30.12.2020 Views

PARASETAMOL DERGI SAYI 15

17. BOLGE ZONGULDAK ECZACI ODASI

17. BOLGE ZONGULDAK ECZACI ODASI

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

2020 TEMMUZ | Sayı 15 T.E.B. 17. BÖLGE ZONGULDAK ECZACI ODASI

ISSN 2587-2575

Parasetamol

www.zeo.org.tr


Birlikte geleceğe...

Ecz. Ayşegül KARA

T.E.B. 17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası

Yönetim Kurulu Başkanı

Bayramınızı kutlar,

Sağlık, mutluluk ve

başarılar dileriz...

Merhaba sevgili meslektaşlarım,

Bu sıcak yaz günlerinde dergimiz ve şahsım adına yeniden sizlerle

beraber olmaktan çok mutluyuz.

Tüm dünyayı etkisi altına alan covid 19, Mart 2020 itibariyle ülkemizde

de can kayıpları ile birlikte kendini gösterdi. Çok hızla geniş

kitlelere yayılan bu virüs tüm alışkanlıklarımızı değiştirdi, özgürlüklerimizi

kısıtladı. Sevdiklerimizle aramıza mesafeler koydu.

Kronik rahatsızlığı olan ve 65 yaş üstü kişilerin yüksek risk altında

olduğu bilim kurulunca deklare edildi. Vefat sayılarının hızlı bir

ivme ile artmış olması bir takım önlemlerin alınmasını zorunlu kıldı.

Ülkemiz her anlamda zor bir sürecin içine girdi. Bulaş riski nedeniyle

okullarda uzaktan eğitime geçildi. Kamu kuruluşları ve bankalarda

da uzaktan çalışma dönemi başladı. Büyük şehirler ve Zonguldak’ta

iller arası seyahat yasağı getirildi. Zonguldak’ta vaka sayısının çok

olması sebebiyle il pandemi kurulunca daha katı tedbirler alındı.

İlçeler arası seyahat kısıtlaması da uygulandı. Sene başında sadece

dünyadaki gelişmeleri izlerken mart ayında biz de kendimizi bu

salgının içinde bulduk. Sinema filmlerinin senaryolarını hatırlatır

tarzda görüntülere şahit olduk. Vaka sayıları ve kayıp sayıları hızla

artarken bu sürecin askerleri tüm sağlık çalışanları oldu. Biz eczacılar

da tüm diğer sağlık çalışanları gibi en ön saflarda ettiğimiz eczacılık

yemininin hakkını vererek toplum sağlığı için çalıştık ve çalışmaya

devam ediyoruz. 30 bin eczane; eczacı ve eczane çalışanları ile

birlikte Covid 19 pandemisinde ilk günden beri büyük bir özveriyle

çalışmaktadır.

Pandemi süresince eczanelerimizde sağlık danışmanlığı hizmetimizi

sürdürdük. 7-24 kesintisiz ilaca erişimi sağladık. Bulaş riskini

en aza indirmek için eczanelerimizde bir takım koruyucu tedbirler

aldık. Hastalarımızın sağlığını en ön planda tutarak onlara oda

üyelerimizce hazırlanan kısa eğitici videolarla “maske kullanımı”nı

ve “eczanede dikkat edilmesi gereken hususları” hatırlattık. Bu

virüsü yenme aşamasında 3 vazgeçilmez kuralı eczanelerimizde

hazırladığımız bilgilendirme afişleriyle ve katıldığım görsel ve yazılı

basın duyurularıyla sürekli hatırlattık. ”Maske - mesafe - el hijyeni”

Eczanelerimize koruyucu gözlük ve maske temin ettik.

Eczanelerimizin bağlı bulundukları belediyelerle görüşerek

eczanelerimizi dezenfekte ettirdik. Mesai saatlerinde düzenlemeler

yaptık.

Covid 19 pandemisi sürecinde uzun yıllar unutamayacağımız bir

maske serüveni yaşadık. Pandemi başlangıcında piyasada bulmakta

zorlandığımız maskeyi hasta talebini karşılamak adına yüksek

fiyatla temin edip o fiyatlardan vatandaşa ulaştırdık, bir anlamda

talebe cevap verdik. Maskedeki fiyat artışı bazı art niyetli

kişilerce eczacı kamuoyuna mal edildi. Aynı şekilde dezenfektan

fiyat artışlarından da eczaneler sorumlu tutuldu. Böyle bir seferberlik

anında asli görevi toplum sağlığını korumak olan biz eczacıların

gönülleri kırıldı. Vatandaşın gözünde fırsatçı ilan edildik. Ticaret

müdürlükleri tarafından nerdeyse hergün denetlendik. Üzüldük.

Ama hep görevimizin başında olduk. Bu sebeple maske satışı

yasaklandıktan sonra gönüllü olarak vatandaşımıza en hızlı şekilde

ücretsiz maskeleri sistemin aksaklıklarına rağmen görev bilinciyle

ulaştırdık.

Pandemi boyunca eczacılarımızın ve eczane çalışanlarının yaşadıkları

sorunları yakından takip edip en hızlı şekilde çözüm yolları aradık.

Çözüm odaklı çalıştık, çalışacağız.

İller arası ve ilçeler arası geçişlerde odamız tarafından hazırlatılan

kimlik kartları eczanelerimizde ve eczane haricinde tüm işlerimizin

aksamadan devam etmesini sağladı.

Pandemi sürecinde planladığımız tüm etkinlikleri iptal etmek

durumunda kaldık. Ancak eğitimlerimiz online olarak devam etti.

Online eğitimlere gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler.

Bu süreçte kayıplarımız da oldu. Birinci basamak sağlık personeli

olarak verdiğimiz mücadelede kaybettiğimiz eczacı meslektaşlarımız

ve tüm diğer sağlık personellerine Allah’tan rahmet diliyorum. Onlar

tarihe sağlık şehitleri olarakyazıldı. Mekanları cennet olsun.

Pandemi süreci henüz bitmiş değil. Tedbiri elden bırakmamalıyız. Bu

dönem boyunca özveriyle çalışan tüm meslektaşlarıma ve eczane

çalışanlarına bir kez daha teşekkür ederim.

#eczacılargörevbaşında #birliktebaşaracağız #birizbirlikteyiz

Sağlıkla kalın….

PARASETAMOL 3



3

8

Başkandan

Ecz. Ayşegül KARA

Özel Röportaj

Ecz. N. Jale KARAATA

14

34

40

Eczacı Rehberi

Ecz.Arzu EROĞLU ASLAN

Araştırma

Ecz.Umut OCAKTAN

Sayı: 15 Tarih: TEMMUZ 2020

İmtiyaz Sahibi

17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası Adına

12

Bütünleyici Fonksiyonel

Beslenme

Dyt. Gizem SEVİN

Diş Hekimliği ve COVID 19

Prof. Dr. Sibel KOÇAK

42

Araştırma

Ecz. Tuba SARIBAŞAK

Başkan Ecz. Ayşegül KARA

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Ecz. Burcu Onay

16

Aromaterapinin Koruyocu ve

Olumlu Etkileri

Uzm. Ecz. Hülya KAYHAN

44

Eczacının Kaleminden

Ecz.Arif EKMEKÇİ

Grafik & Tasarım

22

COVID 19 Salgın Deneyimimiz

ve Yeni Normale Dönüş

Dr. Elif SARGIN ALTUNOK

18

46

Gezi

Ecz. Tuba GÖKSU - Dyt. Sibel KARA

Tel.: 90 372 316 47 00

info@aacs.com.tr

Baskı

24

Olaliptus...

Uzm. Ecz. Güzide YAZAR DİŞLİ

50

Beslenme

Dyt. Alara YEŞİLBAŞ

Tekses Ofset Matbaacılık Ltd. Şti.

Yönetim Yeri

26

70 Yıl Öncesinden...

Ecz. Sadun Duran

Özel Röportaj

Uzm. Ecz. Ahmet Nezihi PEKCAN

52

Anne - Bebek

Ecz. Merve KARAGÜZEL

17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası

Mithatpaşa Mah. Aziziye Cad. No: 123 Kat:4

Zonguldak

Tel.: +90 372 253 89 73

30

Eczacı Gözüyle Zeytinyağı

Ecz. Atilla TOTOŞ

54

Edebiyat

Ecz. Seda KAZOKOĞLU

Yayın Türü

Yaygın Süreli Yayın

Yazışma Adresi

6

Zerdeçal bay-pas ameliyatı geçiren

hastalarda enfarktüs riskini önleyebilir

Prof. Dr. Erdem YEŞİLADA

10

Bütünleyici Fonksiyonel Tıp Nedir?

Uzm Dr. Hakan GÜVELİ

Özel Röportaj

Hakan ÇINAR

36

56

58

62

Sinema

Ecz. Burcu ONAY

Müzik

Ecz. Mustafa Can ERDEM

Şule’nin Mutfağı

Ecz. Şule ABİR

parasetamol@zeo.org.tr

Tüm hakları

17. Bölge Zonguldak Eczacı Odası’na aittir.

Yazıların hukuki mesuliyeti röportaj

sahiplerine ve yazarlara aittir.

Yayımlanan yazı ve fotoğraflar

ZEO’nun ve yazarların izni olmadan

kullanılamaz.



PARASETAMOL

MAKALE

Deney hayvanları üzerinde yürütülen çalışmaların

sonuçları değerlendirildiğinde kurkuminoitlerin bay-pas

ameliyatından sonra yangıyı tetikleyen sitokinleri

baskılayarak kalp kasında hasarı önleyebileceği ve

bay-pas ameliyatları sonrası karşılaşılabilen ölüm riskini

azaltabileceği ileri sürülüyor.

Bu önbulguyu klinik olarak ortaya koymak amacıyla

yürütülen bilimsel kriterlere uygun (randomize, çift körlü,

plasebo kontrollü, prospektif) olarak Çin’de yürütülen bir

çalışmanın sonuçları yeni yayımlandı.

düşük oranda (%1) emilmesi. Bu bakımdan günde 15 gram

gibi yüksek miktarlarda verilmesi gerekiyor. Yaygın şekilde

bilinen karabiber (%1) tozu ilavesi ile kurkuminoitlerin

emilimi sadece iki misi artırılabiliyor; yani %2. Bu konuda

çözüm fitozom şeklinde hazırlanmış kurkuminoit taşıyan

kapsüller; 20-29 misli emilim sağlanabildiği klinik

çalışmalar ile kanıtlanmış. Bu şekilde uygulamanın

sadece kalp ve damar hastalıkları bakımından değil, özellikle

kanserlerin önlenmesi ve tedavisinde belirgin bir yararı

olduğu yapılan bilimsel çalışmalar ile ortaya konulmuş.

Zerdeçal

bay-pas ameliyatı geçiren

hastalarda enfarktüs

riskini önleyebilir

Uzakdoğu mutfağının en önemli baharatlarından

biri olan zerdeçal, aynı zamanda köri baharatının

temel bileşenleri arasında. Bir lezzet öğesi

olmasının ötesinde son 20 yılda yürütülen

bilimsel araştırmaların sonuçları insan sağlığı

bakımından önemini ortaya koyuyor. Dolayısıyla

tüm dünyada kullanımı giderek yaygınlaşıyor.

Zerdeçal köklerin içerisindeki temel etkili

bileşenler olan kurkuminoitler I-III (kurkumin,

demetoksikurkumin ve bisdemetoksikurkmin)’ün

en önemli etkisi farklı yolaklar üzerinden işleyen

yangı giderici ve antioksidan etki göstermesi.

Özellikle kurkuminoitlerin vücutta yangıya

yol açan önemli mediyatörler (siklooksigenaz-2,

nüklear faktör kappa B, lipoksijenaz ve

indüklenebilen nitrik oksit) üzerinde baskılayıcı

etkisinin bulunması nedeniyle kanserlerden

tutun kalp-damar hastalıklarına kadar geniş

bir yelpazede birçok hastalığın önlenmesi ve

tedavisinde etkisi bulunduğu bildiriliyor.

Çalışmada koroner arter bay-pas ameliyatı geçiren 121

hasta seçilerek izlemeye alınmış. Kurkuminoitler

karaciğerde metabolize olduğundan normalin iki

katından fazla bilirubin (olası kolesterik sarılık

riskine karşı) ve üç mislinden fazla karaciğer enzim

seviyeleri (alanin aminotranferaz, aspartat aminotransferaz)

olanlar çalışmaya alınmamış.

Deney grubu olarak ayrılanlara bay-pas ameliyatından

3 gün önceden başlayarak ve ameliyat sonrası 5 gün

boyunca 250 miligram kurkuminoit karışımı taşıyan

kapsüllerden günde 4 defa 4’er kapsül verilmiş.

Yani günlük uygulanan miktar 4 gram.

Çalışmada kurkuminoitlerin etkinliğini ölçmek için

uygulamanın başlangıcında, (yani koroner bay-pas

ameliyatı öncesinde) ve bay-pas ameliyatından 3 gün ve 5

gün sonra kan tahlilleri yapılarak C-reaktif protein (CRP) ve

malondialdehit (MDA) miktarları tayin edilmiş. CRP önemli

bir yangı belirteci, MDA ise oksidatif stresin bir göstergesi.

Sonuçlar istatistik yöntemler ile değerlendirilmiş. Sonuçta

ameliyat öncesi kanda CRP bulunmazken ameliyat sonra

3.günde kurkuminoitlerin CRP miktarını belirgin bir şekilde

baskıladığı, 5.günde ise ameliyat olmamış denekler ile aynı

seviyeye geldiği tespit edilmiş. Aynı şekilde MDA seviyesi

de ameliyat sonrasında çok etkin bir şekilde düşürülmüş.

Sonuç olarak gerek serum CRP ve MDA seviyeleri

üzerindeki bu etkiler ve gerekse zerdeçalın bilinen kan

sulandırıcı etkisine bağlı olarak bay-pas ameliyatları

sonrasında ölümcül bir sorun olarak karşılaşılan akut

miyokard enfarktüsü riskinin kurkuminoit uygulaması ile

belirgin bir şekilde önlenebileceği düşünülmektedir.

Bilindiği gibi zerdeçal içerisindeki kurkuminoitlerin

uygulanmasındaki en önemli sorun vücuttan son derece

Prof.Dr. Erdem YEŞİLADA

Yeditepe Üniversitesi

Eczacılık Fakültesi

6

PARASETAMOL

PARASETAMOL

7



PARASETAMOL

RÖPORTAJ

Özel Röportaj

N. Jale KARAATA

Sizi tanıyarak başlamak isteriz. Bize kendinizden

bahseder misiniz?

Merhaba, öncelikle derginizin bu sayısında bize yer verdiğiniz

için şahsım ve 36. Bölge Çanakkale Eczacı Odamız adına

teşekkür ederim.

Ben N.Jale KARAATA. 27 Mayıs 1953 Ankara doğumluyum.

Aile kökenim Malatya (Arapgir ilçesi). Asker çocuğu olduğum

için ülkemizin değişik yörelerinde ve illerinde ilk, orta ve lise

eğitimlerime devam ettim, değişik kültürlerde büyüdüm. Bunun

bana kattığı değerleri olgunlaştıkça daha iyi anladım, çocukluk

yaşlarında sık sık okul ve arkadaş değiştirmenin zorluklarını,

yıllar sonra biriktirdiğim tecrübe, dostluklar gibi kavramlarda

görünce şanslı olduğumuzu anladım.

Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde okudum. 15 yıl

Çanakkale Devlet Hastanesi Eczacısı, 5 yıl da Çanakkale

İl Sağlık Müdürlüğü Eczacılık Şube Müdürü olarak görev

yaptım ve emekli oldum .1999 yılından itibaren Çanakkale’de

Çanakkale Eczanesi olarak çalışmaya devam ediyorum.

Hayattaki ilk önceliklerim insan ilişkileri, sevgi, saygı ve

tebessüm oldu.Yaşantımda ailemi, işimi ve sosyal hayattaki

konumumu bir arada devam ettirmekten hep mutlu oldum.

Evli ve bir kız çocuğu sahibiyim. Kızım Gaye de eczacı olup ilaç

sektöründe çalışmaktadır.

Çanakkale Eczacı Odası olarak kaç üyeye sahipsiniz?

Bünyenizdeki komisyonlardan ve yaptığınız

faaliyetlerden bahseder misiniz?

36. Bölge Çanakkale Eczacı Odamız; 23.01.1996 tarihinde

kurulmuş olup, 203 üyesi olan bir odadır. Odamızın

kuruluşundan itibaren Denetleme Kurulu üyeliği, başkanlığı,

yönetim kurulu üyeliği, genel sekreterlik ve 12 senedir de oda

başkanlığı görevini yapmaktayım.

Ecz. N. Jale KARAATA

36. Bölge Çanakkale Eczacı Odası

Başkanı

Odamız bünyesinde 5 komisyonumuz mevcuttur;

1-SUT ve SGK Komisyonu: En yoğun çalışan komisyonumuz

diyebilirim. Her odada olduğu gibi üyelerimize SUT kurallarını

iletmek, anında değişiklikleri bildirmek ve SGK ile olan iletişimi

sağlamak, reçete iade ve kesinti konularında yardımcı olmak gibi

çalışmalar yapmaktadırlar.

2- Kamu Eczacıları Komisyonu: Kamuda çalışan eczacılarımızın

sorunlarını bizlerle paylaşmaları, zorunlu oda üyelikleri olmasa dahi

çatı örgütümüzün hepimizin örgütü olduğunu anlamaları ve sosyal

ilişkilerde birlikte olmamızı sağladığı için verimli bir komisyonumuzdur.

3- Deontoloji ve Denetleme Komisyonu: Bu komisyonda görev

alan arkadaşlarımız; zaman zaman unuttuğumuz veya gözden

kaçırdığımız etik kuralları hatırlatmak, uyarmak, eğitmek gibi görevleri

yaparak yönetim kurulumuza yardımcı olmaktadırlar.

4- Sosyal Etkinlik Komisyonu: Üyelerimizin özel günlerini (doğum,

düğün vb.) kutlamak, Eczacılık Haftası etkinlikleri, konser, söyleşi ve

geziler gibi işlere imza atarak bizlere keyifli anlar yaşatmaktalar..

5- Eğitim Komisyonu: Güncel konuları veya üyelerimizden gelen

talepleri değerlendirerek BEK, TEB, Eczacının Sesi ve bazı firmalar

ile üniversitemizden değerli konuşmacılarla kontak kurarak eğitimler

düzenlenmektedirler.

Pandemi sürecinde eczacılar olarak oldukça zor bir

dönemden geçtik. Bölgenizde ne gibi sorunlarla

karşılaştınız ve ne gibi çözüm yollarına gittiniz?

Pandemi döneminde eczacılığı değerlendirir misiniz?

Pandemi sürecince, evet eczacılar olarak zor bir dönemden

geçtik. Pandemi bitse de yıllar sonra aklımıza ilk gelen MASKE olacak,

roman yazılır, film konusu olur. Pandeminin ilk günlerinde doğal olarak

her vatandaş gibi ilk günlerde eczacılarımızda da kişisel panik

ve endişeler öne çıktı. İlk ölümlerinin eczacılardan ve doktorlardan

olması da bunu tetikledi.

Bizler yönetici olarak, eczacılarımıza, sağlık çalışanı olduğumuzu

önceliğimizin halk sağlığına hizmet etmek olduğunu, gerekli korunma

tedbirlerimizi alıp, danışmanlık yapmamızı, halkın paniğini ve

endişesini gidermede bizlerin sakin davranarak örnek olmamızı ve

korunma tedbirlerini anlatmamız gerektiğini anlattık.

54 Eczacı odamızın ayrı ayrı uygulamaları, paylaşımları ilk başta

üyelerimiz arasında dalgalanmalara, bizlere ve TEB’e karşı söylemlere

yol açtı. Eczane ve çalışanlarını mekan ve ekipman olarak tek

tip bir koruma formatına alamadığımız için eleştirildik. Biz ilimizde

serbest bıraktık. Naylon branda, şerit, banko kapatma vb. gibi kişisel

tercihlerini kullandılar. Oda olarak maske, siperlik, broşür, dezenfektan

etiketleri gibi destek sağladık.

Pandemi dönemini seferberlik gibi düşünüp, ettiğimiz eczacılık

yeminimize bağlı kalmaya özen gösterip, her şartta önceliğimizin

insan sağlığında hizmet için eczacıların da var olduğunu göstererek,

1.basamak sağlık kuruluşu olduğumuzu unutmadan canla başla

tüm eczacılarımız ülkemiz genelinde hizmet vermiş ve vermeye de

devam edecektir. Bazı kesimlerin biz eczacıları maske ve dezenfektanla

karaborsacı ve fırsatçı göstermesine karşılık halkımızın

çoğunluğu bizleri takdir etmektedir.

Eczacılarımız örgütlü ve bir arada olmanın öneminin

farkında.

Bu noktada siz mesleki örgütlülüğün bizlere neler

kazandırdığını düşünüyorsunuz?

Her zaman örgütlü ve bir arada olmanın gereğini savundum. Birlikte

olmak ve BİRLİKLE olmak güçtür. Ne diyeyim ‘’Bir elin nesi var iki elin

sesi var’’ atasözü en güzel örnek diye düşünüyorum.

Türkiye’de son yıllarda sayıları hızla artan eczacılık

fakülteleri nedeniyle yeni mezun sayısında yükseliş oldu.

Yardımcı eczacılık hakkında ne düşünüyorsunuz? Genç

meslektaşlarımızın sorunları neler?

Yeni Eczacılık Fakültelerinin açılışının acilen durdurulması gereklidir.

Türkiye’de hızla artan Eczacılık Fakülteleri nedeniyle yeni mezun olan

eczacı gençlerimiz ilk anda panik yaşadılar ve yaşattılar. Yardımcı

Eczacılık uygulaması gerekli ve faydalı bir uygulamadır. Yeni mezun

genç eczacılarımız ilk başta zaman kaybı gibi gördükleri uygulamayı

bir senenin sonunda gerekli ve çok faydalı diye minnetle teşekkürle

tamamlıyorlar. Yardımcı Eczacı almakta tereddüt eden eczacılarımızda

bu süreçten çok memnun olduklarını dile getirmeye başladılar.

Burada eksik olan maddi desteklerin olmaması. Genç meslektaşlarımız

gönüllü eczane bulamamaktan, istedikleri ile atanamamaktan

şikayetçiler.

Eczacılık mesleği son yıllarda büyük bir dönüşüm içinde.

Mesleğin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce

gelecek dönemlerde eczacıları neler bekliyor?

Eczacılık mesleğinin her konuda olduğu gibi dönüşüm içinde olması

doğal bir süreç. Dünya dönüşüm yaşarken bu kaçınılmaz. Biz eczacılar

dönüşüme ayak uydurmak için kendimizi sürekli güncellemeliyiz.

Eczacılık mesleği gelecekte ne kadar değişim geçirse de, sağlık için,

tedavi için insanlık için vazgeçilmez olarak saygın yerini koruyacaktır.

Mesleğimizin daha iyi bir konuma gelmesi için neler

yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Öncelikler neler

olmalı?

Mesleğimizin daha iyi yerlere gelmesi için; yeni açılan Eczacılık

Fakültelerinde akademik personelin yeterli kariyer ve ünvana sahip

olması kaçınılmazdır. Mezun olduktan sonra da sürekli eğitimlerle

yenilenmek, teknolojiye ayak uydurmak, sadece eczane eczacılığı

değil üretim aşaması, bilimsel çalışmalar ve makro projeler için

çalışmalar yapıp ilacın her alanında söz sahibi olmak gerekiyor diye

düşünüyorum.

Eczacılık mesleği dışında kalan zamanlarınızı nasıl

değerlendiriyorsunuz? Son okuduğunuz kitabı

öğrenebilir miyiz?:)

Eczacılık dışında bir kadın olarak ev hanımlığı, eş, evlatlık, annelik ve

anneannelik görevi gibi kutsal görevler yanında ayrıca örgü örmek,

kulüp faaliyetleri, arkadaş toplantıları yürüyüş gibi işlerle koşuşturarak

günler geçiyor.

En son okuduğum kitap Jose SARAMAGO‘dan ’KÖRLÜK’’.

Bana sizlerle olma fırsatı verdiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum . .

SEVGİLERİMLE..

8 PARASETAMOL

PARASETAMOL

9



PARASETAMOL

MAKALE

BÜTÜNLEYİCİ

FONKSİYONEL

TIP NEDiR?

HER ŞEY HÜCREDE BAŞLAR VE BİTER. Hayatı tehdit eden kronik hastalıklar

ve kanser vücudumuzda hücre düzeyinde İNFLAMASYON ( iltihabı reaksiyonlar

) ile başlar. Bu tehdit bakteri, virüs, radyasyon ve beslenme ile alınan katkı

maddeleri gibi dış kaynaklı ya da otoimmün hastalıklar gibi iç kaynaklı olabilir.

İnflamasyon her saniye hücreyi etkiler, yani vücudumuzda kontrol altında

tuttuğumuz düşük dereceli bir inflamasyon ve savaş vardır. (METAİNFLAMASYON).

Eğer bu inflamasyon, temizleme ve onarma kapasitemizi aşarsa, istenmeyen

yollara saparsa ve iltihabi sinyaller artarsa, hastalıklara davetiye çıkabilir.

Şimdi burada birlikte dikkatli düşünelim, NE DEĞİŞTİ? Evet, bazılarımız için

atmosfer daha kirli ve bazılarımızın çalışma koşulları halen sağlıksız.

AMA DAHA DERİNDEN DÜŞÜNELİM, EN FAZLA NE DEĞİŞTİ.

Her gün aldığınız ve tükettiğiniz besinler sizce artık ne kadar sağlıklı? Son yarı

yüzyılda giderek artan bir hızla, topraktan soframıza kadar, tüm beslenme

zincirinde kirlenme çok dikkat çekici bir duruma geldi. Ama sanki birileri bu

gerçekleri konuşmamızı istemiyor.

TOPRAK DEĞİŞTİ; Daha fazla ürün alırsın, aynı yıl içinde farklı ekersin dediler,

kandık.

GÜBRE DEĞİŞTİ; İçinde vitaminleri ve elementleri var dediler, daha iyi ürün

alırsın dediler, kandık.

TOHUM DEĞİŞTİ; Daha çabuk büyür, daha fazla ürün verir, bunu

kullanacaksın dediler, kandık.

Kimyasal, fungisid, amebisid, pektisid, antibiyotikler ve çok daha fazlası,

yapraklarda, kabuklarda, meyve gövdesinde ve hatta çekirdeğinde bile var.

Uzm Dr. Hakan GÜVELİ

İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı

Fonksiyonel Tıp Uygulayıcısı

Fitoterapi Uzmanı

www.iyilestiren.site

Modern tıp alanında hızlanan gelişmelere rağmen kronik

hastalıklar ve kanser görülme sıklıkları da halen tırmanışını

sürdürmektedir. Gelecek daha hastalıklı, kronik hastalıklardan

dolayı aktif ve hareketli yaşam için kısıtlı, daha fazla ilaç ve

yan etkiler riski altında. Yani bir anlamda aktif ve sağlam

yaşlanamıyoruz. Ayrıca daha keyifsiz ve mutsuz olabiliyoruz.

SİZCE GERÇEKTEN BU İŞTE BİR TUHAFLIK YOK MU?

Sağlık; ruhsal, psikolojik ve fiziksel iyi olma halidir. Fonksiyonel

ve bütünleyici tıp ( BFT ) tedavilerinde kişiye en uygun sağlık,

sağlıklı olmanın devamı ve aktif yaşlanma hedeflenir. Dolayısı

ile kişinin ihtiyaçlarını gözeten, fayda sağlayan ve kanıta

dayalı adımlar atmak gerekir. Amaç, bulgu ve belirtileri dinleyip

ilaç yazmak değil, problemi anlayıp köküne inerek onarmak

olmalıdır.

Herkesin bir hayat hikâyesi var. Herkesin bir yaşam tarzı ve

alışkanlıkları var. BFT yaklaşımında ilk adımlar, sizi siz yapan

ve etkileşimde olduğunuz tüm unsurlarla tanışmak ve sizi

detaylı bir şekilde tanımaktır. Hemen neyiniz var demek

yerine, detaylı bir tıbbi sorgulama yapmak öncelikli ve esastır.

Detaylı medikal özgeçmiş ve hikâyenizin dinlenmesi, beslenme

ve diyet alışkanlıklarınız, alışverişiniz, pişirme yöntemleriniz,

psikolojik ruh haliniz, vücut kas ve iskelet değerlendirmeniz ve

nefes dengeniz detaylı olarak incelenmesi önemlidir. Gerektiğinde

laboratuvar, radyolojik tetkikler ve bazı medikal işlemler,

kişiye özel planlanır.

BÜTÜNLEYİCİ FONKSİYONEL TIP ÖNEMİ

Bakım, sürekliliği olan iyileştirme üzerine kurulur.

Hastanın gereksinimleri ve değerleri önemlidir.

Kontrolün kaynağı hastadır ve ihtiyaçlar önceliklidir.

Yakınlık-alaka odaklı bakımı benimser

Tedavi ve korumada güncel ve tamamlayıcı metotları

birleştirir.

Bariyerleri kaldırarak kişinin doğal iyileşme cevabını

aktive eder.

Maliyetli ve girişimsel uygulamalardan önce doğal

daha az girişimsel olan metotları kullanır.

İyileşmeyi hızlandırmak için akıl, ruhsal, fiziksel ve sosyal

bütünüyle ele alır.

BFT tedavilerinde amaç, hastalıklardan kurtulma, kronik

hastalıkların remisyona girmesi ve iyileştirme hedeflidir.

SONUÇTA SAĞLIKLI OLMA VE İYİLİK HALİNİN DEVAMI

hedeflenir. Hem modern hem de tamamlayıcı tedavileri

birleştirerek, hastaların sağlıklı olmasına yardımcı olur. En az

girişimsel, en az toksik ve en az maliyetli yöntemlere odaklanmaktadır.

Bu tedaviler, bireyin fiziksel, duygusal, psikolojik ve

manevi yönleri de anlaşılarak ve dikkate alınarak önerilmektedir.

Yaşam kalitesini, kişiye özel en uygun sağlıklı haline

getirebilmek için, tüm kişiye (zihin, beden ve ruh) odaklanır.

Fonksiyonel ve Bütünleyici tıp her koşul için geçerlidir.

Fonksiyonel tıp, kronik hastalığı olan veya genel sağlık ve

sağlıklı yaşlanma isteyen her yaştaki hastalar için de geçerlidir.

BFT ile ilgili sağlık profesyonelleri, diğer tıbbi uzmanlık alanları

ile birlikte yakından çalışır.

Sağlıklı gıda ve egzersiz, sağlığın temelidir. Bununla

birlikte, nutrasötiklerin doğru kullanımı diyetinizdeki boşlukları

doldurabilir veya birçok hastalıkla ilişkili beslenme dengesizliklerini

giderebilir. ECZACILIK BİR SANATTIR. Nutrasötikler

ve diyet takviyeleri kullanımında azı karar, bir tık ötesi zarar

olabilir. Yani terapötik endeksi dardır. Ayrıca kronik hastalıklar,

kullanılan ilaçlar, besinler ile bu ürünlerin etkileşimlerini

bilmek ve her hasta için değerlendirmek son derece önemlidir.

Dolayısı ile BFT, sertifikalı, lisanslı veya eğitimli doktor ve

eczacıların tarafından bilimsel liyakatle yapılmalıdır.

Kaliteli içerikler ve yüksek üretim standartları kullanan

şirketlerden nutrasötikler temin edilmeli ve bunların sertifikaları

kontrol edilmelidir. Ürünler, katkı maddeleri ve allerjenler

içermemeli, yararlılıklarını en üst düzeye çıkaran dozlarda aktif

bileşenler içerdiğinden emin olmak için dikkatle seçilmelidir.

Kişiselleştirilmiş öneriler; terapötik diyetler, fonksiyonel

beslenme programları, egzersizler, reçeteli ilaçlar veya botanik

ilaçlar, takviyeler, detoksifikasyon programları ve stres yönetimi

tekniklerini içerebilir. Tercihlerinize ve ihtiyaçlarınıza bağlı

olarak; kanıta dayalı ve fayda sağladığı gösterilen eski

gelenekleri, osteopati ve kayropraktik hizmetleri, terapötik

medikal masaj terapileri, bütünleştirici psikoterapi, davranışsal

danışmanlık, vücut zihin terapileri ve psikodram atölye çalışmaları

gibi modern yaklaşımlar, sağlık planınıza eklenebilir.

Fonksiyonel tıp, sağlık profesyonellerinin birlikte uyum halinde

çalışarak, sadece bulgu ve belirtilerin tedavi edildiği değil,

hastalık oluşturan nedenlerin köküne inilerek sağlıklı olma

halinin hedeflendiği tıbbi hizmettir. Fayda sağlayan, iyileştirmeyi

hedefleyen, sağlıklı olma halini koruyan, kanıta dayalı ve kişiye

özel yaklaşım esastır.

Mümkünse tedavi edin ve düzeltin, ancak iyileşmeyi görmezden

gelirsek, tedavi muhtemelen uzun sürmeyecek veya tedavisi

olmayan başka bir hastalığa yol açacaktır.

İYİ BAKIM VE AZ İLAÇ, KÖTÜ BAKIM VE GÜÇLÜ İLAÇTAN

DAHA İYİ SONUÇ VERİR.

10

PARASETAMOL

PARASETAMOL 11



PARASETAMOL

MAKALE

BÜTÜNLEYİCİ

FONKSİYONEL

BESLENME

Bütünleyici, Fonksiyonel Beslenme Ne Demektir?

Her şey fonksiyonel tıpla başlar. Fonksiyonel beslenme,

fonksiyonel tıbbın güçlü bir köşe taşıdır. Fonksiyonel beslenme

vücudun dengesini sağlamak, besin eksikliklerini gidermek, sindirim

sistemini iyileştirmek, bağırsak florasını düzeltmek, hastalıkların

oluşmamasına ve ilerlememesine katkıda bulunmak ve daha fazlası

için yiyecekleri doğal bir ilaç olarak kullanır.

Bütünleyici fonksiyonel beslenme temel olarak bildiğimiz sağlıklı ve

dengeli beslenmeden çok daha fazlasıdır. Kişiye özel genetik

yatkınlık, çevresel etkiler, fizyolojik, psikolojik faktörlerin tümünü

inceler ve adımlarını buna göre hazırlar.

En uygun beslenme tedavisini sağlamak için tüm iç ve dış faktörler

göz önünde bulundurulur ve öneriler her bireyin kendine özgü

ihtiyaçları için kişiselleştirilir.

Fonksiyonel ve bütünleyici beslenme sadece karnımızı doyurmak ve

her zaman zevk almak için yapılan bir beslenme programı değildir.

Tam aksine sağlıklı olabilmemiz için besinlerden nasıl fayda

sağlanacağını öğretir. Kronik hastalıklara karşı koruyucu, tedavide rol

oynayan ve fayda sağlayan, sonrasında sağlıklı halimizi korumak için

besinleri nasıl ve ne şekilde kullanacağımızı öğretir. Besine sadece

bir yiyecek olarak bakmayıp ileri düzey beslenmeyi temel alarak

hangi besinin neresini , ne şekilde pişirerek veya saklayarak ne kadar

miktar ,hangi diğer besinlerle doğru zamanda tüketmemiz üzerine

yoğunlaşır. Yani bir besinden maksimum nasıl fayda sağlarız bize onu

öğretir. Bunu da hangi hastalık için hangi uygun beslenme tarzını

benimsiyorsak ona uygun olarak kanıta dayalı yapar.

Bütünleyici ,Fonksiyonel Beslenme

Tedavisinin Felsefesi : 3 Ana Odak Noktası

1. Hasta merkezli bakım

2. Kanıta dayalı ve bütünleştirici

3. Önleyici

Fonksiyonel beslenme, hastalığa değil hastaya odaklanır.

Fonksiyonel tıp ve fonksiyonel beslenme tedavisi, hastalığı teşvik

eden bozuklukların altında yatan nedene ulaşır.

Uygulayıcılar uygun klinik uygulama yönergelerini izler, ancak aynı

zamanda hastanın benzersiz klinik tablosuna da odaklanırlar.

Bu anlamda daha kişiselleştirilmiş.

Gerçekten hasta dinlenir ve hikayesi detaylı

biçimde öğrenilir.

Uygulayıcı hastayı keşif sürecine dahil

eder ve sadece hastanın ne yediğini değil,

fiziksel, psikolojik, genetik faktörleri, alışkanlıklarını,

laboratuvar değerlerini de dikkate

alarak, bütüncül olarak değerlendirilen

sağlığınızı en uygun hale getirmek için

kişiselleştirilmiş kişinin kendine özgü

ihtiyaçlarını karşılayan tedaviyi

uyarlar.

Fonksiyonel beslenme uygulayıcıları, normal

fizyoloji, biyoloji ve metabolizmayı

destekleyerek altta yatan birçok konuya

erken ulaşmayı amaçlamaktadır.

Bütünleyici fonksiyonel beslenmede ki

hedefimiz her hastanın ihtiyaçlarını en iyi

şekilde karşılamak için, kişiye uygun

alışverişten başlayan adımlarla tüketime

kadar her adımda tam bir beslenme planı

sunmaktır.

Her insan benzersizdir. Herkesin kendi

genetik yapısı, sağlık geçmişi ve yaşam tarzı

vardır. Beslenme planı da vücudunuza özgü

olmalıdır. Bizim bakış açımız ile fonksiyonel

beslenmeyi belirtilerin tedavisinde değil,

hastalıklara sebep olan nedenlerin köküne

inerek tam iyilik hali sağlamanın anahtar bir

parçası olarak kullanıyoruz.

Kişiye özgü ve bütüncül yaklaşımı olan

beslenme yöntemi, fonksiyonel ve

geleneksel beslenme arasındaki temel

farktır.

Bütünleyici Ve Fonksiyonel Beslenme

Nasıl Tedavi Eder?

Günümüzde artık biliyoruz ki tüm

hastalıkların sebebi vücudumuzda oluşan

bir inflamasyondur. Vücudumuzda en yaygın

bağışıklık sistemi bağırsaklarda bulunur.

İnflamasyonun kaynağı da çoğu zaman

bağırsaklarımızdır. Bağırsaklarımızın 2. beyin

olduğunu bilerek oradan beyine ve diğer

organlara gönderilen olumlu ve olumsuz

sinyaller sayesinde vücudumuzda ki birçok

süreç yönetilmektedir. Bu yüzden bedenimizi

ve bağırsaklarımızı iyi beslemeye

olan önem günden güne artmaktadır.

Fonksiyonel beslenme bağırsak flora desteği

vererek vücudumuzdaki iltihabı yükü azaltıp,

hastalıklarla savaşmada yardımı olacak ve

bizi daha sağlıklı hale getirecektir.

Fonksiyonel ve bütünleyici beslenmenin

amacı antiinflamatuar, akdeniz tipi ve

diğer birçok kanıta dayalı özel beslenmenin

olumlu etkilerinden yararlanarak vücudumuz

için besinleri ilaç haline getirmektir.

BFB KULLANIM ALANLARI

Karaciğer Hastalıklarında Beslenme ve

Diyet Tedavisi

›› Yağlı Karaciğer Hastalığı

›› Hepatitler

›› Kronik Karaciğer Hastalıkları

Sindirim Sistemi Hastalıklarında

Beslenme ve Diyet Tedavisi

›› Reflü, Gastrit ve Ülser

›› Şişkinlik ve Gaz

›› İrritable Bağırsak Sendromu

›› Ülseratif Kolit, Crohn Hastalığı

›› Divertikül Hastalığı

›› Besin Alerjileri

›› Besin İntoleransı

›› Çölyak Hastalığı

›› Buğday ve Gluten Hassasiyeti.

›› SİBO; İnce Bağırsak Aşırı Bakteri

Çoğalma

›› DİSBİYOSİZ; Bağırsak Flora Bozukluğu

›› Geçirgen Bağırsak Sendromu

›› Kolon Polip ve Kanserleri

›› Safra Yolu Hastalıkları

Metabolik Sendrom Hastalıklarında

Beslenme ve Diyet Tedavisi

›› Yüksek Kilo ve Obezite

›› İnsülin Direnci

›› Gizli Diyabet

›› Diyabet Hastalığı

›› Hiperlipidemi

›› Hipertansiyon

›› Kalp Damar Hastalıkları

Otoimmün Hastalıklarda Beslenme ve

Diyet Tedavis

›› Romatizmal Hastalıklar.

›› Cilt Hastalıkları; Alerji, Egzema, Sedef

›› Haşimato Tiroidit.

›› Diğer Kronik Otoimmün Hastalıklar

›› Kronik İnflamatuar Yanıt Sendromu

Stresle İlgili Sorunlar

›› Kronik Yorgunluk,

›› Fibromyalgia

›› Zayıf Konsantrasyon veya hafıza,

›› Sık Soğuk Algınlığı,

›› Endişe, Kaygı, Anksiyete, Depresyon ve

Panik

Özel Diyetler

›› Fonksiyonel Beslenme

›› Akdeniz Diyeti

›› Modifiye Akdeniz Diyeti

›› Vejeteryan ve Vegan Beslenme

›› Düşük Karbonhidrat Diyetleri

›› Düşük Enerjili Diyetler

›› Eliminasyon Diyetleri

›› Hipoallerjen Diyetler

›› 6 Food Eliminasyon Diyeti

›› İntolerans Diyetleri

›› Glutensiz ( Çölyak Diyeti ) ve Düşük

Gluten Diyeti

›› Laktozsuz Ve Düşük Laktoz Diyeti

›› Lifli Beslenme

›› Gaps Diyeti

›› Dash Diyeti

›› Paleo Diyeti

›› Ketojenik Diyet

›› Açlık Diyetleri Ve Aralıklı Açlık Diyeti

›› Fod-Map Diyeti

›› Antiaging Beslenme

›› Zone Diyeti

›› Atkins Diyeti

Zayıflama Programları

Kronik Hastalıklar İçin İleri Düzey

Beslenme

›› İnsülin Direnci ve Diyabet İçin Özel

Gelişmiş Beslenme

›› Kabızlık İçin Lif İçerikli Mikrobiyom

Diyeti

›› Gaz Ve Şişkinlikte Fonksiyonel

Beslenme

›› İbs İçin Fod-Map ve Kişiye Özel Gelişmiş

Beslenme

Antiinflamatuar Diyet

Kolon Mikrobiyom Diyeti

Sağlık Koruyucu Akılcıl Beslenme

Naturapati ve Nutrasötik Beslenme

Gizem SEVİN

Beslenme ve Diyetetik Uzmanı

Fonksiyonel Beslenme Uygulayıcısı

Fizyoterapi Uzmanı

www.iyilestiren.site

12 PARASETAMOL

PARASETAMOL

13



PARASETAMOL

MAKALE

DiŞ

HEKiMLiĞi VE

COVID-19

Prof. Dr. Sibel KOÇAK

ZBEÜ Diş Hekimliği Fakültesi

Endodonti AD Öğretim Üyesi

Geçmişten günümüze veba, kolera, Asya gribi, İspanyol gribi

gibi onlarca pandemi atlatan insanlık; 2019 yılının sonlarında

yeni koronavirüs (SAR-CoV-2) patojeninin neden olduğu

enfeksiyoz bir hastalıkla (Covid-19) tanışmış ve bu salgın

dünya sağlık örgütü tarafından Mart ayında pandemi olarak

ilan edilmiştir. Yeni koronavirüs, insanlarda soğuk

algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve

Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli

hastalıklara kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden

olduğu bilinen, hayvanlarda da hastalığa yol açan

coronavirüs ailesinin tanımlanan son üyesidir.

Covid-19 enfeksiyonu sıklıkla yüksek ateş, öksürük, nefes

darlığı, kas ağrısı ve halsizlik gibi klinik semptomlar ile

kendini gösterir. İleri yaş ve/veya sistemik bir rahatsızlığın

varlığında kliniği ağırlaşarak yoğun bakım tedavisi

gerektirebilmektedir. Diğer taraftan çocuklarda, gençlerde

ve sağlıklı bireylerde asemptomatik olarak da geçirilebilen bu

enfeksiyöz hastalığın bulaşma yolları; direkt temas, damlacık

ve aerosol iletimidir.

Rutin dental tedaviler sırasında oluşan aerosoller, Covid-19

yayılımı açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bu nedenle

diş hekimleri, hem kendilerini, hem personellerini, hem

de hastalarını korumak adına son derece dikkatli ve titiz

davranmak zorundadır. Hekimliğin ilk ve en önemli yaklaşımı

önce zarar vermemektedir. Hekim her şeyden önce herhangi

bir tıbbî müdahalenin yol açabileceği olası zararları değerlendirerek

kar zarar hesabı yapmalıdır. Mart ayından bu yana

geçen kritik süreçte, Covid-19 hastalığını, buna neden olan

aerosollerin yayılımını, dental pratikteki önemini anlamak ve

rutin sterilizasyon ve dezenfeksiyon uygulamalarına ek olarak

bazı özel tedbirleri rutine dahil etmek gerekmektedir.

Çürük temizlemede ve kaplama-köprü tedavilerinde dişleri

küçültmek için kullanılan aeratör ve mikromotorlar, diş taşı

temizliği için kullanılan sonik ve ultrasonik temizleme

cihazlar, gömülü dişlerin çekimi sırasında dişin üzerinde

bulunan kemiğin kaldırılması için kullanılan piyasemenler

özellikle kan içerikli aerosollerin oluşumunda en büyük

etkenler olarak görülmektedir. Öksürüğe ve tükrük

sekresyonunda artışa neden olabilecek ağıziçi radyografi

alınması da aerosol oluşmasına yol açabilir.

12 Mart tarihinden sonraki üç aylık dönemde diş hekimliği

uygulamaları sağlık bakanlığının talimatlarıyla sınırlandırılmış,

sadece bakanlık tarafından belirlenen kriterlere uygun olan acil

durumlar, girişimsel olmayan uygulama ve yöntemlerle tedavi

edilmiştir. Haziran ayı itibari ile “yeni normal” kavramı ortaya

çıkmış ve diş hekimliği uygulamaları da yeni normallere göre

şekillenmiştir. Sosyal medya ve basında da sıkça vurgulandığı

gibi hasta, kliniğe randevu saatinde mümkünse refakatçisiz

ve maskesi takılı olarak gelmelidir. Dental kliniklere müracaat

eden hastalar öncelikle Covid-19 açısından değerlendirilmeli

ve herhangi bir şüphe yoksa hastanın medikal ve dental öyküsü

alındıktan sonra yeni normallere uygun tedavi prosedürüne

başlanmalıdır. Hasta, kendisi için özel olarak temizlenmiş

ve önceden en az 30 dakika havalandırılmış bir dental ünite

tedavi edilmelidir. Hekim ve dental asistan kendilerini ve sonraki

hastaları koruma amacıyla; ağzı ve burnu tam kapatan N95

maske üzerine cerrahi maske, gözleri tam kapatan bir gözlük

üzerine yüz kalkanı ve saçları için bir bone takmalıdır. Dental

formalarının üzerine mutlaka tek kullanımlık önlükler giyilmelidir.

Su kullanılarak yapılan tüm dental işlemlerde kullanılan tükürük

emicilere ek olarak; dolgu, kanal tedavi, kron köprü restorasyonları

için gerekli diş kesimleri yapılması gerekiyorsa mutlaka

rubber-dam denilen lastik örtülerden yararlanılmalıdır Oluşan

aerosol içerisinde mikroorganizmanın dağılmasını önlemek için

klima veya vantilatör gibi serinleticiler kesinlikle açılmamalıdır.

Bunun yanı sıra aerosolün odadaki havada asılı kalmasını

önlemek, havayı temizlemek için negatif basınç sistemlerinden

yararlanılabilir. Merkezi olarak yapılacak negatif basınç sistemlerinin

yanı sıra bir kabin bagajı büyüklüğünde sistemler huni

şeklinde açılan ağızları ile hasta ve hekime en yakın pozisyona

konumlandırılarak aerosolün odaya dağılmadan toplanması

sağlanabilir. Daha basit olarak ise steril edilebilen ağız içi

aparatlar, tükürük çekicilerin çalışma prensibine benzer şekilde

farklı olarak tükürük yerine aerosolü çekmektedir.

Hastaya ayrılan ortalama bir saatlik süre içerisinde, şikayeti

bulunan maksimum sayıdaki dişe tedavi yapmak doğru bir

yaklaşım olacaktır. Tedavisi bitirilen hasta gönderildikten sonra,

kullanılan tüm aletler otoklavda steril edilmeli ve oda, ulv (ultra

low volume-sisleme) cihazı kullanılarak hipokloröz asit ile tüm

yüzeyleri kapsayacak şekilde dezenfekte edilmelidir.

Yeni normaller kapsamında hayatımız bir süre daha bu şekilde

devam edecek gibi görünüyor. Maske gündelik yaşantımızın

vazgeçilmez bir parçası oldu bile. Bu hastalığa karşı bizleri

koruyacak bir aşı ya da ilaç olmadığı sürece yaşamın her

alanında tedbirli olmak gerekiyor. Diş hekimliği uygulamaları

da bu formatta devam edecek gibi görünüyor. Ağız ortamı

yalnızca Coronavirüs değil, bir çok virüs ve bakteri için yaşam

yeri olabilir. Dental sağlığın kontrol altında tutulması için iyi

bir ağız hijyeni sağlamak önemlidir. Günde en az 2 kez doğru

teknik ile diş fırçalamak, diş ipi kullanmak sizi bir çok açıdan

koruyacaktır. Sağlıklı dişler mutlu gülüşler ile geçireceğiniz

koronasız günler diliyorum…

KAYNAKLAR:

Gamio, L. (2020). The Workers Who Face the Greatest Coronavirus Risk.

https://www.nytimes.com/interactive/2020/03/15/business/economy/coronavirus-worker-risk.html

adresinden elde edildi.

Meng, L., Hua, F., & Bian, Z. (2020). Coronavirus Disease 2019 (COVID-19):

Emerging and Future Challenges for Dental and Oral Medicine. Journal of

Dental Research, 1-7. doi: 10.1177/0022034520914246

Peng, X., Xu, X., Li, Y., Cheng, L., Zhou, X., & Ren, B. (2020). Transmission

routes of 2019-nCoV and controls in dental practice. International Journal of

Oral Science, 12(1), 1-6.

WHO. (2020a). Coronavirus disease 2019 (COVID-19): Situation

Report – 59. https://reliefweb.int/report/world/coronavirus-disease-2019-

covid-19-situation-report-59-19-march-2020 adresinden elde edildi.

WHO. (2020b). Infection prevention and control during health care when

novel coronavirus ( nCoV) infection is suspected: interim guidance.

https://www.who.int/publications-detail/infection-prevention-and-controlduring-health-care-when-novel-coronavirus-(ncov)-infection-is-suspect-

ed-20200125 adresinden elde edildi.

14 PARASETAMOL

PARASETAMOL

15



PARASETAMOL

MAKALE

VİRÜS

KAYNAKLI

SOLUNUM

YOLU

HASTALIKLARINDA

AROMATERAPİNİN

KORUYUCU VE

OLUMLU

ETKİLERİ

Aromaterapide kullandığımız uçucu yağlar, invitro çalışmalarda

da kanıtlandığı gibi antibakteriyel, antiviral, antifungal etkinliklere

sahiptir. Bir uçucu yağ kompenenti olan terpenik maddeler,

uçucu yağa spesifik kokusunu verirken, aynı zamanda antiseptik,

antiparazitik, antiviral, antibakteriyel olabilmesini de sağlıyor. Ne

enteresandır ki, aynı moleküller limbik sistemi uyararak duyguları

da iyileştiriyor. Örneğin; geraniol, o kadar çok çalışma var ki,

palmarosanın geraniolden dolayı antitümoral, antienflomatuvar,

antibakteriyel olması yanı sıra keyif verici; gül yağını

kokladığımızda mutlu hissettiren molekül de geraniol ve onun

gibi terpenler. Geraniol bir monoterpen alkol, güle gül kokusunu

vermesinin yanında gül, palmarosa ve ıtır uçucu yağlarının cilt

lekelerinde etkili olmasını da bu molekül sağlamaktadır ve aynı

molekül hastane enfeksiyonu yapan stafilakoklar üzerinde de çok

etkilidir. Fakat tek tek ayrıştırıldığında etkinliği azalırken gül yağı

veya palmarosa uçucu yağı olarak yani bütünün yapısı

bozulmadan kullanıldığında çok daha etkili olduğu bulunmuştur.

Artık bilimsel çalışmalar bize çok fazla ispat etti ki sadece koku

vermiyor; bitkinin bu sekonder metabolitleri, bitkiyi zararlı çevresel

faktörlerden korumak için salgıladığı bu öz maddeler bitkiden su

buharı distilasyonu ile elde ediliyor ve bizler de inhalasyon veya

topikal olarak kullanıyoruz.

Aromaterapi denmesi de bu kokulu sekonder metabolitlerin

insanda oluşturduğu olumlu duygusal değişimler sayesinde

holistic (bütüncül) tedavilerde kullanılagelmesine dayanmaktadır.

Holistik kullanımı; ruh, zihin, beden dengesi içindir. Ruh iyi

hissetmezse; beyin bedenin ihtiyacı olan nörokimyasalların

salgılanma komutunu vermez, veremez. Bunun ismi HPA

eksenidir.

HPA hormonları aşırı strese bağlı olarak ciddi değişimler gösterir.

Çok kaygılı, takıntılı, endişeli, septik düşünen, negatif duygulara

sahip insanlar hiç kaçınılmaz ki kronik enflamasyon hastalıklarına

yakalanır. Çünkü HPA ekseni vücudun strese verdiği cevaptır.

Kötü ve negatif düşünceler sayesinde bu cevap sürekli negatif

olarak aşırı kortizol salgısı olmaktadır. HPA ekseni hormonları

CRH, ACTH ve kortizol; öyle artar, öyle artar ki artık bizim immün

sistemimizi harekete geçirme görevinin ötesine geçer ve tüm

diğer hormonların dengesini bozarak ve aşırı enflamasyon üretimi

komutunu vererek kendi sistemizimiz bize karşı çalışmaya başlar.

Halbuki dengeli olsa, dengeli çalışsa HPA ve HPA hormonlarından,

kortizol vücudun ihtiyacı kadar salgılanacak ve bu kadarı da

antioksidan yapımının uyarımı ve yönetimi için yeterli olacaktır.

Biliyoruz ki dengeli bir HPA ve dengeli crh, acth, kortizol bizim

makrofaj (yani toksik maddeleri vücuttan süpürürek atan

süpürücü hücreler) hücrelerimizin yapımını uyarır. Doğal yok edici

koruyucu hücrelerimizin yapımını arttırır ve antienflamtuvar

mekanizma muntazam çalışır çünkü proenflamatura

sitokinler az. Antienflamatuvarlar daha fazla ve yerinde salgılanır.

Aksi olduğunda ne olur, maalesef immün sistem çöker

ve inflamasyon artar ve buna bağlı metabolik hastalıklar bizi artık

bırakmaz.

Stres bu kadar zararlı… Stresi yaratan duygular bu kadar bizi

hasta ediyor. Bizler de hala fark etmiyoruz ki, birini yerdiğimizde;

olaylara kötü ve negatif baktığımızda bizim HPA’mız bozuluyor.

Bizim kortizol sürekli sürekli artıyor ve kendi tiroid ve steroid

hormonları hatta üreme hormonlarımızın dengesi bozuluyor.

Sonra strese bağlı infertilite, strese bağlı metabolik hastalıklar

artıyor.

Bizler, aromaterapiyi öncelikli olarak ruh - beden - zihin dengesi

kurabilmek ve sürekli olarak bağışıklığımızı ayakta sapasağlam

tutabilmek için öneriyoruz. Bunun içinde tabii ki uçucu yağların

farklı birçok kıymetli özelliklerinden faydalanıyoruz.

Sıralamak gerekirse;

Ruh halini iyileştirmek, iyi düşünmek, iyi hissetmek için, Zihni bu

olumlu duygularla doğru uyararak arzu ettiğimiz

nörokimyasalları bizim lehimize dengeli salgılamasını

sağlayabilmek için, Palmarosa, gül, ıtır, sitronella koklamak

serotonin arttırır, gaba agonistidir,

Lavanta koklamak teta frekansı aktive eder, bu uykuya geçiş ve

aynı zamanda rahatlama ve huzuru bulma frekansıdır,

Sedir, teta frekansı aktive eder ama içerdiği seskiterpenler

sayesinde beyin hücrelerine oksijen taşınmasını arttırır,

Paçuli, karanfil seskiterpenleri sayesinde endorfin salgısını arttırır;

hem ağrı kesici, hem keyif veren nörokimyasaldır,

Tıbbi nane, fiziksel performansı arttırırken; burun pasajlarını da

açarak rahatlama sağlar ve endorfin salgısını arttırır,

Okaliptus ve nioli, öğrenme ve hafıza hormonu asetilkolin salgısını

arttırır,

Selvi, vücut sıvılarını dengeler, hipofiz bezinde

vücut ısısını dengeleyen karanfil ve tarçın ile

beraber inhale edildiğinde HPA’nın P’si

pituiter bez yani hipofiz bezinin dengeli

çalışmasını sağlar,

HPA = Hipotalamus – Pituiter Bez (hipofiz bezi) – Adrenal Korteks

(böbrek üstü bezi)

HPA Hormonları = CRH (kortikotropin salgılayıcı hormon), ACTH

(adrenokortikotropin hormon) ve kortizol. HPA’nın aşırı yorgun

olduğunda, yani aşırı streste; immün sistem bozulur ve metabolik

hastalıklar oluşur.

Uçucu yağlar, HPA eksenini otonom sinir sistemi üzerinden regüle

edebilirler ve bunu sadece koklama ile yaparlar.

Gelelim virüslere;

Virüsler de güçsüz bağışıklığı olan; diyabet, astım, kardiyovasküler

hastalıkları olan kanser veya oto-immun hastalıkları olanlarda

maalesef çok yıkıcı sonuçlar doğurabiliyor. Özellikle; Covid-19’dan

ölümlere bakıldığında %98 başka hastalıkları olan kişilerde,

yaşlılarda daha fazla risk oluşturuyor. Yaşadığımız süreçte güçlü

bir bağışıklık her zamankinden daha çok ihtiyacımızdır. Güçlü

bağışıklık için minimum stres, sağlıklı düşünen pozitif psikoloji de;

en az antiviral, antibakteriyeller kadar ihtiyacımızdır. Yukarıda

bahsettiğimiz uçucu yağlar; hem sağlıklı bir ruh ve zihin dengesi

sağlarken, hem de antiviral antibakteriyel etkinlikleri ile bizlere

bütüncül destek sağlıyorlar.

Hepimize bütüncül şifalı günler diliyorum.

Hülya KAYHAN

Uzman Eczacı

16 PARASETAMOL

PARASETAMOL

17



PARASETAMOL

RÖPORTAJ

Özel Röportaj

Ahmet Nezihi PEKCAN

Ahmet bey merhaba; sizi daha çok Majistral alanında yapmış olduğunuz

çalışmalardan tanımaktayız. Kendinizi tanıtmak istermisiniz.

Ahmet Nezihi Pekcan kimdir?

Türk Majistral Formüller’inin hazırlanması ve meslektaşlarımızın

bilgilerine sunulması en büyük amaçlarımdan birisidir.

Türk Farmakopesi Çalışma Gurubu Üyesi olup, Majistral Makaleler

I, Majistral Makaleler II ve 101 Majistral Formül adında üç kitabım

vardır.

Son kitabım olan Gizli Formüller’de ise bir Osmanlı Eczacısının

hayatını anlatmakta ve o dönemlerin majistral sanatını ortaya

koyan formüller yer almaktadır. Gizli Formüller adındaki kitabım çok

yakında okurlarıyla buluşacaktır.

çekip, aşındırması ile çağdaş ülkelerdeki seviyeye gelinmesi

engellenmiş ve geciktirilmiştir. Oysaki “Eczanede üretim, aslında

halen yapılagelmekte olan majistral hazırlamayı çağdaş bir düzeye

getirmektir.’’

Ekonomik açıdan Kamu yararının gözetilmesi ve hastanın

tedavi kalitesini yükselten, günümüzde eczacının önemsiz

kılındığı eczacılık modellerinin sıkça ortaya atılmasının önüne

geçilmesini sağlayacak eczacının sanatı olan “Majistral Üretim”

dünyada gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır.

1961’de Ankara’da doğdum. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden 1981

yılında mezun olduktan sonra Konya merkezde Pekcan Eczanesi ile mesleğe

adımımı atmış oldum.

Bugüne kadar eczanemde yüzden fazla öğrenciye staj imkânı sağlayarak onların

mesleki tecrübelerine katkıda bulunsam da aslında ben de hala bir öğrenciyim.

Hayatın kendisinin bir eğitim ve öğrenim süreci olduğu düşüncesi ile sayısız

eğitim ve sertifika programlarına katıldım. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık

Fakültesi Homeopati eğitimini bunların içerisinde almış olduğum son sertifikalı

eğitim olduğunu söyleyebilirim.

2018 yılında Medipol Üniversitesi Tezli Klinik Eczacılık Yüksek Lisans Eğitimi’ni

bitirerek Klinik Eczacılık Anabilim Dalı’nda uzmanlığımı almış bulunmaktayım.

Nisan 2018 tarihinde ülkemizde ilk defa yaşadığım şehir olan Konya’da Majistral

Zirve adında Majistral içerikli bir kongre düzenlenmesinde görev aldım.

Eczacılık fakültelerinde ve meslek örgütünde Majistral konusunda çok sayıda

söyleşilerde bulunup yüzlerce makale çevirisi yaptım. Dünya Farmakope’lerini

tarayarak, “Majistral Formüller” konusunda araştırmalar yapmaktayım.

Eczacının Sesi e-gazetesinde ve Pharmetic Girişimci Eczacılar

Derneği web sayfasında “Majistral Formüller” bölümünde makaleler

yayınlamakta ve köşe yazıları yazmakta, meslektaşlarımla

araştırarak, çalışarak edindiğim mesleki bilgileri paylaşmaya

devam etmekteyim.

Uzm. Ecz. Ahmet Nezihi PEKCAN

Majistral Eczacıları Derneği Yönetim

Kurulu Başkanı

Ahmet bey geçtiğimiz aylarda kurmuş olduğunuz

Majistral Eczacıları Derneği hakkında neler söylemek

istersiniz. Bu derneği ne amaçla kurdunuz.

Yıl 1986… Bu yıllar endüstriyel ilaç üretiminin zirvede olduğu

yıllar. Dolayısıyla o yıllarda eczanelerde ilaç hazırlanması giderek

gerilemeye başlamış, hatta hekimlerin majistral reçete yazma

alışkanlığı da giderek azalmış olduğunu görmekteyiz…

Eczacılık eğitimini en üst düzeyde gerçekleştiren gelişmiş

ülkelerin eczacıları, eczane eczacılarının işyerlerindeki ilaç

hazırlamaya yabancılaşma konusundaki gerilemelerini durdurmak

amacıyla ilk çalışmalarını 1986 yılında başlatmışlardır.

Aynı girişim bizim ülkemizde de aynı yılın ekim ayında TEB tarafından

“Eczanelerde İlaç Üretimi” başlığı altında gündeme getirilip

birtakım çalışmalar yapılsa da ne yazık ki günümüze kadar anlamlı

bir gelişme kaydedilememiştir.

Gelişmiş ülkelerde başlayan ve bizde de altı ay gecikmeyle

gündeme gelen bu konu, başlığı içerisinde yer alan, “ÜRETİM”

sözcüğü nedeniyle politik olarak yıpratılmış, üretimi ve üretken

olmayı eczacıya yakıştıramayanların konuyu başka yönlere

Eczanelerimizde ilaç, yani majistral formül hazırlanması, eczacılık

meslek eğitiminin akademik bir düzeye gelişinden bu yana sürekli

olarak yapılagelmektedir. Eczacının ilaç hazırlaması, bugün geçerli

olan eczacılık kanunlarında yerini korumaktadır. Eczanelerde

hastaların talebi üzerine ilaç hazırlamak mümkün olmamaktadır.

Ancak ülkemizde hekimlerin az sayıda majistral reçete yazması

eczanelerde majistral yapımını azaltarak eczacının pratik bilgilerinin

azalmasına neden olmaktadır.

Günümüze bakacak olursak;

Eczacı ilaç hazırlama prosesleri içerisinde bu konunun üniversiter

düzeyde eğitimini görmüş tek halka veya kişisidir… Ancak eczacı

üniversitede almış olduğu temel farmasötik teknoloji bilgilerini

geliştirecek ciddi anlamda kaynak eksikliği yaşamaktadır.

Eczanelerde majistral terkipleri hazırlar iken reçetelerde oluşan

geçimsizlikleri, problemleri çözme anlamında danışabileceği bir

muhatap bulamamaktadır.

18

PARASETAMOL

PARASETAMOL 19



PARASETAMOL

RÖPORTAJ

İlaç yapımında kullandığı hammaddelerdeki

standardizasyonu sağlayacağı,

kalite güvencesine ihtiyaç duymaktadır.

Majistral ürünleri hazırlarken emeğinin

karşılığını alabileceği bir fiyatlandırmaya acilen

ihtiyacı vardır.

Eczacı eczanesinde majistral ürünleri modern teknolojik cihazları

kullanarak yapabileceği laboratuvar modellerine ihtiyaç

duymaktadır.

En büyük alıcı olan SGK’nın reçete denetimlerinde kontrol

yapan eczacının inisiyatifine bırakılan ve bölgeden bölgeye değişen

kurallar sonucunda oluşan kesintilerden yılmış durumdadır.

İşte yukarıda saymış olduğum sorunların çözümü için bir dernek

çatısı altında çalışma ihtiyacı doğmuştur.

Derneğinizin üyelerine ne gibi imkanlar avantajlar

sunmayı hedefliyorsunuz?

Türkiye’de Majistral üretim faaliyetlerinin uluslararası alanda

rekabet edilebilir düzeyde kalitesinin geliştirilmesine katkıda

bulunmak, Eczacının sanatı olan Majistral Üretim faaliyetlerinin

etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak amacı ile eczacılara ve

hekimlere yönelik her nevi eğitim faaliyetleri düzenlemek

düşüncesiyle kurmuş olduğumuz derneğimizde üyelerimizin

farma kalitede hammaddelere piyasa fiyatlarının altında

ulaşmalarını sağlamak düşüncesindeyiz. Diğer bir ifade ile

derneğimizin üyeleri anlaşmalı tedarikçi firmalarımızdan farma

kalite ürünleri daha uygun fiyatlarla alabilmekteler. İhtiyaç halinde

her türlü hukuki desteği sağlamak için hukukçularımız ücretsiz

danışmanlık yapabilmekte, yine laboratuvarlarını geliştirmek

isteyen meslektaşlarımıza bilgi ve donanım anlamında gereken

destekleri sağlamaktayız. Çok yakında

üzerinde çalışmalarını bitirmek üzere

olduğumuz ‘’Majistral reçete kayıt

programı’’ ile majistral reçetelerimizi

kaydedip istenildiğinde kolaylıkla ulaşabileceğimiz

bir bilgisayar yazılım programı

tasarlamış bulunmaktayız. Bu programı üyelerimize

sembolik bir fiyatla sunarken, üye olmayan

meslektaşlarımız ise bu programı gerçek fiyatından alabileceklerdir.

Son olarak Parasetamol okuyucularına

ne söylemek istersiniz.

Zonguldak ilimize geçtiğimiz yıllarda geldim. Majistral sanatına

oldukça büyük ilgi gösteren bir eczacı topluluğu ile karşılaşmak

beni fazlasıyla mutlu etmişti.

Yaşadığımız Covid-19 pandemisi sürecinde bilimin ve üretimin

önemi bir kez daha ortaya çıktı. Tüm dünyada olduğu gibi

ülkemizde de insanların dezenfektan bulmakta zorluk çektiği bu süreçte

laboratuvarlarımızda ürettiğimiz el dezenfektanları ile toplum

sağlığına çok önemli katkılar sunduk ve sunmaya devam ediyoruz.

Derneğimiz, eczacının yoğun ve zorlu bir mesleki eğitimle kazandığı

üretimden gelen gücünü ayrı bir uzmanlık alanı olarak sahaya

yansıtılmasını amaçlamaktadır.

Bir taraftan Majistral sanatının gelişmesinde yasal düzenlemelerin

çıkarılması için gereken çalışmaları yaparken diğer taraftan

meslek içi eğitim faaliyetlerini organize ederek üyelerimizin bilgi

seviyelerini yükseltmeyi amaçlıyoruz. Bu anlamda Meslektaşlarımızı

derneğimize üye olarak çalışmalarımıza katkı vermeye davet

ediyorum. En kısa sürede görüşmek dileğiyle selam ve saygılar…

20

PARASETAMOL



PARASETAMOL

ARAŞTIRMA

COVID-19, asemptomatik enfeksiyondan akut

solunum sıkıntısı sendromuna ve hatta ölüme

kadar gidebilen oldukça geniş bir klinik spekturuma

sahiptir. Kültürel farklılıklar, sosyal

faktörler, farklı tedavi seçenekleri ve sağlık

sistemleri nedeniyle, hastalığın seyri ve

ölüm oranları ülkeden ülkeye değişmektedir.

Aynı ülkede şehirler arasında ve hatta aynı

şehirdeki hastaneler arasında bile farklı klinik

yaklaşımlar ve sonuçlar görülebilmektedir.

Ülkemizde COVID-19 ile mücadelede standart

bir yaklaşım oluşturmak üzere Sağlık Bakanlığı’

nca oluşturulan Bilim Kurulu tarafından hazırlanan

ve sürekli olarak güncellenen bir rehber

bulunmaktadır.

Coronavirus disease-19 (COVID-19), Şiddetli Akut Solunum

Sendromu Coronavirus 2’nin (SARS-CoV-2) neden olduğu

bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Hastalık ilk olarak

31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde tanımlanmıştır.

Ne yazık ki, salgın hızla tüm kıtalara yayılarak kısa sürede bir

pandemiyle sonuçlanmıştır. Günümüzde SARS-CoV-2 ile

enfekte hasta sayısı tüm dünyada önemli ölçüde artmaya

devam etmektedir. Küresel olarak, 13 Temmuz 2020 itibari ile

COVID-19 vaka sayısı 12.768.307 iken hastalıktan ölenleri sayısı

566,654 bildirilmiştir (WHO).

Türkiye’de ise ilk COVID-19 vakası 10 Mart 2020 tarihinde bildirilmiştir.

Çin’de salgının başlamasının ardından Sağlık Bakanlığı tarafından hızla

alınan sıkı tedbirler, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’nin

COVID-19 ile ilk deneyiminin oldukça geç olmasını sağlamıştır.

Öte yandan, virüsün bulaşıcılığının yüksek olması nedeniyle,

Türkiye’deki vakaların sayısı 13 Temmuz 2020 itibariyle 214.001,

ölen vakaların sayısı ise 5.382’ ye ulaştı. Son günlerde,

ülkemizde vaka artış hızında önemli bir azalma olmasıyla

birlikte hem toplum olarak hem de sağlık çalışanları olarak

bizler alınan tedbirlerin kontrollü olarak gevşetildiği ‘yeni normal’

sürece uyum sağlamaya çalışmaktayız.

Pandemi sürecinde tüm sağlık tesisleri,

çalışanları ile birlikte kapasitelerinin üzerinde

çalışmakta, sağlık çalışanlarının hastalar ve

enfeksiyöz materyalleri ile potansiyel temasları

olmaktadır. Sağlık çalışanlarına hastalığın

bulaşını engellemek ve sağlık hizmetinin

aksamadan yürütülmesini sağlamak amacıyla

enfeksiyondan korunma ve kontrol önlemlerinin

doğru şekilde uygulanması son derece önemlidir.

Standart önlemler hastanın tanısına ve

enfeksiyonu olup olmadığına bakılmaksızın

bütün hastalara uygulanmalıdır. SARS-

CoV-2’ nin insandan insana bulaşı damlacık

çekirdeklerinin solunması ve dolaylı veya

doğrudan temas ile olmaktadır.

Bu nedenle, COVID-19’dan korunmak için

standart önlemlere ek olarak bulaşma

yoluna yönelik temas ve damlacık izolasyon

önlemleri de alınmalıdır.

Kesin ya da olası vakalar ile 1 metreden

yakın temas sırasında kullanılması gereken

kişisel koruyucu ekipmanlar tıbbi maske, göz

koruyucu, eldiven, önlük ve bonedir. COVID-19

ile birlikte herkesin önemli ölçüde farkındalığının

arttığı el hijyeni ise, hastalığın bulaşını

önlemek için tek başına en etkili ve en önemli

faktördür. COVID-19 salgını, etkili bir şekilde

uygulanan el hijyeninin hastalığın yayılmasını

önlemek için kullanılabilecek hayati bir

müdahale olduğunu bizlere açıkça göstermiştir.

Tabi burada dikkat edilmesi gereken

nokta, sık el yıkama nedeniyle ciltte olabilecek

hasarın önüne geçmek için temel cilt bakımı

önlemlerinin alınmasıdır.

COVID-19 için spesifik antiviral tedaviler halen

oldukça sınırlıdır. Şüphesiz ki SARS-CoV-2’

ye karşı bir aşının geliştirilmesi en etkili müdehale

olacaktır. Ancak, mevcut veriler ışığında,

en erken 2021 yılına kadar bir aşının yaygın

kullanılması pek mümkün görünmemektedir.

Bu nedenle, en ideal yaklaşım, hastalık bulaşma

riskini en aza indiren enfeksiyon kontrol

önlemlerinin devamlılığının sağlanmasıdır.

sonra SARS’da olduğu gibi COVID-19 da

tamamen ortadan kalkacaktır. Ancak salgın

etkisini yitirse bile her şeyin tamamen normale

dönmesi önümüzdeki kısa sürede mümkün

görünmemektedir. Her gün COVID-19 ile

ilgili yeni bilgiler öğrenmeye devam ediyoruz.

Salgın henüz sona ermediğinden, hastalığın

önlenmesi, tedavisi ve kontrolü ile ilgili güncel

bilgileri yakından takip etmemiz gerekiyor.

Yeni normalleşme sürecinde toplumsal önlemlerin

kontrollü olarak gevşetilmesiyle birlikte

enfeksiyondan korunmamız, el hijyeni ve

gerektiğinde maske kullanımı gibi bireysel

önlemlerin başarıyla uygulanmasına bağlıdır.

Kaynaklar

World Health Organization (2020). Coronavirus

Disease (COVID-19) Dashboard. Available

from: https://covid19.who.int/

Dr. Elif SARGIN ALTUNOK

Enfeksiyon Hastalıkları ve

Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı

Dünya tarihinde yaşanmış olan tüm salgın

hastalıklar gibi COVID-19 pandemisi de

zamanla gerileyecek ve belki de bir süre

22 PARASETAMOL

PARASETAMOL

23



PARASETAMOL

ARAŞTIRMA

OKALİPTUS UÇUCU YAĞI

ANTİVİRAL ÖZELLİKLERİ İLE

KORONAVİRÜSE KARŞI

POTANSİYEL ETKİ

MEKANİZMASI

Uçucu yağların virüslere karşı etki yollarının antiviral özellik gösteren tıbbi bitkiler gibi ilk olarak,

viral inaktivasyon yani virüsün zar proteini ile etkileşerek konakçı içine virüsün girişine engel olarak;

ikincisinin konakçı hücredeki virüsün transkripsiyonunu durdurup çoğalmasını engelleyip virüsün

replikasyonu üzerine etkisi ve son olarak da immun stimulan mekanizmalarla nitrit oksit ve

süperoksit anyon benzeri doğal bağışıklık artırıcı ve antioksidan özellikleri ile de viral enfeksiyonların

sonucunda artan serbest radikallerden hücreleri koruyarak etkili olduğu düşündürmektedir, ancak

bu etkinin mekanizması hala tam olarak kesinleştirilememiştir (1–6).

Uçucu yağların antibakteriyel ve antifungal etkileri dışında antiviral özellikleri de araştırılarak

Epstein-Barr virüsü (EBV) üzerinde etki gösterdiği tespit edilmiştir (7). Melissa officinalis

L. ( Melisa) uçucu yağının herpes simplex virüs(HSV) üzerine antiviral etkisini incelemek üzere

Tip 1 ve 2 HSV’ye karşı inhibitör aktivitesi plak redüksiyon denemesi kullanılarak test edilmiştir.

Melissa officinalis uçucu yağı HSV-1 üzerinde % 64.8; ve HSV-2 üzerinde %3 9.9 plak

indirgenmesini sağlayarak antiviral aktivite göstermiştir (8). Origanum vulgare (kekik) ve

Syzygium aromaticum (karanfil) uçucu yağları uygulamasının HSV-1 zarfın yapısını bozduğu

elektron mikroskobunda gösterilmiştir (9).

Antiviral etkinlik üzerine yapılan çalışmalarda uçucu yağların zarflı virüslere karşı etkisinin daha

yüksek olduğu gösterilmiştir (8). Etki mekanizmasını belirlemek için viral enfeksiyon oluşumunun

farklı aşamalarında konakçı hücreye ve virüse ayrı ayrı uygulandığında elde edilen sonuçlar uçucu

yağların, zarflı virüsü serbest haldeyken, taşıyıcı hücreye tutunmasından önce veya tutunmaları

sırasında (konakçı hücreye nüfuz etmeden önce) gösterir (8,9). influenza virüsüne karşı uçucu

yağların etkinliğini inceleyen bir diğer in vitro çalışmada Cinnamomum zeylanicum (Seylan

tarçını), Syzygium aromaticum (karanfil), Eucalyptus globulus (okaliptus), Rosmarinus officinalis

(biberiye) ve Citrus sinensis (tatlı portakal) içeren uçucu yağ karışımının H1N1 virüsüne ait

protein üretimini engellediği gösterilmiştir (10).

Güzide Yazar Dişli

Uzm.Eczacı

İn vitro bir çalışmada influenza (H1N1)

virüsüne karşı Eucalyptus globulus

(okaliptüs) ve Citrus bergamia (bergamot)

uçucu yağı buharının 10 dakika; Cinnamomum

zeylanicum (Seylan tarçını), Cymbopogon

flexuosus (Limonotu), Lavandula

officinalis (Tıbbi lavanta) ve Pelargonium

graveolens (Itır) uçucu yağları buharının

ise 30 dakika içerisinde çok güçlü antiviral

etki gösterdiği tesbit edilmiştir (11). Aerosol

halindeki Eucalyptus globulus (okaliptüs)

ya da Melaleuca alternifolia (çay ağacı)

uçucu yağlarının 15 saniye boyunca

diffüze edilmesi havadaki influenza (H11N9)

parçacıklarını 15 dakika içerisinde inaktive

ettiği gösterilmiştir (12,13) .

Uçucu yağlar ve onların bileşimine giren

monoterpenlerin HSV-1 üzerinde antiviral

aktivitesinin değerlendirildiği bir çalışma

yapılmış, %88 ökaliptol içeren Eucalyptus

uçucu yağının aktivitesi saf ökaliptolle

karşılaştırılmıştır. Plak indirgeme yöntemi

ile önce HSV ve toksik olmayan maksimum

dozdaki droglar birlikte uygulanmış, uçucu

yağla plak oluşumu %96’dan fazla azalma

gösterirken saf ökaliptolle bu oran %

40’ın altında kalmıştır. Bu da uçucu yağda

bulunan minör bileşiklerin önemini

göstermektedir. Droglar konak hücreye

HSV girmeden önce ve girdikten sonra

eklenerek de aktivitelerine bakılmıştır.

Eucalyptus yağı viral enfeksiyondan önce

uygulandığında, ökaliptol ise viral penetrasyondan

sonra uygulandığında orta derecede

aktivite göstermiştir. Genel olarak

drogların HSV ile birlikte konak hücreye

inkübe edildiğinde yüksek aktivite göstermesi,

bunların viral zarfa engel olarak ya

da viral yapıyı maskeleyip konak hücreye

girişini engelleyerek aktivite gösterebildiğini

ileri sürmektedir (14).

Eucalyptus uçucu yağının antiviral aktivitesine

HSV-1 ve HSV-2 üzerinde plak indirgeme

yöntemi bakılmış. Toksik olmayan

konsantrasyonlarda uçucu yağ (%0.01)

HSV-1 titrelerini %57.9, HSV-2 titrelerini ise

%75.4 oranında azaltmıştır. IC50 değerleri

ise HSV-1 için %0.009 ve HSV-2 için ise

%0.008 olarak bulunmuştur (15). Ökaliptol

(1,8-cineol)’ün aktivitesi herpes simpleks

virüs tip-2 (HSV-2)’ye karşı in-vitro plak

indirgeme metodu ile değerlendirilmiş ve

antiviral etkinliği gösterilmiştir. Bileşiğin

aktivitesine in-vivo intravajinal HSV-2 fare

modellerinde de bakılmış ve önemli ölçüde

koruma sağladığı (P < 0.05) görülmüştür.

Ökaliptolün in vivo antiviral aktivitesi, in

vitro aktivitesine göre beklenen değerlerin

üzerinde çıkmıştır (9).

Monolayer Vero hücre kültürü kullanılarak

plak indirgeme metodu ile E. globulus uçucu

yağının HSV-1 üzerinde antiviral aktivitesine

bakılmıştır. %1’lik uçucu yağ ile herpes

simpleks virüs tip-1 (HSV-1) inkübe edilmiş,

HSV-1’in replikasyonunun tamamen

baskılandığı görülmüştür (16).

E. globulus uçucu yağının antiviral aktivitesi

adenovirüsün bir suşu için son nokta

titrasyon yöntemi ile ve kabakulak virüsün

bir suşu için plak indirgeme testi ile değerlendirilmiştir.

Eucalyptus yağı 0.25 µl

konsantrasyonunda kullanılmıştır. Uçucu

yağ kabakulak virüsüne karşı hafif antiviral

aktivite gösterirken, adenovirüse karşı

aktivite göstermediği saptanmıştır (17).

Bir başka çalışmada E. globulus uçucu

yağının sıvı ve buhar haldeki aktiviteleri,

influenza virüsüne karşı değerlendirilmiştir.

MDCK hücre dizilerinde H1N1

virüsleri ile (100, 50, 25, 12.5, 6.25, 3.125

µl/ml konsantrasyonlarında) seyreltilerek

inkube edilen uçucu yağ, plak oluşumunu

azaltmış, antiviral aktivite göstermiştir.

Uçucu yağ buhar halinde virüse sadece 10

dk uygulanması ile oldukça yüksek aktivite

göstermiştir. Buhar faz, influenza virüsünün

yayılıp enfekte olabilmesi için önemli bir

protein olan hemagglutinine (HA) karşı da

değerlendirilmiş ve viral HA aktivitesini

inhibe ettiği gösterilmiştir. Eucalyptus

uçucu yağının buhar haldeki aktivitesi sıvı

haline göre beklenen değerlerin üstünde

çıkmıştır (15).

Ökaliptol (1,8-cineol) içeriği yüksek uçucu

yağlara genel olarak baktığımızda (18)

Eucalyptus globulus % 65-75

Eucalyptus radiata % 65-80

RAvensera % 55-65

Myrtus communis % 40-50

Sineol tipi % 45-50

Rosmarinus officinalis

Nioli % 40-50

Laurus nobilis % 35-50

Lavandula latifolia % 25-35

Cok yakın tarihli hatta henüz ön değerlendirmede

olan bir araştırmada PIC sonuçları,

Mpro / okaliptol komplekslerinin hidrofobik

etkileşimler, hidrojen bağı etkileşimleri ve

güçlü iyonik etkileşimler oluşturduğunu

göstermesi nedeniyle okaliptol, COVID-19

Mpro inhibitörü olarak hareket etme potansiyel

tedavi potansiyelini temsil edebileceği

ve bağlanma yeri benzerliği okaliptolün

COVID-19 proteinazına etkili bağlanmasını

gösterdi (19) .

Eucalyptus globulus Ökaliptol (1,8-cineol)

içeriği en yüksek uçucu yağlar arasında

olması nedeniyle gerek havadaki virüsleri

hava hızla inaktive etme gerekse virüsün

konakçı içine girişine engel olarak; ayrıca

da virüsün konakçı hücrede transkripsiyonunu

durdurup çoğalmasını engelleyici

etkileri olduğu düşünülmektedir. Covid 19

virüsünün genel zarflı virüslerden çok farklı

özellikleri olduğu da göz önüne alınarak

virüse karşı koruyucu bir araç olarak

kullanılmasının daha detaylı incelenmesi

güncel gelişmelerin takip edilmesi önerilir.

Kaynakça:

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=

1207647806255134&id=242148849471706

24

PARASETAMOL

PARASETAMOL 25



PARASETAMOL

TARİH

PARASETAMOL

ARAŞTIRMA

Sadun DURAN

Eczacı

ÖNCESİNDEN

BİR ECZACILAR

ALMANAĞI

YIL

Ülkemizde bilimsel eczacılığın 181. Yıldönümünde yayımlanacak

dergimiz için benden bir yazı istendiğinde, aklıma Dededen kalma bir

Almanak düştü birden..

Ben daha doğmamış iken, babam Ecz. Gökhan Bey İstanbul Üniversitesi

Tıp Fakültesi Eczacılık Mektebi’nde okumaya devam eder iken, Eczacı

Mekteb-i Âlisi 1923 mezunu dedem Ecz. Sabit Bey memleketinde Eczanesinin

başında sağlık hizmeti verir iken..

Türk Eczacıları Birliği’nin kuruluşuna daha yedi yıl var iken, Ecz. Remzi

Kocaer hazırlamış bu Almanağı.

Eserin ilk sayfalarındaki “Bu Kitabı Niçin ve Nasıl Hazırladım” başlıklı

giriş yazısına “Yıl 1923, Eczacı mektebinin birinci sınıfında talebeyim”

diyerek başlar ve o dönemde stajını yaptığı Ecz. Nail Halit Tipi’nin

eczanesinde “kenar raflarından birinde üst üste, gelişi güzel istif

edilmiş” olarak gördüğü “Musavver Eczacı Nevsali” yani ‘Resimli Eczacı

Yıllığı’ndan söz eder Kocaer.

Toz içinde olan kitabı “hiç unutamayacağı bir merakla” açan Eczacılık

talebesi Remzi Bey, “kimbilir, günün birinde ben de, bu gibi eserlerde resmi

basılan bir eczacı olacak mıyım” diye düşündüğünü yazar ve devam

eder: “Gerçi, böyle bir eserde resmim çıkmadı amma, Allaha çok şükür,

eczacı oldum, ve tam 25 sene sonra, kıymetli bir üstadımın 36 yıl önce

başladığı esere, bugün ben çırağı, bir yenisini ilâve ediyorum.”

Yaptığımız araştırmada, bu Nevsal hakkında

bir internet sitesinde şu bilgilere eriştik:

“Musavver Eczâcı Nevsâli : Gerek Memâlik-i

Osmâniye ve gerekse Avrupa’daki eczacı

meşâhirinin fotoğraf ve terâcim-i ahvâliyle

eczacılığa ait fennî, içtimâî ve iktisâdî

mâlûmât-ı müfîdeyi hâvîdir.” Günümüz

Türkçesi ile, ‘gerek Osmanlı Ülkesinde,

gerekse Avrupa’daki ünlü eczacıların

fotoğraf ve anlatımlarıyla eczacılığa ait

bilimsel, toplumsal ve ekonomik yararlı

bilgileri içerdiği’ belirtilen kitabın 168 sayfa

olduğu ve İstanbul’da rûmi 1328, hicrî 1330

yılında, yani 1912’de basıldığı...

Nevsâl’in yayımlandığı 1912 yılındaki

eczane ve eczacı sayısına dair net bir

sayıya elimizdeki eserlerden ulaşamadık.

Baytop’un Türk Eczacılık Tarihi’ne göre,

1890 tarihinde İstanbul’da yaklaşık 265,

Anadolu’da ise toplam 78 (İzmir’de 40,

Diyarbakır’da 8, Bursa, Edirne ve Erzurum’

da 7, Adana’da 5, Erzurum’da 4, Trabzon’da

3 ve Konya’da 2 olmak üzere) eczane vardır.

Baytop eserinde 1900 yılında İstanbul’daki

Eczane sayısını ise 217 olarak verir. Almanak’

ın yayımından 50 yıl önce memleketteki

eczane sayısı 300 civarındadır.

Kocaer’in Türk Eczacılar Almanağı’nın

145-174. Sayfaları arası “Bu günkü

eczacılık-mevcut eczaneler ve eczanesi

olmayan kazalar”a ayrılmıştır.

Bu listede toplam 560 eczane yer alır. Elli

yılda eczane sayısının ikiye dahi katlanamamasının

nedeni, cumhuriyetin ilanının

ardından çıkarılmış olan 1927 tarihli

Eczacılar ve Eczaneler hakkında 964 sayılı

kanunla getirilmiş olan her on bin nüfusa

bir eczane sınırlamasıdır. Bu uygulama

1953 yılında kabul edilen ve bugün de bazı

değişikliklerle yürürlükte olan 6197 sayılı

yasa ile kaldırılmıştır.

Almanakta listelenen o tarihteki 64 ilin

üç tanesinde (Hakkari, Bingöl ve Tunceli)

eczane yoktur. 16’sında sadece il merkezlerinde

(Sivas’ta 5; Diyarbakır ve Trabzon’

da 4’er; Elazığ, Erzurum ve Kırşehir’de 3’er;

Burdur, Çankırı, Maraş, Mardin ve Siirt’te

2’şer; Ağrı, Bitlis, Muş, Rize ve Van’da 1’er

olmak üzere) eczane bulunmaktadır.

İstanbul toplam 156 eczane (3 tanesi

ilçelerde) ile ilk sırada gelmektedir. Onu 44

eczane ile İzmir (18 tanesi ilçelerde) izler.

Ankara’da 24 eczane (4 tanesi ilçelerde) ile

üçüncü sıradadır. Bu üç büyük ilin dışında,

sınırları içinde 10 ve üzeri sayıda eczane

bulunduran il sayısı ise 7 tanedir. İl merkezi

dışındakilerin sayısı parantez içinde olmak

üzere, bu iller ve toplam eczane sayıları

şöyledir: Bursa 18 (8), Balıkesir 16 (12),

Manisa 16 (12), Adana 15 (4), Konya 13 (6),

Gaziantep 11 (4), Zonguldak 11 (8), Aydın 10

(7) ve Eskişehir 10 (2).

İlimizin o tarihteki sınırları, gördüğünüz

listeden de anlayacağınız gibi bugünkü

Bartın ve Karabük illerini de içerir. Bartın’

daki 3, Karabük ve Safranbolu’daki 1’er

eczaneyi çıkartırsak, bugünkü il sınırlarımız

içinde 3’ü merkezde, 1’er tanesi de Kozlu,

Ereğli ve Devrek’te olmak üzere 6 eczane

olduğu görülür. Çaycuma’da o tarihlerde

eczane yoktur.

Zonguldak’ta serbest eczacılık ile ilgili,

Almanak’ta yer almayan ama kendi yerel

tarih araştırmalarımda ulaştığım bazı

bilgileri de sizlerle paylaşmak isterim.

Eczanelerle ilgili ulaştığımız en eski tarihli

bilgi, 1321 (1904) Kastamonu Salnamesi’

nde bulunur. Ereğli Kazası başlığı altında

yer alan “Merkez kazada (…), bir beledî ve

iki hususî eczahâne vardır.” cümlesidir bu

kayıt. O tarihlerde, Zonguldak biliyorsunuz

Ereğli’ye bağlı bir kaza statüsündedir ve

kazada eczane bulunmamaktadır.

Cumhuriyetin kurulmasından önce, 1922

yılında Büyük Millet Meclisi Hükümeti

tarafından yurdun birçok bölgesinde

yaptırılan Türkiye’nin Sıhhi İçtimai

Coğrafyası araştırmalarından Zonguldak

Sancağı’na ait olan, dönemin Sıhhiye

Müdürü ve Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Reisi

Dr. Abdullah Cemal tarafından hazırlanan

raporda ise, “Zonguldak’da biri belediyeye

âid diğerleri hûsûsî üç, Bartın’da hûsûsî

dört, Ereğli’de belediyeye âid bir ki, livâda

cem’an sekiz eczâhâne mevcûddur.

Devrek’de eczâhâne yoktur.” satırları geçer.

1904 yılında Ereğli’de çalışmakta olan

“iki hususî eczahâne”, ki büyük ihtimalle o

dönemde İstanbul’da Eczane sahiplerinin

çoğunluğunu oluşturan gayrımüslimlerden

birinin yanında mesleği öğrenerek gelmiş

olan Ereğli’li yerli Rumlara ait olabileceklerini

düşünüyoruz; 1922’de kapanmıştır.

Ereğli’de yeniden bir serbest eczanenin

açılmasına daha iki yıl vardır.

Remzi Kocaer’in hazırladığı Almanak,

yazarın giriş bölümünden sonra Eczacı

Kimyager Prof. Sarım Çelebioğlu, dönemin

Türk Eczacılar Cemiyeti Başkanı Hasan

Derman ve Ecz. Hüsnü Arsan’ın kısa birer

önsözüyle başlar. “Dünya ve Türk eczacılık

tarihine bir bakış” başlıklı 15 sayfalık bir

bölümün ardından ülkemizde eczacılık

eğitiminin gelişiminin anlatıldığı “Eczacı

okulu” başlıklı 10 sayfalık bir bölüm gelir.

Bunu 65 sayfa boyunca o dönemde geçerli

olan Eczacılık ile ilgili yasa ve yönetmeliklerin

verildiği kısım izler. Arkasından gelen

“Türkiye Eczacıları Cemiyeti” başlıklı bölümde

kısa bir Eczacı örgütlenmeleri tarihinden

sonra adı geçen cemiyetin nizamnamesi ve

gelmiş geçmiş yöneticileri verilir. “Bugünkü

Dünya Eczacılık Âlemine Bir Bakış” başlığı

ile yazar, “müracaat ettiği 40 devletin Eczacılar

cemiyetlerinden cevap alabildiği 13

devletin” eczacılık uygulamalarını anlatır.

Ardından yukarıda özetlemeye çalıştığımız

eczanelerin listesi gelir. “Türk eczacılığının

müstahzaratçılığı ve yerli laboratuarlar”

başlığı altında, o dönemde üretimde olan

tüm yerli müstahzarlar firma (ya da eczane)

bazında sırasıyla anlatılır.

26 PARASETAMOL

PARASETAMOL

27



Aralarında bugün de faaliyetini sürdüren

Abdi İbrahim, Biofarma, Atabay, Eczacıbaşı,

Haver, İbrahim Etem, Merkez, Mustafa

Nevzat, Münir Şahin gibi isimler, “Laboratuvar”

ya da “Kimya Evi” olarak almanakta yer

almaktadır. O tarihlerde ülkede henüz bir ilaç

senesine kadar devam eder. Bölümün sonunda,

1910-1947 yılları arası mezunlarının toplu

fotoğrafları da vardır. Bu bölümün ardından

gelen Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde

verilmiş Eczacılık Diplomaları örneklerinden

1945 tarihli bir diploma, ilginçtir ki bu yazının

hazırlanmasında kitabından yararlandığım

Hocam Prof. Baytop’a aittir. Reklam sayfaları

ile devam eden kitap, Almanağın bazı bölüm

ve İçindekiler kısmının İngilizce çevirisinin

bulunduğu kısımla sona erer.

Sabit Bey’in 1923 (hicrî 1341 / rumî

1339) tarihli Eczacılık Mektebi Diploması.

“Millet Meclisi Hükümeti” başlığını

taşıyan az sayıda diplomalardan.

fabrikamız, yoktur.

“Türk eczacılığının ecza depoculuğu”

başlığında, bugün bildiğimiz kadarıyla hiçbiri

çalışmaya devam etmeyen 24 tane ecza

deposunun bilgileri verilir. “Memlekette

mevcut ecnebi müstahzarat ve fabrika

mümessilliği” bölümünde de bazıları halen

üretimde olan yabancı firmalar, ithalatçı

bilgileri ve ithal edilen ilaçları ile birlikte yer

alır.

257. sayfadan itibaren Almanağın en uzun

ve önemli bölümü, “Türkiyedeki eczacılar”

başlar.

Önce ad, doğum tarihi, diploma numarası,

adresleri ve bazılarının fotoğraflarıyla

66 sayfalık alfabetik liste gelir. Ardından

“Mevcut eczacıların neş’et senelerine ğöre

listesi” 1889 (1305) senesi mezunlarından

başlayarak gene fotoğraflar eşliğinde 1948

Dedem Ecz. Sabit Bey’in de aralarında bulunduğu 1923 mezunları

70 yıl öncesinden “hoş bir seda” bu Almanak..

Cumhuriyetin ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik

Saydam’ın 1927’de söylediği “Eczacılık ne

un ticaretidir, ne üzüm ticaretidir, ne de sirke

ticaretidir; bir sanattır, bir ilimdir; hastaya

bakmak ilminin bir şubesidir. Bundan

dolayı eczane, hiçbir memlekette doğrudan

doğruya bir ticaret müessesesi telakki

edilmemiştir. Çünkü, bütün bir memleketin,

hepimizin hayat ve sıhhatine ait bir meseledir.”

sözünün hâlâ değerli olduğu günlerden..

Mesleğin ticaret ile sağlık hizmeti arasında

iyice sıkıştığı şu günümüzün global

dünyasında size küçük de olsa bir nefes

aldırabildiysek, ne mutlu..

KAYNAKLAR:

https://www.basinhayati.net/osmanli-basin-tarihinde-tek-sayi-yayimlanabilen-sureli-yayinlar-bibliyografyasi-1828-1928/

Türk Eczacılık Tarihi / Turhan Baytop / İ. Ü. Ecz.

Fak. Yayınları, 1985.

1869-1916 Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde

Ereğli / Sadun Duran / Post ve Post Yayıncılık,

2015.

28 29

PARASETAMOL PARASETAMOL



PARASETAMOL

ARAŞTIRMA

Atilla TOTOŞ

Eczacı - TEVOO (Butik Zeytin ve

Zeytinyağı Üreticileri Derneği ) Başkanı

ECZACI GÖZÜYLE

‘ZEYTİNYAĞI’

Dünyamız milyonlarca bilinmeyeni, keşfedilmesi

gerekeni büyük bir düzen ve ihtişamla yaşatmakta.

Dünya’da bir tek canlı var ki (ona da insan diyoruz) sebep sonuç

ilişkilerini kurarak yaşantısına şüpheciliği alarak her şeyi inceleyebiliyor.

Bulup ortaya çıkartıyor.

Her yeni zamanla eskiyor ve önemini yitiriyor. Bir süre sonra da adeta

tamamen unutuluyor, bir anlamda yok oluyor.

Aradan uzun zaman dilimleri geçtikten sonra bir gün birileri bu

olguyu tekrar hatırlayıp insan hayatına yeniden dahil ediyor.

İşte bu döngü içerisinde yine ve yeniden keşfedilen değerlerden

birisi de zeytin. Evet Zeytinin yağı yani zeytinyağı yeniden keşfediliyor

şu sıralar. Aynı zamanda birçok besin yeni bakış açısıyla yeniden

mercek altına alınıyor, detaylı bir şekilde inceleniyor.

Gıdalarımızın arasında bazıları açık ara ön plana çıkıyor.

Bilim insanları bu gıdaların en az 5 tıbbi etkiyi desteklenmesi

durumunda bu gıdalara süper food yani süper gıda adını veriyorlar.

Tabii süper gıdaların bu sıfatları alabilmesinin yolu tıbbi çalışmalardan

geçiyor.

Tüm dünyada 10-15 kadar bu özellikte gıdadan bahsedilirken yine

muhteşem bitki örtüsü ile Türkiye’miz dikkati çekiyor. Çünkü süper

gıda denilen gıdalardan birçoğu bizim ülkemizde yetişen bitkiler ve

zeytinyağı özellikleri süper food besin zincirimizde çoğu yer alıyor.

ZEYTİNYAĞI’NIN GENEL YARARLARI

Cep Herkülü - En Değerli Besin (SUPERFOOD)

1 - Antioksidandır : Bağırsakta oluşan ROS ve

Azot türlerini ( Nitrik oksit türevleri ) süpürür.

Oksistrelollerini ROS türlerini süpürür.

2 - Antiemflamatuardır : İL-6, İL-8 ve a gibi imflamasyon araçlarını

azaltır ve buna bağlı oluşan metabolik

hastalıkları ( diyabet ve obezite ) önler.

3 - Mikrobiyota Düzenleyicisidir : Firmikutis / Bakteroid oranını düzeltir.

4 - Yaşlanmayı Durdurur : OEA ( Alyoletanolamid ) ömrü uzatır.

Doygunluk hissi vererek çok ve sık sık

yemeyi engeller.

İştah hormonunu azaltır.

5 - Antimutajenik Etki : DNA hasarını önler.

6 - Kolestrol Düşürücü Etki : İçerdiği sistosteroller ( 683 - 2610/kg ZY )

Kolestrol emilimini azaltarak LDL’yi düşürür.

Ca, Mg ve Fe emilimlierini artırır.

Japon Parlementosu’nun Japon halkına sağlık desteği ZEYTİNYAĞI oldu.

Bilinen en eski zeytin bölgelerinden olan

Anadolu (ki 4000 yıldır kültürü yapıldığı

söylenmektedir) henüz bu gözde zeytinyağını

göremiyor. Çünkü bütün sıvı yağlar zeytinyağı

olarak adlandırılıyor. Bir diğer üzücü noktaysa

en çok taklit ve tağşiş yapılan gıdanın zeytinyağı

olması. Ancak bu yazımızda bunlara

değinmeyeceğiz.

Peki neyi konuşalım;

Tıbbi yani Fonksiyonel zeytinyağını konuşalım.

İşte bu noktadan zeytinyağını konuşmaya

başladığımızda bambaşka bir dünya karşımıza

çıkar. Olağanüstü renkli ve heyecanlı

bir dünya ile karşılaşırız. Zeytinyağının

küçük bileşenleri ile karşılaştığımızda ki,

bunlar büyük oranda on binde

5 ile %2 arasında değişkenlik

gösteren bir orandadırlar zeytinyağında.

Değişkenlik büyük oranda zeytin

çeşidine bağlı ve tabii ki işleme tekniğinden

hasat şekli ve hasat zamanı da oldukça

etkilidir. Tüm bileşenlerini mükemmel

yönetebilirsiniz karşınıza bilinenden çok

farklı bir ürün çıkar. Tıbbi aromatik bitkilerin

fonksiyonlarına sahip bir sabit yağ

ortaya çıkar, gerçek zeytinyağı çıkar

ortaya. Gerçek zeytinyağı ile tanışmış

olursunuz.

Hem tıbbi aromatik bitkilerin etkilerini

alabileceğiniz hem de ölçek ölçek kullanıp

yemek yapabileceğiniz harika aromalara

sahip bir değerler toplamıyla tanışırsınız.

Peki bu zeytinyağının içerisinde ne var ki bu

kadar kıymetli fonksiyonel bir ürün olabiliyor

sorusunu duyar gibiyim sizden. Bu soruyu

İspanyollar en çok sorup çalışmışlardır.

İspanya en çok çalışmayı yapmış olan

ülkedir şu ana kadar. Yağ molekülü

olmayan 1064 ayrı molekülü zeytinyağından

ayırt etmiş durumdadırlar. Şimdi incelenen

moleküllerden Birkaç tanesini sizlere de

aktarayım isterseniz.

Oleuropein; Dünyada üzerine en çok

çalışma yapılmış zeytin molekülüdür. Farklı

oranlarda meyvesinde, yaprağında, dalında,

köküne kadar zeytin ağacına ölümsüzlüğü

verdiği söylenen moleküldür.

Antibakteriyel, antifungal, Antiviral, antikanserojen

etkilere sahip olduğunu bildirilmiştir.

Hücrede oksidatif Strese karşı da

çalışmaktadır. Doku yenilenmesini desteklemektedir.

Oleocanthal; Zeytinyağında var olan mole-

küllerdendir. Sinir hücrelerinin rejenerasyonunu

tedavi edici etkisi çalışılmıştır.

Alzheimer başta olmak üzere birçok sinirsel

hastalıkta umut veren bir moleküldür.

Tirosol; LDL nin Antioksidan özelliğini

korumasını sağlayan bir antioksidan olarak

bildirilir. Bazı sinirsel hastalıklarda incelenmektedir.

Luteolin; Valerian dejenerasyonu ( sinir

hücresi dejenerasyonu ), Gliozis, Hipokinezi

(vücut kaslarının hareket yavaşlaması), kas

güçsüzlüğü (kaslarda yorgunluk güçsüzlük

bitkinlik) gibi durumlara en dik olduğu

bildirilmiştir.

Hidroksitirosol; Antioksidan özelliği ile ön

plana çıkar. Güçlü dayanıklı ve bilinen bir

zeytin molekülüdür. Raf ömrü uzun olması

istenen gıdalarda koruyucu olarak kullanılması

tartışılmaktadır. Hücrede kötü yağları mobilize

eder. DNA hasarlarını Önder ve apoptozu indükler.

Apigenin; Papatyadaki en bilinen bileşiklerdendir.

Zeytinyağında özellikle Memecik

zeytin çeşidinde görülür. Yatıştırıcı hafif

analjezik ve sedatif etkili olarak bildirilir.

Zeytinyağına çiçek aromaları hissini veren

moleküllerdendir. Kumarik asit türevleri

antikoagülan etkilidirler.

Kan sulandırıcı (antiagregan) kullananlara

zeytinyağı bu moleküllerden dolayı dikkatli

önerilir.

Squalane; Doğada en çok köpek balığı

karaciğerinde bulunur. Köpek balığını kanserden

koruyan moleküldür. Düşük yapılı

lipoproteinler ile birlikte tüm insan dokusunda

bulunur. Zeytinyağında yüzde 0.7 oranında

bulunurken ciltte %12’ ye kadar yükselebilir.

Ciltte birikmesi UV hasarlarına karşı koruyuculuğu

sağlar. Kanser tedavilerinde yardımcı

olarak incelenmektedir.

Zeytinyağı minör bileşenleri yani moda adıyla

polifenoller olağanüstü kombinasyonu ile

insan sağlığını birçok noktadan destekler.

Metabolizmanın bozulmasıyla ortaya çıkan

hastalıkların engellenmesinde ve tedavisinde

rol oynarlar. Özetle bağışıklık sisteminizi

destekler.

Neurodegenerative hastalıkları engelleyebilirler.

Metabolik hastalıklara karşı

etkilidirler.

Antienflamatuar etkileri çalışılmıştır.

Hipertansiyona karşı etkilidirler. Antimikrobiyal

etkileri vardır. Kardiyovasküler hastalıklara

karşı etkilidirler.

Zeytinyağının incelenmesi gereken özel

bir durum da şudur;

Covid-19 yani yeni tip Coronavirüs

saldırısında zeytinyağının minör bileşenlerinin

etkisi incelenmeye değerdir. Mukozal

yüzeylerimizin güçlü bir bariyer oluşturması

bitkisel yağlarla olmaktadır. Ayrıca

virüs ile savaşan savunma elemanlarının

virüslere fırlattığı elementer oksijen

dokuyu da harap etmektedir. Doku

hasarının engellenebilmesi için güçlü

antioksidanlara ihtiyaç vardır.

C vitamini bu amaçla önerilir. Ayrıca hem

virüs hem kinin türevleri kanın akışkanlığının

bozulmasından sorumlu tutulmaktadırlar.

Bu yüzden güçlü antiagreganlar

kullanılmaktadır. Zeytinyağı bu özelliklerin

tamamını karşılayabilir. Ayrıca doğru üretilmiş

bir zeytinyağı kusursuz yağ molekülleri

sunarak güçlü ve esnek hücre zarı sentezlenmesini

destekler, bu da hücreyi güçlü

kılar. Görülmektedir ki zeytinyağı içmek ve

polifenolleri belli bir konsantrasyonda

vücudumuzu almak sandığımızdan ve

bildiğimizden daha kıymetlidir.

Böylesine güçlü ve kıymetli bir ürünün

sağlıklı ve ya hasta olduğuna bakılmaksızın

insanlarımıza ulaştırılması ancak bu konuda

eğitimli kişilerle olmalıdır. Bu kişiler ise

farmakognozi eğitimi almış tek meslek grubu

olan ECZACILAR’ dır. Şüphesiz…

30 PARASETAMOL

PARASETAMOL

31



32

PARASETAMOL

PARASETAMOL 33



PARASETAMOL

ECZACI REHBERİ

HAZIRLAYAN

Ecz. Arzu Eroğlu ASLAN

Arzu Eczanesi/Kozlu

Dünyadaki toplam ağırlığı 1 gramı geçmeyen Covit-19 virüsü ailesi, 7.5

milyar insanın hayatında birçok şeyi değiştirdi. Bizim için önemsiz olan

birçok şeyin değerini anladık. Sevdiklerimiz ya da kendi hayatımızı

kaybetme korkusu ile uzun süre günlerimizi geçirdik. Ve bilim de çaresiz

kaldı. Bu yazının yayınlandığı tarihte de büyük ihtimalle aşısı hala

bulunmamış olacak. Virüse karşı tek silahımız kendi bağışıklığımız. Yani

yaratılışta bize hediye edilen savunma mekanizmamız. Bağışıklığımızı

güçlendirmek için birçok yol var. Sağlıklı beslenme, sağlıklı bir uyku ve iyi

bir psikoloji sağlıklı çalışan bir bağışıklık için yeterli ancak çoğu zaman bu

koşullar mümkün olmuyor. Bu yüzden dışarıdan takviye ihtiyacı doğuyor.

Virüs salgını sırasında birçok takviye önerileri yapıldı. Ekinezya,

Sambucus nigra, beta glukan, çinko, C vitamini ve D vitamini

bunlardan bazıları. Bunların içinden D vitaminin ayrı bir önemi var çünkü

yapılan araştırmalarda Covit 19 ‘dan ölen birçok hastada

D vitaminin eksik olduğu tespit edilmiş. Araştırmalar çoğaldıkça, tıpkı

bağırsaklarımızın öneminin anlaşılması gibi, D vitaminin de; Ca ve fosfor

metabolizmasından sorumlu olmasının ötesinde

vücudumuz için ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Kanser, diyabet, HT,

obezite, astım, bazı immun hastalıklar, kalp hastalıkları ve Alzheimer’a

kadar uzanan birçok hastalıkta D vitamininin

rolü var. Covid 19 ile birlikte ise bizim en çok yararlanmak

istediğimiz bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi.

Hücrelere patojen girdiğinde; vücudumuz

çeşitli mekanizmalar ile savunma sistemini

çalıştırır. D vitaminin bu sistemin çeşitli

aşamalarında rolü vardır. Aktif D vitamini

, savunma anında sitokin üreten T helper

(Th1) hücrelerinin çoğalmasını baskılayarak,

sitokin üretimini azaltır. Th1 hücreleri

normal şartlarda virüs replikasyonuna engel

olmaya çalışır ancak bağışıklık sistemi aşırı

çalışmaya başladığında, covid 19 pandemisi

süresince adını sıkça duyduğumuz, sitokin

fırtınası denilen, aşırı bağışıklık tepkimesine

sebep olur. Sitokin fırtınası aşırı enflamasyona

bağlı olarak, alveollerin içine sıvı sızması ve

akciğerin oksijenlenme kapasitesinin

azalması ile hastayı ölüm tehlikesine sokan

bir durumdur.

D vitaminin optimal dozları burada dengeyi

sağlar.

D vitaminin bir diğer rolü de hücrelerimizin

doğal antibiyotikleri olan katelisidinler ve

defensinler denilen proteinleri aktive etmesidir.

Bu antimikrobiyal peptidler vücudu bakteri,

virüs ve mantar enfeksiyonlarından koruyan

ve immun sistem düzenleyici etkileri olan ilk

savunma silahımızdır. Antijenik yanıta tepki

olarak dakikalar içinde sentezlenirler.

Bunların yeterli üretimi de, dolaşımdaki

yeterli 25(OH)D düzeylerine bağlıdır .

Eksikliği gibi, fazlalığı da zararlı olan

D vitaminini vücudumuzda optimal dozlarda

bulundurmak zorundayız. En güzel D vitamini

kaynağı güneşten, olabildiğince yararlanmamız

gerek, ancak bunun da bazı şartları var.

Koyu tenli olmak, ileri yaşta olmak , güneş

kremi ile güneşlenmek, karaciğer hastalıkları

, böbrek hastalıkları, yağdan fakir diyet ile

beslenmek, yeteri kadar deriyi güneşe maruz

bırakmamak, obezite ve bağırsak problemleri

D vitamininden yeteri kadar yararlanmamıza

engel olabilir.

Koyu tenlilerin daha uzun süre güneşte

beklemeleri gerekir çünkü melatonin

pigmenti doğal bir güneş koruyucudur. İleri

yaşta cilt inceldiği için D vit üretimi azalır.

Koruyucu faktörlü güneş kremleri UVB

ışınlarını engelledikleri için D vit sentezlenemez.

D vitamini yağda eridiği için safra

akımının azaldığı Kc hastalıklarında ve

yağdan fakir diyet uygulayanlarda emilimi

azalır, kc ve böbrek hastalıklarında

d vitamini aktif formuna dönüşemez. Obezite

D vitaminini yağ hücrelerinde hapsederek

kan dolaşımına salınımını azaltabilir.

Güneşin geliş açısı da D vitamininden

faydalanabilmemiz için önemlidir. En ideal

saatler 11.00-15.00 arasındaki saatlerdir.

Bu saatler arasında 15 dk, güneş koruyucu

krem sürmeden hafif kızarıklık oluşturacak

şekilde güneşlenmek, optimal D vitamini

almak için yeterlidir. (ortalama 1500-3000

IU) Sentez hemen başlamadığı için de 1-2

saat duş almamak gerekir. Bunun haricinde

pandemi sürecinde olduğu gibi evde kalmak

zorunda olursak, kapalı kıyafetler giyiyorsak,

yaşadığımız ülkeye göre güneşin geliş açısı

yetersizse, güneşe maruz kalmayı engelleyecek

bir işimiz varsa ve D vitamini sentezini

engelleyen ilaçlar kullanmak da eksikliğe

sebep olur. Bunlar Fenitoin , Karbamazepin,

Tamoxifen, Siklofosfamid, Klortrimazol,

Rifampisin, Deksametazon, Nifedipin,

Spironolakton gibi ilaçlardır. Bu yüzden

dışarıdan takviye D vitamini almak gerekir

ancak bunu da doktor kontrolünde, bilinçli

bir şekilde yapmalıyız. Çünkü böbrek

yetmezliğine kadar gidebilecek hiper - vitaminöz

durumu olabilir.

Ne kadar D vitaminine ihtiyacım var?

Her gün ihtiyacınız olan D vitamini miktarı

yaşınıza bağlıdır. Uluslararası birimlerde (IU)

önerilen miktarlar.

> Doğumdan 12 aya kadar: 400 IU

> 1-13 yaş arası çocuklar: 600 IU

> 14-18 yaş arası gençler: 600 IU

> 19-70 yaş arası: 600 IU

> 71 yaş ve üstü yetişkinler: 800 IU

> Hamile ve emziren kadınlar: 600 IU

D vitamini eksikliği riski yüksek kişilerin daha

fazla doza ihtiyacı olabilir. Bu dozların doktor

kontrolünde düzenlenmesi gerekir .

D vitamini Değer Aralıkları

25(OH) D düzeyi 20 ng/ mL’ den düşük ise D

vitamini eksikliği,

21 ile 29 ng/mL arasında ise D vitamini yetersizliği,

30 ng/ mL’ den yüksek ise yeterli düzey

(tercih edilen aralık 40-60 ng/mL) ve 150

ng/ mL’ den yüksek ise D vitamini intoksikasyonu

olarak kabul edilmektedir.

İnsanoğlu doğa ile barışık yaşamaya başlamadıkça,

doğaya ,diğer canlılara saygı

göstermedikçe; daha pek çok pandemik

olaylar yaşayacağımızı düşünüyorum. Bu

süreçte hepimiz bir şekilde mağdur olabileceğimiz

için hazırlıklı olmalıyız. En iyisi

vücudumuza iyi davranmak, bağışıklığımızı

korumak için de yaşantımızı bir gözden

geçirmek. Daha önceki yazılarda da

belirttiğim gibi ne yersek oyuz.

34 PARASETAMOL

PARASETAMOL

35



PARASETAMOL

RÖPORTAJ

Özel Röportaj

Hakan ÇINAR

Öncelikle sizi biraz yakından tanıyabilir miyiz?

Bize kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba. Adım Hakan ÇINAR. Bartın’lıyım. 27 yıldır

kamuda çalışıyorum. Türkiye’nin değişik yerlerinde görev

yaptıktan sonra 1997 yılında doğduğum kent Bartın’a

yerleştim. Halen burada yaşıyorum.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?

İlk fotoğraf makinenizi ne zaman aldınız?

Sizce bir fotoğrafçı için kullandığı

fotoğraf makinesi ne kadar önemlidir?

İlk olarak fotoğraf değildi merakım. Daha çok resim

çizmeyi seven bir insandım. Aceleci ve tez canlı yapım

resim sanatının doğasına uyum sağlayamadı. Üretme

sürecinde her katman boyayı beklemek uykularımın

kaçmasına neden oluyordu.

Zihnimde yarattığım imgelerin bir an evvel ortaya

çıkmasını istiyordum. Bu süreç beni resimden

uzaklaştırdı. Aynı zamanda yaşamımın her evresinde

şimdilerde hobi olarak adlandırılsa dahi

bir uğraşı içinde oldum.

Bu kimi zaman yazınsal oluyordu kimi zaman sahnede

gerçekleşiyordu. Ama fotoğraf bakmayı seven bir yanım

hep olmuştu. Tanımadığım insanların aile fotoğraflarına

bakarken dahi türlü kurgusal hikayeler geçerdi aklımdan.

Lise son sınıfta bir Samsun ziyaretimde meşhur Rus

Pazarından bir fotoğraf makinesi edindim. Böylece

vizörden bakma aşkım başlamış oldu. Daha sonra bir çok

makinem oldu ama ilk makinem her zaman hem yoldaş

hem de sırdaş olarak yerini korudu bende.

Fotoğraf makinesinin önemine gelince, bunu cevaplamak

oldukça zor. Fotoğraf adına bulunduğunuz seviye, alım

gücünüz, verimli kullanıp kullanamadığınız, editöryal işler

yapıp yapmadığınız gibi birden fazla etken, makinanın

önemini belirler.

Fotoğraf çekerken dikkat ettiğiniz

unsurlar nelerdir?

Temelde yalnızlık. Yalnız olmayı ve yalnız hareket etmeyi

seven biriyim fotoğraf söz konusu olduğunda. Fotoğraf

çekmek yerine gözlemleme benim yaptığım. Hikayelerin

etrafında dolanma, ortak olma hali. Güzel bir kare için,

insani bir dürtü ile fotoğraf hırsızlık yapmayı sevmiyorum.

Tanık olmayı ve an’ı ( ki o an çok önemli ) görüntülemek

için yaşama ve yaşanılanlara saygılı olmayı tercih

ediyorum.

36

PARASETAMOL

PARASETAMOL

37



Örnek aldığınız, etkilendiğiniz veya

tarzı ile sizi kendine hayran bırakan

fotoğraf sanatçıları var mı?

Upuzun bir liste var sayabileceğim. Başta Salgado. Günlerce dur

duraksız bakabilirim fotoğraflarına. Yaşadığım dünyayı hem sevmemi

hem nefret etmemi sağlamıştır. Magnum Ajans fotoğrafçıları. Büyük

gözlerdir. Gerçek olanla gerçek olmayanın ince çizgisinde gezer

fotoğrafları. Son dönemde sevdiğim bir dostum da Magnum Ajansına

kabul edildi. Emin Özmen. İşlerini çok beğenerek takip ediyorum.

Ülkemizden ve dünyadan bir çok fotoğraf oluşumunu takip ediyorum.

Ki bunun bir fotoğraf gözü oluşmasında, öz olarak kendi çektiğim

karelere karşı eleştirel gerçeklikle yaklaşmamda çok büyük bir

önemi var.

Fotoğrafın hangi dalına daha çok ilgi duyuyorsunuz?

(portre, manzara...)

İki temel yaklaşım var benim fotoğraflarımda. Fotoğraf için sokağa

çıkmam. Fotoğraf makinesinin yanında çıkarım sokağa. Daima

yanımdadır makinem. Çağdaş sokak fotoğrafçılığı tutkunuyum. ‘’

Görüntü için gerekli koşul, görmedir “ demiş Janouch, Kafka’ya,

Kafka’da gülümseyerek yanıtlamış: “Biz nesneleri aklımızdan

çıkarmak için fotoğraflarız. Öykülerim gözlerimi kapamamın bir

yoludur. Fotoğraf sessiz olmalıdır: bu bir ölçülülük sorunu değil,

müzik sorunudur. Sokakta kaybolmayı seviyorum. İkinci yaklaşımım;

üzerinde çalışılmış, araştırmaları yapılmış, belirli zaman döngüsü

olan belgesel projelerini çalışmayı seviyorum.

Kamu çalışanı olduğunuzu söylediniz. Mesleğiniz yanında

böyle bir sanata gönülden bağlanmak mesleğinizi olumlu

veya olumsuz etkiliyor mu?

Bartın İl Tarım ve Orman Müdürlüğünde çalışıyorum. Mesleğim sahada

olmayı ve doğada çalışmayı gerektirdiği için fotoğraf yolculuğumu

her dönem desteklemiş ve beslemiştir.

Dijital fotoğrafçılığın, fotoğraf üzerindeki etkisi hakkında

düşünceleriniz nelerdir?

Fotoğraf gelişim açısından devinimlidir. Fotoğrafçı ise bu devinime

belki direnebilir ama karşısında duramaz. Fotoğrafçının gözü ve kalbi

dijitalleşmediği sürece ne ile çektiğinin önemi yok bence.

Sizi yakından takip etmek isteyenler size

nereden ulaşabilir?

İnternet sitem vardı. Ama işlerimin yoğunluğu yüzünden ilgilenemiyorum.

O sebeple askıya aldım. İnstagram @hakancinar hesabını

aktif olarak kullanıyorum.

38

PARASETAMOL

PARASETAMOL 39



PARASETAMOL

ARAŞTIRMA

SPOR

ECZACILIĞI

NEDİR?

Spor Eczacılığı, ulusal ve uluslararası alanda sporcuların gıda takviyesi ve

ilaç kullanımının takip edildiği, olası yasaklı madde kullanımına karşı kontrol ve

tavsiyelerin yapıldığı, sporcu sağlığına katkıda bulunan gıda takviye ve

performans ürünler tavsiye ve bilgilendirmesinin kişiye özel birebir

eczacıların danışmanlığında yapıldığı, sporcuları koruyan ve “temiz spor”

anlayışına değer katan bilimsel bir alandır.

Danışmanlık isteyen sporcunun bireysel

değerlendirilmesi çok önemli. Ön analizler ve

ölçümlerle desteklenen bu süreçte sporcuyu

dinlemek sorun ve hedefleri değerlendirmek

gerekir. Daha özel bir değerlendirme

isteniyorsa genetik profil tanımı ve buna

göre beslenme / gıda takviyesi önerileri

geliştirebilir.

Bu süreçte gerekli durumlarda Spor Hekimleri

ve Diyetisyenler ile kararlaştırılan bir

program dahilinde dönemsel takibe alınır ve

her seferinde yeni verileri işlenir. Kullanılan

takviye gıdaların güvenliği,temini, doping

etkileri ve kullanıma ait dozajlamaları Spor

Eczacısı tarafından yapılır.

Sporcu için Spor Eczacısı ve

Sporcu Eczane;

HAZIRLAYAN

Umut OCAKTAN

Eczacı

Dünyada ve Türkiye ‘de Spor Eczacılığı ;

Japonya ve İngiltere’ de o ülkelerin Sağlık bakanlığı ve Eczacı örgütleri

ortak sertifika programlarıyla Spor Eczacıları eğitilmektedir.

Ulusal ve uluslararası müsabakalarda bu eğitilen Spor Eczacısı kadroları

bire bir görev almakta ve medikal ekiplere destek hizmeti vermektedir.

JADA (Japonya Anti-Doping Ajansı) programı 2009 yılından beri ciddi

anlamda Spor Eczacılığı sertifikasyon programını yürüten dünyadaki

ilk ve en iyi örnektir.

2012 yılında Londra Olimpik Oyunları’ nda olimpiyat köyünde kurulan

eczane de bu alanda güzel bir örnektir. Organizasyon öncesi yetiştirilen

100 gönüllü eczacı, oyunlar boyunca tüm atletlerin reçeteli - recetesiz

ilaçlarını karşılamış, oluşturulan protokoller doğrultusunda yasaklı madde

uyarı ve bilgilendirmeleri yapmışlardır. Sporculara beslenme, kullandıkları

veya kullanmak zorunda kaldıkları ilaçlar ve/veya takviyeler

hakkında danışmanlık yapılmıştır.

Şu an ülkemizde Spor Eczacılığı farkındalık çalışmaları ilgili meslek birliğimize,

çeşitli üniversitelere sunulmuş bir proje halindedir.

Halihazırda bazı Eczacılık fakültelerinde yüksek lisans alanında tez çalışmaları

yapılmakta olup; yakın zamanda Medipol Üniversitesi’nde Spor Eczacılığı

sertifika programı başlatılmıştır.

Yakın gelecekte bu alanın eczacılıkta bir uzmanlık dalı olarak

yer alması için var gücümüzle çabalamaktayız.

Sağlıklı fit yaşam , suplement kullanımı

ülkemizde genç ve orta yaş gurubunda

fazlası ile rağbet görmektedir. Suistimale

açık satışları olan mağaza ve internet

sayfalarından sporcu; güvenli ürün alamıyor,

hatta zarar görüyor. Eczanenin farkı , ürünlerle

ilgili artı eksi her tür bilginin aktarılması yani

sporcunun gerçek danışmanlık almasıdır.

Bu çok önemli fark yaratan bir detaydır.

Spor salonlarındaki merdiven altı diyebileceğimiz

ürün satışları, gıda güvenliğini tehdit

eden muhafaza alanları ,yasaklı madde

kullanımları, yanlış antrenör ve arkadaş

yönlendirmeleri gibi sağlık tehlikesi oluşturan

bir alanda halk sağlığını korumakla görevli

eczacılardır. Sporcular için orijinal ürün, son

kullanma tarihi geçmiş ürün satışları, mevcut

ürünlerin saklama şartları gibi kaygıları

ortadan kaldıran temin noktaları olarak da

eczaneler önem kazanmıştır. Sektöre ürün

temini ve eğitimi konusunda destek olacak

şekilde geliştirdiğimiz sporcueczane projesi

bu alandaki açığı kapatmaya ve bu

sektörü eczanelere kazandırmaya var gücü

ile çalışmaktadır. Hali hazırda satış noktası

anlamında 1500 üzeri eczaneye ulaşılmıştır.

Bu alana ilgi duyan eczaneler tarafından

fazlası ile destek gören proje yakın zamanda

bu kategoriyi eczanelere taşıyacaktır.

Bir anlamda tersine göç başlatmış durumdayız.

Bu zamana kadar eczanelerde marka

değeri kazanan ürün/markalar belli bir

doygunluğa ulaştıktan sonra eczane dışı

pazarlara kaçmaktadır. Bu anlamda eczane

dışında gelişmiş bu alanı / pazarı şimdi

eczanelere taşıyoruz.

Biz ne yaptık / yapıyoruz;

Son 3 yıllık zaman diliminde Ecz. Ayşegül

Birlik ile beraber bireysel girişimlerimiz

ile eğitim programları organize ediyoruz.

Bu alanda gerek online gerekse sınıf

ortamlarında çeşitli şehirlerde, üniversitelerde

2000 üzeri eczacıya eğitimler verilmiştir.

Sporcu sağlığı ve supleman kullanımı

konularında eğitim alan eczacılarımız her

geçen gün artarak devam etmektedir.

Yakın gelecekte Spor Eczacılığı;

Spor Eczacılığı mesleğe değer katan bir

alan olarak gelecek vaad ediyor. Her sporcunun

ve aktif yaşamı seçen her bireyin

danışacağı kişi, işin uzmanı Spor Eczacıları

olacaktır. Böylece bireye özgü kaliteli ürün

ve danışmanlık hizmeti gelişecektir.

Kendini bilen her sporcu için vücudu değerlidir

ve vücuduna alacağı her suplemanın

güvenli ve etkin olmasını ister. İşte sağlıklı

performans gelişimi için Spor Eczacısı

hizmetinin önemi burada ortaya çıkıyor. İyiyi,

güvenliyi ve kaliteyi talep eden sporculara

uzmanlığımızı sunuyoruz.

Sporcu performans ürünleri ve gıda takviyeleri

eczacı rehberliğinde eczaneden alınır /

alınmalıdır.

40 PARASETAMOL

PARASETAMOL

41



PARASETAMOL

ARAŞTIRMA

PARASETAMOL

İÇİMİZDEN BİRİ

MARİANA

ÇUKURUNDAN

KALP

HASTALIKLARINA

Yüksek basınç altında su altı canlılarının yaşayabilmesini vücutlarında

bol miktarda bulunan TMAO bileşiği ile ilişkilendirmişlerdir. Bu sayede

ortaya çıkan TMAO üzerinde çalışmalara başlanmış ve insanların

plazma TMAO düzeyinin hatırı sayılır oranlarda olduğu görülmüştür.

TMAO düzeylerinin hipertansiyon, diyabet ve ateroskleroz gelişmesi

ile ilişkilendirildiği görülmektedir.

Ancak bu gibi hastalıklara mı neden olmaktadır yoksa bu

hastalıklar mı TMAO artışına sebep olmaktadır?

Ancak su altı canlılarının yaşamasını sağlayan TMAO bizi

ölüme sürükleyebilir mi?

İnsan vücudunda endojen TMAO üretimi yoktur. Ancak kırmızı et,

İncelenen literatürler hayvansal gıda kaynaklı TMAO’nun plazmada

artışının hipertansiyon, ateroskleroz ve diyabet ile direkt veya

dolaylı bir ilişkisi olduğunu destekler niteliktedir. Spekülatif olarak,

TMAO gibi metabolitlerin düzeylerini azaltan ve mikrobiyotayı

Sağlıksız diyet, olumsuz yaşam tarzı ve stresin bağırsak

florası üzerine doğrudan bir etkisi olduğu yıllardır

bilinmektedir.

Günümüzde bağırsak mikrobiyotasının önemi daha da

artmaya başlamıştır ve ikinci beyin olarak görülmektedir.

Son dönemde yapılan bazı çalışmalar bağırsak

mikrobiyota-kaynaklı bazı metabolitlerin kalp-damar

sağlığını olumsuz etkilediğini ileri sürmüşlerdir.

HAZIRLAYAN

Bu metabolitler

Tuba SARIBAŞAK

Eczacı

arasında trimetilamin N-oksit (TMAO) ön plana

çıkmaktadır. TMAO’nun tıp camiasında öneminin artmasına

neden olan durum ise son derece gariptir. Bilim

insanları Dünya’nın en derin noktası olan ve pasifik

okyanusunda yer alan Mariana çukuruna yani 10994

metre derinliğe özel bir kamera indirmiş ve bu noktada

bile bazı su altı canlılarının yaşayabildiğini görmüşlerdir.

süt ve yumurta gibi hayvansal gıdaların sindirimi sonucu bol

miktarda açığa çıkan kolin, lesitin ve L-karnitin bağırsak mikrobiyotası

tarafından trimetilamine karaciğerde ise TMAO’ya dönüştürülür.

TMAO böbreklerden itrah edilir bu nedenle plazmada düşük düzeyde

saptanır. Ancak, hayvansal gıda ağırlıklı diyetle beslenme, kronik

böbrek yetmezliği veya yaşla birlikte plazmada TMAO düzeylerinin

arttığı görülmektedir. Literatür incelendiğinde, plazmada artmış

hedef alan ilaçların yakın gelecekte kardiyovasküler hastalıklar

açısından riskli gruplarda klasik tedavilere ilave bir adjuvan

tedavi seçeneği olabileceği düşüncesi şimdiden akla gelmektedir.

Ancak bu konuda yapılan çalışmalar, günümüzde henüz başlangıç

safhasındadır.

42 PARASETAMOL

PARASETAMOL

43



Beyaz

Kedi...

Almanya’daki kuzenim İnkumu tepesindeki çöplükten getirmiş beyaz

kediyi. Kuzenimin izni bitince günlerce topal Ethem’in aralığında

bir aşağıya bir yukarıya gitti geldi beyaz kedi. On beş gün boyunca

yediği en kıyak mamaları uzandığı en yumuşak yastıkları aradı.

Kuzenimin evinin kapısını tırmaladı nafile.

Açlıktan halsiz düştü. Yürüyecek dermanı kalmadı... Enver abi fark

etti kediyi... Dükkândan bir hazır süt açtı. Döktü bir plastik kaba içine

birkaç bisküvi tanesi...

O günden sonra Enver abinin yolunu gözledi hep...

Peşinde dolaştı. Her gün karnı doyuruluyordu. İki evin arasında

güneşe karşı yatıp uzanıyordu ama bir türlü mutlu değildi.

Yeni hamisinin hep peşinde olmak istiyordu. Kucağına atlamak.

Sevilmek... İstiyordu ki yine başı okşansın... Peşinden birkaç kez

dükkanına geldi...

Piştttttt…

Demek ki içeri girilmeyecekti.

Dışarda kapının önlerinde bekledi Enver abinin gözlerine bakarak...

Bir iki kez daha şansını denedi...

Pişttttttttttt…

İbadoğlu emmim bide süpürge sapıyla kovaladı onu...

Günler böyle geçip gidiyordu...

Bir gün yine takıldı Enver abinin peşine... Onunla beraber

Murat’ın kahvesine kadar yürüdü. Kafayı uzatıp içerde king oynayan

Enver abiye miyavladı...

Miyav miyavvvv...

Murat arkada evden gönderilen sefer tasındaki kıymalı patatesi

yiyordu... İştahı yoktu o gün nedense... Keyifsizdi. Ziyan olmasın

diye kapıda bekleyen beyaz kedinin önüne döküverdi kıymalı

patatesi...

Beyaz kedinin yeni meskeni Murat’ın kahvesiydi ondan sonra...

Miyav da miyavvvvvv...

Öyle güzel miyavlıyordu ki...

Murat onun içeri girip çıkmasına da kızmadı...

İyice benimsedi beyaz kedi kahvehaneyi...

Bir gün tüm cesaretini topladı kapıdan geçti... Pişttt diyen yok.

Kışşşt diyen yokkk... Arkadaki koltuğun üstüne kuruldu... Yalandı

durdu... Uykusu geldi mırıl mırıl uyudu...

Kedi kahvenin gülüydü artık... Kediyle ilgili şakalar başladı...

Kedinin resimleri çekildi sosyal medyada paylaşıldı...

Kedinin kafasına şapka takıldı resmi çekildi... Kedinin önüne orta

şekerli kahve konuldu resmi çekildi... Kedi sobanın yanına

uzandı resmi çekildi... Kedi oyun masasında yancı oldu resmi

çekildi... Kedinin kuyumcu Mustafa ile, hastaneden Ender ile

Sonerlerle resimleri çekildi... Kedinin kahvenin müdavimleri

karakoldan polislerle resimleri çekildi...

Ben bile kediyle resim çektirdim... Kedi birden Murat’ ın kedisi

oldu...

Ufff... Kedi herkesin göz bebeği... Birden huyu değişti...

Kapı önlerinde ona buna miyavlayan kedi herkese yüz

vermemeye, önüne konan ekmekleri simitleri poğaça parçalarını

yememeğe başladı... Kediye salamlar, kediye karşıdaki

marketten sucuklar alınmaya başlandı. taki bir gece kedi

kahvehaneye uluorta defi hacet yapıncaya kadar..

HAZIRLAYAN

Murat’ ın midesi bulandı içi dışına çıktı kaptığı gibi süpürgeyi

kediyi kapı dışarı etti...

Murat’ ın içine iyice işlemiş olmalı ki günlerce kahvenin önünde

miyavlayan kediye yüz vermedi. Onu her gördüğünde süpürge

ile kovaladı...

Kedi baktı ki kabahati büyük kahvehanedeki mutlu günler sona

ermiştir... Kuyruğunu sıkıştırıp gene topal Ethem’in aralığına

döndü... Enver abinin önünü beklemeye başladı... Enver abide

eskisi gibi yüz vermedi beyaz kediye... Beyaz kedi geldi... Enver

abilerin dükkânın pencere pervasızdaki çıkıntıya oturdu...

Günlerce dükkândan çıkanlara dükkâna girenlere miyav dedi...

Murat her şey çay getirişinde daha bir içten miyav deyip umutla

gözlerine baktı...

Her seferinde pişşşşştttttttt... Kedinin resimlerini çekip murat

kediyi affetsin diye sayfamda yazılar yazdım... Muratta hiç yumuşama

yok... Sayfamı takip edenlerde ‘’Murat kediyi affetsin’’

kampanyama içten destek oldular...

Murat kahvesinin ortasına halt işleyen kediyi affetmedi...

Günlerim beyaz kediyle bakışarak geçti...

O karşıda cam önünde...

Ben camımın önümdeki masamda..

Beyaz kedi her gelene miyav dedi... kahveci Murat’ a özellikle

miyav dedi...

****

O gece epey yorulmuş olmalıyım ki sabah geç kalktım... belki

de nöbetçiydim...

Masamda otururken karşıda pencerenin önünde beyaz kediyi

göremedim... dışarı çıktım, aralıkta da yoktu...

Enver abinin yanına gittim, sordum:

Kedi nerde...

Yüzü asıldı... bir müddet konuşmadı...

Bir ufladı... Beyaz kediyi köpekler parçalamış bu gece dedi...

Çöpçüler alıp götürmüşler...

Dükkânın önünde, yolda hatta eczanenin bile önünde kan lekeleri

vardı...

*****

Beyaz kedi camın önünde yoktu...

Ecz. Arif EKMEKÇİ - Arif Eczanesi / Ulus

44

PARASETAMOL

PARASETAMOL

45



PARASETAMOL

İRANGEZİ

MEDENİYETLER BEŞİĞİ

‘İki şey hayatımızı karartır

Susacakken konuşmak,

konuşacakken susmak’

Şeyh Sadi-i Şirazi

HAZIRLAYAN

HAZIRLAYAN

“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla’’

Füruğ Ferruhzad

Tuba GÖKSU

Eczacı

Sibel KARA

Diyetisyen

Bir arkadaşınıza İran’a gideceğinizi söylediğinizde muhtemelen

aklınızı kaçırmış olduğunuzu düşünür. İran, insanlar üzerindeki

olumsuz algısının aksine ünlü tarihçi İlber Ortaylı’nın da sıkça

bahsettiği gibi Türkiye’den yurtdışına çıkıldığında ilk görülmesi

gereken yerler listesinde başı çekecek bir güzelliğe sahiptir.

Medeniyetler beşiği bu ülke, yüzyıllar boyunca pek çok

uygarlığa ev sahipliği yapmış, coğrafyasında birbirinden

değerli tarihi ve kültürel mirası barındırmaktadır.

İran’ın tarihine baktığımızda karşımıza ilk olarak milattan önce

7. Yüzyılda devleti kuran Medler çıkar. Milattan önce 6. Yüzyılda

Büyük Kiros Medlerin kurduğu bu ilk İran devletini yıkarak

uzun yıllar egemenlik sürecek olan Pers İmparatorluğu’nu inşa

eder. İran’daki mirasın çoğu bu dönemden kalma eserlerdir.

Perslerden sonra İran topraklarında Sasaniler, Safeviler, Kaçar

Hanedanlığı gibi pek çok devlet egemenlik sürmüştür. 1925

yılında Pehlevi sülalesi İran tahtına oturmuş ve bu süreç

1979’da gerçekleşen ‘’İslam Devrimi’’ ile son bulmuştur. 1935

yılında Rıza Şah’ın isteği ile ülke İran adını almıştır. Ayetullah

Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen devrim sonrasında yönetim

şekli değişmiş, İran İslam Cumhuriyet’i kurulmuştur. Şah

ve ailesi ülkeyi terk etmiş ve böylece İran’da yeni bir dönem

başlamıştır.

Güneybatı Asya’da yer alan İran, merkezi konumu nedeniyle

jeo-stratejik öneme sahiptir ve Ortadoğu’da önemli bir bölgesel

güçtür. Başkenti TAHRAN olan ülkenin diğer önemli şehirleri;

Türk şehri olarak anılan TEBRİZ, Persepolis antik kentine

ev sahipliği yapan ŞİRAZ, tarihi İpek Yolu’nun önemli

duraklarından biri olan İSFAHAN ve Zerdüştlerin şehri YEZD.

İran nüfusunun önemli bölümünü %60’lık oranla Farslar

oluşturur. Geri kalan nüfusun %15’i Türkler, %10’u ise

Kürtlerden oluşmaktadır. Resmi dili Farsça olan ülkede

konuşulan diğer diller Azerbaycan Türkçesi, Beluçca, Kürtçe,

Arapça ve Türkmence’dir. Para birimi İran Riyali olan ülkenin

anayasada belirtilen resmi dini İslam ve resmi mezhebi

Şiiliktir.

Bu yazımızda sizlere Büyük Pers İmparatorluğu’na başkentlik

yapmış olan Persepolis antik kentini ve Zerdüşt dininin

merkezi olan Yezd şehrini tanıtmaya çalışacağız.

>> YEZD

İran çöllerinin ortasında masallardan fırlamış bir şehir Yezd.

Hem ilginç mimarisi hem de Zerdüştlük dininin merkezi

olması sebebiyle İran’da mutlaka görülmesi gereken şehirlerin

başında geliyor. Bir çöl şehri olması sebebiyle susuzluk ve kum

fırtınalarına karşı önlem alınarak oluşturulmuş bir mimariye

sahip 5000 yıllık bu kent, çölün ortasında hayatın kaynağından

mahrum kalmamak adına uzak bölgelerden su getirmek için

herkesin hayran kaldığı su kanallarına sahip. Yerin metrelerce

altına kendi kendini soğutabilen su depoları inşa edilmiş.

Tarihin en eski soğutma sistemleri de yine burada

görebileceğiniz ‘badgir’ adı verilen rüzgar kuleleridir. Bu sistem

sayesinde insanlar çöl sıcaklarından ve kum fırtınalarından

kendilerini koruyorlar.

46

PARASETAMOL

PARASETAMOL 47



Yezd’de hala yaşayan bir inanç olan Zerdüştlük’ten bahsedecek

olursak, en önemli özelliği bilinen ilk tek tanrılı din olmasıdır.

Tanrılarını Ahura Mazda, kutsal kitaplarını ise Avesta olarak

adlandırıyorlar. Tapınaklarına da ateşgede deniyor. Bu dinin öğretilerinden

birisi; ‘’İyi düşün, iyi konuş, iyi ol ‘’. Dünyanın yaratılış

esansı olarak düşündükleri 4 elemente çok önem veren Zerdüştler

için en değerli şey her şeyi yakıp temizleyip adaleti sağlayan ateş.

Aynı zamanda günde 5 kere ateşin karşısına geçip dua ederek

ibadet ediyorlar. Havayı, suyu, toprağı ve ateşi temiz tutmak zorunda

hissediyorlar. Bu sebepledir ki ölülerini bile toprağa gömmek yerine

kuşların yemesi için sessizlik kulesi adı verilen yerlere bırakıyorlar.

Bu ritüel ise şöyle gerçekleşiyor. Ölü kişinin bedeni ailesi tarafından bu

yerlere getirilip önce 3 gün bir odada bekletiliyor.

3 gün içerisinde ruhun bedenden ayrılışının tamamlanacağına

inanıyorlar. 3 gün sonunda bir rahip ve ona eşlik eden yardımcısı ölüyü

kuleye götürüp kuşların yemesi için gözetliyor ve 2 ya da 3 hafta

sonra ölüden kalan kemikler bir çukura atılıyor. Şehri dolaşırken

yıllardır sönmeyen ateşin içinde bulunduğu Zerdüşt Tapınağı’ nı

ve artık kullanılmayan Sessizlik Kuleleri’ni görmenizi tavsiye

ediyoruz.

Şehirde görmeden ayrılmamanız gereken bir diğer adres Cuma

Cami. İran’ın en büyük camilerinden olan bu yapı aynı zamanda en

uzun minarelere sahip camilerin arasında sayılıyor. Olağanüstü güzellikteki

mavi çinileriyle ve kütüphanesinde yer alan kıymetli el yazması

eserleriyle görülmeyi hak eden yerlerden biri oluyor.

>> PERSEPOLİS

Dünyaca ünlü İran halılarının, meşhur üzümlerinden yapılan

şarapların, İran edebiyatının büyük şairlerinden olan Hafız-ı Şirazi ve

Şeyh Sadi-i Şirazi’nin memleketi; ŞİRAZ.

Tüm bunların yanında turistleri Şiraz’a çeken en önemli sebep

PERSEPOLİS, sadece İran’ın değil belki dünyanın en eski şehirlerinden

biridir. Bu antik kent tüm Pers kültürünün beşiği olarak görülür.

Yunanca Pers ülkesinin başkenti anlamına gelen Persepolis’e,

İranlılar mitolojik kahramanları Cemşid’in anısına Taht-ı Cemşid

adını vermişler.

gezip görebileceğiniz yapılardandır.

Yeni gezi rotalarında görüşmek ümidiyle keyifli okumalar dileriz..

Şehirde tarihi su kanallarından bahsetmiştik. Bunların en muhteşem

örneklerinden birini görmek için mutlaka Su Müzesi’ni ziyaret

etmelisiniz.

Birinci Darius zamanında başlanan şehrin yapımı rivayetlere göre

180 yıl sürmüştür. Yaklaşık 200 yıl altın çağını yaşayan şehir Büyük

İskender tarafından yağmalanıp yerle bir edilmiştir.

Büyük İskender’in bir zamanlar hapishane olarak kullandığına

inanılan Zindan-ı- İskender ve yine aynı meydanda bulunan 12 İmam

Türbesi de turistlerin ilgisini çeken noktalardan.

Ticaret şehri kimliğini korumuş ve değerli ipek halıları ile adından

söz ettiren Yezd’i gezerken tarihi çarşılarından alışveriş yapmayı,

tatlılarıyla meşhur olan şehrin baklavasını ve geleneksel ‘Guttab’

tatlısını deneyimlemeyi ihmal etmeyin.

Antik kente bir merdivenle girilir ve merdivenlerin bitiminde sizi

Tüm Milletler Kapısı karşılar.

Kentin güneyine doğru ilerlediğinizde Kral Darius’un halkı

huzuruna kabul ettiği Apadana Sarayı karşınıza çıkar. Saraya

çıkan merdivenler ve üzerindeki kabartmalar dikkatinizi

çekecektir. Kabartmalarda farklı milletlerden insanlar ellerinde

hediyelerle ve barış içinde resmedilmiştir.

Nakş-ı Rüstem ve Nakş-ı Receb de yine antik kent çevresinde

48

PARASETAMOL

PARASETAMOL 49



PARASETAMOL

BESLENME

Polifenollerin mikrobiyota kompozisyonu üzerine olan etkileri;

POLİFENOLLER

Polifenoller bitkilerin köklerinde, sebzelerde,

meyvelerde, çay , kahve, kakao, şarap gibi

bitkiselürünlerde yüksek miktarlarda bulunan

yapısında birden fazla fenolik grup bulunduran

biyoaktif besin bileşenleridir. Polifenoller antidiyabetik,

anti-inflamatuvar, anti-fungal, antimikrobiyal

ve antihipertansif etki göstererek

sağlığımızı olumlu yönde etkilemektedirler.

Mikrobiyata ve Polifenoller

Son zamanlarda mikrobiyata hayatımızda iyice önem kazanmıştır.

Beslenmemiz mikrobiyata komposizyonunu etkileyen

en önemli faktörlerdendir.. Mikrobiyota kompozisyonunun

beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak değişiklik gösterebileceği

ve mikrobioyota kompozisyonundaki değişikliğin

besin ögesi biyoyararlılığını etkileyebileceği yapılan araştırmalarla

ortaya konulmuştur.

1- Kolonda yaşayan yararlı bakterilerin üremesini uyarır.

2- Patojen bakterilerin inhibisyonunu sağlaması

3- Enterosit gelişimi üzerine olumlu etkilerinin olması

şeklinde sıralanabilir .

Kısacası polifenol içeriği yüksek olan

besinlerin kan şekeri regülasyonunun ve

hedeflenen vücut ağırlığı kaybının sağlanmasında

veya hastalıkla ilişkili olabilecek

komplikasyonların geciktirilmesinde olumlu

etki gösterme potansiyelleri olduğundan

beslenmemizde mutlaka bulunması

gerekmektedir.

Diyabet ve Polifenoller

Peki bu polifenollerden zengin besinler nelerdir?

Polifenoller hem mikrobiyal kompozisyonunu

hem de glukoz homeostazını ve insülin

duyarlılığını etkileyerek diyabetin önlenmesi

veya yönetiminin sağlanmasına katkıda

bulunmaktadırlar. Ayrıca polifenol içeriği

yüksek olan sebze ve meyveler posadan

zengin, enerji yoğunluğu düşük besinlerdir.

Bubesinler kan şekeri regülasyonunun ve

hedeflenen vücut ağırlığı kaybının

sağlanmasında veya hastalıkla ilişkili

olabilecek komplikasyonların geciktirilmesinde

olumlu etki göstermektedirler.

Polifenoller

Flavonoidler Katechinler

Flavanonlar

Flavanoller

Antosiyaninler

Flavonoid Olmayan polifenoller

Resveratrol

Kurkumin

Koumarin

Fenolik Asitler

Ellajik asit

Tannik asit

Gallik asit

Kaffeik asit

Gõda Kaynaklarõ

Yeşil,Siyah Çay,Üzüm,Kakao,Mercimek,Üzümsü meyveler

Portakal, Greyfurt, limon, mandalina, Zeytin, Zeytin Yağõ

Yeşil sebzeler,Elma,Soğan,Üzümsü meyveler, Zeytin yağõ

Çilek, Renkli meyveler, siyah üzüm, Şarap, Pempe zeytin

†zŸm zarõ, kõrmõzõ şarap, Çerezler(badem,ceviz vb.)

Zerdeçal, Hardal

‚ilek,Yaban Mersini, Kayõsõ,Kiraz,tarçõn, Meyan kškŸ

Ceviz,Çileki,Yaban mersini, nar, üzüm

Isõrgan, çay, ŸzŸmsŸ meyveler, Zeytin, Zeytin yağõ

‚ay, mango, çilek,soy, Zeytin, Zeytin yağõ

Yaban mersini, Kivi, Erik, kiraz, elma

Alara YEŞİLBAŞ

Diyetisyen

Unutmamalıyız ki hiçbir besin mucizevi değildir.

Bu yüzden tükettiğimiz porsiyon miktarına dikkat etmekte fayda var.

50 PARASETAMOL

PARASETAMOL

51



PARASETAMOL

ANNE-BEBEK

koşullarına çok fazla dikkat edilmesi

gerekiyor. Emzirirken maske takılmalı,

eller temizlenmiş olmalı. Pompa vs

HAZIRLAYAN

kullanılıyorsa sterilizasyon iyi sağlanmalı.

Pandemide gebelik takip aralıkları da

uzamış durumda. Doktorlar süreç dolayısı

ile gebeleri hastane ortamına sokmamak

Ecz. Merve KARAGÜZEL

için kontrole daha seyrek çağırıyor.

Gebelikte bazı önemli testlerin yapıldığı

haftalara (12, 16 ve 20.hafta) dikkat edilip

doktor ziyaretini aksatmamak gerekiyor.

Gebeliğin erken ve geç dönemlerinde

koronavirüsün anneden bebeğe geçtiği

hakkında kesin bir bilgi bulunmuyor.

sebep olarak görülmüyor. Bu semptomlardan

bir veya birkaçı mevcutsa maske

takılarak hastaneye başvuruluyor. İlgili

Telefon üzerinden hekim ile iletişim

sağlanarak da test sonuçları ve olası

sıkıntılar halledilebiliyor.

Dünyayı yerinden oynatan, sosyal ve ekonomik

dengeleri alt üst eden, yüksek sayıda ölümlere yol açan

yeni tip korona virüs, herkesi olduğu gibi hamileleri de

oldukça tedirgin ediyor. Söz konusu bebeklerinin sağlığı

olunca da haklı bir stres yaşıyorlar.

Özellikle hastalığın en sık görüldüğü ülke

olan Çin’de yapılan çalışmalarda; enfekte

gebeye ait amniyon sıvısında, kordon

kanında, yenidoğan bebeğin boğazından

hemen doğum sonrasında alınmış sürüntü

örneklerinde ve anne sütünde bu virüse

rastlanmamış. Yenidoğan korona virüs

vaka örnekleri mevcut ancak bu negatif

doktorun muayenesi sonrası eğer koronavirüs

pnömonisi bulguları var ise korona

virüs testi yapılıyor . Aynı zamanda

hekim gerekli görürse, düşük doz bilgisayarlı

tomografi görüntüleme yöntemine

başvurabiliyor. Tek bir kez ve karın bölgesi

korunarak yapılan tomografi çekimi,

bebekte olumsuz sonuçlara yol açacak

Sonuç olarak yeni tip koronavirüs

salgınını hayatımızın bir gerçeği olarak

kabul etmemiz ve uzunca bir süre yaşam

şeklimizi salgına karşı korunmalı olarak

değiştirmemiz gerekiyor. Yeterli önlemler

alındığında, gebelik süreci ve sonrası

korkulduğu gibi sıkıntılı geçmiyor.

Geçmişte yaşanan SARS ve MERS gibi korona virüs

ailesine ait diğer salgınlar gebelerde daha ağır seyretmiş,

düşükler ve erken doğumlar yaşanmış. Ancak

COVID-19 henüz yeni bir salgın olduğu için

hakkında çok az şey biliniyor. Bu belirsizlik sebebiyle

de hamilelerin normal kişilerden daha fazla tedbirli

olmasında fayda var.

sonuçlar itibariyle virüsün doğumdan

hemen sonra bulaştığı düşünülüyor.

Gebelik sırasında korona virüse karşı

alınacak önlemler diğer kişilerle aynı

yalnızca daha özenle uyulması gerekiyor.

Eller sık sık 20 saniye boyunca yıkanmalı,

yıkanamadığı zaman alkol bazlı el

minimum dozun bile altında oluyor.

Tüm bu muayeneler ve testler sonrasında

doktorlar enfeksiyonun ciddiyeti hakkında

fikir sahibi oluyorlar ve uygun takip-tedavi

buna göre planlanıyor. Anne ve bebeğin

genel sağlığını tehdit edecek bir durum

yoksa evde kendisini tamamen izolasyon

ile iyileşmesini beklemesi öneriliyor.

Şu ana kadar yaşanan süreçte; hamilelerde

topluma göre artmış bir duyarlılık mevcut

değil. Ama biliyoruz ki hamilelik döneminde

bağışıklık sistemi bir miktar zayıflıyor ve

hamilelik sebebiyle solunum sisteminde

değişimler oluyor. Viral solunum yolu

enfeksiyonlarına daha yatkın hale geliniyor.

Eğer enfekte olurlarsa hastalığı ağır geçirme

riskleri normal bireylere göre daha fazla.

antiseptikleri kullanılıp hijyene dikkat

edilmeli. Eller gözlerden, ağızdan ve

burundan mümkün olduğunca uzak

tutulmalı. Sosyal mesafeye dikkat edilmeli,

kalabalık ortamlara girilmemeli.

Mümkünse evden çıkmamalı, çıkıldığında

koruyucu maske takmalı . Dengeli beslenmeli

ve düzenli uyumaya dikkat edilmeli.

Hamilelik döneminde korona virüs ile

Durumun ciddiyetine göre de hastanede

tedavi ediliyor.

Hamilelerde sadece korona virüs olması

sezaryen ile doğum gerekçesi olarak

sayılmıyor. Virüse rağmen anne ve

bebeğin sağlığı iyi olduğu sürece normal

vajinal doğum beklenmesi gerekiyor.

Ancak annenin genel durumunda enfeksiyona

bağlı ciddi derecede sıkıntılar varsa

Bir diğer önemli nokta ise gebelerdeki hastalık endişesi.

Uzmanlar gebelerin hastalığa yakalanma stresi

sebebiyle düşüklerin ve erken doğumların

gerçekleşebileceğini söylüyorlar.

şüpheli bir temas söz konusu olduktan

sonra; yüksek ateş, öksürük, kas ağrısı

veya solunum sıkıntısı gibi bir semptom

yoksa 14 gün boyunca evden dışarı

çıkmamak gerekiyor. Sadece gebelik

o zaman sezaryen düşünülebiliyor.

Koronavirüs, annelerin emzirmesine

de engel olarak görülmüyor. Anne sütü

ile geçmiyor ama temas ile çok kolay

olması korona virüs testi için geçerli bir

bulaştığı için emzirme döneminde hijyen

52 PARASETAMOL

PARASETAMOL 53



PARASETAMOL

EDEBİYAT

HAZIRLAYAN

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

“O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela.

O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,

Senin onu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince,

çok ait de olmazsın hem.

Hatta elini ayağını bile

çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa,

kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi

davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri

sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak

“O benim” diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan

bir şeylerin

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan,

renklere ait olacaksın.

Mesela turuncuya, ya da pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın…

Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın…

Ucundan tutarak...

Can Yücel

Duyduğumuz, gördüğümüz, düşündüğümüz, hissettiğimiz…

Kim olduğumuz, kiminle olduğumuz, nasıl yaşadığımız,

ne yediğimiz, ne içtiğimiz… Dünyanın büyüklüğü, insanoğlunun

küçüklüğü, doğanın azizliği, evrenin kutsallığı, Yaradanın varlığı…

Tüm üç ay boyunca belki de aklımızdan gelip geçenler…

Bazen konuşmak hem yetersiz kalır hem de gereksiz. Sadece

düşüncelerimize sığınırız. Var olmaya dair ürkütücü, distopik bir

süreç yaşadığımız bu dönemlerde ben de sizlerle yoldaşlık etmek

adına yukarıdaki Can Yücel dizelerini ve üç can alıcı kitap seçtim.

İşte onlar:

KARDERİN KIZI

Bundan önceki sayılarda Isabel

Allende’in bir romanını paylaşmıştım.

Bu sayıda yine aynı yazara ait “Kaderin

Kızı” adlı romanı seçtim. Bu roman

yazarın üçlemesine ait bir kitap. İster

sırayla okuyabilir isterseniz bağımsız

değerlendirebilirsiniz. Çünkü kurgu

ve kahramanlar tamamen bağımsız

hareket ediyor. Sırayla okuyacaklar

için:

1- Kaderin Kızı

2- Sararmış Bir Fotoğraf

3- Ruhlar Evi

Ecz. Seda KAZOKOĞLU

Seda Eczanesi / Kdz. Ereğli

Kitap oldukça sürükleyici. Elinize alıp kolay kolay bırakamayacağınız

türlerden. 472 sayfa ve Can yayınları tarafından çıkarılmış. Çevirisini

ise İnci Kut üstlenmiş.

Öykümüz 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında altın madenlerinin

keşfedildiği Şili’den Amerika’ya uzanan bir yolda geçiyor.

Başkahramanımız Eliza, bebekken Sommers kardeşlerin kapısına

bırakılır. Kardeşlerden Rose kötü sonuçlanan bir aşk macerasını

yeni atlatmıştır. Bu sebeple bebeği kendi bebeği gibi sahiplenir, ona

bakar ve onu büyütür. Gel zaman git zaman Eliza yetiştiği ailenin

gözbebeği olur. Fakat aşkın talihsiz kurgusu onu da hedef kabul

eder ve Eliza kendini ailesinin onaylamadığı bir ilişki içerisinde bulur.

Rose’den farklı olarak ise, Eliza, altın aramaya California’ya giden

aşkının peşinden bir maceraya atılır. Uzun, zorlu bir gemi yolculuğu,

bu yolculukta tanıştığı kişiler, yaşadığı olaylar, sonrasında yerleştiği

mekânlar ise hikâyenin en kıvam verici bölümleri.

Isabel Allende, çoğu kitabında olduğu gibi sadece ana

karakterine odaklanmıyor Kaderin Kızı’nda. Eliza’nın hayatına girip

çıkan insanları, uzaktan da olsa hayatının bir köşesine, bir şekilde

dokunan insanları da yakından tanıyoruz. Fiziksel olarak imgelediklerinin

yanında yazar, duygusal olarak da kimsesizliği,

kadın olmanın zorluklarını, kültürlerin kaynaşmasını, şiddeti,

ırkçılığı, acıma, dostluk, sevgi, fedakârlık, umut hislerimizi sorgulatıyor.

Isabel Allende, hem karakterlerini, hem hikâyeyi, hem de mekânları

öyle bir örmüş ki adeta yaşıyorsunuz okurken. Renkli bir üslup ve

uzun cümlelerle okuyucuyu hep elinde tutuyor hikâye. Anlatımda

kullanılan bilgece cümleler ise hayatı sorgulamanıza sebep oluyor.

İşte onlardan bazıları:

“Bilge kişi, hiçbir şey istemez, yargılamaz, plan yapmaz, aklını açık,

yüreğini huzurlu tutar.”

“Ne kadar çok şey öğrenirsen, ne kadar az bildiğini o kadar çabuk

anlarsın ...”

“Yılın mevsimine ve rüzgârın yönüne göre yiyeceklerini seçmeli,

yatağının yönünü değiştirmeli ve meditasyonunu yapmalısın. Böylelikle

her zaman evrenle aynı tınıda olursun.”

BUGÜN KALAN HAYATIMIN İLK GÜNÜ

Kitap kapağının güzelliğinin içeriğinin de

güzel olabileceği algısı ile seçilmiş bir

başka kitap sıradaki. İnsanın gerçekle

bağlantısını koparan, zihninizi pamuklar

üzerine taşıyan bir kitap adı değil mi

sizce de ?: “Bugün Kalan Hayatımın

İlk Günü” Kitabımız Yan Pasaj Yayınları

tarafından çıkarılmış. 304 sayfa ve

Gülşah Ercenk tarafından çevrilmiş.

Aslında kişisel bir gelişim kitabı. Fakat

yazar bunu öyle harika bir şekilde hikâyeleştirmiş ki, kitap roman

niteliği kazanmış.

Kitaptaki hikâyemiz bir yolculukla başlıyor. Başkahramanımız Maelle,

kanser hastası arkadaşı için alternatif bir tedavi yöntemi bulma

amacıyla Nepal’e doğru yola çıkıyor. Tabii ki kahramanımız bu

yolculukta aslında kendini buluyor. Fransa’daki yüzeysel, koşturmalı

ve lüks hayatını bırakıyor. Nepal yolunda karşılaştığı kişiler ve yaşadığı

olaylar adeta hayatını değiştiriyor. Maelle’nin ön yargılarıyla savaşını,

yeni doğrular inşa etmesini, gerçekleri ve bütünlüğü hissetmesini

izliyoruz bu kitapta. Anlatım oldukça naif. Sade, yalın bir dil kullanılmış.

İçerik de bir o kadar güzel ve başarılı. Tasvir edilen görüntüleri birebir

canlandırabiliyorsunuz gözünüzde. Öyle ki, siz de bir yolculuğa

çıkıyorsunuz.

Kitabın arka kapağındaki bir dipnot sanırım merakınızı doruk düzeye

taşımama yardımcı olacak: Tolstoy’un dediği gibi, “ Tüm muhteşem

hikâyeler iki şekilde başlar: Ya biri bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir

yabancı gelir”

Gerçekten bu hikâye böyle…

Ve yine kitap içinden bazı alıntılara yer vermek isterim:

“Hata yapmak, başarmak için gereklidir.”

“Bir şeyin bilincine varmak, buna hazır olduğumuzda saniyelik bir iş,

ancak yıllardır süregelen alışkanlıkları değiştirmek, doğaldır ki biraz

zaman alıyor.”

ESKİ SEVGİLİ

Ve üçüncü kitabımız Begüm Kovulmaz

tarafından çevrilen Alafair Burke’nin

yazdığı gerilim romanı niteliğindeki

“Eski Sevgili”. Kitap Beyaz Baykuş

yayınevi tarafından çıkarılmış ve 304

sayfa. Hemen konudan başlamak

istiyorum.

Kendi halinde bir yazar olan Jack Harris’in

karısı yıllar önce öldürülmüştür. On altı

yaşındaki kızı ile birlikte yaşayan Jack, bir gün sahilde koşu yaptığı

sırada eski karısını hatırlatan bir kadın görür ve oldukça etkilenir.

Jack’in en yakın arkadaşı birkaç gün sonra ona yardım etmek için

internetteki popüler bir eş bulma sitesine bu kadının detaylı bir

tanımını yazarak ilan verir. Olumlu cevap alan Jack tanışmaya gider

ve olaylar başlar. Kadın buluşma yerine gelmez ve aynı saatlerde üç

kişi öldürülür. Öldürülen kişilerden biri de yıllar önce karısını öldüren

kişinin babası olunca işler karışır. Cinayet Jack’in intikam şöleni gibi

görünür ve Jack tutuklanır.

Savunma avukatı ise yirmi yıl önce evlenmek üzereyken Jack’ı

aldatıp terk eden eski sevgilisidir. Avukat Olivia, Jack’in hem cinayet

işleyeceğine inanmadığı hem de yıllar önce ona yapmış olduğu

haksızlığı telafi etmek için bu davayı üstlenir. Fakat Jack’in aleyhine

deliller arttıkça suçsuz olduğundan şüphe duymaya başlar.

Oldukça sürükleyici bir gerilim romanı idi. Aslında sizi çok fazla

germiyor. Okurken sürekli bir merak içinde kalıyorsunuz ve bu da

nabzınızı hızlandırıyor?. Güzel bir kurgu ortaya konmuş. Geçmiş

ve gelecekle ilgili bir hesaplaşma yaşanmış ve bu gözler önüne

sunulmuş. Sonuç ise beklenildiği gibi tam bir ters köşe.

“Öyle çok yalan söyledim ki, kendime de yalan söylemeye başladım.”

“Herkes arada bir kötüdür.”

54 PARASETAMOL

PARASETAMOL

55



PARASETAMOL

SİNEMA

ÖZGÜN BİR TİYATRO ÇABASI

HALUK BiLGiNER

Tüm dünya bir sahnedir.

Yalnızca birer oyuncu olan

kadınlar ve erkeklerin

sahneye girip çıktığı.

Ve tek bir insanın

ömrü boyunca pek çok rol

oynadığı.

W.Shakespeare ( İnsanın Yedi Çağı)

Haluk Bilginer, ‘Oyunculuk benim hayatım’

diyebilecek kadar işini aşkla yapan nadir insanlardan.

Aldığı birçok ödüle geçtiğimiz aylarda

Uluslararası Emmy ödülünü de ekledi.

21 ülkenin katıldığı 47.Uluslararası Emmy ödül

töreninde, ’Şahsiyet’ dizisindeki rolü ile en iyi

erkek oyuncu seçildi. Ödülü, bir gün onun da

oyuncu olmasını dileyerek, kızı Nazlı adına alan

Bilginer, Türkiye’yi böyle bir başarı ile temsil

ediyor olmanın mutluluğunu yaşıyor.

HAZIRLAYAN

Ecz. Burcu ONAY

Burcu Eczanesi / Kdz. Ereğli

1954 İzmir doğumlu Haluk Bilginer’ in oyunculuğa

olan ilgisi lise zamanlarına kadar uzanıyor.

İzmir Türk Koleji’nde okurken, liseler arası tiyatro

yarışmasında ilk ödülünü aldıktan sonra, İzmir

Devlet Tiyatrosu’nda konuk oyuncu olarak görev

aldı.

1971’de Ankara Devlet Konservatuarı tiyatro

bölümüne kabul edildi.Okulun ardından, hep

tiyatrocu olmak istemiş öğretmen babasının da

büyük desteğiyle, 1977’ de İngiltere’de Londra

Müzik ve Drama Sanatları Akademisi’nde ‘ileri

tiyatro’ eğitimi gördü.

Uzun bir dönem İngiltere’de bir çok oyun,

müzikal ve dizilerde yer aldı. Eastenders(1985)

dizisinde ‘Kıbrıslı Mehmet’ karakterini

canlandırdı. The Phantom Of the Opera (1984)

müzikalinde ‘Joseph Buquet’ rolünde oynadı.

Haluk Bilginer, İngiltere’de geçen başarılı kariyerinin

ardından kendi deyimiyle ‘toprak çekti’

hissiyatı ile Türkiye’ye dönüş yaptı.1980’ de

akademiden hocası Ahmed Levendoğlu ile

birlikte ‘Tiyatro Stüdyosu’nu kurdu ve beraber

bir çok özgün tiyatro eseri sahnelediler.

1999’ da Zuhal Olcay ile birlikte ‘Oyun Atölye’sini

kurdu. Oyun Atölyesi, yeni oyunlar oynamaya

çalışan, iyi ve kaliteli içerik üretme derdinde bir

tiyatro. Shakespeare’in Türkiye’de yeterli sıklıkta

ve doğru çeviri ile oynanmadığına inanan

Bilginer, insanı anlatan ve tam da bu yüzden

yıllar sonra hala okunacağına inandığı yazarı

daha çok insanla buluşturmak için tiyatrosunda

her sene bir Shakespeare oyunu sahneliyor.

Shakespeare’in Türkiye’de yeterli sıklıkta ve doğru çeviri ile oynanmadığına

inanan Bilginer, insanı anlatan ve tam da bu yüzden yıllar

sonra hala okunacağına inandığı yazarı daha çok insanla buluşturmak

için tiyatrosunda her sene bir Shakespeare oyunu sahneliyor. Oyun

Atölyesinin 10.yıl şerefine sahneye koyduğu ‘7 Şekspir Müzikali’

yazarın bütün eserlerinden ve sonelerinden alınan bölümlerin

kolajıyla oluşmuş, müzikleri ve koreografisiyle özendikleri işlerden

biri olmuş. Oyunda ‘To be or not to be’ ,Can Yücel’in özgün Hamlet

çevirisi ile ‘Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin’ samimiyetinde

sunuluyor seyirciye.Müzikal, insanın yedi çağını; ergenlikle yaşlılık

arasında geçtiği birtakım durakları, yine o zamanlara uygun müziklerle

yansıtıyor. Atölye, 2020 yılında yine Shakespeare’den ‘Kral Lear’

oyunu ile sahnede olacak.

Haluk Bilginer ‘Histeri’ oyunu ile 1997 Afife ödüllerinde ‘en başarılı

erkek oyuncu’, Moliere’in ‘Cimri’ oyunu ile 2005 Afife ödüllerinde

‘en başarılı müzikal erkek oyuncu’, ‘Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü’

oyunundaki tanrı rolü ile 2006 Afife ‘Yardımcı Rolde En İyi Müzikal

Erkek Oyuncu’ ödülüne layık görüldü.

Her ne kadar kendini en iyi tiyatro ile ifade ettiğini söylese de, aynı

zamanda bir çok dizi ve sinema projesinde yer aldı.

1997’de Zeki Demirkubuz ‘un yönettiği ‘Masumiyet’ filminde

canlandırdığı Bekir karakteri ile türk sinema tarihinin unutulmaz

tiratlarından birine imza attı. Bilginer bu rolü ile 10.Ankara Uluslararası

Film Festivalinde ‘en iyi erkek oyuncu’, 34.Antalya Altın Portakal

Film Festivali’nde ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ ödülünü aldı.

’İstanbul Kanatlarımın Altında ‘(1996), Nihavend Mucize(1995),

‘Harem Suare’ (1999) ’Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’ (2006),

Polis (2007) gibi filmlerle sinemada, Tatlı Hayat( 2001) daki İhsan

Yıldırım ve Ezel (2010) deki Kenan Birkan rolü ile televizyonda tanındı.

Aynı zamanda yurtdışında ’Half Moon Street’(1986), ‘Memories of

Midnight’ (1991), ‘Buffalo Soldiers’( 2001) gibi bir çok filmde rol aldı.

Son dönem dikkat çeken işlerinden biri de hiç kuşkusuz Nuri Bilge

Ceylan’ın 2004 Cannes Altın Palmiye ödüllü filmi ‘Kış Uykusu’.

Emekli olduktan sonra İstanbul’dan Kapadokya’ya taşınan eski

tiyatrocu ‘Aydın’ karakterini canlandıran Bilginer, Türkiye ‘deki aydın

kesime karakter üzerinden yapılan eleştiriyi çok dürüst ve samimi

buluyor.

Bilginer’e Emmy ödülünü getiren, başrolünü oynadığı son işi

Şahsiyet (2018), çağdaş edebiyatın öncü isimlerinden Hakan

Günday’ın senaryosunu yazdığı, Onur Saylak’ın yönetmenliğini

üstlendiği, dijital platformda yayınlanan bir mini dizi.

Bilginer dizide Kambura adli katip memurluğundan emekli ‘Agah

Beyoğlu’ karakterini canlandırıyor.Kedisi Münir ölünce Alzheimer

teşhisi konan Agah bey, yakın bir gelecekte yaptığı her şeyi

unutacağını öğrenince, kendince bir plan yaparak adaletin yerini

bulması görevini üstleniyor. Örgü ören,renkli çoraplı, nev-i şahsına

münhasır seri katil Agah bey’i merkezine alan hikaye ‘unutmak’

fiili üzerinden toplumsal hafıza kaybını arka fonda işliyor.

Haluk Bilginer ödül alırken yaptığı konuşmada ‘Lütfen içinde

bulunduğunuz toplumun bellek kaybı yaşamadığından emin olun’

vurgusu yaparak, kolektif bilince dikkat çekmişti.

Haluk Bilginer oyunculuğun tanımını yaparken, bu işin bir tekniği

olmadığını, tıpkı marangozluk gibi bir beceri gerektirdiğinin altını

çiziyor.’Bir şeyi oynarken mutlaka kendinizden bir parça bulmak

zorunda değilsiniz, yeri geldiğinde bir katili de oynayabilirsiniz ,ama

aynı zamanda oynadığınız kişi Hitler bile olsa onu severek oynamak

zorundasınız’ diyor.

Kendi dilinde ,kendi ülkesinde,kendini ifade edeceği bir alan

olmasının değeri açısından Türkiye’de tiyatro kurmuş olmayı hiç bir

şeye değişmeyeceğini söylüyor.

‘Benim işim tiyatro.Benim işim bir şey anlatmak,yazarın kurduğu

cümleyi sahneden seyirciye ulaştırmak’ diyen Bilginer, oynadığı

karakterlere kendi özgün yorumunu katarak ve onları bir anlamda

özgürleştirererek, alamet-i farikası ses tonuyla tüm duygu geçişlerini

izleyiciye yansıtan,derdi insanı insana anlatmak olan muazzam bir

yetenek.

Üstüne giydiği her rolü akılla,özveriyle,emekle hakkını vererek

oynaması onu ustalar sınıfının en başarılı üyelerinden biri yapıyor.

Onun için dünya, bir oyun sahnesi..

56

PARASETAMOL

PARASETAMOL 57



PARASETAMOL

MÜZİK

TÜRKİYE EUROVİSİON

DOSYASI:

2

“Pirates, high seas,

cautions, cannons

and potions

A sailor’s passion can

always

conquer the oceans

Sing with me

my children!”

Nitekim Demir Demirkan, Ozan Çolakoğlu ve

Sertab Erener üçlüsü stüdyoya kapanarak

o dillere pelesenk olan şarkı Everyway That

I Can’i sadece 2 saat içinde bestelediler.

Geriye kalan çok kısa sürede, sadece

bir hafta içinde gece gündüz çalışarak

koreograf Candan Baş önderliğinde kostüm

odaklı bir dans koreografisi hazırlandı.

Neredeyse hiç uyumadan, gece gündüz

çalışan ekip, 24 Mayıs gecesi gelip çattığında

artık tamamen hazırdı, birincilik geliyordu!

HAZIRLAYAN

Ecz. Mustafa Can ERDEM

Yeniden merhaba.

Bu yazıma başlamadan önce, bir önceki

Parasetamol dergisini yeniden okumak istedim.

Ne ironidir ki hepimiz istisnasız yazılarımıza

yeni yıl dileklerimizle başlamışız. Maalesef, yeni

yıl bize beklediğimiz sağlık, mutluluk ve huzuru

sağlayamadı. Tüm dünyayı etkisi altına alan

COVID-19 pandemisi ile başta biz sağlık

çalışanları olmak üzere, gencinden yaşlısına

hepimiz büyük bir özveri ile mücadele ediyoruz.

Kayıplarımızın acısını hissederek, tüm

kararlılığımızla mücadeleye devam ettiğimiz

bu savaşta, bir an bile rehavete kapılmadan

var gücü ile çalışan tüm sağlık çalışanı meslektaşlarıma

gönülden teşekkür ediyor ve kolaylıklar

diliyorum. Tarih bizleri yazarken, umarım cömert

davranacaktır.

Bir önceki sayımızda, Türkiye Eurovision Şarkı

Yarışması tarihine bir başlangıç yapmış,

“Seninle Bir Dakika” ile başlayan serüvenimizin,

ülkemizin Türkçe bir şarkı ile aldığı en yüksek

derece olan “Dinle” ye gelene kadar yaşadığı

gelişimden bahsetmiştim. Bu sayımızda ise

Sertab Erener ile birinciliğe uzanan yolculuğumuzdan,

yazımın başında sözlerinin bir

kısmına yer verdiğim son Eurovision şarkımız

“Love Me Back” e kadar uzanan maceramızı hep

beraber inceleyeceğiz. Avrupa Basın Birliği’nin

“tüm dünya halklarını bir araya getirmek”

düsturuyla yola çıktığı bu organizasyon, günümüz

pandemi koşullarında tüm dünyanın gerçekten

de hayatta kalmak uğruna bir araya geldiği bu

günlerde, belki de çok daha anlamlı olacaktır.

Bir Nevi Milli Bayram!: 24 Mayıs

2003

1997 yılında Şebnem Paker’in aldığı

üçüncülük derecesinden sonra, işler Türkiye

adına çok da iyiye gitmedi. “Unutamazsın”,

“Dön Artık”, “Yorgunum anla” gibi şarkılarla

katıldığımız, 1998-2002 yılları arasında,

ülke sıralamamız onunculuk ile on beşincilik

arasında gidip geliyordu. Gerçek bir başarı

için TRT nin radikal bir karar alması gerekiyordu.

Takvimler 2003 yılını gösterdiğinde, o yılın

Eurovision temsilcimiz Sertab Erener olarak

açıklandı. Bu haber tüm ülkede büyük bir

sevinçle karşılandı. Halihazırda 2003 yılında

Sertab Erener, kendine has ses aralığı ve

güçlü vokaliyle ülkenin en sevilen kadın

sanatçıları arasındaydı. Ancak şarkının

şekillenmeye başlaması ile sevinç yerini

tepkilere bıraktı. TRT’den aldıkları izin ile,

Eurovision’a ilk kez tamamen İngilizce

bir şarkı ile katılmak isteyen Sertab Erener

ve ekibi, toplumun her kesiminden ciddi

eleştirilere maruz kaldı. Konu ile ilgili Türk

Dil Kurumu “yanlış, üzücü ve kaygı verici”

açıklamasını yaparken, dönemin AKP

Samsun Milletvekili Suat Kılıç, konuyu

meclise taşıyarak Türkçe olmayan bir şarkı

ile uluslararası bir organizasyona katılmanın

doğru olmadığına yönelik açıklamalarda

bulunduysa da, TRT tarafından yapılan

“Eurovision Şarkı Yarışması bir pop müzik

yarışmasıdır. Uluslararası pop müzik

yarışmalarında en önemli unsur ülkelerin

kültürlerinin sergilenmesi değil iyi bir

performans sergilenerek birinci olmak ya

da ilk üç sırada yer almaktır.” açıklaması,

tartışmalara son noktayı koydu.

2003 Eurovision gecesinde, Sertab Erener

ve ekibi çok başarılı bir performans

sergileyerek hepimizi heyecanlandırdı.

Ancak rakipleri çok güçlüydü. Bir çok güzel

performansın arasında, Rusya ekibinin “Ne

Ver,Ne Boysia” ve Belçika ekibinin (Babam

bu konuda çok emin gibiydi.) “Sanomi” gibi

birinciliğe oynayan şarkıları, Sertab Erener ve

ekibinin işini epey zorlayacak gibi görünüyordu.

Nitekim öyle de oldu. Zor bir oylamanın

ardından son oyu verecek olan ülke Slovenya

oylarını açıklamadan önce puan tablosu şu

şekildeydi: Belçika 162 puanla ilk sırada,

Türkiye 157 puanla ikinci ve Rusya 152

puanla üçüncü durumdaydı. Slovenya

Belçika’ya üç puan verdi ve Türkiye’ye on

puan vermesiyle gecenin birincisi belirlenmiş

oldu.

Sertab Erener, tüm Türkiye’yi sokağa

döken Eurovision zaferinden sonra,

memlekette muzaffer bir komutan gibi

coşkuyla karşılandı. Taksim Meydanı’nda

binlerce insanla birlikte Everyway That I

Can şarkısını söyleyen ve devlet büyükleri

tarafından onore edilen sanatçı için artık

resmen yepyeni bir dönem başlamış oldu. O

güne kadar yalnızca azınlığın favorilerinden

olan Sertab Erener, artık kitlelerin takip ettiği

önemli bir müzikal figüre dönüşmüştü.

58 PARASETAMOL

PARASETAMOL

PARASETAMOL

59



layıp, finalde ülkemize ilk ikinciliği getirdiği

ki halen uluslararası müzik forumlarında

“Manga neden birinci olmadı?” sohbetlerinin

dönmesine neden olan, muhteşem

“We Could Be The Same” performansı

konuşulmaya değerdir. Elbette birinciliği

kazanan Almanya ekibinin Satallite

parçası da halen dillerden düşmeyen bir

şarkı olsa da, Manga ile sahne alan dans

sanatçısı Nathalie Marrable’ın robot kostümü

ile hayat verdiği post-modern sahne şovu,

Eurovision tarihimizde belki de en tekrar

izlenmeye değer şovlardan birisidir. Şu noktada

okumaya ara verip performansı tekrar

izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Sonun Başlangıcı

Büyük zaferden sonra, Türkiye adına yüzler

gülüyordu. 2004 yılında yapılan Eurovision

yarışması, yarışma kuralları gereğince

İstanbul’da yapıldı. Yarışmaya Abdi İpekçi

Arena ev sahipliği yaparken, yarışmanın

sunucuları Meltem Cumbul ve Korhan

Abay’ı ve yarışma öncesi muhteşem bir

şov gerçekleştiren Anadolu Ateşi ekibini de

anmadan olmaz. Yarışmada ülkemizi Athena

grubu “For Real” adlı şarkı ile başarıyla temsil

etti. Ukrayna Ekibi “Wild Dances” adlı şarkıyla

birinci olurken, Athena, 195 puan alarak

dördüncü oldu. Athena’nın aldığı 195 puan

bu güne kadar Türkiye’nin Eurovision’da

aldığı en yüksek puan olarak tarihe geçti.

Kazanılan büyük zafer ve ev sahipliğimiz,

Eurovision performanslarımızın kalitesinde

ve derecelerinde ciddi bir ivmeye yol açmış

gibi görünüyordu. 2005 ve 2006 yıllarında

nispeten başarısız sayılabilecek performanslar

ile katılmış olsak da , 2007 den, son

kez katıldığımız 2012 tarihine kadar Türkiye

hiç ilk 10’dan çıkmadı. Bu performanslar

arasında, Kenan Doğulu’nun sempatikliğiyle

gönülleri kazanan “Shake it up Şekerim”

performansı ve dördüncülüğü, benim şahsi

favorim Mor ve Ötesi’nin, “Deli” adlı Türkçe

bir şarkı ile kazandığı yedincilik, Hadise’nin

40 derece ateş ile sahne alıp , büyük özveri

ile sahnelediği performansı “Düm Tek Tek”

şarkısı örnek verilebilir.

Bütün bu saydığım şarkıların hepsinin kendilerine

has ortaya çıkış süreçleri ve hikâyeleri

olsa da, maalesef hepsini tek bir yazıda

anlatabilmek mümkün değil. Yine de bahsetmeden

geçemeyeceğim özel bir başarı daha

varsa, o da Manga grubunun 2010 yılında,

Eurovision yarı finalini birinci olarak tamam-

Takvimler 2011 yılını gösterdiğinde ise,

Türkiye Eurovision adına büyük bir talihsizlik

yaşadı. Yüksek Sadakat grubunun “Live it

up” parçası ile ülke tarihimizde ilk kez, yarı

finalde başarılı olamayıp, finalde yarışma

hakkı kazanamadık. 2012 yılında ise, o

dönemde oldukça küçük bir dinleyici kitlesine

sahip alternatif müzik sanatçımız Can Bonomo

temsilcimiz seçildiğinde, benim gibi kendisini

bilen, tanıyan insanları çok mutlu etmiş

olsa da, Yüksek Sadakat başarısızlığı sonrası

genel beklenti oldukça düşüktü. Ancak

kendisi çok başarılı bir sahne performansı

ile “Love Me Back” şarkısını seslendirerek

ülkemize yedincilik getirerek hepimizi sevindirdi.

2013’te TRT Genel Müdürlüğü Eurovision

Şarkı Yarışması’na katılmama kararı aldı.

Bıçak gibi cümle değil mi? O kadar başarı

hikâyesinin ardından, hiçbirimizin öngörmediği

bir durumdu bu. Gerekçe olarak

da yarışmada puanlama sisteminin adil

olmadığı vurgusu yapıldı. Yarışmanın

tarihinde 2000 li yıllar boyunca puanlamanın

izleyici tarafından yapıldığı, ancak 2011

tarihinden itibaren puanlamanın %50

izleyici, %50 juri oylaması şeklinde yapılmaya

başlanmasının, adil olmayan bir puanlama

sistemi olduğu söylenerek, yarışmaya

katılmama kararı verildiği açıklandı.

2013 Mayısında, ilk kez bir Eurovision

yarışmasını izleyemedim. Bir çoğumuz yarışmada

olmayışımızın burukluğuyla izlemeye

cesaret edemedi. Bir neslin bir araya gelip,

güzel şarkılar eşliğinde sohbet ettiği bir güzel

gece, elinden alındı. Elimizden alınan onlarca

şeyden sadece biriydi belki de, ancak

elimizden çok fazla şey almış olacaklardı ki,

2013 Mayısının sonunda tüm ülke genciyle

yaşlısıyla sokaktaydık. Sonunda usta şair

Turgut Uyar’ın da dediği gibi bizim bir

haziranımız, bir yıl kadar yetecekti dünyaya.

Yine de her yıl çıkan “Türkiye Eurovision’a

yeniden katılıyor!” sansasyonlarına, denk

geldikçe tıklamadan geçemiyorum. Çünkü

umudu var insanın, umutsuz yaşanmıyor.

2020 Eurovision Şarkı Yarışması malum

nedenlerce iptal edildi. Umarım başımızdaki

bu küresel pandemi felaketinden tamamen

kurtulduğumuzda, aldığımız derslerden bir

tanesi de, tüm insanlığın bir arada çektiği

acıları, yine hep birlikte mutluluğa çevirme

erdemi olur. Bunun gibi organizasyonların

niteliği ve sayısı artar, ve umarım bizler de

dahil oluruz. Bir sonraki sayımızda yeniden

buluşuncaya kadar, görüşmek üzere. Müzikle

kalın.

60

PARASETAMOL

PARASETAMOL 61



PARASETAMOL

MUTFAK

PARASETAMOL

BULMACA

SUDOKU

PORTAKALLI

KURABiYE

Malzemeler:

• 1 adet koyu renkli kalın kabuklu portakal

• 125 g oda sıcaklığında margarin ya da tereyağı

• 1 su bardağı toz şeker

• 2 adet yumurta

• 1 çay bardağı sıvı yağ

• 1 su bardağı damla çikolata

• 1 paket kabartma tozu

• 6 su bardağına yakın un

YAPILIŞI:

Damla çikolata, un, kabartma tozu hariç tüm malzemeyi

rondadan geçiriyoruz.

Unu ve kabartma tozunu yavaş yavaş ilave ederek kulak memesi

yumuşaklığında hamur elde ediyoruz.

En son damla çikolatayı ilave edip yoğuruyoruz.

Cevizden biraz büyük parçalar kopartıp elimizle yuvarlıyoruz.

Önceden ısıtılmış 180 derece fırında yaklaşık 30 dakika

(üzeri kızarana kadar) pişiriyoruz.

Afiyet Olsun...

HAZIRLAYAN

Ecz. Şule ABİR

Şifa Eczanesi / Kozlu

62

PARASETAMOL

PARASETAMOL 63



FOTOĞRAF: HAKAN ÇINAR

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!