02.03.2021 Views

KOCAELİ FEN LİSESİ-BİLGE 2020

Kocaeli Fen Lisesi / Bilim-Kültür-Sanat Dergisi

Kocaeli Fen Lisesi / Bilim-Kültür-Sanat Dergisi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.



İçindekiler

Editörlerden... 4

Okul Müdürü’nden 5

Atatürk ve Tarih 6

İzmit Kaymakamı ile Mülakat 8

KOCAELİ

FEN LİSESİ

DERGİSİ

Mesut Öğretmenimize Veda 12

Kırk Yıllık Hayal-Saatlerden Yalnızlık 15

21.Yüzyılın Vebası Covid-19 16

Evrenimiz Yaşıyor mu? 17

Bir Matematikçi: Srinivasa Ramanujan 20

Mikrobiyota Gerçekten Önemli mi? 22

Okul Müdürü

Sinan MERAL

Koordinatör Öğretmenler

Necla AYDIN

Turgay ÇİMEN

Rüveyda AKPINAR

Adres: Karadenizliler Mahallesi Çarşıbaşı Caddesi

Eyüp Sultan Sokak Çocuk Doğum Hastanesi Karşısı

Alikahya İZMİT / KOCAELİ

Telefon: (0262) 319 04 41

Faks: (0262) 319 46 27

web: www.kkfl41.com - www.kkfl.meb.k12.tr

Karadelikler 23

Robinson Crusoe 24

Tıp Tarihinin Başlangıcı ve Musiki ile Tedavi 26

SOBIL ”Kodla ve Çöz” 28

1.Ulusal Sosyal Bilgiler Çalıştayı: KFL SOBİL 30

Düşünce-Bilinç-Özbilinç İlişkisi 32

Eğitim 34

Esved 35

Arafta Kalan Duygular 36

Ayın İzinde 37

Anlamlandırmak ve Anlamak 38

İhtiyarlar Anılarıyla Yaşarlar 40

Kurtaramadım 42

Neden Hatırlamıyorum? 44

KATKILARINDAN DOLAYI

ÖĞRENCİLERİMİZE,

ÖĞRETMENLERİMİZE,

OKUL AİLE BİRLİĞİNE

TEŞEKKÜR EDERİZ.

Tasarım & Baskı

Son Arayış 46

Zamansız Yağmur 48

Zaten Hep Yoldaydım 50

Düşünce Maskeler-Herkesleşiyorsun 53

Emmy’li Bir Türk:Haluk Bilginer 54

Mektuplarım 55

Bir Savaş Stüdyosu 56

Objektifimizden 58

Fen Lisesi Resim Çalıştayı 61

Karabaş Mah. Cengiz Topel Cad.

No: 10/A İzmit-KOCAELİ

0262 325 32 90 - www.kbk.com.tr

Bekle Bizi Euro 2020 62

O Gün 64

Haberler 65

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 3


EDİTÖR

Editörlerden...

Ece ARSLAN Alp Emre EYRİKAYA

İnsanoğlunu, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren en çok korkutan, hırçınlaştıran veya sindiren yegane

kaygı(!) “bilinmezlik” kavramı olmuştur. Sonu gelmeyen yıkımların, katliamların, felaketlerin arkasında çoğu

zaman “bilinmeyene duyulan öfke” yatar. Oysa insanlık tarihindeki çığır açan ilerlemeler, dünyaya çoğunluğun

penceresinden değil devlerin omzundan bakan, sıra dışı düşüncelere sahip özel insanların eseridir.

Farelerin karanlık bir odadaki kirli çoraptan köken alarak ürediği görüşünün yaygın olarak kabul gördüğü

zamanlarda Robert Koch, herkesten farklı düşünmenin yol açabileceği tüm sıkıntılara göğüs gererek kendi

fikrini duyurma cesaretini gösterip Koch postulatlarıyla bilime bambaşka bir bakış açısı kazandırmasaydı;

felsefesi uğruna can veren Sokrates, kendi deyimiyle “zararsız bir at sineği” olmakta ısrar etmeyip insanları

meşhur “doğurtma” yöntemiyle mutlak doğru olarak kabul edilen bilgileri dahi sorgulamaya yönlendirmeseydi

dünya şimdi kim bilir hangi çağı yaşıyor olurdu? Peki ya, bildiğini paylaşma cesaretini gösterdiği için

Hypatia’ya yapıldığı gibi, korkak ve bağnaz kimselerce katledilen daha nice insanın katacağı değerle dünya

şimdi nerelere gelebilirdi? O halde farklılıklardan kaçmanın veya onlarla savaşmanın değil bilinmezliği “bilinir

kılma” çabasının gösterildiği bir dünya kim bilir nelere gebedir..?

Biz, Kocaeli Fen Lisesi öğrencileri olarak, “bilme” nin değerini anlatmaya çalıştığımız “Bilge” adlı

bilim, kültür, sanat dergimizde tüm farklı, uçuk kaçık fikirlerimize bir mikrofon tutup, dünyayı değilse de

okuyucularımızın kafasında birkaç şeyi değiştirmeyi, kendi heyecanımızı ve yaratıcılığımızı sizlere aktarmayı

umduk. Etrafımızın gözle görülmeyen “tehdit”lerle sarıldığı, dünyanın “bilinmeyen” in yarattığı endişeyle

çalkalandığı bugünlerde edebiyatın bir mikroskop olup bize görünmeyeni göstereceğine inanarak okuduk,

yazdık, öğrenmeye çalıştık.

Şimdi, çabalarımızın çıktısı olarak sizlere her satırını ilmek ilmek işleyerek doldurduğumuz dergimizin

9. sayısını sunmaktan onur duyuyoruz. Oluşum sürecinde bizden desteklerini esirgemeyen okul

müdürümüz Mesut Tekin’e, her zaman yanımızda olup fikirleriyle ve emekleriyle bizlere güç veren sevgili

öğretmenlerimiz Turgay Çimen’e, Rüveyda Akpınar’a, Necla Aydın’a, Mehmet Bayrak’a, Ergün Çelik’e ve

diğer tüm öğretmenlerimize teşekkür ederiz. Cesur Yeni Dünya’dan bilincimizin derinliklerine kadar inen

zengin içeriklerle donattığımız, nice şiir, makale ve deneme, röportaj ve fotoğrafa yer verdiğimiz, düşünmeye

ve düşündürmeye çabaladığımız dergimizle sizleri baş başa bırakmak istiyoruz.

Aldoux Huxley’nin “Edebiyat; gençliği yetiştirir, yaşlılara zevk verir, ikbalde süs, felakette teselli ve

sığınak olur.” sözünü hatırlatarak en karanlık zamanlarda dahi edebiyata, bilim ve sanata dört elle sarılmayı,

farklılıkları kucaklayarak bugünü bir adım ileriye taşıma cesaretini göstermeyi umuyor, sizleri kendi cesur

dünyamıza davet ediyor, keyifli okumalar diliyoruz.

4

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Okul

Müdürü’nden

Kıymetli Bilge Okurları,

Zaman çok hızlı bir şekilde akıp giderken dergimiz 9 yaşına girdi. Zamanın hızlı bir şekilde akması değişimi kaçınılmaz kılıyor.

Filozoflarında dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” değişim bilgi ile başlar. Bu düşünceden yola çıkarak, biz de

OKUL MÜDÜRÜ

geleceğin mimarı olacak çocuklarımızı gerekli bilgi ve beceriler ile donatmayı amaçlıyoruz.

2019-2020 ve daha önceki YKS sonuçlarımız haklı bir gurur yaşamamıza sebep oluyor. Ancak bizler sadece akademik başarıyı

değil, sosyal kültürel ve sportif başarıları da önemsiyoruz. Öğrencilerimizin, tek yönlü değil çok yönlü bireyler olmalarını

istiyoruz. İlk sanayi devriminden( Endüstri 1.0); su ve buhar gücünü kullanarak mekanik üretim sistemlerinin ortaya çıkmasından,

Dördüncü sanayi devrimine (Endüstri 4.0); Nesnelerin İnterneti, Hizmetlerin İnterneti, Siber-Fiziksel Sistemler kavramlarının

ön planda olduğu, sanal ağ ile fiziksel dünyanın birleştiği bu süreçte her alanda rekabet daha fazla yaşanmaktadır. Bilginin

yanı sıra, bilginin kullanılması ve aktarılması daha önem kazanmıştır. Biz de bu düşünceyle, eğitim öğretim süreçlerindeki en

büyük gücümüzü öğretmenlerimize, TÜBİTAK ve Sabancı üniversitesi işbirliği ile Fen, teknoloji, mühendislik ve matematik gibi

disiplinler arası bakış açısını kullanarak günlük hayattaki problemlere çözümler oluşturma, analitik ve tasarım odaklı düşünme

becerilerini kazandırmayı amaçlayan STEM Eğitimi alanında seminerler aldırdık. Yine TÜBİTAK ve Sabancı üniversitesi işbirliği

ile öğrencilerimize kodlama yazılım kursları aldırdık. Covid-19 sürecinde aldığımız önlemler ile hem öğretmenlerimizin hem de

öğrencilerimizin güncel eğitim yaklaşımlarından uzak kalmamalarını sağladık.

Eğitimde feda edilecek hiçbir birey yoktur. Her bireyin önemli olduğunun farkındayız. Bir tek çivinin önemi; “Bir çivi bir nalı,

nal bir atı, at bir komutanı, komutan bir orduyu ve bir ordu koca ülkeyi kurtarır” şeklinde anlatılırken, bir insanın önemini anlatmaya

kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. Bir genç mühendisin hayallerinin, ülkemizin savunma ihtiyacının karşılanmasında ne

kadar üstünlük sağladığını yaşayarak gördük, görüyoruz. Aslında bütün gelişmelerin hayal kurma ile başladığının farkındayız.

Hayallerimiz kadar büyüğüz, gayretimiz kadar varız. Hayal kuran ve kurduğu hayallere ulaşmak için çalışan, geçmişini bilen,

yaşadığı toplumu ve dünyayı anlayan, geçmişten geleceğe bakarken, kendi toplumsal değerlerinin yanına, evrensel değerleri

de koyabilen nesiller yetiştirmek istiyoruz. Bu yıl ki sayısında da ilim ve kültür deryasına bıraktığımız BİLGE’yi, covid-19 pandemi

sürecinde e-dergi olarak da okul sitemizde yayınladık. Gençlerin ve düşüncelerinin geleceğe kanat çırptığını biliyor ve onların

düşüncelerini önemsiyoruz.

İlim ve irfanla dolu nice yıllarda buluşmak dileğiyle…

Sinan MERAL

OKUL MÜDÜRÜ

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 5


ATATÜRK

Atatürk ve Tarih

Atatürk, 20. Yüzyılın en büyük liderlerinden birisi, hatta belki de en büyüğüydü.

Büyük önder, savaş meydanlarında aldığı önemli galibiyetlerin yanı sıra

durmadan milleti için çalışmış, onun adını yükseltmek için durmadan çabalamış

ve bu konuda da oldukça önemli başarılar elde etmiştir.

6

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Atatürk’ün Türk adını yükseltmek için kullanabileceği yegane

anahtar tarihti çünkü tarih, içinde kültürü, milli birikimleri

kısacası milletin özetini barındırıyordu. Bunu da “Tarih ne güzel

aynadır. İnsanlar, özellikle ahlâkta gelişmemiş kavimler, en

büyük kutsal kavramlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan

nefislerini menedemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük

hâdiselerde, bu hâdiseler içinde etken olanların hal, hareket ve

davranışları onların ahlâk düzeylerini ne açık gösterir.” sözüyle

beyan etmiştir.

Osmanlı’da Eski Türk tarihinin ihmal edilmesi nedeniyle

batılı tarihçilerin eserleri onun ilk araştırmalarına kaynaklık etti.

Ancak bu eserlerin gerçeği yansıtmaktan çok uzakta olduğunun

farkındaydı. Bu farkındalık da sözlerine şu şekilde yansımıştı:

“Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa milletleri arasında

Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri aşılamışlardır. Batı belleklerine

yerleşmiş olan bu fikirler, özel bir düşünüş biçimi meydana

getirmişlerdir. Bu düşünüş biçimi hâlâ her şeye ve bütün

olaylara rağmen mevcuttur.” Batılı tarihçiler olaylara kendi çerçevelerinden

bakıyor, kendileri milletlerini süsleyip abartırken,

Türkleri aşağılıyorlardı. O, batılı tarihçilerin Türkler hakkındaki

aşağılayıcı tasvirlerini onların Türk düşmanlığına bağlıyordu. Bu

düşüncesini de 1926 yılında yayımlanan Louis Halphen’in “Les

Barbares des Grandes Invasion aux conquetes Turques du xie

sieccle” (Barbarlar, Büyük istiladan Türklerin 11. Yüzyıldaki Fetihlerine

Kadar) adlı eserini okurken sayfanın kenarına düştüğü

, “Bütün Avrupa Türkler Karşısında!” notuyla dile getirmişti2.

Atatürk, bu emperyalistlerin tarihi kendi çıkarlarına uygun düşecek

şekilde yazdıklarını düşünüyordu. Sadece Türklere karşı

değil, mazlum devletlerin tamamına karşı aynı tutumu sergilediklerinin

farkındaydı. Bu düşüncesini de 7 Temmuz 1922’de

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına

olsaydı, belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk

bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü

savunduğu dava bütün doğunun davasıdır ve bunu sona erdirinceye

kadar Türkiye, kendisiyle birlikte olan doğu milletlerinin

beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye, mevcut tarih kitaplarının

gereklerini değil, tarihin hakiki gerçeklerini takip edecektir.”

Sözleriyle dile getirmişti.

Batılı tarihçilerin gözünde Türk; “Göçebe yağmacı, medeniyetten

uzak barbar bir ırktı”; Batı’ya göre Türklerin uygarlığa

hiçbir katkısı yoktu. Türklere yönelik bu tür iftiralar, Namık Kemal’le,

Ziya Gökalp’le beslenen, vatan ve hürriyet için mücadele

etmeye kararlı genç kurmay Mustafa Kemal’in Türklük bilincini

daha da keskinleştirecekti. ( Mustafa Kemal’in Türklük bilincini

güçlendiren sadece Namık Kemal, Ziya Gökalp gibi aydınların

Türkçü söylemleri ve Batılı tarihçilerin asılsız iddialarına duyduğu

tepki değil; onun Türklük bilincinin güçlenmesinde yaşadığı

bazı olayların da etkisi vardır: Örneğin, 1906 yılında Şam’da

kurmay yüzbaşıyken bir gün garnizonda kavga eden biri Türk

diğeri Arap kökenli iki eri karşısına alan nöbetçi subayın, kimin

haksız olduğunu araştırmadan. “Sen kim oluyorsun da Kavm-i

Necip’ten birine hakaret ediyorsun?” diye Türk erini suçlayıp

aşağılaması, Mustafa Kemal’de İmparatorluk içindeki üstün kavim

anlayışına büyük bir tepki doğurmuş, Türklük duygularını

kamçılamıştı. Ayrıca bu olay yıllar sonra gerçekleştireceği dinde

Türkçeleşme hareketinin psikolojik alt yapısını da oluşturacaktı.

Mustafa Kemal’in Türklük duygularını kamçılayan bir diğer

olay da 1910 yılında Belgrad istasyonunda yaşanmıştı: Picardie

manevralarına katılmaya giderken, başında kırmızı fes bulunan

arkadaşı Yüzbaşı Selahattin’le Belgrad istasyonunda dalga geçilmesi

onun gururunu incitmişti. Bu olay ise yıllar sonra gerçekleştireceği

şapka inkılabının psikolojik alt yapısını oluşturacak,

alay konusu olan fesin yerini tüm uygar ulusların kullandığı şapka,

çağ dışı eski giysilerin yerini de tüm uygar ulusların kullandığı

yeni giysiler alacaktı. Böylece Atatürk, şapka ve kılık kıyafet

inkılabıyla –kendi ifadesiyle- “Cevheri (Türk ulusunu) kaplayan

çamuru” sıyırıp atacak ve cevherin gerçek değerini ortaya çıkaracaktı.”


Atatürk gençliğinden beri –Savaş yıllarında bile- Türk dili

ve Türk tarihiyle alakalı kitaplar okuduğunu özel kitaplığındaki

4289 kitabın 862’sinin tarih kitabı olduğundan anlıyoruz. Atatürk’ün

bu tarihe duyduğu ilgi neticesinde 19 Eylül 1923’te İstanbul

Üniversitesi tarafından kendisine “Tarih Profesörlüğü”

unvanı verildi. Gerçekten de Ata, bu unvanı hak edecek kadar

tarih bilgisine sahipti. Onun için Niyazi Berkes şöyle demiştir:

“Atatürk bir profesyonel tarih bilgini değildi, ama tarih akışının

anlamını tarih bilginlerinin üstünde bir kavrayışla bildiğini, gereğince

değerlendirdiğimizi sanmıyorum. Bununla neyi düşündüğümü

anlatmak için onun ünlü Hilafet söylemini hatırlatmak

isterim. O, başlı başına bir tarih anlayışı yapıtıdır. Yalnız tarih

ya da hukuk ile değil, onların iç anlamlarını kavramamış bir

kişi o söylemi veremezdi. Kimi kez ayaküstü konuşmalarında

da yüzeyden bakılınca, sıradan söylenmiş lakırdı gibi gözüken

sözlerinde bile Atatürk’teki bu anlayışı görürüz.”

Atatürk’ün yakın çevresi de onun tarih ilgisine tanık olmuştu,

Onu tanıyanlardan biri şöyle söylemişti:” Boş zamanlarında

Atatürk’ün elinden tarihle ilgili kitapların düşmediğini

hatırlarım. Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu.

Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü

yurt meselesi dururken Devlet Başkanı’nın kendini tarihe vermesi,

Vasıf Çınar’ın canını sıkmış olmalıydı ki, Atatürk’e şöyle

dediğini duydum:

”Paşam… Tarihle uğraşıp kafanı yorma… Mayıs’ta kitap

okuyarak mı Samsun’a çıktın?”

Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek

şöyle karşılık verdi:

“Ben çocukken çok fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun

bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer öyle olmasaydım, bu

yaptıklarımın hiçbirisini yapamazdım.”

Atatürk’ün Türklüğe, Türk tarihine ve diline kattıkları gerçekten

çok geniş bir alandır ve her çalışması ayrı ayrı incelenmelidir.

Bizim bu yazımın asıl konusuysa Türk Tarih Tezidir.

TEZİN DOĞUŞU

Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce TBMM’nin

2. Toplanma yılını açarken (1922) şu konuşmayı yapmıştır:

“Tarih döneminin belge tedarikinde pek hoşgörülü olan ilk evrelerine

biz de hoşgörü gösterelim, fakat en açık ve keskin ve

en maddi tarih kalıntılarına dayanarak söyleyebiliriz ki, Türkler

15 yüzyıl önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler kurmuş

ve insanlığın her türlü yeteneği onda ortaya çıkmıştır. Elçilerini

Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk

devleti ecdadımız olan Türk milletinin oluşturduğu bir devletti.”

Atatürk bu sözleriyle daha en başından Türkçülüğün “devlet

politikası” olacak düzeyde önemi olduğunu dile getirmişti ve

ilerleyen dönemlerde de bunu desteklemiş, Türk Tarih Tezini

ortaya atmıştı. Afet İnan’ın kaleminden Atatürk tezinde: “ Türk

ırkının kültür yurdu Orta Asya’dır. İlk çağlardan beri yüksek bir

ziraat hayatına sahip olan, madenleri kullanan bu topluluk sonraları

Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıya, Hazar Denizinin

kuzeyine ve güneyine yayıldı. Gittiği yerlerde yabancı dillere ve

kültürlere tesir ettiği gibi, onlardan tesirler de aldı.”8

Atatürk, Batı kaynaklı “medeniyetten uzak, göçebe, barbar,

kültür birikimi olmayan, 2. Sınıf Sarı ırk” gibi asılsız iddialara

cevap vermişti aslında. 1930 yılının Ağustos ayında, Afet

İnan’a Türklerin medeniyet tarihine olan katkılarını şu cümleleriyle

çok güzel özetlemişti: “Beşeriyetin taş devirlerini bir kenara

bırakalım. Maden devirlerinde, muhtelif madenlerden,

kemiklerden yapılan eserler, her nevi aletler ve süs eşyası idi.

Çamurdan tuğla, çanak çömlek ilk insanların yaptığı eserlerdendir.

Hayvanları ehlileştirmek, onlardan muhtelif suretlerle

istifade etmek, hayvanları sürüler halinde bulundurma insanların

ilk yaptıkları işlerdendir. Ziraat da böyledir. Bundan başka,

insanlar bulundukları mıntıkaya göre kerpiçten, tuğladan veya

taştan binalar da yaptılar. Kanallar açarak bataklıkları kurutmak,

muhtelif tarzda sulama usulleri de insanların ilk buldukları

şeylerdendir. Güneşleri ve yıldızları müşahade sayesinde takvimin

esasını koyan, tabiatın en büyük kuvvet olduğunu keşfeden

binlerce sene önce yaşamış eski insanlardır. Gemi inşa ederek

de denizlerde dolaşmak kabiliyetini de gösteren, ticaret etmesini

öğrenen bu insanlardır. İlk demokrasi esasına müstesnit cemiyet

ve devlet müesseseleri vücuda getiren de onlardır. Bütün

bu saydıklarımız dünyada ve beşeriyette ilk medeni eserlerdir.

Bu medeni eserleri bütün dünya ve beşeriyette ilk yapmış ve

yaymış olan insanlar Türk ırkındandır. Türklerin ana yurdu Orta

Asya yaylasıdır.“

Bu görüşlerini en çarpıcı şekilde kendisini Çankaya Köşkünde

ziyaret eden ABD Büyükelçisi Charles N. Sherill’e şöyle

izah etmiştir: “Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir.

Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için, kartalın meziyetlerini

daha başından kazanmıştır. Çok uzakları görür, hızlı

uçar ve ruhunu barındıracak kadar güçlü bedeni vardır. İster

maddi, ister düşünce bakımından olsun, sıkıcı sınırlar içinde

kalamaz. Nitekim Altay yaylasındaki anayurdun, dört bir yana

uzaklığına da isyan etmiştir. İşte bu isyan sonucu Türkler Doğu’ya

ve Batı’ya yayılmaya başlamışlardır.”

IRKÇI VE YAYILMACI MIYDI?

Bu sorunun cevabının hayır olduğu, Atatürk’ün şu sözleriyle

kolaylıkla anlaşılıyor: “… Türk ulusu Asya’nın batısında ve

Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla

ayrılmış dünyaca tanınmış büyük bit yurtta yaşarlar. Onun adına

“Türk Eli” derler. Türk yurdu çok daha büyüktü. Yakın ve

uzak çağlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara

yoktur. Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına

yurt olmuştur. Bu gerçekleri yeni tarih belgeleri göstermektedir.

Fakat bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan

memnundur. Çünkü Türk derin ve ünlü geçmişinin, büyük ve

güçlü atalarının kutsal katkılarını bu yurtta da koruyabileceğine,

o katkıları şimdiye değin olduğundan çok daha fazla zenginleştirebileceğine

inanmaktadır…”

TEZİN GELİŞMESİ

Atatürk tezi ortaya atıp öylece ortadan kaybolmamıştı. Bu

konuda da araştırmalar yapmaları için 1931 yılında Türk Tarih

Kurumu’nu, 1932 yılında Türk Dil Kurumu’nu ve 1935 yılında

da Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurdu. Bunlarla da

yetinmedi, tarih araştırmaları için yurt dışından tarih alanında

çalışan Gustov Güterbock (Hititoloji profesörü), Walter Ruben

(arkeolog-tarihçi) gibi yabancı, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçura,

Sadri Maksudi Arsal ve Reşit Rahmeti Arat gibi Kırım ve

Başkurt Türkleri olan akademisyenleri yeni kurulan ülkeye davet

etti. Sadece ülkeye davet etmiyor, aynı zamanda ülkeden Afet

İnan (İsviçre) ve Tahsin Mayatepek (Meksika) gibi Türk bilim

adamlarını da yurt dışında araştırma yapmaya teşvik ediyordu.

Atatürk’ün tezi, temel olarak tek bir tez değil iç içe geçmiş

birden çok tezden oluşmaktaydı; İlk Türklerin dünya uygarlığına

öncülük edecek kadar güçlü ve köklü bir kültüre sahip oldukları,

Türklerin iklimde meydana gelen bozulma sonucunda dünyanın

dört bir yanına göç ettikleri ve gittikleri yerlere uygarlıklarını

da götürdükleri, Anadolu’nun ilk uygarlığı Hititlerin ve Mezopotamya’nın

ilk uygarlığı Sümerlerin Türk oldukları12, Ege ve

Yunan uygarlıklarının temelinde Türk kültürüne ait izlerin olabileceği,

Antik Mısır Uygarlığını kuranların ve Roma İmparatorluğu’nun

kurucusu Etrüsklerin Türk olabileceği13, Troyalıların

Türk kökenli olabileceği… Sonunda da hepsini taçlandıracak,

tüm dillerin Türkçeden geldiğini öne süren Güneş Dil Teorisi.

Atatürk, ortaya koyduğu Türk Tarih Tezinde yer alan bu görüşlerin

daha gerçekçi bir yapıya kavuşturulması konusunda

da bizzat önderlik etmiştir. O, bu çerçevede 23 Nisan 1930

tarihinde toplanmış olan Türk Ocakları VI. kurultayında, Türk

Ocakları Kanununa; “Türk tarih ve medeniyetini ilmî bir surette

tetkik ve tetebbu eylemek vazifesiyle mükellef olmak üzere,

bir Türk tarih heyeti teşkil eder.” maddesini ekleterek14, Türk

Ocaklarına bağlı, Türk Tarihi Tetkik Heyeti adlı bir encümen de

kurdurmuştur.

Atatürk, dönemin imkansızlıklarına, iletişim sıkıntılarına

rağmen Türk milli bilincinin kazanılması ve yaşatılması için çok

çaba sarf etmiştir. Günümüz akademisyenlerine ve bize düşen

görevse ulu önderin açtığı yolda durmadan çalışıp Türk adını

yaşatmak ve yükseltmektir.

Alptuğ SOYDAN

12/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 7

ATATÜRK


MÜLAKAT

İzmit Kaymakamı

Sayın Şevket Cinbir İle Röportaj

Sayın Kaymakam Bey, öncelikle bizleri makamınızda ağırladığınız için okulumuz

adına en içten teşekkürlerimizi sunarız. İlçemizdeki yeni görevinizde başarılar

dileriz. Salgın sebebiyle bu yılki baskısı geciken Kocaeli Fen Lisesi yıllık

bilim-kültür-sanat dergisi “BİLGE”nin dokuzuncu basımında edebiyata, özellikle

şiire duyduğunuz özel ilgi hasebiyle sizlerle yapacağımız bir söyleşiye yer vermek

istedik. Okulumuza destek olup etkinliklerimize teşrif ettiğiniz, bizlerle şiirlerinizi

paylaştığınız için de ayrıca teşekkür ederiz.

8

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

-Sayın kaymakamım, öncelikle sizleri tanımak isteriz.

Siz kendinizi Kocaeli Fen Lisesi öğrencilerine nasıl

tanıtırsınız?

15 Ekim 1967’de Devrek’te doğdum. İlkokulu Mahmutoğlu

Köyünde bitirdim. Orta okul ve liseyi Devlet Parasız

Yatılı olarak Eskişehir’de okudum, 1984 yılında Eskişehir

Atatürk Lisesinden mezun oldum. 1988 Yılında Ankara

Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. 25 Ekim 1989’da

Ağrı Kaymakam adayı olarak mesleğe başladım. Bir yıl İngiltere’de

kaldım. Balıkesir-Balya, Bolu-Mudurnu, Bolu-Akçakoca

Kaymakam vekilliklerinde bulundum. Üç yıllık staj

dönemini takiben Rize-İyidere, Tunceli-Pertek, Van-Başkale,

Samsun-Vezirköprü, Manisa-Kırkağaç, Bolu-Gerede, İstanbul-Bahçelievler,

Ankara-Gölbaşı, Mersin-Silifke Kaymakamlıkları

görevinde bulundum. Bir dönem İstanbul 3 Numaralı

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Üyeliği

yaptım. 29.08.2019 tarihinde İzmit Kaymakamı olarak görevine

başladım. Eğitimci Hayriye Hanım ile evli olup, Nedret,

Nevval ve Halil Hikmet’in babasıyım.

-Mesleğini seven insan, zorluklarına aldırış etmez

derler fakat bizler öğrenmeyi ne kadar sevsek de öğrenciliğin

görece zorlu tarafları olduğunu da yadsıyamayız.

Mesleğinizi severek yaptığınıza eminiz ancak sizin mesleğinizde

bizlerle paylaşabileceğiniz zorluklar nelerdir?

Mesleğimi severek ve isteyerek yapıyorum. Zorluklarından

bahsetmek gerekirse; ziyaret edenler dışında bu makama

gelenler daima bir beklenti, bir sorun ile gelir. Sorun çözülebiliyorsa

bu elbette manevi anlamda çok tatmin edicidir.

Birinin hayatına dokunmak, hayatını kolaylaştırmak elbette

çok güzel. Bazen yardımlarımız bize teşekkür olarak geri döner,

ancak biz bunları pek hatırlamayız. Biz genelde çözüm

bulamadıklarımızı hatırlarız, bu da iyi bir durum değil, üzülüyoruz

ve haliyle bu durum insanı zorlayabiliyor ve yoruyor.

Bulunduğunuz mevkide olma amacınız insanlara faydalı

olabilmekse bunu başaramadığınızda üzülüyor, yoruluyorsunuz.

Çözüm bulunması beklenen problem için kimi

zaman bizim yapabileceğimiz bir şey de olmuyor, aslında ortada

bir sorun değil, kişinin kendisiyle ilgili bir konu da olabiliyor.

Otuzbir yıl boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev

yaptım, birçok sıkıntıyla karşılaştım. Hukuk fakültesinden mezun

olduktan sonra, dünyayı tanımak, dil öğrenmek amacıyla

devlet imkanıyla yurt dışına gönderildim, belli bir birikim ve


donanımla göreve başladığımda beş bin nüfuslu bir ilçenin

kaymakamıydım. Görev yerim, her istediğimize anında ulaşamadığınız,

küçük bir yerleşim yeriydi. Ayrıca ilçenin en genç

memuru bendim. Kısacası, hayattan beklentilerimle orantılı

olmayan yerlerde çalıştım. Kimi zaman ülkemizin yıllardır

mücadele ettiği terör faaliyetlerine yakinen maruz kaldım.

Benimle beraber ailemin de güvenliğinin tehdit altında olduğu

zamanlar yaşadım. Görevimiz gereği; mart ayından bu

yana yaşadığımız pandemi sürecinde olduğu gibi geç saatlere

kadar çalışmanın yanı sıra mesaimizi sıklıkla eve taşımak

durumdayız. Ailenin beklentilerine cevap veremediğimiz bir

çalışma temposuna sahibiz. Ne yazık ki bu pek fark edilmiyor,

kaymakamın yaptıklarını reklam tabelalarında, afişlerde, gazetelerde

göremezsiniz. Çünkü bizim yaptıklarımızı anlatacak

kadar vaktimiz yoktur. Ancak ne zaman ki kaymakam işini

yapmaz, o zaman önemi anlaşılır. Tüm bunların ötesinde asıl

zorluğu yaşayanlar aslında ailelerimizdir. Örneğin toplumun

gözünde “kaymakamın çocuğu olmak” bazen yaşanan olayların

rengini değiştirebiliyor, çocuklar için sıradan olan bazı

olaylar sizin çocuklarınız söz konusu olunca daha farklı algılanabiliyor.

Bu durumlar çocuklarımızın hayatını zorlaştıran bir

hal alabiliyor. İşimizin öneminin ve toplumun bize atfettiği değerin

gereği eşimize ve çocuklarımıza bazen hak etmedikleri

yükler yüklenebiliyor. Kısacası hayatınızın her anında dikkatli

ve belirli bir disiplin içinde yaşamak zorundasınız. Evet buna

alıştık ama bazen yorulduğumuzu hissedebiliyoruz.

-Sayın Kaymakamım, sizi şahsi olarak da tanımak

isteriz. Bizlere hayatınızın mesleki boyutları dışında düşünsel

yapınız, ilgi alanlarınız, edebiyatla ilişkiniz hakkında

neler söyleyebilirsiniz?

Geçmişte çok kitap okudum, şu anda da okumaya

özen gösteriyorum. Vakit buldukça okuyor, kendimi yenilemeye

çalışıyorum. Şiir okumayı da yazmayı da severim. Fakat

şiirlerimi derleme, bir kitap haline getirme fırsatı bulamadım.

Sevdiğim pek çok şiir var ancak şu sıralar Latif Şimşek’in

“Öpeyim Ayaklarını” şiirini sıklıkla okuyorum.

-Mahsuru yoksa bizlere okuyabilir misiniz?

Babamın çatık kaşlarından

Gömleğimin yakasına süzülen

İki damla gözyaşıdır annem

Ekmeğinden kesip cebime koyduğu

Kâğıt beş liradır.

Geceleri sokak bekçisi yolumu gözleyen

İmtihan sabahlarında çalar saat

Kahvaltımı hazırlayan hizmetçi

Hıncımı kucaklamaya hazır bir köledir

Her gençlik oyunumda gönüllü ebedir annem.

Nazar tavasında üzerlik dumanı

Gönül yaralarıma yamadır

Pırasa pişen akşamlarda

Tavada iki yumurtadır annem.

Tandır günlerinde kızgın bazlama

Tarhana kaynatırken sabırdır

Bulgur pilavına kaşık sallarken

Vita’da tereyağ tadıdır

Babam kader bilirken gurbeti

Hasretin öteki adıdır annem.

Çile çile çizgiler var alnında

Her çizgide yok olan gururdur annem

Ak tülbende hasret kalsa da

İçimde bir yüce huzurdur annem

Belki çok geç anladım ama

Ömrümün tadı tuzudur annem.

Ben her sevdada yaşarken yüzsüzlüğü

Aşkımın gerçek yüzüdür annem

Karanlığımın gözü

Engellerimin düzü

Otuz beş yaşımın özüdür annem

İçimde ne varsa iyiden yana

Cennet ateşinin közüdür annem

Hadi uzat öpeyim ayaklarını

Dinimde peygamber sözüdür annem.

MÜLAKAT

Son yazdığım şiir “vatan” ile ilgiliydi, yakın

zamanda eşime de bir şiir yazmıştım, çok

severim eşimi, bir ameliyat geçirmişti; şiirin yarısını

eşim odaya alınmadan önce, kalan yarısını

ise odada ayılmadan önce kaleme aldım.

Şiir yazmaya ara verdiğimde eşim sitem eder,

“Epeydir bana şiir yazmıyorsun.” diye. Bazı

zamanlar da mesajlara, telefonlara birer dörtlük

ile cevap veririm. Spor yapıyorum, özellikle

İstanbul’da bulunduğum zamanlar haftada

üç gün yüzerdim. Kocaeli ’ye geldikten sonra

malum salgın sebebiyle sporla pek ilgilenemedim.

2020 yılı bütün insanlığı savurdu

diyebilirim. Dolayısıyla spor yapmaya pek vakit

olmadı. Çok çetin ve zor bir süreç yaşıyor insanlık.

Bu süreçte üstlendiğim görevin önemi

daha da fazla hissediliyor. Kocaeli Fen Lisesi- 2020 9


MÜLAKAT

10

Zor ve çetin bu tür zamanlarda; “Gün görevimizi yapmanın

ötesinde bütün yüreğimizle gövdemizi ortaya koyma

günüdür. Gün bu aziz milletin bize yüklediği itibar ve taktığı

rütbenin bedelini ödeme günüdür.” diyor ve çalışmalarımıza

devam ediyoruz. Görevimiz çoğu zaman kendimizi unutmayı

gerektiriyor. Önemli olan bizden bekleneni yapabilmektir diye

bütün zorluk ve imkansızları bi tarafa bırakıp yapmak ve başarmak

zorundasınız.

-İzmit ilçesini eğitim açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye çapında başarılı okullarımız var. Bunlardan biri,

sizin de öğrencisi olduğunuz Kocaeli Fen Lisesi. Kocaeli Fen

Lisesi bizim medarı iftiharımızdır. İzmit’te yetmiş iki bin öğrencimiz,

beş bin dört yüz öğretmenimiz var. Akademik, sportif

ve sanatsal anlamda başarılı pek çok öğrencimiz var. Bu başarıları

pekiştirmek, takdir etmek gerek. Ancak ben, eğitimde

“Gözden kaçırdığımız bir öğrencimiz var mı?” sorusunu

kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her bir

öğrenci, her bir çocuk bizim için değerlidir. Acaba zamanında

ulaşamadığımız bir çobanın çocuğuna imkan sunabilseydik;

koronavirüs aşısını bulan bilim adamı o mu olurdu diye düşünmeliyiz.

Her çocuğun kabiliyeti farklıdır, önemli olan bu

yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayacak eğitim imkanını tüm

çocuklarımıza sağlayabilmektir. İzmit ilçesi olarak okullarımız

eğitim öğretime uygun, öğretmen profilimiz çok iyi. Hiçbir çocuk

“Benim de imkanım olsaydı ben de şu hedefime ulaşabilirdim.”

dememelidir. Dezavantajlı konumdaki çocuklarımıza

imkan sağlamak, onları desteklemek ve bunu hissettirmek

görevimizdir. Bu bağlamda biz, öğretmenlerimizin yalnızca

yanında değil aynı zamanda emirlerindeyiz. Öğretmenlerimizden

isteğimiz; çocuklarımızı yarınlara en iyi şekilde hazırlayabilmek

için gerekenleri bizlerle paylaşmaları, bir anlamda

bizlere ödevimizi vermeleridir.

Bu iletişimi sağlamak için zaman zaman alanı tarıyoruz,

okul müdürlerimizden dönütler alıyoruz. Maddi desteğe ihtiyacı

olan çocuklarımızı tespit ediyor, ihtiyaçlarını karşılıyoruz.

Bunun için İzmit’teki herkezi görmek ve hissetmek durumundayız.

Sayın Kaymakamım, , eğitimin daha da iyileştirilmesi

için farklı projeleriniz farklı istekleriniz var mı?

İlk olarak, okuma alışkanlığını kazandırmamız lazım.

En büyük problemlerimizden biri iletişim. Niye iletişim kuramıyoruz?

Okumuyoruz. İnsanımıza çocuk yaştan başlayarak

okuma alışkanlığını kazandırmamız lazım. Çocuklarımızı kitapla

tanıştırmalıyız Okullarımız bu konuda gerekli çalışmayı

yapıyordur ama bu konuda bir farkındalık bir duyarlılık oluşturmamız

lazım.

“Şimdi Okuma Zamanı!, Okumayı Ve Okuyanı Seviyoruz.”

sloganıyla çalıştığım bütün ilçelerde kitap okuma alışkanlığını

kazandırmaya yönelik çalışmalar yaptım. Çocuklarımıza

kitap okumayı sevdirmemiz lazım. İzmit’te de ilkokul ve

ortaokullarda başlattığımız (pandemiden önce) bir proje var.

Kitapları belirleyerek maddi imkanı olmayan aile çocukları

için aldığımız kitapları dağıtmıştık.

Öncelikle kitaplar belirliyoruz ve bir yayın eviyle anla-

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

şıyoruz. Ekonomik durumu zayıf olan ailelerin çocuklarının

kitaplarını alıyoruz. Yayınevi bu proje için seçtiğimiz kitapları

kırtasiyelere getiriyor, kitaplarını bizim almadığımız çocuklarımız

da o kitaplara kırtasiyelerden ulaşabiliyor.

Verdiğimiz süre içerisinde çocuklarımız bu kitapları okumuş

oluyorlar ve nisan-mayıs gibi de sınav yapıyoruz, okuyup

okumadığını anlamak için. Başarılı olanları ödüllendiriyoruz.

Yani okumayı ve okuyanı seviyoruz ve bunu her fırsatta hissettiriyoruz.

Biz kurumsal yaklaşıyoruz olaylara, kişisel değil.

Ben yaptım değil, biz yapıyoruz, birlikte yapıyoruz. Böyle bir

çalışmamız var. Ayrıca pandemi nedeniyle yeterince yapamadık

belki ama fırsat buldukça mutlaka öğretmenlerimizle bir

araya gelecek ve onları dinleyeceğiz.

Öyle çocuklarımız vardır ki belki geleceğin çok ünlü ressamı,

müzisyeni bilim adamı ya da sporcusu olacak. Bu yetenekleri

tespit ederek maddi manevi destek veriyoruz. Bunu

önemsiyoruz. Tabii öğretmenlerin buna inanması önemli. Bununla

birlikte anne baba eğitimini de önemsiyoruz.

“İzmit Ailem Projesi” diye bir proje çalışmamız var. Tespitlerimizi

yapıyoruz.

Proje ile; ilçedeki öksüz ve yetim çocukları tespit ediyoruz,

çocukların ailelerini inceliyoruz. Maddi desteğe ihtiyacı

olanları belirliyoruz. Bu çocuklarımızdan akademik alanda

destek vermemiz gerekenleri destekliyoruz. Aileler ve bu çocukların,

devletin bütün kamu kurum ve kuruluşları ile sunduğu

hizmetlere erişimlerini kolaylaştırıyoruz. Aile ve çocuklarımızı

bu imkan ve hizmetlerden haberdar ediyoruz. Bu ekstra

kaynak gerektiren bir şey değildir. Zaten devlet işliyor, zaten

bizim Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfımız var, okul

aile birlikleri, öğretmenler, okul müdürleri zaten belli çalışmaları

yapıyor, Sosyal Hizmetler Merkezi Müdürlüğümüz, ilçe

müdürlüklerimiz çalışmalar yapıyor. Bu proje ile, bütün bu

çalışmaların disipline ediyoruz ve çocuklarımızı yakın takibe

alıyoruz. Proje detayları önümüzdeki günlerde zaten paylaşılmış

olacaktır.

Konuşmalarınızın başından beri dikkat ettiğimiz

bir husus var. Sürekli vurguladığınız bazı unsurlar, kitap

okumak ve yetenekleri keşfetmekten çok bahsettiniz. Bu

iki konu arasındaki ilişki nedir?

Şöyle, yeteneği keşfedersiniz de yetenek okumuyorsa

bir anlamı yok ki. Örneğin, çobandaki yeteneği nasıl geliştireceğiz,

nasıl ortaya çıkaracağız? Onun okumasını sağlarsak

ortaya çıkaracağız değil mi? Okumak nedir?, sepete bir şeyler

koymaktır, birikim elde etmektir. Siz okumaz ve sepetinizi

doldurmazsanız, yeteneğinizin bir anlamı olur mu? olmaz.

Yetenek; Allah’ın, çocuğa doğuştan bahşettiği bir özelliktir.

Herkesin yeteneği aynı değil. Eşit doğmuyoruz yetenekler itibariyle,

bunu kabul edelim. Siz her çocuğu onunla ilgilenerek

doktor yapamazsınız. Veya herkese keman çaldırtamazsınız,

keman çalar ama o iyi bir kemancı olmaz. Herkes resim yapar,

ama herkes ressam olamaz ki. Ressam olabilmesi için

yetenek gerekiyor.

Bütün çocuklarımıza doğuştan sahip oldukları yeteneklerini

geliştirme imkanı sağlamalıyız. Bu yetenekleri ıskalamamalıyız,

keşfetmeliyiz. Keşfedilmedik bir yetenek bırakma-


malıyız. Çocuklarımızın hayallerini ve hedeflerini yaşadıkları

ailenin ekonomik imkanları ile sınırlandırmalarına izin vermemeliyiz.

Bu devletin ve bu milletin bütün imkanlarının kendileri

için kullanılabileceği inancını vermeliyiz ki yetenekler

solmasın, kaybolmasın.

Çocukluğunuzdan ve kurduğunuz hayallerden

bahseder misiniz? Daha önceki konuşmalarınızda bağlama

çalmaktan bahsetmiştiniz.

Erişilebilecek hayaller kurmaya çalıştım hep. Mesela ilkokuldayken

hayalim öğretmen olmaktı. Ben ikinci sınıfı okumadım.

Bizim zamanımızda ilkokul beş yıldı ben dört yılda

bitirdim ilkokulu. Sağ olsun öğretmenimiz ikinci sınıfı okutmadı.

İkinci sınıfta bir buçuk ay okudum. Babamında muvaffakatını

alarak sınıf atlattılar, ilkokulu dört yılda bitirdim, ilkokul

öğretmenlerim iyi öğretmenlerdi. Allah razı olsun onlardan.

Öğretmenleri çok önemsiyorum. Doğduğum Mahmutoğlu

Köyü’ne Ali Paşa Aydın ve eşi Makbule Aydın gelmemiş olsaydı

ben bugün en iyi şartlarda maden işçisiydim Zonguldak’ta.

Geldi keşfetti, yetenek keşfi diyorum ya ıskalamamak

diyorum ya. Mahmutoğlu köyünün en zeki çocuğu ben değildim

ki benden önce de zeki çocuklar, yetenekli çocuklar vardı

ama onlar keşfedilmedi. Çünkü ortaokulda okuma fırsatı yoktu,

lisede okuma fırsatları yoktu. Köy işte imkanlar yok. Beni

parasız yatılı sınavlarına hazırladı öğretmenimiz. Ben parasız

yatılı okudum ortaokulu, liseyi Eskişehir’de. Eskişehir’e giderken

öğretmen olma hayaliyle gittim. Lise ikide sıra arkadaşım

bir avukatın oğluydu, hukukçu olma hayali başladı. Ankara

Hukuk Fakültesi’ne gittim. Hukuk ikide kaymakam olmayı

kafaya koydum. Ben kaymakam olacağım dedim. Şimdi

kaymakamım. Tabiki öncelikle bu işi en iyi şekilde yapmalıyım.

Onun gayreti içindeyim. İşimi severek yapıyorum. Şu

ana kadar meslek hayatımda kaybettiğim hiçbir şeyin olmadığını

düşünüyorum. Çalıştığım yerleri ve oralardaki insanları

sevdim. Güzel dostluklarımız oluştu. Hayata dair hayallerim

ve isteklerim çok abartılı olmadı. Örneğin hiçbir zaman lüks

bir araba hayalim olmadı. Benim şu anda bindiğim araba

“Toyoto Corolla” aile arabamız,

eşimle beraber kullandığımız

arabamız. Bizim için yeterli.

Daha iyi bir arabaya binebilir

miyim, binerim. Alabilir miyim,

alırım. Şöyle zengin olayım

böyle zengin olayım böyle bir

beklentim yok. Herşey yeterince

olsun yeter.

Çocuklarımla ilgili isterim

ki, çocuklarım benim çocuklarım

olarak kalsın. Bizim evde

yetiştiler, bizimle beraber büyüdüler.

Bizim değerlerimize

göre hareket etsinler. Sağlıklı ve

itibarlı olsunlar. Kısaca adam

gibi adam olsunlar yeter. Seçecekleri

meslekleri ile ilgili tercih

tamamen kendilerine aittir.

Mutluluğun sırrını geriye bakmakta görüyorum. Çok

mutluyum çok şükür. Çok yoruluyoruz, mesleğimiz yorucu

ama çok mutluyum. Çok büyük imkânlar içerisinde değiliz.

Öyle bir talebim de yok, öyle bir hayalim de yok. Ama geriye

doğru baktığımda, çok şeye sahip olduğumu görüyorum. Kanaat

çok önemli. Yani elde ettiklerimizle yetinmek, kanaatkâr

olmak, şükretmek, şükredebilmek. Bunlar çok önemli şeyler

yoksa doyamazsınız. İsteklerimizin ucu bucağı olmazsa mutluluğu

yakalayamaz, hayatı ıskalarsınız.

Evet bağlama çalabilmeyi çok istedim, ama bir bağlamam

olmadı. Şimdide geç kaldık diye denemiyorum bağlama

çalmayı. Ama istiyorum ki bütün çocuklarımız isteklerine

ve hayallerine kavuşsun. Onlara bu imkanı sağlayalım. Bütün

çocuklarımız iyi eğitim alsın. Bütün çocuklarımızın elinden tutalım,

sadece annesi babası olduğumuz çocukları düşünmeyelim,

komşumuzun çocuğunu da düşünelim, mahalledeki

çocukları da düşünelim. Bütün çocuklar gülsün, bütün çocuklar

hayallerine, hedeflerine ulaşsın değil mi? Bunun için

çaba sarf edelim. Sadece anası babası olduğumuz çocuklarımız

değil, bizim çocuklarımız kavramının içerisinde bütün

çocuklarımız olsun. Bu aziz milletin çocukları bizim çocuklarımız

ve bizim geleceğimizdir. Onlarla yarınlarımız çok daha

güzel ve aydınlık olacaktır. Değerli gençler; sizlere inanıyor ve

güveniyoruz. Sizlerle daha da güçlü Türkiye’yi inşa edecek,

geçmişten devir aldığımız sorumluluklarımızı yerine getirecek

ve muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma hedefimizi

gerçekleştireceğimize inanıyoruz. Sizlere öncelikle sağlık, başarı

ve mutluluklar diliyorum.

Sayın kaymakamımız, bizlere zaman ayırdığınız

için, bizi makamınızda misafir ettiğiniz için Kocaeli Fen

Lisesi ailesi adına size teşekkürlerimizi sunarız.

ALP EMRE

EĞRİKAYA

10/A

ECE ARSLAN

11/B

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 11

MÜLAKAT


AHDE VEFA

Yolunuz Açık Olsun

Mesut Öğretmenim

2011-2020 Eğitim-Öğretim yılı süresince, sosyal, kültürel, sportif ve akademik anlamda

Kocaeli Fen Lisesini bu günlere taşıyan, tek amacının vatanını seven, ülkesinin

milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, kendine güvenen gençlerin yetişmesi olan,

değerli meslektaşımız Mesut Tekin okulumuzda görevini başarıyla tamamlayarak Hayrettin

Gürsoy Spor Lisesi’nde göreve başlamıştır. Okulumuzda görev yaptığı süre zarfında,

okulu bir üst basamağa çıkartmak için çabalayan; meslektaşlarına, öğrencilerine

ve tüm çalışanlarına ayrım gözetmeksizin değer veren Mesut Tekin’e bundan sonraki

yaşantısında kendi deyimiyle “KOCAELİ FEN LİSESİ AİLESİ” olarak başarılar dileriz.

12

Öğrencilerimizden….

SEVMEYE NOKTA KOYAN SINIFTA KALIR

İnsan evladının sabah uykusundan kalkarken duyduğu sese

karşı duyarlılık eşiği kişiden kişiye değişir. Çocukken birçoğumuz

annemizin “Oğlum, hadi kalk!” sözleriyle yataktan zıplardık.. Lisedeyseniz

ve yurt hayatı yaşıyorsanız annenizin sesinin yanına

birkaç ses daha eklenir. Mesut Tekin deyince de ilk olarak aklıma

“Kalk, kalk, kalk!” diye tüm yurdu dolaşması

geliyor. Kalkıp elinizi, yüzünüzü

yıkadıktan sonra çoktan üstünüze

okul tişörtü, altına siyah kot pantolon

giymişsinizdir. Belki de şu an Kadir

ağabeyimizin kahvaltısını yapıyorsunuz.

Güneş abla belki çoktan yatağınızı

topluyor, işi o olmamasına rağmen,

Tabi hepsinin sonunda o yokuşu iniyor

ve okulun kapısına geliyorsunuz.

Sabah sizi uyandıran Mesut hocamız

bekliyor sizi oracıkta. Yakalandınız!

Siyah renkle kamufle etmeye çalıştığınız

kot pantolon Mesut hocamızın

gözünden kaçmaz. Uyarıyor, teneffüste

değiştirmenizi istiyor, tekrarının da

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

olmamasını söylüyor. Devam ediyorsunuz. Merak etmeyin Mesut

Tekin arkanızdan gelip de “Değiştir!” diye dolanmayacak. Derse

başlarsınız ve belki o gün deneme sınavı vardır, belki bir konferans

vardır 5.ders, belki dersinize bir öğrenci girip gezi davetinde bulunur,

belki okulumuzun basketbol maçı vardır. Bu belkiler uzadıkça

uzayabilir. İşte bu her “belki”ye öncülük eden, öğrencilerin tabiriyle

bir “Super Mario” vardır.


Okurken bazen tartıştığımız ve karşı çıktığımız; mezun

olunca ise yaptığı birçok şeyin nedenini algıladığımız

ve saygı duyduğumuz Mesut Tekin hocamız... Kendisinin

ülkesine faydalı gençler yetiştirme vizyonunu bulunduğu

her okulda devam ettireceğine olan inancımla sevgilerimi

ve saygılarımı sunuyorum.

“Biz bir aileyiz.”

Enes AKKOYUN 2017 Mezun

Üstünden yıllar geçse de asla unutmayacağımız, her

akla geldiğinde duygulandıran ilk günkü gibi hissettiren

anıların yaşandığı yerdir lise… Kocaeli fen Lisesinde okuyan

her öğrencinin anılarında yer alacak kişilerden biri de

şüphesiz Mesut Hocamızdır. 9 yıllık müdürlüğü süresince

Kocaeli Fen lisesine gelen her öğrencinin en büyük destekçisi

ve yol göstericisi olmuştur. Okulumuzun sosyal projelerde

ve spor aktivitelerinde bu kadar aktif olmasında; akademik başarı

olarak ülkemizdeki sayılı liselerden biri olarak gösterilmesinde en

önemli etken böylesine idealist ve azimli bir lider olmasındandır.

Sürekli daha yüksekleri hedefler ve bunun için var gücüyle çalışırdı.

Odasına gittiğinizde çoğunlukla kendisini orada bulamazsınız.

Çünkü mesut hoca boş durmayı hiç sevmez, he an bir işe yardımcı

olmaya çalışırdı. Bir öğle yemeğinde elinde kepçe, yemek dağıtırken,

hemen ardından şoför koltuğuna geçip okul atımını maça

götürürken, tribünlerde okul takımının en koyu taraftarı olarak

görürdük onu..

Gün içinde ne kadar yorulursa

yorulsun bazı geceler yurda gelir hal

hatır sorardı. Bu geceler zaman zaman

bizi telaşlandırsa da her an yanımızda

olduğunda bilmek çok büyük bir moral

verirdi bizlere. Daha donanımlı,

ayakları yere basan bireyler olmamız

için harcadığı tüm emeklerine, Kocaeli

fen lisesi adına teşekkürlerimi sunuyor

bundan sonraki çalışma hayatında başarılar

diliyorum…

Akif ŞENTÜRK 11 A

Henüz Kocaeli Fen Lisesinde iki

yıl geçirebilmiş olsam da Mesut hocayı

anlatmaya nereden başlayacağımı bulmak gerçekten çok zor benim

için. Mesut hocanın hep söylediği fen lisesi öğrencisi sadece

matematik, fizik, kimya, biyoloji değil diğer alanlarda da yetkinliğe

sahip olmalıdır sözünün ışığında yaptığımız her etkinlikte bizlerle

birlikte olurdu. Maçlarımıza gelir heyecanla tribünden bizleri

izler acaba bu çocuklar ne yapacak diye düşünür, gecenin yarısında

sempozyum dönüşünde bizleri karşılar gideceğimiz yerlere

bırakırdı, bunlar gibi sayabileceğim o kadar fazla an vardır ki...

Okulda daha ne yapabilirim diye sürekli koşturan ya bir toplantıda

ya telefon görüşmesinde ya da biz öğrencileriyle konuşmakta

olduğu haliyle hep görürdük mesut hocayı. En büyük amacı ülkesine

yararlı olabilecek gençler yetiştirmek olan öğretmenimiz

yemekhanede israf edilen bir yemekten tutun da fazla kullanılan

peçeteye kadar yapılan yanlışları tek tek anlatmaya çalışıyordu

bize. En büyük temennisi bizim her zaman bir şeyler öğrenmemizdi.

Böyle de oldu nitekim Mesut hocanın öğrettiklerini okulumuza

kattıklarını sayfalara sığdıramayız. Mesut hocadan bahsettiğim bu

yazının sonunda onun en sevdiği türkülerden biri olan ve her çiğköfte

partimizde söylenen Gaydırı Gubbak Cemilem Türküsünü

belirtmeden geçemem sanırım. Eminim ki sizin gibi fedakâr öğretmenlerimiz

oldukça biz gençler çok daha iyi yerlere geleceğiz.

Filiz IŞIK 11-B

Mesut hocamın benim için yeri çok ayrıdır, bu okula geldiğim

ilk andan beri iyi kötü her anımda desteğini hiç esirgemedi.

Beni her gördüğünde halimi hatırımı, bir ihtiyacım olup olmadığını

sorardı ve gerçekten Kfl nin bi aile olduğunun en güzel

kanıtı mesut hocamın bu yaklaşımıydı. Her ne kadar okuldan ayrılmış

olsa da her daim bu ailenin bir parçası olarak kalacak.

Bazen çok kuralcı gibi gözükse de gerçekten çok güzel kalpli

ve iyi niyetli bir öğretmenimiz. Bu kuralcılığının temel sebebi de

bizlerin disiplinli, kendi ayakları üstünde duran, pek çok konuda

kendini geliştirebilmiş bireyler olmamızı istemesi. Keşke okuldan

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 13

AHDE VEFA


AHDE VEFA

gitmeseydi de her okul sabahına “Okul pantolonun nerde prenses?”

sözleri ile başlamaya devam etseydim. Umarım yeni okulundaki

günleri, kalbi kadar güzel olur.

Şevval TANER 11-C

Lise, hayatımızın geri kalanına şekil veren anlamlı bir yolculuk.

Bu yolculuk boyunca bizimle yürüyen yol arkadaşlarımız ve bir

de kılavuzlarımız var. Yolculuğumuzu güzel kılan, onlar.. Benim

yolculuğumu güzelleştiren kılavuzlarımdan biri de şüphesiz lise yıllarımın

müdür beyi, Mesut Hocam’dır. O, üzerine vazife olmayan

şeyler için dahi sorumluluk duyan, binamızın musluğundan hafta

sonu kurslarında çözdüğümüz denemelerin cevap anahtarlarına

kadar her işle ilgilenmeye gayret eden, bir gününün hepimizin yirmi

dört saatinden çok daha farklı olduğuna inandığım bir müdür.

Bunca çalışkanlığının ve iş disiplininin yanında maalesef henüz

öğrenemediği bazı şeyler var; durmak, yorulmak ve vazgeçmek

gibi Bir şeyi kafasına koymuşsa eğer onu gerçekleştirmek için elinden

gelen her şeyi en iyi şekilde yapar çünkü ona göre ortada bir

sorun varsa mutlaka çözümü de vardır.

Peki ben kimim ?

Ben onun koridorun başından seslendiği ‘piremses !’lerden

biriyim. Deneme sınavı kötü geçtiyse mutlaka onunla karşılaştığında

‘Cemile Abla nasıl sonuçlar ?’ sorusunun bizzat muhatabı

olan, iyi geçtiyse de koşarak tıklattığı kapının eşiğinde kalan , aynı

zamanda o kapıya heyecanla koşup birlikte yapabileceği her fikri

anlattığında, Mesut Hoca’nın zihninde onca işi arasında kendi anlattıklarına

da çok kıymetli yerler açıldığına şahit olan, belirli gün

ve haftalar için düzenlenen etkinliklerde şiirlerin nasıl okunacağını

onunla birlikte yaptığı çalışmalar sonucunda kavrayan, Ormanya

gezisi sırasında keçiyle yaptığı şahane muhabbete tanıklık eden

bir öğrencisiyim

Peki biz kimiz ?

Biz Mesut Hoca’nın cumaları İstiklal Marşı öncesi konuşmalarında

‘amiyane tabirle’ verdiği örneklerle haftayı kapatan Kocaeli

Fen Lisesi’nin bir aile olduğuna yürekten inanan ‘madem

geldik dünyaya; çalış fizik, kimyaya’ fikriyle yetinmemeyi öğrenen

öğrencileriyiz Bizler, onun lisemizden ayrılmış olmasının ‘Mesut

Hocamız’ olmasına engel olmadığını, ihtiyacımız olduğunda her

zaman kapısını tıklatabileceğimizi çünkü onun makam koltuğunun

odasında değil gönlünde olduğunu elbette biliyoruz.

Kocaeli Fen Lisesi,

Bir çocuk olarak başlayıp genç bir kız olarak tamamladığımı

zannettiğim bir yolculuk

‘Zannettiğim’ diyorum çünkü bugün bu yazıyı kaleme alırken

bir kez daha fark ediyorum ki ne Kocaeli Fen Lisesi Ailesi’ne

beslediğim sevginin ne de lise serüvenimin sonunda bir nokta

yok Bu kesintiye uğramayacak hissime binaen yazıma, Özdemir

Asaf’ın şu güzel dizeleri ile son veriyorum:

Sevmek,

Nokta almaz

Çocuklar

Sevmeye nokta koyan

Sınıfta kalır

Onun,

Virgülleri vardır

Çocuklar

14

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Sevmek noktalanmaz;

O, noktadır.

Cemile Büşra GÜR 2019 Mezun


Kırk Yıllık Hayal

Ağır ağır yaşayacaksın bu hayatı,

Her anın tadını çıkaracaksın.

Hayat merdiveninden çıkarken,

Takmayacaksın hiçbir şeyi kafana.

Çıktıkça her bir basamağa,

Derdini tasanı tüm yükünü orada bırakacaksın.

Daima ileri gideceksin yükün azaldıkça.

Seveceksin her şeyi dolu dizgin,

Aileni seveceksin insanları doğayı seveceksin.

En başta yaşamayı seveceksin.

Aşık olacaksın bu hayatta.

Bir kere tattın mı aşk şarabından,

Tabi sevemeyeceksin başka hiçbir şeyi.

ŞİİR

Ve ağızındaki sigara yanarken,

Sende onunla tutuşacaksın.

Aşk ateşiyle alev alev yanacaksın.

Ve önünde kahve otururken boğaza karşı,

Her yudumunda kırk yıllık hayallere dalacaksın…

Saatlerden

Yalnızlık

Gün geçtikçe yüreğime işledi acımı,

Kimsenin duyamadığı bu gönül çığlığı.

Sessizlikle geçiyor yine sensiz yıllarım,

Sen ve mavi gözlerin vardı tek sığındığım.

M u h a m m e d S a i t Ç A Ğ L A R

10/D

Gözlerimi kapadım düşünüyorum seni,

Aniden kasvetli bir sis kaplıyor içimi.

Bir orman yanıyor, ağaçlar acı içinde,

Yalnız şu kaynağı, gözyaşlarımın selinde.

Ağlıyorum, ağlıyorum ki sönsün bu yangın,

Sonu yok mudur gönüldeki haykırışların?

Sarhoşum; ömür dolusu elemdi, içtiğim,

Yenildiğim bir kadeh şarabın şairiyim.

Semaya bakıyorum gece, gözlerim nemli,

İçimdeki küçük çocuk yıllardır kederli.

Kırgın ama minnettarım bendeki aşkına,

Saat yalnızlığa vurunca beni hatırla!

Orkun YÜNDEM / Ece AYDIN

10/B

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 15


BİLİM - TEKNİK

16

21.Yüzyılın Vebası

Covid-19

Wuhan – Çin’de 31 Aralık 2020 tarihinde tanımlanan, medya tarafından halka

“coronavirus” olarak tanıtılan virüs, adını çabuk duyurdu ve çabuk unutulacak gibi

de değil. İlk duyulduğu andan itibaren belki Çin bize uzakmış gibi geldiği için biz

Türkler pek paniklemesek de, dünyada büyük bir korku ve paniğe yol açtı. Açıkçası

ayaklarımızı uzatıp patlamış mısır yiyerek haberleri izlememizin de bir anlamı yok.

Zira virüsler çat kapı misafirlikleri severler.

CORONAVIRUS KULAĞA TANIDIK GELİYOR

ASLINDA…

Yukarıda bahsettiğim gibi, halk, gündemdeki virüsü

coronavirus olarak tanıyor ancak coronavirus bir virüs ailesinin

adıdır. Bugün konuştuğumuz virüsün adı aslında Covid-19.

Bu oldukça geniş virüs ailesini biraz tanımak, daha

doğrusu hatırlamak istersek:

Coronavirus, kuş ve memelilerde hastalıklara sebep

olan, özellikle insanda nezle başta olmak üzere çeşitli hastalıklarla

kendini gösteren virüslerin ait olduğu familyadır.

Başlıca semptomları ateş, bademcik büyümesi, öksürüktür.

Ciddi vakalarda zatürre ve bronşit de görülebilmekte, bugün

de duymaya alışık olduğumuz şekilde hasta kaybedilebilmektedir.

Geçmişte büyük kayıplara sebep olmuş şiddetli akut

solunum yolu sendromu (SARS) ve Orta Doğu solunum

sendromu (MERS) de, bu aileye mensuptur.

Coronavirus zoonotictir, yani hayvanlardan insanlara

geçebilir. SARS-CoV, misk kedilerinden; MERS-CoV ise tek

hörgüçlü develerden insana geçmiştir. CoVid-19’in kaynağıysa

birtakım güvenilir olmayan kaynaklarda çeşitli hayvanlar

olarak gösterilmiş olsa da, bu da bilim insanlarının

üzerinde çalıştığı, cevabını bilmediğimiz sorulardan biridir.

VİRUSLERLE DE TOKALAŞARAK TANIŞIRIZ

Tarihte pek çok kez farklı isimlerle karşısına çıkmış

olmasına karşın, bugün bir elinde 21. Yüzyıl teknolojisini

bir elinde egosunu tutan insanoğlu, 100 nanometre uzunluğunda

bir virüs merhaba der demez ne yapacağını şaşırı-

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

yor. Gerçekten de önlemini almadığında insan, virüs karşısında

oldukça acizdir.

Milyonlarca insanı kaybettikten sonra hala dersimizi

alamadık mı yoksa her seferinde bilmediğimiz yerden mi

çıkıyor, orası tartışılır fakat kesin olan, dile getirmekten utanılacak

kadar basit bir takım hijyen kurallarının olduğudur.

Elbette ki hükümetler, “bilir kişilerin” değil bilim insanlarının

önderliğinde eş zamanlı ülke çapında tıbbi önlemler

ve bir takım sınır kontrolleri yapmalıdır. Türkiye’ye bu yazıyı

yazdığım tarihe kadar CoVid-19 girmemiş olması bir başarı

ya da mucize olabilir, ancak bu hiç gitmeyeceği anlamına

asla gelmez. Türk ırkının virüse doğuştan bağışık olduğu

gibi komedi programından çıkmış olduğunu düşündüğüm

haberlere de güvenilmemelidir.

Dile getirmekten utandığımı söylemiş olduğum hijyen

kurallarına gelecek olursak, el yıkamak, doğru hapşırmak

ve yere tükürmemek deyip, herkesi kendi ile başbaşa bırakıyorum.

Burcu KOTAN

12/C


Evrenimiz Yaşıyor mu?

Hepimizin ‘Yaşam nedir?’ sorusuna bir cevabı vardır. Kimimiz kalbimizin atmasını, kimimiz

metabolizmayı, kimimiz çevresel uyarılara tepki vermeyi, kimimiz üremeyi, kimimiz ise

düşünmeyi ve sezgilerimizi yaşamın temeli olarak kabul eder. Esasında tüm bu unsurlar bir

araya gelerek yaşamın temelini oluşturur. Tüm bu unsurlara bakarak insanların, hayvanların,

bitkilerin yaşadığını ifade edebiliriz. Peki ya evrenimiz yaşıyor mu diyecek olsam cevabınız ne

olurdu? Birçoğumuz bunun bir nevi abesle iştigal etmek olduğunu düşünecek ve bu soruyu

kestirip atacaklardır. Ancak bilim dünyası boş durmuyor ve bu sorunun üzerinde ciddi emekler

sarf ediyor. Hatta bazı bilim çevreleri bu sorunun yanıtını bulduklarını iddia ediyorlar. Bu

yanıtlar her ne kadar birer öngörüden ibaret olup günün birinde ispatlanmayı bekleseler de

birçoğu, evrenin bir süper canlı organizma olduğuna inanmamızı sağlıyor.

BİLİM - TEKNİK

Peki, nedir bu yanıtlar? Gelin hep beraber evrenimizin

gerçekten de yaşıyor olup olmadığına dair yanıtları

öğrenelim. İnsan da dâhil birçok canlının kalbi vardır. Bu

canlılar kalpleri aracılığıyla vücutlarına kan pompalarlar.

Ancak canlıların kalp atış hızları son derece değişkenlik

gösterebilmektedir. Bu hız canlının büyüklüğüne bağlı olarak

değişir. Örneğin sadece iki gram ağırlığında olan cüce

sivri farenin kalbi dakikada 1511 defa atarken en büyük

memeli olarak bilinen mavi balinanın kalbi ise dakikada

8-10 defa atar.

Peki, evrenin kalbi ne sıklıkta atar ve evrenin kanı nerede?

İşte ilk teorimiz bu soruların yanıtını bulduğunu iddia

ediyor. Bu teoriye göre evren o kadar büyük bir yapı ki

evrenin kalbi en son 13.7 milyar yıl önce attı. Evet, çoğunuzun

tahmin edebileceği üzere evrenin kalbi en son

Büyük Patlama esnasında attı ve bir dahaki atış da yine

bir Büyük Patlama esnasında olacak. Peki ya bir dahaki

Büyük Patlamayı getiren süreci hangi güçler yönetecek?

Cevap günümüzün en büyük gizemlerinden olan karanlık

madde ve karanlık enerji kavramlarında saklı. Bu iki kavrama

karanlık denmesinin nedeni ise bugüne kadar hiçbir

zaman doğrudan gözlenememiş olmaları. Bu iki kavramın

var olduğunu ancak dolaylı yollarla anlayabiliyoruz.

Peki ya nedir bu dolaylı yollar? Öncelikle karanlık

maddeden bahsedelim. Karanlık maddenin varlığı ilk defa

1933’te İsveçli gökbilimci Fritz Zwicky tarafından ortaya

atılsa da 1970’te Vera Rubin tarafından keşfedilmiştir. Karanlık

maddenin nasıl keşfedildiğine gelince, gökbilimciler

gökadaların kütlelerini incelediklerinde, galakside görülen

tüm maddelerin toplam kütlesinin olması gereken kütlenin

çok az bir kısmına tekabül ettiğini görmüşlerdir. Bunun

üzerine; belirlenen kütle farkını, yıldızlarının arkasında bulunduğundan

görülemeyen, dolayısıyla da kütlesi hesaba

katılamayan nesnelere bağlamışlardır. 1980’li yılların sonu

ile 1990’lı yılların başı arasında yapılan gözlemler sonucu

bu nesneler yıldızlarının önünden geçerken gözlemlenebilmiş

ancak MACHO (Massive Astrophysical Compact Halo

Object-Büyük Kütleli Astrofiziksel Tıkız Hale Nesneleri)adı

verilen bu nesnelerin sayılarının çok fazla olmadığı ve kütlelerinin

belirlenen kütle farkını karşılamadığı keşfedilmiştir.

Aynı zamanda gökadaların merkeze yakın bölgelerinde

de merkeze çok uzak bölgelerinde de dönüş hızının aynı

olduğu gözlemlenmiştir. Bu durum tek bir şekilde açıklanabilir.

Gökadaların etrafını çepeçevre saran ve gökadaları

bir dal gibi birbirlerine bağlayan bir karanlık madde öbeği

hem gökadaların her yerine eşit miktarda kütle çekimi kuvveti

uygulayarak dönüş hızını eşitleyecek hem de oluşan

kütle farkını kapatacaktır.

Karanlık enerjiye gelince, varlığı ilk defa 1980’de

Alan Guth tarafından ortaya atılsa da kesin olarak varlığı,

1998’de Saul Perlmutter ve Brian Schmidt tarafından

evrenin giderek artan bir hızla genişlediğinin fark edilmesiyle

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 17


BİLİM - TEKNİK

anlaşılmıştır. Çünkü astronomlara göre evrende bu etkiyi

yaratan şey karanlık enerji adı verilen bir enerjinin itici

gücüdür. Tüm bu yargılardan hareketle gökbilimciler karanlık

maddenin evrendeki çekici güç, karanlık enerjinin

ise evrendeki itici güç olduğunu ve aralarındaki rekabeti 6

milyar yıl önce karanlık enerjinin kazanarak evrenin artan

bir hızla genişlemesine neden olduğunu söylemektedirler.

Teorimize dönecek olursak, halihazırda evrenimizin

yaklaşık %68,3’ünü oluşturan ve bizim asla gözlemleyip

özelliklerini bilemediğimiz bir enerji olan karanlık enerjinin

etkisiyle genişleyen evrenimiz, bir müddet sonra karanlık

enerjinin enerjisini yitirmesinin ve bunun sonucunda evrenimizin

%26,8’ini oluşturan karanlık maddenin ortaya

çıkardığı kütle çekimi kuvvetinin baskın hale gelmesinin

neticesinde hızla daralmaya başlayacak. Tam evrendeki

tüm maddeler tekilliğe (tüm maddelerin tek bir yerde toplanması)

ulaşacağı sırada maddeyle etkileşime girmeyen

ve saniyede 50 trilyon tanesinin siz fark etmeden içinizden

geçtiği nötrino parçacıkları süper akışkan özelliğe geçecek

ve daha fazla sıkışamayarak evrenin patlamasına ve yeniden

genişlemesine neden olacak. Bir nevi nötrinolar evrenin

fazını değiştiren bir kan konumunda bulunacak. İşte

tüm bunlardan dolayı bu teoriye Büyük Sıçrama Teorisi adı

veriliyor. Şimdi bir düşünün. Milyarlarca yılda bir genişleyen

evren daralmaya, daralan evrense genişlemeye başlıyor.

Bu görüntüyü gözünüzde hızlandırın. Neye benzedi?

Atan bir kalbi andırdığı yadsınamaz. İlginç geldi değil mi?

O zaman ikinci teorimizin de sizi şaşırtacağı kesin.

İkinci teorimiz ise evrenin yaşamaya bu denli elverişli olan

koşullarını bir Yaratıcı’nın varlığına bağlamaktan öte bu

duruma daha bilimsel yaklaşmakla birlikte evrenin hayatta

olduğunu öne sürüyor. Bu teori evrenlerin üremesini konu

alıyor. Bu teoriye göre kara delikler evrenlerin yavrularına

bağlanan bir yol olma özelliği taşıyor. Kara delikler, Güneş’ten

en az 20 kat daha ağır yıldızların içindeki ağır elementlerin

bir tekillik oluşturması sonucunda ortaya çıkan

basınç ve ısının etkisiyle oluşur. Ancak bu teori bir tekillikten

ziyade bir çökmenin mevzubahis olduğundan ve bu çökme

neticesinde yeni bir bebek evrenin ortaya çıktığından bahsediyor.

Ancak bu bebek evren, atası olan evrenden farklı

fizik kanunlarına ev sahipliği yapıyor. Yani bir nevi genetik

varyasyonlar devreye girerek birbirinden farklı kuralların

geçerli olduğu evrenler meydana geliyor. İşte bizim evrenimiz

de bu kozmik yaşam ağacındaki evrenlerin sadece

bir ferdi konumunda. Evrenlerin evriminden bahseden bu

teoriye Kozmik Doğal Seleksiyon Teorisi adı veriliyor. Kim

bilir, insanlığın en çok araştırdığı varlıklardan olan uzaylılar

bizden tamamen farklı fizik kanunlarının olduğu evrenlerde

yaşıyor ve bu farklı kanunlara gösterdikleri adaptasyonlarla

bizden çok daha farklı görünüyor olabilirler. Belki de

gelecekte, bu bambaşka fizik kanunlarının geçerli olduğu

evrenlerdeki şartlara uygun yapay zekalı robotlar geliştirir

ve bu robotları akraba evrenlerimize yollayarak akraba kabilelerimizle

ilk temasımızı kurabiliriz. Bu kulağa inanılmaz

bir şey gibi gelse de 100 yıl öncesinde yaşayan birine interneti

anlatsaydınız o da şu anda sizin düşündüğünüzle aynı

şeyleri düşünecektir. Bilimin görevi de bu değil mi zaten?

İmkansız gibi görünenleri gerçekleştirmek...

Evet, şu ana kadar evrenin kalp atışlarından ve üremesinden

söz ettik. Gelgelelim üçüncü teorimizse sadece

insana mahsus olduğunu düşündüğümüz bir şeyi yani

düşünmeyi konu ediniyor. Yani bu teoriye göre evrenimiz

düşünen bir varlık. Kuantum mekaniği profesörü Seth

Lloyd’a göre beynimizin nöronlarla yaptığı bu işi evrenimizse

atomlarla yapıyor. Aynı zamanda Lloyd’a göre evrenimiz

tıpkı bir kuantum bilgisayarı gibi çalışıyor. Kuantum

bilgisayarlarının klasik bilgisayarlardan farkı ise bir elektronun

aynı anda değişik yerlerde ‘1’ değerini alabilmesidir.

Yani elektronların aynı anda farklı yerlerde bulunabildiği

bu bilgisayarlar aynı anda pek çok işlem gerçekleştirebilir.

Bilim insanları yakın gelecekte kuantum teknolojisinin

18

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


gelişmesiyle birlikte çok daha yüksek işlem kapasitelerine

sahip bilgisayarların yapılabileceğine inanıyor. Ayrıca beynimiz

de bir kuantum bilgisayarı misali saniyede “10 üzeri

16” yani 10 milyon milyar bit veri işlerken Lloyd evrenimizin

saniyede “10 üzeri 106”bit veri işlediğini hesaplamış.

Bu durum ise evrenin bizim anlayamayacağımız olaylara

sahiplik ettiğini ve mutlak zekaya sahip bir organizma olduğunu

gösteriyor. Bu teoriye göre devasa bir kuantum bilgisayarı

gibi olan evrenimiz, hesaplamalardan ibaret olup

evrendeki bitler her an hesaplama içindedir ve yaşam da

bu hesaplamalar sonucunda ortaya çıkmıştır.

Bir başka bilim insanı ise evrenin tüm bu hesaplamalarını

yani zihnini okumaya çalışıyor. Jürgen Schmidhuber

evrendeki tüm bu hesaplamaların basit kurallı ve programlanabilir

olduğuna inanıyor ve bu kuralı bulabilirsek evreni

bir yazılımla programlayabileceğimize ve onu yeniden

yaratarak kozmosta gerçekleşen tüm olayların sırlarının

çözülebileceğine inanıyor. Ona göre buradaki asıl sorun

evrenin bu denli yüksek veri işleme kapasitesine rağmen

13.7 milyar yılda gerçekleştirdiği bu olayları, ondan daha

hızlı bir şekilde işleyecek kuantum bilgisayarları yapmak.

Ancak Schmidhuber bunun yakın gelecekte insandan

daha zeki hale gelecek robotlarca yapılacağını düşünüyor.

Gelelim son görüşümüze... Aslında bu bir teori olmaktan

öte bir felsefi görüş. Dr. Robert Lanza tüm dünyada,

ilk defa erken dönemlerindeki bir embriyoyu klonlayan bir

kök hücre araştırmacısı olarak tanınmasının yanı sıra evren

hakkındaki bu görüşüyle tüm bilim camiasının dikkatini çekiyor.

Dr. Lanza evrenin sorgusuz sualsiz canlı olduğunu

ifade ederek tarihteki birçok filozof gibi evrenin aslında var

olmadığını, onun gerçekte bir düşünceden ibaret olduğunu

ve hepimizin evrenlerinin birbirinden farklı olduğunu söylüyor

ve buna Biyomerkezcilik Teorisi adını veriyor. Ayrıca

kendisi bu teorisini, yazdığı bir kitapla uzun uzun açıklıyor.

Bu teoriye örnek olarak ise hayvanların insanlardan farklı

kokuları duyup farklı renkleri görebilmesini gösteriyor. Ona

göre gerçekten mutlak bir evren var olsaydı onu tüm canlılar

aynı şekilde deneyimleyebilmeliydi. Yine o ve onun gibi

düşünenlere göre kar yağdığı için biz onu görmüyoruz. Biz

öyle düşündüğümüz için kar yağıyor. Ancak hiçbirimiz bu

düşüncelerimizi kontrol edemiyoruz. Tüm bunlar biz fark

etmeden bilinçaltımızda gerçekleşiyor.

Evet, yukarıda bahsettiğimiz teorilere göre

evrenimizin kalbi atıyor, akrabaları var, ayrıca düşünebiliyor.

Hem de bizden çok daha hızlı. Diğer

bir teoriye göre ise her canlı bir evren demek ve

milyarlarca farklı evren söz konusu. Belki de yukarıdaki

teorileri hiçbir zaman ispatlayamayacağız

ama hepsinin birbirinden büyüleyici olduğu

aşikâr. Peki sizce evren yaşıyor mu? Karar siz değerli

okurların...

Gökdeniz ÇOLAK

11/B

BİLİM - TEKNİK

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 19


BİLİM - TEKNİK

Bir Matematikçi:

Sirinivaza Aiyengar Ramanujan 22 Aralık 1887’de Hindistan’ın Erod köyünde, saygın

Brahman tabakasına mensup bir ailede doğdu. Babası Madras bölgesine bağlı Kumbakonama

kentinde, küçük bir tekstil dükkânının mali işlerini yürütüyordu. Annesi ise

ev hanımı olarak, küçük Sirinivaza’yı dini görevini sürekli olarak yerine getirmek yolunda

büyütmeye gayret ediyordu ve büyük ölçüde bunu başarmıştı denilebilir.

Ancak dehanın kudreti tüm olumsuzluklara rağmen, onu

eninde sonunda Ramanujan’ı profesyonel matematikçi makamına

ulaştırdı. Ama bu, o kadar da kolay ve çabuk olmadı

ve ne yazık ki, çok da geç 1897’de Kumbakonama kentinde

ilkokuldan mezun oldu ve il merkezi Tanjor’da düzenlenen özel

burs sınavlarının birincisi olarak ortaokul masraflarını yüzde 50

indirimle ödeme hakkını kazanmış oldu. Brahmancılık ruhunda

büyütülmüş, inançlı ve her şeyi merak eden bir çocuk olarak,

artık ortaokulun 2. sınıfından başlayarak büyüklere ve öğretmenlere,

matematikte “yüce hakikat”in ne olduğu yönünde sorular

sormaya başlamıştı. Onun çocuk inancına göre insanın her faaliyet

alanında, olmuş ve olacakların hepsini içeren bir “yüce

hakikat”in olması şarttı ve buna ulaşan kişiye, o alanda her şey

her yönüyle açık olmaya mahkûmdu. Doğal olarak bu sorusuna

olumlu bir yanıt alamıyordu. Nihayet 1903 yılında, ortaokulun 6.

sınıfındayken hoş bir tesadüf sonucu Ramanujan’ın eline G. R.

Carr’in iki ciltlik Pür ve Uygulamalı Matematikten Elemanter Sonuçlar

Toplusu kitabı geçti. Kitapta tam 6165 teorem ve formül

olmakla birlikte, ezici çoğunluğu ispatsız verilmişti.

Böylece Ramanujan, bu alana duyduğu merak ve ihtirasla,

özgürlüğün yolunu bulmuş, esaretten kurtulmayı başarmış birinin

duygularına benzer bir hırsla bu formüllerin çıkarılmasına

sarıldı. Geceli-gündüzlü sürüp giden çalışmalar, çok geçmeden

önemli sonuçlar vermeye başladı ve Ramanujan çalışmaları sırasında

bulduğu yeni formülleri birer inci taneleri gibi, sonsuz bir

sevgiyle “not defterleri”ne aktarmaya koyuldu. Üzerinden 100

yıl geçmesine rağmen, şimdi de incelenmesine devam edilen

meşhur Note Book, işte bu vesileyle hayata “merhaba” demiş ve

Ramanujan’la birlikte büyümesini sağlıklı olarak sürdürmüştü.

Bu arada hemen belirtelim ki, Carr’ın kitabı da Ramanujanın

çalışmalarından dolayı yeterince ünlenmiş oldu. Tıpkı bir

zamanlar sayfa kenarlarına Fermat’nın yazmış olduğu notlardan

dolayı ünlenmiş Diophant’ın Aritmetik kitabı gibi, Carr’ın kitabıda

Ramanujan buluşlarının kaynağını merak edenlerin ilgi odağına

dönüşmüş oldu.

Artık bu sıralarda, Ramanujan, arkadaşlarına buluş ve

keşiflerinden söz etmeye başlamıştı bile. Bu işlerde onun çok

önemli iki yardımcısı vardı. Bunlardan biri süper denilebilecek

kadar kapasiteli ve aranan bilgiye hızla ulaştırabilen bellek; ikincisi

ise, en yüksek sihirbazlık düzeyinde olan, formülleri dönüştürebilme

becerisi idi. Ramanujan, 2’nin kare kökü, pi , e ve diğer

bu gibi önemli sayıların akla gelmez düzeyde çok sayıda ondalık

rakamlarını ezbere biliyordu.

Formüllerin nasıl bulunduğu yönündeki soruları ise Ramanujan,

“İlah Nammakl butün bunları rüyada bana telkin ediyor”

diye yanıtlamayı severdi. Gerçekten de çoğu zaman sabahları

20

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


yataktan kalktığı anda günlerce üzerinde yoğunlaştığı konularda

hazır formülleri yazabilmesi onun yaşamına renk katan

ve o kadar da ender olmayan olaylardandı. Daha sonra

Cambridge matematikçileri de buna tanık olacaklardı.

16 yaşındaki Ramanujan, orta öğretimini tamamladıktan

sonra, üniversite sinavlarını kazandı ve 1 Ocak 1904’te

Madras Üniversitesi’ne bağlı Kumbakonama Koleji’nde derslere

başladı. İngiliz dili ve matematikte gösterdiği üstün başarılardan

dolayı ilk zamanlar özel bir bursa da layık görüldü.

Fakat zamanının tümünü kendi formüllerini bulmaya ve geliştirmeye

harcadığından, dersleri kötüye gitmeye başladı ve

birinci sınıfta bırakıldı.

Bundan sonra Ramanujan’ın hayatında, 10 yıl sürecek

olumsuzluklar dönemi başlamış oldu. 1905 yılını, merkezi

Hindistan’ı başıboş dolaşmakla geçirdi. 1906’da Kumbakonama

Koleji’nde eğitimine devam etme isteği geri çevrildiğinde,

Madras’a dönüp yeniden üniversite sınavlarını kazandı,

ama bu kez de hastalığı yüzünden evine dönmek zorunda

kaldı. 1907’de, üniversiteye ilk iki sınıf için sınavları dışarıdan

vermek amacıyla başvursa da, sınavları kazanamadı. Söylemeye

gerek yok ki, tüm bu olaylar sırasında, “not defteri”

dolmaya ve olgunlaşmaya

devam ediyordu.Ramanujan

1909’da evlendi ve

ailesini geçindirmek için

iş arayışlarına başladı. Eşi

Janakiammal Ramanujan,

onun ölümünden sonra

tam 74 yıl yaşadı ve 13 Nisan

1994’te Hindistan’da,

Marine Üniversitesi kampüsünde

vefat etti.

1910 yılında başvurduğu,

Hindistan Matematik

Derneği’nin kurucusu Ramasvami Aiyar, Ramanujan’ı,

Kumbakonama Koleji’nin öğretim üyesi Seshu Aiyar’a yönlendirdi.

Nihayet 1910’un aralık ayında Ramanujan, yüksek

makam sahibi Ramachandra Rao isminde bir memurla tanıştırıldı.

Ramanujan’ın o zamanki halini anlayabilmek için,

sözü Ramachandra Rao’ya verelim:

Odaya yeterince şişman, alçak boylu, tıraş olmamış

ve şaşkınlık içerisinde genç bir erkek girdi. Elinde kendi görüntúsü

ile uyum sağlayacak derecede eskimiş bir not defteri

tutmuştu. Görünüşünde dikkate alınabilecek tek şey, ender

rastlanacak kadar cazip olan gözleriydi. Onların her biri sanki

birer nur kaynağı gibi etrafa ışıklar saçıyordu. Bu genç adam

anlatılmayacak kadar fakirdi.Ramachandra Rao bir süre kendi

olanakları çerçevesinde Ramanujan’a maddi destek sağladı.

Ama daha sonra, bu durumdan sıkıldığını ve rahatsız

olduğunu görünce, ayda 30 Rupi maaşla Madras Posta Idaresi’nde

ona bir iş ayarladı.

1911 yılında Hindistan Matematik Kurumu’nun dergisinde

Ramanujan’ın Seshu Aiyar tarafından sunulan ilk problemleri

nihayet ışık yüzü gördü. Kendi makalesi de aynı yıl yayımlandı

ve 1912 yılında Ramanujan artık, en azından kendi

vatanında bir malum mektup yazıldı ve sonuçlarını fazla beklemek

gerekmedi matematikçi olarak tanınmaya başladı.

1913 yılının ocak ayında ise, Ramanujan’ın hayatında

yeni bir sayfanın açılmasına önayak olacak Hardy ve Littlewood

ile birlikte Ramanujan’in gönderdiği bazı formüllerin

ispatlandığını, ama diğerlerinin ispatlanamayacak kadar zor

olduklarını fark etmiş ve kendisini İngiltere’ye davet etmişler

İlk başlarda yine dinsel sebeplerden ötürü ailesinin karşı

çıkmasına rağmen (Brahmanların su üstünden geçme yasağı,

yurtdışında uygulayamayacağı ritüel yemek talimatı vs.)

onları ikna etmesini başarır ve 1913 yılında İngiltere’ye gider.

Hardy’nin yardımlarıyla Trinity College’de eğitimini en iyi

şekilde tamamlar, birçok formül altına imzasını atar. Ramanujan

bulduğu formüllere gece rüyasında kanlı harflerle duvara

yazılı şekilde gördüğünü söyler, Hardy’ye bu formüllere

ispatlamak ya da ispatlamaya çalışmak kalır.

Genç yaşında yakalandığı verem hastalığı sebebiyle 18

ayını bir sanatoryumda geçirmek zorunda kalır. Çıktıktan sonra

kendini hem hastalığından ötürü hem yalnızlıktan, memleket

hasretinden, hem alışamadığı hava koşullarından, yemeklerden

ötürü olsa gerek kendini o kadar kötü hisseder ki

bir Londra metronun önüne atlayarak intihara teşebbüs eder,

kurtarılır.

RAMANUJAN 1729 HİKAYESİ

Tekrar hastaneye kaldırılır. Burada efsanevi 1729 hikâyesi

yaşanır. Bu numara Hardy’nin kendisini ziyarete gelirken

bindiği taksinin numarasıdır ve Ramanujan taksinin numarasına

bakıp, ‘çok ilginç’ demiş. Büyük matematikçi Hardy, Ramanujan’ın

neden söz ettiğini anlamamış ve ne demek diye

çıkışmış. Aklını rakamlardan başka şeylerle meşgul etmeyen

Ramanujan, 1729’un iki farklı biçimde iki sayının küplerinin

toplamı olan en küçük sayı olduğu söylemiş:

1729 = 12³ + 1³ = 10³ + 9³

Ramanujan evine dönmek için I. Dünya Savaşının bitmesini

beklemek zorunda kalır ve evine döndükten bir yıl sonra

vefat eder.

Ölmeden önce bir eşitliği bulmuş ama ispatlamaya ömrü

yetmemiş ve matematikçiler arasında şöyle bir inanç vardır.

“Ramanujan söylediyse doğrudur”1976 yılında hayatının son

yılında yazdığı kayıp bir defter bulundu bu defterin keşfi Beethoven‘ın

10. senfonisinin keşfiyle kıyaslanmaktadır. bir asır

sonra bu formüller

kara

deliklerin davranışlarını

anlamak

için kullanılıyor.

2015 yılı

yapımlı yönetmenliğini

Matthew

Brown’ın

yaptığı Sonsuzluk Teorisi filmi Ramanujan’ın hayatını anlatmaktadır.

Ayşenur YENİGÜN 12/A Kocaeli Fen Lisesi- 2017 2020 21

BİLİM - TEKNİK


BİLİM - TEKNİK

Mikrobiyota Gerçekten

Önemli mi?

ABD’li bilim insanı Joshua Lederberg, insanı mikrobiyal hücrelerin birleşiminden oluşan bir

süper organizma olarak tanımlamıştır ve 1958 yılında 33 yaşındayken Nobel Fizyoloji veya

Tıp Ödülü kazanmıştır. ‘Mikrobiyom’ tanımıda ilk olarak yine Nobel Ödüllü Joshua Lederberg

tarafından 2001 yılında yapılmıştır ve insan vücudunda yaşayan trilyonlarca bakteri ve diğer

mikrop topluluklarına ait gen, gen ürünleri ve biyomoleküllerin tamamını ifade etmektedir.

Anne karnında mikropsuz bir ortamda yaşadığımız düşünülmüş

iken günümüzde yapılan araştırmalar dost mikroorganizmalarla

daha doğmadan karşılaştığımızı göstermiştir. Mikroplar

doğum sırasında ve doğumun hemen sonrasında hızla insan vücudunun

çeşitli bölgelerine yerleşir ve yaşam boyunca insanla orada

yaşamaya devam eder. Bağırsakta ise 40.000 çeşit bakteri türü ve

yaklaşık 100 trilyon mikroorganizma yaşamaktadır. Bu insan vücudundaki

toplam hücre sayısından 10 kat fazladır. İşte bağırsakta

bulunan bu mikroorganizma topluluğuna “Mikrobiota” denilmektedir.

Peki, son yılların en çok tartışılan ve konuşulan konularından

‘Mikrobiyota’ nın faydaları nelerdir?

• Mide ve ince bağırsaklar tarafından sindirilemeyen besinlerin

sindirime teşvik eder.

• B ve K vitaminlerini sentezler.

• Bağırsaklardaki zararlı bakterilerle savaşır.

• Bağışıklık sistemini canlandırır.

Beyin ile bağırsak arasında nasıl bir ilişki vardır?

Mikrobiotanın çeşitli mekanizmalarla beyinle iletişim kurduğu

ileri sürülmekte ve bunu destekleyen çeşitli çalışmalar bulunmaktadır.

Bağırsakların merkez sinir sistemiyle arasında bir ilişki vardır

ki bu sisteme ilişkisini “Enterik Sinir Sistemi-Sindirim sistemi sinir

ağı” denir. Enterik sinir sistemi, aynı beyin gibi davranışlarımız ve

ruhsal dengemiz üzerinde etkisi bulunan, ikinci beyin olarak kabul

edilen bir sistemdir. Enterik sinir sistemi ve beyin işbirliği içinde çalışır.

Aralarındaki iletişimin nörolojik, psikiyatrik ve metabolik bir

çok hastalığın oluşmasında rolü olduğu düşünülmektedir.

Bağırsak ikinci beyin midir?

‘Enterik Sinir Sistemi-Sindirim sistemi sinir ağı” içinde 30

farklı nörotransmitter bulunur. Bu maddelerin içinde psikolojik

durumumuza etki eden serotonin de yer alır. Mutluluk hormonu

olarak bilinen ‘serotonin’ in yüzde 90’ı sindirim sisteminde bulunmaktadır.

İnsanların stres altında veya mutlu değilken belirli bazı

gıdalara yönelmesi bu şekilde açıklanmaktadır. Günümüz insanının

yüzde üçte birinde görülen ve yaşam kalitesini bozan halk

arasındaki ‘huzursuz bağırsak sendromu’ ndan beyin ve enterik

sinir sistemi arasındaki iletişim bozukluğu sorumlu tutulmaktadır.

Bu insanlar genelde huzursuz ve mutsuz insanlardır. Günümüzde

mikrobiyota bozukluklarının bazı davranış bozuklukları ve otizm

gibi hastalıklarla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Faydalı bakterilerin

sayısının azalması ve zararlı bakterilerin sayısının artması ile birlikte

bedensel ve ruhsal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bağırsaklardan

kana karışan bakteri kaynaklı zehirler-toksinler beyne ulaşarak

nöronların çalışmasını bozmaktadır. Fast-food, yüksek karbonhidratlı

beslenme sonucunda sadece obeziteye yol açmakla kalmayıp

depresyon, kaygı bozuklukları birçok faktörün bir arada olması.

Bundan dolayı psikolojik durumumuzu sadece beynimizin belirlemediğini,

ikinci beyin gibi çalışan enterik sinir sisteminin de büyük

rolü olduğunu düşünülmektedir..

Mikrobiyota dengesi nasıl bozulur?

Bağırsak bakteri dağılımında zaman içinde bozulmalar olabilmektedir.

Sağlıklı olma ile bağırsak mikrobiyotasında bir denge

vardır. Mevcut dengeyi korumak önemlidir. Bazı faktörler, bağırsak

mikrobiyotası olumsuz etkiler:

• Antibiyotik kullanımı

• Yaşlanma

• Modern çağ beslenme tarzı

• Fiziksel stres ve Psikolojik stres

• Radyasyon

Antibiyotiklerin gereksiz kullanılması sonucu faydalı bakterileride

zararlı bakteriler gibi öldürmekte ve onların koruyucu etkisini

azaltmaktadır. Yine beslenme alışkanlıkları, stres dengeyi korumada

önemli rol oynar.

Mikrobiyotayı korumak için yapılması gerekenler

Sağlıklı gebelik, sezaryen yerine normal doğumun desteklenmesi

ve anne sütü çok önemli. Çünkü artık biliniyor ki insanın

mikrobiyotasının gelişmesi anne karnında başlıyor. Bu sebeple

annenin dengeli beslenmesi çok önemli. Son yıllarda özellikle çocukların

devamlı olarak ev içerisinde bulunmasının, mikrobiyota

üzerine olumsuz etkileri olduğu gösterildi. Doğa ile iç içe büyümek,

mikrobiyota dengesi için çok önemlidir. Yine tabi sağlıklı beslenme

denge için kilit rol oynayan faktörlerden biridir.

Sonuç olarak, mikrobiyota dengemizi bozan birçok faktörle

daha anne karnından başlayarak karşılaşmaktayız. Ruhsal ve fiziksel

olarak insan sağlığını etkileyen birçok hastalığın mikrobiyota ile ilişkili

olduğu günümüzde her gün daha da kabul görmektedir.

Azra ASLAN

11/D

22

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Evrenin Karanlık Yüzü:

Karadelikler

Karadelik kavramı bilim dünyasında yenidir aslında. John Michell 1783 yılında Philosophical

Transactions of the Royal Society of London (Londra Kraliyet Topluluğunun

Felsefi Faaliyetleri) dergisinde yayımlanan makalesinde yeterli ölçüde yoğun ve

kütleli bir yıldızın ışığın kaçamayacağı kütle çekim alanına sahip olabileceğini vurguladı.

Bu makalenin ardından Marquis de Laplace benzer bir varsayımda bulundu.

Bu gelişmeleri Einstein’ın genel görecelik kuramı izledi bu kuramın ise anlaşılması

için epey zaman geçti.

BİLİM - TEKNİK

Karadelik oluşumunu anlayabilmek için öncelikle bir yıldız

nasıl oluşur bunun anlaşılması gerekir. Yıldız kütle çekimin etkisiyle

çok büyük miktarda gazın çökmesiyle şekillenir. Bu çökmenin

etkisini dengeleyen nükleer tepkimeler(hidrojenin yüksek

sıcaklıkta helyuma dönüşmesi gibi) yıldızın büzüşmesi durdurur.

Yıldız eninde sonunda nükleer yakıtını tüketir, içe doğru çökme

devam eder, yıldızın kütlesi Chandrasekhar (Chandrasekhar

yıldızın süpernova patlamasından sonra yıldızımızın karadelik,

nötron yıldızı, mavi cüce olduğunu belirleyen sınır) sınırından az

ise nötron yıldızı veya mavi cüceye dönüşür. Yıldızımız Chandrasekhar

sınırından fazla ise karadeliğe dönüşür.Karadeliklerin

yıldızın içine doğru çökmesiyle oluştuğunu bildiğimize göre artık

karadeliğin içine girince neler olacağına bakalım.

şelaleye yaklaşan bir kano çok hızlı kürek çekerse şelalenden

kurtulma şansı vardır ancak şelalenin kenarına yaklaşırsanız

kanonun ucundaki akındı arkasındaki akıntıdan fazla olacağından

kanonun parçalanma riski vardır. Karadeliğe giren bir

insan olay ufkuna geldiğinde ayakları yüzünden daha fazla çekileceğinden

enlemesine uzayarak parçalanırsınız ancak karadelik

yeterince büyükse bir sorun yaşamadan olay ufkuna erişirsiniz

araştırma yapmak için büyük bir karadeliğe gitmek sizin

yararınıza olur. Olay ufkunu geçtikten sonra hala yaşıyorsanız

eğer şanlı değilsiniz çünkü sonsuza kadar içeride beklemek zorundasınız

ya başka bir evrene çıkabilirsiniz ya da tüm şansınızı

(imkansızdır) kullanıp karadelikten çıktığınızı hayal edin. Kütle

çekimin fazla olması sebebiyle zaman karadeliğin içinde yavaş

bir şekilde akmaktadır yani dışarı çıksanız bile sizi dışarıdan bırakan

uzay gemisinin gittiğini göreceksiniz. Belki torununuzun

Karadelikler oluştuklarında hiçbir şey kaçamayacağı düşünülür

bu doğrudur ancak bu kaçmamanın bir sınırı vardır

olay ufku. Bu kavramı anlatmak için bir şelaleye örnek verelim

torunuyla aynı yaştasınızdır.

Karadelikler evrenin karanlık yüzüdür. Sizin yüzünüz

kararmasın sizi bilim ışığı aydınlatsın.

Berkay Buğra ENGİN

10/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2017 2020 23


MAKALE

Bir Beyaz İstilacının Serüvenleri:

Robinson Crusoe

Roman, modern çağa damgasını vurmuş bir türdür. İnsan türünün ilk göz ağrısı olan

kadim tür şiiri gölgede bırakmıştır diyebiliriz. Çünkü modern çağı, burjuva bireyi, kentli

insanı anlatmada gösterdiği başarı bakımından romanın yanına belki sinemayı koyabiliriz.

Don Kişot, Robinson Crusoe, Sefiller bu görkemli yükselişin ilk parlak ışıkları gibidir.

Sonrası adeta bir ışık selidir…

Macera tutkunu Robinson, 19. Yüzyıl’la birlikte tarihin

öznesi olmayı başaran burjuva bireyin prototipi sayılmalıdır.

Cesaretiyle, aklını kullanma yeteneğiyle, ihtiraslarıyla,

mülkiyet tutkusuyla, Luteryen ahlakıyla, doğa üzerinde

egemenlik kurmada gösterdiği başarıyla yeni bir insan tipini

temsil eder. Bu yeni insan karmaşık, kendine özgü güçlü

bir karakterdir. Akıl ve duygu bakımından Doğu ve Batı

edebiyatlarındaki geleneksel tekdüze tiplerle kıyaslanamayacak

ölçüde gelişkindir, yetkindir. Jan Valjean, Madam

Bovary, Julien Sorel, Rajkolnikov, Bazarov, Leverkühn, S.

Dedalus, Selim Işık son iki yüz yılda modern – kentli toplumu

roman sanatı üzerinden temsil eden sıra dışı kahramanlardan

birkaçıdır.

Robinson Crusoe, aradan geçen bunca zamana karşın

bir kurgu harikası sayılması gereken Don Kişot’tan bir

yüzyıl sonra yazılmış. Kurgu, dil, mizah, sürükleyicilik, çok

katmanlılık gibi birçok bakımdan Don Kişot’un oldukça

gerisinde kalır. Don Kişot, roman türünün ilk büyük anıtıdır.

Bu büyük şaheser hala roman evrenindeki en parlak

yıldızlardan biridir. Bununla birlikte Robinson Crusoe

de anlatımındaki doğallığıyla, sıra dışı konusuyla roman

türünün klasikleri arasındaki ölümsüz yerini almıştır. Gerçi

‘ıssız ada’ metaforuna İbn-i Sina’nın tasavvufi boyutlar

taşıyan Hay İbn Yeksan adlı eserinde rastlarız. Yine Daniel

Defoe’ın, Alexander Selcraig adlı İskoç denizcinin

gerçek hikâyesinden esinlendiği de bilinmektedir. Roman,

1719’da bir yılda dört baskı yapacak kadar okuyucu tarafından

sevilir ve yazarına ün ve para kazandırır. Kitabın

ikinci bölümü (Robinson Crusoe’ın Yeni Serüvenleri) büyük

olasılık birinci kitabın başarısı üzerine yazılmış. Ancak her

bakımdan birinci kitabın çok uzağındadır.

Batı’da 15. ve 16. Yüzyıl’a ‘Keşifler Çağı’ denir. Gemilerde

pusulanın kullanılmaya başlanmasıyla Avrupalı denizciler

uzak denizlere açılmış, yeni kıtalar keşfetmişlerdir.

Robinson Crosoe bir bakıma Keşifler Çağı’nın romanıdır,

bu kâşif denizcilerin ruhunu, cesaretini yansıtır. Daha çok

Portekiz ve İspanyollardan oluşan bu gemiciler bir daha

geri dönmemeyi göze alarak denize açılırlar. Bir Portekiz

halk şarkısı türü olan fado, Portekizli kadınların denizden

geri dönemeyen sevgililerine, eşlerine yaktıkları ağıtlara verilen

addır.

Robinson aslında varlıklı sayılabilecek bir ailenin çocuğudur,

iyi bir eğitim almıştır. Ailesinin bütün karşı çıkmalarına

rağmen kalbinin sesini dinleyerek sonu bilinmeyen,

tehlikelerle dolu deniz yolculuklarına çıkar. Ölümle yüzleşir,

tutsaklıktan kurtulmayı başarır, Brezilya’da çiftçilik yapar

ve yine denize açılır, korkunç bir deniz kazasının ardından

kendini ıssız bir adada bulur. Artık vahşi doğayla baş başadır.

631 sayfalık okunması külfetli romanın belki de en

ilginç bölümü, Robinson’un adada kendine bir hayat kurmak

için verdiği sıra dışı savaşımın anlatıldığı bölümdür.

Robinson, gemiden kurtardığı kimi araç gereci de

adaya taşımayı başarır. Adaya çıkardığı araçlardan biri oldukça

simgeseldir: Tüfek!.. Ünlü Fransız bilim insanı jared

Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı yapıtının bir bölümünde

beyaz adamın Amerika’yı keşfini ve kıtanın kolonizasyonunu

konu edinir. Nasıl oldu da kıtaya ulaşan bir

avuç beyaz adam kendisinden sayıca çok çok üstün onca

24

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Kızılderili’ye diz çöktürdü? Tüfek, Çelik ve Kızılderili’nin

vücudunun tanımadığı mikroplar sayesinde… Robinson’u

da adanın efendisi yapan aklını kullanabilme yeteneğidir,

güçlü karakteridir, komple kişiliğidir… Ama özellikle barut

ve tüfektir. Tüfek sayesinde kendini güvende hisseder, vahşi

hayvanları avlayarak hayatta kalır, adayı güvenle dolaşır,

adaya gelen vahşileri öldürür ya da tutsak eder…

Keçileri evcilleştiren, toprağı işleyen ve ürün yetiştiren,

kilden kendine gereçler yapan Robinson hümanist, liberal,

doğa ile barışık bir kişiliktir. Henüz istilacı beyaz adama evirilmemiştir.

Kendini yalnız, güçsüz ve savunmasız hissettiği

bu günlerde batan gemiden adaya çıkardığı İncil’i okumaya

başlar. En karamsar günlerinde İncil ona ilham, umut

ve inanç aşılar. Yine bir kötü anında kitabı açar açamaz

karşısına şu cümleler çıkar: “Sıkıntılı günlerde bana sığın,

ben seni kurtarırım, sen de beni yüceltirsin.” Bunu ilahi bir

işaret sayar ve hayata dört elle sarılır. Roman ilerledikçe

Robinson koyu Protestan bir kişiliğe evirilecektir. İncil ve

Protestanlık onun yaşamında temel belirleyici olacaktır.

Romanın sürükleyici diğer bir bölümü de Cuma’nın

adaya gelişidir. Beyaz adam, yerli halkları uzun bir süre

yamyamlıkla itham etmiştir. Onları barbar, uygarlaştırılması

gereken ilkel varlıklar olarak betimlemiştir. Robinson da

Kızılderililerden ve diğer yerlilerden korku ve nefretle söz

eder. Yamyamlık, özellikle adadaki ilk yıllarında Robinson’un

kâbusudur. Yerliler tarafından pişirilip yenmekten

korkar. Nihayet Cuma’yı da bir grup yamyamın elinden

alır, uşağı yapar. Artık iki kişidirler. Cuma’ya dil öğretir,

onu samimi bir Hristiyan yapar, aralarında sıkı bir dostluk

gelişir. Robinson ile Cuma arasında din konusunda geçen

diyaloglar çok ilginçtir. Çünkü Cuma’nın da bir dini vardır.

Tüm evreni Ooo’nun yaratığına inanmaktadır. Hristiyanların

Tanrı’sının neden şeytanın insanı yoldan çıkarmasına

göz yumduğuna bir türlü aklı yatmaz. Sonunda Robinson,

Cuma’nın şahsında tüm yerli halkların hakkını teslim etmek

zorunda kalır. Yerli halkların özünde beyaz adamdan hiçbir

aşağı yanı yoktur. Üstelik beyaz adamdan daha insancıldır.

Nihayet başka kazazedeler de ulaşır adaya. Robinson’un

ülkesine dönmek için ettiği duaları Tanrı kabul etmiştir.

Adayı yerlilere ve Avrupalı denizcilere bırakarak Cuma’yla

birlikte ülkesine döner. Aradan uzun bir süre geçtiği

içini annesini ve babasını bulamaz. Evlenir, çocukları olur,

kiliseye yüklü bağışlar yapacak kadar varlıklı ve saygın birisidir.

Ama serüven tutkusu bir türlü yakasını bırakmaz,

uzaklardaki adası ısrarla onu geri çağırmaktadır.

İkinci kitap Robinson’un tekrar adaya gelişini konu

edinir. Robinson ikinci kez adaya geldiğinde ada kolonize

edilmiştir. Artık o bir sömürge valisidir, koyu bir Protestan’dır.

İçinde İsa’nın ruhunu taşımaktadır. Adayı beyaz

adamın kanunlarıyla düzenledikten sonra gemisiyle tekrar

adadan ayrılır; Çin’i, Rusya’yı, Arabistan’ı dolaşır. Yol boyunca

ticaret yapar, bol para kazanır. Çin’e afyon satar,

oradan aldıklarını Ruslara, Ruslardan aldıklarını Araplara

satar. Nihayet yetmiş iki yaşında içindeki arzuları doyurmuş,

kemale ermiş bir Hristiyan olarak evine döner, inzivaya

çekilir.

Robinson Crusoe, sanki günümüz küresel kapitalizminin

habercisidir. Aradan geçen üç yüz yılda Batı kapitalizmi

tüm dünyayı kolonize etmiş durumda. Beyaz istila Robinson’un

ruhunu sızlatacak derecede acımasız, ölümcül ve

yıkıcı. Nükleer silahlar, eriyen buzullar, artan nüfus, kontrol

edilemeyen virüs salgınları… gezegenimizin geleceğini

tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda. Hiçbir şey ama

hiçbir şey beyaz istilacının umurunda değil. O iktidarını

sürdürmek için her şeyi yapmayı kendine hak görüyor. Birçok

Avrupalı günümüzde de kendisini uygarlığın tek varisi

olarak görüyor. Değişik insan topluluklarını barbar, aşağı

ırk olarak tanımlıyor.

Artık yeni cesur adamlara ihtiyacımız var. Beyaz istilayı

yenilgiye uğratacak, akıllı Robinson’un ruhunu azaptan

kurtaracak yeni kâşiflere… Roman türünün görkemli yolculuğuna

devam edebilmesi de bu yeni cesur adamları,

hümanist kâşifleri anlatabilme yeteneğine bağlı.

Gelinen noktada üç yüz yıl öncesinin ilerici sınıfı burjuvazi;

her yönüyle gerici, her yönüyle yozlaşmış, insanlığın

gelişimini engelleyen asalak bir sınıfa dönüşmüştür. Yeni

roman sadece bu çürümeyi çözümlemekle yetinemez. Gelmekte

olanı da sezen, ondan beslenen, onu besleyen bir

roman olmak zorunda…

Turgay ÇİMEN

21.03.2020, KOCAELİ

MAKALE

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 25


MAKALE

Tıp Tarihinin Başlangıcı ve

Musiki ile Tedavi

İnsanlığın dünya serüveniyle birlikte, toplumlar arasında kesintisiz bir etkileşim olduğu

ve savaşlarda dâhil tüm olumsuz koşullara rağmen bunun sekteye uğramadan

devam ettiği bilinmektedir. Bu etkileşim doğrudan bütün insanlık için on binlerce yıllık

siyasal, sosyal ve kültürel açıdan oluşmuş ortak birikimlerin nesilden nesile aktarılmasına

da yardımcı olmuştur. Ortak miras olarak zenginleşen bu birikime her uygarlık bir

nebze daha katkı sağlayarak kendinden sonrakilere miras bırakmıştır. İşte bu noktada

bilgi birikimi arttıkça insanların yaşam standartlarını iyileştirme yönündeki çabalarının

en somut örneği olan tıp alanındaki çabalarıyla karşılaşmaktayız. Bu noktadan hareketle

insanlık tarihi içinde hastalıkların toplumlar için devamlı surette tehlike oluşturması

yüzünden, insanlar bununla baş etmenin yollarını aramışlardır. Bu nedenle tıbbın tarihini

insanın tarihi ile başlatmak yanlış olmayacaktır.

26

Doğu ve Batı, ortaçağ boyunca, iki kadim inancın temsil

ettiği medeniyetlere sahip olmuştur. Bunlardan biri, Doğu’da

tüm bilimleri geliştiren ve yükselmesini teşvik eden, Antik

dönem eserlerini kaybolmaktan kurtaran, İslam medeniyeti;

diğeri ise Batı’daki Hıristiyan medeniyetiydi. Doğunun ileride

olmasına karşın aynı dönemde Batı toplumunun durumunu,

düşünce yerine dini, eleştiri ve tartışma yerine doğmaları,

bilgi yerine skolâstik düşünceyi, bilim yerine inancı, önemli

kitaplar yerine İncil’i, ülke yerine kiliseyi, hükümdar yerine de

Papa’yı koyarak bu dünya yerine öbür dünyayı önemli kılan

bir zihniyete sahip olarak tanımlarsak yanılmış olmayız. Söz

konusu çıkmazlar içerisinde önemli olaylara tanıklık eden

ortaçağ Avrupa’sı için tıp alanı da geri gidiş sahası haline

dönüşmekten kurtulamamıştır.

Ortaçağ İslam Dünyasının olgunluk çağında -ki bu dönem

onuncu yüzyılla başlar, 13. yüzyılın ikinci yarısına kadar

devam eder- diğer bütün bilim dallarında olduğu gibi tıp bilimi

ve çalışmalarında da büyük bir sıçrama kaydedilmiştir.

Bu gelişmenin meydana gelmesinde birçok faktörün yanında

elbette ki Irak merkezli Abbasî, İspanya merkezli Endülüs,

Mısır merkezli Fatımî devletinin rolü büyük olmuştur. Burada

Kuzey Afrikalı Müslüman Arap ve Berberi fatihlerin Sicilya

adasında kurmuş oldukları Kelbî ve Fatımî devletlerinin

katkısını da unutmamak gerekir. Bu saydığımız devletlerin

hükümranlığı sırasında onlarca Müslüman ve Gayr-ı Müslim

tabip hastalara şifa dağıtırken tıp alanında da onlarca eser

kaleme almışlardır.

Orta Asya döneminde kullanılan kopuz veya saz tedavi

edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan önemli bir çalgı

olarak kullanılmıştır. Ayrıca Altaylar’da davulları hasta tedavisinde

ve dini törenlerde özellikle “şamanlar” tarafından kullanılmıştır.

Şaman her şeyden önce kendine özgü tekniğiyle,

ruhu göklere yükselten veya yer altına indiren bedenin vücuttan

ayrıldığını hissettiren bir trans(aşkın) ustasıdır. Kendisi

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

davul çalarak ruhları hükmü altına alır, ölülerle, şeytanlarla,

cin ve perilerle irtibat kurarak hastalara şifa dağıtırdı.

İslam Medeniyeti tarihinde özelikle tasavvuf ekolü mensupları(sufiler)

müzikle uğraşmış, müziği hastalıkların tedavisinde

kullanmış ve savunmuşlardır. Sufiler, akli ve asabi hastalıkların

müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir.

Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam âlimleri ve hekimleri

Zekeriya Er-Razi(854-932), Farabi(870-950) ve İbn

Sina(980-1037) müzikle tedavinin bilhassa müziğin psişik

hastalıkların tedavisinde ilmi esaslarını kurmuşlardır.

TIP TARİHİNİN BAŞLANGICI

Tıp bilimini tarihlendirme yaparken, yazının icat edilmesinden

önce başlayarak, ilkel topluluklarda, İlkçağ uygarlıklarında,

Ortaçağ ve Rönesans’ta hastalıkların nasıl algılandığı,

nasıl tedavi edildiği ve tedavi edenin kim olduğu gibi temel

sorular dikkatlice ele alınarak sorgulanmalıdır. Bu sorgulamada

insanları hastalıklardan koruyan ve kurtaran tıp bilimi,

tarih öncesi dönemde dini öğeler ve büyünün iç içe geçtiği

bir kimlikle başlamak suretiyle insanlık yaşamına girerek

bir meslek haline dönüşmüşken, günümüzde önemli bir bilim

haline gelen ve her yeni günde de hayati buluşlar ile bir

adım daha geliştirilerek sürdürülen, geniş dallara ayrılmış bir

saha olarak yaşamımızdaki hayati önemini sürdürmektedir

Uygarlığın oluşmaya başlamasıyla birlikte özellikle ilkçağda

Hipokrat ve Kos tıp okulları sayesinde bilimsel yöntemlerle

şekillendirilen tıp eğitimi, hekimlerin tedavi yöntemleri ve kullandıkları

araç-gereçler günümüze kadar minimal bilgilerle

de olsa ulaşmayı başarırken, bu alanındaki gelişmeleri de

izlemeyi olanaklı kılmıştır. Bu okullarla birlikte başlatılan tıp

alanında görev almış hekimlerin yetiştirilmesinde usta-çırak

ilişkisi bu mesleğin vazgeçilmezi olurken, ustalar aynı zamanda

ilk tıp eğiticileri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Tarihin

ilk dönemlerinden başlayarak hekim rolü üstlenenlerin kimi

toplumlarda yanlarına aldıkları çıraklarına bilgi ve tecrübele-


rini aktardıkları, kimi toplumlarda da bu mesleğin ailelerin

tekelinde kuşaktan kuşağa aktarılarak tıp bilimine hizmet

ettikleri bilinmektedir. Bu mesleğin ve uygulanan yöntemlerin

öğretilmesinin sistemli hale gelerek bilgilerin kaynaklarda

toplanıp, okul içinde öğretilir olması ise günümüze kadar

ulaşmış yazılı olarak kayıt altına alınabilen yıllara dayanmaktadır.

MÜZİK İLE HASTA TEDAVİSİ

Musiki ile hasta tedavisinin tarihi çok eski yıllara dayanır.Çeşitli

insan toplulukları, sosyal oluşuma paralel olarak

kültür değerlerinin ulaştığı düzeye göre, müziğin etkilerini

keşfetmişler ve pek çok konuda müzikten ve onun yakın öğeleri

olan ritim ve danstan yararlanmışlardır. Tarihin bilinen ilk

dönemlerinde kabilelerde, şaman adı verilen kişilerin kabilenin

dini ve manevi hayatını yönlendirdiği, çok saygın bir yere

sahip olduğu anlatılır. Belkide bilinen ilk ruh hekimi modelini

bu şamanlar oluşturmuştur.Uygur Türklerinin 3000 yıl önce

Şaman dinine mensup olduğu çağlarda şarkılar söylemek ve

dans etmek sureti ile hasta tedavi seansları ve merasimleri

icra ettiklerini araştırdığımız kaynaklardan öğreniyoruz. Eski

Yunan’da da M.Ö 585-500 yıllarında yaşayan Pisagor, mutsuzluk

ve çabuk öfkelenmeyi melodilerle tedavi edebilmenin

yollarını aramıştır. Hatta hastalıkları müzikle tedavi etme fikrinin

ilk kez Pisagor tarafından ortaya atıldığı söylenir. Tıbbın

Babası sayılan Hipokrat’ın da 2400 yıl önce hastaları ilahiler

söyleyerek tapınağa götürdüğü ve burada tedavi ettiği rivayet

edilir. Eski Yunan’ın büyük filozoflarından Sokrates’in

öğrencisi Platon (Eflatun, M.Ö.400 yıllarında müziğin ruhun

derinliklerine etki ederek kişiye bir hoşgörü ve rahatlık kazandırdığından

bahseder. Platon’un öğrencisi Aristoteles de,

müziğin ruha etki ettiğini söylemiştir. Eski Roma da Celsus

(Efes) ve Areteus da, müziğin ruh hastalıklarına iyi geldiğini

savunmuştur. Romalı ünlü hekim Asclepiades, psikolojik sıkıntıları

olan hastaları müzikle tedavi ediyordu. Bergama’da

bulunan Aesculape Mabedi, ruh hastalıklarının müzikle tedavi

edildiği bir yerdi. Kos Adasın’daki Aesculape Mabedi’nde

de aynı yöntemler uygulanırdı. İslam tarihinde tasavvuf ekolü

mensupları müzikle uğraşmışlar ve müziğin insanın ruhi hastalıklardan

kurtulup olgunlaşmasına katkıda bulunduklarını

savunmuşlardır. Hem hekim hem de müzikolog kimlikleriyle

İslam tarihinin önemli kilometre taşlarından olan Zekeriya

Er-Razi (854-932), Farabi (870-950) ve İbn-i Sina (980-

1037) müziğin tedavi edici etkisini incelemişlerdir. Dünyaca

ünlü Türk bilgini Farabi, müziğin insan bedenine ve ruhuna

etkilerini incelemişlerdir. Farabi’nin en büyük özelliklerinden

biri ud sazını icat etmiş olmasıdır. Razi, Farabi, İbn-i Sina gibi

Türk bilginlerinin ilk adımını attığı psikolojik sebeplerle başlayan

bedensel hastalıklarda (psikosomatik hastalıklar) ilaç,

meşguliyet ve müzikle tedavi yöntemi, Selçuklu ve Osmanlı

bilginleri tarafından geliştirilmiş ve 18.yüzyıla kadar başarı ile

uygulanmıştır.

Musiki Makamlarının Hastalıklarla Olan İlgisi

Rast Makamı: Havale ve felç illetine devadır.

Irak Makamı: Har mizaçlılara, sersam ve hafakana faydalıdır.

İsfahan Makamı: Zihni açar, zekayı arttırır,

anıları tazeler.

Zirefgent Makamı: Sırt ve eklem ağrılarının ve kuluncun

tedavisinde faydalıdır.

Rehavi Makamı: Baş ağrısına devadır.

Büzürk Makamı: Ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler,

vesvese ve korkuyu uzaklaştırır, Fikre yön verir.

Neva Makamı: Irk’un Nisa’ya iyi gelir.

(Kadın hastalıları)

Zengule Makamı: Kalp hastalıklarının devasıdır.

Hicaz Makamı: İdrar zorluğuna iyi gelir, cinsel yönden

uyarıcı etkisi vardır.

Buselik Makamı: Kulunç ve bel ağrılarının ilacıdır.

Uşşak Makamı: Kalp, karaciğer, sıtma ve mide hastalıklarının

ilacıdır.

Beyza Yeşim DİLEK

12/D

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 27

MAKALE


PROJE

KodFL

“Kodla ve Çöz”

Gelecek teknolojisinin temel yeteneklerini keşfetmek, merak uyandırmak, farkındalığı

arttırmak için KodFL ekibi olarak ülkemiz adına bir ilki daha başarıyla gerçekleştirmenin

huzurunu yaşıyoruz.

Kodlama, Yazılım ve Robotik Kulübü olarak, Kocaeli

genelindeki öğrencilerin katılabileceği nitelikli, eğlenceli ve

aynı zamanda da öğretici bir buluşma ortamı oluşturmak

amacıyla “Kodla Çöz!” diyerek yola çıktığımız KodFL Kodlama

Yarışmamızın 2020 yılı programını gerçekleştirdik.

İlk olarak okul içinde yaptığımız yarışmada yeni ekip

üyelerimizi (akademik ekibimiz ve organizasyon ekibimiz)

seçtik ve yarışmada eksiklerimizi görerek asıl yarışmaya kadar

kendimizi geliştirdik.

22 Şubat 2020 Cumartesi günü saat 08.30’da kayıt/

akreditasyon ile başlayan KodFL Ortaokul yarışmamız,

Okul Müdürümüz Mesut TEKİN ve Yarışma Yürütme Kurulu

Başkanımız Ahmet Akif KAYA’nın açılış konuşmaları

ve hemen ardından Kocaeli Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği

Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Metin

ERTUNÇ hocamızın gençlerimizi etkileyen “Yapay Zeka”

sunumu ile devam etmiştir. Bu değerli sunumun ardından

Yarışma Yürütme Kurulu üyeleri Servet Hakan ALTAY ve

Toprak SAN’ın yarışma detayları hakkındaki bilgilendirme

sunumunu takiben başlayan yarışmamız, yarışmacılara

verilen 10 soruya karşılık 2 saat sürmüştür. Yarışmamızın

ardından okul yemekhanemizde yarışmacılar ve danışman

öğretmenleriyle beraber yediğimiz öğle yemeğinden sonra

ödül törenimiz büyük bir heyecanla başlamıştır. Hem eğ-

28

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


PROJE

lence hem de mücadele dolu geçen bu 2 saatin ardından

dereceye giren okullar, kodlama konusundaki gayretlerini

göstermiş ve yeteneklerini ispatlamışlardır.

Bir sonraki hafta 29 Şubat 2020 Cumartesi günü

saat 9.00’da ise KodFL Lise yarışmamız başlamıştır. KodFL

Ortaokul yarışmasından farklı olarak lise yarışmamız

yemekten sonra yapılmış ve bu sefer 16 soruya karşılık 4

saat süre verilmiştir. Hedef kitlesinin seviyesine göre konuları

ve yöntemleri akademik ekibimiz tarafından her detayıyla

özenle oluşturulmuş ve seviyelendirilmiş bu sorular,

yarışmacıların 4 saat boyunca hem yeni şeyler öğrenerek

kendilerini geliştirmelerini hem de problem çözme ve algoritma

kurma konusundaki yeterliliklerini göstermelerini

sağlamıştır. Son dakikasına kadar çekişmeli geçen 4 saatin

ardından dereceye giren okullar, kodlama konusundaki

gayretlerini göstermiş ve yeteneklerini ispatlamışlardır.

KodFL ekibi, 21.yy teknolojisi çağındaki dünya ülkeleri

arasındaki acımasız rekabette okulumuz öğrencileri

sadece okulumuzda değil, tüm ilimizdeki farklılığı ve

farkındalığı arttırmanın mutluluğunu yaşadı. Heyecan ve

rekabet dolu geçen bu iki haftada, KodFL Ekibi olarak biz

de hem kodlama konusundaki bilgilerimize bilgi katarak

hem de yarışmacılarla yaptığımız sohbetler sonucunda

kendimizi geliştirme fırsatı bulduk. İlimiz geneli 30 farklı

ortaokul ve liseden KodFL yarışmasına katılan 121 yarışmacımızın

da aynı duyguları yaşadığını ve değerli bilgiler

edindiğini düşünüyoruz.

Mayıs 2019’dan Şubat 2020’ye dek her aşamasını

büyük heyecan ve keyif alarak hazırladığımız ilk KodFL

yarışmamıza her daim destek veren başta Okul Müdürümüz

Mesut TEKİN ve Bilişim Teknolojileri Öğretmenimiz

İrfan KAYA olmak üzere destek olan diğer tüm öğretmenlerimize,

okul personelimize ve KodFL Ekibi üyelerimize

sonsuz teşekkür ederiz.

KODFL EKİBİ

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 29


PROJE

SOBİL

I.Ulusal Sosyal Bilimler Çalıştayı

Felsefe Düşünce Tarih Kültür ve Medeniyet Kulübümüzün altı kişilik yönetici grubu ve

bize, daha bu çalıştay kafamızda bir fikirken bile desteklerini eksik etmeyen eski Tarih

öğretmeniz Nural Savcı, Zeynep Yalnız, Şenay Şahin ve Okul Müdürümüz Mesut Tekin

eşliğinde, uzun, yorucu ama bir o kadar da eğlenceli yolculuğa çıktık. Aklımızdaki fikir,

artan destekler ve ekibimizin genişlenmesiyle daha da güzel bir şekilde gerçeğe yansıdı.

14-15-16 Şubat 2020 tarihinde ise 5 farklı şehirden,24 farklı lisesden,149 katılımcı

öğrenci ve 39 danışman öğretmenin katılımıyla üç günlük çalıştay serüvenimiz başladı.

30

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Birinci günümüzde onur konuğumuz Eskişehir Osmangazi

üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalından Prof.

Dr. Hilmi ÖZDEN hocamızın konuşmaları ile başladı. Kendi

uzmanlık alanı dışında, sosyal bilimler alanında da akademik

çalışmaları ile tanınan Hilmi ÖZDEN hocanın, beyin ve akıl ile

sistematik düşünme yöntemi ağırlıklı konuşması katılımcı öğretmen

ve öğrenciler tarafından dikkatle takip edildi. Yine her

komiteye kendi uzmanlığı alanında rehberlik eden Kocaeli Üniversitesinin

birbirinden değerli hocalarının sunumları ile devam

etti. İlk günkü program, Dil Komitesi adına Prof.Dr. Gencay

ZAVOTÇU anlatımı ardından Siyaset Komitesi adına Dr. Öğretim

Üyesi Hasan YAZICI’nın sunumu ile devam etti. Kısa bir

aranın ardından konuşmalar Biyoloji ve Çevre Komitesi adına

Doç. Dr. Halim Aytekin ERGÜL ve Değerler Komitesi adına Dr.

Öğretim Üyesi Kadir GÖMBEYAZ hocalar ile devam etti. Yine

Ekonomi Komitesi adına Doç. Dr. Figen BÜYÜKAKIN hocanın

ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden Öğretim Görevlisi Dr.

Serkan GÜRKAN hocanın sunumlarının ardından hocalarımız,

rehberlik edecekleri öğrencilerle birlikte çalışma alanlarına

geçtiler ve bir oturumu akademisyenleriyle soru-cevap şeklinde

gerçekleştirdi.

15 Şubat 2020 Cumartesi günü siyaset, ekonomi, dil, değerler,

biyoloji-çevre ve lingua franca adlı komitelerimiz kendi

komitelerindeki moderatör ve moderatör yardımcıları başkanlığında

“Dünyamız ve Ülkemiz İçin Biz Varız” sloganı ile 5

oturumda çalışmalarına devam ettiler. Bu oturumlarda daha

önceden belirlenen gündem maddelerimizi tartışıp yine önceden

belirlenen problemlere çözüm yolları arandı. İkinci günün

sonundaysa tüm komiteler makalelerini tamamlayıp ertesi gün

gerçekleşecek genel kurul sunumlarına hazırlandı.

16 Şubat 2020 Pazar günü 3 oturumda gerçekleşen genel

kurulda yapılan sunum ve makaleleri de kendileri hazırlayan

katılımcılarımızın, sonuç bildirgelerinin okunması ile akademik

çalışmaların ardından Ormanya Tabiat Parkı’nın ziyaret

edilmesi ile üç günlük çaşıltayımız son buldu.

Kocaeli Fen Lisesi’nin davetlisi olarak ilimiz ve ülkemiz

genelinde “Küreselleşme” temalı çalıştayımıza

katılan okullar; Akyazı Eyup Genç Fen Lisesi, Kocaeli

Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi, Başiskele Anadolu

Lisesi, Kocaeli Başöğretmen Mesleki ve Teknik Anadolu

Lisesi, Beşiktaş Kabataş Erkek Lisesi, Bolu Sosyal

Bilimler Lisesi, Darıca Fen Lisesi, Erenköy Kız Anadolu

Lisesi, Gebze Anadolu Lisesi, Gölcük Fen Lisesi, İzmit

Bilim ve Sanat Lisesi, Kanuni Sosyal Bilimler Lisesi,

Mehmet Akif Ersoy Kız Anadolu İHL, Merkez Bankası

Derince Anadolu Lisesi, Muammer Dereli Fen Lisesi,

Necip Fazıl Kısakürek Anadolu İHL, Özel Enka Fen ve

Teknoloji Lisesi, Özel Kocaeli Bahçeşehir Anadolu Lisesi,

Özel Seymen Koleji, Sakarya Cemil Meriç Sosyal

Bilimler Lisesi, Soma Borsa İstanbul Lisesi, Yücel Boru

Fen Lisesi’nden oluşmaktadır.


Okul pansiyonumuzda kalan misafirlerimiz ve etkinliğe

katılmak isteyen tüm katılımcılarla birinci günün akşamı gerçekleşen,

Müzik Öğretmenimiz Hilal Sezen’in okulumuzun

müzik grubu ile hazırladığı program etkinliği daha da renklendirdi.

Etkinliğin ikinci gününde ise Beden eğitimi Öğretmenimiz

Hüseyin Akçay’ın organize ettiği farklı müsabakalarda

eğlenceli dakikalar geçirdik. Misafir okullar ve okulumuz arasında

dostluk maçları oynandı.

AKADEMİK TAKIM BAŞKANIMIZ Ekrem Akova, MO-

DERATÖR VE YARDIMCILARIMIZ; Kemal Aydın Erencan

Dalkıran, Fikret Mert Irmak, Alp Emre Eyrikaya, Duru Türk-

PROJE

men, İrem Kaya, Şebnem Kaya Burcu Kotan, İrem Çiğnitaş,

Ece Evla Aktepe, Alara Manav, Dilara Yıldırım, Sunucularımız

Reyhan ABAK , M. Emin KARACA ve Yirmi altı kişiden oluşan

STAFF TAKIMIMIZIN özverili çalışmaları olmasaydı bu

etkinlik belki de bu kadar güzel olmazdı. Üç gün boyunca her

konuda, tüm eksiklerin giderilmesinde seferber oldular. Sekiz

kişilik MEDYA TAKIMIMIZ ise her anımızı ölümsüzleştirerek

bizlere güzel anılar bıraktılar.

İlk tecrübemizde bu kadar büyük ve herkesin memnun

kaldığı çalıştayımızı düzenlerken fikir aşamasından gerçekleşmesine,

tüm süreçler tamamlanıncaya kadar her zaman bizimle

birlikte çalışan müdürümüz Mesut Tekin’e, bizden hiçbir

zaman elini çekmeyen Nural Savcı’ya, geç saatlere kadar çalıştayımızın

her türlü ihtiyacını karşılayan Şenay Şahin’e, Zeynep

Yalnız’a, Hüseyin Türkarslan’a, Hüseyin Nergiz’e, bizlere

gece gündüz demeden destek olan Bilgisayar Öğretmeni İrfan

Kaya hocamıza, sivil toplum merkezinde serginin açılmasından,

fotoğrafçılık kulübünün organize edilmesine kadar birçok

konuda bizimle olan Rüveyda Akpınar’a, yaratıcı fikirleri ve

müthiş organizasyon yeteneğiyle destek olan Pınar Bekar’a,okul

pansiyonu ve yemekhane ile ilgili “Sizlere Her Konuda Sonsuz

Destek” diyerek bizleri cesaretlendiren Müdür yardımcımız

Necla Aydın ve Müdür başyardımcımız Sinan Meral’e, Tugay

Çimen, Ergün Çelik, Cavit Arslan,Şadiye Öztürk,Devrim Bakal,

Ersoy Servanoğlu hocalarımıza ve emeği geçen bütün öğretmenlerimize

ve bizimle bu yola çıkan tüm görevli arkadaşlarımıza

emeklerinden dolayı teşekkürü borç biliriz. Okulumuzun

köklerinin güçlenebilmesi için başlattığımız bu gelenek umuyoruz

ki daha da güzelleşerek yoluna devam edecek.Bizlere

sponsorluk için destek veren uğur eğitim kurumlarına,hediye

çantalarımızın hazırlanmasında destek olan kıymetli velimiz

Orhan ŞAHİN’e yaka kartlarımızın tasarımlarının hazırlanmasında

yardımcı olan Betül AKTEPE’ye teşekkür ederiz.

Özellikle Büyükşehir Belediye Başkanımız Tahir BÜYÜKA-

KIN’a ve Kocaeli Üniversitesinin değerli akademisyenlerine

şükranlarımızı sunarız.

KFL SOBiL

EKİBİ

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 31


PSİKOLOJİ

32

Düşünce - Bilinç - Özbilinç

İlişkisi

Dünyaya geldiğimiz andan itibaren kendimizi milyonlarca tanımsız varlığın ortasında buluruz.

Etrafımız cevap bekleyen sorularla doludur ve her nasılsa bu soruları cevaplamak için

büyük bir istek duyarız. İlk adımlarımız, anne-baba kavramımız, yuvamız, arkadaşlarımız,

hayatımızın bir parçası olan diğer her şey...

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Bunların hiçbirinden aldığımız ilk solukla beraber haberdar

olmayız. Buna rağmen üç ay gibi kısa bir sürede çok önemli

bir şeyi başarırız: ilk kez bilinçli olarak gülümseriz. Peki, bir bebek

neden “bilinçli olarak” gülümser? Altı temizlendiği için mi,

beslendiği için mi yoksa kendisine söylenen ninniyi beğendiği

için mi? Hayır, bebek bunların yokluğunda ağlarken varlığında

teşekkür etme, gülümseme ihtiyacı duymaz. Bilinçli gülümseme

bambaşka bir şeydir, bir farkındalıktır. Çünkü annesine

bakıp gülümseyen bir bebek için; sürekli kendisiyle ilgilenen

varlık nedir, sorusunun bir cevabı vardır artık. Onu; kendisine

değer veren, koruyan bir varlık olarak tanımlamıştır. Üst kattaki

daireden gelen matkap sesiyle korkup ağlayan çocuk da

bilinçlidir. Matkaptan korkması onun bilinçsizliğinden değil,

aksine bilincinden kaynaklanır. Çünkü o artık, rutin hayatını

bozabilecek bir sesin, hareketin, eylemin kendisine zarar verebileceğinin

farkındadır. Korktuğu şeyin yalnızca bir matkap olmasının

önemi yoktur. Burada önemli olan bebeğin etrafındaki

değişimleri farkına varması ve beraberinde tepki vermesidir.

Küçük çocukların çok fazla soru sormalarının sebebi belki de

budur: etrafındakiler hakkında fikir sahibi olmak. Onlar kocaman

bir markette, kapalı kutuların arasından kutunun içindeki

ürüne göz atıp hakkında doğru veya yanlış bir kanaate varmaya

çalışan bir ziyaretçi gibidirler. İzlenimleri doğrultusunda

kutulara etiket yapıştırıp görünmeyeni görünür kılmaya çalışırlar.

Bu sayede etrafındakileri “farkına varırlar”. Peki bilinç

kavramı etiket yapıştırmakla sınırlı kalabilir mi? Yani çocuk,

içinde matkap olan kapalı kutunun arasından bakıp kutuya

“tehlikeli” etiketi yapıştırdığında onu farkına varmış oldu mu?

Bir sonraki karşılaşmasında etikete bakıp matkaptan korkmaya

devam etmesi doğru mu? Rene Magritte, İmgelerin İhaneti

isimli çalışmasında oldukça gerçekçi şekilde bir pipo resmetmiştir.

Bu yalın resim, ününü pipo çiziminin hemen altındaki

şu yazıya borçludur: “Bu bir pipo değildir.” Magritte, ne

kadar gerçekçi olursa olsun, bir pipo imgesinin gerçek bir pipo

olamayacağını belirtir. Pipo imgesiyle tütün içilemez. O halde

matkap etiketi ne kadar gerçekçi olursa olsun matkabın kendisi

değildir. Aynı şekilde silah resmine bakarak ateş edip edemeyeceğini

anlamak da mümkün değildir. Öyleyse bebeğin

bu örnek üzerindeki kısmi bilincinin aksine matkaptan korkmayarak

“tam anlamıyla” bilinçli olan bizler, karşılaştığımız

tüm kapalı kutuları tamamen açabiliyor muyuz ki bilincimizin

saflığından ve mutlaklığından emin olalım? Yani, deneyimleyebileceğimiz

her şeyi deneyimliyor muyuz ki değişmez doğrulara

sahip olalım? Bir diğer deyişle, ilk cümlelerimde bahsettiğim

gibi bilinmezlerle dolu bir dünyaya gelmiş bebeklerin

“bilme” arayışlarının son bulması mümkün mü? Eğer mümkünse

ilk karşılaşmada “tehlikeli” etiketi yapıştırılan matkap

sesi ilerleyen süreçte nasıl zararsızlaşır? Bu çevremizdekilere

yüklediğimiz anlamın süreç içerisinde değişime uğradığının

kanıtı değil midir? Nesneler bir yana insanlara karşı olan tutumumuz

da günden güne değişir. Çünkü dünyanın kendisi

sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisindedir. Her yeni gün

beraberinde yeni soruları ve sorulara verilen geçici cevapları

(asla tamamen açılamayan kapalı kutulardaki geçici etiketler)

getirir. Öyleyse bilinç olduğu gibi duramaz. Değişip dönüşerek

gelişir. Soru sormayı bırakmaksa etiket yapıştırmaktan vazgeçmek

diğer bir deyişle bilgisayarı güncellemeyi bırakmak gibidir.

Matkap örneğindeki algı farklılığına dönecek olursak, üç

yaşındaki bir çocuğun bilinciyle kırk üç yaşındaki bir yetişkinin

bilincinin aynı olması beklenemez. Hatta matkapla ilgili olumsuz

bir anısı olan yetişkinin bilinci de diğeriyle aynı olamaz.

Çünkü her birey hayata kendi penceresinden bakar ve camdan

dışarı bakan herkes kendi yansımasını da görür. O halde

bilinç, kendi hayat yolculuğumuzda kendi seçtiğimiz yolda

yürürken adımlarımızı saymayı bırakıp etrafımızdaki dünyayı

görmemizdir. Bilinç, bakan değil gören gözlerin farkındalığıdır

ve her gözün gördüğü kendine özgüdür.

Pencere örneğinde olduğu gibi etrafımızla ilgili yargılara

varma süreci kendi benliğimizden bağımsız olarak gerçekleşemez.

Bu noktada bilinci etkileyen ve bilinçten etkilenen bir


kavramdan söz etmeye başlarız: özbilinç, yani kendini bilme.

İlk paragrafın ortalarında sürekli soru soran küçük çocuklardan

söz etmiştik. İlk kez gördükleri bir nesneyi, tanımadıkları

bir insanı, bilmedikleri bir kelimeyi ısrarla soran bu çocukların

“Ben kimim?” diye sorduklarını hiç duydunuz mu? Peki siz

kendinize “Ben kimim” diye sorar mısınız? Ya da biri size “Sen

kimsin?” dediğinde belki de siz daha doğmadan kararlaştırılan

ve sizin benzersizliğinizi gösteren hiçbir özellik taşımaksızın

dünya üzerindeki birçok insanda bulunan isminiz dışında

bir cevap vermek aklınıza gelir mi? Sizin varlığınız bir tanecik

isme indirgenecek kadar basit midir? Çoğu insan pencereden

dışarıya bakar. Ancak dışarıya çıkıp bu kez ters taraftan pencereye

bakan kaç insan vardır? Bilinç hayatı farkına varmak

ise hayat kendisini yaşayandan bağımsız düşünülebilir mi? O

halde bilinç kendini bilmediğin sürece eksik kalır. Zaten bilinç

koyduğumuz şeyler kendi birikimlerimizle, bakış açımızla ve

benliğimizle oluşan özgün birer yargıdır. Bu yargılarsa hayatı

anlamlandırmamızı sağlar. Shakespeare’in Hamlet’de yazdığı

gibi: “Hiçbir şey kendinde iyi ya da kötü değildir, her şey

o şeyle ilgili düşüncemize bağlıdır.” İyi ve kötü gibi en temel

çıkarımlar bireysel düşüncelerimizin eseriyse düşünmeden kelimenin

tam anlamıyla var olmamız mümkün müdür? Ya da

düşünme eyleminin yokluğu fark edilebilir mi? Düşünmeden

düşünüyormuş gibi yapabilir miyiz? Bir bilgisayarın işleyişini

hayal edelim. Kendine ait bir düşüncesi olmasa da kendisine

söylenenler kapsamında girdileri işleyip çıktı olarak verebilir

ve bu sayede oldukça yararlı da olabilir. Hatta “akıllı” olarak

da adlandırılabilir. (akıllı telefon, tablet vs.) Biz de bilgisayar

gibi girdilere çıktı vererek “akıllı” unvanını alabiliriz. Ancak bu

durumda sözde düşüncemizin veya aklımızın gücü bir üstün

model geliştirilene kadardır. O modeli geliştirenler ise yalnızca

gerçekten düşünenlerdir. Önceki başlık altında bahsettiğim

gibi soru sormayı, yani düşünmeyi bırakmak veya hiç

düşünmemek bilgisayarı güncellemeyi bırakmak gibidir. Bu

durumda da düşünen yoluna devam edip bambaşka bir ürün

var ederken diğeri zaman adı verilen değirmende öğütülerek

kaybolur. Esas olan gerektiğinde düşünerek ulaşılmış yargıyı

yani kapalı kutulara yapıştırılan etiketi söküp yerine yenisini

takabilmektir. Bilinç pencereden dışarıyı görmek ve özbilinç

içeriyi görmekse düşünce gözlere görülecek bir şey sunan

pencerenin kendisidir. Düşünce, çıkışı bilinç olan ama asla

tam olarak açılamayan kapalı bir kapıdır. Bize düşense aralıktan

içeri bakmaktır.

PSİKOLOJİ

ve öz bilinç apayrı kavramlar olsaydı tek bir gerçekliği gören

gözlerde tek bir resim belirmez miydi? Söz gelimi matkap herkes

için aynı şeyleri çağrıştırmaz mıydı? Demek ki bilincin özü,

özbilinçtir. Birey kendini bilsin ki bilmeyi bilsin, bilebilsin. En

zoru da bu değil midir zaten? Önünde uzanan yolda yürümeyi

bırakmadan kendi yolculuğunu da sürdürebilmek... İşte o

zaman, bilincin ve öz bilincin sınırı kalkar, iki renk birleşir ve

bambaşka bir ton ortaya çıkar.

Düşünce, Bilinç ve Özbilinç:

İnsan dediğimiz zaman aklımızda beliren ilk şey “düşünce”dir.

Yüzyıllardır bizi diğer canlılardan farklı ve özel kılan

becerimizin düşünmek olduğunu söyleriz. Jean-Jacques

Rousseau, “Eğitim” adlı ünlü kitabında “ “Düşünmek insan

için doğal bir şey değildir. Düşünmek onun tüm diğerleri gibi

öğrendiği ve çok zor öğrendiği bir sanattır.” der. Bizimle diğer

canlılar arasında ayrım görevi gören “düşünce” Rousseau’ya

göre zor öğrenilen bir sanattır. Peki onu bu kadar

zor kılan nedir? Düşünce kendini eğitebilen insanların sahip

olduğu bir beceridir ve bu yolla edinilen diğer tüm becerilerin

de temelidir. Bir düşüncemizi paylaşırken “bana göre”,

“bence” gibi öznel sözcüklerden yararlanırız. Yani ortaya

Ece ARSLAN

11/B

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 33


MAKALE

Eğitim

Eğitim, Konfüçyüs’ün sözlerinden devletlerin hiyerarşik yapısının içerisine kadar kendi

bünyesindeki derin manayı kavratmayı ve aktarmayı başarmış bir kavramdır. Kimi devletler

içerisinde bu kavram ve bu kavramın manası en doğru biçimde anlaşılmış, buna göre de bazı

düzen ve ek anlayışlar ortaya konmuş, en akla uygun biçimde eğitimin uygulama safhasına

geçilmiştir. Ancak bazı devletler içerisinde ise bu kavramın manası diğer devletlerde olduğu

gibi mükemmel olarak anlaşılamamış veyahut anlaşılmak istenmemiştir(?).

34

Eğitimin anlaşılamama ya da anlamak istenmeme durumunun

yaşandığı ülkelerdeki gelişmişlik seviyesi ile nitekim

dünya devletlerinin bünyesine aldığı gelişmişlik seviyesinin

arasında bulunan uçurumun varlığının nedenleri basit

bir düşünme eylemiyle kavranabilecek vaziyettedir. Ancak

bu basit düşünme eyleminin gerçekleşebilmesi için bile

şartlanmamış, ferah, eğitimli bir düşünce sistemi gereklidir.

Bu düşünme sisteminin bireye kazandırılabilmesi aslında

bir ülkenin geleceğinin kurtuluşunun yegane timsalidir ancak

“bazı ülkelerde” verilen eğitim, bu düşünce sisteminin

kazandırılabilmesinden ziyade yalnızca matematik, biyoloji,

kimya, fizik alanındaki formülleri ve bilgileri iyi ezberletmekten

ibaret olmasından ötürü bu ülkelerde bahsi geçen “gelişmişlik

uçurumunun” varlığı son derece doğaldır.

Dünya üzerinde eğitim kavramının öneminin, matematik,

fizik, kimya, biyoloji, dil bilgisi vs. gibi bilimle ilintisi olan

disiplinlerin sahip olduğu bilgi miktarının yüksek seviyelerde

olmasından dolayı sahip olduğu bilgi aktarma yolunun

da “ezber” üzerine kurulmadığı ülkelerde gayet iyi anlaşıldığı

aşikarken o ülkede -ki günümüzde bu ülkeler batı

“medeniyetleri” olarak adlandırılmaktadır- ziyaret amacıyla

bulunan bir turistin eğer bu nitelikleri taşıyan benzer bir ülkede

bulunmadıysa fark edeceği ilk nokta ziyarete gittiği

bu ülkenin medeniyet ve gelişmişlik seviyesinin ne kadar

yüksek olduğudur. İşte böyle bir ortamdan bahis edildiği

zaman varılması gerek sonuç şudur: o ülke vatandaşlarını

eğitmektedir. Öte yandan nitelik bakımından bahsi geçen

ülkenin tam zıttı bir ülkeye göz attığınızda bir turistin gözüne

çarpan ilk şeyin entelektüellik, medeniyet ve gelişmişlik

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

seviyesinden ziyade bambaşka unsurlardır. Üstelik bir turist

bir ülkeye seyahat ederken ve ulaşım sağlarken ilk başta o

ülkenin medeniyetini ve gelişmişliğini görür. Buna rağmen

o turistin gözüne ilk çarpan şey gelişmişlik ve medeniyet

değilse o ülkede verilen eğitimin –bu kadar berbat eğitim

koşullarında eğer sorgulayacak bir insan yetişmişse- sorgulanması

gerekmektedir.

Eğer ki bir ülkede verilen eğitim bir bireyin sorgulamasını,

konuşmasını, kendini ifade etmesini, entelektüelliği,

dünyayı tanımasını, yorumlamasını, her şeyden önce

düşünmesini sağlamıyor ve bu nitelikleri öğrenciye kazandırmıyorsa

o ülkede gelişme beklenemez. Buna rağmen

hala matematik, biyoloji, kimya, fizik alanındaki formülleri

ve bilgileri ezberletmeyi ve bunun sonucunda kitaplardaki

bilgileri hiç değiştirmeden aynısı aktarabilen “cansız organizmaları”

zeki, millete ve vatana yararlı örnek birey olarak

yetiştiriliyor ve bu bireylerden “geleceğini “umut” ediyorsa

o ülkede “umut” yok demektir.

Alp Emre EĞRİKAYA

10/B


Esved

Ansızın bastıran yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Damlalar, sanki bedenini

delip geçiyor; onda kalıcı izler bırakıyordu. Adam, eve geri dönmek ve sıcak şöminenin karşısında

oturmak adına içinde ani bir istek duydu. Yolun tam ortasında durduğunda birkaç

adım gerisinde yürümekte olan kadın, durduğunu fark etmeyerek ona çarptı. Özrüne karşılık

vermek yerine kadını öylece bırakarak geldiği yönün aksi istikamette yürümeye başladı.

ÖYKÜ

Bulunduğu noktaya varana dek en az üç kişiyle daha çarpıştı.

Karşıya geçmek için kaldırımdan indi. Üzerine gelmekte olan arabayı

ise ancak yolun yarısındayken görebildi. Yüksek korna sesiyle

yerinde sıçrayarak düşüncelerinden sıyrıldı. Soğuk havaya rağmen

arabanın camını açıp bağırmaya başlayan sürücünün sesi, binlerce

kilometre öteden geliyor gibiydi. Aldırmayarak yürümeye devam

etti. Ayakkabılarının altında ezilen yaprakları hissedebiliyordu.

Kafasındaki düşüncelerin karşısında o, bu kuru yapraklardan bile

acizdi.

Yardımcı kadın, dairenin kapısını açtığında yüzüne çarpan sıcak

havayla beraber üşümüş olduğunu fark etti. Üzerindeki uzun

kaban ıslanarak ağırlaşmıştı. Düğmelerini hızla açarak ondan

kurtuldu. Boynundan sıyırıp aldığı atkıyla birlikte kabanı kadının

eline tutuşturuverdi. Salona geçtiğinde kapanan dış kapının sesini

duydu. Kadının mutfağa yönelen ayak sesleri, yerini şömineden

gelen tatlı çıtırtılara bıraktı.

Geçen dakikaları saymaksızın bir süre dans eden alevleri izledi.

Ansızın yanı başında beliriveren kadın bir soru yönelterek onu bu

dünyaya dönmeye zorladı: “Efendim, bu çiçekler sizin için gönderilmiş.

Onları bir vazoya koymamı ister misiniz?”

Çenesine yasladığı sol elini, bulunduğu yerden fazlasıyla yavaş

bir şekilde ayırdı. Minicik bir ses çıkartmaktan dahi korkar gibiydi.

Kafasını sol tarafa, kadının olduğu yere doğru çevirdiğinde bakışlarının

odağında yalnızca bir buket siyah gül vardı. Bir süredir

kuytu bir köşede kendini gizlemekte olan hüzün, esen rüzgârın

durgun denizde yarattığı küçük dalgalar gibi yüzeyi hareketlendirmiş,

ruhunun kıyılarını dövmeye başlamıştı şimdi.

Artık hiçbir şeyin iyi gitmiyor oluşunu kanıksamış biri, ağlamak

yerine gülmeyi tercih ederdi bazen. Çünkü ağlamanın bile eskidiğini

hissederdi. Çünkü geçmişteki pek çok deneyiminden bilirdi:

Ağlamak bir çözüm sunamayacak ona. O da öyle yaptı. Son derece

gerçek bir gülümseme yerleşti yüzüne. Hatta belki mutlu olduğu

anlardakinden bile gerçek... Sağa doğru kıvrılan dudakları,

konuşmaya başlayınca eski haline döndü.

“İstemiyorum.” dedi kadının henüz yarım dakika önce sorduğu

soruya istinaden, sakin bir sesle. Hâlbuki asırlar geçmiş, dünya

tersine dönmeye başlamış gibiydi. “Onları bana ver ve derhal çık.”

Kadın, anlık bir duraksamanın ardından, belki de henüz çıkması

için erken olduğunu söylemekten son anda vazgeçerek, buketi

adama uzattı. Dış kapı açıldığında içeri dolan soğuk hava,

içerdeki sıcak hava karşısında fazla direnemeyerek yok oldu.

Olmuştu demek! Olmayacağına inandığı ya da olmayacağına

inanmak istediği şey böyle ansızın oluvermişti. “Ansızın mı?” dedi

kendi kendine. Hiçbir felakette olmadığı gibi, burada da ansızın

gelişmiş hiçbir şey yoktu. İnsan görmek istemediklerine gözlerini

kapattığında, onların var olmasını engellemiş olmuyordu. Ruhuna

dolan acı, limonun kabuğu gibi buruk bir tat bırakmıştı ardında.

Orada olduklarını sonradan hatırlamış gibi kucağında duran

güllere yönlendirdi zihnini yeniden. Bu siyah güllere adeta kin duyuyor,

onları aslında hep gözünün önünde duran gerçekliği bir tokat

gibi yüzüne vurmuş birer insan siluetinde görüyor ve “Neden?”

diye haykırmak istiyordu. Fakat bunu yapmadı. Sağ elini buketin

içine daldırıp bir not, kuvvetle muhtemel “Elveda...” şeklinde bitecek

bir not, aradı. Bulamadı. Onun yerine buketi bir arada tutan

kurdeleye bağlanmış yüzüğü fark etti. Kurdeleyi söküp yüzüğü

avuçlarının arasına aldı, sıktı, sıktı...

Bu yüzüğün sahibine ait ince parmaklı eller, şimdi sanki olanca

güçleriyle boğazına sarılıyor, canına kastediyordu. Bir hiddetle

az önce koltuğun önündeki sehpaya bırakmış olduğu gülleri kaptı

ve şöminenin içine fırlattı. Bir anda yükselen alevler, gülleri değil

onun kalbini yakıyordu.

Yüzüğü ne yapacağına karar veremeyerek bir süre daha avucunda

tuttu. Şömineye doğru yönelecek oldu, vazgeçti. Onu masanın

kenarına gayet sakin bir ifadeyle bıraktı. Az önce üzerinden

çıkardığı ve henüz tam kurumamış kabanı yeniden giydi. Belki yarım

saat bile olmamıştı daha, ama çok şey değişmişti. Bir şeylerin

belki de düzeleceğine dair içinde beslediği umut ölmüştü. Dış kapı

yeniden açıldığında içeri dolan soğuk hava, bu kez sıcak havayı alt

edecek kadar güçlüydü.

Esra BALTAŞ

12/B

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 35


Arafta Kalan Duygular

ÖYKÜ

Yine bir gün sonu, her şey sıradan… Acımasızca geçip giden zamandan bana kalansa sadece

yalnızlığım. Düş kırıklıklarım sonucu ruhum yorgun ve yüzüm bir yol ararcasına aya dönük.

Ellerim, camdan seyrettiğim fersiz lambalar gibi soğuktan titrer halde. Ruhum ise geçmişimi

sorguluma çabası içerisinde yine bugün, belki de yarına varabilmem bir mucize iken…

Duygularıma kâğıt üzerinde birer mezar kazarken sensiz

geçen bir geceyi daha selamlıyorum. Gönlümün anlatmak

istediği çok şey olsa da benim tek bir kelime edecek halim

yok. Bir türlü yakamadığım anılarımın intikamıydı sanki uykusuz

geçen gecelerim. Ruh halimi sana tanımlayabilmek

için yeni sıfatlara ihtiyacım var. Ya da aklımın odalarını istila

eden seni anlatabilmek ve dilimden çaresizce intihar

eden sözlerimi kurtarabilmek için…

Bazen bir kuş bazen ise bir merhum gibi göçüp gidiyordu

düşünlerim öylece sana. Ben içimi açmak istedikçe

kursağımda takılı kalırdı sana anlatmak istediğim duygularım.

Oysa o hoş sesinle bana bağırmana bile razıydım

şu sessizlik yerine. Saçmalık aynı zamanda geriye dönüşü

olmayan bir histi bu. Yokluğu ölüme benzetilen varlığı

ise anlamsız… Hatırladıkça seni hapis yatıyorum öylece,

zindana çevirdiğim takvim yapraklarında. Zaman ise seni

benden alıkoyardı geri dönmemek üzere. Senin sevmediğini

bile bile senden caymamak ise trajik bir gerçekti hayatın

yüzüme vurduklarından. Oysa ne seninle aşka dalmak kolaydı

ne de seninle hayallere... Fakat keşke bir bilseydin şu

yazdıklarımın kâğıttan çıkıp bir kuş gibi ruhuna konmasını

ne kadar çok isterdim. Aslında bilebilirdin eğer bilmek isteseydin.

Gerçi senin çoktan kalbini çaldığın dostlarım vardı.

Beni üzense bende bulamayıp başkalarında bulduklarındı.

Aşk mıydı yoksa gidenlerin yerini dolduracak bir sevgi açlığı

mıydı bu bilmiyorum.

Rüzgârın esişini tenimde hissederken kalbimdeki bütün

duyguları da alıp beraberinde götürmesini diledim. Fakat

bir anlığına da olsa hayatın acımasızlığı ve yoruculuğu arasında

ayakta kalabilmek için çabalarken güzel anılarımı

hiçe saydığımı fark ettim. Sahip olamadıklarımızı ise sahip

olduklarımızdan hep daha değerliydi elimizdekileri de bir

bir kaybedene kadar. Gerçi mutluluklar hep kısa üzüntüler

hep uzun olurdu şu zalim hayatta. Mutluluktan ağlamak

bir seferlik bana da mahsus olsun istiyorum bugün. Hepsini

unutmak sıfırdan başlamak istiyordum…

Dışarı çıktım. Ay hâlâ gökyüzünü ışıl ışıl aydınlatıyordu.

Bütün gece boyunca onu izleyebilirdim. Fakat yürüdüm…

Acımın kaynağına doğru yürüdüm, acımla yüzleşmeye yürüdüm.

Dinen yağmurdan kalan su birikintilerinden geçerken

yansımalarımı gördüm. Çamurlu görüntüme sarılmak

istedim. Acıyla yıpranmış aciz bedenime sarılmak…

Beni tanıyan son kişi de hayata veda ettiğinde tarihin

tozlu sayfalarına karışıp yok olacağımı bilirken “İnadına yaşamak

mı ?” yoksa “Ölümle erken tanışmak mı?” diye sor-

36

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


duruyordu kendime, benden tebessümlerimi çalan hayat.

Sokakta tinere köle olmuş aciz gençlerin boş bakışlarından

koşar adımla kaçarken, “Ben kimim ?” diye aynı soruyu

tekrarlıyordum içimden. Attığım her adımda verdiğim

her solukta hayatım boyunca verdiğim emekler kumsaldaki

kum taneleri kadar değersizleşiyordu. Sanki başka bir amacım

yokmuş gibi yaşama hevesimde kaçıyordu. Yorgundum,

çok yorgun, bu güçsüzlüğe güç yetiremeyecek kadar

yorgun… Sonunda vardım varacağım en son yere. İçimdeki

anlatılamayacak bütün duygular birbirine karışıyordu. Gözyaşlarım

ise akmak için birbiriyle yarışıyordu. Doğru düzgün

mezar taşı bile olmayan yaş toprağa sıkıca sarıldım. Ağladım,

bolca ağladım. Ona anlatmak istediğim o kadar çok

şey vardı ki, onu çok özlemiştim. Ama hepsi şu an önemsizdi.

Zihnimin derinliklerinde sakladığım, hatırladıkça tebessüm

ve ıstırabı aynı anda yaşatan anılarım ruhumu istila

etmişti. Hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden bir bir

geçiyordu. İşte o an ne zaman kavramı kalmıştı ne de başka

bir şey. Okyanusta kaybolan bir kuş gibi ecele çırpınıyordum.

Sükûnet dileyen ellerim telaşla göklere doğru açılıverdi.

Dualarımsa koşar adımla en derinlere kaçışıyordu. Uluya

anlaşılmaz bir tavırla “Yorgunum!” demek geliyordu içimden.

O an yaşama hakkımı sonuna dek kullanmalı mıydım

bilmiyordum. Denize yansıyan yakamoz ışığı gibi bu düşünceler

arasında kayboluyordum.

Dilara ÖZTÜRK

11/D

ŞİİR

Ayın İzinde

Mehtabın yakamozu düşmüş ıssız denize

Bir sayfa açıyorum yine sensiz bir güne

Bir mehtap vakti idi seni sevdiğim zaman

Bir gemi geçiyordu o sonsuz ufuklardan

Kamer, aydınlatsın kalbimin karanlığını

Bitirsin artık gece ile sonsuz dansını

Bırak ay gitsin, karanlığa gömülsün gece

Umudun ışığı yetiyor bak gözlerime

Orkun YÜNDEM

10/B

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 37


ÖYKÜ

Anlamlandırmak

ve Anlamak

Saat 15:40…

Evet, artık kararını vermişti. Bu işi yapacaktı. Başka yolu

yoktu, artık kurtulmak istiyordu. Ona ağır geliyordu. Geçmek

bilmeyen baş ağrıları, kalp ritim bozukluğu, psikiyatristin verdiği

ilaçlar ve yan etkileri… Bu iş bu akşam bitecekti. Daha

doğru bir yol bulamıyordu. Gün geçtikçe daha da kötüleştiğinin

farkındaydı, durumu daha fazla ilerlemeden bir şekilde

sonlandırmalıydı.

Saat 18:50…

Şirket bu işte çok başarılıydı, güven konusunda problemi

yoktu. Parayı peşin vermişti yani artık geri dönüşü de yoktu.

Rahat, dişçi koltuklarına benzeyen bir koltuğa uzanması söylendi.

İçinde biraz bile huzursuzluk, tereddüt yoktu. Daha kötüsü

olamazdı sonuçta. Kafasına gerekli kremler sürülmüştü,

büyük bir aletle değil de içinden lazer ya da ışık gibi bir şey

çıkan minik bir cihaz ile bitecekti bu durum gördüğü kadarıyla.

Geri sayım başlamıştı. Derin bir nefes aldı, başındaki adam

ona rahatlaması ve her şeyin güzel olacağından emin olması

gerektiğini söyledi. 10, 9, ..bir saniye bundan gerçekten emin

miydi? 8, 7, evet, kesinlikle doğru olanı yapıyordu. 6, 5, gözlerini

kapattı, 4…

26.06.2004

O gün hava çok güzeldi. Evren, günün kötü geçmesin diye

dair sanki tüm negatiflikleri o günlük tutuyordu. Filmlerdeki

gibiydi, kuş cıvıltıları, aydınlık gökyüzü… Ailecek bir tatildi,

babası ile annesi boşanma evresinde çok yıpranan çocukları

için yalandan bir aile olup tatile çıkmışlardı aslında. Yüzmeden

yeni dönüyordu, dışarıdan duyulabilecek kadar yüksek sesli bir

tartışma duyuluyordu balkonların birinden, pek yabancı olmadığından

seslerin kolaylıkla kimlerden geldiğini kavrayabilmişti.

Tartışan çift balkona doğru yaklaşınca önce seslerden sonra

da görüntülerinden annesi ve babası olduğunu kesinleştirdi.

Hiçbir şey yapmadı sadece öylece kalakaldı ve izledi çünkü her

şeyin güzel gideceğine kendini son bir çabayla zar zor inandırmıştı,

şimdi kavga ediyor olamazlardı. Ne söylediklerini duyuyor

fakat beyni duyduğu sesleri anlayabileceği hale, kelimelere

çeviremiyordu. Tartışma şiddetlenerek kavgaya dönüşmüştü.

Daha fazlasını son kez de olsa anımsamak istemiyordu. Yanağında

bir soğukluk hissediyordu fakat kafası sanki üstünde

ateş yakılmış gibi yanıyordu. Altüst olmuştu tüm mutluluğu,

hayalleri, umutları, inancı. 3… Fakat bu bir şey değildi, bir an

oldu ki her şey durdu. O an, gerçeklik hissini yitirmişti. Hayatının

geri kalanının asla güzel geçmeyeceğinin başlangıcıydı bu

tarih. 26.06.2006… Bugün anlamıştı ki artık onun yanında

olabilecek bir ailesinin olmayışıyla birlikte kötü şans hep onunla

olacaktı.

Aslında kötü anılarının detaylarında saklı olan güzellikleri

de kaybetmesi onun için kötü olmaz mıydı? Hayır, kesinlikle

buna değerdi, yeni güzel detaylar oluşturmak mümkündü ama

kötü anılarından kurtulması hayatı boyunca mümkün değildi.

Bu iş tamamen mantıklıydı.

15.07.2013

Havada garip bir his vardı, evet havada bir his, bir gariplik

hissi vardı. Kedi ve köpekler anlamlı bir şekilde gözlerinin içine

bakıyordu, gökyüzü aydınlık olmasına rağmen sanki biraz boğuk

gözüküyordu. O günün akşamı ritüeli olan haftalık evde

sinema günüydü, elbette ki tek başına. Hayatında abisiyle

samimiyetlerinin kaybolup iletişimlerinin koptuğu günden beri

tek başınaydı. Sinema için bir şeyler almak için markete gitmek

üzere dışarı çıkmıştı. Sokak hiç görmediği kadar sessizdi.

38

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


O anda bir hareketlenme hissetti yerden, gezegen huzursuzlanmış

mıydı? Göz açıp kapayıncaya kadar evlerden bazıları

yerle bir olmuştu. Hemen güvenli bir yere koşmuştu. Bağırmalar,

patırtılar… Gözünü tekrar açıp kapadığında alışmış olduğu

o sokak her şeyiyle farklılaşmıştı, felaketten çıkmıştı ölüm

sessizliğiyle beraber. Etrafta şoku atlatamamış, çevresine boş

bakınanlar, şoku atlatabilmiş fakat kendini kaybetmişçesine

ağlayanlar… Aklına bir anda bir şey gelmişti. Bir yöne doğru

hızla ilerliyordu, o iyi miydi, ailesinden sonra sempati duyduğu

tek insan. O kıza karşı içinde saf duygular barındırıyordu.

Anlamlandırmak veya kendine ya da ona açıklamak için bir

çaba sarf etmemişti hiçbir zaman. Sadece bir şeyler hissediyor

fakat sevdiği şey daha çok yıllar sonra hissetmek olduğundan

asla bunu dışarıya vurmuyordu, kendi içinde bile. Fakat şu an

ilk defa gerilmişti bu hissi yüzünden. Adımları da kalp atışları

da hızlanmıştı. Vardığında hemen aramaya başladı onu fakat

bulamadı. Daha sonra bulduğunda birileri onu çıkarmış, yere

boylu boyunca bırakmış, yardım gelmesini bekliyorlardı. Durup

bir anda sadece etrafına bakındı, ölüm kokuyordu etrafı;

ağlayan insanlar vardı, kaybettikleri yakınlarını bir daha asla

göremeyeceğini kavramaya çalışanlar, kendini bile edememişken

başkalarını teselli etmeye çalışanlar, ölmüş ninelerin bileklerindeki

bilezikleri, insanların yüzüklerini alanlar ya da çalanlar,

soğukkanlılığını kaybetmeyip evimden geriye kalanlardan

nelerimi alabilirim diye enkazı kurcalayanlar… Sonra önüne

geri döndü. Galiba onu kaybetmişti, soluk alıp vermiyordu.

İçindeki son sevgi hissi, yine, bir felaketle bitiyordu. 2… Bu

anı yaşamak istemiyordu, hemen oradan düşünmeden ayrıldı.

Bir adam ondan enkazda

kalmış birini çıkarmak

için yardım istedi, arkasına

bakmamaya çalışarak

yardım etmeye gitti.

Yardım ettikten sonra

kızın durumuna bakmak

için tekrar gitmek üzere

o yöne yöneldi fakat artık

gitmesine gerek kalmadığını

gördü. Tepki vermeyerek

geri dönüp yardıma

ihtiyacı olan başka biri var

mı diye yürümeyi tercih

etmişti.

Bu iş ile iyi ki karşılaşmışım, diye düşündü. Büyük bir tedavi

olduğundan ve psikolojisi aynı zamanda tüm vücudunu da

etkilediğinden kendisini sağlık açısından daha iyi hissedeceğinden

emindi. Yavaş yavaş galiba sonuna ve de başlangıcına

geliyordu. Abisiyle yaptığı tartışmalar, yolda bıraktığı insanlar,

onu yolda bırakmış insanlar, ailesi, sevdikleri, kaybettiği anlar…hepsi

geride kalacaktı artık, hem de sonsuza kadar. 1…

Fakat ailesini ve sevdiklerini tamamen, güzel detaylarıyla beraber

kaybetmiş olmayacak mıydı? Mutluluk okuduğu kitaplardan

öğrendiği kadarıyla aslında hep detaylarda saklı değil

miydi? O hiçbir zaman bu detaylara bakmayı tercih etmemişti,

büyük sorunlar kafasını o kadar yormuştu ki kafasını kaldırıp

etrafındaki güzellikleri görmemişti hiç. Bu küçük odada şu

anda anılarını sildirmek için üstüne bir de para vermiş uzanıyordu.

Evet belki yaşadıklarının etkisi olabilirdi ama şu an bu

halde olmasının sorumlusu kendisiydi. Farkına varmıştı, kalkmak

istiyordu oradan. Vazgeçmişti, hayatındaki anlamı anılarıyla

hissedebilmişti, arkasında neleri bırakmış olursa olsun yaşadıklarından

sonunda bir şeyler öğrenmişti. Durdurmak için

ayağa kalkmak istiyordu fakat zorlanıyordu. Başında bekleyen

adamın sesiyle irkildi ve gözlerini hafifçe açtı. Aklında bir anda

büyük bir boşluk hissetti, sanki daha önce bir yerlerden duyup

da ritmini hatırladığı bir şarkının sözlerini ve adını bilmiyormuş

gibi hissediyordu. Doğruldu ve yanındaki adamın tebessüm

eden yüzüne baktı. Tebrikler efendim, işlem başarıyla gerçekleşti.

Nisan BAYTÖRE

12/D

ÖYKÜ

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 39


İhtiyarlar Anılarıyla

Yaşarlar

ÖYKÜ

Yıllara meydan okumuş evimin büyük ve bir o kadar rutubetli salonunda oturmuş düşünüyorum.

Hani bir köşesi vardır ya oturma odalarının, orada yaşlı neneler oturur, tüm gün

pencereden dışarıyı izler dururlar. Hıh, tam da orada yaşlılık kırışıklıklarımı daha da derinleştirmişçesine,

göz kapaklarıma yaşadığım yılların yükü binmişçesine, soğuktan büzülmüş bir

şekilde etrafıma bakınıyorum.

Eskilere doğru bir yolculuk yapıyorum. Ne de olsa, her kim

de olsa, yaşlı bir insanın geçmişine yolculuğunun, geleceğine

yolculuğundan daha cazip bir seçenek olduğunu biliyorum.

Her gün ziyaretime gelen çocuklarım, ruhu hep ince ve

genç kalan eşim, her aşure yaptıklarında bana da ikram etmeyi

es geçmeyen komşularım… O zaman insan nefesleriyle

ısınan bu salonun şimdiki halini görseniz şaşar kalırsınız. Her

akşam çocuklar gelir, ben de sırasıyla torunlarımın en sevdiği

yemek tariflerini yapmaya çalışırdım. Evet, uzun süre kalmadan

giderlerdi. Giderlerdi, giderlerdi ama her birinin yüreğindeki

sıcaklık bir sonraki sefere gelinceye kadar eve işler kalırdı.

Şimdi ise en az her insanın kirlenmiş yüreği kadar pis camıma

vuran yağmur tanelerinin teker teker tutunamayıp aktığı gibi

ortadan kaybolmuşlardı. Hepsi bir yana dağılmıştı, senede bir

ya da iki kez bayramı bahane ederek arayıp ayıp olmasın diye

hatırımı soruyorlardı.

Yaşlılıktan mıdır bilmem ama ben de pek alıngan olmaya

başladım. Hala bazı durumlara ve değişen koşullara alışamıyorum.

Geçen otobüsteyken ilkokul yaşlarında, haylaz

görünümlü bir çocuk bana yer verdi. Oturmadım. Küçücük

çocuk diye düşündüm, ne tutunmayı becerebilir, ne de o insan

yığını içerisinde yeni görünümlü siyah beyaz ayakkabılarını

temiz tutmayı; küçücük ayaklarını koskocaman, senelerce

üstünde durmaktan nasırlaşmış, duyarsızlaşmış ayaklardan

kaçırmayı… Herkes ani bir frenle öne doğru yeltenirken ben

olduğum yere düşüverdim. Sanki vücudumdaki kaslar işlevini

yitirmiş, hepsi bana yüz çevirmişti. Oturmadığım o koltuk bana

göz kırpıyor gibiydi. Çocuğun verdiği o yere oturmak zorunda

kaldım. Oturdum oturmasına ama bu durum içime daha çok

oturdu. Kendimi; kendine hakim olamayan, annesi olmadan

dışarı çıkamayan ve her çıktığında başına iş açan aciz ve bir o

kadar yaşlanmaya yüz tutmuş bir kadın olarak hissettim. İşte o

zamandan beri evden dışarı adım atmadım.

Eve kapandığımdan beri ziyaretime gelen tek şey var, güneş.

O hiç aksatmadan uğruyor, sabah uyandığımda masmavi

gökyüzünde kendini belli etmek için elinden geldiğince

parlıyor. Perdemi dahi açmadığım o günlerde biraz fazla naz

yapıyor ve gece uşağını görevlendiriyor. Bu bağlamda beni

terk ettiğini sanıyor ama o göz alıcı ışıldamasını dolunayın arkasında

bile saklayamıyor, yine gecemi aydınlatmadan geçmiyor,

tıpkı eşim gibi… Eşim hatra değer biriydi. Her akşam

iş dönüşü elinde taptaze ekmeklerle gelirdi. Böylece evi; çıtır

çıtır, sıcacık, hafif buğulanmış ekmek kokusu sarardı. Son zamanlarda

eli boş gelmeye başladı. Nedenini sorduğumda tek

40

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


cevabı “unuttum” demekti. Ben de bazen sinirlenir, “Kendini

de unutsaydın be adam, getireceğin şey iki parça ekmek

olacaktı.” diye çıkışırdım. Seneler geçti; gerçekten önce beni,

sonra kendisini unuttu. Alzheimer olduğunu öğrendiğimizden

beri doktora gidip gelmek durumunda kaldık. Yine her zamankinden

daha normal bir gün rutinleşmiş bir şekilde hastaneye

gittik. Bu sefer dönemedik. O pamuk kalpli, ince ruhlu, bir

ömrümü vadettiğim adamı yoğun bakıma kaldırdılar. Bizsiz,

yalnız, kendi kendine, kendince bir savaş veriyordu fakat bu

savaşı veren sadece o değildi. Hastanenin o ruhsuz, üstünüze

gelen duvarları arasında galip gelmeyi uman onlarca insana

rastlayabilirdiniz. Hasta odasından çıkan bir doktorun; çelimsiz,

başörtüsünün altından görünen saçlarını gizlemeye çalışan

ve her saçını çekiştirdiğinde elinin titremesinden dolayı daha

çok dağıtan bir kadınla konuşmasına şahit oldum:

-Bundan sonrası sizin kararınız. Bitkisel hayatta acı çekmesin

istiyorsanız, onu yaşama bağlayan aletlerden ayırabiliriz.

-Allah’tan umut kesilmez be Doktor Bey, hem eziyet çekecekse

de dünyada çeksin.

Önüne tüm dualarımla ilmek ilmek işlenen bir halı serdiğim

o hastane odasının kapısı açıldı. İçeriden çıkan doktor bir

yandan elinin tersiyle boncuk boncuk dökülen terini siliyor, bir

yandan da durumu izah etmeye çalışıyordu: “Başınız sağ olsun.”

Kaskatı kesilen bacaklarım artık duygulara hissizleşmiş

ruhumu zorlukla taşıyordu. Eziyet çekecekse dünyada çeksin

demişti kadın. Eşimin tüm günah ve acılarının bedelini fazlasıyla

ödediğine emindim. Öyle ki kendi acımı da bu fani dünyada

kendi kendime çektiğimden şüphem yoktu. Her acının

son buluşu, hayatıma yeni bir acı darbesi olarak ekleniyordu.

Bu şekilde başka diyarlara giden her kişi, sizi daha da yalnızlaştırıyor,

“Acaba benim de göçüp gitme zamanım yakın mı?”

sorusunu zihninizde canlandırıyor.

Yıllar geçtikçe insanlar size göre daha genç kalıyormuş

gibi hissediyorsunuz ve zamanın akışına engel olamayacağınızı

bilmek; hayatınızda çıktığınız bir gemi yolculuğunda geminizin

su aldığını bilmekten farklı bir hissiyat uyandırmıyor.

Yaşlıların ağzından menkıbeler dinlemek isteyenlerin sayısı da

sıfırı geçmiyor. Biriken kelimeler boğazımı ne kadar darlarsa o

kadar yutkunmak zorunda kalacağımı biliyorum. Size yaşam

amacınızı veren çocuklarınız bile yılların eskimişliğiyle kalan

sizi, kişi olarak değil, işi olarak görmeye başlıyor ve akrabalık

bağlarınızı oluşturan halat, sizden uzaklaşmamak için tek nedenleri

oluyor. Herkes de bir ucundan tutuyor. Halatınız ne kadar

geriliyorsa o kadar canınız yanıyor ama bırakamıyorsunuz.

Çünkü seneler öncesinde soyunuzun dayandığı her kişi onu

eline bir kez daha doluyor, size de halatı bir tur daha sarmak

icap ediyordu.

Tüm bu birikmişliklerin ve sıkışmışlıkların içinde yine büzülmüş

bir şekilde pencere kenarındaki koltuğuma yöneldim.

-Bu büzülme eylemi soğuktan kaynaklanıyor sanıyordum ancak

fark ediyordum ki yanlıca yaşamanın gerektirdiklerini karşılayamayacağım

korkusuna bürünüyordum.- Gözlerime hafif

bir karartı çarptı. Koltukta arkası dönük şekilde oturan, bir çocuk

silüetiydi. Düşüncelerimi bir kenara bıraktım. O kıvırcık ve

kabarık saçlı, konuşurken kelimeleri yuvarlayan, dudaklarının

iki yanı hafifçe aşağı düştüğünden mutsuz bir izlenim yaratan

çocuğu karşıma aldım. Birkaç saniye bakıştıktan sonra kıkırdamaya

başlayan çocuk, artık kahkahalar atıyordu; bir yandan

da kötü bir şey söylemiş gibi ağzını eliyle kapatmaya çalışıyordu.

Birden durgunlaştı ve beni incelemeye başladı. Önce

saçlarıma dokundu, eminim eskiden sırma gibi olan saçlarının

şimdi mısır koçanına dönüştüğünü görmek onu bir hayli üzmüştü.

Bu his, uçsuz bucaksız bir okyanusun tam ortasında

susuz kalmaya bedeldi. Kulağıma doğru eğildi ve fısıldadı:

“Bana bundan sonra kendi kendime yetebileceğim, bedenlerden

uzak, zamanın ötesinde bir hayat yaşatır mısın?”

Ecem AKDERELİ

12/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 41

ÖYKÜ


ÖYKÜ

Kurtaramadım

Odamı saran menemen kokusu ile uyandım. Üstümü

giyindim. Odamdan çıkıp koridorda yürüdükçe diğer kahvaltılıkların

da kokusu geliyordu. Patates kızartması, peynir,

zeytin, kahve... Kahve. Babam çoktan inmiş gibi duruyordu.

İşte bu en güzel yanıydı pazar kahvaltılarının. Ailecek

masaya otururduk. Babam ise geç giderdi. Annem bütün

işlerini halledip o gün tatil yapardı. Bir saniye. Kahve olmaz.

Çay, evet babam çay içecekti. Tamam devam edelim.

Gülümseyen yüzümle anne ve babama sarılıp günaydın

öpücüğü verdim. Sofraya oturduğum anda annem tiz

bir çığlık attı. Sıcak tava elini yakmıştı. Babam endişeli bir

şekilde sargı bezi aradı ancak o kadar küçük ellere saracak

bir şey yoktu, varmış gibi yaptılar o yüzden. Neşeli bir şekilde

yemeğe kaldığımız yerden devam ettik. Hepimiz çok

mutluyduk çünkü bugün lunaparka gidecektik. Heyecanımdan

dolayı babamın iş konuşmasına izin vermedim. O

günün aksine.

Kahvaltı bitmişti. Annem siyah elbisesi ve kan kırmızı

kolyesi ile âdeta bir kraliçe gibi görünüyordu. Yeşil gözleri

ise sanki ışık saçıyordu. Babam arabayı kullanırken ona

bakıp dikkati dağılmasın diye arkaya oturttum annemi. Bu

sefer de bunu deneyelim. Hadi bakalım yola çıkıyoruz.

“Defne! Nerdesin tatlım?” Teyzem. Beni bu halde görmemeliydi.

Hızla ayağa kalktım ve evi kenara koydum. Bebekleri

yerden alıp raflara yerleştirdim. Annemi, babamı,

kırmızı kolyeyi. Bakakaldım. Gerçekten onunkine çok benziyordu.

Minik ellerimle gözlerimden akan yaşları sildim.

Oyuncak arabamın çıkardığı melodiyi mırıldanarak

merdivenlerden indim. Salon karanlıktı. Beyaz duvarlar griye

dönmüştü. Odada göz gezdirirken bir karartıya takıldım.

Elbiseydi bu. Hem de çok güzel bir elbise. Kendimi ondan

alamadım ve hemen karşısındaki koltuğa oturdum. “Tatlım

seninle ne konuda konuşacağımı biliyorsun sanırım.” Teyzem

ben dalıp gitmişken çoktan yanıma oturmuştu. Kafa

salladım. “Kahveyi değiştirdim. Çay içmişti o gün. Sonra

arabaya bindik. Ha! Belki de otobüsle gitmeliydik.” “ Defne.”

Lafımı böldü. “Ya da metroya binerdik.” “Defne.”

Yine araya girdi. Sustum bu sefer. “Bu senin hatan değildi.

Kendini çok yıprattın. Lütfen tatlım.” dedi ve ellerimi tuttu.

“Buna engel olamazdın sen de biliyorsun. Bunlar hayatım

gerçekleri bak...” Yeter. “Engel olabilirdim!” koltuktan fırlayarak

bağırmaya başladım. “ O gün lunaparka gitmeyi

ben istedim! Arabayla gitmek için de ısrar eden bendim!

Benim saçma isteklerim yüzünden babam bütün gece uyuyamadı

ve uykusuz kaldı! Söylesene bu kimin hatası şimdi!

Söyle!” dizlerim tutmadı aniden ve hıçkırıklara boğularak

yere yığıldım. Benim düşmemle teyzemin kollarıyla beni

sarması bir oldu. Ne kadar süre o şekilde kaldık bilmiyorum

ama guguklu saatin ötmesi ile ikimizde arkamızı döndük.

O sırada gözüm duvarda asılı olan takvime takıldı. Bulanık

görünüyordu gözyaşlarımdan ama kısa süre sonra göründü

“12 Mart” yazısı.

Siyah kurdeleyi belime bağladım. Elbise askıda göründüğünden

daha güzeldi. Kendime aynada bakarken gü-

Burnumu çektim. Hayır çekmedim. Bu ses benden gelmemişti.

Arkamı döndüm. Geç kalmıştım teyzem çoktan her

şeyi görmüş ve ağlamaya başlamıştı. Ona baktığımı görünce

gülümsedi ve yanıma geldi. “Tatlım biraz konuşabilir miyiz?”

dedi. Kafa salladım. Yine vazgeçmemi söyleyecekti.

Odamdan çıkıp koridora doğru ilerledim. Kafamı çevirdiğimde

teyzem yaşlı gözlerle odamın kapısında dikiliyordu.

“Yine olmadı.” dedim sessizce. İrkildi ve bana baktı. “Hadi

42

aşağı inelim” diyerek yanımdan geçti.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


kalakaldım. Korna sesleri geldi önce . Sonra şarkılar, kahkahalar...

Annemin radyodaki müziğe eşlik etmesi ve babamın

araba aynasından onu seyredişi... Gittikçe yaklaşıyorduk.

Müzik sesleri, gülüşmeler, bisiklet zilleri, cam kırılması,

sessizlik... Çığlık. Bütün vücudum acıyordu. Her yer kırmızı

olmuştu. Nefes aldığımda bile cam parçalarının vücuduma

girdiğini hissedebiliyordum. İnledim. Konuşmaya çalıştım.

Yanımda kapalı gözlerle yatan anneme, ön koltukta kafası

direksiyona dayanmış babama seslenmeye çalıştım. Sonra

yine siyah ve... Beyaz. Etrafta koşuşturan insanlar vardı. Yüzüme

her saniye beyaz ışıklar çarpıyordu. Başımda dört kişi

ÖYKÜ

lümsemeye çalıştım. Teyzem elbiseyi duvardan alıp bana

vermişti. Ben de giymek için yukarı çıkmıştım ancak o hala

aşağıda ağlıyordu. Fark yoktu ben de burada ağlıyordum.

Öylece durdum ayakta birkaç dakika. Sonra oyuncaklarıma

baktım. Anneme benzesin diye saçlarını boyayıp bütün

odayı mahvettiğim bebeğe, babama takım elbise yapmaya

çalışırken her yerini kestiğim kumaşlara, araba gibi olsun

diye kalemlerle boyadığım karton kutuya ve zaten bir türlü

ulaşamadığım için sadece kağıda çizdiğim lunaparka baktım.

Çok uğraşmıştım. En küçük şeyi bile değiştirmiştim.

Hiçbiri işe yaramamıştı.

Kapı tıklandı. İrkildim. “Haydi hayatım vakit geldi.” Teyzem

de siyah elbise giymişti. Dağınık saçlarını ensesinde

toplamış, yüzüne de zoraki bir gülümseme kondurmuştu.

Şiş gözlerinin aksine onu daha güzel gösteriyordu. Yüzüne

baka baka odamdan çıktım. Tekrar koridor, mutfak, salon.

Durdum. Tam evden çıkarken arkamı döndüm ve odama

koştum. Mermer, soğuk parkeler, yumuşak halım. Öylece

vardı. Endişeli yüzlerle beni sedye ile götürüyorlardı. Sağımdaki

kadın başımı okşadı ve iyi olacağımı söyledi. Yalancı.

Etraf pembeleşti tekrar. Oyuncak evim, bebeklerim, yatağım.

Yumuşak halimi hissettim parmak uçlarımda. Sonra

teyzemi gördüm. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. Gülümsedim

hafifçe. Onca senaryo, farklı gidişat, değişmiş olaylar...

Gerçeği değiştirmemişti. Vakit gelmişti sahiden.

Bebeklerimin olduğu rafa uzandım. Annemi ve babamı

aldım. Derin bir nefes alıp çıktım odamdan. Arkama bile

bakmadan ayakkabılarımı da giydim ve kapıyı kapatıp evden

çıktık. Teyzem araba anahtarını çıkardı. “Yürüsek olur

mu? dedim sessizce. “ Tabiki hayatım. Hadi tut elimi.” dedi

teyzem ve anahtarı çantasına koydu.

Market, okul, ev, yine market, ev, mezarlık... Gözlerimi

kapattım. Elimdeki bebekleri o kadar sıkı tutuyordum ki kırılacaklardı

adeta. Hıçkırdım. Hıçkırdım ve ağladım. Tıpkı

dayanamayıp uzaktaki bir ağacın altına çöküp ağlayan teyzem

gibi. Annemin kalbi durduğunda ağlayan babam gibi.

Her şeyini kaybeden ben gibi ağladım. Sonra topraklarını

eşeledim. Bebeklere yetecek kadar yer kazdıktan sonra içine

koydum ikisinide.

Ayağa kalktı.. “Kurtaramadım” dedim.

“Tekrar ve tekrar.”

Şevval SAĞIR

12/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 43


ÖYKÜ

Neden

Hatırlamıyorum?

O sabah mutsuz uyanmıştım. Bir huzursuzluk…

Anlamıyorum ki neden böyle hissediyorum. İçeriden

çatal bıçak sesleri geliyordu. Normalde annem ben

uyanmadan kahvaltıyı hazırlamazdı. Misafir gelmiş

olmalıydı. İçeri gitmek istemedim. Bana adımı, yaşımı

sormalarından; o uzun boylarıyla bana tepeden

bakmalarından korkuyordum. Sıcak yatağımda kalacaktım.

Elbet gideceklerdi. O sırada annem içeri girdi.

“Kalktın mı Ayaz?’’ dedi. “Doğru.’’ dedim içimden.

44

Adım Ayaz. “Evet, anne ama içeri gelmek istemiyorum.

Oradaki amcalar, teyzeler ya bana adımı yaşımı sorarlarsa?’’

Annemin yüzünde ah canım dercesine bir gülümseme belirdi

ve ‘’ Hadi içeri gel.’’ dedi.

Yatağımdan çıktım. Küçük bezelyelere benzeyen ayak

parmaklarıma baktım ve yatağımdan indim. Pijamalarım ne

de güzelmiş dedim içimden. Kırmızı ve mavi arabalar vardı

üzerimde, daha önce hiç görmemiştim. Annem yeni almış

herhalde. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya gittim. Tabureye

çıktım. Su buz gibiymiş, sevmedim. Salona gitmek

için tabureden indim. İçeri gittiğimde sofrada altı kişi vardı.

Annem ve babam dışında kimseyi tanımıyordum. Tanışmak

da istemiyordum ama tanışmak isteyebileceğim bir kız vardı

masada. Aynı yaştayızdır sanırım. Çok güzel sarı saçları vardı.

Annesi toplamıştı belli ki saçını. Saçının sağ tarafına da kırmızı

bir kurdele koymuştu. Çok yakışmıştı pembe dudaklarına.

Mavi gözleri salatalığa açlıkla bakıyordu. Yanında bir kadın

ve adam vardı. Anne babasıydı herhalde. Yoksa teyze ve eniştesi

miydi? Her neyse…

Güzel kızın anne babasının karşısında anne babam oturuyordu.

Geriye kalan tek kişi bana tuhaf bir enerji vermişti.

Sanki onu çok önceden tanıyormuşum da artık iletişim kurmuyormuşuz

gibiydi. Ben bunları içimden düşünürken salon

kapısında öylece beş dakika beklemiştim. Annem “Oğlum

hadi gelsene.’’ demişti. Masaya yaklaştım, çok yüksekteydi.

Sandalyeye oturdum. Sarı saçlı kızın gözlerine bakamasam

da bana baktığını biliyordum. Ben kafam önüme eğik bir

şekilde tabağıma bakıyordum. Herkes ben içeri girince susmuştu.

Zaten utanıyordum, bir de bu sessizlik beni daha da

geriyordu. Ama misafirler de ne yapacağını bilmez, tedirgin

bir tavır içindeydi. Sanki yanlış bir şey söylememek için bir

sürü lafı içinde tutuyor gibilerdi. Annem sessizce tabağıma

salatalık, domates ve sofradaki yiyeceklerden koydu. Ben de

yemeye başladım. Bazılarının tadı ne de güzeldi. Annem,

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

“Bal da ye Ayaz.’’ dedi. Balın tadına baktım ne de lezzetliydi.

Şu ana kadar keşfetmediğim için şaşırdım.

Tuhaf sessizliği sarı saçlı kız bozdu. “Beni hatırlıyor musun?’’

dedi. Şaşırdım. Beni tanıyor muydu? Onunla tanışmış

mıydık? Onu tanımalı mıydım? Kendime bunları sorarken

annesi ona gözlerini büyüterek baktı, kız da utandı ve tabağına

doğru kafasını eğdi. Annem ortamın tuhaflığını bozmak

için, “Tabi hatırlıyor ne de çok oynardınız siz.’’ dedi. Oynar

mıydım? Hatırlıyor muydum? Bilmiyordum ki. Anneme sonra

soracaktım. Neden tanımadığım insanlar beni tanıyor?

Yemekler yendi ve oturup kahve içmek için koltuklara

geçtiler. Annemle sarışın kızın annesi, babamla sarışın kızın

babası konuşuyordu. Ama bana tuhaf enerji veren kız beni

izliyordu. Korkmuştum. Annemin yanına gittim ayaklarının

dibine oturdum. Sarı saçlı kız bana bakıyordu. Annem, “Elvin’e

oyuncaklarını göstersene oğlum, birlikte oynayın.’’ dedi.

Demek adı Elvin’miş. Elvin… Ne de güzel isim. Ayağa kalktım,

peşimden geldi. Odam toplu değildi yatağım dağınıktı.

Ama Elvin bakmadı bile. Odama girer girmez komodinimin

üstünde duran kar küresine bakakaldı. Almak için yaklaştı,

eline alıp hayranlıkla izledi. Bense utanmıştım hep utanıyordum.

Sanki beynimde bir şey sürekli utanmam gerekiyormuş

gibi beni uyarıyordu. Elvin kar küresiyle oynarken ben de

yatağıma oturmuş bana tuhaf bakan o kızı düşünüyordum.

Nedense aklımdan çıkmıyordu. Çok mutsuzdu. İçinde büyük

bir huzursuzluk varmışçasına utanarak, rahatsız şekilde oturuyordu

koltukta. Göz teması kurmaya çalışıyordu benimle.

Düşüncelerimi Elvin’in sorusu böldü. Bana, “Bu kar küresi

ne kadar da güzel, bunu sana biri mi aldı?’’ dedi. Hatırlamıyordum.

Kendi adımı, onun adını, annesini ya da koltuktaki

tuhaf kızı hatırlamadığım gibi. Zaten sofrada onu hatırlamadığımı

anlamıştı, şimdi bir de kar küresini bana kimin aldığını

hatırlamadığımı mı söyleyecektim? Sustum. Öylece ona baktım

“Sorun değil.’’ dedi. “Ne yaşadığını bana anlattılar.’’ Ne


yaşıyordum? Kendimde bile hatırlamadığım bir şey mi vardı?

Artık bekleyemeyecektim.

Salona gittim. Annemin yanına. “Anne?’’ dedim.’’ Ben

neden hiçbir şey hatırlayamıyorum?’’ Annem bana şaşkın

gözlerle baktı. Misafirler de ne konuşuyorlarsa bir kenara bırakıp

pür dikkat anneme bakıyorlardı. Bense bir cevap bekliyordum.

Annem cevaplamıyordu. Ben de tekrar sorarcasına

‘’Anne?’’ dedim. “Oğlum öyle şey olur mu? Herkes bir şeyleri

unutur.’’ dedi. Yalandı. İnanmadım, tekrar sordum. “Hayır,

anne söyle!’’ Misafirler biz kalkalım dediler. Gerilmiştim. Demek

öyle bir şeydi ki annemle yalnız olmalıydık. Annem, “

Kusura bakmayın ben sizi yolcu edeyim.’’ dedi. Elvin’i annesi

içeriden çağırdı. Elvin koşa koşa geldi ve gittiler.

Şimdi cevaplamak zorundaydı annem. Kapıyı kapattık.

Annem hiçbir şey olmamış gibi mutfağa, misafirlerin tabak

çatallarını yıkamak için ilerledi. Ben de bacağından tutmuş

pantolonunu çekiştiriyordum. Bu kadar zor muydu, bu kadar

önemli miydi benim problemim? O sırada babam geldi.

“Hadi oğlum seninle lunaparka gidelim.’’ dedi. Hayır,

istemiyordum. Önce cevap istiyordum. Ama annem çoktan

mutfakta işlerine başlamıştı bile. Neyse, dedim odama gittim.

Annem geldi ve beni giydirdi. Evden çıktık ve arabaya gittik.

Ön koltuğa oturmak istedim ama babam izin vermedi. Ben

de arkaya oturmanın mutsuzluğuyla kapıyı açtım ve oturdum.

Lunaparka yaklaştığımızda şarkı sesleri ve ışıklar görünmeye

başlamıştı. Otoparka park ettik. Lunaparkın dev kapısından

girdiğimde tek düşüncem tüm oyuncaklara binmekti. Düşüncelerim

uçup gitmişti. Cevap aradığım şeyler de… Lunaparkta

babamla hız trenine, dönme dolaba ve daha birçok şeye

bindik. Çok eğlendim ama çok yoruldum.

Eve döndüğümde annem sofrayı hazırlıyordu. “Eğlendiniz

mi?’’ dedi. Ben hala cevap arasam da olanlar, üzerinde durmamı

engelliyordu. Ben de ‘’Evet, anne.’’ dedim. Odama gittim,

üstümü değiştirdim ve sofraya gittim. Yemeğimi yedim.

O kadar yorulmuştum ki hemen uyumak istedim. Cevabımı

da yarın tekrar arayacaktım. Unutmamıştım ki. Soğuk yatağıma

girdim. Bugün olanları düşünürken uyuyakaldım. Sabah

oldu. O sabah mutsuz uyanmıştım. Bir huzursuzluk… Anlamıyorum

ki neden böyle hissediyorum. Uyanmak için yataktan

indim. Pijamalarım ne de güzelmiş, kırmızı mavi arabalar vardı

üstümde. Daha önce hiç görmemiştim. Annem yeni almış

herhalde...

Zeynep İdil ÇELİK

12/C

ÖYKÜ

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 45


ÖYKÜ

Son Arayış

Baharın ortasında bir gün batımı, o sıcak renkler bile içimi

ısıtamazken son bir defa umudu aramak için sahile inmiştim.

Yürüdüm, yürüdüm... Yanımdan insanlar geçiyor, her birinin

yüzünde sahte bir gülümseme var. Hiç mi utanmıyorlar yanında

vakit ayıracak kadar değerli hissettikleri insanları kandırmaya?

Bir bakıma haklılar da diyebilirim. Gerçek ruh hallerini

yansıtsalar yanlarında kim kalacak? Yalnız kalmaya korkan

herkes, yüzlerinde benzer bir gülümseme ile diğerlerine karışıyor.

Gerçekten gülümseyen kim olabilir? Az ötedeki arkadaşına

veda ederken ‘Sürekli görüşelim!’ diyen çocuk mu, heykel ile

fotoğraf çekinen teyzeler mi yoksa masa oyununda kazanmanın

heyecanı ile dolu amcalar mı? Hiçbiri. Gerçek mutluluk bu

olamaz. Bu kadar gelip geçici olamaz. Gerçekten gülümseyen

kimseyi bulamayınca iskeleye yöneldim. Karşımda deniz, ufuk

ve bulutlar. Evet, herkesin muhtemelen gördüğü klasik anlardan.

Gökyüzü daha da kızıllaşmış ben yürürken.

Yanımda en sevdiğim müzikleri barındıran bir telefon, siyah

kaplı bir defter ve belki de içimi dökmeye yetemeyecek bir tükenmez

kalem var. Müziği başlattım. Son kez sahile bakmak

istedim belki mutluluk kırıntısı kalmıştır diye. Tedi diye seslendiğim,

sütlü kahverengindeki yavru köpek denize koşturuyordu

suları saçarak. Ne tatlı. Bunu bir kez daha görmek güzel

olmuştu. Çok değil, bir iki saniye sonra onun bu koşturuşunun

sebebinin mahalledeki her kavga ve olayın içinde bulunan arkadaş

grubunun onu sopa ve taşlarla kovalaması olduğunu

gördüm. Yavru köpeğin kovalanacağını değil sevileceğinden

haberleri yok tabi. Hayatları boyunca gerçek sevgiden mahrum

kalmışlar. Bu sevgisizlik onları bir arada tutan tek şey. Aslına

bakarsak çoğu insan böyle. Kendinde olmayan başkasında hiç

olmasın. O mutlu değilse kimse olmasın, o sevilmiyorsa kimse

sevilmesin, o başaramadıysa kimse başaramasın... Bu düşüncelere

sahip insanlar hep bir aradadır, erişebilirlerse diğerlerinden

üstün olmak için. Her birinde üstün olsalar bile bir şekilde,

bu bencillik ile yerinde saydıklarının farkına varamayacaklar.

Peki bu ‘kimsede olmasın’ düşüncesi olumlu duygular için de

geçerli miydi? Hiç bunu bilecek kadar iyi hissedememiştim.

Her şey yolunda giderken bile artık zihnime kazınan ‘Ya bir şey

olursa?’ korkusu iliklerime kadar kendini hissettirirdi. O anların

bile zevkini çıkaramazdım. Zamanla insanlardan ümidimi kestim.

Çünkü bu korkunun tek sebebi onlardı.

Silkelenme sesi ile irkildim. Tedi denizde açılarak çocukları

başından savmış ama fırlattıkları taş ve sopalardan kaçamamıştı.

Yanımda pek bir şey olmadığı için yardım edemedim.

Yanıma geldiğinde ıslak tüylerini karıştırdım, çabucak kurusun,

üşümesin diye. Kucağıma yattı, mutlu olduğunu hissettiren

sesler çıkarmaya başladı. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Canımı

yaktı, uzun süredir gülümsemiyordum.

Yarıda kalan düşüncelerime dönmeyi denerken hayat bana

kendi kendine cevabı vermişti. Bir hayvanı severseniz elbet karşılığını

alırsınız.

Kedimden de bahsedeyim eksik kalmasın sonra kıskanır.

Adı Işık’tı. Onu bulduğum gece sokakta gözleri ışıl ışıl parlıyordu

simsiyah tüylerinin arasından. Sokakta tek başına durmak

için pek küçüktü, yanımda eve kadar geldi. Eve almak istedim

ama o zamanlar küçüktüm. İzin vermediler. Kendime bakamıyormuşum

bir de kediye mi bakacakmışım dediler. Eski bir

battaniyemi ailemden gizli dışarı çıkardım, görmesinler diye biraz

uzağa giderken o da benle geldi. Battaniyeyi güzelce serip

onu üstüne koydum. Yanına da birkaç parça evde aldığım ufak

peynir parçalarını koydum. Biraz daha sevip içeri girdim. Sabah

baktığımda ne battaniye ne Işık oradaydı. Belli ki kovmuş, kovalamışlardı.

Birkaç gün sonra yine eve gelirken o ışıltılı gözleri

gördüm. Geldi, bacaklarıma sarındı. Yine eve alamadım. Yine

ufak peynirleri alıp ona verdim. O da mutsuz olduğum zamanları

bir şekilde bilip tam da o zamanlarda yanıma gelir, kendini

sevdirir ve aklımda ne varsa yanında götürür, bana mutluluğu

bırakırdı. Bitkileri seversek de olur mu? Olur. Bir tohumu

bile sevseniz onunla ilgilendiğiniz kadar büyüyecek, sevdiğiniz

kadar güzelleşecektir. Sevmeyip ilgilenmezsek hemen sararıp

solar, tekrar ilgi gösterince canlanıp hayat dolar.

Peki, bir insanı seversek ne olur?

Düşünmeye ve yazmaya başladığım gibi yağmur çiselemeye

başladı. Sözcükler dağılıyordu, hem defterde hem aklımda.

Düşünsem aklımdakilerden dolayı yanaklarımdan süzülecek

olan gözyaşları yerine yağmur damlaları vardı. Hayat yine cevabı

verdi sanki. Düşünüp tekrardan üzülmeye gerek yok.

İki yıl önce evden ayrılmıştım. Yakın arkadaşımın üst düzey

yetkili olduğu şirketten gayet iyi bir iş teklifi gelmişti ama ülkenin

diğer ucundaydı. Hayallerime ulaşmak için atmam gereken en

büyük adımdı. Tabi o zamanlar hayallerimi ve güvenimi asla

kaybetmeyeceğimi sanıyordum. Ailem ve yakın arkadaşlarımı

geride bırakıştım. Eşim kendi işini bırakamazdı öyle bir anda,

birlikte gidemedik. Ayda en az bir kez geri dönerdim şehrime,

onlara çeşitli hediyeler ve farklı düşünceler getirirdim. Bu farklı

düşünceler ilerleyen süreçte kendimi beğenmişlik gibi görünmeye

başladı .’Yeni bir ortama dahil oldu, o artık üst düzey birisi

bak konuştuğu şeyler bile değişmiş.’ düşüncesi... Size karşı

fikri bu şekilde olan kişileri ne kadar çok severseniz sevin yine

de kalbinizi paramparça ediyor. Zamanla onlara ulaşamaz

hale geldim. Onlar da bana ulaşmaya pek hevesli sayılmazlardı.

Aramız her biriyle açıldı, bitti. En azından burada birkaç

arkadaşım vardı. Ara sıra buluşur, geçen buluşmamızdan beri

yaşadığımız her olayı en küçük ayrıntısına kadar paylaşmaktan

çekinmez, birbirimizi dinlerdik.

46

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Altı ay kadar önceydi. Mevsim sonbaharın hüznünden sıkılmış,

kışın huzur ve sakinliğine hazırlanıyordu. Biz de bu sakinliğe

kapılmamak adına benim bahçemde ateş yakmıştık. Cızırtılı

ses eşliğinde bir yandan tostlarımızı yiyor, bir yandan muhabbet

ediyorduk. Mutluyduk, hepimizin yüzünde bir gülümseme

vardı. Kime baksam gözleri ateşin sıcaklığında parlıyor, yalan

duyguların her birini aydınlatıp onlara yer vermiyordu sanki. Bir

arkadaşım bu hafta denemem için getirdiği gitarını evimden

aldı. Alev rengindeydi ya da ben öyle görüyordum. Tıngırdatmaya

başladı muhabbetin duraklamaya başladığı, saatin gece

yarısına vardığı saatlerde. Herkes birbirine dans etmek için ısrar

ediyordu. Biri, ikisi, üçü... Hepsi dans etmeye başladı. Ben pek

sevmezdim, sadece izliyor ve dinliyordum. Bir de gitar çalan arkadaşımın

parmaklarını yakalamaya çalışıyordum. Parmakları

sanki kendilerinin çıkarttığı seste dans ediyor gibiydi. Dalmışım

herhalde, birisi bana elini uzatıp dans etmemi istiyordu. Israra

hiç dayanamam. Peki, deneyelim bakalım. Ritim biraz yavaştı

ya da ben zorlanmayayım diye yavaşlamıştı. Bir sağa, bir sola,

yarım dönüş ve tekrarla... Belki on belki yüz kere. Ateş de bizimle

birlikte dans ediyor, gölgeler etrafımızda koşuşturuyordu.

Anın büyüsü ile kayboluyordum. Sıcak. Biraz fazla sıcak oldu.

Açık havada bir sonbahar gecesi. Hala sıcak. Fazla sıcak. Neden?

Çok dans ettim herhalde. En iyisi düştüğüm yerde biraz

uyuyayım.

Her yerim ağrıyor. Gözlerimi açmasam mı acaba? Hem

alarm da çalmadı hala uyuyabilirim. Sürekli bir şey ‘tık, tık, tık’

diye ses çıkarıyor. Vursam durur herhâlde. Ne de susmak bilmez

bir ses. Mecbur uyanmam lazım. Hastane odasındaydım.

Başka birisi yoktu odada. Ne olmuştu? İçeri birinin gelmesini

bekledim, acelesi yoktu, biraz kendi kendime düşüneyim. Çiçek

ya da meyve suyu yok. Muhtemelen küçük çaplı ve ziyaret

gerektirmeyecek bir şey olmuş. En son yanımda olan arkadaşlarımdan

birisi bile şu an odada değil. Bu da riskli olmadığını

gösterir. Sıkıntı yok o zaman. Elimi yüzümü yıkamak için kalktım.

Her yanım acıyor ve ağrıyor. Bir adım, iki adım ve sonrasında

dengemi kaybettim. Odaya o an giren hemşire anında

yakaladı beni.

Ne olmuş? Yanmışım. O gece ayağım takılmış ve ateşin içine

yuvarlanmışım. Çıkarmak da pek kolay olmamış. Her yerim

yanmış. Tanınmaz hale gelmişim. Arkadaşlarım para bırakıp

gitmişler. O parayı da evime girip almışlar. Muhtemelen bu

halimi görüp ümidi kesmişler.

Eve geçtim. İşimin başlamasına iki saat vardı. Birkaç gün

gitmemiştim en azından bugün gitmeliydim. Yemek ile uğraşmak

istemiyordum. Buzdolabını açtım. Geçen günkü tostlardan

sadece bir tane kalmıştı. Onu ısıttım, yedim. Yüzümdeki izleri

kapatmam gerekiyordu. Yapabildiğim en iyi şekilde yaptım.

Keşke yapmasaydım. Daha berbat oldu. Denememeliydim.

Yürüyerek iş yerime gitmeye karar verdim. Hava soğumuştu

ve yağmur çiseliyordu. Sonbaharın hüznünün bitmiş olması gerekliydi

bu günlerde ama hala devam ediyordu. Belki de benim

hüznüm bahane arıyordu. Vardığımda işlerimin aksamadığını

gördüm. İçimdeki hüzün bir miktar azalmıştı. Yoğunluk, bu ara

en az istediğim şey olabilirdi. Odama geçip perdeleri açtım. Ne

yazık ki bitkilerime kimse bakmamış, yapraklarını tek umutları

olan güneşten bile kaçırmışlardı. Suladım, sevdim. Birkaç saate

düzelirlerdi umarım. Onların iyi olması beni daha iyi yapar.

Masama oturup günlük planımı gözden geçirdim. Her zaman

olan işler vardı. Plana aykırı olarak sabahtan birisi geldi. Soru

sorar gözle bana bakıyordu. Herhalde sadece bilgi alacaktı.

Gülümsemeye çalışarak ona baktım oysa o konuşmuyordu. İyi

giyimli ve güzel görünümlü birisiydi. Bir süre sonra konuşması

gerektiğini anlayarak kendi masasında ne aradığımı sordu.

Kendi masası. Ne? Buraya gelmemin sebebi olan arkadaşımın

odasına gittim. Kovulduğumu söyledi. Odamdaki neyin benim

neyin şirketin olduğundan emin olmadığı için herhangi birisini

odaya dokundurtmamış. Odama gittim tekrardan. Sadece

bitkilerimi alıp bir kutuya koydum. Bir daha masamdaki kişiye

baktım. İyi görünümlü birisi her zaman daha çok güven verir.

Ben ise yüzünde yanık izleri ve ağrılarıyla bir süreliğine düzgün

bile yürüyemeyecek birisiyim. Sosyal mesleklerin kötü yanını da

yaşayarak ne yazık ki öğrenmiş oldum.

Bir elimde bitkilerimin olduğu kutu, diğer elimde marketten

aldığım bir çikolata. En hızlı mutlu eden şeylerden bir diğeri

yemek yemek. Her yerde sevebileceğim bir hayvan ya da ilgilendiğim

zaman anında güzelleştiğini görebileceğim bir bitki

yok ne de olsa. İş aramam gerekiyordu. Günümü sadece iş

ilanları ile geçirdim. Her sokağı gezdim, her ilan hakkında bilgi

almak istedim. Kimisi ilanın süresinin dolduğunu söyledi, kimisi

sadece dalga geçtiğimi düşündü. Arkadaşlarımı aradım,

açmadılar, ulaşamadım. Ertesi gün yine aynı şeyler oldu. Diğer

gün de. Diğer gün de. İş aradım, beğenilmedim, alay edildim,

yemek yedim. Haftalarca devam etti. Sağlığım iyice bozulmuş,

akıl sağlığımı ise hayvanlarım, bitkilerim ve yemekler ayakta tutuyordu.

Tabi diğer insanlara göre akıl sağlığım hiç kalmamış,

dibini de ekmek ile sıyırıp yemiştim.

Ve sonunda buradayım. İskelenin ucuna oturuyorum, ayaklarıma

bazen dalgalar çarpıp ıslatıyor. Kucağımdaki yavru köpek

bile hüznüme dayanamamış, gitmişti. Kalemimde birkaç

cümlelik mürekkep kaldı. O da tükendi, umutlarım da, mutluluğum

da. Oysa bahar her zaman mutluluk ve güzel duygular

getirmez miydi? Hava kararıyordu. Gözlerim yanıyor. Tuzdan

olmalı. Bu deniz bu kadar tuzlu değildi. Soğuk. Bahar da soğuk

olmazdı.

Hilal KORAL

12/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 47

ÖYKÜ


Zamansız Yağmur

ÖYKÜ

Sonbahar ve sessizlik… Niye alelacele dışarı çıktığımı bilmiyordum ama kafama esti işte. Bir

ümit banklarda oturup gitar çalanlarla şarkılar söyler, bana adres soracaklara yol gösterip hâl hatır

sorar ve belki de otobüs terminaline gidip yolculara el sallarım diye düşünüyordum. Sonuçta artık

dışarı çıkmıştım, artık yabancıydım… Bunu daha fazla sorgulamanın anlamı yoktu.

48

Akşamleyin Beyoğlu’nda eski ama oldukça mütevazı bir

meydanda yürüyordum. Belli ki yağmur daha yeni yağmış,

toprak kokusunu hissediyorum. Etrafıma bakınıyor, her nefes

verişimde dudaklarımın arasından çıkan buharı izliyorum…

Evet, hava dondurucuydu. Ama sırf bu yüzden dışarı çıkamaz

mıyım? Ya ellerimi ovuşturmaktan ya da o çok sevdiğim paltomu

giymekten hoşlanıyorsam? Sebepsiz… Yoluma devam

ediyorum, insanların gözlerinin içine bakıyorum lakin kimse

beni fark etmiyor, sağımdan ve solumdan hızlı adımlarla geçiyorlardı.

Kışı andıran bu mevsimde onlar daha soğuktu kardan…

Sokak lambasının ışıkları gözlerimi kamaştırıyor. Kol saatime

bakıyorum, saat dokuzu geçeli epey olmuş. Durgun yahut

yorgundum… Karşıdan gelen siyah ceketli adamı izliyordum.

El çantasını sıkı sıkıya tutuyor hem öbür elindeki kâğıt parçasına

hem de bana bakıyordu. Hafiften sakallı, biraz sıska, kısa

bacaklı, çenesi geride, yuvarlak yüzlü… Arada bir duraksıyordu:

— Beyefendi, adrese göre buralarda bakırcı Sinan Usta

varmış. Ben pek buraları bilmem. Zaten işim başımdan aşkın,

acaba yanlış yere mi geldim? Kâğıdı uzattı, biraz afalladım

ama sonra:

— Şu pembe binanın yanındaki sokağı görüyor musun?

El işaretleriyle gösterdiğim yere bakıyor, alnını kırıştırıyor,

kravatını düzeltiyordu. Cevap vermedi. Sorular… Tüm isteğim

kaçmıştı şimdi. Nerden geliyorsun? Nerelisin? Başka bir ihtiyacın

var mıdır arkadaş? Ne âlâ! Konuşma hızımı biraz daha

arttırıyor, olabildiğince iyi tasvir etmeye çalışıyordum:

— He, işte sokak boyunca ilerle, köşesinde küçük yorgancı

olacak, onun hemen ya…

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Sözümü kestim onu göz ucuyla süzdüm. O çoktan adımını

atmaya başlamıştı. Omzumu sıvazladı. Gitmişti… Bakakaldım,

boğazım düğümlendi. İyi değildim… Ruhumun hapsolduğu

bu şehirde ben gurbetteydim…

Eve dönmek istedim. Onları görüyordum ama onlar beni?

Samimiyet… Saat civarlarında tükenmiş yahut acıkmıştım.

Cebimdeki meteliklerle ekmek alır, annemden yadigâr ahşap,

zarif, bir o kadar da yıllara meydan okumuş dolabımdan varsa

peynirle, zeytinle atıştırırdım.

Fırına girdiğimde buram buram odun kokusunu hissediyorum.

Bir an için beni köyüme, doğduğum büyüdüğüm

yuvama götürmüştü… Tezgâhın önüne geldim, 10-11 yaşlarındaki

çocuğa şefkatle bakan; elleri, alnı un olmuş, ensesi

kızarmış, kalın bıyıklı bu fırıncının gözlerindeki ışığı içeri girer

girmez fark etmiştim… Dışarıda gök gürüldüyordu. Ve bir ses:

—Ne istersin ağabey? Bunu diyen rafların arkasından başını

çıkarmış çıraktı.

—İki ekmek alabilir miyim? Biri askıda. ”Askıda ekmek”

tabelasının hemen altında koskocaman “0” yazısı vardı. Çocuk

raflardaki ekmeklerden birini kapıp poşete koyarken, us-


tası ona engel olmuştu. Çocuk

yaptığı işi bırakıp, çalı çırpıları

odunlarla beraber ocağa atıyordu.

Fırıncı:

—Beş dakikaya kalmaz tazeleri

çıkar, dedi. Dostça tavırla.

Beklemek benim için sorun

değildi. Hem zaten zamanın

geçmesi için çıkmamış mıydım

evden? Bir anda bardaktan

boşalırcasına yağmur yağmaya

başladı. Islanmak istiyorum

fakat suyla beraber akıp gitmekten

korkuyordum… Hazırlıksız

yakalananlar sığınacak

yer ararken benim de ekmeğim

hazırdı. Tam dükkândan

çıkmaya çalışırken bir ses işittim.

Fırıncı:

—Arkadaş, yağmur çok şiddetli. Gel otur şuraya. Elindeki

iskemleyi bana uzattı. Bu iyi olmuştu çünkü yanımda şemsiye

yoktu. Usta, çırağına sesleniyor, nitekim ara sıra soluk soluğa

kalıyordu:

— Oğlum, Mesut abinden bize iki çay kap getir. Dedikten

sonra yanıma oturdu. O sırada:

— Bu çırak oğlunuz mu? Çok çalışkan bir çocuk. Okumuyor

mu yoksa?

— Okuyor, okuyor. Ama beni de böyle yalnız bırakmak istemez,

elinden geldiğince yardım etmeye çalışır. Benimle konuşurken

oğluna bakıyordu. Başını bana çevirerek:

— Sen necisin, ne yaparsın? İçtenlikle sormuştu. Derken

çayları çocuk yavaşça dikkatlice masaya bıraktı. Ne yaptığımı

ben bile bilmiyordum hele şu gün batımından sonra…

— Gazetecilik yaparım, usta. Böyle yalnız kaldığım zamanlarda

İstanbul’u doyasıya gezer ve evime bir başıma dönerim,

dedim çayımı yudumlarken.

Şimdi bu cümleyi söylemek beni daha da tuhaf hissettirmişti.

Uzun zamandır bu soruyu insanlardan beklerken vereceğim

cevabı hiç düşünmemiştim. Gözüm üst taraftaki siyah-beyaz

fotoğrafa ilişti. Çerçevenin içinde, geçmişin yüzünü

rengarenk gösteriyordu…

— Fotoğraftakiler kimler? Dedim.

— He, asılı olan mı? Bu önlüğün, bu kıyafetlerin gerçek

sahibi babam ve tezgâha bakmaya çalışan da benim. Dedi.

Bir anda sustu. Sanki uzaklara dalmış, sanki beni unutmuştu.

Sonra iş yerini süpüren çırağına baktı hafif hüzünlü:

—Onun benim gibi olmasını istemiyorum. Benim okumaya

imkânım yoktu. Derken kendisinden konuşulduğunu fark

eder gibi:

—Baba, işleri bitirdim. Başka bir iş kaldı mı? Boncuk boncuk

terlemişti. Ustası hemen bana döndü, küçük havlusuyla

alnını sildi, tekrar omzuna astı.

— Arkadaşım, başka bir isteğin var mıdır? Yağmur hafiflemişti

ve ben de yerimden kalkmıştım. Şimdi anlıyordum,

dükkanın aslında daha geniş olduğunu. Önemli olan duvarlar

değil içindekilerdi…

— Ne demek usta, öyle olur mu hiç. Allah’a ısmarladık,

her şey için teşekkürler. Dışarı çıktım, yağmur damlalarını hissediyorum.

İlerliyorum… Arkama dönüp el salladım. Bu gidiş

bambaşkaydı önceki gibi değil beni izleyen iki çift gözün olduğunu

biliyordum. Ve elimdeki ekmek… Eski, fırından yeni

çıkmış haline nazaran bitkin, solmuş, kuru… Evet, ekmeğim

sıcak değildi ama zamansız yağmur nedeniyle fırıncıyla olan

bu sohbet, içimi ısıtmaya yetmişti.

Altan KEMER

10/C

ÖYKÜ

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 49


Zaten Hep Yoldaydım

ÖYKÜ

Bilincim ayılmıştı, günü ve saati bilmiyordum. Gözlerimi açmaktan uzak, yatakta kalacağım

birkaç dakikanın daha hesabını yapma uğraşındaydım. Okul yoktu, sevindiriciydi. Yeni yılların ilk

gününü hep sevmiştim, şimdi de ona minnetlerimi sunuyordum. Kalkmam gerektiğini hissettim,

evde kimse yoktu; bugünü dışarıda değerlendireceğim anlamına geliyordu. Göz kapaklarımı kaldırdım,

gördüğüm tavanı akşamki düşlerimin arka planı olarak betimlemek isterdim, ama bu durum

süresince gözlerim kapalı olurdu. Yatakta birkaç saniye durduktan sonra ayaklandım, sonradan

fark ettim ki; güne modum düşük başlamıştım. Saatin bir olmasından kaynaklanan üzerimdeki

sersemlikten de olabilirdi, sonuç değişmezdi.

50

Kahvaltı etmek istemedim, bugün vücudumdaki tüm boşluklara

kendi kendime yetebilmek istiyordum. Dişlerimi fırçalarken

hala yatakta mı kalsam diye düşündüm, daha ayık bir kafayla

başka bir gün de yürüyebilirdim; bu da bir değişiklik yaratmazdı,

tüm günler birbiriyle aynıydı.

Dışarı çıktım, gözlerim etrafımdaki her bir detayı taramaya

koyulmuştu. Farklı bir şey bulamadığından olsa gerek, üzerlerine

fazla düşünmeden önündeki yola bakmaya geri koyuldular.

Yürüyüş yoluna gidiyordum, orda yürüyen veya oturan

insanları yorumlamayı severdim. Bazen sadece kısa bir anlarına

ev sahipliği yapsa da gözlerim, onların tüm hayatlarının nasıl

geçtiğini zihnimde şekillendirmeye çalışıyor; en ufak hayalde

bile-ama tabii ki tamamladıktan sonra- içimden onlardan özür

diliyordum. İnsanlar zihnimizde şekillendirildikleri kadar varlardı,

onlarla alakalı her yanlış düşünce, doğrudan kendilerine hakaretti;

ağzımızdan sözlerin çıkmasına gerek yoktu.

Yürüyüş yolunun taşlarına baktım. Kiremit rengi. Bunun da

üzerine düşünmeye gerek duymadım ve kafamı kaldırdım, yalpalayarak

yürüyordum; öyle yürümem gerektiğinden değil de,

öyle yürümek istediğimden. Etrafıma baktım, sağ tarafımdaki

büyük çamın arkasında bir park vardı. Ben çocukken-hoş ki,

hala çocuktum- daha çok kişi vardı; sayıları azalmıştı ama hala

tek tük aileler çocuklarını ekran başından uzak eğlendirme uğraşındaydılar.

Bir ailenin gözü bana kaydı, bakışlarındaki tiksintiyi

hissettim. İsteyerek bozduğum yürüyüşümden olsa gerekti.

Çocukları benim gibi olmasın diye her şeyini verirlerdi, yapacak

bir şeyim yoktu bunun için. Ben de onlar gibi olmamak için

her şeyimi verebilirdim, onlar da bunu umursamazdı. Çünkü bu

halleriyle mutlulardı.

Ama ben hala günümüzde kurulduğu söylenen bu gibi bazı

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

ailelere, yuva gözüyle bakmıyordum. Herkes kendi inandıkları

gereği en önemli şeyin yuva olduğunu söylüyordu. Amaçlarını

ona adamış; daha kendilerine kim olduklarını sormadan, hayatlarını

kimle geçirmek istedikleri sorusuna yönelmiştiler. Bunun

cevabını bulunca da üzerine bir çocuk ekleyip, yuva başlığı

altında toplanıldığını ve hayatlarında bir düzen kurulduğunu

varsayarak devam etmiştiler yaşamlarına. Daha kendine sığınamayan

bu insanlar, yuvayı sadece anlam içermeyen bir kavram

haline getirmiş; özelliklerini bu kelimeden soyutlamıştı. O

bizim bahsettiğimiz şey değildi artık, ama bunu fark etmeden

bununla avunmaya ve övünmeye devam ediyorlardı. Saçmaydı.

Her zaman önce kendime ve sonra da elimden geldiğince

başkalarına yetmek isterdim. Ama hiçbir zaman, kişi kendinden

başkası için yeterli olamazdı.

Fazla uzun bakmamdan rahatsızlıklarını ifade edecek şekilde

kaşlarını şekilden şekle soktular. Önüme döndüm, kimseye

rahatsızlık vermeye hakkım yoktu sonuçta. Adımlarımı hızlandırdım,

görüş alanlarından çıkmak ve merceğime başka şeyler

takmak istedim. Yolu çevreleyen çamlara baktım. Sabah yağan

yağmuru hatırlatmak isteyen iğne yapraklarından hala su damlacıkları

dökülmeye devam ediyordu. Gökyüzünde asılı bulutlar

da bir yenisine hazırlıyordu kendini. Gözlerimi tekrar önüme indirdim,

küçük bir çocukla karşılaştılar. Mendil satıyordu. Eğer

biraz önce bahsettiğim yağmuru başka bir nedene bağlamak

isteseydim; az önce gördüğüm bu çocukla aynı yaşlarda olan

diğer ailenin çocuğunu kıyaslamamdan elde ettiğim farklılığa

bakar ve bulutların yaptığımız bu haksızlıklardan dolayı insanları

kırbaçladığını düşünürdüm. Yağmur, dünyanın biz insanlara

kırbacıydı. Her zaman garip bulurdum eşitsizlikleri. Önce tüm

suçu devlete atardım, sonra devlet varsa ve bu şekildeyse bu-


nun nedeninin biz olduğumuzu hatırlar ve bizi kınardım. Gerçi

kendimi bu gruba katmıyordum, ben doğduğumdan beri var

olan bu sistem benim suçum değildi; ancak ben büyüdüğümde

bile böyle kalsaydı beni sorgulama iznini verirdim.

İnsanlar hep en iyi devlet düzenini, şeklini arardı. Nafileydi,

hiçbir düzen ya da yönetim en iyisi değildi. Kurallar, toplumdaki

güncel her bir birey tarafından kabul edilmedikçe-ki edilmesi

imkansızdı- hepsi kargaşaya ve ayrışmaya sebepti. Dünkü sistem

vardı, bugünkü vardı ve yarınki olacaktı. Ama hiçbir zaman

en iyisi veya en kötüsü olmayacaktı. Bu sıfatları ancak dönemlere

bahşedebilirdik.

Bunları düşünürken yürümeye dalmıştım, gözüme çarpan

mendilci çocuğu çoktan geçmiştim. Ama vicdanım daha fazla

yürümeme izin vermiyordu, adımlarımı geri yönde döndürdüm.

Çocuğun yanına vardım ve bir paket aldım. Şu anlık yapabileceğim

en iyi seçenekti, ya da ikincisiydi. Bunu hatırlayarak çocuğa

gülümsedim ve iyi-ne kadar iyi olabilecekti bilmiyordumgünler

diledim. Sonrasında da yürümeye devam ettim.

İnsanlar çoğalmıştı, tek ben varmış gibi yürümeyi daha çok

seviyordum aslında. Olsun. Karşımdan geliyorlardı, elbet arkamda

kalacaklardı. Yüzüme bakıyorlardı, onlara karşı yönden

yürüdüğüm içindi.

Komikti, basitti ama değildi de. Evet, kırılmaz şeylere çizik

atmakla övünen bir toplumun içinde herkese zıt yönde yürürcesine

yaşamak. Bu basit değildi. Yürürken kendimi tanımlayacak

bir cümle bulduğumu söylemek isterdim ama hayır, ben de

onlarla aynı yöne gidiyordum, çünkü hepimiz zamanın içinde

sürükleniyorduk, hareketlerimiz anlam taşımıyordu. Hem özgür

bir irade denen şeyin varlığını da tanımıyordum ben. Eğer zamanında

bundan bahsedebilseydim, o zaman şu an yaptığımdan

farklı bir şey yapıyor olabilirdim. Ama ben, o an yaptığımdan

farklı bir şey yapmadığım için bu noktadayım ve geçmişi

değiştiremem. O zaman dilimi için başka bir şey seçmedim,

sadece bir seçeneğin başlığı altına girdim ve özgürlüğümü kısıtladım.

Ve hayat dediğimiz, o zaman dilimlerinin bütünüyse;

ben hiçbir zaman başka bir seçeneği seçemem ve bağladığım

ipleri koparamam. İnsanların kölesi olmaktansa, geçmişin ve

anların kölesi olduğumuz gerçeğiyle gururlanmalıydık yine de.

İnsanlar dediğim gibi arkamda kalmışlardı, yine tek tük insan

görüyordum; bu sırada yağmur da başlamıştı yavaştan.

Yağmur damlalarının sesi arasında arkamdan bir bağırış

duydum, bana değildi. Bir adam eşine bağırıyordu. Birine ses

yükseltmek başlı başına mantıksızken, yine de altında yatan nedeni

merak ederek kulak kabarttım. Küçükken bize dayatılan

değer yargılarıyla paralel bir söylemdi yanlış hatırlamıyorsam.

İleriki hayatlarıyla ilgili söylemler içeriyordu. Özür dilerim ama,

ben bunu da garip buluyordum. Zihninde bu tür bağlılıklar

barındıran birisi değildim ama saygım vardı, ben de bir aralar

bu türden bir bağlılık taşıyor; ve günlerimin manalarını ona

yüklüyordum. O günleri unutmam zaten imkansızdı. O yüzden

haddimi zaten aşamazdım. Ama şu ülkede herkes dünyaya

geldikleri andan itibaren aynı ahlaki doğrularla(!) yetiştiriliyor ve

sırf böyle yetiştirilip şartlandırıldıkları için sonsuz dedikleri güzel

bir hizmete layık görüyor kendini. Başka bir deyişle, doğduğunuz

anda sahip olduğunuz bu özellikle size bir sonsuzluk vaat

edilmesi fikri mantıklı geliyorsa, tüm bu insanların direk orada

yaratılmaması fikri de neden mantıksız gelmiyordu? Öyle doğmakla

öyle yaratılmalarının sonuçları aynı olsaydı, dünya gibi

uğraştırıcı, ayrıştırıcı ve eşitsizliklerle dolu bir yolun gereksizliği

göze çarpıyordu. Belki bunlar başkası için mantıksızdı, ama her

birimiz tam anlamıyla zaten sadece kendimiz için mantıklı olabilirdik.

Küçükken bunlar neden aklıma yatıyor da şimdi yatmıyor

diye düşündüm. Bir şey, inandığımız için mi aklımıza yatar

yoksa aklımıza yattığı için mi inanırız sorusu kısaca.

Aklıma felsefe dersinde söylediğim bir örnek geldi: Her birimiz

öğrenciyiz ki yapmışızdır, bilmediğimiz bir konudan test

çözmemiz gerekiyordur ve konuyu öğrenmek için cevapları

cevap anahtarından bakar, o sonuçlara göre soruları yorumlar

ve konuyu öğrendik sayardık. Her şey mantıklıydı, çünkü cevap

anahtarını tek doğru ve değiştirilemez varsaymıştık. Ama sonra

konuyu öğretmenlerden dinleyip, konu özetleri okuyup geldiğimizde

ve tekrar testi çözdüğümüzde, gözümüze tik attığımız bir

sorunun yanlışlığı çarpar; cevap yanlıştır, bunu fark etmişizdir.

Eskiden aklımıza yatan şeylerin yanlışlığını ve cevap anahtarının

da hatasız olmadığını kabul etmişizdir. Biz de küçükken bize

dayatılan fikirlerin üzerinden bu şekilde mantık kuruyorduk. En

azından ben öyle yaptığımı sezmiştim. Belki başkaları yapmamıştır.

Bilemezdim.

Ve ayrıca kimse kölemiz değildi. Hiçbir dünya, bizim “Yaşayışımızın

amacı olmalı.” önermemizi doğrulamak için yoktu;

bunun kanıtladığı tek şey bencilliğimizdi.

Sıkılmıştım, kendimle baş başayken hep dönüp dolaşıp bu

konulara geliyordum. İnsan ne olursa olsun içindeki korkuyu

ve şüpheyi bastıramıyordu neticesinde, çocuklukta böyle işlenmişti.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 51

ÖYKÜ


ÖYKÜ

Sıkıldım, yere oturmak istiyordum. İnsanlar muhtemelen yeniden

bakarlardı bana. Olsun, gözlerimi kapardım.

Yerler ıslaktı, ama beni engelleyen bir unsur değildi. Oturdum,

gözlerimi kapadım ve artan su damlacıklarını ensemde

hissettim. Güzeldi. O an yanımda birisini istediğimi fark ettim,

kuzenimi yanımda istiyordum; elimi cebime atarak telefonumu

çıkardım. Gelmesini istediğimi söylediğimde yerimi söylemem

ve tamam demesi on saniyeden kısa sürmüştü.

Onu çok seviyordum.

Evi yakın olduğu için birkaç dakika aradan sonra yanımdaydı.

Kuzenimle bir olmuş, yağmurun oluşturduğu küçük su

birikintisinde silüetlerimize bakıyorduk. Düşüncelerini okuyordum,

daha önce yazıya döktüğü bir cümleyi seslendiriyordu

kendisi içinde: ”Artık yenilmenin ölmek anlamına gelmediği bir

toplumsal düzende yenildiğimizi hissetmekten kaçabilmek için

ölmeyi düşünüyoruz.” İsmini dünyanın tabanına kazımanın tek

yolunu düşüncelerine sızdırmıştı, hepimiz o noktaya varacaktık;

erken olsa ne olur diye sorguluyordu. Beraberken hep Tanrının

kim olduğunu sorgulardık, o onu mutlulukta bulmuştu ve sonra

da kaybetmişti. Şimdi kendisini de kaybetmesinde sakınca

görmüyordu. Gözlerini yavaşça kapadı, yağmurun hızla artışı

küçük birikintideki görüntülerimizi bulanık hale getirmişti. Artık

onu göremiyordum.

Yok oluyordu ve ben gözlerimi kapatmaktan öteye gidemiyordum.

Ama bunu yaparak kendimce onu hala canlı tutuyordum.

Var olan insanları nasıl sadece gözümü kapadığımda oluşan

karanlıkla silebilirsem ancak, onun yokluğunu da bununla

örterek hala varlığını hissedebiliyordum. Ona olan sevgim böyleydi,

farklısını da istememişti; memnundu benden. Mutluyum

ki, onu anlayan birisi olarak-ya da tam bu noktada bunu dediğim

için onun şu ana kadar ki tüm kendini ifade etme çabasını

boşa çıkararak- söylüyorum ki, düşüncelerinin benzerlerini

bana miras bırakarak göçmüştü bu dünyadan.

Gittikçe artan ve de bu yüzden bende değeri kalmayan, artık

birikintiden ziyade altındaki zeminin yerini almaya yüz tutmuş

bu yerden uzaklaştım. Yine yürüyordum, zaten hep yoldaydım.

Adımlarım evin yolunu takip etti, yorulmuştum. Yatağıma

girmek istedim. Üzerimi değiştirmeden ve ıslaklığımı umursamadan

yorganın altına girdim.

Bugün, sorumluluk adı altında, sadece bu dünyanın değil;

varlığından emin olmadığım başka dünyalarında yüklerini sırtımda

taşımışlık hissine ev sahipliği yapmaktan yorgun düşmüştüm

sanırım.

Uyuyacaktım, ama yelkovanın döndüğü her dakika dökülen

bir kanın bilinciyle uykuya dalmaya çalışırken, hayallerimin arka

planını bu kırmızıyla boyamak zorunda kalıyordum.

Hayallerime sevdiğim insanı ekledim, arka plandaki kırmızı

artık bir caniliğin değil de düşlediğim yanakların tonundaydı.

Ona bir kez daha teşekkür etmem lazımdı, beni kendine layık

gördüğü için. İyi ki vardı. Bazen onun yüzünden deli damgasıyla

vurulan bir akıllı gibi olduğum doğruydu. Ama değerdi.

Şimdi de bu tatilin sonunu iki ölüm, bir cesetle kapayarak;

hafta içine girecektim. Sınavlar vardı, kaygılar vardı. Farklı evrenlerden

uzak, düşünceleri zihninden ırak insanlar vardı. Olsundu.

Her şey vardı. Hep bunu yapmıştık, şimdi de devam

ederdik. Yüzümüze gülümsememizi ekler, nice bizleri arardık.

Sanırız ki herkes böyleydi, sadece göstermek için doğru insanın

varlığını bekliyorlardı. Yazık ki, kimse için doğru değildik. Ve de

bu yüzden bu maceramızı hep ayna karşısında sonlandırırdık.

Ece Işılsu SAY

12/A

52

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Düşünce Maskeler

Güldü.

Gülümseyen yüzündeki hoş kırışıklar

Gülen gözlerinin ardında yaşlar

Mutluymuş gibi söylediği sözler,

Anladım gülüşünün altındakileri

Düşünce maskeler.

Söyledi.

Doğruymuş gibiydi tüm yalanlar

Artık kendini de inandırmıştı onlar

Ayrılmaz oldu artık yalanla doğrular

Anladım sözlerinin altındakileri

Düşünce maskeler.

ŞİİR

Bakışları yumuşacıktı

Bilinmezdi yüreğindeki kinler

Sevilmezdi bilinseydi kalbindekiler

Kalırdı belki aklımda mutlu gözler

Anladım bakışlarının altındakileri

Düşünce maskeler.

Sude İNCİ

12/C

Herkesleşiyorsun

Herkesleşiyorsun

Sen de onlara benzedin

Nedendir çözemedim

Belki farklılıktan korkuyordun

Belki de hiç çaba harcamadın

Herkesleşiyorsun

Her geçen gün daha da korkuyorum

Bu karmakarışık dünyada bir ben kalıyorum

Sanki seni tanıyamıyorum

Git gide onlara benzetiyorum

Herkesleşiyorsun

Bu lafı da kullanır oldular

Bütün farklılıkları bozuyorlar

Güzellikler birbirine benziyor

Yaşamın neşesi kaçıyor

Herkesleşiyorsun

Ve ben birini daha kaybediyorum

Uyum sağlamaya çalıştıkça batanları seyrediyorum

Ne uğruna bütün bunlar diye düşünüyorum

Ne yazık ki anlamlandıramıyorum.

Zeynep Nisa ABAK

10/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 53


KÜLTÜR-SANAT

Emmy’li Bir Türk:

Haluk Bilginer

Bu yıl 47’ncisi düzenlenen Uluslararası Emmy Ödülleri New York’ta düzenlenen törenle sahiplerini

buldu. Bu yılki ödüllerde, 21 ülkeden 11 kategoride 44 aday yarıştı. Törende 2 özel ödül ve

11 Emmy ödülü verildi. Haluk Bilginer de Şahsiyet dizisindeki başarılı performansıyla En İyi Erkek

Oyuncu ödülüne layık görüldü.

Bilginer, ödül törenine Şahsiyet’in yönetmeni Onur Saylak,

senaryo yazarı Hakan Günday ile birlikte katıldı. Uluslararası

Emmy Akademisi ve dizinin yaratıcı ekibine teşekkür eden Bilginer,

ödülünü kızı Nazlı Bilginer’e adadı. Dizide adalet ve bellek

kaybı kavramlarının anlatıldığını belirterek, ‘’İçinde yaşadığımız

toplumun bellek kaybı yaşamadığından emin olun” ifadelerini

kullandı.

Haluk Bilginer, ödülünü aldıktan sonra yaptığı açıklamada;

‘’Çok iyi hissediyorum. Türkiye’ye bu ödül gittiği için çok

oyunculardan ve daha nicelerinden de tebrik mesajları ve kutlamalar

aldı. Haluk Bilginer aldığı ödülle hem herkesi mutlu etti

mutluyum. Çok severek, beğenerek yaptığımız bir işin başkaları

tarafından da uluslararası bir platformda takdir edilmesi ve

hem de gururlandırdı.

Ödül aldığı Agah Beyoğlu karakteriyle Alzheimer hastası bir

ödülle taçlandırılması çok mutlu edici bir şey. Çok mutluyum.”

adamı canlandırdı. Dünyada en iyi 40 dizi arasına giren Şahsiyet’in

IMDb puanı 9,2/10.

İfadelerini kullandı.

Üç çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak 5 Haziran 1954’te

dünyaya gelen Haluk Bilginer, lise son sınıfta okulun tiyatro koluna

girdi ve liselerarası tiyatro yarışmasında ilk ödülünü kazandı.

Ardından jürideki tiyatro müdürünün davetiyle İzmir Devlet

Tiyatrosu’nda konuk oyuncu olarak çalıştı. Liseyi bitirmesinin

ardından Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne girdi.

Devlet konservatuarından mezun olduğu yıl İngiltere’de Londra

Müzik Ve Drama Sanatları Akademisi’ne giren Bilginer, burada

bir yıl kadar ileri tiyatro öğrenimi gördü. İngiltere vatandaşlığı da

Usta oyuncunun başarısı sosyal medyanın gündeminde

bulunan Haluk Bilginer oradaki yaşamı boyunca birçok oyunbüyük

ilgi gördü. Halkın yanında sanatçılardan, siyasetçilerden,

54

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


da, müzikalde, filmde ve televizyon dizisinde yer aldı ve İngiltere

kariyerinin ardından Türkiye’ye döndü. Ardından kariyerine burada

devam etti. Çeşitli oyunlarda, filmlerde, dizilerde yer aldı.

Bunun yanında seslendirmelerle de halkın önüne çıktı.

2002 yılında Nebil Özgentürk’ün sunduğu Bir Yudum İnsan

programına konuk olarak ‘’20 yıl sonraki Haluk Bilginer’i çok

kıskanıyorum. Kim bilir neler öğrenmiş olacağım’’ ifadelerini

kullandı. Burada da bizlere insanın her zaman yeni şeyler öğrenmesinin

ona yenilikler katacağını ve başarıya ulaştıracağını

söylüyor.

Bizler de Haluk Bilginer ve daha nice başarılı insanın öğütlerini,

yaşamlarını dikkate alıp başarıya ulaşmak için elimizden

geldiğince çalışmalıyız. Hiçbir başarı tesadüf değildir. Başarı

uzun uğraşların ve emeklerin ürünüdür.

Hilal GÜLTOPLAYAN

12/D

ŞİİR

Mektuplarım

Sana mektuplar yazarım,

Senin bundan haberin yok.

Yazıp sonra kapatırım.

Mektuplarım,

Hedefi defter olan bir ok.

Güzelliğini yazarım,

Sarı saman kâğıdına.

Benzer göz kapaklarına.

Mektuplarım,

Zarfı salınan saçların.

Günlerimi anlatırım

Yolunu gözleyişimi

Hasretimi, bekleyişimi.

Mektuplarım,

Bilmeyeceğine yanarım.

İçimde bir ağırlık var,

Hasretimin ağırlığı.

O’dur hüznümü tarttığı

Mektuplarım:

Ayarı bozuk bir kantar.

Çare istiyorum senden

Bir ada, içinde tek ben.

Bir göl; şişe, kağıt, kalem

Mektuplarım,

Der ‘Çare yok, ille de gitmem!’

Ömer Faruk KOTAN

11/C

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 55


Bir Savaş Stüdyosu

MAKALE

1.Dünya Savaşı’na kadar dünyanın güçlü devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, İttifak

devletleri ile birlikte yenilmiş olarak ayrıldığı savaştan; sonrasında insan kayıplarından, mali çöküntü

ve topraklarının büyük bir kısmını kaybetmesinden dolayı büyük bir çöküş içerisindedir.

Savaş ve sonrasındaki işgal döneminin ağır sonuçları zamanla her alanda kendini göstermeye

başlamıştır. Siyasi, iktisadi, sosyal ve askeri alandaki yasaklamalar, İstanbul hükümetinin ve işgal

devletlerinin baskıları halkın bağımsızlıklarını kazanmaya yönelik umutlarından vazgeçmelerine

sebep olmuştur.

O yıllarda sanayi ve ticaretteki birçok alan gayrimüslimlerin

eline geçmişti, testi yapım atölyeleri Rumların elindeydi.

Dönemin kapalıçarşı ve etraftaki el sanatları atölyeleri de

azınlıklar elinde kalmıştı.

19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla birlikte

başladığı kabul edilen Milli Mücadele Dönemi halk üzerindeki

bu karamsar havayı yavaş yavaş kovar .Bu süreçte düşman

işgalinden kurtulmaya çalışılırken İstanbul hükümetinin

Milli Mücadele’yi baltalama girişimleri, işgal kuvvetlerinin

baskıları, basının Milli Mücadele aleyhine ve lehine gösterdiği

tutum bu dönemde yaşanan bölünmüşlüğü çok iyi özetler.

Tüm olumsuz şartlara karşın bu dönemde Doğu ve Batı

kültürlerinin etkisi altında bulunan coğrafyamız zamanla bireysel

bir kimlik arayışına girecektir ve sanat dalında da bu

arayışa devam edecektir.

O dönemlerde toplumun yeniliklere açık olmaması sebebiyle

modern olan Batı etkisi ancak 19. yüzyılda benimsenmiştir.

Bu benimseme 3.Selim’in desteğiyle ressamların

Avrupa’dan İstanbul’a getirilip Batı sanatını Osmanlı’ya tanıtmasıyla

oluşmuştur. Bunun sonucunda Osmanlı yöneticilerinin

sanata karşı sert tutumları zamanla gevşemiştir ve 19.

yüzyılda Batılılaşma; askeri, siyasi, sosyal ve sanatsal alanlarda

kendini göstermiştir. Sonuç olarak da tuval resmine ilgi

duyulmaya başlanmıştır. Sultan Abdülaziz’in yardımıyla yabancı

sanatçılar sarayda çalışma imkanı bulmuş ve Osmanlı

İmparatorluğu’nun geçmişinde yaşanan önemli olayları resmetmişlerdir.

Sonrasında 2. Abdülhamit döneminde saray

ressamlığı yapan Fausto Zonaro da Osmanlılar ve Yunanlar

arasında gerçekleşen “Dömeke Savaşı”nı betimlemiştir.

Güncel bir savaşın resmedilmesi açısından oldukça önemli

bir eserdir.

56

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

1900’lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu yıkılma sürecine

girmiş olsa da 1.Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’ndeki

zafer herkes için yeni bir umut ışığı olmuştur. Bu zafer

türkü ve şiirlerde olduğu kadar resimde de kendine yer bulmuştur.

Zonaro’nun başlattığı “güncel bir savaşı tuvali resme

yansıtma” anlayışı bu şekilde devam etmiştir. Bununla

birlikte ressamların savaşları ve boyutlarını tahmin ve hayal

yoluyla resmetmedikleri, Almanya’dan gelen bazı dergi ve

gazeteler yardımıyla edindikleri bilgiler ve fotoğraflar yoluyla

Fatma TARHAN

11/B


zihinlerinde oluşan atmosferi tuvallere yansıttıkları konusu

çok önemlidir. Çünkü Şişli Atölyesi’nde bunun farklı bir boyutunu

sanatçıların oluşturdukları yapay bir cephede bire bir

modelden çalıştıklarını göreceğiz.

Sami Yetik, İbrahim Çallı, Ali Sami Boyar, Mehmet Ruhi

Arel, Nazmi Ziya, Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Namık

İsmail, Hüseyin Avni Lifij gibi sanatçılar ilk önce Sanayi-i

Nefise Mektebi’nde sonra ise Paris’te eğitim aldıkları sırada,

1914 yılında, patlak veren 1.Dünya Savaşı sebebiyle yurda

geri çağrılmışlardır. Fakat aldıkları bu eğitimi değerlendirmek

isteyen sanatçılar için ülkede yaşanan sıkıntılar aşılmaz

hale gelmiştir. Bu dönemde ressamlık, sanat tarihçiliği ve

devlet adamlığı yapan Celal Esad Arseven, Harbiye Nezareti’ne

bağlı bir birime giderek ressamların içinde bulunduğu

zorlukları anlatmış ve ressamların kendilerine ait bir atölyede

çalışarak aldıkları eğitimi değerlendirmeleri gerektiğini söylemiştir.

Bunun sayesinde Osmanlı’nın müttefiki olan Avusturya ve

Almanya gibi Batılı devletlere karşı sanatsal anlamda da güç

sahibi bir devlet olduğu kanıtlanacak hem de özgürlüğünü

isteyen toplum imajı herkesçe görsellik kazanmış olacaktır.

Böylece 1917 yılında Şişli ‘de Bulgar Çarşısı olarak bilinen

alanda üstü cam ile kaplı bir baraka kurulmuştur. Barakanın

çevresindeki araziye siper çalışmaları için hendekler kazılmış

on tane asker, bir top arabası, bir atlı asker, silah ve diğer

gereksinimler Harbiye Nezareti tarafından ressamlara sunulmuştur.

Boya, tuval, fırça gibi malzemeler de Almanya’dan

kısa sürede temin edilmiştir ve sanatçılar çalışmaya başlamışlardır.

Şişli Atölyesi’nde verilen bazı eserler:

Namık İsmail grubun en genç üyesidir bu eserinde savaşın

acı dolu gerceklerini vurgulamıştır.

Çallı bu eserinde hareket dinamizmini etkileyici bir biçimde

ortaya koymuştur.

MAKALE

Mehmed Ruhi bu yapıtında Çanakkale Savaşı’nda yaşanan

bir çarpışma sonrasını resmetmiştir.

Bu ve bunun gibi Şişli Atölyesi’nde yapılan resimler 1918

yılında Viyana’da sergilenir. Ahmet Kamil Gören’in “Türk

Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi” adlı bir eseri

bulunmaktadır.

Şişli Atölyesi hem sanatçıları bir fikir ve dava etrafında toplaması

hem de ortak bir konu üzerinden sanat eseri üretmesi

yönünden Türk Sanat tarihinde önemli bir oluşum olarak

yerini alır.

Sanatçı bu eserinde savaşın duygusal tarafını ele almıştır.

İrem ÇİĞNİTAŞ

12/D

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 57


FOTOĞRAF

58

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Kocaeli Fen Lisesi- 2020 59

FOTOĞRAF


FOTOĞRAF

60

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Fen Lisesinde Bir

Resim Çalıştayı

Geçen yıl Rüveyda hocamızın önderliğinde okulumuzda düzenlenen resim çalıştayı; suluboya,

karakalem, yağlı boya gibi farklı sanat dallarıyla ilgilenen öğrencilerin bir araya gelip resim

yapmasını sağladı. 3 gün süren bu zevkli organizasyon; biz öğrencilere farklı ortamlarda, farklı

dallarda resim yapabilme imkanı sundu. İcra edilen eserler Kocaeli Fen Lisesi’nin yıl sonu sergisinde

yer aldı. Bu güzel deneyimi bizlere yaşattığı için Rüveyda hocamıza ve gerekli malzemeleri ve

ortamı tedarik ettiği için okulumuza teşekkür ederiz.

KÜLTÜR-SANAT

Covid-19 dönemi boyunca bizlerin de okulda en özlediği aktivitelerden olan önümüzdeki resim çalıştayını iple çekmekteyiz.

Fatmanur UĞURLU

10/A

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 61


Bekle Bizi

Geliyoruz

SPOR

Milli takımımızın Euro 2020 yolunda yaşadıklarını anlatacağımız bu yazımıza milli takımımızın

eski başarılarını anlatarak başlayacağız.

Euro 1996’da Türkiye:

Önceki elemelerde sürekli takılan Ay Yıldızlılar Euro 1996 elemelerinde şeytanın bacağını kırmayı başardı ve Euro 1996’ya

katılmaya hak kazandı. İlk kez katıldığımız Avrupa Şampiyonası olan Euro 1996 A

Milliler için pek de iyi sonuçlanmadı. Üçte sıfır yapan milli takımımızın tek tesellisi futbolcumuz

Alpay Özalan’ın kazandığı fair-play ödülü oldu. takımdaki büyüklerimden

hem akademik başarısı hem sportif başarısı iyi olan birçok kişi var ben de onlar gibi

hem sportif başarının hem de akademik başarının çok çalışıp zamanı verimli kullanıp

bir arada götürülebileceğini düşünüyorum.

Alpay Özalan - 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki Hırvatistan-Türkiye karşılaşmasında,

maçın son bölümünde kontra atakta Vlaović’e faul yapmamış bu centilmence hareketinden ötürü UEFA tarafından

Fair Play ödülüne layık görülmüştür.

Euro 2000’de Türkiye:

Euro 1996’dan dersler çıkaran milli takım bu turnuvada daha etkili oldu.1996’da

katıldığımız ilk turnuvada sıfır çekmiştik, Euro 2000’de gol atmış, puan almış, kazanmış

ve çeyrek final oynamıştık. Daha da iyisini başarabilir miydik...

Euro 2008’de Türkiye:

Yunanistan’ın ardından grupta ikinci olarak Euro 2008 biletini cebimize koyduk ve

şampiyona tarihinde üçüncü kez boy gösterdik. Bizim için geri dönüşlerin turnuvası

olan Euro 2008, A Millilerin yarı finale kadar yükselip tarih yazdığı unutulmayacak

turnuvalar arasında yerini almıştı.

Euro 2016’da Türkiye:

Selçuk İnan’ın son dakika golüyle biletini kaptığımız Euro 2016’da yeteri kadar

birlik içinde olamadık. Bu turnuva Ay Yıldızlılar için pek iyi sonuçlanmadı ve Türkiye tarihinde 4. kez katıldığı Avrupa Şampiyonasından

2. kez grup aşamalarında elenerek turnuvaya veda etti.

62

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Geçmiş turnuvaları hatırladıktan sonra Euro 2020’ye gitmeye nasıl hak kazandığımızı, çok tartışılan asker selamı gol sevincini,

turnuvada parlayan genç yıldızlarımızı ve turnuvadaki grubumuz hakkında sizleri bilgilendireceğiz.

Euro 2020’ye Katılma Serüvenimiz:

Milli Takımımız çok da kolay olmayan Euro

2020 elemeleri grubundan Fransa’nın ardından

2. Olarak çıkmayı başardı.

Grup aşamalarına en çok damgasını vuran

olay ise son dünya şampiyonu Fransa’yı kendi

evimizde yenip deplasmanda berabere kalarak

gücümüzü göstermemiz oldu.

Grup aşamalarında çok tartışılan bir diğer

olay ise oyuncularımızın Mehmetçiğimize destek

vererek gol sevincinde asker selamı yapmaları

oldu. Diğer ülkeler yapınca soruşturmaya

bile gerek duymayan UEFA, bu gol sevincinden dolayı Milli Takımımıza para ve kınama cezası verdi.

Şimdi gelelim elemelerde parlayan ve dünya devlerinin dikkatini çeken bazı genç yıldızlarımıza:

SPOR

Türk Duvarı Çağlar ve Merih:

İngiltere liginin Leicester City takımında forma giyen Çağlar Söyüncü hem kendi takımında hem de Milli Takımda gösterdiği

performansla tüm dünya devlerinin ilgisini çekmeyi başardı. İtalyan devi Juventus’ta forma giyen Merih Demiral ise sezon başında

takımında fazla forma şansı bulamıyordu. Elemelerde çok iyi bir performans gösteren Merih takım hocasının da dikkatini çekerek

ilk 11’in vazgeçilmez ismi olmak üzereydi ki talihsiz bir sakatlık yaşadı. Sezon sonuna kadar forma giyemeyecek olan genç

oyuncumuzun Euro 2020 şampiyonasına yetişmesi zor gözüküyor. Buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Euro 2020’de Bizi Ne Bekliyor:

Euro 2020’de A grubunda mücadele verecek olan Ay Yıldızlıların rakipleri İtalya, İsviçre ve Galler oldu. Diğer gruplara nazaran

daha dengeli bir gruba düşen Milli Takımımızın turnuvada ilerleme şansı oldukça yüksek gözüküyor. Maçların oynanacağı

yerlerden birinin de Bakü

olması Türkiye için büyük bir

şans. Bakü’de Türkiye’ye destek

verecek on binlerle işimiz daha

kolay olacak. Biz de Kocaeli Fen

Lisesi olarak Milli Takımımıza

başarılar diliyoruz ve alacakları

sonuçlar ne olursa olsun onlarla

gurur duyacağımızı belirtmek

istiyoruz.

BAŞARILAR TÜRKİYE!

M e h m e t E m i n K A R A C A

Mehmet Fatih KARAAYTU

11/A

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 63


ŞİİR

O Gün

Sabırsızlıkla beklediğim o gün

Geciktikçe gecikiyor

Hemen gelsin istiyorum çünkü

Beni orada birileri bekliyor

Ama korkmuyor değilim üzülüyorum da

Huzura kavuşacağım o gün

Sevenlerimi boğacak kedere ve yasa

Peki ya onlar üzgünden mutlu olabilecek miyim?

Kimseyi üzmeden sessizce kaçıp gidemez miyim?

Belki orada beni bekleyenleri bildiğimden rahatım

Belki de o yüzden bu umursamazlığım

Onları tekrar görmek için sabırsızlanırken

Ardımda bıraktıklarımı özleyecek miyim?

Ve şimdi gecenin karanlığında

Daha da tatlı geliyor ölüm

Her gördüğüm zorlukta

Aramaktansa çözüm

Kaçıyorum ve ölüme sığınıyorum...

M. Elifnur GÜLYILDIZ

12/B

64

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Z-Kütüphanemiz Açıldı

Keşanlı Ali Destanı

Kocaeli Fen Lisesinde çok özel ve güzel bir gün daha yaşandı.

29 yıllık okulumuzun kütüphanesini yenileme, güzelleştirme

ve ZENGİNLEŞTİRME faaliyetleri kapsamında, 3 aylık çalışmanın

sonunda, öğrencilerimize yakışır bir kütüphane yapıldı.

Kütüphanemizin açılışına İzmit Kaymakamımız Sayın Şevket

CİNBİR, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcımız Sayın Sadık AKAR,

İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Ömer AKMANŞEN,

İzmit Medikal Park Hastaneleri Genel Müdiresi Nazlıhan AL-

KAN, Başhekim Dr. Göksel ENSARİ, İstinye Üniversitesi Yönetim

Kurulundan Begüm USTA ve Genel Sekreter Yardımcıları

Pınar TÜREN ile Talat ŞAHİN katıldılar.

Yaklaşık 3620 eserin yer aldığı “Z Kütüphanemizin” yenilenmesinde

başta İstinye Üniversitesi ile İzmit Medikal Park

Hastaneleri ile Detay Kitabevi, Kaşıbeyaz Kitabevi, Eylül Kitabevlerinin

de katkısı oldu. Ayrıca okul aile birliğimizin de

inanılmaz gayretleri oldu.

Bu çalışma, devlet ile özel sektör işbirliğinin yanında, eğitim

ile sağlık sektörünün güzel bir dayanışması oldu.

Okulumuza ve öğrencilerimize yakışır bu güzel kütüphanede,

öğrencilerimizin bol bol kitap okuyarak; ilim, bilim ve irfanla

donatılarak, bu millete ve devlete hayırlı birer evlat olmaları

dileğiyle, emeği geçen herkese bir kere daha teşekkür ederiz.

İzmit Belediye Başkanı Fatma

Kaplan Hürriyet’i Ziyaret

Okulumuz Tiyatro grubu öğrencilerinin oynadıkları Keşanlı Ali

destanı Mayıs ayında Sabancı Kültür Merkezinde izleyicileri ile

buluştu. Yoğun ilgi üzerine 30 Ekim 2019 Çarşamba günü

Sabancı Kültür Merkezinde saat 19.30’da okul tiyatro grubumuz

ikinci kez sahnelediler.

Gösteriye, İzmit Kaymakamı Şevket CİNBİR ve İlçe Milli Eğitim

Müdürü Ömer AKMANŞEN’de katıldılar.

“Keyefel” İngilizce Dergi

Çalışmalarımız

Müdür Başyardımcımız Sinan MERAL, İngilizce Öğretmenimiz

Hüseyin NERGİZ, öğrencilerimiz Yusuf Ali ÖZCAN ve Sıla

YILMAZ ile İngilizce Konuşma Kulübümüzün çıkaracağı “KeyeFeL”

isimli İngilizce dergimiz için Kocaeli Üniversitesi Rektörü

Sayın Prof. Dr. Sadettin HÜLAGÜ hocamızı makamında

ziyaret ederek röportaj yaptı.

Milli Şairimiz Mehmet Akif

Ersoy’u Andık

HABER

Okul Müdürümüz Mesut Tekin ve Okul Aile Biriliği üyelerimiz,

İzmit Belediye’sinin okulumuza kazandırdıkları müzik sınıfından

dolayı, Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet’e teşekkür

etmek amacıyla makamında ziyaret etti.

İstiklal ve istikbalimizin kuruluşunda; sadece silahla, topla, tüfekle

değil; dua ile, kalem ile de mücadelenin varlığı ve önemi

gençlerimize Kocaeli Üniversitesinden Prof. Dr. Gencay ZA-

VOTÇU tarafından “Mehmet Akif ve İstiklal Marşı” teması ile

anlatıldı.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 65


3-4-5 Şubat 2020 Geleneksel

Kariyer Günlerimiz

Geleneksel Kocaeli Fen Lisesi “Kariyer Günlerini” okulumuzdan

mezun olmuş, ülkemizin en seçkin farklı üniversite ve bölümlerine

giden, farklı meslek gruplarından 80´in üzerinde Kocaeli

Fen Liseli gencimizi, gençlerimizle buluşturduk.

Mevlid-İ Nebevi Haftası

HABER

1 Kasım 2019 Cuma günü Mevlid-i Nebevi Haftası kapsamında

programda, Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden değerli

hocamız Sayın Doç. Dr. Kadir Gömbeyaz’ın “Rabbimize Güven,

Peygamber Efendimize Sevgi” temalı sohbetinin tadına vardık.

Dr. Faruk Öndağ

Uzm.Dr. Faruk Öndağ Hedeflerin Doğru belirlenmesi, zaman

yönetimi ve meslek seçimi ile ilgili öğrencilerimize bilgi verdi.

Okulumuz kariyer günleri kapsamında öğrencileri alanları hakkında

bilgilendirmek için Kocaeli Devlet Hastanesi Başhekimi

Uz. Dr Adem Çakır ve İlçe Sağlık Müdürü Nazif Aksoy’u ağırladık.

Coronavirüsten Nasıl Korunmalıyız?

Medical Park Hastanesi Göğüs Hastalıkları Hekimi Uzm.

Dr.Elif Reyhan Şahin 10 Mart’ta okulumuzu ziyaret ederek

öğrencilerimize Temizlik, Bağışıklık Sisteminin Korunması,

Grip, Coronavirüs konularında bilgilendirmede bulundu.

Kocaeli Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Sadettiin HÜLA-

GÜ okulumuz öğrencilerine Kocaeli Üniversitesini tanıttığı gibi

tıp Fakültesi ahkkında da bilgi verdi. Meslek seçimleri ile ilgili

önerilerde bulundu.

Cemalettin Orhan

İzgören Akademi-Yasemin Kaya

66

Okulumuz ilk mezunlarından olan Cemalettin Orhan okulumuzun

bu yılki Kariyer günlerinde de yanımızda oldu. Öğrencilerimizle

meslek seçimi ve kariyer basamakları ile ilgili tecrübelerini

paylaştı.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

16 Aralık 2019 Pazartesi günü İzgören Akademi Kocaeli Bölge

Sorumlusu Yasemin KAYA; okulumuz öğrencilerine hedeflerin

belirlenmesi, doğru hedef seçme, başarının yolları ve

adımları gibi konularda ışık tuttu. Kendisine teşekkür ederiz.


Mezunlar Derneği 1. Olağan

Genel Kurulu

24 Kasım Öğretmenler Gününü

Kutladık

2019-2020 eğitim öğretim yılı 12. Sınıf öğrencilerimiz tarafından

kurulan ve eski dönem mezunları tarafından da desteklenen

KOCAELİ FEN LİSESİ MEZUNLAR DERNEĞİ 1. Olağan

genel kurulu gerçekleştirildi.

Okul Aile Birliğimizden Özlem YİĞİT, Ayfer DURMUŞ, Elif

ATAMAN ve diğer velilerimizin desteğiyle öğle arasında başlayan

programımızın çok değerli iki konuğu vardı. Milli Eğitim

Bakanlığımızın da bu yıl önemle üzerinde durduğu “öğretmene

vefa” temasına uygun olarak, okulumuzun 1991’de kurucu

müdürlüğünü de yapıp 7 yıl hizmet eden Müdürümüz

Mustafa ÇOBAN ile 2004-2010 yılları arasında görev yapıp,

okulumuzun 2009’da Körfez’den yeni yerleşkesine taşınma

işini sağlayan Müdürümüz Recep BAKIR’ı misafir etme mutluluğunu

yaşadık.

HABER

Hayatımız Felsefe

Bütün bilimlerin temeli olan Felsefe; insanın varlığını, yaşamını,

değerlerini, amaçlarını sorgular, sorgulatır. 11 Aralık 2019

Çarşamba günü Felsefe Öğretmenimiz Şenay ŞAHİN rehberliğinde

11.sınıf öğrencilerimiz için “Hayatımız Felsefe” konulu

konferansımızda hocalarımızın hocası Ekin TEKOL’u konuk ettik.

Ekin TEKOL hocamıza teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.

10 Kasım Atatürk’ü Anma Haftası

51. Tübitak Lise Öğrencileri Araştırma

Projeleri Yarışmasında Bölge

Finalindeyiz

Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük lider Gazi Mustafa

Kemal Atatürk’ü ölümünün 81. yılında hafta boyunca yaptığımız

etkinliklerin ardından, öğrencilerimizin hazırladığı programla

anmaya ve anlatmaya devam ettik.

Bu yıl 51.’si düzenlenen TÜBİTAK Lise Öğrencileri Araştırma

Projeleri Yarışmasında, danışmanlığını Fizik Öğretmenimiz Selda

ELMAS’ın yaptığı, öğrencimiz Göksel AKTAŞ’ın hazırladığı

proje, bölge finallerine gitmeye hak kazandı.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 67


Biyoloji Olimpiyatından Derece İle

Döndük

24.Türkiye Felsefe

Olimpiyatlarındaydık

HABER

Kocaeli Fen Lisesi Biyoloji Olimpiyat grubu olarak 20-30 Ocak

2020 tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen Yusuf Durmuş

Bilim Olimpiyatları kampına katılan öğrencilerimiz Burcu KO-

TAN, Ece ARSLAN, Ada SAYAR, Aydan ÇEKİÇ, Ceren KO-

ÇAK, Mehmet TAŞOLAR, Büşra Sude BARAN, Yağmur Çiçek

KARAKURT ve Umut ŞENOYAR kamp boyunca gösterdikleri

çaba ile üstün başarı belgesi almaya hak kazanmıştır.

Yağmur Çiçek KARAKURT 1., Ece ARSLAN ise 2.olarak biyoloji

1.grupta derece elde etmiştir.

Kocaeli Fen Lisesi olarak temel ilkemiz düşünen, sorgulayan,eleştiren,geliştiren;

tüm süreçlerde aktif, hümanist nesiller

yetiştirmek. Çağdaş dünyanın etik ve düşünsel problemlerine

farklı bir bakış açısı kazandırmak, öznel değerlendirmeler yapabilmek

için 1 Aralık 2019 Pazar günü Felsefe Öğretmenimiz

Şenay ŞAHİN rehberliğinde öğrencimiz Ece ARSLAN ile

Türkiye Felsefe Kurumu’nun düzenlediği 24.Türkiye Felsefe

Olimpiyatlarına katıldık. Bizlere verdikleri destekler içinde ayrıca

velilerimize teşekkür ederiz

Mun Kulübümüz Galatasaray

Lisesinde

Fizik Olimpiyatları

Okulumuz MUN Kulübü, Galatasaray Lisesinin daveti üzerine

İstanbul Erkek Lisesi, Fransız Saint Joseph Lisesi, Kabataş Lisesi,

Şişli Terakki Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi vb ülkemizin

seçkin okullarının katıldığı, 4 gün sürecek Türkiye geneli MUN

çalıştayına İngilizce Öğretmenimiz Pınar BEKAR’ın başkanlığında

katılıyor.

IV. Büyüteç Tarih Sempozyumu

68

Okul Müdürümüz Mesut Tekin, Fizik öğretmenimiz Selda Elmas

ve Rümeysa Turhan Van’ daki Fizik olimpiyatlarına katıldılar.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Tarih Öğretmenimiz Hüseyin TÜRKARSLAN rehberliğinde,

öğrencilerimiz Filiz IŞIK, İsmail Berkay ELMA, Alp Emre EY-

RİKAYA, Nedim Orkun YÜNDEM, Mehtap HAN ve Fikret

Furkan ÖZKAN, Kabataş Erkek Lisesi’nin düzenlediği IV. Büyüteç

Tarih Sempozyumu’na katıldılar.


Sosyal Medya Araçlarının Medeniyet

Ve Değerlerimiz Üzerindeki

Etkisi Konulu 1. Gençlik

Sempozyumuna Katıldık

Türkiye Zeka Oyunları Şampiyonası

Kocaeli Millî Eğitim Müdürlüğü ve Körfez Fen Lisesi koordinatörlüğünde,

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli Üniversitesi,

Konya Üniversitesi, İbn Haldun Üniversitesi, Necmettin Erbakan

Üniversitesi, Yerli Düşünce Derneği, Körfez Belediyesi’nin birlikte

düzenlediği, ‘Sosyal Medya Araçlarının Medeniyet ve Değerlerimiz

Üzerindeki Etkisi’ konulu 1. Gençlik sempozyumuna Kocaeli

Fen Lisesi olarak iki bildiri ile katıldık. Emeği geçen öğretmenlerimize,

öğrencilerimize ve her zaman bizleri destekleyen Okul

müdürümüz ve idarecilerimize teşekkür ederiz.

1. Sosyal Bilimler Çalıştayımız

Bilgisayar Öğretmeni İrfan KAYA danışmanlığında, Milli Eğitim Bakanlığı

ve Tübitak destekleriyle Türkiye Zeka Vakfı’nın düzenlediği

Zeka Oyunları Şampiyonasında ilk olarak 19 Ekim 2019 tarihindeki il

finallerinde Kocaeli 3.sü, 16 Kasım 2019 tarihinde İstanbul’daki bölge

finallerinde Marmara Bölgesi 4.sü ve Türkiye 5.si olarak Türkiye

geneli ilk 50 okul arasına girerek 21 Aralık 2019 Cumartesi günü

Ankara’da yapılacak olan Türkiye finallerine gitmeye hak kazandık.

Sabancı Üniversitesi

Bilişim Günleri 2019

HABER

I.Sosyal Bilimler Çalıştayı 10-11 Mayıs 2019 tarihleri arasında

okulumuz Tarih Öğretmeni Nural SAVCI ve Felsefe Öğretmeni

Şenay ŞAHİN rehberliğinde 128 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirildi.

Toplam 6 komiteden oluşan çalışmalarda öğrencilerimiz

II. Dünya savaşı, Arap Baharı, Bağımsızlık Savaşı Veren

Toplumların Psikolojisi, Maarif Kongresi, Münih Konferansı,

Darbeler konu başlığı altında yaptıkları çalıştayda; birlikte çalışma

ruhunu, yeni belgelere ulaşma ve bu belgeleri derleyerek

tebliğ sunma yeteneklerini geliştirirken hem çalıştılar hem eğlendiler.

Emeği geçen herkese teşekkür ederiz.

Gençlik Ve Farkındalık Çalıştayındaydık

22 Aralık 2019 Pazar günü Sabancı Üniversitesi’nin daveti üzerine

Bilgisayar Öğretmeni İrfan KAYA’nın rehberliğinde 3 öğrencimizle

“Sabancı Üniversitesi Bilişim Günleri 2019” etkinliğine katıldık.

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde

gerçekleşen etkinliğin açılış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Rektörü

Yusuf LEBLEBİCİ yaptı.

Arduino Kursumuz Başladı

Tübitak BİLGEM ve Sabancı Üniversitesi işbirliği ile okulumuzda

10.sınıflara Arduino kursumuz verildi.

Mefelo’20 İngilizce Dil Olimpiyatları

Ön Eleme Sınavı

26/04/2019 tarihinde Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi´nin

düzenledİği ana teması “GENÇLİK VE FARKINDALIK” olan

KAFÇA Sosyal Bilimler çalıştayına 17 öğrencimizle katıldık. Bu

çalıştay öğrencilerimize hayatın gerçeklerinin tespitini göstererek

onlarda yeni ufuklar açtı.

04 Haziran 2020 Tarihinde MEF Üniversitesinin ev sahipliğinde

yapılacak olan MEFELO’20 İngilizce Dil Olimpiyatları’nın ön eleme

sınavı İngilizce Öğretmenimiz Hüseyin NERGİZ rehberliğinde

okulumuzda yapıldı. Okulumuz öğrencilerinin de yer aldığı ön

eleme sınavına Kocaeli genelinden toplam 40 öğrenci katıldı.

Kocaeli Fen Lisesi- 2017 Kocaeli Fen Lisesi- 2020 69


KAFMUN’dayız

Boğaziçi Üniversitesi Gezisi

HABER

Kocaeli Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi tarafından düzenlenen

KAFMUN’a öğrencilerimizle birlikte katılmaktan mutluluk

duyduk.

Tarih, Kültür, Bilim, Eğitim Ve Doğa

Gezilerimiz / Çanakkale Gezisi

12. Sınıflara Kartepe Moral Gezisi

Kocaeli Fen Lisesi, Millî Eğitim Bakanlığımızın Kasım ayı ara tatilinin

amaçları doğrultusunda, öğrencilerimizle birlikte yaparak,

yaşayarak, görerek ve öğrenerek hayatın farklı boyutlarını tecrübe

etiler. Tarih, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve Matematik Öğretmenlerimizin

de eşlik ettiği, “Çanakkale Şehitlerimizi ziyaret ile

başladığımız tarih, kültür, bilim, eğitim ve doğa gezimizi sırasıyla

Aynalı Çarşı, Çimenlik Kalesi, Nusret Mayın Gemisi, Truva Atı,

Asos (Behramkale), Troya Antik Şehri, Zeus Altarı Doğa Yürüyüşü,

Ayvalık Cunda Adası, Şeytan Sofrası, Bergama Antik Kenti ve

Soma Maden Şehitliğini” ziyaret ederek bitirdik.

İzmir Gezisi

Okulumuz Müdür Başyardımcısı Sinan MERAL ve 12. Sınıf

öğretmenlerinin katılımıyla Kartepe’ye moral gezisi düzenlendi

Gezi Grubu Öğrencilerimizi

Avrupa’ya Uğurladık

Okulumuzdaki öğrencilierimizle hem Kültür, Sanat, Tarih, hem

de Üniveriste ve Meslek Seçimi konularına yönelik İzmir Gezimizi

düzenledik.

Ege Üniversitesi

Okulumuz Halk Oyunları Ekibi, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti

Prag’da yapılacak olan “XXI. International Folklore Festival

In Prag” adlı etkinliğe katılmak üzere Avrupa’ya hareket etti.

Kafile başkanlığını okul müdürümüz Mesut Tekin’in yaptığı

öğrenci grubumuza beden eğitimi öğretmenimiz Hüseyin Akçay

ve halk oyunları eğitmeni Enis Üstüntaş da eşlik ediyor.

9.Tanışma Ve Kaynaşma Kahvaltımız

70

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

20 Ekim 2019 Pazar günü İzmit Öğretmenevi’nde geleneksel

tanışma ve kaynaşma kahvaltısı etkinliğimizi gerçekleştirdik.


Geleceğe Nefes Ol

Engelsiz Bakış Paneli

Okulumuz da öğretmeni, öğrencisi, personeli ve velisi ile Tarım ve

Orman Bakanlığımızın çağrısına destek vererek “Geleceğe Nefes

Ol” kampanyası kapsamında okul bahçemizden başlayarak, güzel

ülkemizin dört bir yanına gönderdiği fidanlarla; “Yarın kıyamet

kopacak olsa bile, elindeki fidanı dik” diyen Peygamber Efendimizin

sünnetinin gereğini de icra etmenin huzurunu yaşadı.

Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma

Kulübü Mavi Tomurcuk Projesi

Engelliler haftası kapsamında okulumuz öğrencileri İstiklal Marşını

işaret diliyle okudular. Kocaeli Fen Lisesi Girişimcilik Kulübü

öğrencileri ve danışman öğretmenimiz Pınar BEKAR’a, bu güzel

farklı ve farkındalıklı çalışmaları için teşekkür ederiz.

Kermeslerimiz /

Müzik Kulübü Kermesi

HABER

Okul aile birliği, öğretmen, öğrencilerimiz ve velilerimizin desteğiyle

sosyal sorumluluk projeleri kapsamında okulumuzda

yardım amacıyla kermes etkinlikleri gerçekleştirilmektedir.

Lise Tema

Öğrencilerimizin “Mavi Tomurcuk” adını verdikleri gruplarıyla,

bir sosyal sorumluk hareketi başlattık. 30 Nisan 2019 tarihinde

kardeş okul olarak seçtikleri KANDIRA KAYMAZ ARAMAN

İLKOKULU VE ORTAOKULU’na gittik. Türkçülük haftası kapsamında

Ecem AKDERELİ önderimiz Mustafa Kemal ATA-

TÜRK´ü Betül ÖZKAN bilim insanlarını anlatan bir sunum

gerçekleştirdi. Etkinliğin ikinci bölümünde kendi hazırladıkları

oyunlar ve etkinliklerle öğrencilere hoşça vakitler geçirttik. Emeği

geçen herkese teşekkür ederiz.

Bana Hikâyeni Anlat

Lise Tema Etkinliği gurubu öğrencilerimizle yıl içinde pek çok

etkinlik yaptık. Doğa Kaşifi uygulamasını indirerek okulumuzdaki

bitki türlerini tanımaya çalıştık. Ekolojik ayak izimizi öğrendik.

İzydaş’a gezi düzenleyerek çevremize çöplerimizle ve

atıklarımızla verdiğimiz zararı gördik. Bunun için yerel yönetimlerin

aldığı çözüm yollarını öğrenme imkanı bulduk.

Ebru Workshop

İngilizce Öğretmenimiz Pınar BEKAR’ın öncülüğünde okulumuz

Kocaeli Fen Lisesi Sosyal Sorumluluk Projesi “Bana Hikayeni

Anlat” çerçevesinde Kocaeli Huzurevi sakinleri ziyaret edilerek

kendileriyle yaşanmışlıkları hakkında hoş sohbetlerde bulunduk.

Bu sohbetlerden derlediğimiz “Vesselam” isimli kitabımız hem

Türkçe hem de İngilizce olarak beğeninize sunulmuştur.

Öğretmenimiz Rüveyda Akpınar, öğrencilerimize okul bahçesinde

Bahtişen Keskin eşliğinde Ebru workshop u gerçekleştirdi.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 71


Resim Sergisi Düzenledik

Duvar Boyama Çalışması

HABER

25-28 Şubat 2020 tarihleri arasında okulumuz öğrencileri

Cumhuriyet Parkı Sanat Galerisinde resim sergisi düzenledi.

24 Tual 24 Öğretmen 24 Öğrenci

Okulumuz 10. Sınıf öğrencileri ile Müzik temasında duvar resmi

çalışması yaptık. Ayrıca Bilgisayar sınıfı, koridor ve Speaking

Club için de farklı sınıflarla grup çalışmaları olarak duvar boyama

çalışması yaptık.

Müzik ve Şiir Dinletimiz

Okulumuz öğrencilerinden Ceren Kula ve Görsel Sanatlar Öğretmenimiz

Rüveyda Akpınar Kocaeli Valiliğinin 24 Kasım’da düzenlediği

24 Öğretmenin 24 Öğrencisi ile birlikte 24 parçaya bölünmüş

Atatürk resmini tamamlamasıyla oluşturulan etkinliğe katıldılar.

Gravür Sanatçısı Şükrü Ertürk’ Ün

Sergisini Ziyaret Ettik

Okulumuz öğrencileri, Gravür Sanatçısı Şükrü ERTÜRK’ü 24

Ekim 2019 Perşembe günü Cumhuriyet Parkı Sanat Galerisindeki

sergisinde ziyaret etti.

Fotoğrafta Deneysel Teknikler

Bize emanet edilen gençleri, sadece “Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik

vb” ile boğmayıp; hayatın tüm varlığı ile kendisine hazırlamaya

çalışmayı ilke edinen okulumuz ürün ve eser koymaya

devam ediyor.Okulumuz Müzik Öğretmeni Hilal Sezen AÇAN

önderliğinde 34 öğrencilik koro, 16 öğrencilik orkestra, 8 öğrencilik

şair ruhlu genç, 16 öğrencilik folklor ekibi ve bir o kadar da

bu işe gönül veren, işin mutfağında hazırlık yapan gençlerimizin

hazırladığı harika bir akşam geçirdik. Bu güzel programın uzaktan

yakından gelerek bizleri yalnız bırakmayan velilerimiz, gecenin

hazırlanmasında emeği geçen başta Müdür Yardımcımız

Necla AYDIN’a, Hilal Sezen AÇAN, Rüveyda AKPINAR ve Enis

ÜSTÜNTAŞ öğretmen arkadaşlarımıza ve bize her daim destek

olan tüm öğretmen arkadaşlarıma şükranlarımızı sunarız.

Müzik Yarışması

72

Kocaeli Fen Lisesi Fotoğrafçılık Kulübü öğrencileri 06 Aralık

2019 Cuma günü Kocaeli Bağımsız Fotoğrafçılar Topluluğu

üyesi olan Hüsna ALTIN’ı misafir etti. Hüsna ALTIN, fotoğrafta

deneysel teknikler kapsamında düzenlemiş olduğu “Işıkla

boyama tekniği”nde hazırladığı fotoğraflardan oluşan “Işığın

Büyüsü” isimli slayt gösterisini sunarak fotoğrafa bir de resim

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

-sel yolla bakmamızı sağladı.

Kocaeli Fen Lisesi Orkestrası olarak Okan Üniversitesinin düzenlemiş

olduğu Liseslerarası müzik yarışmasına Solist: Tunç

Tekkol, Elektro Gitar: Gülce Öngün, Hasan Emet, Bas Gitar:

Emir Tuna Say, Bateri: Bartu Tuncer ile katıldık. Yarışma tarihi

ertenmiştir. Şimdiden okul orkestramıza başarılar diliyoruz.


Kocaeli Fen Lisesi Orkestrası-Sobil

Elektirik Savaşları

Kocaeli Fen Lisesi Orkestrası SOBİL etkinlikleri kapsamında

okulumuza misafir olarak gelen öğrencilerimize konser düzenlemiştir.

Pansiyonlu Öğrencilerle Birlik

Beraberlik

03 Ekim 2019 Perşembe günü pansiyonda kalan öğrencilerimizi,

idarecilerimiz ve öğretmenlerimizle beraber Sembol AVM’nin sinema

salonunda yayınlanan “Elektrik Savaşları” filmine götürdük

Günün Çorbası

HABER

Öğrencilerimizle Kocaeli Devlet Tiyatrosunun Günün Çorbası

isimli oyununu öğrencilerimizve öğretmenlerimizle izlemeye gittik.

Yatılı kalan öğrencilerimizle manevi değerlerimizi artırıcı birlikte

pekçok etkinlik yapmaktayız.

İzcilik Doğa Yürüyüşü

Dışarıda mangal partilerimiz yanında gözleme kısır.. gibi etkinlikleri

de birlikte yapıyoruz.

Okulumuz öğrencileri Beden Eğitimi öğretmenimiz Hüseyin

Akçay liderliğinde İzcilik Doğa yürüyüşü yaptılar

Edebiyat Ve Düşünce Kulübü

Okulumuzda pekçok öğretmenimizin değerli katkıları ile her

hafta toplanarak kitap, belgesel şiir, film vb konular üzerine

sanatsal ve bilimsel tartışmalar yürütüyoruz.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 73


Deprem Tatbikatı

Okullar Arası Karate Şampiyonasından

3 Ayrı Derece İle Döndük

HABER

Okulumuzda öğrencilerimizle deprem tatbikatı yaptık.

Yılmaz Akgün, Özden Aktaş,

M. Salih Karacakaya’yı Uğurladık

Okulumuz Müdür yardımcısı Yılmaz AKGÜN’ü Biyoloji öğretmenimiz

Özden AKTAŞ’ı,Kimya Öğretmenimiz Mehmet Salih

KARACAKAYA’yı ve Tarih öğretmenimiz Nural SAVCI’yı

2019-2020 eğitim öğretim yılında uğurladık.Kocaeli Fen Lisesi

ailesi olarak emekleri için teşekkür ediyor, başarılar diliyoruz.

Okulumuz, biri kız, biri erkek 2 öğrencimiz ile katıldığımız Kocaeli

Gençlik ve Spor il Müdürlğünün düzenlediği okullar arası Karate

şampiyonasından 3 ayrı derece ile döndü.Öğrencimiz Hilal

KORAL, bir il 2.liği, bir de il 3.lüğü elde ederken; yine öğrencimiz

Gökdeniz AKDEMİR’de Kocaeli il 1.liği elde ederek, bölge finallerine

gitmeye hak kazandılar.

Uluslararası Boğaziçi Karate

Turnuvasında Öğrencimiz

Gökdeniz Akdemir İkinci Oldu

Gençler İl Kros Müsabakaları

74

03-05 Ocak 2020 tarihlerinde İstanbul’da yapılan Uluslararası

Boğaziçi Karate Turnuvasında öğrencimiz Gökdeniz AKDEMİR

2.ci olmuştur.Öğrencimizi kutlar, başarılarının devamını dileriz.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Gençler Kros İl Birinciliği müsabakalarında Genç Kız A ve Genç

Erkek A takımlarımız İl 4. Sü oldular.Beden Eğitimi Öğretmenimiz

Hüseyin AKÇAY’ı ve öğrencilerimizi tebrik eder, başarılarının

devamını dileriz.


Türkiye Ümit Genç Karate

Şampiyonasında Öğrencimiz

Gökdeniz Akdemir 2.Oldu

Genç Erkek Tenis Takımımız

İl 3.sü

HABER

Genç Kız Satranç Takımımız İl 3.sü

Aralık 2019 Cumartesi günü Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde düzenlenen

Türkiye Kulüplerarası Karate Şampiyonası’nın ikinci

gününde 49 takımın katıldığı ümit genç erkekler takım kumitede

öğrencimiz Gökdeniz AKDEMİR’inde yarıştığı takım 2.oldu.

Ümit genç erkekler takım kumitede dereceye giren takımlara

kupa ve madalyalarını Türkiye Karate Federasyonu Başkanı Esat

Delihasan takdim etti. Öğrencimizi tebrik eder, başarılarının devamını

dileriz.

Bilek Güresi Yarışması Ödüllerle

Doldu

Genç Kız Satranç Takımımız İl 3.sü

Yusuf Arhan Doyaroğlu, Eskrim Flore Genç Erkek İl1.si olmuştur.

Voleybol Takımımız

Çeyrek Finalde

Genç Erkek B Sol Kol 65 kg Umut Balcıoğlu 1.

Genç Erkek A Sol Kol 55kg Hakan Merih Dal 4.

Genç Erkek A Sol Kol 65 kg M.Ali Öztopuz 1.

Genç Erkek A Sol Kol 70kg Ali Erkaya 3. Oldu.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 75


HABER

Kocaeli Fen Lisesi Olarak Uzaktan

Eğitim Sürecinde De Boş Durmadık

2020/2021 Eğitim öğretim yılı Uzaktan eğitim sürecinde öğrencilerimizi

hem akademik hem de sosyal anlamda eğitim

ve öğretimden uzak tutmamak adına okul idaremizin ve öğretmenlerimizin

desteğiyle bir çok etkinlik yaptık. Emeği geçen

herkese teşekkür ederiz.

Okulumuz Temiz Belgesini Aldık

Okulumuz temiz belgesini İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürümüz

Sayın Ömer AKMANŞEN’den aldık.

Okulumuzda Büyük Dayanışma

Uzaktan eğitim sürecinde internet ve bilgisayar gibi donanım

yetersizliği olan öğrencilerin tespit edilmesi ve Kocaeli Fen Lisesi

Mezunlar Derneği marifetiyle 12 öğrencimize bilgisayar temin

edildi.

Şiddeti Önleme Eğitimi

Okulumuz PDR servisi tarafından öğretmenlerimize “Eğitim Ortamında

Şiddeti Önleme” eğitimi verildi.

Okulumuza Tanıtım Videoları

Hazırladık

Öğrenciler ve bilişim teknolojileri öğretmeni İrfan KAYA tarafından

okulun tanıtımı ve bilgilendirmesi ile ilgili videolar hazırladık.

Online Şeb-i Aruz Töreni

Mevlana Celaleddin Rumi’yi anama etkinlikleri kapsamında

Online olarak programımızı düzenlendik.

“Fenli Sesinden Şiir Dinletisi”

“Reha Özcan” Özel Konuk

Öğrencilerimizin şiir, edebiyat ve sanat ile meşgul olarak hem rahatlamaları

hem de kendilerini geliştirmeleri için fırsat oluşturuldu.

76

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Okulumuz Münazara Turnuvası

Öğrencilerimiz hem akademik hem de kendilerini geliştirmeleri

konusunda desteklendi.

Online Kurumsal Deneme Sınavları

Öğrencilerin kendi düzeylerini görmeleri, eksiklerini tespit ederek

hedef koymaları ve planlı çalışmalar yapmaları sağlanmış

oldu.

Online Resim Sergisi

Pandemi döneminde sanatsal çalışmalar ile öğrencilerimiz hem

rahatladı hem de kendilerini ifade etmiş oldular.

HABER

Kocaeli Fen Lisesi İzcilik Çalışmaları

Cumartesi günleri saat 20:00-20:45 saatleri arasında online

İzcilik çalışmaları yaptık.

Online Veli Toplantıları Yaptık

Öğrencilerimizin geleceği, kariyer planlama ve pandemi sürecinde

psikolojik destek eğitimleri içeren toplantılar yaptık.

Edebiyat ve Düşünce Kulübü

Çalışmaları

Okuma alışkanlıklarının geliştirilmesi sağlandı.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 77


Kocaeli Fen Lisesi

Gastronomi Kulübü Çalışmaları

Pandemi döneminde evde neredeyse gününün birçoğunu yalnız

geçiren çocuklarımızın kendi kendilerine yetebilmeleri

konusunda etkinlikler yaptık.

HABER

Online Müzik Dinletisi

Online Keman, piyano, bağlama ve gitar dinletileri ile pandeminin

zor koşullarında keyifli zaman geçirdik.

Her Hafta Online Satranç Turnuvaları

Her hafta online satranç turnuvalarıyla keyifli zaman geçirdik.

78

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Evde Sanat Var

Okulumuz öğrencileri pandemi döneminde de sanatsal faaliyetlerini

sürdürmeye devam ettiler. Bu kapsamda hem yaptıkları

resimleri paylaştılar hem de evde Sanat Var” sloganı ile herkesi

evde kalmaya davet ettiler.

Speaking Club

Speaking Club etkinlikleri için öğrencilerimizle duvarda resim

çalışması hazırladık.

HABER

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Etkinlikler kapsamında öğrencilerimize yaptığı resimleri sanal

ortamda paylaştılar.

Hayvan Sevgisi

Okulumuz öğrencileri Duygu Yıldırım okul bahçesinde bulduğu

yaralı kediyi fark ederek bizlere bildirdi. Öğretmenlerimizden

Nural Savcı’nın yardımı ile kedi veterinere götürüldü. Kedinin

dikişleri atıldı ve tedavi edildi ve kediye bir aile bulunarak bakımı

sağlandı.

10 Kasım Atatürk’ü Anma Haftası

10 Kasım’da saat 9 u 5 geçe tüm öğrencilerimizle Atatürk’ü

andık. Ayrıca okulumuz içinde Atatürk Resimleri ve Kitapları

sergisi düzenledik.

Hayvan sever öğrencilerimiz Duygu Yıldırım ve Cansu Sanbay

yağmurun altında ıslanan ve annesiz yavru köpekleri koruma

altına alarak onları üşümekten korudu. Bu duyarlı davranışları

için kendilerini kutluyoruz.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 79


Okul Aile Birliği Genel Kurul

Toplantısı

13 Kasım 2020 Cuma günü okulumuz konferans salonunda

okul aile birliği genel kurul toplantısı yapılarak yeni yönetim ve

denetim kurulu seçildi.

“Hayallerinden Hayatlara

Kadınlarımız” Projesi

Müdür Yardımcımız Şenay ŞAHİN ve 5 öğrencimizin yürüttüğü

bu projede bu ay öğrencilerimiz web 2.0 araçlarını kullanarak

avatar, logo ve afiş çalışmalarını tamamlayıp “BENİM HAYA-

LİM...” konulu kompozisyon çalışmalarını yaptılar.

HABER

E-twining Projeleri Yapıyoruz:

“İçinde Ne Var?” Projesi

Küreselleşen insanın, değişen beslenme alışkanlıkları, beslenmenin

“nesne”si olan gıdalara dair farkındalığı üzerine çalışacağımız

“İÇİNDE NE VAR?” eTwinning projesinde okulumuz

adına Beden Eğitimi Öğretmenimiz Hüseyin AKÇAY ve 10. sınıf

öğrencilerimiz görev alacaklardır.

Kfl Tiyatro Topluluğu

Topluluk öğrencilerimiz Pandemi öncesinde yürüttüğü çalışmaları

Pandemi döneminde de Online olarak sürdürdü. Fehim

Paşa Konağı ve Damdaki Kemancı hazırlandıkları sahne oyunları

oldu. Perdelerin en kısa süede açılmasını diliyoruz. Ayrıca

Anneler günü için slayt gösterisi hazırladılar.

“Geleceğim, Su Ayak İzim” Projesi

Görsel Sanatlar Öğretmenimiz Rüveyda Akpınar ve doğaya

duyarlı beş öğrencimiz tarafından yürütülen proje kapsamında

öğrencilerimiz bu ay Güvenli İnternet kullanımı konusunda eğitimlerini

aldılar.

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nda ise

Gençliğe Hitabe’yi ve Gençlerin Ata’ya Cevabın’nı İşaret Dili ile

hazırlayıp sundular.

80

Kocaeli Fen Lisesi- 2020


Sıfır Noktası

Matematiğin kamera arkasını bizlere sunan, zihin açıcı konularla

oluşturulan Sıfır Noktası ekibinin ilk konuğu Tunç Kurt oldu.

Okulumuz Takvim Çalışması

Okulumuz 10. Sınıf öğrencileri Geleneksel Türk Sanatı çalışmalarını

resmettikler ve Divan edebiyatının güzel sözleri ile birleştirerek

2021 takvimimizi hazırladılar.

HABER

Müzik Sınıfı

İzmit Belediyesinin katkılarıyla okulumuz yeni ve modern müzik

sınıfına kavuştu. Müzik dersleri dışında isteyen öğrencilerimiz

burada boş vakitlerini değerlendirmektedir.

Piyano Dinletisi

Öğretmenimiz Hilal Sezen Açan’ın organize ettiği okulumuz

öğrencilerinden Günce Öngün’ün Piyano dinletisi ile güzel bir

akşam geçirdik.

Kocaeli Fen Lisesi- 2020 81


HABER

Kocaeli Fen Lisesi Kariyer Günleri

Kocaeli Fen Lisesi Mezunlar Derneği ve Mezunlarımızın

katkısıyla 11-14 Şubat tarihleri arasında 13. Geleneksel

Kariyer günlerini Çevrimiçi olarak gerçekleştirdik. Pandemi

günlerinde öğrencilerimizin yoğun ilgisini çeken bu etkinliklerde

mezunlarımız üniversiteleri ya da meslekleri ile

ilgili değerli paylaşımlarda bulundular. KFLMED , Körfez

Fen Lisesi ve Kocaeli Fen Lisesi arasında bir bağ kurarak

kocaman bir aile olduğunu gösterdi. Etkinliklere pek çok

kurumdan mezunlarımız velilerimiz ve öğrencilerimiz katıldı.

Oraganizasyon ekibi de oldukça yoğun çalıştı. Etkinlikler

hem mezunlarımıza hem de öğrenci katkı sağlayacak

şekilde gerçekleştirildi.

Böylelikle öğrencilerimizde Kocaeli Fen’li olma ruhu ve aidiyet

duygusunun gelişmesine de katkı sağlandı. Pek çok

mezunumuzla sınıflar bazında gerçekleştirilen söyleşiler

yanı sıra mezunlarımıza soru sormak isteyenler için de özel

bölümler hazırlandı.

Tüm velilerimiz ve öğrencilerimiz için hazırlanan programlarda

mezunlarımızın uzmanlıklarını ve deneyimlerini paylaştıkları

özel bölümlere de yer verildi. Bu özel bölümlerden bazılarının

konu başlıkları:

2008 mezunlarımızdan Ecem Kolcu Kuğu (Cerrahpaşa Tıp

Fakültesi mezunu ) “Neden Tıp Tercihi ve İstemeden Tıp

Okunur mu?”

2015 mezunlarımızdan Selda Öztürk (,koç üniversitesi Endüstri

Mühendisliği ve Psikoloji Bölümü mezunu ) “İki bölümden

mezun olmak”

2013 mezunlarımızdan Kamer İşeri (Yıldız Teknik Üniversitesi

Makine Mühendisliği mezunu ) “Tasarım Mühendisliği

ve AR-GE Çalışma Ortamı”

2007 mezunlarımızdan Murat Arslan (İTÜ İnşaat Mühendisiliği

mezunu ) “İnşaat Mühendisliğine İnovatif Bir Yaklaşım”

2011 mezunlarımızdan Emre Uysal (ÇAPA Tıp mezunu )

”TUS Süreci ve Onkoloji”

20087mezunlarımızdan Kerim Atayolu (Yıldız Teknik Malzeme

Mühendisliği mezunu ) ”Girşimcilik ve Network”

2014 mezunlarımızdan Vatan Aksoy Tezer (İTÜ Uzay Mühendisiliği-

Sabancı Üni. Bilgisayar Bilimi ve Müh. mezunu )

“Geleceği Yakalamak: Uzay ve Robotik”

2011 mezunlarımızdan Buğra Çil (Boğaziçi Üni. Bilgisayar

Müh. mezunu ) ”Yurt Dışında Eğitim ve Yaşam”

2010 mezunlarımızdan Oğuzhan Öçbe (ODTÜ Siyaset Bliimi

ve Kamu Yönetimi mezunu ) “Fen Lisesinde TM Seçimi

Yapmaktan Venezuella Diplomatlığına”

82

Kocaeli Fen Lisesi- 2020

Yurtta kalan öğrencilerimiz de etkinliğe yemekhanede hazırlanan

düzenleme ile birlikte katılma imkanı buldular.







Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!