PARASETAMOL DERGI SAYI 15
17. BOLGE ZONGULDAK ECZACI ODASI
17. BOLGE ZONGULDAK ECZACI ODASI
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
2020 TEMMUZ | Sayı 15 T.E.B. 17. BÖLGE ZONGULDAK ECZACI ODASI
ISSN 2587-2575
Parasetamol
www.zeo.org.tr
Birlikte geleceğe...
Ecz. Ayşegül KARA
T.E.B. 17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası
Yönetim Kurulu Başkanı
Bayramınızı kutlar,
Sağlık, mutluluk ve
başarılar dileriz...
Merhaba sevgili meslektaşlarım,
Bu sıcak yaz günlerinde dergimiz ve şahsım adına yeniden sizlerle
beraber olmaktan çok mutluyuz.
Tüm dünyayı etkisi altına alan covid 19, Mart 2020 itibariyle ülkemizde
de can kayıpları ile birlikte kendini gösterdi. Çok hızla geniş
kitlelere yayılan bu virüs tüm alışkanlıklarımızı değiştirdi, özgürlüklerimizi
kısıtladı. Sevdiklerimizle aramıza mesafeler koydu.
Kronik rahatsızlığı olan ve 65 yaş üstü kişilerin yüksek risk altında
olduğu bilim kurulunca deklare edildi. Vefat sayılarının hızlı bir
ivme ile artmış olması bir takım önlemlerin alınmasını zorunlu kıldı.
Ülkemiz her anlamda zor bir sürecin içine girdi. Bulaş riski nedeniyle
okullarda uzaktan eğitime geçildi. Kamu kuruluşları ve bankalarda
da uzaktan çalışma dönemi başladı. Büyük şehirler ve Zonguldak’ta
iller arası seyahat yasağı getirildi. Zonguldak’ta vaka sayısının çok
olması sebebiyle il pandemi kurulunca daha katı tedbirler alındı.
İlçeler arası seyahat kısıtlaması da uygulandı. Sene başında sadece
dünyadaki gelişmeleri izlerken mart ayında biz de kendimizi bu
salgının içinde bulduk. Sinema filmlerinin senaryolarını hatırlatır
tarzda görüntülere şahit olduk. Vaka sayıları ve kayıp sayıları hızla
artarken bu sürecin askerleri tüm sağlık çalışanları oldu. Biz eczacılar
da tüm diğer sağlık çalışanları gibi en ön saflarda ettiğimiz eczacılık
yemininin hakkını vererek toplum sağlığı için çalıştık ve çalışmaya
devam ediyoruz. 30 bin eczane; eczacı ve eczane çalışanları ile
birlikte Covid 19 pandemisinde ilk günden beri büyük bir özveriyle
çalışmaktadır.
Pandemi süresince eczanelerimizde sağlık danışmanlığı hizmetimizi
sürdürdük. 7-24 kesintisiz ilaca erişimi sağladık. Bulaş riskini
en aza indirmek için eczanelerimizde bir takım koruyucu tedbirler
aldık. Hastalarımızın sağlığını en ön planda tutarak onlara oda
üyelerimizce hazırlanan kısa eğitici videolarla “maske kullanımı”nı
ve “eczanede dikkat edilmesi gereken hususları” hatırlattık. Bu
virüsü yenme aşamasında 3 vazgeçilmez kuralı eczanelerimizde
hazırladığımız bilgilendirme afişleriyle ve katıldığım görsel ve yazılı
basın duyurularıyla sürekli hatırlattık. ”Maske - mesafe - el hijyeni”
Eczanelerimize koruyucu gözlük ve maske temin ettik.
Eczanelerimizin bağlı bulundukları belediyelerle görüşerek
eczanelerimizi dezenfekte ettirdik. Mesai saatlerinde düzenlemeler
yaptık.
Covid 19 pandemisi sürecinde uzun yıllar unutamayacağımız bir
maske serüveni yaşadık. Pandemi başlangıcında piyasada bulmakta
zorlandığımız maskeyi hasta talebini karşılamak adına yüksek
fiyatla temin edip o fiyatlardan vatandaşa ulaştırdık, bir anlamda
talebe cevap verdik. Maskedeki fiyat artışı bazı art niyetli
kişilerce eczacı kamuoyuna mal edildi. Aynı şekilde dezenfektan
fiyat artışlarından da eczaneler sorumlu tutuldu. Böyle bir seferberlik
anında asli görevi toplum sağlığını korumak olan biz eczacıların
gönülleri kırıldı. Vatandaşın gözünde fırsatçı ilan edildik. Ticaret
müdürlükleri tarafından nerdeyse hergün denetlendik. Üzüldük.
Ama hep görevimizin başında olduk. Bu sebeple maske satışı
yasaklandıktan sonra gönüllü olarak vatandaşımıza en hızlı şekilde
ücretsiz maskeleri sistemin aksaklıklarına rağmen görev bilinciyle
ulaştırdık.
Pandemi boyunca eczacılarımızın ve eczane çalışanlarının yaşadıkları
sorunları yakından takip edip en hızlı şekilde çözüm yolları aradık.
Çözüm odaklı çalıştık, çalışacağız.
İller arası ve ilçeler arası geçişlerde odamız tarafından hazırlatılan
kimlik kartları eczanelerimizde ve eczane haricinde tüm işlerimizin
aksamadan devam etmesini sağladı.
Pandemi sürecinde planladığımız tüm etkinlikleri iptal etmek
durumunda kaldık. Ancak eğitimlerimiz online olarak devam etti.
Online eğitimlere gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler.
Bu süreçte kayıplarımız da oldu. Birinci basamak sağlık personeli
olarak verdiğimiz mücadelede kaybettiğimiz eczacı meslektaşlarımız
ve tüm diğer sağlık personellerine Allah’tan rahmet diliyorum. Onlar
tarihe sağlık şehitleri olarakyazıldı. Mekanları cennet olsun.
Pandemi süreci henüz bitmiş değil. Tedbiri elden bırakmamalıyız. Bu
dönem boyunca özveriyle çalışan tüm meslektaşlarıma ve eczane
çalışanlarına bir kez daha teşekkür ederim.
#eczacılargörevbaşında #birliktebaşaracağız #birizbirlikteyiz
Sağlıkla kalın….
PARASETAMOL 3
3
8
Başkandan
Ecz. Ayşegül KARA
Özel Röportaj
Ecz. N. Jale KARAATA
14
34
40
Eczacı Rehberi
Ecz.Arzu EROĞLU ASLAN
Araştırma
Ecz.Umut OCAKTAN
Sayı: 15 Tarih: TEMMUZ 2020
İmtiyaz Sahibi
17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası Adına
12
Bütünleyici Fonksiyonel
Beslenme
Dyt. Gizem SEVİN
Diş Hekimliği ve COVID 19
Prof. Dr. Sibel KOÇAK
42
Araştırma
Ecz. Tuba SARIBAŞAK
Başkan Ecz. Ayşegül KARA
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Ecz. Burcu Onay
16
Aromaterapinin Koruyocu ve
Olumlu Etkileri
Uzm. Ecz. Hülya KAYHAN
44
Eczacının Kaleminden
Ecz.Arif EKMEKÇİ
Grafik & Tasarım
22
COVID 19 Salgın Deneyimimiz
ve Yeni Normale Dönüş
Dr. Elif SARGIN ALTUNOK
18
46
Gezi
Ecz. Tuba GÖKSU - Dyt. Sibel KARA
Tel.: 90 372 316 47 00
info@aacs.com.tr
Baskı
24
Olaliptus...
Uzm. Ecz. Güzide YAZAR DİŞLİ
50
Beslenme
Dyt. Alara YEŞİLBAŞ
Tekses Ofset Matbaacılık Ltd. Şti.
Yönetim Yeri
26
70 Yıl Öncesinden...
Ecz. Sadun Duran
Özel Röportaj
Uzm. Ecz. Ahmet Nezihi PEKCAN
52
Anne - Bebek
Ecz. Merve KARAGÜZEL
17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası
Mithatpaşa Mah. Aziziye Cad. No: 123 Kat:4
Zonguldak
Tel.: +90 372 253 89 73
30
Eczacı Gözüyle Zeytinyağı
Ecz. Atilla TOTOŞ
54
Edebiyat
Ecz. Seda KAZOKOĞLU
Yayın Türü
Yaygın Süreli Yayın
Yazışma Adresi
6
Zerdeçal bay-pas ameliyatı geçiren
hastalarda enfarktüs riskini önleyebilir
Prof. Dr. Erdem YEŞİLADA
10
Bütünleyici Fonksiyonel Tıp Nedir?
Uzm Dr. Hakan GÜVELİ
Özel Röportaj
Hakan ÇINAR
36
56
58
62
Sinema
Ecz. Burcu ONAY
Müzik
Ecz. Mustafa Can ERDEM
Şule’nin Mutfağı
Ecz. Şule ABİR
parasetamol@zeo.org.tr
Tüm hakları
17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası’na aittir.
Yazıların hukuki mesuliyeti röportaj
sahiplerine ve yazarlara aittir.
Yayımlanan yazı ve fotoğraflar
ZEO’nun ve yazarların izni olmadan
kullanılamaz.
PARASETAMOL
MAKALE
Deney hayvanları üzerinde yürütülen çalışmaların
sonuçları değerlendirildiğinde kurkuminoitlerin bay-pas
ameliyatından sonra yangıyı tetikleyen sitokinleri
baskılayarak kalp kasında hasarı önleyebileceği ve
bay-pas ameliyatları sonrası karşılaşılabilen ölüm riskini
azaltabileceği ileri sürülüyor.
Bu önbulguyu klinik olarak ortaya koymak amacıyla
yürütülen bilimsel kriterlere uygun (randomize, çift körlü,
plasebo kontrollü, prospektif) olarak Çin’de yürütülen bir
çalışmanın sonuçları yeni yayımlandı.
düşük oranda (%1) emilmesi. Bu bakımdan günde 15 gram
gibi yüksek miktarlarda verilmesi gerekiyor. Yaygın şekilde
bilinen karabiber (%1) tozu ilavesi ile kurkuminoitlerin
emilimi sadece iki misi artırılabiliyor; yani %2. Bu konuda
çözüm fitozom şeklinde hazırlanmış kurkuminoit taşıyan
kapsüller; 20-29 misli emilim sağlanabildiği klinik
çalışmalar ile kanıtlanmış. Bu şekilde uygulamanın
sadece kalp ve damar hastalıkları bakımından değil, özellikle
kanserlerin önlenmesi ve tedavisinde belirgin bir yararı
olduğu yapılan bilimsel çalışmalar ile ortaya konulmuş.
Zerdeçal
bay-pas ameliyatı geçiren
hastalarda enfarktüs
riskini önleyebilir
Uzakdoğu mutfağının en önemli baharatlarından
biri olan zerdeçal, aynı zamanda köri baharatının
temel bileşenleri arasında. Bir lezzet öğesi
olmasının ötesinde son 20 yılda yürütülen
bilimsel araştırmaların sonuçları insan sağlığı
bakımından önemini ortaya koyuyor. Dolayısıyla
tüm dünyada kullanımı giderek yaygınlaşıyor.
Zerdeçal köklerin içerisindeki temel etkili
bileşenler olan kurkuminoitler I-III (kurkumin,
demetoksikurkumin ve bisdemetoksikurkmin)’ün
en önemli etkisi farklı yolaklar üzerinden işleyen
yangı giderici ve antioksidan etki göstermesi.
Özellikle kurkuminoitlerin vücutta yangıya
yol açan önemli mediyatörler (siklooksigenaz-2,
nüklear faktör kappa B, lipoksijenaz ve
indüklenebilen nitrik oksit) üzerinde baskılayıcı
etkisinin bulunması nedeniyle kanserlerden
tutun kalp-damar hastalıklarına kadar geniş
bir yelpazede birçok hastalığın önlenmesi ve
tedavisinde etkisi bulunduğu bildiriliyor.
Çalışmada koroner arter bay-pas ameliyatı geçiren 121
hasta seçilerek izlemeye alınmış. Kurkuminoitler
karaciğerde metabolize olduğundan normalin iki
katından fazla bilirubin (olası kolesterik sarılık
riskine karşı) ve üç mislinden fazla karaciğer enzim
seviyeleri (alanin aminotranferaz, aspartat aminotransferaz)
olanlar çalışmaya alınmamış.
Deney grubu olarak ayrılanlara bay-pas ameliyatından
3 gün önceden başlayarak ve ameliyat sonrası 5 gün
boyunca 250 miligram kurkuminoit karışımı taşıyan
kapsüllerden günde 4 defa 4’er kapsül verilmiş.
Yani günlük uygulanan miktar 4 gram.
Çalışmada kurkuminoitlerin etkinliğini ölçmek için
uygulamanın başlangıcında, (yani koroner bay-pas
ameliyatı öncesinde) ve bay-pas ameliyatından 3 gün ve 5
gün sonra kan tahlilleri yapılarak C-reaktif protein (CRP) ve
malondialdehit (MDA) miktarları tayin edilmiş. CRP önemli
bir yangı belirteci, MDA ise oksidatif stresin bir göstergesi.
Sonuçlar istatistik yöntemler ile değerlendirilmiş. Sonuçta
ameliyat öncesi kanda CRP bulunmazken ameliyat sonra
3.günde kurkuminoitlerin CRP miktarını belirgin bir şekilde
baskıladığı, 5.günde ise ameliyat olmamış denekler ile aynı
seviyeye geldiği tespit edilmiş. Aynı şekilde MDA seviyesi
de ameliyat sonrasında çok etkin bir şekilde düşürülmüş.
Sonuç olarak gerek serum CRP ve MDA seviyeleri
üzerindeki bu etkiler ve gerekse zerdeçalın bilinen kan
sulandırıcı etkisine bağlı olarak bay-pas ameliyatları
sonrasında ölümcül bir sorun olarak karşılaşılan akut
miyokard enfarktüsü riskinin kurkuminoit uygulaması ile
belirgin bir şekilde önlenebileceği düşünülmektedir.
Bilindiği gibi zerdeçal içerisindeki kurkuminoitlerin
uygulanmasındaki en önemli sorun vücuttan son derece
Prof.Dr. Erdem YEŞİLADA
Yeditepe Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi
6
PARASETAMOL
PARASETAMOL
7
PARASETAMOL
RÖPORTAJ
Özel Röportaj
N. Jale KARAATA
Sizi tanıyarak başlamak isteriz. Bize kendinizden
bahseder misiniz?
Merhaba, öncelikle derginizin bu sayısında bize yer verdiğiniz
için şahsım ve 36. Bölge Çanakkale Eczacı Odamız adına
teşekkür ederim.
Ben N.Jale KARAATA. 27 Mayıs 1953 Ankara doğumluyum.
Aile kökenim Malatya (Arapgir ilçesi). Asker çocuğu olduğum
için ülkemizin değişik yörelerinde ve illerinde ilk, orta ve lise
eğitimlerime devam ettim, değişik kültürlerde büyüdüm. Bunun
bana kattığı değerleri olgunlaştıkça daha iyi anladım, çocukluk
yaşlarında sık sık okul ve arkadaş değiştirmenin zorluklarını,
yıllar sonra biriktirdiğim tecrübe, dostluklar gibi kavramlarda
görünce şanslı olduğumuzu anladım.
Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde okudum. 15 yıl
Çanakkale Devlet Hastanesi Eczacısı, 5 yıl da Çanakkale
İl Sağlık Müdürlüğü Eczacılık Şube Müdürü olarak görev
yaptım ve emekli oldum .1999 yılından itibaren Çanakkale’de
Çanakkale Eczanesi olarak çalışmaya devam ediyorum.
Hayattaki ilk önceliklerim insan ilişkileri, sevgi, saygı ve
tebessüm oldu.Yaşantımda ailemi, işimi ve sosyal hayattaki
konumumu bir arada devam ettirmekten hep mutlu oldum.
Evli ve bir kız çocuğu sahibiyim. Kızım Gaye de eczacı olup ilaç
sektöründe çalışmaktadır.
Çanakkale Eczacı Odası olarak kaç üyeye sahipsiniz?
Bünyenizdeki komisyonlardan ve yaptığınız
faaliyetlerden bahseder misiniz?
36. Bölge Çanakkale Eczacı Odamız; 23.01.1996 tarihinde
kurulmuş olup, 203 üyesi olan bir odadır. Odamızın
kuruluşundan itibaren Denetleme Kurulu üyeliği, başkanlığı,
yönetim kurulu üyeliği, genel sekreterlik ve 12 senedir de oda
başkanlığı görevini yapmaktayım.
Ecz. N. Jale KARAATA
36. Bölge Çanakkale Eczacı Odası
Başkanı
Odamız bünyesinde 5 komisyonumuz mevcuttur;
1-SUT ve SGK Komisyonu: En yoğun çalışan komisyonumuz
diyebilirim. Her odada olduğu gibi üyelerimize SUT kurallarını
iletmek, anında değişiklikleri bildirmek ve SGK ile olan iletişimi
sağlamak, reçete iade ve kesinti konularında yardımcı olmak gibi
çalışmalar yapmaktadırlar.
2- Kamu Eczacıları Komisyonu: Kamuda çalışan eczacılarımızın
sorunlarını bizlerle paylaşmaları, zorunlu oda üyelikleri olmasa dahi
çatı örgütümüzün hepimizin örgütü olduğunu anlamaları ve sosyal
ilişkilerde birlikte olmamızı sağladığı için verimli bir komisyonumuzdur.
3- Deontoloji ve Denetleme Komisyonu: Bu komisyonda görev
alan arkadaşlarımız; zaman zaman unuttuğumuz veya gözden
kaçırdığımız etik kuralları hatırlatmak, uyarmak, eğitmek gibi görevleri
yaparak yönetim kurulumuza yardımcı olmaktadırlar.
4- Sosyal Etkinlik Komisyonu: Üyelerimizin özel günlerini (doğum,
düğün vb.) kutlamak, Eczacılık Haftası etkinlikleri, konser, söyleşi ve
geziler gibi işlere imza atarak bizlere keyifli anlar yaşatmaktalar..
5- Eğitim Komisyonu: Güncel konuları veya üyelerimizden gelen
talepleri değerlendirerek BEK, TEB, Eczacının Sesi ve bazı firmalar
ile üniversitemizden değerli konuşmacılarla kontak kurarak eğitimler
düzenlenmektedirler.
Pandemi sürecinde eczacılar olarak oldukça zor bir
dönemden geçtik. Bölgenizde ne gibi sorunlarla
karşılaştınız ve ne gibi çözüm yollarına gittiniz?
Pandemi döneminde eczacılığı değerlendirir misiniz?
Pandemi sürecince, evet eczacılar olarak zor bir dönemden
geçtik. Pandemi bitse de yıllar sonra aklımıza ilk gelen MASKE olacak,
roman yazılır, film konusu olur. Pandeminin ilk günlerinde doğal olarak
her vatandaş gibi ilk günlerde eczacılarımızda da kişisel panik
ve endişeler öne çıktı. İlk ölümlerinin eczacılardan ve doktorlardan
olması da bunu tetikledi.
Bizler yönetici olarak, eczacılarımıza, sağlık çalışanı olduğumuzu
önceliğimizin halk sağlığına hizmet etmek olduğunu, gerekli korunma
tedbirlerimizi alıp, danışmanlık yapmamızı, halkın paniğini ve
endişesini gidermede bizlerin sakin davranarak örnek olmamızı ve
korunma tedbirlerini anlatmamız gerektiğini anlattık.
54 Eczacı odamızın ayrı ayrı uygulamaları, paylaşımları ilk başta
üyelerimiz arasında dalgalanmalara, bizlere ve TEB’e karşı söylemlere
yol açtı. Eczane ve çalışanlarını mekan ve ekipman olarak tek
tip bir koruma formatına alamadığımız için eleştirildik. Biz ilimizde
serbest bıraktık. Naylon branda, şerit, banko kapatma vb. gibi kişisel
tercihlerini kullandılar. Oda olarak maske, siperlik, broşür, dezenfektan
etiketleri gibi destek sağladık.
Pandemi dönemini seferberlik gibi düşünüp, ettiğimiz eczacılık
yeminimize bağlı kalmaya özen gösterip, her şartta önceliğimizin
insan sağlığında hizmet için eczacıların da var olduğunu göstererek,
1.basamak sağlık kuruluşu olduğumuzu unutmadan canla başla
tüm eczacılarımız ülkemiz genelinde hizmet vermiş ve vermeye de
devam edecektir. Bazı kesimlerin biz eczacıları maske ve dezenfektanla
karaborsacı ve fırsatçı göstermesine karşılık halkımızın
çoğunluğu bizleri takdir etmektedir.
Eczacılarımız örgütlü ve bir arada olmanın öneminin
farkında.
Bu noktada siz mesleki örgütlülüğün bizlere neler
kazandırdığını düşünüyorsunuz?
Her zaman örgütlü ve bir arada olmanın gereğini savundum. Birlikte
olmak ve BİRLİKLE olmak güçtür. Ne diyeyim ‘’Bir elin nesi var iki elin
sesi var’’ atasözü en güzel örnek diye düşünüyorum.
Türkiye’de son yıllarda sayıları hızla artan eczacılık
fakülteleri nedeniyle yeni mezun sayısında yükseliş oldu.
Yardımcı eczacılık hakkında ne düşünüyorsunuz? Genç
meslektaşlarımızın sorunları neler?
Yeni Eczacılık Fakültelerinin açılışının acilen durdurulması gereklidir.
Türkiye’de hızla artan Eczacılık Fakülteleri nedeniyle yeni mezun olan
eczacı gençlerimiz ilk anda panik yaşadılar ve yaşattılar. Yardımcı
Eczacılık uygulaması gerekli ve faydalı bir uygulamadır. Yeni mezun
genç eczacılarımız ilk başta zaman kaybı gibi gördükleri uygulamayı
bir senenin sonunda gerekli ve çok faydalı diye minnetle teşekkürle
tamamlıyorlar. Yardımcı Eczacı almakta tereddüt eden eczacılarımızda
bu süreçten çok memnun olduklarını dile getirmeye başladılar.
Burada eksik olan maddi desteklerin olmaması. Genç meslektaşlarımız
gönüllü eczane bulamamaktan, istedikleri ile atanamamaktan
şikayetçiler.
Eczacılık mesleği son yıllarda büyük bir dönüşüm içinde.
Mesleğin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce
gelecek dönemlerde eczacıları neler bekliyor?
Eczacılık mesleğinin her konuda olduğu gibi dönüşüm içinde olması
doğal bir süreç. Dünya dönüşüm yaşarken bu kaçınılmaz. Biz eczacılar
dönüşüme ayak uydurmak için kendimizi sürekli güncellemeliyiz.
Eczacılık mesleği gelecekte ne kadar değişim geçirse de, sağlık için,
tedavi için insanlık için vazgeçilmez olarak saygın yerini koruyacaktır.
Mesleğimizin daha iyi bir konuma gelmesi için neler
yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Öncelikler neler
olmalı?
Mesleğimizin daha iyi yerlere gelmesi için; yeni açılan Eczacılık
Fakültelerinde akademik personelin yeterli kariyer ve ünvana sahip
olması kaçınılmazdır. Mezun olduktan sonra da sürekli eğitimlerle
yenilenmek, teknolojiye ayak uydurmak, sadece eczane eczacılığı
değil üretim aşaması, bilimsel çalışmalar ve makro projeler için
çalışmalar yapıp ilacın her alanında söz sahibi olmak gerekiyor diye
düşünüyorum.
Eczacılık mesleği dışında kalan zamanlarınızı nasıl
değerlendiriyorsunuz? Son okuduğunuz kitabı
öğrenebilir miyiz?:)
Eczacılık dışında bir kadın olarak ev hanımlığı, eş, evlatlık, annelik ve
anneannelik görevi gibi kutsal görevler yanında ayrıca örgü örmek,
kulüp faaliyetleri, arkadaş toplantıları yürüyüş gibi işlerle koşuşturarak
günler geçiyor.
En son okuduğum kitap Jose SARAMAGO‘dan ’KÖRLÜK’’.
Bana sizlerle olma fırsatı verdiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum . .
SEVGİLERİMLE..
8 PARASETAMOL
PARASETAMOL
9
PARASETAMOL
MAKALE
BÜTÜNLEYİCİ
FONKSİYONEL
TIP NEDiR?
HER ŞEY HÜCREDE BAŞLAR VE BİTER. Hayatı tehdit eden kronik hastalıklar
ve kanser vücudumuzda hücre düzeyinde İNFLAMASYON ( iltihabı reaksiyonlar
) ile başlar. Bu tehdit bakteri, virüs, radyasyon ve beslenme ile alınan katkı
maddeleri gibi dış kaynaklı ya da otoimmün hastalıklar gibi iç kaynaklı olabilir.
İnflamasyon her saniye hücreyi etkiler, yani vücudumuzda kontrol altında
tuttuğumuz düşük dereceli bir inflamasyon ve savaş vardır. (METAİNFLAMASYON).
Eğer bu inflamasyon, temizleme ve onarma kapasitemizi aşarsa, istenmeyen
yollara saparsa ve iltihabi sinyaller artarsa, hastalıklara davetiye çıkabilir.
Şimdi burada birlikte dikkatli düşünelim, NE DEĞİŞTİ? Evet, bazılarımız için
atmosfer daha kirli ve bazılarımızın çalışma koşulları halen sağlıksız.
AMA DAHA DERİNDEN DÜŞÜNELİM, EN FAZLA NE DEĞİŞTİ.
Her gün aldığınız ve tükettiğiniz besinler sizce artık ne kadar sağlıklı? Son yarı
yüzyılda giderek artan bir hızla, topraktan soframıza kadar, tüm beslenme
zincirinde kirlenme çok dikkat çekici bir duruma geldi. Ama sanki birileri bu
gerçekleri konuşmamızı istemiyor.
TOPRAK DEĞİŞTİ; Daha fazla ürün alırsın, aynı yıl içinde farklı ekersin dediler,
kandık.
GÜBRE DEĞİŞTİ; İçinde vitaminleri ve elementleri var dediler, daha iyi ürün
alırsın dediler, kandık.
TOHUM DEĞİŞTİ; Daha çabuk büyür, daha fazla ürün verir, bunu
kullanacaksın dediler, kandık.
Kimyasal, fungisid, amebisid, pektisid, antibiyotikler ve çok daha fazlası,
yapraklarda, kabuklarda, meyve gövdesinde ve hatta çekirdeğinde bile var.
Uzm Dr. Hakan GÜVELİ
İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı
Fonksiyonel Tıp Uygulayıcısı
Fitoterapi Uzmanı
www.iyilestiren.site
Modern tıp alanında hızlanan gelişmelere rağmen kronik
hastalıklar ve kanser görülme sıklıkları da halen tırmanışını
sürdürmektedir. Gelecek daha hastalıklı, kronik hastalıklardan
dolayı aktif ve hareketli yaşam için kısıtlı, daha fazla ilaç ve
yan etkiler riski altında. Yani bir anlamda aktif ve sağlam
yaşlanamıyoruz. Ayrıca daha keyifsiz ve mutsuz olabiliyoruz.
SİZCE GERÇEKTEN BU İŞTE BİR TUHAFLIK YOK MU?
Sağlık; ruhsal, psikolojik ve fiziksel iyi olma halidir. Fonksiyonel
ve bütünleyici tıp ( BFT ) tedavilerinde kişiye en uygun sağlık,
sağlıklı olmanın devamı ve aktif yaşlanma hedeflenir. Dolayısı
ile kişinin ihtiyaçlarını gözeten, fayda sağlayan ve kanıta
dayalı adımlar atmak gerekir. Amaç, bulgu ve belirtileri dinleyip
ilaç yazmak değil, problemi anlayıp köküne inerek onarmak
olmalıdır.
Herkesin bir hayat hikâyesi var. Herkesin bir yaşam tarzı ve
alışkanlıkları var. BFT yaklaşımında ilk adımlar, sizi siz yapan
ve etkileşimde olduğunuz tüm unsurlarla tanışmak ve sizi
detaylı bir şekilde tanımaktır. Hemen neyiniz var demek
yerine, detaylı bir tıbbi sorgulama yapmak öncelikli ve esastır.
Detaylı medikal özgeçmiş ve hikâyenizin dinlenmesi, beslenme
ve diyet alışkanlıklarınız, alışverişiniz, pişirme yöntemleriniz,
psikolojik ruh haliniz, vücut kas ve iskelet değerlendirmeniz ve
nefes dengeniz detaylı olarak incelenmesi önemlidir. Gerektiğinde
laboratuvar, radyolojik tetkikler ve bazı medikal işlemler,
kişiye özel planlanır.
BÜTÜNLEYİCİ FONKSİYONEL TIP ÖNEMİ
Bakım, sürekliliği olan iyileştirme üzerine kurulur.
Hastanın gereksinimleri ve değerleri önemlidir.
Kontrolün kaynağı hastadır ve ihtiyaçlar önceliklidir.
Yakınlık-alaka odaklı bakımı benimser
Tedavi ve korumada güncel ve tamamlayıcı metotları
birleştirir.
Bariyerleri kaldırarak kişinin doğal iyileşme cevabını
aktive eder.
Maliyetli ve girişimsel uygulamalardan önce doğal
daha az girişimsel olan metotları kullanır.
İyileşmeyi hızlandırmak için akıl, ruhsal, fiziksel ve sosyal
bütünüyle ele alır.
BFT tedavilerinde amaç, hastalıklardan kurtulma, kronik
hastalıkların remisyona girmesi ve iyileştirme hedeflidir.
SONUÇTA SAĞLIKLI OLMA VE İYİLİK HALİNİN DEVAMI
hedeflenir. Hem modern hem de tamamlayıcı tedavileri
birleştirerek, hastaların sağlıklı olmasına yardımcı olur. En az
girişimsel, en az toksik ve en az maliyetli yöntemlere odaklanmaktadır.
Bu tedaviler, bireyin fiziksel, duygusal, psikolojik ve
manevi yönleri de anlaşılarak ve dikkate alınarak önerilmektedir.
Yaşam kalitesini, kişiye özel en uygun sağlıklı haline
getirebilmek için, tüm kişiye (zihin, beden ve ruh) odaklanır.
Fonksiyonel ve Bütünleyici tıp her koşul için geçerlidir.
Fonksiyonel tıp, kronik hastalığı olan veya genel sağlık ve
sağlıklı yaşlanma isteyen her yaştaki hastalar için de geçerlidir.
BFT ile ilgili sağlık profesyonelleri, diğer tıbbi uzmanlık alanları
ile birlikte yakından çalışır.
Sağlıklı gıda ve egzersiz, sağlığın temelidir. Bununla
birlikte, nutrasötiklerin doğru kullanımı diyetinizdeki boşlukları
doldurabilir veya birçok hastalıkla ilişkili beslenme dengesizliklerini
giderebilir. ECZACILIK BİR SANATTIR. Nutrasötikler
ve diyet takviyeleri kullanımında azı karar, bir tık ötesi zarar
olabilir. Yani terapötik endeksi dardır. Ayrıca kronik hastalıklar,
kullanılan ilaçlar, besinler ile bu ürünlerin etkileşimlerini
bilmek ve her hasta için değerlendirmek son derece önemlidir.
Dolayısı ile BFT, sertifikalı, lisanslı veya eğitimli doktor ve
eczacıların tarafından bilimsel liyakatle yapılmalıdır.
Kaliteli içerikler ve yüksek üretim standartları kullanan
şirketlerden nutrasötikler temin edilmeli ve bunların sertifikaları
kontrol edilmelidir. Ürünler, katkı maddeleri ve allerjenler
içermemeli, yararlılıklarını en üst düzeye çıkaran dozlarda aktif
bileşenler içerdiğinden emin olmak için dikkatle seçilmelidir.
Kişiselleştirilmiş öneriler; terapötik diyetler, fonksiyonel
beslenme programları, egzersizler, reçeteli ilaçlar veya botanik
ilaçlar, takviyeler, detoksifikasyon programları ve stres yönetimi
tekniklerini içerebilir. Tercihlerinize ve ihtiyaçlarınıza bağlı
olarak; kanıta dayalı ve fayda sağladığı gösterilen eski
gelenekleri, osteopati ve kayropraktik hizmetleri, terapötik
medikal masaj terapileri, bütünleştirici psikoterapi, davranışsal
danışmanlık, vücut zihin terapileri ve psikodram atölye çalışmaları
gibi modern yaklaşımlar, sağlık planınıza eklenebilir.
Fonksiyonel tıp, sağlık profesyonellerinin birlikte uyum halinde
çalışarak, sadece bulgu ve belirtilerin tedavi edildiği değil,
hastalık oluşturan nedenlerin köküne inilerek sağlıklı olma
halinin hedeflendiği tıbbi hizmettir. Fayda sağlayan, iyileştirmeyi
hedefleyen, sağlıklı olma halini koruyan, kanıta dayalı ve kişiye
özel yaklaşım esastır.
Mümkünse tedavi edin ve düzeltin, ancak iyileşmeyi görmezden
gelirsek, tedavi muhtemelen uzun sürmeyecek veya tedavisi
olmayan başka bir hastalığa yol açacaktır.
İYİ BAKIM VE AZ İLAÇ, KÖTÜ BAKIM VE GÜÇLÜ İLAÇTAN
DAHA İYİ SONUÇ VERİR.
10
PARASETAMOL
PARASETAMOL 11
PARASETAMOL
MAKALE
BÜTÜNLEYİCİ
FONKSİYONEL
BESLENME
Bütünleyici, Fonksiyonel Beslenme Ne Demektir?
Her şey fonksiyonel tıpla başlar. Fonksiyonel beslenme,
fonksiyonel tıbbın güçlü bir köşe taşıdır. Fonksiyonel beslenme
vücudun dengesini sağlamak, besin eksikliklerini gidermek, sindirim
sistemini iyileştirmek, bağırsak florasını düzeltmek, hastalıkların
oluşmamasına ve ilerlememesine katkıda bulunmak ve daha fazlası
için yiyecekleri doğal bir ilaç olarak kullanır.
Bütünleyici fonksiyonel beslenme temel olarak bildiğimiz sağlıklı ve
dengeli beslenmeden çok daha fazlasıdır. Kişiye özel genetik
yatkınlık, çevresel etkiler, fizyolojik, psikolojik faktörlerin tümünü
inceler ve adımlarını buna göre hazırlar.
En uygun beslenme tedavisini sağlamak için tüm iç ve dış faktörler
göz önünde bulundurulur ve öneriler her bireyin kendine özgü
ihtiyaçları için kişiselleştirilir.
Fonksiyonel ve bütünleyici beslenme sadece karnımızı doyurmak ve
her zaman zevk almak için yapılan bir beslenme programı değildir.
Tam aksine sağlıklı olabilmemiz için besinlerden nasıl fayda
sağlanacağını öğretir. Kronik hastalıklara karşı koruyucu, tedavide rol
oynayan ve fayda sağlayan, sonrasında sağlıklı halimizi korumak için
besinleri nasıl ve ne şekilde kullanacağımızı öğretir. Besine sadece
bir yiyecek olarak bakmayıp ileri düzey beslenmeyi temel alarak
hangi besinin neresini , ne şekilde pişirerek veya saklayarak ne kadar
miktar ,hangi diğer besinlerle doğru zamanda tüketmemiz üzerine
yoğunlaşır. Yani bir besinden maksimum nasıl fayda sağlarız bize onu
öğretir. Bunu da hangi hastalık için hangi uygun beslenme tarzını
benimsiyorsak ona uygun olarak kanıta dayalı yapar.
Bütünleyici ,Fonksiyonel Beslenme
Tedavisinin Felsefesi : 3 Ana Odak Noktası
1. Hasta merkezli bakım
2. Kanıta dayalı ve bütünleştirici
3. Önleyici
Fonksiyonel beslenme, hastalığa değil hastaya odaklanır.
Fonksiyonel tıp ve fonksiyonel beslenme tedavisi, hastalığı teşvik
eden bozuklukların altında yatan nedene ulaşır.
Uygulayıcılar uygun klinik uygulama yönergelerini izler, ancak aynı
zamanda hastanın benzersiz klinik tablosuna da odaklanırlar.
Bu anlamda daha kişiselleştirilmiş.
Gerçekten hasta dinlenir ve hikayesi detaylı
biçimde öğrenilir.
Uygulayıcı hastayı keşif sürecine dahil
eder ve sadece hastanın ne yediğini değil,
fiziksel, psikolojik, genetik faktörleri, alışkanlıklarını,
laboratuvar değerlerini de dikkate
alarak, bütüncül olarak değerlendirilen
sağlığınızı en uygun hale getirmek için
kişiselleştirilmiş kişinin kendine özgü
ihtiyaçlarını karşılayan tedaviyi
uyarlar.
Fonksiyonel beslenme uygulayıcıları, normal
fizyoloji, biyoloji ve metabolizmayı
destekleyerek altta yatan birçok konuya
erken ulaşmayı amaçlamaktadır.
Bütünleyici fonksiyonel beslenmede ki
hedefimiz her hastanın ihtiyaçlarını en iyi
şekilde karşılamak için, kişiye uygun
alışverişten başlayan adımlarla tüketime
kadar her adımda tam bir beslenme planı
sunmaktır.
Her insan benzersizdir. Herkesin kendi
genetik yapısı, sağlık geçmişi ve yaşam tarzı
vardır. Beslenme planı da vücudunuza özgü
olmalıdır. Bizim bakış açımız ile fonksiyonel
beslenmeyi belirtilerin tedavisinde değil,
hastalıklara sebep olan nedenlerin köküne
inerek tam iyilik hali sağlamanın anahtar bir
parçası olarak kullanıyoruz.
Kişiye özgü ve bütüncül yaklaşımı olan
beslenme yöntemi, fonksiyonel ve
geleneksel beslenme arasındaki temel
farktır.
Bütünleyici Ve Fonksiyonel Beslenme
Nasıl Tedavi Eder?
Günümüzde artık biliyoruz ki tüm
hastalıkların sebebi vücudumuzda oluşan
bir inflamasyondur. Vücudumuzda en yaygın
bağışıklık sistemi bağırsaklarda bulunur.
İnflamasyonun kaynağı da çoğu zaman
bağırsaklarımızdır. Bağırsaklarımızın 2. beyin
olduğunu bilerek oradan beyine ve diğer
organlara gönderilen olumlu ve olumsuz
sinyaller sayesinde vücudumuzda ki birçok
süreç yönetilmektedir. Bu yüzden bedenimizi
ve bağırsaklarımızı iyi beslemeye
olan önem günden güne artmaktadır.
Fonksiyonel beslenme bağırsak flora desteği
vererek vücudumuzdaki iltihabı yükü azaltıp,
hastalıklarla savaşmada yardımı olacak ve
bizi daha sağlıklı hale getirecektir.
Fonksiyonel ve bütünleyici beslenmenin
amacı antiinflamatuar, akdeniz tipi ve
diğer birçok kanıta dayalı özel beslenmenin
olumlu etkilerinden yararlanarak vücudumuz
için besinleri ilaç haline getirmektir.
BFB KULLANIM ALANLARI
Karaciğer Hastalıklarında Beslenme ve
Diyet Tedavisi
›› Yağlı Karaciğer Hastalığı
›› Hepatitler
›› Kronik Karaciğer Hastalıkları
Sindirim Sistemi Hastalıklarında
Beslenme ve Diyet Tedavisi
›› Reflü, Gastrit ve Ülser
›› Şişkinlik ve Gaz
›› İrritable Bağırsak Sendromu
›› Ülseratif Kolit, Crohn Hastalığı
›› Divertikül Hastalığı
›› Besin Alerjileri
›› Besin İntoleransı
›› Çölyak Hastalığı
›› Buğday ve Gluten Hassasiyeti.
›› SİBO; İnce Bağırsak Aşırı Bakteri
Çoğalma
›› DİSBİYOSİZ; Bağırsak Flora Bozukluğu
›› Geçirgen Bağırsak Sendromu
›› Kolon Polip ve Kanserleri
›› Safra Yolu Hastalıkları
Metabolik Sendrom Hastalıklarında
Beslenme ve Diyet Tedavisi
›› Yüksek Kilo ve Obezite
›› İnsülin Direnci
›› Gizli Diyabet
›› Diyabet Hastalığı
›› Hiperlipidemi
›› Hipertansiyon
›› Kalp Damar Hastalıkları
Otoimmün Hastalıklarda Beslenme ve
Diyet Tedavis
›› Romatizmal Hastalıklar.
›› Cilt Hastalıkları; Alerji, Egzema, Sedef
›› Haşimato Tiroidit.
›› Diğer Kronik Otoimmün Hastalıklar
›› Kronik İnflamatuar Yanıt Sendromu
Stresle İlgili Sorunlar
›› Kronik Yorgunluk,
›› Fibromyalgia
›› Zayıf Konsantrasyon veya hafıza,
›› Sık Soğuk Algınlığı,
›› Endişe, Kaygı, Anksiyete, Depresyon ve
Panik
Özel Diyetler
›› Fonksiyonel Beslenme
›› Akdeniz Diyeti
›› Modifiye Akdeniz Diyeti
›› Vejeteryan ve Vegan Beslenme
›› Düşük Karbonhidrat Diyetleri
›› Düşük Enerjili Diyetler
›› Eliminasyon Diyetleri
›› Hipoallerjen Diyetler
›› 6 Food Eliminasyon Diyeti
›› İntolerans Diyetleri
›› Glutensiz ( Çölyak Diyeti ) ve Düşük
Gluten Diyeti
›› Laktozsuz Ve Düşük Laktoz Diyeti
›› Lifli Beslenme
›› Gaps Diyeti
›› Dash Diyeti
›› Paleo Diyeti
›› Ketojenik Diyet
›› Açlık Diyetleri Ve Aralıklı Açlık Diyeti
›› Fod-Map Diyeti
›› Antiaging Beslenme
›› Zone Diyeti
›› Atkins Diyeti
Zayıflama Programları
Kronik Hastalıklar İçin İleri Düzey
Beslenme
›› İnsülin Direnci ve Diyabet İçin Özel
Gelişmiş Beslenme
›› Kabızlık İçin Lif İçerikli Mikrobiyom
Diyeti
›› Gaz Ve Şişkinlikte Fonksiyonel
Beslenme
›› İbs İçin Fod-Map ve Kişiye Özel Gelişmiş
Beslenme
Antiinflamatuar Diyet
Kolon Mikrobiyom Diyeti
Sağlık Koruyucu Akılcıl Beslenme
Naturapati ve Nutrasötik Beslenme
Gizem SEVİN
Beslenme ve Diyetetik Uzmanı
Fonksiyonel Beslenme Uygulayıcısı
Fizyoterapi Uzmanı
www.iyilestiren.site
12 PARASETAMOL
PARASETAMOL
13
PARASETAMOL
MAKALE
DiŞ
HEKiMLiĞi VE
COVID-19
Prof. Dr. Sibel KOÇAK
ZBEÜ Diş Hekimliği Fakültesi
Endodonti AD Öğretim Üyesi
Geçmişten günümüze veba, kolera, Asya gribi, İspanyol gribi
gibi onlarca pandemi atlatan insanlık; 2019 yılının sonlarında
yeni koronavirüs (SAR-CoV-2) patojeninin neden olduğu
enfeksiyoz bir hastalıkla (Covid-19) tanışmış ve bu salgın
dünya sağlık örgütü tarafından Mart ayında pandemi olarak
ilan edilmiştir. Yeni koronavirüs, insanlarda soğuk
algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve
Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli
hastalıklara kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden
olduğu bilinen, hayvanlarda da hastalığa yol açan
coronavirüs ailesinin tanımlanan son üyesidir.
Covid-19 enfeksiyonu sıklıkla yüksek ateş, öksürük, nefes
darlığı, kas ağrısı ve halsizlik gibi klinik semptomlar ile
kendini gösterir. İleri yaş ve/veya sistemik bir rahatsızlığın
varlığında kliniği ağırlaşarak yoğun bakım tedavisi
gerektirebilmektedir. Diğer taraftan çocuklarda, gençlerde
ve sağlıklı bireylerde asemptomatik olarak da geçirilebilen bu
enfeksiyöz hastalığın bulaşma yolları; direkt temas, damlacık
ve aerosol iletimidir.
Rutin dental tedaviler sırasında oluşan aerosoller, Covid-19
yayılımı açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bu nedenle
diş hekimleri, hem kendilerini, hem personellerini, hem
de hastalarını korumak adına son derece dikkatli ve titiz
davranmak zorundadır. Hekimliğin ilk ve en önemli yaklaşımı
önce zarar vermemektedir. Hekim her şeyden önce herhangi
bir tıbbî müdahalenin yol açabileceği olası zararları değerlendirerek
kar zarar hesabı yapmalıdır. Mart ayından bu yana
geçen kritik süreçte, Covid-19 hastalığını, buna neden olan
aerosollerin yayılımını, dental pratikteki önemini anlamak ve
rutin sterilizasyon ve dezenfeksiyon uygulamalarına ek olarak
bazı özel tedbirleri rutine dahil etmek gerekmektedir.
Çürük temizlemede ve kaplama-köprü tedavilerinde dişleri
küçültmek için kullanılan aeratör ve mikromotorlar, diş taşı
temizliği için kullanılan sonik ve ultrasonik temizleme
cihazlar, gömülü dişlerin çekimi sırasında dişin üzerinde
bulunan kemiğin kaldırılması için kullanılan piyasemenler
özellikle kan içerikli aerosollerin oluşumunda en büyük
etkenler olarak görülmektedir. Öksürüğe ve tükrük
sekresyonunda artışa neden olabilecek ağıziçi radyografi
alınması da aerosol oluşmasına yol açabilir.
12 Mart tarihinden sonraki üç aylık dönemde diş hekimliği
uygulamaları sağlık bakanlığının talimatlarıyla sınırlandırılmış,
sadece bakanlık tarafından belirlenen kriterlere uygun olan acil
durumlar, girişimsel olmayan uygulama ve yöntemlerle tedavi
edilmiştir. Haziran ayı itibari ile “yeni normal” kavramı ortaya
çıkmış ve diş hekimliği uygulamaları da yeni normallere göre
şekillenmiştir. Sosyal medya ve basında da sıkça vurgulandığı
gibi hasta, kliniğe randevu saatinde mümkünse refakatçisiz
ve maskesi takılı olarak gelmelidir. Dental kliniklere müracaat
eden hastalar öncelikle Covid-19 açısından değerlendirilmeli
ve herhangi bir şüphe yoksa hastanın medikal ve dental öyküsü
alındıktan sonra yeni normallere uygun tedavi prosedürüne
başlanmalıdır. Hasta, kendisi için özel olarak temizlenmiş
ve önceden en az 30 dakika havalandırılmış bir dental ünite
tedavi edilmelidir. Hekim ve dental asistan kendilerini ve sonraki
hastaları koruma amacıyla; ağzı ve burnu tam kapatan N95
maske üzerine cerrahi maske, gözleri tam kapatan bir gözlük
üzerine yüz kalkanı ve saçları için bir bone takmalıdır. Dental
formalarının üzerine mutlaka tek kullanımlık önlükler giyilmelidir.
Su kullanılarak yapılan tüm dental işlemlerde kullanılan tükürük
emicilere ek olarak; dolgu, kanal tedavi, kron köprü restorasyonları
için gerekli diş kesimleri yapılması gerekiyorsa mutlaka
rubber-dam denilen lastik örtülerden yararlanılmalıdır Oluşan
aerosol içerisinde mikroorganizmanın dağılmasını önlemek için
klima veya vantilatör gibi serinleticiler kesinlikle açılmamalıdır.
Bunun yanı sıra aerosolün odadaki havada asılı kalmasını
önlemek, havayı temizlemek için negatif basınç sistemlerinden
yararlanılabilir. Merkezi olarak yapılacak negatif basınç sistemlerinin
yanı sıra bir kabin bagajı büyüklüğünde sistemler huni
şeklinde açılan ağızları ile hasta ve hekime en yakın pozisyona
konumlandırılarak aerosolün odaya dağılmadan toplanması
sağlanabilir. Daha basit olarak ise steril edilebilen ağız içi
aparatlar, tükürük çekicilerin çalışma prensibine benzer şekilde
farklı olarak tükürük yerine aerosolü çekmektedir.
Hastaya ayrılan ortalama bir saatlik süre içerisinde, şikayeti
bulunan maksimum sayıdaki dişe tedavi yapmak doğru bir
yaklaşım olacaktır. Tedavisi bitirilen hasta gönderildikten sonra,
kullanılan tüm aletler otoklavda steril edilmeli ve oda, ulv (ultra
low volume-sisleme) cihazı kullanılarak hipokloröz asit ile tüm
yüzeyleri kapsayacak şekilde dezenfekte edilmelidir.
Yeni normaller kapsamında hayatımız bir süre daha bu şekilde
devam edecek gibi görünüyor. Maske gündelik yaşantımızın
vazgeçilmez bir parçası oldu bile. Bu hastalığa karşı bizleri
koruyacak bir aşı ya da ilaç olmadığı sürece yaşamın her
alanında tedbirli olmak gerekiyor. Diş hekimliği uygulamaları
da bu formatta devam edecek gibi görünüyor. Ağız ortamı
yalnızca Coronavirüs değil, bir çok virüs ve bakteri için yaşam
yeri olabilir. Dental sağlığın kontrol altında tutulması için iyi
bir ağız hijyeni sağlamak önemlidir. Günde en az 2 kez doğru
teknik ile diş fırçalamak, diş ipi kullanmak sizi bir çok açıdan
koruyacaktır. Sağlıklı dişler mutlu gülüşler ile geçireceğiniz
koronasız günler diliyorum…
KAYNAKLAR:
Gamio, L. (2020). The Workers Who Face the Greatest Coronavirus Risk.
https://www.nytimes.com/interactive/2020/03/15/business/economy/coronavirus-worker-risk.html
adresinden elde edildi.
Meng, L., Hua, F., & Bian, Z. (2020). Coronavirus Disease 2019 (COVID-19):
Emerging and Future Challenges for Dental and Oral Medicine. Journal of
Dental Research, 1-7. doi: 10.1177/0022034520914246
Peng, X., Xu, X., Li, Y., Cheng, L., Zhou, X., & Ren, B. (2020). Transmission
routes of 2019-nCoV and controls in dental practice. International Journal of
Oral Science, 12(1), 1-6.
WHO. (2020a). Coronavirus disease 2019 (COVID-19): Situation
Report – 59. https://reliefweb.int/report/world/coronavirus-disease-2019-
covid-19-situation-report-59-19-march-2020 adresinden elde edildi.
WHO. (2020b). Infection prevention and control during health care when
novel coronavirus ( nCoV) infection is suspected: interim guidance.
https://www.who.int/publications-detail/infection-prevention-and-controlduring-health-care-when-novel-coronavirus-(ncov)-infection-is-suspect-
ed-20200125 adresinden elde edildi.
14 PARASETAMOL
PARASETAMOL
15
PARASETAMOL
MAKALE
VİRÜS
KAYNAKLI
SOLUNUM
YOLU
HASTALIKLARINDA
AROMATERAPİNİN
KORUYUCU VE
OLUMLU
ETKİLERİ
Aromaterapide kullandığımız uçucu yağlar, invitro çalışmalarda
da kanıtlandığı gibi antibakteriyel, antiviral, antifungal etkinliklere
sahiptir. Bir uçucu yağ kompenenti olan terpenik maddeler,
uçucu yağa spesifik kokusunu verirken, aynı zamanda antiseptik,
antiparazitik, antiviral, antibakteriyel olabilmesini de sağlıyor. Ne
enteresandır ki, aynı moleküller limbik sistemi uyararak duyguları
da iyileştiriyor. Örneğin; geraniol, o kadar çok çalışma var ki,
palmarosanın geraniolden dolayı antitümoral, antienflomatuvar,
antibakteriyel olması yanı sıra keyif verici; gül yağını
kokladığımızda mutlu hissettiren molekül de geraniol ve onun
gibi terpenler. Geraniol bir monoterpen alkol, güle gül kokusunu
vermesinin yanında gül, palmarosa ve ıtır uçucu yağlarının cilt
lekelerinde etkili olmasını da bu molekül sağlamaktadır ve aynı
molekül hastane enfeksiyonu yapan stafilakoklar üzerinde de çok
etkilidir. Fakat tek tek ayrıştırıldığında etkinliği azalırken gül yağı
veya palmarosa uçucu yağı olarak yani bütünün yapısı
bozulmadan kullanıldığında çok daha etkili olduğu bulunmuştur.
Artık bilimsel çalışmalar bize çok fazla ispat etti ki sadece koku
vermiyor; bitkinin bu sekonder metabolitleri, bitkiyi zararlı çevresel
faktörlerden korumak için salgıladığı bu öz maddeler bitkiden su
buharı distilasyonu ile elde ediliyor ve bizler de inhalasyon veya
topikal olarak kullanıyoruz.
Aromaterapi denmesi de bu kokulu sekonder metabolitlerin
insanda oluşturduğu olumlu duygusal değişimler sayesinde
holistic (bütüncül) tedavilerde kullanılagelmesine dayanmaktadır.
Holistik kullanımı; ruh, zihin, beden dengesi içindir. Ruh iyi
hissetmezse; beyin bedenin ihtiyacı olan nörokimyasalların
salgılanma komutunu vermez, veremez. Bunun ismi HPA
eksenidir.
HPA hormonları aşırı strese bağlı olarak ciddi değişimler gösterir.
Çok kaygılı, takıntılı, endişeli, septik düşünen, negatif duygulara
sahip insanlar hiç kaçınılmaz ki kronik enflamasyon hastalıklarına
yakalanır. Çünkü HPA ekseni vücudun strese verdiği cevaptır.
Kötü ve negatif düşünceler sayesinde bu cevap sürekli negatif
olarak aşırı kortizol salgısı olmaktadır. HPA ekseni hormonları
CRH, ACTH ve kortizol; öyle artar, öyle artar ki artık bizim immün
sistemimizi harekete geçirme görevinin ötesine geçer ve tüm
diğer hormonların dengesini bozarak ve aşırı enflamasyon üretimi
komutunu vererek kendi sistemizimiz bize karşı çalışmaya başlar.
Halbuki dengeli olsa, dengeli çalışsa HPA ve HPA hormonlarından,
kortizol vücudun ihtiyacı kadar salgılanacak ve bu kadarı da
antioksidan yapımının uyarımı ve yönetimi için yeterli olacaktır.
Biliyoruz ki dengeli bir HPA ve dengeli crh, acth, kortizol bizim
makrofaj (yani toksik maddeleri vücuttan süpürürek atan
süpürücü hücreler) hücrelerimizin yapımını uyarır. Doğal yok edici
koruyucu hücrelerimizin yapımını arttırır ve antienflamtuvar
mekanizma muntazam çalışır çünkü proenflamatura
sitokinler az. Antienflamatuvarlar daha fazla ve yerinde salgılanır.
Aksi olduğunda ne olur, maalesef immün sistem çöker
ve inflamasyon artar ve buna bağlı metabolik hastalıklar bizi artık
bırakmaz.
Stres bu kadar zararlı… Stresi yaratan duygular bu kadar bizi
hasta ediyor. Bizler de hala fark etmiyoruz ki, birini yerdiğimizde;
olaylara kötü ve negatif baktığımızda bizim HPA’mız bozuluyor.
Bizim kortizol sürekli sürekli artıyor ve kendi tiroid ve steroid
hormonları hatta üreme hormonlarımızın dengesi bozuluyor.
Sonra strese bağlı infertilite, strese bağlı metabolik hastalıklar
artıyor.
Bizler, aromaterapiyi öncelikli olarak ruh - beden - zihin dengesi
kurabilmek ve sürekli olarak bağışıklığımızı ayakta sapasağlam
tutabilmek için öneriyoruz. Bunun içinde tabii ki uçucu yağların
farklı birçok kıymetli özelliklerinden faydalanıyoruz.
Sıralamak gerekirse;
Ruh halini iyileştirmek, iyi düşünmek, iyi hissetmek için, Zihni bu
olumlu duygularla doğru uyararak arzu ettiğimiz
nörokimyasalları bizim lehimize dengeli salgılamasını
sağlayabilmek için, Palmarosa, gül, ıtır, sitronella koklamak
serotonin arttırır, gaba agonistidir,
Lavanta koklamak teta frekansı aktive eder, bu uykuya geçiş ve
aynı zamanda rahatlama ve huzuru bulma frekansıdır,
Sedir, teta frekansı aktive eder ama içerdiği seskiterpenler
sayesinde beyin hücrelerine oksijen taşınmasını arttırır,
Paçuli, karanfil seskiterpenleri sayesinde endorfin salgısını arttırır;
hem ağrı kesici, hem keyif veren nörokimyasaldır,
Tıbbi nane, fiziksel performansı arttırırken; burun pasajlarını da
açarak rahatlama sağlar ve endorfin salgısını arttırır,
Okaliptus ve nioli, öğrenme ve hafıza hormonu asetilkolin salgısını
arttırır,
Selvi, vücut sıvılarını dengeler, hipofiz bezinde
vücut ısısını dengeleyen karanfil ve tarçın ile
beraber inhale edildiğinde HPA’nın P’si
pituiter bez yani hipofiz bezinin dengeli
çalışmasını sağlar,
HPA = Hipotalamus – Pituiter Bez (hipofiz bezi) – Adrenal Korteks
(böbrek üstü bezi)
HPA Hormonları = CRH (kortikotropin salgılayıcı hormon), ACTH
(adrenokortikotropin hormon) ve kortizol. HPA’nın aşırı yorgun
olduğunda, yani aşırı streste; immün sistem bozulur ve metabolik
hastalıklar oluşur.
Uçucu yağlar, HPA eksenini otonom sinir sistemi üzerinden regüle
edebilirler ve bunu sadece koklama ile yaparlar.
Gelelim virüslere;
Virüsler de güçsüz bağışıklığı olan; diyabet, astım, kardiyovasküler
hastalıkları olan kanser veya oto-immun hastalıkları olanlarda
maalesef çok yıkıcı sonuçlar doğurabiliyor. Özellikle; Covid-19’dan
ölümlere bakıldığında %98 başka hastalıkları olan kişilerde,
yaşlılarda daha fazla risk oluşturuyor. Yaşadığımız süreçte güçlü
bir bağışıklık her zamankinden daha çok ihtiyacımızdır. Güçlü
bağışıklık için minimum stres, sağlıklı düşünen pozitif psikoloji de;
en az antiviral, antibakteriyeller kadar ihtiyacımızdır. Yukarıda
bahsettiğimiz uçucu yağlar; hem sağlıklı bir ruh ve zihin dengesi
sağlarken, hem de antiviral antibakteriyel etkinlikleri ile bizlere
bütüncül destek sağlıyorlar.
Hepimize bütüncül şifalı günler diliyorum.
Hülya KAYHAN
Uzman Eczacı
16 PARASETAMOL
PARASETAMOL
17
PARASETAMOL
RÖPORTAJ
Özel Röportaj
Ahmet Nezihi PEKCAN
Ahmet bey merhaba; sizi daha çok Majistral alanında yapmış olduğunuz
çalışmalardan tanımaktayız. Kendinizi tanıtmak istermisiniz.
Ahmet Nezihi Pekcan kimdir?
Türk Majistral Formüller’inin hazırlanması ve meslektaşlarımızın
bilgilerine sunulması en büyük amaçlarımdan birisidir.
Türk Farmakopesi Çalışma Gurubu Üyesi olup, Majistral Makaleler
I, Majistral Makaleler II ve 101 Majistral Formül adında üç kitabım
vardır.
Son kitabım olan Gizli Formüller’de ise bir Osmanlı Eczacısının
hayatını anlatmakta ve o dönemlerin majistral sanatını ortaya
koyan formüller yer almaktadır. Gizli Formüller adındaki kitabım çok
yakında okurlarıyla buluşacaktır.
çekip, aşındırması ile çağdaş ülkelerdeki seviyeye gelinmesi
engellenmiş ve geciktirilmiştir. Oysaki “Eczanede üretim, aslında
halen yapılagelmekte olan majistral hazırlamayı çağdaş bir düzeye
getirmektir.’’
Ekonomik açıdan Kamu yararının gözetilmesi ve hastanın
tedavi kalitesini yükselten, günümüzde eczacının önemsiz
kılındığı eczacılık modellerinin sıkça ortaya atılmasının önüne
geçilmesini sağlayacak eczacının sanatı olan “Majistral Üretim”
dünyada gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır.
1961’de Ankara’da doğdum. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden 1981
yılında mezun olduktan sonra Konya merkezde Pekcan Eczanesi ile mesleğe
adımımı atmış oldum.
Bugüne kadar eczanemde yüzden fazla öğrenciye staj imkânı sağlayarak onların
mesleki tecrübelerine katkıda bulunsam da aslında ben de hala bir öğrenciyim.
Hayatın kendisinin bir eğitim ve öğrenim süreci olduğu düşüncesi ile sayısız
eğitim ve sertifika programlarına katıldım. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi Homeopati eğitimini bunların içerisinde almış olduğum son sertifikalı
eğitim olduğunu söyleyebilirim.
2018 yılında Medipol Üniversitesi Tezli Klinik Eczacılık Yüksek Lisans Eğitimi’ni
bitirerek Klinik Eczacılık Anabilim Dalı’nda uzmanlığımı almış bulunmaktayım.
Nisan 2018 tarihinde ülkemizde ilk defa yaşadığım şehir olan Konya’da Majistral
Zirve adında Majistral içerikli bir kongre düzenlenmesinde görev aldım.
Eczacılık fakültelerinde ve meslek örgütünde Majistral konusunda çok sayıda
söyleşilerde bulunup yüzlerce makale çevirisi yaptım. Dünya Farmakope’lerini
tarayarak, “Majistral Formüller” konusunda araştırmalar yapmaktayım.
Eczacının Sesi e-gazetesinde ve Pharmetic Girişimci Eczacılar
Derneği web sayfasında “Majistral Formüller” bölümünde makaleler
yayınlamakta ve köşe yazıları yazmakta, meslektaşlarımla
araştırarak, çalışarak edindiğim mesleki bilgileri paylaşmaya
devam etmekteyim.
Uzm. Ecz. Ahmet Nezihi PEKCAN
Majistral Eczacıları Derneği Yönetim
Kurulu Başkanı
Ahmet bey geçtiğimiz aylarda kurmuş olduğunuz
Majistral Eczacıları Derneği hakkında neler söylemek
istersiniz. Bu derneği ne amaçla kurdunuz.
Yıl 1986… Bu yıllar endüstriyel ilaç üretiminin zirvede olduğu
yıllar. Dolayısıyla o yıllarda eczanelerde ilaç hazırlanması giderek
gerilemeye başlamış, hatta hekimlerin majistral reçete yazma
alışkanlığı da giderek azalmış olduğunu görmekteyiz…
Eczacılık eğitimini en üst düzeyde gerçekleştiren gelişmiş
ülkelerin eczacıları, eczane eczacılarının işyerlerindeki ilaç
hazırlamaya yabancılaşma konusundaki gerilemelerini durdurmak
amacıyla ilk çalışmalarını 1986 yılında başlatmışlardır.
Aynı girişim bizim ülkemizde de aynı yılın ekim ayında TEB tarafından
“Eczanelerde İlaç Üretimi” başlığı altında gündeme getirilip
birtakım çalışmalar yapılsa da ne yazık ki günümüze kadar anlamlı
bir gelişme kaydedilememiştir.
Gelişmiş ülkelerde başlayan ve bizde de altı ay gecikmeyle
gündeme gelen bu konu, başlığı içerisinde yer alan, “ÜRETİM”
sözcüğü nedeniyle politik olarak yıpratılmış, üretimi ve üretken
olmayı eczacıya yakıştıramayanların konuyu başka yönlere
Eczanelerimizde ilaç, yani majistral formül hazırlanması, eczacılık
meslek eğitiminin akademik bir düzeye gelişinden bu yana sürekli
olarak yapılagelmektedir. Eczacının ilaç hazırlaması, bugün geçerli
olan eczacılık kanunlarında yerini korumaktadır. Eczanelerde
hastaların talebi üzerine ilaç hazırlamak mümkün olmamaktadır.
Ancak ülkemizde hekimlerin az sayıda majistral reçete yazması
eczanelerde majistral yapımını azaltarak eczacının pratik bilgilerinin
azalmasına neden olmaktadır.
Günümüze bakacak olursak;
Eczacı ilaç hazırlama prosesleri içerisinde bu konunun üniversiter
düzeyde eğitimini görmüş tek halka veya kişisidir… Ancak eczacı
üniversitede almış olduğu temel farmasötik teknoloji bilgilerini
geliştirecek ciddi anlamda kaynak eksikliği yaşamaktadır.
Eczanelerde majistral terkipleri hazırlar iken reçetelerde oluşan
geçimsizlikleri, problemleri çözme anlamında danışabileceği bir
muhatap bulamamaktadır.
18
PARASETAMOL
PARASETAMOL 19
PARASETAMOL
RÖPORTAJ
İlaç yapımında kullandığı hammaddelerdeki
standardizasyonu sağlayacağı,
kalite güvencesine ihtiyaç duymaktadır.
Majistral ürünleri hazırlarken emeğinin
karşılığını alabileceği bir fiyatlandırmaya acilen
ihtiyacı vardır.
Eczacı eczanesinde majistral ürünleri modern teknolojik cihazları
kullanarak yapabileceği laboratuvar modellerine ihtiyaç
duymaktadır.
En büyük alıcı olan SGK’nın reçete denetimlerinde kontrol
yapan eczacının inisiyatifine bırakılan ve bölgeden bölgeye değişen
kurallar sonucunda oluşan kesintilerden yılmış durumdadır.
İşte yukarıda saymış olduğum sorunların çözümü için bir dernek
çatısı altında çalışma ihtiyacı doğmuştur.
Derneğinizin üyelerine ne gibi imkanlar avantajlar
sunmayı hedefliyorsunuz?
Türkiye’de Majistral üretim faaliyetlerinin uluslararası alanda
rekabet edilebilir düzeyde kalitesinin geliştirilmesine katkıda
bulunmak, Eczacının sanatı olan Majistral Üretim faaliyetlerinin
etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak amacı ile eczacılara ve
hekimlere yönelik her nevi eğitim faaliyetleri düzenlemek
düşüncesiyle kurmuş olduğumuz derneğimizde üyelerimizin
farma kalitede hammaddelere piyasa fiyatlarının altında
ulaşmalarını sağlamak düşüncesindeyiz. Diğer bir ifade ile
derneğimizin üyeleri anlaşmalı tedarikçi firmalarımızdan farma
kalite ürünleri daha uygun fiyatlarla alabilmekteler. İhtiyaç halinde
her türlü hukuki desteği sağlamak için hukukçularımız ücretsiz
danışmanlık yapabilmekte, yine laboratuvarlarını geliştirmek
isteyen meslektaşlarımıza bilgi ve donanım anlamında gereken
destekleri sağlamaktayız. Çok yakında
üzerinde çalışmalarını bitirmek üzere
olduğumuz ‘’Majistral reçete kayıt
programı’’ ile majistral reçetelerimizi
kaydedip istenildiğinde kolaylıkla ulaşabileceğimiz
bir bilgisayar yazılım programı
tasarlamış bulunmaktayız. Bu programı üyelerimize
sembolik bir fiyatla sunarken, üye olmayan
meslektaşlarımız ise bu programı gerçek fiyatından alabileceklerdir.
Son olarak Parasetamol okuyucularına
ne söylemek istersiniz.
Zonguldak ilimize geçtiğimiz yıllarda geldim. Majistral sanatına
oldukça büyük ilgi gösteren bir eczacı topluluğu ile karşılaşmak
beni fazlasıyla mutlu etmişti.
Yaşadığımız Covid-19 pandemisi sürecinde bilimin ve üretimin
önemi bir kez daha ortaya çıktı. Tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de insanların dezenfektan bulmakta zorluk çektiği bu süreçte
laboratuvarlarımızda ürettiğimiz el dezenfektanları ile toplum
sağlığına çok önemli katkılar sunduk ve sunmaya devam ediyoruz.
Derneğimiz, eczacının yoğun ve zorlu bir mesleki eğitimle kazandığı
üretimden gelen gücünü ayrı bir uzmanlık alanı olarak sahaya
yansıtılmasını amaçlamaktadır.
Bir taraftan Majistral sanatının gelişmesinde yasal düzenlemelerin
çıkarılması için gereken çalışmaları yaparken diğer taraftan
meslek içi eğitim faaliyetlerini organize ederek üyelerimizin bilgi
seviyelerini yükseltmeyi amaçlıyoruz. Bu anlamda Meslektaşlarımızı
derneğimize üye olarak çalışmalarımıza katkı vermeye davet
ediyorum. En kısa sürede görüşmek dileğiyle selam ve saygılar…
20
PARASETAMOL
PARASETAMOL
ARAŞTIRMA
COVID-19, asemptomatik enfeksiyondan akut
solunum sıkıntısı sendromuna ve hatta ölüme
kadar gidebilen oldukça geniş bir klinik spekturuma
sahiptir. Kültürel farklılıklar, sosyal
faktörler, farklı tedavi seçenekleri ve sağlık
sistemleri nedeniyle, hastalığın seyri ve
ölüm oranları ülkeden ülkeye değişmektedir.
Aynı ülkede şehirler arasında ve hatta aynı
şehirdeki hastaneler arasında bile farklı klinik
yaklaşımlar ve sonuçlar görülebilmektedir.
Ülkemizde COVID-19 ile mücadelede standart
bir yaklaşım oluşturmak üzere Sağlık Bakanlığı’
nca oluşturulan Bilim Kurulu tarafından hazırlanan
ve sürekli olarak güncellenen bir rehber
bulunmaktadır.
Coronavirus disease-19 (COVID-19), Şiddetli Akut Solunum
Sendromu Coronavirus 2’nin (SARS-CoV-2) neden olduğu
bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Hastalık ilk olarak
31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde tanımlanmıştır.
Ne yazık ki, salgın hızla tüm kıtalara yayılarak kısa sürede bir
pandemiyle sonuçlanmıştır. Günümüzde SARS-CoV-2 ile
enfekte hasta sayısı tüm dünyada önemli ölçüde artmaya
devam etmektedir. Küresel olarak, 13 Temmuz 2020 itibari ile
COVID-19 vaka sayısı 12.768.307 iken hastalıktan ölenleri sayısı
566,654 bildirilmiştir (WHO).
Türkiye’de ise ilk COVID-19 vakası 10 Mart 2020 tarihinde bildirilmiştir.
Çin’de salgının başlamasının ardından Sağlık Bakanlığı tarafından hızla
alınan sıkı tedbirler, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’nin
COVID-19 ile ilk deneyiminin oldukça geç olmasını sağlamıştır.
Öte yandan, virüsün bulaşıcılığının yüksek olması nedeniyle,
Türkiye’deki vakaların sayısı 13 Temmuz 2020 itibariyle 214.001,
ölen vakaların sayısı ise 5.382’ ye ulaştı. Son günlerde,
ülkemizde vaka artış hızında önemli bir azalma olmasıyla
birlikte hem toplum olarak hem de sağlık çalışanları olarak
bizler alınan tedbirlerin kontrollü olarak gevşetildiği ‘yeni normal’
sürece uyum sağlamaya çalışmaktayız.
Pandemi sürecinde tüm sağlık tesisleri,
çalışanları ile birlikte kapasitelerinin üzerinde
çalışmakta, sağlık çalışanlarının hastalar ve
enfeksiyöz materyalleri ile potansiyel temasları
olmaktadır. Sağlık çalışanlarına hastalığın
bulaşını engellemek ve sağlık hizmetinin
aksamadan yürütülmesini sağlamak amacıyla
enfeksiyondan korunma ve kontrol önlemlerinin
doğru şekilde uygulanması son derece önemlidir.
Standart önlemler hastanın tanısına ve
enfeksiyonu olup olmadığına bakılmaksızın
bütün hastalara uygulanmalıdır. SARS-
CoV-2’ nin insandan insana bulaşı damlacık
çekirdeklerinin solunması ve dolaylı veya
doğrudan temas ile olmaktadır.
Bu nedenle, COVID-19’dan korunmak için
standart önlemlere ek olarak bulaşma
yoluna yönelik temas ve damlacık izolasyon
önlemleri de alınmalıdır.
Kesin ya da olası vakalar ile 1 metreden
yakın temas sırasında kullanılması gereken
kişisel koruyucu ekipmanlar tıbbi maske, göz
koruyucu, eldiven, önlük ve bonedir. COVID-19
ile birlikte herkesin önemli ölçüde farkındalığının
arttığı el hijyeni ise, hastalığın bulaşını
önlemek için tek başına en etkili ve en önemli
faktördür. COVID-19 salgını, etkili bir şekilde
uygulanan el hijyeninin hastalığın yayılmasını
önlemek için kullanılabilecek hayati bir
müdahale olduğunu bizlere açıkça göstermiştir.
Tabi burada dikkat edilmesi gereken
nokta, sık el yıkama nedeniyle ciltte olabilecek
hasarın önüne geçmek için temel cilt bakımı
önlemlerinin alınmasıdır.
COVID-19 için spesifik antiviral tedaviler halen
oldukça sınırlıdır. Şüphesiz ki SARS-CoV-2’
ye karşı bir aşının geliştirilmesi en etkili müdehale
olacaktır. Ancak, mevcut veriler ışığında,
en erken 2021 yılına kadar bir aşının yaygın
kullanılması pek mümkün görünmemektedir.
Bu nedenle, en ideal yaklaşım, hastalık bulaşma
riskini en aza indiren enfeksiyon kontrol
önlemlerinin devamlılığının sağlanmasıdır.
sonra SARS’da olduğu gibi COVID-19 da
tamamen ortadan kalkacaktır. Ancak salgın
etkisini yitirse bile her şeyin tamamen normale
dönmesi önümüzdeki kısa sürede mümkün
görünmemektedir. Her gün COVID-19 ile
ilgili yeni bilgiler öğrenmeye devam ediyoruz.
Salgın henüz sona ermediğinden, hastalığın
önlenmesi, tedavisi ve kontrolü ile ilgili güncel
bilgileri yakından takip etmemiz gerekiyor.
Yeni normalleşme sürecinde toplumsal önlemlerin
kontrollü olarak gevşetilmesiyle birlikte
enfeksiyondan korunmamız, el hijyeni ve
gerektiğinde maske kullanımı gibi bireysel
önlemlerin başarıyla uygulanmasına bağlıdır.
Kaynaklar
World Health Organization (2020). Coronavirus
Disease (COVID-19) Dashboard. Available
from: https://covid19.who.int/
Dr. Elif SARGIN ALTUNOK
Enfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı
Dünya tarihinde yaşanmış olan tüm salgın
hastalıklar gibi COVID-19 pandemisi de
zamanla gerileyecek ve belki de bir süre
22 PARASETAMOL
PARASETAMOL
23
PARASETAMOL
ARAŞTIRMA
OKALİPTUS UÇUCU YAĞI
ANTİVİRAL ÖZELLİKLERİ İLE
KORONAVİRÜSE KARŞI
POTANSİYEL ETKİ
MEKANİZMASI
Uçucu yağların virüslere karşı etki yollarının antiviral özellik gösteren tıbbi bitkiler gibi ilk olarak,
viral inaktivasyon yani virüsün zar proteini ile etkileşerek konakçı içine virüsün girişine engel olarak;
ikincisinin konakçı hücredeki virüsün transkripsiyonunu durdurup çoğalmasını engelleyip virüsün
replikasyonu üzerine etkisi ve son olarak da immun stimulan mekanizmalarla nitrit oksit ve
süperoksit anyon benzeri doğal bağışıklık artırıcı ve antioksidan özellikleri ile de viral enfeksiyonların
sonucunda artan serbest radikallerden hücreleri koruyarak etkili olduğu düşündürmektedir, ancak
bu etkinin mekanizması hala tam olarak kesinleştirilememiştir (1–6).
Uçucu yağların antibakteriyel ve antifungal etkileri dışında antiviral özellikleri de araştırılarak
Epstein-Barr virüsü (EBV) üzerinde etki gösterdiği tespit edilmiştir (7). Melissa officinalis
L. ( Melisa) uçucu yağının herpes simplex virüs(HSV) üzerine antiviral etkisini incelemek üzere
Tip 1 ve 2 HSV’ye karşı inhibitör aktivitesi plak redüksiyon denemesi kullanılarak test edilmiştir.
Melissa officinalis uçucu yağı HSV-1 üzerinde % 64.8; ve HSV-2 üzerinde %3 9.9 plak
indirgenmesini sağlayarak antiviral aktivite göstermiştir (8). Origanum vulgare (kekik) ve
Syzygium aromaticum (karanfil) uçucu yağları uygulamasının HSV-1 zarfın yapısını bozduğu
elektron mikroskobunda gösterilmiştir (9).
Antiviral etkinlik üzerine yapılan çalışmalarda uçucu yağların zarflı virüslere karşı etkisinin daha
yüksek olduğu gösterilmiştir (8). Etki mekanizmasını belirlemek için viral enfeksiyon oluşumunun
farklı aşamalarında konakçı hücreye ve virüse ayrı ayrı uygulandığında elde edilen sonuçlar uçucu
yağların, zarflı virüsü serbest haldeyken, taşıyıcı hücreye tutunmasından önce veya tutunmaları
sırasında (konakçı hücreye nüfuz etmeden önce) gösterir (8,9). influenza virüsüne karşı uçucu
yağların etkinliğini inceleyen bir diğer in vitro çalışmada Cinnamomum zeylanicum (Seylan
tarçını), Syzygium aromaticum (karanfil), Eucalyptus globulus (okaliptus), Rosmarinus officinalis
(biberiye) ve Citrus sinensis (tatlı portakal) içeren uçucu yağ karışımının H1N1 virüsüne ait
protein üretimini engellediği gösterilmiştir (10).
Güzide Yazar Dişli
Uzm.Eczacı
İn vitro bir çalışmada influenza (H1N1)
virüsüne karşı Eucalyptus globulus
(okaliptüs) ve Citrus bergamia (bergamot)
uçucu yağı buharının 10 dakika; Cinnamomum
zeylanicum (Seylan tarçını), Cymbopogon
flexuosus (Limonotu), Lavandula
officinalis (Tıbbi lavanta) ve Pelargonium
graveolens (Itır) uçucu yağları buharının
ise 30 dakika içerisinde çok güçlü antiviral
etki gösterdiği tesbit edilmiştir (11). Aerosol
halindeki Eucalyptus globulus (okaliptüs)
ya da Melaleuca alternifolia (çay ağacı)
uçucu yağlarının 15 saniye boyunca
diffüze edilmesi havadaki influenza (H11N9)
parçacıklarını 15 dakika içerisinde inaktive
ettiği gösterilmiştir (12,13) .
Uçucu yağlar ve onların bileşimine giren
monoterpenlerin HSV-1 üzerinde antiviral
aktivitesinin değerlendirildiği bir çalışma
yapılmış, %88 ökaliptol içeren Eucalyptus
uçucu yağının aktivitesi saf ökaliptolle
karşılaştırılmıştır. Plak indirgeme yöntemi
ile önce HSV ve toksik olmayan maksimum
dozdaki droglar birlikte uygulanmış, uçucu
yağla plak oluşumu %96’dan fazla azalma
gösterirken saf ökaliptolle bu oran %
40’ın altında kalmıştır. Bu da uçucu yağda
bulunan minör bileşiklerin önemini
göstermektedir. Droglar konak hücreye
HSV girmeden önce ve girdikten sonra
eklenerek de aktivitelerine bakılmıştır.
Eucalyptus yağı viral enfeksiyondan önce
uygulandığında, ökaliptol ise viral penetrasyondan
sonra uygulandığında orta derecede
aktivite göstermiştir. Genel olarak
drogların HSV ile birlikte konak hücreye
inkübe edildiğinde yüksek aktivite göstermesi,
bunların viral zarfa engel olarak ya
da viral yapıyı maskeleyip konak hücreye
girişini engelleyerek aktivite gösterebildiğini
ileri sürmektedir (14).
Eucalyptus uçucu yağının antiviral aktivitesine
HSV-1 ve HSV-2 üzerinde plak indirgeme
yöntemi bakılmış. Toksik olmayan
konsantrasyonlarda uçucu yağ (%0.01)
HSV-1 titrelerini %57.9, HSV-2 titrelerini ise
%75.4 oranında azaltmıştır. IC50 değerleri
ise HSV-1 için %0.009 ve HSV-2 için ise
%0.008 olarak bulunmuştur (15). Ökaliptol
(1,8-cineol)’ün aktivitesi herpes simpleks
virüs tip-2 (HSV-2)’ye karşı in-vitro plak
indirgeme metodu ile değerlendirilmiş ve
antiviral etkinliği gösterilmiştir. Bileşiğin
aktivitesine in-vivo intravajinal HSV-2 fare
modellerinde de bakılmış ve önemli ölçüde
koruma sağladığı (P < 0.05) görülmüştür.
Ökaliptolün in vivo antiviral aktivitesi, in
vitro aktivitesine göre beklenen değerlerin
üzerinde çıkmıştır (9).
Monolayer Vero hücre kültürü kullanılarak
plak indirgeme metodu ile E. globulus uçucu
yağının HSV-1 üzerinde antiviral aktivitesine
bakılmıştır. %1’lik uçucu yağ ile herpes
simpleks virüs tip-1 (HSV-1) inkübe edilmiş,
HSV-1’in replikasyonunun tamamen
baskılandığı görülmüştür (16).
E. globulus uçucu yağının antiviral aktivitesi
adenovirüsün bir suşu için son nokta
titrasyon yöntemi ile ve kabakulak virüsün
bir suşu için plak indirgeme testi ile değerlendirilmiştir.
Eucalyptus yağı 0.25 µl
konsantrasyonunda kullanılmıştır. Uçucu
yağ kabakulak virüsüne karşı hafif antiviral
aktivite gösterirken, adenovirüse karşı
aktivite göstermediği saptanmıştır (17).
Bir başka çalışmada E. globulus uçucu
yağının sıvı ve buhar haldeki aktiviteleri,
influenza virüsüne karşı değerlendirilmiştir.
MDCK hücre dizilerinde H1N1
virüsleri ile (100, 50, 25, 12.5, 6.25, 3.125
µl/ml konsantrasyonlarında) seyreltilerek
inkube edilen uçucu yağ, plak oluşumunu
azaltmış, antiviral aktivite göstermiştir.
Uçucu yağ buhar halinde virüse sadece 10
dk uygulanması ile oldukça yüksek aktivite
göstermiştir. Buhar faz, influenza virüsünün
yayılıp enfekte olabilmesi için önemli bir
protein olan hemagglutinine (HA) karşı da
değerlendirilmiş ve viral HA aktivitesini
inhibe ettiği gösterilmiştir. Eucalyptus
uçucu yağının buhar haldeki aktivitesi sıvı
haline göre beklenen değerlerin üstünde
çıkmıştır (15).
Ökaliptol (1,8-cineol) içeriği yüksek uçucu
yağlara genel olarak baktığımızda (18)
Eucalyptus globulus % 65-75
Eucalyptus radiata % 65-80
RAvensera % 55-65
Myrtus communis % 40-50
Sineol tipi % 45-50
Rosmarinus officinalis
Nioli % 40-50
Laurus nobilis % 35-50
Lavandula latifolia % 25-35
Cok yakın tarihli hatta henüz ön değerlendirmede
olan bir araştırmada PIC sonuçları,
Mpro / okaliptol komplekslerinin hidrofobik
etkileşimler, hidrojen bağı etkileşimleri ve
güçlü iyonik etkileşimler oluşturduğunu
göstermesi nedeniyle okaliptol, COVID-19
Mpro inhibitörü olarak hareket etme potansiyel
tedavi potansiyelini temsil edebileceği
ve bağlanma yeri benzerliği okaliptolün
COVID-19 proteinazına etkili bağlanmasını
gösterdi (19) .
Eucalyptus globulus Ökaliptol (1,8-cineol)
içeriği en yüksek uçucu yağlar arasında
olması nedeniyle gerek havadaki virüsleri
hava hızla inaktive etme gerekse virüsün
konakçı içine girişine engel olarak; ayrıca
da virüsün konakçı hücrede transkripsiyonunu
durdurup çoğalmasını engelleyici
etkileri olduğu düşünülmektedir. Covid 19
virüsünün genel zarflı virüslerden çok farklı
özellikleri olduğu da göz önüne alınarak
virüse karşı koruyucu bir araç olarak
kullanılmasının daha detaylı incelenmesi
güncel gelişmelerin takip edilmesi önerilir.
Kaynakça:
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=
1207647806255134&id=242148849471706
24
PARASETAMOL
PARASETAMOL 25
PARASETAMOL
TARİH
PARASETAMOL
ARAŞTIRMA
Sadun DURAN
Eczacı
ÖNCESİNDEN
BİR ECZACILAR
ALMANAĞI
YIL
Ülkemizde bilimsel eczacılığın 181. Yıldönümünde yayımlanacak
dergimiz için benden bir yazı istendiğinde, aklıma Dededen kalma bir
Almanak düştü birden..
Ben daha doğmamış iken, babam Ecz. Gökhan Bey İstanbul Üniversitesi
Tıp Fakültesi Eczacılık Mektebi’nde okumaya devam eder iken, Eczacı
Mekteb-i Âlisi 1923 mezunu dedem Ecz. Sabit Bey memleketinde Eczanesinin
başında sağlık hizmeti verir iken..
Türk Eczacıları Birliği’nin kuruluşuna daha yedi yıl var iken, Ecz. Remzi
Kocaer hazırlamış bu Almanağı.
Eserin ilk sayfalarındaki “Bu Kitabı Niçin ve Nasıl Hazırladım” başlıklı
giriş yazısına “Yıl 1923, Eczacı mektebinin birinci sınıfında talebeyim”
diyerek başlar ve o dönemde stajını yaptığı Ecz. Nail Halit Tipi’nin
eczanesinde “kenar raflarından birinde üst üste, gelişi güzel istif
edilmiş” olarak gördüğü “Musavver Eczacı Nevsali” yani ‘Resimli Eczacı
Yıllığı’ndan söz eder Kocaer.
Toz içinde olan kitabı “hiç unutamayacağı bir merakla” açan Eczacılık
talebesi Remzi Bey, “kimbilir, günün birinde ben de, bu gibi eserlerde resmi
basılan bir eczacı olacak mıyım” diye düşündüğünü yazar ve devam
eder: “Gerçi, böyle bir eserde resmim çıkmadı amma, Allaha çok şükür,
eczacı oldum, ve tam 25 sene sonra, kıymetli bir üstadımın 36 yıl önce
başladığı esere, bugün ben çırağı, bir yenisini ilâve ediyorum.”
Yaptığımız araştırmada, bu Nevsal hakkında
bir internet sitesinde şu bilgilere eriştik:
“Musavver Eczâcı Nevsâli : Gerek Memâlik-i
Osmâniye ve gerekse Avrupa’daki eczacı
meşâhirinin fotoğraf ve terâcim-i ahvâliyle
eczacılığa ait fennî, içtimâî ve iktisâdî
mâlûmât-ı müfîdeyi hâvîdir.” Günümüz
Türkçesi ile, ‘gerek Osmanlı Ülkesinde,
gerekse Avrupa’daki ünlü eczacıların
fotoğraf ve anlatımlarıyla eczacılığa ait
bilimsel, toplumsal ve ekonomik yararlı
bilgileri içerdiği’ belirtilen kitabın 168 sayfa
olduğu ve İstanbul’da rûmi 1328, hicrî 1330
yılında, yani 1912’de basıldığı...
Nevsâl’in yayımlandığı 1912 yılındaki
eczane ve eczacı sayısına dair net bir
sayıya elimizdeki eserlerden ulaşamadık.
Baytop’un Türk Eczacılık Tarihi’ne göre,
1890 tarihinde İstanbul’da yaklaşık 265,
Anadolu’da ise toplam 78 (İzmir’de 40,
Diyarbakır’da 8, Bursa, Edirne ve Erzurum’
da 7, Adana’da 5, Erzurum’da 4, Trabzon’da
3 ve Konya’da 2 olmak üzere) eczane vardır.
Baytop eserinde 1900 yılında İstanbul’daki
Eczane sayısını ise 217 olarak verir. Almanak’
ın yayımından 50 yıl önce memleketteki
eczane sayısı 300 civarındadır.
Kocaer’in Türk Eczacılar Almanağı’nın
145-174. Sayfaları arası “Bu günkü
eczacılık-mevcut eczaneler ve eczanesi
olmayan kazalar”a ayrılmıştır.
Bu listede toplam 560 eczane yer alır. Elli
yılda eczane sayısının ikiye dahi katlanamamasının
nedeni, cumhuriyetin ilanının
ardından çıkarılmış olan 1927 tarihli
Eczacılar ve Eczaneler hakkında 964 sayılı
kanunla getirilmiş olan her on bin nüfusa
bir eczane sınırlamasıdır. Bu uygulama
1953 yılında kabul edilen ve bugün de bazı
değişikliklerle yürürlükte olan 6197 sayılı
yasa ile kaldırılmıştır.
Almanakta listelenen o tarihteki 64 ilin
üç tanesinde (Hakkari, Bingöl ve Tunceli)
eczane yoktur. 16’sında sadece il merkezlerinde
(Sivas’ta 5; Diyarbakır ve Trabzon’
da 4’er; Elazığ, Erzurum ve Kırşehir’de 3’er;
Burdur, Çankırı, Maraş, Mardin ve Siirt’te
2’şer; Ağrı, Bitlis, Muş, Rize ve Van’da 1’er
olmak üzere) eczane bulunmaktadır.
İstanbul toplam 156 eczane (3 tanesi
ilçelerde) ile ilk sırada gelmektedir. Onu 44
eczane ile İzmir (18 tanesi ilçelerde) izler.
Ankara’da 24 eczane (4 tanesi ilçelerde) ile
üçüncü sıradadır. Bu üç büyük ilin dışında,
sınırları içinde 10 ve üzeri sayıda eczane
bulunduran il sayısı ise 7 tanedir. İl merkezi
dışındakilerin sayısı parantez içinde olmak
üzere, bu iller ve toplam eczane sayıları
şöyledir: Bursa 18 (8), Balıkesir 16 (12),
Manisa 16 (12), Adana 15 (4), Konya 13 (6),
Gaziantep 11 (4), Zonguldak 11 (8), Aydın 10
(7) ve Eskişehir 10 (2).
İlimizin o tarihteki sınırları, gördüğünüz
listeden de anlayacağınız gibi bugünkü
Bartın ve Karabük illerini de içerir. Bartın’
daki 3, Karabük ve Safranbolu’daki 1’er
eczaneyi çıkartırsak, bugünkü il sınırlarımız
içinde 3’ü merkezde, 1’er tanesi de Kozlu,
Ereğli ve Devrek’te olmak üzere 6 eczane
olduğu görülür. Çaycuma’da o tarihlerde
eczane yoktur.
Zonguldak’ta serbest eczacılık ile ilgili,
Almanak’ta yer almayan ama kendi yerel
tarih araştırmalarımda ulaştığım bazı
bilgileri de sizlerle paylaşmak isterim.
Eczanelerle ilgili ulaştığımız en eski tarihli
bilgi, 1321 (1904) Kastamonu Salnamesi’
nde bulunur. Ereğli Kazası başlığı altında
yer alan “Merkez kazada (…), bir beledî ve
iki hususî eczahâne vardır.” cümlesidir bu
kayıt. O tarihlerde, Zonguldak biliyorsunuz
Ereğli’ye bağlı bir kaza statüsündedir ve
kazada eczane bulunmamaktadır.
Cumhuriyetin kurulmasından önce, 1922
yılında Büyük Millet Meclisi Hükümeti
tarafından yurdun birçok bölgesinde
yaptırılan Türkiye’nin Sıhhi İçtimai
Coğrafyası araştırmalarından Zonguldak
Sancağı’na ait olan, dönemin Sıhhiye
Müdürü ve Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Reisi
Dr. Abdullah Cemal tarafından hazırlanan
raporda ise, “Zonguldak’da biri belediyeye
âid diğerleri hûsûsî üç, Bartın’da hûsûsî
dört, Ereğli’de belediyeye âid bir ki, livâda
cem’an sekiz eczâhâne mevcûddur.
Devrek’de eczâhâne yoktur.” satırları geçer.
1904 yılında Ereğli’de çalışmakta olan
“iki hususî eczahâne”, ki büyük ihtimalle o
dönemde İstanbul’da Eczane sahiplerinin
çoğunluğunu oluşturan gayrımüslimlerden
birinin yanında mesleği öğrenerek gelmiş
olan Ereğli’li yerli Rumlara ait olabileceklerini
düşünüyoruz; 1922’de kapanmıştır.
Ereğli’de yeniden bir serbest eczanenin
açılmasına daha iki yıl vardır.
Remzi Kocaer’in hazırladığı Almanak,
yazarın giriş bölümünden sonra Eczacı
Kimyager Prof. Sarım Çelebioğlu, dönemin
Türk Eczacılar Cemiyeti Başkanı Hasan
Derman ve Ecz. Hüsnü Arsan’ın kısa birer
önsözüyle başlar. “Dünya ve Türk eczacılık
tarihine bir bakış” başlıklı 15 sayfalık bir
bölümün ardından ülkemizde eczacılık
eğitiminin gelişiminin anlatıldığı “Eczacı
okulu” başlıklı 10 sayfalık bir bölüm gelir.
Bunu 65 sayfa boyunca o dönemde geçerli
olan Eczacılık ile ilgili yasa ve yönetmeliklerin
verildiği kısım izler. Arkasından gelen
“Türkiye Eczacıları Cemiyeti” başlıklı bölümde
kısa bir Eczacı örgütlenmeleri tarihinden
sonra adı geçen cemiyetin nizamnamesi ve
gelmiş geçmiş yöneticileri verilir. “Bugünkü
Dünya Eczacılık Âlemine Bir Bakış” başlığı
ile yazar, “müracaat ettiği 40 devletin Eczacılar
cemiyetlerinden cevap alabildiği 13
devletin” eczacılık uygulamalarını anlatır.
Ardından yukarıda özetlemeye çalıştığımız
eczanelerin listesi gelir. “Türk eczacılığının
müstahzaratçılığı ve yerli laboratuarlar”
başlığı altında, o dönemde üretimde olan
tüm yerli müstahzarlar firma (ya da eczane)
bazında sırasıyla anlatılır.
26 PARASETAMOL
PARASETAMOL
27
Aralarında bugün de faaliyetini sürdüren
Abdi İbrahim, Biofarma, Atabay, Eczacıbaşı,
Haver, İbrahim Etem, Merkez, Mustafa
Nevzat, Münir Şahin gibi isimler, “Laboratuvar”
ya da “Kimya Evi” olarak almanakta yer
almaktadır. O tarihlerde ülkede henüz bir ilaç
senesine kadar devam eder. Bölümün sonunda,
1910-1947 yılları arası mezunlarının toplu
fotoğrafları da vardır. Bu bölümün ardından
gelen Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde
verilmiş Eczacılık Diplomaları örneklerinden
1945 tarihli bir diploma, ilginçtir ki bu yazının
hazırlanmasında kitabından yararlandığım
Hocam Prof. Baytop’a aittir. Reklam sayfaları
ile devam eden kitap, Almanağın bazı bölüm
ve İçindekiler kısmının İngilizce çevirisinin
bulunduğu kısımla sona erer.
Sabit Bey’in 1923 (hicrî 1341 / rumî
1339) tarihli Eczacılık Mektebi Diploması.
“Millet Meclisi Hükümeti” başlığını
taşıyan az sayıda diplomalardan.
fabrikamız, yoktur.
“Türk eczacılığının ecza depoculuğu”
başlığında, bugün bildiğimiz kadarıyla hiçbiri
çalışmaya devam etmeyen 24 tane ecza
deposunun bilgileri verilir. “Memlekette
mevcut ecnebi müstahzarat ve fabrika
mümessilliği” bölümünde de bazıları halen
üretimde olan yabancı firmalar, ithalatçı
bilgileri ve ithal edilen ilaçları ile birlikte yer
alır.
257. sayfadan itibaren Almanağın en uzun
ve önemli bölümü, “Türkiyedeki eczacılar”
başlar.
Önce ad, doğum tarihi, diploma numarası,
adresleri ve bazılarının fotoğraflarıyla
66 sayfalık alfabetik liste gelir. Ardından
“Mevcut eczacıların neş’et senelerine ğöre
listesi” 1889 (1305) senesi mezunlarından
başlayarak gene fotoğraflar eşliğinde 1948
Dedem Ecz. Sabit Bey’in de aralarında bulunduğu 1923 mezunları
70 yıl öncesinden “hoş bir seda” bu Almanak..
Cumhuriyetin ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik
Saydam’ın 1927’de söylediği “Eczacılık ne
un ticaretidir, ne üzüm ticaretidir, ne de sirke
ticaretidir; bir sanattır, bir ilimdir; hastaya
bakmak ilminin bir şubesidir. Bundan
dolayı eczane, hiçbir memlekette doğrudan
doğruya bir ticaret müessesesi telakki
edilmemiştir. Çünkü, bütün bir memleketin,
hepimizin hayat ve sıhhatine ait bir meseledir.”
sözünün hâlâ değerli olduğu günlerden..
Mesleğin ticaret ile sağlık hizmeti arasında
iyice sıkıştığı şu günümüzün global
dünyasında size küçük de olsa bir nefes
aldırabildiysek, ne mutlu..
KAYNAKLAR:
https://www.basinhayati.net/osmanli-basin-tarihinde-tek-sayi-yayimlanabilen-sureli-yayinlar-bibliyografyasi-1828-1928/
Türk Eczacılık Tarihi / Turhan Baytop / İ. Ü. Ecz.
Fak. Yayınları, 1985.
1869-1916 Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde
Ereğli / Sadun Duran / Post ve Post Yayıncılık,
2015.
28 29
PARASETAMOL PARASETAMOL
PARASETAMOL
ARAŞTIRMA
Atilla TOTOŞ
Eczacı - TEVOO (Butik Zeytin ve
Zeytinyağı Üreticileri Derneği ) Başkanı
ECZACI GÖZÜYLE
‘ZEYTİNYAĞI’
Dünyamız milyonlarca bilinmeyeni, keşfedilmesi
gerekeni büyük bir düzen ve ihtişamla yaşatmakta.
Dünya’da bir tek canlı var ki (ona da insan diyoruz) sebep sonuç
ilişkilerini kurarak yaşantısına şüpheciliği alarak her şeyi inceleyebiliyor.
Bulup ortaya çıkartıyor.
Her yeni zamanla eskiyor ve önemini yitiriyor. Bir süre sonra da adeta
tamamen unutuluyor, bir anlamda yok oluyor.
Aradan uzun zaman dilimleri geçtikten sonra bir gün birileri bu
olguyu tekrar hatırlayıp insan hayatına yeniden dahil ediyor.
İşte bu döngü içerisinde yine ve yeniden keşfedilen değerlerden
birisi de zeytin. Evet Zeytinin yağı yani zeytinyağı yeniden keşfediliyor
şu sıralar. Aynı zamanda birçok besin yeni bakış açısıyla yeniden
mercek altına alınıyor, detaylı bir şekilde inceleniyor.
Gıdalarımızın arasında bazıları açık ara ön plana çıkıyor.
Bilim insanları bu gıdaların en az 5 tıbbi etkiyi desteklenmesi
durumunda bu gıdalara süper food yani süper gıda adını veriyorlar.
Tabii süper gıdaların bu sıfatları alabilmesinin yolu tıbbi çalışmalardan
geçiyor.
Tüm dünyada 10-15 kadar bu özellikte gıdadan bahsedilirken yine
muhteşem bitki örtüsü ile Türkiye’miz dikkati çekiyor. Çünkü süper
gıda denilen gıdalardan birçoğu bizim ülkemizde yetişen bitkiler ve
zeytinyağı özellikleri süper food besin zincirimizde çoğu yer alıyor.
ZEYTİNYAĞI’NIN GENEL YARARLARI
Cep Herkülü - En Değerli Besin (SUPERFOOD)
1 - Antioksidandır : Bağırsakta oluşan ROS ve
Azot türlerini ( Nitrik oksit türevleri ) süpürür.
Oksistrelollerini ROS türlerini süpürür.
2 - Antiemflamatuardır : İL-6, İL-8 ve a gibi imflamasyon araçlarını
azaltır ve buna bağlı oluşan metabolik
hastalıkları ( diyabet ve obezite ) önler.
3 - Mikrobiyota Düzenleyicisidir : Firmikutis / Bakteroid oranını düzeltir.
4 - Yaşlanmayı Durdurur : OEA ( Alyoletanolamid ) ömrü uzatır.
Doygunluk hissi vererek çok ve sık sık
yemeyi engeller.
İştah hormonunu azaltır.
5 - Antimutajenik Etki : DNA hasarını önler.
6 - Kolestrol Düşürücü Etki : İçerdiği sistosteroller ( 683 - 2610/kg ZY )
Kolestrol emilimini azaltarak LDL’yi düşürür.
Ca, Mg ve Fe emilimlierini artırır.
Japon Parlementosu’nun Japon halkına sağlık desteği ZEYTİNYAĞI oldu.
Bilinen en eski zeytin bölgelerinden olan
Anadolu (ki 4000 yıldır kültürü yapıldığı
söylenmektedir) henüz bu gözde zeytinyağını
göremiyor. Çünkü bütün sıvı yağlar zeytinyağı
olarak adlandırılıyor. Bir diğer üzücü noktaysa
en çok taklit ve tağşiş yapılan gıdanın zeytinyağı
olması. Ancak bu yazımızda bunlara
değinmeyeceğiz.
Peki neyi konuşalım;
Tıbbi yani Fonksiyonel zeytinyağını konuşalım.
İşte bu noktadan zeytinyağını konuşmaya
başladığımızda bambaşka bir dünya karşımıza
çıkar. Olağanüstü renkli ve heyecanlı
bir dünya ile karşılaşırız. Zeytinyağının
küçük bileşenleri ile karşılaştığımızda ki,
bunlar büyük oranda on binde
5 ile %2 arasında değişkenlik
gösteren bir orandadırlar zeytinyağında.
Değişkenlik büyük oranda zeytin
çeşidine bağlı ve tabii ki işleme tekniğinden
hasat şekli ve hasat zamanı da oldukça
etkilidir. Tüm bileşenlerini mükemmel
yönetebilirsiniz karşınıza bilinenden çok
farklı bir ürün çıkar. Tıbbi aromatik bitkilerin
fonksiyonlarına sahip bir sabit yağ
ortaya çıkar, gerçek zeytinyağı çıkar
ortaya. Gerçek zeytinyağı ile tanışmış
olursunuz.
Hem tıbbi aromatik bitkilerin etkilerini
alabileceğiniz hem de ölçek ölçek kullanıp
yemek yapabileceğiniz harika aromalara
sahip bir değerler toplamıyla tanışırsınız.
Peki bu zeytinyağının içerisinde ne var ki bu
kadar kıymetli fonksiyonel bir ürün olabiliyor
sorusunu duyar gibiyim sizden. Bu soruyu
İspanyollar en çok sorup çalışmışlardır.
İspanya en çok çalışmayı yapmış olan
ülkedir şu ana kadar. Yağ molekülü
olmayan 1064 ayrı molekülü zeytinyağından
ayırt etmiş durumdadırlar. Şimdi incelenen
moleküllerden Birkaç tanesini sizlere de
aktarayım isterseniz.
Oleuropein; Dünyada üzerine en çok
çalışma yapılmış zeytin molekülüdür. Farklı
oranlarda meyvesinde, yaprağında, dalında,
köküne kadar zeytin ağacına ölümsüzlüğü
verdiği söylenen moleküldür.
Antibakteriyel, antifungal, Antiviral, antikanserojen
etkilere sahip olduğunu bildirilmiştir.
Hücrede oksidatif Strese karşı da
çalışmaktadır. Doku yenilenmesini desteklemektedir.
Oleocanthal; Zeytinyağında var olan mole-
küllerdendir. Sinir hücrelerinin rejenerasyonunu
tedavi edici etkisi çalışılmıştır.
Alzheimer başta olmak üzere birçok sinirsel
hastalıkta umut veren bir moleküldür.
Tirosol; LDL nin Antioksidan özelliğini
korumasını sağlayan bir antioksidan olarak
bildirilir. Bazı sinirsel hastalıklarda incelenmektedir.
Luteolin; Valerian dejenerasyonu ( sinir
hücresi dejenerasyonu ), Gliozis, Hipokinezi
(vücut kaslarının hareket yavaşlaması), kas
güçsüzlüğü (kaslarda yorgunluk güçsüzlük
bitkinlik) gibi durumlara en dik olduğu
bildirilmiştir.
Hidroksitirosol; Antioksidan özelliği ile ön
plana çıkar. Güçlü dayanıklı ve bilinen bir
zeytin molekülüdür. Raf ömrü uzun olması
istenen gıdalarda koruyucu olarak kullanılması
tartışılmaktadır. Hücrede kötü yağları mobilize
eder. DNA hasarlarını Önder ve apoptozu indükler.
Apigenin; Papatyadaki en bilinen bileşiklerdendir.
Zeytinyağında özellikle Memecik
zeytin çeşidinde görülür. Yatıştırıcı hafif
analjezik ve sedatif etkili olarak bildirilir.
Zeytinyağına çiçek aromaları hissini veren
moleküllerdendir. Kumarik asit türevleri
antikoagülan etkilidirler.
Kan sulandırıcı (antiagregan) kullananlara
zeytinyağı bu moleküllerden dolayı dikkatli
önerilir.
Squalane; Doğada en çok köpek balığı
karaciğerinde bulunur. Köpek balığını kanserden
koruyan moleküldür. Düşük yapılı
lipoproteinler ile birlikte tüm insan dokusunda
bulunur. Zeytinyağında yüzde 0.7 oranında
bulunurken ciltte %12’ ye kadar yükselebilir.
Ciltte birikmesi UV hasarlarına karşı koruyuculuğu
sağlar. Kanser tedavilerinde yardımcı
olarak incelenmektedir.
Zeytinyağı minör bileşenleri yani moda adıyla
polifenoller olağanüstü kombinasyonu ile
insan sağlığını birçok noktadan destekler.
Metabolizmanın bozulmasıyla ortaya çıkan
hastalıkların engellenmesinde ve tedavisinde
rol oynarlar. Özetle bağışıklık sisteminizi
destekler.
Neurodegenerative hastalıkları engelleyebilirler.
Metabolik hastalıklara karşı
etkilidirler.
Antienflamatuar etkileri çalışılmıştır.
Hipertansiyona karşı etkilidirler. Antimikrobiyal
etkileri vardır. Kardiyovasküler hastalıklara
karşı etkilidirler.
Zeytinyağının incelenmesi gereken özel
bir durum da şudur;
Covid-19 yani yeni tip Coronavirüs
saldırısında zeytinyağının minör bileşenlerinin
etkisi incelenmeye değerdir. Mukozal
yüzeylerimizin güçlü bir bariyer oluşturması
bitkisel yağlarla olmaktadır. Ayrıca
virüs ile savaşan savunma elemanlarının
virüslere fırlattığı elementer oksijen
dokuyu da harap etmektedir. Doku
hasarının engellenebilmesi için güçlü
antioksidanlara ihtiyaç vardır.
C vitamini bu amaçla önerilir. Ayrıca hem
virüs hem kinin türevleri kanın akışkanlığının
bozulmasından sorumlu tutulmaktadırlar.
Bu yüzden güçlü antiagreganlar
kullanılmaktadır. Zeytinyağı bu özelliklerin
tamamını karşılayabilir. Ayrıca doğru üretilmiş
bir zeytinyağı kusursuz yağ molekülleri
sunarak güçlü ve esnek hücre zarı sentezlenmesini
destekler, bu da hücreyi güçlü
kılar. Görülmektedir ki zeytinyağı içmek ve
polifenolleri belli bir konsantrasyonda
vücudumuzu almak sandığımızdan ve
bildiğimizden daha kıymetlidir.
Böylesine güçlü ve kıymetli bir ürünün
sağlıklı ve ya hasta olduğuna bakılmaksızın
insanlarımıza ulaştırılması ancak bu konuda
eğitimli kişilerle olmalıdır. Bu kişiler ise
farmakognozi eğitimi almış tek meslek grubu
olan ECZACILAR’ dır. Şüphesiz…
30 PARASETAMOL
PARASETAMOL
31
32
PARASETAMOL
PARASETAMOL 33
PARASETAMOL
ECZACI REHBERİ
HAZIRLAYAN
Ecz. Arzu Eroğlu ASLAN
Arzu Eczanesi/Kozlu
Dünyadaki toplam ağırlığı 1 gramı geçmeyen Covit-19 virüsü ailesi, 7.5
milyar insanın hayatında birçok şeyi değiştirdi. Bizim için önemsiz olan
birçok şeyin değerini anladık. Sevdiklerimiz ya da kendi hayatımızı
kaybetme korkusu ile uzun süre günlerimizi geçirdik. Ve bilim de çaresiz
kaldı. Bu yazının yayınlandığı tarihte de büyük ihtimalle aşısı hala
bulunmamış olacak. Virüse karşı tek silahımız kendi bağışıklığımız. Yani
yaratılışta bize hediye edilen savunma mekanizmamız. Bağışıklığımızı
güçlendirmek için birçok yol var. Sağlıklı beslenme, sağlıklı bir uyku ve iyi
bir psikoloji sağlıklı çalışan bir bağışıklık için yeterli ancak çoğu zaman bu
koşullar mümkün olmuyor. Bu yüzden dışarıdan takviye ihtiyacı doğuyor.
Virüs salgını sırasında birçok takviye önerileri yapıldı. Ekinezya,
Sambucus nigra, beta glukan, çinko, C vitamini ve D vitamini
bunlardan bazıları. Bunların içinden D vitaminin ayrı bir önemi var çünkü
yapılan araştırmalarda Covit 19 ‘dan ölen birçok hastada
D vitaminin eksik olduğu tespit edilmiş. Araştırmalar çoğaldıkça, tıpkı
bağırsaklarımızın öneminin anlaşılması gibi, D vitaminin de; Ca ve fosfor
metabolizmasından sorumlu olmasının ötesinde
vücudumuz için ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Kanser, diyabet, HT,
obezite, astım, bazı immun hastalıklar, kalp hastalıkları ve Alzheimer’a
kadar uzanan birçok hastalıkta D vitamininin
rolü var. Covid 19 ile birlikte ise bizim en çok yararlanmak
istediğimiz bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi.
Hücrelere patojen girdiğinde; vücudumuz
çeşitli mekanizmalar ile savunma sistemini
çalıştırır. D vitaminin bu sistemin çeşitli
aşamalarında rolü vardır. Aktif D vitamini
, savunma anında sitokin üreten T helper
(Th1) hücrelerinin çoğalmasını baskılayarak,
sitokin üretimini azaltır. Th1 hücreleri
normal şartlarda virüs replikasyonuna engel
olmaya çalışır ancak bağışıklık sistemi aşırı
çalışmaya başladığında, covid 19 pandemisi
süresince adını sıkça duyduğumuz, sitokin
fırtınası denilen, aşırı bağışıklık tepkimesine
sebep olur. Sitokin fırtınası aşırı enflamasyona
bağlı olarak, alveollerin içine sıvı sızması ve
akciğerin oksijenlenme kapasitesinin
azalması ile hastayı ölüm tehlikesine sokan
bir durumdur.
D vitaminin optimal dozları burada dengeyi
sağlar.
D vitaminin bir diğer rolü de hücrelerimizin
doğal antibiyotikleri olan katelisidinler ve
defensinler denilen proteinleri aktive etmesidir.
Bu antimikrobiyal peptidler vücudu bakteri,
virüs ve mantar enfeksiyonlarından koruyan
ve immun sistem düzenleyici etkileri olan ilk
savunma silahımızdır. Antijenik yanıta tepki
olarak dakikalar içinde sentezlenirler.
Bunların yeterli üretimi de, dolaşımdaki
yeterli 25(OH)D düzeylerine bağlıdır .
Eksikliği gibi, fazlalığı da zararlı olan
D vitaminini vücudumuzda optimal dozlarda
bulundurmak zorundayız. En güzel D vitamini
kaynağı güneşten, olabildiğince yararlanmamız
gerek, ancak bunun da bazı şartları var.
Koyu tenli olmak, ileri yaşta olmak , güneş
kremi ile güneşlenmek, karaciğer hastalıkları
, böbrek hastalıkları, yağdan fakir diyet ile
beslenmek, yeteri kadar deriyi güneşe maruz
bırakmamak, obezite ve bağırsak problemleri
D vitamininden yeteri kadar yararlanmamıza
engel olabilir.
Koyu tenlilerin daha uzun süre güneşte
beklemeleri gerekir çünkü melatonin
pigmenti doğal bir güneş koruyucudur. İleri
yaşta cilt inceldiği için D vit üretimi azalır.
Koruyucu faktörlü güneş kremleri UVB
ışınlarını engelledikleri için D vit sentezlenemez.
D vitamini yağda eridiği için safra
akımının azaldığı Kc hastalıklarında ve
yağdan fakir diyet uygulayanlarda emilimi
azalır, kc ve böbrek hastalıklarında
d vitamini aktif formuna dönüşemez. Obezite
D vitaminini yağ hücrelerinde hapsederek
kan dolaşımına salınımını azaltabilir.
Güneşin geliş açısı da D vitamininden
faydalanabilmemiz için önemlidir. En ideal
saatler 11.00-15.00 arasındaki saatlerdir.
Bu saatler arasında 15 dk, güneş koruyucu
krem sürmeden hafif kızarıklık oluşturacak
şekilde güneşlenmek, optimal D vitamini
almak için yeterlidir. (ortalama 1500-3000
IU) Sentez hemen başlamadığı için de 1-2
saat duş almamak gerekir. Bunun haricinde
pandemi sürecinde olduğu gibi evde kalmak
zorunda olursak, kapalı kıyafetler giyiyorsak,
yaşadığımız ülkeye göre güneşin geliş açısı
yetersizse, güneşe maruz kalmayı engelleyecek
bir işimiz varsa ve D vitamini sentezini
engelleyen ilaçlar kullanmak da eksikliğe
sebep olur. Bunlar Fenitoin , Karbamazepin,
Tamoxifen, Siklofosfamid, Klortrimazol,
Rifampisin, Deksametazon, Nifedipin,
Spironolakton gibi ilaçlardır. Bu yüzden
dışarıdan takviye D vitamini almak gerekir
ancak bunu da doktor kontrolünde, bilinçli
bir şekilde yapmalıyız. Çünkü böbrek
yetmezliğine kadar gidebilecek hiper - vitaminöz
durumu olabilir.
Ne kadar D vitaminine ihtiyacım var?
Her gün ihtiyacınız olan D vitamini miktarı
yaşınıza bağlıdır. Uluslararası birimlerde (IU)
önerilen miktarlar.
> Doğumdan 12 aya kadar: 400 IU
> 1-13 yaş arası çocuklar: 600 IU
> 14-18 yaş arası gençler: 600 IU
> 19-70 yaş arası: 600 IU
> 71 yaş ve üstü yetişkinler: 800 IU
> Hamile ve emziren kadınlar: 600 IU
D vitamini eksikliği riski yüksek kişilerin daha
fazla doza ihtiyacı olabilir. Bu dozların doktor
kontrolünde düzenlenmesi gerekir .
D vitamini Değer Aralıkları
25(OH) D düzeyi 20 ng/ mL’ den düşük ise D
vitamini eksikliği,
21 ile 29 ng/mL arasında ise D vitamini yetersizliği,
30 ng/ mL’ den yüksek ise yeterli düzey
(tercih edilen aralık 40-60 ng/mL) ve 150
ng/ mL’ den yüksek ise D vitamini intoksikasyonu
olarak kabul edilmektedir.
İnsanoğlu doğa ile barışık yaşamaya başlamadıkça,
doğaya ,diğer canlılara saygı
göstermedikçe; daha pek çok pandemik
olaylar yaşayacağımızı düşünüyorum. Bu
süreçte hepimiz bir şekilde mağdur olabileceğimiz
için hazırlıklı olmalıyız. En iyisi
vücudumuza iyi davranmak, bağışıklığımızı
korumak için de yaşantımızı bir gözden
geçirmek. Daha önceki yazılarda da
belirttiğim gibi ne yersek oyuz.
34 PARASETAMOL
PARASETAMOL
35
PARASETAMOL
RÖPORTAJ
Özel Röportaj
Hakan ÇINAR
Öncelikle sizi biraz yakından tanıyabilir miyiz?
Bize kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba. Adım Hakan ÇINAR. Bartın’lıyım. 27 yıldır
kamuda çalışıyorum. Türkiye’nin değişik yerlerinde görev
yaptıktan sonra 1997 yılında doğduğum kent Bartın’a
yerleştim. Halen burada yaşıyorum.
Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
İlk fotoğraf makinenizi ne zaman aldınız?
Sizce bir fotoğrafçı için kullandığı
fotoğraf makinesi ne kadar önemlidir?
İlk olarak fotoğraf değildi merakım. Daha çok resim
çizmeyi seven bir insandım. Aceleci ve tez canlı yapım
resim sanatının doğasına uyum sağlayamadı. Üretme
sürecinde her katman boyayı beklemek uykularımın
kaçmasına neden oluyordu.
Zihnimde yarattığım imgelerin bir an evvel ortaya
çıkmasını istiyordum. Bu süreç beni resimden
uzaklaştırdı. Aynı zamanda yaşamımın her evresinde
şimdilerde hobi olarak adlandırılsa dahi
bir uğraşı içinde oldum.
Bu kimi zaman yazınsal oluyordu kimi zaman sahnede
gerçekleşiyordu. Ama fotoğraf bakmayı seven bir yanım
hep olmuştu. Tanımadığım insanların aile fotoğraflarına
bakarken dahi türlü kurgusal hikayeler geçerdi aklımdan.
Lise son sınıfta bir Samsun ziyaretimde meşhur Rus
Pazarından bir fotoğraf makinesi edindim. Böylece
vizörden bakma aşkım başlamış oldu. Daha sonra bir çok
makinem oldu ama ilk makinem her zaman hem yoldaş
hem de sırdaş olarak yerini korudu bende.
Fotoğraf makinesinin önemine gelince, bunu cevaplamak
oldukça zor. Fotoğraf adına bulunduğunuz seviye, alım
gücünüz, verimli kullanıp kullanamadığınız, editöryal işler
yapıp yapmadığınız gibi birden fazla etken, makinanın
önemini belirler.
Fotoğraf çekerken dikkat ettiğiniz
unsurlar nelerdir?
Temelde yalnızlık. Yalnız olmayı ve yalnız hareket etmeyi
seven biriyim fotoğraf söz konusu olduğunda. Fotoğraf
çekmek yerine gözlemleme benim yaptığım. Hikayelerin
etrafında dolanma, ortak olma hali. Güzel bir kare için,
insani bir dürtü ile fotoğraf hırsızlık yapmayı sevmiyorum.
Tanık olmayı ve an’ı ( ki o an çok önemli ) görüntülemek
için yaşama ve yaşanılanlara saygılı olmayı tercih
ediyorum.
36
PARASETAMOL
PARASETAMOL
37
Örnek aldığınız, etkilendiğiniz veya
tarzı ile sizi kendine hayran bırakan
fotoğraf sanatçıları var mı?
Upuzun bir liste var sayabileceğim. Başta Salgado. Günlerce dur
duraksız bakabilirim fotoğraflarına. Yaşadığım dünyayı hem sevmemi
hem nefret etmemi sağlamıştır. Magnum Ajans fotoğrafçıları. Büyük
gözlerdir. Gerçek olanla gerçek olmayanın ince çizgisinde gezer
fotoğrafları. Son dönemde sevdiğim bir dostum da Magnum Ajansına
kabul edildi. Emin Özmen. İşlerini çok beğenerek takip ediyorum.
Ülkemizden ve dünyadan bir çok fotoğraf oluşumunu takip ediyorum.
Ki bunun bir fotoğraf gözü oluşmasında, öz olarak kendi çektiğim
karelere karşı eleştirel gerçeklikle yaklaşmamda çok büyük bir
önemi var.
Fotoğrafın hangi dalına daha çok ilgi duyuyorsunuz?
(portre, manzara...)
İki temel yaklaşım var benim fotoğraflarımda. Fotoğraf için sokağa
çıkmam. Fotoğraf makinesinin yanında çıkarım sokağa. Daima
yanımdadır makinem. Çağdaş sokak fotoğrafçılığı tutkunuyum. ‘’
Görüntü için gerekli koşul, görmedir “ demiş Janouch, Kafka’ya,
Kafka’da gülümseyerek yanıtlamış: “Biz nesneleri aklımızdan
çıkarmak için fotoğraflarız. Öykülerim gözlerimi kapamamın bir
yoludur. Fotoğraf sessiz olmalıdır: bu bir ölçülülük sorunu değil,
müzik sorunudur. Sokakta kaybolmayı seviyorum. İkinci yaklaşımım;
üzerinde çalışılmış, araştırmaları yapılmış, belirli zaman döngüsü
olan belgesel projelerini çalışmayı seviyorum.
Kamu çalışanı olduğunuzu söylediniz. Mesleğiniz yanında
böyle bir sanata gönülden bağlanmak mesleğinizi olumlu
veya olumsuz etkiliyor mu?
Bartın İl Tarım ve Orman Müdürlüğünde çalışıyorum. Mesleğim sahada
olmayı ve doğada çalışmayı gerektirdiği için fotoğraf yolculuğumu
her dönem desteklemiş ve beslemiştir.
Dijital fotoğrafçılığın, fotoğraf üzerindeki etkisi hakkında
düşünceleriniz nelerdir?
Fotoğraf gelişim açısından devinimlidir. Fotoğrafçı ise bu devinime
belki direnebilir ama karşısında duramaz. Fotoğrafçının gözü ve kalbi
dijitalleşmediği sürece ne ile çektiğinin önemi yok bence.
Sizi yakından takip etmek isteyenler size
nereden ulaşabilir?
İnternet sitem vardı. Ama işlerimin yoğunluğu yüzünden ilgilenemiyorum.
O sebeple askıya aldım. İnstagram @hakancinar hesabını
aktif olarak kullanıyorum.
38
PARASETAMOL
PARASETAMOL 39
PARASETAMOL
ARAŞTIRMA
SPOR
ECZACILIĞI
NEDİR?
Spor Eczacılığı, ulusal ve uluslararası alanda sporcuların gıda takviyesi ve
ilaç kullanımının takip edildiği, olası yasaklı madde kullanımına karşı kontrol ve
tavsiyelerin yapıldığı, sporcu sağlığına katkıda bulunan gıda takviye ve
performans ürünler tavsiye ve bilgilendirmesinin kişiye özel birebir
eczacıların danışmanlığında yapıldığı, sporcuları koruyan ve “temiz spor”
anlayışına değer katan bilimsel bir alandır.
Danışmanlık isteyen sporcunun bireysel
değerlendirilmesi çok önemli. Ön analizler ve
ölçümlerle desteklenen bu süreçte sporcuyu
dinlemek sorun ve hedefleri değerlendirmek
gerekir. Daha özel bir değerlendirme
isteniyorsa genetik profil tanımı ve buna
göre beslenme / gıda takviyesi önerileri
geliştirebilir.
Bu süreçte gerekli durumlarda Spor Hekimleri
ve Diyetisyenler ile kararlaştırılan bir
program dahilinde dönemsel takibe alınır ve
her seferinde yeni verileri işlenir. Kullanılan
takviye gıdaların güvenliği,temini, doping
etkileri ve kullanıma ait dozajlamaları Spor
Eczacısı tarafından yapılır.
Sporcu için Spor Eczacısı ve
Sporcu Eczane;
HAZIRLAYAN
Umut OCAKTAN
Eczacı
Dünyada ve Türkiye ‘de Spor Eczacılığı ;
Japonya ve İngiltere’ de o ülkelerin Sağlık bakanlığı ve Eczacı örgütleri
ortak sertifika programlarıyla Spor Eczacıları eğitilmektedir.
Ulusal ve uluslararası müsabakalarda bu eğitilen Spor Eczacısı kadroları
bire bir görev almakta ve medikal ekiplere destek hizmeti vermektedir.
JADA (Japonya Anti-Doping Ajansı) programı 2009 yılından beri ciddi
anlamda Spor Eczacılığı sertifikasyon programını yürüten dünyadaki
ilk ve en iyi örnektir.
2012 yılında Londra Olimpik Oyunları’ nda olimpiyat köyünde kurulan
eczane de bu alanda güzel bir örnektir. Organizasyon öncesi yetiştirilen
100 gönüllü eczacı, oyunlar boyunca tüm atletlerin reçeteli - recetesiz
ilaçlarını karşılamış, oluşturulan protokoller doğrultusunda yasaklı madde
uyarı ve bilgilendirmeleri yapmışlardır. Sporculara beslenme, kullandıkları
veya kullanmak zorunda kaldıkları ilaçlar ve/veya takviyeler
hakkında danışmanlık yapılmıştır.
Şu an ülkemizde Spor Eczacılığı farkındalık çalışmaları ilgili meslek birliğimize,
çeşitli üniversitelere sunulmuş bir proje halindedir.
Halihazırda bazı Eczacılık fakültelerinde yüksek lisans alanında tez çalışmaları
yapılmakta olup; yakın zamanda Medipol Üniversitesi’nde Spor Eczacılığı
sertifika programı başlatılmıştır.
Yakın gelecekte bu alanın eczacılıkta bir uzmanlık dalı olarak
yer alması için var gücümüzle çabalamaktayız.
Sağlıklı fit yaşam , suplement kullanımı
ülkemizde genç ve orta yaş gurubunda
fazlası ile rağbet görmektedir. Suistimale
açık satışları olan mağaza ve internet
sayfalarından sporcu; güvenli ürün alamıyor,
hatta zarar görüyor. Eczanenin farkı , ürünlerle
ilgili artı eksi her tür bilginin aktarılması yani
sporcunun gerçek danışmanlık almasıdır.
Bu çok önemli fark yaratan bir detaydır.
Spor salonlarındaki merdiven altı diyebileceğimiz
ürün satışları, gıda güvenliğini tehdit
eden muhafaza alanları ,yasaklı madde
kullanımları, yanlış antrenör ve arkadaş
yönlendirmeleri gibi sağlık tehlikesi oluşturan
bir alanda halk sağlığını korumakla görevli
eczacılardır. Sporcular için orijinal ürün, son
kullanma tarihi geçmiş ürün satışları, mevcut
ürünlerin saklama şartları gibi kaygıları
ortadan kaldıran temin noktaları olarak da
eczaneler önem kazanmıştır. Sektöre ürün
temini ve eğitimi konusunda destek olacak
şekilde geliştirdiğimiz sporcueczane projesi
bu alandaki açığı kapatmaya ve bu
sektörü eczanelere kazandırmaya var gücü
ile çalışmaktadır. Hali hazırda satış noktası
anlamında 1500 üzeri eczaneye ulaşılmıştır.
Bu alana ilgi duyan eczaneler tarafından
fazlası ile destek gören proje yakın zamanda
bu kategoriyi eczanelere taşıyacaktır.
Bir anlamda tersine göç başlatmış durumdayız.
Bu zamana kadar eczanelerde marka
değeri kazanan ürün/markalar belli bir
doygunluğa ulaştıktan sonra eczane dışı
pazarlara kaçmaktadır. Bu anlamda eczane
dışında gelişmiş bu alanı / pazarı şimdi
eczanelere taşıyoruz.
Biz ne yaptık / yapıyoruz;
Son 3 yıllık zaman diliminde Ecz. Ayşegül
Birlik ile beraber bireysel girişimlerimiz
ile eğitim programları organize ediyoruz.
Bu alanda gerek online gerekse sınıf
ortamlarında çeşitli şehirlerde, üniversitelerde
2000 üzeri eczacıya eğitimler verilmiştir.
Sporcu sağlığı ve supleman kullanımı
konularında eğitim alan eczacılarımız her
geçen gün artarak devam etmektedir.
Yakın gelecekte Spor Eczacılığı;
Spor Eczacılığı mesleğe değer katan bir
alan olarak gelecek vaad ediyor. Her sporcunun
ve aktif yaşamı seçen her bireyin
danışacağı kişi, işin uzmanı Spor Eczacıları
olacaktır. Böylece bireye özgü kaliteli ürün
ve danışmanlık hizmeti gelişecektir.
Kendini bilen her sporcu için vücudu değerlidir
ve vücuduna alacağı her suplemanın
güvenli ve etkin olmasını ister. İşte sağlıklı
performans gelişimi için Spor Eczacısı
hizmetinin önemi burada ortaya çıkıyor. İyiyi,
güvenliyi ve kaliteyi talep eden sporculara
uzmanlığımızı sunuyoruz.
Sporcu performans ürünleri ve gıda takviyeleri
eczacı rehberliğinde eczaneden alınır /
alınmalıdır.
40 PARASETAMOL
PARASETAMOL
41
PARASETAMOL
ARAŞTIRMA
PARASETAMOL
İÇİMİZDEN BİRİ
MARİANA
ÇUKURUNDAN
KALP
HASTALIKLARINA
Yüksek basınç altında su altı canlılarının yaşayabilmesini vücutlarında
bol miktarda bulunan TMAO bileşiği ile ilişkilendirmişlerdir. Bu sayede
ortaya çıkan TMAO üzerinde çalışmalara başlanmış ve insanların
plazma TMAO düzeyinin hatırı sayılır oranlarda olduğu görülmüştür.
TMAO düzeylerinin hipertansiyon, diyabet ve ateroskleroz gelişmesi
ile ilişkilendirildiği görülmektedir.
Ancak bu gibi hastalıklara mı neden olmaktadır yoksa bu
hastalıklar mı TMAO artışına sebep olmaktadır?
Ancak su altı canlılarının yaşamasını sağlayan TMAO bizi
ölüme sürükleyebilir mi?
İnsan vücudunda endojen TMAO üretimi yoktur. Ancak kırmızı et,
İncelenen literatürler hayvansal gıda kaynaklı TMAO’nun plazmada
artışının hipertansiyon, ateroskleroz ve diyabet ile direkt veya
dolaylı bir ilişkisi olduğunu destekler niteliktedir. Spekülatif olarak,
TMAO gibi metabolitlerin düzeylerini azaltan ve mikrobiyotayı
Sağlıksız diyet, olumsuz yaşam tarzı ve stresin bağırsak
florası üzerine doğrudan bir etkisi olduğu yıllardır
bilinmektedir.
Günümüzde bağırsak mikrobiyotasının önemi daha da
artmaya başlamıştır ve ikinci beyin olarak görülmektedir.
Son dönemde yapılan bazı çalışmalar bağırsak
mikrobiyota-kaynaklı bazı metabolitlerin kalp-damar
sağlığını olumsuz etkilediğini ileri sürmüşlerdir.
HAZIRLAYAN
Bu metabolitler
Tuba SARIBAŞAK
Eczacı
arasında trimetilamin N-oksit (TMAO) ön plana
çıkmaktadır. TMAO’nun tıp camiasında öneminin artmasına
neden olan durum ise son derece gariptir. Bilim
insanları Dünya’nın en derin noktası olan ve pasifik
okyanusunda yer alan Mariana çukuruna yani 10994
metre derinliğe özel bir kamera indirmiş ve bu noktada
bile bazı su altı canlılarının yaşayabildiğini görmüşlerdir.
süt ve yumurta gibi hayvansal gıdaların sindirimi sonucu bol
miktarda açığa çıkan kolin, lesitin ve L-karnitin bağırsak mikrobiyotası
tarafından trimetilamine karaciğerde ise TMAO’ya dönüştürülür.
TMAO böbreklerden itrah edilir bu nedenle plazmada düşük düzeyde
saptanır. Ancak, hayvansal gıda ağırlıklı diyetle beslenme, kronik
böbrek yetmezliği veya yaşla birlikte plazmada TMAO düzeylerinin
arttığı görülmektedir. Literatür incelendiğinde, plazmada artmış
hedef alan ilaçların yakın gelecekte kardiyovasküler hastalıklar
açısından riskli gruplarda klasik tedavilere ilave bir adjuvan
tedavi seçeneği olabileceği düşüncesi şimdiden akla gelmektedir.
Ancak bu konuda yapılan çalışmalar, günümüzde henüz başlangıç
safhasındadır.
42 PARASETAMOL
PARASETAMOL
43
Beyaz
Kedi...
Almanya’daki kuzenim İnkumu tepesindeki çöplükten getirmiş beyaz
kediyi. Kuzenimin izni bitince günlerce topal Ethem’in aralığında
bir aşağıya bir yukarıya gitti geldi beyaz kedi. On beş gün boyunca
yediği en kıyak mamaları uzandığı en yumuşak yastıkları aradı.
Kuzenimin evinin kapısını tırmaladı nafile.
Açlıktan halsiz düştü. Yürüyecek dermanı kalmadı... Enver abi fark
etti kediyi... Dükkândan bir hazır süt açtı. Döktü bir plastik kaba içine
birkaç bisküvi tanesi...
O günden sonra Enver abinin yolunu gözledi hep...
Peşinde dolaştı. Her gün karnı doyuruluyordu. İki evin arasında
güneşe karşı yatıp uzanıyordu ama bir türlü mutlu değildi.
Yeni hamisinin hep peşinde olmak istiyordu. Kucağına atlamak.
Sevilmek... İstiyordu ki yine başı okşansın... Peşinden birkaç kez
dükkanına geldi...
Piştttttt…
Demek ki içeri girilmeyecekti.
Dışarda kapının önlerinde bekledi Enver abinin gözlerine bakarak...
Bir iki kez daha şansını denedi...
Pişttttttttttt…
İbadoğlu emmim bide süpürge sapıyla kovaladı onu...
Günler böyle geçip gidiyordu...
Bir gün yine takıldı Enver abinin peşine... Onunla beraber
Murat’ın kahvesine kadar yürüdü. Kafayı uzatıp içerde king oynayan
Enver abiye miyavladı...
Miyav miyavvvv...
Murat arkada evden gönderilen sefer tasındaki kıymalı patatesi
yiyordu... İştahı yoktu o gün nedense... Keyifsizdi. Ziyan olmasın
diye kapıda bekleyen beyaz kedinin önüne döküverdi kıymalı
patatesi...
Beyaz kedinin yeni meskeni Murat’ın kahvesiydi ondan sonra...
Miyav da miyavvvvvv...
Öyle güzel miyavlıyordu ki...
Murat onun içeri girip çıkmasına da kızmadı...
İyice benimsedi beyaz kedi kahvehaneyi...
Bir gün tüm cesaretini topladı kapıdan geçti... Pişttt diyen yok.
Kışşşt diyen yokkk... Arkadaki koltuğun üstüne kuruldu... Yalandı
durdu... Uykusu geldi mırıl mırıl uyudu...
Kedi kahvenin gülüydü artık... Kediyle ilgili şakalar başladı...
Kedinin resimleri çekildi sosyal medyada paylaşıldı...
Kedinin kafasına şapka takıldı resmi çekildi... Kedinin önüne orta
şekerli kahve konuldu resmi çekildi... Kedi sobanın yanına
uzandı resmi çekildi... Kedi oyun masasında yancı oldu resmi
çekildi... Kedinin kuyumcu Mustafa ile, hastaneden Ender ile
Sonerlerle resimleri çekildi... Kedinin kahvenin müdavimleri
karakoldan polislerle resimleri çekildi...
Ben bile kediyle resim çektirdim... Kedi birden Murat’ ın kedisi
oldu...
Ufff... Kedi herkesin göz bebeği... Birden huyu değişti...
Kapı önlerinde ona buna miyavlayan kedi herkese yüz
vermemeye, önüne konan ekmekleri simitleri poğaça parçalarını
yememeğe başladı... Kediye salamlar, kediye karşıdaki
marketten sucuklar alınmaya başlandı. taki bir gece kedi
kahvehaneye uluorta defi hacet yapıncaya kadar..
HAZIRLAYAN
Murat’ ın midesi bulandı içi dışına çıktı kaptığı gibi süpürgeyi
kediyi kapı dışarı etti...
Murat’ ın içine iyice işlemiş olmalı ki günlerce kahvenin önünde
miyavlayan kediye yüz vermedi. Onu her gördüğünde süpürge
ile kovaladı...
Kedi baktı ki kabahati büyük kahvehanedeki mutlu günler sona
ermiştir... Kuyruğunu sıkıştırıp gene topal Ethem’in aralığına
döndü... Enver abinin önünü beklemeye başladı... Enver abide
eskisi gibi yüz vermedi beyaz kediye... Beyaz kedi geldi... Enver
abilerin dükkânın pencere pervasızdaki çıkıntıya oturdu...
Günlerce dükkândan çıkanlara dükkâna girenlere miyav dedi...
Murat her şey çay getirişinde daha bir içten miyav deyip umutla
gözlerine baktı...
Her seferinde pişşşşştttttttt... Kedinin resimlerini çekip murat
kediyi affetsin diye sayfamda yazılar yazdım... Muratta hiç yumuşama
yok... Sayfamı takip edenlerde ‘’Murat kediyi affetsin’’
kampanyama içten destek oldular...
Murat kahvesinin ortasına halt işleyen kediyi affetmedi...
Günlerim beyaz kediyle bakışarak geçti...
O karşıda cam önünde...
Ben camımın önümdeki masamda..
Beyaz kedi her gelene miyav dedi... kahveci Murat’ a özellikle
miyav dedi...
****
O gece epey yorulmuş olmalıyım ki sabah geç kalktım... belki
de nöbetçiydim...
Masamda otururken karşıda pencerenin önünde beyaz kediyi
göremedim... dışarı çıktım, aralıkta da yoktu...
Enver abinin yanına gittim, sordum:
Kedi nerde...
Yüzü asıldı... bir müddet konuşmadı...
Bir ufladı... Beyaz kediyi köpekler parçalamış bu gece dedi...
Çöpçüler alıp götürmüşler...
Dükkânın önünde, yolda hatta eczanenin bile önünde kan lekeleri
vardı...
*****
Beyaz kedi camın önünde yoktu...
Ecz. Arif EKMEKÇİ - Arif Eczanesi / Ulus
44
PARASETAMOL
PARASETAMOL
45
PARASETAMOL
İRANGEZİ
MEDENİYETLER BEŞİĞİ
‘İki şey hayatımızı karartır
Susacakken konuşmak,
konuşacakken susmak’
Şeyh Sadi-i Şirazi
HAZIRLAYAN
HAZIRLAYAN
“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla’’
Füruğ Ferruhzad
Tuba GÖKSU
Eczacı
Sibel KARA
Diyetisyen
Bir arkadaşınıza İran’a gideceğinizi söylediğinizde muhtemelen
aklınızı kaçırmış olduğunuzu düşünür. İran, insanlar üzerindeki
olumsuz algısının aksine ünlü tarihçi İlber Ortaylı’nın da sıkça
bahsettiği gibi Türkiye’den yurtdışına çıkıldığında ilk görülmesi
gereken yerler listesinde başı çekecek bir güzelliğe sahiptir.
Medeniyetler beşiği bu ülke, yüzyıllar boyunca pek çok
uygarlığa ev sahipliği yapmış, coğrafyasında birbirinden
değerli tarihi ve kültürel mirası barındırmaktadır.
İran’ın tarihine baktığımızda karşımıza ilk olarak milattan önce
7. Yüzyılda devleti kuran Medler çıkar. Milattan önce 6. Yüzyılda
Büyük Kiros Medlerin kurduğu bu ilk İran devletini yıkarak
uzun yıllar egemenlik sürecek olan Pers İmparatorluğu’nu inşa
eder. İran’daki mirasın çoğu bu dönemden kalma eserlerdir.
Perslerden sonra İran topraklarında Sasaniler, Safeviler, Kaçar
Hanedanlığı gibi pek çok devlet egemenlik sürmüştür. 1925
yılında Pehlevi sülalesi İran tahtına oturmuş ve bu süreç
1979’da gerçekleşen ‘’İslam Devrimi’’ ile son bulmuştur. 1935
yılında Rıza Şah’ın isteği ile ülke İran adını almıştır. Ayetullah
Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen devrim sonrasında yönetim
şekli değişmiş, İran İslam Cumhuriyet’i kurulmuştur. Şah
ve ailesi ülkeyi terk etmiş ve böylece İran’da yeni bir dönem
başlamıştır.
Güneybatı Asya’da yer alan İran, merkezi konumu nedeniyle
jeo-stratejik öneme sahiptir ve Ortadoğu’da önemli bir bölgesel
güçtür. Başkenti TAHRAN olan ülkenin diğer önemli şehirleri;
Türk şehri olarak anılan TEBRİZ, Persepolis antik kentine
ev sahipliği yapan ŞİRAZ, tarihi İpek Yolu’nun önemli
duraklarından biri olan İSFAHAN ve Zerdüştlerin şehri YEZD.
İran nüfusunun önemli bölümünü %60’lık oranla Farslar
oluşturur. Geri kalan nüfusun %15’i Türkler, %10’u ise
Kürtlerden oluşmaktadır. Resmi dili Farsça olan ülkede
konuşulan diğer diller Azerbaycan Türkçesi, Beluçca, Kürtçe,
Arapça ve Türkmence’dir. Para birimi İran Riyali olan ülkenin
anayasada belirtilen resmi dini İslam ve resmi mezhebi
Şiiliktir.
Bu yazımızda sizlere Büyük Pers İmparatorluğu’na başkentlik
yapmış olan Persepolis antik kentini ve Zerdüşt dininin
merkezi olan Yezd şehrini tanıtmaya çalışacağız.
>> YEZD
İran çöllerinin ortasında masallardan fırlamış bir şehir Yezd.
Hem ilginç mimarisi hem de Zerdüştlük dininin merkezi
olması sebebiyle İran’da mutlaka görülmesi gereken şehirlerin
başında geliyor. Bir çöl şehri olması sebebiyle susuzluk ve kum
fırtınalarına karşı önlem alınarak oluşturulmuş bir mimariye
sahip 5000 yıllık bu kent, çölün ortasında hayatın kaynağından
mahrum kalmamak adına uzak bölgelerden su getirmek için
herkesin hayran kaldığı su kanallarına sahip. Yerin metrelerce
altına kendi kendini soğutabilen su depoları inşa edilmiş.
Tarihin en eski soğutma sistemleri de yine burada
görebileceğiniz ‘badgir’ adı verilen rüzgar kuleleridir. Bu sistem
sayesinde insanlar çöl sıcaklarından ve kum fırtınalarından
kendilerini koruyorlar.
46
PARASETAMOL
PARASETAMOL 47
Yezd’de hala yaşayan bir inanç olan Zerdüştlük’ten bahsedecek
olursak, en önemli özelliği bilinen ilk tek tanrılı din olmasıdır.
Tanrılarını Ahura Mazda, kutsal kitaplarını ise Avesta olarak
adlandırıyorlar. Tapınaklarına da ateşgede deniyor. Bu dinin öğretilerinden
birisi; ‘’İyi düşün, iyi konuş, iyi ol ‘’. Dünyanın yaratılış
esansı olarak düşündükleri 4 elemente çok önem veren Zerdüştler
için en değerli şey her şeyi yakıp temizleyip adaleti sağlayan ateş.
Aynı zamanda günde 5 kere ateşin karşısına geçip dua ederek
ibadet ediyorlar. Havayı, suyu, toprağı ve ateşi temiz tutmak zorunda
hissediyorlar. Bu sebepledir ki ölülerini bile toprağa gömmek yerine
kuşların yemesi için sessizlik kulesi adı verilen yerlere bırakıyorlar.
Bu ritüel ise şöyle gerçekleşiyor. Ölü kişinin bedeni ailesi tarafından bu
yerlere getirilip önce 3 gün bir odada bekletiliyor.
3 gün içerisinde ruhun bedenden ayrılışının tamamlanacağına
inanıyorlar. 3 gün sonunda bir rahip ve ona eşlik eden yardımcısı ölüyü
kuleye götürüp kuşların yemesi için gözetliyor ve 2 ya da 3 hafta
sonra ölüden kalan kemikler bir çukura atılıyor. Şehri dolaşırken
yıllardır sönmeyen ateşin içinde bulunduğu Zerdüşt Tapınağı’ nı
ve artık kullanılmayan Sessizlik Kuleleri’ni görmenizi tavsiye
ediyoruz.
Şehirde görmeden ayrılmamanız gereken bir diğer adres Cuma
Cami. İran’ın en büyük camilerinden olan bu yapı aynı zamanda en
uzun minarelere sahip camilerin arasında sayılıyor. Olağanüstü güzellikteki
mavi çinileriyle ve kütüphanesinde yer alan kıymetli el yazması
eserleriyle görülmeyi hak eden yerlerden biri oluyor.
>> PERSEPOLİS
Dünyaca ünlü İran halılarının, meşhur üzümlerinden yapılan
şarapların, İran edebiyatının büyük şairlerinden olan Hafız-ı Şirazi ve
Şeyh Sadi-i Şirazi’nin memleketi; ŞİRAZ.
Tüm bunların yanında turistleri Şiraz’a çeken en önemli sebep
PERSEPOLİS, sadece İran’ın değil belki dünyanın en eski şehirlerinden
biridir. Bu antik kent tüm Pers kültürünün beşiği olarak görülür.
Yunanca Pers ülkesinin başkenti anlamına gelen Persepolis’e,
İranlılar mitolojik kahramanları Cemşid’in anısına Taht-ı Cemşid
adını vermişler.
gezip görebileceğiniz yapılardandır.
Yeni gezi rotalarında görüşmek ümidiyle keyifli okumalar dileriz..
Şehirde tarihi su kanallarından bahsetmiştik. Bunların en muhteşem
örneklerinden birini görmek için mutlaka Su Müzesi’ni ziyaret
etmelisiniz.
Birinci Darius zamanında başlanan şehrin yapımı rivayetlere göre
180 yıl sürmüştür. Yaklaşık 200 yıl altın çağını yaşayan şehir Büyük
İskender tarafından yağmalanıp yerle bir edilmiştir.
Büyük İskender’in bir zamanlar hapishane olarak kullandığına
inanılan Zindan-ı- İskender ve yine aynı meydanda bulunan 12 İmam
Türbesi de turistlerin ilgisini çeken noktalardan.
Ticaret şehri kimliğini korumuş ve değerli ipek halıları ile adından
söz ettiren Yezd’i gezerken tarihi çarşılarından alışveriş yapmayı,
tatlılarıyla meşhur olan şehrin baklavasını ve geleneksel ‘Guttab’
tatlısını deneyimlemeyi ihmal etmeyin.
Antik kente bir merdivenle girilir ve merdivenlerin bitiminde sizi
Tüm Milletler Kapısı karşılar.
Kentin güneyine doğru ilerlediğinizde Kral Darius’un halkı
huzuruna kabul ettiği Apadana Sarayı karşınıza çıkar. Saraya
çıkan merdivenler ve üzerindeki kabartmalar dikkatinizi
çekecektir. Kabartmalarda farklı milletlerden insanlar ellerinde
hediyelerle ve barış içinde resmedilmiştir.
Nakş-ı Rüstem ve Nakş-ı Receb de yine antik kent çevresinde
48
PARASETAMOL
PARASETAMOL 49
PARASETAMOL
BESLENME
Polifenollerin mikrobiyota kompozisyonu üzerine olan etkileri;
POLİFENOLLER
Polifenoller bitkilerin köklerinde, sebzelerde,
meyvelerde, çay , kahve, kakao, şarap gibi
bitkiselürünlerde yüksek miktarlarda bulunan
yapısında birden fazla fenolik grup bulunduran
biyoaktif besin bileşenleridir. Polifenoller antidiyabetik,
anti-inflamatuvar, anti-fungal, antimikrobiyal
ve antihipertansif etki göstererek
sağlığımızı olumlu yönde etkilemektedirler.
Mikrobiyata ve Polifenoller
Son zamanlarda mikrobiyata hayatımızda iyice önem kazanmıştır.
Beslenmemiz mikrobiyata komposizyonunu etkileyen
en önemli faktörlerdendir.. Mikrobiyota kompozisyonunun
beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak değişiklik gösterebileceği
ve mikrobioyota kompozisyonundaki değişikliğin
besin ögesi biyoyararlılığını etkileyebileceği yapılan araştırmalarla
ortaya konulmuştur.
1- Kolonda yaşayan yararlı bakterilerin üremesini uyarır.
2- Patojen bakterilerin inhibisyonunu sağlaması
3- Enterosit gelişimi üzerine olumlu etkilerinin olması
şeklinde sıralanabilir .
Kısacası polifenol içeriği yüksek olan
besinlerin kan şekeri regülasyonunun ve
hedeflenen vücut ağırlığı kaybının sağlanmasında
veya hastalıkla ilişkili olabilecek
komplikasyonların geciktirilmesinde olumlu
etki gösterme potansiyelleri olduğundan
beslenmemizde mutlaka bulunması
gerekmektedir.
Diyabet ve Polifenoller
Peki bu polifenollerden zengin besinler nelerdir?
Polifenoller hem mikrobiyal kompozisyonunu
hem de glukoz homeostazını ve insülin
duyarlılığını etkileyerek diyabetin önlenmesi
veya yönetiminin sağlanmasına katkıda
bulunmaktadırlar. Ayrıca polifenol içeriği
yüksek olan sebze ve meyveler posadan
zengin, enerji yoğunluğu düşük besinlerdir.
Bubesinler kan şekeri regülasyonunun ve
hedeflenen vücut ağırlığı kaybının
sağlanmasında veya hastalıkla ilişkili
olabilecek komplikasyonların geciktirilmesinde
olumlu etki göstermektedirler.
Polifenoller
Flavonoidler Katechinler
Flavanonlar
Flavanoller
Antosiyaninler
Flavonoid Olmayan polifenoller
Resveratrol
Kurkumin
Koumarin
Fenolik Asitler
Ellajik asit
Tannik asit
Gallik asit
Kaffeik asit
Gõda Kaynaklarõ
Yeşil,Siyah Çay,Üzüm,Kakao,Mercimek,Üzümsü meyveler
Portakal, Greyfurt, limon, mandalina, Zeytin, Zeytin Yağõ
Yeşil sebzeler,Elma,Soğan,Üzümsü meyveler, Zeytin yağõ
Çilek, Renkli meyveler, siyah üzüm, Şarap, Pempe zeytin
†zŸm zarõ, kõrmõzõ şarap, Çerezler(badem,ceviz vb.)
Zerdeçal, Hardal
‚ilek,Yaban Mersini, Kayõsõ,Kiraz,tarçõn, Meyan kškŸ
Ceviz,Çileki,Yaban mersini, nar, üzüm
Isõrgan, çay, ŸzŸmsŸ meyveler, Zeytin, Zeytin yağõ
‚ay, mango, çilek,soy, Zeytin, Zeytin yağõ
Yaban mersini, Kivi, Erik, kiraz, elma
Alara YEŞİLBAŞ
Diyetisyen
Unutmamalıyız ki hiçbir besin mucizevi değildir.
Bu yüzden tükettiğimiz porsiyon miktarına dikkat etmekte fayda var.
50 PARASETAMOL
PARASETAMOL
51
PARASETAMOL
ANNE-BEBEK
koşullarına çok fazla dikkat edilmesi
gerekiyor. Emzirirken maske takılmalı,
eller temizlenmiş olmalı. Pompa vs
HAZIRLAYAN
kullanılıyorsa sterilizasyon iyi sağlanmalı.
Pandemide gebelik takip aralıkları da
uzamış durumda. Doktorlar süreç dolayısı
ile gebeleri hastane ortamına sokmamak
Ecz. Merve KARAGÜZEL
için kontrole daha seyrek çağırıyor.
Gebelikte bazı önemli testlerin yapıldığı
haftalara (12, 16 ve 20.hafta) dikkat edilip
doktor ziyaretini aksatmamak gerekiyor.
Gebeliğin erken ve geç dönemlerinde
koronavirüsün anneden bebeğe geçtiği
hakkında kesin bir bilgi bulunmuyor.
sebep olarak görülmüyor. Bu semptomlardan
bir veya birkaçı mevcutsa maske
takılarak hastaneye başvuruluyor. İlgili
Telefon üzerinden hekim ile iletişim
sağlanarak da test sonuçları ve olası
sıkıntılar halledilebiliyor.
Dünyayı yerinden oynatan, sosyal ve ekonomik
dengeleri alt üst eden, yüksek sayıda ölümlere yol açan
yeni tip korona virüs, herkesi olduğu gibi hamileleri de
oldukça tedirgin ediyor. Söz konusu bebeklerinin sağlığı
olunca da haklı bir stres yaşıyorlar.
Özellikle hastalığın en sık görüldüğü ülke
olan Çin’de yapılan çalışmalarda; enfekte
gebeye ait amniyon sıvısında, kordon
kanında, yenidoğan bebeğin boğazından
hemen doğum sonrasında alınmış sürüntü
örneklerinde ve anne sütünde bu virüse
rastlanmamış. Yenidoğan korona virüs
vaka örnekleri mevcut ancak bu negatif
doktorun muayenesi sonrası eğer koronavirüs
pnömonisi bulguları var ise korona
virüs testi yapılıyor . Aynı zamanda
hekim gerekli görürse, düşük doz bilgisayarlı
tomografi görüntüleme yöntemine
başvurabiliyor. Tek bir kez ve karın bölgesi
korunarak yapılan tomografi çekimi,
bebekte olumsuz sonuçlara yol açacak
Sonuç olarak yeni tip koronavirüs
salgınını hayatımızın bir gerçeği olarak
kabul etmemiz ve uzunca bir süre yaşam
şeklimizi salgına karşı korunmalı olarak
değiştirmemiz gerekiyor. Yeterli önlemler
alındığında, gebelik süreci ve sonrası
korkulduğu gibi sıkıntılı geçmiyor.
Geçmişte yaşanan SARS ve MERS gibi korona virüs
ailesine ait diğer salgınlar gebelerde daha ağır seyretmiş,
düşükler ve erken doğumlar yaşanmış. Ancak
COVID-19 henüz yeni bir salgın olduğu için
hakkında çok az şey biliniyor. Bu belirsizlik sebebiyle
de hamilelerin normal kişilerden daha fazla tedbirli
olmasında fayda var.
sonuçlar itibariyle virüsün doğumdan
hemen sonra bulaştığı düşünülüyor.
Gebelik sırasında korona virüse karşı
alınacak önlemler diğer kişilerle aynı
yalnızca daha özenle uyulması gerekiyor.
Eller sık sık 20 saniye boyunca yıkanmalı,
yıkanamadığı zaman alkol bazlı el
minimum dozun bile altında oluyor.
Tüm bu muayeneler ve testler sonrasında
doktorlar enfeksiyonun ciddiyeti hakkında
fikir sahibi oluyorlar ve uygun takip-tedavi
buna göre planlanıyor. Anne ve bebeğin
genel sağlığını tehdit edecek bir durum
yoksa evde kendisini tamamen izolasyon
ile iyileşmesini beklemesi öneriliyor.
Şu ana kadar yaşanan süreçte; hamilelerde
topluma göre artmış bir duyarlılık mevcut
değil. Ama biliyoruz ki hamilelik döneminde
bağışıklık sistemi bir miktar zayıflıyor ve
hamilelik sebebiyle solunum sisteminde
değişimler oluyor. Viral solunum yolu
enfeksiyonlarına daha yatkın hale geliniyor.
Eğer enfekte olurlarsa hastalığı ağır geçirme
riskleri normal bireylere göre daha fazla.
antiseptikleri kullanılıp hijyene dikkat
edilmeli. Eller gözlerden, ağızdan ve
burundan mümkün olduğunca uzak
tutulmalı. Sosyal mesafeye dikkat edilmeli,
kalabalık ortamlara girilmemeli.
Mümkünse evden çıkmamalı, çıkıldığında
koruyucu maske takmalı . Dengeli beslenmeli
ve düzenli uyumaya dikkat edilmeli.
Hamilelik döneminde korona virüs ile
Durumun ciddiyetine göre de hastanede
tedavi ediliyor.
Hamilelerde sadece korona virüs olması
sezaryen ile doğum gerekçesi olarak
sayılmıyor. Virüse rağmen anne ve
bebeğin sağlığı iyi olduğu sürece normal
vajinal doğum beklenmesi gerekiyor.
Ancak annenin genel durumunda enfeksiyona
bağlı ciddi derecede sıkıntılar varsa
Bir diğer önemli nokta ise gebelerdeki hastalık endişesi.
Uzmanlar gebelerin hastalığa yakalanma stresi
sebebiyle düşüklerin ve erken doğumların
gerçekleşebileceğini söylüyorlar.
şüpheli bir temas söz konusu olduktan
sonra; yüksek ateş, öksürük, kas ağrısı
veya solunum sıkıntısı gibi bir semptom
yoksa 14 gün boyunca evden dışarı
çıkmamak gerekiyor. Sadece gebelik
o zaman sezaryen düşünülebiliyor.
Koronavirüs, annelerin emzirmesine
de engel olarak görülmüyor. Anne sütü
ile geçmiyor ama temas ile çok kolay
olması korona virüs testi için geçerli bir
bulaştığı için emzirme döneminde hijyen
52 PARASETAMOL
PARASETAMOL 53
PARASETAMOL
EDEBİYAT
HAZIRLAYAN
BAĞLANMAYACAKSIN
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince,
çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile
çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa,
kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi
davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri
sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak
“O benim” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan
bir şeylerin
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan,
renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın…
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın…
Ucundan tutarak...
Can Yücel
Duyduğumuz, gördüğümüz, düşündüğümüz, hissettiğimiz…
Kim olduğumuz, kiminle olduğumuz, nasıl yaşadığımız,
ne yediğimiz, ne içtiğimiz… Dünyanın büyüklüğü, insanoğlunun
küçüklüğü, doğanın azizliği, evrenin kutsallığı, Yaradanın varlığı…
Tüm üç ay boyunca belki de aklımızdan gelip geçenler…
Bazen konuşmak hem yetersiz kalır hem de gereksiz. Sadece
düşüncelerimize sığınırız. Var olmaya dair ürkütücü, distopik bir
süreç yaşadığımız bu dönemlerde ben de sizlerle yoldaşlık etmek
adına yukarıdaki Can Yücel dizelerini ve üç can alıcı kitap seçtim.
İşte onlar:
KARDERİN KIZI
Bundan önceki sayılarda Isabel
Allende’in bir romanını paylaşmıştım.
Bu sayıda yine aynı yazara ait “Kaderin
Kızı” adlı romanı seçtim. Bu roman
yazarın üçlemesine ait bir kitap. İster
sırayla okuyabilir isterseniz bağımsız
değerlendirebilirsiniz. Çünkü kurgu
ve kahramanlar tamamen bağımsız
hareket ediyor. Sırayla okuyacaklar
için:
1- Kaderin Kızı
2- Sararmış Bir Fotoğraf
3- Ruhlar Evi
Ecz. Seda KAZOKOĞLU
Seda Eczanesi / Kdz. Ereğli
Kitap oldukça sürükleyici. Elinize alıp kolay kolay bırakamayacağınız
türlerden. 472 sayfa ve Can yayınları tarafından çıkarılmış. Çevirisini
ise İnci Kut üstlenmiş.
Öykümüz 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında altın madenlerinin
keşfedildiği Şili’den Amerika’ya uzanan bir yolda geçiyor.
Başkahramanımız Eliza, bebekken Sommers kardeşlerin kapısına
bırakılır. Kardeşlerden Rose kötü sonuçlanan bir aşk macerasını
yeni atlatmıştır. Bu sebeple bebeği kendi bebeği gibi sahiplenir, ona
bakar ve onu büyütür. Gel zaman git zaman Eliza yetiştiği ailenin
gözbebeği olur. Fakat aşkın talihsiz kurgusu onu da hedef kabul
eder ve Eliza kendini ailesinin onaylamadığı bir ilişki içerisinde bulur.
Rose’den farklı olarak ise, Eliza, altın aramaya California’ya giden
aşkının peşinden bir maceraya atılır. Uzun, zorlu bir gemi yolculuğu,
bu yolculukta tanıştığı kişiler, yaşadığı olaylar, sonrasında yerleştiği
mekânlar ise hikâyenin en kıvam verici bölümleri.
Isabel Allende, çoğu kitabında olduğu gibi sadece ana
karakterine odaklanmıyor Kaderin Kızı’nda. Eliza’nın hayatına girip
çıkan insanları, uzaktan da olsa hayatının bir köşesine, bir şekilde
dokunan insanları da yakından tanıyoruz. Fiziksel olarak imgelediklerinin
yanında yazar, duygusal olarak da kimsesizliği,
kadın olmanın zorluklarını, kültürlerin kaynaşmasını, şiddeti,
ırkçılığı, acıma, dostluk, sevgi, fedakârlık, umut hislerimizi sorgulatıyor.
Isabel Allende, hem karakterlerini, hem hikâyeyi, hem de mekânları
öyle bir örmüş ki adeta yaşıyorsunuz okurken. Renkli bir üslup ve
uzun cümlelerle okuyucuyu hep elinde tutuyor hikâye. Anlatımda
kullanılan bilgece cümleler ise hayatı sorgulamanıza sebep oluyor.
İşte onlardan bazıları:
“Bilge kişi, hiçbir şey istemez, yargılamaz, plan yapmaz, aklını açık,
yüreğini huzurlu tutar.”
“Ne kadar çok şey öğrenirsen, ne kadar az bildiğini o kadar çabuk
anlarsın ...”
“Yılın mevsimine ve rüzgârın yönüne göre yiyeceklerini seçmeli,
yatağının yönünü değiştirmeli ve meditasyonunu yapmalısın. Böylelikle
her zaman evrenle aynı tınıda olursun.”
BUGÜN KALAN HAYATIMIN İLK GÜNÜ
Kitap kapağının güzelliğinin içeriğinin de
güzel olabileceği algısı ile seçilmiş bir
başka kitap sıradaki. İnsanın gerçekle
bağlantısını koparan, zihninizi pamuklar
üzerine taşıyan bir kitap adı değil mi
sizce de ?: “Bugün Kalan Hayatımın
İlk Günü” Kitabımız Yan Pasaj Yayınları
tarafından çıkarılmış. 304 sayfa ve
Gülşah Ercenk tarafından çevrilmiş.
Aslında kişisel bir gelişim kitabı. Fakat
yazar bunu öyle harika bir şekilde hikâyeleştirmiş ki, kitap roman
niteliği kazanmış.
Kitaptaki hikâyemiz bir yolculukla başlıyor. Başkahramanımız Maelle,
kanser hastası arkadaşı için alternatif bir tedavi yöntemi bulma
amacıyla Nepal’e doğru yola çıkıyor. Tabii ki kahramanımız bu
yolculukta aslında kendini buluyor. Fransa’daki yüzeysel, koşturmalı
ve lüks hayatını bırakıyor. Nepal yolunda karşılaştığı kişiler ve yaşadığı
olaylar adeta hayatını değiştiriyor. Maelle’nin ön yargılarıyla savaşını,
yeni doğrular inşa etmesini, gerçekleri ve bütünlüğü hissetmesini
izliyoruz bu kitapta. Anlatım oldukça naif. Sade, yalın bir dil kullanılmış.
İçerik de bir o kadar güzel ve başarılı. Tasvir edilen görüntüleri birebir
canlandırabiliyorsunuz gözünüzde. Öyle ki, siz de bir yolculuğa
çıkıyorsunuz.
Kitabın arka kapağındaki bir dipnot sanırım merakınızı doruk düzeye
taşımama yardımcı olacak: Tolstoy’un dediği gibi, “ Tüm muhteşem
hikâyeler iki şekilde başlar: Ya biri bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir
yabancı gelir”
Gerçekten bu hikâye böyle…
Ve yine kitap içinden bazı alıntılara yer vermek isterim:
“Hata yapmak, başarmak için gereklidir.”
“Bir şeyin bilincine varmak, buna hazır olduğumuzda saniyelik bir iş,
ancak yıllardır süregelen alışkanlıkları değiştirmek, doğaldır ki biraz
zaman alıyor.”
ESKİ SEVGİLİ
Ve üçüncü kitabımız Begüm Kovulmaz
tarafından çevrilen Alafair Burke’nin
yazdığı gerilim romanı niteliğindeki
“Eski Sevgili”. Kitap Beyaz Baykuş
yayınevi tarafından çıkarılmış ve 304
sayfa. Hemen konudan başlamak
istiyorum.
Kendi halinde bir yazar olan Jack Harris’in
karısı yıllar önce öldürülmüştür. On altı
yaşındaki kızı ile birlikte yaşayan Jack, bir gün sahilde koşu yaptığı
sırada eski karısını hatırlatan bir kadın görür ve oldukça etkilenir.
Jack’in en yakın arkadaşı birkaç gün sonra ona yardım etmek için
internetteki popüler bir eş bulma sitesine bu kadının detaylı bir
tanımını yazarak ilan verir. Olumlu cevap alan Jack tanışmaya gider
ve olaylar başlar. Kadın buluşma yerine gelmez ve aynı saatlerde üç
kişi öldürülür. Öldürülen kişilerden biri de yıllar önce karısını öldüren
kişinin babası olunca işler karışır. Cinayet Jack’in intikam şöleni gibi
görünür ve Jack tutuklanır.
Savunma avukatı ise yirmi yıl önce evlenmek üzereyken Jack’ı
aldatıp terk eden eski sevgilisidir. Avukat Olivia, Jack’in hem cinayet
işleyeceğine inanmadığı hem de yıllar önce ona yapmış olduğu
haksızlığı telafi etmek için bu davayı üstlenir. Fakat Jack’in aleyhine
deliller arttıkça suçsuz olduğundan şüphe duymaya başlar.
Oldukça sürükleyici bir gerilim romanı idi. Aslında sizi çok fazla
germiyor. Okurken sürekli bir merak içinde kalıyorsunuz ve bu da
nabzınızı hızlandırıyor?. Güzel bir kurgu ortaya konmuş. Geçmiş
ve gelecekle ilgili bir hesaplaşma yaşanmış ve bu gözler önüne
sunulmuş. Sonuç ise beklenildiği gibi tam bir ters köşe.
“Öyle çok yalan söyledim ki, kendime de yalan söylemeye başladım.”
“Herkes arada bir kötüdür.”
54 PARASETAMOL
PARASETAMOL
55
PARASETAMOL
SİNEMA
ÖZGÜN BİR TİYATRO ÇABASI
HALUK BiLGiNER
Tüm dünya bir sahnedir.
Yalnızca birer oyuncu olan
kadınlar ve erkeklerin
sahneye girip çıktığı.
Ve tek bir insanın
ömrü boyunca pek çok rol
oynadığı.
W.Shakespeare ( İnsanın Yedi Çağı)
Haluk Bilginer, ‘Oyunculuk benim hayatım’
diyebilecek kadar işini aşkla yapan nadir insanlardan.
Aldığı birçok ödüle geçtiğimiz aylarda
Uluslararası Emmy ödülünü de ekledi.
21 ülkenin katıldığı 47.Uluslararası Emmy ödül
töreninde, ’Şahsiyet’ dizisindeki rolü ile en iyi
erkek oyuncu seçildi. Ödülü, bir gün onun da
oyuncu olmasını dileyerek, kızı Nazlı adına alan
Bilginer, Türkiye’yi böyle bir başarı ile temsil
ediyor olmanın mutluluğunu yaşıyor.
HAZIRLAYAN
Ecz. Burcu ONAY
Burcu Eczanesi / Kdz. Ereğli
1954 İzmir doğumlu Haluk Bilginer’ in oyunculuğa
olan ilgisi lise zamanlarına kadar uzanıyor.
İzmir Türk Koleji’nde okurken, liseler arası tiyatro
yarışmasında ilk ödülünü aldıktan sonra, İzmir
Devlet Tiyatrosu’nda konuk oyuncu olarak görev
aldı.
1971’de Ankara Devlet Konservatuarı tiyatro
bölümüne kabul edildi.Okulun ardından, hep
tiyatrocu olmak istemiş öğretmen babasının da
büyük desteğiyle, 1977’ de İngiltere’de Londra
Müzik ve Drama Sanatları Akademisi’nde ‘ileri
tiyatro’ eğitimi gördü.
Uzun bir dönem İngiltere’de bir çok oyun,
müzikal ve dizilerde yer aldı. Eastenders(1985)
dizisinde ‘Kıbrıslı Mehmet’ karakterini
canlandırdı. The Phantom Of the Opera (1984)
müzikalinde ‘Joseph Buquet’ rolünde oynadı.
Haluk Bilginer, İngiltere’de geçen başarılı kariyerinin
ardından kendi deyimiyle ‘toprak çekti’
hissiyatı ile Türkiye’ye dönüş yaptı.1980’ de
akademiden hocası Ahmed Levendoğlu ile
birlikte ‘Tiyatro Stüdyosu’nu kurdu ve beraber
bir çok özgün tiyatro eseri sahnelediler.
1999’ da Zuhal Olcay ile birlikte ‘Oyun Atölye’sini
kurdu. Oyun Atölyesi, yeni oyunlar oynamaya
çalışan, iyi ve kaliteli içerik üretme derdinde bir
tiyatro. Shakespeare’in Türkiye’de yeterli sıklıkta
ve doğru çeviri ile oynanmadığına inanan
Bilginer, insanı anlatan ve tam da bu yüzden
yıllar sonra hala okunacağına inandığı yazarı
daha çok insanla buluşturmak için tiyatrosunda
her sene bir Shakespeare oyunu sahneliyor.
Shakespeare’in Türkiye’de yeterli sıklıkta ve doğru çeviri ile oynanmadığına
inanan Bilginer, insanı anlatan ve tam da bu yüzden yıllar
sonra hala okunacağına inandığı yazarı daha çok insanla buluşturmak
için tiyatrosunda her sene bir Shakespeare oyunu sahneliyor. Oyun
Atölyesinin 10.yıl şerefine sahneye koyduğu ‘7 Şekspir Müzikali’
yazarın bütün eserlerinden ve sonelerinden alınan bölümlerin
kolajıyla oluşmuş, müzikleri ve koreografisiyle özendikleri işlerden
biri olmuş. Oyunda ‘To be or not to be’ ,Can Yücel’in özgün Hamlet
çevirisi ile ‘Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin’ samimiyetinde
sunuluyor seyirciye.Müzikal, insanın yedi çağını; ergenlikle yaşlılık
arasında geçtiği birtakım durakları, yine o zamanlara uygun müziklerle
yansıtıyor. Atölye, 2020 yılında yine Shakespeare’den ‘Kral Lear’
oyunu ile sahnede olacak.
Haluk Bilginer ‘Histeri’ oyunu ile 1997 Afife ödüllerinde ‘en başarılı
erkek oyuncu’, Moliere’in ‘Cimri’ oyunu ile 2005 Afife ödüllerinde
‘en başarılı müzikal erkek oyuncu’, ‘Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü’
oyunundaki tanrı rolü ile 2006 Afife ‘Yardımcı Rolde En İyi Müzikal
Erkek Oyuncu’ ödülüne layık görüldü.
Her ne kadar kendini en iyi tiyatro ile ifade ettiğini söylese de, aynı
zamanda bir çok dizi ve sinema projesinde yer aldı.
1997’de Zeki Demirkubuz ‘un yönettiği ‘Masumiyet’ filminde
canlandırdığı Bekir karakteri ile türk sinema tarihinin unutulmaz
tiratlarından birine imza attı. Bilginer bu rolü ile 10.Ankara Uluslararası
Film Festivalinde ‘en iyi erkek oyuncu’, 34.Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ ödülünü aldı.
’İstanbul Kanatlarımın Altında ‘(1996), Nihavend Mucize(1995),
‘Harem Suare’ (1999) ’Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’ (2006),
Polis (2007) gibi filmlerle sinemada, Tatlı Hayat( 2001) daki İhsan
Yıldırım ve Ezel (2010) deki Kenan Birkan rolü ile televizyonda tanındı.
Aynı zamanda yurtdışında ’Half Moon Street’(1986), ‘Memories of
Midnight’ (1991), ‘Buffalo Soldiers’( 2001) gibi bir çok filmde rol aldı.
Son dönem dikkat çeken işlerinden biri de hiç kuşkusuz Nuri Bilge
Ceylan’ın 2004 Cannes Altın Palmiye ödüllü filmi ‘Kış Uykusu’.
Emekli olduktan sonra İstanbul’dan Kapadokya’ya taşınan eski
tiyatrocu ‘Aydın’ karakterini canlandıran Bilginer, Türkiye ‘deki aydın
kesime karakter üzerinden yapılan eleştiriyi çok dürüst ve samimi
buluyor.
Bilginer’e Emmy ödülünü getiren, başrolünü oynadığı son işi
Şahsiyet (2018), çağdaş edebiyatın öncü isimlerinden Hakan
Günday’ın senaryosunu yazdığı, Onur Saylak’ın yönetmenliğini
üstlendiği, dijital platformda yayınlanan bir mini dizi.
Bilginer dizide Kambura adli katip memurluğundan emekli ‘Agah
Beyoğlu’ karakterini canlandırıyor.Kedisi Münir ölünce Alzheimer
teşhisi konan Agah bey, yakın bir gelecekte yaptığı her şeyi
unutacağını öğrenince, kendince bir plan yaparak adaletin yerini
bulması görevini üstleniyor. Örgü ören,renkli çoraplı, nev-i şahsına
münhasır seri katil Agah bey’i merkezine alan hikaye ‘unutmak’
fiili üzerinden toplumsal hafıza kaybını arka fonda işliyor.
Haluk Bilginer ödül alırken yaptığı konuşmada ‘Lütfen içinde
bulunduğunuz toplumun bellek kaybı yaşamadığından emin olun’
vurgusu yaparak, kolektif bilince dikkat çekmişti.
Haluk Bilginer oyunculuğun tanımını yaparken, bu işin bir tekniği
olmadığını, tıpkı marangozluk gibi bir beceri gerektirdiğinin altını
çiziyor.’Bir şeyi oynarken mutlaka kendinizden bir parça bulmak
zorunda değilsiniz, yeri geldiğinde bir katili de oynayabilirsiniz ,ama
aynı zamanda oynadığınız kişi Hitler bile olsa onu severek oynamak
zorundasınız’ diyor.
Kendi dilinde ,kendi ülkesinde,kendini ifade edeceği bir alan
olmasının değeri açısından Türkiye’de tiyatro kurmuş olmayı hiç bir
şeye değişmeyeceğini söylüyor.
‘Benim işim tiyatro.Benim işim bir şey anlatmak,yazarın kurduğu
cümleyi sahneden seyirciye ulaştırmak’ diyen Bilginer, oynadığı
karakterlere kendi özgün yorumunu katarak ve onları bir anlamda
özgürleştirererek, alamet-i farikası ses tonuyla tüm duygu geçişlerini
izleyiciye yansıtan,derdi insanı insana anlatmak olan muazzam bir
yetenek.
Üstüne giydiği her rolü akılla,özveriyle,emekle hakkını vererek
oynaması onu ustalar sınıfının en başarılı üyelerinden biri yapıyor.
Onun için dünya, bir oyun sahnesi..
56
PARASETAMOL
PARASETAMOL 57
PARASETAMOL
MÜZİK
TÜRKİYE EUROVİSİON
DOSYASI:
2
“Pirates, high seas,
cautions, cannons
and potions
A sailor’s passion can
always
conquer the oceans
Sing with me
my children!”
Nitekim Demir Demirkan, Ozan Çolakoğlu ve
Sertab Erener üçlüsü stüdyoya kapanarak
o dillere pelesenk olan şarkı Everyway That
I Can’i sadece 2 saat içinde bestelediler.
Geriye kalan çok kısa sürede, sadece
bir hafta içinde gece gündüz çalışarak
koreograf Candan Baş önderliğinde kostüm
odaklı bir dans koreografisi hazırlandı.
Neredeyse hiç uyumadan, gece gündüz
çalışan ekip, 24 Mayıs gecesi gelip çattığında
artık tamamen hazırdı, birincilik geliyordu!
HAZIRLAYAN
Ecz. Mustafa Can ERDEM
Yeniden merhaba.
Bu yazıma başlamadan önce, bir önceki
Parasetamol dergisini yeniden okumak istedim.
Ne ironidir ki hepimiz istisnasız yazılarımıza
yeni yıl dileklerimizle başlamışız. Maalesef, yeni
yıl bize beklediğimiz sağlık, mutluluk ve huzuru
sağlayamadı. Tüm dünyayı etkisi altına alan
COVID-19 pandemisi ile başta biz sağlık
çalışanları olmak üzere, gencinden yaşlısına
hepimiz büyük bir özveri ile mücadele ediyoruz.
Kayıplarımızın acısını hissederek, tüm
kararlılığımızla mücadeleye devam ettiğimiz
bu savaşta, bir an bile rehavete kapılmadan
var gücü ile çalışan tüm sağlık çalışanı meslektaşlarıma
gönülden teşekkür ediyor ve kolaylıklar
diliyorum. Tarih bizleri yazarken, umarım cömert
davranacaktır.
Bir önceki sayımızda, Türkiye Eurovision Şarkı
Yarışması tarihine bir başlangıç yapmış,
“Seninle Bir Dakika” ile başlayan serüvenimizin,
ülkemizin Türkçe bir şarkı ile aldığı en yüksek
derece olan “Dinle” ye gelene kadar yaşadığı
gelişimden bahsetmiştim. Bu sayımızda ise
Sertab Erener ile birinciliğe uzanan yolculuğumuzdan,
yazımın başında sözlerinin bir
kısmına yer verdiğim son Eurovision şarkımız
“Love Me Back” e kadar uzanan maceramızı hep
beraber inceleyeceğiz. Avrupa Basın Birliği’nin
“tüm dünya halklarını bir araya getirmek”
düsturuyla yola çıktığı bu organizasyon, günümüz
pandemi koşullarında tüm dünyanın gerçekten
de hayatta kalmak uğruna bir araya geldiği bu
günlerde, belki de çok daha anlamlı olacaktır.
Bir Nevi Milli Bayram!: 24 Mayıs
2003
1997 yılında Şebnem Paker’in aldığı
üçüncülük derecesinden sonra, işler Türkiye
adına çok da iyiye gitmedi. “Unutamazsın”,
“Dön Artık”, “Yorgunum anla” gibi şarkılarla
katıldığımız, 1998-2002 yılları arasında,
ülke sıralamamız onunculuk ile on beşincilik
arasında gidip geliyordu. Gerçek bir başarı
için TRT nin radikal bir karar alması gerekiyordu.
Takvimler 2003 yılını gösterdiğinde, o yılın
Eurovision temsilcimiz Sertab Erener olarak
açıklandı. Bu haber tüm ülkede büyük bir
sevinçle karşılandı. Halihazırda 2003 yılında
Sertab Erener, kendine has ses aralığı ve
güçlü vokaliyle ülkenin en sevilen kadın
sanatçıları arasındaydı. Ancak şarkının
şekillenmeye başlaması ile sevinç yerini
tepkilere bıraktı. TRT’den aldıkları izin ile,
Eurovision’a ilk kez tamamen İngilizce
bir şarkı ile katılmak isteyen Sertab Erener
ve ekibi, toplumun her kesiminden ciddi
eleştirilere maruz kaldı. Konu ile ilgili Türk
Dil Kurumu “yanlış, üzücü ve kaygı verici”
açıklamasını yaparken, dönemin AKP
Samsun Milletvekili Suat Kılıç, konuyu
meclise taşıyarak Türkçe olmayan bir şarkı
ile uluslararası bir organizasyona katılmanın
doğru olmadığına yönelik açıklamalarda
bulunduysa da, TRT tarafından yapılan
“Eurovision Şarkı Yarışması bir pop müzik
yarışmasıdır. Uluslararası pop müzik
yarışmalarında en önemli unsur ülkelerin
kültürlerinin sergilenmesi değil iyi bir
performans sergilenerek birinci olmak ya
da ilk üç sırada yer almaktır.” açıklaması,
tartışmalara son noktayı koydu.
2003 Eurovision gecesinde, Sertab Erener
ve ekibi çok başarılı bir performans
sergileyerek hepimizi heyecanlandırdı.
Ancak rakipleri çok güçlüydü. Bir çok güzel
performansın arasında, Rusya ekibinin “Ne
Ver,Ne Boysia” ve Belçika ekibinin (Babam
bu konuda çok emin gibiydi.) “Sanomi” gibi
birinciliğe oynayan şarkıları, Sertab Erener ve
ekibinin işini epey zorlayacak gibi görünüyordu.
Nitekim öyle de oldu. Zor bir oylamanın
ardından son oyu verecek olan ülke Slovenya
oylarını açıklamadan önce puan tablosu şu
şekildeydi: Belçika 162 puanla ilk sırada,
Türkiye 157 puanla ikinci ve Rusya 152
puanla üçüncü durumdaydı. Slovenya
Belçika’ya üç puan verdi ve Türkiye’ye on
puan vermesiyle gecenin birincisi belirlenmiş
oldu.
Sertab Erener, tüm Türkiye’yi sokağa
döken Eurovision zaferinden sonra,
memlekette muzaffer bir komutan gibi
coşkuyla karşılandı. Taksim Meydanı’nda
binlerce insanla birlikte Everyway That I
Can şarkısını söyleyen ve devlet büyükleri
tarafından onore edilen sanatçı için artık
resmen yepyeni bir dönem başlamış oldu. O
güne kadar yalnızca azınlığın favorilerinden
olan Sertab Erener, artık kitlelerin takip ettiği
önemli bir müzikal figüre dönüşmüştü.
58 PARASETAMOL
PARASETAMOL
PARASETAMOL
59
layıp, finalde ülkemize ilk ikinciliği getirdiği
ki halen uluslararası müzik forumlarında
“Manga neden birinci olmadı?” sohbetlerinin
dönmesine neden olan, muhteşem
“We Could Be The Same” performansı
konuşulmaya değerdir. Elbette birinciliği
kazanan Almanya ekibinin Satallite
parçası da halen dillerden düşmeyen bir
şarkı olsa da, Manga ile sahne alan dans
sanatçısı Nathalie Marrable’ın robot kostümü
ile hayat verdiği post-modern sahne şovu,
Eurovision tarihimizde belki de en tekrar
izlenmeye değer şovlardan birisidir. Şu noktada
okumaya ara verip performansı tekrar
izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Sonun Başlangıcı
Büyük zaferden sonra, Türkiye adına yüzler
gülüyordu. 2004 yılında yapılan Eurovision
yarışması, yarışma kuralları gereğince
İstanbul’da yapıldı. Yarışmaya Abdi İpekçi
Arena ev sahipliği yaparken, yarışmanın
sunucuları Meltem Cumbul ve Korhan
Abay’ı ve yarışma öncesi muhteşem bir
şov gerçekleştiren Anadolu Ateşi ekibini de
anmadan olmaz. Yarışmada ülkemizi Athena
grubu “For Real” adlı şarkı ile başarıyla temsil
etti. Ukrayna Ekibi “Wild Dances” adlı şarkıyla
birinci olurken, Athena, 195 puan alarak
dördüncü oldu. Athena’nın aldığı 195 puan
bu güne kadar Türkiye’nin Eurovision’da
aldığı en yüksek puan olarak tarihe geçti.
Kazanılan büyük zafer ve ev sahipliğimiz,
Eurovision performanslarımızın kalitesinde
ve derecelerinde ciddi bir ivmeye yol açmış
gibi görünüyordu. 2005 ve 2006 yıllarında
nispeten başarısız sayılabilecek performanslar
ile katılmış olsak da , 2007 den, son
kez katıldığımız 2012 tarihine kadar Türkiye
hiç ilk 10’dan çıkmadı. Bu performanslar
arasında, Kenan Doğulu’nun sempatikliğiyle
gönülleri kazanan “Shake it up Şekerim”
performansı ve dördüncülüğü, benim şahsi
favorim Mor ve Ötesi’nin, “Deli” adlı Türkçe
bir şarkı ile kazandığı yedincilik, Hadise’nin
40 derece ateş ile sahne alıp , büyük özveri
ile sahnelediği performansı “Düm Tek Tek”
şarkısı örnek verilebilir.
Bütün bu saydığım şarkıların hepsinin kendilerine
has ortaya çıkış süreçleri ve hikâyeleri
olsa da, maalesef hepsini tek bir yazıda
anlatabilmek mümkün değil. Yine de bahsetmeden
geçemeyeceğim özel bir başarı daha
varsa, o da Manga grubunun 2010 yılında,
Eurovision yarı finalini birinci olarak tamam-
Takvimler 2011 yılını gösterdiğinde ise,
Türkiye Eurovision adına büyük bir talihsizlik
yaşadı. Yüksek Sadakat grubunun “Live it
up” parçası ile ülke tarihimizde ilk kez, yarı
finalde başarılı olamayıp, finalde yarışma
hakkı kazanamadık. 2012 yılında ise, o
dönemde oldukça küçük bir dinleyici kitlesine
sahip alternatif müzik sanatçımız Can Bonomo
temsilcimiz seçildiğinde, benim gibi kendisini
bilen, tanıyan insanları çok mutlu etmiş
olsa da, Yüksek Sadakat başarısızlığı sonrası
genel beklenti oldukça düşüktü. Ancak
kendisi çok başarılı bir sahne performansı
ile “Love Me Back” şarkısını seslendirerek
ülkemize yedincilik getirerek hepimizi sevindirdi.
2013’te TRT Genel Müdürlüğü Eurovision
Şarkı Yarışması’na katılmama kararı aldı.
Bıçak gibi cümle değil mi? O kadar başarı
hikâyesinin ardından, hiçbirimizin öngörmediği
bir durumdu bu. Gerekçe olarak
da yarışmada puanlama sisteminin adil
olmadığı vurgusu yapıldı. Yarışmanın
tarihinde 2000 li yıllar boyunca puanlamanın
izleyici tarafından yapıldığı, ancak 2011
tarihinden itibaren puanlamanın %50
izleyici, %50 juri oylaması şeklinde yapılmaya
başlanmasının, adil olmayan bir puanlama
sistemi olduğu söylenerek, yarışmaya
katılmama kararı verildiği açıklandı.
2013 Mayısında, ilk kez bir Eurovision
yarışmasını izleyemedim. Bir çoğumuz yarışmada
olmayışımızın burukluğuyla izlemeye
cesaret edemedi. Bir neslin bir araya gelip,
güzel şarkılar eşliğinde sohbet ettiği bir güzel
gece, elinden alındı. Elimizden alınan onlarca
şeyden sadece biriydi belki de, ancak
elimizden çok fazla şey almış olacaklardı ki,
2013 Mayısının sonunda tüm ülke genciyle
yaşlısıyla sokaktaydık. Sonunda usta şair
Turgut Uyar’ın da dediği gibi bizim bir
haziranımız, bir yıl kadar yetecekti dünyaya.
Yine de her yıl çıkan “Türkiye Eurovision’a
yeniden katılıyor!” sansasyonlarına, denk
geldikçe tıklamadan geçemiyorum. Çünkü
umudu var insanın, umutsuz yaşanmıyor.
2020 Eurovision Şarkı Yarışması malum
nedenlerce iptal edildi. Umarım başımızdaki
bu küresel pandemi felaketinden tamamen
kurtulduğumuzda, aldığımız derslerden bir
tanesi de, tüm insanlığın bir arada çektiği
acıları, yine hep birlikte mutluluğa çevirme
erdemi olur. Bunun gibi organizasyonların
niteliği ve sayısı artar, ve umarım bizler de
dahil oluruz. Bir sonraki sayımızda yeniden
buluşuncaya kadar, görüşmek üzere. Müzikle
kalın.
60
PARASETAMOL
PARASETAMOL 61
PARASETAMOL
MUTFAK
PARASETAMOL
BULMACA
SUDOKU
PORTAKALLI
KURABiYE
Malzemeler:
• 1 adet koyu renkli kalın kabuklu portakal
• 125 g oda sıcaklığında margarin ya da tereyağı
• 1 su bardağı toz şeker
• 2 adet yumurta
• 1 çay bardağı sıvı yağ
• 1 su bardağı damla çikolata
• 1 paket kabartma tozu
• 6 su bardağına yakın un
YAPILIŞI:
Damla çikolata, un, kabartma tozu hariç tüm malzemeyi
rondadan geçiriyoruz.
Unu ve kabartma tozunu yavaş yavaş ilave ederek kulak memesi
yumuşaklığında hamur elde ediyoruz.
En son damla çikolatayı ilave edip yoğuruyoruz.
Cevizden biraz büyük parçalar kopartıp elimizle yuvarlıyoruz.
Önceden ısıtılmış 180 derece fırında yaklaşık 30 dakika
(üzeri kızarana kadar) pişiriyoruz.
Afiyet Olsun...
HAZIRLAYAN
Ecz. Şule ABİR
Şifa Eczanesi / Kozlu
62
PARASETAMOL
PARASETAMOL 63
FOTOĞRAF: HAKAN ÇINAR