşte bu en güzel yanıydı pazar kahvaltılarının. Ailecek
masaya otururduk. Babam ise geç giderdi. Annem bütün
işlerini halledip o gün tatil yapardı. Bir saniye. Kahve olmaz.
Çay, evet babam çay içecekti. Tamam devam edelim.
Gülümseyen yüzümle anne ve babama sarılıp günaydın
öpücüğü verdim. Sofraya oturduğum anda annem tiz
bir çığlık attı. Sıcak tava elini yakmıştı. Babam endişeli bir
şekilde sargı bezi aradı ancak o kadar küçük ellere saracak
bir şey yoktu, varmış gibi yaptılar o yüzden. Neşeli bir şekilde
yemeğe kaldığımız yerden devam ettik. Hepimiz çok
mutluyduk çünkü bugün lunaparka gidecektik. Heyecanımdan
dolayı babamın iş konuşmasına izin vermedim. O
günün aksine.
Kahvaltı bitmişti. Annem siyah elbisesi ve kan kırmızı
kolyesi ile âdeta bir kraliçe gibi görünüyordu. Yeşil gözleri
ise sanki ışık saçıyordu. Babam arabayı kullanırken ona
bakıp dikkati dağılmasın diye arkaya oturttum annemi. Bu
sefer de bunu deneyelim. Hadi bakalım yola çıkıyoruz.
“Defne! Nerdesin tatlım?” Teyzem. Beni bu halde görmemeliydi.
Hızla ayağa kalktım ve evi kenara koydum. Bebekleri
yerden alıp raflara yerleştirdim. Annemi, babamı,
kırmızı kolyeyi. Bakakaldım. Gerçekten onunkine çok benziyordu.
Minik ellerimle gözlerimden akan yaşları sildim.
Oyuncak arabamın çıkardığı melodiyi mırıldanarak
merdivenlerden indim. Salon karanlıktı. Beyaz duvarlar griye
dönmüştü. Odada göz gezdirirken bir karartıya takıldım.
Elbiseydi bu. Hem de çok güzel bir elbise. Kendimi ondan
alamadım ve hemen karşısındaki koltuğa oturdum. “Tatlım
seninle ne konuda konuşacağımı biliyorsun sanırım.” Teyzem
ben dalıp gitmişken çoktan yanıma oturmuştu. Kafa
salladım. “Kahveyi değiştirdim. Çay içmişti o gün. Sonra
arabaya bindik. Ha! Belki de otobüsle gitmeliydik.” “ Defne.”
Lafımı böldü. “Ya da metroya binerdik.” “Defne.”
Yine araya girdi. Sustum bu sefer. “Bu senin hatan değildi.
Kendini çok yıprattın. Lütfen tatlım.” dedi ve ellerimi tuttu.
“Buna engel olamazdın sen de biliyorsun. Bunlar hayatım
gerçekleri bak...” Yeter. “Engel olabilirdim!” koltuktan fırlayarak
bağırmaya başladım. “ O gün lunaparka gitmeyi
ben istedim! Arabayla gitmek için de ısrar eden bendim!
Benim saçma isteklerim yüzünden babam bütün gece uyuyamadı
ve uykusuz kaldı! Söylesene bu kimin hatası şimdi!
Söyle!” dizlerim tutmadı aniden ve hıçkırıklara boğularak
yere yığıldım. Benim düşmemle teyzemin kollarıyla beni
sarması bir oldu. Ne kadar süre o şekilde kaldık bilmiyorum
ama guguklu saatin ötmesi ile ikimizde arkamızı döndük.
O sırada gözüm duvarda asılı olan takvime takıldı. Bulanık
görünüyordu gözyaşlarımdan ama kısa süre sonra göründü
“12 Mart” yazısı.
Siyah kurdeleyi belime bağladım. Elbise askıda göründüğünden
daha güzeldi. Kendime aynada bakarken gü-
Burnumu çektim. Hayır çekmedim. Bu ses benden gelmemişti.
Arkamı döndüm. Geç kalmıştım teyzem çoktan her
şeyi görmüş ve ağlamaya başlamıştı. Ona baktığımı görünce
gülümsedi ve yanıma geldi. “Tatlım biraz konuşabilir miyiz?”
dedi. Kafa salladım. Yine vazgeçmemi söyleyecekti.
Odamdan çıkıp koridora doğru ilerledim. Kafamı çevirdiğimde
teyzem yaşlı gözlerle odamın kapısında dikiliyordu.
“Yine olmadı.” dedim sessizce. İrkildi ve bana baktı. “Hadi
42
aşağı inelim” diyerek yanımdan geçti.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
kalakaldım. Korna sesleri geldi önce . Sonra şarkılar, kahkahalar...
Annemin radyodaki müziğe eşlik etmesi ve babamın
araba aynasından onu seyredişi... Gittikçe yaklaşıyorduk.
Müzik sesleri, gülüşmeler, bisiklet zilleri, cam kırılması,
sessizlik... Çığlık. Bütün vücudum acıyordu. Her yer kırmızı
olmuştu. Nefes aldığımda bile cam parçalarının vücuduma
girdiğini hissedebiliyordum. İnledim. Konuşmaya çalıştım.
Yanımda kapalı gözlerle yatan anneme, ön koltukta kafası
direksiyona dayanmış babama seslenmeye çalıştım. Sonra
yine siyah ve... Beyaz. Etrafta koşuşturan insanlar vardı. Yüzüme
her saniye beyaz ışıklar çarpıyordu. Başımda dört kişi
ÖYKÜ
lümsemeye çalıştım. Teyzem elbiseyi duvardan alıp bana
vermişti. Ben de giymek için yukarı çıkmıştım ancak o hala
aşağıda ağlıyordu. Fark yoktu ben de burada ağlıyordum.
Öylece durdum ayakta birkaç dakika. Sonra oyuncaklarıma
baktım. Anneme benzesin diye saçlarını boyayıp bütün
odayı mahvettiğim bebeğe, babama takım elbise yapmaya
çalışırken her yerini kestiğim kumaşlara, araba gibi olsun
diye kalemlerle boyadığım karton kutuya ve zaten bir türlü
ulaşamadığım için sadece kağıda çizdiğim lunaparka baktım.
Çok uğraşmıştım. En küçük şeyi bile değiştirmiştim.
Hiçbiri işe yaramamıştı.
Kapı tıklandı. İrkildim. “Haydi hayatım vakit geldi.” Teyzem
de siyah elbise giymişti. Dağınık saçlarını ensesinde
toplamış, yüzüne de zoraki bir gülümseme kondurmuştu.
Şiş gözlerinin aksine onu daha güzel gösteriyordu. Yüzüne
baka baka odamdan çıktım. Tekrar koridor, mutfak, salon.
Durdum. Tam evden çıkarken arkamı döndüm ve odama
koştum. Mermer, soğuk parkeler, yumuşak halım. Öylece
vardı. Endişeli yüzlerle beni sedye ile götürüyorlardı. Sağımdaki
kadın başımı okşadı ve iyi olacağımı söyledi. Yalancı.
Etraf pembeleşti tekrar. Oyuncak evim, bebeklerim, yatağım.
Yumuşak halimi hissettim parmak uçlarımda. Sonra
teyzemi gördüm. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. Gülümsedim
hafifçe. Onca senaryo, farklı gidişat, değişmiş olaylar...
Gerçeği değiştirmemişti. Vakit gelmişti sahiden.
Bebeklerimin olduğu rafa uzandım. Annemi ve babamı
aldım. Derin bir nefes alıp çıktım odamdan. Arkama bile
bakmadan ayakkabılarımı da giydim ve kapıyı kapatıp evden
çıktık. Teyzem araba anahtarını çıkardı. “Yürüsek olur
mu? dedim sessizce. “ Tabiki hayatım. Hadi tut elimi.” dedi
teyzem ve anahtarı çantasına koydu.
Market, okul, ev, yine market, ev, mezarlık... Gözlerimi
kapattım. Elimdeki bebekleri o kadar sıkı tutuyordum ki kırılacaklardı
adeta. Hıçkırdım. Hıçkırdım ve ağladım. Tıpkı
dayanamayıp uzaktaki bir ağacın altına çöküp ağlayan teyzem
gibi. Annemin kalbi durduğunda ağlayan babam gibi.
Her şeyini kaybeden ben gibi ağladım. Sonra topraklarını
eşeledim. Bebeklere yetecek kadar yer kazdıktan sonra içine
koydum ikisinide.
Ayağa kalktı.. “Kurtaramadım” dedim.
“Tekrar ve tekrar.”
Şevval SAĞIR
12/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 43
ÖYKÜ
Neden
Hatırlamıyorum?
O sabah mutsuz uyanmıştım. Bir huzursuzluk…
Anlamıyorum ki neden böyle hissediyorum. İçeriden
çatal bıçak sesleri geliyordu. Normalde annem ben
uyanmadan kahvaltıyı hazırlamazdı. Misafir gelmiş
olmalıydı. İçeri gitmek istemedim. Bana adımı, yaşımı
sormalarından; o uzun boylarıyla bana tepeden
bakmalarından korkuyordum. Sıcak yatağımda kalacaktım.
Elbet gideceklerdi. O sırada annem içeri girdi.
“Kalktın mı Ayaz?’’ dedi. “Doğru.’’ dedim içimden.
44
Adım Ayaz. “Evet, anne ama içeri gelmek istemiyorum.
Oradaki amcalar, teyzeler ya bana adımı yaşımı sorarlarsa?’’
Annemin yüzünde ah canım dercesine bir gülümseme belirdi
ve ‘’ Hadi içeri gel.’’ dedi.
Yatağımdan çıktım. Küçük bezelyelere benzeyen ayak
parmaklarıma baktım ve yatağımdan indim. Pijamalarım ne
de güzelmiş dedim içimden. Kırmızı ve mavi arabalar vardı
üzerimde, daha önce hiç görmemiştim. Annem yeni almış
herhalde. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya gittim. Tabureye
çıktım. Su buz gibiymiş, sevmedim. Salona gitmek
için tabureden indim. İçeri gittiğimde sofrada altı kişi vardı.
Annem ve babam dışında kimseyi tanımıyordum. Tanışmak
da istemiyordum ama tanışmak isteyebileceğim bir kız vardı
masada. Aynı yaştayızdır sanırım. Çok güzel sarı saçları vardı.
Annesi toplamıştı belli ki saçını. Saçının sağ tarafına da kırmızı
bir kurdele koymuştu. Çok yakışmıştı pembe dudaklarına.
Mavi gözleri salatalığa açlıkla bakıyordu. Yanında bir kadın
ve adam vardı. Anne babasıydı herhalde. Yoksa teyze ve eniştesi
miydi? Her neyse…
Güzel kızın anne babasının karşısında anne babam oturuyordu.
Geriye kalan tek kişi bana tuhaf bir enerji vermişti.
Sanki onu çok önceden tanıyormuşum da artık iletişim kurmuyormuşuz
gibiydi. Ben bunları içimden düşünürken salon
kapısında öylece beş dakika beklemiştim. Annem “Oğlum
hadi gelsene.’’ demişti. Masaya yaklaştım, çok yüksekteydi.
Sandalyeye oturdum. Sarı saçlı kızın gözlerine bakamasam
da bana baktığını biliyordum. Ben kafam önüme eğik bir
şekilde tabağıma bakıyordum. Herkes ben içeri girince susmuştu.
Zaten utanıyordum, bir de bu sessizlik beni daha da
geriyordu. Ama misafirler de ne yapacağını bilmez, tedirgin
bir tavır içindeydi. Sanki yanlış bir şey söylememek için bir
sürü lafı içinde tutuyor gibilerdi. Annem sessizce tabağıma
salatalık, domates ve sofradaki yiyeceklerden koydu. Ben de
yemeye başladım. Bazılarının tadı ne de güzeldi. Annem,
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
“Bal da ye Ayaz.’’ dedi. Balın tadına baktım ne de lezzetliydi.
Şu ana kadar keşfetmediğim için şaşırdım.
Tuhaf sessizliği sarı saçlı kız bozdu. “Beni hatırlıyor musun?’’
dedi. Şaşırdım. Beni tanıyor muydu? Onunla tanışmış
mıydık? Onu tanımalı mıydım? Kendime bunları sorarken
annesi ona gözlerini büyüterek baktı, kız da utandı ve tabağına
doğru kafasını eğdi. Annem ortamın tuhaflığını bozmak
için, “Tabi hatırlıyor ne de çok oynardınız siz.’’ dedi. Oynar
mıydım? Hatırlıyor muydum? Bilmiyordum ki. Anneme sonra
soracaktım. Neden tanımadığım insanlar beni tanıyor?
Yemekler yendi ve oturup kahve içmek için koltuklara
geçtiler. Annemle sarışın kızın annesi, babamla sarışın kızın
babası konuşuyordu. Ama bana tuhaf enerji veren kız beni
izliyordu. Korkmuştum. Annemin yanına gittim ayaklarının
dibine oturdum. Sarı saçlı kız bana bakıyordu. Annem, “Elvin’e
oyuncaklarını göstersene oğlum, birlikte oynayın.’’ dedi.
Demek adı Elvin’miş. Elvin… Ne de güzel isim. Ayağa kalktım,
peşimden geldi. Odam toplu değildi yatağım dağınıktı.
Ama Elvin bakmadı bile. Odama girer girmez komodinimin
üstünde duran kar küresine bakakaldı. Almak için yaklaştı,
eline alıp hayranlıkla izledi. Bense utanmıştım hep utanıyordum.
Sanki beynimde bir şey sürekli utanmam gerekiyormuş
gibi beni uyarıyordu. Elvin kar küresiyle oynarken ben de
yatağıma oturmuş bana tuhaf bakan o kızı düşünüyordum.
Nedense aklımdan çıkmıyordu. Çok mutsuzdu. İçinde büyük
bir huzursuzluk varmışçasına utanarak, rahatsız şekilde oturuyordu
koltukta. Göz teması kurmaya çalışıyordu benimle.
Düşüncelerimi Elvin’in sorusu böldü. Bana, “Bu kar küresi
ne kadar da güzel, bunu sana biri mi aldı?’’ dedi. Hatırlamıyordum.
Kendi adımı, onun adını, annesini ya da koltuktaki
tuhaf kızı hatırlamadığım gibi. Zaten sofrada onu hatırlamadığımı
anlamıştı, şimdi bir de kar küresini bana kimin aldığını
hatırlamadığımı mı söyleyecektim? Sustum. Öylece ona baktım
“Sorun değil.’’ dedi. “Ne yaşadığını bana anlattılar.’’ Ne
yaşıyordum? Kendimde bile hatırlamadığım bir şey mi vardı?
Artık bekleyemeyecektim.
Salona gittim. Annemin yanına. “Anne?’’ dedim.’’ Ben
neden hiçbir şey hatırlayamıyorum?’’ Annem bana şaşkın
gözlerle baktı. Misafirler de ne konuşuyorlarsa bir kenara bırakıp
pür dikkat anneme bakıyorlardı. Bense bir cevap bekliyordum.
Annem cevaplamıyordu. Ben de tekrar sorarcasına
‘’Anne?’’ dedim. “Oğlum öyle şey olur mu? Herkes bir şeyleri
unutur.’’ dedi. Yalandı. İnanmadım, tekrar sordum. “Hayır,
anne söyle!’’ Misafirler biz kalkalım dediler. Gerilmiştim. Demek
öyle bir şeydi ki annemle yalnız olmalıydık. Annem, “
Kusura bakmayın ben sizi yolcu edeyim.’’ dedi. Elvin’i annesi
içeriden çağırdı. Elvin koşa koşa geldi ve gittiler.
Şimdi cevaplamak zorundaydı annem. Kapıyı kapattık.
Annem hiçbir şey olmamış gibi mutfağa, misafirlerin tabak
çatallarını yıkamak için ilerledi. Ben de bacağından tutmuş
pantolonunu çekiştiriyordum. Bu kadar zor muydu, bu kadar
önemli miydi benim problemim? O sırada babam geldi.
“Hadi oğlum seninle lunaparka gidelim.’’ dedi. Hayır,
istemiyordum. Önce cevap istiyordum. Ama annem çoktan
mutfakta işlerine başlamıştı bile. Neyse, dedim odama gittim.
Annem geldi ve beni giydirdi. Evden çıktık ve arabaya gittik.
Ön koltuğa oturmak istedim ama babam izin vermedi. Ben
de arkaya oturmanın mutsuzluğuyla kapıyı açtım ve oturdum.
Lunaparka yaklaştığımızda şarkı sesleri ve ışıklar görünmeye
başlamıştı. Otoparka park ettik. Lunaparkın dev kapısından
girdiğimde tek düşüncem tüm oyuncaklara binmekti. Düşüncelerim
uçup gitmişti. Cevap aradığım şeyler de… Lunaparkta
babamla hız trenine, dönme dolaba ve daha birçok şeye
bindik. Çok eğlendim ama çok yoruldum.
Eve döndüğümde annem sofrayı hazırlıyordu. “Eğlendiniz
mi?’’ dedi. Ben hala cevap arasam da olanlar, üzerinde durmamı
engelliyordu. Ben de ‘’Evet, anne.’’ dedim. Odama gittim,
üstümü değiştirdim ve sofraya gittim. Yemeğimi yedim.
O kadar yorulmuştum ki hemen uyumak istedim. Cevabımı
da yarın tekrar arayacaktım. Unutmamıştım ki. Soğuk yatağıma
girdim. Bugün olanları düşünürken uyuyakaldım. Sabah
oldu. O sabah mutsuz uyanmıştım. Bir huzursuzluk… Anlamıyorum
ki neden böyle hissediyorum. Uyanmak için yataktan
indim. Pijamalarım ne de güzelmiş, kırmızı mavi arabalar vardı
üstümde. Daha önce hiç görmemiştim. Annem yeni almış
herhalde...
Zeynep İdil ÇELİK
12/C
ÖYKÜ
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 45
ÖYKÜ
Son Arayış
Baharın ortasında bir gün batımı, o sıcak renkler bile içimi
ısıtamazken son bir defa umudu aramak için sahile inmiştim.
Yürüdüm, yürüdüm... Yanımdan insanlar geçiyor, her birinin
yüzünde sahte bir gülümseme var. Hiç mi utanmıyorlar yanında
vakit ayıracak kadar değerli hissettikleri insanları kandırmaya?
Bir bakıma haklılar da diyebilirim. Gerçek ruh hallerini
yansıtsalar yanlarında kim kalacak? Yalnız kalmaya korkan
herkes, yüzlerinde benzer bir gülümseme ile diğerlerine karışıyor.
Gerçekten gülümseyen kim olabilir? Az ötedeki arkadaşına
veda ederken ‘Sürekli görüşelim!’ diyen çocuk mu, heykel ile
fotoğraf çekinen teyzeler mi yoksa masa oyununda kazanmanın
heyecanı ile dolu amcalar mı? Hiçbiri. Gerçek mutluluk bu
olamaz. Bu kadar gelip geçici olamaz. Gerçekten gülümseyen
kimseyi bulamayınca iskeleye yöneldim. Karşımda deniz, ufuk
ve bulutlar. Evet, herkesin muhtemelen gördüğü klasik anlardan.
Gökyüzü daha da kızıllaşmış ben yürürken.
Yanımda en sevdiğim müzikleri barındıran bir telefon, siyah
kaplı bir defter ve belki de içimi dökmeye yetemeyecek bir tükenmez
kalem var. Müziği başlattım. Son kez sahile bakmak
istedim belki mutluluk kırıntısı kalmıştır diye. Tedi diye seslendiğim,
sütlü kahverengindeki yavru köpek denize koşturuyordu
suları saçarak. Ne tatlı. Bunu bir kez daha görmek güzel
olmuştu. Çok değil, bir iki saniye sonra onun bu koşturuşunun
sebebinin mahalledeki her kavga ve olayın içinde bulunan arkadaş
grubunun onu sopa ve taşlarla kovalaması olduğunu
gördüm. Yavru köpeğin kovalanacağını değil sevileceğinden
haberleri yok tabi. Hayatları boyunca gerçek sevgiden mahrum
kalmışlar. Bu sevgisizlik onları bir arada tutan tek şey. Aslına
bakarsak çoğu insan böyle. Kendinde olmayan başkasında hiç
olmasın. O mutlu değilse kimse olmasın, o sevilmiyorsa kimse
sevilmesin, o başaramadıysa kimse başaramasın... Bu düşüncelere
sahip insanlar hep bir aradadır, erişebilirlerse diğerlerinden
üstün olmak için. Her birinde üstün olsalar bile bir şekilde,
bu bencillik ile yerinde saydıklarının farkına varamayacaklar.
Peki bu ‘kimsede olmasın’ düşüncesi olumlu duygular için de
geçerli miydi? Hiç bunu bilecek kadar iyi hissedememiştim.
Her şey yolunda giderken bile artık zihnime kazınan ‘Ya bir şey
olursa?’ korkusu iliklerime kadar kendini hissettirirdi. O anların
bile zevkini çıkaramazdım. Zamanla insanlardan ümidimi kestim.
Çünkü bu korkunun tek sebebi onlardı.
Silkelenme sesi ile irkildim. Tedi denizde açılarak çocukları
başından savmış ama fırlattıkları taş ve sopalardan kaçamamıştı.
Yanımda pek bir şey olmadığı için yardım edemedim.
Yanıma geldiğinde ıslak tüylerini karıştırdım, çabucak kurusun,
üşümesin diye. Kucağıma yattı, mutlu olduğunu hissettiren
sesler çıkarmaya başladı. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Canımı
yaktı, uzun süredir gülümsemiyordum.
Yarıda kalan düşüncelerime dönmeyi denerken hayat bana
kendi kendine cevabı vermişti. Bir hayvanı severseniz elbet karşılığını
alırsınız.
Kedimden de bahsedeyim eksik kalmasın sonra kıskanır.
Adı Işık’tı. Onu bulduğum gece sokakta gözleri ışıl ışıl parlıyordu
simsiyah tüylerinin arasından. Sokakta tek başına durmak
için pek küçüktü, yanımda eve kadar geldi. Eve almak istedim
ama o zamanlar küçüktüm. İzin vermediler. Kendime bakamıyormuşum
bir de kediye mi bakacakmışım dediler. Eski bir
battaniyemi ailemden gizli dışarı çıkardım, görmesinler diye biraz
uzağa giderken o da benle geldi. Battaniyeyi güzelce serip
onu üstüne koydum. Yanına da birkaç parça evde aldığım ufak
peynir parçalarını koydum. Biraz daha sevip içeri girdim. Sabah
baktığımda ne battaniye ne Işık oradaydı. Belli ki kovmuş, kovalamışlardı.
Birkaç gün sonra yine eve gelirken o ışıltılı gözleri
gördüm. Geldi, bacaklarıma sarındı. Yine eve alamadım. Yine
ufak peynirleri alıp ona verdim. O da mutsuz olduğum zamanları
bir şekilde bilip tam da o zamanlarda yanıma gelir, kendini
sevdirir ve aklımda ne varsa yanında götürür, bana mutluluğu
bırakırdı. Bitkileri seversek de olur mu? Olur. Bir tohumu
bile sevseniz onunla ilgilendiğiniz kadar büyüyecek, sevdiğiniz
kadar güzelleşecektir. Sevmeyip ilgilenmezsek hemen sararıp
solar, tekrar ilgi gösterince canlanıp hayat dolar.
Peki, bir insanı seversek ne olur?
Düşünmeye ve yazmaya başladığım gibi yağmur çiselemeye
başladı. Sözcükler dağılıyordu, hem defterde hem aklımda.
Düşünsem aklımdakilerden dolayı yanaklarımdan süzülecek
olan gözyaşları yerine yağmur damlaları vardı. Hayat yine cevabı
verdi sanki. Düşünüp tekrardan üzülmeye gerek yok.
İki yıl önce evden ayrılmıştım. Yakın arkadaşımın üst düzey
yetkili olduğu şirketten gayet iyi bir iş teklifi gelmişti ama ülkenin
diğer ucundaydı. Hayallerime ulaşmak için atmam gereken en
büyük adımdı. Tabi o zamanlar hayallerimi ve güvenimi asla
kaybetmeyeceğimi sanıyordum. Ailem ve yakın arkadaşlarımı
geride bırakıştım. Eşim kendi işini bırakamazdı öyle bir anda,
birlikte gidemedik. Ayda en az bir kez geri dönerdim şehrime,
onlara çeşitli hediyeler ve farklı düşünceler getirirdim. Bu farklı
düşünceler ilerleyen süreçte kendimi beğenmişlik gibi görünmeye
başladı .’Yeni bir ortama dahil oldu, o artık üst düzey birisi
bak konuştuğu şeyler bile değişmiş.’ düşüncesi... Size karşı
fikri bu şekilde olan kişileri ne kadar çok severseniz sevin yine
de kalbinizi paramparça ediyor. Zamanla onlara ulaşamaz
hale geldim. Onlar da bana ulaşmaya pek hevesli sayılmazlardı.
Aramız her biriyle açıldı, bitti. En azından burada birkaç
arkadaşım vardı. Ara sıra buluşur, geçen buluşmamızdan beri
yaşadığımız her olayı en küçük ayrıntısına kadar paylaşmaktan
çekinmez, birbirimizi dinlerdik.
46
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Altı ay kadar önceydi. Mevsim sonbaharın hüznünden sıkılmış,
kışın huzur ve sakinliğine hazırlanıyordu. Biz de bu sakinliğe
kapılmamak adına benim bahçemde ateş yakmıştık. Cızırtılı
ses eşliğinde bir yandan tostlarımızı yiyor, bir yandan muhabbet
ediyorduk. Mutluyduk, hepimizin yüzünde bir gülümseme
vardı. Kime baksam gözleri ateşin sıcaklığında parlıyor, yalan
duyguların her birini aydınlatıp onlara yer vermiyordu sanki. Bir
arkadaşım bu hafta denemem için getirdiği gitarını evimden
aldı. Alev rengindeydi ya da ben öyle görüyordum. Tıngırdatmaya
başladı muhabbetin duraklamaya başladığı, saatin gece
yarısına vardığı saatlerde. Herkes birbirine dans etmek için ısrar
ediyordu. Biri, ikisi, üçü... Hepsi dans etmeye başladı. Ben pek
sevmezdim, sadece izliyor ve dinliyordum. Bir de gitar çalan arkadaşımın
parmaklarını yakalamaya çalışıyordum. Parmakları
sanki kendilerinin çıkarttığı seste dans ediyor gibiydi. Dalmışım
herhalde, birisi bana elini uzatıp dans etmemi istiyordu. Israra
hiç dayanamam. Peki, deneyelim bakalım. Ritim biraz yavaştı
ya da ben zorlanmayayım diye yavaşlamıştı. Bir sağa, bir sola,
yarım dönüş ve tekrarla... Belki on belki yüz kere. Ateş de bizimle
birlikte dans ediyor, gölgeler etrafımızda koşuşturuyordu.
Anın büyüsü ile kayboluyordum. Sıcak. Biraz fazla sıcak oldu.
Açık havada bir sonbahar gecesi. Hala sıcak. Fazla sıcak. Neden?
Çok dans ettim herhalde. En iyisi düştüğüm yerde biraz
uyuyayım.
Her yerim ağrıyor. Gözlerimi açmasam mı acaba? Hem
alarm da çalmadı hala uyuyabilirim. Sürekli bir şey ‘tık, tık, tık’
diye ses çıkarıyor. Vursam durur herhâlde. Ne de susmak bilmez
bir ses. Mecbur uyanmam lazım. Hastane odasındaydım.
Başka birisi yoktu odada. Ne olmuştu? İçeri birinin gelmesini
bekledim, acelesi yoktu, biraz kendi kendime düşüneyim. Çiçek
ya da meyve suyu yok. Muhtemelen küçük çaplı ve ziyaret
gerektirmeyecek bir şey olmuş. En son yanımda olan arkadaşlarımdan
birisi bile şu an odada değil. Bu da riskli olmadığını
gösterir. Sıkıntı yok o zaman. Elimi yüzümü yıkamak için kalktım.
Her yanım acıyor ve ağrıyor. Bir adım, iki adım ve sonrasında
dengemi kaybettim. Odaya o an giren hemşire anında
yakaladı beni.
Ne olmuş? Yanmışım. O gece ayağım takılmış ve ateşin içine
yuvarlanmışım. Çıkarmak da pek kolay olmamış. Her yerim
yanmış. Tanınmaz hale gelmişim. Arkadaşlarım para bırakıp
gitmişler. O parayı da evime girip almışlar. Muhtemelen bu
halimi görüp ümidi kesmişler.
Eve geçtim. İşimin başlamasına iki saat vardı. Birkaç gün
gitmemiştim en azından bugün gitmeliydim. Yemek ile uğraşmak
istemiyordum. Buzdolabını açtım. Geçen günkü tostlardan
sadece bir tane kalmıştı. Onu ısıttım, yedim. Yüzümdeki izleri
kapatmam gerekiyordu. Yapabildiğim en iyi şekilde yaptım.
Keşke yapmasaydım. Daha berbat oldu. Denememeliydim.
Yürüyerek iş yerime gitmeye karar verdim. Hava soğumuştu
ve yağmur çiseliyordu. Sonbaharın hüznünün bitmiş olması gerekliydi
bu günlerde ama hala devam ediyordu. Belki de benim
hüznüm bahane arıyordu. Vardığımda işlerimin aksamadığını
gördüm. İçimdeki hüzün bir miktar azalmıştı. Yoğunluk, bu ara
en az istediğim şey olabilirdi. Odama geçip perdeleri açtım. Ne
yazık ki bitkilerime kimse bakmamış, yapraklarını tek umutları
olan güneşten bile kaçırmışlardı. Suladım, sevdim. Birkaç saate
düzelirlerdi umarım. Onların iyi olması beni daha iyi yapar.
Masama oturup günlük planımı gözden geçirdim. Her zaman
olan işler vardı. Plana aykırı olarak sabahtan birisi geldi. Soru
sorar gözle bana bakıyordu. Herhalde sadece bilgi alacaktı.
Gülümsemeye çalışarak ona baktım oysa o konuşmuyordu. İyi
giyimli ve güzel görünümlü birisiydi. Bir süre sonra konuşması
gerektiğini anlayarak kendi masasında ne aradığımı sordu.
Kendi masası. Ne? Buraya gelmemin sebebi olan arkadaşımın
odasına gittim. Kovulduğumu söyledi. Odamdaki neyin benim
neyin şirketin olduğundan emin olmadığı için herhangi birisini
odaya dokundurtmamış. Odama gittim tekrardan. Sadece
bitkilerimi alıp bir kutuya koydum. Bir daha masamdaki kişiye
baktım. İyi görünümlü birisi her zaman daha çok güven verir.
Ben ise yüzünde yanık izleri ve ağrılarıyla bir süreliğine düzgün
bile yürüyemeyecek birisiyim. Sosyal mesleklerin kötü yanını da
yaşayarak ne yazık ki öğrenmiş oldum.
Bir elimde bitkilerimin olduğu kutu, diğer elimde marketten
aldığım bir çikolata. En hızlı mutlu eden şeylerden bir diğeri
yemek yemek. Her yerde sevebileceğim bir hayvan ya da ilgilendiğim
zaman anında güzelleştiğini görebileceğim bir bitki
yok ne de olsa. İş aramam gerekiyordu. Günümü sadece iş
ilanları ile geçirdim. Her sokağı gezdim, her ilan hakkında bilgi
almak istedim. Kimisi ilanın süresinin dolduğunu söyledi, kimisi
sadece dalga geçtiğimi düşündü. Arkadaşlarımı aradım,
açmadılar, ulaşamadım. Ertesi gün yine aynı şeyler oldu. Diğer
gün de. Diğer gün de. İş aradım, beğenilmedim, alay edildim,
yemek yedim. Haftalarca devam etti. Sağlığım iyice bozulmuş,
akıl sağlığımı ise hayvanlarım, bitkilerim ve yemekler ayakta tutuyordu.
Tabi diğer insanlara göre akıl sağlığım hiç kalmamış,
dibini de ekmek ile sıyırıp yemiştim.
Ve sonunda buradayım. İskelenin ucuna oturuyorum, ayaklarıma
bazen dalgalar çarpıp ıslatıyor. Kucağımdaki yavru köpek
bile hüznüme dayanamamış, gitmişti. Kalemimde birkaç
cümlelik mürekkep kaldı. O da tükendi, umutlarım da, mutluluğum
da. Oysa bahar her zaman mutluluk ve güzel duygular
getirmez miydi? Hava kararıyordu. Gözlerim yanıyor. Tuzdan
olmalı. Bu deniz bu kadar tuzlu değildi. Soğuk. Bahar da soğuk
olmazdı.
Hilal KORAL
12/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 47
ÖYKÜ
Zamansız Yağmur
ÖYKÜ
Sonbahar ve sessizlik… Niye alelacele dışarı çıktığımı bilmiyordum ama kafama esti işte. Bir
ümit banklarda oturup gitar çalanlarla şarkılar söyler, bana adres soracaklara yol gösterip hâl hatır
sorar ve belki de otobüs terminaline gidip yolculara el sallarım diye düşünüyordum. Sonuçta artık
dışarı çıkmıştım, artık yabancıydım… Bunu daha fazla sorgulamanın anlamı yoktu.
48
Akşamleyin Beyoğlu’nda eski ama oldukça mütevazı bir
meydanda yürüyordum. Belli ki yağmur daha yeni yağmış,
toprak kokusunu hissediyorum. Etrafıma bakınıyor, her nefes
verişimde dudaklarımın arasından çıkan buharı izliyorum…
Evet, hava dondurucuydu. Ama sırf bu yüzden dışarı çıkamaz
mıyım? Ya ellerimi ovuşturmaktan ya da o çok sevdiğim paltomu
giymekten hoşlanıyorsam? Sebepsiz… Yoluma devam
ediyorum, insanların gözlerinin içine bakıyorum lakin kimse
beni fark etmiyor, sağımdan ve solumdan hızlı adımlarla geçiyorlardı.
Kışı andıran bu mevsimde onlar daha soğuktu kardan…
Sokak lambasının ışıkları gözlerimi kamaştırıyor. Kol saatime
bakıyorum, saat dokuzu geçeli epey olmuş. Durgun yahut
yorgundum… Karşıdan gelen siyah ceketli adamı izliyordum.
El çantasını sıkı sıkıya tutuyor hem öbür elindeki kâğıt parçasına
hem de bana bakıyordu. Hafiften sakallı, biraz sıska, kısa
bacaklı, çenesi geride, yuvarlak yüzlü… Arada bir duraksıyordu:
— Beyefendi, adrese göre buralarda bakırcı Sinan Usta
varmış. Ben pek buraları bilmem. Zaten işim başımdan aşkın,
acaba yanlış yere mi geldim? Kâğıdı uzattı, biraz afalladım
ama sonra:
— Şu pembe binanın yanındaki sokağı görüyor musun?
El işaretleriyle gösterdiğim yere bakıyor, alnını kırıştırıyor,
kravatını düzeltiyordu. Cevap vermedi. Sorular… Tüm isteğim
kaçmıştı şimdi. Nerden geliyorsun? Nerelisin? Başka bir ihtiyacın
var mıdır arkadaş? Ne âlâ! Konuşma hızımı biraz daha
arttırıyor, olabildiğince iyi tasvir etmeye çalışıyordum:
— He, işte sokak boyunca ilerle, köşesinde küçük yorgancı
olacak, onun hemen ya…
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Sözümü kestim onu göz ucuyla süzdüm. O çoktan adımını
atmaya başlamıştı. Omzumu sıvazladı. Gitmişti… Bakakaldım,
boğazım düğümlendi. İyi değildim… Ruhumun hapsolduğu
bu şehirde ben gurbetteydim…
Eve dönmek istedim. Onları görüyordum ama onlar beni?
Samimiyet… Saat civarlarında tükenmiş yahut acıkmıştım.
Cebimdeki meteliklerle ekmek alır, annemden yadigâr ahşap,
zarif, bir o kadar da yıllara meydan okumuş dolabımdan varsa
peynirle, zeytinle atıştırırdım.
Fırına girdiğimde buram buram odun kokusunu hissediyorum.
Bir an için beni köyüme, doğduğum büyüdüğüm
yuvama götürmüştü… Tezgâhın önüne geldim, 10-11 yaşlarındaki
çocuğa şefkatle bakan; elleri, alnı un olmuş, ensesi
kızarmış, kalın bıyıklı bu fırıncının gözlerindeki ışığı içeri girer
girmez fark etmiştim… Dışarıda gök gürüldüyordu. Ve bir ses:
—Ne istersin ağabey? Bunu diyen rafların arkasından başını
çıkarmış çıraktı.
—İki ekmek alabilir miyim? Biri askıda. ”Askıda ekmek”
tabelasının hemen altında koskocaman “0” yazısı vardı. Çocuk
raflardaki ekmeklerden birini kapıp poşete koyarken, us-
tası ona engel olmuştu. Çocuk
yaptığı işi bırakıp, çalı çırpıları
odunlarla beraber ocağa atıyordu.
Fırıncı:
—Beş dakikaya kalmaz tazeleri
çıkar, dedi. Dostça tavırla.
Beklemek benim için sorun
değildi. Hem zaten zamanın
geçmesi için çıkmamış mıydım
evden? Bir anda bardaktan
boşalırcasına yağmur yağmaya
başladı. Islanmak istiyorum
fakat suyla beraber akıp gitmekten
korkuyordum… Hazırlıksız
yakalananlar sığınacak
yer ararken benim de ekmeğim
hazırdı. Tam dükkândan
çıkmaya çalışırken bir ses işittim.
Fırıncı:
—Arkadaş, yağmur çok şiddetli. Gel otur şuraya. Elindeki
iskemleyi bana uzattı. Bu iyi olmuştu çünkü yanımda şemsiye
yoktu. Usta, çırağına sesleniyor, nitekim ara sıra soluk soluğa
kalıyordu:
— Oğlum, Mesut abinden bize iki çay kap getir. Dedikten
sonra yanıma oturdu. O sırada:
— Bu çırak oğlunuz mu? Çok çalışkan bir çocuk. Okumuyor
mu yoksa?
— Okuyor, okuyor. Ama beni de böyle yalnız bırakmak istemez,
elinden geldiğince yardım etmeye çalışır. Benimle konuşurken
oğluna bakıyordu. Başını bana çevirerek:
— Sen necisin, ne yaparsın? İçtenlikle sormuştu. Derken
çayları çocuk yavaşça dikkatlice masaya bıraktı. Ne yaptığımı
ben bile bilmiyordum hele şu gün batımından sonra…
— Gazetecilik yaparım, usta. Böyle yalnız kaldığım zamanlarda
İstanbul’u doyasıya gezer ve evime bir başıma dönerim,
dedim çayımı yudumlarken.
Şimdi bu cümleyi söylemek beni daha da tuhaf hissettirmişti.
Uzun zamandır bu soruyu insanlardan beklerken vereceğim
cevabı hiç düşünmemiştim. Gözüm üst taraftaki siyah-beyaz
fotoğrafa ilişti. Çerçevenin içinde, geçmişin yüzünü
rengarenk gösteriyordu…
— Fotoğraftakiler kimler? Dedim.
— He, asılı olan mı? Bu önlüğün, bu kıyafetlerin gerçek
sahibi babam ve tezgâha bakmaya çalışan da benim. Dedi.
Bir anda sustu. Sanki uzaklara dalmış, sanki beni unutmuştu.
Sonra iş yerini süpüren çırağına baktı hafif hüzünlü:
—Onun benim gibi olmasını istemiyorum. Benim okumaya
imkânım yoktu. Derken kendisinden konuşulduğunu fark
eder gibi:
—Baba, işleri bitirdim. Başka bir iş kaldı mı? Boncuk boncuk
terlemişti. Ustası hemen bana döndü, küçük havlusuyla
alnını sildi, tekrar omzuna astı.
— Arkadaşım, başka bir isteğin var mıdır? Yağmur hafiflemişti
ve ben de yerimden kalkmıştım. Şimdi anlıyordum,
dükkanın aslında daha geniş olduğunu. Önemli olan duvarlar
değil içindekilerdi…
— Ne demek usta, öyle olur mu hiç. Allah’a ısmarladık,
her şey için teşekkürler. Dışarı çıktım, yağmur damlalarını hissediyorum.
İlerliyorum… Arkama dönüp el salladım. Bu gidiş
bambaşkaydı önceki gibi değil beni izleyen iki çift gözün olduğunu
biliyordum. Ve elimdeki ekmek… Eski, fırından yeni
çıkmış haline nazaran bitkin, solmuş, kuru… Evet, ekmeğim
sıcak değildi ama zamansız yağmur nedeniyle fırıncıyla olan
bu sohbet, içimi ısıtmaya yetmişti.
Altan KEMER
10/C
ÖYKÜ
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 49
Zaten Hep Yoldaydım
ÖYKÜ
Bilincim ayılmıştı, günü ve saati bilmiyordum. Gözlerimi açmaktan uzak, yatakta kalacağım
birkaç dakikanın daha hesabını yapma uğraşındaydım. Okul yoktu, sevindiriciydi. Yeni yılların ilk
gününü hep sevmiştim, şimdi de ona minnetlerimi sunuyordum. Kalkmam gerektiğini hissettim,
evde kimse yoktu; bugünü dışarıda değerlendireceğim anlamına geliyordu. Göz kapaklarımı kaldırdım,
gördüğüm tavanı akşamki düşlerimin arka planı olarak betimlemek isterdim, ama bu durum
süresince gözlerim kapalı olurdu. Yatakta birkaç saniye durduktan sonra ayaklandım, sonradan
fark ettim ki; güne modum düşük başlamıştım. Saatin bir olmasından kaynaklanan üzerimdeki
sersemlikten de olabilirdi, sonuç değişmezdi.
50
Kahvaltı etmek istemedim, bugün vücudumdaki tüm boşluklara
kendi kendime yetebilmek istiyordum. Dişlerimi fırçalarken
hala yatakta mı kalsam diye düşündüm, daha ayık bir kafayla
başka bir gün de yürüyebilirdim; bu da bir değişiklik yaratmazdı,
tüm günler birbiriyle aynıydı.
Dışarı çıktım, gözlerim etrafımdaki her bir detayı taramaya
koyulmuştu. Farklı bir şey bulamadığından olsa gerek, üzerlerine
fazla düşünmeden önündeki yola bakmaya geri koyuldular.
Yürüyüş yoluna gidiyordum, orda yürüyen veya oturan
insanları yorumlamayı severdim. Bazen sadece kısa bir anlarına
ev sahipliği yapsa da gözlerim, onların tüm hayatlarının nasıl
geçtiğini zihnimde şekillendirmeye çalışıyor; en ufak hayalde
bile-ama tabii ki tamamladıktan sonra- içimden onlardan özür
diliyordum. İnsanlar zihnimizde şekillendirildikleri kadar varlardı,
onlarla alakalı her yanlış düşünce, doğrudan kendilerine hakaretti;
ağzımızdan sözlerin çıkmasına gerek yoktu.
Yürüyüş yolunun taşlarına baktım. Kiremit rengi. Bunun da
üzerine düşünmeye gerek duymadım ve kafamı kaldırdım, yalpalayarak
yürüyordum; öyle yürümem gerektiğinden değil de,
öyle yürümek istediğimden. Etrafıma baktım, sağ tarafımdaki
büyük çamın arkasında bir park vardı. Ben çocukken-hoş ki,
hala çocuktum- daha çok kişi vardı; sayıları azalmıştı ama hala
tek tük aileler çocuklarını ekran başından uzak eğlendirme uğraşındaydılar.
Bir ailenin gözü bana kaydı, bakışlarındaki tiksintiyi
hissettim. İsteyerek bozduğum yürüyüşümden olsa gerekti.
Çocukları benim gibi olmasın diye her şeyini verirlerdi, yapacak
bir şeyim yoktu bunun için. Ben de onlar gibi olmamak için
her şeyimi verebilirdim, onlar da bunu umursamazdı. Çünkü bu
halleriyle mutlulardı.
Ama ben hala günümüzde kurulduğu söylenen bu gibi bazı
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
ailelere, yuva gözüyle bakmıyordum. Herkes kendi inandıkları
gereği en önemli şeyin yuva olduğunu söylüyordu. Amaçlarını
ona adamış; daha kendilerine kim olduklarını sormadan, hayatlarını
kimle geçirmek istedikleri sorusuna yönelmiştiler. Bunun
cevabını bulunca da üzerine bir çocuk ekleyip, yuva başlığı
altında toplanıldığını ve hayatlarında bir düzen kurulduğunu
varsayarak devam etmiştiler yaşamlarına. Daha kendine sığınamayan
bu insanlar, yuvayı sadece anlam içermeyen bir kavram
haline getirmiş; özelliklerini bu kelimeden soyutlamıştı. O
bizim bahsettiğimiz şey değildi artık, ama bunu fark etmeden
bununla avunmaya ve övünmeye devam ediyorlardı. Saçmaydı.
Her zaman önce kendime ve sonra da elimden geldiğince
başkalarına yetmek isterdim. Ama hiçbir zaman, kişi kendinden
başkası için yeterli olamazdı.
Fazla uzun bakmamdan rahatsızlıklarını ifade edecek şekilde
kaşlarını şekilden şekle soktular. Önüme döndüm, kimseye
rahatsızlık vermeye hakkım yoktu sonuçta. Adımlarımı hızlandırdım,
görüş alanlarından çıkmak ve merceğime başka şeyler
takmak istedim. Yolu çevreleyen çamlara baktım. Sabah yağan
yağmuru hatırlatmak isteyen iğne yapraklarından hala su damlacıkları
dökülmeye devam ediyordu. Gökyüzünde asılı bulutlar
da bir yenisine hazırlıyordu kendini. Gözlerimi tekrar önüme indirdim,
küçük bir çocukla karşılaştılar. Mendil satıyordu. Eğer
biraz önce bahsettiğim yağmuru başka bir nedene bağlamak
isteseydim; az önce gördüğüm bu çocukla aynı yaşlarda olan
diğer ailenin çocuğunu kıyaslamamdan elde ettiğim farklılığa
bakar ve bulutların yaptığımız bu haksızlıklardan dolayı insanları
kırbaçladığını düşünürdüm. Yağmur, dünyanın biz insanlara
kırbacıydı. Her zaman garip bulurdum eşitsizlikleri. Önce tüm
suçu devlete atardım, sonra devlet varsa ve bu şekildeyse bu-
nun nedeninin biz olduğumuzu hatırlar ve bizi kınardım. Gerçi
kendimi bu gruba katmıyordum, ben doğduğumdan beri var
olan bu sistem benim suçum değildi; ancak ben büyüdüğümde
bile böyle kalsaydı beni sorgulama iznini verirdim.
İnsanlar hep en iyi devlet düzenini, şeklini arardı. Nafileydi,
hiçbir düzen ya da yönetim en iyisi değildi. Kurallar, toplumdaki
güncel her bir birey tarafından kabul edilmedikçe-ki edilmesi
imkansızdı- hepsi kargaşaya ve ayrışmaya sebepti. Dünkü sistem
vardı, bugünkü vardı ve yarınki olacaktı. Ama hiçbir zaman
en iyisi veya en kötüsü olmayacaktı. Bu sıfatları ancak dönemlere
bahşedebilirdik.
Bunları düşünürken yürümeye dalmıştım, gözüme çarpan
mendilci çocuğu çoktan geçmiştim. Ama vicdanım daha fazla
yürümeme izin vermiyordu, adımlarımı geri yönde döndürdüm.
Çocuğun yanına vardım ve bir paket aldım. Şu anlık yapabileceğim
en iyi seçenekti, ya da ikincisiydi. Bunu hatırlayarak çocuğa
gülümsedim ve iyi-ne kadar iyi olabilecekti bilmiyordumgünler
diledim. Sonrasında da yürümeye devam ettim.
İnsanlar çoğalmıştı, tek ben varmış gibi yürümeyi daha çok
seviyordum aslında. Olsun. Karşımdan geliyorlardı, elbet arkamda
kalacaklardı. Yüzüme bakıyorlardı, onlara karşı yönden
yürüdüğüm içindi.
Komikti, basitti ama değildi de. Evet, kırılmaz şeylere çizik
atmakla övünen bir toplumun içinde herkese zıt yönde yürürcesine
yaşamak. Bu basit değildi. Yürürken kendimi tanımlayacak
bir cümle bulduğumu söylemek isterdim ama hayır, ben de
onlarla aynı yöne gidiyordum, çünkü hepimiz zamanın içinde
sürükleniyorduk, hareketlerimiz anlam taşımıyordu. Hem özgür
bir irade denen şeyin varlığını da tanımıyordum ben. Eğer zamanında
bundan bahsedebilseydim, o zaman şu an yaptığımdan
farklı bir şey yapıyor olabilirdim. Ama ben, o an yaptığımdan
farklı bir şey yapmadığım için bu noktadayım ve geçmişi
değiştiremem. O zaman dilimi için başka bir şey seçmedim,
sadece bir seçeneğin başlığı altına girdim ve özgürlüğümü kısıtladım.
Ve hayat dediğimiz, o zaman dilimlerinin bütünüyse;
ben hiçbir zaman başka bir seçeneği seçemem ve bağladığım
ipleri koparamam. İnsanların kölesi olmaktansa, geçmişin ve
anların kölesi olduğumuz gerçeğiyle gururlanmalıydık yine de.
İnsanlar dediğim gibi arkamda kalmışlardı, yine tek tük insan
görüyordum; bu sırada yağmur da başlamıştı yavaştan.
Yağmur damlalarının sesi arasında arkamdan bir bağırış
duydum, bana değildi. Bir adam eşine bağırıyordu. Birine ses
yükseltmek başlı başına mantıksızken, yine de altında yatan nedeni
merak ederek kulak kabarttım. Küçükken bize dayatılan
değer yargılarıyla paralel bir söylemdi yanlış hatırlamıyorsam.
İleriki hayatlarıyla ilgili söylemler içeriyordu. Özür dilerim ama,
ben bunu da garip buluyordum. Zihninde bu tür bağlılıklar
barındıran birisi değildim ama saygım vardı, ben de bir aralar
bu türden bir bağlılık taşıyor; ve günlerimin manalarını ona
yüklüyordum. O günleri unutmam zaten imkansızdı. O yüzden
haddimi zaten aşamazdım. Ama şu ülkede herkes dünyaya
geldikleri andan itibaren aynı ahlaki doğrularla(!) yetiştiriliyor ve
sırf böyle yetiştirilip şartlandırıldıkları için sonsuz dedikleri güzel
bir hizmete layık görüyor kendini. Başka bir deyişle, doğduğunuz
anda sahip olduğunuz bu özellikle size bir sonsuzluk vaat
edilmesi fikri mantıklı geliyorsa, tüm bu insanların direk orada
yaratılmaması fikri de neden mantıksız gelmiyordu? Öyle doğmakla
öyle yaratılmalarının sonuçları aynı olsaydı, dünya gibi
uğraştırıcı, ayrıştırıcı ve eşitsizliklerle dolu bir yolun gereksizliği
göze çarpıyordu. Belki bunlar başkası için mantıksızdı, ama her
birimiz tam anlamıyla zaten sadece kendimiz için mantıklı olabilirdik.
Küçükken bunlar neden aklıma yatıyor da şimdi yatmıyor
diye düşündüm. Bir şey, inandığımız için mi aklımıza yatar
yoksa aklımıza yattığı için mi inanırız sorusu kısaca.
Aklıma felsefe dersinde söylediğim bir örnek geldi: Her birimiz
öğrenciyiz ki yapmışızdır, bilmediğimiz bir konudan test
çözmemiz gerekiyordur ve konuyu öğrenmek için cevapları
cevap anahtarından bakar, o sonuçlara göre soruları yorumlar
ve konuyu öğrendik sayardık. Her şey mantıklıydı, çünkü cevap
anahtarını tek doğru ve değiştirilemez varsaymıştık. Ama sonra
konuyu öğretmenlerden dinleyip, konu özetleri okuyup geldiğimizde
ve tekrar testi çözdüğümüzde, gözümüze tik attığımız bir
sorunun yanlışlığı çarpar; cevap yanlıştır, bunu fark etmişizdir.
Eskiden aklımıza yatan şeylerin yanlışlığını ve cevap anahtarının
da hatasız olmadığını kabul etmişizdir. Biz de küçükken bize
dayatılan fikirlerin üzerinden bu şekilde mantık kuruyorduk. En
azından ben öyle yaptığımı sezmiştim. Belki başkaları yapmamıştır.
Bilemezdim.
Ve ayrıca kimse kölemiz değildi. Hiçbir dünya, bizim “Yaşayışımızın
amacı olmalı.” önermemizi doğrulamak için yoktu;
bunun kanıtladığı tek şey bencilliğimizdi.
Sıkılmıştım, kendimle baş başayken hep dönüp dolaşıp bu
konulara geliyordum. İnsan ne olursa olsun içindeki korkuyu
ve şüpheyi bastıramıyordu neticesinde, çocuklukta böyle işlenmişti.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 51
ÖYKÜ
ÖYKÜ
Sıkıldım, yere oturmak istiyordum. İnsanlar muhtemelen yeniden
bakarlardı bana. Olsun, gözlerimi kapardım.
Yerler ıslaktı, ama beni engelleyen bir unsur değildi. Oturdum,
gözlerimi kapadım ve artan su damlacıklarını ensemde
hissettim. Güzeldi. O an yanımda birisini istediğimi fark ettim,
kuzenimi yanımda istiyordum; elimi cebime atarak telefonumu
çıkardım. Gelmesini istediğimi söylediğimde yerimi söylemem
ve tamam demesi on saniyeden kısa sürmüştü.
Onu çok seviyordum.
Evi yakın olduğu için birkaç dakika aradan sonra yanımdaydı.
Kuzenimle bir olmuş, yağmurun oluşturduğu küçük su
birikintisinde silüetlerimize bakıyorduk. Düşüncelerini okuyordum,
daha önce yazıya döktüğü bir cümleyi seslendiriyordu
kendisi içinde: ”Artık yenilmenin ölmek anlamına gelmediği bir
toplumsal düzende yenildiğimizi hissetmekten kaçabilmek için
ölmeyi düşünüyoruz.” İsmini dünyanın tabanına kazımanın tek
yolunu düşüncelerine sızdırmıştı, hepimiz o noktaya varacaktık;
erken olsa ne olur diye sorguluyordu. Beraberken hep Tanrının
kim olduğunu sorgulardık, o onu mutlulukta bulmuştu ve sonra
da kaybetmişti. Şimdi kendisini de kaybetmesinde sakınca
görmüyordu. Gözlerini yavaşça kapadı, yağmurun hızla artışı
küçük birikintideki görüntülerimizi bulanık hale getirmişti. Artık
onu göremiyordum.
Yok oluyordu ve ben gözlerimi kapatmaktan öteye gidemiyordum.
Ama bunu yaparak kendimce onu hala canlı tutuyordum.
Var olan insanları nasıl sadece gözümü kapadığımda oluşan
karanlıkla silebilirsem ancak, onun yokluğunu da bununla
örterek hala varlığını hissedebiliyordum. Ona olan sevgim böyleydi,
farklısını da istememişti; memnundu benden. Mutluyum
ki, onu anlayan birisi olarak-ya da tam bu noktada bunu dediğim
için onun şu ana kadar ki tüm kendini ifade etme çabasını
boşa çıkararak- söylüyorum ki, düşüncelerinin benzerlerini
bana miras bırakarak göçmüştü bu dünyadan.
Gittikçe artan ve de bu yüzden bende değeri kalmayan, artık
birikintiden ziyade altındaki zeminin yerini almaya yüz tutmuş
bu yerden uzaklaştım. Yine yürüyordum, zaten hep yoldaydım.
Adımlarım evin yolunu takip etti, yorulmuştum. Yatağıma
girmek istedim. Üzerimi değiştirmeden ve ıslaklığımı umursamadan
yorganın altına girdim.
Bugün, sorumluluk adı altında, sadece bu dünyanın değil;
varlığından emin olmadığım başka dünyalarında yüklerini sırtımda
taşımışlık hissine ev sahipliği yapmaktan yorgun düşmüştüm
sanırım.
Uyuyacaktım, ama yelkovanın döndüğü her dakika dökülen
bir kanın bilinciyle uykuya dalmaya çalışırken, hayallerimin arka
planını bu kırmızıyla boyamak zorunda kalıyordum.
Hayallerime sevdiğim insanı ekledim, arka plandaki kırmızı
artık bir caniliğin değil de düşlediğim yanakların tonundaydı.
Ona bir kez daha teşekkür etmem lazımdı, beni kendine layık
gördüğü için. İyi ki vardı. Bazen onun yüzünden deli damgasıyla
vurulan bir akıllı gibi olduğum doğruydu. Ama değerdi.
Şimdi de bu tatilin sonunu iki ölüm, bir cesetle kapayarak;
hafta içine girecektim. Sınavlar vardı, kaygılar vardı. Farklı evrenlerden
uzak, düşünceleri zihninden ırak insanlar vardı. Olsundu.
Her şey vardı. Hep bunu yapmıştık, şimdi de devam
ederdik. Yüzümüze gülümsememizi ekler, nice bizleri arardık.
Sanırız ki herkes böyleydi, sadece göstermek için doğru insanın
varlığını bekliyorlardı. Yazık ki, kimse için doğru değildik. Ve de
bu yüzden bu maceramızı hep ayna karşısında sonlandırırdık.
Ece Işılsu SAY
12/A
52
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Düşünce Maskeler
Güldü.
Gülümseyen yüzündeki hoş kırışıklar
Gülen gözlerinin ardında yaşlar
Mutluymuş gibi söylediği sözler,
Anladım gülüşünün altındakileri
Düşünce maskeler.
Söyledi.
Doğruymuş gibiydi tüm yalanlar
Artık kendini de inandırmıştı onlar
Ayrılmaz oldu artık yalanla doğrular
Anladım sözlerinin altındakileri
Düşünce maskeler.
ŞİİR
Bakışları yumuşacıktı
Bilinmezdi yüreğindeki kinler
Sevilmezdi bilinseydi kalbindekiler
Kalırdı belki aklımda mutlu gözler
Anladım bakışlarının altındakileri
Düşünce maskeler.
Sude İNCİ
12/C
Herkesleşiyorsun
Herkesleşiyorsun
Sen de onlara benzedin
Nedendir çözemedim
Belki farklılıktan korkuyordun
Belki de hiç çaba harcamadın
Herkesleşiyorsun
Her geçen gün daha da korkuyorum
Bu karmakarışık dünyada bir ben kalıyorum
Sanki seni tanıyamıyorum
Git gide onlara benzetiyorum
Herkesleşiyorsun
Bu lafı da kullanır oldular
Bütün farklılıkları bozuyorlar
Güzellikler birbirine benziyor
Yaşamın neşesi kaçıyor
Herkesleşiyorsun
Ve ben birini daha kaybediyorum
Uyum sağlamaya çalıştıkça batanları seyrediyorum
Ne uğruna bütün bunlar diye düşünüyorum
Ne yazık ki anlamlandıramıyorum.
Zeynep Nisa ABAK
10/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 53
KÜLTÜR-SANAT
Emmy’li Bir Türk:
Haluk Bilginer
Bu yıl 47’ncisi düzenlenen Uluslararası Emmy Ödülleri New York’ta düzenlenen törenle sahiplerini
buldu. Bu yılki ödüllerde, 21 ülkeden 11 kategoride 44 aday yarıştı. Törende 2 özel ödül ve
11 Emmy ödülü verildi. Haluk Bilginer de Şahsiyet dizisindeki başarılı performansıyla En İyi Erkek
Oyuncu ödülüne layık görüldü.
Bilginer, ödül törenine Şahsiyet’in yönetmeni Onur Saylak,
senaryo yazarı Hakan Günday ile birlikte katıldı. Uluslararası
Emmy Akademisi ve dizinin yaratıcı ekibine teşekkür eden Bilginer,
ödülünü kızı Nazlı Bilginer’e adadı. Dizide adalet ve bellek
kaybı kavramlarının anlatıldığını belirterek, ‘’İçinde yaşadığımız
toplumun bellek kaybı yaşamadığından emin olun” ifadelerini
kullandı.
Haluk Bilginer, ödülünü aldıktan sonra yaptığı açıklamada;
‘’Çok iyi hissediyorum. Türkiye’ye bu ödül gittiği için çok
oyunculardan ve daha nicelerinden de tebrik mesajları ve kutlamalar
aldı. Haluk Bilginer aldığı ödülle hem herkesi mutlu etti
mutluyum. Çok severek, beğenerek yaptığımız bir işin başkaları
tarafından da uluslararası bir platformda takdir edilmesi ve
hem de gururlandırdı.
Ödül aldığı Agah Beyoğlu karakteriyle Alzheimer hastası bir
ödülle taçlandırılması çok mutlu edici bir şey. Çok mutluyum.”
adamı canlandırdı. Dünyada en iyi 40 dizi arasına giren Şahsiyet’in
IMDb puanı 9,2/10.
İfadelerini kullandı.
Üç çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak 5 Haziran 1954’te
dünyaya gelen Haluk Bilginer, lise son sınıfta okulun tiyatro koluna
girdi ve liselerarası tiyatro yarışmasında ilk ödülünü kazandı.
Ardından jürideki tiyatro müdürünün davetiyle İzmir Devlet
Tiyatrosu’nda konuk oyuncu olarak çalıştı. Liseyi bitirmesinin
ardından Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne girdi.
Devlet konservatuarından mezun olduğu yıl İngiltere’de Londra
Müzik Ve Drama Sanatları Akademisi’ne giren Bilginer, burada
bir yıl kadar ileri tiyatro öğrenimi gördü. İngiltere vatandaşlığı da
Usta oyuncunun başarısı sosyal medyanın gündeminde
bulunan Haluk Bilginer oradaki yaşamı boyunca birçok oyunbüyük
ilgi gördü. Halkın yanında sanatçılardan, siyasetçilerden,
54
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
da, müzikalde, filmde ve televizyon dizisinde yer aldı ve İngiltere
kariyerinin ardından Türkiye’ye döndü. Ardından kariyerine burada
devam etti. Çeşitli oyunlarda, filmlerde, dizilerde yer aldı.
Bunun yanında seslendirmelerle de halkın önüne çıktı.
2002 yılında Nebil Özgentürk’ün sunduğu Bir Yudum İnsan
programına konuk olarak ‘’20 yıl sonraki Haluk Bilginer’i çok
kıskanıyorum. Kim bilir neler öğrenmiş olacağım’’ ifadelerini
kullandı. Burada da bizlere insanın her zaman yeni şeyler öğrenmesinin
ona yenilikler katacağını ve başarıya ulaştıracağını
söylüyor.
Bizler de Haluk Bilginer ve daha nice başarılı insanın öğütlerini,
yaşamlarını dikkate alıp başarıya ulaşmak için elimizden
geldiğince çalışmalıyız. Hiçbir başarı tesadüf değildir. Başarı
uzun uğraşların ve emeklerin ürünüdür.
Hilal GÜLTOPLAYAN
12/D
ŞİİR
Mektuplarım
Sana mektuplar yazarım,
Senin bundan haberin yok.
Yazıp sonra kapatırım.
Mektuplarım,
Hedefi defter olan bir ok.
Güzelliğini yazarım,
Sarı saman kâğıdına.
Benzer göz kapaklarına.
Mektuplarım,
Zarfı salınan saçların.
Günlerimi anlatırım
Yolunu gözleyişimi
Hasretimi, bekleyişimi.
Mektuplarım,
Bilmeyeceğine yanarım.
İçimde bir ağırlık var,
Hasretimin ağırlığı.
O’dur hüznümü tarttığı
Mektuplarım:
Ayarı bozuk bir kantar.
Çare istiyorum senden
Bir ada, içinde tek ben.
Bir göl; şişe, kağıt, kalem
Mektuplarım,
Der ‘Çare yok, ille de gitmem!’
Ömer Faruk KOTAN
11/C
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 55
Bir Savaş Stüdyosu
MAKALE
1.Dünya Savaşı’na kadar dünyanın güçlü devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, İttifak
devletleri ile birlikte yenilmiş olarak ayrıldığı savaştan; sonrasında insan kayıplarından, mali çöküntü
ve topraklarının büyük bir kısmını kaybetmesinden dolayı büyük bir çöküş içerisindedir.
Savaş ve sonrasındaki işgal döneminin ağır sonuçları zamanla her alanda kendini göstermeye
başlamıştır. Siyasi, iktisadi, sosyal ve askeri alandaki yasaklamalar, İstanbul hükümetinin ve işgal
devletlerinin baskıları halkın bağımsızlıklarını kazanmaya yönelik umutlarından vazgeçmelerine
sebep olmuştur.
O yıllarda sanayi ve ticaretteki birçok alan gayrimüslimlerin
eline geçmişti, testi yapım atölyeleri Rumların elindeydi.
Dönemin kapalıçarşı ve etraftaki el sanatları atölyeleri de
azınlıklar elinde kalmıştı.
19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla birlikte
başladığı kabul edilen Milli Mücadele Dönemi halk üzerindeki
bu karamsar havayı yavaş yavaş kovar .Bu süreçte düşman
işgalinden kurtulmaya çalışılırken İstanbul hükümetinin
Milli Mücadele’yi baltalama girişimleri, işgal kuvvetlerinin
baskıları, basının Milli Mücadele aleyhine ve lehine gösterdiği
tutum bu dönemde yaşanan bölünmüşlüğü çok iyi özetler.
Tüm olumsuz şartlara karşın bu dönemde Doğu ve Batı
kültürlerinin etkisi altında bulunan coğrafyamız zamanla bireysel
bir kimlik arayışına girecektir ve sanat dalında da bu
arayışa devam edecektir.
O dönemlerde toplumun yeniliklere açık olmaması sebebiyle
modern olan Batı etkisi ancak 19. yüzyılda benimsenmiştir.
Bu benimseme 3.Selim’in desteğiyle ressamların
Avrupa’dan İstanbul’a getirilip Batı sanatını Osmanlı’ya tanıtmasıyla
oluşmuştur. Bunun sonucunda Osmanlı yöneticilerinin
sanata karşı sert tutumları zamanla gevşemiştir ve 19.
yüzyılda Batılılaşma; askeri, siyasi, sosyal ve sanatsal alanlarda
kendini göstermiştir. Sonuç olarak da tuval resmine ilgi
duyulmaya başlanmıştır. Sultan Abdülaziz’in yardımıyla yabancı
sanatçılar sarayda çalışma imkanı bulmuş ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun geçmişinde yaşanan önemli olayları resmetmişlerdir.
Sonrasında 2. Abdülhamit döneminde saray
ressamlığı yapan Fausto Zonaro da Osmanlılar ve Yunanlar
arasında gerçekleşen “Dömeke Savaşı”nı betimlemiştir.
Güncel bir savaşın resmedilmesi açısından oldukça önemli
bir eserdir.
56
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
1900’lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu yıkılma sürecine
girmiş olsa da 1.Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’ndeki
zafer herkes için yeni bir umut ışığı olmuştur. Bu zafer
türkü ve şiirlerde olduğu kadar resimde de kendine yer bulmuştur.
Zonaro’nun başlattığı “güncel bir savaşı tuvali resme
yansıtma” anlayışı bu şekilde devam etmiştir. Bununla
birlikte ressamların savaşları ve boyutlarını tahmin ve hayal
yoluyla resmetmedikleri, Almanya’dan gelen bazı dergi ve
gazeteler yardımıyla edindikleri bilgiler ve fotoğraflar yoluyla
Fatma TARHAN
11/B
zihinlerinde oluşan atmosferi tuvallere yansıttıkları konusu
çok önemlidir. Çünkü Şişli Atölyesi’nde bunun farklı bir boyutunu
sanatçıların oluşturdukları yapay bir cephede bire bir
modelden çalıştıklarını göreceğiz.
Sami Yetik, İbrahim Çallı, Ali Sami Boyar, Mehmet Ruhi
Arel, Nazmi Ziya, Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Namık
İsmail, Hüseyin Avni Lifij gibi sanatçılar ilk önce Sanayi-i
Nefise Mektebi’nde sonra ise Paris’te eğitim aldıkları sırada,
1914 yılında, patlak veren 1.Dünya Savaşı sebebiyle yurda
geri çağrılmışlardır. Fakat aldıkları bu eğitimi değerlendirmek
isteyen sanatçılar için ülkede yaşanan sıkıntılar aşılmaz
hale gelmiştir. Bu dönemde ressamlık, sanat tarihçiliği ve
devlet adamlığı yapan Celal Esad Arseven, Harbiye Nezareti’ne
bağlı bir birime giderek ressamların içinde bulunduğu
zorlukları anlatmış ve ressamların kendilerine ait bir atölyede
çalışarak aldıkları eğitimi değerlendirmeleri gerektiğini söylemiştir.
Bunun sayesinde Osmanlı’nın müttefiki olan Avusturya ve
Almanya gibi Batılı devletlere karşı sanatsal anlamda da güç
sahibi bir devlet olduğu kanıtlanacak hem de özgürlüğünü
isteyen toplum imajı herkesçe görsellik kazanmış olacaktır.
Böylece 1917 yılında Şişli ‘de Bulgar Çarşısı olarak bilinen
alanda üstü cam ile kaplı bir baraka kurulmuştur. Barakanın
çevresindeki araziye siper çalışmaları için hendekler kazılmış
on tane asker, bir top arabası, bir atlı asker, silah ve diğer
gereksinimler Harbiye Nezareti tarafından ressamlara sunulmuştur.
Boya, tuval, fırça gibi malzemeler de Almanya’dan
kısa sürede temin edilmiştir ve sanatçılar çalışmaya başlamışlardır.
Şişli Atölyesi’nde verilen bazı eserler:
Namık İsmail grubun en genç üyesidir bu eserinde savaşın
acı dolu gerceklerini vurgulamıştır.
Çallı bu eserinde hareket dinamizmini etkileyici bir biçimde
ortaya koymuştur.
MAKALE
Mehmed Ruhi bu yapıtında Çanakkale Savaşı’nda yaşanan
bir çarpışma sonrasını resmetmiştir.
Bu ve bunun gibi Şişli Atölyesi’nde yapılan resimler 1918
yılında Viyana’da sergilenir. Ahmet Kamil Gören’in “Türk
Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi” adlı bir eseri
bulunmaktadır.
Şişli Atölyesi hem sanatçıları bir fikir ve dava etrafında toplaması
hem de ortak bir konu üzerinden sanat eseri üretmesi
yönünden Türk Sanat tarihinde önemli bir oluşum olarak
yerini alır.
Sanatçı bu eserinde savaşın duygusal tarafını ele almıştır.
İrem ÇİĞNİTAŞ
12/D
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 57
FOTOĞRAF
58
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 59
FOTOĞRAF
FOTOĞRAF
60
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Fen Lisesinde Bir
Resim Çalıştayı
Geçen yıl Rüveyda hocamızın önderliğinde okulumuzda düzenlenen resim çalıştayı; suluboya,
karakalem, yağlı boya gibi farklı sanat dallarıyla ilgilenen öğrencilerin bir araya gelip resim
yapmasını sağladı. 3 gün süren bu zevkli organizasyon; biz öğrencilere farklı ortamlarda, farklı
dallarda resim yapabilme imkanı sundu. İcra edilen eserler Kocaeli Fen Lisesi’nin yıl sonu sergisinde
yer aldı. Bu güzel deneyimi bizlere yaşattığı için Rüveyda hocamıza ve gerekli malzemeleri ve
ortamı tedarik ettiği için okulumuza teşekkür ederiz.
KÜLTÜR-SANAT
Covid-19 dönemi boyunca bizlerin de okulda en özlediği aktivitelerden olan önümüzdeki resim çalıştayını iple çekmekteyiz.
Fatmanur UĞURLU
10/A
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 61
Bekle Bizi
Geliyoruz
SPOR
Milli takımımızın Euro 2020 yolunda yaşadıklarını anlatacağımız bu yazımıza milli takımımızın
eski başarılarını anlatarak başlayacağız.
Euro 1996’da Türkiye:
Önceki elemelerde sürekli takılan Ay Yıldızlılar Euro 1996 elemelerinde şeytanın bacağını kırmayı başardı ve Euro 1996’ya
katılmaya hak kazandı. İlk kez katıldığımız Avrupa Şampiyonası olan Euro 1996 A
Milliler için pek de iyi sonuçlanmadı. Üçte sıfır yapan milli takımımızın tek tesellisi futbolcumuz
Alpay Özalan’ın kazandığı fair-play ödülü oldu. takımdaki büyüklerimden
hem akademik başarısı hem sportif başarısı iyi olan birçok kişi var ben de onlar gibi
hem sportif başarının hem de akademik başarının çok çalışıp zamanı verimli kullanıp
bir arada götürülebileceğini düşünüyorum.
Alpay Özalan - 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki Hırvatistan-Türkiye karşılaşmasında,
maçın son bölümünde kontra atakta Vlaović’e faul yapmamış bu centilmence hareketinden ötürü UEFA tarafından
Fair Play ödülüne layık görülmüştür.
Euro 2000’de Türkiye:
Euro 1996’dan dersler çıkaran milli takım bu turnuvada daha etkili oldu.1996’da
katıldığımız ilk turnuvada sıfır çekmiştik, Euro 2000’de gol atmış, puan almış, kazanmış
ve çeyrek final oynamıştık. Daha da iyisini başarabilir miydik...
Euro 2008’de Türkiye:
Yunanistan’ın ardından grupta ikinci olarak Euro 2008 biletini cebimize koyduk ve
şampiyona tarihinde üçüncü kez boy gösterdik. Bizim için geri dönüşlerin turnuvası
olan Euro 2008, A Millilerin yarı finale kadar yükselip tarih yazdığı unutulmayacak
turnuvalar arasında yerini almıştı.
Euro 2016’da Türkiye:
Selçuk İnan’ın son dakika golüyle biletini kaptığımız Euro 2016’da yeteri kadar
birlik içinde olamadık. Bu turnuva Ay Yıldızlılar için pek iyi sonuçlanmadı ve Türkiye tarihinde 4. kez katıldığı Avrupa Şampiyonasından
2. kez grup aşamalarında elenerek turnuvaya veda etti.
62
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Geçmiş turnuvaları hatırladıktan sonra Euro 2020’ye gitmeye nasıl hak kazandığımızı, çok tartışılan asker selamı gol sevincini,
turnuvada parlayan genç yıldızlarımızı ve turnuvadaki grubumuz hakkında sizleri bilgilendireceğiz.
Euro 2020’ye Katılma Serüvenimiz:
Milli Takımımız çok da kolay olmayan Euro
2020 elemeleri grubundan Fransa’nın ardından
2. Olarak çıkmayı başardı.
Grup aşamalarına en çok damgasını vuran
olay ise son dünya şampiyonu Fransa’yı kendi
evimizde yenip deplasmanda berabere kalarak
gücümüzü göstermemiz oldu.
Grup aşamalarında çok tartışılan bir diğer
olay ise oyuncularımızın Mehmetçiğimize destek
vererek gol sevincinde asker selamı yapmaları
oldu. Diğer ülkeler yapınca soruşturmaya
bile gerek duymayan UEFA, bu gol sevincinden dolayı Milli Takımımıza para ve kınama cezası verdi.
Şimdi gelelim elemelerde parlayan ve dünya devlerinin dikkatini çeken bazı genç yıldızlarımıza:
SPOR
Türk Duvarı Çağlar ve Merih:
İngiltere liginin Leicester City takımında forma giyen Çağlar Söyüncü hem kendi takımında hem de Milli Takımda gösterdiği
performansla tüm dünya devlerinin ilgisini çekmeyi başardı. İtalyan devi Juventus’ta forma giyen Merih Demiral ise sezon başında
takımında fazla forma şansı bulamıyordu. Elemelerde çok iyi bir performans gösteren Merih takım hocasının da dikkatini çekerek
ilk 11’in vazgeçilmez ismi olmak üzereydi ki talihsiz bir sakatlık yaşadı. Sezon sonuna kadar forma giyemeyecek olan genç
oyuncumuzun Euro 2020 şampiyonasına yetişmesi zor gözüküyor. Buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
Euro 2020’de Bizi Ne Bekliyor:
Euro 2020’de A grubunda mücadele verecek olan Ay Yıldızlıların rakipleri İtalya, İsviçre ve Galler oldu. Diğer gruplara nazaran
daha dengeli bir gruba düşen Milli Takımımızın turnuvada ilerleme şansı oldukça yüksek gözüküyor. Maçların oynanacağı
yerlerden birinin de Bakü
olması Türkiye için büyük bir
şans. Bakü’de Türkiye’ye destek
verecek on binlerle işimiz daha
kolay olacak. Biz de Kocaeli Fen
Lisesi olarak Milli Takımımıza
başarılar diliyoruz ve alacakları
sonuçlar ne olursa olsun onlarla
gurur duyacağımızı belirtmek
istiyoruz.
BAŞARILAR TÜRKİYE!
M e h m e t E m i n K A R A C A
Mehmet Fatih KARAAYTU
11/A
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 63
ŞİİR
O Gün
Sabırsızlıkla beklediğim o gün
Geciktikçe gecikiyor
Hemen gelsin istiyorum çünkü
Beni orada birileri bekliyor
Ama korkmuyor değilim üzülüyorum da
Huzura kavuşacağım o gün
Sevenlerimi boğacak kedere ve yasa
Peki ya onlar üzgünden mutlu olabilecek miyim?
Kimseyi üzmeden sessizce kaçıp gidemez miyim?
Belki orada beni bekleyenleri bildiğimden rahatım
Belki de o yüzden bu umursamazlığım
Onları tekrar görmek için sabırsızlanırken
Ardımda bıraktıklarımı özleyecek miyim?
Ve şimdi gecenin karanlığında
Daha da tatlı geliyor ölüm
Her gördüğüm zorlukta
Aramaktansa çözüm
Kaçıyorum ve ölüme sığınıyorum...
M. Elifnur GÜLYILDIZ
12/B
64
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Z-Kütüphanemiz Açıldı
Keşanlı Ali Destanı
Kocaeli Fen Lisesinde çok özel ve güzel bir gün daha yaşandı.
29 yıllık okulumuzun kütüphanesini yenileme, güzelleştirme
ve ZENGİNLEŞTİRME faaliyetleri kapsamında, 3 aylık çalışmanın
sonunda, öğrencilerimize yakışır bir kütüphane yapıldı.
Kütüphanemizin açılışına İzmit Kaymakamımız Sayın Şevket
CİNBİR, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcımız Sayın Sadık AKAR,
İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Ömer AKMANŞEN,
İzmit Medikal Park Hastaneleri Genel Müdiresi Nazlıhan AL-
KAN, Başhekim Dr. Göksel ENSARİ, İstinye Üniversitesi Yönetim
Kurulundan Begüm USTA ve Genel Sekreter Yardımcıları
Pınar TÜREN ile Talat ŞAHİN katıldılar.
Yaklaşık 3620 eserin yer aldığı “Z Kütüphanemizin” yenilenmesinde
başta İstinye Üniversitesi ile İzmit Medikal Park
Hastaneleri ile Detay Kitabevi, Kaşıbeyaz Kitabevi, Eylül Kitabevlerinin
de katkısı oldu. Ayrıca okul aile birliğimizin de
inanılmaz gayretleri oldu.
Bu çalışma, devlet ile özel sektör işbirliğinin yanında, eğitim
ile sağlık sektörünün güzel bir dayanışması oldu.
Okulumuza ve öğrencilerimize yakışır bu güzel kütüphanede,
öğrencilerimizin bol bol kitap okuyarak; ilim, bilim ve irfanla
donatılarak, bu millete ve devlete hayırlı birer evlat olmaları
dileğiyle, emeği geçen herkese bir kere daha teşekkür ederiz.
İzmit Belediye Başkanı Fatma
Kaplan Hürriyet’i Ziyaret
Okulumuz Tiyatro grubu öğrencilerinin oynadıkları Keşanlı Ali
destanı Mayıs ayında Sabancı Kültür Merkezinde izleyicileri ile
buluştu. Yoğun ilgi üzerine 30 Ekim 2019 Çarşamba günü
Sabancı Kültür Merkezinde saat 19.30’da okul tiyatro grubumuz
ikinci kez sahnelediler.
Gösteriye, İzmit Kaymakamı Şevket CİNBİR ve İlçe Milli Eğitim
Müdürü Ömer AKMANŞEN’de katıldılar.
“Keyefel” İngilizce Dergi
Çalışmalarımız
Müdür Başyardımcımız Sinan MERAL, İngilizce Öğretmenimiz
Hüseyin NERGİZ, öğrencilerimiz Yusuf Ali ÖZCAN ve Sıla
YILMAZ ile İngilizce Konuşma Kulübümüzün çıkaracağı “KeyeFeL”
isimli İngilizce dergimiz için Kocaeli Üniversitesi Rektörü
Sayın Prof. Dr. Sadettin HÜLAGÜ hocamızı makamında
ziyaret ederek röportaj yaptı.
Milli Şairimiz Mehmet Akif
Ersoy’u Andık
HABER
Okul Müdürümüz Mesut Tekin ve Okul Aile Biriliği üyelerimiz,
İzmit Belediye’sinin okulumuza kazandırdıkları müzik sınıfından
dolayı, Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet’e teşekkür
etmek amacıyla makamında ziyaret etti.
İstiklal ve istikbalimizin kuruluşunda; sadece silahla, topla, tüfekle
değil; dua ile, kalem ile de mücadelenin varlığı ve önemi
gençlerimize Kocaeli Üniversitesinden Prof. Dr. Gencay ZA-
VOTÇU tarafından “Mehmet Akif ve İstiklal Marşı” teması ile
anlatıldı.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 65
3-4-5 Şubat 2020 Geleneksel
Kariyer Günlerimiz
Geleneksel Kocaeli Fen Lisesi “Kariyer Günlerini” okulumuzdan
mezun olmuş, ülkemizin en seçkin farklı üniversite ve bölümlerine
giden, farklı meslek gruplarından 80´in üzerinde Kocaeli
Fen Liseli gencimizi, gençlerimizle buluşturduk.
Mevlid-İ Nebevi Haftası
HABER
1 Kasım 2019 Cuma günü Mevlid-i Nebevi Haftası kapsamında
programda, Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden değerli
hocamız Sayın Doç. Dr. Kadir Gömbeyaz’ın “Rabbimize Güven,
Peygamber Efendimize Sevgi” temalı sohbetinin tadına vardık.
Dr. Faruk Öndağ
Uzm.Dr. Faruk Öndağ Hedeflerin Doğru belirlenmesi, zaman
yönetimi ve meslek seçimi ile ilgili öğrencilerimize bilgi verdi.
Okulumuz kariyer günleri kapsamında öğrencileri alanları hakkında
bilgilendirmek için Kocaeli Devlet Hastanesi Başhekimi
Uz. Dr Adem Çakır ve İlçe Sağlık Müdürü Nazif Aksoy’u ağırladık.
Coronavirüsten Nasıl Korunmalıyız?
Medical Park Hastanesi Göğüs Hastalıkları Hekimi Uzm.
Dr.Elif Reyhan Şahin 10 Mart’ta okulumuzu ziyaret ederek
öğrencilerimize Temizlik, Bağışıklık Sisteminin Korunması,
Grip, Coronavirüs konularında bilgilendirmede bulundu.
Kocaeli Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Sadettiin HÜLA-
GÜ okulumuz öğrencilerine Kocaeli Üniversitesini tanıttığı gibi
tıp Fakültesi ahkkında da bilgi verdi. Meslek seçimleri ile ilgili
önerilerde bulundu.
Cemalettin Orhan
İzgören Akademi-Yasemin Kaya
66
Okulumuz ilk mezunlarından olan Cemalettin Orhan okulumuzun
bu yılki Kariyer günlerinde de yanımızda oldu. Öğrencilerimizle
meslek seçimi ve kariyer basamakları ile ilgili tecrübelerini
paylaştı.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
16 Aralık 2019 Pazartesi günü İzgören Akademi Kocaeli Bölge
Sorumlusu Yasemin KAYA; okulumuz öğrencilerine hedeflerin
belirlenmesi, doğru hedef seçme, başarının yolları ve
adımları gibi konularda ışık tuttu. Kendisine teşekkür ederiz.
Mezunlar Derneği 1. Olağan
Genel Kurulu
24 Kasım Öğretmenler Gününü
Kutladık
2019-2020 eğitim öğretim yılı 12. Sınıf öğrencilerimiz tarafından
kurulan ve eski dönem mezunları tarafından da desteklenen
KOCAELİ FEN LİSESİ MEZUNLAR DERNEĞİ 1. Olağan
genel kurulu gerçekleştirildi.
Okul Aile Birliğimizden Özlem YİĞİT, Ayfer DURMUŞ, Elif
ATAMAN ve diğer velilerimizin desteğiyle öğle arasında başlayan
programımızın çok değerli iki konuğu vardı. Milli Eğitim
Bakanlığımızın da bu yıl önemle üzerinde durduğu “öğretmene
vefa” temasına uygun olarak, okulumuzun 1991’de kurucu
müdürlüğünü de yapıp 7 yıl hizmet eden Müdürümüz
Mustafa ÇOBAN ile 2004-2010 yılları arasında görev yapıp,
okulumuzun 2009’da Körfez’den yeni yerleşkesine taşınma
işini sağlayan Müdürümüz Recep BAKIR’ı misafir etme mutluluğunu
yaşadık.
HABER
Hayatımız Felsefe
Bütün bilimlerin temeli olan Felsefe; insanın varlığını, yaşamını,
değerlerini, amaçlarını sorgular, sorgulatır. 11 Aralık 2019
Çarşamba günü Felsefe Öğretmenimiz Şenay ŞAHİN rehberliğinde
11.sınıf öğrencilerimiz için “Hayatımız Felsefe” konulu
konferansımızda hocalarımızın hocası Ekin TEKOL’u konuk ettik.
Ekin TEKOL hocamıza teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.
10 Kasım Atatürk’ü Anma Haftası
51. Tübitak Lise Öğrencileri Araştırma
Projeleri Yarışmasında Bölge
Finalindeyiz
Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük lider Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ü ölümünün 81. yılında hafta boyunca yaptığımız
etkinliklerin ardından, öğrencilerimizin hazırladığı programla
anmaya ve anlatmaya devam ettik.
Bu yıl 51.’si düzenlenen TÜBİTAK Lise Öğrencileri Araştırma
Projeleri Yarışmasında, danışmanlığını Fizik Öğretmenimiz Selda
ELMAS’ın yaptığı, öğrencimiz Göksel AKTAŞ’ın hazırladığı
proje, bölge finallerine gitmeye hak kazandı.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 67
Biyoloji Olimpiyatından Derece İle
Döndük
24.Türkiye Felsefe
Olimpiyatlarındaydık
HABER
Kocaeli Fen Lisesi Biyoloji Olimpiyat grubu olarak 20-30 Ocak
2020 tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen Yusuf Durmuş
Bilim Olimpiyatları kampına katılan öğrencilerimiz Burcu KO-
TAN, Ece ARSLAN, Ada SAYAR, Aydan ÇEKİÇ, Ceren KO-
ÇAK, Mehmet TAŞOLAR, Büşra Sude BARAN, Yağmur Çiçek
KARAKURT ve Umut ŞENOYAR kamp boyunca gösterdikleri
çaba ile üstün başarı belgesi almaya hak kazanmıştır.
Yağmur Çiçek KARAKURT 1., Ece ARSLAN ise 2.olarak biyoloji
1.grupta derece elde etmiştir.
Kocaeli Fen Lisesi olarak temel ilkemiz düşünen, sorgulayan,eleştiren,geliştiren;
tüm süreçlerde aktif, hümanist nesiller
yetiştirmek. Çağdaş dünyanın etik ve düşünsel problemlerine
farklı bir bakış açısı kazandırmak, öznel değerlendirmeler yapabilmek
için 1 Aralık 2019 Pazar günü Felsefe Öğretmenimiz
Şenay ŞAHİN rehberliğinde öğrencimiz Ece ARSLAN ile
Türkiye Felsefe Kurumu’nun düzenlediği 24.Türkiye Felsefe
Olimpiyatlarına katıldık. Bizlere verdikleri destekler içinde ayrıca
velilerimize teşekkür ederiz
Mun Kulübümüz Galatasaray
Lisesinde
Fizik Olimpiyatları
Okulumuz MUN Kulübü, Galatasaray Lisesinin daveti üzerine
İstanbul Erkek Lisesi, Fransız Saint Joseph Lisesi, Kabataş Lisesi,
Şişli Terakki Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi vb ülkemizin
seçkin okullarının katıldığı, 4 gün sürecek Türkiye geneli MUN
çalıştayına İngilizce Öğretmenimiz Pınar BEKAR’ın başkanlığında
katılıyor.
IV. Büyüteç Tarih Sempozyumu
68
Okul Müdürümüz Mesut Tekin, Fizik öğretmenimiz Selda Elmas
ve Rümeysa Turhan Van’ daki Fizik olimpiyatlarına katıldılar.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Tarih Öğretmenimiz Hüseyin TÜRKARSLAN rehberliğinde,
öğrencilerimiz Filiz IŞIK, İsmail Berkay ELMA, Alp Emre EY-
RİKAYA, Nedim Orkun YÜNDEM, Mehtap HAN ve Fikret
Furkan ÖZKAN, Kabataş Erkek Lisesi’nin düzenlediği IV. Büyüteç
Tarih Sempozyumu’na katıldılar.
Sosyal Medya Araçlarının Medeniyet
Ve Değerlerimiz Üzerindeki
Etkisi Konulu 1. Gençlik
Sempozyumuna Katıldık
Türkiye Zeka Oyunları Şampiyonası
Kocaeli Millî Eğitim Müdürlüğü ve Körfez Fen Lisesi koordinatörlüğünde,
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli Üniversitesi,
Konya Üniversitesi, İbn Haldun Üniversitesi, Necmettin Erbakan
Üniversitesi, Yerli Düşünce Derneği, Körfez Belediyesi’nin birlikte
düzenlediği, ‘Sosyal Medya Araçlarının Medeniyet ve Değerlerimiz
Üzerindeki Etkisi’ konulu 1. Gençlik sempozyumuna Kocaeli
Fen Lisesi olarak iki bildiri ile katıldık. Emeği geçen öğretmenlerimize,
öğrencilerimize ve her zaman bizleri destekleyen Okul
müdürümüz ve idarecilerimize teşekkür ederiz.
1. Sosyal Bilimler Çalıştayımız
Bilgisayar Öğretmeni İrfan KAYA danışmanlığında, Milli Eğitim Bakanlığı
ve Tübitak destekleriyle Türkiye Zeka Vakfı’nın düzenlediği
Zeka Oyunları Şampiyonasında ilk olarak 19 Ekim 2019 tarihindeki il
finallerinde Kocaeli 3.sü, 16 Kasım 2019 tarihinde İstanbul’daki bölge
finallerinde Marmara Bölgesi 4.sü ve Türkiye 5.si olarak Türkiye
geneli ilk 50 okul arasına girerek 21 Aralık 2019 Cumartesi günü
Ankara’da yapılacak olan Türkiye finallerine gitmeye hak kazandık.
Sabancı Üniversitesi
Bilişim Günleri 2019
HABER
I.Sosyal Bilimler Çalıştayı 10-11 Mayıs 2019 tarihleri arasında
okulumuz Tarih Öğretmeni Nural SAVCI ve Felsefe Öğretmeni
Şenay ŞAHİN rehberliğinde 128 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Toplam 6 komiteden oluşan çalışmalarda öğrencilerimiz
II. Dünya savaşı, Arap Baharı, Bağımsızlık Savaşı Veren
Toplumların Psikolojisi, Maarif Kongresi, Münih Konferansı,
Darbeler konu başlığı altında yaptıkları çalıştayda; birlikte çalışma
ruhunu, yeni belgelere ulaşma ve bu belgeleri derleyerek
tebliğ sunma yeteneklerini geliştirirken hem çalıştılar hem eğlendiler.
Emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Gençlik Ve Farkındalık Çalıştayındaydık
22 Aralık 2019 Pazar günü Sabancı Üniversitesi’nin daveti üzerine
Bilgisayar Öğretmeni İrfan KAYA’nın rehberliğinde 3 öğrencimizle
“Sabancı Üniversitesi Bilişim Günleri 2019” etkinliğine katıldık.
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde
gerçekleşen etkinliğin açılış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Rektörü
Yusuf LEBLEBİCİ yaptı.
Arduino Kursumuz Başladı
Tübitak BİLGEM ve Sabancı Üniversitesi işbirliği ile okulumuzda
10.sınıflara Arduino kursumuz verildi.
Mefelo’20 İngilizce Dil Olimpiyatları
Ön Eleme Sınavı
26/04/2019 tarihinde Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi´nin
düzenledİği ana teması “GENÇLİK VE FARKINDALIK” olan
KAFÇA Sosyal Bilimler çalıştayına 17 öğrencimizle katıldık. Bu
çalıştay öğrencilerimize hayatın gerçeklerinin tespitini göstererek
onlarda yeni ufuklar açtı.
04 Haziran 2020 Tarihinde MEF Üniversitesinin ev sahipliğinde
yapılacak olan MEFELO’20 İngilizce Dil Olimpiyatları’nın ön eleme
sınavı İngilizce Öğretmenimiz Hüseyin NERGİZ rehberliğinde
okulumuzda yapıldı. Okulumuz öğrencilerinin de yer aldığı ön
eleme sınavına Kocaeli genelinden toplam 40 öğrenci katıldı.
Kocaeli Fen Lisesi- 2017 Kocaeli Fen Lisesi- 2020 69
KAFMUN’dayız
Boğaziçi Üniversitesi Gezisi
HABER
Kocaeli Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi tarafından düzenlenen
KAFMUN’a öğrencilerimizle birlikte katılmaktan mutluluk
duyduk.
Tarih, Kültür, Bilim, Eğitim Ve Doğa
Gezilerimiz / Çanakkale Gezisi
12. Sınıflara Kartepe Moral Gezisi
Kocaeli Fen Lisesi, Millî Eğitim Bakanlığımızın Kasım ayı ara tatilinin
amaçları doğrultusunda, öğrencilerimizle birlikte yaparak,
yaşayarak, görerek ve öğrenerek hayatın farklı boyutlarını tecrübe
etiler. Tarih, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve Matematik Öğretmenlerimizin
de eşlik ettiği, “Çanakkale Şehitlerimizi ziyaret ile
başladığımız tarih, kültür, bilim, eğitim ve doğa gezimizi sırasıyla
Aynalı Çarşı, Çimenlik Kalesi, Nusret Mayın Gemisi, Truva Atı,
Asos (Behramkale), Troya Antik Şehri, Zeus Altarı Doğa Yürüyüşü,
Ayvalık Cunda Adası, Şeytan Sofrası, Bergama Antik Kenti ve
Soma Maden Şehitliğini” ziyaret ederek bitirdik.
İzmir Gezisi
Okulumuz Müdür Başyardımcısı Sinan MERAL ve 12. Sınıf
öğretmenlerinin katılımıyla Kartepe’ye moral gezisi düzenlendi
Gezi Grubu Öğrencilerimizi
Avrupa’ya Uğurladık
Okulumuzdaki öğrencilierimizle hem Kültür, Sanat, Tarih, hem
de Üniveriste ve Meslek Seçimi konularına yönelik İzmir Gezimizi
düzenledik.
Ege Üniversitesi
Okulumuz Halk Oyunları Ekibi, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti
Prag’da yapılacak olan “XXI. International Folklore Festival
In Prag” adlı etkinliğe katılmak üzere Avrupa’ya hareket etti.
Kafile başkanlığını okul müdürümüz Mesut Tekin’in yaptığı
öğrenci grubumuza beden eğitimi öğretmenimiz Hüseyin Akçay
ve halk oyunları eğitmeni Enis Üstüntaş da eşlik ediyor.
9.Tanışma Ve Kaynaşma Kahvaltımız
70
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
20 Ekim 2019 Pazar günü İzmit Öğretmenevi’nde geleneksel
tanışma ve kaynaşma kahvaltısı etkinliğimizi gerçekleştirdik.
Geleceğe Nefes Ol
Engelsiz Bakış Paneli
Okulumuz da öğretmeni, öğrencisi, personeli ve velisi ile Tarım ve
Orman Bakanlığımızın çağrısına destek vererek “Geleceğe Nefes
Ol” kampanyası kapsamında okul bahçemizden başlayarak, güzel
ülkemizin dört bir yanına gönderdiği fidanlarla; “Yarın kıyamet
kopacak olsa bile, elindeki fidanı dik” diyen Peygamber Efendimizin
sünnetinin gereğini de icra etmenin huzurunu yaşadı.
Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma
Kulübü Mavi Tomurcuk Projesi
Engelliler haftası kapsamında okulumuz öğrencileri İstiklal Marşını
işaret diliyle okudular. Kocaeli Fen Lisesi Girişimcilik Kulübü
öğrencileri ve danışman öğretmenimiz Pınar BEKAR’a, bu güzel
farklı ve farkındalıklı çalışmaları için teşekkür ederiz.
Kermeslerimiz /
Müzik Kulübü Kermesi
HABER
Okul aile birliği, öğretmen, öğrencilerimiz ve velilerimizin desteğiyle
sosyal sorumluluk projeleri kapsamında okulumuzda
yardım amacıyla kermes etkinlikleri gerçekleştirilmektedir.
Lise Tema
Öğrencilerimizin “Mavi Tomurcuk” adını verdikleri gruplarıyla,
bir sosyal sorumluk hareketi başlattık. 30 Nisan 2019 tarihinde
kardeş okul olarak seçtikleri KANDIRA KAYMAZ ARAMAN
İLKOKULU VE ORTAOKULU’na gittik. Türkçülük haftası kapsamında
Ecem AKDERELİ önderimiz Mustafa Kemal ATA-
TÜRK´ü Betül ÖZKAN bilim insanlarını anlatan bir sunum
gerçekleştirdi. Etkinliğin ikinci bölümünde kendi hazırladıkları
oyunlar ve etkinliklerle öğrencilere hoşça vakitler geçirttik. Emeği
geçen herkese teşekkür ederiz.
Bana Hikâyeni Anlat
Lise Tema Etkinliği gurubu öğrencilerimizle yıl içinde pek çok
etkinlik yaptık. Doğa Kaşifi uygulamasını indirerek okulumuzdaki
bitki türlerini tanımaya çalıştık. Ekolojik ayak izimizi öğrendik.
İzydaş’a gezi düzenleyerek çevremize çöplerimizle ve
atıklarımızla verdiğimiz zararı gördik. Bunun için yerel yönetimlerin
aldığı çözüm yollarını öğrenme imkanı bulduk.
Ebru Workshop
İngilizce Öğretmenimiz Pınar BEKAR’ın öncülüğünde okulumuz
Kocaeli Fen Lisesi Sosyal Sorumluluk Projesi “Bana Hikayeni
Anlat” çerçevesinde Kocaeli Huzurevi sakinleri ziyaret edilerek
kendileriyle yaşanmışlıkları hakkında hoş sohbetlerde bulunduk.
Bu sohbetlerden derlediğimiz “Vesselam” isimli kitabımız hem
Türkçe hem de İngilizce olarak beğeninize sunulmuştur.
Öğretmenimiz Rüveyda Akpınar, öğrencilerimize okul bahçesinde
Bahtişen Keskin eşliğinde Ebru workshop u gerçekleştirdi.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 71
Resim Sergisi Düzenledik
Duvar Boyama Çalışması
HABER
25-28 Şubat 2020 tarihleri arasında okulumuz öğrencileri
Cumhuriyet Parkı Sanat Galerisinde resim sergisi düzenledi.
24 Tual 24 Öğretmen 24 Öğrenci
Okulumuz 10. Sınıf öğrencileri ile Müzik temasında duvar resmi
çalışması yaptık. Ayrıca Bilgisayar sınıfı, koridor ve Speaking
Club için de farklı sınıflarla grup çalışmaları olarak duvar boyama
çalışması yaptık.
Müzik ve Şiir Dinletimiz
Okulumuz öğrencilerinden Ceren Kula ve Görsel Sanatlar Öğretmenimiz
Rüveyda Akpınar Kocaeli Valiliğinin 24 Kasım’da düzenlediği
24 Öğretmenin 24 Öğrencisi ile birlikte 24 parçaya bölünmüş
Atatürk resmini tamamlamasıyla oluşturulan etkinliğe katıldılar.
Gravür Sanatçısı Şükrü Ertürk’ Ün
Sergisini Ziyaret Ettik
Okulumuz öğrencileri, Gravür Sanatçısı Şükrü ERTÜRK’ü 24
Ekim 2019 Perşembe günü Cumhuriyet Parkı Sanat Galerisindeki
sergisinde ziyaret etti.
Fotoğrafta Deneysel Teknikler
Bize emanet edilen gençleri, sadece “Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik
vb” ile boğmayıp; hayatın tüm varlığı ile kendisine hazırlamaya
çalışmayı ilke edinen okulumuz ürün ve eser koymaya
devam ediyor.Okulumuz Müzik Öğretmeni Hilal Sezen AÇAN
önderliğinde 34 öğrencilik koro, 16 öğrencilik orkestra, 8 öğrencilik
şair ruhlu genç, 16 öğrencilik folklor ekibi ve bir o kadar da
bu işe gönül veren, işin mutfağında hazırlık yapan gençlerimizin
hazırladığı harika bir akşam geçirdik. Bu güzel programın uzaktan
yakından gelerek bizleri yalnız bırakmayan velilerimiz, gecenin
hazırlanmasında emeği geçen başta Müdür Yardımcımız
Necla AYDIN’a, Hilal Sezen AÇAN, Rüveyda AKPINAR ve Enis
ÜSTÜNTAŞ öğretmen arkadaşlarımıza ve bize her daim destek
olan tüm öğretmen arkadaşlarıma şükranlarımızı sunarız.
Müzik Yarışması
72
Kocaeli Fen Lisesi Fotoğrafçılık Kulübü öğrencileri 06 Aralık
2019 Cuma günü Kocaeli Bağımsız Fotoğrafçılar Topluluğu
üyesi olan Hüsna ALTIN’ı misafir etti. Hüsna ALTIN, fotoğrafta
deneysel teknikler kapsamında düzenlemiş olduğu “Işıkla
boyama tekniği”nde hazırladığı fotoğraflardan oluşan “Işığın
Büyüsü” isimli slayt gösterisini sunarak fotoğrafa bir de resim
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
-sel yolla bakmamızı sağladı.
Kocaeli Fen Lisesi Orkestrası olarak Okan Üniversitesinin düzenlemiş
olduğu Liseslerarası müzik yarışmasına Solist: Tunç
Tekkol, Elektro Gitar: Gülce Öngün, Hasan Emet, Bas Gitar:
Emir Tuna Say, Bateri: Bartu Tuncer ile katıldık. Yarışma tarihi
ertenmiştir. Şimdiden okul orkestramıza başarılar diliyoruz.
Kocaeli Fen Lisesi Orkestrası-Sobil
Elektirik Savaşları
Kocaeli Fen Lisesi Orkestrası SOBİL etkinlikleri kapsamında
okulumuza misafir olarak gelen öğrencilerimize konser düzenlemiştir.
Pansiyonlu Öğrencilerle Birlik
Beraberlik
03 Ekim 2019 Perşembe günü pansiyonda kalan öğrencilerimizi,
idarecilerimiz ve öğretmenlerimizle beraber Sembol AVM’nin sinema
salonunda yayınlanan “Elektrik Savaşları” filmine götürdük
Günün Çorbası
HABER
Öğrencilerimizle Kocaeli Devlet Tiyatrosunun Günün Çorbası
isimli oyununu öğrencilerimizve öğretmenlerimizle izlemeye gittik.
Yatılı kalan öğrencilerimizle manevi değerlerimizi artırıcı birlikte
pekçok etkinlik yapmaktayız.
İzcilik Doğa Yürüyüşü
Dışarıda mangal partilerimiz yanında gözleme kısır.. gibi etkinlikleri
de birlikte yapıyoruz.
Okulumuz öğrencileri Beden Eğitimi öğretmenimiz Hüseyin
Akçay liderliğinde İzcilik Doğa yürüyüşü yaptılar
Edebiyat Ve Düşünce Kulübü
Okulumuzda pekçok öğretmenimizin değerli katkıları ile her
hafta toplanarak kitap, belgesel şiir, film vb konular üzerine
sanatsal ve bilimsel tartışmalar yürütüyoruz.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 73
Deprem Tatbikatı
Okullar Arası Karate Şampiyonasından
3 Ayrı Derece İle Döndük
HABER
Okulumuzda öğrencilerimizle deprem tatbikatı yaptık.
Yılmaz Akgün, Özden Aktaş,
M. Salih Karacakaya’yı Uğurladık
Okulumuz Müdür yardımcısı Yılmaz AKGÜN’ü Biyoloji öğretmenimiz
Özden AKTAŞ’ı,Kimya Öğretmenimiz Mehmet Salih
KARACAKAYA’yı ve Tarih öğretmenimiz Nural SAVCI’yı
2019-2020 eğitim öğretim yılında uğurladık.Kocaeli Fen Lisesi
ailesi olarak emekleri için teşekkür ediyor, başarılar diliyoruz.
Okulumuz, biri kız, biri erkek 2 öğrencimiz ile katıldığımız Kocaeli
Gençlik ve Spor il Müdürlğünün düzenlediği okullar arası Karate
şampiyonasından 3 ayrı derece ile döndü.Öğrencimiz Hilal
KORAL, bir il 2.liği, bir de il 3.lüğü elde ederken; yine öğrencimiz
Gökdeniz AKDEMİR’de Kocaeli il 1.liği elde ederek, bölge finallerine
gitmeye hak kazandılar.
Uluslararası Boğaziçi Karate
Turnuvasında Öğrencimiz
Gökdeniz Akdemir İkinci Oldu
Gençler İl Kros Müsabakaları
74
03-05 Ocak 2020 tarihlerinde İstanbul’da yapılan Uluslararası
Boğaziçi Karate Turnuvasında öğrencimiz Gökdeniz AKDEMİR
2.ci olmuştur.Öğrencimizi kutlar, başarılarının devamını dileriz.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Gençler Kros İl Birinciliği müsabakalarında Genç Kız A ve Genç
Erkek A takımlarımız İl 4. Sü oldular.Beden Eğitimi Öğretmenimiz
Hüseyin AKÇAY’ı ve öğrencilerimizi tebrik eder, başarılarının
devamını dileriz.
Türkiye Ümit Genç Karate
Şampiyonasında Öğrencimiz
Gökdeniz Akdemir 2.Oldu
Genç Erkek Tenis Takımımız
İl 3.sü
HABER
Genç Kız Satranç Takımımız İl 3.sü
Aralık 2019 Cumartesi günü Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde düzenlenen
Türkiye Kulüplerarası Karate Şampiyonası’nın ikinci
gününde 49 takımın katıldığı ümit genç erkekler takım kumitede
öğrencimiz Gökdeniz AKDEMİR’inde yarıştığı takım 2.oldu.
Ümit genç erkekler takım kumitede dereceye giren takımlara
kupa ve madalyalarını Türkiye Karate Federasyonu Başkanı Esat
Delihasan takdim etti. Öğrencimizi tebrik eder, başarılarının devamını
dileriz.
Bilek Güresi Yarışması Ödüllerle
Doldu
Genç Kız Satranç Takımımız İl 3.sü
Yusuf Arhan Doyaroğlu, Eskrim Flore Genç Erkek İl1.si olmuştur.
Voleybol Takımımız
Çeyrek Finalde
Genç Erkek B Sol Kol 65 kg Umut Balcıoğlu 1.
Genç Erkek A Sol Kol 55kg Hakan Merih Dal 4.
Genç Erkek A Sol Kol 65 kg M.Ali Öztopuz 1.
Genç Erkek A Sol Kol 70kg Ali Erkaya 3. Oldu.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 75
HABER
Kocaeli Fen Lisesi Olarak Uzaktan
Eğitim Sürecinde De Boş Durmadık
2020/2021 Eğitim öğretim yılı Uzaktan eğitim sürecinde öğrencilerimizi
hem akademik hem de sosyal anlamda eğitim
ve öğretimden uzak tutmamak adına okul idaremizin ve öğretmenlerimizin
desteğiyle bir çok etkinlik yaptık. Emeği geçen
herkese teşekkür ederiz.
Okulumuz Temiz Belgesini Aldık
Okulumuz temiz belgesini İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürümüz
Sayın Ömer AKMANŞEN’den aldık.
Okulumuzda Büyük Dayanışma
Uzaktan eğitim sürecinde internet ve bilgisayar gibi donanım
yetersizliği olan öğrencilerin tespit edilmesi ve Kocaeli Fen Lisesi
Mezunlar Derneği marifetiyle 12 öğrencimize bilgisayar temin
edildi.
Şiddeti Önleme Eğitimi
Okulumuz PDR servisi tarafından öğretmenlerimize “Eğitim Ortamında
Şiddeti Önleme” eğitimi verildi.
Okulumuza Tanıtım Videoları
Hazırladık
Öğrenciler ve bilişim teknolojileri öğretmeni İrfan KAYA tarafından
okulun tanıtımı ve bilgilendirmesi ile ilgili videolar hazırladık.
Online Şeb-i Aruz Töreni
Mevlana Celaleddin Rumi’yi anama etkinlikleri kapsamında
Online olarak programımızı düzenlendik.
“Fenli Sesinden Şiir Dinletisi”
“Reha Özcan” Özel Konuk
Öğrencilerimizin şiir, edebiyat ve sanat ile meşgul olarak hem rahatlamaları
hem de kendilerini geliştirmeleri için fırsat oluşturuldu.
76
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Okulumuz Münazara Turnuvası
Öğrencilerimiz hem akademik hem de kendilerini geliştirmeleri
konusunda desteklendi.
Online Kurumsal Deneme Sınavları
Öğrencilerin kendi düzeylerini görmeleri, eksiklerini tespit ederek
hedef koymaları ve planlı çalışmalar yapmaları sağlanmış
oldu.
Online Resim Sergisi
Pandemi döneminde sanatsal çalışmalar ile öğrencilerimiz hem
rahatladı hem de kendilerini ifade etmiş oldular.
HABER
Kocaeli Fen Lisesi İzcilik Çalışmaları
Cumartesi günleri saat 20:00-20:45 saatleri arasında online
İzcilik çalışmaları yaptık.
Online Veli Toplantıları Yaptık
Öğrencilerimizin geleceği, kariyer planlama ve pandemi sürecinde
psikolojik destek eğitimleri içeren toplantılar yaptık.
Edebiyat ve Düşünce Kulübü
Çalışmaları
Okuma alışkanlıklarının geliştirilmesi sağlandı.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 77
Kocaeli Fen Lisesi
Gastronomi Kulübü Çalışmaları
Pandemi döneminde evde neredeyse gününün birçoğunu yalnız
geçiren çocuklarımızın kendi kendilerine yetebilmeleri
konusunda etkinlikler yaptık.
HABER
Online Müzik Dinletisi
Online Keman, piyano, bağlama ve gitar dinletileri ile pandeminin
zor koşullarında keyifli zaman geçirdik.
Her Hafta Online Satranç Turnuvaları
Her hafta online satranç turnuvalarıyla keyifli zaman geçirdik.
78
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Evde Sanat Var
Okulumuz öğrencileri pandemi döneminde de sanatsal faaliyetlerini
sürdürmeye devam ettiler. Bu kapsamda hem yaptıkları
resimleri paylaştılar hem de evde Sanat Var” sloganı ile herkesi
evde kalmaya davet ettiler.
Speaking Club
Speaking Club etkinlikleri için öğrencilerimizle duvarda resim
çalışması hazırladık.
HABER
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı
Etkinlikler kapsamında öğrencilerimize yaptığı resimleri sanal
ortamda paylaştılar.
Hayvan Sevgisi
Okulumuz öğrencileri Duygu Yıldırım okul bahçesinde bulduğu
yaralı kediyi fark ederek bizlere bildirdi. Öğretmenlerimizden
Nural Savcı’nın yardımı ile kedi veterinere götürüldü. Kedinin
dikişleri atıldı ve tedavi edildi ve kediye bir aile bulunarak bakımı
sağlandı.
10 Kasım Atatürk’ü Anma Haftası
10 Kasım’da saat 9 u 5 geçe tüm öğrencilerimizle Atatürk’ü
andık. Ayrıca okulumuz içinde Atatürk Resimleri ve Kitapları
sergisi düzenledik.
Hayvan sever öğrencilerimiz Duygu Yıldırım ve Cansu Sanbay
yağmurun altında ıslanan ve annesiz yavru köpekleri koruma
altına alarak onları üşümekten korudu. Bu duyarlı davranışları
için kendilerini kutluyoruz.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 79
Okul Aile Birliği Genel Kurul
Toplantısı
13 Kasım 2020 Cuma günü okulumuz konferans salonunda
okul aile birliği genel kurul toplantısı yapılarak yeni yönetim ve
denetim kurulu seçildi.
“Hayallerinden Hayatlara
Kadınlarımız” Projesi
Müdür Yardımcımız Şenay ŞAHİN ve 5 öğrencimizin yürüttüğü
bu projede bu ay öğrencilerimiz web 2.0 araçlarını kullanarak
avatar, logo ve afiş çalışmalarını tamamlayıp “BENİM HAYA-
LİM...” konulu kompozisyon çalışmalarını yaptılar.
HABER
E-twining Projeleri Yapıyoruz:
“İçinde Ne Var?” Projesi
Küreselleşen insanın, değişen beslenme alışkanlıkları, beslenmenin
“nesne”si olan gıdalara dair farkındalığı üzerine çalışacağımız
“İÇİNDE NE VAR?” eTwinning projesinde okulumuz
adına Beden Eğitimi Öğretmenimiz Hüseyin AKÇAY ve 10. sınıf
öğrencilerimiz görev alacaklardır.
Kfl Tiyatro Topluluğu
Topluluk öğrencilerimiz Pandemi öncesinde yürüttüğü çalışmaları
Pandemi döneminde de Online olarak sürdürdü. Fehim
Paşa Konağı ve Damdaki Kemancı hazırlandıkları sahne oyunları
oldu. Perdelerin en kısa süede açılmasını diliyoruz. Ayrıca
Anneler günü için slayt gösterisi hazırladılar.
“Geleceğim, Su Ayak İzim” Projesi
Görsel Sanatlar Öğretmenimiz Rüveyda Akpınar ve doğaya
duyarlı beş öğrencimiz tarafından yürütülen proje kapsamında
öğrencilerimiz bu ay Güvenli İnternet kullanımı konusunda eğitimlerini
aldılar.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nda ise
Gençliğe Hitabe’yi ve Gençlerin Ata’ya Cevabın’nı İşaret Dili ile
hazırlayıp sundular.
80
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Sıfır Noktası
Matematiğin kamera arkasını bizlere sunan, zihin açıcı konularla
oluşturulan Sıfır Noktası ekibinin ilk konuğu Tunç Kurt oldu.
Okulumuz Takvim Çalışması
Okulumuz 10. Sınıf öğrencileri Geleneksel Türk Sanatı çalışmalarını
resmettikler ve Divan edebiyatının güzel sözleri ile birleştirerek
2021 takvimimizi hazırladılar.
HABER
Müzik Sınıfı
İzmit Belediyesinin katkılarıyla okulumuz yeni ve modern müzik
sınıfına kavuştu. Müzik dersleri dışında isteyen öğrencilerimiz
burada boş vakitlerini değerlendirmektedir.
Piyano Dinletisi
Öğretmenimiz Hilal Sezen Açan’ın organize ettiği okulumuz
öğrencilerinden Günce Öngün’ün Piyano dinletisi ile güzel bir
akşam geçirdik.
Kocaeli Fen Lisesi- 2020 81
HABER
Kocaeli Fen Lisesi Kariyer Günleri
Kocaeli Fen Lisesi Mezunlar Derneği ve Mezunlarımızın
katkısıyla 11-14 Şubat tarihleri arasında 13. Geleneksel
Kariyer günlerini Çevrimiçi olarak gerçekleştirdik. Pandemi
günlerinde öğrencilerimizin yoğun ilgisini çeken bu etkinliklerde
mezunlarımız üniversiteleri ya da meslekleri ile
ilgili değerli paylaşımlarda bulundular. KFLMED , Körfez
Fen Lisesi ve Kocaeli Fen Lisesi arasında bir bağ kurarak
kocaman bir aile olduğunu gösterdi. Etkinliklere pek çok
kurumdan mezunlarımız velilerimiz ve öğrencilerimiz katıldı.
Oraganizasyon ekibi de oldukça yoğun çalıştı. Etkinlikler
hem mezunlarımıza hem de öğrenci katkı sağlayacak
şekilde gerçekleştirildi.
Böylelikle öğrencilerimizde Kocaeli Fen’li olma ruhu ve aidiyet
duygusunun gelişmesine de katkı sağlandı. Pek çok
mezunumuzla sınıflar bazında gerçekleştirilen söyleşiler
yanı sıra mezunlarımıza soru sormak isteyenler için de özel
bölümler hazırlandı.
Tüm velilerimiz ve öğrencilerimiz için hazırlanan programlarda
mezunlarımızın uzmanlıklarını ve deneyimlerini paylaştıkları
özel bölümlere de yer verildi. Bu özel bölümlerden bazılarının
konu başlıkları:
2008 mezunlarımızdan Ecem Kolcu Kuğu (Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi mezunu ) “Neden Tıp Tercihi ve İstemeden Tıp
Okunur mu?”
2015 mezunlarımızdan Selda Öztürk (,koç üniversitesi Endüstri
Mühendisliği ve Psikoloji Bölümü mezunu ) “İki bölümden
mezun olmak”
2013 mezunlarımızdan Kamer İşeri (Yıldız Teknik Üniversitesi
Makine Mühendisliği mezunu ) “Tasarım Mühendisliği
ve AR-GE Çalışma Ortamı”
2007 mezunlarımızdan Murat Arslan (İTÜ İnşaat Mühendisiliği
mezunu ) “İnşaat Mühendisliğine İnovatif Bir Yaklaşım”
2011 mezunlarımızdan Emre Uysal (ÇAPA Tıp mezunu )
”TUS Süreci ve Onkoloji”
20087mezunlarımızdan Kerim Atayolu (Yıldız Teknik Malzeme
Mühendisliği mezunu ) ”Girşimcilik ve Network”
2014 mezunlarımızdan Vatan Aksoy Tezer (İTÜ Uzay Mühendisiliği-
Sabancı Üni. Bilgisayar Bilimi ve Müh. mezunu )
“Geleceği Yakalamak: Uzay ve Robotik”
2011 mezunlarımızdan Buğra Çil (Boğaziçi Üni. Bilgisayar
Müh. mezunu ) ”Yurt Dışında Eğitim ve Yaşam”
2010 mezunlarımızdan Oğuzhan Öçbe (ODTÜ Siyaset Bliimi
ve Kamu Yönetimi mezunu ) “Fen Lisesinde TM Seçimi
Yapmaktan Venezuella Diplomatlığına”
82
Kocaeli Fen Lisesi- 2020
Yurtta kalan öğrencilerimiz de etkinliğe yemekhanede hazırlanan
düzenleme ile birlikte katılma imkanı buldular.