21.12.2020 Views

İLÂHÎ NİZAM ve İLÂHÎ NİZAM KÂİNAT

Bedri Ruhselman tarafından düzenlenmiştir. *Günümüz Türkçesine uyarlanmıştır*

Bedri Ruhselman tarafından düzenlenmiştir.
*Günümüz Türkçesine uyarlanmıştır*

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

‹LÂHÎ N‹ZAM

ve

K‹NAT

Bedri Ruhselman

taraf›ndan düzenlenmifltir.

* Günümüz Türkçesine uyarlanm›flt›r *

1


©‹lâhî Nizam ve Kâinat

Bu kitab›n yay›n hakk› Metapsiflik Tetkikler ve

‹lmî Araflt›rmalar Derne¤i’nin (MT‹AD) bir kuruluflu olan

Metapsiflik Tetkikler ve ‹lmî Araflt›rmalar Derne¤i ‹ktisadi ‹flletmesi

Yay›nevi MT‹AD1950’ye aittir. MT‹AD1950 Yay›nevinden

yaz›l› izin al›nmadan hiçbir al›nt› yap›lamaz.©

Türkçeye uyarlanm›fl 12. Bask›: ‹stanbul, Eylül 2020

Türkçeye uyarlanm›fl 1. Bask›: ‹stanbul, Haziran 2013

ISBN: 978-605-63845-1-6

Yay›nc› Sertifika No: 27468

Yay›n

MT‹AD1950

Hasnun Galip Sok. Pembe Ç›kmaz› No: 4/8

34433 Beyo¤lu / ‹stanbul

Tel.: (0212) 243 18 14 – 249 34 45

Faks: (0212) 252 07 18

www.mtiad.org.tr

www.mtiadl950.org

web sitesi : http://www.ilahinizamvekainat.com

facebook : https://www.facebook.com/Mtiad1950/

instagram : https://www.instagram.com/ilahinizamvekainat

twitter : https://twitter.com/INK02013

Bas›m

Ayhan Matbaas›

Mahmutbey Mah. Devekald›r›m› Cad.

Gelincik Sokak, No: 6 Kat: 3, Ba¤c›lar / ‹stanbul

Tel.: (212) 445 32 38

Sertifika No: 22749

2


1959 y›l›nda “Önder” ad›n› verdi¤imiz

Büyük Vazife Plân›’ndan gelen bu bilgiler,

Bedri Ruhselman taraf›ndan düzenlenmifl,

o tarihten beri, vazifelileri taraf›ndan al›nmak üzere

noterlikte muhafaza edilmifl, zaman› geldi¤i için

54 y›l sonra yay›nlanm›flt›r.

Elinizdeki kitap, orijinal metnin

günümüz Türkçesine uyarlanm›fl fleklidir.

*

* *

3


4


Bu kitap etraf›m›zda gördü¤ümüz, hissetti¤imiz, yar›m

olarak do¤a diye adland›rd›¤›m›z ahengin bir

parças›d›r. Kâinat›m›zda, tekâmül diye adland›rabildi¤imiz

o nurlu yolun, insanlar›n bilgilerine olan bir

köprüsüdür. ‹nsan›n dar bir madde hayat›n›, genifl

ve idrakli olan ileri bir safhaya ba¤layan biricik

yoldur. Bu ne bizim, ne siz insanlar›n, ne de hiçbir

kimsenindir. Bu, ilâhî nizam›n, insanlara bir hediyesidir.

Yâni do¤adan bir parçad›r.

*

* *

Bu kitap, Ünite dedi¤imiz idrak vahdetinden, insanlar›n

tekâmül ihtiyaçlar›na cevap verebilecek flekilde,

vazifelileri taraf›ndan dünyaya verilmifltir.

MUKADDERAT YOLCULARI

5


6


Madde, bütün tesirlere zemin oluflturan ve çeflitli oranlarda,

bu tesirlere cevap veren bir unsurdur. Bu bilginin içinde

sakl› olan bir mânâ da fludur: Madde, kendi kendine hiçbir harekete

geçmek veya en ilkel bir faaliyet göstermek kudretinde de-

¤ildir. Onda kendi kendine bir olufl veya yap›fl imkân› yoktur.

Yâni, madde ancak, kendisine gelen tesirleri bekler ve bu tesirlerin

yönlerine göre hâller, flekiller, durumlar al›r. fiu hâlde, herhangi

bir maddenin her türlü tesirden özgür bir hâlini –oldu¤unu

varsayarak– düflünürsek, bu maddenin hiçbir flekle, hiçbir hâle

sahip olmayaca¤›n› kabul etmemiz gerekir. ‹flte insan idraki ve

tasavvuru d›fl›nda kalan, böyle bütün hâl ve flekillerinden soyutlanm›fl

bir maddeye “amorf madde” veya “aslî madde” deriz. Demek

ki amorf maddede:

a– Hiçbir hareket eseri yoktur. O, maddenin mutlak ve tam bir

hareketsizlik hâlidir.

b– Maddelerde görünen bütün özellikler ve nitelikler, ancak onlardaki

hareketlerin tezahürlerinden* ibaret oldu¤una göre,

mutlak hareketsizlik hâli demek olan amorf maddenin ne flekli,

ne özelli¤i, ne de nitelikleri sözkonusu olamaz.

c– Bu durumda olan bir hâlin idraki mümkün olamayaca¤›ndan,

amorf madde, mevcut olmakla birlikte, insanlar için yok demekle

birdir.

d– Amorf veya aslî madde –mutlak hareketsizlik olan mahiyetinden

dolay›– kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir k›p›rdan›fl yapamayaca¤›

için, d›flar›dan hiçbir tesir gelmeden kendili¤inden

harekete geçmesi ve maddedeki hareketlerin birer sonucu olan

flekilleri, hâlleri ve tezahürleri göstermesi imkâns›z olur.

* ”Tezahür” sözcü¤üne sözlüklerde, “belirme, görünme, ortaya ç›kma, kendini gösterme”

anlam› verilir.

7


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Bütün bu bilgilerden sonra kolayl›kla anlafl›l›r ki, insanlar›n

madde diye anlad›klar› ve k›ymetlendirdikleri fleyler, d›flar›dan

gelen tesirlerin madde bünyesindeki imkânlarla meydana getirdikleri

çeflitli hareketlerin tezahürleridir, amorf maddenin bizzat

kendisi de¤ildir.

*

* *

Bu flekillerin ve durumlar›n, incelik–kabal›k veya basitlik–karmafl›kl›k

hâllerine göre, çeflitli idraklere ve görüfllere hedef olabilen

k›s›mlar› vard›r. Yüksek ve kar›fl›k hareket tezahürleriyle görünen

maddeler, o oranda karmafl›k ve inkiflaf etmifl durumlar

gösterirlerken, az ve basit hareketlerle kendilerini gösterenler de

o kadar ilkel ve basit nitelikler gösterirler.

Demek ki maddeler, en basit hareketlere sahip ilkel hâllerinden

en karmafl›k hareketlerle nitelenen yüksek durumlar›na kadar,

say›s›z inkiflaf derecelerinde çeflitli k›ymetler gösterirler. fiu

hâlde, en basit madde demek, ilk hareketlerle amorf maddeden

ayr›larak ilk fleklini alm›fl bir madde hâli demektir. Buna karfl›l›k

yüksek, karmafl›k madde demek de, say›s›z, çeflitli hareket kombinezonlar›

ve tarzlar›yla, kar›fl›k durumlar ve flekiller alm›fl madde

hâli demektir.

*

* *

Burada, teknik bir bilgi olarak flunu ekleyelim ki; maddelerin

ince–kal›n hâlleri ile basit–karmafl›k hâlleri kavramlar›n› birbirine

kar›flt›rmamal›d›r. Maddenin basitlik–karmafl›kl›k farklar›, onlar›n

bünyelerini oluflturan hareket komplekslerinin az veya çok kar›fl›k

ya da inkiflaf etmifl olmalar›ndan ileri gelir. E¤er bir maddenin

madde kombinezonlar›, bünyesini kuran de¤erler, yâni hareketler;

fazla, zengin ve kar›fl›k ise, o madde o kadar karmafl›k olur.

Ve basitlikten o kadar uzaklaflm›fl bulunur. Oysa incelik ve kal›nl›k

kavram›, bu mânây› tafl›maz: Burada, maddenin içindeki bileflim

ve de¤er miktarlar›n›n azal›p ço¤almas› sözkonusu de¤ildir.

Dolay›s›yla, bir maddenin inceli¤i, kal›nl›¤› onun inkiflaf durumunu,

yâni amorf maddeye uzakl›k ve yak›nl›k derecesini göstermez.

D›flar›dan gelen güçlü tesirlerle, bazen bir madde bütü-

8


BEDR‹ RUHSELMAN

nünün cüzleri aras›ndaki ba¤lar artar ve güçlenir; hattâ hareketleri

s›n›rlanacak flekilde, bu cüzler birbirlerine yaklafl›rlar. Bu yüzden

bunlar›n hareketlerine etki etmek için –onlar› bu derece s›-

k›flt›racak kadar güçlü olan tesirleri yenmeye yetecek derecede–

güçlü tesirler yollamak gerekir. ‹flte bu maddeler, yo¤un, kaba

hâller gösterirler. Buna karfl›l›k, madde bütününün cüzleri aras›ndaki

ba¤lar zay›f olursa, bu cüzlerin gevflek irtibatlar›, aralar›nda

daha genifl mesafelerin kalmas› sonucunu do¤urur. Ve bu

cüzler, az ve zay›f tesirlerden de etkilenirler. Dolay›s›yla, onlar›

etkilemek, önceki kaba maddeleri etkilemekten daha kolay olur.

Çünkü onlar› bu hâlde tutan tesirler, güçlü de¤ildir. Bu nedenle,

onlar› daha kolayl›kla yenmek mümkündür. Bunlar da, seyyal dedi¤imiz

ince maddelerdir. fiu hâlde, her safhada bulunan basit

veya karmafl›k maddeler, safhalar›n› de¤ifltirmeden inceltilip kabalaflt›r›labilirler.

Buna örnek olarak suyu gösteririz: Buhar, su ve

buz hâlleri, aralar›nda incelik ve kabal›k farklar› gösterirler. Fakat

bunlar›n her üçü de, amorf maddeye uzakl›klar› ayn› derecede

olan ve ayn› karmafl›kl›k kademesinde bulunan su maddesinden

baflka bir fley de¤ildir. Yine bazen, karmafl›k bir madde, nispeten

kendisinden basit olan di¤er bir maddeye nazaran daha kaba olabilir.

Meselâ demir maddesi, oksijenden daha karmafl›kt›r, fakat

ondan daha yo¤un ve kabad›r.

*

* *

‹nsanlar, en alt ve en üst sonsuz noktalar aras›nda uzan›p giden,

hareketlerin –basitlik ve karmafl›kl›¤› zincirinde– ancak belirli

s›n›rlar içindeki birkaç madde halkas›n›n flekil ve hâllerini görüp

idrak edebilirler. Bu hâller ve flekiller, hareketlerin azl›¤› veya

basitli¤i bak›m›ndan, ilkelleflip afla¤›lara do¤ru inerek bir s›n›ra

gelince, insan idrakinin al›c› sahas›ndan uzaklaflmaya bafllar ve

nihayet tamam›yla kaybolurlar. Ayn› flekilde, yukar› taraflara

do¤ru da, madde zincirinin halkalar› gittikçe artan ve karmafl›klaflan

hareketlerle yükselir ve inkiflaf ederken, yine, insan idraki

onlar› bir noktadan itibaren tamam›yla kaybeder. Çünkü bu s›-

n›rlar›n ne alt taraf›ndaki, ne de üst taraf›ndaki madde durumlar›na

neden olan hareket nitelik ve niceliklerini, dünya maddesi-

9


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

nin beyin cevherine ba¤l› hiçbir insan zekâs› ve idraki kavrayamaz.

Bunun içindir ki, insanlar, kâinat maddelerinin sonsuzca

uzanan zincirindeki birkaç halkadan baflkas›n› anlama ve kendilerine

göre elle tutulurcas›na etüt konusu yapabilme kudretini

gösterememifllerdir. Zaten bâz›lar›n›n, bâz› yüksek maddî tezahür

imkânlar›n› ret ve inkâr etmelerinin bafll›ca nedeni de budur.

*

* *

Kâinat›n ilk madde hâlinden astronomik âlemimize do¤ru yürünen

madde inkiflaf› yolunda, insanlar için anlafl›lmas› mümkün

olmayan karanl›k bir saha vard›r. Bu saha; kaba, da¤›n›k, amorf

bir madde bütününden ibarettir. Bu kaba ortamda, oluflmufl

madde formasyonlar› yoktur. ‹flte bu sahadan sonra bir menzil

gelir ki, bu menzil, hidrojen âleminin bafllang›c›n› oluflturan, ilk

hidrojen atomudur. Fakat bu ad›, insanlar ilk atoma hidrojen dedikleri

için kullan›yoruz; asl›nda, söz etti¤imiz ve bundan sonra

da ilk hidrojen atomu diye söz edece¤imiz madde, insanlar›n tan›d›klar›

“H” atomu de¤ildir. ‹nsanlarca bilinen bu atom, buradaki

atomun çok inkiflaf etmifl, karmafl›k ve ileri bir hâlidir. ‹nsanlar

bu ilk hidrojen atomunu henüz tan›mamaktad›rlar.

Dünyam›z›n ve küreleriyle, sistemleriyle, galaksileriyle bütün

astronomik âlemimizin madde hâl ve flekilleri, bu hidrojen atomunun

inkiflaf etmifl durumlar›n›n çeflitli kombinezonlar›ndan*

meydana gelmifltir.

Dünyam›z› oluflturan elementlerin alt›nda ve üstünde di¤er,

öyle elementler daha vard›r ki, bunlar insanlar›n idrak sahas›ndan

çok uzaktad›rlar. Bu elementlerin üstte olan, insanlar›n tan›-

mad›klar›, Dünya atomunun en ileri inkiflaf safhalar› aras›nda bulunanlar›,

onlar›n tan›d›klar› atomun üstünde, bambaflka yap›da

ve kalitede cevher hâlleri gösterirler. Maddelerin bu hâllerinden

bedenli varl›klar, yâni insanlar idrakleriyle yararlanam›yorlarsa

da, ço¤u kez, bunlar› daha üstün varl›klar›n da yard›m›yla, oto-

* “Kombinezon” sözcü¤ü, sözlüklerde “iki veya daha çok ögenin, belirli bir maksatla,

belirli iliflkilere göre birbirine ba¤lanmas›ndan, bir araya getirilmesinden oluflan bütün

ya da birlik” olarak tan›mlan›r.

10


BEDR‹ RUHSELMAN

matik olarak kullanmaktad›rlar. Buna basit bir örnek olarak, bir

insan kafas›ndan di¤er insan kafas›na geçen fikir vibrasyonlar›n›

gösteririz. Fikir vibrasyonlar›, insanlar›n tan›makta olduklar›

maddelerin üstünde bulunan ve dünyada mevcut olan bir madde

hâlidir. Aynen, yüzy›llardan beri dünyada çeflitli spiritüalist ekollerin

çeflitli adlarla an›p da bir türlü izah edemedikleri ve mahiyetini

anlayamad›klar› “perispri” denilen fley de, yine, dünyada

bulunup, insanlar taraf›ndan bilinmeyen madde hâllerinden biridir.

Bunlar gibi, dünyada mevcut olup insanlar›n tan›mad›klar›,

yine madde enerjilerinin bâz›lar› da; sempati, sevgi, antipati, kin,

korku, sevinç, gurur, k›skançl›k, bencillik gibi, “sübjektif ruhsal

durumlard›r” denilip geçiverilen hâllerdir.

*

* *

Kâinat bir bütündür. Bu bütün; dünyalar, sistemler, âlemler

dedi¤imiz birbirinden farkl› birtak›m cüzlerden* oluflur. Kâinatta

her âlemin kendisine özgü bir özelli¤i vard›r. Ve bu özellikler,

ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre ayarlanm›flt›r. ‹flte “aslî madde”

veya “madde cevheri” dedi¤imiz fley; bu kâinat bütününün

ana maddesini, mayas›n› oluflturan, mutlak hareketsizlik ve flekilsizlikle

nitelenen, amorf bir madde hâlidir. Bu cevher, ilk harekete

geçti¤i ândan itibaren, gittikçe karmafl›klaflarak, birbirine oranla

daha yüksek karakter de¤iflmeleri eflli¤inde, safhalar› meydana

getirir. Biz, bu madde safhalar›na, madde kâinat›n› dolduran ve

birbirine nazaran de¤iflik özellikler gösteren âlemlerin birer çekirde¤i

veya aslî maddesi deriz. Çünkü birbirinden daha münkeflif

tezahürlere ortam olan bu, âlemlerin aslî maddeleri, ancak kendi

âlemlerine özgü hareket ve flekilleri meydana getirebilmek kabiliyetindedirler.

‹flte her âlemin ilk maddesi veya atomu, kâinat

aslî cevherinin ilk hâlinden kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüflünde

varm›fl oldu¤u menzillerden biridir ki; bu menzillerin

her biri, o âlemin karakterini bünyesinde tafl›r.

*

* *

* “Cüz” sözcü¤ü, “bir bütünü oluflturan bölümlerden, k›s›mlardan, parçalardan her biri”

anlam›na gelir.

11


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Herhangi bir âlemin aslî maddesi, o âlemin ilk maddesidir. O

ilk maddede, o âleme özgü bütün hâl ve flekillerin özü mevcuttur.

Bu hâl ve flekilleri meydana getiren unsur da, harekettir. Hareketlerin

mahiyet* ve karakterleri ise, her âlemin kendi özelliklerini

do¤uracak tarzda, de¤ifliktir. Yâni, her âleme özgü, ayr› hareket

tarz› vard›r. Dolay›s›yla, bir âlemin ilk, aslî maddesi olan

atom veya çekirdek; o âlemin hareketlerini henüz a盤a vurmad›-

¤›ndan, o âlem için, hareketsiz ve amorf durumda bulunur. Bu

ilk atomlar, ilk hareketleri göstermek, çeflitlendirmek, artt›rmak

ve h›zland›rmak suretiyle, o âleme özgü bütün hâl ve flekilleri, yavafl

yavafl meydana getirirler.

Maddelerin, yukar›dan afla¤›ya indikçe hareketten hareketsizli-

¤e, faaliyetten atalete do¤ru yürümelerinin de¤iflmez bir kural hâlinde

görünmesi de, bu hakikatin bilimsel gözlemini oluflturur.

En yüksek ve münkeflif maddeler, hareketleri en karmafl›k ve

çok olanlard›r. Buna karfl›l›k, maddeler, inkiflaf hiyerarflisinde

afla¤›lara do¤ru indikçe, hareketleri azal›r, basit hâllere geri döner

ve nihayet, o âlemdeki hareket imkânlar›na oranla s›f›ra yak›n bir

durum al›rlar.

*

* *

Afla¤›lara inildikçe hareketlerin azalmas›, k›ymetli di¤er bir

gözlemi daha verir: Madde hareketlerinin azalmas› ve basitleflmesi,

maddelerin ilkelleflmesine neden oldu¤u gibi, o maddeye

d›flar›dan gelen tesirlerin azalmas› ve basitleflmesi de, madde hareketlerinin

o oranda azalmas› ve basitleflmesi sonucuna neden

olur. Meselâ hidrojen ve uranyum atomlar›n›n bünyesini gözlemleyenler,

bu hakikati orada görürler.

Hidrojen atomu, say›s›z nitelik ve nicelikteki hareketlerle nitelenen

bir madde hâlidir. Bu atomun daha karmafl›k flekli olan

uranyum atomu, bunun birçok kat› fazla ve karmafl›k hareketleri

bünyesinde tafl›r.

Yine, bir hidrojen atomunun etraf›na yapt›¤› tesir, uranyumun-

* ”Mahiyet” sözcü¤ü, bir fleyin “asl›, esas›, özü, do¤as›, içyüzü” anlam›na gelir.

12


BEDR‹ RUHSELMAN

kinden daha azd›r. ‹flte uranyumun hidrojene nazaran etraf›na

yapt›¤› tesirlerin yüksekli¤i ve fazlal›¤›, onun hidrojenden daha

çok tesirler almakta oldu¤unu gösterir. Tesirler ancak, maddelerde

do¤urduklar› hareketlerle tezahür ettiklerinden, uranyum atomunun

hareketleri hidrojeninkinden daha çok ve karmafl›kt›r.

Dolay›s›yla, burada, uranyumun etraf›na fazla tesir göndermesi,

fazla tesirler almakta oldu¤unu, yâni kendisine gelen tesirlerin o

oranda reaksiyonlar›n› göstermekte bulundu¤unu ifade eder.

Çünkü hiçbir tesir tek tarafl› de¤ildir ve maddede, ne aksiyonsuz

reaksiyon olur, ne de cevaps›z kalan aksiyon bulunur.

*

* *

Bütün hâl de¤ifltirmeler, bütün flekil almalar ve flekil de¤ifltirmeler,

ancak hareketlerle ve hareketlerin çeflitlenmeleriyle mümkün

olur. Böyle olunca, âlemimizin henüz hiçbir hareketini göstermeyen

aslî maddesinin de Dünya’m›za özgü hiçbir hâl ve fleklinin

hemen hemen mevcut olmamas› gerekir. Bu yüzden ona,

âlemimizin amorf, yâni flekilsiz maddesi diyoruz. fiu hâlde, aslî

madde, dünyam›z›n idraki karfl›s›nda ancak kuramsal olarak düflünülüp

kabul edilebilen ve görünürde yokluk ifade eden bir realitedir

ki, bu realitenin dünyam›za özgü çeflitli formlar›n› alabilmesi

için, Dünya küresine ait bir sürü de¤er kazanmas› ve inkiflaf

kademelerinden geçmifl olmas› gerekir.

*

* *

Bu bilgileri verdikten sonra, aslî maddenin önemli olan ikinci

özelli¤ine geçiyoruz. ‹nsanlar flunu düflünebilirler: “Nas›l oluyor

da nispeten ât›l ve hareketsiz oldu¤u hâlde, yâni âlemimizin hareketlerinden

yoksun bulundu¤u hâlde, aslî madde, sonradan say›s›z

hareketlerle flekiller alarak birtak›m inkiflaf safhalar› geçirmeye

bafll›yor?” Bu sorunun cevab›n› verirken, aslî maddenin yukar›da

söz etti¤imiz ikinci özelli¤ini de belirtmifl olaca¤›z. Burada,

herkesin görebilece¤i bir örnekle ifle bafllayaca¤›z: fiu masan›n

üzerinde hareketsiz olarak duran bir kalem var. Bu kalem

–bünyesinde say›s›z hareket komplekslerini tafl›makla birlikte–

odadaki kaba maddelere ve görüfl ölçülerimize oranla, herhangi

13


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bir hareketten yoksun bulunmaktad›r, yâni k›m›ldamamaktad›r.

fiimdi, bu kalemi parma¤›m›zla biraz itersek, o, yerinden oynar

ve ileriye do¤ru kayar, yâni hareket eder. Bu gözlem, d›flar›dan

gelen bir tesirle maddenin nas›l harekete geçmekte oldu¤unu gösterir.

E¤er burada tesir makam›nda bulunan parma¤›m›z kalemi

itmese idi, o, kendi kendine bu hareketi yapmayacakt›. Aslî maddenin

daha önce söz etmifl oldu¤umuz birinci özelli¤i budur. Fakat

parma¤›m›zla kalemi itti¤imiz zaman, onun buna derhal cevap

verdi¤ini, yâni bir aksiyona karfl› hemen reaksiyon gösterdi-

¤ini de gözlemliyoruz. Burada, onun parma¤›m›za karfl› bir direnci

mevcut olmasayd›, hareket etmesi de mümkün olamazd›. O zaman

parma¤›m›z, meselâ duman›n içinde yürüyen bir cisim gibi,

geçip giderdi. O hâlde –kendi kendisinin hareketsizli¤iyle birlikte–

d›flar›dan gelen herhangi bir harekete derhal cevap vermek

imkân› da kalemde mevcuttur. Ve bu da onun ikinci özelli¤ini

oluflturmaktad›r. Demek ki kendi kendine harekete geçme kudreti

olmayan, daha do¤rusu kendisinde hareket bulunmayan, atalet

hâlindeki aslî madde, d›flar›dan gelen herhangi bir tesire cevap

verip, o tesir yönünde hareket etmek imkân›na sahiptir. Her hareket

de kendisine direnç yüzeyi oluflturabilecek, yâni kendisiyle

sempatize olabilecek di¤er maddelere karfl› bir tesir demek oldu-

¤una göre, bu bilgiyi flu formülle ifadelendiririz: Kendi kendine

hareketsiz, flekilsiz ve tesirsiz olan ve kendi kendine hareket etmekten

âciz bulunan aslî madde, d›flar›dan kendisine gelen her

tesire karfl›, o tesirin flekliyle, yönüyle, derecesiyle ve fliddetiyle

orant›l› olarak harekete geçmek ve etraf›ndakilere tesir etmek kabiliyetine

sahiptir. Yâni, maddede kendili¤inden enerji ç›karmak

kudreti yoktur; fakat d›fltan gelen tesirle hareket etmek ve enerji

tezahürü göstermek imkânlar› mevcuttur.

D›flar›dan gelen bir tesirle aslî maddede meydana ç›kar›lan reaksiyon,

yâni o tesire karfl›l›k olan hareket, o tesir kesildikten

sonra devam etmez. Burada, yine yukar›ki örne¤e dönelim: Hareketsiz

duran kaleme parma¤›m›z› yavaflça dokundural›m, çok

hafif bir bas›nçla onu itmeye bafllayal›m! Elimizi durdurdu¤umuz

zaman onun da hemen durdu¤unu, tekrar eski, hareketsiz

14


BEDR‹ RUHSELMAN

hâline döndü¤ünü görürüz. fiu hâlde, bu kalem, ancak parma¤›-

m›z›n tesirinin devam etmesi boyunca hareket hâlini koruyor, bu

tesir ortadan kalkt›¤› ânda hareket imkân›n› kaybediyor. E¤er

parma¤›m›zla ona güçlüce bir fiske vurursak, kalem ancak bu

fiske tesirinin devam etmesi süresince hareket eder, tesirin fliddeti

kaybolunca yine durur. Bu örne¤i verirken, çevrenin ikinci derecede

kalan, kalem üzerine yapmas› olas› direnç hareketlerine ait

teknik varyetelerden* söz etmeye gerek görmüyoruz. Aslî maddenin

yukar›da sözünü etti¤imiz iki ana niteli¤ine bu realiteyi de

ekleyerek deriz ki; kendi kendine ât›l ve hareketsiz olan aslî madde,

ancak d›flar›dan ald›¤› tesirlerle harekete geçebilir ve bu tesirlerin

devam etmesi boyunca hareketini korur, tesirler ortadan

kalk›nca tekrar, ayn› hareketsiz, ât›l hâline döner.

*

* *

fiu hâlde, dünyam›zda madde diye gördü¤ümüz fleyler, aslî

maddenin, kendisi de¤il, tesirlerle ilk harekete geçti¤i ândan

itibaren alm›fl oldu¤u çeflitli flekil ve durumlardaki hâlleridir. Hâlbuki

bu flekil ve hâller, aslî maddede mevcut hareket imkânlar›n›

kullanan d›fl tesirlerin çeflitli tezahürlerinden ibarettir. Yâni, her

tesir, uyuklayan ve kendi kendine uyanmas› mümkün olmayan,

maddedeki hareket kabiliyeti imkânlar›ndan birini uyand›rmaktad›r.

‹flte maddelerin böyle, türlü tesirler alt›nda, türlü hareketlere

geçerek, türlü hâller almas›na, onlarda sakl› bulunan imkânlar›n

gerçekleflmesi deriz.

*

* *

Burada, konunun çok önemli bir noktas›nda bulunuyoruz. Mademki

kâinat›n aslî cevheri, kendi kendine hareket etmek kabiliyetinden

yoksun, amorf ve ât›l hâldedir, mademki d›fltan tesir almad›kça

kendili¤inden hiçbir hareket yapma kudretinde de¤ildir, o

hâlde bu amorf ve ât›l cevherde böyle sonsuz hâl ve flekilleri meydana

getirerek, çeflitli realiteleriyle koca bir kâinat› kuran bu tesirler

nereden gelirler? Ve madde kendi kendine harekete geçemiyorsa,

onun böyle sonsuz hâl ve flekillere sokulmas›n›n nedeni nedir?

* ”Varyete” sözcü¤ü, “çeflitlilik; çeflit, tür” anlamlar›na gelir.

15


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Öz madde bilgisine ve maddenin mahiyetine göre, bu tesirleri

kâinat içindeki maddelerin do¤urabileceklerini kabul etmek ak›l

prensiplerine uymaz. Onlar› kâinat›n d›fl›nda mevcut olan hakikatlerde

aramak zorunlulu¤u vard›r. Ve asl›nda durum, böyledir.

Burada, bu hakikatlerin insanlar taraf›ndan ancak sezilebilecek

kadar›n› belirtmekle yetinece¤iz.

Kâinat d›fl›na ait sezgilerimiz ne kadar zay›f ve yetersiz olursa

olsun, kâinat›m›z›n olufltu¤u madde cevherinin nitelikleri ve olufllar›

hakk›ndaki bilgilerimiz, bizi bu cevherin say›s›z tezahürlerine

neden olan cevher üstü hakikatlerin mevcudiyeti zorunlulu¤unu

kabul etmeye sürüklemekten aslâ geri kalmaz. ‹flte insanlar›n ruh

dedikleri fley de, bu cevher üstü hakikatler aras›nda bulunmaktad›r.

fiu hâlde, ruh, kâinat cevherinin ana niteli¤i olan atalet ve hareketsizlik

hâlinin tam z›dd›n› ifade eden bir mahiyet tafl›r.

*

* *

Kâinat cevherlerinde ruha ait hiçbir fley yoktur. Ruhta da kâinat

cevherlerine ait özelliklerin hiçbiri mevcut de¤ildir. Kâinat›m›zda

ruhun mahiyetinin tasavvuru ve idraki sözkonusu olamaz.

Çünkü onu tasvir veya tarif etmeye yetecek, kâinat maddeleri

içinde hiçbir sözcük, hiçbir suret* mevcut de¤ildir. Ruhun

mahiyetini tahlil etmeye çal›flmaks›z›n, onun varl›¤› zorunlulu¤unu

kabul etmek, hakikate en uygun gelen yoldur.

fiu hâlde, ruh ile herhangi bir kâinat cevherinin birbiriyle hiçbir

yönden benzerli¤i, do¤rudan do¤ruya iliflkisi, hattâ yak›nl›¤›

dahi düflünülemez. Ve bunlar›n birinden di¤erine herhangi bir intikalin,**

yâni aralar›nda direkt olarak bir al›flveriflin meydana gelebilecek

olmas› mümkün de¤ildir. Ruh ile kâinat cevherleri aras›nda

sonsuz bir eriflilmezlik vard›r.

*

* *

Bir bedenin içinde veya dünyada veyahut kâinatta ruh diye bir

fley yoktur. Kâinat›n içinde ne varsa, hepsi maddedir. Ve her

* “Suret” sözcü¤ü, “görünüfl; tasvir; yol, biçim, tarz” anlamlar›na gelir.

** “‹ntikal” sözcü¤üne, sözlüklerde“geçme, geçifl; göçme, naklolma; bir hâlden baflka

bir hâle geçme, dönüflme”anlamlar› verilir.

16


BEDR‹ RUHSELMAN

olay, her hâl ve flekil, ancak, maddenin çeflitli durum ve görünüfllerinden

ibarettir.

Ruh, kâinat›n içinde de¤ildir. O hâlde nerededir? ‹ç ve d›fl kavramlar›

kâinata özgü realiteler oldu¤undan “ruh, kâinat›n d›fl›ndad›r”

da denilemez. Çünkü kâinat›n d›fl›, baflka bir kâinat›n içi

demektir. Yâni, kâinat›n d›fl› diye bofl bir saha yoktur. Fakat bu

sözlere bak›p kâinatlar› birbiri içine girmifl küreler hâlinde tasavvur

etmek de hatâd›r. Böyle bir fley de olmaz. Esasen kâinatlar›

böyle, birbiri içine girerek geniflleyen küreler fleklinde kabul etmek,

onlara yine birer mekân tahsis etmek ve o mekânlar›n s›-

n›rlar›n› çizmek olur ki, bu, yanl›flt›r. Tabiî ki bu sözlerin mânâs›n›

ve objektivitesini tasavvur etmek, insan idrakiyle mümkün

de¤ildir. Bunu ancak, çok düflünmekle, bir dereceye kadar, sezmek

mümkün olur. Bu sezgiyi verebilmek için bir örnek gösterece¤iz.

Ancak, bu örne¤i de aynen almay›p, bir sezgi edinilebilecek

flekilde, onun üzerinde düflünmek gerekir.

Beyaz caml› bir projektörü bofllu¤a yans›t›n›z! Projektör ›fl›¤›-

n›n beyaz renkli görünüflü, belirli bir kâinat olan madde kâinat›

cevherinin imkânlar› olsun! ‹flte bu, bütün hakikatleriyle ve realiteleriyle,

bafll› bafl›na bir kâinatt›r. fiimdi bu projektörün beyaz

olan cam›n› de¤ifltirerek mavi yap›n›z! Bu defa, mavi renkli bir

projektör ›fl›¤› ortaya ç›kacakt›r. Bu da mahiyeti ve imkânlar› öncekinden

tümüyle baflka olan, di¤er bir kâinatt›r. Burada, hatal›

bir düflünceye sapmamak için çok büyük bir dikkatle flu noktay›

belirtmek gerekir ki; mavi projektörden söz edilirken, beyaz projektörün

kaybolup mavi projektörün onun yerine geldi¤i veya iki

projektörün birbiri üzerine eklenerek kar›fl›k bir ›fl›k kompleksi

meydana getirdikleri ya da bu iki projektörden birinin di¤eri yarar›na

zay›flad›¤› ve de¤iflti¤i gibi, yine hep mekân kavram›na dayanan

zorunluluklar› asla düflünmemek gerekir. Burada, her iki

projektör de birbirine kar›flmadan, birbiriyle hiçbir flekilde al›flverifle

giriflmeden, kendilerine özgü bütün k›ymet ve niteliklerinden

hiçbir fley kaybetmeden, her biri tek bafl›na –sanki kendisinden

baflka projektör ›fl›¤› yokmufl gibi– mevcudiyet gösterir. Bu durumun

iyice, sezgisine varmak gerekir.

17


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Böylece, hiçbir mekân tahsis etmeden, iki kâinat›n mevcudiyeti

sezilebilir. Buradaki projektörler, bu mânâda anlafl›ld›¤› zaman,

birbirinin içinde veya d›fl›nda olmad›klar› gibi, birbirinin yerini

kaplam›fl durumda da de¤ildirler. fiimdi, sembol olarak ele ald›-

¤›m›z projektör camlar›n›, böyle iki renkli de¤il de, üç, befl, yüz

ve sonsuz renklerde kabul ederek, hepsinin ayn› flekilde tezahür

etti¤ini düflününüz! O zaman, zaman ve mekân kavramlar› d›fl›nda,

kâinat cevherlerinin, birbirine kar›flmadan, birbiriyle hiçbir

iliflkisi sözkonusu olmadan, sonsuz mevcudiyetleri hakk›nda güçlü

sezgiler elde etmifl olursunuz. ‹flte hiçbir mekân ve s›n›r tan›-

mayan bu sonsuz kâinatlar karfl›s›nda ruhun durumu sözkonusu

olunca; ona, insanlar›n tâbi oldu¤u, kâinatlar› dahi ihata etmeye*

yetmeyecek beflerî idrake ba¤l› bir yer, bir mekân tayin etmeye

kalk›flmak hatan›n en büyü¤ü olur. fiu hâlde, bu kâinatlar›n hiçbiriyle

do¤rudan do¤ruya iliflkisi düflünülmeden, onlar›n cevherlerine

en uzaktan bile do¤rudan do¤ruya temas› sözkonusu edilmeden,

bütün kâinatlarla kucaklaflm›fl gibi onlardan yararlanan ruhlar

hakk›nda, iç ve d›fl kavramlar›n› kaale almaks›z›n, sadece

“ruhlar bütün kâinat cevherleri kavram›n›n üstündedir” demekle

yetinmek icap eder. Bundan ileri bir sezgiye varmak, dünyam›z

için mümkün de¤ildir.

*

* *

Kâinat bir tane de¤ildir. Kâinatlar, sonsuzdur. Ve kâinatlar›n

sonsuzlu¤u mutlak eriflilmezli¤in bir zorunlulu¤udur. Bu sonsuz

kâinatlar›n hiçbiri di¤erinin mahiyetini tafl›maz. Ve her kâinat›n

karakteri, o kâinat›n anas› olan esasî cevheriyle belirlenir. Bizim

kâinat›m›z›n esasî veya aslî cevheri, mutlak hareketsizlik ve amorf

olan madde hâlidir.

Aktif ve tekâmül ihtiyac› olan ruh, pasif kâinatlar için bir gayedir.

Yâni, ruhlar, davran›fllar›n›n yans›malar›n› kâinat cevherleri

üzerinde göre göre, ihtiyaçlar›n› giderirler. fiu hâlde, kâinatlar,

ruhlar›n tekâmül dedi¤imiz ihtiyaçlar›na cevap veren sahalard›r.

Sembolik olarak bunu flöyle ifade ederiz: Kâinatlar, ruhlar›n tat-

* “‹hata etmek” fiiline sözlüklerde “içine almak, kapsamak, kuflatmak, çevrelemek, sarmak;

kavramak, anlamak” anlamlar› verilir.

18


BEDR‹ RUHSELMAN

bikatlar›na yarayan ve o tatbikatlar›n sonuçlar›n› tekrar ruhlara

yans›tan, kendi cevherlerine özgü birer ortamd›r. Aktif olan ruhlar,

tekâmülleri için, pasif olan çeflitli kâinat cevherlerinin sonsuz

imkânlar›n› –ihtiyaçlar› oran›nda– dolayl› yoldan kullanarak tekâmül

ederler. Ne kâinatlar mevcut olmazsa ruhlar›n bilemedi¤imiz,

kendilerine özgü yüksek ihtiyaçlar› giderilebilir, ne de ruhlar olmazsa

kâinatlar›n var olufl nedeni ortada kal›r. Bunlar birbirleriyle

daima bafl bafla yürürler. O kadar ki, ikisi aras›nda kesin ve ebedî

bir eriflilmezli¤in mevcudiyetine ra¤men, bunlar, âdeta birbiriyle

s›ms›k› kucaklaflm›fl ve birbirinin içine girmifl gibidirler.

*

* *

Burada ak›llara flu soru gelir: “Mademki ruhlar ile kâinatlar aras›nda

bu kadar kesin bir eriflilmezlik vard›r, nas›l oluyor da birbirinin

içinde imifl gibi, ruhlar kâinatlar›n bütün imkânlar›ndan

–zerresine var›ncaya kadar– yararlanabiliyor ve ruhlar ile kâinatlar

birbiriyle kucaklaflabiliyorlar?”

Öncelikle flunu söyleyelim ki, birbirinden kesin bir eriflilmezlikle

ayr›lm›fl bulunan ruh ile kâinat aras›ndaki iliflkiler, kesinlikle

direkt olmay›p, endirekt yollardan olmaktad›r. Burada, büyük bir

hakikati dünyaya bildirmenin lüzum ve zarureti* vard›r. Bu hakikat

fludur: Hem sonsuz bir s›ra izleyerek düzenlenmifl, çeflitli ve

her birinin mahiyeti baflka cevherlerden oluflan, birbirinden daha

kapsaml› ve sonsuz varyeteleri içeren kâinatlar›n üstünde, hem de

bu kâinatlarda ebediyen tekâmüllerine devam edecek olan sonsuz

enginlik ve kapsamlara sahip ruhlar›n üstünde, her ikisine hâkim

yüksek prensipler vard›r ki; bunlar, ruhlar›n ve kâinatlar›n ileriye

ve geriye do¤ru olan bütün durum ve mukadderlerini tayin, takdir

eder ve onaylarlar. Bunlar›n mahiyetlerini biz ne biliriz, ne de

onlar hakk›nda en küçük bir sezgiye sahip olabiliriz. Çünkü bu

büyük hakikat, sonsuz ruhlar âleminin ve ebedî kâinat cevherleri

zincirinin üstünde, mutlak bir eriflilmezlikle onlardan ayr›lm›fl bulunmaktad›r.

Aslî Prensip dedi¤imiz bu hakikatin izah›na iliflkin

* “Zaruret” sözcü¤ü, “zorlayan, vazgeçilmez ihtiyaç; kaç›n›lmazl›k; gerek, gereklilik;

zorunluluk anlamlar›na gelir.

19


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bir tek fikir bildirmekten, bir tek söz söylemekten âciziz. Çünkü

buna imkân verecek hiçbir kudret, hiçbir meleke, hiçbir idrak

veya sezgi madde kâinat›nda mevcut de¤ildir ve olamaz. Yaln›z,

eriflilmezli¤in eriflilmezli¤i olan bu büyük hakikati, sembolik bir

adla, Aslî Prensip diye anaca¤›z. Kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde

ve ruhlar aras›nda bulunan her hakikat, Aslî Prensibin hâkimiyeti

ve nizam› alt›ndad›r. Kâinat›m›zdaki bütün olufllar, ak›fllar,

her fley ancak O’nun icaplar›yla gerçekleflebilir. Bu husustaki

bütün ilâhî kavramlar› insanlar›n idrak derecelerine ve özellikle

sezgi kabiliyetlerine b›rak›yoruz.

‹flte ruhlar ile kâinatlar›n, aralar›ndaki eriflilmezli¤e ra¤men

birbiriyle kucaklaflm›fl durum göstermeleri, Aslî Prensip dedi¤imiz

bu yüksek prensibin icaplar›yla gerçekleflmektedir. Aslî Prensibin

kudreti, bir taraftan ruhlar› içine al›rken (bu ifade semboliktir),

ayn› zamanda kâinatlar› da içine almaktad›r. Ve ruhlar ile kâinatlar,

bu yüksek prensip muvacehesinde,* sanki bir aynadan yans›-

t›l›yormufl gibi birbirlerine yans›t›l›rlar. Kuflkusuz buradaki ayna

kavram› da, yine bir semboldür. Fakat bu ayna sembolünü de

Aslî Prensip yerine koymamal›d›r. Burada, Aslî Prensibin kâinatlar

ve ruhlar iliflkisine ait kudretinin en küçük bir cephesinin ayna

sembolüyle ifade edilmesi sözkonusudur ki, bunu da ancak bu

kadarla anlatabiliriz.

fiimdi, dünya diliyle, bu bilgiyi biraz daha açal›m: Aslî Prensip’ten

gelen tesirler, ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre, amorf kâinat

cevherini harekete geçirirler. Ve orada madde cevherinin sonsuz

varyetelerini flekillendirirler. Demek ki cevherî k›yas bak›m›ndan

ruh, kâinat›n içinde de¤ildir; ama kâinat cevherinin içinde kendisinin,

süptil bir madde varl›¤› taraf›ndan temsil ve ifade olunmas›

bak›m›ndan da, kâinat›n içindedir. ‹flte gelecek konularda tekrar

ele al›naca¤› gibi, maddelerin flekillenme ve hâllenmelerinin hangi

hedefe yönelik oldu¤unun ilk bilgisini burada vermifl bulunuyoruz.

*

* *

* “Muvacehesinde” sözcü¤ü, “karfl›s›nda, önünde, huzurunda” anlam›na gelir.

20


BEDR‹ RUHSELMAN

Bir maddenin tezahür etmesi, yâni çevresindeki di¤er maddeler

aras›nda varl›¤›n› kendisine özgü özellikleriyle göstermesi; her

fleyden önce, çevresinde bulunan di¤er madde hâl ve flekilleri ile

belirli oranlar ve derecelerde iliflkilere giriflmesi, daha do¤rusu

onlarla karfl›l›kl› tesirleflme imkânlar› içinde bulunmas› demektir.

fiu hâlde, bir maddenin al›p verdi¤i tesirlerin çoklu¤u ve kapsam›

ne kadar fazla ise, o madde o kadar çok tezahür gösteriyor ve o

kadar da yüksek inkiflaf mertebelerinde bulunuyor demektir.

Bir maddenin, çevresi ile olan iliflkilerinin elbette nizam›, tertibi

ve yollar› vard›r. Bu nizam ve tertipler, yüksek prensiplerin

ahengi içinde, madde kombinezonlar›na yukar›dan, afla¤›dan,

sa¤dan, soldan gelen say›s›z tesirlerle yürütülür. Ve bu yürütülüfl,

ruhlar›n, maddeleri kullanarak tekâmüllerini sa¤lamalar› gayesini

hedef tutar. Nitekim, bir ruhun herhangi bir madde kombinezonuna

ihtiyac› kalmaz ve ona karfl› hiçbir davran›flta bulunmazsa,

o madde kombinezonunun –bulundu¤u çevre içinde görünen–

bütün hareketleri silinir ve o âna özgü bütün k›ymetleri ortadan

kalkar ki, bunu da insano¤lu diliyle, o madde kombinezonunun

bir tür ölümü veya da¤›l›fl› olarak nitelendiririz.

*

* *

fiimdi, bir maddeye böyle sürekli olarak gelen ve onun reaksiyonlar›na

neden olan çeflitli tesirlerin hangi mekanizmalarla fonksiyonlar›n›

yapt›klar›n› bildirece¤iz ve böylece maddenin do¤rudan

do¤ruya bünyesini ilgilendiren çok önemli bir realiteye, düalite

prensibi ve de¤er farklanmas› realitesine girmifl bulunaca¤›z.

Maddelerin tezahür imkânlar›n› gerçeklefltirebilmeleri, çevrelerinde

gösterecekleri faaliyetlere ba¤l›d›r. Hâlbuki hareketsiz faaliyet

olmaz. Yâni, bir maddenin faaliyeti demek, onun hareket

göstermesi demektir. Maddelerde hareketin oluflabilmesi ise denge

de¤iflmeleriyle mümkün olur. Dolay›s›yla, âlemimizdeki maddenin

bünyesinde hareketin meydana gelebilmesi için, ilk önce

dengeyi sa¤layan iki z›t unsurun mevcut olmas›, sonra da bu unsurlardan

birine fazla de¤er eklenmek suretiyle, dengenin –tekrar

kurulmak üzere– bozulmas› gerekir. ‹flte maddedeki bu z›t unsur-

21


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lar›n mevcudiyeti ve o unsurlar aras›ndaki de¤erlerin farkland›r›lmas›,

düalite prensibi ve de¤er farklanmas› realitelerini ifade eder.

Maddenin bünyesiyle ilgili olan düalite prensibi ve de¤er farklanmas›

mekanizmas›n›n irdelenmesi, maddedeki hareketlerin

aç›klanmas›n› mümkün k›lmaktad›r.

Âlemimizin amorf ilk cevherinden itibaren Dünya’m›z›n ilk

maddesine ve ondan da daha ötelere kadar uzanan bütün kâinat

cüzlerinde say›s›z hareket kompleksi vard›r. Bu cüzlerin sonsuz

nitelik ve nicelikteki tezahürlerine neden olan bu hareketler,

maddede birbirine tümüyle z›t karakterde, ayn› zamanda denge

prensibi esas›na göre birbirini destekleyici mahiyette, iki ayr› de-

¤er grubu olufltururlar. Madde kombinezonlar›n›n bünyelerinde

denge hâlinde bulunan bu z›t de¤erlerden birinin di¤erine oranla

fazla yük, daha do¤rusu fazla tesir almas›, aralar›ndaki dengenin

bozulmas› sonucunu do¤urur ve bozulan bu denge unsurlar›n›n

tekrar denge hâline girebilmeleri için, birinden di¤erine

do¤ru de¤er ak›fllar› bafllar ki, bu durum, çeflitli hareketlerin oluflmas›na

neden olur. Demek ki dengeyi bozacak kadar z›tlardan

birine veya di¤erine fazla de¤erin eklenmesi, onlar aras›nda farkl›

durumlar› meydana getirir. Bu hâle “de¤er farklanmas›” veya

“miktarî de¤iflmeler” deriz.

*

* *

Böylece her madde kombinezonu, iki z›t de¤erin ürünü olan

bir üniteden ibarettir. ‹ki z›t de¤eri içeren bu madde ünitesinin

veya madde kombinezonunun z›tlar›ndan yaln›z bir tekini ele

al›rsak, onun da yine iki z›t de¤erden oluflmufl oldu¤unu görürüz.

Bu hâl, tâ aslî maddeye kadar, böylece devam eder gider.

Bu nedenle, bu madde kombinezonlar›n›n her birine birer “birim

düalite” demek gerekir. Bu terim, iki unsuru ifade eden bir vâhit,*

bir birim mânâs›n› tafl›r. Çok kaba bir örnek olmakla birlikte, bu

birim düalite hakk›nda basit bir fikir verebilmek için, uzun bir

m›knat›s çubu¤unu örnek olarak gösteriyoruz: Bu çubuk, tam or-

* “Vâhit” sözcü¤ü, s›fat olarak kullan›ld›¤›nda “tek, bir, yaln›z” anlam›na, isim olarak

kullan›ld›¤›nda ise “birim” (vâhid-i k›yâsî) anlam›na gelir.

22


BEDR‹ RUHSELMAN

tas›ndan itibaren, bir yar›s› “+”, di¤er yar›s› “–” iflaretli, birbirine

z›t karakterde iki türlü m›knat›sl›k tezahürü gösteren bir ünitedir,

bir birimdir. Bu birimin iki ayr› iflaretli z›t de¤erinin birleflti¤i

tam ortas›ndaki nokta nötrdür, yâni orada m›knat›sl›k tezahürü

yoktur. Bir ünite olarak ele ald›¤›m›z bu çubu¤u nötr noktas›ndan

keserek, sa¤ ve sol tarafa düflen yar›lar›n› ayr› ayr› incelersek,

onlar›n her birinin de yine, bir yar›s› “+”, di¤er yar›s› “–”

iflaretli olmak üzere, birbirine z›t ikifler m›knat›sl›k tezahürü gösteren,

bafll› bafl›na birer birim düalite hâline girdiklerini gözlemleriz.

Bu çubuklar sürekli olarak ortalar›ndan kesilip ikifler parçaya

ayr›ld›kça düalite tezahürleri de böylece devam edip gider. Yâni,

m›knat›s çubu¤unun her bölünüflünde, birbirine z›t karakterli

iki m›knat›sl›k unsuru, bir öncekinden daha küçük olmak üzere,

yeni üniteleri, yeni birimleri meydana getirir.

‹flte âlemimizin en önemli yasalar›ndan biri olan bu realiteyi,

biz, maddenin bünyesine ait düalite prensibi diye adland›r›yoruz

ki, biraz önce söz etti¤imiz de¤er farklanmas› veya miktarî de¤iflmeler,

bu düalite prensibinin bir ek mekanizmas›d›r. Düalite

prensibi ile ona ba¤l› de¤er farklanmas› mekanizmas›, âlemimizde

maddelerin olufl ve ak›fllar›ndaki imkânlar›n gerçeklefltirilmesini

sa¤layan en önemli kurallardand›r. Bunlar olmaks›z›n ne flekiller,

ne hâller, ne de maddî tezahürler mümkün olabilir. Çünkü

bu prensipler ortadan kalk›nca maddede hareket kurulamaz;

hareketler olmay›nca da, maddelerin flekillenmeleri, çeflitli hâllere

girmeleri, özetle, dünyalar›n kurulufl mekanizmalar›na kat›lmalar›

mümkün olmaz, yâni dünyalar oluflamaz.

*

* *

Dünyada daima ikilik mevcuttur. Her fleyde, maddenin bütün

radyasyonlar›nda, maddenin esas›nda, ayr›nt›lar›nda, maddenin

varyasyonlar› olup da madde d›fl› gibi görünen bütün ruhsal hâllerde,

cans›z denilen maddelerde, canl› denilen maddelerde,

bireylerde, bireylerin birbirlerine karfl› durumlar›nda, kolektivitede,

hislerde, fikirlerde, k›sacas› gözlemlenebilen ve gözlemlenemeyen

dünyan›n bütün flartlar›nda, düalite prensibi ve de¤er

23


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

farklanmas› mekanizmas› hâkimdir. Ve maddenin tek gibi görünen

her hâlinde, birbirine z›t karakterde ve denge hâlindeki iki

unsur, daima mevcuttur. Bir ünitede bu z›t unsurlar›n mevcut

bulunmas› flartt›r. Çünkü bu olmaks›z›n, madde kurulamaz, yaflayamaz,

da¤›l›r. Ve madde mevcut olamay›nca da hiçbir fleyin

varl›¤›ndan söz edilemez.

Dünyada ve bütün âlemimizde tek, bir gibi görünen her fley; asl›nda,

birbirine z›t karakterde, birbirinden aslâ ayr›lamaz, z›t durumda

iki de¤erden oluflur. Fakat bu z›t de¤erler; birbirinden ba-

¤›ms›z, tümüyle ayr› iki unsur de¤il, bir tek birimin karakterini

meydana getiren, birbirine ba¤l›, fakat z›t görünüfllü iki unsurdur.

Bizim âlemimizi oluflturan bütün cüzler ve bu cüzlerden biri

olan Dünya’n›n ilk maddesi dahi düalite prensibinin kapsam› d›-

fl›nda kalamaz. Bu husustaki esasl› bilgiyi özet olarak tekrar ediyoruz:

a– Birim, düalitenin ad›d›r. Onun için buna “birim düalite”

diyoruz.

b– Düalitenin z›tlar› birer tek de¤erden ibaret de¤ildirler.

Onlar da yine, daha küçük çapta birer birim düalitedirler,

yâni her biri birer düalite olan birimlerdir.

c– Düalite, ilk maddenin oluflmas› konusunda aç›klanaca¤› gibi,

hareketin ilk kayna¤› ve esas›d›r.

d– Düalite mekanizmas› olmaks›z›n hareket ve hareket

olmaks›z›n madde hâl ve flekilleri mevcut olamaz.

e– Düalite, ruh ve madde durumunun dünyadaki aslî

görünüflüdür.

Sonuncu fl›kta geçen fikirler hakk›nda aç›klamada bulunman›n

gerekli oldu¤unu hissediyoruz. Madde kâinat›nda ruh ile madde

bir arada bulunamaz, demifltik. Yâni, kâinatta birbirine do¤rudan

do¤ruya, direkt olarak tesir eden ruh–madde kavram› reel bir

kavram olamaz. Ancak, bu ifadeden de ruhun varl›¤›n› inkâr etmek

ve yaln›z maddenin mevcudiyetini kabul etmek mânâs›n› aslâ

ç›karmamak gerekir.

24


BEDR‹ RUHSELMAN

Hakikatte madde kâinat›nda direkt olarak aralar›nda tesir al›p

veren, birbirine kendilerinden bir fleyler gönderen ruh–madde realitesi

yoktur ama, kâinat›n temelini oluflturan maddenin mevcudiyeti

de gayesiz ve nedensiz de¤ildir. Esasen maddenin mevcudiyeti

gayesinin bir ruha hizmet etmek oldu¤unu daha önce söylemifltik.

Bu hakikatin ifadesi madde düalitesinde gizlidir. fiöyle ki:

Maddenin oluflundaki gaye, onun ruha hizmet etmesidir. Ruha

hizmet etmek ise maddenin her türlü flekil ve hâller içinde, inkiflaf

imkânlar›n›n ruh taraf›ndan kullan›lmas›yla olur. Onun bu imkânlar›n›n

kullan›labilmesi de, ruhtan gelen endirekt tesirlerle maddede

birtak›m hareketlerin oluflabilmesine ba¤l›d›r. Hâlbuki maddedeki

her hareketin olma imkân› ancak düalite prensibi ve de¤er

farklanmas› mekanizmas›yla mümkün olur. Yâni, düalite prensibi

ve onun ek mekanizmas› olan de¤er farklanmas› olmazsa, ruhlar›n

maddelerden yararlanabilmeleri mümkün olmaz. Böyle olunca,

ruh–madde iliflkisi gerçekleflemez. Demek ki düalite, de¤er farklanmas›

mekanizmas›, madde–ruh düalitesi zorunlulu¤unun bir

ifadesidir. Daha do¤rusu maddedeki düalite prensibi; bu yönden

ele al›n›nca, ruh–madde ikili¤inin kâinattaki aslî görünüflü, yâni

–yüksek prensipler karfl›s›nda– zorunlulu¤u olur.

*

* *

fiu hâlde, bütün maddelerin canl›l›¤›n› ve olufllar›n› sa¤layan

düalite prensibi; maddeyi iki unsurlu k›lmak suretiyle, esas yap›

olarak, Aslî Prensip taraf›ndan onun bünyesine konulmufltur. Aslî

Prensip, ilâhî bir prensiptir. ‹flte böylece düalite; kâinat içinde bulunmayan

ruh ile mahiyeti ondan tümüyle ayr› olan kâinat›m›zdaki

varl›klar›n, yâni maddelerin birbiriyle olan durumlar›n›,

madde bünyesi içinde ifade eder. ‹flte bir varl›k, bir beden böylece

anlar ki; kendisi, bir ruh olmay›p, ruhun kâinattaki yans›s›d›r

ve bütün hâl ve durumlar›yla, bir ruhun ihtiyac›na cevaplar veren

ve o ihtiyac› yans›tan, ruhu temsil eden bir varl›kt›r. Dolay›s›yla,

varl›k deyince, bu bak›mdan, kastedilen mânâ ruhtur. ‹flte düalite,

bu mânây› mümkün k›lmak için konulmufltur.

*

* *

25


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Hayat, bafltanbafla, düalite prensibi ile ona ba¤l› olan de¤er

farklanmas› mekanizmas›n›n gözleminden ibarettir. Bu hususta

bir insan›n idraki ne kadar çok artar ve genifllerse, bu prensiplere

tâbi maddeler ve olaylar içindeki ayr›nt› inceliklerine o kadar daha

iyi ve derin olarak nüfuz eder.

‹lk bak›flta, kaba hâllerde de düaliteyi gözlemlemek mümkündür.

Çünkü görünen her madde fleklinde de bir düalite vard›r.

Bu kaba maddelerin bütün ve cüzlerindeki düalitenin görünüflü,

belirgindir. Meselâ insan organizmas›n›n faaliyetleri, sempatik

ve parasempatik iki sinir sisteminin karfl›l›kl› denge durumlar›yla

yürütülmektedir. Bu iki sinir sistemi, birbirine z›t yönde,

bedenin her organ›nda karfl› karfl›ya dikilmifltir. Öyle ki, meselâ

kalpte sempatik sistem “+”, parasempatik sistem “–” roller al›rken,

sempatik sistemin “–” rol ald›¤› midede parasempatik sistem

“+” rol almaktad›r. Yâni, birbirine z›t bu iki sinir sisteminin dengeleflme

hâlleri, organizman›n bir bütün oluflturan faaliyetlerinin

sürmesinde esasl› ifller görürler. Bunlardan biri bir organ› harekete

geçirip vazifesini h›zland›r›rken, onun karfl›s›na z›t karakterde

dikilen di¤eri, ayn› organ› durdurmaya, yavafllatmaya çal›fl›r.

Ve böylece, birinci sistemin etkilerini frenlemek suretiyle, onun

zararl› olabilecek h›zlar›n› s›n›rlam›fl ve böylece de organizmay›

korumufl olur. ‹flte bu iki sinir sisteminin dengesinin flu veya bu

tarafa kaymas›, hayat›n icap ve zaruretlerine göre, o bedene hâkim

olan varl›k taraf›ndan düzenlenir ve kontrol edilir.

Düalitenin varl›klarda en güçlü tezahürünü cinsiyet hâllerinde

görürüz. Bir araya gelmifl olan erkek ile difli, bir birim düalite

oluflturur. Bunlar birbirinin hem z›dd›, hem de destekleyicisidir.

Bu tarzda, onlar›n karfl›l›kl› durumlar› ve iliflkileri, bir aile ünitesinin

her yönden yürüyüflünü ve esenli¤ini sa¤lar. Bu iki z›t aras›ndaki

dengenin tam olarak bozulmas› ise, ailenin da¤›lmas› demektir.

Hislerde de düalite vard›r: Sempati–antipati, sevgi–nefret,

dostluk–düflmanl›k, bencillik–di¤erkâml›k... gibi. Yine, kavramlarda

da düalite vard›r: ‹yilik–kötülük, güzellik–çirkinlik... gibi. K›sacas›

her kaba hâlde düaliteyi görmek ve bulmak mümkündür. Fakat

düaliteyi daha karmafl›k hâllerde görmeye çal›flmal›d›r.

26


BEDR‹ RUHSELMAN

E¤er düalite prensibi, de¤er farklanmas› mekanizmas›yla desteklenmez,

tek bafl›na kal›rsa, hiçbir ifle yaramaz ve k›ymetini

kaybeder. Düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›,

belirli bir fonksiyonun yerine getirilmesi için birbirine intibak

etmifl, biri di¤erinin mevcudiyetiyle faaliyete girebilen, iki mekanizmad›r.

Daha do¤rusu de¤er farklanmas›, düalite prensibinin

ek mekanizmas›d›r.

*

* *

De¤er farklanmas› hakk›ndaki aç›klamalar›m›z› tamamlayal›m!

‹lk önce de¤erin ne oldu¤unu aç›klamal›y›z. Madde hâllerinin ancak

birtak›m hareketlerle mevcudiyet gösterdi¤ini görmüfltük. fiu

hâlde, maddenin herhangi bir kademedeki durumu, o ân içinde o

maddede mevcut olan hareket kompleksleri toplam›n›n tezahürü

demektir. Ve bu da o maddeyi o âna özgü olmak üzere var eden,

kimliklendiren bir kavramd›r. ‹flte bir maddenin herhangi bir ânda,

içinde bulundu¤u ortamda mevcudiyet göstermesi sonucuna neden

olan, bünyesindeki hareket kompleksleri; o varl›k için, birer de¤er

veya miktarlar toplam›d›r. fiu hâlde, bir maddenin bünyesindeki

hareket içeri¤inin flu veya bu flekilde azalmas› veya ço¤almas›; o

maddenin de¤erlerinin de¤iflmesi, yâni bu de¤erlerin artmas› veya

eksilmesi demektir. Bu da o madde ünitesinin z›tlar›ndan birine

veya di¤erine d›flar›dan gelecek tesirlerle olmaktad›r. Çünkü tesir

de bir harekettir. ‹flte, de¤er farklanmas› veya miktarî de¤iflmeler

terimiyle ifade etti¤imiz mânâ budur.

Özetle, bir birim düalitenin birbirine z›t iki cins hareket kompleksinden,

yâni iki z›t de¤erinden birine di¤erinden daha çok tesir

gelmesi, o ünitenin veya birimin de¤er farklanmas›na neden olur.

fiu hâlde, gelen tesirler birer de¤er demektir. Böylece, z›tlardan

birinin di¤erine nazaran fazla de¤er almas›, o z›tlar aras›nda mevcut

olan dengenin bozulmas› sonucunu do¤urur. Oysa düalite

prensibi esas›na göre, bu z›tlar sürekli bir denge hâlinde bulunmal›d›rlar.

‹flte bozulan bu dengenin tekrar kurulmas› için, z›tlar›n

fazla de¤erli olan taraf›ndan di¤er taraf›na do¤ru bir ak›fl cereyan

eder ki, bu ak›fl hâlinin de maddedeki ifadesi, harekettir.

27


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Çeflitli yönlerde vukua* gelecek bu hareketlerle madde hâl ve flekilleri

üzerinde bir sürü de¤iflme ve yenilik meydana gelir.

*

* *

Ruh ve kâinat düalitesinde flunu hiçbir zaman unutmamak gerekir

ki, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre cereyan eden her

davran›fllar›na, kâinat cüzlerinin tam bir intibakla cevap vermesi;

ancak, ruhlar›n bu davran›fllar›n› madde cevheri üzerine yans›tan

ve her madde cüzünün ve bütününün gösterece¤i reaksiyonlar›

da ruhlara yans›tmak suretiyle iade eden Aslî Prensibin icaplar›yla

gerçekleflir. Yâni, ruhlar›n ihtiyaçlar›, yüksek prensiplerin

icaplar›na göre, kâinata tesirler hâlinde yans›t›l›r. Kâinata yans›yan

bu ihtiyaçlar›n cevaplar›n› o ânda vermek, yâni bu tesirlerin tafl›-

d›¤› icaplar gere¤ince derhal harekete geçmek, madde cevherinin

karakter zorunlulu¤u oldu¤u için, bu zorunlulukla maddenin verdi¤i

cevaplar, yine ayn› kanallardan, ayn› icaplarla ruhlara yans›t›l›r.

‹flte bu bilgiler, icap kavram›n›n ne demek oldu¤unu, ne

kadar muazzam ve derin mânâlar tafl›d›¤›n› bir kez daha belirtmifl

oluyor. Kâinat›m›zda, kâinatlarda ve kâinatlar üstü olan ruhlar

aras›nda, icap her fleyi içine al›r. ‹cap, Aslî Prensip’te tespit ve

tayin olunmufl durumlar›n ifadesidir.

*

* *

Kâinat›m›z›n üstündeki hakikatlere iliflkin söyleyece¤imiz her

söz, kullanaca¤›m›z her ibare, gösterece¤imiz her örnek, ancak,

bizim kâinat›m›z›n maddî vâs›talar›ndan ibaret kal›r ki, bunlar›n

hiçbiri kâinat üstündeki yüksek k›ymetler aras›nda hakikî bir mevcudiyet

gösteremez. Bununla birlikte bunlar, hakikatlerin kâinat

içindeki maddîleflmifl ifadelerini birer sembol hâlinde ortaya koymaya

ve bu yoldan bâz› sezgiler vermeye yeterlidir. Zaten bundan

ilerisini kavrayabilecek hiçbir dünya varl›¤› da mevcut de¤ildir. Bu

noktay› belirttikten sonra, tekrar ayna örne¤ine dönüyoruz.

Yüksek prensiplerin icaplar›yla, ruhlar›n ihtiyac›, bir aynadan

yans›r gibi kâinata ve oradan gelen cevaplar da ruhlara yans›r,

* “Vukua gelmek” fiili, “olmak, meydana gelmek, cereyan etmek” anlam›na gelir.

28


BEDR‹ RUHSELMAN

demifltik. Bir dünya örne¤i içine sokmak zorunlulu¤unda kald›-

¤›m›z bu muazzam hakikatin sezgisini biraz daha güçlendirmek

istiyoruz. Buradaki ayna sembolünü dünya zaman ve mekân›na

uydurup, ruhlar› bir tarafta, aynay› karfl›lar›nda, kâinat› da öbür

tarafta düflünerek ve aralar›ndaki mesafelere göre, sözü edilen

yans›malar› belirli sürelerle ölçmeye kalk›flarak fikir yürütmemelidir.

Çünkü kâinat›m›z üstü hakikatlerde dünyam›za özgü zaman

ve mekân durumlar› yoktur. Dolay›s›yla, burada, zaman ve mekân

kay›tlar›ndan özgür kalarak, ayna–ruh–kâinat kavramlar›n›

birbiri içindeymifl gibi kabul etmek ve bu sembolle ifade edilmek

istenen iflleme –insanlar›n anlad›¤› mânâda bir zaman pay› vermeden–

ayn› ânda olup bitiyormufl gözüyle bakmak gerekir.

Önemle hat›rlatmak isteriz ki, ayna örne¤i üzerinde dururken, insanlar›n,

al›fl›k olduklar› zaman ve mekân kayd›ndan özgür sezgileri

edinmeyi gerekti¤ince baflaramad›klar› ânda, kendilerini bekleyen

bir tehlikeyle karfl›laflmalar› daima mümkün olabilir. Bu

tehlike de, hatal› bir anlay›fl tarz›d›r. Yâni, bu bildirdi¤imiz

ruh–ayna–kâinat sembolünün zaman ve mekândan soyutlanm›fl

sezgisi, hiçbir zaman insan› vahdet-i vücut kavram›na sürüklememelidir.

Çünkü bu yaz›lar› iyi anlayanlar, burada böyle bir kavram›n

kastedilmedi¤ini bilirler. Yüksek prensipler ile ruhlar›n ve

kâinatlar›n bir tek varl›k hâline girebilece¤i düflüncesi, anlatmak

istedi¤imiz hakikatlerden tamam›yla z›t bir yöne do¤ru insan› yöneltir

ve onun bütün yüksek sezgilerini silip süpürür.

*

* *

fiuras› bir hakikattir ki, cevherleri birbirine nazaran daha bol

imkânlara sahip ve daha üstün olan, dolay›s›yla ruhlar›n daha ileri

ihtiyaçlar›na cevap verebilecek kabiliyetler gösteren sonsuz kâinatlar

serisinin hiçbir parças› veya bütünü, ruhlara eriflemez. Nitekim

ruhlar›n da herhangi bir kâinat cevherinden kaynaklanm›fl

olmalar› imkân› düflünülemez. Kâinatlar ile, kâinat cevherleri ile

ruhlar aras›nda kesin bir eriflilmezlik vard›r. Bu eriflilmezlik, ruhun

ve kâinat cevherlerinin mahiyetlerinden ileri gelir. Çünkü

e¤er ruhlar ve kâinatlar birbirinden bir fleyler al›p verebilselerdi

29


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

ve ayn› mahiyete sahip, aralar›nda ortak cevherî k›ymetler bulunsayd›,

ruh ve kâinat ikili¤ine gerek kalmazd› ve tekâmülün de mânâs›

kaybolurdu. Yine, kâinat cevherlerinin de inkiflafla veya baflka

bir yoldan birbirine intikal edecekleri düflünülemez. Bu cevherlerin

birbirine geçmesi mümkün olmaz. fiu hâlde, insanlar›n

ak›llar›na gelebilece¤i gibi, bir kâinat inkiflaf ederek üst bir kâinat›

oluflturmaya do¤ru kayamaz. O kâinat, ancak –sonsuz denebilecek

genifl imkânlar içinde– toplan›r, da¤›l›r ve tekrar toplan›r, da-

¤›l›r. Bu hâl, kimsenin ak›l erdiremeyece¤i bir ebediyettir.

E¤er kâinatlar›n zamanla ve inkiflafla birbirine ink›lâp edebilmeleri

bir hakikat olsa idi, o zaman ayr› ayr› kâinat cevherleri ve

ayr› ayr› kâinatlar kabul etmek lüzum ve zarureti ortada kalmazd›.

Ve bir tek kâinat, ruhlara ebediyen bir tekâmül ortam› olarak kal›rd›.

Fakat bu durum, ruhun ebedî tekâmül ihtiyac› kavram›yla

uyuflmaz. Çünkü ne kadar sonsuz imkânlar› bulunursa bulunsun,

mahiyeti de¤iflmeyen, ayn› cevher mahiyetinde kalan bir kâinat,

ruhun ebedî ihtiyaçlar›n› karfl›lamaya yeterli olmaz. Böyle bir tek

kâinat kavram›, ruhlar ile kâinat›n ayn› k›ymette ve ayn› plânda

bulunmas› zorunlulu¤unu do¤urur ki, bu da ruh ve kâinat ikili¤ine

ve tekâmül fikrine tümüyle ayk›r›d›r. Dolay›s›yla, tek bir kâinat

kavram› ruhun ebedî tekâmülü kavram›na uymaz. Sonsuz imkânlar›

oldu¤u kabul olunsa dahi, bir tek mahiyetin sonsuz kapsama

sahip ruhun tekâmülü karfl›s›nda verece¤i sezgi baflkad›r, birbiriyle

kesinlikle benzerli¤i olmayan sonsuz mahiyetlerin sonsuz imkânlar›n›n

verece¤i sezgi, yine baflkad›r. Ve ruhlar›n ebedî tekâmülü

hakikatine lây›k olan durum, yâni sonuna var›lmas› sözkonusu olmayan

ebedî tekâmül hakikatinin imkânlar›na uygun gelen durum,

ikinci durumdur, yâni birbirinden tümüyle ayr› mahiyetlerde olan

ve her biri kendisine özgü bambaflka karakterde sonsuz inkiflaf imkânlar›na

sahip olan sonsuz cevherlerin mevcudiyeti durumudur.

‹flte, ancak böyle, sonsuz cevher mahiyetlerinin her birinde sonsuz

tekâmül devreleri geçirmesiyledir ki, ruhlar›n tekâmüllerinin ebediyeti

hakikati as›l mânâs›n› ve k›ymetini bulur.

*

* *

30


BEDR‹ RUHSELMAN

Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zorunluluktur.

Çünkü hiçbir adla anamayaca¤›m›z, sezgimizin dahi hiçbir

flekilde ulaflamayaca¤› o ‘eriflilmezliklerin eriflilmezli¤i’; ruhlar›n

hiçbir zaman olup bitmifl bir hâle, mutlak kemal hâline giremeyeceklerini

ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlar›ndan kurtulamayacaklar›n›

zorunlu k›lar. fiu hâlde, kâinatlar›n ruhlara eriflilmezli¤ini zorunlu

k›lan etken, ruhlar›n ebedî tekâmülden kurtulamamalar›

hakikatini de zorunlu k›lar.

Ruhlar›n ebedî tekâmülünü zorunlu k›lan etken de, ruhlar›n

Aslî Prensibe hiçbir zaman eriflemeyecekleri hakikatinin bir zorunlulu¤udur.

Ruhlar›n Aslî Prensibe eriflememelerini zorunlu k›-

lan etken ise; her fleyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan, her

fleyle en ufak bir iliflkisi dahi sözkonusu olmayan, ak›llara, hayallere,

hislere girmeyen, hiçbir adla ifadesi mümkün olmayan,

yaln›z –burada büyük bir zaruret içinde– ancak bir defaya mahsus

olmak üzere, sözcü¤e hiçbir mânâ yüklemeksizin, bir dünya

sözcü¤üyle anaca¤›m›z “Allah”›n eriflilmezliklerin eriflilmezli¤i

zorunlulu¤udur. Bu hakikati tereddüt etmeden ve tart›flma konusu

yapmadan, böylece, oldu¤u gibi kabul etmek de, zorunluluklar›n

en büyü¤ü ve selâmet* yolunun tek yönüdür.

*

* *

Ruhlar›n tekâmüllerine yönelik olarak Aslî Prensip’ten gelen

icaplar; kâinat›m›z›n üst s›n›rlar›ndan içeri (bu ifadeler semboliktir)

girerek kâinatta tesir fleklinde tecelli** ederler ve kâinat›n bilemedi¤imiz

üst s›n›rlar›nda, ileride yine söz edece¤imiz Ünite’-

den süzülerek, madde kombinezonlar›n›n sonsuz inkiflaf ve kabiliyet

imkânlar›na göre, onlar› ve kendilerini çeflitli formasyonlara,

transformasyonlara ve deformasyonlara u¤rata u¤rata, üstten itibaren

afla¤›lara do¤ru yay›larak, da¤›larak inerler ve varacaklar›

noktalara ulaflarak, orada ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre tezahürlerini

göstermek suretiyle, ruh–cevher aras›ndaki endirekt al›flverifl

fonksiyonlar›n› sonuçland›r›rlar. Hangi varl›ktan, hangi kademe-

* “Selâmet” sözcü¤ü, “kurtulufl; esenlik; güvenlikte olma” anlamlar›na gelir.

** “Tecelli” sözcü¤üne sözlüklerde “belirme, görünür olma, tezahür etme; ilâhî kudretin

tezahürü” anlamlar› verilir.

31


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

den geçerse geçsin, her tesir muhakkak bir icab› tafl›maktad›r. Bu

icap da, tesirlerin erifltikleri kademedeki maddelerin veya varl›klar›n

tâbi olduklar› ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›n› içerir. fiu halde

kâinat›n bu tesirlerden özgür bulunan hiçbir zerresi yoktur.

Tekrar ediyoruz: Mahiyetini, neden ve sonuçlar›n›, madde kâinat›m›z›n

kesin ve do¤al imkâns›zl›¤› yüzünden aslâ takdir edemeyece¤imiz

ve bilemeyece¤imiz ruhlar›n ihtiyaçlar› ve bu ihtiyaçlar›n

kâinat›m›za düflen bir pay› olarak kabul etti¤imiz tekâmülleri;

yüksek prensiplerin icaplar› gere¤ince kâinattaki tatbikatlarla

sa¤lan›r. Bu gayenin yerine getirilmesi için, Aslî Prensip’ten

gelen icaplar kâinat›n üst kademesini kaplayan Ünite’ye yay›l›rlar.

Ve orada bu tesirler bir vahdet olufltururlar. Böylece, Ünite’yle birleflmifl

olan bu icaplar; tesirler hâlinde Ünite’den süzülüp, her varl›¤›n

ihtiyac›na uygun olarak, kâinat içindeki topluluklara, bireylere,

maddelere ve varl›klara, en küçük zerrelere kadar bütün madde

cüzlerine da¤›l›rlar ve onlarda çeflitli transformasyonlar, deformasyonlar

ve formasyonlar meydana getirirler. ‹flte bu tesirler mekanizmas›yla,

kâinat›n yürüyüflü ve ak›fl› sa¤lan›r; varl›klar›n ruhlar

ile, birbirleri ile ve maddeler ile olan iliflkileri kurulur ve böylece,

kâinattaki inkiflaf, belirli hedefine do¤ru yürür gider.

*

* *

‹leride üzerinde tekrar duraca¤›m›z –biraz önce ad› geçen–

varl›k kavram›ndan burada da söz etmemiz gerekiyor. Varl›k;

Aslî Prensibin icaplar›n› tafl›yan ve ruhlarla ilgili bulunan tesirleri,

herhangi bir ruhun, kâinat sonuna kadar kendisine hizmet etmesi

için, belirli bir inkiflaf kademesindeki maddeler aras›ndan toplayarak

sentezlefltirdi¤i bir madde ünitesi, daha do¤rusu bir tesirler

kompleksidir. fiu hâlde, her varl›k; belirli bir ruhun, kâinat sonuna

kadar hizmetine tahsis edilmifl bir tekâmül vâs›tas›d›r. Bu, öyle

bir varl›kt›r ki, ruhun kâinat üstü plân›nda cereyan eden davran›fllar›n›n

bütün icaplar›n› kâinatta madde olarak ifade eder. Ve

bu ifadeler de bir aynadan yans›r gibi ruha yans›t›l›r. fiu hâlde,

varl›k, hizmetinde bulundu¤u bir ruhun kâinattaki sembolüdür.

‹flte herhangi bir ruhun hizmetinde bulunan varl›k o ruhun bütün

32


BEDR‹ RUHSELMAN

davran›fllar›n›, k›p›rdan›fllar›n› ve ihtiyaçlar›n› tam olarak ifade

etti¤inden, biz ona ruhun kendisi imifl gibi de bakabiliriz. Çünkü

o varl›kta görünen her tezahür, ruhun davran›fllar›n›n –kulland›¤›

madde imkânlar›n›n müsaadesi oran›nda– kâinata yans›m›fl bir

ifadesinden, temsilî bir görünüflünden baflka bir fley de¤ildir. Ve

ruh ortadan kalk›nca, ona ait bütün ifadeler ve tezahürler silinecek

ve varl›k o ânda da¤›lacakt›r.

*

* *

Varl›¤›n kâinatta iki cepheli fonksiyonu vard›r: Bunlardan biri,

onun ruh karfl›s›nda sadece bir laboratuvar vâs›tas› oluflu, di¤eri

de maddeler ortas›nda ruhun bir timsali* mevkiinde bulunufludur.

‹flte bu iki fonksiyonunun sonucu olarak, varl›¤›n da ayr›ca

bir tatbikat sahas›na ihtiyac› vard›r. Dolay›s›yla, ruhun kendisinden

bekledi¤i reaksiyonlar› ona gerekti¤ince yans›tabilmesi için, o

reaksiyonlar›n gerekli ögelerini çevresinden toplamas›, yâni etraf›ndaki

varl›klardan ve maddelerden sa¤lamas› gerekir. Bu hususta

ileride daha genifl bilgiler verilecektir.

*

* *

fiimdi, burada insanlar›n akl›na gelebilecek bir meseleyi çözmek

icap ediyor. Varl›k, mademki bütün fiilleri ve hareketleriyle,

bütün duygu ve düflünceleriyle, madde kombinezonlar›ndan ibarettir;

o hâlde kendisiyle do¤rudan do¤ruya hiçbir iliflkisi olmayan

bir ruha hizmet etmekle ne kazan›yor; yâni bir varl›¤›n hizmet

etti¤i ruhun –ne tarzda ve mahiyette oldu¤unu dahi bilmedi¤i–

tekâmülü için bu kadar çal›flmas›, didinmesi, ac› ve tatl› deneyimler

geçirmesi kendisine ne sa¤layacakt›r? Ve e¤er o, hizmet

etti¤i ruhun tekâmülüyle paralel olarak bu kadar ileri inkiflaf safhalar›n›

tamamlad›ktan sonra, günün birinde o ruhun kâinattan

ayr›l›vermesiyle tekrar kendi ezelî karanl›¤›na bir s›f›r olarak dönecekse,

onun bir kâinat inkiflaf› boyunca göstermifl oldu¤u faaliyetler

karfl›l›ks›z m› olacak?

‹nsan›n kafas›na gelebilen böyle bir düflünce onu karamsar k›-

l›p teflevvüfllere düflürebilir. Fakat her fleyden önce madde ve ruh

* “Timsal” sözcü¤ü, “temsil eden, sembol” anlam›na gelir.

33


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

iliflkileri hakk›nda yukar›da verdi¤imiz bilgiler üzerinde biraz derince

düflünülürse, bu düflüncelere neden olan hâllerin birer görünüflten

ibaret bulundu¤u ve hakikatin böyle olmad›¤› anlafl›l›r.

Bununla birlikte düflüncelerde karanl›k bir noktan›n kalmamas›

için bu hususu aç›klamak gerekiyor. ‹lk önce amorf bir maddeyi

ele alal›m! Bunda hiçbir hareket, hiçbir flekil yoktur. Fakat bu

amorf madde, varl›k hâline girdi¤i zaman, onda en basitinden

itibaren, bütün, varl›¤a ait özelliklerle birlikte gittikçe yükselen,

sevgiler, sempatiler, antipatiler, merhametler, vicdan faaliyetleri,

düflünceler, muhakemeler gibi, bir sürü meleke ve durum meydana

gelir. fiimdi, insanlar›n zihinlerini bir hayli zorlayabilecek

olan, amorf madde ile bu tezahürlerin iliflkilerini aç›klayal›m!

‹nsanlar›n manevî de¤erler yükledikleri ve madde üstü sayd›klar›

bütün beflerî hareket tarzlar›, hâlleri, duygu ve düflünüflleri,

inan›fllar›; asl›nda, seyyalli¤i artan madde fonksiyonundan baflka

bir fley de¤ildir. Ancak, flimdiye kadar insanlar›n bu hakikati bu

kadar aç›kl›¤›yla görememeleri icap ediyordu. Tâ ki onlar, bu realiteler

içinde geçirilmesi zarurî* olan s›nav ve deneyimlerini selametle

yapabilsinler. Fakat bugün, art›k hakikatler, oldu¤u gibi

aç›klanmaktad›r. Çünkü insanlar bu hakikatleri bütün aç›kl›¤›yla

ö¤renmek kudretine eriflmifllerdir. Bu hususta dünyadan pek çok

örnek vermek mümkündür. Madde üstü görünen en saf, en hissî

ve ideal duygu, düflünce ve fiiller; dünyan›n en seyyal maddî imkânlar›n›n

tezahürlerinden baflka bir fley de¤ildir. ‹nsanlar›n sevgiyle

ilgili hissî hareketler diye ifadelendirdikleri birçok fiil; yüksek

bir sempatizasyon imkân›n›n, yüksek bir madde seyyalli¤inin,

–yüksek bir madde karfl›laflmas›, tesirleflmesi ve kapsam kazanmas›

kudretinin– ifadesidir. Aynen, bütün antipatiler, sempatiler,

kin, gaddarl›k, bencillik, di¤erkâml›k, fedakârl›k, haz, sevinç, ›st›rap,

k›sacas› “sübjektif” denilen bütün his ve fikirle ilgili k›ymetler:

imajinasyonlar, düflünceler, idealler, imanlar, itikatlar,

icat ve yarat›c›l›k kudretleri, yetenekler, dâhilikler, ihtiraslar, arzular,

e¤ilimler, al›flkanl›klar ve bütün “ruhsal” denilen hâller:

* “Zarurî” sözcü¤ü, sözlüklerde “kaç›n›lmaz; gerekli; zorunlu; vazgeçilmez; zaruretle ilgili”

anlamlar›na gelir.

34


BEDR‹ RUHSELMAN

korkular, cesaretler, hainlikler, zalimlikler, iyilik ve kötülük duygular›...

insanlar›n idraklerinin henüz tan›mad›¤›, fakat dünyada

mevcut maddelerden yay›nlanan türlü niteliklerdeki enerjilerin

tezahürleridir. Dolay›s›yla, insanlar›n bunlara hâkim olmas›, bunlar›

yenebilmesi demek; maddeye hâkim olmas›, maddeleri yenmesi

demektir. Bütün bu “ruhsal” veya “manevî” denilen realitelerin

hiçbirinde maddenin d›fl›na ç›k›lmam›flt›r. Burada, hep

madde kullan›lm›flt›r. Fakat bunu bilmek, flimdiye kadar insanlar

için mümkün olmam›flt›r ki, bu da dedi¤imiz gibi, bir icapt›. Bu

hakikat, bundan sonra insanlar taraf›ndan bilinecektir.

Dünyay› oluflturan madde cüzlerinin ve elementlerinin alt›nda

ve üstünde di¤er birçok elementin daha mevcut oldu¤unu ve

bunlar›n insanlar taraf›ndan henüz bilinmedi¤ini daha önce söylemifltik.

Yine, flu durumu da belirtmifltik: Madde cevheri olan

hidrojen atomunun insanlarca tan›nmayan bu elementlerde o kalitede

bir yap›s› vard›r ki, bu, insanlar›n atomdan yay›nlanan bütün

enerji tezahürlerine ait bilgilerinin üstünde ve bambaflka kudretlerde

cevher hâlleri gösterir. ‹nsanlarca meçhul olan bu hidrojen

atomu kademelerinden yay›nlanan ve insan idrakini zorlayacak

kadar seyyal ve kudretli olan maddî imkânlar, insanlar›n flimdiye

kadar aslâ kavrayamad›klar› birçok olay›n olufluna imkân haz›rlamakta

ve neden olmaktad›rlar.

Özetle: Ruh bir madde ile ifltirak eder. “Beden” denilen fluurlu

madde hâlini meydana getirir. Ondan sonra ruh, art›k tümüyle o

bedenin flartlar›na ba¤lan›r. Ve o flartlar içinde, organik faaliyetlerinden

baflka, “ruhsal” ve “manevî” denilen bütün hâlleri; beyne

ve sinir sistemine, yâni beynin ve sinir sisteminin imkân ve kabiliyetlerine

ba¤l› bulunur. Ruhun mal› san›l›p da asl›nda maddede

meydana gelen hâl ve hareketlerin tekâmül mekanizmas›ndaki

rollerini ileride aç›klayaca¤›z.

Fakat flimdiye kadar, bu sayd›¤›m›z hâllerin hep maddeye ait

olan taraf›ndan söz ettik. E¤er ifl yaln›z bu kadarla kalsa idi, o zaman,

insanlar›n düflebilecekleri –yukar›da söyledi¤imiz– endiflelere

hak vermek icap ederdi. Fakat biraz önce aç›klad›¤›m›z ha-

35


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

kikatlere ra¤men, maddenin kendi kendine hiçbir harekette bulunma

kudreti olmad›¤› hakk›ndaki esas bilgiyi hat›rlat›rsak, ifl

de¤iflir. Çünkü bu bilgi, maddedeki hiçbir k›p›rdan›fl›n, maddenin

kendisinden olmad›¤›n› ö¤retmektedir. Madde, bu ifli yapmak

kudretinden kesinlikle yoksundur. O hâlde bir varl›¤›n her hareketi,

her k›p›rdan›fl› kendisinden olmayan bir durumun ifadesidir.

Ve bundan baflka bir fley de olamaz. Aksi hâlde maddenin ana

niteli¤ini inkâr etmifl olmak gerekir ki, bu da mümkün de¤ildir.

‹flte varl›¤›n gösterdi¤i, madde olan bütün bu hareketlerdeki,

madde olmayan ifadelere, “ruhun kâinat›m›zdaki durumu” diyoruz.

fiu hâlde, madde olarak sonsuz hareketlerle, kombinezonlarla,

flekillerle ve hâllerle bir varl›kta ortaya ç›kan her türlü sevgi,

düflünce, vicdan gibi, “ruhsal” denilen yüksek tezahürler; asl›nda,

ruhun kendi plân›nda mevcut, bilmedi¤imiz sonsuz davran›fllar›n›n,

kâinatta, madde imkânlar›na göre, fikrî, hissî ve hayatî

formlara çevrilmifl karfl›l›klar›d›r. Dolay›s›yla, varl›¤a ait, ortada

madde hareketlerinden baflka bir fley kalmamaktad›r ve bu hareketlerdeki

mânâlar›n ve ifadelerin hepsinin ruha ait olduklar› belirginleflmektedir.

Buna bir örnek olmak üzere, idraki ele alal›m:

‹nsan idrak eder. ‹drak eden, insand›r. Onun sinir sistemi yap›-

s›nda öyle ince kombinezonlar vard›r ki, bunlar sürekli olarak idrak

fleklinde tezahür eden vibrasyonlar, enerjiler yay›nlamaktad›rlar.

Ve idrak melekesinin sa¤l›¤› veya bozuklu¤u; iflte bu enerjileri

yay›nlayan, sinir sistemindeki o çok ince madde kombinezonlar›na,

düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla,

d›fl tesirlerin yapt›klar› müdahaleler sonucunda meydana gelen

hareketlere ba¤l›d›r. O hâlde d›fl görünüflüyle idrak, maddede

meydana gelir ve maddî vibrasyonlarla görünür. Dolay›s›yla bir

maddedir. Bununla birlikte o, ayn› zamanda, bir aynadan yans›r

gibi ruhun kâinata yans›m›fl davran›fllar›n›n, maddedeki karfl›l›¤›-

d›r, ifadesidir. Yâni, idrakin, hareket hâlindeki durumu maddeye

aittir, ifade bak›m›ndan durumu da ruha aittir. ‹flte ruhun kâinat

üstü durumlar›na ait olan bu ifade, böylece, madde hareketlerinin

imkânlar›na tâbi olmak suretiyle, kâinatta –tümüyle maddî

bir realite içinde– ancak idrak mekanizmas›yla tefsir ve temsil

36


BEDR‹ RUHSELMAN

edilmifltir. Daha k›sas›, idrak; ruhta mevcut olan, mahiyeti kâinat

sakinlerince meçhul bir davran›fl›n maddedeki teknik ifadesidir.

Demek ki bir gün gelecek, ruh kendisine tâbi olan varl›¤› kâinatta

ebediyen terk edip gidecek ve terk edilmifl varl›k da¤›lacak; fakat

burada da¤›lacak olan fley, sadece bu duygular›, fikirleri ve tan›mad›¤›m›z,

ileride gelecek, daha di¤er say›s›z ifadeleri tafl›yan

maddelerin kombinezonlar›, flekilleri ve hareketleri olacakt›r.

Madde hareketleri içinde görünen bu hâllerin ruhtaki –mahiyetlerini

bilmedi¤imiz– as›llar› ise, ruhla birlikte, ebedî olufl ve ak›fllar›na

devam edeceklerdir. Esasen ruhun kâinattan ayr›lmas›yla

birlikte, varl›¤›n da tafl›d›¤› bütün ifadeleri kaybedip hemen, tekrar

ât›l ve amorf hâline dönüvermesi, bu hakikatin en aç›k kan›-

t›n› oluflturur.

Dolay›s›yla, bir varl›kta cereyan eden hâllerin, asl›nda ruhlar

âleminde mevcut olan, mahiyetlerini bilmedi¤imiz çok daha genifl

ve kapsaml› durumlar›n ve davran›fllar›n ancak maddî birer timsali,

maddî birer görünüflü olduklar›n›, böylece, ifade etmifl bulunduk.

‹flte bunun içindir ki, biz, varl›k denince ruhlar› hat›rlar

ve varl›¤a iliflkin olaylar›n, ancak, ruhlar âlemindeki, mahiyetlerini

bilmedi¤imiz karfl›l›klar›na ait olduklar›n› anlar›z.

*

* *

Maddeler ile ruhlar›n paralel olarak ilerlemeleri kavramlar›n›,

“inkiflaf” ve “tekâmül” sözcükleriyle birbirinden ay›rmak gerekiyor.

Çünkü bunlar ayr› ayr› fleylerdir. ‹nkiflaf; kâinat içindeki

maddelerin, bünyelerindeki hareketlerin artmas›, madde kombinezonlar›n›n

karmafl›klaflmas›, tesirlere hedef olma sahalar›n›n

genifllemesi, de¤erlerinin artmas› hâlidir. Tekâmül ise; ruhlar›n,

hizmetlerinde bulunan varl›klardaki inkiflaflara paralel durumlar›d›r.

Bu durum; mahiyetine aslâ nüfuz edemeyece¤imiz, ruhlar›n

sonsuz ihtiyaçlar›ndan kâinat›m›zda giderilmesi icap eden ve dünyam›zda

“tekâmül sözcü¤ü” sembolüyle ifade olunan bir k›sm›-

d›r. fiu hâlde, tekâmülün mânâs›, onun maddeler içindeki ifadesi

olan inkiflaflar›n mânâs›yla paralel olarak yürür. Demek ki tekâmülün

seyrini incelemek, ona vâs›ta olan varl›¤›n ve bu varl›¤a

37


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

vâs›ta olan maddelerin inkiflaf tarzlar›n› ve yürüyüfllerini incelemek

demektir.

*

* *

Kâinatta tekâmül tatbikat›na ilk bafllayacak bir ruhun bu tatbikata

ait ilk durumlar› kâinat›n amorf hâllerine yans›t›l›r. Bu yans›t›l›fl,

tesirler kanal›yla olur. Tesirler ise; hem ruhlar âlemini,

hem kâinatlar› kapsayan ve onlara hâkim olan, mahiyetini hiçbir

zaman anlayamayaca¤›m›z, hattâ sezemeyece¤imiz Aslî Prensibin

“icap” dedi¤imiz kudretinin, kâinat›m›za ait ruh–madde durumlar›

üzerindeki ifadesi ve tecellisidir. Ruhlar›n ihtiyaçlar›n› kâinatlara

tafl›yan bu tesirler, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla,

maddede daha önce söz etti¤imiz hareketleri meydana

getirirler. ‹flte kâinattaki hareketler; ruhlar›n k›p›rdan›fllar›-

n›n ve davran›fllar›n›n, bu tesirler kanal›yla madde oluflumlar› hâlinde

görünen, sembolik birer ifadesidir. Böylece, kâinata ilk giren

basit, acemi ruhlara ait tesirler, devam etmeleri boyunca erifltikleri

sahalardaki ilk maddelerin o ânda, o ruhlara birer gözlem

sahas› olmalar›n› sa¤larlar.

*

* *

Bir ruhtan gelen tesire karfl› maddenin hareketler hâlinde verdi¤i

cevaplar, yine o tesir kanal›ndan dönerek ayn› ruha yans›rlar.

Böylece, Aslî Prensibin icaplar›na tâbi olarak ve o kudretlerin

yard›m›yla ruh ve maddelerin endirekt iliflkisi kurulmufl olur ve

ruh, böylece, maddeden alaca¤›n› o ân için alm›fl bulunur. Bundan

sonra o ruhun, yeni ihtiyaçlar›na göre, ya ayn› madde kademesinde

bulunan ya da daha üst bir madde kademesinde olan di-

¤er maddelerde, ayn› tarzda ve ayn› yollardan, gözlemleri devam

eder. ‹lk safhada bulunan ruhlar için, her, maddenin inkiflaf

durumundaki ân›na bir ruhun tekâmül ihtiyac› denk gelir. Di¤er

deyiflle, maddedeki inkiflaf›n her türlü durumu, o ânda hizmet

etti¤i herhangi bir ruh için, mekanik bir tatbikat zemini olur.

Ruhlar›n buradaki durumu, sadece, o hareketlere uymakt›r. Bu

söz etti¤imiz safha, kâinat›n ilk ve en kaba olan safhas›d›r ki, biz-

38


BEDR‹ RUHSELMAN

ler için karanl›k olan bu safha, ileride aç›klayaca¤›m›z hidrojen

safhas›n›n alt›nda bulunur. Bu safhadaki bütün ifller, Aslî Prensibin

icaplar›na göre, ancak, kâinat›n üst s›n›rlar›ndaki Ünite’nin

kurdu¤u kâinatflümul idare mekanizmas› dahilinde, bilmedi¤imiz

yollardan yürütülür. Yaln›z, aç›k ve seçik bir flekilde aç›klay›c›

olmamakla birlikte, flu kadar söyleyebiliriz ki, bu safhada tekâmül

etmek durumunda bulunan acemi ruhlar›n yürüyüflleri, mekanik

ve pasif bir tekâmül prensibine tâbidir.

Bu ilk, basit madde safhas›ndaki ruhlar›n tekâmülleri, maddelerin

inkiflaflar› kadar kolay ve h›zl› olmad›¤›ndan, ruhlar bu safhada

bir tek maddeye ba¤lan›p kalmazlar. Her ân ortam de¤ifltirirler.

Böylece, nispeten kendisinden ileri bir maddeyi daha liyakatli bir

ruha terk eden ruh, a¤›r yürüyüflüyle bulundu¤u alt madde kademelerindeki

daha basit maddelerde, yürüyüflüne daima pasif olarak,

yâni madde hareketlerine müdahale etmeksizin devam eder.

*

* *

Bu ilk safha, ruhun kâinat ile ilk ifltirakinden, maddenin ilk

hidrojen atomuna gelinceye kadar ilerler. Bu ruh, kâinatta henüz

bir bedene sahip olmufl de¤ildir. Çünkü onda henüz kâinat maddelerini

toplayabilecek kudretler yoktur. Dolay›s›yla, o, kâinat

karfl›s›ndaki ilk ihtiyaçlar›n› takdir eden yüksek prensiplerin

Ünite’den süzülen icaplar›na göre, basit madde hâllerinde, sadece

pasif ve mekanik bir yürüyüfle tâbi tutulacakt›r. Onun bu s›-

ralarda kâinatta, idrak, irade, fluur ve özgürlük hâlinde tezahür

eden maddî bir kimli¤i olmayacakt›r. Böyle bir kimli¤in kazan›lmas›,

ancak, yüksek prensiplerin nizam› gere¤ince –onun ihtiyac›

oran›nda– amorf maddeler aras›nda daima pasif ve mekanik

olarak geçirece¤i ebediyet kadar uzun devrelerden sonra, derece

derece mümkün olacakt›r.

‹flte bunun içindir ki, bu ilk madde safhalar›ndaki ruhlar›n iradeyi,

özgürlü¤ü, idraki gerektiren hiçbir aktif durumlar› yoktur.

Bunlar kâinatta henüz herhangi bir madde oluflumuna ba¤lanm›fl

de¤ildirler. Bu acemi ruhlar, bu safhada iken, kâinattaki basit

39


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

yans›malar›n›n mekanik yollardan gelifltirilmesi için, bir madde

durumundan di¤er bir madde durumuna, oradan da gere¤ine göre

baflka bir madde durumuna sokula ç›kar›la (Bu sözler hakikî

de¤il, semboliktir. Çünkü ruhlar hiçbir zaman maddelerin içine

sokulamaz.) maddelerin çeflitli durumlar› ve hareketleri ile karfl›-

laflt›r›l›rlar. Bu ilk safhadaki maddelerde, âlemimizde görülen hareket

ve flekillerin hiçbiri yoktur. Ve onlar âlemimize nazaran flekilsiz,

amorf, darmada¤›n›k bir hâldedir ki; bunlar›n tamam›,

amorf bir ortam› meydana getirmifltir.

Bu ilk kâinat maddesinin inkiflaf safhas›n›n ard›ndan, “hidrojen

safhas›” dedi¤imiz –âlemimizin tâbi bulundu¤u– bir üst safha

oluflacakt›r. fiimdi, bu safhaya ait bilgileri veriyoruz.

*

* *

Âlemimizin bafllang›c› olan aslî maddesi, ilk kâinat safhas›n›

oluflturan ilkel da¤›n›k ortam›n maddelerinden meydana gelmektedir.

Madde oluflumlar›n›n, âlemimizde, düalite prensibi ve de-

¤er farklanmas› mekanizmas›yla mevcudiyet gösterdi¤ini görmüfltük.

Bu realitenin bir sonucu olarak, âlemimizde aslî cevherin ilk

hâl ve flekillerinin meydana geliflini bu mekanizmalarla birlikte

ele almak gerekmektedir. Hidrojen âleminin ilk atomunun hareketlenmesi

hakk›nda dünya lisan› ve sözcükleriyle verilecek bilgiler,

daha ziyade, sembolik olacak ve sezgilere dayanacakt›r. Çünkü

insanlar, âlemdeki ilk hareketlerin flekil ve mahiyetleri hakk›nda

esasen hiçbir bilgiye sahip de¤ildirler. Âlemimizin üstüne

ait realitelerde insanlar›n idraki nas›l bir noktadan itibaren duruyorsa,

alt›ndaki belirli bir noktay› da aflamaz, demifltik. Fakat

madde kâinat›m›zda geçerli olan yasalar›n ve prensiplerin esaslar›

birdir. Burada de¤iflen fley, bu esaslar de¤il, bu yasa ve prensiplerin

âlemlere göre meydana gelen formlar› ve tezahürleridir. Bu

durum, âlemimizin alt ve üst k›s›mlar›na ait bâz› realiteler hakk›nda

insanlar›n muhtaç olduklar› k›yasî sezgileri alabilmelerine

yard›m eder ki; bu sezgiler de, kâinat hakk›ndaki bilgilerin insanlara

yetecek kadar tamamlanmas›na, yeterli gelir. fiimdi, ilk hidrojen

atomunun nas›l olufltu¤unu aç›klamaya bafll›yoruz.

40


BEDR‹ RUHSELMAN

Âlemimizin ilk maddesinin hidrojen atomu oldu¤unu ve bunun

da insanlar›n bildi¤i hidrojen atomundan bambaflka ve onun

çok ilkel bir hâlinden ibaret bulundu¤unu daha önce söylemifltik.

Yine, insanlar›n tan›yamayacaklar› kadar basit ve ilkel olan bu

atomun –âlemimizin ilk maddesi olmas› bak›m›ndan– amorfa en

yak›n bir madde oldu¤undan da söz etmifltik. Daha önce belirtti¤imiz

gibi, kâinatta mekanik tekâmül prensibinin hâkim oldu¤u

ilk safha; hidrojen atomu alt› safhas› olan, sonsuz, karanl›k, da¤›-

n›k ve amorf bir ortamdan ibarettir. Buradaki tekâmül tümüyle

mekanik bir sisteme ba¤lanm›flt›r. Bu safhadaki maddeler, toplu

de¤il, darmada¤›n›kt›r. Çünkü bu safhada, yaln›z mekanik tatbikatlar›n›

görmek için bulunan ruhlar, henüz maddeleri toplayabilecek

kudrete eriflmemifllerdir. Dolay›s›yla, bu basit ruhlar, bu ilkel

ortam›n darmada¤›n›k, flekilsiz maddeleri içinde, hiçbir maddeye

ba¤lanmadan –aslî kaynaklar›n yüksek icaplar›yla– o maddeden

o maddeye atlamak suretiyle sürüklenip giderek, sonsuz,

mekanik ve insanlar için anlafl›lmas› mümkün olmayan, ilkel bir

tekâmül yolunu izlerler.

‹flte burada, pasif olarak tekâmüllerini yaparken, ebediyet kadar

uzun görünen bir devreden sonra, bu ruhlar›n bâz›lar›, yavafl

yavafl, bu da¤›n›k maddeyi toplayabilecek kadar, tekâmüllerinde

ilerlemifl durumlara gelirler. Böyle bir duruma gelmifl bir ruhun

sonraki tekâmülüne zemin olmak üzere, Ünite’den bu amorf ortam›n

içinde bir noktaya tesir gelir. Bu tesir; biri o maddeye ba¤lanm›fl

bulunan, yâni o maddeyi yakalayabilecek duruma gelmifl

olan bir ruha ait, di¤eri ise oluflma hâlinde bulunan o maddenin

bünyesine ait olmak üzere, birbirine z›t karakter göstermekle birlikte,

birbirini destekleyen, tamamlayan, özetle, ayn› hedefe yönelmifl

bulunan iki tesirden bileflmifltir. Ve kuflkusuz bunlar›n ikisi

de yine aslî tesirin, iki cephede görünen, kâinattaki tezahürüdür.

Bu iki z›t tesir, birbirine z›t karakterde birleflmifl unsurlardan oluflan

ikili bir madde vahdetini, yâni bir birim düaliteyi meydana

getirir. Bu unsurlar; o ortamda mevcut amorf maddenin bir k›sm›n›n,

gelen tesirler alt›nda hareketlendirilerek, bir araya toplanm›fl

hâlleridir. Çünkü bu hareketler sayesinde meydana gelen

41


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

manyetik alan, o da¤›n›k maddeleri bir araya toplar. ‹flte bu hareketler

de, hidrojen âleminin ilk hareketleridir ki, bir ruhun o

atoma ba¤lanmas› icaplar›na göre, aslî tesirler taraf›ndan ayarlanm›flt›r.

Böyle ilk atomlardan oluflmufl sahalar, astronomik âlemin bütün

cisimlerini, kürelerini ve sistemlerini oluflturan say›s›z galaksi

sahalar›n›n ilk durumlar›n› meydana getirirler. Böylece meydana

gelmifl olan ilk atoma bir ruh ba¤lanm›fl bulunmaktad›r. Di-

¤er deyiflle, bu ruhun bu atoma ba¤lanmak ihtiyac›, Aslî Prensibin

icaplar›yla, bu atomun meydana gelmesine neden olmufltur.

Ve ruhun bu ihtiyac›na ait icaplar› tafl›yarak amorf ortama inen

aslî tesir, onun bu atomla irtibat›n› sa¤lam›flt›r.

Demek ki ilk hidrojen atomlar›, böyle birbirine z›t, fakat denge

hâlinde bulunan ikifler unsurdan oluflmufl olup, âlemimizin en basit

hâllerdeki aslî maddelerini oluflturmaktad›rlar.

*

* *

Âlemimizin ilk atomuna, yâni hidrojen atomuna ba¤lanm›fl

olan bir ruh, art›k o atomun “varl›k” dedi¤imiz bir ileri safhas›n›n

oluflaca¤› âna kadar, onu b›rakmayacakt›r. Burada da mekanik–otomatik

bir tekâmül yürüyüflü vard›r. Yâni, hidrojen âlemindeki

tekâmüllerinin bu birinci k›sm›ndaki ruhlar, ilk yakalad›klar›

ilkel hidrojen atomunun sonraki bütün inkiflaf safhalar›n›

pasif olarak izlemek suretiyle, tekâmüllerine devam edeceklerdir.

Bu s›rada onlar hidrojen atomuna hâkim de¤ildirler. Çünkü

kendilerinde böyle bir hâkimiyetin gerektirdi¤i ne sezgi, ne idrak,

ne de özgürlük mevcut de¤ildir. Bunlar henüz, çeflitli maddeleri

toplayarak onlardan kendilerine bir varl›k meydana getirecek

durumda de¤ildirler. Dolay›s›yla, bunlar›n tekâmül süreçleri

de, afla¤› yukar› ilk safhadakiler gibi, pasif ve mekaniktir. Arada

flu fark vard›r: Amorf ortam safhas›ndayken ruhlar hiçbir zaman

bir madde üzerinde uzun uzad›ya tutunamazlard›. Çünkü onlar

orada esasen herhangi bir maddeyi yakalayabilmifl durumda de-

¤ildiler. Onlar, sadece darmada¤›n›k maddeler içinde, aslî tesir-

42


BEDR‹ RUHSELMAN

lerin icaplar› alt›nda, maddeden maddeye atlayarak mekanik tatbikatlar›n›

yap›yorlard›. Hidrojen âleminin ilk safhas›nda ise, ruhlar

yakalam›fl olduklar› hidrojen atomlar›na ba¤lanm›fllard›r.

O ba¤land›klar› atomdan baflkas›na atlayamazlar. Ve o atomun

bütün inkiflaf› boyunca, onun inkiflaf kademelerini izlerler; yaln›z,

bu s›rada o atoma hâkim de¤ildirler. Sadece, onun hareketlerine

pasif olarak kat›l›rlar ve o hareketlere intibak etmeye al›fl›rlar.

Çünkü bu hareketler, aslî tesirlerin yüksek icaplar› alt›nda kurulmufl

ve yönlerini alm›flt›r. Ruhlar, orada, bu icaplar alt›nda ve esir

olarak, yâni sürüklenerek o hareketlere tâbi olmak suretiyle, varl›k

safhas›na kadar çok uzun bir süre devam edecek olan tatbikat

devresini tamamlayacaklard›r. Bu ilk hidrojen atomunun oluflmas›ndan

ilk varl›k hâli meydana gelinceye kadar atomun bünyesine

hâkim olan tesir, esasî tesirdir, yâni Aslî Prensip’ten gelen tesirin

maddeye ait taraf›d›r; aslî tesirin bir de o atoma ba¤lanm›fl bulunan

ruha ait, söyledi¤imiz gibi, ikinci bir taraf› mevcuttur. Demek

ki bu atoma inen aslî tesirde bir, atomun bünyesine ait maddî taraf,

bir de ruha ait olarak gelen, ruhî bir taraf vard›r. fiu hâlde,

endirekt olarak, yâni aslî tesirler kanal›yla gelen, ruhlara ait tesirlerle,

atomun mukadder olan hareketlerine pasif olarak uymak

suretiyle, sadece mekanik tatbikatlar›n› yapacaklard›r. Bu tatbikat

sayesinde onlar, varl›k safhas›na do¤ru ilerledikçe, maddeler aras›ndaki

iliflkilerin nedensellik prensibi karfl›s›ndaki durumlar›na ait

ilk içgüdülerin haz›rl›klar›n› otomatikman yaparlar. Bu devredeki

tekâmül, ruhlar için çok uzun ve zordur. Tabiî ki buradaki zorluk

ve uzunluk kavramlar› nispîdir. Asl›nda ilâhî nizamda ne uzunluk–k›sal›k,

ne de zorluk–kolayl›k diye bir fley yoktur.

*

* *

Hidrojen atomu, âlemimizin en basit bir maddesi olmakla birlikte,

az çok büyük bir enerji tafl›maktad›r. Çünkü o, kâinat›n ilk,

amorf madde hâlinden bu aflamaya gelinceye kadar bir hayli tesirler

ve de¤erler alm›fl bulunmaktad›r. fiunu tekrar hat›rlatal›m

ki, burada sözünü etti¤imiz hidrojen atomu, kimyaca bilinen “H”

de¤ildir. Bizim söyledi¤imiz hidrojen atomu, bütün günefl sistem-

43


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lerini, teleskoplarla insanlar taraf›ndan tan›nan y›ld›zlar›, galaksileri,

k›sacas› bütün astronomik cisimleri içeren âlemimizin anas›

olan bir madde kombinezonudur ki; kimyac›lar taraf›ndan bilinen

hidrojen atomu, âlemimizin ilk maddesi diye söz etti¤imiz bu

hidrojen atomunun çok ilerlemifl ve inkiflaf etmifl hâllerinden biridir.

Âlemimizdeki bütün maddelerde oldu¤u gibi, hidrojen atomunun

da hâl ve mevcudiyetini koruyabilmesi, sürekli olarak inkiflaflar

kaydetmesi, ancak, düalite prensibi ve de¤er farklanmas›

mekanizmas›na göre, birbirinin içinde sakl› bir sürü madde cüzünün

denge toplamlar›yla mümkün olmaktad›r ve bu dengeler

de aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›ndad›r.

*

* *

fiimdi, hidrojen atomunun, varl›k safhas›na girinceye kadar nas›l

inkiflaf etti¤ini aç›klamaya bafll›yoruz.

Hidrojen safhas›n›n alt›nda, sonsuz bir mekanik inkiflaf ve tekâmül

ortam›n›n mevcut oldu¤unu bildirmifltik. Bu ortam, dedi¤imiz

gibi, amorfa yak›n, da¤›n›k bir bütün oluflturan, karanl›k

bir sahad›r.

Aslî tesirler, bu karanl›k ortamda ilk çekirde¤i kurduktan sonra,

onun etraf›na di¤er cüzleri de toplayarak, gittikçe daha karmafl›k,

daha kar›fl›k ve daha münkeflif durumlar› meydana getirirler.

Ve böylece meydana gelmifl olan madde oluflumunun ortas›ndaki

aslî tesir, bu oluflum içinde kullan›ld›ktan sonra, mahiyeti

de¤iflmifl ve aslî durumunu kaybetmifl olarak, o maddeden tekrar

d›flar› yay›nlanmaya bafllar ki, buna o cismin manyetik alan›

deriz.

‹flte, hidrojen âleminin, en küçük cüzlerinden en büyük sistemlerine

kadar, bütün küreleri ve oluflumlar› böyle meydana gelir.

‹lk hidrojen çekirde¤i böylece kurulduktan sonra, yukar›da

söyledi¤imiz yoldan inkiflaf ede ede, nihayet, kimyaca tan›nan

“H” atomu kademesine ulafl›r.

44


BEDR‹ RUHSELMAN

Böyle, aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›nda kurulan ilk hidrojen

atomuna, en son inkiflaf kademelerine kadar, yâni varl›k hâline

gelinceye kadar yaln›z, –aslî tesirle– o atoma ba¤l› olan ruha ait

tesirler ve esasî tesirler gelir. Yâni, ileride tesirleri anlat›rken aç›klayaca¤›m›z,

aslî tesirlerin ruhlara ait, “tekâmül de¤erleri” dedi¤imiz

k›s›mlar› ve maddelere ait, “esasî tesir” dedi¤imiz k›s›mlar›

gelir. Dolay›s›yla, bu atomlar›n bünyelerindeki hareketler, ancak

yüksek aslî tesirin hâkimiyeti alt›ndad›r. Ruhlar, pasif olarak bu

hareketlere sürüklenmekle, uymakla, mekanik–otomatik tekâmüllerini

yaparlar. Bu, tekâmülün bir tür pasif adaptasyon safhas›d›r.

Bu safhada, atom bünyelerine, “tâli tesirler”* dedi¤imiz, kâinattaki

di¤er varl›klara ait olan tesirler gelmez. Esasen burada, ruhlar›n

henüz özgürlük ve idrakleri sözkonusu olmad›¤›ndan, ileri safhalara

ait s›navlar, eprövler mevcut de¤ildir. Onlar, sadece, düzenli

olarak yürüyen ve gittikçe karmafl›klaflan atomun hareketlerine

otomatik olarak uymak zorundad›rlar. Ve atomlar›n bu kar›fl›k hareketlerine

intibak ede ede, varl›k safhas›na haz›rlanmaktad›rlar.

Ancak, hidrojen atomunun çeflitli türlerinin bir araya gelerek

türlü cisimleri meydana getirmesi, varl›klar›n inkiflaflar› için gereklidir.

‹flte insanlarca “cisimler” diye tan›nm›fl olan, atomun bu

bilefliklerine ve kombinezonlar›na –yine Ünite’nin yüksek kontrolü

alt›nda– vazifeli varl›klardan tâli tesirler gelir ve bunlar, bu

cisimlerde çeflitli formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar

yaparlar. Dolay›s›yla, atomlarda oldu¤u gibi bu bilefliklere

art›k do¤rudan do¤ruya esasî tesirler inmezler. Onlar›n yerine tâli

tesirler geçer. Ve kuflkusuz bunlar da daima aslî tesirlerin kontrolü

alt›ndad›r.

*

* *

‹lk hidrojen atomunun bünyesi, varl›k hâline gelinceye kadar

–biraz önce söyledi¤imiz gibi– yaln›z aslî tesirlerin hâkimiyeti

alt›nda inkiflaf›na devam eder ve insanlar›n, oksijen, gümüfl, platin,

kurflun, radyum... gibi adlarla tan›d›klar›, hidrojen atomunun

münkeflif hâlleri olan elementler meydana gelir ki, insanlar

* “Tâli” sözcü¤ü, “ikinci derecedeki, ikincil, sonradan gelen” anlam›na gelir.

45


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bugün bunlardan ancak 100 kadar›n› tan›yabilmifllerdir. Oysa

bunlar›n miktar› 100’ün üstündedir.

Yine söylemifl oldu¤umuz gibi, hidrojen atomunun üst elementlere

intikali, ancak aslî tesirlerin müessiriyetiyle* olmaktad›r.

‹flte maddelerin varl›k kademesine kadar inkiflaflar› sa¤land›ktan

sonra, o ândan itibaren varl›¤a do¤rudan do¤ruya esasî tesirler

gelmez. Ancak onun tâbi oldu¤u ruhtan, daha do¤rusu aslî

tesirin ruha ait olan k›sm›ndan ve kâinattaki çeflitli tekâmül kademelerindeki

varl›klardan tesirler gelir ki, bu sonunculara “tâli

tesirler” deriz. ‹flte bütün bu tesirlerle, o varl›k, tekâmülü için gerekli

olan s›navlar›, eprövleri ve deneyimleri geçirmeye bafllar ve

bir sürü imkânla karfl›lafl›r. Gittikçe inkiflaf eden, ço¤alan ve kapsam

kazanan bu tekâmül imkânlar› içinde –kâinattaki ifllerini bitirmek

için– varl›k, uzun tekâmül yolculu¤una koyulur. Onun

tekâmülü icaplar›ndan olarak, bu vazifeli varl›klardan gelen tâli

tesirlerle, biraz önce söyledi¤imiz gibi, hidrojen atomunun çeflitli

elementlerinden sonsuz kombinezonlar kurulur, say›s›z cisimler

meydana getirilir. Bu cisimlerin sonsuz varyeteler içinde bir araya

getirilmesi ve da¤›t›lmas› suretiyle, çeflitli formasyonlar meydana

getirilerek, büyük ve küçük cisimler, madde kompozisyonlar›, bedenler,

dünyalar› dolduran türlü maddeler, nihayet dünyalar ve

sistemler kurulur. Bütün bunlar, Ünite’den süzülen aslî tesirlerin

›fl›¤› alt›nda, her kademede bulunan vazifeli varl›klar›n gönderdikleri

say›s›z tâli tesirlerle yap›l›r.

fiu hâlde, atomun bünyesine tâli tesirler müdahale edemez. O,

tümüyle esasî tesirlerin hâkimiyeti alt›ndad›r. Fakat atom elementlerinin

her türlü kompozisyonlar›, vazifelilerden gelen tâli

tesirlerle kurulup da¤›t›labilirler ki; bunlar da, do¤al olarak, çeflitli

tekâmül düzeylerindeki varl›klar›n derecelerine göre, büyük

veya küçük çapta olurlar.

*

* *

* “Müessir” sözcü¤ü, “tesir edici, tesirli, tesir eden, etkili” anlam›na ve “müessiriyet” ise,

“tesir edicilik, tesirlilik, tesir etme, etkililik” anlam›na gelir.

46


BEDR‹ RUHSELMAN

Hidrojen atomunun en ilkel hâlinden itibaren gittikçe yükselen,

inkiflaf eden bünyesi, o oranda hareket, kudret ve müessiriyet

kazan›r. Ve onlara ba¤l› bulunan ruhlar da, gittikçe zenginleflen

ve kudretleri artan bu hareketlere uya uya tekâmül ederler.

Maddedeki bütün bu hareketleri uyand›ran etkenler, aslî kaynaklardan

gelen tesirlerdir. Çünkü tesirler, fonksiyonlar›n›, maddelerde

hareketleri meydana getirmek suretiyle yaparlar.

Özetle, hidrojen atomlar›n› kuran aslî tesirler, tafl›d›klar› icaplara

göre, etraftan sürekli olarak toplad›klar› cüzlerle hidrojen

atomunu bir üst âleme do¤ru inkiflaf ettirirler. Do¤al olarak hidrojen

atomunun inkiflaf›yla yay›nlayaca¤› enerjiler de o oranda

yükselir, kudretlenir ve hidrojen atomu inkiflaf ettikçe, daha yüksek

ve karmafl›k enerjiler, yâni daha münkeflif partiküller yay›nlamaya

bafllar. Fakat bütün bunlar hidrojen atomunun henüz ilk

safhas›na ait maddelerdir.

Burada flunu da belirtelim ki, hidrojenin bu inkiflaf›, birtak›m

atom çekirdeklerinin, ayr› ayr› kimliklerini koruyarak, atomun

içinde kabaca birikmeleri tarz›nda olmamaktad›r. Aslî tesirlerin

hâkimiyeti alt›nda atomda biriken de¤erler, birbirleriyle birleflmeden,

tam bir ahenk ve denge içinde kaynaflarak, hidrojen atomunun

o ândaki mahiyetini karakterize eden bünyesini meydana

getirirler.

*

* *

Bütün maddelerin manyetik alanlar› vard›r. Böyle münkeflif bir

atomun manyetik alan›, ilk hidrojen çekirde¤inde oldu¤u gibi basit

de¤ildir. Hidrojen çekirdeklerinin bir araya gelmelerinden

meydana gelen hidrojen atomunun bünyesinde bir sürü partikül

oldu¤u ve her partikülün de bir manyetik alan› bulundu¤u için,

bu münkeflif atomun manyetik alan› da, kendisini oluflturan cüzlerinin

manyetik alanlar›n›n sentezinden meydana gelmifltir. Bu

alana “manyetik alanlar sentezi” deriz. Maddelerin bu manyetik

alanlar› çok önemlidir. Çünkü onlar›n birbirleri ile ve varl›klar ile

olan bütün iliflkileri bu manyetik alanlar vâs›tas›yla sa¤lan›r ve bu

47


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

alanlara gelen tâli tesirler; fliddetlerine, kudretlerine ve yönlerine

göre, bu alanlar›n tâbi bulunduklar› maddelerin bünyelerinde

–düalite prensibinin ve de¤er farklanmas› mekanizmas›n›n kurallar›

alt›nda– çeflitli de¤iflmeler, dönüflümler, deformasyonlar, da-

¤›lmalar ve toplanmalar yapabilirler. Yine, varl›klar›n maddelerden

yararlanmalar›, onlar› çeflitli hâllere sokabilmeleri de bu yoldan

olur. Dünyan›n da –tabiî ki kendi oran›nda kapsaml› ve genifl

olan– manyetik alan›ndan yararlanan vazifeli varl›klar –bu alana

çeflitli tesirler göndermek suretiyle– dünyadaki küçük veya büyük

do¤a olaylar›n› meydana getirirler. Bunun gibi, idraki daha üstün

bir varl›ktan gelen tesirler, bu manyetik alanlar üzerine müessir

olarak, onlara ait maddelerde o oranda büyük sonuçlar do¤ururlar.

Esasen, bu yoldan dünyalar›n, sistemlerin, günefllerin hâl

ve durumlar›na tesir edebilecek hareketler, ancak çok yüksek

plânlar›n iflidir. Ve kuflkusuz bunlar, Aslî Prensibin icaplar›na göre,

kontrollü olarak yap›l›r.

Nerede madde varsa, orada manyetik alan›n bulunmas› zarurîdir.

Zaten manyetik alan›n oluflmas› hakk›nda daha önce verdi¤imiz

bilgi, bu hakikatin anlafl›lmas›n› kolaylaflt›r›r. ‹flte böylece,

bir atomun manyetik alan› oldu¤u gibi, atomun bütün inkiflaf

safhalar›n›n, yâni elementlerin, bu elementlerin bilefltirilmeleriyle

meydana getirilmifl cisimlerin, dünyalar›n, sistemlerin, bunlardan

baflka, galaksilerin, âlemlerin, varl›klar›n birbirine nazaran

az çok kapsaml›, az çok karmafl›k manyetik alan sentezleri

vard›r. Bunlar›n üstünde, bütün kâinat› kapsayan Ünite’nin manyetik

alan› tektir. Orada, manyetik alanlar sentezi yoktur. Çünkü

Ünite’de birbirinden ayr› ve farkl› varl›klar›n veya unsurlar›n

mevcudiyeti sözkonusu olmaz.

*

* *

‹flte insanlar›n “perispri” dedikleri fley de, maddelerin bu manyetik

alanlar›ndan ibarettir. Yâni, insan bedenlerinin manyetik

alanlar›, insanlar›n perispri mânâs›nda kabul ettikleri fleydir.

Demek ki bir ruh, kendisinin kâinattaki temsilcisi olan ve bir

48


BEDR‹ RUHSELMAN

enerjiler kompleksinden ibaret bulunan varl›¤› vâs›tas›yla maddelerin

manyetik alanlar›na tesir ederek, onlar› kullan›r. Ve onlardan

kendisi için, o maddelerin mensup bulunduklar› dünyalardaki tatbikat›na

uygun gelen bedenleri kurar ve bu bedenler vâs›tas›yla

da, o dünyan›n di¤er varl›k ve maddelerinin manyetik alanlar›na

tesir etmek ve onlar› kullanmak suretiyle, tekâmülünü sa¤lar.

Bir dünyan›n karmafl›k bir manyetik alanlar sentezi mevcut

oldu¤u gibi, ondan daha karmafl›k olan günefl sistemlerinin ve

galaksilerin de manyetik alanlar sentezleri mevcuttur, demifltik.

Varl›klar, bu alanlar kanal›yla bu âlemlere tesir ederek vazifelerini

yaparlar. Meselâ birkaç günefl sistemini, hattâ birkaç galaksiyi

içine alan ve manyetik alanlar›na tesir etmek suretiyle onlar› idare

eden çok yüksek vazifeli varl›klar mevcuttur.

*

* *

Buraya kadar sözü edilen bütün maddeler, henüz varl›k hâline

girmemifl durumdad›rlar.

Burada flunu belirtmek gerekir ki, art›k, yukar›dan beri verilmekte

olan bilgileri ö¤renmifl olanlar, kâinatta canl›l›k, cans›zl›k

ifadelerinin de birer lâftan ibaret oldu¤unu ve bunlar›n esasl› bir

mânâ tafl›mad›klar›n› anlam›fl bulunacaklard›r. Maddelerin gerek

ilk safhalarda, gerek hidrojen safhas›nda ruhlar ile olan endirekt

iliflkilerinin nizam ve tertipleri, böyle bir canl›l›k–cans›zl›k ayr›-

m›n›n yap›lmas›n› mümkün k›lmamaktad›r. Çünkü kâinat safhalar›n›n

her maddesinde, ruhlar›n maddeler ile o safhan›n karakterine

ve tekâmül sistemine uygun çeflitli iliflkileri daima mevcuttur.

Ve kâinatta herhangi bir ruhun tekâmülüne yaramayan madde

yoktur. Yâni, geçici veya kal›c› olarak, ruhlar›n hizmetine girmemifl

madde durumu yoktur. Özellikle, bu hâl, hidrojen safhas›ndaki

bütün maddeler için çok belirgindir. Bu hizmetin d›fl›nda

kabul edilecek bir madde, gereksiz ve gayesiz olur. Kâinatta ise

gereksiz hiçbir süreç mevcut de¤ildir.

fiu hâlde maddelere ruhlara ba¤l› olunca canl›, olmay›nca cans›z

demek gibi düflüncelere saplanmak yersizdir. Çünkü her madde

geçici veya sürekli olarak bir ruha ba¤l›d›r. Ancak, maddele-

49


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

rin sürekli olarak bir varl›¤a ba¤lanmas›na bak›p varl›klara canl›

demek istense bile, bu da do¤ru olmaz. Çünkü varl›k safhas›ndan

önceki hidrojen atomuna da, varl›k safhas›na kadar, ruhlar ba¤lanm›fl

bulunmaktad›rlar. Dolay›s›yla, yukar›ki bilgilerden sonra

maddelerde canl›l›k–cans›zl›k ayr›m› yapman›n bir mânâs› kalmamaktad›r.

*

* *

Henüz varl›k safhas›na girmemifl ilk hidrojen kademelerinde

tatbikat gören ruhlar, bu maddelerde pasif ve mekanik olarak haz›rlan›rlar.

Bu maddeler, tatbikat görecek ruhlar›n idaresi alt›nda de¤ildirler.

Onlar ancak, yüksek prensiplerin icaplar›na göre Ünite’-

den gelen tesirlerle, kâinattaki ilk ö¤renci ruhlar›n, madde hareketlerine

al›flt›r›lmalar›n› sa¤layacak birer zemin olmak üzere kurulmufllard›r.

Buraya kadar, maddelerin inkiflaflar› ve bu inkiflaflara mekanik

bir yürüyüflle tâbi olan ruhlar›n durumlar› hakk›nda gerekli

bilgiler verildi. fiimdi bu maddelerin birer varl›k hâline geçiflleriyle,

ruhlar›n âlemimizdeki otomatik veya yar› idrakli tekâmül

safhalar›na intikalleri hakk›ndaki bilgileri vermeye bafll›yoruz.

‹lk hidrojen atomu hâline gelmifl olan madde oluflumu, bir ruh

taraf›ndan yakalanm›flt›r. O ruh, o atoma ba¤lanm›flt›r. Yaln›z,

dedi¤imiz gibi, ona hâkim durumda de¤ildir. Ruh, Aslî Prensip’le

tayin edilmifl olan, maddenin nizaml› ve tertipli hareketlerinin d›-

fl›na ç›kamaz, onlara uymaya çal›fl›r. Bu ruhta henüz sezgi, hattâ

mekanik bir içgüdü bile yoktur. Bu s›rada hidrojen atomu, kendisine

ba¤l› bulunan ruhun tekâmülü gayesine yönelik, aslî tesirlerin

tayin etmifl oldu¤u yöndeki hareket ve inkiflaflar›n› yaparken,

ruhun tekâmülüne de hizmet etmifl olur. Bu inkiflaf sonucunda,

hidrojen atomu insanlar›n tan›d›¤› “H” hâline gelir. Ve

s›ras›yla, kimyaca bilinen elementler meydana ç›kar. Bu hâl, yukar›lara

do¤ru yükselir. Atomun hareketleri karmafl›klafl›r. De-

¤erleri bak›m›ndan bünyesi zenginleflir. Bünyesinde birtak›m gruplaflmalar,

toplanmalar, sistemler meydana gelir. Manyetik alan sen-

50


BEDR‹ RUHSELMAN

tezleri daha kar›fl›k, daha karmafl›k hâllere girer. Böylece hidrojen,

birçok kademeden geçe geçe, oksijen, fosfor, bak›r, gümüfl,

baryum, platin, alt›n, radyum, uranyum, senturyum hâllerine ink›lâp

eder.

Hidrojen atomu böyle inkiflaf ettikçe, ona ba¤l› olan ve onun

hareketleri ile intibak sa¤layan ruh da, mekanik–otomatik bir

tempoyla, gayet yavafl olarak tekâmül eder. Ruhun bu tekâmülü

artt›kça, maddeler aras›ndaki iliflkilere ait, di¤er deyiflle çeflitli hareket

kombinezonlar›na ait içgüdüsel bâz› davran›fllar›n›n da haz›rl›klar›

yap›l›r.

Nihayet, hidrojen atomu, insanlar›n tan›makta oldu¤u en yüksek

elementlerin kadrosundan taflmaya bafllar. Ve onlar›n kolayl›kla

yakalayamad›klar›, saptayamad›klar› birtak›m –yüksek

enerjileri yay›nlamaya bafllayan– büyük kombinezonlarla bünyesini

zenginlefltirir. Bu s›rada hem onun bu inkiflaf›na neden olan,

hem de tekâmülü ona paralel olarak yürüyen ruhun, madde kombinezonlar›

aras›ndaki iliflkilere ait ilk davran›fl içgüdülerinin kazan›lmas›

haz›rl›klar› ilerler. Bütün bunlar, hep aslî tesirlerin

–daima ruhlar›n tekâmüllerini hedef tutan– büyük ahengi içinde

cereyan eder. Yâni, daha önce söyledi¤imiz gibi, maddenin ortas›na

inerek atomu amorf ortam›n ilkel maddelerinden toplayan

aslî tesirler, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›n›, inkiflaf hâlinde bulunan

atoma yans›t›r. Ruhun madde ile paralel olarak, daha üst bir

safhaya uzan›fl haz›rl›klar›n› sa¤lar. Hidrojen atomunun bu inkiflaf

kademesinde, atomun bünyesine gelen tâli tesirler yoktur.

Burada, atoma do¤rudan do¤ruya aslî tesirler iner. Aslî tesirler,

Ünite'den süzülen ve maddeler ile ruhlara ait bulunan tesirlerdir.

Bu durum, tâ varl›k kademelerine kadar devam eder.

Hidrojen atomu, ilk oluflmas›ndan itibaren nihayet öyle bir kademeye

gelir ki, orada, çok ince ve kar›fl›k madde kombinezonlar›

hâlinde, insanlar›n tan›mad›klar›, Dünya maddesi üstü birtak›m

enerjileri yay›nlamaya bafllar. Atom, bu yüksek ve karmafl›k

enerjileri yay›nlayabilecek inkiflaf düzeyine geldi¤i zaman, zaten

onun bu düzeye gelmesine Aslî Prensip muvacehesinde neden

olan ruh da, art›k maddeler aras›ndaki iliflkilerin ve hareketlerin

51


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

içgüdüsel davran›fllar›na, uzun bir tatbikat devresinden sonra, sahip

olabilecek bir tekâmül kademesine ulaflm›fl bulunur.

‹flte Dünya maddesinin en üst s›n›rlar›ndaki yüksek hidrojen

atomu, öyle kudretli ve karmafl›k enerjiler yay›nlamaya bafllar ki,

art›k bunlar Dünya maddesinin mal› olamaz. Bununla birlikte bu

enerjiler de toplu de¤il, darmada¤›n›k hâlde bulunurlar. Fakat onlar›n

bu da¤›n›kl›¤› ile daha önce sözünü etti¤imiz ilkel ortamdaki

amorf maddelerin da¤›n›kl›¤› aras›nda muazzam farklar vard›r.

Öncekiler; flekilsiz, basit, hareketleri çok ilkel ve atalete yak›n, kaba

maddelerdi. Bunlar ise; çok karmafl›k hareketli, bünyeleri kar›-

fl›k, zengin madde kombinezonlar›ndan oluflan, üstün de¤erli enerjiler

hâlinde bulunan, kudretli ve de¤erli maddelerdir. Bunlar›n bulundu¤u

ortama “yar› süptil ortam” deriz. Bu yar› süptil ortam,

hem hidrojen atomu alt›ndaki amorf ortamdan, hem de ilk hidrojen

atomlar›n›n oluflturdu¤u astronomik galaksilerden çok daha

yüksek ve yepyeni bir âlemin basama¤›n› oluflturan yüksek enerjilerden

kurulu bir tür galaksidir ki; Dünya’n›n üstünde bulunan

böyle bir yar› süptil ortam›n oluflmas›, Dünya’n›n, di¤er deyiflle

hidrojen âleminin yavafl yavafl üst âleme kay›fl›n› ifade eder.

Bu yüksek ve da¤›n›k enerjiler, o yar› süptil âlemin, yâni hidrojen

âlemi üstü galaksisinin en ilkel ve basit atomlar›n› oluflturmaktad›rlar.

‹flte bu yar› süptil ortam›n ilk atomlar›n›n da inkiflaflar›yla,

kendilerinden yay›nlanmaya bafllayan daha yüksek ve da-

¤›n›k enerjiler, art›k bir araya toplan›p bir ruha kâinat›n sonuna

kadar hizmet edebilecek bir varl›k hâline girmek kabiliyet ve imkânlar›na

ulaflm›fllard›r. Aynen, onlarla birlikte o safhaya kadar

tekâmül etmifl olan ruhlar da –daima aslî tesirlerin yard›m›yla–

bu yüksek fakat da¤›n›k enerjileri bir araya toplayarak onlardan

bir varl›k meydana getirebilecek kudrete eriflmifllerdir.

Bu durum meydana gelince, bu da¤›n›k enerjilerden kendisine

bir beden kurmak liyakatine ermifl bir ruhun da ruhanî plândan

yans›yan tesirlerini içeren aslî tesirler, bu da¤›n›k ve yüksek enerjilerin

ortas›na inerler. Orada, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz

idrakî bir nokta etraf›nda bu enerjileri bir araya toplayarak, onlardan

bir topluluk meydana getirirler. Aslî tesirlerde, o safhaya

52


BEDR‹ RUHSELMAN

kadar tekâmülünü yapm›fl olan ruhlara ait tesirler de vard›r. Bu

tesirler, oluflan varl›¤a, yâni enerji toplulu¤una aslî tesir taraf›ndan

yans›t›l›r ve ba¤lan›r. Böylece, “varl›k” dedi¤imiz o enerji

toplulu¤u; kâinat›n sonuna kadar o ruhun bütün davran›fllar›na

mâkes* olmak ve o davran›fllar›n cevaplar›n› tekrar ona iade etmek

üzere hizmete sokulmufl ve kâinatta ruhun bir timsali, vâs›-

tas› hâline girmifl bulunur.

Böyle, ilk hidrojen kademesinden itibaren inkiflaf edip varl›k

kademesine geldi¤i ânda, aslî tesirin maddelere ait olan esasî tesir

k›sm›, yerini tâli tesirlere terk eder. Ve Ünite’nin sürekli kontrolüne

tâbi tutularak büyük organizasyonlar içindeki vazifelilerden

veya onlar›n kulland›klar› çeflitli kademelerdeki varl›klardan

gelen bu tâli tesirlerle, varl›k, kâinat›n sonuna kadar tekâmülüne

devam eder. Bu tâli tesirlerin bafllamas›yla, varl›klar›n s›navlar›,

eprövleri, deneyimleri ve gözlemleri de bafllam›fl olur. Ve varl›klar,

yepyeni, daha h›zl› bir tekâmül sistemine sokulmufl bulunurlar.

Bu safhadan itibaren maddeler, birer varl›k hâlinde, tâbi

bulunduklar› ruhlar›n hâkimiyetleri ve tâli tesirlerin yard›mlar›

alt›nda, o ruhlar›n her hâl ve durumlar›na tâbi ve tercüman olarak

ve onlar› kâinatta ifadelendirerek inkiflaf edeceklerdir.

Böylece meydana gelen bir varl›k, hizmet etti¤i ruhun tekâmülüne

iliflkin bütün davran›fllar›n› Aslî Prensibin ›fl›¤› alt›nda o

kadar mükemmel olarak ifadelendirir ki, art›k ona kâinatta ruhun

kendisi imifl gibi de bak›labilir. Bunun içindir ki, kendisinden daha

afla¤›daki di¤er maddelerin ât›l ve amorfa yak›n hâllerine oranla,

ruhun ifadelerini tafl›yan aktif durumuna bak›larak, bu varl›¤a

“canl›” s›fat› yüklenmifltir ki; bu da, daha önce söyledi¤imiz gibi,

nispî bir ifadeden baflka bir fley de¤ildir. Çünkü burada “canl›”

denilen varl›k, asl›nda, ât›l görünen ilk hidrojen atomu maddesinin

inkiflaf etmifl yüksek kademelerinden baflka bir fley de¤ildir;

sadece, kâinatta bir ruhu ifade edebilecek kadar imkânlar› inkiflaf

etmifl ve bu sayede de, kendisi, belirli bir ruhun hizmetine tahsis

edilmifl bulunmaktad›r.

* “Mâkes” sözcü¤ü, “yans›ma zemini”, “yans›t›lma zemini” anlam›na gelir.

53


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Özetle, insanlar›n henüz tan›mad›klar› hidrojen atomunun ilk

çekirdek, nüve hâli; hidrojen âlemimizi, yâni astronomik vâs›talar›m›zla

gözlemleyebildi¤imiz günefl sistemlerinin, galaksilerin ve

bütün astronomik cisimlerin ana maddesini oluflturur. Nihayet,

kendili¤inden (Unutulmas›n ki, madde, kendili¤inden hiçbir

enerji yay›nlayamaz; bütün bunlar, aslî kaynaklardan gelen tesirlere

tâbidir.) birtak›m enerjiler yay›nlamaya bafllar. Burada flunu

yine, tekrar söyleyelim ki, biz hidrojen atomu derken aslâ kimyada

bilinen “H” atomunu kastetmiyoruz. Dedi¤imiz gibi, bu “H”

atomu, bizim sözünü etti¤imiz atomdan çok ileri bir inkiflaf safhas›ndad›r

ve ondan bambaflka bir fleydir. Ancak, insanlar ilk

atoma hidrojen dedikleri için, biz de ona ba¤l› kalarak, âlemimizin

ilk atomuna hidrojen dedik. Yoksa bu, gerçekten hidrojen

atomu de¤ildir.

‹flte hidrojen atomunun Dünya’da belirli bir tezahür göstermeyen

bu yüksek enerjilerinden, hidrojen âleminin bir kademe

üstündeki yar› süptil ortam do¤ar. O ortamda inkiflaf›na devam

eden hidrojenin bu yüksek hâl ve flekilleri, yay›nlad›klar› daha üstün

enerjilerle, art›k maddelerdeki tatbikat düzeylerinin üstüne

ç›k›p yüksek enerjileri bir araya toplamak liyakatine eriflmifl bulunan

ruhlara birer tekâmül malzemesi olurlar. Ruhlar –yukar›da

söyledi¤imiz flekilde– bu enerjilerden kendilerine, kâinat sonuna

kadar hizmet edecek birer varl›k kurarlar.

*

* *

Böylece ilk oluflmufl olan varl›k, idrak bak›m›ndan henüz pek

basit ve ilkel durumdad›r. Bu varl›kta mevcut olan, ancak mekanik

bir içgüdü; onun, hidrojen âleminde geçirece¤i ebediyet kadar

uzun bir inkiflaf süresi boyunca çok yavafl olarak ilerleyecek

ve derece derece, sezgi–içgüdülere, yine uzun zaman sonra sezgilere

ve böylece, aralar›nda büyük zaman mesafeleriyle ayr›lan,

sezgi–idraklere ve ilkel idraklere ink›lâp edecektir. Ancak insan

aflamas›na geldikleri zaman, idraklerin yavafl yavafl genifllemesi ve

kapsam kazanmaya bafllamas› mümkün olur.

*

* *

54


BEDR‹ RUHSELMAN

‹lk mekanik içgüdülerle yaflamaya bafllayan varl›k, art›k bir ruhun

hizmetindedir. O, ruhun bütün ihtiyaçlar›na, bütün davran›fllar›na

cevap verecek ve onun, kâinattaki maddeler aras›nda

gerçekleflmesi gereken icaplar›na vâs›ta olacakt›r. Bu ândan itibaren

bafllam›fl oldu¤u tekâmül safhas›na göre, hidrojen âleminin

henüz varl›k safhas›na girmemifl kaba atomlar› ve onlar›n kaba

kombinezonlar› aras›nda, aktif olarak tatbikatlar yapmak ihtiyac›n›

duyacakt›r. Fakat buradaki tatbikat, ruhun daha önce o

kaba atomlar içinde geçirdi¤i mekanik ve otomatik hayatlar›nkinden

bambaflkad›r. O zaman onlara hâkim olam›yor, sadece bir

atoma ba¤l› ve esir hâlde, o atomun belirli hareketlerine kat›l›yor

ve pasif bir intibak devresi geçiriyordu. fiimdi ise, hizmetinde bulunan

varl›¤› vâs›tas›yla, atomlar›n, en basitinden itibaren inkiflaf

kademeleri boyunca, çeflitli elementlerinden kurulmufl kombinezonlar›na

ve kompozisyonlar›na yavafl yavafl hâkim olmak üzere,

aktif bir tatbikat devresine bafllam›fl bulunmaktad›r. Bunun için,

onlar› toplamak, da¤›tmak ve onlardan yeni oluflumlar meydana

getirmek, bedenler kurmak, bedenleri idare etmek gibi faaliyetlerde

bulunmak suretiyle, tekâmülüne devam edecek ve bu âlemdeki

ileriye do¤ru olan haz›rl›klar›n› da böylece tamamlam›fl olacakt›r.

Bütün bu iflleri yapmas›nda, bundan sonra, ona, “varl›k”

dedi¤imiz iflte bu süptil enerji toplulu¤u vâs›ta olacakt›r. Kâinatta

bundan sonra ruhun bütün durumlar›n› temsil eden bu varl›k,

onun bu maddeler içindeki ihtiyaçlar›n› sa¤lamak maksad›yla,

onun taraf›ndan kullan›lacakt›r. Bu varl›k vâs›tas›yla ruhlar; hidrojen

âleminin yo¤un madde kombinezonlar›, kürelerin ve dünyalar›n

içindeki kaba maddeler üzerinde çeflitli formasyonlar ve

transformasyonlar meydana getirerek onlar› faaliyete sokacaklard›r.

Çünkü ruhun do¤rudan do¤ruya bu kaba maddelere hükmetmesi

mümkün de¤ildir. Bu nedenle, ilk oluflan varl›k, ruhta beliren

yeni ihtiyaçlar karfl›s›nda, hemen çevresindeki en ilkel maddelerden

yararlanmaya çal›flacak ve onlardan ilk önce basit bileflikleri

kurarak, bu bileflikler üzerindeki hâkimiyetinin tatbikat›na

bafllayacakt›r.

Bütün bu ifller –her yerde, her zaman oldu¤u gibi– ruhlara yard›mc›

olan yüksek tesirlerin yol göstermesiyle ve ›fl›k tutmas›yla

55


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

vuku bulmaktad›r. ‹flte varl›¤›n böyle ilk kullanabilece¤i madde

kombinezonlar›, bitki bedenlerinin ilk önce en basit ve ilkel hücreleri

olacakt›r. Bu varl›klar, onlardan kendilerine birer beden kuracaklar

ve ancak o basit bedenleriyle, yâni ilkel bitki hücreleriyle,

di¤er kaba maddelere ve kaba bedenlere çeflitli tarzlarda –ilk zamanlarda

daima içgüdüleriyle– tesirler yaparak yaflamaya bafllayacaklard›r.

‹flte buna insanlar enkarnasyon derler. Bu hücreleri kullanan

varl›klar henüz idraksiz olduklar›ndan, bunlar›n bu bedenlenifl

tarzlar›na bir tür enkarnasyon denilebilir. Bunlarla, bitki bedenlerinin

her çeflit hücrelerinde gerekli enkarnasyonlar› tamamlad›ktan

sonra, bütün bir bitkiyi idare edebilecek duruma gelmifl

olan varl›k, art›k basitten yüksek bitkilere kadar, müstakil olarak,

ayr› ayr› bitkilerde de enkarne olmaya bafllayacakt›r ki; böyle bafll›

bafl›na, müstakil bir bedeni idare edebilecek duruma geldi¤i ândan

itibaren de, onun için, toplu, mâflerî* bir hayat›n ilk kademeleri

kurulmufl olacakt›r. Buna, ileride aç›klayaca¤›m›z organizasyon sistemlerine

haz›rl›¤›n en ilkel k›p›rdan›fllar› deriz.

Varl›k, bitkilerin say›s›z türlerinde gittikçe tekâmül etmek suretiyle,

sonsuz bedenlenmeler geçire geçire –çok uzun bir zaman

sonra– bu safhay› da bitirecek ve bir üst safhan›n, yâni hayvanl›k

safhas›n›n tatbikat›n› görmek üzere, kendisine özgü olan bir yar›

süptil âleme intikal edecek; orada da bir süre yaflad›ktan sonra,

derece derece, hayvan ve insan vücutlar›n›n hücrelerinde bedenlenme

kademelerini tamamlamak için, en basit bir hayvan organizmas›n›n

ilkel hücrelerinde enkarne olacak ve yukar› do¤ru bedenlenmelerine

devam edecektir. Nihayet yüksek hücrelere, yâni

hayvanlar›n sinir sistemini oluflturan hücrelere intikal edecek; bu

devreyi de tamamlay›p gerekli melekeleri kazand›ktan sonra, müstakil

hayvan bedenlerine hâkim olmak durumuna girecek ve en

ilkel hayvan bedenlerini idare etmeye bafllayacakt›r. ‹flte bundan

sonra da, Dünya’m›zda ve di¤er gezegenlerde bir sürü bedenlenme

daha geçirdikten sonra, insan bedenini idare edebilecek bir

varl›k hâline gelip Dünya’da insan bedenlerini kullanmaya bafllayacakt›r.

‹nsanl›k âleminin en ilkel safhalar›ndan itibaren, ile-

* “Mâflerî” sözcü¤üne sözlüklerde “toplu, toplulu¤a iliflkin, toplumsal; ortaklafla, kolektif”

anlamlar› verilir. “Bireysel” sözcü¤ünün karfl›t anlaml›s›d›r.

56


BEDR‹ RUHSELMAN

ride aç›klayaca¤›m›z zengin bir tekâmül devresi içinde, dünyadaki

son haz›rl›klar›n› da tamamlam›fl bulunacakt›r.

Demek ki ilk varl›k hâlinden, yâni ilk bedenlenme hâllerinden

bir insan safhas›na gelinceye kadar, insanlar›n idrakine göre sonsuzluk

demek olan çok uzun bir zaman süresindeki bir tekâmül

safhas› geçirilmesi gerekmektedir.

*

* *

‹yi bir ifade kudreti tafl›mayan enkarnasyon sözcü¤ünün ifade

etti¤i fludur: Varl›k kendisine sahip olan ruha hizmet edebilmek

için, daha do¤rusu ruh kendisine hizmet eden varl›k vâs›tas›yla

kaba bir âlemin maddelerini kullanabilmek için, o âlemin maddelerinden

kendisine bir tesir vâs›tas›, yâni kaba bir beden yapmak

ve onu kullanmak zorundad›r. Fakat o varl›k, henüz, tek bafl›na,

kaba maddelerden böyle büyük kombinezonlar kurabilecek

kudrette de¤ildir. Onun için, ruhlar›n tekâmüllerinde vazifeli

olan üstün varl›klar›n yard›mlar›yla o, ihtiyac›na göre (ki bu,

asl›nda ruhun ihtiyac› demektir) kendisine kaba maddelerden bir

beden kuracak ve ona sürekli tesirler göndermek suretiyle ba¤lanacakt›r.

‹flte varl›k, art›k o dünyada mâflerî tekâmülüne bafllam›fl

olan ruhunun ihtiyaçlar›na ait, kaba maddeler ve di¤er

varl›klar aras›ndaki faaliyetlerini, kurdu¤u bu beden sayesinde

yapabilecektir. Yâni, varl›k, ruhun davran›fllar›na göre, o bedeni

idare edecektir. Zaten o beden onun idare edece¤i çapta kurulmufltur.

Demek ki burada, biri di¤eri vâs›tas›yla ruha hizmet eden, bir

varl›k ve bir beden vard›r. Bunlardan biri, daha önce sözünü

etti¤imiz, karmafl›k bir madde yap›s›na sahip olan ve kâinat boyunca

ruhu izleyen varl›kt›r ki; bu, ruhun kâinattaki sembolü,

yans›s›, ifadesi olan çok ince bir enerjiler kompleksidir. ‹kincisi

ise; bu varl›¤›n ruha hizmet edebilmesi için, içinde tatbikatlar

görmek zorunlulu¤unda bulundu¤u kaba âlemdeki maddeler ve

varl›klar ile bir tesirleflme vâs›tas› olarak kulland›¤›, o âlemin yo-

¤un maddelerinden yap›lm›fl, kaba bir bedendir. Demek ki ruha

kâinat boyunca efllik edecek varl›¤a hizmet etmek durumunda

57


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bulunan beden; herhangi kaba bir kürede, ruhun ihtiyac›na göre

ancak geçici bir tatbikat devresi süresince o varl›¤a ba¤l› kalacak,

geçici bir vâs›tadan ibarettir. Varl›k, bulundu¤u ortamda, hizmet

etti¤i ruhun ihtiyaçlar›n› yerine getirdi¤i ânda –onun yeni ihtiyaçlar›na

uygun– di¤er bir bedeni kurmak üzere, önceki bedenini

terk eder. Bu da yine üst tesirlerin yard›m›yla olur. ‹flte, varl›¤›n

herhangi bir kürede ikinci bir bedeni kurmas›na insanlar enkarnasyon

veya do¤um derler, o bedeni terk etmesine de dezenkarnasyon

veya ölüm ad›n› verirler.

*

* *

Demek ki bir günefl sisteminin herhangi bir küresinde, o kürenin

flartlar›na uygun bir beden içinde do¤mufl olan varl›k, tekâmül

ihtiyac›na göre o sistemin çeflitli kürelerinde say›s›z bedenlenme

ve bedenden ayr›lma süreçleri geçirmek suretiyle, o madde

âleminin son basama¤›na eriflmifl bulunur ki; bu son basamak

da sistemimizde insan, di¤er sistemlerde de ona denk inkiflaf

mertebesinde* bulunan bedenlerden biridir. ‹flte ruhlar, “hidrojen

âlemi” dedi¤imiz bu safhada –maddenin ilk inkiflaf safhalar›nda

oldu¤u gibi, da¤›n›k madde hâlleri içinde pasif olarak, mekanik yürüyüfllerle

de¤il– maddelere ba¤l›, otomatik veya yar› idrakli hâllerde

gösterecekleri cehit ve gayretlerine göre tekâmül ederler.

*

* *

Mademki Dünya’m›z›n atomu, âlemimiz üstü yar› süptil bir

âlemin ana maddesi olan yüksek enerjileri ç›karabilecek kadar

ileri inkiflaflar kaydetmektedir; o hâlde Dünya’m›z, flimdiye kadar

san›ld›¤› veya düflünüldü¤ü gibi geri bir dünya olmay›p, maddî

inkiflaf› bak›m›ndan, gezegenleriyle, güneflleriyle, küreleriyle,

sistemleriyle ve galaksileriyle bütün hidrojen âleminin en münkeflif

ve ileri madde oluflumlar›na sahip kürelerinden biridir. Nitekim,

dünyan›n inkiflaf› ile tekâmülleri paralel giden ruhlar›n kulland›klar›

insan bedenleri de, bu muazzam astronomik âlemin en

ileri ve en çok inkiflaf etmifl varl›klar›ndan biridir. Esasen, ileride

bildirece¤imiz gibi, dünyam›z›n bütün imkânlar›n› kullanarak ve

* “Mertebe” sözcü¤ü, “derece, basamak, aflama; rütbe” anlamlar›na gelir.

58


BEDR‹ RUHSELMAN

oradaki tatbikatlar›n› bitirerek onu tümüyle terk eden bir varl›¤›n

ayn› zamanda hidrojen âlemini de terk etmifl duruma girmesi, bu

bilginin canl› kan›t›n› oluflturur.

*

* *

Âlemleri birbiri içine girmifl, birbirinden büyük ve merkezleri

ortak otuz-k›rk küreye benzeterek, kâinatin kabaca bir sembolünü

yapal›m! Bunlar›n en kaba ve ilkel olan›, en ortada bulunan en

küçük küredir ki, buna amorf, ilk madde safhas› demifltik.

Yukar›daki flema, söz etti¤imiz, merkezleri ortak kürelerin ilk

üç tanesinin kesitini gösteriyor. Burada, “a” sahas›, ilk maddeden

hidrojene gelinceye kadarki, ruhlar›n mekanik tekâmül safhalar›na

denk gelen, maddenin ilk inkiflaf sahas›n› gösterir ki, bu

saha oldukça karanl›kt›r; “b” sahas›, bütün gök cisimleriyle birlikte

hidrojen âlemimizi oluflturur; “c” safhas› ise, hidrojen âlemimizin

üstünde bulunan ve kademe kademe yükselen sonsuz di-

¤er âlemlerin bizim âlemimize nazaran ilk kademesidir ki, buna

da “yar› süptil âlem” diyoruz. Bundan sonra di¤er safhalar, birbirinden

daha fazla geniflleyerek sürüp gidecektir.

*

* *

59


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Böylece varl›k, Günefl Sistemi’nin bir sürü gezegeninde, o gezegenlerin

flartlar›na ve durumlar›na uygun, fakat Dünya’m›zdakilere

nazaran basit, ilkel madde komplekslerinde say›s›z bedenlenmeler

geçire geçire, sistemimizin en geliflmifl varl›¤› olan, Dünya’daki

insan bedenini kurmak liyakatine ulafl›r. Ve o ândan itibaren

daha serbest durum ve flekillerdeki inkiflaf süreçlerine bafllar.

‹nsanl›k hâlindeki varl›¤›n idraki, önceki safhadakilere nazaran

çok artm›flt›r. ‹rade özgürlü¤ü, idraki oran›nda ço¤alm›flt›r.

Bu kudretleriyle orant›l› olarak da sorumlulu¤un mânâs›n› yavafl

yavafl sezmeye bafllam›flt›r. Bütün bu melekelerin artmas›, ona

“sevgi” ve “vicdan” denilen yüksek inkiflaf mekanizmalar›n›n fluurunu

az çok kazand›rm›flt›r. Böylece insanlar, sorumluluk sezgilerinin

gittikçe güçlenen bask›lar› alt›nda, otomatik veya yar› idrakli

olarak, insanl›k mertebesini bitirmeye çal›fl›rlar ve bunun

için insanl›k hayat›nda yüz binlerce görgü ve deneyim geçirir,

yüzy›llar boyunca yaflarlar.

*

* *

Bir insan, dünyada tek bafl›na kal›rsa, görgü ve deneyim sahibi

olamaz. Görgü ve deneyim sahibi olamay›nca da ruhun tekâmülüne

hizmet edemez. ‹flte bu noktada, madde kâinat›ndaki çeflitli

mâflerî tekâmül plânlar›n›n zorunlulu¤u, aç›k olarak kendisini

gösterir. Dolay›s›yla, bedenli varl›klar, inkiflaf edebilmek için, beden

d›fl›nda bulunan di¤er bedenler ile ve maddeler ile karfl›l›kl›

al›flverifllerde bulunmak zorundad›rlar. Onlar›n bu iliflkilerinden

say›s›z olay kombinezonu meydana gelir. ‹flte öz varl›ktan ruha

yans›yan bu olay kombinezonlar›na ait idrakler, bu safhadaki varl›klar›n

tekâmülünü sa¤lar.

Demek ki: Ruh, madde ile ifltirak eder. fiuurlu maddeyi, yâni

varl›¤› kurar. Varl›k da kendi ruhunun ve yard›mc› varl›klar›n faaliyetleriyle,

kaba maddelerden, kendisine ayr›ca bir beden yapar.

Ve bu beden vâs›tas›yla maddelere tesir eder. Kulland›¤› kaba

maddelerle de kendi haricindeki di¤er bedenlere tesir etmek suretiyle,

mâflerî plâna ad›m›n› atar. Ve hidrojen âleminin varl›k

safhas›ndaki tekâmülü de bu ândan itibaren yürümeye bafllar.

60


BEDR‹ RUHSELMAN

Bu önemli bilginin hiçbir noktas›n›n belirsiz kalmamas› için biraz

aç›klamada bulunaca¤›z. Meselâ, sevgi ve vicdan bak›m›ndan

fakir, çok geri bir insan›n, tekâmülü için, düalite prensibi ve de-

¤er farklanmas› mekanizmas› gere¤ince z›t de¤erler ile karfl›laflmas›,

sevgi–kin, adalet–zulüm, iyilik–kötülük gibi kavramlar ile

yüzyüze gelmesi ve böylece, otomatik olarak bir k›yas bilgisi kazanmas›

ve dengesini bulabilmesi gerekir. Bunun için de onun di-

¤er bedenler ile iliflkiye geçmesi icap eder. Bir insan, elinde bulunan

bir k›rbaçla bir kaya parças›n› k›rbaçlas›n dursun, bundan

ne sonuç alabilir? Hiç… Onun sevgi ve vicdan melekelerini iflletecek

hiçbir z›t de¤eri, bu kaya parças›n› k›rbaçlamas›ndan alaca¤›

sonuçlar, sa¤layamaz. O, karfl›s›nda bir beden bulamay›nca etraf›na

zulüm ve gaddarl›k yapamaz; bunu yapamay›nca da düalite

prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›na göre gerekli olaylar›

meydana getirecek z›t de¤erleri kazanamaz ve bunun sonucunda

da, muhtaç oldu¤u madde inkiflaflar›na kavuflamaz, tekâmül

edemez. Buna karfl›l›k, e¤er o insan bir çocu¤u kamç›larsa,

ifller de¤iflir. O çocu¤un veya etraf›ndakilerin bu kamç› sonucunda

gösterecekleri çeflitli reaksiyonlar, z›t unsurlar hâlinde karfl›s›na

dikilir ve onu hemen bir k›yas bilgisine götürür. Böylece,

birbirini izleyen yüzlerce, binlerce olay›n birbiri üzerine eklenmesiyle

k›yas bilgilerinin birikmesi, onda en basit hâliyle bir iyilik–kötülük

kavram›n›n do¤mas›na neden olur ve vicdan da böylece

toplanmaya ve canlanmaya bafllar. Bütün bu ifller sonucunda

meydana gelecek olaylar, idrak kanal›yla ruha yans›r ve tekâmül

sonucunu sa¤larlar. Bundan sonra ruhta yeni ve daha ileri ihtiyaçlar

belirir. Bu yeni ihtiyaçlar karfl›s›nda kalan ruh, bedeninin

etraf›yla yapaca¤› daha genifl sahadaki temaslardan, daha mânâl›

reaksiyonlar beklemeye bafllar. Onun bu yeni ihtiyaçlar› da yine,

öncekilerde oldu¤u gibi, derhal bedene yans›r ve bedenden cevaplar›

al›n›r; yâni ruha hizmet eden varl›k, hemen bedeni vâs›tas›yla

etraf›ndaki kaba maddelere ve bedenlere tesir ederek, ruhun

bu yeni ihtiyaçlar› karfl›s›nda gerekli olaylar›n meydana gelmesine

neden olur: ‹yilik yapar, kötülük yapar, h›rs›zl›k yapar, insan öldürür,

fedakârl›k yapar ve bunlar›n, etraftan gelecek karfl›l›kla-

61


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

r›n›, reaksiyonlar›n› görür. Bütün bunlar, birer olay olur. Ve bu

olaylar›n her birini idrak kanal›yla ruha yans›tarak tekâmülünü

sa¤lar. Bu flekilde, dünyan›n son inkiflaf aflamas›na varm›fl olan

insan varl›¤›, nihayet, daha ileri safhalara geçmek üzere dünyadan

tamam›yla ayr›l›r.

*

* *

Maddelerin inkiflaflar›n›n ve ruhlar›n tekâmüllerine hizmet

edebilmelerinin, ancak tesirlerle mümkün olabilece¤ini belirtmifltik.

fiimdi, tesirler üzerinde de gere¤i kadar durmak ve bilgi vermek

gerekmektedir.

Tesirler konusuna girerken, ifle tekrar ruh–madde iliflkisinden

söz etmekle bafllayaca¤›z. Ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›, bir icapt›r;

maddenin bu ihtiyaca cevap vermek durumu, yine bir icapt›r.

Fakat ruhlar maddeye ne do¤rudan do¤ruya bir fley gönderebilirler,

ne de ondan bir fley alabilirler. E¤er ifl burada dursayd›, tekâmül

gayesinin zarureti olan, madde kâinat›n›n var olufl nedeni

ortada kalmazd›. Oysa tekâmül için ruh–madde iliflkisinin gerçekleflmesi,

yüksek icaplar gere¤ince zarurîdir. ‹flte bu icaplar; hem

kâinat üstü ruhlara, hem de kâinatlara do¤rudan do¤ruya hâkim

olan ve onlar› kapsayan, mahiyetini bilmedi¤imiz Aslî Prensibin

kâinat içinde maddî, tesirler hâlindeki tezahürleriyle yerine getirilir.

‹caplar›n maddelerde gerçekleflmesi, düalite prensibi ve de¤er

farklanmas› tekni¤iyle, tesirlerin fonksiyonlar›n› yapmas› demektir.

fiu hâlde, bir kâinat muammas› olarak dünyada flimdiye kadar

çözülememifl bu ruh–madde iliflkisini ilgilendiren tesirler hakk›nda

gere¤i derecesinde bilginin verilmesi gerekmektedir.

Kâinat cevherinin sonsuz say› ve flekildeki hareket imkânlar›n›

–ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre– kullanan ve madde kâinat›-

n›n bütün tezahürlerini yine ayn› gayeyle meydana getiren tesirler,

fonksiyonlar›n› yapmak suretiyle, ruhlar âleminin tekâmül ihtiyaçlar›n›

yerine getirmifl olurlar. Yâni, ruhlar›n tekâmülü için

gerekli olan, maddedeki her hareket, her de¤iflme ve her inkiflaf,

ancak bu tesirlerle sa¤lan›r.

62


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Aslî Prensip dedi¤imiz, ruhlar›n ve kâinatlar›n üstünde ve her

ikisine de hâkim olan büyük hakikat hakk›nda fazla bir fley söyleyemeyiz.

Çünkü bu, bizim bütün bilgilerimizin, hattâ sezgilerimizin

d›fl›nda kal›r. Aslî Prensip, kudretiyle, ruhlar›n bütün tekâmül

ihtiyaçlar›n› kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu

ihtiyaçlar karfl›s›nda gösterecekleri reaksiyonlar› tekrar ruhlara

yans›t›r. Bu kudret, ruhlar›n ihtiyaçlar› karfl›s›nda vücuda getirilmifl

olan kâinat cevherlerini, kâinat içindeki say›s›z vâs›talarla ve

yollarla hizmete sokar. ‹flte bu yüksek kudret, kâinatta en ince

cevherler hâlinde olan, tesirlerle tecelli eder. Böylece, büyük icaplar›

tafl›yan bu tesirler, kâinat›n bütününden en küçük zerresine

kadar, her taraf›na nüfuz eder ve fonksiyonlar›n› yaparlar. Bu

fonksiyonlara göre, madde cevheri, flekillenir, inkiflaf eder, toplan›r,

da¤›l›r, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar

geçirir ve böylece, kâinat bütünü ve cüzleri, ruhlar›n ihtiyaçlar›na

göre sevk ve idare olunur. Tabiî ki bu da kâinat içindeki alt ve

üst, çeflitli mekanizmalarla ve vazife prensipleriyle yürütülür.

*

* *

Ruh ile kâinat aras›ndaki yolu kuran bu tesirler, dört grupta görünür:

Bunlar›n ikisi, do¤rudan do¤ruya kâinat d›fl›ndan gelen,

aslî tesirlerdir. Yâni, Aslî Prensip’ten gelen tesirlerdir. Di¤er ikisi,

bu aslî tesirlerin maddelerde ve varl›klarda bâz› ifllemlerden geçtikten

sonra de¤iflmelerinden do¤an, tâli tesirlerdir. Aslî kaynaktan

gelen kudretlerin ancak kâinat içinde yürüyen k›s›mlar›n›, tesir

hâlinde anlayabiliriz. Kâinat d›fl›nda kalanlar›n mahiyeti ve

durumlar›, kâinat sakinleri için meçhuldür.

Aslî tesirlerin birinci k›sm›ndakiler; ruhlar›n ihtiyaçlar›n› kâinata

ve onlar›n kâinattaki reaksiyonlar›n› da tekrar ruhlara yans›tan

kudretlerin tezahürleridir. Bunlar, endirekt olarak gelen,

ruhlara ait tesirlerdir.

‹kinci k›s›mdakiler ise; kâinatta, bireysel ve mâflerî tekâmüllerin

icap ve zorunlulu¤undan olan, kaba maddenin formasyon,

deformasyon ve transformasyonlar› için Aslî Prensip’ten kâinata

giren tesirlerdir.

63


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Ruhlara ait olarak kâinata gelen, birinci k›s›mda görülen tesirler

–yine aslî kaynaktan gelmekle birlikte– ruhlar›n davran›fllar›-

n›n ve ihtiyaçlar›n›n birer ifadesidir. Kâinat ile ruhlar› birbirine

yans›tmak ve böylece tekâmülü sa¤lamak için Aslî Prensip’ten

gönderilmifl bu kudretler, ruhlara tahsis edilen varl›klar›n ve bedenlerinin

belirli yap› ve mekanizmalar›na kat›l›rlar. Bu tesirler

kâinattan içeri girince, Ünite dedi¤imiz, kâinat›n son tekâmül s›-

n›rlar›ndaki, varl›klar ve icaplar birli¤ine gelirler. Ayarlanm›fl olarak

oradan, varacaklar› ortamdaki bir bedene yönelirler. Bu tesirler

do¤rudan do¤ruya tekâmülle ilgili olduklar›ndan, yâni ruhlar

ile varl›klar aras›ndaki irtibat› sa¤lad›klar›ndan, bunlara “tekâmül

de¤erleri” de deriz.

Ruhlar›n tekâmül icaplar›n› yerine getirmek, kaba maddeleri ve

kâinat oluflumlar›n› gerekli formlara sokmak için Aslî Prensip’ten

ç›kan kudretlere gelince: Bunlar da yine kâinat›n d›fl›ndan Ünite’ye

inerek, oradan, âlemleri, küreleri, varl›klar› ve maddeleri bireysel

ve mâflerî tekâmül icaplar›na göre haz›rlamak ve yürütmek üzere,

yüksek tesirler hâlinde, kâinat›n bütün cüzlerine ve bütününe da¤›-

t›l›r ve bölüfltürülürler ki; bunlara da “esasî tesirler” veya “esasî de-

¤erler” deriz. Bunlar, herhangi bir madde ortam›nda, o ortam›n

cüzlerini bir nokta etraf›nda toplayarak bir çekirdek kurmak ve

onun etraf›na di¤er cüzleri çekip madde oluflumlar›n› meydana getirmek

suretiyle, maddelerin, cisimlerin, kürelerin, sistemlerin, galaksilerin

ve âlemlerin vücuda gelmesini sa¤larlar.

Üçüncü derecedeki tesirler; Aslî Prensibin icaplar› dahilinde,

kâinat d›fl›ndan gelen ilk ana tesirler gibi do¤rudan do¤ruya d›flar›dan

gelmeyip, kâinat içindeki belirli safhalarda bulunan bedenler

haricine aktar›lan, yani varl›klar taraf›ndan beden haricine aktar›lan

tesirlerdir. Esas›nda yine aslî kaynaklardan gelmifl olan bu

tesirler, herhangi bir beden taraf›ndan kullan›ld›ktan sonra, as›l

de¤erini kaybedip bir hayli farkl›laflm›fl ve asl›na nazaran kalitesi

düflmüfl olarak beden d›fl›na yans›m›fllard›r. Buradaki düflük kalite

ifadesini küçümsememek gerekir. Çünkü Aslî Prensibin hiçbir

icab›n›n tezahüründe küçüklük–büyüklük diye bir fley yoktur. Bu-

64


BEDR‹ RUHSELMAN

radaki düflük kalite ifadesiyle anlat›lmak istenen mânâ, yürüyecekleri

ortamlara ve hedeflere göre, tesirlerin ayarlanm›fl olmas›

icaplar›n› ifade eder. Basit bir madde kombinezonuna yüksek tesirin

gönderilmesi uygun olmaz. Aynen, çok karmafl›k madde

kombinezonlar›na da hafif tesirler yarar vermez. Bütün bunlar,

icaplar›n yürüttü¤ü teknik mekanizmalarla ayarlanm›flt›r. ‹nsanlar›n

birbirlerine yapt›klar› tesirler aras›nda, bu üçüncü derecedeki

tesirlerin örneklerini görmek kolayd›r.

Dördüncü derecedeki tesirler ise, miktarca kabalaflm›fl de¤erlerdir.

Bunlar, esasî tesirlerin bir madde kombinezonunda kullan›ld›ktan

sonra, tümüyle de¤iflmifl olarak yay›nlanan hâli olup,

depo edilen ve gerekti¤inde otomatik faaliyetlerde kullan›lan, kaba

tesirlerdir. Meselâ bir maddî sistem dahilinde veya bir beden

içinde otomatik faaliyetlerin yap›lmas›, bu depo tesirlerin kullan›lmas›

suretiyle olur. Daha önce bildirdi¤imiz maddelerin manyetik

alanlar›, bu tesirlerin kapsam› dahiline girer.

*

* *

Yukar›dan gelen esasî bir tesirin, maddenin tam ortas›nda bir

odak oluflturarak madde cüzlerini etraf›na toplamak suretiyle madde

oluflumlar›n› meydana getirdi¤ini ve o maddede çeflitli transformasyonlara

u¤rad›ktan sonra, kalitesi düflmüfl ve baflkalaflm›fl olarak

maddeden tekrar d›flar› yay›nlanmaya bafllad›¤›n› ve buna da o

maddenin manyetik alan› denildi¤ini daha önce söylemifltik.

Yine, maddelerin ve bedenlerin birbirlerine tesir etmeleri de,

bu manyetik alanlar›n›n birbiriyle temaslar› sonucunda yapm›fl

olduklar› al›flverifller sayesinde mümkün olur, demifltik. Meselâ

bir “a” varl›¤›, “b” maddesinin bünyesinde bâz› de¤iflmeler ve tezahürler

elde etmek istiyorsa, kendi tesirlerini içeren manyetik

alan›n› o maddenin manyetik alan› ile temas ettirir. Maddenin,

manyetik alan›ndan bünyesine intikal eden bu tesirler; “a” varl›¤›

taraf›ndan tayin edilmifl derece, yön, flekil ve dozlara göre, istenilen

hareketlerin ve sonuçlar›n o madde üzerinde vukua gelmesine

neden olurlar.

65


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Yine, bir manyetizmac›n›n, insan› manyetize etmesi ve onun

fiziksel, fizyolojik ve psikolojik durumlar›nda bâz› de¤ifliklikler

yapabilmesi de, ayn› yoldan olur. Yâni, kendi bedeninin manyetik

alan› ile süjesinin manyetik alan›n› temasa geçirmek suretiyle,

ona tesir eder.

Bunun gibi, bir spiritizma celsesinde insanlar›n “ektoplazma”

dedikleri materyalizasyon olaylar› da; bedensiz varl›klar›n, manyetik

alanlar›n›n medyumun manyetik alan›yla temaslar› sonucunda

gönderdikleri tesirlerin, bu alandan medyumun bedenine

intikal ederek, orada istenilen tarzlarda maddî de¤iflmeler, da¤›lmalar,

toplanmalar meydana getirilmek suretiyle olur. Yine, fiziksel

medyumlar›n eflyalara tesirleri, bireyler aras›nda görülen

telepatiler, sempatiler, antipatiler, transmisyonlar ve di¤er maddî

olaylar, hep bu mekanizmayla olur. Yâni, bütün bunlar, manyetik

alanlar üzerine yap›lan tesirlerle, o alanlar›n ba¤l› bulunduklar›

madde kombinezonlar›nda çeflitli transformasyonlar›n

meydana getirilmesi suretiyle olur.

Böylece, bir yerde bir depremin, bir yanarda¤ püskürmesinin,

bir tufan›n olmas› gibi büyük do¤a olaylar›n›n meydana getirilmesinin

de yine, Dünya’n›n manyetik alan›na vazifeliler taraf›ndan

gönderilen tesirlerle sa¤land›¤›ndan daha önce söz etmifltik.

Bütün bu sayd›¤›m›z tesirlerden baflka, daha kaba olan ve bu

tesirlerle ikinci derecede ilgileri bulunan birtak›m basit tesirler,

basit de¤erler de vard›r: Meselâ bir bedende ortaya ç›kan kimyasal

reaksiyonlar, hastalara verilen ilaçlar gibi tesirler ki, bir atomun,

bir molekülün birim düalitelerindeki de¤er farklanmalar›na

oranla dahi çok daha kaba olduklar› için, bunlara “kaba yükler”

veya “kaba de¤erler” diyoruz.

*

* *

Maddeler tesirleflirken, tesirler, bir bedenden veya madde kombinezonundan

di¤er bedene veya madde kombinezonuna geçerken,

birtak›m de¤iflmelere u¤ramakta, yukar›lardan afla¤›lara indikçe

basitleflmekte, yukar›lara ç›kt›kça da karmafl›klaflmaktad›r-

66


BEDR‹ RUHSELMAN

lar. Bunun nedeni fludur: Bir madde ünitesinden alt madde ünitesine

geçerken tesirlerin içeri¤i olan de¤erlerin bir k›sm› üst ünitede

kullan›ld›¤› için, o tesir, ilk geliflindeki hâline nazaran k›smen

silinerek ve de¤erlerinin bâz›lar›n› kaybederek afla¤›daki üniteye

iner. Ve bu hâl, alttaki üniteyi güçlü bir tesirin zarar›ndan otomatikman

korumufl olur ki, bu da kâinattaki varl›klar›n ve maddelerin

esenli¤i için kurulmufl süzgeç mekanizmalar›ndan birini

oluflturur. Bu mekanizmalar maddeler için gereklidir. Bunlar›n

k›ymetini belirtmek için Dünya’y› örnek olarak gösterece¤iz. Dünya’m›za

Günefl’ten, Ay’dan, y›ld›zlardan, di¤er gök cisimlerinden

ve gezegenlerden milyarlar kere milyarlarca direkt ve endirekt tesir

gelir ve bir tesirler flebekesi bütün Dünya’y› kucaklar. Dünya’daki

varl›klar ve maddelerin her zerresine ayr› ayr› gelen yüz

binlerce tesirin hesap edilmesiyle, bütün Dünya’ya inen tesirlerin

toplam›n›n hiçbir say›ya s›¤mayacak miktar›n› tahmin etmek

mümkündür. ‹flte bu gelen tesirler aras›nda, hiç flüphesiz Dünya’y›

büyük zararlara sokabilecek olanlar› da vard›r. Fakat, çok

yukar›lardan gelen büyük tesir kaynaklar›na ait düzenleme mekanizmalar›ndan

baflka, tâli tesirler için Dünya etraf›nda kurulmufl

bâz› süzgeç mekanizmalar› da vard›r ki, bunlar, bu kudretli tesirleri

süzerek, onlar›n zararlar›ndan Dünya’y› korurlar. Bu süzgeç

mekanizmalar›n›n hedefi, Dünya’n›n kald›ramayaca¤› kadar güçlü

olan tesirlere yol vermemektir. Bu çeflitli mekanizmalar sayesinde

o tesirlerin bir k›sm› Dünya’ya u¤ramadan geçer giderler. Di¤er

bir süzgeç mekanizmas› da Günefl’ten gelen tesirlerin atmosferde

kurmufl oldu¤u koruyucu bir mekanizmad›r. Bu, d›flar›dan gelen

veya Dünya’da yapay olarak yarat›lan afl›r› radyoaktiviteler gibi

Dünya’y› büyük zararlara u¤ratabilecek bâz› radyasyonlar› ve

tesirleri de¤ifltirir ve zarars›z bir hâle sokar. Bu öyle bir flekilde

ifller ki, Günefl’ten veya fluradan buradan gelen vibrasyonlara

–Dünya’ya zararl› olmad›klar› sürece– dokunmazlar. Fakat bu

vibrasyonlar›n dozlar›, belirli s›n›rlar› aflarak Dünya’ya zarar verebilecek

bir hâle geldikleri ândan itibaren, atmosferdeki bu mekanizma,

otomatik olarak çal›flmaya bafllar ve o zararl› ve belki de

öldürücü radyasyonlar› zarars›z hâle getirinceye kadar çal›fl›r; on-

67


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lar›n dozlar›n› normal düzeye indirince faaliyetini durdurur. Meselâ

böyle bir mekanizma atmosferde olmasayd› Dünya’da yarat›lan

radyoaktiviteler birçok ölüme neden olabilirdi.

Bu tür süzgeç mekanizmalar› ile di¤erleri, hemen hemen her

cisim, her madde için mevcuttur. ‹flte tesirlerin afla¤›lara inerken

de¤erlerinin azalmas› da, afla¤›dakilerin esenli¤i için bir tür süzgeç

mekanizmas› olur.

Alt maddeden üst maddeye ç›karken ise, tesirlerin karmafl›klaflmas›

flundan ileri gelir: Afla¤›dan gelen tesirler, yukar›ya ç›karken,

oran›n bünyesi icab› olarak daha genifl bir tesirler alan› ile

karfl›lafl›rlar. Oradaki tesirler ile sempatize olarak onlardan de¤er

almak suretiyle, kendi bünyelerini geniflletirler ve böylece daha

karmafl›klaflm›fl bir hâle girerler.

fiu hâlde, bir tesir, afla¤›lara indikçe, her u¤rad›¤› aflamada de-

¤erlerinden bir k›sm›n› b›raka b›raka zay›flayarak iner ve kaybolur.

Yukar› ç›karken de her aflamadan yeni de¤erler alarak, ço¤ala

ço¤ala yükselir. Bu hâl, hem tesirlerin maddeler aras›nda yürürken

yapt›klar› fonksiyonlar›n›n zarurî bir sonucudur, hem de afla-

¤›lara indikçe u¤rad›klar› aflamalarda kendileri ile sempati kuracak

birer ortam bulmalar›na imkân kazand›r›c› bir icapt›r.

E¤er bu süzgeçler ve bu mekanizmalar olmasayd›, tekâmül icaplar›na

göre gerekli de¤iflmeleri yapmak için varl›k ve madde kombinezonlar›na

inen tesirler ile o maddeler aras›nda çeflitli kaynaflmazl›klar

olur ve bu tesirler, yarar verece¤i yerde, ço¤u kez zararl› olabilirdi.

Bütün bu tesir ayarlanma mekanizmalar› da yine, yüksek

icaplar› tafl›yan üstün tesirlerin kontrolleri alt›nda bulunmaktad›r.

*

* *

Tesirler, kâinat d›fl› hakikatlerin maddeye yans›m›fl durumlar›-

d›r. Maddenin gösterdi¤i reaksiyonlar› da kâinat d›fl›na yans›tan,

yine bu tesirlerdir. Tesirler, bir maddeyi harekete geçirdikten

sonra, o maddenin hareketleriyle di¤er maddelerin hareketlerine

ve o di¤er maddelerin hareketleriyle de daha di¤er maddelerin

68


BEDR‹ RUHSELMAN

hareketlerine neden olmak suretiyle, art arda birbirini do¤uran

tesirler zincirini meydana getirirler ki; bu da, bir tür otomatizma

olur. Kâinatta böyle otomatizmalarla yürütülen bir sürü ifl vard›r.

Fakat böyle zincirleme flekilde cereyan eden otomatik faaliyetler

de, yine, ancak yukar›dan gelen, vazifeli varl›klar›n tesirlerinin

kontrolleri alt›nda cereyan eder.

fiimdiye kadar ana hatlar›yla söz etti¤imiz tesirler, sonsuz varyeteleriyle,

çeflitli madde kombinezonlar› hâlinde madde bünyelerine

girerler ve maddeler aras›ndaki say›s›z al›flveriflleri sa¤larlar.

Bütün bu tesirler, kâinat› bafltanbafla ve hiçbir insan idrakinin

kavrayamayaca¤›, kar›fl›k bir flebeke hâlinde sararlar. Bunlar›n

her zerresine Aslî Prensibin yüksek icaplar› hâkimdir. Bütün bu

tesirler, say›s›z varyetelerine ra¤men, ilâhî nizam›n büyük ahengi

içinde, kâinat›n en ince maddelerinde tecelli etmifl bir tek kudret

hâlinde fonksiyonlar›n› yaparlar. Kâinat›n ilk zerresinden bütününe

var›ncaya kadar, insanlar›n maddî, manevî, cismanî, ruhanî

diye nitelendirmifl olduklar› her fley, ancak yüksek prensiplerin

icaplar›n› tafl›yan bu tesirlerin nizam ve tertipleri dahilinde

yürüyebilir. Bu noktay› bütün ayr›nt›lar›yla sezebilenler için, kâinatta

tesirlerden özgür hiçbir ak›fl ve oluflun mümkün olamayaca¤›n›

idrak etmek mümkün olur.

*

* *

Tesirlerin ak›fl› hakk›nda bu genel bilgiyi verdikten sonra, onlar›n

kâinat cüzleri aras›nda meydana gelen fonksiyonlanmalar›ndan,

bu fonksiyonlanmalar›n gerçekleflme yollar›ndan ve nihayet,

as›l hedeflerinde meydana getirdikleri sonuçlar›ndan da söz etmek

gerekiyor. Çünkü kâinatta mâflerî tekâmül hayat›n›n esas

bünyesini oluflturan organizasyon sistemlerinin daha iyi sezilebilmesi

için bu konunun bilgisinde biraz daha ileri gitmeliyiz. Tesirleflme

mekanizmas› ile organizasyon sistemleri birbirini tamamlamaktad›rlar.

Dolay›s›yla, tesirleri tek bafl›na de¤il, organizasyon

sistemleriyle ve bu sistemleri kuran mekanizmalarla birlikte aç›klamak

gerekir.

69


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Kâinat bafltanbafla bir organizasyondur. Fakat bu büyük organizasyon

içinde bir organl›k–organizatörlük durumuyla görünen

organizasyon flekilleri, kâinat›n ancak belirli bir safhas›ndan bafllay›p

belirli bir safhas›na kadar devam eder. Bunlar›n üst ve altlar›ndaki

organlaflma durumlar›, insan idraki d›fl›nda kalan, yüksek

prensiplerin nizam* ve tertiplerine ait yasa ve kurallar dahilinde

vuku bulur. Bununla birlikte bunlar›n hiçbiri, büyük kâinat organizasyonunun

d›fl›nda de¤ildir.

‹nsanlar›n sezebilecekleri k›s›mlardaki kâinat organizasyonlar›,

organ–organizatör iliflkileri içinde cereyan eder. Bir organizasyon,

kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlü¤ü

alt›nda çal›fl›r. Burada, organizatör mevkiinde bulunan üst organizasyon,

alt organizasyona ›fl›k tutar. Bu ›fl›k da ona, yine bir üst

organizasyondan gelmifltir. Bu hâl, tâ Ünite’ye kadar uzan›r.

Böylece, Ünite’den bütün kâinata tutulan bir projektör, hiyerarflik

olarak vazife plân›n›n en alt kademelerine kadar s›ralanm›fl vazife

organizasyonlar›n›, yukar›dan afla¤›ya do¤ru kateder. Bu s›rada

her organizasyon, bir üstündekinden ald›¤› ›fl›kla kendi vazifelerini

görürken, bir alttaki organizasyonun da vazife görmesindeki

ihtiyaçlar›na göre, o ›fl›¤› alttaki organizasyona gönderir. Ünite’-

den gelen direktiflerle, bütün, vazife plân›n›n safha ve kademelerindeki

organizasyonlar, kendilerine düflen vazifeleri kendi kapsamlar›

dahilinde ve yukar›dan gelen direktifin ›fl›¤› alt›nda yerine

getirirler.

*

* *

Yüksek prensiplerin çizmifl oldu¤u tekâmül yolunda, her organizman›n

belirli birtak›m vazifeleri vard›r. O organizman›n bütün

elemanlar›, el ele verip –kendi kudret ve liyakatleri derecelerine

göre– bu vazifeleri yapmakla yükümlüdürler. Hiçbir organ›n veya

organizatörün, kendisine düflen vazifeyi terk ve ihmal etmemesi

gerekir. Fakat hidrojen âleminin henüz ilk safhalar›ndaki ruhlar›n

* “Nizam” sözcü¤üne sözlüklerde “düzen; icaplara göre konulmufl yasalar ve kurallardan

oluflan düzen; düzenleme, düzenlenme” anlamlar› verilir.

70


BEDR‹ RUHSELMAN

görgü ve deneyimleri, bu hakikatleri ve zorunluluklar› idrak edebilmelerine

yetecek kadar ilerlemifl de¤ildir. Hattâ az çok inkiflaf

etmifl olanlar›nda bile bu durum, çok noksand›r. Bir kâinat sorumlulu¤unun

çeflitli derecelerdeki pay›n› tafl›yan vazife idrakine,

bu safhadakiler henüz varm›fl bulunmamaktad›rlar. Onun için,

bu varl›klara henüz, idare mekanizmas›ndaki vazifeler b›rak›lmaz.

Dolay›s›yla, bunlar, büyük vazife organizasyonlar›na dahil

de¤ildirler. Bu, ancak, tekâmülün daha ileri safhalar›nda bulunan,

vazife plânlar›ndaki varl›klara ait bir ifltir. Bununla birlikte,

daha alttaki bu idraksiz, hattâ yar› idrakli varl›klar›n tekâmüllerine

yard›m etmek vazifesiyle yükümlü k›l›nm›fl üstün varl›klar,

onlar›n vazife plân›na haz›rl›klar› için, paylar›na düflen zarurî iflleri

yapabilmelerine yard›m ederler. Bunun için, onlar aras›nda,

ileriki organizasyon teflkilât›na haz›rlanmak üzere, çeflitli topluluklar,

gruplaflmalar olur. Ve vazifeliler yerine göre, az çok otomatik

veya az çok idrakli olarak haz›rl›k ifllerine, bu gruplar› ve

topluluklar› sevk ederler. Bunlar, inkiflaf edip idraklerini genifllettikçe,

hareketlerinde, o oranda artan serbestlikler kazanmaya

bafllarlar. Ve bu s›rada kendilerine, yavafl yavafl, büyük organizasyon

sistemlerinin sezgileri verilir.

‹flte, nas›l kaba bir madde, varl›k safhas›na girip orada bir süre

tekâmül ederek, bir bitki bedenini kurmaya bafllad›¤› ândan itibaren

içgüdüleriyle bir toplulu¤a girmek suretiyle yeni bir inkiflaf

devresine bafll›yorsa, o varl›k, çok uzun bir tekâmülü sonucunda

ve vazife anlay›fl› olgunlaflt›¤› oranda vazife yükümlülüklerini öylece

idrak etmeye bafllam›fl ve sorumluluk duygusunu kazanma

yoluna girmifl bulunur. Bu da büyük vazife plân›n›n, organizasyonlar›na

giden genifl yollar›n› ona sezdirmeye bafllar.

*

* *

Biraz önce, bir topluluk içindeki otomatik vazifelerden söz ettik.

fiimdi bu otomatik faaliyetlerin aç›klanmas› üzerinde duraca-

¤›z. Çarfl›dan gelirken, elinizdeki paketleri evinize tafl›tmak için

bir küfeciye verirsiniz. Küfeci onlar› evinize kadar niçin tafl›r? Size

yard›m etmek için mi? Hay›r. Onun böyle bir kayg›s› yoktur.

71


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

O, bu ifli sadece, sizden alaca¤› befl on kuruflu koparmak için yapar.

‹flte bu, sizin ona otomatik olarak yapt›rd›¤›n›z bir ifltir. Otomatizman›n

çeflitli karakterleri aras›ndan bir tanesi de, iflte, bu

örnekte oldu¤u gibi, birisini akl› ermedi¤i bir maksat u¤runda, aldat›c›

veya oyalay›c› birtak›m bedellerle yürütmek olur. Buna göre,

bir insan›n otomatik olarak tekâmül yolunda yürümesi demek;

varmas› gereken hedefe bilerek ve isteyerek gitmek kudretini

gösteremeyen o insan›n, nefsaniyetlerine göre önüne ya cazibeli

oyuncaklar sererek ya da korkutucu, sindirici pozisyonlar ç›-

kararak, istenilen yolda yürümesini sa¤lamak demektir. Büyük

gayelerin gerçekleflmesine yönelik olan bu ifller, böyle, birtak›m

otomatizmalarla bafllar. Bu otomatizman›n ilk yürüyüfllerini haz›rlayan

hissî ve nefsanî düflünceler ve arzular da, müspet veya

menfî fonksiyonlar›yla, bu otomatizman›n güçlü birer ögesi

olurlar. ‹drakler geniflledikçe ve yap›lacak ifllerin neden ve sonuçlar›

hakk›ndaki öz bilgiler artt›kça sonuçlar yavafl yavafl daha

iyi görülür ve aradaki cazibeli veya korkunç otomatizma vâs›talar›

birer birer fonksiyonlar›n› kaybetmeye bafllarlar. Art›k annesi, çocu¤unun

bafl›n› y›kayabilmesi için ona fleker vadetmek gere¤ini

hissetmez. O zaman insan, do¤rudan do¤ruya, hedefini daha iyi

görerek, o hedefe ulaflman›n idrakine sahip olmaya ve gere¤ine

inanmaya bafllam›fl, vazife plân›na do¤ru yürüyüflün sezgilerini

kazanm›fl bulunur. Esasen, Dünya küresinin kudretli bir tekâmül

vâs›tas›, mükemmel haz›rlay›c› bir okul oluflu da bundan ileri

gelmektedir. Çünkü vazife bilgisine do¤ru fluur ve idrakleri zorlayan

programl› ve tertipli olaylarla kurulmufl büyük bir otomatizman›n

–insanlar› sevk edici– her türlü malzemesi, say›s›z his ve

nefsaniyet unsurlar› dünya okulunda mevcuttur. Ve dünya hayat›

üzerindeki vazifeliler de, bu vazifelerini, insanlar aras›nda bu

malzemeleri kullanarak yapmaktad›rlar. Demek ki dünya; bitkileri

hayvan ve hayvanlar› insan safhas›na çeflitli otomatizmalarla

haz›rlad›¤› gibi, insanlar› da vazife bilgisi ve organizasyon sistemleri

sezgisine haz›rlay›c› çok zengin varyetelerle doludur. S›navlar,

eprövler, gözlemler, deneyimler, ac› veya tatl› bütün his kompleksleri,

dinlerin koymufl olduklar› cennet, cehennem, ahret

yapt›r›mlar›n›n çeflitli görünüflleri… Bütün bunlar, kâinatta yap-

72


BEDR‹ RUHSELMAN

makla yükümlü olduklar› büyük ve âlemflümul* ifllerin, vazifelerin

idrak ve fluuruna insanlar› haz›rlamak gayesine yöneliktir.

‹nsanlar›n dünya olaylar›n›n nedensellik prensibi muvacehesindeki

hakikî k›ymetleri ile o k›ymetler karfl›s›nda kendi durum ve

davran›fllar›n› ö¤renmelerini, kendilerini ona göre ayarlamalar›n›

ve böylece vazife bilgisine ve organizasyon disiplinine kendilerini

haz›rlayabilmelerini sa¤lamak, dünya hayat›n›n esas fonksiyonlar›ndan

biridir. Ancak bu fonksiyonun sonuçland›rd›¤› hedefe

ulaflm›fl, kâinatta yapaca¤› ifllerin yükümlülü¤ünü benimsemifl

olanlard›r ki, dünya ile ilgilerini kesebilirler.

*

* *

Çok genifl bir kâinat mekanizmas›n›n teknik yollar›n› gösteren

organizasyonlar›n faaliyeti hakk›nda, flimdilik k›sa bir bilgi verece¤iz.

Kâinatlara ve ruhlara hâkim Aslî Prensibin icaplar›na göre

yap›lmakta olan sonsuz ifller vard›r. Maddelerin oluflturulmalar›nda,

tesirlerin maddelere ve varl›klara da¤›t›mlar›nda, bu da¤›-

t›mlar›n yerli yerince kullan›lmas›nda, varl›klar›n çeflitli inkiflaf

safhalar›n›n ve tekâmüllerinin sevk ve idaresinde ve kontrollerinde,

onlar›n tekâmüllerine hizmet eden kaba maddelerin çeflitli,

say›s›z tezahürlerinin meydana getirilifllerinde, özetle, kâinat›n

bütün mekanizmalar›nda yap›lacak say›s›z ifller ve hizmetler mevcuttur

ki; bunlar›n her biri, uzmanl›k kabiliyetlerine göre varl›klar›n

yerine getirmekle yükümlü olduklar›, birer idarî vazifedir.

Bu yükümlülükler –Aslî Prensibin yüksek icaplar›na göre– varl›klar›n

liyakat dereceleriyle orant›l› olarak yap›l›r ve ona göre,

varl›klar, vazifelendirilir ve vazifelenir.

Vazife duygusuna ve idrakine varm›fl varl›klar›n liyakatlerine göre,

vazife plânlar›nda birbirinden derece ve vazife durumu bak›-

m›ndan farkl› gruplaflmalar, kadrolaflmalar ve organizasyonlar oluflur.

Bunlar, birbirinin düzenleyicisi, denetleyicisi, yard›mc›s› hâlinde,

aslî prensiplerin hedef tuttu¤u ortak gayeye yönelmifl olarak,

Ünite’ye kadar yay›l›rlar. Bunlar›n yapacaklar› ifller aras›nda, yüksek

icaplara göre varl›klar›n tekâmüllerine hizmet etmek, onlar için

* “Âlemflümul” sözcü¤üne sözlüklerde “âlemi ilgilendiren; dünya çap›nda” anlamlar› verilir.

73


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

maddî ortamlar haz›rlamak, henüz otomatik kademede bulunanlara

yard›m etmek gibi say›s›z faaliyetler vard›r.

Organizasyonlar, bütün bu vazifelerini, biraz önce aç›klad›¤›-

m›z gibi, Ünite’den ç›k›p organizatörlük–organizasyon nizam›

içinde afla¤›lara do¤ru yay›lan direktiflere göre yerine getirirler. fiu

hâlde, vazife plân›na dahil olmufl varl›klar›n say›s›z yollarda uzmanlaflmalar›,

vazife liyakatlerini kazanmalar› ve bunlar›n sonucu

olarak da çeflitli vazifeler etraf›nda toplanmalar›, gruplaflmalar›,

organlaflmalar› ve sistemleflmeleri; Aslî Prensibin direktifleri, yapt›r›mlar›

ve icaplar› dahilinde, O’nun ›fl›¤› alt›nda olmaktad›r. ‹flte

bütün bu teflkilât, ruhlar›n tekâmülleri için flaflmadan yürüyen kâinat›n

Ünite’ye ba¤l› muazzam idare mekanizmas›n›n teknik yan›-

n› oluflturur. Tabiî ki böyle yüksek bir mekanizmada vazife almak

için, tam idrake varm›fl olmak, insan üstü düzeye gelmifl bulunmak

gerekir. Esasen vazife plân› da ancak hidrojen safhas›n›n bitiriliflinden

sonra bafllar. Vazife organizasyonlar› hakk›nda flimdilik

gere¤i kadar bir fikir verebilmek için, muazzam kâinat organizasyonu

içinde kâinat›n bir zerresinin zerresinden daha küçük olan

Dünya’m›za ait faaliyet mekanizmalar›ndan birini, bu sahada vazifeli

olan bir grup idarecisinden ald›¤›m›z bilgiyle aç›klamak istiyoruz.

Afla¤›daki sat›rlar, Dünya iflleri nizam›nda çal›flan teknik

idare grubunun idarecisi, vazifeli bir plân taraf›ndan –yüksek kaynaklar›n

onay›yla– dünyam›za ilk defa verilmifl, bu konuya ait

yüksek bir bilgiyi içermektedir:

“Kâinat içindeki, kâinat› idare eden prensiplerin zaruret ve

icaplar› olan maddî olaylar, kâinattaki tekâmülün malzemesini,

gözlemini sa¤layan unsurlard›r. Türlü tekâmül ihtiyaçlar› için, en

a¤›r madde hâlinden en hafif madde hâline kadar, sonsuz transformasyonlar,

deformasyonlar ve formasyonlar olur. Bu maddî

de¤ifliklikler, kâinat›n genel idaresiyle vazifeli varl›klar›n direktif

ve kudretleri kanal›yla ve belirli sahalarda vazifelenmifl varl›klar›n

faaliyet ve iflçili¤iyle sonuçlan›rlar. Kâinat›n teknik içeri¤inin unsurlar›

olan sürekli de¤iflmeler, vazifeli birçok varl›¤›n eseridir.

Fakat bu vazifelileri sevk eden varl›klar gittikçe yükselerek

Ünite’deki genel sorumluluk ve güçlerle ilgili olurlar. fiimdi, ald›-

74


BEDR‹ RUHSELMAN

¤›m bir direktifle, belirli de¤iflmelerin vukuuna* etken olan, onlar›

haz›rlayan varl›klar›n nas›l çal›flt›klar›n› anlataca¤›m.

“Yüksek prensiplerin icab› olarak vukuu yak›n bir de¤iflmenin,

olmas› gerekenin direktifi bize gelir. Zaten kâinat›n tekâmül eden

her bir varl›¤› için; onlar›n ihtiyaç ve fonksiyonlar›n› kontrol ve tespit

eden di¤er vazifeli gruplar, bu varl›klar›n liyakat ve ihtiyaçlar›

derecesini ve onlar hakk›nda yap›lmas› gerekeni bize bildirirler. Yâni,

yüksek prensiplere paralel olarak direktif veren yüksek varl›klardan

baflka, bize faaliyetlerimiz hakk›nda tamamlay›c› enformasyon

veren di¤er, baflka vazifeli gruplar da vard›r. Bir örnek vereyim:

Dünya hayat›n› yaflayan bir insan tasavvur ediniz! Onun

tekâmülü için belirli bir de¤iflikli¤e, belirli bir malzemeye ihtiyac›

vard›r. Buna ya liyakat kazanm›flt›r ya da bu, onun s›navlar›n›n,

teflevvüflünün, k›sacas› fonksiyonel özelliklerinin bir icab›d›r. Bu

icab› ölçüp biçen, derecelendiren, zaman›n› ve mahiyetini tayin

eden grup, bir baflka gruptur. O grubun bize yard›m›; sözkonusu

insan için meydana gelecek olay›n, niteliklerini, miktarca de¤erini,

zaman›n›, k›sacas› bizim yapmakla yükümlü oldu¤umuz bütün ayr›nt›lar›n›

haz›rlay›p vermesidir. Meselâ o insan›n hasta olmas› icap

ediyorsa, hastal›¤›n türü, a¤›rl›k veya hafiflik derecesi, uzunlu¤u,

k›sal›¤›, tedavi imkânlar› bize bildirilir. Daha ayr›nt›ya gireyim: Bu

hastal›kta a¤›rlaflt›r›c› nedenler olmas› gerekiyorsa, o kimsenin, imkân›

az bir yere sevk edilmesi, tedavi edecek doktorun teflhiste yan›lmas›

gibi hususlar da eksiksiz olarak verilir. Art›k o bir tek kiflinin

bu durumundaki tekâmül malzemesi için –icap ederse– birkaç

varl›k çal›flacak; birisi bünyeyi haz›rlayacak, bünyedeki mikroplar›n

faaliyetini sa¤layacak, bir di¤eri doktorun fikrî durumunu o belirli

ânda icap etti¤i gibi tesir alt›nda bulunduracakt›r. Bu teknik

faaliyetlerin sahalar› da pek çok branfla ayr›l›r. Bunlar aras›ndan

önemli birkaç›n› sayaca¤›m. Meselâ, insanlar›n hâleti ruhiyelerini**

belirli form kal›plar›na ba¤lamak, lokal, sosyal formlar› kurmak

ve son bir örnek vereyim; medyumlar› idare etmek... Bunlar

* “Vuku” sözcü¤ü, “olma, olufl, meydana gelme, cereyan etme” anlam›na gelir.

** “Hâleti ruhiye” deyimi, kiflinin bulundu¤u psikolojik durumunu ya da iç durumunu ifade

etmek üzere “ruhsal durum” anlam›na gelir.

75


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

gibi, ço¤alt›labilecek, mahiyet ve önemleri birbirinden farkl›, pek

çok faaliyet branfl› vard›r. Bunlar›n her biri, kendi kadrosu dahilinde,

kendi tekni¤iyle çal›fl›r. Bu belirli faaliyet kadrolar›n›n her birinin

tekni¤i birbirinden farkl›d›r. Meselâ, do¤ada vuku bulan fiziksel

de¤ifliklikleri yapmakla yükümlü olan grup, medyumlar› idare

edemeyece¤i gibi, medyumlar› idare eden grup da sosyal olaylar›

kuran grubun vazifesini yapamaz. Zaten çal›flma zeminlerinin

farkl› oluflu, bütün bu gruplar›n çal›flma tekniklerinin farkl› oluflunu

icap ettirir.

“Bu teknik vazifeli gruplar, belirli vazifeleri yaparken birçok imkândan

yararlan›rlar. Bu imkânlar, mahiyet bak›m›ndan çok de¤ifliktir.

Bu arada size teknik terimler vermek imkân›n› bulamayaca-

¤›m. Çünkü kullan›lan bu güçler ve imkânlar›n sözcüklerle ifade

edilmesi ve nitelendirilmesi, zor ve imkâns›zd›r. Ancak, onlar› yak›n

bir mânâda en uygun flekilde ifade edebilecek olan terimleri

kullanmakla yetiniyorum. Kullan›lan güçler; elektromanyetik güçler,

mekanik güçler, birçok gücün bileflkesi olan biyolojik güçler ve

kozmik güçlerdir. Bunlar› elde etmek için uzay imkânlar›ndan, bedenini

terk etmifl serbest varl›klar›n enerjilerinden, üst âlemlerdeki

varl›klardan yay›nlanan enerjilerden, insanlar›n güçlerinden, bedenlilerin

güçlerinden yararlan›l›r (tabiî onlar bunu bilmezler) ki,

bu bedenliler dünya içinde pek çoktur: insanlar, hayvanlar, bitkiler…

gibi. ‹flte bütün bu imkân ve kaynaklardan elde edilen enerjiler,

bizim enerjimizi takviye ederek, (alt›m›zdaki) vazifelilerin de

sevk ediliflleriyle, belirli sonuçlar› meydana getirirler. Bir cismin

dengesinin bozulmas›, meselâ rüzgâr yönünün idare edilmesi (çünkü

rüzgârlar›n belirli bir yöne sevk edilmesiyle, kimi zaman, belirli

bir yerde kopacak olan bir tayfunun belirli kiflilerin tekâmülü için

zorunlulu¤u vard›r), yine, lokal bir depremde, deprem için gereken

denge de¤iflikli¤inin husule getirilmesi*... ‹flte bütün bunlar için gereken

flartlar›n oluflturulmas›, bu sayd›¤›m kaynaklardan yay›nlanan

enerjilerle ve o enerjilerin belirli ve uygun de¤er ve tarzlarda,

vazifelileri taraf›ndan kullan›lmas›yla vuku bulur.”

* “Husule getirme”; “do¤urma; ortaya ç›karma, meydana ç›karma; meydana getirme;

gerçeklefltirme” anlamlar›na gelir.

76


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

‹nsanl›k safhas›n›n, yâni hidrojen atomu devresinin üstünde

bafllayan vazife organizasyonlar›na varl›klar birdenbire sokulmazlar.

Bunun için uzun haz›rl›klardan sonra, vazife plân›n›n icaplar›na

uygun bir idrak düzeyine ulaflm›fl olmak gerekir. Bu da dedi¤imiz

gibi, ancak, hidrojen âleminin en ilkel kademelerinden en

üst kademelerine kadar geçecek uzun, hem de çok uzun bir haz›rl›k

devresinden sonra olur. ‹lk varl›k hâlinden en yüksek bir insan

varl›¤› hâline gelinceye kadar, idrakin böyle bir vazife liyakatini

kazanabilmesi için, geçirilmesi gereken safhalar› daha önce

belirtmifltik. Bu safhalar›n bafl›nda organizasyon sisteminin en ilkel

yürüyüflüne bafllang›ç olmak üzere, bitkilerde otomatik–mekanik

içgüdülerle bir tür topluluk hayat› bafllar. Bu topluluklar, varl›klar›n

hayat› ilerledikçe kapsam kazan›r ve mânâlar›n› geniflletirler.

Hayvanlarda bu topluluk hayat› daha fazla kendini gösterir.

Henüz bir toplum hayat› bafllamam›fl olmakla birlikte, ona do¤ru

ilk haz›rl›klar› ifade eden oldukça mânâl› topluluklar hayvanlar

aras›nda mevcuttur. Meselâ kar›ncalar›n, ar›lar›n, toplu hâlde yaflayan

bâz› hayvanlar›n otomatik topluluklar› buna örnektir.

Bunlar, insan hayat›ndaki mâflerî plânlara aday olan varl›klar›n

tertipli haz›rlan›fllar›d›r. Tabiî ki, bunlar› birbirlerine ba¤layan üst

tesirler ve ba¤lar vard›r. Bunlar da, bu sahalarda çal›flan vazifeli

varl›klardan gelmektedir. Böylece, k›fll›k tah›llar›n› biriktirmeleri

için kar›nca topluluklar› teflkilâtland›r›l›r, aynen ar› topluluklar›

da. Bazen yuvalar›n› sald›rgan kartallara karfl› korumak için civardaki

bütün leylekler, bir araya toplanarak, bu canavarlarla bir

ordu hâlinde savafl›rlar. Bâz› vahfli hayvanlar, aç kald›klar› zaman

sürüler oluflturarak avc›l›¤a ç›karlar. Hayvanlarda s›k görülen bu

hâller, onlar›n daha üst mâflerî plân haz›rl›klar›n›n içgüdüsel tatbikat›n›

yapabilmelerini sa¤lamak için, vazifeli varl›klar taraf›ndan

gönderilen gerekli tesirlerle meydana getirilmektedir.

Nihayet insanlar›n k›smen yine otomatik, k›smen yar› idrakli

olan topluluklar› ve toplum hayatlar› gelir. Burada, art›k yüksek

vazife organizasyonlar›na ulaflman›n do¤rudan do¤ruya ve en ya-

77


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

k›n haz›rl›k tatbikatlar› bafllar. ‹nsan hayat›n›n gayesi de, bu yolda

gerekli olan haz›rl›klar› bitirmektir.

Bundan baflka, bir insan› kuran ve idare eden varl›¤›n da o insan

bedeni ile karfl›l›kl› bir organizatör–organizma durumu vard›r.

O varl›k, insan›n sinir sistemi hücrelerinden oluflturmufl oldu¤u

manyetik alana hâkim olmak suretiyle, o hücreler vâs›tas›yla

bütün bedeni, organizmay› idare eder. Burada, varl›k organizatör,

beden ise organizmad›r.

Bütün bu topluluklar›n, bu organizasyonlar›n, bu sistemlerin,

her madde toplulu¤unun, topluluk sistemlerinin, kombinezonlar›n›n

faaliyetleri, birbirleriyle olan iliflkileri, özetle, her olay, her

durum, her fley; ancak, ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde, bu tesirler

mekanizmas›yla sa¤lan›r.

*

* *

Her organizmaya yukar›dan, yanlardan, afla¤›lardan bir sürü

tâli ve yan tesir de gelir ki; bu tesirler içinde, hem o organizasyonun

vazifesini kolaylaflt›r›c› müspet tesirler vard›r, hem de

onun güçlenmesi, görgü ve deneyimlerinin artmas›, inkiflaf ve tekâmül

etmesi için sars›c›, bozucu ve hattâ y›k›c› menfî tesirler

vard›r. Ve bunlar, o organizman›n s›nav, deneyim ve gözlem tatbikatlar›n›n

meydana gelifllerine neden olurlar. Bütün bu tâli tesirler,

o organizman›n yetiflmesi için, idrakli veya otomatik olarak

çal›flan bir sürü vazifeli varl›ktan gelir. Yüksek kâinat mekanizmas›na

ba¤l› bu vazifeliler, varl›klar›n beden hayatlar›ndaki vazifelerinde

baflar› kazanmalar›n› sa¤layacak cehit ve gayretleri göstermelerine

zemin haz›rlamak için –tekâmül malzemeleri olarak–

a¤›rlaflt›r›c›, güçlefltirici ve bazen de imkâns›zlaflt›r›c› bir sürü olay›

onlar›n önlerine sürerler. Bu malzemeler, varl›klar›n gittikçe

liyakatlerini artt›rmalar›, güçlenmeleri ve daha üst durumlara kayarak

yükselebilmeleri için, ilâhî nizam›n yasalar›na göre tertip

edilmifl ve düzenlenmifllerdir. Fakat insanlar, bilgisizlikleri yüzünden,

bunlar› daima, bafllar›na gelmifl birer felâket olarak tan›rlar.

78


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Organizasyonlar›n, yüksele yüksele, kâinat›n üst s›n›rlar›ndaki

Ünite’de nihayet bulduklar›n› söylemifltik. Ünite’ye var›ncaya kadar,

bu organizasyon elemanlar›, Aslî Prensibin yüksek icaplar›na

intibak etmek suretiyle, idraken yavafl yavafl birleflirler. O kadar

ki, Ünite’ye girdikleri zaman, pek küçük nüanslar hariç olmak

üzere, idrakleri, yüksek icaplara her noktas›nda ve tam liyakatle

intibak etmifl bulunur ve o zaman onlar, kâinatflümul yüksek faaliyetlere,

afla¤›larda oldu¤u gibi organizatör–organ zorunluluklar›-

na tâbi olmadan, insan akl›n›n eremeyece¤i tek ve büyük bir organizasyon

vahdeti içinde devam ederler. ‹flte bu, Aslî Prensibin

kâinata ve ruhlara ait kudreti ile kâinat›m›z›n bütün imkânlar›n›n

birleflti¤i bir hakikattir. Bize nazaran görünen bu yan›na bakarak,

biz ona “Ünite” diyoruz. Çünkü orada, Aslî Prensibin ruhlara ve

kâinata ait kudretleri ile kâinat bütünü bir vahdet* oluflturur.

Demek ki organizasyonlar Ünite’ye yaklaflt›kça, idraklerin, özgürlüklerin

ve sorumluluklar›n artmas› oran›nda, vahdete do¤ru

yürüyüfl h›zlan›r. Organizatörlük–organl›k iliflkileri aras›ndaki

ba¤lar gittikçe gevfler ve nihayet kaybolur. O zaman Ünite dedi-

¤imiz kâinatflümul vahdet gerçekleflir. Bu hususta ileride aç›klama

yap›lacakt›r.

*

* *

Âlemlerin ilk k›s›mlar›nda, ilk kaba hidrojen safhas›nda ruhlar›n

henüz hâkim olabildikleri varl›klar yoktur. Bu bak›mdan da

onlar hakk›nda zaten böyle bir organizasyon sistemi sözkonusu

olamaz, hattâ bu ruhlar›n topluluklar› da düflünülemez. Burada,

aslî tesirlerle kurulmufl, ruhlar›n mekanik tekâmüllerini sa¤layan,

insan akl›n›n eremeyece¤i bir idare sistemi vard›r. ‹flte bu idare

sistemi alt›nda, ruhlar, ilâhî nizama göre belirlenmifl yollarda,

mekanik olarak sürüklenirler. Çok uzun süren ve ruhlar için pasif

hâllerde geçirilen bu tarzdaki tatbikatlarla, bu ilkel ruhlar, varl›k

safhas›na do¤ru yavafl yavafl yükselirler.

*

* *

* “Vahdet” sözcü¤ü, “birlik, teklik” anlam›na gelir. Frans›zcadaki karfl›l›¤› “ünite”dir (birlik,

teklik, bütünleflme).

79


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Varl›k safhas›ndaki bir beden de bir organizmad›r. Bunun da

kendisini oluflturan partikülleri aras›nda organlaflmalar ve sistemleflmeler

vard›r. Dolay›s›yla, ona –yukar›da söyledi¤imiz gibi– Aslî

Prensibin maddeye iliflkin olan esasî tesirleri yerine etraftan tâli

tesirler gelir ve yine, “tekâmül de¤erleri” dedi¤imiz, Aslî Prensibin

ruhlara ait kudretleri gelir.

Bu tâli tesirler de elbette bafl›bofl de¤ildir; bunlar da, daha önce,

kâinata girdi¤inden söz etti¤imiz iki ana tesirin, varl›klardan

ve bedenlerden geçtikten sonra de¤iflmifl olarak d›flar› aktar›lan

hâlleridir. Daha do¤rusu bunlar, varl›klar›n manyetik alanlar›d›r.

Bu tâli tesirler, ruhlar›n bireysel ve mâflerî tekâmül ihtiyaçlar›na

göre, Ünite’nin tayin ve takdiri gere¤ince, yönlerinde en küçük

bir sapma bile olmaks›z›n, tam zaman›nda, gere¤i kadar ve ayarl›

olarak hedeflerine ulafl›rlar. Hiçbir zaman bafl›bofl olmayan bu

tesirler, kendileri için tayin ve takdir edilmifl bulunan hedeflere

–bir sürü idare, kontrol ve yard›m mekanizmalar›na tâbi tutularak–

ulaflt›r›l›rlar. Bunlar ço¤u kez, aralar›nda binlerce çat›flma,

çarp›flma, çekiflme ve bozuflma gibi ahenksizlik ve bozgunculuk

manzaras› gösterirlerse de, bu hâl, görünürdeki bir görünüfltür.

Hakikatte bütün bunlar, tekâmül zorunluluklar›n› yerine getirmek

için vukua gelen tertiplerin ve mekanizmalar›n teknik icaplar›

ve insanlar› aldat›c› z›t görünüflleridir.

*

* *

fiimdi, bu tesirlerin maddelere ak›fllar›ndaki tertiplere ait bâz›

mekanizmalardan gere¤i kadar söz edelim:

Daha önce söyledi¤imiz gibi, tesirin bir maddeye gelmesi demek;

o tesiri verici maddenin manyetik alan›ndan, al›c› maddenin

manyetik alan›na çok ince bâz› partiküllerin, yâni pek yüksek

hareketlere sahip de¤erlerin aktar›lmas› demektir. Bu flöyle olur:

Tesiri alan maddenin ihtiyac›na cevap verme kudret ve liyakatinde

bulunan verici varl›¤›n manyetik alan›ndan bir tesir kalkar.

Buna karfl›l›k, al›c› madde veya varl›k kendisine ulaflmas› istenilen

bu tesiri –kendi manyetik alan›ndan bir parças›n› uzatmak sure-

80


BEDR‹ RUHSELMAN

tiyle– âdeta davet eder gibi bir vaziyet al›r; daha do¤rusu tesirler

göndermeye bafllar. Biz buna “öncü tesir” deriz. Bu öncü tesirler

grubuna, insanlar›n isteklerini, arzular›n›, ihtiyaçlar›n›, cehitlerini

ve dualar›n›, birer örnek olarak gösteririz. Dualar, belirli bir

mesafeye kadar yukar›lara yans›yabilirler. Bu mesafelerin uzunlu-

¤u da; o dualar› yapanlar›n, duay› yaparken yukar›lara arz ettikleri

isteklerin, içtenli¤ine, do¤rulu¤una ve fliddeti derecesine ba¤l›d›r.

Bâz› dualar, uzun yollar katedemez, afla¤›larda kal›rlar.

Bunlar, zay›ft›rlar ve bu yüzden de, kendilerini gerçeklefltirebilecek

kudretteki varl›klara rast gelmezler. Bunun da böyle olmas›

icap eder. Bâz› dualar ise çok uzak mesafelere kadar gidebilirler.

Bunlar, özden gelen ve hakikî tekâmül ihtiyaçlar›na dayanan güçlü

isteklerdir. Kudretli varl›klara ulaflabilen bu dualar›n gerçekleflme

imkânlar› fazlad›r.

‹flte böylece, sanki bir havaalan›ndan uça¤a verilen sinyaller

gibi, bu öncü tesirler, gelmekte olan ilk tesiri karfl›lamak üzere

harekete geçerken, o alana inmesi icap eden ilk tâli tesir de, idrakli,

yar› idrakli ve hattâ bazen de otomatik olarak, kendi kayna¤›ndan

ç›k›p, inece¤i alana do¤ru yürümeye bafllar. Fakat dedi-

¤imiz gibi, bu ilk tesir bafl›bofl de¤ildir. Ona, ulaflaca¤› hedefin

yönünü göstermek için, daha üst idrakli kaynaktan gelen di¤er

bir tâli tesir de efllik eder ki, buna “güdücü tesir” deriz. Bu güdücü

tesir, ilk tesir ile sempatize olmufltur.

Fakat güdücü tesir, nispeten kabad›r. Ç›kt›¤› kayna¤›n fluur ve

idraki her ne kadar ilk tesirinkinden üstün de olsa, yine, onu sinyal

vererek bekleyen manyetik alana tam isabetle ulaflt›rabilecek

kudrette de¤ildir. Bununla birlikte ilk tesir ile do¤rudan do¤ruya

sempatize olabilecek ayarda bulunmas›, kendisinin ona efllik etmesini

mümkün k›lm›flt›r. Demek ki ifl bu kadarla kal›rsa, bunlar

yine hedefe ulaflamazlar. Burada da iki neden vard›r: ‹lk olarak;

güdücü tesir her fleyi kapsayan bir idrak geniflli¤ine sahip olmad›-

¤›ndan, burada yolunu flafl›rabilir. Yâni, ilk tesirin sempatize olabilece¤i

daha di¤er birtak›m manyetik alanlar da vard›r ki, onlar

da ihtiyaçlar› dolay›s›yla bu tür tesirlere sinyal verebilirler. Oysa

81


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bu ilk tesirin buralara gitmemesi icap eder. ‹flte güdücü tesirin bu

husustaki yetersizli¤i yüzünden, di¤er alanlar›n vermekte olduklar›

sinyallere aldan›p kap›larak, ilk tesirin, yönünü onlardan birine

do¤ru yöneltmesi de mümkün olur. ‹kinci olarak; hedefi yönünde

giden ilk tesire müdahale edip onun mahiyetini de¤ifltirmek

veya yolundan çevirmek, hattâ ortadan kald›rmak kudretinde

olan di¤er bir sürü parazit tesir ile bunlar›n karfl›laflmas›

mümkündür. ‹flte güdücü tesirler –bazen çok güçlü olan– bu

müdahalelere karfl› koyabilecek durumda de¤ildirler. Birinci tesir,

bu sald›r›lar karfl›s›nda himayesiz kal›nca, yar› yolda yozlafl›p

fonksiyonunu kaybedecek duruma gelebilir. Veya di¤er bir yere

sürüklenebilir ya da da¤›l›p gidebilir. Oysa, ilâhi nizamda herhangi

bir iflin aksamas›, bozulmas›, kötü sonuçlar vermesi gibi,

nizam› bozucu düzensizliklere aslâ izin verilmez. Onun için, bu

aksakl›¤› önleyici tertipler kurulmufltur. Bu tertiplerden biri olarak,

ilk tesirle birlikte gelen, güdücü tesirden baflka, daha yüksek

idrakli, vazifeli kaynaklardan, daha üstün tâli tesirler ç›k›p bu kafileye

efllik eder ki, bunlara da “dirijan tesirler” deriz. Dirijan tesir,

sevk edici tesir demektir. Dirijan tesirler; ilk tesire hedefi bulduran

ve onu yoldaki sald›rgan, rastgele parazit tesirlerden koruyan

ve icap ederse bu bozucu tesirleri ortadan kald›ran, daha

kudretli tesirlerdir. Bu fluna benzer: Bir katar› ele alal›m! Bu katar›n

en önünde bir vagon vard›r, onun arkas›nda bir lokomotif

mevcut, bu lokomotifi de bir makinist sevk ve idare etmekte. ‹flte

burada vagon, ilk tesiri; lokomotif, güdücü tesiri; makinist de dirijan

tesiri kabaca sembolize eder. Var›lacak istasyondan verilen

iflaretler ise, öncü tesiri gösterir.

Böylece, bu tesir katar›, al›c›n›n manyetik alan›na gelince, güdücü

ve dirijan tesirlerin vazifeleri o alan›n efli¤inde bitece¤inden,

ilk tesiri orada, alan›n s›n›r›nda terk eden bu efllikçi tesirler, ondan

ayr›l›rlar. ‹lk tesir ise, gayesine uygun olarak, o alanda meydana

getirece¤i müessiriyetlerle, onun tâbi oldu¤u madde bünyesi

üzerinde gerekli de¤iflmeleri yapar, o maddenin dengesini bozar,

ona çeflitli hareketler yapt›r›r: Yerinden oynat›r, hâl ve flekillerini

de¤ifltirir; k›sacas›, fliddeti ve yönü derecesine göre, fakat

82


BEDR‹ RUHSELMAN

daima düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›ndan

yararlanarak, o maddede çeflitli olaylar› meydana getirir. Yaln›z,

bütün bunlar›n daima yüksek tesirler mekanizmas›n›n kontrolü

alt›nda olduklar›n› unutmamal›d›r.

*

* *

Yukar›lardan al›nan tesirler çok önemlidir: Çünkü bu tesirlerin

her biri yükseltici de¤erleri içerir. Ve maddeler, bu yüksek de-

¤erleri ala ala, üst plân›n daha zengin, de¤erli maddeleriyle ve tesirleriyle

sempatize olabilecek durumlara gelirler. Ve günün birinde

de bir üst kademedeki kombinezonlara kayarak, onlarla ayn›

plânda, yâni üst plânda tesirleflmelere bafllarlar. Böylece, o madde,

bir üst kademedeki madde kombinezonlar›na geçerek, bir kademe

daha yükselmifl olur ve inkiflaf da böylece devam eder gider.

Aksine, e¤er afla¤›dan gelecek tesirler fazla olur ve üstten de

gerekli derecede tesirler al›nmazsa, bu defa ifl tersine döner. Yâni,

alttan gelecek tesirler, nispeten basit olduklar›ndan, o maddenin

kendilerine nazaran karmafl›k olan bünyesindeki bütün hareketleri

besleyecek durumda bulunmazlar. E¤er bunlar yukar›dan da beslenmezlerse,

yavafl yavafl o hareketlerin bir k›sm› silinmeye bafllar.

Ve o madde art›k, bulundu¤u kademedeki di¤er kombinezonlarla

dahi al›flverifl yapamaz hâle gelir ve ancak kendisiyle sempatize

olabilen bir alt kademenin maddeleri aras›na kar›flm›fl olur ki, bu

da onun gerilemesi, k›ymetlerinin silinmesi demektir.

fiu hâlde, bir madde kombinezonunun, daha do¤rusu bir organizman›n

yükselmesi veya alçalmas›; ona gelecek üst veya alt tesirlerin

nicelik ve niteliklerine ba¤l›d›r ki, bu da onu idare eden

varl›¤›n, gelecek tesirleri iyi ayarlayabilmesine, gerekli olanlar› organizmas›na

davet edip, gereksizleri kendinden uzak tutabilmesi

hususundaki kudretine ba¤l›d›r. Yâni, bu ifller onun sorumlulu¤u

alt›ndad›r. Meselâ bir organizman›n her cüzüne gelen milyarlarca

tesiri, e¤er onun organizatörü, o bedeni idare eden varl›k iyi

ayarlayamazsa ve bu yüzden bâz› cüzlerin organizatörleri, kendilerine

tesirleri gere¤inden fazla davet ederlerse, o zaman bu organlara

fazla tesirler akmaya bafllar ve bunun sonucu olarak da,

83


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

o grupta, di¤er gruptaki cüzlere nazaran afl›r› bir faaliyet görülür.

Bu afl›r› faaliyetler, gittikçe o organ›n genel organizma nizam›na

karfl› ayk›r› hareketlerde bulunmas›na neden olur. Ve bu hâl, nihayet,

o organ›n organizmada hiçbir nizam tan›mayan âsi bir duruma

girmesine yol açar ki, buna da kanserleflmifl bir organ deriz.

fiu hâlde, kanserleflme vakas›, organizma içindeki bir organ›n, oldu¤undan

daha ileri bir hamle almas›, inkiflaf etmesi ihtiyac›n›

gösterir. ‹flte, bâz› organlar›n çeflitli hâllerde böyle, dengeyi bozucu

fazla veya eksik faaliyetlerde bulunmas›, o organlar›n tâbi

bulundu¤u organizman›n bir gün çökmeye ve da¤›lmaya bafllamas›na

neden olur. Bu hâl, insanlar›n kaba iç organlar›nda olursa,

insanlar organik hastal›klardan, ölümlerden söz ederler. Sinir

sistemine ait partiküller aras›nda görülürse, ruhsal hastal›klardan

veya fluur bozukluklar›ndan söz ederler. Bütün bunlar, varl›¤›n,

bedenine gelecek tesirleri, çeflitli nedenlerle veya yüksek icaplar›n

etkisi alt›nda iyi ayarlayamamas›n›n sonucudur ki, bu nedenlerin

bafl›nda yine, o varl›¤›n mukadderat›yla ilgili olan –yâni kendi liyakat

ve ihtiyaçlar›na neden olan– durumlar› gelir.

*

* *

Tesirler hakk›nda bu genel bilgileri verdikten sonra, bir insana

gelen tesirlerden de söz edece¤iz.

“‹nsan” denilen fley; bir varl›¤›n, ba¤l› bulundu¤u ruha hizmet

etmek için, Dünya küresindeki kaba maddeleri bir araya toplay›p,

kendisine vâs›ta olarak kullanmak maksad›yla, kurmufl oldu¤u bir

bedendir.

Varl›k, bu bedeni ancak yüksek vazifeli varl›klar›n yard›m ve

direktifleriyle kurabilir. Esasen varl›k da; ruhun bütün ihtiyaçlar›-

na cevap verebilecek flekilde, kâinat›n bir noktas›nda konsantre

olmufl, çok ince madde partiküllerinden ibaret olan ve ruhun ihtiyaçlar›na

ait bütün ifadeleri kâinat boyunca tafl›yan, belirli bir

enerjiler veya tesirler kompleksidir, demifltik. Yaln›z, flunu önemle

belirtmek isteriz ki, buradaki nokta kavram›n›, dünyadaki mekân

kavram›na k›yasla sabit, donmufl bir yer gibi düflünmemek

gerekir. Bu, fiziksel flartlar alt›nda anlafl›lmas› ve anlat›lmas› zor

84


BEDR‹ RUHSELMAN

ve genellikle imkâns›z olan bir kavramd›r. Bu hususta flu kadar

söyleyelim ki, bu noktay› fiziksel bak›mdan de¤il, idrakî bir nokta

olarak anlamaya çal›flmal›d›r. Bu öyle bir noktad›r ki, idrak nerede

tespit edilirse, orada mevcuttur. Demek ki o nokta, hem kâinatta

belirli bir yerdedir, hem de her yerdedir. Bunun üzerinde

düflünenler, bu hususta birçok fley sezmeye bafllarlar. Bu sezgi,

yaln›z bu hususta de¤il, di¤er bâz› meselelerin çözümünde de onlar›n

ifllerine yarar. ‹lerideki idrakî mekân veya küresel mekân bilgisi,

bu sezgiye insanlar› daha iyi haz›rlayacakt›r.

‹flte varl›k; bu mânâda kabul edilmesi gereken bir noktada

konsantre olmufl bir tesirler veya enerjiler toplulu¤udur. Ve bunlar

da bir ruha aittir. ‹nsanlar›n anlad›¤› yüzey zaman› ve mekân›

ölçüsüne girmeyen, böyle çok ince enerjilerden veya tesirlerden

bileflmifl bir varl›k, âlemlerin kaba kürelerine do¤rudan do¤ruya

tesir edemez. Oysa ruhun –çeflitli tatbikat› s›ras›nda– bu kaba kürelerin

maddeleriyle de karfl›laflmas› gerekmektedir. Ruha hizmet

edecek varl›¤›n bu hizmeti yapabilmesi için, di¤er deyiflle ruhun

hizmetinde olman›n icaplar›n› yerine getirebilmesi için, bir kürede,

kendisine o kürenin maddelerinden bir beden kurmas› gerekir.

‹flte bu gere¤e göre, onun için vazifelendirilmifl yard›mc› varl›klar

faaliyete geçerek, böyle bir bedenin kurulmas›nda ona yard›m

ederler. Varl›k, kurulan bu bedene –ruhundan gelen tesirlerle–

ba¤lanm›fl ve onu hâkimiyeti alt›na alm›fl olur ki, daha önce

de söyledi¤imiz gibi, buna “enkarnasyon” derler. Bu flöyle olur:

‹lk önce tatbikat yap›lacak kürede bir aile birim düalitesine, yâni

bir erkek ile kad›n›n bir araya gelerek bir birim oluflturmas›na

ihtiyaç vard›r. Bu ihtiyaç yerine getirildikten sonra, üst, vazifeli

yard›mc› tesirlerle, erkek ve kad›n tohumlar› birlefltirilerek afl›lanm›fl

bir yumurta meydana getirilir. Varl›k, bu afl›lanm›fl yumurta

ile irtibata geçer. Burada, varl›k, beyin hücrelerine ait varl›klar›n

manyetik alanlar›na yapt›¤› müdahalelerle, onlar› embriyonun

beynini, daha do¤rusu beyin hücrelerini kurmaya sevk eder. Zaten

insan varl›¤› spatyumda iken bu yüz binlerce beyin hücresi

varl›¤›n› bir arada, toplu olarak tutuyor ve onlar›n manyetik alanlar›na

tesir ediyordu. Böylece beyin hücreleri varl›klar›, insan var-

85


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

l›¤›n›n tesir ve yard›mlar›yla, kendi bedenlerini, yâni beyin hücrelerini

kurarlar. Varl›k, kurulmufl olan bu beyin vâs›tas›yla, sinir

sisteminin di¤er k›s›mlar›n› kurar. Bu da olduktan sonra, sinir sistemi

vâs›tas›yla, bedenin di¤er bütün oluflumlar›n› meydana getirir.

Bedeni kurarken annenin maddelerinden yararlan›l›r. Yâni,

oluflmakta olan ceninin beden malzemeleri, annesinin bedenini

oluflturan maddelerden al›n›r.

‹nsan bedenine hâkim olan varl›k, do¤rudan do¤ruya, beyin

hücrelerine ait yüz binlerce varl›¤›n manyetik alanlar›ndan oluflan

manyetik alanlar sentezi üzerine müessir ve hâkimdir. Yâni, beden,

beyin hücreleri taraf›ndan idare edilir. Ancak, bu idare, bedenin

varl›¤› olan ve bir ruha ait bulunan enerjiler toplulu¤unun,

insan varl›¤›n›n hâkimiyeti alt›ndad›r.

Embriyonun ilk devrelerinde, beyin hücreleri toplulu¤una, ancak

gere¤i kadar tesir gönderilir. Varl›k, daha önce sözünü etmifl

oldu¤umuz, kendisine özgü idrakî konsantrasyon noktas›n› terk

edip tamam›yla bedenin içine da¤›lmaz. Enerjiler veya tesirler

kompleksi hâlinde, o idrakî konsantrasyon noktas›nda toplanm›fl

hâlde bulunan durumunu daima koruyarak, ancak gereken kadar

miktardaki, tesirlerinden bir k›sm›n› beyin hücrelerinin manyetik

alan›na gönderir, bir k›s›m tesirleriyle ona ba¤lan›r. Embriyonun

inkiflaf›, ceninin geliflmesi ve nihayet insan›n do¤umu ânlar›nda,

ihtiyaca göre, onun beyin hücrelerinin manyetik alan›na gönderece¤i

ve ba¤layaca¤› tesirlerin miktar› da artar. Ve insan›n

do¤du¤u s›rada, tesirlerinin önemli k›sm› ona ba¤lanm›fl bulunur.

Dünya anlay›fl›na göre, idrakî noktada mevcut olan bu enerjiler

kompleksinin 7/8’i bedene ba¤lanm›fl olup, ancak küçük bir k›sm›

yar› serbest hâlde, o idrakî noktada kalm›flt›r. ‹flte insanlar›n “enkarnasyon”

dedikleri fley, budur. Görülüyor ki, burada, varl›k ne

bedenin içine girmifltir, ne de bütünüyle bedenin organlar›na da-

¤›lm›flt›r. O, beden hayat›n›n tamam› boyunca, bütünlü¤ünü,

aç›klad›¤›m›z idrakî konsantrasyon noktas›nda korur. Büyük bir

k›sm›n›, beyin hücrelerinin manyetik alanlar sentezine gönderir

ve ba¤lar. Unutulmas›n ki, bütün bunlarda yine yüksek tesirlerin

yard›mlar› vard›r. Bu beyin hücrelerine ba¤lanm›fl olan tesir saha-

86


BEDR‹ RUHSELMAN

lar›na, insanlar –mahiyetini iyice bilmeksizin, sadece gözlemlerine

göre– “fluur” demifllerdir. Fakat varl›¤›n serbest kalan, beyin

hücrelerine ba¤lanmam›fl k›s›mlar›, o insan›n çevresindekilerce ve

kendisince meçhul kald›¤›ndan, insanlar o k›s›mlara ait aç›k bilgiler

elde edememifllerdir.

*

* *

Yaln›z, flu var ki, insan› idare eden varl›k bir bütündür. Her ne

kadar kendi enerjilerinin küçük bir k›sm›n› beyin hücrelerinin

manyetik alan› d›fl›nda b›rakm›fl ise de, yine, bütünlü¤ü ve tekâmülü

icab› olarak, bu k›s›m da bedenden tümüyle ayr›lm›fl de¤il,

onunla s›k› bir iliflki hâlindedir. Dolay›s›yla serbestli¤i tam de-

¤ildir. Esasen bu iki k›s›m aras›ndaki s›k› iliflkiler sayesindedir ki,

o varl›k, dünyada bedene ba¤l› k›s›mlar›n›n, tekâmülü hedef tutan

faaliyetlerinden yararlan›r ve böylece, bedenlenmenin zarureti

yerini bulmufl olur.

*

* *

Varl›¤›n beden d›fl› durumu, insanlar›n fluurlar›na direkt olarak

çarpmaz. Çünkü insan, ancak, varl›¤›n kendisine göndermifl oldu-

¤u tesirlerin bir k›sm›yla fluurlan›r ve kendisini yar›m yamalak idrak

etmeye çal›fl›r. Kendisine gelmeyen k›s›mlar›na ait bâz› belirsiz

sezgileri bulunmakla birlikte, bunlar hakk›nda aç›k bir idrake sahip

de¤ildir. ‹flte insanlar›n bazen derin bir iç murakabesi* yoluyla sezebildikleri,

iç varl›k, öz benlik, öz varl›k dedikleri fley, bedeninin

d›fl›ndaki hakikî varl›¤›n›n nispeten serbest durumudur. Buna nispeten

diyoruz; çünkü o ne kadar serbest olsa da, yine, tekâmülüne

ait, dünyadaki vazifelerinin zorunlulu¤uyla, bedenin bütün durumlar›n›

izlemek, o durumlar›n icaplar›n› yerine getirmek mecburiyetindedir.

Bu, onun vazifesidir. Bedenin ölümüyle, ba¤l› olan

k›s›mlar› bedenden çözülmedikten sonra, serbest kalan k›sm›n› da

tam serbestli¤iyle kullanamaz. Çünkü endirekt olarak, yâni ba¤l›

olan k›s›mlar›yla, bedenin zorunluluklar›ndan kendisini tamam›yla

özgür k›lamaz. Bedene ba¤l› olan taraflar›yla bedenden ald›¤›

izlenimlerin –o âna özgü tekâmül zorunluluklar›na göre–

* “Murakabe” sözcü¤ü, “iç âlemine dalma, iç âlemini seyretme; denetleme” anlamlar›na gelir.

87


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

hazmedilmesi, sonuçland›r›larak ruha yans›t›lmas› gibi, kendisini

bedeni üzerindeki faaliyetleriyle daima meflgul edecek, mecburî

u¤rafl› alanlar› vard›r.

*

* *

Tekâmülün icaplar›ndan olarak, varl›k, kendisinde mevcut k›ymetlerin

ve kazan›mlar›n pek az k›s›mlar›n› ara s›ra beyne yans›t›r.

‹flte insanlar varl›klar›n›n bu serbest taraflar›ndan beyinlerine

yans›yan bu tesirlere –yine mahiyetlerini pek anlamaks›z›n–

dikkat etmifller ve onlar› “fluuralt›” diye ifadelendirmifllerdir. fiu

hâlde, insandaki fluur; varl›¤›n, bedene, daha do¤rusu beyin hücrelerinin

oluflturmufl oldu¤u manyetik alanlar sentezine do¤rudan

do¤ruya olan ba¤lant›s›yla yans›yan k›s›mlar›n›n tezahürüdür.

Bir de varl›¤›n –dedi¤imiz gibi– beden d›fl›ndaki idrakî bir

konsantrasyon noktas›nda kal›p, beynin manyetik alan›na

ba¤lanmam›fl k›s›mlar›na ait fluur ötesi sahas› vard›r ki, bunu da

iki k›s›mda ele almak gerekir: Bunlardan biri fluuralt›d›r; bu saha,

varl›¤›n geçmifl hayatlar›na ait izlenimlerini içeren k›s›mlard›r.

“fiuurüstü” dedi¤imiz ikinci k›s›m ise; varl›¤›n serbest kalan

taraf›n›n sürekli olarak ruhundan ve di¤er varl›klardan ald›¤› tesirleri

içermektedir. ‹flte fluur ile fluurüstü iliflkileri sonucunda,

insanlar›n, ruhî plândan, di¤er varl›klardan ald›klar› tesirler ile

fluurlar› aras›nda iliflkiler ve al›flverifller kurulur; beyin, ald›¤› ruhî

tesirlerle, fluurüstüne ba¤lan›r. Yâni, fluurüstü kanal›ndan, kendisine,

ruhanî plâna ait izlenimler gelir.

*

* *

fiu hâlde, tesirleri as›l merkez olan fluur sahas›ndan alarak kullan›lmak

üzere gerekli yerlere sevk eden say›s›z sinir merkezleri

vard›r ki, bunlar, esas fonksiyonlar› bak›m›ndan, birer merkez

de¤il, birer istasyondur. Ve organizmaya da¤›lan tesirler ayr› ayr›

fonksiyonlar görse dahi, bunlar›n kaynaklar› birdir ve daima birbirleriyle

iliflkileri mevcuttur. fiuur ötesinden gelen tesirler, varl›-

¤›n beyin hücrelerinin manyetik kanal›na do¤rudan do¤ruya ba¤l›

bulunan sahaya inerler. Oradan da, tekâmülün icaplar›na göre,

bedenin yaflamas› için gerekli olan yerlerde kullan›lmak üzere, sinir

istasyonlar›na gönderilirler.

88


BEDR‹ RUHSELMAN

Demek ki insanlar; bir, varl›klar›ndan gelen bu tesirler ile, bir

de çevrelerinden ald›klar› tesirler ile daima karfl› karfl›ya bulunmaktad›rlar.

‹flte insan, öz varl›¤›ndan gelen tesirler ile dünyadaki

çevresinden ald›¤› tesirlerin dengesi içinde yaflar.

*

* *

Beden ölünce ne olur? ‹nsanlar›n yine yanl›fl olarak “dezenkarnasyon”

dedikleri ölüm meydana gelince, beyin hücrelerinin varl›klar›,

bedenlerini, yâni enkarne olduklar› beyin hücrelerini terk

ederler. Fakat da¤›lmazlar. Çünkü art›k bedeni terk etmesi icap

eden varl›k, onlar üzerindeki tesirini, bedenini b›rakt›ktan sonra

dahi kald›rmaz. O varl›klar›n manyetik alanlar›na göndermeye

devam etti¤i tesirleriyle, onlar›, spatyumda da daima bir arada

tutar ve tesiri alt›nda bulundurur. Tabiî ki onlardan da tesir al›r.

Spatyumun ilk zamanlar›nda, ileride aç›klayaca¤›m›z gibi, bir

varl›¤›n kendi ruhundan gelen tesirler hariç, yukar›dan, afla¤›dan

ve civardan gelen bütün tesirler ve irtibatlar kesilir. O, yaln›z

kendi varl›¤› ve fluuralt›n›n özellikle son hayat›na ait izlenimleri

içinde mahsur kal›r. Ve bu s›rada beyin hücrelerinin varl›klar› ile

sürekli olarak iliflkide bulundu¤undan, o varl›klarda da mevcut

olan, dünyaya ait izlenimleri toplayarak, onlardan kompozisyonlar

yapabilir. Bu faaliyet de, genellikle çok ›st›rapl› olmas›na ra¤men,

kendisine gerekli olan murakabeyi yapmak imkân›n› verir.

Bu murakabeyle, gerekli olan sonuçlar› elde ettikten sonra, tekrar,

kendisine yukar›lardan ve civarlardan tesirler gelerek, uyand›r›lmas›

ve idrakinin artt›r›lmas› sa¤lan›r. O zaman hakikî varl›-

¤›n› anlayabilecek duruma girer. Bu s›rada, tabiî ki, beyin hücrelerinin

varl›klar› da kendilerine göre tekâmüllerini yapm›fl olurlar.

Böylece uzun birtak›m ifllem ve süreçlere tâbi tutulup yeniden

dünyaya girmek haz›rl›¤›n› tamamlad›ktan sonra, kendisine, dünyadaki

tekâmülüne en elveriflli olan, genifl bir imkân sahas› içinde,

hayat›n›n flekillerini ve flartlar›n› seçme hakk› verilir. Bu sahan›n,

yâni kendisine sunulan seçim sahas›n›n geniflli¤i, onun idrakine

göre kazanm›fl bulundu¤u özgürlü¤ü derecesine ba¤l›d›r.

E¤er idraki çok dar ise, bu saha da onun için çok dar olur ve bâz›

89


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

hâllerde de, hemen hemen hiç yok denecek kadar, kendisine az

bir seçim sahas› b›rak›l›r. E¤er idraki bütün dünyay› kapsam›na

alacak kadar genifllemiflse, o zaman da onun dünyada tekrar bedenlenmesine

ve tatbikat yapmas›na gerek kalmaz. ‹flte böylece

o, kendi seçim özgürlü¤ü derecesine göre dünyadaki çevresini haz›rlad›ktan

sonra, tesiri alt›nda bulundurdu¤u beyin hücreleri

varl›klar›n› –manyetik alanlar›na tesir etmek suretiyle– ana rahminde

oluflacak bir ceninin beynini kurmak üzere, o annenin bedenine

sevk eder. Ve daha önce aç›klad›¤›m›z süreç yeniden, yeni

flartlar alt›nda tekrar bafllar.

*

* *

Fakat hiç unutulmas›n ki, bütün bu ifllerin ilâhî nizama uygun

olarak yürümesi flart oldu¤undan, bunu sa¤layan yüksek tesirlerin

ve idareci enerji komplekslerinin daima denetim ve gözetimi

–her yerde oldu¤u gibi– burada da mevcuttur.

fiunu da belirtmek isteriz ki, insan› idare eden varl›¤›n daima

tesiri alt›ndaki beyin hücreleri varl›klar›, elbette ona ebediyen

ba¤l› kalmayacaklard›r. Çünkü onlar da, bu sayede birer insan

bedenini müstakil olarak idare edebilecek kudreti kazanabilmek

için, kendilerine gerekli olan haz›rl›klar› yapmaktad›rlar. Ve haz›rl›klar›n›

tamamlad›kça birer birer, kendilerini o varl›¤›n tesirinden

ay›racaklar ve bir beyin hücresi olmaktan kurtulacaklard›r.

Bunlar›n da müstakil birer insan varl›¤› hâline girebilmeleri için,

Dünya’dan ayr›l›p, Dünya d›fl› çeflitli ara ortamlarda tatbikatlar

geçirmeleri gerekmektedir. Ancak bu flekilde, bir insan bütününü

idare edebilecek duruma geldikten sonra, art›k bir insan beyni

hücrelerinin manyetik alanlar sentezine tesir ederek, Dünya’daki

tekâmüllerini insan hâlinde, yâni insan bedeni vâs›tas›yla yapmaya

bafllarlar.

*

* *

Bu bilgilerden sonra, insan varl›¤›n›n bedenlenmesi ifadesini,

bu genifl mânâda anlamak ve “ete girme” demek olan enkarnasyon

kavram› gibi dar bir çerçeve içinde düflünmemek gerekir.

90


BEDR‹ RUHSELMAN

Enkarnasyon terimi, zorla hücreler içine sevk edilerek onlara

ba¤lanan daha basit varl›klar hakk›nda kullan›labilir. Fakat insan

varl›¤› için do¤ru de¤ildir.

fiu hâlde, insan varl›¤›n›n beden ile iliflkisi, onun beyin hücrelerinin

manyetik alan›na hâkimiyeti ve bu vâs›tayla da, bütün

organizmas›na tesirlerini göndermesi fleklinde olmaktad›r. Bu da,

o sözünü etti¤imiz konsantrasyon noktas›ndan varl›¤›n bedene

gönderece¤i, tesirlerinin büyük bir k›sm›yla sa¤lanmaktad›r. Tesirlerin

az bir k›sm› da, beden d›fl›ndaki noktada, az çok serbest

olarak, daima bulunmaktad›r.

*

* *

Bedendeki tesirler, bedeni idare eden varl›¤›n kontrolü alt›nda

ve yüksek tekâmül icaplar›na göre, bedenin bütün fiziksel, fizyolojik,

biyolojik ve ruhsal fonksiyonlar›n› yerine getirirler. Burada

hiçbir fley, zerre kadar aksamaz. Bu tesirlerin fonksiyonlar›, kâinat›n

genel fonksiyonundan ayr› de¤ildir. Onun büyük ahengi

içinde cereyan eder ve o ahengin d›fl›na ç›kamaz.

Zaten ilâhî nizam, bütün kâinat›n durum ve hâllerini o kadar

mükemmel bir ahenk içinde tertiplemifl, o kadar muntazam bir

mekanizmaya ba¤lam›flt›r ki, bütün sonsuz görünüfllerine ra¤men,

kâinat olaylar›, bir tek yürüyüfl hâlinde ak›p gider. Bu hakikati

görebilenler için, bir tek beden ve bütün kâinat, birbirinden

ayr›lmayan iki mekanizmad›r.

*

* *

Bütün varl›klar›yla birlikte, kâinat›n her zerresine bir sürü tesir

gelir. Milyarlarca zerrenin oluflturdu¤u bir cisme, milyarlarca cismin

oluflturdu¤u bir günefl sistemine, milyarlarca günefl sisteminin

oluflturdu¤u bir galaksiye ve say›s›z galaksilerin oluflturdu¤u

bir âleme, nihayet hidrojen realitesi d›fl›ndaki yine say›s›z âlemlerden

oluflan kâinat bütününe gelen tesirler kompleksinin bir

zerresini dahi, insan idraki lây›k›yla kavramaktan âcizdir.

91


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

‹flte ilâhî nizam›n kâinattaki icaplar›n› yerine getiren, bu icaplar

içinde kâinat›n ahengini kuran ve onu kucaklayan bu tesirler

vahdetidir ki, bütün hareketleri ve durumlar› meydana getirir ve

ruhlar›n kâinat ile iliflkisini ve tekâmül ak›fl›n›n zaruretini izah

eder.

*

* *

Madde kombinezonlar›n›n çeflitli de¤iflmelerinin ve üst de¤erler

almalar›n›n, maddelerin inkiflaf›nda ne kadar büyük roller ald›¤›n›

aç›klad›k. Ruhun kâinat ile irtibat›n›n tek gayesi tekâmül

oldu¤una göre, ruha hizmet eden varl›¤›n bu de¤iflmelerden yararlanmas›

ve bunun için de say›s›z madde kombinezonlar›yla

karfl›laflmas› zarurî olur. Madde kombinezonlar›n›n say›s›z kürelerde,

say›s›z flekilleri ve dereceleri vard›r. Bir kürenin, özellikle

Dünya küresi gibi madde oluflumlar› en zengin olan kürenin imkânlar›ndan

baflka, yine, say›s›z di¤er kürelerin madde kombinezonlar›na

ait imkân zenginlikleri, ruhlar›n tekâmüllerine yarayan

bol malzemelerdir. Fakat bir varl›¤›n bu malzeme bollu¤undan

gerekti¤i gibi yararlanabilmesi için, birbirinden çok farkl› ve

dereceleri çok de¤iflik olan bu say›s›z kombinezonlarda yaflad›ktan

sonra, onlar› de¤ifltirmesi ve üst k›s›mlara geçebilmesi, bulundu¤u

alt aflamada kulland›¤› madde kombinezonlar›n› b›rakmas›

gerekir; aksi halde, yukar› kombinezonlara ulaflamaz ve basit

durumunda kal›r. Oysa esasen bu madde kombinezonlar›nda

tatbikat görmesinin gayesi, daima yukar›lara ulaflmak ve böylece,

hizmet etti¤i ruhun maddelerle olan tekâmül safhalar›n›n tamamlanmas›n›

sa¤lamakt›r. O hâlde bir varl›k, ihtiyac›na göre, önce

bir kürenin maddelerinden kurulmufl beden ile s›k› irtibata geçecek,

kendi süptil vibrasyonlar›yla onun her zerresine hâkim olacak

ve sonra onu, ba¤l› bulundu¤u ruhun ihtiyaçlar›na göre kullanarak,

bu sayede o küredeki kaba madde kombinezonlar›ndan

ve bu kombinezonlar ile di¤er bedenler aras›ndaki iliflkilerden do-

¤acak olay vibrasyonlar›n› idraki kanal›yla ruha gönderecektir ki;

beden ile olan bu irtibat›n› insanlar›n enkarnasyon diye adland›rd›klar›n›

daha önce söylemifltik.

92


BEDR‹ RUHSELMAN

Varl›¤›n bedende ifli bittikten sonra, art›k orada kalmas›na gerek

ve ihtiyaç yoktur. Çünkü bu, kendi tekâmülü aleyhine olur.

Dolay›s›yla, ifli bitince varl›k, bedeni terk edecek ve baflka madde

kombinezonlar› imkânlar› içine girecektir. ‹flte bir varl›k, bir bedenin

bütün imkânlar›ndan yararland›ktan sonra, ondan daha

üstün baflka bir madde kompleksi flartlar› içinde de tatbikatlara

giriflmek zorunlulu¤undad›r. Fakat bu hâlin gerçekleflebilmesi

için, onun ilk, madde kompleksi flartlar›ndan ayr›lmas›, bedenini

terk etmesi gerekir ki, buna da insanlar dezenkarnasyon veya

ölüm demektedirler.

*

* *

Ölüm; ilâhî nizam›n ahengi alt›nda, belirli bir ândaki de¤er

farklanmas›n›n miktarî bir ifadesidir. Yâni, bir dünya bedeni,

dünya hayat› boyunca hizmet etti¤i ruha, kendisinden beklenen

hizmeti gere¤i derecesinde gördükten sonra, art›k onun o ruha

vâs›tal›k yapmak gayesi ortadan kalkm›fl olur. Bunun sonucunda

da o bedendeki de¤erlerin azalmas› icap eder. Çünkü ilâhî nizamda,

gere¤i kalmayan bütün süreçlere son verilmesi zarurîdir. ‹flte

bu zaruretle, kendisinin canlanmas›na neden olan varl›k karfl›-

s›nda bütün fonksiyonlar›n› tamamlay›p art›k ifle yaramaz hâle

gelmifl dünya bedenine yukar›dan inen tesirler, yâni de¤erler kesilir.

Bu tesirlerin kesilmesiyle, onun kombinezonlar›ndaki hareketlerin

bir k›sm› silinmeye bafllar. Bu s›rada afla¤›dan gelen tesirlerin

de müdahalesiyle, o beden art›k eski fleklini ve hâlini koruyamaz.

Parçalanmaya ve da¤›lmaya bafllar ki, bu hâlin nitel olarak

görünüflü, ölümdür. Ve bu da beyindeki hücre varl›klar›n›n

bedenlerini terk etmeye bafllamas›yla gerçekleflir. Çünkü beyindeki

hücrelerin bedenlerini terk ediflleri, bu hücrelere hâkim olan

varl›¤›n beden ile olan ilgisini kesmesi demektir.

Dünya hayat› boyunca bu bedenden yararlanm›fl olan varl›k,

sonraki inkiflaf ve tekâmül safhalar›na devam edebilmek için, daha

üst tesirlerin de¤er ve mekanizmalar› sayesinde, daha müsait

kombinezonlarla beslenmeye ve zenginlefltirilmeye muhtaçt›r.

93


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Bir dünyadaki bedenlenmeler serisinde varl›¤›n ölümleri ve do-

¤umlar› birbirini izleye izleye sürüp gider ve nihayet, onun o

dünyadaki ifli biter. Böylece orada ebediyen terk edilmesi icap

eden bedene ait üst tesirlerin miktar› son defa olarak azalt›l›rken,

di¤er taraftan ve ayn› zamanda, kazan›lmas› gereken baflka bir

âlemin bedenine ait tesir miktarlar› ve de¤erleri ço¤alt›l›r. Demek

ki ruhun tekâmülüne hizmet eden varl›k, dünyadaki son ölümüyle

o ortamdan ayr›lacak ve imkânlar› çok, bol ve kapsaml› bir

üst ortama geçecektir. fiu hâlde, nas›l, bir ruhun tekâmülü için

kâinattaki süptil maddî vâs›tas›n›n, yâni varl›¤›n›n kaba bir kürede

do¤uflu bir icap ve zaruret ise, ruhun sonraki tekâmülüne hizmet

edebilmesi için bu süptil varl›¤›n, ifline yaramayacak hâle

gelmifl olan kaba ortamlar› terk ederek muhtaç oldu¤u daha üst

ortamlara geçmesi de, o kadar güçlü bir icab›n zorunlulu¤u olur.

*

* *

Bir insan›n ölmesi sonucunu do¤uran bütün flekiller ve hâller,

hastal›klar, felçler, cinayetler, kazalar, do¤a olaylar›; sadece bu

icap zorunluluklar›n›, o varl›¤›n sonraki inkiflaf ve tekâmülüne en

uygun gelecek tarzda yerine getirmek içindir. Bu hakikati ö¤rendikten

sonra art›k ölümü ve ölüme neden olan hâlleri birer felâket

diye kabul etmenin hiçbir mânâs› kalmaz. Buradaki bütün

dâva, “ölüm” denilen, bu alt ortamdan üst ortama intikal s›ras›nda;

insan›n alt ortamda iken, yâni dünyada iken kendisinden

beklenen iflleri lây›k›yla bitirmifl bulunmas› ve baflar›yla, hayat›n›

geçirirken kendisinin biricik rehberi olan vicdan›n›n yüksek realitelerinden

ayr›lmam›fl bulunmas› gerekir. Böyle yapt›kça, hem o

yüksek realitelere uymakla do¤ru yolu kaybetmemifl olur, hem de

vicdan›n›n böylece daha ileri inkiflaflar›n› sa¤layarak, onun kudretlenen

rehberli¤inden o oranda çok yararlanm›fl bulunur. O

hâlde dünyada vicdan, tekâmül yolunda insanlar›n en kudretli

dayana¤› ve kurtar›c›s›d›r.

94


DÜNYA, AHENKS‹ZL‹K, AHENK

95


96


nsan hayat›nda vicdan fleklinde görülen inkiflaf mekanizmas›,

yaln›z bu safhaya özgü de¤ildir. O, dünyadaki bütün varl›klar›n

tâbi bulunduklar› bir inkiflaf ve tekâmül haz›rl›¤› mekanizmas›-

d›r. Dolay›s›yla, vicdan›, lây›k oldu¤u bu genel k›ymetiyle tarif etmek

ve anlamak gerekir.

Vicdan; varl›klar için, bütün fiil ve hareketlerin gayesi demek

olan vazifenin gerçekleflmesine yönelmifl bir haz›rl›k mekanizmas›d›r.

Bütün varl›klar›n gayesi tekâmül oldu¤una ve insanl›k safhas›ndaki

tekâmülün mânâs› da dünya üstü vazife plân›na haz›rlanmak

oldu¤una göre, tarifi vazifeye haz›rl›k kavram›na dayanan

vicdan mekanizmas›n›n dünyada bütün varl›klar› kaps›yor olmas›

gerekir. Di¤er taraftan idrak ile vicdan›n inkiflaflar› aras›nda birlik

vard›r. Hâlbuki varl›klar›n, inkiflaf kademelerine göre, idrakleri

çok de¤ifliktir. O hâlde idrakleri farkl› varl›klar aras›nda da,

vicdan anlay›fllar› ve vicdan tatbikat› o oranlarda farkl› olacakt›r.

*

* *

fiimdiye kadar insanlarca vicdan›n, ancak insan safhas›ndaki

durumu ele al›nm›fl, di¤er safhalar›ndaki durum ve hâlleri dikkate

al›nmam›flt›r. Bu hâl, insanlara, vicdan›n, ilk bitki hayat›ndan insan

hayat›na kadar geçen safhalar›n›n birbirini izleyen ak›fl›n› incelemeye

f›rsat vermemifltir. Oysa vicdan›n, dünya hayat› bütünü

içinde ele al›nmas›, tekâmül bilgisinin daha iyi anlafl›lmas› bak›-

m›ndan, gereklidir. Vicdan›n genel ve kapsaml› mânâs›yla incelenmesi,

düalite prensibi ve de¤er farklanmas› ›fl›¤› alt›nda yap›l›r.

*

* *

97


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Bütün âlemimizde her fleyin düalite prensibi ve de¤er farklanmas›

mekanizmas›yla oldu¤unu, hiçbir zerrenin, hiçbir olay›n ve

kavram›n bu prensip d›fl›nda kalamayaca¤›n›, daha önce bütün

ayr›nt›lar›yla aç›klam›flt›k. ‹flte, dünyam›zda tekâmül haz›rl›¤›n›n

güçlü bir mekanizmas› olan vicdan da, bu prensibe tâbi bulunmaktad›r.

fiu hâlde, vicdan, bir birim düalitedir. Birim düalitenin

birbirine z›t iki unsurdan oluflmufl bulundu¤unu belirtmifltik.

Vicdan düalitesinin bu z›t unsurlar›n› aç›klayaca¤›z.

Herhangi bir birim düalitenin z›tlar›n›n mevcudiyeti, onun

fonksiyonunu yapabilmesi için, flartt›r. Z›tlar olmay›nca, o birimin

mevcudiyetinin gayesi, gerçekleflemez.

fiu hâlde, inkiflaf› sa¤lamaya yönelik olan vicdan›n z›t unsurlar›ndan

biri, yâni üst taraftaki, vazife sezgisine yönelmifltir. Buna

karfl›l›k di¤er z›dd›, yâni alt unsuru da, öncekinin vazife sezgisi

yolundaki yürüyüfl h›z›n› kesen bir nefsaniyettir. Dolay›s›yla,

birincisine k›saca vazife haz›rl›¤› unsuru, ikincisine de nefsaniyet

unsuru diyece¤iz.

Demek, dünyadaki varl›klar›n vazife plân›na haz›rlanmalar›

için iflleyen vicdan mekanizmas›n›n, biri vazifeye, di¤eri nefsaniyete

yönelen birbirine z›t iki unsuru vard›r ki; vicdan mekanizmas›,

bu iki unsurun, sürekli de¤er farklanmas› sonucunda, yâni

z›tlardan birinin veya di¤erinin daha üstün de¤erler ve tesirler almas›

sonucunda meydana gelen çat›flmalar›yla, mücadeleleriyle,

denge hâlleriyle çal›fl›r. Ve varl›klar›n ilerlemeleri de, bu denge

hâllerine göre çeflitli formlar›n› al›rlar. Bu çat›flmalar ve denge

hâlleri, dünya varl›klar›n›n bütün kademelerinde, o varl›klar›n

içgüdü, sezgi ve idrak kudretlerine göre, mevcuttur.

*

* *

‹nsanlar, bu düalitenin bitkilerdeki, hayvanlardaki ve hattâ bir

k›s›m insanlardaki mevcudiyetini idrak edemezler. Çünkü bu mekanizman›n

insanlar›n anlad›¤› mânâdaki formu, ancak insanlarda

görülür. Vicdan›n bu formu alabilmesi için, idrakin insanlarda

tezahür eden düzeye ulaflm›fl olmas› gerekir. Dolay›s›yla, insan-

98


BEDR‹ RUHSELMAN

l›¤›n alt›ndaki kademelerde görünen inkiflaf düalitesinin, insanlardaki

vicdan flekline benzerli¤i, elbette, olmayacakt›r. Bununla

birlikte, dünyadaki, az çok müstakil ve serbest duruma girmifl en

ilkellerinden itibaren, bütün varl›klarda bu inkiflaf düalitesi vard›r.

Ve onlar›n –çok yavafl da olsa– inkiflaflar›, bu mekanizman›n

ifllemesine ba¤l›d›r. Dünyada pek ilkel hâlde bâz› hayat hamlesi

k›r›nt›lar›, bitki bedenini kullanan varl›klarda görünmeye bafllad›¤›ndan,

insan›n, idrakinin düalite prensibi kapsam›n›, onlara

kadar uzatmas› mümkündür. Bununla birlikte bu mekanizman›n

insanlarda görülen vicdan flekli, mükemmelleflmifl ve tam formunu

alm›fl bulundu¤undan, vicdan ad›n›n kapsam›na insan›n alt›ndaki

varl›klar› da alarak zihinleri kar›flt›rmamak için, bütün

varl›klar sözkonusu olunca, bunu –insanlardaki gibi– “vicdan”

ad› alt›nda de¤il de, “inkiflaf mekanizmas›” veya “tekâmül mekanizmas›”

ad› alt›nda genellefltirerek konuflmak uygun olur.

*

* *

fiimdi, inkiflaf mekanizmas›n›n gerektirdi¤i idrak, özgürlük

kavramlar›n›n dünyadaki bitki ve hayvan gibi basit varl›klardaki

karfl›l›klar›n› belirtelim:

Bedenlenmifl olan her varl›kta, idrak ve özgürlü¤ün kendisine

özgü en basit ve ilkel hâli mevcuttur. Bunu yukar›larda aç›klam›flt›k.

Yaln›z, flu var ki, ilkel kademelerin idrak ve iradeleri, insanlar›n

kabul etti¤inden bambaflka mânâlar› tafl›r. Hele bitkilerde

bunlar hissedilmeyecek derecede basittir, ilkeldir, âdeta içgüdüsel

hamleler hâlindedir ki, bu da o safhadaki varl›klar›n hayat

ihtiyaçlar›na bol bol yetmektedir. fiu hâlde, bitki ve hayvanlarda,

insanlar›n tan›makta oldu¤u vicdan fleklinde olmamakla birlikte,

ona denk bulunan bir inkiflaf düalitesi mevcuttur. Fakat tekrar

ediyoruz; bunu insanl›k âlemindeki vazife–nefsaniyet düalitesi

fleklinde düflünmemek gerekir.

‹lkel varl›klar›n sadece basit bir inkiflaf mekanizmas› olarak kabul

etti¤imiz bu düalite, do¤al olarak, o varl›klarda en ilkel içgüdülere

ayarlanm›fl bulunacakt›r. Meselâ bitkileri ele alal›m! Bitki-

99


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lerdeki idrak ve irade özgürlü¤ü insanlar›nkine oranla o kadar ilkel

ve basittir ki, bunun objektif olmaktan ziyade, sübjektif karakteri

vard›r. Ve bunu da insan idrakinin kavrayabilmesi hemen

hemen mümkün de¤ildir. ‹flte bu yüzden onlardaki inkiflaf, insanlara

tümüyle mekanik bir yürüyüfle tâbiymifl gibi görünür. Buradaki

durum, asl›nda bir görünüflten ibarettir. Çünkü bu safhadaki

varl›klar, kaba maddelerdeki gibi yaln›z Ünite’den gelen tesirlere

tâbi ve onlar›n maddede yapt›klar› hareketlere intibak etmeye

mecbur durumda de¤ildirler. Bunlarda içgüdüsel hamle ihtiyaçlar›

belirmifl ve bunun basit tatbikatlar› da bafllam›flt›r. Fizikteki

k›lcall›k özelli¤ine uyarak topraktan g›das›n› kökleri vâs›tas›yla

al›p bedenine yayarken, onlar› bedeninde kullanmas› ve harcamas›,

hakikatte, insanlara göre gizil denebilecek kadar ilkel

olan içgüdüsel hamlelerini gösterir. Bu durum, o bitkinin yaflamas›

için kaba maddeye olan müdahalesinin en basit fleklini ifade eder.

Bitkinin di¤er hayatî fonksiyonlar› hakk›nda da hâl böyledir. ‹flte

ancak bu mânây› korumak flart›yla, bitkilerdeki inkiflaf›n otomatik

oldu¤unu söylemekteyiz. Dolay›s›yla, onlar›n da çok basit olmakla

birlikte, bu ilkel canl›l›k durumlar›na yetecek kadar otomatik

ve basit müdahalelerini içeren birer inkiflaf mekanizmas›

mevcuttur ve bu da, bir birim düalite içinde ifller. ‹flte bu birim

düalitenin insan hayat›ndaki ad› vicdand›r. Zaten bu görüflü kabul

etmezsek, dünyadaki bedenlilere özgü olan inkiflaf mekanizmas›na

göre, bitki ve hayvanlar›n ilerleyifllerini de aç›klayamay›z.

Hayvanlarda bu ifl, biraz daha belirgindir. Çünkü onlar›n idrak

ve irade özgürlükleri biraz daha, yâni insanlar›n gözüne çarpabilecek

kadar, inkiflaf etmifl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, inkiflafa

iliflkin bu birim düalite mekanizmas›n›n hayvanlardaki gözlemini,

ufak bir dikkat sarf›yla yapmak, birçok kimse için mümkündür.

Bir tarafa sopay›, di¤er tarafa kemik parças›n› koyup da ikisinin

ortas›nda serbest b›rak›lan –o sopan›n tad›n› alm›fl– bir köpek,

flaflk›na döner. Ruhunda, sopan›n an›s› canlanan bu köpe¤in kemi¤e

hücum edip etmemek hususunda bir süre geçirece¤i karars›zl›k,

ondaki basit, k›sa bir iç mücadelesine denk gelir. ‹flte bu

durum, insanlarda vicdan düalitesi dedi¤imiz mekanizman›n, ne

100


BEDR‹ RUHSELMAN

kadar ilkel hâlde olursa olsun, hayvanlardaki fleklini ve iflleyifl tarz›n›

gösterir. Hayvanlarda bu mekanizma otomatik olarak ifller.

Meselâ açl›k hissi, onu g›das›n› arama vazifesini köstekleyen korku

veya tembellik duygusunu yenmeye sevk eder. O, bu duygusunu

yener; çünkü açl›k hâli onu, g›das›n› bulmak için etraf›nda

araflt›rmalar yapmak, cehit ve gayret göstermek zorunda b›rak›r.

Bu da ona, t›pk› insanlar›n vicdan mekanizmas›nda oldu¤u gibi,

bir sürü tatbikat zemin ve imkânlar› haz›rlar: G›das›n› bulamaz,

aç kal›r, gitti¤i yerlerde dayak yer, hemcinsleri ile bo¤uflur, nihayet,

öldürülebilir. Bunlar, o hayvan›n varl›¤›nda gelip geçici de

olsa, bir sürü otomatik çat›flma eflli¤inde olur. Yine, yukar›dan

gelen fliddetli tesirler, sevgi ba¤lant›lar›, yeni do¤an yavrusunu

beslemek ve büyütmek vazifesini ona yükler. Böylece, onun gelen

bütün tesirler karfl›s›nda gösterece¤i cehit ve gayretler, insanlardaki

vicdan mekanizmas›n›n hayvanlardaki dengi olan birim düaliteyle

yürür ki; hayvanlar›, otomatikman, insanlardaki vicdan

düalitesine bu birim düalite haz›rlar. ‹nsanlara gelince; burada

ayn› mekanizma, tabiî ki daha yüksek, yâni idrakli karakteriyle,

“vicdan” denilen formunu almaya bafllar. ‹nsanl›kta vicdan realitesinin

hem otomatik, hem yar› idrakli, hem de az çok idrakli

olmak üzere, üç safhas› da mevcuttur.

Otomatik vicdan safhas›, insanlar›n henüz ilk zamanlar›na aittir.

Bu insanlara hatal› olarak “henüz vicdanlar› inkiflaf etmemifl”

diyenler bulunabilir. Fakat bu yarg›, vicdan düalitesine ait, vermekte

oldu¤umuz genifl kapsaml› bilgi içinde yanl›flt›r. Ve bu hâl,

insanlarda düaliteyi aç›k olarak görememenin sonucudur. ‹nsanl›¤›n

ilk kademelerindeki vicdan mekanizmas›, ne kadar az belirgin

olursa olsun ve ne kadar otomatik görünürse görünsün, yine

de hayvanlardakine nazaran az çok idrakli hareketlerle zenginleflmifltir.

Meselâ, büyük bir sevgi ba¤›yla yavrusuna ba¤l› olan ilk

insan kademesi kad›n›n›n idrakinde, anal›k yükümlülü¤üne ait az

çok güçlü duygular, sezgiler ve hattâ bilgi k›r›nt›lar› vard›r. O, çocu¤unu,

bir hayvan›n yavrusunu besledi¤i gibi sade kör içgüdülerine

uyarak beslemez. Çocu¤unun hasta olmamas›, rahats›z edilmemesi,

ölmemesi için akl› erdi¤i kadar, önceden tedbirler al-

101


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

man›n ve o tedbirlere göre bâz› fedakârl›klara katlanman›n gere¤ini

kabul eder, bu yolda cehit ve gayretler gösterir. Biraz büyüyen

çocu¤unu –hayvanlar›n yapt›¤› gibi– silkip atmaz. Yine,

akl›n›n erdi¤i, bilgisinin yetti¤i kadar, onun ö¤retim ve e¤itimiyle

de meflgul olman›n gere¤ini idrak eder ve bu yolda çocu¤una

karfl› bir anal›k borcuna ait yükümlülü¤ünün bulundu¤u sezgisine

az çok varm›fl olur. Bununla birlikte o, bunlar› yapmayabilir de!..

Yâni, ilk kademelerinde insanl›k otomatizmas›n›, hayvanl›k âleminin

otomatizmas›ndan ay›ran özgürlük ve serbestlik hâli; hayvanlarda

mevcut olmayan sorumluluk duygusunun ve idrakinin

insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– do¤maya bafllam›fl oldu-

¤unu gösterir. Bu sorumluluk sezgisinin do¤uflu, insanl›k inkiflaf›n›n

h›zlanmas›nda etken olan en önemli duygular›n bafllang›c›d›r.

Çünkü vicdan düalitesinin vazifeye ve nefsaniyete yönelik

z›tlar› aras›ndaki denge durumlar› üzerinde, bunun büyük rolleri

olacakt›r: Bu sayede say›s›z s›navlar, eprövler, ›st›raplar,

azaplar, gözlemler, k›sacas› bir sürü olay idrak sahas›nda yer alarak,

insan varl›¤› –icap eden otomatizmalarla– vazife sezgisine

haz›rlanacakt›r.

*

* *

‹nsanl›k kademeleri ilerledikçe vicdan realitesine ait duygular,

bilgiler ve idrakler artar. O oranda özgürlüklerin s›n›r› genifller.

Fakat bir bak›mdan da, idraki geniflledikçe insan, yapmas› ve

yapmamas› icap eden fleyleri daha iyi sezmeye bafllar, onlara

uymak mecburiyetini duyar; böyle olunca da özgürlü¤ünü, gene,

bizzat kendisi s›n›rlamak zorunlulu¤unu duymaya bafllam›fl olur.

Böylece vicdan mekanizmas›, gittikçe daha iyi idrak edilir ve insan,

o oranda otomatizmadan kurtulur ki; bu da onun ad›m ad›m

vazife sezgisine yaklaflmas›n› sa¤lar. Nihayet, oldukça uzun bir

süre sonra, vicdan düalitesinin dengeleri vazife sezgisinin ve bilgisinin

efli¤ine dayan›r.

*

* *

102


BEDR‹ RUHSELMAN

Varl›klara ait inkiflaf mekanizmas›n›n genel olarak flemas›n› k›-

saca verdikten sonra, insanl›k hayat›nda onun nas›l iflledi¤ini, nas›l

ifllemesi gerekti¤ini ve ne flekilde inkiflaflar kaydetti¤ini aç›klamaya

bafll›yoruz.

‹nsanlardaki vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›n› izlerken, genellikle

yap›ld›¤› gibi sevgi, fedakârl›k, nefsaniyet, vicdan gibi birtak›m

durum ve melekeleri belirli bir tertibe tâbi tutarak s›ralamak,

do¤ru de¤ildir. Meselâ “önce fedakârl›k safhas› gelir, sonra onu

mutlaka bir sevgi veya vicdan safhas› izler” gibi mutlak bir s›ra

tertip etmek yanl›flt›r. Sadece, burada, insanlar›n hayat› boyunca

hem birbirine z›t olan, hem de birbirini destekleyen, vicdan›n vazifeye

ve nefsaniyete yönelik unsurlar›, bir bütünün iki z›dd› hâlinde,

karfl› karfl›ya yürüyüp giderler. Demek ki dünyada vazife

sezgisi haz›rl›¤›n› yapan vicdan mekanizmas›, bazen nefsaniyet,

bazen vazife yönüne yönelmifl iki tarafl› bir bütün hâli gösterir ve

yukar›da sayd›¤›m›z melekeler, bu bütünün içinde, müspet ve

menfî taraflar›nda, onun her kademesine uygun hâllere ve ihtiyaçlara

ayarl› denge durumlar›n› al›rlar ki; bu dengeyi sa¤layan

z›tlardan yukar›da olan›, vazife plân›na, afla¤›da olan›, nefsaniyete

yönelmifltir. Meselâ, di¤erkâml›k duygusu, vazife plân›na daha

yaklaflt›r›c› bir üst realite ise; onun karfl›s›na z›t olarak dikilen

bencillik nefsaniyeti, alt realiteyi oluflturur. Fakat unutulmas›n ki,

asl›nda bunlar›n ikisi de, bir düalite içinde, düalite prensibinin

icaplar›yla birbirine z›t nitelikler gösteren ayn› k›ymetin iki tarafl›

tezahüründen baflka bir fley de¤ildir. Bu z›tlar›n mânâs›n›, vicdan

konusu üzerinde konufltukça daha iyi anlatm›fl olaca¤›z. Demek

ki vicdan, hem müspet, hem menfî taraflar›yla, tam bir birim

düalite hâlinde, insan›n idrakini vazife bilgisine yaklaflt›ran kudretli

bir mekanizmad›r. Bu mekanizma, bitki safhas›ndaki içgüdüleri

hayvan safhas›n›n otomatizmas›na, hayvan safhas›ndaki otomatizmalar›

insan hayat›ndaki vicdan duygusu safhas›na, insanlar›

ise vazife sezgisi ve bilgisi idraklerine, yâni vazife plân›na haz›rlar.

*

* *

103


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

‹nsanl›k safhas›na geldi¤inde, bu inkiflaf mekanizmas›, insan›n

az çok beliren idrak ve irade özgürlü¤üne terk edilmifltir. Böylece

insan, kullanmakla yükümlü bulundu¤u idrak ve irade özgürlü-

¤üyle, cehit ve gayretlerini vicdan düalitesinin hangi z›dd›na yöneltirse,

hangi z›dda daha fazla de¤er yüklerse, denge o z›dd›n

lehine olarak bozulur. Çünkü bir madde kombinezonuna yönelmek,

ona tesir göndermek demektir; gönderilen tesirler ise birer

de¤erdir ve o taraf›n lehine olarak de¤er farklanmas›na neden

olur.

*

* *

fiimdi vicdan mekanizmas›n›n iflleyifl tarz› üzerinde duraca¤›z.

Vicdan düalitesinin müspet dedi¤imiz üst realitesi ile görece olarak

menfî dedi¤imiz alt, nefsaniyet realitesi, herhangi bir inkiflaf

kademesinde, insanda denge hâlinde bulunur. Yâni, bunlar›n

içerdi¤i de¤erler, aralar›ndaki statüyü korurlar. Yaln›z, buradaki

denge, sürekli olarak sabit kalmaz, her ân bozulur. Fakat –daha

önce söyledi¤imiz gibi– bozulan bütün düalite dengeleri, daima

yeniden kurulma, denge hâline gelme e¤ilimindedir. Düalite

prensibi gere¤ince, dengesi bozulmufl z›tlar, aslâ o hâlde kalamazlar.

Hangi taraf›n fazla de¤er almas›yla denge bozulmuflsa,

dengenin tekrar kurulmas› için, o z›ttan zay›f olan tarafa bir de-

¤er ak›m› bafllar. Bu da karfl› taraftaki menfî olan z›dd›n de¤er

düzeyinin müspet z›dd›n de¤er düzeyi hizas›na kadar yükselmesine

neden olur. Böylece, esasen yüksek de¤erler alarak düzeyini

artt›rm›fl müspet taraf ile menfî taraf aras›nda kurulan yeni denge

düzeyi, önceki düzeye nazaran daha üstün bir duruma girmifl

bulunur ki; bu da, o birim düalitenin bir üst kademeye geçmifl

olmas›, yâni vicdan mekanizmas›ndaki idrakin, vazife bilgisine

biraz daha yaklaflm›fl bulunmas› demektir. Buna karfl›l›k menfî

z›dda, yâni nefsaniyete fazla de¤er gönderilirse, ifl öncekinin ayn›

olmakla birlikte, yön aksi tarafa döner. Bu takdirde birim düalite,

yâni vicdan, bir kademe afla¤›ya do¤ru kaymaya bafllar. Ve vicdan›n

afla¤›lara kaymas› demek, yüksek k›ymetlerinden kaybetmeye

bafllamas› demektir ki, bu gibi hâllerde insanlar görünüfle

bakarak, “vicdan sesini bo¤mak, körletmifl olmak” gibi deyimler

104


BEDR‹ RUHSELMAN

kullan›rlar. Nitekim önceki hâlde de, vicdan sesinin güçlenmifl olmas›ndan

söz ederler.

Fakat genel tekâmül prensipleri, hiçbir varl›¤›n sürekli olarak

afla¤›lara do¤ru yuvarlan›p gitmesine r›za göstermez. ‹fl bu hâle

gelirse, yâni e¤er o insan sürekli menfî z›dda de¤erler göndermek

suretiyle dengeyi hep afla¤›lara do¤ru kayd›rarak, idrak ve irade

özgürlü¤ünü kötüye kullanmaktan kendisini kurtaramayacak duruma

girerse, ona yard›mla yükümlü olan vazifeli varl›klar, derhal

gönderdikleri güçlü tesirlerle, onu, yuvarlanmaktan kurtarmak

için, zorlay›c› bir otomatizmaya sevk ederler. Yâni –afla¤›

yukar› ilk insan kademelerinde oldu¤u gibi– onun önüne birtak›m

çekici veya itici a¤›r olaylar› sürerek, idrak ve iradesinin istenilen

üst z›dda otomatikman yönelmesini sa¤lamaya çal›fl›rlar. Az çok

zorlay›c› bir karakter tafl›yan bu hâl, do¤al olarak, serbest iradeyle

oldu¤u gibi pek kolayl›k içinde cereyan etmez. Aksine, burada,

otomatizman›n zorunluluklar›ndan olarak, ortaya sürülecek say›-

s›z olay›n genellikle ›st›rapl› ve s›k›c› olan mahiyetleri, o insan›n

iradesini yola sokuncaya kadar, ona birçok zahmetler, azaplar,

hattâ icap ediyorsa iflkenceler ve ölümler haz›rlar. Tâ ki* onun,

kendi serbest hâliyle kullanamad›¤› iradesi, istenilen z›t tarafa

yönelebilecek kudreti kazanm›fl olsun.

*

* *

fiimdi, vicdan›n vazifeye ve nefsaniyete yönelik olan z›t unsurlar›na

geçelim! Herhangi bir kademedeki vicdan mekanizmas›nda,

birbirine z›t görünen iki unsur; bir insan› vazife plân›n›n

bilgilerine haz›rlay›c› mahiyette afla¤›dan yukar›ya do¤ru s›ralanm›fl

ve ihtiyaçlar›n zaruret ve icaplar›na göre tertiplenmifl realiteler

zincirinin, o kademeye özgü, birbirine kenetli bulunan, alt

ve üst iki halkas›d›r. Alttaki halkay› oluflturan realiteye nefsaniyete

yönelmifl, üsttekine de vazifeye yönelmifl diyoruz. Bu zincir,

afla¤›dan yukar›, geçmiflten gelece¤e do¤ru uzand›¤›na göre, altta

olan nefsaniyete derken yaflanm›fl realiteyi, üst z›dd› oluflturan

* “Tâ ki” ifadesi, flu anlamlar› verecek flekilde kullan›l›r: “…mesi için, …sin diye; …e kadar;

yeter ki; sonunda”.

105


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

vazifeye derken de yaflanacak realiteyi kastetmekteyiz. fiu hâlde,

vicdan mekanizmas› unsurlar›n›n her biri, insan hayat›n›n geçirilmifl

ve geçirilecek olan realitelerini içermektedir. Devresini tamamlam›fl

bir realite, vazife plân›na insan› biraz daha yaklaflt›r›c›

mahiyette olan bir üst realitenin önüne engel olarak dikilir. Ve zaten

buna onun için “nefsaniyet” diyoruz. Fakat unutulmas›n ki, o

ân için üsttekine engel olan bu alt realite, o üst vicdan kademesini

haz›rlam›fl bulunan bir önceki kademenin üst realitesi idi.

*

* *

‹nsanlar için realite, hislerinin alâka kurdu¤u mevcudiyete

inanmalar› demektir. fiu hâlde –hisler daima de¤iflti¤ine göre–

sabit bir realite yoktur. ‹drakler geniflledikçe ve artt›kça, hisler ve

realiteler de de¤iflir ve kapsam kazan›rlar. Demek ki vicdan mekanizmas›nda

afla¤›dan yukar›ya yükselen ve de¤iflen realitelerin

durumu, varl›¤›n vazife plân›na do¤ru uzan›fl ve yürüyüflünün h›-

z›n› gösterir. Çünkü realiteler, idrak ile birlikte yürürler. ‹drakler

ne kadar artarsa, realiteler de o oranda genifller ve kapsam kazan›rlar.

Yâni, hislerin alâka kurdu¤u mevcudiyetler ço¤al›r ve onlar›

benimsemek, hazmetmek kudretleri artar; böylece daha yüksek

ve ileri realitelere ulafl›l›r. Bir da¤a t›rmanan insan, da¤›n eteklerinde

iken, karfl›s›nda ancak küçük bir arazi parças›n› görebilir.

Da¤a t›rman›p yükseldikçe, gözlerinin önünde aç›lan arazi o

oranda genifller. Ve da¤›n tepesine ç›kt›¤› zaman, ovay› bütün

kapsam›yla görür ve kavrar. ‹flte, idrak yükseldikçe realitelerin

kapsam› da böylece artar.

Realite, ayn› zamanda bir bilgidir. Hislerle alâka kurulup da

varl›klar›na inan›lan fleyler, duyulur ve bilinir. fiu hâlde, her kademe

ve safha için sabit olan, de¤iflmeyen mutlak bir realite,

dünyada mevcut de¤ildir. Herkesin kendine özgü duyufl ve inan›fllar›

vard›r. Bu duyufl ve inan›fllara göre de, mahiyetleri ve kapsamlar›

de¤iflik realiteler mevcuttur. Afla¤›larda bulunan insanlar›n

henüz realitesine girmemifl durumlar, üst kademede bulunanlar

için realite olabilirler. Yine, realiteler, yükseldikçe, alt kademelerin

basit realitelerini de kapsamlar› içine al›rlar. Yüksek

106


BEDR‹ RUHSELMAN

realitelere giren bu basit realiteler, onlar›n kapsam› içinde yavafl

yavafl eriyerek kendi kimliklerini kaybederler. fiu hâlde, meselâ

insan›n da¤›n ete¤inde iken gördü¤ü birkaç yüz metrekarelik

arazi içindeki ufak tefek ayr›nt›lar, girintiler, ç›k›nt›lar, hendekler,

çal› ç›rp›lar, ufak su birikintileri... da¤›n tepesine ç›k›ld›kça

daha geniflleyen ufuklar›n genifl sahas› içinde yavafl yavafl kaybolurlar.

Fakat onlar yine de, meydana gelen bu bütünün kurucu

unsurlar›, birer cüzü olarak o sahan›n içinde kal›rlar. Dolay›s›yla,

realiteler birbirine eklenerek geniflledikçe eski realitelere tak›l›p

kalmamak gerekir. Bunu yapmad›kça, eteklerden görünen birkaç

yüz metrekarelik manzaran›n ayr›nt›lar›ndan ayr›lmak istenmedikçe,

yukar›lara ç›kmak ve manzaray› geniflletmek mümkün olmaz.

Ve tepelerden gözlemlenen kilometrelerce genifl sahan›n

zenginliklerinden, haflmetli manzaralar›ndan yararlan›lamaz.

Esasen o iki kar›fll›k yere ba¤l› kald›kça, bu manzaralar›, bu güzellikleri

aramak ihtiyac› da belirmez. fiu hâlde, yükselmek için,

hedefe yaklaflmak için, özetle, vazife plân›na gerekli olan liyakatleri,

idrakleri kazanman›n yolunu tutmak için, alt kademelerin

nefsaniyetleri içinde gömülüp kalmamak ve onlar›n a¤›rl›klar›ndan

silkinip kurtulmak gerekir.

*

* *

Realitelerden silkinip kurtulmak, herhangi bir realiteyi gelifligüzel

f›rlat›p at›vermek suretiyle olmaz. Burada flu noktan›n iyi

anlafl›lmas› gerekir: Bir realitenin daha yüksek bir realiteye yerini

b›rakmas›, keyfî bir ifl de¤ildir. Bu, öncelikle, bir inkiflaf zaruretinin

sonucudur. Bir realitenin terk edilip daha üstün bir realiteye

geçilebilmesi için, o realitenin bütün icaplar›na uyulmas›, ona

hâkim duruma geçilmesi ve onun iyice hazmedilmesi gerekir; yâni

o realitenin sonuçlar›n›n, öz varl›k taraf›ndan bütün icaplar›yla

benimsenmifl ve öz bilgi hâline girmifl bulunmas› gerekir. Yoksa,

henüz benimsenmemifl ve hazmedilmemifl bir realitenin vicdan

mekanizmas›ndaki esas yeri, zaten o mekanizman›n üst unsurudur.

Çünkü o, geçirilmifl de¤il, henüz geçirilmesi gereken bir realitedir.

Yâni, kazan›lm›fl de¤il, kazan›lacak bir realitedir. Dolay›-

107


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

s›yla, onun, tam mânâs›yla, icaplar›na uyulmas› gerekir. Tâ ki o,

geçirilmifl, yaflanm›fl bir unsur olarak ikinci plâna, nefsaniyet plân›na

inebilsin. Bunu da tayin edecek olan hâl, ihtiyaçt›r.

*

* *

‹nsan bir realitede tümüyle yaflad›ktan sonra, orada kendisini

tatmin etmemeye bafllayan noktalarla karfl›lafl›nca ve daha üstünü

aramak ihtiyac›n› duyunca, içinde bulundu¤u realite, art›k ikinci

plâna düflmesi gereken, nefsaniyet hâline giren bir unsur olur. ‹flte

böylece eskimifl, geriye b›rak›lmas› icap eden bir realiteden silkinmek

için yap›lan mücadelelerden do¤an olaylar ve bu olaylardan

al›nan dersler; öz bilginin sürekli olarak artmas›na, idrakin genifllemesine

ve sonuç olarak ruhun tekâmülüne neden olmaktad›r.

Böylece, realiteler afla¤›dan yukar›lara do¤ru, art arda sürüp gider.

Yâni, herhangi bir kademenin vazifeye yönelik unsuru, üst kademenin

nefsaniyet unsurunu; nefsaniyete yönelik unsuru da alt kademenin

vazife unsurunu oluflturur. Tekrar edelim ki, bu realiteler

de¤iflmeyen bir s›ra içinde birbirini kovalamaz. Kiflinin tekâmül

ihtiyac›na ve idrak kapasitesine göre de¤iflerek birbirini izler. Burada

bir örnek verelim: ‹ntikam duygusuyla, insan öldürmenin

mübah say›ld›¤› herhangi bir kademe düflünülsün! Orada, babas›n›

veya akrabas›n› öldüren bir kâtilden, kan dâvas› güderek öç

alman›n gere¤ine inanm›fl ve bu ifli, bu inançla bir ödev olarak kabullenmifl

bir insan var. Bu inanç, o kademenin bir bilgisi, bir realitesidir.

Fakat bunun üstünde de öyle bir bilgi kademesi daha var

ki; orada, kendisine kötülük yapm›fl bir insan hakk›nda intikam

duygusu beslemenin do¤ru olmad›¤› ve bunun sorumlulu¤u gerektirici

bir hâl oldu¤u, buna karfl›l›k, kötülüklere daima af ve hoflgörüyle

karfl›l›k verilmesi gerekti¤i bilgisi ve hükmü geçerlidir. Önceki

kademede yaflam›fl insan›n, kendi realitesinden s›yr›l›p üst

kademe realitesine geçmesi kararlaflt›r›lm›fl ve bunun için de o,

tekrar dünyaya gelmifl bulunsun! O insan dünyaya gelirken, kendisini

eski realitesinden kurtarmaya yard›m edecek bütün mücadele

imkânlar›n› plân›na koymufltur. Fakat hâlâ eski realitesinin

etkisi alt›ndad›r. fiu hâlde, dünyaya gelince, vicdan mekanizmas›n›n

menfî kutbunu oluflturan intikam nefsaniyeti realitesinin

108


BEDR‹ RUHSELMAN

güçlü ba¤lar› karfl›s›nda, o insan, af, hoflgörü, hattâ sevgi telkin

eden üst realiteye yanaflmayabilir. Ve böylece, eski intikam realitesinden

kendisini kurtarmakta güçlük çekmeye bafllar. Dolay›s›yla,

e¤er kendi kendine kal›rsa, belki bütün hayat› boyunca

yerinden k›m›ldayamayacak ve üst kademeye geçemeyecektir. Fakat

bu hâlin aslâ böyle devam edemeyece¤ini daha önce de söylemifltik.

Ve bir birim düaliteye, yukar›dan üst z›dda, afla¤›dan da

alt z›dda gelecek milyonlarca tesirin mevcudiyetinden de söz etmifltik.

Üstelik, bir de onun dünyaya gelirken çizilmifl olan hayat

plân› vard›r ki; o, dünyada bu plâna sâd›k kalaca¤›na nas›l söz

vermifl ise, o plân etraf›nda ona yard›m etmekle vazifelenmifl yard›mc›

varl›klar da vazifelerini elbette yapacaklard›r. Dolay›s›yla, o

insan›n üst realitelere ulaflmas› için muhtaç oldu¤u güçlerin inkiflaf›

maksad›yla neler yap›lmas› gerekirse, bu yard›mc›lar onlar›

yapacaklard›r. ‹flte, bu yard›m ve müdahalelerle o, eski realitesinden

sökülür ve üst kademenin af, hoflgörü ve flefkat bilgilerine

atlayarak, eski, intikam almak, insan öldürmek realitesinden vazgeçer.

fiu hâlde, üst realiteyi benimsemek, alt realitenin ba¤lar›ndan

çözülmekle mümkün olur.

*

* *

Realiteler, öz varl›kta sonuçland›rd›klar› bilgi bak›m›ndan ele

al›n›nca, onlar›n birbirlerini bütünlediklerini de unutmamak gerekir.

‹flte bu bak›mdan her realite, bir üst realiteyi haz›rlayarak var›lmas›

gereken noktaya kadar zincirleme giden bir bütünün cüzüdür.

Ve esasen, bir insan varl›¤›n›n görgü ve deneyimi de, bu

realitelerin öz varl›kta bilgi hâlinde birikmifl izlenimlerinden ibarettir.

Yâni, geçmifl bir realite, gelecek realiteyi haz›rlarken, gelecek

realitenin öz bilgileri içinde, o geçmifl realitenin de izlenimi

mevcut olarak kal›r. Esasen, böylece, gelecek realiteler, geçmifl

realitelerin sonuçlar›n› içine ala ala genifller ve kapsam kazan›r ve

varl›¤›n görgü ve deneyimlerinin artmas›na neden olurlar. Meselâ

kaba bencillik realitesinin bulundu¤u kademeyi dolduran bireysel

bencillik nefsaniyeti, üst mâflerî bir plân realitesinde, daha üstün

ve kapsaml› bir karakterde, mâflerî bencillik hâlini al›r. E¤er birinci

kademede bir insan, yaln›z bireysel ç›karlar› için ç›rp›n›yor-

109


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

sa, ikinci kademede kendisine ba¤l› küçük bir toplulu¤un, bir ailenin

ç›karlar› için çal›flmaya bafllar. Ve bu bencillik nefsaniyeti; kademeler

yükseldikçe bir cemiyeti, cemaati, ulusu, tüm insanlar› ve

hattâ bütün varl›klar› kapsayacak flekilde artar ve genifller ki, oralara

do¤ruldukça art›k ona bencillik de¤il, di¤erkâml›k demek icap

eder. Bununla birlikte yine, o, kendisinden bir üst realiteye nazaran,

nefsaniyet durumunda kal›r. Bu durum, eski nefsaniyetlerin

öz varl›ktaki sonuçlar›n›n, yeni ögelerin sonuçlar›yla, yâni üst z›tlar›n

sonuçlar›yla beslene beslene kapsam kazanan ve inkiflaf eden

hâllerini gösterir. ‹flte böyle, bir üst realitenin karfl›s›na dikilmek

suretiyle onun kazan›lmas› için lüzumlu cehitleri gerektiren bir

nefsaniyet realitesi, ayn› zamanda, bu üst realitenin içine kar›fl›p

daha yüksek kimliklerde kaybolmaya aday durumdad›r. fiu hâlde,

en ileri ve yüksek realitelerin öz bilgi hâline geçmifl sentezleri

içinde, ilk realitelere ait nefsaniyetlerin o bilgilere intibak etmifl ve

ilk mahiyetlerini orada eritmifl sonuçlar› vard›r.

*

* *

fiimdi, realitelerin insanlar› vazife plân›na nas›l haz›rlad›klar›

meselesi üzerinde duraca¤›z. ‹nsan›n vazife plân›na geçecek olan

taraf›; etiyle, kemi¤iyle, sinirleriyle, bedeni de¤ildir. Beden, her

dünya hayat› devresinin sonunda bütün oluflumlar›yla birlikte,

topra¤a gömülmeye mahkûmdur. Dolay›s›yla, insan›n, ilk insanl›k

hayat›ndan itibaren –insan üstü bir plân olan– vazife plân› bilgisine

kadar yürüyen taraf› bedeni de¤il, baflka bir taraf›d›r ki, o

da daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz, varl›¤›d›r. Yâni, tâbi oldu¤u

bir ruha hizmet etmek için çeflitli maddeler kullanarak, bütün

kâinat boyunca inkiflaf ede ede yürüyen, varl›¤›d›r. Bedenler, bu

varl›¤a sadece bir vâs›tadan ibarettir. fiu hâlde, bütün bu realiteler

ve realiteleri oluflturan unsurlar, vazife plân›na insan bedenini

de¤il, onu kullanan varl›¤› haz›rlamaktad›rlar. Bunun da mânâs›

fludur ki, insan beynine göre k›ymetlendirilmifl olan dünya realiteleri,

öz varl›¤a, ayn› hâl ve flekillerde geçemezler. Ve zaten böyle

olmasayd›, bedene hiç gerek kalmaz, varl›k dünyada do¤rudan

do¤ruya yaflayabilirdi. O hâlde, insan beyninin k›ymetlendirdi¤i,

dünyada bildi¤imiz, gördü¤ümüz realitelerin öz varl›¤a intikal

110


BEDR‹ RUHSELMAN

eden ve onun haz›rlanmas› için intikal etmesi gereken as›l k›ymetleri

nelerdir?

Varl›¤a geçen bu k›ymetler, dünya maddelerine ayarlanm›fl bulunan

realitelerin kaba hâl ve flekilleri de¤ildir. Bu k›ymetler; öz

varl›kta bu realitelerin do¤urmufl olduklar›, varl›¤›n ince bünyesine

ve ihtiyaçlar›na uygun, yüksek ve ince madde kombinezonlar›

hâlindeki, birtak›m sonuçlar›d›r. Bunlara birer izlenim demek

de do¤ru olmaz. Çünkü bu sözcük, burada tam mânây› ifade etmemektedir.

‹flte, mahiyetleri insan idrakine göre pek belirsiz

olan bu sonuçlar veya izlenimler, varl›klar›n inkiflaflar›na neden

olan derin izlerdir. Ve bu izlerin derinleflmesi ifadesinin mânâs›

da, o varl›¤a ait olan ve tekâmülü sa¤layan öz idrakin genifllemesi

ve kapsam kazanmas› demektir. Esasen, öz idrak, varl›k ile efl

oldu¤undan, idrakin genifllemesi ve kapsam kazanmas› demek,

bizzat varl›¤›n inkiflaf etmesi demektir.

*

* *

Realitelerin öz varl›ktaki oluflma tarz›na gelince: Yaflanan realiteler

ve bu realitelere ba¤l› iyi ve kötü bütün olaylar, insanlar› çeflitli

görünüflleriyle memnun eder veya üzerken, hakikatte bunlar,

öz varl›kta –o varl›¤›n bünyesine uygun de¤erlerle– insan›n anlayamayaca¤›

flekilde birtak›m formasyonlara ve transformasyonlara

neden olurlar. Böylece orada, çok yüksek madde sentezleri

içinde, dünyadaki görünüfllerinden bambaflka flekil ve tarzlarda

gittikçe de¤erlenerek zenginleflen ince kombinezonlar meydana

getirirler. Bunlar, hakikî, öz bilgilerdir ki, ruhlar›n tekâmüllerine

hizmet ederler. Demek ki realitelerin, kaba dünya maddeleri aras›nda,

daha önce söyledi¤imiz maddî flekilleri ve durumlar› birbirini

kovalay›p haz›rlayarak sürüp giderken, onlar›n, öz varl›kta

efl mânâl›lar› bulunan sonuçlar› da, kaba âleme özgü ifadelerinden

çok daha derin ve ince mânâlar hâlinde birike birike, öz bilgileri

beslerler. Bunlar, hakikî tekâmül de¤erleridir. Daha önce

bilgisini verdi¤imiz tekâmül de¤erleri kavram›n› buradaki kavram

ile karfl›laflt›ranlar, ruhlar›n kâinattan ne flekilde yararland›klar›na

iliflkin sezgilerini biraz daha geniflletirler. Öz bilgilerle

111


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

genifllemifl bulunan öz idrak, yâni beden ortam›n›n üstündeki

varl›¤a ait olan ve varl›kla kâinat sonuna kadar uzanan hakikî

idrak, dünyada endirekt olarak, beden kanal›yla içinde yaflam›fl

oldu¤u realitelerin kaba görünüflleri yollar›ndan yararlan›r. Ve

böylece, tâbi bulundu¤u ruhun tekâmülüne ait hizmetlerine devam

eder. ‹flte bu bilgi iyice kavrand›ktan sonra, realitelerin hem

unutulmas›, hem yaflanmas› ifadelerinin mânâlar›n› birbirine kar›flt›rarak

teflevvüfllere düflmek olas›l›klar› ortadan kald›r›lm›fl

olur. Çünkü, burada, olaylara hedef olan iki ekran vard›r: Bunlardan

biri, fizik dedi¤imiz kaba maddeler toplulu¤u, di¤eri ise

bu toplulu¤u kullanmak suretiyle bir ruha hizmet eden ince ve

karmafl›k bir varl›kt›r. Bedenin kabal›¤›, kaba realiteleri almaya

yarar, varl›ktaki öz bilgilerin artmas›na imkân sa¤lar. ‹flte, iflleri

görülünce unutulmas› gerekenler, realitelerin kaba bedenlere hitap

eden kaba görünüflleridir. Ve bu da, zaten ileride aç›klayaca-

¤›m›z yüzeysel zaman idrakinin bir zorunlulu¤udur. Çünkü bu

zorunlulu¤a göre, yeni bir k›ymetin meydana gelebilmesi için,

eski k›ymetin yerini ona terk etmesi icap eder. Buna karfl›l›k,

realitelerin öz varl›¤a hitap eden taraflar› ise, kaba görünüfllerinin

öz varl›ktaki efl mânâl›lar› olan, ince mânâlard›r. Bunlar, daha

önce söyledi¤imiz gibi, birbirini haz›rlayan ve birbirine eklenen

k›ymet cüzleridir ki, bu cüzler, öz bilgi sentezini geniflletirler.

Tekrar ediyoruz: Realitelerin yaflanmas› ve unutulmas› konusunu

ele al›rken, insan beynine, yüzeysel zaman idrakine göre kronolojik

k›ymet ve sistemlere ba¤l› olan maddî an›lar ile bu realitelerin

varl›kta derinleflmifl ve öz bilgi sentezine dahil olmufl izlenimlerini

birbirinden ay›rt etmeyi unutmamal›d›r. Çünkü yüzeysel zaman

icaplar›na tâbi olan beden için öncekilerin unutulmas› ne kadar

lüzumlu ise; ruhun tekâmülüyle ilgili, küresel zaman idrakinde

yaflayan varl›k için de, ikincilerin öz bilgiler aras›nda temelleflmesi,

o kadar do¤al ve zarurîdir. Ve hattâ esas gayenin icab›d›r.

*

* *

112


BEDR‹ RUHSELMAN

fiimdi öz bilgilerin artmas›n› sa¤layan vicdan mekanizmas›n›n

düaliteleri aras›ndaki iliflkileri biraz daha inceleyece¤iz.

Vicdan mekanizmas›nda biri vazifeye, di¤eri nefsaniyete yönelmifl

iki z›t tezahürün, birbirini izleyen ve haz›rlayan realitelerden

ibaret oldu¤unu söylemifltik. S›ras›na göre ayn› realite, hem nefsaniyete,

hem de vazifeye yönelebilmektedir. Uyulmas› icap eden

yerde vazifeye, geride b›rak›lmas› gereken yerde de nefsaniyete

yöneliktir. O hâlde, nefsaniyetlerin sonuçlar›, yâni öz bilgiler, nas›l

birbirine tak›larak geçmiflin zenginliklerini meydana getiriyor

ve gelecekleri haz›rl›yorsa, o gelecekler de öylece, vazife plân›na

yönelmifl olan daha ileriki geleceklerin yollar›n› açmaktad›rlar.

Burada, bu vazife ve nefsaniyet yönlerine yönelmifl z›t unsurlar›n

birbirine nazaran durumlar›n› daha maddî k›ymet benzerleriyle

aç›klayabilmek için, daha önce vermifl oldu¤umuz m›knat›s çubu-

¤u örne¤ine tekrar dönüyoruz: Bu çubu¤u “+” taraf› yukar›, “–”

taraf› afla¤› gelmek üzere çekül yönünde tutal›m! Bu hâlde iken

çubu¤un tam üst yar›s› ile alt yar›s›, birbirine eflit miktarda z›t

m›knat›sl›¤› içermektedir. fiimdi bu çubu¤u üst tarafa do¤ru uzat›rsak,

yâni ona üst taraftan m›knat›sl›k eklersek denge bozulaca¤›

için, çubu¤un nötr noktas›, yerinden oynar ve biraz yukar›

yükselir. Çünkü “+” taraftan eklenen bir k›s›m m›knat›sl›kla

“+”dan “–”ye do¤ru bir m›knat›sl›k ak›m› bafllayaca¤›ndan, denge

hatt› yukar›ya ç›kar. Bu ifllemi alt taraftan yaparsak sonuç aksi

olur, denge hatt› biraz daha afla¤› düzeye kayar. Bu, kaba bir örnektir.

Fakat sezgi vermesi bak›m›ndan yararl›d›r. Bu deney gösteriyor

ki, biri “+”, di¤eri “–” iflaretli olmas›na ra¤men, çubu¤un

her iki taraf›ndaki unsur, ayn› cevherdir. Bu örnekte m›knat›s

çubu¤uyla sembolize ediyorsak da, tabiî ki vicdan düalitesi, asl›nda

bu kadar basit bir durum göstermez. Yâni, onun unsurlar›

aras›nda, bir m›knat›sl›k unsurlar›yla k›yas edilemeyecek kadar

büyük ve karmafl›k farklar vard›r. Dolay›s›yla, buradaki realite

farklar›, m›knat›s›n “+”, “–” kutuplar›ndaki gibi basit de¤ildir.

Fakat vicdan mekanizmas›n›n ifllemesine ait, kabaca bir sezgi kazand›rmak

için bu örne¤i vermifl oluyoruz. ‹flte bir m›knat›s çu-

113


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bu¤uyla sembollefltirdi¤imiz vicdan› çekül yönünde tutarsak; üst

tarafta bulunan vazifeye yönelik unsuru ile alt tarafta bulunan

nefsaniyete yönelik unsuru denge hâlinde iken, bu unsurlar›n k›ymet

dereceleri, insan idraki muvacehesinde, yâni yine bizzat vicdan

mekanizmas›nda, birbirine eflittir. Ve bunlar›n denge hatt›

da, m›knat›s çubu¤u sembolüne oranla, tam ortadad›r. E¤er bu

vicdan çubu¤unu üst yar›s›ndan itibaren yukar›ya do¤ru uzat›rsak,

yâni üst tarafa, vazife realitesine yak›n cüzlere de¤erler eklersek,

çubu¤un yükü o tarafa do¤ru artar. Ve eski denge hatt›

afla¤›da kal›r. Bu takdirde, vazife ile nefsaniyet taraflar›n›n birbirine

karfl› olan denge durumu bozulmufl bulunur. Fakat denge yasas›,

bu bozuklu¤a katlanamaz, karfl› koyar. M›knat›sl›k olay›nda

oldu¤u gibi, denge tekrar kuruluncaya kadar, de¤eri artm›fl olan

taraftan az de¤erli tarafa, vazife taraf›ndan nefsaniyet taraf›na

do¤ru bir ak›m bafllar. Bu ak›m, tabiî ki, yüksek realitenin bâz›

k›ymet cüzlerinin daha alt realiteye geçmesi demektir. Kuflkusuz,

sözünü etti¤imiz bu de¤erler –biraz yukar›da aç›klad›¤›m›z gibi–

realitenin maddelere ve flekillere ait, bedene hitap eden taraf› için

de¤il, öz bilgilerle ilgili, varl›¤a hitap eden taraf› içindir. Bunlar,

öz bilgi de¤erleridir ve vicdan mekanizmas›n›n bir sürü iflleminden

sonra gerçekleflmektedirler. Böylece, “+” taraftan “–” tarafa

bu ak›m›n bafllamas›, bozulmufl olan denge hatt›n›n, öncekine

nazaran biraz daha yüksek düzeyde yeniden kurulmas›na neden

olur. Daha do¤rusu vazife unsuru de¤erlerinin bir k›sm›, nefsaniyet

unsurlar› aras›na kar›flarak, nefsaniyet düzeyini de biraz

daha yükseltmifl bulunur. Böylece, öz bilgi düzeyi ve öz bilgi idraki

yukar›lara do¤ru uzan›r. Demek ki vicdan mekanizmas›n›n

vazife taraf›na ait de¤erleri artt›kça, bu üst taraf›n afla¤›daki nefsaniyet

taraf›na akan de¤erleri, nefsaniyet taraf›n›n vazife taraf›-

na do¤ru kaymas›na ve iki taraf aras›ndaki denge hatt›n›n da vazife

plân› bilgilerine do¤ru yükselmesine neden olmaktad›r.

*

* *

114


BEDR‹ RUHSELMAN

fiunu belirtmek isteriz ki, bir insan›n, dünya k›ymetleri idraki

muvacehesinde yapaca¤› ifl; vicdan düalitesinin vazifeye yönelik

olan unsurunu beslemek, nefsaniyet unsurunu geriye atmak olmal›d›r.

Çünkü vazife unsuruna de¤erler eklendikçe vicdan dengesinin

öz varl›ktaki kazançlar› h›zla yükselecek; nefsaniyet unsurlar›na

ba¤lan›p üst unsurlar ihmal edildikçe de, öz bilgilerin artmas›,

baflka kanallardan, uzun uzad›ya geçirilecek ›st›rapl›, zahmetli

ifllemlerle, otomatik yürüyüfle tâbi olarak, yavafllayacakt›r.

fiu hâlde, inkiflaf yolunu k›saltmak ve vicdan mekanizmalar›-

n›n zahmetli müdahale zaruretlerini mümkün mertebe azaltmak

için, bu mekanizman›n üst ve alt unsurlar›n› birbirinden ay›rt

edebilecek idrak düzeyine bir ân önce ulaflmak gerekir; tâ ki üstlere

yönelmenin idraki ve cehdi mümkün olabilsin. Bunun için,

inkiflaf mekanizmas›ndaki önemi aç›kça görülebilen idrak üzerinde

durmam›z gerekiyor.

*

* *

Yukar›da, vicdan mekanizmas›n›n, insanl›ktan önceki varl›klarda

–tabiî ki en ilkel flekillerde– içgüdüsel düaliteler hâlinde oldu-

¤unu, insanl›k derecesindeki idrakli formunu ancak insanl›k hayat›ndan

itibaren almaya bafllad›¤›n› belirtmifltik. Bunun nedeni

hiç flüphesiz, idrak kudretinin, insanl›k düzeyine özgü derecesine

eriflmifl bulunmas›d›r. ‹nsanl›k safhas›ndaki vicdan mekanizmas›,

idraklere göre ayarlan›r. ‹nsanlar aras›ndaki vicdan mekanizmas›-

n›n inkiflaf›, en basit idrak düzeyinden en yüksek idrake kadar,

çeflitli kademeler gösterir. Bütün bunlar gösteriyor ki, insanl›ktaki

vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›nda idrakin çok önemli bir durumu

vard›r. Daha do¤rusu vicdan›n inkiflaf›, idrakin inkiflaf› demektir.

‹drakin en basit içgüdüler hâlinde mevcut bulundu¤u ilk

dünya varl›klar›nda, ancak o düzeye göre vicdan mekanizmas›

vard›r. Meselâ insanlar›n dünyada ilk varl›k olarak tan›d›klar›

bitkilerde, idrakin en basit hâli olan otomatik içgüdüler bulunmaktad›r.

Ve bu da, elbette, insanlar›n sahip olduklar› idrak kademelerinden

çok uzak bir hâl gösterir. Bu nedenden dolay› on-

115


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lara bir idrak damgas› da vurulamaz. Fakat bu içgüdüler, o düzeydeki

varl›klarda, onlar›n hayat icaplar›na yetecek kadar idrakin

yerini tutmaktad›rlar. O hâlde idrakin hakikî mânâs› üzerinde

dural›m!

*

* *

‹drak, madde kâinat›nda, sonsuz madde sistemlerini birbirine

ba¤layan bir kudrettir. Fakat bu tarifi yaparken flunu unutmamal›

ki, kâinattaki her fleyin oldu¤u gibi, bu kudretin de nedeni,

madde kâinat› d›fl›ndad›r. ‹flte bu kudret sayesindedir ki, maddeler

aras›nda iliflkiler kurulabilir. Ve bu iliflkilerden de ruhlar›n kâinat

içindeki sembolleri, yâni timsalleri olan varl›klar meydana gelir.

Yine, bu kudretle, plânlar aras›ndaki iliflkilerin karfl›laflt›r›lmalar›ndan

inkiflaflar ve tekâmüller sa¤lan›r. Burada, idrak bahsinde

ifade edilmifl büyük hakikatler vard›r. Bu hakikatlere nüfuz

edebilmek için, bu sözlerin üzerinde düflünmek gerekir.

*

* *

‹draki haz›rlayan ilk unsurlar›n, varl›klar›n ilk oluflmas› esnas›nda

nas›l meydana geldiklerini aç›klam›flt›k. Burada, ruhlar, münkeflif

hidrojenin da¤›n›k hâlde yay›nlad›klar› enerjileri bir araya

toplamak suretiyle bu varl›klar› kuruyorlard›. Birer yüksek vibrasyon

kompleksinden ibaret olan bu yüksek enerjilerle varl›klar›n

meydana gelmesi demek, idrakin en ilkel hâli olan içgüdülerin,

bu sözü edilen da¤›n›k enerjilerde tezahür etmeye bafllamas›

demektir. Burada, bu varl›klar› kuran ruhlara tâli yard›mlar da

yap›lmaktad›r. Çünkü daha önce belirtmifl oldu¤umuz gibi, varl›k

kuruldu¤u ândan itibaren, aslî tesirlerin yerine, tâli dedi¤imiz,

üstten ve yanlardan gelen tesirler geçer. Bu konuyu biraz daha

aç›klayal›m: ‹drak madde sistemlerini bir araya toplayan bir kudrettir,

dedik. Buna göre; varl›¤›n ilk oluflmas›nda, hidrojen atomu

enerjileri art›k öyle bir inkiflaf kademesine gelmifl olurlar ki; tâli

tesirlerin de yard›m› sayesinde, ruhlar, insanlar›n ancak “idrak

sözcü¤ü” sembolüyle ifade ettikleri kudretlerinin en basit hâli

olan içgüdülerini, maddenin bu kademedeki durumlar›ndan ya-

116


BEDR‹ RUHSELMAN

rarlanarak kullanabilmek imkânlar›na kavuflmufl bulunurlar. Burada,

idrakin nas›l bafllad›¤› hakk›nda yeterli derecede bir bilgi

verilmifl olmaktad›r.

Varl›¤›n mayas› idraktir. Ve ilk oluflan varl›k, ilk ân›ndan itibaren,

di¤er, daha basit madde kombinezonlar›n› ve sistemlerini,

kendisinde mevcut olan bu mayan›n, yâni idrakin derece derece

inkiflaf›yla orant›l› olarak, birbirine ba¤lamakta ve yeni yeni kombinezonlar

ve sistemler meydana getirmektedir. ‹drakin do¤uflu

ve önemi hakk›nda bu kadar sözü yeterli görüyor ve onun vicdan

mekanizmas›ndaki rolüne geçiyoruz.

*

* *

Öncelikle flunu belirtmek isteriz ki, idrakin vicdan mekanizmas›ndaki

rolü, bizzat o mekanizman›n mahiyetinde içkindir. Çünkü

esasen, vicdan mekanizmas›n›n z›tlar› aras›ndaki iliflkilerin kurulufl

ve ba¤lan›fllar›, idrak mekanizmas›yla olmakta ve hattâ do¤rudan

do¤ruya idrakin fonksiyonuna ait bir ifl bulunmaktad›r.

Tabiî ki bu ifl, varl›¤›n ilk oluflmas› ân›nda daha ziyade yard›mc›

tesirlerin müdahaleleriyle olur ve derece derece, idrak inkiflaf ettikçe

bu müdahaleler azal›r, varl›¤›n vicdana hâkimiyeti belirmeye

bafllar ve idrakin ileri inkiflaf hâllerinde o, art›k, vicdana tamam›yla

hâkim olur. Vicdan realitelerinin birbiriyle olan iliflkilerinin

iyi takdir edilmesi, yukar›lara do¤ru yükseltici mahiyette olan

vazife unsurlar›n›n nefsaniyetlerden ay›rt edilip, yüksek unsurlarla

onlar› takviye edici sistemlerin kurulmas› ve böylece vicdan

mekanizmas› dengesinin gittikçe daha üst kademelere yükseltilmesi,

idrakin fonksiyonuna ba¤l› ifllerdir. fiu hâlde, idrak ne kadar

mükemmelleflirse onun bu fonksiyonu da o kadar iyi çal›fl›r

ve sonuç olarak, vicdan düzeyinin vazife bilgisine do¤ru yaklaflmas›

o oranda kolaylafl›r ve h›zlan›r. Meselâ böyle genifl ve kapsaml›

bir idrake sahip olan insan, art›k, cehit ve gayretlerini vazife

unsuruna m›, yoksa nefsaniyet unsuruna m› çevirmesi gerekece¤ini

daha iyi bilir. Ve müspet olan vazife unsuruna uydu¤u zaman

ileriye do¤ru ne gibi yüksek madde kombinezonlar› ve sistemleri

kurabilece¤ini takdir etmeye bafllar ki, bu da, onun, vazi-

117


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

fe plân›na –idrakiyle– gittikçe yaklaflmas› demek olur. Buna karfl›-

l›k, vazifenin z›dd› olan nefsaniyet unsurunu seçti¤i takdirde,

afla¤›lara do¤ru indikçe vicdan›n bünyesindeki yüksek tertipli iliflkilerde

ne gibi çözülmelerin, çöküntülerin meydana gelece¤ini ve

böylece maddenin inkiflaf kombinezonlar› zenginli¤inden ne gibi

k›ymetlerin kaybedilece¤ini de görür ve anlar. Çünkü bunlar›n

takdiri, idrakin, madde kombinezonlar› ve sistemleri aras›ndaki

kuruculuk kudretinin kapsam›na giren ifllerdir.

fiu hâlde, idrak, öyle büyük bir kudrettir ki, bütün hayatlar boyunca

vazife bilgisi haz›rlan›fl› yolunda geçirece¤i haz›rl›k kademelerinde,

vicdan düalitesi tekni¤i içinde, kendi kendinin hem

rehberi, hem de hareket ettiricisidir. ‹flte bu da, madde kâinat›n›n

di¤er unsurlar› aras›nda onun ruha en yak›n bir vâs›ta durumunda

bulundu¤unu ifade eder.

*

* *

fiimdi, dünyadaki vazife plân›na ait haz›rl›klarda bu kadar

önemli roller alan idrak ve vicdan mekanizmalar›n› besleyen öz

bilgilere geliyoruz. Öncelikle flunu söyleyelim ki, öz bilgiler, idrak

ve vicdan› beslerken, kendileri de idrak ve vicdan yoluyla

zenginleflirler.

Öz bilgiler, idrakin bizzat kendisiyle birlikte, d›fl müdahalelerin

yard›mlar›yla da, de¤erlerini artt›r›rlar. Bu d›fl, yard›mc› müdahalelerin,

öz bilgileri güçlendirmeleri konusuna gelince: Bu hususta

daha önce biraz bilgi verilmiflti. fiimdi o bilgiye tekrar dönüyoruz.

Öz bilginin artmas›na yard›m eden müdahaleler, vicdan muvacehesinde,

çeflitli madde kombinezonlar›n›n say›s›z hâl ve durumlar›ndan,

yâni bir sürü olaydan yararlanarak hedeflerine ulafl›rlar.

Olaylar, kaba k›yas bilgisi süzgecinden geçerek, fluurdan fluurd›-

fl›na ç›karlar ve orada kal›rlar. Bunlar, öz varl›¤›n emri alt›ndad›r.

Ve insan›n o dünya hayat› süresince orada, fluurd›fl›nda bulunurlar.

Bunlar henüz fluuralt›na geçmemifllerdir.

118


BEDR‹ RUHSELMAN

Olaylar do¤rudan do¤ruya öz bilgi hâline geçemezler. Çünkü

bunlar aras›nda henüz intibaks›zl›k vard›r. fiuurda cereyan eden

bu olaylar, fluurd›fl›ndaki nispeten kaba maddî izlenimlerle, ilk

k›yasî muhasebeleri yap›ld›ktan sonra, fluurd›fl›na itilirler. Bunlar,

öz varl›¤›n emri alt›nda bulunmakla birlikte, henüz onun öz

mal› olmam›fllard›r, öz bilgi hâline girmemifllerdir. fiuurd›fl›ndaki

bu bilgilerin öz bilgi hâline geçebilmeleri için, öz bilgilere intibak

etmeleri, öz bilgi sentezine dahil olabilecek duruma gelmeleri gerekir.

Oysa bunlar›n fluurd›fl›ndaki k›yasî muhasebeleri fluuralt›

bilgileriyle de¤il, fluurd›fl› bilgileriyle yap›lm›flt›r ki, bunlar da öz

bilgiler de¤ildir.

Ölümden sonra spatyuma geçilince varl›¤›n d›flar›s›yla bütün

irtibatlar› kesilece¤inden, bu bilgiler fluuralt› bilgileri ile karfl›laflt›r›larak,

bunlar›n varl›k taraf›ndan muhasebeleri yap›lacak, muhasebeleri

yap›ld›ktan sonra fluuralt›na geçerek varl›¤a mal edileceklerdir.

Çünkü bu ifllem, fluuralt›ndaki bilgiler ile fluurd›fl›ndaki

bilgileri intibak hâline getirecek ve onlar› fluuralt› bilgilerinin sentezleri

aras›na kar›flt›racakt›r.

Demek ki bütün hayat boyunca fluurd›fl›nda kalan bilgiler, ancak

ölüm olay›yla büyük muhasebeden geçtikten sonra, varl›k taraf›ndan

temsil edilip fluuralt›na girebilirler. fiuurd›fl›nda bilgilerin

nas›l topland›¤›na gelince: Bunlar, fluur taraf›ndan idrak edilen

veya edilmeyen dünya realitelerinin, uyku esnas›nda kabaca yap›-

lacak, vicdan muvacehesindeki k›yas bilgisi mekanizmas›na tâbi

tutularak fluurd›fl›na itilmeleri suretiyle birikirler.

*

* *

Özetle, idrak edilsin veya edilmesin, fluurun karfl›laflm›fl oldu¤u

olaylar, fluurd›fl›ndaki k›yas bilgileriyle sonuçland›r›l›rlar ve bu sonuçlar

fluurd›fl›nda kal›rlar. Bunlar orada, varl›¤›n henüz öz bilgileri

hâline girmemifllerdir, dolay›s›yla fluuralt›na ait de¤ildirler.

Bununla birlikte bu bilgiler, varl›¤›n hâkimiyeti alt›ndad›rlar ve

icap ettikçe fluur sahas›na ç›kar›labilirler. Ve ancak, ölümün ard›ndan

yap›lan büyük muhasebeden sonra, fluuralt›ndaki öz bilgi

yüküne kar›fl›rlar.

119


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Öz bilgiyi besleyen kaynaklar ve yollar çok çeflitlidir. Bunlar›n

en önemlilerinden bâz›lar›n› sayaca¤›z: Bilgi, din, ulus, aile gibi

mâflerî durumlar ve bu durumlar› güçlendiren hâller ve nihayet,

do¤rudan do¤ruya, çeflitli kademelerdeki vazifeli varl›klar taraf›ndan

insanlara ve medyumlara verilen tebli¤ler, ilhamlar, bilgiler

ve bütün bunlardan do¤an olaylar; öz bilgiyi artt›ran ve varl›¤›

vazife plân› bilgisine yaklaflt›ran güçlü malzemelerdendir. Bunlar,

dünya realiteleri içinde geçirilir ve dedi¤imiz gibi, bâz› ifllemlerden

sonra varl›¤›n öz bilgi da¤arc›¤›na kar›fl›rlar. fiimdi biraz öz

bilgi üzerinde dural›m!

*

* *

Öz bilgiler; en ilkel devreden itibaren geçmifl hayatlara ait elde

edilen kazan›mlar›n daha önceki kazan›mlar ile mukayesesi, muhakemesi

sonucunda ulafl›lan ve –insan›n de¤il– varl›¤›n mal›

olan, insanlar›n idrak edemeyecekleri birtak›m derin izlenimlerdir.

Bunlar, idrak formlar›yla bir taraftan, hizmetinde bulunduklar›

ruhun tekâmülünü sa¤larlarken, di¤er taraftan, yeni bilgilere

zemin haz›rlamak suretiyle varl›¤›n inkiflaf sahas›n› geniflletirler.

Bu kazan›mlar, dünya idraki tekni¤i içinde birtak›m durumlarla

elde edilir. Bu durumlar› olay kavram› içinde toplamak mümkündür.

‹nsan, etraf›ndaki olaylardan bâz›lar›n›n içinde bizzat

yaflar, o olaylar›n kahraman› olur. Bâz›lar›nda da bizzat yaflamaz,

onlar›n içinde yaflayan di¤er insanlar›n ve varl›klar›n durumlar›n›

yak›n bir ilgiyle izler ve gözlemler. ‹flte insanlar›n, dünyada, hayatlar›

icaplar›yla direkt olarak içlerinde yaflad›klar› veya endirekt

olarak baflkalar›nda gördükleri olay kombinezonlar›na ait iliflkiler,

dünya idrakiyle ifade olunan bilgilerin topyekûn hepsidir ki; bunlar,

öz bilgiden ayr› kavramlar ve öz bilgilerin oluflmas›na vâs›ta

olan malzemelerdir. Bunlar›n ancak, ölüm sonras›ndaki spatyum

hayat›nda geçirecekleri çeflitli mekanizmalardan sonra öz varl›¤a

intikal eden sonuçlar› ve izlenimleridir ki, öz bilgi hâlinde varl›-

¤›n mal› olurlar.

‹flte daha önce aç›klad›¤›m›z fluur, dünyan›n kaba realiteleriyle,

daha do¤rusu bu olaylarla do¤rudan do¤ruya karfl›laflarak,

120


BEDR‹ RUHSELMAN

dünyadan yeni bilgi malzemelerini toplamaya devam eder. Öz

bilgiler ile dünyada bilgi diye kabul edilen olaylar›n farklar›n›

böylece belirttikten sonra, bunlar› birbirine kar›flt›rmadan, “bilgi”

sözcü¤ünün dünya lisan›na göre olan mânâs›n› kullanarak, aç›klamam›za

devam edece¤iz.

*

* *

Dünyaya ait bilgilerin ele al›nmas›n› kolaylaflt›rmak için, onlar›

bir a¤aca benzeterek, onlar›n direkt elde edilenlerine, yâni olaylar›n

bizzat içinde yaflanmak suretiyle elde edilenlerine “gövde

bilgiler”; endirekt, yâni baflkalar›n›n gözlemlenmeleriyle elde edilenlerine

de “dal bilgiler” diyebiliriz ki; bunlar›n her ikisi de, kendi

kapasitelerine göre, öz bilgilerin inkiflaf›na neden olan kudretli

vâs›talard›r. Meselâ elini atefle sokmufl bir çocu¤un yan›k ›st›rab›n›

bizzat duymas›yla edinmifl bulundu¤u bilgi, onun için bir

gövde bilgisi ise; arkadafl› olan bir baflka çocu¤un elini yakmas›ndan

do¤an ›st›raplar›n› ve reaksiyonlar›n› gözlemlemesiyle elde

etti¤i bilgi de, dal bilgi olur. Bu örnekle de, öz bilgilerin oluflmas›nda,

gövde bilgilerinin dal bilgilere nazaran daha kestirme yoldan

sonuçlar verebilece¤ini anlatm›fl oluyoruz. Bununla birlikte,

insanlar›n bizzat her olay›n içinde yaflamalar›na ve sadece direkt

bilgiler almalar›na imkân bulunamaz. ‹flte bu imkâns›zl›ktan do-

¤an eksiklikler dal bilgilerle tamamlan›r.

*

* *

Bilgiler, öz bilgileri beslerken, arada yard›mc› bâz› prensiplerden

kuvvet al›n›r ki, bunlardan biri de nedensellik prensibidir.

Kâinatta hiçbir olay, nedensiz de¤ildir. Kâinat›n bütün olaylar›,

iliflkileri, tesirleflmeleri, kurulufllar›, de¤ifliflleri, da¤›l›fllar›, k›sacas›

bütün madde kombinezonlar›n›n formasyonlar›, transformasyonlar›

ve deformasyonlar›; büyük tekâmül nedeninin zorunluluklar›yla,

birbirinin nedeni ve sonucu hâlinde ve birbirine ba¤l› olarak

meydana gelir. ‹flte bu, kâinattaki büyük nedensellik prensibinin

bir beliriflidir. Zaten bu kitab›n her noktas›nda, bütün hareketlerin

nedenlere dayand›¤›n› ve sonuçlara vard›¤›n› ifade et-

121


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

mekteyiz. Nedensiz ve sonuçsuz hiçbir olufl düflünülemez. Kâinatta

bütün iliflkilerin kurulufl ve da¤›l›fllar›na ait mekanizmalar,

bu prensibe göre ifllemektedirler. Hiçbir olay, bafl›bofl ve müstakil

de¤ildir. Her olay, direkt veya endirekt olarak di¤er olaylara

ba¤l›d›r. Böylece bütün kâinat, bütün cüzleriyle, büyük bir ba¤

flebekesiyle örülmüfltür ki, bu ba¤lar›n dü¤üm noktalar› nedensellik

prensibinin neden–sonuç zorunluluklar›d›r. Her olay, bir üsttekinin

sonucu ve bir alttakinin nedenidir. Hangi olay›n nedeni

görülmüyorsa, bu hâl, o olay›n nedeninin bilinmemifl olmas›ndan

ileri gelmektedir.

*

* *

Nedensellik prensibi; olaylar›n öz bilgiye ink›lâplar›nda en

önemli rolü alan idrakin kulland›¤› k›yas bilgisinin güçlü bir dayana¤›d›r.

Nedensellik prensibi hakk›nda yukar›daki k›sa bilgiyi

verdikten sonra, idrak ile k›yas bilgisinin karfl›l›kl› durumlar›n›

belirtmemiz yararl› olur.

K›yas bilgisi; idrakin nedensellik prensibine uymas› yoludur.

‹drakler, kâinattaki nedensellik prensibine intibak edebildikleri

oranda inkiflaf ederler. Nedensellik prensibine yabanc› kalan idrakler,

kâinattaki sonsuz kombinezonlar aras›nda mevcut olan

sonsuz iliflkileri tayin ve takdir etmekte o oranda acz gösterirler

ve o oranda da geri ve basit durumlarda kal›rlar. Atefli eliyle tutarsa

elinin yan›p yanmayaca¤›n› idrak edemeyen bir çocu¤a ateflle

oynamak yetkisi verilmez. Çünkü onun idraki, henüz böyle bir

ifle lây›k duruma gelmemifltir. Onun idraki, bu maddelerin iliflkilerine

ait nedensellik prensibine henüz gere¤i kadar intibak etmemifltir.

‹flte bu intibak› sa¤layacak fley, onun k›yas bilgisi olacakt›r.

K›yas bilgisine girmek için o çocuk, eliyle atefli birkaç defa

tutmak deneyiminde bulunacak ve her defas›nda eli yanacakt›r.

Her eli yand›¤› zaman onun idrakinde el ve atefl iliflkilerine ait

neden ve sonuçlar hakk›nda yavafl yavafl birtak›m sezgiler belirecek

ve k›yas bilgilerinin yard›m›yla, bu sezgiler bilgiye intikal edecektir.

Böylece idrak ve dolay›s›yla, öz bilgi içeri¤i artacakt›r. Bu

iflleme “görgü ve deneyim” diyoruz.

122


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Verdi¤imiz bu bilgiler gösteriyor ki, öz bilgileri artt›ran nedensellik

prensibi ile k›yas bilgisi, bu fonksiyonlar›n› ancak olaylar

yoluyla yapmaktad›rlar. Olaylar olmay›nca ne nedensellik prensibi

irdelenebilir, ne k›yas bilgisi anlafl›labilir, ne de bunlar›n birbirine

ba¤lant›s› sözkonusu olabilir. O hâlde k›yas bilgisine devam

edebilmek için, öncelikle, olaylar üzerinde durmak zorunlulu¤u

do¤maktad›r.

Bilgilerin ve öz bilgilerin elde edilmesi ve bunlar›n sonucu olarak

da tekâmülün kazan›lmas› için, gerekli olan esasl› malzemelerden

biri ve hattâ birincisi olayd›r. Olaylar›n içinde direkt veya

endirekt olarak yaflamak gerekmektedir.

Olaylar›n meydana gelmesi birçok nedene ba¤l›d›r. Fakat her

fleyden önce, olaylar, neden–sonuç yasas› hükümlerine göre cereyan

ederler. Esasen olaylar›n öz bilgiyi do¤urabilmeleri de, onlardaki

neden–sonuç iliflkilerine, idraklerin k›yas yoluyla intibak

edebilmeleri derecesine ba¤l›d›r. Atefl çocu¤un elini yakar, çocuk

bu ›st›rab› duymufltur. Ateflten elinin yanmas›, eliyle atefli tutmas›ndan

ileri gelmifltir. E¤er çocuk, bu yan›k duygusu etraf›nda

toplanan olaylar aras›ndaki neden–sonuç ba¤lar›n› idrak edebilirse

öz bilgi bak›m›ndan alaca¤› sonuç baflka olur, edemezse yine

baflka olur. Yâni, idrakin bu olaydaki neden–sonuç ba¤lant›lar›na

intibak› oran›nda, bilgiler, ortaya ç›kar ve ruha yans›r. Bilgileri

sa¤layan olaylar, o varl›¤›n ihtiyac›yla orant›l› olarak, yard›mc›

varl›klar taraf›ndan tertiplenir ve insan›n önüne konur veya ayn›

nedenle, o varl›¤a, yine yard›mc› varl›klar›n gönderecekleri tesirlerle,

yapt›rt›l›r. O varl›k, bu olaylara bizzat kendisi, kendi hareketleriyle

neden olur. Çünkü o insan›n bilgisini haz›rlayan bu

olaylar›n tertip ve s›ralan›fllar›, tekâmülle ilgili bir sürü bireysel ve

mâflerî plâna ve bir sürü nizama tâbidir ki, bu nizamlar da, ancak

üstün idrakler ve kudretler taraf›ndan yürütülebilir.

‹stenilen herhangi bir olay› bir insana yapt›rtmak için, icap

etti¤i zaman, yard›mc› varl›klar, onun vicdan›n›n nefsaniyet un-

123


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

surlar›n› tahrik ederler. Veya onun karfl›s›na kendi iradî seçimi

d›fl›nda olaylar ç›kart›rlar ve böylece, onu çeflitli hareketlere sevk

etmifl olurlar. Bu da, nefsanî hareketlerinin ac› sonuçlar›n› insanlara

tatt›rmak ve bu sayede insanlar› k›yas bilgisine götürerek, öz

bilgilerine o yoldan de¤erler haz›rlamak içindir. Meselâ bir insan,

e¤er bir kâtilin duyaca¤› ›st›raplar› çekecekse, onun buna ihtiyac›

varsa, o insan›n önüne öyle olaylar ç›kart›l›r ki, o, bunlar›n karfl›-

s›nda kendini tutamaz ve insan öldürür. Demek ki böyle sonucu

çok vahim bir olaya onun bizzat neden olmas›, keyfî veya rastgele

olmufl bir ifl de¤ildir. Çünkü yavafllatm›fl oldu¤u inkiflaf haz›rl›klar›n›

tekrar canland›rabilmesi için gerekli olan k›yas bilgisine

girebilmesi, olaylara ancak bizzat kendisinin liyakat kazand›¤›n›

idrak edebilmesi oran›nda mümkün olur. Bunu da sa¤layacak

olan fley, onun bir insan› öldürmesidir. O, bu insan› öldürsün ki,

o zamana kadar vicdan›n›n vazife unsuruna nefsaniyet unsurundan

daha fazla de¤er vermeyen, daha do¤rusu buna yeterli olmayacak

derecede zay›f olan bilgi ve idrak da¤arc›¤›, bu olaydan

dolay› girece¤i k›yas bilgisi yoluyla, yeterli derecede kudret kazans›n

ve zenginleflebilsin ve art›k ondan sonra da iradesini, vazife

unsuruna yöneltmek suretiyle, inkiflaf›nda h›z almak imkânlar›na

kavuflabilsin. Varl›¤›n buna benzer daha binlerce ihtiyac›

karfl›s›nda, bu yard›mlar ve müdahaleler vuku bularak, çeflitli

olaylar ortaya ç›kart›l›r. ‹flte vicdan düalitelerinin üst unsurlar›na

yönelmeye yetecek derecede güçlenmemifl, daha do¤rusu alt kademe

bilgilerinin etkilerinden kendilerini kurtaramam›fl ve vicdanlar›n›n

denge düzeylerini yükseltmekten âciz kalm›fl insanlar›n

karfl›lar›na, onlar›n tekâmülleriyle vazifeli olan yard›mc› varl›klar,

böyle bir sürü olay ç›kart›rlar ve onlar da, bu olaylardan

do¤an azap ve ›st›raplar›n etkisi alt›nda girdikleri k›yas bilgisinden

önemli dersler al›rlar ki; bu derslerin her biri, onlar›n öz bilgilerinin

tohumlar›n› atmaktad›r. Böylece o varl›k, idrakini daha

üst kademelerdeki realitelere ait yüksek de¤erlere haz›rlar ve

inkiflaf eder. Yâni, insan üstü safhas›n›n vazife bilgilerine yaklafl›r.

Onun için, çoktan beri insanlar aras›nda s›nav, epröv diye

an›lan bu ›st›rapl› olaylara insanlar –pek de mahiyetlerini idrak

124


BEDR‹ RUHSELMAN

etmeden– birer kurtar›c› etken gözüyle bakm›fllard›r ki, do¤rudur.

Nitekim biz de, bu s›nav veya eprövlerin veya deneyimlerin

sonuçlar›ndan ç›kan derslere, “görgü” veya “gözlem” diyoruz.

Bunlar›n her biri, birer tekâmül malzemesidir.

*

* *

Gerek nedensellik prensibi, gerek bu prensibin ›fl›¤› alt›nda

olaylar›n ak›fllar›, insanlar› –bu olaylar içinde direkt veya endirekt

olarak yaflamak suretiyle– bir k›yas bilgisine götürür, demifltik.

Hakikaten, öz bilgilerin art›fl›nda, k›yas bilgisi, önemli bir unsur

olarak kendini göstermektedir.

K›yas bilgisinin en etkili yard›mc›s›, ac› ve ›st›rapt›r. Burada,

›st›rab›n da öz bilgiyi kazanmada önemli rolü oldu¤unu belirtmek

gerekir. fiuras› aç›kça görülebiliyor olmal›d›r ki, k›yas bilgisi, öz

bilgiyi ve idraki genellikle ›st›rap yoluyla beslemektedir. Spatyumda

çekilen ›st›raplar, fluurd›fl› bilgilerinin muhasebeleri s›ras›nda

varl›klar›n girecekleri k›yas bilgilerinin k›ymetli yard›mc›-

lar›d›r. Buna iliflkin bir dünya örne¤i verece¤iz. Bu örnek, bu konunun

bütün inceliklerini içermektedir.

Dünyada en güç yenilen ve birçok safhay› derecesi oran›nda

kapsayabilen, birçok s›nav›n, birçok ilerlemenin, birçok gerilemenin

etkeni olan cinsiyet bencilli¤ini ele alal›m! Bir adam, s›rf etinin,

sinirlerinin arzular›n› yerine getirmek için bir kad›n› sevmektedir.

Ve bu yoldan o, maddî bencilli¤ini atlatma durumundad›r.

Sevdi¤i kad›n, bir gün ondan b›kar, bir baflkas›n› sever.

‹flte bu epröv karfl›s›nda bu adam sevgilisini öldürecek kadar nefsaniyetine

yenilir. Onun böylece gösterece¤i reaksiyonlar derece

derece, safhan›n sonuna kadar de¤iflerek gider. fiimdi, vicdan›n

az çok ilerlemifl safhas›nda, ayn› durumdaki baflka bir adam› ele

alal›m! Sevgilisi onu terk etmifltir. Ve bir baflkas›n› sevmeye bafllam›flt›r.

Vicdan safhas›n›n yukar›lar›na do¤ru ilerlemekte bulunan

bu adam, k›r›lmadan bunu kabul edecek ve belki de, o kad›na,

bu hususta elinden gelen yard›m› yapmaktan da çekinmeyecektir.

‹flte burada bir cinayet ile bir erdemin, bir bencillik ile di¤er-

125


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

kâml›¤›n k›yas› karfl› karfl›yad›r. Cinayeti iflleyen adam, bu k›yas›n

bilgisine e¤er kendi idrakiyle varacak durumda de¤ilse (ki mademki

bu cinayeti iflledi, de¤ilmifl demektir) o zaman d›fl müdahalelerin

yard›m› ona gelmeye bafllayacakt›r. Tâ ki o, bu k›yas›n

idrakine varabilsin. Ve ancak bu k›yas bilgisiyledir ki, sonuç ortaya

ç›kacak ve o adam, bencillik nefsaniyetini yenmek için gerekli

olan cehit ve gayreti gösterebilecektir. fiöyle ki: O, cinayetini

bir b›çakla ifllemifl olsun! Cinayetin ard›ndan bir hapishaneye

kapat›lacakt›r. Burada, k›yas eprövlerinin bir zincirini s›ralamak

istiyoruz. Bu adam önce hapishanede, cinsî arzular›n› ve zevklerini

tatmin edememek ›st›rab›yla zoraki bir k›yasa girecektir. Atefl

karfl›s›nda eli yanan bir çocuk gibi, atefle benzeyen ihtiraslar›n›n

ilk ac› sonuçlar›n› bu flekilde duymaya bafllayacakt›r. Böylece, ›st›raplar›na

neden olan etkenin ne oldu¤unu kendisine ö¤reten bir

k›yasla karfl›laflacakt›r. Bu, onu usland›rmad› diyelim! Mahkûm,

hapishanede yafllanacak. Hormonlar›, iktidar›, cinsî faaliyetleri

zay›flayacak ve cinsiyet fonksiyonunu yapmaktan âciz kalacak.

Bu duruma gelince, bu adam, art›k s›rf etine ve sinirlerine mahsus

olan bencilli¤ini duyamayacak ve ancak, onu hayal edecektir.

E¤er önceki derslerden yeterince ibret almad›ysa, olaylar›n verdi-

¤i bilgilerden gere¤i kadar yararlanamad›ysa, o zaman bu mahkûmu

bir kavgada baflka bir mahkûm b›çaklayacak veya o öyle bir

kaza geçirecek ki, b›çak gibi sivri bir cisim vücuduna saplanacak.

Ve bundan fliddetli bir maddî ›st›rap duyacak. Burada, örne¤imizin

süjesi, gayet do¤al olarak, zorlu bir k›yasa girecektir. Cinsiyetten

yoksun oldu¤u için do¤rudan do¤ruya etinin esiri de¤ildir.

Art›k o realiteden zorunlu olarak geçmifltir. Üstelik bir kâtillik eprövünün

an›s›n› k›yasen yaflatacak bir de kaza atlatm›flt›r. Art›k

bu durum karfl›s›nda bu varl›¤›n bir ders almamas› ve gerekli bilgileri

kazanmak için cehit ve gayret göstermek girifliminde bulunmamas›

mümkün olmaz.

fiimdi bir de yukar›daki örne¤in objektif bir gözlemini veriyoruz:

Orta yafll› zengin bir adam, seviflti¤i ve oynaflt›¤› genç bir k›-

z›n kendisinden b›k›p yüz çevirmesi üzerine, tekrar ilgisini kazanabilmek

için yapt›¤› bütün giriflimlerin bofla gitti¤ini görünce, ifli

126


BEDR‹ RUHSELMAN

zorbal›¤a döktü; k›z›n yolunu beklemeye bafllad› ve yakalay›nca

da bir b›çakla vücudunu 25-30 yerinden delik deflik ederek onu

yere y›kt›. Cinayetinin ard›ndan, idamdan kurtulan bu adam, bir

ak›l hastanesinde, câni delilere ayr›lm›fl k›sma kapat›ld› ve on iki

y›l orada kapal› kald›. Bir gün, ayn› k›s›mda kalan ve kendisiyle

çok iyi anlaflan azg›n bir delinin geçirdi¤i ruhsal bir kriz esnas›nda,

hücumuna mâruz kald› ve deli, elindeki bir bahçe çapas›yla

onun vücudunu 25-30 yerinden çapalayarak parça parça etti

ve yere y›kt›.

Bu gözlem de yine, bütün k›yaslar›n s›ralan›fllar›n› gösteriyor.

Elbette, gerek ateflte eli yanan çocu¤un, gerek sevgililerini ihtiraslar›

yüzünden öldüren ve birisi hapishanede, di¤eri ak›l hastanesinde,

daha önce yapm›fl olduklar› cinayetlerin denkleriyle

karfl›l›k görerek can veren bu insanlar›n derece derece çektikleri

ve çekecekleri ›st›rap ve ac›lar, onlar› güçlü birer k›yas bilgisine

sokacak ve bu bilgi de, yukar›da flemas›n› çizdi¤imiz yoldan, onlar›n

–ileri kademelere ulaflabilmeleri için gerekli olan– öz bilgilerini

ve idraklerini haz›rlayacakt›r.

*

* *

Demek ki bilgi ile idrak birlikte yürümektedir. Bu bak›mdan,

bunlar›n inkiflaf›n› birlikte aç›klamak gerekir. ‹draklerin inkiflaf›nda

iki yol vard›r: Birincisi, insan›n kendi bünyesi dahilindeki

durumlar› inceleme konusu yaparak ilerlemesidir. Buna “idrakin

direkt olarak inkiflaf›” deriz. ‹kincisi idrakin beden d›fl›ndaki olaylar›

gözlemlemesiyle, daha do¤rusu kendisinin neden oldu¤u

olaylar› irdelemesi yoluyla olan ilerleyifltir. Buna da “idrakin endirekt

olarak inkiflaf›” deriz. ‹drakin endirekt inkiflaf›nda kullan›lan

unsurlar›n bafl›nda, insanlar›n görgü ve deneyimlerini artt›racak

olan, etraflar›ndaki, kendilerinin bizzat neden olduklar›

olaylar, ifller ve eserler gelir ki; bunlar›n ço¤u, d›fl tesirlerin yard›mlar›yla

meydana getirilmifl bulunur. Bu olaylar, özellikle inkiflaf›n

ilk kademelerinde, a¤›r, zahmetli, s›k›nt›l›, ›st›rapl› ve çok

uzun vadeli görünürler. Bitmeyecek ve tükenmeyeceklermifl gibi

duygular do¤ururlar. Bu s›rada insan, güçlükler içinde çal›fl›r, bir

127


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lokma g›das›n› sa¤lamak için bütün hayat› boyunca do¤an›n çeflitli

imkâns›zl›klar›yla bo¤uflur, canavarlarla, hemcinsleriyle didiflir.

Bu mücadelede bazen galip gelir, ço¤u zaman yenilir. Bunlar›n

azaplar›n› nefsinde duyar, böylece iflkenceli hayat› yüzy›llar

boyunca sürüp gider. Bütün bu olaylar›n, insanlardaki idrak ve

öz bilgileri nas›l besleyip artt›rd›klar›n›, inkiflaf mekanizmalar›n›n

dengelerini hangi yollardan üst düzeylere yükselttiklerini daha

önce söyledi¤imiz için, onlar› burada tekrara gerek görmedik.

Böylece bu olaylar, bir taraftan öz bilgilerin artmas›na neden

olurlarken, di¤er taraftan da idrakler’i, inkiflaf mekanizmalar›na

müdahale etmeye sevk ederler. Bu da yeni yeni olaylar›n, s›navlar›n,

deneyim ve gözlemlerin meydana gelmesine yol açar ve

böylece, idrakin yürüyüfl temposu yavafl yavafl h›zlan›r.

‹drak artt›kça, etraftaki olaylar›n mânâlar› daha çok belirir. Ve

bu sayede, insan›n beynine ait madde kombinezonlar›ndan süzülen

idrak vibrasyonlar›, bu say›s›z olaydan çeflitli sonuçlar ç›karmaya,

olay cüzlerinden türlü türlü kombinezonlar kurmaya bafllar

ki, bunlardan da dünya bilgileri meydana gelir. ‹drakler inkiflaf ettikçe

bu bilgiler de kapsam kazan›r ve artar. Böylece bilgiler, çeflitli

dallara ayr›l›r: Sanat, edebiyat, bilim, t›p, felsefe, müzik, resim, ekonomi,

siyaset, din gibi bir sürü bilgi kolu oluflur. Bütün bunlar, inkiflaf

mekanizmas›nda artan idrakin, olay maddelerinden kurmufl

oldu¤u yeni madde kombinezonlar›n›n sonuçlar›d›r. Ve tabiî ki,

tekâmülün ancak dünyadaki icap ve zorunluluklar›n› yerine getirmek

üzere, dünyaya özgü ve dünyada kalmaya mahkûm olan

fleylerdir. Bunlar, dünyay› idare eden vazife plân›n›n tesirleri ve

kontrolleri alt›nda cereyan eder. fiu hâlde, dünyada iken öz idrakin

genifllemesi; onun vâs›ta olarak kulland›¤› beyne ba¤l› durumlar›n›n

karmafl›klaflmas›, zenginleflmesi ve yüksek, ince madde

hâllerine do¤ru yeni oluflumlara sahip olmas›yla ilgilidir.

Zaten ruhun tekâmülü için, olay maddelerinin öz varl›kta

do¤urdu¤u sonuçlar›n, yâni öz bilgilerin, öz idrak kanal›yla ruha

yans›mas› gerekti¤ini daha önce belirtmifltik. Bunun içindir ki, tekâmül

ihtiyac›yla dünyaya gelen bir varl›k, dünya olaylar› imkânlar›ndan

mümkün oldu¤u kadar fazla yararlanmaya çal›fl›r. ‹dra-

128


BEDR‹ RUHSELMAN

kin bu yararlanmas›, hem bedenin form de¤ifltirmeleri, hem de

bedenin yaflad›¤› âlemin say›s›z madde de¤iflmeleri sayesinde

olur. Bunlardan birinciye idrakin direkt, ikinciye endirekt inkiflaflar›

demifltik. ‹drak; direkt hâllerde, do¤rudan do¤ruya bedende

formasyon, transformasyon ve deformasyonlar meydana

getirmekle yapm›fl oldu¤u tatbikatlar sonucunda inkiflaflar kaydederken;

endirekt hâllerde de, yine bizzat idrakin beden vâs›tas›yla

yapaca¤› veya üst vazifelilerin tertipleyece¤i say›s›z d›fl olaylar›n

sonuçlar› üzerindeki tatbikatlar›yla, genifller.

Kâinat içindeki bütün formasyonlar, ruhlar›n ihtiyaçlar›yla

ayarl›d›r. Ölçü dahilindeki transformasyonlar, çeflitli mekanizmalarla

olur. Dünyada en ince bir madde hâli olan idrak de, böylece,

bu çeflitli mekanizmalar içinde, direkt ve endirekt olarak,

kendisini ruha hizmet edebilece¤i en uygun tarzda haz›rlar. Bunun

için de bizzat kendi bedenine ve bedeni vâs›tas›yla da d›fl

âleme tesir ve müdahale eder. Hem bedeninde, hem d›fl maddelerde

meydana getirece¤i inkiflaflarla, kendi inkiflaf›n› ve öz bilgisinin

art›fl›n› sa¤lam›fl olur. Ve unutulmas›n ki, bütün bu ifller,

daha önce uzun uzad›ya aç›klad›¤›m›z tesirlerle, mekanizmalarla

ve düalite prensibi tekni¤iyle olmaktad›r. Öz bilgilerin inkiflaf›n›

h›zland›ran ve besleyen unsurlardan bilgiyi aç›klad›ktan sonra,

sevgi unsuru üzerinde de bâz› bilgileri verece¤iz.

*

* *

Hakikaten, dünya hayat›n›n birçok olay ve s›nav›na neden olan

sevgi; hem öz bilginin oluflmas›nda, hem de vicdan›n inkiflaf›nda

direkt ve endirekt yollarda rol alan, en kudretli etkenlerden biridir.

Sevgi olmasayd›, öz bilgiyi kazanma yollar› ve vicdan mekanizmas›n›n

müspet veya menfî yönlerde sonuçlar meydana getirme

f›rsatlar›, bir hayli azalm›fl ve sonuç olarak, s›navlar, deneyimler,

gözlemler ve k›yas bilgileri imkânlar› iyice s›n›rlanm›fl

olurdu. Çünkü sevgi; vicdan›n hem üst unsurlar›n› destekleyerek

müspet yollarda do¤urdu¤u olaylarla do¤rudan do¤ruya, yâni fluurlu

bir idrakle öz bilgilerin ço¤almas›na yard›m eder; hem de,

vicdan mekanizmas›n›n gerekti¤inde alt unsurlar›n› tahrik edip

129


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

ortaya ç›kmalar›na neden oldu¤u ›st›rapl› ve azapl› sonuçlardan

do¤an k›yas bilgisi yoluyla, endirekt ve otomatik olarak, öz bilginin

artmas›na hizmet eder. Meselâ insanlardan birisini hapishaneye,

di¤erini ak›l hastanesine gönderen ve ikisinin de öldürülmeleri

suretiyle k›yas bilgilerine ve bir sürü ›st›raba neden olan,

yukar›da sözünü etti¤imiz sevgiler –asl›nda yine müspet olmakla

birlikte– menfî görünen yoldan meydana gelmifl etkileriyle, endirekt

inkiflaflara örnek olufltururlar. Sevginin önceki iki örne¤inden

baflka, müspet flekilde etkisi görülen bir örne¤ini de burada

veriyoruz: Henüz deneyimsiz bir genç, bir kad›n› büyük ve temiz

maksatlarla sevmektedir. Kendisi de vicdan safhas›nda oldukça

ilerlemifl bir durumdad›r. Fakat kad›n, istedi¤i üstün nitelikleri

onda görmedi¤i için, onu reddetmektedir. Delikanl›, kad›n›n takdir

ve ilgisini çekmek azmiyle üstün niteliklerini artt›rmaya, kendisini

de¤erlendirmeye çal›flmak üzere, derhal ifle koyulur. Önceleri

bu iflleri sevginin otomatizmas›yla yapar. Baflar›s› artt›kça sevginin

kapsam› genifllemeye ve mânâs› de¤iflmeye yüz tutar. Bu

sayede kendisini daha çok yetifltirmek ihtiyac›n› duyar, insanl›¤a

yararl› eserler meydana getirmeye çal›fl›r. Herkesi sevmeye, herkes

taraf›ndan sevilmeye bafllar. Sevgi, genelleflir ve ilk basit, tek

yüzlü formunu, genel ve kapsaml› bir ilginin sonsuz yüzleri içinde

kaybeder. Ve böylece o, ilk sevgisi yolunda yürürken karfl›laflm›fl

oldu¤u bir sürü sonuçla, öz bilgisini artt›r›r ve yüksek bir vicdan

dengesi düzeyinde, aktif ve vazife bilgilerine haz›rlanm›fl bir

varl›k hâline girer.

*

* *

Sevgi denince, daima onun dar mânâs› üzerinde durmamak

gerekir. ‹nsanlar›n anlad›klar› dar mânâdaki sevgi, genifl bir sevgi

kavram›n›n inkiflaf mekanizmas›nda alm›fl oldu¤u büyük rolünün

–önemli olmakla birlikte– küçük bir k›sm›d›r. Yâni, bizim burada

kastetti¤imiz sevginin sonsuz yanlar› ve flekilleri vard›r. Sevginin

vicdan mekanizmas›, daha do¤rusu inkiflaf mekanizmas› karfl›s›ndaki

rollerini aç›klarken, bu genifl mânâs› üzerinde durmak gerekir.

Ancak böyle yap›l›rsa, onun tekâmüldeki tam k›ymeti belirtilmifl

olur. O hâlde böyle genel mânâdaki sevgiyi aç›klayal›m!

130


BEDR‹ RUHSELMAN

Sevgi, herhangi bir fleye karfl› duyulan çekilimdir. Dünyada her

fley, her realite; yerine ve kiflisine göre, –her inkiflaf kademesinde

bulunan– insanlar› ve varl›klar› çeflitli tarzlarda kendisine çekebilir.

Dolay›s›yla, her kademede, her fleye karfl› sevgi duyulabilir.

‹flte sevgi, bu kadar genel ve kapsaml› bir konudur. Maddelerin

birbirine karfl› göstermifl olduklar› fizikokimyasal ilgiler dahi,

yüksek varl›klarda görülen sevginin belki en maddî ve ilkel bir

haz›rl›¤›d›r ki, bu, o safhadaki varl›klar›n kendilerine özgü ihtiyaç

ve zaruretlerinin birer icab›d›r. Bitkilerin, g›dalar›n› alarak bünyelerine

dahil etmeleri, havan›n karbonunu, oksijenini çekerek kendi

öz sular›na kar›flt›rmalar› ve hattâ bâz›lar›n›n günefle karfl› dönmeleri,

hayvanlar› içlerine çekip hazmetmeleri; genellikle, fizikokimyasal

çehrelerde görünen bu çekilimin çeflitli içgüdüler mahiyetindeki

tezahürleridir.

Sevginin bitkilerde basit ve çeflitli mekanizmalarla tezahür

eden bu çekilim hâllerinin, hayvanlarda daha az maddîleflmifl ve

az çok insanlar›nkine yaklaflm›fl durumlar›n› görmeye bafllar›z.

Hayvanlarda, yavru, efl, aile, arkadafl, hattâ hemcinslerinin d›fl›ndakilerle

dostluk ilgilerinin bazen tümüyle sevgi manzaras›n› alan

varyetelerini gözlemlemek mümkündür. ‹nsanlara gelince; oldukça

genifl bir idrakle duyulan sevginin yüksek ve zengin tezahürleri

bu safhada meydana ç›kar.

*

* *

Burada sevginin mahiyetini biraz daha aç›klamam›z gerekir.

Sevginin beden ile iliflkilerini daha iyi aç›klayabilmek için, bu kitab›n

bafl taraflar›ndaki madde kombinezonlar› bilgisini bir daha

gözden geçirmek yararl› olur. Her fleyden önce flunu aç›kça belirtmek

isteriz ki, bir duygu diye tan›nan sevgi unsurunun bedendeki

oluflma mekanizmas›na ait, verece¤imiz bilgiler, daha önce

de söyledi¤imiz gibi, bedende gözüken ve “ruhsal” denilen bütün

hislerin ve ihtiraslar›n da oluflmalar›n› kapsam› içine al›r. Bu bilginin

›fl›¤› alt›nda, bedende mevcut bütün duygular›n bedendeki

oluflmalar›n› ve beden ile olan iliflkilerini aç›klamak mümkün

olur.

131


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

‹nsanl›¤›n inkiflaf kademelerinde en yüksek formunu bulan

sevgi, bedenin çok ince bir k›s›m madde kombinezonlar›n›n yay›nlamakta

olduklar› yüksek ve süptil vibrasyonlar›n, enerjilerin

tezahürlerinden ibarettir. Bir insan›n, gerek kendi görgü ve deneyimlerinin,

yâni öz bilgilerinin ve plân tatbikatlar›n›n icap ve sonuçlar›yla,

gerek do¤rudan do¤ruya bir s›nav konusu olarak, vazifeli

varl›klar›n müdahaleleriyle, beyninin belirli k›s›mlar›nda öyle

yüksek ve ince tertiplerde birtak›m madde kombinezonlar› ve

sistemleri oluflmaya bafllar ki; bu ince kombinezonlar›n yay›nlamakta

olduklar› vibrasyonlar ve enerjiler, onun etraf›nda çok güçlü

ve çekici bir saha, bir manyetik alan meydana getirirler. Yaln›z,

burada sözcüklerin ifadelendirece¤i kaba mânâlara bak›p, bu

sözlerden, adi bir m›knat›s ak›m›n› kastetti¤imiz mânâs›n› ç›karmamak

gerekir. Bunlar, tan›d›¤›m›z m›knat›sl›k dalgalar›ndan çok

ince ve onlarla k›yas edilemeyecek derecede yüksek mahiyettedir.

‹flte bu alan, kendisiyle sempatize olabilecek di¤er birçok vibrasyonu

çeker. Ve ayn› yoldan, o di¤er vibrasyonlar›n tâbi bulunduklar›

manyetik alanlar taraf›ndan çekilir. ‹flte “bedenlerin birbirini

sevmeleri” ve “birbiri taraf›ndan sevilmeleri” sözcüklerinin

ifade etti¤i mânâlar budur. Bedenlerde flu veya bu icapla oluflan

bu ince madde kombinezonlar› devam ettikçe, yay›nlad›klar› vibrasyonlar

da devam eder. Bunlar de¤ifltikçe, bu de¤ifliflin flekil ve

derecesine göre, vibrasyonlar›n mahiyetleri ve fliddetleri de de¤iflir.

Bu kombinezonlar da¤›l›nca, vibrasyonlar da ortada kalmaz.

Ve sevgi tezahürü de biter. Bütün bu ifllerin, icaplara göre, yukar›dan

gelen tesirlerle oldu¤u malûmdur.

fiimdi bir de bunun tersini düflünelim! Di¤er bir insan var...

Onun bedeni de ayn› tarzda, fakat baflka tertipler dahilinde, yine

birtak›m ince madde kombinezonlar› kurmaktad›r. Bunlar, kaba

fizikokimyasal di¤er madde kombinezonlar›na oranla bir hayli ince

ve süptil olmalar›na ra¤men, önceki sevgi kombinezonlar›na

oranla kabad›rlar. ‹flte bunlar›n yay›nlad›klar› vibrasyonlar da antipati

ve nefret vibrasyonlar›d›r. Bunlar da etraflar›ndan, ilgilendikleri

nefret ve antipati duygusu vibrasyonlar›n› ald›klar› gibi,

kendileri de onlara ayn› vibrasyonlar› gönderirler. Böylece birin-

132


BEDR‹ RUHSELMAN

cilerin bütün bedenlerinden sempatik yay›nlar ç›karken, ikincilerin

bedenlerinden sürekli olarak antipatik dalgalar etrafa yay›l›r.

‹ncelikleri ve kudretleri daha üstün olan sempatik yay›nlar, antipatik

yay›nlar› yapan madde kombinezonlar›na do¤ru çevrilirse,

onlardan çok güçlü olan bu vibrasyonlar o kombinezonlar› silip

da¤›tabilirler. Bu nedenden dolay›, sevenler ve sevilebilenler,

düflman olan ve kin besleyenlerden çok daha kudretli ve etkili durumdad›rlar.

Bunlar, mâflerî yoldaki inkiflaf tatbikat›nda ifle yarayacak

çok yararl› bilgilerdir.

*

* *

Sevgi –müspet veya menfî yollarda kullan›ld›¤›na göre– vicdan

mekanizmas›nda sonsuz olay varyetelerine neden olarak, öz bilgileri

artt›ran, önemli bir inkiflaf vâs›tas›d›r. Ve bu bak›mdan o

da, insan hayat›ndaki di¤er bütün kudretlerde oldu¤u gibi, bedenlenmeyi

zarurî k›lan lüzum, ihtiyaç ve icaplara göre devam

eder, zaman› gelince da¤›l›r veya yozlafl›r. Ve bütün bu hâllerden

varl›klar öz bilgi da¤arc›klar›n› doldururlar, ruhlar yararlan›rlar.

Böylece sevgi, yüksek taraf›yla, kudret ve karakterine göre, vicdan›n

daima üst unsurlar›yla sempatize olma e¤iliminde bulundu-

¤undan, onun denge hatt›n›n sürekli olarak yükselmesine neden

olur. Yeter ki bu sevgi vibrasyonlar›na çeflitli nedenlerden ve özellikle

bâz› zarurî ve lüzumlu, s›nav ve gözlem ihtiyaçlar›ndan dolay›

daha basit ve kaba kombinezonlar›n a¤›r yay›nlar› kar›flm›fl

olmas›n. Meselâ bunlardan k›skançl›k, bencillik, gurur, kibir, kabaday›l›k,

para ve flöhret h›rslar› gibi sevgiyi zehirleyici di¤er bir

sürü kaba ‘madde kombinezonu’ sevgi kombinezonlar›na kar›flabilir.

Böylece bu kaba ‘madde kombinezonlar›’ndan ç›kan ve bedenin

ince sevgi kombinezonlar›na sürekli olarak kuvvetle ve fliddetle

yönelen tesirler, yavafl yavafl sevgi kombinezonlar›na etkide

bulunarak, onlar›n üst k›ymetlerini k›smen silmeye ve sonuçta,

bu kombinezonlar› yozlaflt›rmaya bafllarlar ki; bu takdirde, o

kombinezonlardan yay›nlanan bulan›k, kar›fl›k ve a¤›rlaflm›fl enerjiler,

daha alt realitelerle ba¤daflmaya bafllayacaklar›ndan –bu gibi

hâllerde daima vuku bulaca¤› gibi– vicdan mekanizmas›n›n

133


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

otomatik olarak ifllemelerinin sonuçland›raca¤› birtak›m ›st›rapl›

olaylara yol açarlar.

*

* *

Sevgi, vicdan mekanizmas›na muhtelif* varyeteleriyle kar›fl›r.

Çünkü onun, bir k›sm› vicdan›n vazife unsurlar›na, di¤er k›sm›

nefsaniyet unsurlar›na yönelik bir sürü yan› vard›r. Özellikle insanl›¤›n

ilk kademelerinde, sevginin bencillikle kar›flm›fl yanlar›

hâkim durumdad›r. Bu kaba kombinezonlarla kar›flm›fl sevgi flekillerinden,

yukar›da biraz söz etmifltik. Bunlar, bir sürü zahmetlere,

s›k›nt›lara, ›st›rap ve azaplara varan sonlara yol açarlar. Bazen

de sevgi; saf ve yüksek tezahürleriyle, insan› do¤rudan do¤ruya

üst realitelere ulaflt›r›r. Onun bu taraf›nda, özellikle feragat,

fedakârl›k, di¤erkâml›k, yard›m, flefkat gibi inkiflaf› h›zland›r›c›,

yüksek, ince di¤er madde kombinezonlar›n›n da tezahürleri vard›r.

Bunun da örne¤ini yukar›da vermifltik.

Sevgi; müspet yolda, di¤erkâml›k taraf›yla, vicdan›n vazifeye

yönelik unsurlar›n› kuvvetlendirir ve inkiflaf mekanizmas›nda

h›zl› ve idrakli bir yürüyüflü sa¤larken; bencillik taraf›yla da, nefsaniyet

unsurlar›n› tahrik eden menfî kudretleriyle, inkiflaf›n yürüyüfl

temposunu a¤›rlaflt›r›r ve insan› zahmetli, ›st›rapl› flartlar

içine sokar. Böylece her iki takdirde de, öz bilginin artmas›na,

birbirine z›t yollardan neden olur. Meselâ, sevgiyle, bir insana

yard›m edilir, denize düflen birisini kurtarmak için fedakârl›k yap›l›r,

aç kalan bir kimse doyurulur, a¤layan gözyafllar› dindirilir

ve bütün bunlar›n sonunda, insana bir ferahl›k, bir huzur ve hattâ

mutluluk duygusu gelir. Bu da, h›zl› bir inkiflaf›n fluurdaki tezahürüdür.

Buna karfl›l›k, sevgi için, birçok kalp k›r›l›r, bir ihanetin

cezas› verilir, bir rakibin vücudunun ortadan kald›r›lmas›

düflünülür, baflkas›na kötülük yap›l›r ve sonuçta, insanda k›r›lma,

huzursuzluk ve s›k›nt› bafllar. Bu da, a¤›rlaflm›fl bir inkiflaf›n insan

üzerindeki bask›s›n› ifade eder. Birinci gruptakiler, vicdan

mekanizmas›n›n nas›l yüksek unsurlar›na yönelik kudretler ise,

* “Muhtelif” sözcü¤ü, “birbirine z›t, ihtilaf eden; çeflitli” anlamlar›na gelir.

134


BEDR‹ RUHSELMAN

ikinci gruptakiler de nefsaniyet realitelerini o kadar besleyici, geri

etkenlerdir. Bunlar›n her ikisi de, inkiflaf kademelerine göre, insanlarda

bulunabilir. Ve ona göre de sonuçlar do¤urur.

fiu hâlde, kademeler ne kadar afla¤›larda ise, o kademelerdeki

sevgiye kar›flan bencillik malzemeleri ve vibrasyonlar› da o kadar

fazla olur. Aksine, inkiflaf kademeleri ne kadar üst denge düzeylerinde

ise, sevgi unsuru da o oranda saf ve erdem vibrasyonlar›yla

zenginleflmifl bulunur. Ve bu inkiflaf hâli nihayet öyle bir duruma

gelir ki, insanlara karfl› duyulan bu erdemli hisler, onlara hizmet

etmek, onlar›n iyilikleri, inkiflaflar› hususunda her türlü

yard›mda bulunmay› –ne pahas›na olursa olsun– göze almak gibi,

çok kapsaml› ve yüksek derecelere ulafl›r. Ve o zaman vicdan›n

nefsaniyet unsurlar› ve realiteleri, bencillikten s›yr›l›p, di¤erkâml›k

yollar›nda yürümeye bafllarlar. Vicdan mekanizmas›n›n denge

düzeyleri art›k, di¤erkâml›¤›n yüksek ve idrakli sahalar›nda kurulur.

O insan, baflkalar›n›n yükselmeleri için her türlü fedakârl›¤a

katlanmay› kendisine bir borç, bir vazife sayar. O zaman ondaki

sevgi, bir vazife sevgisi hâlini almaya yüz tutar ki, bu da art›k

onun, vazife plân›n›n efli¤ine gelmifl olmas›n›n iflaretidir.

‹flte, vicdan mekanizmas›n›n bu sahalara kadar ulaflm›fl yüksek

denge düzeyi, dünya okulunun insana kazand›rm›fl oldu¤u en

yüksek mertebedir. Bu mertebeye ermifl olan insan; dünya okulundan

tam dereceyle diplomas›n› alacak ve dünyada kazand›¤›

en yüksek öz bilgi kudretiyle vazifeler kabul ederek, daha kudretli

ve mutlu bir varl›k hâlinde yüksek plânlara geçecektir. Bu

duruma geldikten sonra, vicdan düalitesi ortada kalmayacak,

onun yerini daha yüksek tertipte bir vazife düalitesi alacak ve

varl›k o ândan itibaren hakikî ve objektif bir tekâmül mekanizmas›

içine girmifl bulunacakt›r. Çünkü ileride söyleyece¤imiz gibi,

vazife safhas›ndan önceki tekâmül yürüyüflü, daha ziyade sübjektif

flartlar içinde vuku bulmaktad›r. Zaman hakk›nda aç›klama yap›l›rken

bu kavram, aç›k olarak belirtilecektir.

*

* *

135


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Daha iyi anlafl›labilmesi için, bu konudaki bâz› noktalar› özet

olarak tekrarlamay› yararl› görüyoruz.

Vicdan, realite, idrak, bilgi, sevgi, k›sacas› dünyada tezahür

eden bütün k›ymetler; ancak beyin cevherinin imkânlar› dahilinde

formlar›n› alm›fl, maddî görünüfllerden ibarettir. Bunlar›n as›l k›ymetleri,

öz varl›kta gömülü olan kudretlerdedir, fonksiyonlar› da,

dünya imkânlar› içinde, ancak, öz varl›¤a hizmet etmek yolunda

ifller. Dolay›s›yla, bunlar; yaln›z dünyada geçerli, yüzeysel zaman

idrakiyle ölçülebilen dünya flekilleri, hâlleri ve görünüflleridir. Bunlar›n

besledikleri, inkiflaflar›na vâs›ta olduklar›, öz varl›ktaki k›ymetler

ise, öz varl›¤›n tâbi bulundu¤u ‘küre zaman›’n›n sonsuz

diyebilece¤imiz idrak imkânlar›yla de¤erlenen hakikî k›ymetlerdir

ki; bu k›ymetler, ruhun kâinattaki tekâmül ölçüsünü gösterir. Küresel

veya idrakî zaman tekni¤iyle de¤erlenen bu ince kombinezonlar,

dünyan›n yüzeysel zaman idrakiyle tarif edilemez ve nitelendirilemezler.

‹flte vicdan mekanizmas›na ait olarak geçen bütün bilgilerdeki

“idrak”, “bilgi”, “realite”, “unsur”, “sevgi”... gibi sözcüklerin

hep bu kavramlar içinde, kendi k›ymetleriyle ele al›nmas›

gerekir. Meselâ sevginin sözü edilen yüzü, dünyaya ait olan k›ymetlerini

ifade eder. Bunun varl›¤a ait olan, idrakî zaman karfl›-

s›ndaki durumuna ve mânâs›na, dünya zaman›yla düflünen bir insan

aslâ nüfuz edemez. Yine, küresel veya idrakî zaman tekni¤ine

tâbi olan, dünyay› müteakip süptil âlemdeki sevgi kombinezonlar›n›

da insanlar›n idrak edebilmeleri mümkün de¤ildir. Ancak bedenlerinden

yükselerek tümüyle ayr›lm›fl varl›klar, o âleme gittikleri

zaman bunlar›n hakikî mânâlar›n› anlayabileceklerdir. ‹leride

verilecek yüzeysel ve küresel zaman bilgilerini gördükten sonra

tekrar bu sat›rlara dönülürse, yüzeysel zaman idrakine ba¤l› insan

sevgisinin yan›nda, küresel zaman tekni¤iyle yürüyen ve sevginin

öz varl›ktaki karfl›l›¤› olan vibrasyonlar›n mânâs›ndaki kapsam›n

derecesini sezmek daha kolay olur. Ve tek yüzeyli, basit insan idraki

karfl›s›ndaki sevginin ilkel durumu ile sonsuz imajinatif yüzeyleri

içeren, insan üstü âlemdeki sevgi izlenimlerinin nihayetsiz kapsam›,

yâni öz bilgiler içinde parlayan görkemli durumu hakk›nda

daha genifl bir sezgi k›yas› yapmak mümkün olur.

136


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Öz bilgileri zenginlefltiren etkenlerden bilgi ve sevgiyi ele ald›k.

Fakat bunlar›n yan›nda, yine öz bilginin inkiflaf›nda, art›fl›nda

kudretle rol alan bir unsur daha vard›r ki, bu unsuru insanlar henüz

takdir edememifl durumdad›rlar. Bu da, dünyada çeflitli tekâmül

kademelerindeki vazifeli varl›klar taraf›ndan insanlar›n varl›klar›na

gönderilen tesirlerdir. Bu tesirler, insanlar›n hem bireysel,

hem de –genellikle bu bireyler vâs›tas›yla kazan›lan– mâflerî

bilgi de¤erlerini –insanlar›n aslâ tahmin edemeyecekleri tarz ve

flekillerde– artt›rmaktad›r. ‹flte bu tesirleri alan insanlara “medyum”

diyoruz.

‹nsanlar için, medyumluk, kâinat tesirlerini, kâinat vibrasyonlar›n›

alabilmekte hassasiyet kazanm›fl olmak demektir. Dünyada

medyumluk reaksiyonlar›n› do¤uran tesirlerin en önemlisi, yüksek

entüvitif tesirlerdir. Medyumlar›n yap›lar›nda, entüvitif bak›mdan

gönderilen tesirleri kolayca ifadelendirebilmek imkân ve

gücü fazlad›r. Fiziksel medyumlar için de bu kural geçerlidir. Ancak

fark fludur: Entüvitif medyumlarda, gelen tesirler, yüksek idrak

kombinezonlar›yla ilgili çok ince vibrasyonlard›r; fiziksel

medyumlarda ise, gelen tesirlerin, kaba bir maddeye yöneltilmesi

ve o kaba maddelerdeki reaksiyonlar›n sonucu olarak, çeflitli

formasyonlar›, transformasyonlar›, deformasyonlar› veya daha

basit hareketleri meydana getirmeleri sözkonusudur. Demek ki

genel bir görüflle, biri entüvitif, di¤eri fiziksel olmak üzere, iki

medyumluk tezahürü vard›r.

*

* *

Medyumlu¤un mekanizmas›n› aç›klamaya bafllamadan önce,

verilmesi gereken bâz› haz›rlay›c› bilgiler var ki, onlar› bildirmekle

ifle bafllayaca¤›z. Bunun için ilk önce, insan beyninin, burada

bilinmesi gerekli olan bâz› durumlar›ndan söz etmek gerekiyor.

Beyin; organizman›n, birtak›m atomlar ile bu atom topluluklar›ndan

kurulu yüksek fonksiyonlara sahip moleküllerden ve bunlar›n

hareketlerinden meydana gelmifl, hâkim bir organ›d›r. ‹nsan

137


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

vücudunun her taraf›nda hücre vard›r. Ve hepsinin de, kendisine

göre belirli hareket frekanslar› mevcuttur. Bir hücrenin hareketi

ne kadar fazla olursa, o hücrenin kudreti, faaliyeti o kadar yüksek

derecede bulunur. ‹nsan bedeninde en fazla harekete sahip

olan hücreler beyin hücreleridir.

Esasen bu hareketlerinin fazlal›¤› sayesindedir ki, beyin hücreleri

dünyaya ait izlenimleri alabilirler. Yine, beyinde molekül hareketleri

en fazla olan k›s›mlar (ki bunlar fluur merkezini temsil

ederler) en seyyal ve kudretli olan k›s›mlard›r. Nitekim fluur merkezlerinin

yüksek fonksiyonlar›na karfl›l›k yüksek frekanslar› vard›r.

Beyin hücrelerinin ola¤an hâllerde, kendilerine özgü, belirli frekanslar›

vard›r. Bunlar, çeflitli nedenlerle ço¤alabilir. Ve ço¤ald›klar›

zaman onlar›n faaliyetleri ve kudretleri artar. ‹flte medyumlara

tesir gönderen varl›klar, kullanmak istedikleri merkezlerdeki hareketleri

ya do¤rudan do¤ruya ya da fluur kanal›yla artt›rmak suretiyle,

onlar›n faaliyetlerini istedikleri flekilde idare ederler.

Görece say›larla, k›yasî bir örnek verelim: fiuur merkezinin moleküllerinin

titreflimi, ola¤an zamanlarda saniyede 40 bin olsun;

trans hâline geçince, yâni medyum, bir varl›¤›n tesiri alt›nda kal›nca

bu frekanslar saniyede 60–70 bine kadar ç›kar. ‹flte fluur merkezinde

frekans›n bu art›fl›yla, orada faaliyet de artar, idrak genifller.

‹drakin genifllemesi, bu frekans›n art›fl›na ba¤l›d›r. Frekans›n

art›fl› da o tesiri gönderen varl›¤›n uygun gördü¤ü derecede olur.

‹flte hareketlerin artt›r›lmas›yla, medyumun varl›ktan alaca¤›

tesirlerin mânâlar›n› ifade etmek kabiliyeti ve idraki artar. Medyumlar

ya konuflarak, ya yazarak ya da baflka bir tarzda bu mânâlar›

d›fl âleme, insanlar›n anlayabilecekleri vâs›talarla aktar›rlar.

Bunlara “entüvitif medyum” diyoruz.

Bir de fiziksel medyumlar vard›r. Burada, gelen tesirler, ya tesiri

alacak maddenin vibrasyonlar›ndan daha kabad›r ya da onlara

uygundur. Kaba ise, bu tesirler medyumdan geçip o maddeye

gidince, onun, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz gibi, yüksek kom-

138


BEDR‹ RUHSELMAN

binezonlar›n› besleyemeyeceklerinden, onlar›n silinmesine ve dolay›s›yla

maddenin da¤›lmas›na neden olurlar ki; bu, “demateryalizasyon”

denilen olay› meydana getirir. E¤er gelen tesirler o maddelerin

bünyesine uygun vibrasyonlar› içermekteyseler, o zaman

medyumun o maddeler üzerindeki etkileme kabiliyeti artarak birtak›m

formasyonlara ve tezahürlere imkân haz›rlan›r. Böylece,

materyalizasyonlar, fantomlar, aporlar, eflyan›n çeflitli hareket ve

durumlar› gibi, türlü adlarla an›lan say›s›z fiziksel tezahürler meydana

getirilir. ‹nsanlar›n fiziksel medyumluk grubunda gözlemledikleri

olaylar bu mekanizmaya tâbidir ki; bunlar, maddede,

de¤er farklanmas› mekanizmas›yla düalite prensibinin yürütülmesi

sayesinde, hareketlerin, yer de¤ifltirmelerin ve nihayet molekül

da¤›l›p toplanmalar›n›n olmas› gibi hâllerle meydana getirilir.

Beyinde tam say›s› olmamakla birlikte, afla¤› yukar› 90–100

merkez vard›r. Ve bunlar›n da vücutta belirli fonksiyonlar› olan

900–1000 tane tâli merkezi, yâni istasyonu mevcuttur. ‹flte öz varl›ktan

beyne gelen tesirler, beynin fluur merkezinden bu merkezlere,

oradan da –ihtiyaçlara göre– tâli merkezlere veya istasyonlara

da¤›l›rlar.

*

* *

fiimdi, insanlarda bâz› zamanlarda görülen uyku, rüya, obsesyon,

medyumluk gibi hâllerin mekanizmalar›ndan s›ras›yla söz

edece¤iz. Ancak, bu mekanizmalar›n esas›n› ve tekni¤ini aç›k olarak

aç›klayabilmek için, bâz› ön bilgileri tekrarlamak icap ediyor.

Bu ön bilgiler, varl›k ile beyin aras›ndaki irtibat ve iliflkilere aittir.

Daha önce de söz etti¤imiz gibi, insan varl›¤›n›n insan beynine

7/8’i ba¤lanm›flt›r. Yâni, varl›¤›n yedi k›sm› beyne ba¤l›d›r, ‘bir’

k›sm› serbesttir. Beyne ba¤l› olan k›s›m, “fluur merkezi” dedi¤imiz,

belirli beyin hücrelerinden oluflmufl bir lokali kaplar. fiuur

merkezi, di¤er merkezleri ve onlar da tâli merkezleri idare ederler.

Böylece, varl›¤›n bedene olan hâkimiyeti, fluur merkezinden

itibaren, derece derece birbirine tesir eden merkezler ve istasyonlar

vâs›tas›yla sa¤lan›r. Daha önce, insan varl›¤›n›n beyne ba¤l›

139


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

olan k›sm›na “fluur”, serbest kalan k›sm›na da “fluur ötesi” demifltik.

fiu hâlde, varl›¤›n ba¤l› bulundu¤u fluur merkezi, beynin,

hareketleri en fazla olan moleküllerden oluflmufl bir lokalidir. Bütün

beden, bu merkezden idare edilir. fiuur merkezi, daima d›flar›s›

ile, yâni varl›k ile iliflki hâlindedir. Bu merkezin faaliyetinin

azalmas› veya ço¤almas›, kendisine gelecek tesirlerle, hareketlerinin

azalt›l›p ço¤alt›lmas›na ba¤l›d›r.

Varl›¤›n beyne ba¤l› olmayan serbest k›sm›na gelince: Buna fluur

ötesi demifltik. fiuur ötesini de iki k›sma ay›rmak gerekiyor. Yaln›z,

flunu söyleyelim ki, varl›k, insanlar›n anlad›¤› mânâda parçalanmalara,

bölünmelere tâbi tutulamayan, süptil bir enerjiler

bütünüdür. Dolay›s›yla, onda, maddelerde yap›ld›¤› gibi kat kat

veya iç içe ayr›lm›fl k›s›mlar düflünülemez, yâni beyinde oldu¤u gibi

lokaliteler tayin edilemez. Ancak, bizim burada aç›klamak durumunda

kald›¤›m›z bâz› fonksiyonlar›n yerine getirilmesi bak›-

m›ndan, varl›kta böyle ayr› faaliyet hâllerini, lokalite sembolüyle

ifade etmek zorunlulu¤u do¤maktad›r. ‹flte burada yapt›¤›m›z k›-

s›mlara ay›rma, verdi¤imiz adlar, bu fonksiyonlar› ifade eden hâllere

aittir. Yoksa, asl›nda varl›kta ayr›lm›fl, bölünmüfl k›s›mlar,

parçalar, lokaliteler yoktur. Yan›lmalara düflmemek için bu durumu

bir örnekle aç›klamak istiyoruz. Gerçi bu örnek anlatmak istedi¤imiz

varl›¤›n durumuna oranla çok kabad›r ve yine bizim

dünyam›za ait bir realitedir ama, yukar›da anlatmak istedi¤imiz

fleyin daha kolayl›kla sezilebilmesine yard›m edecektir: Bofllukta

toplu olarak, da¤›lmadan duran, meselâ belirli bir hidrojen hacmi

düflünülsün! Bu kütle, bir sürü hidrojen atomundan oluflmufltur.

fiimdi bu atomlar›, göreceklerini kabul etti¤imiz bâz› ifller bak›-

m›ndan, ayr› ayr› karakterlerde birkaç gruba ay›ral›m! Böylece,

her grubun ayr› bir fonksiyonu olacakt›r. Meselâ bir k›s›m atomlar›n

fonksiyonu, ›fl›k vibrasyonlar›n› yakalamak olsun, di¤er bir

k›s›m atomlar›n fonksiyonu, ›s› vibrasyonlar›na mahsus olsun,

baflka bir k›s›m atomlar›n fonksiyonu elektrik vibrasyonlar›n› saptamak

olsun! Böylece fonksiyonlar› ayr›lm›fl üç türlü atom karakteri,

bu hidrojen toplulu¤u içinde karmakar›fl›k bir hâlde bulunuyor

ve gruplar hâlinde ayr› ayr› yerlerde toplanm›yor olsunlar! Böy-

140


BEDR‹ RUHSELMAN

lece kendilerine mahsus birer lokalitesi olmayan bu atomlar, yine

de, fonksiyonlar› bak›m›ndan tümüyle birbirinden ayr›lm›fl durumdad›rlar.

Fakat sözünü etti¤imiz varl›k, böyle hidrojen atomu

toplulu¤u gibi maddî bir durum göstermez. Dolay›s›yla, bu örne¤i

de oraya aynen tatbik etmek yine do¤ru olmamakla birlikte, bundan,

afla¤› yukar› bir sezgi elde etmek mümkün olur. Çünkü varl›k

için böyle belirli bir yerde, belirli bir kütle düflünmenin dahi do¤ru

olmayaca¤›, flimdiye kadar varl›k hakk›nda vermifl oldu¤umuz

bilgilerden elbette anlafl›lacakt›r. fiu hâlde, ayr› ayr› lokalizasyonlara

tâbi tutulamayacak varl›kta, ayr› ayr› fonksiyonlara sahip, idrak

edemeyece¤imiz tesir kompleksleri mevcuttur.

Böylece, fluur ötesinin, yâni varl›¤›n bedene ba¤l› olmayan

serbest sahas›n›n, iki k›sma ayr›ld›¤›n›, daha do¤rusu birbirinden

ayr› iki fonksiyon taraf› bulundu¤unu söylemifltik. Bunlardan birincisi,

“fluurüstü” dedi¤imiz k›s›md›r. Bu, varl›¤›n d›flar›ya aç›k

olan taraf›d›r. Varl›¤›n ruhundan gelen tesirler, varl›¤a onun bu

k›sm›ndan girer. Aynen, yukar›dan ve civardaki varl›klardan gelen

tesirler de, yine bu k›sma inerler.

fiuur ötesi sahas›n›n ikinci k›sm› fluuralt›d›r. Bu, yine fonksiyon

bak›m›ndan, varl›¤›n d›flar›ya kapal› olan taraf›d›r. fiuuralt› sahas›na

d›flar›dan hiçbir tesir gelmez. Kendisi de d›flar›ya hiçbir tesir

göndermez. Fakat buras›, varl›¤›n bütün kâinat boyunca birikmekte

olan kazan›mlar›n›n deposudur. Dolay›s›yla, geçmifl hayatlar›n

bütün izlenimleri fluuralt›nda mevcuttur, öz bilgiler burada muhafaza

edilmifltir. ‹flte daha önce söyledi¤imiz gibi, buraya ancak öz

varl›¤a mal olmufl, öz bilgi hâline gelmifl kazançlar girebilir.

fiuurüstü ve fluuralt›n›n fluur ile irtibat› mevcuttur. Bunlar birbirleriyle

al›flverifllerde bulunabilirler. Fakat fluur ile fluuralt› ve

fluurüstünün, tek kelimeyle, fluur ötesinin irtibat› do¤rudan do¤ruya

olmaz. Arada köprü vazifesini gören arac› bir fonksiyon daha

vard›r ki, buna da “fluurd›fl›” diyoruz. Demek ki fluurd›fl›, fluur

ile fluur ötesi aras›ndaki gelifl gidifllere vâs›ta olan, varl›¤›n üçüncü

bir fonksiyon sahas›d›r. Fakat fluurd›fl›n›n di¤er bir fonksiyonu daha

vard›r ki, o da fludur: D›fl âlemden, dünyadan, günlük hayat-

141


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

tan fluura gelip de henüz öz bilgi hâline girmemifl bulunan bilgilere

ait izlenimler bu sahada, yâni fluurd›fl›nda toplan›r ve ölünceye

kadar orada kal›rlar. Demek ki fluurd›fl› sahas› (herhalde buradaki

saha ifadesiyle ne demek istedi¤imiz sezilmektedir) ayn›

zamanda, fluurun bir bilgi deposudur. fiuur, icap etti¤i zaman –fluuralt›na

inmeden– gereken malzemeleri bu fluurd›fl›ndan al›p kullanabilir.

Bunlar, varl›¤›n son dünya hayat›na, yâni insan›n yaflamakta

oldu¤u hayat›na ait bilgilerinin sonuçlar›d›r. Bu bilgiler,

daha önce de söyledi¤imiz gibi, k›yasî bir muhasebeden geçtikten

sonra fluurd›fl›na itilirler ki, bu muhasebeyi yapan da vicdand›r.

fiuurd›fl› bilgileri; yine daha önce söyledi¤imiz gibi, ancak

ölümden sonra, varl›k taraf›ndan, fluuralt›n›n bilgileriyle büyük

k›yasî muhasebesi yap›larak öz bilgi hâline geçerler ve fluuralt›na

yerleflirler. Günlük hayattaki, fluur sahas›nda cereyan eden olaylar,

uyku esnas›nda bu fluurd›fl› sahas›na intikal ederler. Esasen

fluurd›fl› ile fluur sahalar› birbirine çok yak›n ve s›k s›k iliflki hâlindedirler.

*

* *

Bu, fonksiyon bak›m›ndan k›s›mlara ayr›lmay› aç›klad›ktan

sonra, ola¤an idrakin ne flekilde cereyan etti¤ini, bu bilginin ›fl›¤›

alt›nda aç›klayal›m!

‹nsan d›flar›daki bir objeye, meselâ bir kaleme bakt›¤› zaman o

kaleme ait titreflimler, görme sistemi çevresindeki noktalardan itibaren,

belirli istasyonlardan geçerek görme merkezine gider. Oradan

da fluur merkezine yans›y›nca ilk, maddî idrak vuku bulur.

Bu idrak, tümüyle, beynin tâbi oldu¤u yüzeysel zaman faaliyetine

ait dünya idrakidir. Bu tesir fluurdan fluurd›fl› kanal›yla fluurüstüne

giderek, orada varl›¤a ait ve dünya realitesi d›fl›nda, insanlar›n

anlayamayaca¤› idrak vuku bulur. Varl›k, bu kalemden

kapsaml› bir idrak içinde haberdar olur.

Tekrar edelim: fiuurda meydana gelen maddî idrak ile varl›kta

meydana gelen süptil idrak birbirinin ayn› de¤ildir. Bu idraklerin

mahiyetleri; kendilerini oluflturmufl olan, fluur gibi nispeten yo-

142


BEDR‹ RUHSELMAN

¤un ve fluurüstü gibi ona nazaran çok seyyal madde ortamlar›na

göre, yo¤unlafl›r ve süptilleflirler. fiuura ba¤l› olan idrak, varl›kta

oldu¤u gibi kapsaml› ve karmafl›k de¤il, fluur merkezinin maddî

bünyesine ayarl› olarak, kaba flekilde belirir.

Yukar›da verdi¤imiz, kalemin idraki örne¤i, basit bir flemad›r.

Söz etti¤imiz yol, bundan çok daha kar›fl›k da olabilir. Bu tesir

yolculu¤una, ilgili di¤er merkezler ve istasyonlar da kar›flabilir.

Ayr›ca, fluurd›fl›ndan bâz› tesirler de kat›labilir. Bunlar, say›s›z

icaplara göre say›s›z durumlar al›rlar.

*

* *

fiimdi uykuyu aç›kl›yoruz. ‹drakin do¤mas› için, fluur merkezinin,

serbest ve kendisinde mevcut olan izlenimleri uyand›rabilecek

derecede, frekans›n›n yüksek bulunmas› gerekir. ‹nsan›n uyan›k

dedi¤imiz hâlinde fluur, daima fluurüstü ile irtibattad›r. Öte

yandan, merkezlere karfl› da aç›k durumdad›r. Yâni, merkezler ile

de irtibat hâlindedir. fiu hâlde, çevreden gelen tesirleri de almaktad›r.

Özetle, uyan›k hâlde iken fluur, bir taraftan varl›k ile, di¤er

taraftan çevresi ile, yâni dünya hayat› ile iliflkidedir. Böylece gerek

yukar›dan, fluur ötesinden, gerek afla¤›dan, dünyadan tesirler

al›r. Bu sayede bütün sinir sistemine ve onun vâs›tas›yla da organizmaya

hâkim olur. Yâni, fluur ötesinden gelen icaplara göre bedeni

idare eder. Esasen bedeni idare edenin do¤rudan do¤ruya

fluur merkezi oldu¤unu daha önce söylemifltik. Varl›k, bedenden

bu merkezi kullanarak yararlan›r.

Uykuda iken bâz› merkezlerin d›fl âlem ile olan iliflkileri kesilir.

fiuur da dahil olmak üzere, bu merkezler fluurd›fl›na ba¤lan›r.

Art›k bu merkezler dünya ile de¤il, fluur ötesi ile ilgilidirler. ‹flte

buna, “merkezlerin kendi içine dönmesi” deriz. Ve d›fl âleme karfl›

o ân için hassas olmayan bu merkezlerin böyle içe dönmeleri,

uyku hâli dedi¤imiz durumu meydana getirir. fiu hâlde, bu merkezler

d›fl âleme karfl› hareketsiz ve pasiftirler, fluur ötesine karfl›

ise aksine, hareketli ve aktif durumdad›rlar. O ânda fluur ve ilgili

merkezler; d›fl âlemin ba¤lar›ndan özgür kalm›fl bulunduklar›ndan,

günlük kazançlar›n›n sonuçlar›n› fluurd›fl›na aktarmak için,

143


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

onlar›n vicdan muvacehesinde, fluurd›fl›ndaki k›yas bilgileriyle, ilk

muhasebelerini rahat rahat yaparlar. Bu sonuçlar, orada, fluurd›-

fl›nda kalacaklard›r. Bunlar›n henüz, öz varl›k taraf›ndan öz bilgilerle

k›yas› yap›lmad›¤›ndan, öz bilgiler ile aralar›nda intibaks›zl›k

vard›r. Bu yüzden, bu bilgiler fluuralt›ndaki öz bilgiler sentezine

dahil olamazlar. fiuurd›fl›nda, varl›¤›n fluura yak›n fonksiyon sahas›nda

kal›rlar. Onlar›n burada birikmesi, daha önce söyledi¤imiz

gibi, ölüm ân›na kadar devam eder.

Demek ki uyku esnas›nda çevreye karfl› hareketsiz ve pasif

hâlde görünen merkezler, içeride önemli ifller baflarmaktad›rlar.

Fakat bunlar›n faaliyetleri d›fla de¤il, içe dönmüfltür. Ve bütün

meflguliyetleri de, günlük olaylar› fluurd›fl›na devretmek iflleminden

ibarettir. Bu ifllemin sa¤l›kl› bir flekilde yap›lmas› için, bunlar›n

çevre ile olan irtibatlar›n› kesmesi ve günlük hayat karfl›-

s›nda dinlenmeye çekilmesi, yâni uyku dedi¤imiz hâlin meydana

gelmesi gerekir.

*

* *

Bu hâlde iken rüyalar›n mekanizmas›n› aç›klamak kolaylafl›r.

Rüyalar iki flekilde, yâni iki tesir kayna¤›n›n müdahalesiyle cereyan

eder: Bunlardan biri afla¤›dan, çevreden gelen tesirler; di¤eri

ise fluur ötesinden gelen tesirlerdir.

‹lk önce, çevreden gelen tesirleri inceleyelim: Uyumakta olan

bir insan›n aya¤›, onu uyand›racak kadar fliddetli olmamak flart›yla,

bir tüy parças›yla hafifçe okflans›n! Buradan ç›kan vibrasyonlar,

ayakla ilgili olan merkezi uyand›rmayacak, fakat rahats›z

edecektir. Çünkü bu s›rada o, kendi ifliyle meflgul oldu¤u için,

çevreden gelen bu tesirle u¤raflmak istemez. Dolay›s›yla, ayaktan

gelen bu tesiri derhal omuzundan atarcas›na, o s›rada irtibatta

bulundu¤u fluurd›fl› kanal›yla fluuralt›na aktar›r. Gerçi, çevreye

karfl› hareketsiz olan bu merkezin oradan gelen bir tesiri bu flekilde

aktarmas› da bir harekettir ama, d›flar›dan kendisini uyand›rmayacak

kadar hafif fliddette gelen bu tesire, ancak bu ifli yapabilecek

kadar küçük bir hareket gösterebilir. Nitekim e¤er tesir

biraz fliddetlenirse, bu hareketler artar ve merkezin çevreye karfl›

144


BEDR‹ RUHSELMAN

olan hareket frekanslar›n›n artmas›, onu derhal içten d›fla dönmeye,

yâni uyanmaya mecbur k›lar.

fiimdi, onun uyanmad›¤›n› kabul ederek devam edelim! Ayaktan

gelen tesir, fluuralt›na girince, orada mevcut olan sonsuz izlenimlerden,

rastgele, kendisine uygun olanlar› yakalar ve onlar›

harekete geçirir. Böylece fluuralt›nda otomatikman, kontrolsüz

olarak bir imajinasyon ifllemi olur. Beyinde meydana gelen her

hareketin, fluur merkezine ya do¤rudan do¤ruya ya da baflka

kanallardan yans›mas›, bir kurald›r. Ancak, bu yans›yan tesirler,

bazen, fluurda izlenimleri uyand›rmayacak kadar güçsüz olurlar.

O takdirde fluur merkezi, idrak etmeden vazifesini yapar. Burada,

fluuralt›nda oluflan imajlar, fluurd›fl› kanal›yla fluura yans›rlar.

E¤er bu yans›yan izlenimler, fluuru harekete geçirecek kadar güçlü

iseler, fluurun, çevreye ait olan bu imajlar› alacak kadar frekans›

artar ve imajlar› idrak eder; ayn› zamanda uyan›r. ‹flte o

ânda, rüya görülür. E¤er fluuralt›ndan gelen vibrasyonlar, fluur

sahas›n› oluflturan merkezin moleküllerinde gere¤i kadar hareket

uyand›rmazsa, fluur merkezi kendi meflguliyetine devam eder ve

bu imajlarla meflgul olmaz; rüya da görülmez. fiunu da söyleyelim

ki, fluuralt›ndan fluura yans›yan imajlar, fluur taraf›ndan maddî

bünyesine, yâni mümkün mertebe dünya realitesine uygun flekillerde

idrak edilir. fiu hâlde, rüya, görülen bir fley de¤ildir. Bir

tür imajinasyondur. Bu olay›n cereyan edifli, yâni ayaktaki uyan›fltan

itibaren fluur ile fluur ötesi aras›ndaki gidifl gelifller, saniyenin

bölümleri içinde olup bitti¤inden, rüyan›n görülüflü de bir

ân meselesi olur. Aya¤›na her tüy sürtülen insan, mutlaka rüya

görmez. Meselâ, aya¤a ba¤l› olan merkez kendi ifline o kadar

dalm›fl olabilir ki, ayaktan gelen bu tesirler onu harekete geçirmeyebilir.

Yine, fluuralt›ndan gelen vibrasyonlar, fluuru harekete

geçirecek fliddette olmayabilir... O zaman rüya görülmez.

*

* *

Nedeni yukar›lara, fluurüstüne ba¤l› olan rüyalar›n mekanizmas›na

gelelim! Herhangi bir gayeyle bir varl›k, bir insana rüya

göstermek istedi¤i zaman, o insan›n tâbi bulundu¤u varl›¤›n fluurüstü

sahas›na, gösterece¤i rüyayla ilgili bâz› vibrasyonlar gön-

145


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

derir. fiuurüstüne gönderilen bu tesirler, fluurd›fl› kanal›yla fluura

intikal eder ve fluuru ifade eden merkezin moleküllerinin frekanslar›n›

artt›r›rlar. Bu hâl, gelen vibrasyonlarla ilgili izlenimlerin

idraklerini fluurda meydana ç›kart›r. Bu da flöyle olur: O s›rada

fluur, esasen, fluurd›fl›na do¤ru dönük vaziyettedir. Yukar›dan

gelen tesirler maksatl› olduklar› için, onlar›n her biri, fluurd›fl›nda

mevcut olan ve arzu edilen bir izlenimi uyand›racak flekilde,

ayarl› olarak gelmifltir. ‹flte esasen fluurd›fl›yla irtibat hâlindeki

fluura inen bu ayarl› tesirler, fluurun fluurd›fl›ndan istenilen izlenimleri

almas› sonucunu sa¤larlar. Ve fluurda fluurd›fl›ndan gelen

imajlar›n idraki meydana ç›kar. Demek ki, rüyay› göstermek isteyen

varl›k, fluurd›fl›ndaki say›s›z malzemelerin niceliklerine göre,

gönderece¤i ayarl› tesirlerle, onlardan istediklerinin –yukar›da

söyledi¤imiz yoldan– fluur sahas›na ç›kar›lmas›n› sa¤lar. fiu hâlde,

bu tür rüyalar da, yine imajinasyonla meydana gelmektedir. Yukar›dan

veya afla¤›dan gelen rüyalar, az çok deneyimli insanlar

taraf›ndan kolayl›kla ay›rt edilebilirler. Afla¤›dan gelenler, daha

da¤›n›k, belirsiz ve sönüktür. fiuurüstünden gelenler ise, daha

derli toplu, belirli, canl› ve derin izlenimlidir.

*

* *

Bu mekanizmada görülüyor ki, ikinci gruptaki, yâni yukar›dan

gelen tesirlere ba¤l› rüyalarda, daha ziyade fluura hitap eden maksatl›

tertipler vard›r. Bunlar insana bâz› fleyler ö¤retmek gayesini

gütmektedir. Bu rüyalar, bâz› icaplar gere¤ince haber verilmesi gerekli

olan gelece¤e ait vakalardan bâz› safhalar›* bildirmek, herhangi

bir duruma karfl› uyar›larda bulunmak veya icap eden bâz›

bilgilerin sezgilerini vermek gibi, çeflitli nedenler alt›nda gösterilir.

Bununla birlikte kâinatta hiçbir k›p›rdan›fl yoktur ki, Ünite’nin

kontrol ve direktifi haricinde kalm›fl olabilsin. Bir tek hareketten

itibaren kâinat›n bütün hareketlerine kadar her k›p›rdan›fl, Ünite’nin

direktifine tâbidir. Dolay›s›yla, afla¤›dan gelen rüyalar hakk›nda

rastgele, rab›tas›z gibi sözcükler kulland›¤›m›za bakarak,

bunlar›n bofl ve gereksiz fleyler olduklar›n› söylemek istedi¤imizi

düflünmemek gerekir. Kâinatta gereksiz, mânâs›z, bofl hiçbir hare-

* “Safha” sözcü¤ü, “evre, aflama, bir olay›n birbiri ard›nca görülen hâllerinin her biri”

anlam›na gelir.

146


BEDR‹ RUHSELMAN

ket ve olufl yoktur. Afla¤›dan gelen rüyalar hakk›nda yukar›ki ifadeleri

kullanmam›z, fluurüstünden gelen tesirlere ba¤l› rüyalara

oranlad›r. Yoksa, çevreden gelen rüyalar›n da kendilerine göre, yürütülmekte

olan yollar› vard›r. Bunlar da, baflka bir yönden tertipli

ve hesapl› olarak cereyan ederler. Nitekim onlar üzerinde de duruldukça

birçok fley ö¤renilir ve kazan›l›r.

Demek ki, yukar›dan gelen tesirlerle görülen rüyalarda, imaj

olarak, fluurd›fl›ndaki malzemeler kullan›l›r. Çevreden gelenlerde

ise, imajlar fluuralt›ndan al›nm›fl malzemelerle oluflur. Bununla

birlikte, e¤er rüyay› göstermek isteyen varl›k, maksad›n›n gerçekleflmesi

için gerek görürse, yaln›z bu dünya hayat›na ait fluurd›-

fl›ndaki bilgilerden de¤il, ayn› zamanda fluuralt›ndan, geçmifl hayatlara

ait bâz› bilgilerden de yararlan›r. Tabiî ki, bu tarzda fluuralt›ndan

al›nan imajlar, çevreden gelen tesirlerle al›nan imajlar gibi

derme çatma topluluklar hâlinde olmaz, daha tertipli ve düzenli

olurlar. Bu bilgileri verdikten sonra, medyumlu¤un mekanizmas›n›

aç›klamak kolaylafl›r.

*

* *

Medyumluk, tesirleflmeler, yâni vibrasyon al›flveriflleri yoluyla

olur. O hâlde, varl›klardan gelen vibrasyonlar›n medyumlar›n

bünyesine uymas› gerekir.

Kâinatta mevcut bulunan dünyalar›n her birinde madde flartlar›,

do¤al olarak, de¤ifliktir. Bedenliler ise, daima üzerinde bulunduklar›

kürenin madde flartlar›n›n derecelenmifl birer formasyon

hâlidir. Ve bunlar›n her birinin kendisine özgü bir manyetik

alan› vard›r. Dolay›s›yla, gelen vibrasyonlar›n her hâl ve flarta en

yak›n madde formlar›n› bulmas› zarurî oldu¤una göre, dünyada

medyumlar›n bünyelerine gelecek vibrasyonlar›n da, onlar›n

manyetik alanlar›na göre ayarlanmas› icap eder.

Dünyam›z etraf›nda yo¤unluktan seyyalli¤e do¤ru uzaklaflan

bir sürü tesir sahas› vard›r. Bunlar, âdeta birbiri içine girmifl küreler

gibi, dünya çevresini sarm›fllard›r. Bunlar, her biri vazifeli varl›klara

ait, birer tesir sahas›d›r. En yo¤un tesir kufla¤›, dünya yü-

147


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

züne en yak›n olan sahad›r. Ve nispeten daha geri varl›klara aittir.

Bununla birlikte, bu sahalar›, iç içe imifl gibi, dünya mekân›

kayd›na tâbi tutarak ele almamak icap eder. Burada da, biraz önce

vermifl oldu¤umuz hidrojen kütlesindeki fonksiyonlara ait örne¤i

hat›rlat›r›z. fiu hâlde, dünyan›n etraf›nda kabal›ktan inceli¤e

do¤ru, dünyadan gittikçe uzaklaflan tesir ortamlar› mevcuttur.

*

* *

Dünya d›fl› bir kaynaktan dünyadaki bir insana inecek herhangi

bir tesir, o insan›n bünyesine nazaran farkl› incelikte bulunur.

Bu durumda iken onlar aras›nda sempati mevcut de¤ildir. Dolay›s›yla,

tesir, o insana, aynen oldu¤u gibi inemez. ‹nsana gelinceye

kadar yumuflamas›, fliddetinden bir k›sm›n› terk etmesi, insan›n

kabul edebilece¤i ve hazmedebilece¤i duruma gelmesi gerekir.

Bunun için, onun birtak›m dönüflümler geçirmesi, bâz› süzgeçlerden

süzülmesi, kabalaflmas› gerekir. ‹flte bunlar, demin sözünü

etti¤imiz ortamlarda yap›l›r. Demek ki bu dönüflümleri sa¤layacak

olan her tesir sahas›, gelen tesir için, bir transformasyon

istasyonu, yâni bir transformatördür.

*

* *

Bir insana tesir gönderecek olan varl›¤›n o insana mesafesi ne

kadar uzaksa, yâni aralar›nda ne kadar tekâmül fark› varsa, o tesirin

o insana gelinceye kadar geçirece¤i transformasyon sahalar›n›n

veya transformatör istasyonlar›n›n adedi o kadar fazla olur.

Aksine, tesir gönderecek olan varl›k ile o tesiri alacak olan insan,

yâni medyum seyyallik bak›m›ndan birbirine ne kadar yak›n ise,

aradaki transformatör istasyonlar›n miktar› da o kadar azalm›fl

bulunur.

Dünyaya en yak›n durumdaki çok az mütekâmil varl›klar, temasa

geçebilecekleri bâz› medyumlar ile, tesirleri arada hiçbir ortamdan,

transformatör istasyondan geçmeden, do¤rudan do¤ruya irtibat

kurabilirler. Çünkü bunlar›n manyetik alanlar› transformasyona

gerek kalmadan birbiriyle temas edebilecek kadar yak›n durumdad›r.

Meselâ bâz› insanlar›n, s›nav geçirmeleri ve eprövleri

148


BEDR‹ RUHSELMAN

icab› olarak, bu tür basit varl›klar›n hâkimiyeti alt›na girmeleri

gerekti¤i zaman, vazifeli varl›klar böyle basit varl›klar› o insanlara

musallat ederler. Böylece obsesyonlar meydana gelir ve ara istasyonlar›na

gerek kalmadan, obsesör olan basit varl›k, o insana

tesirlerini do¤rudan do¤ruya gönderebilir. Esasen böyle basit

varl›klar›n, obsesörlerin birtak›m transformatörleri kullanabilme

kudretleri de yoktur. Çünkü bu da bir tekâmül iflidir. Onlar›n idrakleri

buna müsait de¤ildir. Onlar karfl›lar›na ç›kan müsait insanlara

otomatikman yap›fl›rlar. Bazen bu obsesörler, yüksek varl›klar

taraf›ndan istasyon olarak kullan›lan, dünyaya en yak›n ve

kaba bir transformasyon ortam› da olabilirler.

*

* *

‹lk önce, yüksek vazifeli bir varl›¤›n bir vazife medyumu ile

olan ve en yüksek medyumluk fleklini oluflturan irtibat mekanizmas›n›

aç›klayaca¤›z.

Vazifeli varl›ktan kalkan ve belirli mânâ ve izlenimleri medyumda

uyand›rabilecek titreflimleri içeren bir tesir, bu ifl için seçilmifl

medyuma do¤ru ilerlemeye bafllar. Dedi¤imiz gibi, bir sürü

transformatör istasyondan geçtikten sonra, medyumun varl›¤›n›n

fluurüstü ile irtibata geçer. Zaten varl›klar›n di¤er varl›klar ile ve

kendi ruhlar› ile irtibat›ndan söz ederken, ancak fluurüstü sahalar›n›n

aç›k oldu¤unu ve bu saha ile irtibata geçtiklerini daha önce

belirtmifltik. fiuurüstüne inen bu tesirler, oradan derhal, medyumun

hangi melekesi veya fonksiyonu kullan›lmak icap ediyorsa,

o fonksiyonu idare eden merkeze, fluurd›fl› kanal›yla gönderilirler.

fiuras› bir kurald›r ki, beyne gelen tesirler beyin merkezlerini

oluflturan moleküllerin hareketlerini artt›r›rlar. Onlar›n ola¤an titreflim

frekanslar›n› yükseltirler ki, bu da onlar›n kabiliyet ve kudretlerinin

o oranda artm›fl olmas› demektir. Meselâ burada, medyumun

gelen vibrasyonlar› çevreye konuflarak aktarmas› gerekiyorsa,

fluurüstündeki tesirler, fluurd›fl› kanal›yla do¤ruca, konuflma

ile ilgili merkezlere gelir ve onlar› faaliyete sokarlar. Bu tesirler, onlarda

uyand›r›lacak izlenimlere göre ayarlanm›flt›r. Beyne giren her

149


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

tesirin ya do¤rudan do¤ruya ya da baflka yollardan muhakkak fluur

merkezine yans›mas› flart oldu¤undan, fluurüstünden konuflma

merkezine tesirin gelmesi s›ras›nda bu tesir fluur merkezine de intikal

eder. fiuura intikal eden tesirler, fluuru ifade eden merkezdeki

moleküllerin titreflim frekanslar›n› artt›rarak, bu merkezi, tesirlerce

içerilmifl olan maksatlara göre faaliyete sevk ederler. Böylece tesirleri

alan fluur, onlar› fluurd›fl› kanal›yla tekrar fluurüstüne gönderir.

Tesirlerin burada, fluurüstüne gönderilmesindeki gaye, onlar›n

merkeze tam gelip gelmedi¤inin kontrolünün yap›lmas›d›r. Varl›k

bunu kontrol eder. Asl›nda bu kontrolü yapan, medyumun varl›¤›

olmay›p, yine, o tesiri gönderen vazifeli varl›kt›r ama, sanki bunu

medyumun varl›¤› yap›yormufl gibi görünür.

Kontrolün sonucunda tesirin konuflma merkezine giden hâlinin

do¤ru veya yanl›fl oldu¤u yarg›s›na var›ld›ktan sonra, bu yarg›,

tekrar fluurd›fl› kanal›yla fluura gelir. fiuur, yarg›n›n do¤rulu¤una

veya yanl›fll›¤›na göre hâkimiyeti alt›nda bulunan merkeze, onun

yap›lmas›n› veya yap›lmamas›n› emreder. Merkez, ancak bu emri

ald›ktan sonra harekete geçer; e¤er “yap” diye emir alm›flsa, gerekli

organlara etki ederek medyumu konuflturur. Bu s›rada medyum,

gelen tesirin içerdi¤i mânâlar› söz hâline çevirirken gerekli

olan sözcük ve imajlar› fluurd›fl›ndaki, o hayata ait bilgilerden ve

izlenimlerden al›r. Bunun için hemen fluuralt›n› kar›flt›rmaya gerek

yoktur. Fakat e¤er verilecek tebli¤in mahiyetine göre, geçmifl

hayatlardan bâz› izlenimler almak icap ediyorsa, o zaman konuflma

merkezi, yine fluurd›fl› kanal›yla, bu bilgileri fluuralt›ndaki

malzemelerden alarak kullan›r.

Tesir fluurüstünden konuflma merkezine geldikten sonra tekrar

varl›¤›n kontrolünden geçmedikçe söz hâlinde d›flar› dökülemeyece¤ine

göre, bu merkezin, kontrolün sonucuna kadar harekete

geçmemesi gerekir. Her ne kadar burada konuflma merkezinin

bunu bekler gibi bir durumu varsa da, asl›nda burada bekleme

diye bir fley yoktur. Çünkü konuflma merkezinden konuflma

organlar›na tesirin intikal etmesi için gerekli ifllemlerin tamamlanmas›

birkaç saniye sürer. Oysa tesirin fluurdan fluurd›fl› kanal›yla

fluurüstüne gidip, kontrolden geçtikten sonra fluurd›fl› kanal›yla

150


BEDR‹ RUHSELMAN

tekrar fluura dönmesi ve oradan da konuflma merkezine emrin

gitmesi, ancak saniyenin onda biri kadar k›sa bir zamanda olup

biter. Dolay›s›yla, konuflma merkezinin, kontrol sonucunu uzun

uzun beklemeye ihtiyac› yoktur. Çünkü daha, henüz tesir konuflma

merkezine gelirken, onun yukar›da söyledi¤imiz yollardan

kontrolü yap›lm›fl ve bitmifl olur. Bu mekanizmada görüldü¤ü gibi;

daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz üst tesirlerle görülen rüyalar›n

mekanizmas› ile böyle yüksek irtibatlar›n mekanizmas› aras›nda

büyük bir fark yoktur. Ancak, aradaki fark, burada sürecin

daha canl› oluflu ve kontrol mekanizmas›ndan geçiflidir.

Burada, tebli¤ veren varl›k, yukar›da söyledi¤imiz gibi, gerekli

görürse fluuralt›na da müracaat ederek, oradaki malzemeleri de

kullanabilir. fiuuralt›ndaki bu malzemeler, ilgili merkezde sözcüklere

çevrilerek medyumun a¤z›ndan dökülmeye bafllar. Bunlara ait

izlenimler fluurda uyanmayabilir. Bu izlenimler, geçmifl hayatlara

ait olduklar› için, esasen fluurda mevcut de¤ildir. Bunlar fluurd›fl›

kanal›yla, ilgili merkezlere gitmek üzere fluura da u¤rarken, oradaki

idrak hücrelerini harekete geçirmeden geçip giderlerse, fluur

merkezinin bunlar›n izlenimlerine ait idraki uyanmaz ve insan bunlardan

haberdar olamaz. Bu takdirde otomatik intikalden söz edilir.

Kontrollü irtibatta, bâz› nedenlerden dolay›, mânâlar› medyumun

idrakine yans›mamas› icap eden tebli¤ler olabilir. Bu tebli¤ler

kontrol edilmek üzere fluur merkezinden fluurüstüne yans›-

t›ld›¤› hâlde fluurda idrakin meydana ç›kmamas› flu flekilde olur:

fiuur merkezi çok kar›fl›kt›r. Çeflitli frekanslara sahip atom kombinezonlar›ndan

bileflmifl moleküllerden kuruludur. Bu molekül gruplar›n›n

bir k›sm› idrake mahsus, di¤er bir k›sm› da insan›n idrakiyle

ilgili olmay›p, sadece, fluur merkezinin di¤er merkezler üzerindeki

idareci vibrasyonlar›yla, yâni onlar› harekete geçirici vibrasyonlar›yla

ilgilidir. ‹flte fluur vâs›tas›yla bâz› merkezlere yapt›r›lacak

ifllerde, e¤er medyumda o ifllere ait idrakin ortaya ç›kmamas›

isteniyorsa, o zaman fluur merkezine gelen tesirlerin frekanslar›

fluurun idrake ait olan k›s›mlar›n› uyar›c› mahiyette olmay›p,

ancak idare iflleriyle ilgili molekül gruplar›n› uyaracak mahiyette

bulunur. O zaman fluur merkezi, sadece, ilgili merkezlere

151


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

gelen vibrasyonlar›n mânâlar›na göre, o merkezlerin harekete

geçmelerini sa¤layacak flekilde hareket eder; fakat idrak merkezi

faaliyette olmad›¤› için, insan o iflin idrakine sahip olmaz. ‹flte o

zaman, otomatik tebli¤den ve otomatik faaliyetten söz edilir.

E¤er fluur merkezindeki bütün gruplar, yâni idrak molekülleri

gruplar› da harekete geçirilirse, o zaman fluur hem yönetme iflini

yapar, hem de yapt›¤›ndan, ‘insan hâli’yle haberdar olur. Bu takdirde

idrakli irtibatlardan söz edilir.

Kontrollü irtibatlarda, tebli¤i veren varl›k, tebli¤in mânâs›n› insan

idrakine yans›tmak istemiyorsa, o zaman öyle nicelik ve k›ymette

vibrasyonlar gönderir ki, bunlar fluur merkezinin idrak molekül

gruplar›n› harekete geçirecek durumda olmazlar. Sadece, fluur

merkezinin, di¤er merkezleri sevk ve idare edici molekül gruplar›n›

harekete geçirirler ve onun vâs›tas›yla, verilen tebli¤lere ait

mânâlar›n o merkezlerde oluflmas›n› sa¤larlar. Bu s›rada, fluur merkezi

bu emri merkezlere verirken, insan hâlindeki idrakin bu ifllerden

haberi olmaz. Çünkü merkezin o k›sma ait molekülleri faaliyette

de¤ildir. Bununla birlikte, fluurun idareci molekülleri, o vibrasyonlar›n

merkeze yans›yan ve kontrol için yukar›ya gönderilen

mânâlar›n› yüklü bulunurlar. ‹flte böylece, idraksiz bir kontrol, yukar›da

söyledi¤imiz kanaldan yap›lm›fl bulunur. Demek ki idrakli

ve idraksiz kontroller aras›ndaki fark; birincisinde izlenimlerin fluurdaki

idrak molekül gruplar›n› harekete geçirmesi, ikincisinde bu

gruplar› harekete geçirmemesidir.

*

* *

Büyük vazife medyumlar›n›n d›fl›nda, bireylerin veya küçük topluluklar›n

tekâmülleri için, orta varl›klar ile medyumlar›n alelâde

irtibatlar›na gelince: Esas bak›m›ndan, durum burada da öncekine

benzer. Aradaki fark, burada kontrol mekanizmas›n›n mevcut olmamas›d›r.

Yâni, varl›k, medyuma gönderdi¤i vibrasyonlar›n do¤ru

aktar›l›p aktar›lmad›¤›n› araflt›rmaz. O, sadece, tesirlerini medyumun

fluurüstüne göndermekle yetinir. Medyum taraf›ndan nas›l

al›nd›¤› ve nas›l aktar›ld›¤› onu ilgilendirmez. Fakat bu tebli¤i veren

varl›k, üst varl›klar taraf›ndan kontrol edilir.

152


BEDR‹ RUHSELMAN

Bu varl›ktan medyumun fluurüstüne gelen tesirler; daha önce

tesirler konusunda aç›klad›¤›m›z, öncü, güdücü ve dirijan tesirler

mekanizmas›na tâbi olarak, medyumdan uzakl›¤› derecesine göre

birkaç istasyondan süzülür, medyumun fluurüstü sahas›na iner ve

oras› ile irtibata geçer. Tesirler, fluurüstünden fluurd›fl› kanal›yla, o

tesirleri çevreye aktaracak organlar›n tâbi bulundu¤u merkeze, konuflma

merkezine gider. Ayn› zamanda, fluur merkezine de yans›r.

E¤er konuflma merkezinde canlanmas› istenilen ve fluuralt›ndan

gelmesi icap eden imajlara ait izlenimler, fluurd›fl› kanal›yla fluuralt›ndan

al›n›rken idrake yans›t›lacak durumda de¤ilseler, bu vibrasyonlar

fluurun idrak moleküllerine ait hücrelerini harekete geçirici

mahiyette olmazlar. O zaman insan onlar›n idrakine varamaz.

Bu takdirde yine, otomatik irtibattan söz edilir. Ancak, her merkez

daima fluur merkezinin idaresi ve emri alt›nda bulundu¤undan,

ondan emir gelmedikçe de hiçbir merkez faaliyete geçemez. fiuur

merkezi, kendisinde idrak moleküllerini uyand›rmayan bu tesirleri

al›r ve icap eden merkezlere, o tesirlere uyarak, gereken emirleri

gönderir. Bazen de gelen tesirler, tafl›d›klar› mânâlara ait izlenimleri,

fluurdaki idrak hücrelerinde uyand›racak mahiyette olurlar,

yâni fluur merkezinin idrak moleküllerinin frekanslar›na uygun ve

onlar› harekete geçirici durumda bulunurlar. O zaman medyum,

yapt›¤› ifli bilerek faaliyete geçer. Tebli¤lerin ço¤unda bu faaliyet

idrakli olarak cereyan eder.

Burada görülüyor ki, fluur merkezi, icra merkezine “yap” emrini

vermek için öncekinde oldu¤u gibi bir kontrol mekanizmas›na

tâbi tutulmuyor; varl›ktan gelen mânâlar, sa¤l›kl› olup olmad›klar›

araflt›r›lmaks›z›n merkez taraf›ndan icra ediliyor. Dolay›s›yla, bu

tür irtibatlarda, fluurd›fl›ndan al›nan izlenimlerden baflka, tebli¤lerin

aras›na fluuralt›ndan da izlenimlerin kar›flmas› ve bunlar›n

kontrole tâbi tutulmamas›, bazen tebli¤lerin mânâs›n› de¤ifltirmek,

onlar› bozmak, yozlaflt›rmak veya varl›¤›n ifade etmek istedi¤inin

tam z›dd›n› bildirmek gibi durumlar› meydana getirebilir. Bu durumlar›n

s›k veya seyrek olarak meydana gelifli; medyumlar›n kabiliyetlerine,

tebli¤i gönderen varl›¤›n kudreti derecesine, bünye ve

çevre flartlar›na ba¤l›d›r. Çünkü unutulmas›n ki, tebli¤ s›ras›nda

153


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

celsede haz›r bulunan asistanlar›n idrakli veya otomatik olan düflünceleri,

istekleri –hattâ o asistanlar›n kendileri istemese de–

medyumlara tesir eder. Bu da flöyle olur: Bu tesir, aslâ medyumun

fluurüstü sahas›na gidemez ve o yoldan tebligat› bozamaz ama,

medyumun o s›rada fluura aç›k bulunan fluurd›fl› kanal›ndan yararlanarak

kolayl›kla fluur sahas›na etki edebilir ve fluurda az çok bulan›kl›klar

meydana getirir. Çevreden gelen bu tesirlerin fliddet ve

türlerine göre fluurda ortaya ç›kan bulan›kl›k, fluurüstünden gelen

tesirlerin ak›fl›n› zorlaflt›rabilir. Çünkü fluurüstünden gelen tesirleri

yüklü fluurd›fl› ile fluurun irtibat sahas›, çevreden gelen tesirler taraf›ndan

az çok kaplanm›fl duruma girer. Bu takdirde merkezler,

bir taraftan fluuralt›ndan, di¤er taraftan bulan›k olan fluurdan alacaklar›

kar›fl›k ve flafl›rt›c› tesirlerle, medyuma acayip tarzda sözler

söyletmeye bafllar.

Bütün bu hâller, maksats›z ve bofl olmay›p, yine, medyumlar›n

ve çevrelerindekilerin görgü ve deneyimlerinin artmas› için, vazifeli

varl›klar taraf›ndan tertiplenmifl bir sürü hâldir. Burada, asistanlar›n

ve medyumlar›n dikkat, cehit, gayret melekelerinin inkiflaf›,

iyi veya kötü niyetlerinin s›nav› ve bunlardan do¤an yan›lmalar

karfl›s›nda tak›nacaklar› tav›rlarla azim, cesaret ve sebat derecelerinin

ölçülmesi gibi, say›s›z etkenler vard›r.

*

* *

Otomatik irtibat›n iyi anlafl›labilmesi için, mekanizmas›n› k›saca

tekrar etmeyi yararl› buluyoruz. Beyne gelen her vibrasyonun

muhakkak, ya do¤rudan do¤ruya ya da di¤er kanallardan fluur

merkezine yans›mas› flartt›r. Çünkü varl›k, insan bedenine fluur

merkeziyle ba¤l› bulunmakta oldu¤undan, bütün beyni, sinir sistemini

ve dolay›s›yla bedeni idare eden merkez, fluur merkezidir.

Bu yüzden, onun onamas›ndan geçmedikten sonra organizmada

hiçbir ifl yap›lamaz. Aksi hâlde, yâni fluura müracaat etmeksizin

her gelen tesir do¤rudan do¤ruya merkezleri kullanmaya kalk›fl›rsa,

bu hâl sadece varl›¤›n özgürlü¤üne tecavüz etmifl olmakla

kalmaz, ayn› zamanda, bir bütün olan organizman›n bütünlü¤ünü

bozmak, o bütünlü¤ü da¤›tmak gibi, icaplara uymayan

154


BEDR‹ RUHSELMAN

bir durum ortaya ç›kar ve nizam bozulur. Kâinatta ilâhî nizam›

bozabilecek hiçbir kudret mevcut de¤ildir. Dolay›s›yla, organizmada

flu veya bu faaliyeti yapmak isteyen her d›fl tesirin muhakkak,

organizman›n bütünlü¤ünü bozmadan hareket etmesi gerekir.

Bunun için, oraya giren her tesirin ancak fluurun tasvibinden

geçmesi gerekir. Demek ki d›flar›dan gönderilen ve organizma taraf›ndan

icra olunan tesirler, idrak edilsin edilmesin, muhakkak

fluur merkezinin tasvibinden geçmifl bulunmal›d›r. Ancak, üst,

orta ve alt düzeylerdeki, medyumlara gelen tesirler, fluura yans›-

t›ld›klar› hâlde, tafl›d›klar› mânâlara ait izlenimler, fluurda –söyledi¤imiz

gibi– bazen, idrak moleküllerini harekete geçirecek mahiyette

olmayabilirler. Bu karakterdeki tesirler, sadece, insan idrakince

eriflilmeksizin, ilgili merkezlere icap eden iflleri fluur merkezi

vâs›tas›yla yapt›rtmakla sonuçlan›rlar. Yâni, fluur merkezi

–insan idraki olmaks›z›n– kendisine gelen tesirler alt›nda, o iflin

yap›lmas› hakk›nda, gerekli icra merkezlerine müspet veya menfî

emirlerini verir. O merkezler, bu emre göre, yukar›dan kendilerine

gelen ve çeflitli kanallardan dolaflarak mânâlanan tesirleri

kendi tebli¤ vâs›talar›na çevirerek, çevreye yans›t›rlar. Bu da flöyle

olur: Yukar›da söyledi¤imiz gibi fluur, varl›¤›n beyne ba¤l›

olan, sekizde yedi k›sm›d›r. Dolay›s›yla, fluur da varl›¤›n bütününe

dahildir. Ancak, insan hayat›yla ilgili olan beyin hücrelerinin

belirli k›s›mdaki molekül topluluklar›n› kaplar. Bu moleküller,

gruplar hâlinde bulunur. Bu gruplardan bir k›sm› insan idrakini

meydana getirirken, di¤er bir k›sm› da, varl›ktan gelen emirlere

göre, beyin merkezlerinin sevk ve idaresine ait iflleri görürler.

Dolay›s›yla, burada sözü edilen idrak, yaln›z insan beynine ait,

daha do¤rusu insana ait bir idraktir. Bunu, öz varl›kta oluflan idrakle

kar›flt›rmamal›d›r. fiu hâlde, beyindeki fluur merkezinin idrak

hücrelerinde idrakin oluflmamas›, fluur merkezine gelen tesirlerin

öz varl›kta da idrak edilemeyece¤i mânâs›n› ifade etmez.

Otomatik olan, yâni fluur merkezindeki idrak moleküllerince ve

dolay›s›yla insanlarca meçhul kalan bir olay, öz varl›kça idrak

edilmifl bulunur. Otomatik karakter fludur: D›flar›dan beyne gelen

ve icra merkezleri taraf›ndan yap›lmalar› için muhakkak fluur

155


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

merkezinin emirlerini bekleyen tesirler, fluur merkezini oluflturan

molekül gruplar›ndan idrak hücrelerini ya ilgilendirir ya da ilgilendirmezler

ve bu da icaplara ba¤l›d›r. E¤er ilgilendirirlerse fluur

merkezi di¤er merkezler üzerindeki faaliyetini idrakli olarak yapar;

yâni insan hâlinde iken, yapt›¤› iflleri bilir. Gelen tesirler idrak

moleküllerini ilgilendirmezlerse, fluur merkezi yine ayn› flekilde

idarecilik vazifesini görür, fakat yapt›¤› ifllerden ‘insan hâli’yle haberdar

olmaz; bununla birlikte bu ifllerden varl›¤›n fluurüstü, kendi

idrakiyle yine haberdard›r ve fluur merkezini bu idrakiyle idare etmektedir.

‹flte insan idraki ile öz varl›¤›n idrakinin ayn› fleyler olmad›¤›

hakk›nda daha önce vermifl oldu¤umuz bilgilerin mânâs›n›,

burada baflka bir yönden de güçlendirmifl oluyoruz.

Tebli¤lerin otomatik olarak verilmesinin çeflitli nedenleri vard›r.

Meselâ yüksek bir varl›k, verece¤i tebli¤in bâz› mânâlar›n›

medyumdan saklamak ister. Dolay›s›yla, fluur merkezindeki idrak

hücrelerine dokunmadan, tesirlerini fluur merkezine gönderir. O

zaman fluur merkezi, tebli¤in mânâs›n› anlamadan, otomatik olarak

onu tasvip eder* ve konuflma merkezine ona göre hareket etmesi

emrini verir. Unutulmas›n ki fluurdaki izlenimler, esasen,

fluurd›fl›ndaki bilgilerden gelir. Hâlbuki özellikle trans hâlinde fluur

daima fluurd›fl›yla irtibatta bulundu¤undan; izlenimlerin fluurda

uyand›r›lmamas› demek, fluurd›fl›ndan merkezlere sevk edilecek

olan bu bilgilerin fluurda uyanmas›na neden olacak derecede

onun nicel de¤erlerini harekete geçirmemifl olmas›, demektir.

E¤er bu de¤erler fluurdaki idrak moleküllerine yeterli derecede

gönderilirse, onda meydana gelen hareketlerle izlenimler uyanmaya

ve fluur da idrakli olarak hareket etmeye bafllar.

Yine, bâz› geri irtibatlarda oldu¤u gibi –varl›¤›n durumunu hiç

göz önüne almadan– basit bir varl›k, fluur merkezinde bu izlenimlerin

do¤up do¤mamas› kayd›na tamam›yla ilgisiz olarak,

kendisi de otomatikman hareket eder ve fluurdan sadece, merkezlerde

istedi¤i etkiyi oluflturmas›n› bekler. Dolay›s›yla, fluurda yi-

* “Tasvip etmek” fiili, “onamak”, yani “bir ifli ya da bir fleyi do¤ru ve uygun bulmak”

anlam›na gelir.

156


BEDR‹ RUHSELMAN

ne, gönderilen tesirlerin ifade etti¤i mânâlara ait izlenimler uyanmaz

ve fluur, otomatikman hareket eder.

Bazen medyumun bünyesi ve fluur merkezinin durumu, izlenimlerin,

gelen tesirlerle fluur merkezinde do¤mas›na müsait olmaz.

Sadece, yap›lmas› gereken iflin yap›lmas›na ait, fluurda do-

¤an izlenimle, fluur merkezi, ilgili merkezlere emir verir. Bu iflleri

onlara yapt›rt›r. Bazen de, gelen tesirler bu izlenimleri uyand›racak

durumda olmayabilirler. Özetle, bunlara benzer bir sürü nedenle,

gelen tesirlerin mânâlar›na ait izlenimler fluurda uyand›-

r›lmaks›z›n, fluur merkezi sadece, onlar›n yap›lmas› hakk›ndaki

izlenimlerle çal›fl›r. Bu takdirde otomatik medyumluk karakteri

meydana ç›kar. Tekrar ediyoruz ki, bütün bu hâller, yüksek icaplara

ve zaruretlere göre, üstün varl›klar›n kontrolü alt›nda cereyan

eder. Keyfî ve rastgele hiçbir fley yoktur.

*

* *

fiimdi, irtibatlar›n en kabas› olan obsesyon mekanizmas›na geçiyoruz.

Burada da teknik, öncekilere yak›nd›r. Yaln›z, geri bir ir-tibat›n

karakteri icab› olarak, burada, obsede olan varl›¤›n özgürlü-

¤ü, irtibat esnas›nda –obsesyonun fliddeti derecesine göre az veya

çok miktarda– ortadan kald›r›lm›fl bulunur. Hattâ bazen obsesyonun

fliddetli derecelerinde obsede insan, kendisine hiç sahip de¤ilmifl

gibi bir duruma girer. “Obsesör” denilen çok basit bir varl›¤›n

elinde oyuncak olur. Obsesyon flu mekanizma alt›nda cereyan eder:

Öncelikle, obsesyonu yapacak varl›¤›n çok geri ve dünyan›n

yo¤un insanl›k tabakalar›na en yak›n durumda olmas› gerekir. Bir

insan›n tekâmülü, görgü ve deneyimlerinin artmas›, k›yas bilgilerinin

geçirilmesi gibi say›s›z nedenlerden dolay›, yüksek icaplar›n

onay› ve tasvibiyle, idraki çok dar, ihtiraslar› afl›r›, bafltan bafla

bencil, basit bir varl›k, insan›n fluurüstüne kaba tesirlerini göndermeye

bafllar. Bunun için, daha önce söyledi¤imiz gibi, tesirinin

transformatör ortamlardan geçmesine ne imkân, ne de gerek

vard›r. O, tesirini do¤ruca fluurüstüne gönderir. Önceleri fluurüstüne

hâkim de¤ildir. Fakat onun kaba ve yo¤un olan tesiri,

157


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

fluurüstünden fluurd›fl› kanal›yla fluur sahas›na gidince, o sahay›

kaplar. Ve fluura tamam›yla hâkim olur. Bu hâkimiyet biraz daha

ilerleyince, fluurüstüne kadar gider ve nihayet, obsesör olan varl›k,

fluurüstü sahas›n› tümüyle kaplar ve kendisi onun yerine geçer.

Art›k insan›n öz varl›¤›ndan gelen tesirleri hemen hemen kesilir

ve öz varl›¤› yerine, tesirler obsesör varl›ktan gelmeye bafllar.

Böylece, fluurüstüyle ilgisi azalan fluur, fluuralt›na döner; bütün

emirleri, fluurüstü yerini tutan obsesörden almaya bafllar. Ve

o ânda obsesör, fluurüstü sahas›n› tümüyle iflgal etmifl oldu¤undan,

obsede olan insan, obsesörü kendi varl›¤› imifl gibi idrak etmeye

bafllar. Böylece fluur merkezine tesir etmeye bafllayan obsesör,

fluur merkezini fluuralt›na da ba¤lam›fl bulunur. Burada, daha

önce mekanizmas›ndan söz etti¤imiz, çevreden gelen tesirlerle

cereyan eden rüyalara benzer bir durum meydana gelir. Yâni,

obsede olan insan, fluuralt›n›n bilgilerinden genellikle obsesör

varl›¤›n kaprislerine göre rastgele al›narak oluflmufl, tutars›z ve

münasebetsiz imajinasyonlarla, acayip bir hayatta yaflamaya bafllar.

Ve kendisini baflka bir varl›¤›n kimli¤i içinde görür. Demek

ki fluur, sadece, fluuralt›nda oluflmufl imajlar ile fluurüstünden gelen

ve obsesöre ait bulunan, onun basit do¤as›na uygun, ihtirasl›, cahilane

ve bencilce mânâlarla dolu tesirleri karfl›s›nda bulunur ve

obsede olan insan, kendi kimli¤ini bu kar›fl›k durumlar içinde kaybeder,

yâni kendisini baflka hâllerde hisseder. O s›ralarda obsesör,

o insan›n hem fluurunu, hem de fluuralt›n› kulland›¤›ndan, bu imajlar›

kendi kapris ve kapasitesine göre toplar ve fluurda e¤ilimlerine

uygun izlenimleri do¤urur. Burada, fluur merkezi, izlenimleri hep

obsesörden ald›¤› için, onun idrakî kimli¤i de obsesör kanal›ndan

gelmektedir. Dolay›s›yla, insan, her fleyi obsesör aç›s›ndan görür

ve kendi varl›¤›na ait bir idrake sahip bulunmaz. E¤er obsesör, bu

izlenimleri onun fluuruna hiç yans›tmazsa, o zaman o hiçbir fley

bilmez ve s›rf bir otomat olarak hareket eder. Bununla birlikte, yukar›da

söyledi¤imiz mekanizmayla, iradesini tümüyle obsesöre terk

eder ve obsesör onun idrakine hiçbir fleyi yans›tmadan, fluurunu istedi¤i

yere sevk eder ve istedi¤i gibi kullan›r.

*

* *

158


BEDR‹ RUHSELMAN

fiimdi az çok obsesyon mekanizmas›na uyan, bir hipnotizörün,

süjesine yapt›¤› tesir flemas› hakk›nda da birkaç fley söyleyece¤iz.

Bir insan ne kadar kudretli olursa olsun, bedeninin dar imkânlar›

içinde bulundukça –d›flar›da az çok serbest hâlde bulunan bir

obsesör gibi– do¤rudan do¤ruya, di¤er bir insan›n fluurüstüne hâkim

olamaz. Ancak, hipnotizör, çeflitli yollardan gönderdi¤i birtak›m

tesirlerle –kendisi de mekanizmas›n› bilmeden– süjenin fluurd›fl›n›n

fluurüstü ile olan irtibat›n›, afla¤›dan keser. fiuurüstünden

gelmesi gereken tesirler kesilince, kendi tesirlerini fluura göndermeye

bafllar. Burada, yabanc› tesirler, obsesyonda oldu¤u gibi

fluurüstünden gelmez; do¤rudan do¤ruya, hipnotizörden fluurd›fl›

kanal›yla fluura gelir. Görülüyor ki, teknik bak›mdan, bu ikisi aras›ndaki

fark pek azd›r. Bir defa bu mekanizma kurulduktan sonra,

süje hipnotizörün tesirleriyle hareket etmeye bafllar. E¤er hipnotizör

onun fluur sahas›nda izlenimler uyand›racak tesirleri göndermezse,

süje tamam›yla idraksiz ve otomatik olarak hareket

eder. Ancak, bu tesirler, yâni hipnotizörün telkinlerindeki mânâlar,

fluurd›fl›nda mevcut oldu¤u için, icap etti¤i takdirde bu mânâlar

veya izlenimler fluura yans›t›labilirler.

*

* *

“‹lham” denilen ve bilim, sanat, fikir hayat›nda insanlar›n dâhilik,

yarat›c›l›k dedikleri tezahürlere neden olan bâz› irtibatlardan da

biraz söz etmeyi yararl› buluyoruz. Bunlar, büyük vazife plânlar›na

mensup olmay›p, insanlar›n bireysel veya bâz› mâflerî durumlar›na

yard›m etmek isteyen hâmi ve yard›mc› varl›klar gibi mutavass›t*

vazifeliler taraf›ndan, yukar›da söz etti¤imiz alelâde, orta derecedeki

irtibat mekanizmas›na tâbi olarak gönderilen tesirlerdir. Burada

transa da gerek yoktur. Çünkü trans; ancak, uzun bir tebli¤in ak›fl›

s›ras›nda çevreden gelen tesirleri ortadan kald›rmak için, beyin

merkezlerinin, uykuya yak›n bir durumla, çevreye karfl› hareketlerini

azaltmak maksad›yla meydana getirilmifl bir hâldir. Oysa ilhamlarda

böyle uzun uzad›ya tesir göndermeler yoktur. Bunlar, bir ân

say›lacak kadar k›sa zamanlarda ve kesik kesik gelir.

* “Mutavass›t” sözcü¤ü, “arac›; orta” anlamlar›na gelir.

159


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Vazifeliler taraf›ndan medyumlar vâs›tas›yla dünyaya verilen

bilgiler, genellikle mâflerî plânlarla ilgili çok büyük hareketleri

meydana getirirler. Bazen de vazife plân›n›n yüksek varl›klar›,

pek istisnaî hâllerde, insanlar aras›nda büyük bir hareketi uyand›rabilmek

ve onlara kitlesel hamleler kazand›rmak, genel ve mâflerî

tertipler, nizamlar ve usuller dahilinde yetifltirici bilgileri insanlara

vermek, özetle, dünyada h›zl› inkiflaflar› sa¤lamak için,

bizzat kendileri dünyaya inerler; hem idareci, hem de mürflit durumlarda

faaliyet gösterirler. Bu kudretli varl›klar, sürekli olarak

irtibatta bulunduklar› yüksek vazife plân›ndan ald›klar› üst bilgileri

insanlar aras›nda yaymak için kurduklar› din kurumlar›yla,

dünyada büyük ve toplu ink›lâplara neden olmufllard›r.

Böylece kurulan ve mâflerî plânlar dahilinde kudretli etkiler

gösteren büyük dinler, sa¤lam ve mazbut* yapt›r›mlar›yla, vicdanlar›n

yüksek düzeylere ulaflmalar›n› sa¤lam›fllard›r.

Dinler, bu yanlar›yla, insanlar› vazife plânlar›na haz›rlayan vâs›talardand›r.

Dinler, dünyan›n bugünkü yüksek ve mütekâmil

durumunu meydana getirmifl ve dünyadaki gelecek büyük intikal

devrinin ilk mâflerî haz›rl›klar›n› sa¤lam›fl ve her biri, kendi bünyesinde,

zaman›n›n çeflitli ve de¤iflik ihtiyaçlar›na, zaruretlerine

ve icaplar›na cevap vererek, insanlara vazife plân›na haz›rlanman›n

en uygun yollar›n› göstermifltir.

Her din, zaman ve icaplara göre, direktifler, örnekler, semboller

ve bilgiler içinde verdi¤i derin sezgilerle, insanlar› cehaletin

karanl›¤›ndan kurtar›p büyük ilâhî yola yöneltmifltir. Bütün dinler,

insanlar›n, vicdan mekanizmalar›n›n realite dengeleri hatt›n›,

o âna özgü icaplar›n müsaadesi dahilindeki idrak imkânlar›n›n en

üst düzeylerine yükseltebilmelerine, yard›m etmifltir.

Kurulan bir dinin yükledi¤i ödevleri insanlara tebli¤ etmek ve ö¤retmek

ve bu talimata insanlar›n ilk intibaklar›n› sa¤lamak için,

* ”Mazbut” sözcü¤ü “sa¤lam; korunmufl; kayda geçirilmifl, yaz›lm›fl; derli toplu, düzenli;

belirli” anlamlar›na gelir.

160


BEDR‹ RUHSELMAN

yüksek vazife plân›ndan vazifeli bir varl›k, biraz önce söyledi¤imiz

gibi, dünyada bedenlenerek insanlar aras›na kar›flm›flt›r ki; insanlar

bu vazifeli bedenlilere peygamber veya kurtar›c› demifllerdir.

Vazife plân›na haz›rlanmak üzere dünyaya gelmifl olan insanlar,

bafl›bofl b›rak›lm›fl de¤illerdir. E¤er böyle olsayd›, insanlar bugüne

bu mütekâmil durumlar›yla gelemezlerdi. Dolay›s›yla, bireyler

gibi mâflerî durumlar da, daima, yüksek vazife plân›n›n denetimi

ve gözetimi alt›nda yükselmektedir. Kâinatta bu iflle yükümlü

büyük vazifeliler vard›r.

‹nsanlar, özellikle idrakleri geniflledikçe, içinde yaflad›klar› kaba

maddelerin dar fizikokimyasal kurallar› d›fl›na taflmaya bafllam›fllar

ve daha kapsaml› genifl idraklere dayanan birtak›m yasa ve

nizamlar›n mevcut olabilece¤ine iliflkin, öz bilgilerinden fluurlar›-

na s›zan sezgiler ve içgüdülerle, varl›klar›n›n nedenlerini ö¤renebilmek

ihtiyac› içinde sürekli olarak ç›rp›n›p durmufllard›r. Onlar›

ilk meflgul eden mesele; etraflar›nda görmekte olduklar› fleylerin

ve bu arada, bizzat kendilerinin kimin taraf›ndan meydana getirilmifl

olmas› ve mukadderlerinin kimler taraf›ndan idare edilmesi

konusu idi. Dolay›s›yla, Tanr› kavram›; üst vibrasyonlar›n yard›-

m›yla, insanlar›n öz varl›klar›ndan kopup gelmifl bir ihtiyac›n,

idraklerinde beliren ilk güçlü yans›mas›d›r. ‹drakleri inkiflafa yüz

tutmaya bafllad›klar› ândan itibaren, insanlar, bir tanr› aramaya

bafllam›fllard›r. Fakat önceleri, onlar›n bu ihtiyaçlar›, de¤er

bak›m›ndan henüz pek zay›f olan idrakleriyle orant›l› olarak, basit

durumda bulunuyordu. Dolay›s›yla o, tanr›s›n› ancak befl duyu

organ›n›n s›n›rl› imkânlar› içinde aramaktan daha ileri bir kudret

gösteremiyordu. Onlar›n bu ihtiyaçlar›n› cevapland›rmaya çal›flan

yard›mc› varl›klar›n gönderdikleri sezgiler, insanlar›n ancak befl

duyu organ›na hitap edebilecek sembollerle mümkün olabilirdi.

Bu sembollerin as›l ifade ettikleri mânâlar› insanlar anlayabilecek

idrak düzeylerine ulaflm›fl de¤illerdi. Dolay›s›yla, ilâhî kavramlar›n

sezgileri, insanlara ancak, onlar›n, etraflar›nda en kudretli olarak

tan›d›klar› fleylerle sembollefltirilerek verilmiflti. Meselâ ilk zamanlarda,

günefl sembolü, tanr›y› temsil ederdi; bir ülkeyi ihya

eden büyük bir nehir, yine böyle bir semboldü. ‹lk zamanlar›n ba-

161


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

sit idraklerine bu semboller bir süre yeterli gelebildi. Fakat idrakler

gittikçe de¤erleniyor, de¤erleri, yüksek, ince madde kombinezonlar›yla

artan insan idrakleri, art›k bu sembollerle tatmin edilemez

hâle giriyordu. Bütün bu hâllerin sonucunda, vazife plân›ndan,

ilâhî bilgileri insanlara sunmak için vazifeli varl›klar dünyaya

indiler ve kitabî dinleri dünyada kurdular. Bu dinlerin her biri, insan

topluluklar›n›n eksik taraflar›n› tamamlad›. Bu kitaplarla sembollerin

mânâlar› biraz daha aç›klanm›fl oldu. Böylece, befleriyeti

daha ileri bir inkiflaf hâline getirmenin, büyük mukadderat plân›na

göre çizilmifl yollar› insanlara gösterildi.

Her din; insanlar›n yaflad›klar› realitelerinin en son imkân s›-

n›rlar› dahilindeki, idraklerinin varabilece¤i en üst sezgi s›n›rlar›-

na kadar, ö¤renmeleri icap eden fleyleri ö¤retti ve vazifesini mükemmelen

yapt›.

‹lk olarak, insanlar›, çeflitli ibadet flekilleri ve yükümlülükleriyle,

vazife sezgisi tatbikat›n›n disiplinine haz›rlay›c› durumlara,

otomatikman soktu. ‹nsanlara birbirlerini sevmesini ö¤reterek, yine

vazifeye do¤ru yürüyüflün büyük haz›rl›klar›na ait yönlerini

direkt buyruklarla da gösterdi. Vicdanlar›n›n daima üst realitelerine

yönelmeleri için gerekli olan her türlü hareketi onlara, erdemin

çeflitli yollar›n› göstermek suretiyle afl›lad› ve insanlar› vazife

sezgisi haz›rl›¤›n›n nurlu imkânlar›na kavuflturma yollar›n›, çeflitli

yapt›r›mlarla sa¤lad›.

Özetle, dinler, bugün art›k gelmekte olan dünyan›n büyük intikal

devrinin efli¤ine insanlar› yaklaflt›rd›. E¤er dinler olmasayd›, insanl›k

bugün bu mertebeden daha pek çok gerilerde bulunurdu.

Böylece, insanlar›n vazife plân›na haz›rlanmalar›n› sa¤lamak için

vazifelenmifl varl›klar, bu vazifelerini baflar›yla yapm›fl oldular.

Fakat ilk zamanlardan orta zamanlara geçmifl olmakla birlikte,

insanlar, dinlerin kuruldu¤u devirlerde idraken henüz yeterli derecede

donat›lm›fl de¤illerdi. Dolay›s›yla, hepsi ayn› kaynaktan, yâni

vazife plân›ndan gelen ve hepsi, ayn› derecede büyük hakikatlerin

izinde yürüyen dinler, çeflitli zamanlarda, bu hakikatleri insanlara

ancak anlayabilecekleri tarzda, çeflitli formlar içinde verebilmifller-

162


BEDR‹ RUHSELMAN

dir. ‹flte onun içindir ki, insanlar aras›nda yay›lmas› gereken hakikatleri,

peygamberler ve kurtar›c›lar, ancak sembol kullanarak yayabildiler.

Dolay›s›yla, bütün büyük din kitaplar›, birer hakikatin

sezgisini tafl›yan ve zamanlar›na göre hesaplanarak tertiplenmifl

bulunan güçlü sembollerle doludur. Meselâ, k›yamet sembolü

bunlardan biridir ki; büyük bir hakikat olan, dünyan›n yak›n intikal

devresini veyahut bu dünya devresinin kapan›fl›n› ifade etmektedir.

Yine, cennet ve cehennem kavramlar› da; mânâlar› derinlerde

olan bâz› hakikatlerin –idraklere yetecek kadar sezgilerinin

verilebilmesi için– yüksek icaplara göre vazife plân› taraf›ndan tertiplenerek,

dünyaya vazifeliler eliyle sunulmufl, birer semboldür.

‹badet flekillerinin her biri, zaman›n icaplar›na, hayat flartlar›na,

inkiflaf durumlar›na ve vicdan mekanizmalar›n›n denge düzeylerine

göre, k›l› k›l›na hesaplanarak insanlara empoze edilmifl ve böylece

otomatik bir tertiple, insanlar›n üst vicdan unsurlar›na yönelerek,

bugün yaklaflmakta olduklar› üst plâna elveriflli bir hâle gelebilmelerinin

haz›rl›klar› yap›lm›flt›r.

Bu arada, dinlerin emretmifl olduklar› sevgi, flefkat, yard›mlaflma,

affetme, hoflgörü, feragat, fedakârl›k, iyilik, do¤ruluk, dürüstlük,

hemcinslerine ve hattâ hemcinsi olmayanlara karfl› birtak›m

yükümlülükler... gibi say›s›z erdemler; yine, bunlar›n aksine

olarak yasaklad›klar›, örne¤in, bencillik, kin, haset, düflmanl›k,

intikam, kötülük, yalanc›l›k, ikiyüzlülük, gasp edicilik, h›rs›zl›k,

cânilik... gibi say›s›z rezillikler; bazen otomatik, bazen de yar› idrakli

bir ayd›nl›k içinde, insanlar›, yüksek idrak plânlar›na haz›rlam›flt›r.

Fakat zamanla bu idraklerin üst plâna do¤ru inkiflaflar› o kadar

artt› ki, dinlerin sembollerle vermifl olduklar› sezgileri anlamak ve

mânâland›rmak ihtiyac›, insanlarda fliddetle belirdi. Bunu da bu

dinlerin baflar›lar›ndan saymak gerekir. Bugün insanlar, bu sembollerin

kendilerinde uyand›rm›fl olduklar› yüksek sezgilerin mümkün

oldu¤u kadar aç›k bilgilerine, susam›flças›na özlem duymaktad›rlar.

Bununla birlikte, bu mânâlar›, din kitaplar›n›n baflar›yla yerlefltirmifl

olduklar› güçlü sembollerin içinden ay›r›p ç›karabilmeyi,

insanlar›n ancak yüzde ikisi veya nihayet üçü baflarabilir.

163


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Fakat direktiflerini daima ilâhî plândan alan yüksek vazifeliler

insanlar›n bugünkü özlemlerini ve yüksek ihtiyaçlar›n› gördüler.

‹flte bu kitap, büyük vazife plân›n›n dünya için vazifeli olan k›sm›n›n

dünyaya bir hediyesidir. ‹leri tekâmüllerine devam etmek

ihtiyac› içinde susam›fl insanlar›n fliddetle arad›klar› ve bekledikleri

bilgileri içermektedir. Din kitaplar› taraf›ndan yüksek hakikatlerin,

zaman ve icaplara göre, insanlara yetecek kadar, güçlü

semboller içinde, sezgileri verilmifl; bu kitapta da, dünya ink›lâb›-

n›* sonuçland›racak olan ve ön sezgileri daha önce verilmifl bulunan

hakikatlerin aç›k bilgileri ve gelecek dünya üstü âlemlerin

de sezgileri yaz›lm›flt›r ki, bunlar da, büyük ink›lâb›n efli¤inde bulunan

bugünkü dünyan›n son realitesi olacakt›r.

*

* *

Son zamanlara do¤ru dünyada iyice kendini gösteren ve büyük

din kurumlar› ile di¤er mâflerî bir sürü durumu meydana getiren

vazifeli varl›klar›n müdahaleleri, dünyan›n ilk insanl›k devresinde

bu kadar aç›k ve kapsaml› olarak görülmüyordu. Çünkü ilk devirlerde

insanl›¤›n, inkiflafa yeni yüz tutmufl idrakleri için de, böyle

büyük mâflerî tekâmüllere pek ihtiyaçlar› yoktu. ‹drakleri henüz

otomatik sezgi kademesinde bulunan ilk insanlar, daha ziyade bireysel

hayatlar geçiriyorlard›. Bu arada rastlanan küçük topluluklar, bugünkü

mânâda anlafl›lan büyük mâflerî topluluk kavramlar›ndan

bambaflka idi. O zaman›n gelip geçici topluluklar›; açl›k kayg›s›,

korku içgüdüsü, cinsiyet ihtiyaçlar› gibi çok basit birkaç içgüdüsel

sezgiden do¤an ihtiyaçlar alt›nda meydana geliyordu. Bu basit inkiflaf

kademelerinde, insanlar›n kapsaml› mâflerî hayatlar› henüz

kurulmufl de¤ildi. Bu da, onlar›n idraklerinin, böyle bir durumu

meydana getirebilmek kudretinden yoksun bulunmalar›n›n bir sonucu

idi. Yâni idraklerde, gerekli olan toplay›c›l›k, kuruculuk ve

idarecilik kudretleri, henüz, bireyleri bir araya getirip belirli bir hedefe

do¤ru ortak faaliyetleri kuracak ve onlar› sevk ve idare edecek

kadar ortaya ç›kmam›fl bulunuyordu. Bu yüzden, vicdan düalitelerinin

denge düzeyleri daima nefsaniyet sahalar›nda kurulan bu ilk

* “‹nk›lâp” sözcü¤üne sözlüklerde, “dönüflüm; devrim; alt üst olma” anlamlar› verilir.

164


BEDR‹ RUHSELMAN

insanlar, pek çok zaman boyunca alt realitelerde sürünmek zorunda

kalm›fllard›r. Çünkü insan alt› kademelerindeki otomatik yürüyüfllerinden

yeni ayr›lmaya bafllam›fl olan ilk insanlar, ileride genifl

çaptaki özgürlüklerin kendilerine kazand›raca¤›, bedenlerine idrakleriyle

direkt olarak müdahale edebilmek imkânlar›na, henüz sahip

de¤illerdi. E¤er hâl hep böyle devam etseydi, onlar›n inkiflaf denge

düzeylerinin üst kademelere kendi kendilerine yükselebilmeleri

mümkün olmazd›. Bunun için, ilk inkiflaflar›n denge düzeylerini

yukar›lara ulaflt›rabilmelerini sa¤lamak maksad›yla, insanlar›n idraklerine

d›flar›dan gelecek bireysel müdahalelerin lüzum ve zaruretleri

bir süre daha devam etmifltir. ‹drakler kendilerini toplad›kça,

yâni insanl›k hâlindeki görgü ve deneyimlerle kapsamlar›n› genifllettikçe,

do¤al olarak özgürlükleri artm›fl; o oranda da, d›fl müdahaleler,

idraklerin daha ziyade, kendi inkiflaf mekanizmalar›na

bizzat kendilerinin müdahale edebilme imkânlar›n› artt›rmak yönüne

yönelmifltir.

*

* *

‹drakin kendi kendisine müdahalesinin, insan hayat› bafllang›c›nda

ancak d›fl müdahalelerle ve yard›mlarla mümkün olabilece¤ini

daha önce söylemifltik. Bu ilk devrelerde her fley otomatiktir

ve idraksizcedir. Onun için insanlar buna içgüdü demifllerdir.

‹lk zamanlarda, üst mâflerî plânlar›n insanlar üzerinde daima müdahalesi

olmufltur. Fakat burada müdahale ifadesini yanl›fl anlamamal›d›r.

Bu müdahaleden maksat; yönlendirmek, organize etmek,

programlamak demektir. Bundan daha afl›r› mânâdaki müdahaleler,

insanl›k safhas› için de¤ildir. ‹flte ilk zamanlardaki bu

d›flar›dan gelen vibrasyonlar›n idrakteki klâsik ifadesi içgüdülerdir.

Bu içgüdüleri, hayvanlarda mevcut olan daha a¤›r ve kaba

otomatizmalardan ayr› tutmak gerekir. Çünkü bu iki otomatizma

aras›nda genifl mahiyet fark› vard›r. Nitekim böyle farklar,

bitkilerdeki otomatizmalar ile hayvanlardaki otomatizmalar aras›nda

da mevcuttur.

‹drakler inceldikçe, bu içgüdüler, yavafl yavafl daha zengin karakterler

almaya bafllarlar ve insanlar›n “sezgi” dedikleri flekil ve

165


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

hâllere girerler. Sezgi devrinin dünyada bafllamas›, umumî de¤er

bak›m›ndan, afla¤› yukar› denk flekilde olmufltur. ‹çgüdülerin dolduramad›klar›

boflluk ve yetersizlikler, sezgilerin do¤mas›yla yavafl

yavafl dolmaya bafllam›fl ve yüksek âlemlerdeki mâflerî plânlar›n

simetri¤i ve onlar›n haz›rlay›c›s› olan, dünyadaki sosyal hayat

kurulmufltur. ‹flte bu kurulufl s›ras›nda, idraklerin inkiflaflar›-

na paralel ve ayn› zamanda bu inkiflaflar›n sonuçlar›na ba¤l› olarak,

bütünün cüzlere ayr›lmas›, parçalanmalar, organlaflmalar ve

organizatör ihtiyac› baflgöstermifltir. Böylece, mahiyet, ihtiyaç ve

zaruret zenginlefltikçe, bedenler aras›ndaki ilk devrelere özgü

benzerlikler ve idraklerdeki içerik yetersizli¤inin do¤urdu¤u içgüdüler

benzerli¤i ortadan kalkm›fl ve tekâmülün do¤urdu¤u farkl›

durumlar, bedenlerde art›k, daha önce oldu¤u gibi ufak nüanslarla

de¤il, genifl de¤er farklar› hâlinde meydana ç›km›flt›r.

Bu sosyal formasyonlar ân›ndan itibaren, yine insan hayat› için

en otomatik mânâs›yla, bireysel ve mâflerî topluluklar bafllam›fl;

türlü de¤er ölçüleri bak›m›ndan, bâz› bireyler bu topluluklara önderlik

etmifllerdir: Nefsanî önderlikler, vicdan safhas› önderlikleri

ve belirli zamanlarda var›lm›fl büyük ve genel inkiflaf devreleri önderlikleri

gibi.

‹flte bu zarurettir ki, hassas irtibat kabiliyetlerini bâz› insanlara

kazand›rm›fl, bu yüzden güçlü medyumlar gelmifl, belirli intikal

safhalar› olmufl ve kâinat›n yüksek yollar›na do¤ru bir bilgi, bir

kavray›fl ve uzan›fl sezgileriyle, vazifeye hissî haz›rlanma plânlar›

bafllam›fl ve nihayet; yak›n geçmifllere do¤ru, bu plânlar en münkeflif

hâllerini alm›fl ve sezifller, cemaatlerde daha güçlü semboller

ve reformlar hâlinde ortaya ç›km›flt›r.

‹drakin, dünya pay›na düflen inkiflaf›n›n flu k›sa ve genel özetini

yaparken, topluluklar›n nas›l ve ne tarzda olufltuklar›n› da, genel

bir bilgi hâlinde vermifl olduk.

*

* *

Dünyadaki topluluklar›n her biri, büyük vazife plân› haz›rl›¤›-

n›n do¤urmufl oldu¤u zaruretlerden ileri gelmifltir. Bir insan›n, bu

166


BEDR‹ RUHSELMAN

haz›rl›¤› bir tek birey olarak, bafll› bafl›na yapamayaca¤› daha önce

söylenmiflti. Biraz önce vermifl oldu¤umuz bilgi de, idrakin,

tek bafl›na kal›nca, istenilen inkiflaflar› sa¤layamayaca¤›n› ö¤retti.

‹nsanlar hiçbir zaman, bütün dünya hayat› boyunca tek bafl›na

yaflay›p inkiflaf edemezler.

Dünyada mevcut olan ›rklar, uluslar, cemaatler, cemiyetler, aileler,

hep, yukar›da aç›klanan zaruret ve ihtiyaçlar›n sonuçlar›-

d›r. Bunlardan ilk önce ›rklar› ele alal›m!

*

* *

Ünite’den süzülüp gelen icaplar gere¤ince yüksek vazifelilerin

onay› ve tesirleriyle, dünyan›n sosyal, do¤al ve co¤rafî flartlar›na

göre insan bünyelerinde ve idraklerinde birtak›m farkl›laflmalar

ve gruplaflmalar ortaya ç›km›flt›r. ‹draklerin, bedenleri üzerinde

yapm›fl olduklar› çeflitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlar›n

ana hatlar›nda da, belirli gruplara özgü bâz› ortak

nitelikler ve karakterler ayr›lm›flt›r. Böyle, belirli gruplarda toplanm›fl

olan idrakler, topland›klar› grubun somatik ve psiflik (bunlar›n

ikisi de ayn› fleydir ve bedenin çeflitli tezahürlerine ait kavramlard›r)

özelliklerini tafl›rlar ki, bunlar da ›rklar› meydana getirirler.

Bu bilgi gösteriyor ki, insanlar›n ›rklara ayr›lmas›, onlar›n idraklerinin,

bedenlerine yapm›fl olduklar› endirekt etkilerin sonucudur.

Yâni, ›rk farklar›; idrakin, do¤rudan do¤ruya varl›ktan ald›¤›

tesirlerle beden üzerine etkide bulunmas›ndan ziyade, çevreden

ve çevredeki olaylardan gelen tesirlerle beden üzerinde de-

¤iflmelerin meydana gelmesinden do¤an hâllerdir. fiu hâlde, ›rk

ayr›l›klar›, insanlar›n inkiflaf ihtiyaçlar›na göre, flu veya bu flartlar

içinde dünyaya inmifl ve o flartlardan, flu veya bu flekilde yararlanm›fl

olmak zaruretinin bir sonucudur. Belirli tekâmül ihtiyaçlar›yla

dünyaya gelmifl olan beyaz ve siyah ›rklardan iki insan,

renkleriyle nas›l birbirinden farkl› özellikler gösteriyorlarsa, ayn›

insanlar, yine ayn› icaplara göre, bedenlerine ba¤l›, birbirinden

az çok farkl› psiflik aksiyon ve reaksiyonlar gösterirler.

167


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Özetle, beyaz olsun siyah olsun, sar› veya k›rm›z› olsun bütün

insanlar; ayn› yolda, omuz omuza, ayn› yokufllar›, ayn› engelleri

ayn› zorluklarla aflarak, ayn› hedefe do¤ru t›rmanmaktad›rlar. Ve

bu yolculuk herkes içindir; kimsenin tekeli ve ayr›cal›¤› sözkonusu

de¤ildir. ‹nkiflaf› için nas›l bir yürüyüfl gerekiyorsa, her varl›¤›n

o yürüyüfle uymas› zorunludur. Bugün yürünecek yollar beyaza

boyanm›flt›r, icap etti¤i zaman sar›ya da boyan›r, yine icap

ederse siyah ve k›rm›z› da olabilir. Dolay›s›yla, insanlar›n ›rk ayr›mlar›na

neden olan beden renklerinin ve bu renklere efllik eden

bâz› özelliklerinin, hakikî ayr›l›¤› ifade edebilecek hiçbir k›ymeti

yoktur. Bunlar, yürünecek yollarda kullan›lmas› gereken gelip geçici

inkiflaf vâs›talar›n›n birer basit malzemesidir. Ve vazife haz›rl›¤›

yolundaki toplu yürüyüfl zaruretinin icaplar›d›r.

*

* *

Bu zaruretle, inkiflaflar sonucunda daha idrakli ve sistematik

topluluklar meydana gelir. Bu topluluklar›n bafl›nda ulus veya

devlet toplulu¤u vard›r.

Kâinatta belirli vazifelerin ve ifllerin birtak›m grup ve kadrolardaki

vazifeli varl›klar taraf›ndan yap›ld›¤›n› ve gruplar›n, çeflitli

yanlar›yla birbirine ba¤l› bulunduklar›n›, böylece Ünite’ye kadar

bir organizasyonlar sisteminin kurulmufl oldu¤unu daha önce belirtmifltik.

Vazife plânlar›n›n kâinat prensiplerine uygun olarak yürütülmesini

sa¤layan bu sistemler, bütün varl›klar›n inkiflaf ve tekâmül

plânlar›nda çok önemli roller al›rlar.

*

* *

‹nsanl›k hayat›; organizasyonlar sisteminin simetri¤i olan ve

onlar›n sezgilerini haz›rlayan, afla¤›lardan itibaren, son aflamad›r.

Dolay›s›yla, vazife plân› sezgilerine ve az çok da bilgilerine ait haz›rl›klar›n

insanl›k hayat›nda tamamlanmas› zorunludur. ‹nsanl›-

¤›n dünyadaki ilk ve son vazifesi, vazife plân›na haz›rlay›c› icaplar›

yerine getirmektir. Zaten insanlar, üst yard›mc› tesirlerin müdahaleleriyle,

en idraksiz olan ilk kademelerinden en yüksek idrake,

vazife sezgisinin idrakine kadar geçen bütün tekâmül ka-

168


BEDR‹ RUHSELMAN

demelerinde, bu icaplara ister istemez uymaktad›rlar. Bu uyufl, ya

tümüyle otomatik karakterdeki ya da az çok ayd›nl›k bir sezgi

içindeki mekanizmalarla vuku bulur. Bu yar› idrakli veya idraksiz

otomatizmalar, insanlar›n, vazife plânlar›na haz›rlanmalar›n› sa¤layacak

çeflitli teknik imkânlara sahiptirler. ‹flte bu teknik imkânlardan

bir tanesi de, insanlar›n, ulus veya devlet toplulu¤u içinde

toplu olarak yaflamalar›d›r.

*

* *

Ulus veya devlet, her fleyden önce, insanlar aras›nda kurulmufl

büyük bir topluluktur. Ortak gayelerle bir araya toplanm›fl olan

bu büyük insan kalabal›¤›, belirli hedeflere yönelik, düzenli, programl›,

tertipli ve cehitli bir çal›flma mekanizmas›na tâbidir. Bu

mekanizma, büyük nizama uygun ve dünya yürüyüflüyle tam bir

ahenk hâlinde gider.

Ulus toplulu¤u, bir sürü tâli topluluktan oluflmufltur. Bu tâli

kurulufllar direkt ve endirekt olarak birbirine ba¤lanm›fllard›r.

Meselâ, baflta idareci bir önder vard›r. Hiyerarflik bir s›rayla ona

ba¤l› bulunan idare mekanizmalar› mevcuttur. Bu mekanizmalar

içinde idare edenler, idare edilenler, zincirleme bir tertiple, birbirine

ba¤l› olarak yürüyüp giderler. Görünürde maddî hedeflere

yönelmifl görünen bu mekanizman›n bütün faaliyetleri, asl›nda,

bu toplulu¤un simetri¤i olan daha üst plânlara insanlar› haz›rlamak

içindir ve bu haz›rl›k da vazife sezgisinin haz›rl›¤›d›r. Dolay›s›yla,

bu topluluk içinde yap›lan ifllerde, vazife plân›na ait haz›rl›klar›n

taslaklar›n› bulmak mümkündür. ‹nsanlar›n, bir ulus

veya devlet toplulu¤u içinde –kendi idraklerine göre– vazife diye

adland›rd›klar› fleylerin hepsi, ancak, vazife sezgisinin birer haz›rl›k

malzemesidir. ‹nsanlar bu haz›rl›¤›n icab› olarak bu malzemeler

vâs›tas›yla, büyük cehitler ve gayretler harcayarak as›l vazife

bilgisine kavuflabileceklerdir.

Özetle, uluslar veya devletler, büyük vazife plân›na insanlar›

haz›rlayan, yüksek idareci vazifelilerin gözetimleri alt›nda dünyada

kurulmufl sosyal birer kurumdur.

169


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Dünya üzerinde hiçbir ulus, di¤erlerinden ayr› ve tek bafl›na

de¤ildir. Hepsi, ayn› gaye yolunda, direkt veya endirekt ba¤larla

birbirine ba¤lanm›flt›r. Bu kurumlar, dünya üstü vazife plân›n›n

hedef tuttu¤u noktalara insanlar› götürmekte ve büyük bir ahenk

içinde, ayn› elden sevk ve idare edilmektedir. Vazife plân›ndaki

ilgili varl›klar, bu ifli bütün sorumluluklar›n›n idrakinde olarak

yürütürler. ‹flte bu vazifeliler, ulus ve devlet organizasyonu bünyesinde

mevcut di¤er topluluklar›n, organlar›n, ailelerin, bireylerin

kendi ifllerini yerli yerince ve dürüstlükle yapmalar›n›, türlü

vâs›talarla sa¤lamaya çal›fl›rlar. Bu toplulu¤u oluflturan herhangi

bir cüzde, bireyde baflgösteren ayk›r› faaliyetler, yerine ve önemine

göre, bütün toplulukta az veya çok fliddette sars›nt›lar yapabilir.

Böylece, topluluk içinde tekâmül eden gruplar, o topluluklardan

ayr› gruplar› olufltururlar. Büyük toplulu¤un böyle tekâmül

ederek parçalanan k›s›mlar›, di¤er daha mütekâmil durumlar›

olufltururlarken, büyük toplulukta kalan bireyler aras›ndaki koordinasyon

ve iflbirli¤i bozulur. Bireyler, art›k o toplulu¤un icaplar›-

n› ve ortak hedeflerini izleyemez hâle girerler. O ulusun veya

devletin bünyesi çökmeye ve yozlaflmaya bafllar ve bireyler, topluluk

için de¤il, yaln›z kendileri için çal›flmay› gaye edinirler. Nihayet

büyük topluluk ortadan kalkarak, yerini daha ileri mâflerî

bir toplulu¤a, yâni bir ulusa veya devlete terk eder. Bu hâl tekâmülün

bir icab› ve dünya nizam›n›n ahengidir.

*

* *

Bir ulus içinde, bireyleri vazife sezgisine haz›rlay›c› çeflitli faaliyetler

bulunur. Bunlar›n bâz›lar› daha kolay ve rahat flartlar alt›nda

yap›l›rken, ço¤u, zahmetli, yorucu, üzücü hâllerde cereyan

eder. Meselâ birisi az yoruldu¤u halde hayat›n› bolluk içinde geçirebilece¤i

gibi, bir di¤eri en a¤›r ifllerde, maden ocaklar›nda didine

didine hayat›n› kazanmaya çal›fl›r. Birisi kendisini sorumluluk

hislerinden hemen hemen özgür sayarken, di¤eri en a¤›r sorumluluklar

alt›nda ezildi¤ini hisseder. Bâz›lar› idareci olarak bafla

geçer. Bâz›lar› idare edilenler aras›nda sürüklenir. Bütün bun-

170


BEDR‹ RUHSELMAN

lar; bir devlet ve ulus teflkilât›n›n do¤al fonksiyonlar› aras›nda bulunan,

her biri baflka bir yönden insanlar› hakikî vazife plân› sezgilerine

çeflitli tatbikatlarla haz›rlayan, türlü hayat tarzlar›ndan

ibarettir. Okul hayat›, ifl hayat›, büro hayat›, askerlik hayat›, sosyete

hayat›, memurluk hayat›, siyaset hayat›, aile hayat›... bunlar

aras›ndad›r. Fakat bunlar›n ilk görünüflteki maddî hedefleri ve

kayg›lar› ötesinde öyle büyük, ortak bir maksat gizlenmifltir ki; bu

da, bütün bireyleri, bu karmakar›fl›k ve çetin yollardan, üstün bir

sezgiye, bir vazife bilgisi sezgisine, topluluk içinde teker teker haz›rlamakt›r.

Dolay›s›yla, ulus toplulu¤u, bafl›ndan sonuna kadar

her bireyinden, kendisine düflen vazifeyi, büyük bir sadakatle, iyi

niyetle, bencillik nefsaniyetine kap›lmaks›z›n, hareketlerini büyük

insanl›k toplulu¤una karfl› olan ödevleriyle uzlaflt›rarak yapmas›n›

bekler. O ulusun bireyleri, bunu yapt›kça, toplulu¤un hedef tuttu¤u

gayelerin büyük nimetlerinden yararlan›rlar. Ve gelecek vazife

plân›n›n ayd›nl›k, kazançl› yollar›na büyük bir kudret ve h›zla

yaklaflm›fl bulunurlar. Aksine ulusun bireyleri; yaln›z kendi

canlar›na düfler ve kiflisel ç›karlar›n› gaye edinerek di¤er insanlar›n

aleyhinde bencilce çal›fl›r ve vazifelerini kötüye kullan›rlarsa,

her fleyden önce, o ulus içinde dünyaya gelmifl olmalar›n›n kendilerine

sa¤layaca¤› yüksek kazançlar› elde etmek f›rsat›n› kaç›rm›fl

olurlar. Ve bu yüzden de, bencillik nefsaniyetlerinde vicdan dengelerinin

alt düzeylerine tak›l›p kalarak, yeni birtak›m ›st›rapl› bedenlenmelere

muhtaç bir hâlde, dünyay› hüsran içinde terk etmek

mecburiyetiyle karfl›lafl›rlar. Çünkü onlar›n tak›lm›fl olduklar›

alt nefsaniyet düzeylerindeki durumlar›yla vazife plânlar›na yaklaflabilmeleri

mümkün olmaz. Tekrar ediyoruz: Görünürde dünyan›n

bâz› maddî icaplar›na yönelmifl görünen uluslar›n kuruluflu;

hakikatte, dünya s›n›rlar›n› taflan, baflka ve yüksek bir zaman

idraki içinde devam edecek ileri hayatlar› haz›rlay›c› yollar› hedef

tutmaktad›r. Yâni, bu kurulufllar›n, dünyada görünen gayesinden

çok daha üstün ve kapsaml› rolleri vard›r. Dolay›s›yla, dünya hayat›n›n

zorunlu icaplar›ndan olarak görünen bu maddî taraflara

tak›larak as›l hedefi ihmal etmek, vicdan mekanizmas›n›n yürüyüfl

temposunu yavafllat›r ve iflleri geciktirir.

171


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Uluslar aras›nda ayn› gayeye yönelik olman›n hakikî sezgisine

varmak, o gayenin liyakatli yolculu¤una kat›lm›fl olmak demektir.

‹drakler bu inkiflaf derecelerini bulduktan sonra, t›pk›, vazife

plânlar›nda yükseldikçe küçük organizasyonlar›n idraken birleflerek

daha büyük organizasyonlara çevrilmeleri gibi, küçük uluslar›n

da, tekâmül ›fl›¤› alt›nda birleflerek, daha genifl ve kapsaml›

iflleri yapabilmek ve ortak gaye yolunda h›zla ilerlemek için daha

büyük topluluklar› meydana getirmeleri zarurî olur ki; böylece,

yüksek ve sa¤lam bir insanl›k idrakini kazanm›fl, küçük topluluklardan

oluflan büyük dünya toplulu¤u, vazife plânlar›n›n daha uygun

bir simetri¤i olmak liyakatini kazanm›fl bulunur. Bu ise, hakikî

vazifelerini idrak etmifl insanlar›n, genifl mâflerî plânlara do¤ru

at›lm›fl güçlü hamleleri say›l›r.

*

* *

Uluslar›n inkiflaf yolundaki faaliyetleri, otomatik, yar› idrakli

ve idrakli, birçok di¤er, bedensiz vazifelilerin faaliyetleri eflli¤inde

olur. Bu vazifeli organlar, her biri, dünyada ulus veya devlet dedi¤imiz

toplulu¤u oluflturan bireylerin, gruplar›n faaliyetleri üzerinde

vazife alm›fl, üstün bir organizasyonun organlar›d›r. fiu hâlde,

bir ulus içindeki ifl görme disiplini ve vazifenin flaflmayan nizam

ve tertipleri, o ulusun veya devletin ba¤lanm›fl oldu¤u dünya

üstü bir sistemden gelmektedir. Bu da, hiç flüphesiz, o ulusun bütün

bireyleriyle kazanm›fl oldu¤u liyakatin derecesine göre ayarlanm›flt›r.

Uluslar, kurulufllar›n›n hakikî hedeflerini kaybetmeden yükselmek

istedikçe ve bu istek yolunda cehit harcad›kça, bu ayarlar

yükselir; onunla orant›l› olarak tekâmül otomatizmalar› da yükseltilir.

Özetle, uluslar›n ba¤l› bulunduklar› sistemler, kâinatta daha

kapsaml›, birbirine ba¤l› büyük vazife organizasyonlar›n›n küçük

birer unsurudur. ‹flte bu unsurlar, dünyadaki herhangi bir

ulusun veya devletin inkiflaf› icaplar›na göre çeflitli formlar al›rlar.

Buradaki gaye de –dünyadaki her vâs›tayla oldu¤u gibi– ulus

172


BEDR‹ RUHSELMAN

ve devlet topluluklar› vâs›tas›yla insanlar› toplu hâlde, vazife plân›

sezgilerine otomatik, yar› idrakli ve idrakli olarak, haz›rlamakt›r.

Bu haz›rl›¤a tam mânâs›yla uymufl olan bir ulus veya devlet

de, vazifesini bitirmifl ve insanlar› dünya üstü vazife plân›na liyakatle

yetifltirmifl olur.

*

* *

Bütün topluluklar bireylerin inkiflaf› içindir. Ancak, topluluklar›

bireylerden b›çakla keser gibi ay›rmak da do¤ru de¤ildir.

Çünkü dünyadaki topluluklar, büyük organizasyon sistemlerinin

ilk haz›rl›k egzersizleridir. Organizasyon sistemlerinin gayesi ise

vahdete, birli¤e do¤ru yürümektir. Dolay›s›yla, bireyler, bu bak›mdan,

topluluk kavram›ndan ayr›lamaz. Bunu daha iyi aç›klamak

için, bireysel ve mâflerî plânlar›n birbirine karfl› olan fonksiyonlar›

üzerinde biraz durmal›y›z.

Bireysel plân nedir?.. Bir beden, varl›¤›n tekâmül vâhididir.

Mukadderat prensibine göre, vâhit plâna sahiptir. Her bedene

hasredilmifl, haz›rlanm›fl, tekâmülünün icaplar›na göre ayarlanm›fl

bir plân mevcuttur. Plân, kaba ve dar bir çerçeve demek de-

¤ildir. ‹caplar›n zorunlu k›ld›¤› imkânlar oran›nda, daima genifl

hareket sahalar›na sahiptir. Bu sayede s›navlara, dolay›s›yla özgürlü¤e

daima yer verici mahiyettedir. Bu plân›n prensibi, bedenin

tâbi oldu¤u ruhun tekâmülüne, tekâmül derecesine, tekâmül

yolundaki kadrolara, flartlara, imkânlara, özetle, tekâmülün bütün

icaplar›na ba¤l›d›r.

Mâflerî plân nedir?.. Kâinat, bireylerin bafl›bofl tekâmül ettikleri

bir malzeme sahas› de¤ildir. O, idrakini güç sezdi¤imiz ve güç sezebilece¤imiz,

yüksek prensiplerin kurdu¤u, son derece derin ve

yüksek mekanizmada tertiplerin, ayarlanmalar›n, icaplar›n bütünü,

yâni Ünite’nin kendisidir. Kâinat, ilâhî nizam›n bir ifadesidir.

Dolay›s›yla, her birey, her vâhit beden, bir bireysel plâna sahip olmakla

birlikte, daima di¤er vâhitlerin, yâni bedenlerin kendi plân›

karfl›s›ndaki durumlar›yla ilgili, ayarl›d›r. Tekâmül, mâflerî plân

içinde yürür. Aksi hâlde nizamdan ve ahenkten söz edilemez.

173


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Belirli âlemlerin belirli ortamlar›nda veya belirli kürelerinde,

bedenler, daima birbirlerinin durumlar›yla karfl› karfl›yad›rlar. Bu

karfl›laflma, ayn› zamanda, yüksek prensiplerin ayarlad›¤› bireysel

plânlar›n, baflka bir mekanik cepheden idare olunuflunu ifade eder.

Bütün bu ifller, bu nizamlar ve tertipler, yüksek vazife plânlar›n›n

organizasyon sistemleri içinde vazifeli varl›klar›n iflçilikleriyle yürütülür.

Bundan baflka, bedenlerin epröv hayatlar›nda birbiriyle ifltirak

ederek kurduklar› birçok husus vard›r ki, bu hâl, dünyan›n üstüne,

vazife plân›na haz›rlan›fl›n bir ifadesidir. Özetle, bireysel plân üstünde

mâflerî plân mevcuttur. Mâflerî plân; bir gayeye yönelik olmakla

birlikte, ayn› zamanda bireysel plânlar› da ikinci derecedeki

bir mekanizmayla ayarlayan, komplike bir plând›r.

Bu ayarlanmalar, Ünite’den gelen direktiflere göre, vazife plân›-

n›n tesiri ve kontrolü alt›nda vukua gelir. Yâni, bireyler, yaflamakta

olduklar› mâflerî plâna vazife plân›n›n çeflitli kademelerinden

akan say›s›z tesirin haz›rlad›¤› sonsuz hayat kombinezonu içinde,

kendi epröv, s›nav ve inkiflaf sahalar›n› bulurlar. Bireydeki tesirlerin

yükü artt›kça, inkiflaf h›zland›kça, idrak olgunlaflt›kça, bireyin

plân›yla ilgili mâflerî durumlar da ayarlan›r.

Burada dikkat edilecek nokta fludur: Tek birey için, mâflerî durum

de¤il; mâflerî kadronun her bireyi için, mâflerî durum haz›rlan›r.

Çok kaba bir örnek olarak, yüz bireylik bir mâflerî plân› ele

alal›m! Bu bireylerden “a” için, doksan dokuz bireyin durumu

sözkonusudur. Fakat ayn› yüz kifliden “b” için, di¤er doksan dokuz

kiflinin, “a”n›n da dahil oldu¤u di¤er doksan dokuz kiflinin durumu

sözkonusudur. Ayn› flekilde, “c” için, “a” ve “b”nin de dahil

oldu¤u doksan dokuz kiflinin durumu ayarlan›r. Yâni, bir kifli için

doksan dokuz kifli seferber edilmifl de¤ildir. Vazifeliler, son derece

ince tertiplerle, bu yüz kifliyi birbirleri için vazifelendirirler. Fakat

bu yüz kiflinin tekâmül ölçüleri, kuflkusuz birbirinin ayn› de¤ildir.

Herkesin ihtiyac› ve tekâmül icab›, yine ayn› ince mekanizmayla

174


BEDR‹ RUHSELMAN

de¤iflir. “A”n›n doksan dokuz kifliye karfl› durumu ile “b”nin durumu

ayn› de¤ildir. Yine, bu mâflerî plân içinde maddeye karfl› durum

da, her bir birey için de¤iflir. Bütün bunlar, vazifeli varl›klar›n

vazifeleri icab› olarak gönderdikleri tesirlerin meydana getirdikleri,

madde kombinezonlar›ndaki ve bedenlerdeki miktarî de¤iflmelerle

vuku bulur. Buradaki mekanizmalardan haberi olmayan bireyler,

anlayamad›klar› birtak›m esrarl› olaylar içinde yuvarland›klar›n› san›rlar.

Birisinin plân içindeki icaplara tâbi olarak vuku bulan miktarî

de¤iflmeler kombinezonuna göre fakir olufluna karfl›l›k, ötekinin

belirli dereceye ayarlanm›fl miktarlar dolay›s›yla orta derecede

oluflu, bir di¤erinin zengin oluflu, birinin kültürlü, ötekinin cahil,

birinin floför, birinin müzisyen, bir di¤erinin çöpçü oluflu, birinin

mutlu, di¤erinin mutsuz, birinin iyi, bir di¤erinin kötü, birinin hastal›kl›,

di¤erinin sa¤lam, huylu, huysuz, egoist veya di¤erkâm olufllar›

ve bütün di¤er durumlar; hep, zaman ve mekân kadrolar›nda,

Aslî Prensibe göre inkiflaflar›n icaplar›n›n yerine getirilmesi için,

Ünite’den süzülerek gelen tesirler kanal›yla, bireysel ve mâflerî

miktar de¤iflmeleri tekni¤iyle vukua gelirler ki, ayn› mekanizmaya

tâbi, maddelerin miktar de¤iflmeleri de, yukar›daki durumlara göre

ayarlanm›fl bulunur. Bu bilginin kapsam›, tesirler ve varl›klar aras›nda

geniflletildikçe, daha yüksek sezgilere varmak mümkün olur.

‹flte topluluklar›n insanlara görünen görünürdeki gayelerinin

ötesinde gizlenmifl hedefler bunlard›r.

*

* *

Bir ulus toplulu¤u içinde böyle bir sürü mâflerî plânlar›n, yâni

topluluklar›n bulundu¤unu söylemifltik. Bu topluluklar›n görünürde

birbirine ba¤l› görünen ve öyle görünmesi icap eden durumlar›-

n›n, hakikatte, vazife organizasyonlar›n›n fonksiyonmanlar›na tâbi

olduklar›n› da bildirmifltik. Bu bilgiye göre, bir ulus, büyük bir topluluk

içinde –yine ayn› zaruretlerle– kurulmufl olan küçük bir aile

toplulu¤unu da, bu ›fl›k alt›nda ele almam›z gerekiyor.

Hakikî mânâs›yla aile, dünyaya inkiflaflar› için inmifl varl›klar›n

tatbikatlar›na en zengin malzemeleri haz›rlayan ve bu tatbikata

175


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

güçlü bir zemin oluflturan, düzgün, muntazam bir toplum cüzüdür

ki; bunun da bütünü, insanl›k toplulu¤udur. Aile, insanlar› vazife

plân›na haz›rlayan en mükemmel bir vâs›tad›r. ‹nsanl›k toplulu-

¤unun hedef tuttu¤u büyük mânâlar, küçük bir aile toplulu¤undaki

bütün inkiflaf malzemeleri zenginli¤iyle özetlenebilir. Bu hakikat,

vazife plân›na do¤ru insanl›¤›n haz›rlan›fl›nda bir aile kurumunun

ne kadar önemli roller oynamakta oldu¤unu gösterir.

Hakikaten, dünyada alt ve üst hiçbir tekâmül unsuru, haz›rlay›-

c›s› yoktur ki, aile bilgisinin kapsam› ve icaplar› d›fl›nda kalm›fl olsun.

Zaten bir ailenin bünyesi, insanl›k hayat›nda mümkün olan

bütün tekâmül malzemesi zenginliklerini bir araya toplayacak tarz

ve flekillerde kurulmufltur. Muhakkak ki herkes, kendi ihtiyac› oran›nda

ve derecesinde bir aile oca¤›ndan geçmifl ve bu oca¤›n nimetlerinden

yararlanm›flt›r.

*

* *

Bir aile toplulu¤unun en ilkel ve basit haz›rl›klar›, hayvanlardan

ve hattâ bitkilerden bafllar. Bu haz›rl›¤›n da en ilkel flekli cinsiyettir.

Cinsiyet, birçok mekanizman›n dü¤üm noktas›d›r. Bu

dü¤üm noktalar›ndan bir tanesi de aile kurumudur. Yine, cinsiyet

dünyada ac›, tatl› birçok olay›n, mutlulu¤un, felâketin, ›st›rab›n,

k›sacas› inkiflaf unsurlar›n›n da dü¤üm noktas›d›r. Özetle, cinsiyet,

dünyadaki inkiflaf mekanizmalar›n› muhtelif taraflardan harekete

geçiren bir unsurdur. Hem vazifeye, hem nefsaniyete yönelen

vicdan mekanizmas›na, cinsiyet realitesi, çeflitli flekillerde

etkide bulunur. Cinsiyet, birçok erdemli, yükseltici imkâna yol

açabilece¤i gibi, felâketlerin, ›st›raplar›n, azaplar›n, mezar›n ve

ak›l hastanesinin de kap›lar›n› açabilir. Aile hayat›n›n ilk kudretli

haz›rlay›c› unsuru, cinsiyet otomatizmas›d›r. Bu yüzden de bir

sürü s›nav›n anahtar› onun içindedir. Cinsiyet anahtar›yla aç›lm›fl

bir aile kurumu, bütün icap ve zorunluluklar›yla insanlar›

–otomatik yollardan dahi olsa– sorumluluk ve vazife sezgilerine

haz›rlar ki; bu haz›rlan›fl da, insanlar için tekâmül yolunun en

mükemmel bir yürüyüflü olur.

176


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Vazife haz›rl›¤› mekanizmas›nda bu kadar güçlü bir vâs›ta olan

aile oca¤›n›n insanlara sa¤lad›¤› inkiflaf malzemeleri nelerdir?

Bu sorunun cevab›n› mâflerî plân hakk›nda biraz önce verdi-

¤imiz bilgiden de ç›karmak mümkündür. Bu bilgiden anlafl›laca¤›

üzere, aile kurumunun haz›rlamakta oldu¤u inkiflaf unsurlar›n›n

–kimilerinin ak›llar›na gelebilece¤i gibi– insanlar› mutlaka memnun

ve mutlu edici, onlar›n nefsaniyetlerini okflay›c› mahiyette olmalar›

gerekmez. Tam tersine, bunlar›n ço¤u, s›k›c›, zahmetli, s›k›nt›l›,

üzüntülü, ›st›rapl›, azapl› ve hattâ bazen iflkenceli karakterler gösterir

ki; esasen aile kurumunun en güçlü ve inkiflafa en yararl› taraf›n›

da, onun bu sert, haflin ve mazbut çehresi oluflturur. Kurulmufl

bir ailenin ilk ân›ndan son günlerine kadar geçen olaylar›n›

dikkatlice inceleyenler, bu hususta oldukça derin sezgiler ve bilgiler

kazan›rlar. Aile daha kurulmadan önce bile, kurulma öncesindeki

olaylar, aile mekanizmas›n›n iflleyiflinden beklenen sonuçlar›

sa¤lamaya bafllam›fl bulunur: ‹ki cinsten iki insan›n bir araya gelmesi

hususunda, ilk ad›mda onlar›n her ikisine ait bâz› kolayl›klar

görülmekle birlikte, birçok güçlük ve hattâ adaylardan her birinin

ayr› ayr› yenmesi gereken birçok imkâns›zl›k da meydana ç›kabilir.

Ve bunlar›n her biri, iki tarafa da birer s›nav ve gözlem konusu

olur. Onlar›n öz bilgilerinin, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz flekilde,

artmas›na neden olur. Meselâ bu s›rada darg›nl›klar, k›rg›nl›klar,

tart›flmalar, dövüflmeler ve hattâ cinayetler bile meydana gelebilir.

Bunlar, bir ailenin daha bafllang›c›nda iken, menfî say›lan

yollarda, ›st›rapl› fakat güçlü tekâmül malzemeleridir.

Ailenin kurulmas›ndan sonra, geçim dâvas›, efllerin birbiriyle

anlaflma dâvas›, evlilik flartlar›na intibak dâvas›... gibi bir sürü

dâva ortaya ç›kar. Bunlar hem erke¤e, hem kad›na ayr› ayr›, yük,

vazife ve ödevler yükler. Onlar, bu mücadelelerden ya zaferle ya

da yenilgiyle ç›karlar ve her iki hâlde de, s›navlar›n baflar›l› veya

baflar›s›z görünen durumlar›na göre, ac›, tatl› bir sürü sonuçla

karfl›lafl›r ve ona göre de, vazife sezgisi yolundaki h›zlar›n› kazan›rlar.

177


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Nihayet çocuklar do¤ar. Onlar›n büyütülmesi, hastal›klar›, sa¤l›klar›,

ölümleri, kazalar›, ac›lar›... ana ve baba için bazen haz, bazen

elem yollar›ndan geçen gözlemler sa¤lar. Bu s›rada, bütün bu

deneyimleri baflar›yla geçifltirmenin idraklerine vard›klar› zaman

duyacaklar› huzur, onlar› müspet ve mutlu yollardan yükseltirken;

baflar›s›zca, beceriksizce verilmifl s›navlar›n sonucunda, kendilerince

menfî say›lan hâllerde u¤rayacaklar› ac›lar, hüsranlar da, baflka

bir yoldan, yine ilerlemelerine neden olur.

Bundan sonra, çocuklar›n ö¤retim ve e¤itimleri, iyi veya kötü

yetifltirilmeleri gibi meselelerin ana ve babaya düflen sorumluluk

duygular›, yine, yetiflen evlâtlar›n ana ve babalar›na, ailenin di¤er

bireylerine karfl› davran›fllar›n›n say›s›z sonucu ve âk›beti, aile

bireyleri için ayr› karakterler tafl›yan, sonsuz birer s›nav, görgü ve

deneyim konusu olarak s›ralan›p giderler. Görünürde çeflitli yollarda

birer ›st›rap veya sevinç kayna¤› olan aile hayat›n›n bütün olaylar›,

hakikatte, insanlara büyük vazife plân›n›n sezgilerini verir.

Özetle, mutlu görünen bir aile, mutsuz görünen bir aile, facialarla

dolu hayatlar geçiren bir aile, sakin veya gürültülü bir aile,

k›sacas› çeflitli hayat flartlar›na tâbi bütün aileler, ancak bireylerin

ihtiyaçlar›na göre ayarlanm›fl ve onlar›n inkiflaflar›na yönelmifl,

güçlü birer yükselme vâs›tas›d›r. Bu k›ymetli vâs›ta, bütün zevkleriyle,

mutluluklar›yla, ac›lar›yla, felâketleriyle, insanlar›n hedefi

olan vazife plân› için gerekli sezgilerin haz›rlan›fl tatbikat›na en

mükemmel bir zemin olur ve bu tatbikat›n her türlü imkân›n› haz›rlar.

Orada sevgiler do¤ar, sevgiler kaybolur, do¤umlar, ölümler,

ayr›l›fllar, kavuflufllar birbirini izler. Bunlar›n hepsi, do¤urduklar›

sevinçler ve kederlerle birer zengin inkiflaf malzemesi olur.

Dünyaya gelen çocu¤u için sevinen bir anne ne kadar yükseliyorsa,

ölen çocu¤u için gözyafl› döken bir anne de, durumunda o

kadar ilerlemeler kaydeder. Fakat flu noktay› tekrar hat›rlataca¤›z:

Ailenin bütün bu durumlar›, inkiflaf yolundaki ilerlemeleri, yürüyüflleri,

durufllar›, tümüyle, vazifeli varl›klar›n yard›m ve kontrollerine

tâbidir.

178


BEDR‹ RUHSELMAN

Aile; kâinat sonuna do¤ru tekâmülün tam formunu ifade eden

vahdet kavram›na haz›rl›k yolunun, dünyadaki en basit ve otomatik

egzersizlerine imkân verir. Ço¤u zaman görüldü¤ü gibi, efller

aras›ndaki yüz ve karakter benzerlikleri, aile toplulu¤u icaplar›ndan

olarak, bedenlerin manyetik alanlar› aras›nda oluflmufl bir

sentezin ifadesidir ki, bu da, varl›klar›n birbirlerine yaklaflmakta

olduklar›n› gösterir. Bu manyetik alanlar sentezi ne kadar iyi kurulursa,

aile aras›ndaki kaynaflma o kadar mükemmel olur ve aile,

hakikî hedefine o kadar yaklaflm›fl bulunur.

*

* *

Varl›klar›n dünyaya inmeleri, dünya maddeleri içinde kendilerine

gerekli olan malzemeler ile karfl›lafl›p onlardan yararlanabilmeleri

içindir, demifltik.

Günefl Sistemi’mizin bütün küreleri aras›nda inkiflaf malzemesi

en bol olanlardan biri Dünya’d›r. Bu malzemelerin, çeflitli ihtiyaçlara

göre düzenlenmifl ve tertip edilmifl, insanlar›n ifllerine yararl›

hâllere sokulmufl olmalar› gerekir. Bu ifllerle vazifelenmifl,

vazife plân›n›n varl›klar›, liyakatleri ve kudretleri derecelerine göre,

dünyaya tahsis edilmifl çeflitli vazife organizasyonlar› içinde,

vazifelerini yaparlar. Tabiî ki, bunun yukar›lardan gelen direktiflere

uygun olmas› gerekti¤ini unutmamak gerekir.

Bu yard›mlarla, dünya varl›klar›n›n ve bu arada durumlar› daha

kapsaml› olan insanlar›n inkiflaflar›na yararl› bir sürü tertip,

düzen ve oluflum meydana getirilir. Meselâ do¤a olaylar›n›n bir

nizam dahilinde vukua getiriliflleri, bütün dünyay› kapsayan siyasî,

ekonomik, bilimsel durumlar ve bu arada, bütün tâli kurumlar›yla

kurulmufl uluslar, devletler, afliretler, cemaatler; hep,

Ünite’nin direktifleri alt›ndaki büyük organizasyonlarda vazifeli

organlar taraf›ndan sevk ve idare edilirler. fiu hâlde, dünyadaki

ulus, devlet, aile gibi bütün topluluklar›n sevk ve idaresi, yukar›lara

ba¤l›d›r. Ve bu ba¤lar›n gayesi de; vazife plân› sezgisine haz›rlan›p

bu plâna liyakat kazanabilmek ihtiyac›yla dünyaya inmifl

varl›klar›n, yâni insanlar›n, hedeflerine ulaflabilmelerine yard›m

179


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

etmektir. Nitekim her insan; dünyada mevcut olan bu kurumlar›n

sonsuz imkânlar›ndan ço¤u zaman otomatik ve yar› idrakli

olarak, direkt veya endirekt yollardan, yâni hem onlar›n icaplar›

içinde bizzat yaflayarak, hem de o icaplarda yaflayan di¤erlerini

gözlemlemek suretiyle, sonsuz yararlar sa¤lar. Buradaki “otomatik”

sözcü¤ünün mânâs›n› daha önce biraz aç›klam›flt›k. ‹nsanlar›n

bu topluluklardan yararlanmalar› her zaman onlar›n hakikî

gayelerini görerek vuku bulmaz. ‹nsanlar, hemen hemen daima,

bu topluluklara –dünya realitelerine ve k›ymetlerine göre– ancak

kendilerine sa¤layacaklar› ç›karlar› elde etme istek ve ihtiras›yla

kat›l›rlar ve bu istekle, o topluluklarda canla baflla çal›fl›rlar. Bu

isteklerin çeflitleri de, her kiflinin nefsaniyet cüzlerinin nitelik ve

niceli¤ine göre de¤iflir. Bu nitelik ve nicelikler, bazen çok afla¤›-

lardaki bencillik düzeylerine kadar inebilir. Meselâ büyük bir

haydut çetesi kurulabilir. Fakat vicdan mekanizmas›n›n üst düzeylerine

intibak etmifl dengelerle, bu istekler, çok asilce ve yüksek

tezahürler de gösterebilirler. Meselâ temiz bir sevgi içgüdüsüyle,

bir ailenin bütün yükleri alt›na seve seve girilebilir. Fakat

görünürdeki bu gelip geçici maddî ç›kar duygular›na karfl›l›k, bütün

bu kurumlar›n bazen tatl›, bazen de çok ac› ve zahmetli yollardan,

insanlar› üstün ve hakikî kazançlara götürecek olan as›l

büyük k›ymetlerini, hemen hemen kimse görmek ve düflünmek

istemez.

*

* *

Dünyada bulunan her fley gibi, ulus, devlet, aile kurumlar› da;

gaye de¤il, vâs›tad›r. Bu vâs›talar›n hakikî gayeleri; d›fltan göründü¤ü

gibi dünyan›n çok geçici olan ve dünya ötesine zerresi bile

götürülemeyen maddî kazançlar› ve realiteleri de¤il, “bu realiteler

içinde yaflayay›m, bu kazançlar peflinde koflay›m” derken, insanlar›n

karfl›laflacaklar› ac› veya tatl› bir sürü olay›n vicdan mekanizmas›nda

u¤rayacaklar› ifllemlerden sonra hâs›l* olacak, öz

bilgilerin elde edilmesidir.

* “Has›l olmak”; “meydana gelmek; ortaya ç›kmak, do¤mak; oluflmak” anlamlar›na gelir.

180


BEDR‹ RUHSELMAN

‹flte bu noktada, vicdan mekanizmas› ile öz bilginin zenginleflifli

aras›ndaki iliflkiyi bir kez daha belirtmifl bulunuyoruz. fiimdi

bu bilgileri, idraklerde karanl›k ve belirsiz bir taraf›n kalmamas›

için, özetleyerek tekrarlayaca¤›z.

*

* *

Dünya idrakiyle k›ymetlendirilen vicdan realiteleri, varl›¤›n öz

bilgisi de¤ildir. Bunlar, varl›¤›n kaba maddelerdeki bedenlenmelerinin

icaplar›na göre, madde durumlar›n›n, vazife–nefsaniyet

düalitesi içinde çeflit çeflit formlar gösteren görünüflleridir. Bu realiteler,

herkeste mutlak olarak ayn› s›ray› izlemezler, gerek ve

ihtiyaçlara göre s›ralan›rlar. ‹flte bu z›t unsurlar›n çarp›flmalar› sonucunda

do¤acak olaylardan al›nacak k›yas bilgileri, idrak kanal›yla

varl›¤›n öz bilgisinin de¤erlerini artt›racak ve bu de¤erler

de, idrak formasyonlar› içinde, ruhun tekâmül ölçüsü olarak ona

yans›yacakt›r. Bu hâl, dünyada daima de¤iflen realitelerin, vicdan

mekanizmas›ndaki durumlar›n› ve bütün bu mekanizmalar›n öz

bilgiyi zenginlefltirici rollerini ve nihayet, varl›¤›n ruhun tekâmülüne

ait yapt›¤› hizmetlerin özünü, k›saca gösterir. Yine, vicdan

mekanizmas›n› iflleten bu realiteler; bir taraftan öz bilgileri artt›-

r›rken, di¤er taraftan gücünü ve h›z›n› öz bilgilerden alarak, üst

realitelere do¤ru kayabilmektedirler. Yâni, beyne ba¤l› realiteler,

öz varl›ktaki idrake ait ince madde kombinezonlar› komplekslerini

zenginlefltirirken; öz varl›ktan beyne yans›yan nurlu ›fl›klar da,

vicdan dengelerini üst düzeye ulaflt›rmaktad›rlar. Böylece, öz bilgiler

artt›kça, vazife bilgisi yolundaki vicdan mücadeleleri, nefsaniyetin

de düzeyini yükseltir. Ve bir ân gelir ki, vazife plân›n›n

yak›nlar›nda, vazife ile nefsaniyet aras›ndaki mesafe k›sal›r. Ve

idrakin, vazife taraf›na yönelmesi kolaylafl›r. Vazife plân›na gelince,

oradan itibaren vicdan düalitesi ortada kalmaz. Onun yerine

büyük vazife fonksiyonlar›yla yürüyen, mahiyeti de¤iflik, di¤er bir

tekâmül düalitesi bafllar. Ve bu düalite, varl›¤› Ünite’ye kadar

izler.

*

* *

181


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Bu mücadelenin en fliddetli ânlar›n› oluflturan –özellikle orta

insanl›k kademelerinde– insanlar, sürekli, bir huzur bir huzursuzluk

aras›nda gidip gelerek yaflarlar. Bu hâller, vicdan unsurlar›n›n

belirgin olarak meydana ç›kan denge ve dengesizlik durumlar›na

rastlar. Bu huzur, insan› idraki oran›nda tatmin olmufl bir duruma

sokar. Bu sayede o, kendisini, sorunlar› çözülmüfl olarak

görür. Fakat, icaplara ve öz varl›¤›n beliren ihtiyaçlar›na göre vicdan›n

denge hatt› yukar›lara veya afla¤›lara do¤ru bozulmaya bafllad›¤›

ânda, onun keyfi kaçar. Yeni bir realite karfl›s›nda eski realitesinin

y›k›lmak üzere oldu¤u hissi, ona azap verir. Bu ›st›rap,

dengenin bozulmas› derecesiyle artar. Bu hâl, her devreye, her

kademeye göre çeflitli mahiyetler ve flekiller al›r. Bazen –özellikle

az ilerlemifl kademelerde– hakikî vicdan azab› hâlinde ortaya ç›-

kar. Bu azap flekilleri, dengelerin afla¤› do¤ru kay›fllar›nda daha

çok görülür. Varl›¤›n ileri inkiflaf derecelerinde bu tür azaplar olmaz

ama, çeflitli teflevvüfl hâl ve flekilleri meydana gelir ki, bunlar

da az önemli huzursuzluklardan say›lmazlar. Bütün bu huzursuzluk

veya ›st›rap hâlleri; vicdan realitelerinin daha üst düzeylerde

denkleflmeleriyle ve bu sayede öz bilgilerin artmas›yla ve insanlar›n,

mukadder olan vazife plânlar›na yaklaflmalar›yla, sonuçlan›rlar.

fiu hâlde, bulunulan kademenin hazmedilmifl, fonksiyonunu

yerine getirmifl realitelerini izleyen teflevvüflleri bir ân önce atlatmaya

çal›flmak suretiyle, üst realitelere ulaflmak gerekir. Tâ ki kazan›lm›fl

olan üst liyakatler, zamanlar›nda fonksiyonlar›n› yapmaya

bafllas›nlar ve bunun sonucunda da, öz bilgilerin inkiflaf yolundaki

normal ilerleyiflleri kesintiye u¤ramadan devam etsin. ‹flte

bir insan, herhangi bir huzursuzluk veya teflevvüfl ya da ›st›rapla

karfl›laflt›¤›, vicdan› herhangi bir azab›n k›v›lc›mlar›yla yanmaya

bafllad›¤› zaman; o insan›n derhal kendisini toplayarak, idrakini

vicdan›n›n unsurlar› aras›nda dolaflt›rmas›, o zamana kadar ilgi

göstermedi¤i vicdan›n›n üst unsuruna yönelmesi, istekleriyle ona

de¤erler göndermeye bafllamas›, buna karfl›l›k, alt realiteye ait isteklerini,

al›flkanl›klar›n›, arzular›n› ise geri plânlara atarak, onlar›

yeni de¤erlerle beslememesi ve her fleyden önce, bunun için

182


BEDR‹ RUHSELMAN

elzem* olan cehit ve gayretleri göstermesi gerekir. Bunu yapt›kça,

vicdan dengesi yavafl yavafl üst düzeylerde kurulmaya bafllar. Bu

da gerçekleflince, yeni do¤acak daha büyük bir huzur ve mutlulu¤un

neflesi, bütün geçmifl üzüntü ve s›k›nt›lar›n hepsini siler süpürür.

Fakat onlar›n öz varl›ktaki bilgileri, zengin bir inkiflaf yükü

hâlinde, o insan› yüksek tekâmül plânlar›na daha çok yaklaflt›rm›fl

bulunur ki; esasen, insanda huzurun artmas› da bu hâlin

sonucudur.

*

* *

“Acaba bu nefsaniyet unsuruna ne gerek vard›”, daha do¤rusu,

“insanl›k hayat›nda belirgin olan vazife–nefsaniyet düalitesi

olmaks›z›n da üstün realitelerin kazan›lmas› ve öz bilgilerin artmas›,

sonuç olarak vazife haz›rl›¤›n›n yap›lmas› mümkün olmaz

m›yd›” gibi, insanlar›n akl›na bâz› sorular gelebilir. Bunun cevab›,

zaten, geçmifl bilgilerde vard›r. Onlar› burada belirtelim!

Ruhun tekâmülüne yarayacak olan bilgilerin öz bilgi hâline

geçmifl olmas›, yâni varl›¤›n öz mal› olmas› flartt›r, demifltik. Bu

da, yine söyledi¤imiz gibi, ancak olaylar içinde varl›¤›n yo¤rulmas›

ve bir sürü cehit ve gayret harcanmas›yla sa¤lanacak bir durumdur.

Yâni, varl›k, beden vâs›tas›yla, dünya olaylar›n›n müspet

ve menfî taraflar› karfl›s›nda, onlarla bo¤uflarak yapaca¤› tatbikatlardan

sonra bâz› sonuçlar elde edecektir ki, iflte öz bilgileri sa¤layan,

bu sonuçlard›r. Esasen insanlar›n tekrar eden bedenlenmeleri,

olaylar›n hem tatl›, hem ac› sonsuz tezahürleriyle karfl›laflabilmeleri

içindir. Bunun nedeni de öz bilgileri artt›rmakt›r. Fakat

burada bir zorunluluk daha belirmektedir: E¤er olaylar›n içinde

yo¤rulma ve bo¤uflma imkân ve f›rsatlar›n› hedef tutan etkenler

olmasayd›, böyle zahmet verici, cehit ve gayretleri harekete geçirici

olaylar›n ortaya ç›kmalar›na gerek kalmazd›. Ve e¤er insanlar

hak edilmemifl süreçlerle tekâmül yolunda yürütülebilselerdi, o

zaman belirli hareketlerin içinde hapsedilerek idraksizce sürüklenebilirlerdi.

Fakat daha önce vermifl oldu¤umuz bilgiler, insanlar

hakk›nda böyle bir tekâmül sürecinin mümkün olamayaca¤›n›

* “Elzem” sözcü¤ü “vazgeçilmez, mutlaka laz›m olan, lüzumlu” anlam›na gelir.

183


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

göstermektedir. Çünkü varl›klar›n idrak ve özgürlüklerinden ilgisiz

bir flekilde, tam bir makine gibi iflleyen bu tür ilerleyifller, ancak

–daha önce aç›klad›¤›m›z gibi– varl›klar›n henüz idrakten ve

kudretten yoksun bulunduklar›, kâinat›n ilk safhas›ndaki, karanl›k,

ebediyet kadar uzun bir esaret içinde geçen mekanik tekâmül

prensibine tâbi olabilir. Ve bu prensip alt›ndaki tekâmülün de

varl›klara sa¤lad›¤› en büyük sonuç; yine aç›klam›fl oldu¤umuz gibi,

hidrojen atomunun, henüz idraklenmemifl ve esaretten kendilerini

kurtarabilecek kudretleri kazanamam›fl, sadece mekanik

hareketlere intibak etmeye mecbur tutulmufl, bir liyakat durumundan

ileri geçmez.

Varl›klar, hak kazanmad›klar› olaylara sokulduklar› takdirde,

onlardan insanl›k safhas›na lây›k yararlar› sa¤layamazlar. Çünkü

bu takdirde, neden ve sonuçlar›n› tayin ve takdir edemeyecekleri

bu olaylar›n ortaya ç›k›fllar›nda, k›yas bilgisine girebilmeleri

mümkün olmaz; k›yas bilgisi mevcut olmay›nca da, öz bilgiler

oluflamaz ve insanl›ktan beklenen tekâmül gerçekleflemez. Ne

olursa olsun, neden ve sonuçlar› bilinmeyen olaylar, insanlar için

bofl ve gayesiz kal›r. Ancak, hak edilmifl ac› veya tatl› olaylar aras›nda

yo¤rularak onlar›n içinden zaferle veya yenilgiyle ç›km›fl olman›n

–nedensellik prensibi muvacehesinde geçirilecek, k›yas bilgisi

yard›m›yla idrakine var›lm›fl– sonuçlar›d›r ki, tekâmül unsuru

olan öz bilgileri meydana getirirler.

Demek ki insanlar›n, tekâmül ihtiyaçlar›na ayarlanm›fl olaylar›

hak etmifl olmalar› gerekir. Tâ ki onlar bu hak edifllerinin idraki

sayesinde, o olaylar›n içinde yo¤rulurken sonuca kendilerini ulaflt›racak

olan k›yas bilgilerini bulabilsinler ve bunlar›n muhasebelerini

yapmak imkân›na kavuflsunlar. Niçin dayak yedi¤ini bilmeyen

bir çocuk, o dayaktan lây›k›yla yararlanamaz. Dayaktan yararlanamay›nca

da, durumunun ölçüsünü takdir edip hâl ve tav›rlar›n›

düzeltmek cehdini gösteremez. Bu dayaktan yararlanabilmesi

için, idrakinin uyand›r›lmas› ve bunun için de, hangi zay›f

taraflar›yla daya¤› hak etti¤inin belirtilmesi gerekir. Bu, onun pusuda

bekleyen zay›f taraflar›n› harekete geçirip meydana ç›kart-

184


BEDR‹ RUHSELMAN

makla mümkün olur. Bütün bunlardan baflka, ileride bildirece¤imiz

mukadderat plân›n›n tatbikat›nda da, bu cehit ve gayret mekanizmas›n›n

rolü vard›r. Bu bilgiler, vazife unsurlar›n›n önüne

niçin çetin ve sert birtak›m sonuçlar do¤uracak olan nefsaniyet

cüzlerinin dikilmekte oldu¤unu ve vazifeli varl›klar›n bu hâllere

niçin sebep olduklar›n› aç›klam›fl olur.

fiu hâlde, vazife–nefsaniyet mücadelesi mekanizmas›na gerek

vard›r. Ve nefsaniyet, bunun için, inkiflaf yolunda k›ymetli bir

unsurdur.

*

* *

‹nkiflaf mekanizmas›nda vazife unsurunun karfl›s›na nefsaniyetin

dikilmesi, bofl ve gereksiz bir ifl de¤ildir. Nefsaniyet, bütünüyle

ve cüzleriyle, cehit ve gayretleri kamç›lamak ve biraz önce

söyledi¤imiz gibi, insan› k›yas bilgisine sürüklemek için konulmufl,

mükemmel ve esasl› bir vâs›tad›r. Tekâmül mekanizmas›, hayatlar

boyunca artan h›z›n›, bu nefsaniyet unsurlar›n›n, görünürde menfî

görünen kudretlerinden alacakt›r. K›r›lacak odunun direnci olmazsa,

balta kullanmaya gerek kalmaz. Nefsaniyet, bu odunun

direnci gibidir. Balta da, nefsaniyeti yenmek için yap›lacak mücadelelere

ait cehit ve gayretleri sembolize eder. fiu hâlde, nefsaniyet

olmazsa mücadelelere, cehit ve gayretlere gerek kalmaz. Böyle

olmay›nca da liyakatsiz, kendi kendine gelecek tekâmüller beklenir

ki, biraz önce aç›klad›¤›m›z gibi, böyle bir fley mümkün olmaz.

Dolay›s›yla, nefsaniyet olmal› ki, üst unsurlara geçebilmenin cehit

ve gayretleri gerçekleflme sahas›n› bulabilsin. Bu cehit ve gayretler,

gelecek aflamalar›n bilgilerini ve onlar›n öz varl›¤a mal edilmelerini

sa¤layan temelli süreçlerdir.

*

* *

fiimdi, bu nefsaniyet cüzleri ve vazife haz›rl›¤› mücadelesi içinde

ç›rp›nan, çabalayan insan›n, bir birey olarak içinde yaflad›¤›

âleme oranla olan durumuna ait bilgileri verece¤iz.

‹nsan; bir ruhun kâinattaki tekâmülünün vâs›tas› ve ifadesi

olan varl›¤a tahsis edilmifl madde cüzlerinden oluflan kombine-

185


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

zonlar bütünüdür. Demek ki beden; bir varl›¤›n dünyadaki hizmetine

tahsis edilmifl, kendi inkiflaf zaruretlerine göre kullanabilece¤i

maddî bir vâs›tad›r. Varl›k, hâkimiyeti alt›nda ve hizmetinde

bulunan bedenin kaba maddî durumundan yararlanarak,

onun vâs›tas›yla dünya maddelerine tesir eder. Bu olaylar, bedenin

tâbi oldu¤u yüzey zaman› realitesine göre cereyan eder. Buna

karfl›l›k, maddelerden gelen tesirler, küresel zaman idrakiyle k›ymetlenerek,

varl›¤›n idraki kanal›yla ruha yans›rlar. Böylece ruhun

tekâmül ihtiyaçlar› karfl›lanm›fl olur.

Varl›¤›n s›navlar›, deneyimleri, gözlemleri, k›sacas› plân›n›n

icaplar›ndan olan bütün ihtiyaçlar› için kulland›¤› bedenine, yard›mc›

olarak, d›flar›dan ve tabiî ki yine, ancak o varl›k kanal›yla,

milyonlarca tesir gelir. Bu tesirler, çok yükseklerden gelebilece¤i

gibi, türlü fliddet ve güçlerde sonuçlar do¤urmak üzere, çeflitli tekâmül

düzeylerindeki plânlardan ve kademelerden de gelebilir.

Varl›¤›n dünyadaki beden hayat›na ait, çizilmifl olan mukadderat

plân›n›n icaplar›n› yerine getirmek için bedene inen bütün bu

tesirler, üst plânlar›n daima kontrol ve gözetimi alt›ndad›r. Dolay›s›yla,

bu tesirlerin en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar, hiçbiri

bofl, mânâs›z ve gereksiz de¤ildir. Bunlar›n her biri, daha önce

söz etti¤imiz vicdan mekanizmas›yla ilgili durumlar gösterir ve

organizmada ayarlan›r. Bu ayarlan›fl, varl›¤›n dünya plân›n›n

icaplar› ve zaruretleri ahengi içinde vuku bulur.

*

* *

Beden bir organizmad›r. Dolay›s›yla, onu oluflturan hücreler,

organlar, sistemler vard›r. Bütün bu cüzler, birbirine tâbi olarak

ve sistemleflerek beden organizmas›n›n bütününü meydana getirirler

ki, bunun da organizatörü, o bedene hâkim olan beyindir.

Fakat bu beyin de, as›l varl›¤a ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, beden organizmas›n›

oluflturan daha küçük organizmalar›n da, insan›nkinden

çok daha basit olmak üzere, birer varl›klar›, yâni organizatörleri

vard›r ki; onlar da, kendi çaplar›nda, nispeten daha basit ruhlar›n

tekâmüllerine hizmet ederler. Demek ki insan bedeninin

bütün durumlar›ndan, bu bedene hâkim olan varl›k sorumludur.

186


BEDR‹ RUHSELMAN

Varl›klar, bedenleri kullanabildikleri kadar kulland›ktan sonra,

yâni onlardan elde edebilecekleri yararlar› elde ettikten sonra, o

bedenleri kullanmaktan vazgeçerek, onlar› sevk ve idare eden

beyinle olan irtibatlar›n› keserler ki, buna “ölüm” deriz.

*

* *

Bir varl›k, üst varl›klar›n yard›m›yla bir beden kurar, o bedenden

yararland›¤› sürece onu kullan›r; bunun için de, beyin vâs›-

tas›yla o bedenin bütün cüzlerine hâkim olur ve böylece, maddî

ihtiyaçlar›n› o beden kanal›ndan sa¤lar.

Bu bak›mdan, henüz bir insan bedenini idare edebilecek durumda

bulunan bir varl›¤›n bu bedeni kullanmas› ile meselâ,

madde ve varl›k topluluklar›ndan meydana gelmifl büyük bir

günefl sistemini idare eden bir varl›¤›n bu sistemi sevk ve idare

etmesi aras›nda, esas bak›m›ndan, fark yoktur. Bunlar aras›nda

sadece, tekâmül, kapsam geniflli¤i ve karmafl›kl›k farklar› vard›r.

Dolay›s›yla, bir insan varl›¤›n›n bir bedene olan tesirleri, hangi

mânâlar› tafl›yorsa, vazifeli bir varl›¤›n da bir günefl sistemine

olan tesirleri, ayn› mânâlar›, daha kapsaml› ve karmafl›k olarak,

tafl›maktad›r.

*

* *

Bir insan, do¤du¤u zaman, varl›¤›n›n belirli bir inkiflaf düzeyine

gelmifl durumu mevcuttur. Onun bu belirli inkiflaf durumuna

göre de, dünyada yapmas› gereken belirli iflleri olacakt›r. ‹flte

bu ifllerin yap›lmas›, onun o devredeki dünya hayat›na ait vazifesidir.

O insan›n dünyada yaflamas›, kendisine sahip olan varl›¤›n

dünyaya inmeden önce di¤er, vazifelilerle birlikte haz›rlam›fl oldu¤u

dünya tatbikat› plân›n› gerçeklefltirmesi içindir. Dolay›s›yla,

o varl›k, dünyaya gelmeden önce, yapmas› gereken iflleri tasarlam›fl,

göze alm›fl ve onlar› yapaca¤›na söz vermifltir. Mademki o

buna söz vermifltir ve dünyaya inifli de bu verdi¤i sözün tatbiki

içindir; o hâlde dünyaya indikten sonra, verdi¤i sözü tutmas› ve

borcunu ödemesi, yâni tasarlanm›fl plân› tatbik etmesi flart olur.

Çünkü vazife plân›n›n onay›yla kararlaflt›r›lm›fl ifllerin yap›lmas›,

187


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

zarurîdir. Böylece, karar verilen ifller, vicdan mekanizmas› dengesinin

ahengi içinde tatbik edilir.

*

* *

Belirli ihtiyaçlarla beden sahibi olmufl bir varl›k, kendi inkiflaf

durumuna uygun bir vicdan dengesi düzeyinde dünyada yaflamaya

bafllar ve plân›na göre, çeflitli mâflerî durumlarda yer al›r.

Bu gelifllerin ve yerleflifllerin hiçbiri keyfî ve rastgele de¤ildir.

Bir birey plân›n›n yap›l›fl› da basit bir ifl de¤ildir. Daha önce

söyledi¤imiz gibi, onun yaflayaca¤› mâflerî plânlar ile say›s›z iliflkileri

vard›r. Bunlar hep hesaba kat›l›r. Meselâ o varl›k, hangi

ulustan, hangi dinden, hangi örf ve âdetlere sahip cemaatten,

hangi e¤ilimlere, liyakatlere, isteklere, kudretlere sahip, hangi inkiflaf

kademelerine ulaflm›fl aileden ve bireylerden gelecekse ve

hangi ortak ihtiyaçlara göre onlar ile mâflerî plânlar kuracaksa;

bütün bunlar, önceden ve tabiî ki hep vazifeli varl›klar›n yard›mlar›yla

ve kendisinin inkiflaf zaruretlerine göre, inceden inceye

hesaplanm›fl, tertiplenmifl, birlikte kararlaflt›r›lm›fl ve plânlaflt›r›lm›flt›r.

‹flte dünyada tatbik edilmesi gereken plân, budur. Varl›k,

bu plânla ayarlanm›fl olan, dünyadaki çevresine inmeye haz›rlan›r.

Bu ayarlanma s›ras›nda, o varl›¤›n anas›, babas› olan bedenlerin

varl›klar› ile onlara kararlar› sorulmak üzere görüflmeler

yap›l›r, onlar›n da kararlar› al›n›r. Ve e¤er bu kararlara göre, ana,

baba olacak bedenlerin de gerek bireysel, gerek sosyal ve hattâ

ekonomik durumlar›nda bâz› iyilefltirmeler ve de¤ifliklikler yap›lmas›

gerekiyorsa, bu ifller de düzenlenir. Yâni, aralar›na alacaklar›

misafirlerine göre, onlar›n durumlar›n› da, vazifeli varl›klar,

yoluna koyarlar. K›sacas› her fley ayarlan›r.

Bir varl›¤›n dünyaya iniflinde çeflitli vazifeliler çal›fl›r. Dünyada

da o varl›kla ilgili bedenler, genellikle otomatik olarak bu haz›rl›klara

kat›l›rlar. Ana, baba, akrabalar, ebe, doktor, hastane, bak›mhane,

yetimhane, okul, cemiyet, devlet, k›sacas› uzaktan yak›ndan

bir sürü beden; dünyaya inecek varl›¤›n yak›n ve uzak

hayat› için, bilmeden, çeflitli flekillerde vazifelenirler. Onlar da bu

188


BEDR‹ RUHSELMAN

vazifelerini ço¤u zaman otomatik olarak yaparlar. ‹flte bu otomatik

vazifelerin yerine getirilmesi için harcanacak yine otomatik cehit

ve gayretledir ki, daha önce söyledi¤imiz kurumlar ve topluluklar

içinde, yâni mâflerî bir plân içinde, insanlar, büyük vazife

plân›n›n sezgilerini kazanmaya çal›fl›rlar.

*

* *

Bu kadar ince hesaplarla haz›rlanm›fl bir plân etraf›nda bir

sürü vazifelinin faaliyeti, eme¤i geçerek meydana getirilmifl bir

bedenin sahibi olan varl›¤›n, mensup bulundu¤u mâflerî plân›n

bireylerine karfl›, elbette, borçlar› olacakt›r. Ve bu borçlar› o, daha

dünyaya gelmeden önce yükümlenmifltir. Buna ra¤men bir

gün kalkar da, bu haz›rlay›c›lar ve yard›mc›lar önünde vermifl oldu¤u

sözü unutur, kararlar›ndan döner, borçlar›n› reddeder, plân›n›

tatbik etmekte tembellik gösterir ve hattâ, üstelik intihar da

etmeye kalk›fl›rsa, vazife sezgisine ne kadar ayk›r› ve uzak bir harekette

bulunmufl olur!.. Vazife sezgisine bu kadar ayk›r› bulunan

bir hareket, o hayat›n en alt nefsaniyet düzeyidir ve onun sorumlulu¤u,

ne kadar otomatik olursa olsun, a¤›rd›r. Bu a¤›r sorumlulu¤un

otomatizmas› da, çok fliddetli ›st›raplar ve azapl› reaksiyonlarla

tezahür eder. Böyle bir insan›, ancak, bu a¤›r otomatizman›n

zahmetli olan k›yas bilgileri, yar› idrakli durumlarda ileri

do¤ru itebilir.

Beden, bir varl›¤a hizmet eder ve kaba dünya maddelerinde o

varl›¤›n sembolü olur; t›pk›, ruhun sembolü de, daha derin mânâda,

varl›k oldu¤u gibi. fiu hâlde, dünyadaki bedenden ruha

kadar uzanan bu birbirinden farkl› beden–varl›k–ruh iliflkisi, insanlarda,

bedenin içinde ruh varm›fl zehab›n›* uyand›r›r.

*

* *

‹nsan olarak dünyaya gelmifl bir varl›¤›n bireysel tekâmülünü

izleyebilmek için, ifli çok gerilerden alarak, kâinatta hiçbir tekâmül

ve inkiflaf›n mevcut olmad›¤› bir kademeyi kabul edelim! Bu-

* “Zehap” sözcü¤ü; “san›, zann, sanma, zannetme” anlam›na gelir.

189


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

rada, inkiflaf›n hangi etkenlerle yürüdü¤ünün sezgisini verebilmek

için, sembolik bir projektör flemas› kullanaca¤›z. fiunu tekrar

etmek isteriz ki, burada kullanaca¤›m›z flema, ancak, bu hakikatler

hakk›nda sezgi verebilmek içindir.

Daha önce mahiyeti hakk›nda hiçbir fley söyleyemeyece¤imizi

bildirmifl oldu¤umuz, hem ruhlara, hem de kâinatlara hâkim yüksek

prensipten söz etmifltik. Bu yüksek prensip, bizim bilemeyece¤imiz,

sonsuz, bütün mânâ ve mahiyet kavramlar›n›n d›fl›nda

kalan bir prensiptir. Bu prensibin sonsuz kâinatlara ve ruhlara yönelik

kudretleri aras›nda bizim kâinat›m›za yönelmifl olan›n›n

sezgisini, ancak bu projektör sembolüyle verece¤iz. Fakat bu projektör,

kâinatlara ve ruhlara hâkim olan Aslî Prensibin kendisi olmayacakt›r.

O’nun, ancak kâinat›m›z ile, yâni madde kâinat› ile

ruhlar›n iliflkisine ait bir kudretidir. Bu, ancak bu kadarla ifade

edilebilir.

Dünyam›z›n basit hareketlerini bile aç›klamakta yetersiz kalan

“kudret” sözcü¤üyle sembolize etti¤imiz, Aslî Prensibin kâinat›m›za

ait durumu veya veçhesi,* elbette böyle bir sözcü¤ün alelâde mânâs›na

s›¤maz. Çünkü yaln›z bu sözcük de¤il, bütün kâinat›m›zda

bu durumu ifade etmeye yetecek hiçbir hareket, sözcük, mânâ veya

imaj yoktur. Ancak, çaresiz kald›¤›m›z için, bilinen mânâlar›ndan

soyutlay›p s›rf bir sembol olarak, Aslî Prensibin kâinat›m›za ve

orada tatbikatlar›n› görecek ruhlara yönelik cephesini (bu ifadeler

dahi as›llar›n› ifade etmekten âciz sembollerdir) “kudret” sözcü-

¤üyle ifade ediyoruz. fiu hâlde, bu sembolle, yine sembolik olarak

bildirece¤imiz ifadeye göre, kudret; Aslî Prensibin –ruhlar›n kâinat›m›za

iliflkin tekâmül ihtiyaçlar›na cevap veren bütün madde imkânlar›n›n

bu ihtiyaçlar ile uyuflturulmas›na yönelik– icaplar›n›n

bütünüdür. Bunu biraz daha aç›klayal›m: Aslî Prensibin bu kudretinde;

hem ruhlar›n sonsuz kâinatlara ait ihtiyaçlar›ndan ancak

kâinat›m›za iliflkin –tekâmül kavram›yla sembolize etti¤imiz– durumlar›,

hem de bu ihtiyaçlara denk gelen, kâinat›m›z›n bütün

madde imkânlar› içerilmifl bulunmaktad›r. ‹flte, ruhlar›n ihtiyaçlar›n›

ve kâinat maddesinin bütün imkânlar›n› içine alan, Aslî

* “Veçhe” sözcü¤ü, “yön, yan, taraf” anlam›na gelir.

190


BEDR‹ RUHSELMAN

Prensibin bu kudretinin, ruhî ihtiyaçlar ile madde imkânlar›n› birlefltirerek

bir vahdet hâline getirmek gayesinin gerçekleflmesi; bizim

“tekâmül” sözcü¤üyle ifadelendirdi¤imiz mânân›n en son ve

yüksek aç›klanmas›n› anlat›r. Bu sezgi, ruhlar›n sonsuz kâinatlardan

bir teki olan madde kâinat›m›za ait ihtiyac› hakk›ndad›r. Burada,

di¤er kâinatlar hakk›nda söylenmifl bir söz yoktur.

*

* *

Kâinattaki tekâmülün yürüyüflünü, güçlü bir sembol olarak

verdi¤imiz projektör kavram›yla izlemeye bafll›yoruz. Bu projektörün

›fl›klar›, Aslî Prensibin sözünü etti¤imiz kudretini veya

icaplar›n› temsil etmektedir. Bu ›fl›¤›n kayna¤›, Aslî Prensibin

kendisi de de¤ildir. O’nun ancak kâinata yönelik olan kudretidir.

Bu hususta bu kadar sezgiyle yetinmek ve daha ilerisine gitmeye

kalk›flmamak gerekir. Aksi hâlde insanlar, içinden ç›kamayacaklar›

büyük ve sonuçsuz teflevvüfllere düflmekten baflka bir fley

kazanamazlar. ‹flte yukar›da sezgisini verdi¤imiz kaynaktan ç›kan

bu ›fl›k, bir koni hâlinde, o ânda ât›l, amorf ve pasif olarak bekleyen

kâinat cevherine, aslî maddeye iner. Ifl›¤›n tepesi o kudrette,

taban› da aslî maddededir. Unutulmas›n ki, bu ›fl›kta hem ruhlar›n

ihtiyaçlar›, hem de bu ihtiyaçlar karfl›s›nda maddede meydana

ç›kacak olan imkânlar›n tümü içerilmifl durumdad›r. Ve bu

ihtiyaçlar ile imkânlar, ancak bu ›fl›k içinde birleflecek ve tekâmül,

gerçekleflecektir. ‹flte ›fl›¤›n bu gerçeklefltirici kudretlerine “icap”

diyoruz. Demek ki her kâinata göre ayr› bir cephesi ve durumu

bulunan icab›n kâinat›m›za ait olan cephesi; ruhlar›n ihtiyaçlar›-

n›n madde imkânlar› ile bir k›l›nmas›n› sonuçland›rmaya yönelik,

Aslî Prensibe ait kudretin kendisidir.

Bu projektör ›fl›¤›n›n kâinat›m›za ilk indi¤i yer, aslî maddenin

amorf hâlidir. Bu ifadeleri dünyadaki mekân kavram›na göre

düflünmeden sezmeye çal›flmak icap eder. Yoksa, ortada ne bir

yer, ne de mesafe yoktur. Bu imajlardan ancak, büyük hakikatin

insanlara hitap eden cephesi hakk›nda ve sezgi verebilmek için

söz edilmektedir.

Ifl›k konisinin amorf maddeye ilk düfltü¤ü saha, derhal ayd›nla-

191


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

n›r. Ifl›k konisinin aslî maddede bulunan taban›ndaki bu ayd›nl›k,

tatbikata bafllayacak ilk ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n, o temas sahas›ndaki

madde imkânlar› ile karfl›laflm›fl oldu¤unu ifade eder. Burada,

taban henüz pek az ayd›nl›k ve tepeden çok uzakta bulunur. ‹flte

onun için bu sahaya karanl›k bir safha diyoruz. Bu sahada cereyan

eden hâl fludur: Ifl›¤›n madde ile temas eden nihaî k›sm›nda,

yâni koninin taban›nda içerilmifl olan, ruhlar›n ihtiyaçlar› karfl›s›nda,

ât›l madde harekete geçmifl ve bu hareketle de, ruhlar›n mekanik

tekâmül prensibi ifllemeye bafllam›flt›r.

Bu hâl gerçeklefltikten sonra, yâni amorf maddede ilk imkânlar

tezahür ettikten sonra, projektör ›fl›¤›n›n ayd›nlatt›¤› saha, yâni

›fl›k konisinin taban›, daha çok ayd›nlanmaya bafllar. Ayn› zamanda

taban yavafl yavafl tepeye do¤ru yükselir ve koninin tepesi

ile taban› aras›ndaki mesafe k›salmaya bafllar. Fakat bu mesafeyi

kilometrelerle ölçülecek bir uzunluk mânâs›na almamal›d›r ve

bunlar›n birer sembol oldu¤unu unutmamal›d›r.

Maddelerin imkân tezahürleri artt›kça, koninin taban› daha

çok ayd›nlan›r ve tepeye yaklaflmaya devam eder. Bu flu demektir

ki, maddenin imkânlar› gittikçe daha çok tezahür etmekte ve

bu tezahüre neden olan ruhlar›n daha genifl çaptaki ihtiyaçlar›

karfl›lanmakta, inkiflaflar artmakta ve sahalar ayd›nlanmaktad›r.

Böylece, kâinattaki tekâmülün ilk mekanik prensibi, yâni daha

önce uzun ve kâranl›k bir saha olarak ifade etti¤imiz hidrojen alt›

safhas› tamamlan›r.

*

* *

Ifl›k konisinin taban›, hidrojen safhas›n›n bafllang›ç sahas›na

kadar yükselir. Buradan itibaren –daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz

gibi– ruhlar art›k maddelere ba¤lan›r. Bu safhada monoton,

mekanik, fakat geçecek pek uzun zaman içinde, çok yavafl tempoyla

karmafl›klaflan maddenin hareketlerine, ruhlar›n pasif ve

mekanik olarak ilk intibak tatbikatlar› bafllar. ‹flte bu bak›mdan

bu safhaya tekâmülün “pasif intibaklar safhas›” da deriz. Ruhlar,

bu safhada, esaret içinde bir pasiflikle sürüklenerek, sadece, maddenin

hareketlerine, ebediyet kadar süren bir zaman boyunca,

192


BEDR‹ RUHSELMAN

al›flt›r›lacaklard›r. Ifl›k konisinin taban›, burada biraz daha ayd›nlanm›fl

ve zirveye biraz daha yaklaflm›flt›r.

*

* *

Ifl›k konisinin taban›, ayd›nlanmaya devam ederek hidrojen

atomunun varl›k safhas›na kadar yükselir. Buradan itibaren, ruhlar›n

ilk basit aktif davran›fllar›yla maddelerdeki inkiflaf prensibi

bafllar. Burada, hem ruhlar›n ilkel bir faaliyeti, hem de bu faaliyeti

çok s›k› kontrol alt›nda tutan ve destekleyen bir otomatizma

prensibi mevcuttur. Bundan sonra yükselmeye devam eden

›fl›k konisi, idrakin ilk p›r›lt›lar› olan sezgilere varl›klar› haz›rlay›c›,

bitki bedenlerinin kurulmas› safhas›na yükselir. Bitkilerde ilk,

ilkel sezgilere intikal egzersizleri bafllar. Bu safhada özgürlü¤ün s›-

n›r› –yine pek dar olmakla birlikte– bir miktar daha geniflletilmifl

ve sezgi otomatizmas› baflgöstermifltir. Koninin taban› yükseldikçe,

bu sezgi otomatizmalar›, kapsam kazanarak, hayvanlardaki

sezgilere ink›lâp edecektir. Hayvanlarda inkiflaf, bitkilerdekine

nazaran, biraz daha h›zl›d›r. Koninin taban› hayvanl›k safhas›ndan

insanl›k safhas›na do¤ru yükseldikçe, hayvanlarda, insanlardaki

bâz› idrakî özelliklerin ilk haz›rl›klar› da belirmeye bafllar ve

insan melekelerine benzer bâz› durumlar ve hâller görülür.

*

* *

Ifl›k konisinin taban›, ayd›nlanmas›na devam ederek ve yükselerek

idraklerin bafllad›¤›, hidrojenin insanl›k kademesine kadar

gelir. Buradan itibaren, vazife plân›na haz›rl›¤›n yar› idrakli, sübjektif

bir tekâmül safhas› bafllar ki, buradaki saha oldukça ayd›nlanm›fl

durumdad›r. Ifl›k konisinin taban› böylece tepesine

do¤ru yaklaflt›kça idrakler ayd›nlan›r, vazife plân›ndan itibaren

bafllayacak olan safhaya do¤ru haz›rl›klar ilerler ve nihayet koninin

taban›, insan üstü ve hidrojen âlemi ötesi olan vazife plân›

safhas›na kadar yükselir. Ifl›k konisinin taban› bu safhaya ulafl›nca,

art›k saha iyice ayd›nlanm›fl bulunur. Buradan itibaren, icaplar,

aç›k olarak tezahür ederler. Bu durum, idraklerin icaplara

h›zla intibaklar›n› sa¤lar. Buradan itibaren, ruhlar›n davran›fllar›

193


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

ile icaplar birleflmeye bafllayacaklard›r. Varl›klar, buraya kadar

›fl›k konisinin taban›n› çeflitli mekanizmalarla, yukar› do¤ru âdeta

itilerek ve sürüklenerek izleyebiliyorlard›. Bundan sonra, idraklerin

icaplar ile vukua gelecek birleflme liyakatleri sayesinde, varl›klar,

›fl›k konisinin huzmelerine kendi idrakleriyle t›rmanarak,

didinerek, faal bir flekilde tepeye do¤ru ç›kmaya bafllarlar. Bu da,

idraklerin icaplara intibak etti¤i, yâni onlar ile vahdet hâline girebildi¤i

oranda h›zl› olur. Onun için buradaki yürüyüfle tekâmülün

“aktif intibaklar safhas›” da deriz. Bu safhada tekâmül, geçmifl

safhaya nazaran objektif karakterdedir. Bu kavram›n sezgisi, biraz

ileride zaman konusu aç›klan›rken daha iyi al›nm›fl olacakt›r.

*

* *

Vazife plân›ndan itibaren, ›fl›k konisinin taban›ndan tepesine

do¤ru gittikçe artan bir kudret imkân› bollu¤uyla t›rmanmaya

bafllayan varl›klar›n, tepeye kadar katedecekleri mesafe, henüz

çok uzundur. Çünkü aslî maddeye inen ›fl›k konisinin, ilk safhas›ndaki

taban›n›n tepeye olan mesafesine oranla, vazife plân›ndan

itibaren olan mesafesi, bir hayli k›salm›fl bulunmakla birlikte,

yine, vazife safhas›n›n ilk kademelerinde bulunan taban› ile

tepesi aras›nda, ebediyet kadar uzun denecek bir mesafe vard›r.

Fakat vazife plân›nda iyice ayd›nlanm›fl olan ›fl›k konisinin taban›,

ayd›nl›¤›n› bundan sonra pek büyük bir h›zla artt›racak ve

tepeye yükselme h›z›, öncekilerle k›yas edilemeyecek derecede

fazlalaflacakt›r. Bu safha, hakikî bir tekâmül safhas›d›r. Dedi¤imiz

gibi, ›fl›k konisinin bu safhadan itibaren artan ayd›nl›k sahalar›,

tepeye do¤ru yükseldikçe, kâinata ait olan icaplar ile ruhlar›n

davran›fllar›n›n ve idraklerinin intibaklar›na h›z verecektir. Ve tepeye

yaklaflt›kça vahdet sahas› o oranda geniflleyecektir.

Ruhlar›n idrakleri ile icaplar›n birleflme sahalar›, böylece geniflleye

geniflleye ilerlerken, ›fl›k konisinin taban› nihayet öyle bir

noktaya gelir ki; orada icaplar›n bütünü ile ruhlar›n bu kâinata

iliflkin bütün davran›fllar› ve idrakleri tam bir vahdet hâline gelmifl

bulunur ve böylece, tepeye gelmifl olan koninin taban›, o tek

194


BEDR‹ RUHSELMAN

nurlu noktada yolculu¤unu tamamlam›fl olur. Bütün davran›fllar›n,

idraklerin, imkânlar›n, tesirlerin, k›saca icaplar›n birleflti¤i

bu tek nurlu nokta, Ünite dedi¤imiz idrak vahdetidir. Bu, bütün

kâinatt›r. Onun bir tek manyetik alan› vard›r ki, bu da kâinat›n

tek manyetik alan›d›r. Bu noktada, ayr›l›k gayr›l›k yoktur. Her

fley, orada birleflmifltir. Burada, bir tek idrak, bir tek davran›fl, bir

tek icap, özetle, bir tek kâinat sözkonusudur. ‹flte bu nokta, kâinatta

tekâmülün gerçekleflmesini ifade eder.

*

* *

Burada, büyük bir yan›lma olas›l›¤›n› önlemek için, flu noktay›

belirtmek gerekir: Ifl›k konisinin tepesi, daha önce söyledi¤imiz

gibi, Aslî Prensibin kendisi de¤ildir. O’nun bütün kâinatlara de¤il,

sadece kâinat›m›za mahsus bir kudretidir. Aynen, ruhlar›n davran›fllar›

da ruhlar›n kendileri de¤ildir. Onlar›n, bütün kâinatlarla

de¤il, ancak madde kâinat›yla ilgili ihtiyaçlar›n›n ortaya ç›k›fl›d›r.

Dolay›s›yla, burada Ünite’yi; Aslî Prensibin, maddenin ve ruhlar›n

birleflmifl oldu¤u bir durum olarak düflünmek, hatalar›n en

büyü¤ü olur. Bunun da nedenini daha önce aç›klam›flt›k. Buradaki

bütün durumlar, ancak madde kâinat› kavram› etraf›nda toplanan

ruhî davran›fllar ve icaplarla aç›l›r ve kapan›r. Fakat onlar›n

ötesindeki sonsuz olaylar sürüp gider.

*

* *

Burada, aç›kça anlat›lm›fl oluyor ki, ›fl›k konisi kâinat›n kendisidir.

Ve kâinat, ancak bu ›fl›k konisiyle, aslî icaplarla var olmaktad›r.

O koninin huzmelerinden yoksun kalan, kâinat›n bir tek

noktas›, derhal kararmaya, amorf hâle düflmeye, yâni insanlar›n

anlad›¤› mânâda yok olmaya mahkûm bir duruma düfler. ‹flte kâinat›n

hiçbir zerresi yoktur ki, Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin

kapsam ve ihatas› d›fl›nda kals›n. Kâinatta her k›p›rdan›fl,

ancak Ünite’nin onay› ve kontrolü alt›nda mümkün olabilir hakikatinin

sezgisine, bu bilgileri alanlar, daha kuvvetle sahip olmufl

bulunacaklard›r.

195


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Aslî kudret ›fl›¤› konisine tâbi olarak kâinat›n nas›l inkiflaf etti¤ini

genel ve sembolik hatlar› içinde anlatt›ktan sonra, insanl›-

¤›n bafllang›c›ndan itibaren, bir bireyin tekâmülünü, daha genifl

kadrosu içinde aç›klamak gerekmektedir.

‹nsanl›k; geçirilmifl az çok pasif inkiflaf safhalar› ile gelecek aktif

ve hakikî tekâmül plânlar› aras›nda, yar› idrakli ve sübjektif

haz›rl›klar› sa¤layan, ara bir plând›r. Ve onun, bu haz›rlay›c› durumu

bak›m›ndan, önemi çok büyüktür. ‹nsanl›ktan sonra vazife

safhas›na geçilecektir. ‹nsanl›kta idrakler henüz vazife bilgisiyle

ayd›nlanm›fl bulunmad›¤›ndan, vazife plân›na ait aktif intibaklar,

insan hayat›nda bafllamaz. Çünkü insanl›k safhas›nda ruhlar›n

hiçbir davran›fl›, henüz hiçbir icap ile tam bir vahdet oluflturabilecek

kudrete ermifl de¤ildir. ‹nsanlar, üst plânda oldu¤u gibi ›fl›k

konisine kendi kudretleriyle t›rman›p ç›kabilecek duruma, henüz

gelmemifllerdir. Bununla birlikte insanl›k, art›k idrakli yükselifllerin

bafllad›¤› vazife safhas›n›n efli¤ine ulaflm›fl ve o safhan›n do¤rudan

do¤ruya haz›rl›klar›na bafllam›flt›r. Dolay›s›yla, insanl›¤›n

inkiflaf›na ait gerekli meseleler üzerinde durman›n, burada, s›ras›

gelmifltir.

*

* *

‹leride zaman ve mekân konusu üzerinde dururken aç›klayaca¤›m›z

gibi, insanl›k hayat› say›s›z bedenlenmeleri içermesine

ra¤men, bafl›ndan sonuna kadar bir tek hayat gibi ele al›nmal›d›r.

Bu süre boyunca insan›n bir sürü bireysel inkiflaf kademesi olacakt›r.

Her kademenin s›n›rlar›, belirli realitelerle çizilmifltir. Demek

ki her insan›n hayat›nda kendisine, kendi kademelerine özgü

ayr› realiteleri mevcuttur. Çeflitli realite kademelerinde bulunan

insanlar›n realite farklar›, inkiflaf kademeleri birbirine yak›n insanlarda

küçüktür. Kademeler aras›ndaki mesafe uzad›kça bu

farklar da o oranda büyür.

*

* *

196


BEDR‹ RUHSELMAN

‹lk insan ele al›n›nca: Onda di¤er tekâmül kademelerine nazaran

belirgin olan fley; idrak eksikli¤inden do¤an bir otomatizman›n

hâkim durumda görünmesidir. O, ço¤u zaman, yapt›¤› iflin

ancak yar› idrakine varm›fl ya da hiç idrakine varamam›fl durumdan

daha ileri kudret gösteremez. Bu hâl, insanl›¤›n oldukça ileri

kademelerine kadar, birçok durumda böyle devam edebilir. Ve

bütün insanl›k boyunca da yine, tam idrake var›lmas› mümkün

olmaz. Zaten bütün bu otomatizmalar›n gayesinin de, insanlar›

vazife bilgisine ve idrakine haz›rlamak oldu¤unu söylemifltik.

*

* *

‹nsan bedenini kullanan varl›klar, dünyada, bedenlerini kulland›klar›

çevrelerin imkân ve flartlar›ndan yararlanarak, o flartlara

tâbi say›s›z olay içinde yaflarlar. Çünkü insanlar› vazife sezgisine

bu olaylar haz›rlayacakt›r. Vazife plân›n›n do¤al ve ola¤an

olan disiplini, bu olaylar›n sert ve haflin çehreleri karfl›s›nda yap›lacak

say›s›z tatbikatla ö¤renilecektir. Demek ki, yararl› olaylar›n

meydana gelmesi için, insanlar›n di¤er varl›klara, yâni mâflerî

durumlara ihtiyac› vard›r. Fakat bu mâflerî durumlar, yaln›z

insanlar› kapsamaz; bunlar›n içine hayvanlar, hattâ bitkiler de

dahildir. Ve bu hâl, bir zarurettir; di¤er deyiflle, dünyada büyük

bir varl›k kadrosu içinde birbirini yetifltirmek suretiyle, derece

derece haz›rlanmak zaruretinin bir icab›d›r. Bunun en objektif örne¤i,

beden hücreleridir. ‹nsanlar, bu ilkel varl›klar ile mukadderleri

ba¤l› olarak, genifl bir mâflerî plân içinde, kucak kuca¤a yaflamaktad›rlar.

Meselâ bir insan›n kalbini oluflturan hücreler, inkiflaflar›n›

sa¤lamak için nas›l o insan bedenine muhtaç iseler, o

insan›n bedeni de yaflayabilmek için bu hücrelere o kadar muhtaçt›r.

Birisinin hastal›¤› di¤erini etkileyece¤i gibi, her ikisinin

sa¤l›¤› da, ortak esenli¤i sa¤lar. Demek ki bütün bu varl›klar aras›nda

mevcut olan mâflerî hayatlar, bofl ve mânâs›z fleyler de¤ildir.

*

* *

197


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Mâflerî plân; kendi imkânlar› içindeki inkiflaf icaplar›n› yerine

getirmek için birbirine dayanarak ve birbirinden habersizce güçler

alarak yan yana yürüyen bireysel plânlar›n bir sentezidir ki,

bu da, insanl›k hayat›ndaki inkiflaf otomatizmas›n›n bir zaruretidir.

‹nsanlar›n, kendilerinden daha küçük varl›klar ile olan mâflerî

plânlar›n›n yan›nda, onlardan daha önemli ve idrakli olarak hemcinsleri

ile ve hattâ bâz› bedensiz varl›klar ile kurduklar› plânlar

da vard›r. Bütün bu mâflerî plânlar, inkiflaf›n zaruretidir. Çünkü

söyledi¤imiz gibi, insan›n inkiflaf›, vazife plân›na ait vazife sezgisi

haz›rl›¤› tatbikatlar›na giriflmesiyle mümkün olur. Hâlbuki büyük

vazife plân›nda, her fleyden önce, tam mânâs›yla bir koordinasyon

ve iflbirli¤i vard›r. Yâni, orada, o plândaki organizasyonlar›n,

gruplar›na göre, aralar›nda tam bir vahdet, bütün faaliyetlerinde

birbirinden ayr›lmaz bir iflbirli¤i mevcuttur. Bu durum, o plân›n

flaflmayan bir esas›d›r. Hâlbuki tek bafl›na hâllerde çal›flmakla, bu

kadar s›k› bir koordinasyon ve iflbirli¤i haz›rl›¤› tatbikat›n› yapabilmek

sözkonusu olamaz. Böyle olunca da, kolektif bir faaliyet

içinde yürüyen vazife plân›na herhangi bir haz›rl›k yap›lamaz.

*

* *

Daha önce, ulus, aile ve mâflerî plân konular›n› ifllerken söyledi¤imiz

gibi, dünyadaki büyük küçük, bütün topluluklar, ortak

gayeler etraf›nda birleflmifl insanlardan oluflur. Vazife plân›nda

do¤al olan –ve dünya için, ideal olarak kabul edilen, hattâ mânâs›

meçhul kalan– tam bir iflbirli¤i, yâni belirli noktalarda meydana

gelmifl idrakli bir vahdet, dünya topluluklar›nda mevcut olmamakla

birlikte, o ideale do¤ru bilmeden bir haz›rlan›fl ve sürüklenifl

cehdi insanlarda vard›r ki; bu da, tekâmül denilen ihtiyac›n

bu safhadaki zorunlulu¤udur. Bu hâl, otomatik olarak ak›p gider.

Esasen dünyada hemen hemen hiçbir topluluk yoktur ki, hakikî

bir vazife idrakiyle kurulmufl ve herhangi bir hedef u¤runda tek

bir birey hâlinde yürümek kudretini gösterebilmifl bireylerden

oluflmufl olsun. Bununla birlikte, bütün bu topluluklar, bambaflka

ve genellikle çeflitli nefsaniyetleri tahrik edici mahiyetteki otoma-

198


BEDR‹ RUHSELMAN

tizmalar›yla, insanlar›n canla baflla bir iflbirli¤i yapmak ifltah, arzu

ve cehitlerini sa¤larlar ki; burada as›l gizlenmifl olan hedef, insanlar›n

hakikî vazife idraki ve bilgisiyle, tam bir vahdet içinde

iflbirli¤i yükümlülü¤ünün mânâs›n› sezmeye haz›rlanmalar› ve bunun

egzersizlerini bu otomatizmalar yard›m›yla yapm›fl olmalar›-

d›r.

Bir ailedeki bireylerin, bir okulda okuyan çocuklar›n, bir fabrikada

çal›flan iflçilerin, bir k›fllada yetifltirilen askerlerin, bir dairede

çal›flan memurlar›n, bir toplant›da kararlar alan diplomatlar›n,

bir hastanede tedavi gören hastalar›n ve tedavi eden doktorlar›n,

bir ulusu oluflturan vatandafllar›n, k›sacas› insanlar içindeki

say›s›z topluluklar›n hepsi; otomatik nitelikleriyle, büyük vazife

plân›n›n yüksek sezgilerini haz›rlay›c› tatbikatlar› sa¤layan güçlü

ve sürükleyici vâs›talard›r.

*

* *

Her insan, mâflerî plânlardan bir veya birkaç›na mensup olmufltur.

Bu mensup olufllar, bazen kendi iste¤iyle olursa da, ço¤u

kez zoraki olur. Bu zoraki itilifller de, yine, yüksek gayelere yöneliktir.

Esasen, insanlar, hayatlar›n› kurtarmak kayg›s›yla bu sürüklenifllere

gönüllüdürler. Kimisi nefsaniyet düflkünlü¤ünün sonucu

olarak bir ak›l hastanesinde ömrünü geçirir, kimisi bir hapishaneye

kapat›l›r, kimisi bir lokma günlük ekme¤ini kazanmak

için, meselâ maden ocaklar›n›n en a¤›r hayat flartlar› içinde bütün

ömrü boyunca gömülü kal›r... Bunlar hep, vazife bilgisi sezgisine

ulaflmak, yâni ilâhî icaba idrakini intibak ettirebilecek, âhenge

girebilecek durumlara gelebilmek içindir. ‹nsan, bunu yapmada

ne kadar cehit ve gayret gösterir ve ne kadar baflar›l› olursa, vazife

plân›na o oranda h›zl› ve emin olarak yaklaflm›fl bulunur ve

dünya hayat›n›n ›st›rapl›, a¤›r kademelerini de o kadar çabuk atlatm›fl

olur. E¤er bunu yapmaz da, sürekli olarak nefsaniyetine

yenilir, ondan kurtulmak cehdini göstermez, geri hislerle, basit

düflüncelerle ba¤dafl›p kal›rsa ve dünyay› plân›n›n tatbikat›na bir

vâs›ta de¤il de, nefsaniyetlerinin tatmin edilmesine bir vâs›ta sayar

ve ona göre hareket ederek plân›n›n icaplar›n› çi¤ner geçerse,

199


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

ifller de¤iflir. O zaman, onun esasen otomatik yürüyen mâflerî

plânlar›, haz›rl›klar› ve hayat flartlar›, bu hareketlerinin düzeltilmesi

yoluna yöneltilir. Bunu vazifeli yard›mc›lar yaparlar. O insan,

hayat flartlar›n›n birdenbire çat›lan kafllar›, ekfliyen yüzleri

karfl›s›nda, nedenini idrak etmeden, çok güç durumlara düflmeye

bafllad›¤›n› görür, iflleri tersine yürümeye bafllar, maddî, manevî

üzüntüler, ac›lar birbirini izler. O, hâlâ iflin nerelerden geldi¤inin

fark›nda olmaz ve b›kk›nl›k getirir. Kabahati durmadan kadere,

talihe, topluma, insanl›¤a... fluna buna yüklemeye kalk›fl›r. Fakat

durum ve hareketlerine göre ayarlanm›fl olan plân› gere¤ince flaflmayan

inkiflaf mekanizmas›, onun bu telâfl›na zerre kadar ald›r›fl

etmeden, kendi yolunda iflleyip gider. O, e¤er hâlâ uslanmaz ve

idrakini zorlamak istemezse, ortal›k kararmaya devam eder, tats›zl›klar

gittikçe artar ve nihayet onu isyana sürükleyinceye kadar

u¤rafl›r. Fakat bu isyan, ifli büsbütün ç›kmaza sokar ve nihayet bir

hapishaneye, bir hastaneye, bir ak›l hastanesine, bir mezara veya

buna benzer en a¤›r, zorlay›c› hayat flartlar›ndan birine, onu sürükler.

Bütün bunlar, o insan›n kendi idrakiyle baflaramad›¤›, o

âna özgü tekâmülü için elzem ifllerin, vazifeli varl›klar taraf›ndan

kendisine yapt›rt›lmas› için, vazife plân›n›n alm›fl oldu¤u kararlar›n

tatbikat›ndan ibaret olaylard›r.

*

* *

O hâlde insanlar›n ›st›rapl› ve çetin olan dünyadan, bu ara ortamdan

bir ân önce baflar›yla ayr›labilmeleri için yapacaklar› fley;

vicdan mekanizmalar›n›n di¤erkâml›¤a, vazife sevgisine ba¤l›

olan realitelerini hazmetmeye ve nefsaniyetleri zoruyla b›rakmak

istemedikleri bencillik arzu ve ifltahlar›n›n güçlü ba¤lar›ndan kendilerini,

idrakleriyle kurtarmaya çal›flmalar›d›r. Bunun da baflar›-

s›, ancak, feragat, fedakârl›k ve vazife sevgisiyle gösterilecek cehit

ve gayretlere ba¤l›d›r.

Bu mücadelede gösterilmesi gereken cehitlerin yönünün güvenlik

ve baflar›s›n› sa¤layan âlemflümul bir k›stas veriyoruz. Bu bilgi,

iyilik ile kötülük kavramlar›n›n ay›rt edilebilmesini kolaylaflt›racakt›r.

‹yilik vicdan›n üst realitelerini, kötülük ise alt realitelerini

200


BEDR‹ RUHSELMAN

ilgilendiren kavramd›r. Bu kavramlar birbirinden iyi ay›rt edilebilirlerse,

idrakler için vicdan yürüyüflünü düzenlemek kolay olur.

Yap›lan her iflin, ayn› ânda, hem afla¤›ya, hem yukar›ya zarar vermemesi

gerekir. ‹flte k›stas, budur. Meselâ alt tarafa iyilik yapay›m

derken, üst tarafa zarar vermek kötülüktür. Aynen, üst tarafa iyilik

yaparken alt taraf› zarara sokmak, yine kötülüktür ve bu durumlar›n

ikisi de, vicdan terazisinde sorumlu say›lmay› gerektirir.

Esasen, idrakleri az çok ilerlemifl olanlar, yapacaklar› iflleri bu

kapsam içinde göz önüne al›rlarsa görürler ki; alt veya üstten birisine

yap›lan iyilik, e¤er hakikî iyilik ise, di¤er taraf› da yararland›rm›fl

olur, zarara sokmaz. Fakat e¤er bir tarafa yap›lan ifl di-

¤er tarafa zarar veriyorsa, o ifl, iki taraf için de hakikî bir iyilik

olmaz. Meselâ, e¤itimiyle yükümlü bulundu¤u çocu¤unu h›rs›zl›k

huyundan vazgeçirmek için döven bir baban›n elinden –s›rf çocu-

¤a iyilik yapaca¤›m diye– çocu¤u kurtaran ve böylece onu kötü

kaprislerinde cesaretlendiren bir insan, belki, yüzeysel bir görüflle,

çocu¤a, yâni afla¤›ya iyilik yapm›fl gibi olur ama, baban›n, yâni

üst taraf›n vazifesini bozmak suretiyle, ona zarar vermifl olur.

Dolay›s›yla, asl›nda bu hareket, baba için oldu¤u kadar, çocuk

için de kötülüktür.

E¤er insan böyle dikkatli hareket edip kötülüklerden kaçmada

baflar›l› olursa ne alâ!.. H›zl› bir yoldan yükselir. Baflar›l› olamazsa,

bu baflar›y› otomatik yollardan, onu zorlayarak sa¤layacak imkânlar

ve tertipler, vazifelilerin yard›m›yla, örneklerini biraz önce

verdi¤imiz flekillerde, önüne ç›kart›l›r.

*

* *

Böylece, düfle kalka bir hayat içinde, beden imkânlar›, çeflitli

yollarda kullan›larak tüketilir. Nihayet beden hastalan›r, ihtiyarlar,

ifle yaramaz hâle gelir. Varl›k, inkiflaf›na, o bedenin yeterlik

s›n›r›n›n üstündeki imkânlara sahip ortamlarda devam etmek zorunda

kal›r. Bu takdirde yine vazifelilerin yard›mlar›yla eski beden

terk edilir. Varl›k, bir üst kademenin flartlar›na ç›kar›l›r. Bunun

için varl›k, ölüm olay›yla dünyadan ayr›l›r. O ândan itibaren,

201


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

yâni spatyuma geçiflinin ilk ânlar›nda ona kendi ruhundan gelen

tesirler hariç, etraf›ndan gelen bütün tâli tesirler kesilir. O varl›k,

yaln›z kendi varl›¤› içinde, yal›t›lm›fl hâlde, yapayaln›z b›rak›l›r.

Bu hâl, bir insan›n bir odada kapat›l›p onun bütün duyu organlar›

ortadan kald›r›ld›ktan sonra, her fleye karfl›, hattâ kendi bedenine

karfl› dahi duygusuz olarak, orada terk edilmesine yak›n bir

duruma benzer. Yak›n diyoruz; çünkü spatyum hayat› bundan

çok daha derin ve içsel bir yaln›zl›¤› ifade eder. fiu hâlde, spatyum

hayat›, varl›klar için bir mekân de¤ildir. Onlar›n mekân›, o

ânda, yaln›z kendi varl›klar›d›r. Dolay›s›yla, varl›¤›n oraya ilk intikalinde

ne dünya ile, ne dünya üstü ile, ne etraf›ndaki, kendisi

gibi di¤er varl›klar ile irtibata geçmesi, konuflmas›, görüflmesi

mümkün olmaz. Çevresi ile olan bütün iliflkileri kesilmifltir. Bunun,

hem o varl›¤›n a¤›r bir egoizma içinde bulunmas›ndan do-

¤an do¤al nedenleri, hem de biraz afla¤›da söyleyece¤imiz di¤er,

zorunluluklar› vard›r. Bu hâl, spatyumda gerekli olan bir süre kadar

devam ettikten sonra, etraftan gelmeye bafllayan tesirlerle ortadan

kald›r›l›r ve varl›k, bu tesirler sayesinde uyanan idrakiyle,

etraf›n› ve kimli¤ini, ihtiyaçlar›n› tan›maya bafllar.

*

* *

Ölümün ard›ndan, varl›k, tabiî ki serbestleflir ama, vazife plân›na

bütün haz›rl›k tatbikat›n› dünyada henüz tamamlayamam›fl

ise, insanl›k safhas›n› bitirmifl say›lmaz. Dolay›s›yla, her ne kadar

bedenden ayr›lm›fl ise de, o varl›k, yine bir insan mertebesinde

bulunmaktad›r. Çünkü ne olursa olsun, yar›m kalm›fl iflini bitirmek

üzere, o tekrar dünyaya dönmek zorunlulu¤undad›r. Ve oradaki

haz›rl›k tatbikatlar›n› tamamlay›ncaya kadar, meskeni, dünya

olacakt›r; mâflerî plânda insanl›k!..

‹flte oraya intikal eden, daha do¤rusu ölünce bütün tesirlerden

yal›t›lan insan varl›¤›, spatyumda bir süre geçirmek zorunda kal›r.

Bunun da önemli bir nedeni vard›r: Bir varl›k, dünya hayat›na ait

plân›n›n tatbikat›n› yapt›ktan sonra, o tatbikat s›ras›nda kazanm›fl

oldu¤u fleylerin muhasebesini yapmak, onlar› tümüyle kendisine

sindirmek ve mal etmek ihtiyac›ndad›r. Bunun için de bir süre inzi-

202


BEDR‹ RUHSELMAN

vaya çekilmesi, kendi öz bilgilerine dönmesi, yâni son dünya hayat›nda

elde etti¤i bilgiler ile eski bilgilerini karfl›laflt›rarak onlar›n

muhasebesini yapmas› gerekir. Daha önce söylemifltik ki, insanlar

dünyada kazand›klar›n› uykular› esnas›nda fluurd›fllar›na atarak orada

biriktirmektedirler. ‹flte, ölümün ard›ndan varl›¤›n, etraftan irtibatlar›n›

keserek tam bir yal›t›lma hâline girifli, bu bilgileri rahatça

hazmedebilmesi için gerekli ifllemleri yapmas›na, imkân verir. fiu

hâlde, spatyum hayat›, varl›k için derin ve esasl› bir murakabe ve

muhasebe ân›d›r. Ve bütün bir dünya devresi boyunca devam eden

insan hayat›n›n aralar›na “ölüm” denilen fas›lalar›n sokuflturulmas›n›n

bir nedeni de, bu imkân› sa¤lamak içindir.

Burada k›yas bilgilerinin en mükemmel tatbikat› yap›l›r. Çünkü

varl›k bu s›rada çevreden gelen realitelerle rahats›z edilmez ve

serbestçe çal›flan vicdan mekanizmas›, birikmifl olan bütün bilgilerin

ac› veya tatl› k›yaslar›n› yapmak ve onlar›n sonuçlar›n› öz

varl›¤a mal etmek f›rsat ve imkânlar›n› bulur.

‹flte bu iflleme yard›m etmek için, ölümü izleyen ânlarda, d›flar›dan

gelen tesirlerin hepsi kesilir. ‹drakini meflgul edebilecek ve

d›flar› çekecek hiçbir tesir ona gönderilmez. Vazifeliler buna mâni

olurlar. Bununla birlikte o yine, vazife plân›n›n tam bir kontrolü

alt›nda bulunmaktad›r. E¤er afla¤›dan kendisine bâz› tesirlerin

gelmesi onun muhasebesi ve murakabesi için gerekli görülürse,

ancak vazifelilerin izni ve kontrolü alt›nda, bu, yap›labilir. Yâni,

meselâ ölen “X.” dünyada kalan dostu “A.” ile istedi¤i zaman

temasa geçemez. “X.”in o s›radaki murakabe ve muhasebesine ait

faaliyetlerle ilgili olan çok ince hesaplara göre, bu ifle izin ya verilir,

ya verilmez. ‹zin verilmeyince de, insanlar ile temasa geçebilmesini

hiçbir güç sa¤layamaz.

Spatyuma geçmifl bir varl›k, ilk zamanlarda di¤er, kendisi gibi

varl›klar ile de irtibata geçemez. Yukar›daki kay›tlarla, bu da izne

ba¤l›d›r. Çünkü orada, keyfî hiçbir fley yoktur. Her fley, vazife

plân›n›n hesapl› kitapl› kontrolü alt›nda cereyan eder. Hayatta

iken nas›l en ince ihtiyaç ve zaruretler hesap ediliyorsa, ölüm ötesinde

de, lüzumlu ifllerin icaplar› öylece yerine getirilir.

203


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Spatyuma geçen varl›k, dünyadan ve etraftan tesirler almay›nca,

zorunlu olarak, kendisinde mevcut olan imajlar›n izlenimleriyle

bafl bafla b›rak›lm›fl olur ve onlar›n içinde yaflamaya bafllar.

Bu hâl, çok derin ve güçlü bir rüya gibidir. Fakat bu yaflay›fl, zevk

için de¤il, ›st›rap çekmek için de de¤ildir. Bu s›rada zevkler ve ›st›raplar

mevcut olsa bile, as›l gaye, dünyada elde edilmifl olan kazançlar›n

–k›yas bilgileriyle– varl›¤a mal edilmesidir. ‹flte orada

inkiflaf mekanizmas›n›n, vazife plân›n›n kontrolü alt›nda tam bir

serbestlikle iflleyifli, varl›¤›, ço¤u zaman ›st›rapl› olan k›yas bilgileriyle,

zorla sentez ve analizlere sürükler. Bu s›rada k›yas›n etkilerini

hafifletici çevre tesirleri mevcut olmad›¤›ndan, k›yastan do-

¤an ac› duygular, dünyadakinden binlerce defa artm›fl olarak varl›¤a

azap verirler. Ve bilgiler de, ancak bu derece fliddetli bir hesaplaflmadan

sonra hazmedilip öz bilgi hâline geçebilirler. Böylece

bütün sonuçlar al›n›r. Bu hesaplaflma s›ras›nda, varl›k için

çok flafl›rt›c› durumlar ortaya ç›kabilece¤inden, bu hâle “varl›¤›n

teflevvüfl hâli” deriz. Bu murakabe ve muhasebe, dedi¤imiz gibi,

her zaman ve hattâ ço¤u zaman, rahat ve sakin olarak geçmez:

Özellikle ilk intikal devrelerinde, genellikle huzursuzluk, fliddetli

›st›rap, azap ve a¤›r teflevvüfl hâlleri eflli¤inde olur. Muhasebe ve

murakabenin zaruret ve icaplar›na göre, az çok rahat haller de

görülebilir. Bazen cehennem azab› yaflatacak derecede gürültülü

de olur.

*

* *

Böylece spatyumda bir sürü teflevvüfl geçirip kazançlar›n›n muhasebesini

yapt›ktan ve bilgilerini sindirdikten sonra, varl›¤a yukar›dan

tekrar, yard›mc› tesirler gelmeye bafllar. Etraftan da tesirler

al›r. Bütün bunlar sayesinde teflevvüflten kurtulur, kendisini ve

etraf›n› tan›r ve genifllemifl olan idrakiyle, gelece¤i düflünmeye

bafllar. Kazanç ve kay›plar›n›n derecesini takdir eder, eksiklerini

tamamlamak için tekrar dünyaya dönmek ihtiyac›n› duymaya

bafllar. E¤er onun bu ihtiyac› yerine getirilmek icap ediyorsa, bunu

takdir eden vazifeliler, yükseklerden gelen direktiflerle ona

derhal yard›m etmeye haz›rlan›rlar. Ve dünyada kendisine en ge-

204


BEDR‹ RUHSELMAN

rekli ve yararl› olacak bireysel ve mâflerî plân›n›n, varl›k ile birlikte

düzenlenmesine ve tertip edilmesine koyulurlar. O, bu plâna

istekle ba¤l›d›r. Çünkü selâmetinin ancak bu plân›n tatbikat›yla

sa¤lanabilece¤ini takdir etmifl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, bu plâna

dünyada sâd›k kalaca¤›na söz verir ve bu sözle, daha önce

aç›klad›¤›m›z flekilde, dünyada bedenlenir. Bedenlenince tekrar

yüzeysel zaman hâkimiyeti alt›na girece¤inden, kendisindeki, küresel

zaman idrakine ait zenginlikler silinir. Ve hepsi fluuralt›na

at›l›r. Yüzeysel zamana tâbi olan idrak, yeni flartlar içinde dünyada

yaflamaya bafllar. ‹flte, dünyada plân›n› tatbik ederken, spatyumdan

kalan izlenimleriyle birlikte vazifelilerin yard›mlar› destek

olacak ve bu plân›n tatbikat›nda rehberlik yapacakt›r.

Böylece hayatlar birbirini izleyerek, insan›n her geliflinde öz

bilgilerinin ve idrakinin artmas›yla, vicdan mekanizmas›ndaki

realitelerin üst taraflara kayma imkân ve zorunluluklar› artar.

Vicdan dengeleri art›k üst kademelerde kurulmaya bafllayaca¤›ndan,

ölümden sonra spatyumdaki muhasebelerin de ac› taraflar›,

yavafl yavafl, kalmaz. Burada bir kural vard›r: ‹drakler ne kadar

genifllemiflse spatyumdaki yal›t›lma hâli süresi o kadar k›salm›fl

olur. Çünkü orada yap›lmas› icap eden muhasebe iflleri o kadar

h›zla tamamlan›r.

*

* *

Dünyada yaflayan bir insan, her fleyden önce, vazifesinin ne oldu¤unu,

neye haz›rland›¤›n›, nereden gelip nereye gitti¤ini ve

özellikle, biraz önce tarif etti¤imiz mânâdaki iyilik–kötülük kavram›na

göre nas›l hareket edilmesi gerekti¤ini bilmelidir. Ve zaten

bunlar› bilmedikçe, daha yukar›lara, vazife plân›na ç›kmaya

ne gerek kal›r, ne de imkân. Çünkü bu durumda kald›kça vazife

plân›nda yapabilece¤i ifl yoktur. Bunun için, üst plân icaplar›na

haz›rlanmas› ve bedenlenme zincirinin çeflitli halkalar› içinde birçok

defa dünyaya gelip gitmesi gerekir. En basit iflleri yaparken

bile idraki ancak otomatik yollarda çal›flan bir insan›n, 50–60

y›ll›k bir dünya bedenlenmesi sonunda derhal, âlemflümul olaylar›n

ve madde kombinezonlar›n›n nedensellik prensibi ve yüksek

205


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

icaplar muvacehesindeki iliflkilerini kavrayacak kudrete erifliverece¤ini

ve muazzam âlemlerin büyük ifllerini bütün sorumluluklar›n›n

idrakinde olarak sevk ve idare etmek için gerekli idrak

kapsam›na varabilece¤ini kabul etmek, mümkün de¤ildir. En çal›flkan

bir insan›n idrakinin bile, bütün bir hayat boyunca ne kadar

a¤›r bir kar›nca aya¤›yla inkiflaf etti¤ini gördükten sonra, böyle

âlemflümul bir idrake eriflmenin birkaç dünya hayat›nda mümkün

oluverece¤ini düflünmek hatad›r. fiu hâlde, tam bir vazife bilgisi

liyakatine eriflmesi; varl›¤›n ancak, dünyada on binlerce y›l

insan bedeni içinde geçen hayat zinciri halkalar›n› tamamlamas›ndan

sonra mümkün olabilir.

*

* *

Bu bilgilerden sonra kolayca anlafl›l›r ki, dünyadaki insanlar

için herhangi bir vazife yükümlülü¤ü sözkonusu olamaz. Çünkü

dünyadaki yüzeysel zaman idrakine ba¤l› realitelerle, kâinat›n de-

¤iflmez hakikatlere dayanan nizam› yürütülemez. ‹nsanlar›n, böyle

büyük ifllere kar›flmak mazhariyetine kavuflabilmeleri için, yukar›larda

aç›klad›¤›m›z haz›rl›k kademelerinden geçmesi gerekir

ki; burada da onlara yard›mc› olan en mükemmel mekanizma,

vicdan mekanizmas›d›r.

Vicdan mekanizmas›n›n üst taraflara do¤ru kaymas› demek;

onun denge düzeylerinin, gittikçe, bu büyük yükümlülükleri yerine

getirebilmek için gerekli nitelikleri kazanmaya yaklaflm›fl kademelerde

kurulmas› demektir. Yâni, z›tlar aras›ndaki dengelerin,

gittikçe vazife plân›na yak›n realiteler sahas›nda kurulmas› ve

böylece, birbirine z›t olan unsurlar›n da vazife icaplar›na yak›n

malzemelerden oluflmufl bulunmas› demektir. Dolay›s›yla, buradaki

z›tl›k –afla¤› kademelerde oldu¤u gibi– aralar›nda çetin

uçurumlar bulunan çekiflmeler fleklinde de¤il, birbirini destekleyen

ve mutabakat› hedef tutan, ahenkli bir yürüyüfl hâlinde

görünür. Zaten insanl›k devresinin bitirilmesinin bir mânâs› da,

vicdan düalitesi unsurlar› aras›ndaki z›tl›¤›n ortadan kalkm›fl olmas›

demektir. Meselâ afla¤›larda, babas›n› öldüren bir insan› affetmek

veya öldürmek duygular› aras›nda z›tlaflan vicdan meka-

206


BEDR‹ RUHSELMAN

nizmas›, yukar›larda, ayn› kâtilin, bu kötü hareketiyle zaten duyaca¤›

azaplar›n› elinden geldi¤i kadar hafifletebilmenin flu veya

bu yolunu veya tarz›n› tercih etmek fleklinde bir düalite gösterir

ki; bu da, insan için yorucu bir z›tl›k olmaktan ziyade, vazife bilgisine

daha idrakli bir haz›rlan›fl›n az çok tatl› bir faaliyeti olur.

*

* *

Vazife plân›na haz›rlan›fl›n bu ilk vicdanî ak›fllar›n› din ve ahlâk

kurumlar› aç›klam›fl ve onlar› birtak›m mazbut yapt›r›mlara

ba¤lam›flt›r. Vicdan›n bu ilk ak›fllar›, bu kurumlar taraf›ndan erdemler

ve rezillikler düalitesi içinde ele al›nm›fl ve bu yapt›r›mlar,

vicdan›n üst z›dd›n› oluflturan erdemlere insanl›¤› otomatik

olarak yöneltmifltir. ‹yi olanlara vadedilen cennet, kötü olanlara

mahsus cehennem sembolleri, bu otomatizman›n en güçlü ve isabetli

birer yapt›r›m› olmufltur.

Cennet ve cehennem sembollerinin isabetli oldu¤unu söyledik.

Hakikaten, vicdan›n, denge düzeyinin kuruldu¤u, bencillik dedi-

¤imiz rezilliklere ait, alt kademelerindeki bütün yürüyüfller, belki

cehennem kavram›yla dahi ifadesi güç olan her çeflit azab› ve ›st›-

rab› beraberinde tafl›r. Buna karfl›l›k, vicdan düalitesinin yukar›-

larda kurulmufl denge düzeyleri, feragatin, fedakârl›¤›n, sevginin

ve özellikle vazife sevgisinin, cennet sembolüyle ifade edilmeye

çal›fl›lm›fl bahtiyarl›k ve mutluluk duygular›n› içerir.

*

* *

Vicdan›n üst kademelerine feragat ve fedakârl›k efllik eder.

Dolay›s›yla, oralara alt kademelerin ihtiraslar›yla geçilemez. Üst

kademeler, bu tür bencilliklerle zerre kadar ilifli¤i bulunmayan,

vazife bilgisine en yak›n basamaklard›r. Böylece, afla¤› kademelerde

ifl karfl›l›¤› olarak beklenen ücret kavram›, yukar›larda yerini,

vazife sevgisine dayanan, karfl›l›k beklemeyen gönüllülük realitesine

terk etmifltir. Hattâ alt kademelerde h›rsla peflinden koflulan

kiflisel ç›karlar, üst kademelerdekiler için birer ›st›rap kayna¤›

bile olabilirler. Böylece, maddî ç›karlar›n› sa¤lamak ve hattâ

bunu kendisine gaye edinmek durumundan uzaklafl›p, iflini gü-

207


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

cünü, canla baflla ve etraf›ndakilere hizmet kast›yla yapabilmek

kudretine eriflmifl bir varl›k, art›k dünya s›n›rlar›n›n üst kademelerinden

vazife sahalar›na atlayabilecek olgunlu¤a gelmifltir.

Ve bu dereceye gelince, vazife plân› taraf›ndan kendisine verilecek

uygun bir vazifeyi de bitirdikten sonra, do¤rudan do¤ruya

vazife plân›na geçer.

Ancak, dünya okulunu bitirip de henüz vazife almam›fl insanlar›n

geçirecekleri arasat* plân› vard›r ki, buna “yar› süptil âlem”

diyoruz. ‹flte bu arasat› aflt›ktan sonra varl›klar, büyük vazife plân›n›n

ilk kademelerine ulaflacaklar ve as›l tekâmüllerine bafllayacaklard›r.

*

* *

Bir insan idrakinin, insanl›¤a ait üst s›n›r çizgisine varabilmesi

için geçirmesi gereken hayatlar›n miktar›, bir sürü özgürlük ve s›-

nav yüzünden her ne kadar kesin olarak söylenemezse de, bunun

ortalama 500–700 bedenlenmeyle s›n›rl› oldu¤u bir olgudur. Bu

say›n›n kesin olarak söylenememesi de gayet do¤ald›r. Nitekim,

düzenlenmifl ve plânl› olmas›na ra¤men, insan›n bir tek hayat›-

n›n dahi, mukadderat zaruretleri yüzünden, ne kadar devam edece¤ini

kesin olarak ifade etmek mümkün de¤ildir. Yine ayn› nedenlerden

dolay›, insanlar›n, plânlar›n› tatbik ederken, ne zamanda

hangi inkiflaf kademelerine ulaflacaklar›n› da çok öncelerden

kestirmek imkâns›zd›r. Çünkü burada, varl›¤›n cehit ve gayretlerinin

–kendisine tan›nm›fl bâz› özgürlükler sonucunda– eline

b›rak›lmas›yla, o cehit ve gayretlerin mukadderat plân›nca takdir

edilecek sonuçlar›n›n daima de¤iflebilmesi, bu imkâns›zl›¤a neden

olmaktad›r.

*

* *

Dünya ötesindeki ve üst plânlardaki zaman ölçüsünün dünya

zaman›na uymad›¤›n› ve bunlar›n aralar›nda büyük farklar›n bulundu¤unu

söylemifltik. Hakikaten dünya idaresinde vazifeli olan

plân›n zaman ölçüsü ve idraki, dünyadaki basit zaman idraki ile

* “Arasat” sözcü¤ü, “ara; ara yer” anlamlar›na gelir.

208


BEDR‹ RUHSELMAN

k›yas edilemez. Meselâ, dünya üstü zaman ölçüsünün bizim ölçümüze

göre bir saniyesi içine, dünyada yüzy›llar›n yetmedi¤i uzun

süreli ifllerin hepsi s›¤abilir. Bunun çok basit ve kaba olmakla birlikte,

insanlara bir sezgi verebilecek olan örne¤i, rüyalard›r. Yine,

özellikle bo¤ulanlar›n, son saniyelerinde hayatlar›n›n bütün safhalar›nda

en ince ayr›nt›lar›yla yaflamalar› da böyledir. Bununla

birlikte flu noktay› da aslâ unutmamak gerekir ki; dünyaya özgü

zaman idraki, dünya için eksik, hatal› ve yetersiz de¤ildir. Dünya

zaman›n›n dünya için de¤eri, tam ve mükemmeldir. Yâni, dünyaya

özgü zaman idraki, dünya için, dünya maddesi inkiflaf›n›n reel

ölçüsüdür. Ve insanlar›n, dünyaya ait teknik ve mekanizmalar›

ö¤renirken, dünyaya özgü zaman idrakini kâinat› kapsayan zaman

formlar›yla mukayese etmeleri gereksiz ve hattâ zararl›d›r.

Çünkü aradaki büyük fark; muazzam bir kâinat mekanizmas› içinde

neredeyse yok denecek kadar küçük bir cüz olan dünyan›n basit

mimarisinin anlafl›lmas›n› imkâns›z k›lar ve dünya realitelerini

silip süpürür. Dolay›s›yla, dünyaya inkiflaf yönü vermifl unsur ve

mekanizmalar› incelerken, dünyaya özgü zaman idrakini göz

önünde bulundurmak, dünya bilgilerinin objektifli¤i ve netli¤i bak›m›ndan

daha hay›rl›d›r. Ve dünya inkiflaf icaplar›n›n da bir zorunlulu¤udur.

*

* *

Zaman kavramlar›n›n genifllemesi ile idraklerin inkiflaf›n›n bafl

bafla yürümekte olduklar›n›, daima hat›rda tutmak gerekir. Yâni,

yüksek zaman idrakinin do¤uflu, inkiflaf›n belirli kademeleri aflabilmesiyle

mümkün olur. Yüksek âlemlerde, o âlemlerin idraklerine

hitap eden zaman durumlar› vard›r.

*

* *

Dünya idrakine uygun olan zaman›n önemli niteliklerinden

biri, onun bir bafllang›ç ve son noktalar›yla s›n›rlanmas› zorunlulu¤udur.

Yâni, dünya hayat› içinde bazen konuflulan sonsuzluk

fikirlerine ra¤men, dünya idrakinin tatbikatlarla e¤itilmesi ve gelifltirilmesinde,

bafllama ve bitme noktalar› göreceliklerine ihtiyaç

209


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

vard›r ki; bu ihtiyaç, ayn› zamanda, dünyada geçerli olan ve dünya

idrakine hitap eden zaman formuna uygundur. fiu hâlde, her

realitenin belirli bir noktada bafllamas› ve belirli bir noktada

bitmesi, ancak dünyada geçerli ve dünya idrakine kal›planm›fl bir

zaman ifadesidir. Bu bilgiyle flunu anlatmak istiyoruz ki, hakikatte

böyle bafllay›p biten durumlar yoktur. Bütün âlemlerin olufl ve

yürüyüflleri, icaplar›n tayin etti¤i gayelere do¤ru kesiksiz olarak

ak›p giderler. Bu ak›fllar, ancak geçtikleri aflamalar›n idraklerine

ve bu idraklerin k›ymetlendirdi¤i zaman ölçülerine göre, görece

bir bafllang›ç ve son kavramlar›na tezahür zemini olurlar. Yâni,

dünyadaki, “flurada bafllad›, burada bitecek” veya “bitti” diye kabul

edilen zaman anlay›fllar›, ancak dünya idrakine göre kal›planm›fl

ölçülere dayan›r. Daha yüksek idrakler için, bu bafllang›ç

ve bitiflin anlamlar›, insanlar›n düflündükleri k›ymetleri tafl›mazlar.

Onlar, yüksek idrak zaman›n›n imkânlar›nda bambaflka mânâlar›

içerirler. Onun içindir ki, yüksek âlemlerin olaylar›n› anlayabilmek

dünya idrakiyle mümkün olmaz. Dünya realitelerine

bol bol yeten dünya zaman› ölçüsü, yüksek âlemlerin zaman idraklerine

oranla, çok basittir. Bunun için, dünya zaman›na ba¤l›

olan realiteler, yüksek âlemlerdeki hakikatlere nazaran pek k›s›r

durumda kal›rlar.

*

* *

Dünya zaman›n›n k›s›rl›¤›n›n nedenine gelince: Zaman›n idrak

ile ilgili oldu¤unu söylemifltik. ‹drakler ne kadar kapsam kazan›rlarsa,

tâbi olacaklar› zaman sistemi de o kadar kapsaml› olur.

Hâlbuki idraklerin kapsam kazanmas›; fazla de¤erler almas›, de-

¤erlerinin artmas› demektir. Hemen hemen de¤erleri ayn› kadrolar

içinde bulunan insanl›k âlemi idrakinin tâbi oldu¤u zaman,

basit bir sistemdir. Bu sistemin basitli¤i de; onun bir oda¤›n›n,

belirli bafllang›c›n›n bulunmas›, geçmifl, flimdi ve gelecek durumlar›n›n

mevcut olmas› zorunlulu¤undan ileri gelmektedir. Bu hâl,

dünya maddelerinin ve onlara ba¤l› idrakin basitli¤inin zorunlulu¤udur.

210


BEDR‹ RUHSELMAN

Dünya zaman› idrakinde bir s›n›rl›l›k vard›r. Dünya zaman›nda,

belirli noktalar›n periyotlar hâlinde, birbirini belirli aralarla

izlemesi zorunlulu¤u mevcuttur. Yine, her realitenin bir bafllang›ç

ve son bulufl noktas› vard›r. Oysa, yüksek zaman idraki, bu

bak›mdan büyük farklar gösterir. Ve bu farklar, flüphesiz, bu zamana

ait idrak de¤erlerinin, basit zaman›nkine nazaran çok zengin

ve kapsaml› olmas›n›n sonucu ve icab›d›r. Bu idrak, o kadar

çeflitli, ince madde kombinezonlar›na sahiptir ki; bunlardan yay›nlanan

vibrasyonlar, basit idrakler ile k›yas edilemeyecek kadar

büyük bir h›z ve kapsamla nitelenen zaman ölçüsüne kavuflmufl

bulunurlar. Bu idraklere göre, zaman ak›fl›ndaki geçmifl, flimdi,

gelecek durumlar›, basit idraklerde oldu¤u gibi tek yönde, birbiri

arkas›ndan giden bir s›ra izlemek zorunlulu¤unda de¤ildir. Yüksek

idrakte bütün bu geçmifl, flimdi ve gelecek durumlar›, bir

toplam olarak, tek bir olufla ba¤lan›r. Fakat bu tek olufl, sonsuz

yüzlü formlar gösterir. Yâni, bir ân demek olan o tek olufl içinde,

her yöne yönelen sonsuz zaman kavram› toplanm›flt›r.

*

* *

Bunu daha objektif olarak aç›klamak gerekiyor. Bâz› meselelerin

iyi anlafl›labilmesi için, zaman realitesini mümkün oldu¤u

kadar kuvvetle sezmeye çal›flmak gerekir. Bu ifli kolaylaflt›rmak

için zaman konusunu flema ve grafikle aç›klayaca¤›z:

Üç boyut anlam›na tâbi olan basit zamana “yüzeysel zaman”

diyoruz. Çünkü bu zaman›n ak›fl›, afla¤›daki flemada gösterildi¤i

gibi, bir yüzey üzerine çizilmifl spiral daireler hâlinde, tek bir yöne

do¤ru ilerler. (fiekil–A)

211


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

p

o

f e d c b

Z Z’

a

k g

L h

i

m

j

s

r

(fiekil–A)

fiunu söyleyelim ki, bu flekil, zaman kavram›n› aç›klamak için

çizilmifl bir grafikten ibarettir ve basit zaman›n objektif olarak idrak

edilebilmesini sa¤lamak için yap›lm›flt›r.

fiemada görülece¤i gibi, yüzeysel zaman, dümdüz bir hat üzerinde

yürümez. Uzun bir hatt›n bir noktas› etraf›nda, o hatta dikey

olan bir yüzey üzerinde devirler yaparak, spiral fleklinde döner.

Bu flekilde bir Z–Z’ düz hatt›n›n, “a” noktas›ndan dikey olarak

delip geçti¤i bir “o–p–s–r” yüzeyi var. Bu yüzey, Z–Z’ hatt›na

tam olarak dikeydir. ‹flte bu yüzey üzerinde, “a” noktas›ndan itibaren

çizilmifl bir spiral mevcut. Bu spiral, çizilirken, Z–Z’ hatt›na

dikey yönde yürüdü¤ünden, spiralin uzunlu¤u ne kadar olursa olsun,

Z–Z’ hatt› üzerinde hiçbir mesafe katetmez; sadece hatt›n

“a” noktas› etraf›nda devirler yapar durur. ‹flte yüzeysel zaman idrakinin

yürüyüflü budur. Z–Z’ hatt› ise, kâinat› kapsayan aslî zamand›r.

fiunu da belirtelim ki, bu aslî zaman, biraz sonra sözünü

edece¤imiz, üst âleme özgü küresel zaman de¤ildir. Bu, âlemlerdeki

bütün zaman realitelerini kapsam›na alan ve kâinat›m›z› bafltan

bafla kateden kâinat üstü zaman prensibinin kâinattaki beliriflidir.

Bundan flimdilik söz etmiyoruz.

212


BEDR‹ RUHSELMAN

Bu spiralin ilerleyifli üzerinde, “a” noktas›n› bir insan›n do¤du-

¤u ân, “f” noktas›n› da öldü¤ü ân olarak tespit edelim! Onun do-

¤umundan ölümüne kadarki inkiflaf›nda, devam eden bir durumunu,

meselâ bir melekesini ele alal›m! fiekilde görüldü¤ü gibi,

bu meleke “a” noktas›ndan itibaren “f” noktas›na giderken, önüne

gelen spiral dairelerini birer birer, “b, c, d, e, f” noktalar›ndan

katederek geçmifltir. fiekilde çok aç›k görülüyor ki, bu noktalar›n

her biri, spiralin ak›fl› üzerinde birer periyot oluflturuyor. Meselâ

“a” ile “b” aras›nda bir daire tamamlanm›fl oluyor. Fakat derhal,

onu daha genifl, ikinci bir, “b–c” dairesi ve onu da üçüncü bir,

“c–d” dairesi izler. Böylece son olarak “e–f” dairesine kadar, daireler

birbirinden daha büyük olarak birbirini kovalar. ‹flte bunlar›n

her biri, birer periyodu, yâni hayat boyu içindeki birer devreyi

oluflturur. Ve bu periyotlar, bir s›ra izleyerek, birbirinin arkas›ndan

gelir. Burada, geçmifl periyot, içinde bulunulan periyot

ve gelecek periyot kavram›, esas olarak bulunur ki, bu da yüzeysel

zaman idrakinin bir zorunlulu¤udur.

Hayatta bâz› melekeler, bu “a–f” hatt› gibi, bütün hayat boyunca

inkiflaf›na devam etmifltir. Fakat bütün melekeler böyle olmaz.

Meselâ flekilde görüldü¤ü gibi, “a–j” melekesinin inkiflaf›,

hayat›n dört devresinde devam etmifl ve orada durmufltur. Yine,

“a–m” melekesinin inkiflaf› daha k›sa sürmüfl ve ancak üç devre

devam edebilmifltir. Bundan daha k›sa, meselâ ancak bir devrelik

süresi olan meleke inkiflaflar› da vard›r. Demek ki bir insan hayat›nda,

onun bütün melekeleri ayn› derecede inkiflaf etmifl olmaz.

*

* *

fiimdi yüksek zaman idrakini aç›klayaca¤›z. Her ne kadar bunu

da flemayla anlatacaksak da, dünyada mevcut olmayan böyle bir

idrakin mümkün mertebe sezilebilmesi için, flemay› incelerken

sezgileri oldukça zorlamak gerekir. Burada, imajinasyonu kullanmak

ve anlat›lmak istenen kavramlar› hayal etmeyle sezmeye çal›flmak

gerekir ve sebatla düflünülürse, çok k›ymetli sezgiler elde

edilir.

213


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Yüksek zaman idrakine “küresel zaman idraki” veya “idrakî

zaman” diyoruz. Yüksek zaman idraki, öncekinde oldu¤u gibi bir

yüzey üzerinde k›vr›larak tek yöndeki spiraller hâlinde dönüp

duran basit bir sistem de¤ildir. Bu, bir kürenin bütünü içinde,

her tarafa akarak yürüyen bir zaman kompleksidir. Burada, kürenin

merkezinden sonsuz olan çevre noktalar›n›n her birine yürüyen

sonsuz yönler ve bu yönlere denk gelen, sonsuz kapsama

sahip zaman ak›fl› kavram› sözkonusudur. Afla¤›daki (fiekil–B),

bir kürenin kesitidir.

a

o

(fiekil–B)

Yâni, içi dolu bir kürenin, meselâ bir topun, merkezinden geçen

bir b›çakla iki eflit parçaya ayr›ld›ktan sonra görülen kesik yüzeylerinden

biri gibidir ki, flekilde görüldü¤ü gibi, bu, bir daire

oluflturan yüzeyden ibarettir; “o–a” hatt› bu dairenin yar›çap›d›r.

fiimdi bu yüzey üzerinde, önceki “o” merkezi etraf›nda dönen

spiraller hâlinde, bir yüzeysel zaman ak›fl› idrakinin mevcut olmas›

mümkündür ve do¤ald›r. Demek ki bu topun bir tek kesitinde,

bir yüzey zaman› idraki vard›r. Bu, dünyada bir insan

hayat›n›n bütün realitelerini içine almaya yeterli gelen bir k›ymettir.

Fakat bu kesit, topta veya k⤛t üzerinde de¤il de, muhayyilede,

yâni imajinasyonda canland›r›ls›n! Pozisyonunu de¤ifltirmeden

bu topun baflka taraflar›ndan da, daima merkezinden geçmek

flart›yla, di¤er kesitler al›nabilir. Ve böylece, hayalen, sonsuz

kesitler elde edilir. B›ça¤›m›z ne kadar keskin, tekni¤imiz ne kadar

mükemmel ve imajinasyonumuz ne kadar genifl olursa, bu to-

214


BEDR‹ RUHSELMAN

pu o kadar defa, ayr› ayr› yönlerden ikiye bölebiliriz. Bu esnada

topun pozisyonu sabit kalaca¤›ndan, bu sonsuz yüzeylerindeki

basit zaman› gösteren spirallerin yönleri birbirine uymaz; sonsuz

yönde yüzeysel zaman spiralleri meydana gelir. fiu hâlde, bir küre

içinde, sonsuz diyebilece¤imiz kadar ayr› ayr› yüzeysel zaman

imkân› mevcuttur. ‹flte bütün bu ayr› zaman idraklerini birlefltirip,

hayalen bir tek olufla ba¤lad›¤›m›z ânda, küresel zaman idrakini

canland›rm›fl oluruz. Buna k›saca “idrakî zaman” da demekteyiz.

Dünyada yaflayan bir insan, bir ânda, ancak, zaman›n

bir tek yüzey üzerindeki ilerleyifli içinde idrakini kullanabiliyorsa;

dünya üstü plânda yaflayan bir varl›k, ayn› ânda, bu idrakin

hemen hemen sonsuz kat› olan, idrakî zaman içindeki idrakini

kullanabilmektedir. Bu hâl, tabiî ki, dünyada ancak hayal etmeyle

sezilebilir.

Bu bilgiler, idrakî zaman›n yüzeysel zaman ile k›yas edilemeyecek

kadar zengin bir kapsama sahip oldu¤unu ö¤retir. Buna göre,

yüzeysel zaman idrakiyle insan, belirli bir ânda ancak bir tek yönde

hareket edebilir. Çünkü o, bütün idrakiyle, fiil ve hareketleriyle

yüzeysel zaman zorunluluklar›na tâbi olarak, geçmifl, flimdi ve

gelecek kavramlar› içinde bir tek s›ray› izlemeye mecburdur. Ve

bir spiralin periyotlar›n›n birbirlerini izleyifllerine, muhakkak o da

kat›lacakt›r. Çünkü bunun d›fl›na ç›kmas›na maddî durumu müsait

de¤ildir. Oysa idrakî zamana tâbi bir varl›k, sonsuz yönlerdeki

geçmifl, flimdi ve gelecek kavramlar›n› bir tek olufla ba¤layarak,

ayn› ânda yaflamak imkân›na sahiptir. Çünkü onun bulundu¤u

süptil madde ortam›, ayn› ânda bir kürenin bütün yüzeylerinde

birden yaflamas›na kolayca imkân vermektedir.

*

* *

Yüzeysel ve idrakî zamanlar hakk›ndaki bilgiyi tamamlamak

için, bu iki zaman idrakini kâinattaki aslî zamana oranla, birbirine

k›yasen aç›klamam›z gerekiyor. Bu bilgiyi de yine flemalar

üzerinde verece¤iz.

215


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

3

2

a

x

g

e

c 1

d f h

b

A

(fiekil–C)

B

“C” flemas›nda “a–b” hatt›, kâinat› kateden aslî zamand›r. “A”

flekli, aslî zaman üzerindeki yüzeysel zaman ak›fl›n›, “B” flekli ise

küresel zaman› göstermektedir. Yüzeysel zaman, flekilde görüldü¤ü

gibi, aslî zaman ak›fl›n›n bir “x” noktas› etraf›nda devirler

yapar ve periyotlar›yla spiral çizer. Bu spiral, ne kadar fazla devirli

olursa olsun, aslî zaman üzerindeki “x” noktas›ndan ayr›lmamakta,

hep yerinde sayarak uzanmaktad›r. fiu hâlde, bir

ömürlük süreyi gösteren “A” zaman realitesinde, aslî zaman üzerinde

yürüyüfl ve ak›fl yoktur. Ancak, aslî zaman üzerindeki bir

tek “x” noktas›n›n realitelerinin tatbikat› vard›r ki; bu da, önceki

flemalarda gösterdi¤imiz gibi, yüzeysel zaman›n birkaç periyodunda

veya bütün periyotlar›nda devam edebilir.

“B” flekline bak›ld›¤›nda ise, burada, 1, 2, 3 rakamlar›yla gösterilmifl,

merkezleri ayn› olan iç içe üç kürenin kesiti görülmektedir.

Bu küreler, birbiri içine girmifl üç tane ayr› küre gibi düflünülmemelidir.

Bu, birinci kürenin, yâni ortadaki en küçük kürenin her

yöne do¤ru geniflleyerek büyüyen üç safhas›n› göstermektedir. Çünkü

küre zaman›n›n inkiflaf›, bir yüzey üzerindeki spiralin bir tek

yönde uzay›p k›salmas› fleklinde olmay›p, merkezinden itibaren

kürenin bütün yönlerine do¤ru ayn› zamanda genifllemesi, yâni

büyümesi suretiyle olur. Meselâ burada, “1” numaral› küre, kürenin

en küçük hâllerinden bir safhay› göstermektedir. “2” numaral›

küre onun genifllemifl ileri bir safhas›, “3” numaral› küre ise en

genifl safhas›d›r. ‹flte idrakî zaman böyle inkiflaf eder. Bu inkiflaf,

216


BEDR‹ RUHSELMAN

“a–b” aslî zaman ak›fl› üzerinde, yüzeysel zamana k›yas edilirse

görülür ki; burada idrakî zaman, yâni küresel zaman, birinci küre

hâlinde iken aslî zaman ak›fl› üzerinde “c–d” parças›n› kapsam›na

almaktad›r. Bu küre idraki inkiflaf edip “2” numaral› büyüklü¤ünü

al›nca aslî zaman ak›fl›nda yürüyerek “e–f” parças›n› kaplam›fl ve

daha geniflleyip “3” numaral› küre hâline girince aslî zaman ak›-

fl›nda “g–h” parças›n› katetmifl bulunmaktad›r. O hâlde, yüzeysel

zaman idrakinin inkiflaf›, aslî zaman ak›fl› üzerinde hiçbir yürüyüfl

yapmay›p bir tek nokta üzerinde durdu¤u hâlde, küresel zaman

idrakinin her inkiflaf ân›, aslî zaman ak›fl› üzerinde yürüyüfl

eflli¤inde olmaktad›r. ‹flte onun içindir ki, as›l tekâmül, idrakî zaman›n

hâkim oldu¤u, dünya üstü vazife plân›ndan itibaren bafllar.

Hakikaten, dünya hayat›n›n icaplar›ndan olarak muazzam cehitler

harcan›p güçlükle al›nacak bir sonucun milyonlarca kat›,

dünya ötesi âlemlerde en küçük bir cehit karfl›l›¤›nda elde edilebilir.

*

* *

Zaman› bu flekilde, flemalar üzerinde az çok bir kolayl›kla aç›klarken,

buna ba¤l› olan mekân üzerinde de durmam›z gerekiyor.

Çünkü mekân olmay›nca zaman›n mevcudiyeti, yâni âlemlerdeki

tezahürü mümkün olmaz. Kâinattaki aslî zaman ak›fl›n›n âlemlerde

tezahür edebilmesi için, o âlemlerin bünyelerine uygun mekân

kavram›na ihtiyaç vard›r. Di¤er deyiflle, zaman mekanizmas›n›n

aç›klanmas›, maddî ortama ve maddenin varyasyonlar›na* muhtaçt›r.

Böyle olunca, zaman ve mekân kavramlar› birlefltirilmedikçe,

âlemlerde ne zaman, ne mekân tezahürü mümkün olmaz.

Bu hakikati ileride daha aç›k olarak aç›klayaca¤›z. Mademki yüzeysel

ve idrakî zamanlar, yukar›da aç›klad›¤›m›z gibi birbirinden

büyük farklarla ayr›lmaktad›r; zaman idraklerine s›k› s›k›ya ba¤l›

olan, dünya ve dünya üstüne ait mekânlar›n da, birbirinden o kadar

farkl› olmas› gerekir.

*

* *

* “Varyasyon” sözcü¤ü, “bir fleyin, birbirinden de¤iflik, farkl› hâller göstermesi, de¤iflme ve

farkl›laflma hâli; çeflitlenme, çeflitlilik; tür” anlamlar›na gelir.

217


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

fiimdi, küresel zamana ait mekân› aç›klayal›m! Mekân, maddenin

çeflitli unsurlar›n› lokallefltirmek zaruretinin bir ifadesidir. Bu

ifadeyi her iki zaman realitesine göre aç›klayal›m! Öncelikle flunu

belirtelim ki, burada yap›lan aç›klamalar, herhangi bir cisim üzerinde

tatbik edilerek de¤il, tarif edildi¤i flekilde hayal edilerek düflünülürse,

mekân konusunu anlamak kolaylafl›r.

Önce, yüzeysel zamanda mekân› aç›klayal›m! Yüzeysel zamanda

periyotlar›n oluflabilmesi için, üç flart›n gerçekleflmesi gerekir: Birincisi,

zaman›n ak›fl›n› ve periyotlar›n geçiflini tespit etmek için

maddî bir ortam (bu ortam, mekân de¤ildir); ikincisi, bu periyotlar›n

oluflmas› ve zaman›n ak›fl› için, hareket; üçüncüsü de, hareketin

vukuunu ve periyotlar›n tespitini takdir etmek için, hareketi o ortama

ba¤lamak. ‹flte, yüzey zaman› için mekân budur.

fiu hâlde, yukar›daki flartlar› bir araya getirdikten sonra, yüzeysel

zaman mekân›n› flöyle tarif ve kabul etmek icap eder: Spiral

yönde vuku bulacak bir hareketin ak›fl yönünü ve belirli periyotlar›n›n

bafllang›ç ve bitifl noktalar›n› tespit ve takdir etmek için,

maddî bir ortam›n o harekete ba¤lan›fl›, yüzeysel zaman mekân›n›

meydana getirir. Burada geçen ortam terimi, bir mekân› de¤il, sadece,

lokalize olmam›fl madde unsurlar›n› ifade eder. Yâni, madde

unsurlar› mevcuttur, fakat onlar›n lokalizasyonlar›, di¤er deyiflle,

birbirine oranlanabilecek pozisyonlar› mevcut de¤ildir. Bu lokalizasyonun

vuku bulmas›, mekân›n oluflabilmesi için, o unsurlar›n, yukar›da

söyledi¤imiz gibi, herhangi bir harekete ba¤lanmas› gerekir.

fiu hâlde, zaman ve mekân birbirinden ayr›lamaz. Bu öyle bir

olufltur ki; biraz ileride aç›klayaca¤›m›z gibi, Aslî Prensibe ba¤l› iki

büyük prensibin, kâinat›n çeflitli âlemlerine göre tezahür eden ve

bütün olaylar›yla, realiteleriyle, idrakleriyle o âlemleri kendilerine

adapte eden beliriflleridir.

Yüzeysel zaman mekân›n› bir bedene k›yasen flöyle ifade ederiz:

Bedenin hareketlerinin maddeye olan irtibat› ve maddenin bu

irtibatlardaki de¤eri, mekân›n bütününü yarat›r. Anlafl›lmas› güç

gibi görünen bu ifadeyi bir örnekle ayd›nlataca¤›z: Havaya at›lm›fl

bir tafl tasavvur edilsin! ‹lk olarak, burada tafl›n hareketi ve

bu hareketin bafllang›ç ve bitifl noktas›yla ifade edilebilecek peri-

218


BEDR‹ RUHSELMAN

yot karakteri vard›r; bu birinci flart. Bundan sonra hareketi ve periyot

noktalar›n› tespit ve takdire yarayan, havada ortama gerek

vard›r; bu da ikinci flart. Nihayet, bu hareketin ve periyot noktalar›n›n

ortama k›yas› veya ba¤lant›s› mevcuttur; bu da üçüncü

flart. ‹flte bu üç flartla tezahür eden, tafl›n boflluktaki hareketi, yüzeysel

zaman idrakine özgü mekân› meydana getirir.

Demek ki bir bedenin idraki karfl›s›nda, o bedenin hareketlerine

ba¤lanmak suretiyle hareketlerin periyotlar›n›, yâni bafllang›ç

ve bitifl noktalar›n› tespit eden ortam, bir mekând›r. Bu ortama

bütün maddeler dahildir. Bir madde lokalizasyonu kabul etti¤imiz

bir beden karfl›s›nda mekân: Tafl›yla, topra¤›yla, at›, arabas›, uça¤›

ve insanlar›yla, bütün bir lokalizasyon, bir mekând›r. Mekân; bir

bireyin bast›¤› bir metrekarelik toprak, bafl›n› kald›r›p bakt›¤›

uzay, flehir, ülke, k›ta ve dünya olarak sonsuz nüanslarla derecelenir.

Burada sonsuz mekân imkânlar› vard›r.

*

* *

Yüzeysel zaman idraki mekân›na nazaran sonsuz imkânlara sahip

idrakî zamana ait mekân›, de¤il idrak etmek, en güçlü imajinasyonlarla

dahi sezebilmek, insanlar için o kadar kolay olmayacakt›r.

Bununla birlikte, biz bunun da sezgisini verece¤iz. Yaln›z,

burada imajinasyonu kullanmak ve sezgilerle hareket etmeye çal›flmak

flartt›r.

Öncelikle flunu söyleyelim ki, dünya idrakine göre böyle bir

mekân realitesi yoktur. Dolay›s›yla, burada söylenecek fleyleri

dünya maddeleri üzerinde canland›rarak görmeye u¤raflmamal›-

d›r. Dedi¤imiz gibi, bunun sezgileri ancak muhayyilede canland›r›labilir.

Fakat flunu da ifade edelim ki, muhayyile, yâni imajinasyon

da çok süptil bir madde ortam›d›r. Dolay›s›yla, imajinasyonda

yaflat›lan mekân, reel ve hakikî bir k›ymettir.

‹lk önce hayalî olarak bir küre tasavvur* edilsin! Bu kürenin,

daha önce söyledi¤imiz gibi, bir tek yüzeyi üzerinde, yine hayalen,

yüzeysel bir zaman ve bu zamanla mevcudiyet gösteren mekân

tasavvur edilsin, yâni hayalen düflünülsün! Bu, basit bir za-

* “Tasavvur” sözcü¤ü, “zihinde flekillendirme, zihinde kurma, zihinde canland›rma,

göz önüne getirme, tasarlama” anlam›na gelir.

219


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

man ve mekând›r ve belirli, tek bir yöne sahiptir. Bu basit zaman

ve mekân› hayalen canland›rd›ktan sonra, bunun gibi, ikinci, fakat

yönü ayr›, di¤er bir basit zaman ve mekân daha hayalen canland›r›ls›n!

Böylece, yönleri ayr› olmak üzere, üçüncü, beflinci, yüzüncü,

bininci, milyonuncu ve sonsuz basit zaman ve mekânlar

hayalen ayr› ayr› düflünülsün! Bunlar böyle ayr› ayr› tasavvur

edildikçe, hepsi birer yüzeysel zaman ve mekândan ibaret kal›r.

Ancak, güçlü bir sezgi faaliyetiyle bunlar›n sentezini yapmak gerekir.

Bunun için de, hayalen canland›r›lan bir küre içindeki, bu

sonsuz yönde, sonsuz zaman ak›fllar›n›n ve bu ak›fllar› tespit edip

ba¤layan sonsuz ortamlar›n hepsi birden, bir tek zaman ve bir tek

mekân imifl gibi düflünülsün! Bu takdirde, ayn› ânda sonsuz yönlere

do¤ru akan bir tek zaman ve bu sonsuz yönlere k›yaslanarak

o ak›fllar› tespit eden sonsuz ortam kavram›ndan bir tek mekân

meydana gelir ki, bu da küresel mekând›r. Çünkü bu mekân, küre

içinde zaman›n ak›fl›n› sa¤lamaktad›r. Buradaki ortam, bizzat muhayyiledir.

Esasen ancak muhayyilenin çok süptil maddelerinden

ibaret bir ortamd›r ki, böyle sonsuz yön ve periyot karakterini ifade

eden hareketlerin ak›fllar›n› ba¤layabilir. Yoksa, bu hâl, dünyan›n

kaba maddeleriyle olmaz.

Demek ki, bir küredeki sonsuz hareketleri, sonsuz yönlerdeki

ak›fllara ve periyotlara k›yaslayarak onlar› tespit eden imajinasyondaki

sonsuz ortamlar› bir tek olufla ba¤layan imajinasyonun

–kendisi de dahil oldu¤u hâlde– bu hareketler ve ortamlarla birlikte

bütünü; idrakî veya küresel mekân› meydana getirir.

Bu imajinasyonu yapabilmek için bir hayli çal›flmak ve düflünmek

gerekir. Bununla birlikte, az çok bir gayretle, burada, güçlü

sezgiler elde edilir. Dünyada, kaba bir ortamda yaflayan insanlar

için dünya maddelerinde gerçeklefltirilmesi mümkün olmayan bu

yüksek zaman ve mekân mekanizmas›n›, dedi¤imiz gibi, ancak

muhayyilenin çok süptil malzemeleriyle bir dereceye kadar gerçeklefltirmek,

birçok insan için mümkün olur. Fakat insan muhayyilesindeki

süptil ortamlardan daha süptil olan üst âlemlerdeki

varl›klar için, bu yüksek idrakî zaman ve mekân realitesinde

yaflamak, do¤al ve hattâ zarurî bir hâl olur.

220


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Yüzeysel zaman›n aslî zaman üzerinde mesafe katetmedi¤ini,

idrakî zaman›n ise aslî zamanda her ân ilerledi¤ini söylemifltik.

fiimdi, varl›klar›n tekâmülünde bu bilginin k›ymetinden yararlanarak;

yüzeysel zaman idrakinde yaflayan bir insan›n yerinde saymak

suretiyle inkiflaf›n›n, küresel zamanda yaflayan bir varl›¤›n

da aslî zaman üzerinde ilerleyerek tekâmülünün ne demek oldu-

¤unu ve bunlar›n inkiflaf mekanizmas›ndaki sonuçlar›n›n nas›l ortaya

ç›kaca¤›n› aç›klayaca¤›z.

Yukar›da zaman ve mekân hakk›nda verilen bilgiler, her ne kadar,

yüzeysel ve idrakî zaman ve mekânlar› aç›kça aç›kl›yorsa da,

biraz önce sözü edilen meselelerin çözümünü bu bilgilerden ç›-

karmak için, ayr›ca aç›klamalarda bulunmaya ihtiyaç vard›r. Afla-

¤›daki flemalar dikkatlice incelenirse, bu önemli noktan›n da kolayl›kla

anlafl›lmas› mümkün olur.

Bütün bir insanl›k hayat›nda, varl›¤›n, sonsuz cephesiyle geçirmesi

icap eden bir inkiflaf sahas› vard›r. Ve bu inkiflaf sahas›

belirlidir ve s›n›rl›d›r. Çünkü onun kendi realitesi içinde bir bafllang›c›,

bir de sonu vard›r. Biz bu sahay› “AB” paraleli aras›n›

dolduran mesafeyle gösteriyoruz. (fiekil–D)

A

B

(fiekil–D)

Burada, yüzeysel zaman idrakinin zorunlulu¤u olan, bu inkiflaf

sahas›n›n bir bafllang›ç ve bitifl noktalar› vard›r. Bafllang›ç, “AB”

paraleli aras›ndaki sahada “c–d” hatt›; bitifl de, “e” noktas›n›n

bulundu¤u yerden geçen “g–f” hatt› olsun! (fiekil–E)

221


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Z

A

B

c

d

f

g

e

(fiekil–E)

‹flte, insanl›¤›n üst plâna, yâni idrakî zaman›n hâkim oldu¤u

vazife plân›na haz›rlanmas› için, inkiflaf› gereken ve “c–d” s›-

n›r›nda bafllay›p “f–g” s›n›r›nda tamamlanan bütün insanl›k melekeleri

ve durumlar› “c–d–g–f” sahas›n› doldurmaktad›r. Bu, insan›n

dünyada bafllad›¤› ilk hayat›ndan, say›s›z bedenlenmeler

sonras›nda dünyay› bitirdi¤i son hayat›na kadar geçen, bütün,

dünya hayat› safhas›n› gösterir. Buradaki “Z” hatt› aslî zamand›r,

“e” noktas› da bu zaman üzerinde al›nm›fl bir ând›r. Demek ki

aslî zaman üzerinde al›nm›fl olan bu bir ân; bir insan›n, bütün

insanl›k hayat› boyunca inkiflaf ettirilip olgunlaflt›r›lmas› icap eden

haz›rl›k melekelerinin toplam›n› içermektedir. Bir insan›n, dünyadaki

bütün insanl›k safhas›n›n bafl›ndan sonuna kadar haz›rl›¤›,

aslî zaman ak›fl› üzerindeki bu ân içinde tamamlanacakt›r. Tabiî

ki, flemada çizdi¤imiz “c–d–g–f” yüzeyini, “Z” hatt›na dik olarak

ve o hat ile ancak “e” noktas›nda kesiflmifl olarak tasavvur etmek

gerekir. Bu “e” noktas›; aslî zaman›n belirli bir ân›nda, insan varl›¤›n›n,

inkiflaf›na bafllay›p, kendisinde mevcut olan ve inkiflaf›

icap eden kudretleri olgunlaflt›rd›ktan sonra tekrar ulaflaca¤› bir

noktad›r. Yâni, varl›¤›n insan hâlindeki tekâmülü, aslî zaman üzerinde

bu noktadan bafllar, yine bu noktada biter. Ve bu safha tamamlan›ncaya

kadar, aslî zaman üzerinde yürüyüfl olmaz. ‹flte

onun içindir ki, insanl›k safhas›ndaki tekâmüle sübjektif tekâmül

devresi demifltik. Çünkü bütün, insanl›¤›n inkiflaf safhas›n› oluflturan

“c–d–g–f” sahas› katedilmedikten sonra, “e” ân›n›n “Z” aslî

zaman› üzerinde ak›fl› yoktur. ‹nsanl›k, burada kendi kudretleri

içine kapanm›fl ve sadece onlar›n üstün bir plâna haz›rl›¤›yla meflgul

olmufl bulunmaktad›r. Onun bu saha d›fl›na ç›kabilmesi, ob-

222


BEDR‹ RUHSELMAN

jektif bir tekâmül prensibine girmesi, ancak “c–d–g–f” safhas›n›n

bütün icaplar›n› yerine getirmekle mümkün olur.

fiu hâlde, insanl›¤›n bafl›ndan sonuna kadar geçirece¤i birçok

bedenlenme, say›s›z hayat flartlar› ve tekâmül malzemeleri, hep

bu “c–d–g–f” sahas› içinde olup bitecektir. Fakat bu esnada bu

saha, “e” noktas›na en uzak ve insanl›¤›n en ilkel kademelerini

oluflturan “c–d” s›n›r›ndan itibaren, yavafl yavafl “g–f” s›n›r›na

do¤ru doldurulacak ve bu dolufl, çeflitli bedenlenmeler yoluyla

olacakt›r. Sembolik bir ifadeyle her bedenlenmeyi bir üçgen kabul

ederek, bu sahan›n bu üçgenlerle nas›l dolduruldu¤unu ve bir insan›n

en geri kademelerinden, son kademesi olan “g–f” s›n›r›na

nas›l geldi¤ini aç›klayaca¤›z. (fiekil–F)

Z

A

c

f

e

B

d

(fiekil–F)

g

Üçgenin taban›, “AB” paraleli üzerinde, ilk önce “c–d” hatt›ndan

bafllay›p, gittikçe “e” noktas›na, yâni tepesine yaklaflarak bu

sahay› kapatacakt›r. Bu da, periyodik olarak, daima tepeleri “e”

noktas›nda olmak üzere, di¤er üçgenlerin ilâvesi fleklinde olacakt›r.

Bu üçgenlerin her biri, bir beden hayat›n› ifade etmektedir.

Böylece, “c–d” hatt›, her bedenlenmede “AB” paraleli üzerinde

devre devre yürüyerek, “g–f” hatt›na yaklaflacak, sonunda “c–d”

hatt› “g–f” hatt› ile çak›flacakt›r. Bunun mânâs› flu demektir ki; bir

insan, insanl›k safhas›na ait inkiflaf› icap eden bütün melekelerini

inkiflaf ettirmifl ve bütün haz›rl›klar›n› bitirerek “e” noktas›ndan

itibaren aslî zaman üzerinde yürümeye bafllayacak bir duruma gelmifltir.

Bu bilgiyi grafik üzerinde biraz daha aç›klayal›m:

Mademki bütün insanl›k hayat›, aslî zaman ak›fl›n›n bir ân› olan

“e” noktas›nda cereyan etmektedir, o hâlde insan›n bütün hayat

devreleri, yâni do¤um ve ölümleri bu noktada olup bitecektir.

223


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Yaln›z bu noktaya, bu ân›n icaplar›na ba¤l› olan ve bir insanl›k

safhas›n›n inkiflaf sahas›n› dolduran zorunluluklar vard›r ki; bunlar,

insanl›¤›n, “e” noktas›ndan itibaren aslî zamanda ilerlemeler

kaydedebilmesi için, haz›rlanmas› zorunlu olan taraflar›d›r. Ve

sembolik olarak “c–d–g–f” sahas›yla gösterilmifltir. Bu sahan›n “e”

ân›na oranla uzak veya yak›n zorunluluklar› mevcuttur. Bu zorunluluklar›n

en kaba, en ilkel durumlar›, inkiflaf›n sonu olan “e” noktas›ndan

itibaren en uzaktaki “c–d” s›n›r›d›r. Bu s›n›r, “e” noktas›na

yaklaflt›kça, saha daral›r, haz›rl›klar tamamlan›r ve “e” noktas›n›n

icaplar› gerçekleflir. Yâni, insan›n “e” noktas›ndan itibaren

harekete geçebilmesi için istenilen ifllerin bitirilmesi durumu ilerler.

Nihayet “c–d” hatt› tam “g–f” hatt› üzerine gelince, yâni son üçgenin

taban› olmas› gereken hat, aslî zaman üzerindeki “e” noktas›

üzerine gelince, bütün icaplar yerine getirilmifl ve saha tümüyle taranm›fl

ve temizlenmifl olur. ‹flte insanl›k hayat›n›n grafi¤i olarak

gösterdi¤imiz bu flema üzerinde, insanl›k hayat›n›n devrelerle,

ömürlerle, kademelerle veya hamlelerle (bunlar›n hepsi ayn› fleydir)

her ak›fl›nda, bu “c–d” hatt›n›n “AB” paraleli üzerinde nas›l

kayarak “g–f” hatt›na yaklaflt›¤›n› ve böylece insanl›k safhas› icaplar›n›n

nas›l yerine getirildi¤ini aç›kl›yoruz.

‹lk önce, ilk dünya insan› grafi¤ini çizelim: Bu insan, insanl›k

kabiliyet ve melekeleri en ilkel durumda olan bir varl›kt›r. Dolay›s›yla,

onun inkiflaf etmesi icap eden durumlar›, inkiflaf sahas›n›n

ideal noktas› olan “g–f” hatt›ndan en uzak yerde bulunacakt›r ki,

bu da “c–d” s›n›r›d›r. Bu insan, henüz ilk insanl›k melekelerini inkiflaf

ettirmekle meflguldür. Bu yüzden onun hayat› “c–d” hatt›ndan

bafllayacakt›r. Grafi¤i tamamlamak için “c” ve “d” noktalar›n›

birer çizgiyle, “e” noktas› ile birlefltirelim. Meydana gelen “c–d–e”

üçgeni, ilk basit insan›n ilk bedenlenme hâlinin grafi¤i olur.

fiimdi bu insan›n ikinci hayat›na geçelim (fiekil–G): Onun inkiflaf

hatt› “AB” paraleli üzerinde “c–d” hatt›n›n “e” taraf›nda ve

bu hatta en yak›n noktalardan bafllayacakt›r. Grafikte daha belli

olmas› için, biz bu noktalar› biraz uzaklaflt›rarak “i–j” hatt› ile

gösteriyoruz.

224


BEDR‹ RUHSELMAN

A

c

i

k

f

Z

e

B

d

j

(fiekil–G)

Böylece ikinci hayat›n grafi¤i olarak “i–j–e” üçgeni meydana gelir.

‹nsan›n 3’üncü, 5’inci, 10’uncu, 50’nci vs. hayatlar›nda meydana

gelecek üçgenlerin tabanlar›, “AB” inkiflaf paraleli üzerinde

gittikçe “f–g” hatt›na yaklafla yaklafla, nihayet “k–l” noktalar›na

kadar gelir. O zaman “c–d–g–f” sahas›n›n “c–d–l–k” k›s›mlar›

tümüyle yaflanm›fl, bu k›s›mlardaki haz›rl›klar tamamlanm›fl, ancak

“k–e–f” ve “l–g–e” sahalar› henüz tamamlanmam›fl bulunur. Ve nihayet

öyle bir ân gelir ki, bu insan›n, insanl›¤a ait, aslî zaman ak›-

fl›ndaki “e” noktas›n›n bütün icaplar› gerçekleflir; yâni o varl›k, insanl›k

aflamas›na iliflkin bütün melekelerini inkiflaf ettirir ve haz›rl›klar›n›

bitirir. O takdirde üçgenin taban› “f–g” hatt›yla tam olarak

çak›flm›fl bulunur ve insan›n dünyadaki hayatlar› da bitmifl olur.

Dikkat edilirse, bu grafikte, insanl›¤›n bütün inkiflaf safhas›n›

gösteren “c–d–g–f” sahas›nda; inkiflaf›n ilk, ilkel s›n›r› olan “c–d”

hatt›, insan›n inkiflaf›yla ad›m ad›m “f–g” hatt›na yaklaflmak üzere

“AB” paraleli üzerinde kaymakta ve kayd›kça da bu sahan›n

yaflanm›fl, inkiflaf› tamamlanm›fl k›s›mlar› büyümekte, henüz inkiflaf

etmemifl sahalar› küçülmektedir. Ve nihayet bütün sahadaki

inkiflaf tamamlan›nca, sahan›n bafllang›ç s›n›r› olan “c–d” hatt›,

son aflaman›n s›n›r› olan, aslî zaman noktas› üzerindeki “f–g”

hatt›yla çak›flm›fl bulunmaktad›r. Ve böylece de, aslî zaman üzerinde

bir ân olan “e” noktas›n›n insanl›k safhas›na ait bütün icaplar›

yerine getirilmifl olmaktad›r.

‹flte, insanl›¤›n inkiflaf› bu noktaya gelince yüzeysel zaman idraki

realiteleri sona erecek, idrakî mekân olan üst vazife plânlar›nda

hakikî tekâmül devam edecek ve insan varl›¤› da sübjektif

tekâmül sürecinden kurtulup, aslî zaman üzerinde yürüyen objektif

bir tekâmül ak›fl›na girecektir.

225

l

g


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Yüzeysel zaman inkiflaf grafi¤iyle kolayca anlafl›labilecek bâz›

önemli noktalar› belirtiyoruz: Yüzeysel zaman inkiflaf›nda, inkiflaf

paraleli, bir insanl›k safhas› boyunca de¤iflmemektedir. Bu safha,

aslî zaman ak›fl›nda bir ân olan “e” noktas›n›n icaplar›yla s›n›rlanm›fl,

varl›¤›n haz›rl›¤›na ait inkiflaf sahas›d›r. Dolay›s›yla sübjektif

bir tekâmül safhas›d›r. Bu saha içinde her bedenlenme

devresi, hamleler hâlinde birbiri üzerine eklenmektedir. Fakat bu

hamleler, inkiflaf paralelini hiçbir noktada aflmamaktad›r. Bunu

grafi¤e göre ifade edelim: Her yeni gelen üçgen, eski üçgenin üzerine

eklenmekte ve inkiflaf sahas›ndaki tamamlanmas› gereken

haz›rl›klardan bir miktar›n› daha, öncekine katmaktad›r. fiu hâlde,

inkiflafta kesintiler yoktur. Devreler birbirine sessizce eklenmektedir.

‹flte aslî zaman üzerinde, bir insan›n, kendi haz›rl›k kadrosu

içine kapanarak, bütün insanl›k boyunca kendi haz›rl›klar›yla

meflgul olmas›, onun sübjektif tekâmülünü ifade etti¤i gibi; birçok

bedenlenme hâllerinin, sadece insanl›k safhas›n› tamamlamas›na

yönelik oluflu da, bütün bu beden hayatlar›n›n topyekûn bir

tek hayat olarak ele al›nmas›n› icap ettirir. Yâni, bir inkiflaf devresinin

bütün insanl›k boyunca vukua gelecek bedenlenmeleri,

asl›nda bir tek hayat›n zorunluluklar›ndan baflka bir fley de¤ildir.

Ve bu zorunluluklar da, aslî zamanda bir ân olan “e” noktas›n›n

icaplar›n› yerine getirmektir.

*

* *

fiimdi, tekâmülün idrakî zaman içinde yürüyüflünü di¤er bir

grafikle aç›klayaca¤›z. Burada, en belirgin özellik, varl›¤›n her

tekâmül ak›fl›n›n, aslî zaman üzerinde daima mesafe katetmesi

eflli¤inde olmas›d›r. O art›k kendi âleminden ç›k›nca, aslî zaman›n

ak›fl› icaplar›na uymak liyakatini kazanarak, organizasyon sistemleri

içinde objektif ve aktif bir tekâmül durumuna girmifltir.

Daha önce, küre zaman›nda zaman›n her yönde geniflleyerek

inkiflaf etti¤ini söylemifltik. ‹drakî zaman inkiflaf›n›n bafl›ndan itibaren

meydana gelen geniflleme farklar›, hem aslî zaman üzerin-

226


BEDR‹ RUHSELMAN

de yürüyüfller kaydeder, hem de h›zl› ve s›n›rs›z bir inkiflaf seyri

izler. Yâni, buradaki inkiflaf hatlar›, paralel olarak gitmez, sürekli

olarak birbirinden uzaklaflarak, aç›larak genifller.

Bunu flemayla aç›klamak için, çeflitli büyüklüklerde, birbiri içine

girmifl dört tane küre alal›m (fiekil–H):

d

c

b

a

(fiekil–H)

Merkezleri ortak olarak, iç içe girmifl bu dört küre, merkezinden

geçmek üzere ortas›ndan kesilip iki k›sma ayr›l›nca, bunlardan

birinin kesitine bak›ld›¤› zaman, orada –flemadaki gibi– her

biri bir küreye ait, dört ayr› kesit görülür. Bu kesitler merkezden

çevreye do¤ru, “a, b, c, d” durumunu meydana getirirler. Bunlar›n

her biri, bir kürenin, yâni ortada bulunan en küçük kürenin

gittikçe büyüyerek alm›fl oldu¤u büyüklü¤ün dört ayr› safhas›ndan

biridir. Yâni, merkezdeki “a” büyüklü¤ünde bulunan

kürenin geniflleyerek büyümesinden “b, c, d” büyüklükleri meydana

gelmifltir. Böylece “a” küresi gittikçe büyüyerek “d” büyüklü¤ünü

bulmufltur. fiimdi kürenin bu geniflleyifli içinde, bu kesitlerin

birbiriyle k›yas›n› yapabilmek için, yukar›ki flemada en

küçük kesit olan “a” kesiti sabit tutularak, en büyük kesit olan

“d” kesiti âdeta bir foto¤raf makinesi körü¤ü gibi, ondan uzaklaflt›r›ls›n!

Bundan bir koni meydana gelir. Bu koninin taban›n›,

en büyük ve d›flta bulunan “d” küresinin kesiti oluflturur. Tepesinde,

yâni sivri taraf›nda, en küçük küre olan “a” küresi bulu-

227


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

nur. (fiekil–‹) Aradaki “b, c” katlar›n› da çeflitli büyüklüklerdeki

iç içe kürelerin kesitleri oluflturur.

a

b

c

d

(fiekil–‹)

Burada, koninin “a, b, c, d” kesitleri aras›ndaki genifllik farklar›,

idrakî zaman›n birbirine oranla olan inkiflaf k›ymetlerini gösterir.

Çünkü buradaki her kesitin, asl›nda birbiri üzerine inkiflaf

eden, bir kürenin farkl› geniflliklerinden birini göstermekte oldu-

¤unu söylemifltik. ‹flte bir kesitin, önceki kesite nazaran geniflli¤i,

küre inkiflaf›n›n o âna özgü vüsatini* gösterir. Böylece, afla¤›daki

flema, her kesitin kendi kapasitesine ait inkiflaf geniflli¤ini ifade

etmektedir. (fiekil–K) Buradaki genifllik fark›, ayn› zamanda, inkiflaf

esnas›nda aslî zaman üzerinde katedilen mesafeyi de gösterir.

I

e

II

g

III

i

k

l

j

h

f

a

I e’

b

II g’

c

III i’

d

k’

f’

h’

j’

l’

(fiekil–K)

* “Vüsat” sözcü¤üne, sözlüklerde “genifllik; bir nesnenin uzayda kaplad›¤› yer, doldurdu¤u

boflluk, boyutsal kapsam, büyüklük” anlamlar› verilir.

228


BEDR‹ RUHSELMAN

Meselâ “e–f” ve “e’–f’” paraleli, “a” küresine mahsus inkiflaf

derecesini gösterir. Bunu izleyen “g–h” ve “g’–h’” paraleli, “b”

küresinin inkiflaf derecesini gösterir. Bu iki paralel aras›ndaki “I”

mesafesi, iki inkiflaf kademesi aras›ndaki inkiflaf fark›n› ve ayn›

zamanda aslî zaman üzerinde katedilmifl mesafeyi gösterir. Yine,

gittikçe büyüyerek geniflleyen “c” ve “d” kürelerine ait, “i–j” ve

“i’–j’” ile “k–l” ve “k’–l’” inkiflaf sahalar›n›n da nas›l gittikçe geniflledikleri

ve aralar›ndaki inkiflaf ve zaman ak›fllar›na ait “II” ve

“III” farklar›n›n nas›l meydana geldikleri flemada kolayca görülebilir.

Burada geçen inkiflaf fark› ifadesinin mânâs› fludur: Daha önce,

vazife plân›n›n bafllang›c›ndan itibaren, idraklerin icaplara intibak

etmeye bafllad›¤›ndan ve böylece, Aslî Prensibin bütün ruh

ve kâinat iliflkileri icaplar›na idraklerin uyarak, bir vahdete do¤ru

gidilip, nihayet Ünite’ye ulafl›ld›¤›ndan söz etmifltik. Ve onun için

de vazife plân›ndan itibaren bafllayan tekâmül safhas›na “aktif intibak

safhas›” denilmiflti. ‹flte flimdi küre zaman›n›n flematik

aç›klanmas› içinde bu hakikati de göstermifl oluyoruz. Çünkü kürelerin

iki inkiflaf kademesi aras›nda görülen ve aslî zaman üzerinde

yürüyüfl diye nitelendirilen bu fark, asl›nda bu intibak sahas›n›n

genifllemesinden baflka bir fley de¤ildir. Fakat bu küre inkiflaf›n›n

elbette bir nihayeti vard›r ve bu da kâinat›n sonudur. Zaten

bu inkiflaflar›n artmas›, kâinattaki hakikî intibak sahas›n›n genifllemesi

eflli¤inde olur. ‹ntibak sahas›n›n genifllemesi ise ünite dedi¤imiz

idrak vahdetinin gerçekleflmesi demektir.

Hat›rlat›r›z ki, yüzeysel zaman realitelerinin art arda sürüp gitmesinde

böyle bir inkiflaf, yâni Ünite’ye yürüyüfl demek olan, aslî

zaman üzerinde ilerleyifl yoktur. ‹nkiflaf hatlar›n›n buradaki gibi

her ân genifllemesi, yüzeysel zaman inkiflaf›nda sözkonusu de¤ildir.

Orada sadece, belirli bir saha içinde, aslî zaman üzerindeki bir

noktan›n bütün icaplar›n› yerine getirmenin haz›rl›klar› yap›l›r.

*

* *

Gerek yüzeysel, gerek küresel zamanlara ait bu iki flema gösterir

ki, yüzeysel zamanda oldu¤u gibi belirli bir saha içinde ka-

229


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

larak hamlelerin birbirine eklenmesi fleklindeki bir kesintisizlikle

devam eden inkiflaf tarz›, küresel zamanda yoktur. Burada, öncekinde

oldu¤u gibi ayr› ayr› devreler de yoktur. Aksine, her ân geniflleyen

yeni inkiflaf sahalar› vard›r. Di¤er deyiflle burada, aslî

zaman›n bir tek ân› içinde hapsolmufl, s›n›rl› sahadaki periyodik

gidifl hareketleri de¤il, kâinat›n s›n›rlar›na kadar dayanan sonsuzluk

içinde geniflleme, ilerleme ve inkiflaf etme sahalar› vard›r. Ve

bu ilerleyifl, Ünite’de nihayet bulmaktad›r. ‹flte bununla da, daha

önce söylenmifl bulunan, hakikî tekâmülün küresel zaman idrakiyle

bafllam›fl oldu¤u sözünün mânâs›n› daha aç›k olarak aç›klam›fl

oluyoruz.

*

* *

fiimdi burada çok önemli bir meselenin aç›klanmas›na s›ra gelmifltir.

Bu mesele; kâinatta aslî icaplara tâbi olarak seyreden aslî

zaman›n âlemlere iliflkin durumlar›n›n, o âlemlerdeki madde ortamlar›na

intibaklar›n›, ba¤lant›lar›n› sa¤layarak zaman formlar›-

n› meydana getiren mekân›n mahiyetidir. Bir tarafta zaman formunu

meydana getiren hareketler var, di¤er tarafta da, zaman

idrakinin oluflmas› için bu hareketlere ba¤lanmas› icap eden madde

ortam› mevcut. Fakat zaman ve mekân›n iliflkilerinde saym›fl

oldu¤umuz üçüncü flart, yâni bu ortam›n zaman hareketlerine

ba¤lant›s› sa¤lanmay›nca, mekân kurulamaz ve zaman formunun

tezahürü mümkün olmaz. O hâlde burada, kâinat mekanizmas›nda

esas rol alan büyük bir etken vard›r. ‹flte bir âleme özgü

mekân› oluflturmak ve zaman formunu kurabilmek için, mevcut

madde ortam›n› zaman formuna ait hareketlere ba¤layan unsur,

kâinat ötesinde Aslî Prensibe tâbi yüksek kader prensibidir ki;

bunun kâinatta kader mekanizmas› hâlinde beliren icaplar›, aslî

icaplarla ve aslî zamanla birlikte, Ünite’den süzülerek kâinata yay›lmaktad›r.

fiu hâlde, k›saca, mekân; kaderin âlemlerdeki ve kâinattaki

beliriflidir. Yâni, bir âlemde, zamana ait hareketler ile

madde ortamlar›n›n ba¤lanmas›ndan ileri gelen mekân, kaderin o

âlemdeki tezahürüdür.

Demek ki kader; âlemlerdeki zaman› madde ortamlar›na ba¤-

230


BEDR‹ RUHSELMAN

layarak o âleme özgü zaman ve mekân formlar›n› meydana getiren

ve zaman› kullanarak aslî icaplar›n direktifi alt›nda çal›flan ve

onlara ba¤l› bulunan kader prensibinin kâinattaki ak›fl›d›r. Kader,

âlemlerde o âlemlerin imkânlar›na göre tezahür gösterir. Meselâ

hidrojen âlemindeki yüzeysel zaman mekân› kaderin bu âleme

özgü tezahürüdür.

fiu hâlde, Ünite’den bütün kâinata aslî icaplar› tafl›yarak yay›-

lan kader, yine aslî icaplara ba¤l› zamandan yararlanarak, âlemlerin

bütün formasyon, deformasyon ve transformasyonlar›n›

meydana getirir. fiimdi daha aç›k olarak aç›klam›fl oluyoruz ki,

varl›klar›n otomatik, yar› idrakli ve idrakli olarak, ihtiyaçlar›na

göre maddelerde husule getirdikleri bütün formasyonlar, transformasyonlar

ve deformasyonlar, ancak Ünite’den süzülüp gelen

direktiflere göre, Aslî Prensip, kader ve zaman prensipleri kadrolar›nda

vazifeli varl›klar›n yard›m, müdahale ve kontrolleriyle vukua

gelmektedir.

Bu bilgi, kader ve zaman›n kâinattaki esas rollerine ait sezgileri

insanlara verir. E¤er Ünite’den gelen kader ve zaman olmasa

idi; Aslî Prensip icaplar›na göre kâinat cüzleri durumlar›n›n, ruhlar›n

her ânki davran›fllar› ve liyakatleri karfl›s›nda vukuu icap

eden sonsuz flekil de¤ifltirmelerine ve flekil almalar›na ait teknik

faaliyet, oda¤›n› kaybetmifl olurdu. Ruhlar›n tekâmüllerine ait,

Aslî Prensibin tayin etmifl oldu¤u icaplarla, ruhlar›n bu icaplara

liyakat derecelerini ölçüp ayarlayarak takdir eden etken, kaderdir.

Yâni, aslî icaplar›n kâinattaki teknik unsuru, kaderdir. Kader,

bu fonksiyonunu zaman unsurunun yard›m›yla yapar ve onu ölçü

olarak kullan›r. Bu mekanizmay› kaba bir örnekle aç›klayarak biraz

daha ayd›nlat›yoruz:

Bir okul var. Bu okulun belirli s›n›flar› mevcut. Derslerin o okulda

s›n›flara göre kadrolar›n› tayin eden, ö¤rencilerin belirli liyakatlere

göre belirli s›n›flarda bulunmas›n› takdir eden yüksek bakanl›k

makam› da var. fiimdi bir ö¤renci, o okulun ilk s›n›f›ndan bafllay›p,

hiçbir incelenmeye tâbi tutulmadan bütün s›n›flar› otomatikman

atlayarak okulun kap›s›ndan ç›karsa, okulu bitirmifl say›la-

231


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

maz. Bunun için, o ö¤rencinin, her y›l ve hattâ y›lda birkaç defa,

yine bakanl›k taraf›ndan yetkilendirilmifl memurlar vâs›tas›yla yoklanmas›,

denenmesi, “s›nav” denilen gayet s›k› ve özenli kontrollerden

geçmesi, özetle, kendisine o okuldan o âna mahsus verilmesi

icap eden ile bu verilmesi icap edene kendisinin liyakat kazanm›fl

olup olmad›¤›n›n incelenmesi gerekir. E¤er çocuk, bu s›nav sonucunda,

içinde bulundu¤u s›n›f›n hakk› olan dersleri ö¤renmifl ve

onlar› geçme hakk› kazanm›fl oldu¤unu gösterirse, s›nav›n› baflarm›fl,

üst s›n›flara geçmeye, okulu bitirmeye liyakat kazanm›fl olur.

Aksi hâlde kendi liyakatine ve bilgisi derecesine en uygun olan s›-

n›fta b›rak›l›r ve ona göre ö¤retim ve e¤itimlere tâbi tutulur. Yâni,

o okulda ö¤renciler mutlaka flu kadar zaman süresince flu veya bu

s›n›fta kalacaklar ve o zaman bitince otomatikman s›n›flar› atlayarak

okulu bitirecekler gibi bir kay›t yoktur. ‹flte hayat da bunun gibidir.

En yüksek ve yetkili makam dedi¤imiz Aslî Prensip, dünya

okulunun program›n› düzenlemifltir. Bundan k›l kadar sap›lamaz.

Fakat yine bu program gere¤ince ö¤rencilerin, yâni insanlar›n oradaki

s›n›flara terfi edebilmeleri için; çal›flmalar›, cehit harcamalar›

ve bu cehitleriyle orant›l› olarak, dünya okulunda kendilerine tahsis

edilmesi icap eden s›n›flara ve derecelere hak kazanmalar› ve

bunu da ispat etmeleri gerekir. ‹nsanlar bunu yapt›kça lây›k olduklar›

s›n›flara terfi ederler; aksine, tembellik ve beceriksizlik sonucunda

bulunduklar› durumun liyakatlerini gösteremeyenler, ona

göre, yâni liyakatleri derecesine göre ifllemlere tâbi tutulurlar. Bunun

için de iki flart gerekir: Bunlardan biri, insanlar›n liyakatlerini

ispat edebilmeleri için gerekli olan cehit ve gayret özgürlü¤ü; di¤eri

ise, bu liyakati takdir eden, onun aslî icaplara uygunluk derecesini

ölçüp biçen ve ona göre, o varl›¤›n, o icaplar karfl›s›nda kendisine

lây›k ve en uygun madde hâl ve durumlar›n› haz›rlayarak tertipleyen

bir etkenin mevcudiyeti.

‹flte aslî icaplar›n yerli yerinde tatbikini sa¤layan, varl›klar ile

aslî icaplar aras›ndaki mutabakat›n* derecelerini ve ölçülerini takdir

ve tespit ederek k›ymetlendiren bu teknik etken, kâinattaki

kader mekanizmas›d›r.

* “Mutabakat” sözcü¤ü, “t›bk” sözcü¤ünden gelme olup, “intibak hâlinde olma, uyum

hâlinde olma, mutab›kl›k, uyuflma” anlam›na gelir.

232


BEDR‹ RUHSELMAN

Demek ki, kâinat üstünde bulunan, Aslî Prensibe ba¤l› kader

prensibinin, kâinatta kader mekanizmas› hâlinde iflleyen beliriflleri,

âlemler içinde, o âlemlerin imkânlar›na göre kader tezahürlerini

meydana getirir ki, bunun da âlemlerdeki görünüflü, mekân›n

sonsuz hâl ve durumlar›d›r. fiu hâlde, varl›klar›n aslî icaplar karfl›s›ndaki

liyakat derece ve ölçülerini takdir ve tespit eden ve varl›klar›n

kâinat ak›fl›ndaki maddî imkânlar›n› bu liyakate göre ayarlayan

kader mekanizmas›, yüksek kader prensibinin kâinattaki tezahürüdür.

Âlemimizde belirli mekân formlar› içinde görünen kaderin,

baflka âlemlerde nas›l beliriflleri oldu¤unu bu âlemin idrak

ve görüflleriyle tayin etmek ve nitelendirmek elbette mümkün olmaz.

Yaln›z, flunu bildiririz ki, bu belirifller vazife plânlar›ndan

Ünite’ye do¤ru yükseldikçe, bizim âlemlerimizde geçerli olan

fonksiyonunu, elbette kapsam›yla orant›l› olarak, de¤ifltirir. Ünite’ye

gelince, bütün icaplar ile, idrakler ile, imkânlar ile ve durumlar

ile birleflmifl bir vahdet hâlini ifade eder.

*

* *

Burada aç›klanmas› gereken bir nokta var: Kader mekanizmas›,

kâinattaki fonksiyonunu yaparken, Aslî Prensibe tâbi bulunan

zaman prensibi ile birlikte yürür. Zaman prensibinin kâinattaki

durumu aslî zamand›r. Ve aslî zaman›n, çeflitli âlemlerden geçerken,

o âlemlere göre beliriflleri vard›r. Bunlardan birini, dünyaya

özgü, yüzeysel zaman idraki, di¤erini de dünya üstü âlemlere özgü,

idrakî zaman diye biraz önce aç›klam›flt›k. ‹flte kader mekanizmas›,

dünyada fonksiyonunu ancak aslî zaman ile birlikte yapabilir.

Yâni, kader mekanizmas›, Aslî Prensibin muhasebesini ve

teknik ifadelendirilmesini yaparken, ölçü olarak zamandan yararlan›r.

Zaman mekanizmas› hem elzemdir, hem de zarurîdir. Elzemdir;

çünkü Aslî Prensibin had ve öz olarak tayin etti¤ini gerçeklefltirmede,

kader prensibinin ölçütü ve ölçüsü, zamand›r. Zaman

olmay›nca kader prensibi ölçüsüz kal›r ve teknik fonksiyonunu

yerine getiremez.

233


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Zarurîdir; çünkü zaman mekanizmas›n›n de¤erlendirme niteli¤i

olmazsa, kader mekanizmas›nda ahenk, bundan dolay› da

Aslî Prensip ile vazife ve tekâmül plânlar› aras›nda irtibat ve bu

prensipler ile, plânlar ile âlemlerin olufllar ve ak›fllar nizam›na

mutabakat olmaz ve nihayet, de¤er farklanmalar›n›n tayin edilmesi

ve k›ymetlendirilmesi imkâns›zlafl›r; dolay›s›yla, miktar ve

sonra nitelik nizams›z kal›r ki, bu takdirde bütün tatbikatlar oda-

¤›n› kaybetmifl olurlar.

*

* *

Aslî zaman ak›fl›n›n dünyadaki belirifline yüzeysel zaman diyorduk.

Buna karfl›l›k, yine kâinat boyunca ak›p giden ve her âleme

özgü ayr› beliriflleri olan kaderin de dünyadaki tezahürü mekân

formlar›d›r, demifltik. ‹flte, dünyada zamandan ayr›lmayan ve

zamanla k›ymet ve ayar ölçüsünü bulan mekân, kader prensibinin

dünyadaki fonksiyonunun sonucudur. Bu bilgilerle de, kaderin,

dünyada zaman mekanizmas›yla birlikte beliren mekân hâlindeki

tezahürünü aç›klam›fl olduk. Ve aç›kça belirttik ki, zaman ve mekânla

mevcudiyet gösteren bütün realiteler; insanlar›n özgürlük

esas›na dayanan cehit ve gayretleriyle lây›k olacaklar› veya kazanabilecekleri

derecelerin, yine zaman ve mekânla ölçülüp biçilmifl,

yâni zaman ve mekân kadrolar›nda vazifeli varl›klar taraf›ndan

takdir edilmifl, birtak›m icap zorunluluklar›d›r.

Çünkü fluras› bir hakikattir ki, aslî icaplar›n ve bu icaplara

ba¤l› bütün mekanizmalar›n kâinattaki tatbikatlar›; aslî icap, aslî

zaman ve kader mekanizmas› kadrolar›nda çal›flan organizasyonlar›n

vazifelileri taraf›ndan yap›lmas› zarurî yükümlülüklerdendir.

‹flte Ünite’den süzülerek aslî tesirlerle kâinat içine yay›lan kader

ve zaman mekanizmalar›na ait tesirler, bu mekanizmalar› yürüten

kadrolar dahilinde vazifelenmifl büyük vazife plânlar›n›n kâinatflümul

faaliyetleriyle tatbikat zeminlerini bulurlar. Ve bu kadrolar›n

bütün elemanlar› yerli yerine yerleflmifl, vazifelerini hakk›yla

idrak etmifl kudretli varl›klard›r.

*

* *

234


BEDR‹ RUHSELMAN

Zaman ve mekân hakk›nda verilmifl olan bu bilgilerden sonra

iyice anlafl›lm›fl olur ki, dünyada herhangi bir konuda “flu insan›n

mukadderi bu imifl” demenin mânâs›; o insan›n o konuda, içinde

bulundu¤u olaylar› meydana getiren bütün madde kombinezonlar›n›n

belirli zamanlara ba¤l› olarak bir araya geliflleri ve ba¤lan›fllar›,

o ânda o flekilde ortaya ç›kt› demektir ki; mekân›n tarifini

iyi kavram›fl olanlar, bunun da o insan›n etraf›nda ona göre

mekânlar kuruldu demek oldu¤unu idrak ederler.

Aynen, “kaderi yard›m etmedi” sözü de, onun hakk›nda beklenilen

bir konuya ait madde kombinezonlar›n›n beklenildi¤i tarzda

de¤il de, baflka flekillerde meydana geldi¤ini ifade eder ki; bu

da, yine, o konu etraf›nda arzu edildi¤inden baflka madde flekillerinden

ve durumlar›ndan kurulmufl, bir mekân demek olur. Özetle,

mekân› ifade eden, maddenin her hâl ve flekli, olaylar›n her durumu,

kaderin bir beliriflidir. Elini oynatan bir insan›n bu hareketine

zemin olan ortam, bir mekând›r ve kaderin beliriflidir. Yürüyen

bir insan için bast›¤› yerler, mekând›r; gökyüzüne bakan bir

kimse için, y›ld›zlar›yla, bulutlar›yla, renkleriyle, bütün görünüfl

ve durumuyla, gökyüzü mekând›r ve kaderin beliriflidir. Dikkatini

vücudunun herhangi bir noktas›na çeviren insan için, oras›

mekând›r ve kaderin beliriflidir. Düflünen bir insan için, muhayyilesi

mekând›r; olaylar aras›nda iliflkiler kuran idrak, bir mekând›r

ve kaderin beliriflidir. Özetle, kâinatta görünen her fley, her varl›k,

insan›n bizzat kendisi, bir mekând›r ve bunlar›n hepsi, kendi

âlemlerinde, kaderin birer beliriflidir. Çünkü bütün bunlar›n flekillenmeleri,

çeflitli tarzlarda birbirine ba¤lanmalar›, say›s›z kombinezonlar

hâlinde analiz ve sentezlere tâbi tutulmalar›, yâni bütün

olaylar›n ve madde hâllerinin oluflu, mekân›n çeflitli varyeteleridir

ki; bunlar da, kader mekanizmas›n›n fonksiyonu içinde yürürler.

*

* *

Varl›klar, sahip olduklar› özgürlükleri sayesinde, sürekli olarak

s›navlar içinde bulunurlar. Bu s›navlar karfl›s›ndaki davran›fllar,

müspet veya menfî reaksiyonlar, özetle, baflar›l› olufllar veya ola-

235


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

may›fllar; kaderin takdir ve tespit etti¤i madde kombinezonlar›-

n›n, yâni mekânlar›n sonsuz hâl ve durumlar›n›n meydana gelmeleri

sonucunu do¤ururlar ve varl›klar, liyakatleri derecelerine

göre bu olaylar›n çeflitli durumlar›nda yaflarlar. ‹flte bütün olaylar

ve onlar› meydana getiren bütün madde kombinezonlar›; her biri

kader mekanizmas›n›n birer belirifli olan, mekânlardan ibarettir.

Özetle, varl›klar›n, fiil ve hareketlerine göre derecelerinin ölçülüp

biçilerek, aslî icaplardaki durumlara uydurulmalar› için muhasebe

ifllemlerinden geçirildikten sonra ayarlanmalar› ve formlara ba¤lanmalar›;

kader mekanizmas›n›n, aslî icaplar alt›nda aslî zaman›

kullanarak çeflitli madde ve olay formlar›n› ve tertiplerini meydana

getirmesi demektir.

Art›k bu bilgilerden sonra, vazife plân›na henüz girmemifl ve

en küçük hareketlerine kadar her durumlar› s›navlara tâbi tutulmufl

dünya insanlar›n›n gelecekleri hakk›nda, ad ve zaman belirterek

kesin dille konuflmak do¤ru olmaz. Çünkü insanlar, özgürlüklerini

kulland›klar› yönlere göre, çevrelerinin ve mekânlar›n›n,

yâni tek kelimeyle kaderlerinin yürüyüflünü kendileri sonuçland›rmaktad›rlar.

‹stikbale ait sözler, bâz› kay›tlar alt›nda, ancak

hakikatlerin tahakkuk etmekte bulundu¤u vazife plânlar›nda söylenebilir.

Dünyada, gelece¤e ait kesin yarg›larda bulunmak, bütün

insanlar›n özgürlük yetkilerini reddetmek olur. Bir noktadan

itibaren di¤er bir noktaya yürümek üzere serbest b›rakt›¤›n›z küçük

bir kar›nca bile, ister yolunda ayn› h›zla yürüyerek belirli zamanda

o noktaya var›r, ister biraz e¤lenerek veya sa¤a sola saparak

yolunu uzat›r, isterse gerisin geriye dönerek yolunu büsbütün

de¤ifltirir. Bütün bunlar, onun alaca¤› sonuçlar›n fleklini, yâni

onun kaderlerini tayin eder. Yukar›dan beri verilmifl olan bu bilgiler,

kâinata bir projektör ›fl›¤› sembolüyle indi¤ini kabul etti-

¤imiz aslî icaplar›n, ruhlar› ve maddeleri kapsayan kudretleri aras›nda,

kader mekanizmas›n›n ve aslî zaman›n da bulundu¤unu ve

aslî icaplar›n gerçekleflmesinde bunlar›n ne kadar önemli rolleri

oldu¤unu anlatmaya yeterlidir.

*

* *

236


BEDR‹ RUHSELMAN

fiimdi, vazife safhas›na girildikten sonra, oradaki yürüyüfl hakk›nda

da bâz› bilgileri verece¤iz.

Vazife plân›, tekâmüle, aç›k bir idrakle devam edilmeye bafllanabilen

bir aflamad›r. Vazife plân›na kadar gelen otomatik, yar› idrakli

inkiflaflar burada tam idrakli bir safhaya girmifltir. Bunun da

aç›k mânâs› fludur: Varl›klar›n idrakleri bu plânda t›rmand›klar›n›

söyledi¤imiz ›fl›k konisi huzmelerine kendi kudretleriyle intibak etmeye

bafllam›fllard›r. Onun için vazife safhas›na aktif intibaklar›n

bafllad›¤› safha da diyoruz. Bu safhada ilerlendikçe icaplara idraklerin

intibak sahalar› da genifller, yâni idrakler, tekâmül ettikçe,

akan aslî zaman içinde, ruh ve kâinat iliflkilerine ait ilâhî icaplara

daha genifl çaplarda intibak ederler. Di¤er deyiflle, bütün idrakler,

bu icaplar ile ve dolay›s›yla birbirleriyle birleflirler ki, buna da

“vahdet hâli”, yâni “ünite” deriz. Bununla birlikte, vazife plân›n›n

bu ilk kademelerindeki vahdet, tam olmaktan daha çok uzakt›r;

ama gerçekleflmeye bafllam›flt›r. Meselâ Aslî Prensibin ruhlar›n ihtiyaçlar›

ile kâinat cevheri imkânlar›n›n iliflkilerine ait sonsuz icaplar›n›

“n” adedi gibi sonsuz bir k›ymet olarak kabul etti¤imize göre,

vazifenin ilk kademelerinde, bu k›ymetlere o kademelerdeki

varl›klar›n idrakleri, henüz pek küçük çapta intibak edebilmifltir.

Ve idrak, hangi icaplar ile intibak, yâni vahdet hâline geçmifl olursa,

orada hakikatleflir. Ve o varl›k, oradaki ahengin bir cüzünü

oluflturur. ‹flte bu, ahenge kat›lmak, ahenkten olmak demektir. Bu

bilgi, vazife plân›n›n bir tahakkuk, bir gerçekleflme plân› oldu¤u

ifadesinin de mânâs›n› aç›klar. ‹flte bu plân›n bafllamas›yla birlikte,

idrakler, kâinat hakikatlerine gittikçe daha büyük bir kudretle nüfuz

etmenin yolunu tutarlar. Yâni, o hakikatlerin ahengi içinde gittikçe

kapsamlar›n› geniflletirler.

Yine, bu bilgi bir di¤er büyük hakikati daha aç›klar: Ayn› icaplarda

tam bir mutabakat hâline gelmifl çeflitli varl›klar, o noktada

birbirleriyle de vahdet hâline girmifller demektir. fiu hâlde, vazife

plân›n›n çeflitli kademelerinde, belirli icaplarda birleflmifl, vahdet hâline

gelmifl çeflitli vazife gruplar› vard›r. Bunlar aras›nda, dünyada

oldu¤u gibi realite farklar› yoktur. Çünkü esasen onlar hakikatlere

intibak hâlindedirler. Orada realiteler de¤il, hakikatler vard›r.

237


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Bununla birlikte, tekrar ediyoruz; bu intibak, birdenbire vazife

plân›n›n bütününü kapsam›fl de¤ildir. Tam ve bütün intibak,

ancak Ünite’de mümkün olur ki; bu da, vazife plân›n›n ilk kademelerine

nazaran, henüz nihayetsizlik denecek kadar uzaktad›r.

*

* *

Ünite’de art›k realite diye bir fley yoktur. Aslî Prensibin kâinattaki

ak›fl› olan aslî icaplar, kader ve zaman prensiplerinin kâinattaki

ak›fllar› olan kader mekanizmas› ve aslî zaman, oradaki idrakler

ile birleflerek, vahdeti meydana getirirler. Oras› hakikatin

kendisidir. Kâinat›n son s›n›r› ve tekâmülün gerçekleflmesinin

ifadesidir. Kâinat›n bütün idaresi ancak, buradan süzülerek yay›-

lan tesirlerle mümkün olur.

*

* *

Vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren, Ünite’ye kadar

uzanan ve sonsuz görünen yollar›n katedilmesi de çok komplike

mekanizmalarla olur. Bu hususta bilgi vermek için projektör sembolündeki

›fl›k taban›n›n, ilk vazife plân› kademelerinde bulundu-

¤u âna dönelim! Varl›klar yukar›, bu ›fl›k konisinin tepesine do¤ru

t›rmanmaya bafllam›fllard›r. Burada, belirli icaplarda ifltirak etmifl

idraklerden ve bu birlefltikleri noktalarda onlar›n bir tek varl›k

hâline girdiklerinden söz etmifltik. Böyle bir hâl, vazife plân›n›n

alt›ndaki âlemde, meselâ dünyada yoktur. Çünkü insanlar›n tam

mânâs›yla hiçbir hakikate ulaflmalar› mümkün olmad›¤›ndan, insanl›k,

hakikatin yaln›z görecelikleri içinde, yâni realitelerde yaflamaktad›r.

Dolay›s›yla, dünyada ne kadar idrak varsa, o kadar

realite mevcuttur. Çünkü dünyada hakikatin kendisi de¤il, idraklerin

çeflitli kapasitelerine göre de¤iflen, hakikatlerin çeflitli ve görece

görünüflleri sözkonusudur. Her idrakin, böyle, kendi kapasitesine

göre k›ymetlenebilecek fleyler, elbette birbirinden farkl›

olacaklard›r. Bunun için, dünyada hiçbir nokta üzerinde idraklerin

tam mutabakat› ve vahdeti mümkün olmaz. Bu ancak vazife

plân›ndan itibaren bafllar.

238


BEDR‹ RUHSELMAN

Vazife plân›nda bafllayan bu mutabakatlar, varl›klara birtak›m

ifller ve vazifeler yükler ve onlar› –intibak sahalar›n›n geniflli¤ine

göre– birtak›m yükümlülüklere tâbi k›lar. Onlar, bu yükümlülükleri

yerine getirirken gösterecekleri liyakatlerin derecesine göre,

intibak sahalar›n› daha çok geniflletirler ve idrakî zaman ve mekân›n

genifl imkânlar› içinde, Ünite’ye do¤ru yükselen vazife plân›

kademelerinin üst basamaklar›na t›rman›rlar. Fakat varl›klar›n

bu yükümlülükleri, afla¤› plânlarda ak›llara gelebilece¤i gibi verilip

al›nan fleyler de¤ildir. Çünkü zaten, hakikat ile mutabakat hâline

girmek, onunla birleflmek demektir ki; yükümlülük dedi¤imiz

fleyin hakikî mânâs› da bu vahdetten ç›kar. fiu hâlde, varl›klar vazife

kademelerinde yükseldikçe, yükümlülükleri de mukadderat

mekanizmas› alt›nda otomatikman artar. Vazife plân›ndaki varl›klara

yükümlülü¤ü kimse yüklemez. Yeter ki onlar, bu yükümlülüklerinin

–kader mekanizmas› muvacehesinde– liyakatlerini

artt›rs›nlar. Böyle olunca, oradaki varl›klar da s›navlardan tamam›yla

s›yr›lm›fl de¤ildirler.

*

* *

fiimdi, bu yükümlülük liyakatlerinin nas›l meydana geldi¤ini

belirtelim: Varl›klar›n, madde kâinat› içinde ve kader mekanizmas›n›n

icaplar› alt›nda, idrak vahdetlerinin ilk ad›m›na vazife

plân›nda bafllad›¤›n› söylemifltik ve buna da, idraklerin, icaplara,

hakikatlere ulaflmas›, gerçekleflmesi demifltik. ‹flte varl›klar›n vazife

yükümlülü¤ünü do¤uran zaruret, bu gerçekleflmeden ileri gelir.

Bu gerçekleflmeler, idrakî zaman mekanizmas›yla yürürler. Vazifeliler

de zaten idrakî zaman ve mekân flartlar›na tâbidirler.

Gerçekleflme –projektör sembolüyle ifade etti¤imiz– aslî icaplara

idraklerin intibak etmesi demek oldu¤una göre, ilk gerçekleflmeler

vazife plân›n›n ilk kademelerinde bafllar, yüksele yüksele

Ünite’de son kapsam›na ulafl›r. fiu hâlde, varl›klar›n kâinata

inen Aslî Prensip ›fl›¤› huzmesine t›rmanarak yukar›lara ç›kmas›

demek; o ›fl›k huzmelerinin kapsam›nda mevcut olan bütün

icaplara idraklerinin intibak etmeleri, onun ahengine girerek, gittikçe

daha genifl çapta o ahenge kar›flmalar› demektir. Bu t›rma-

239


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

n›fl Ünite dedi¤imiz, kâinat›n son imkân s›n›rlar›na geldi¤i zaman,

o varl›¤›n idraki bu ›fl›k huzmesinin içerdi¤i bütün icaplara intibak

etmifl, tam o ahenkten olmufl ve dolay›s›yla, kâinat cüzlerine

ve bütününe hâkim bir durum alm›flt›r. Yâni, kâinat›n bizzat

kendisi olmufl gibi, o büyük vahdete kar›flm›flt›r. fiu hâlde, vazife

plân›n›n ilk kademesinden itibaren varl›klar, yavafl yavafl, yâni

Aslî Prensip ›fl›¤›na t›rmand›kça, kendi bulunduklar› noktalara

kadar meydana gelmifl intibaklar› derecesinde kâinat cüzlerine

hâkim durumlara geçerler ve bu hâkimiyet, Ünite içinde tamamlan›r.

*

* *

Bu yükümlülüklerin nas›l ortaya ç›kt›klar›na gelince: Gerçekleflmifl

idrakler, bu gerçekleflmeyle zaten hakikatlerin tatbikatlar›

içine girmifller demektir. Ve bu tatbikatlar›n her biri de, birer yükümlülüktür.

Böylece, belirli gerçeklerin tatbikat›, belirli idraklerin

iflbirliklerini zarurî olarak sonuçland›rm›fl bulunmaktad›r. ‹flte

bu noktadan itibaren birtak›m kadrolar ve organizasyon sistemleri

zorunlulu¤u baflgösterir. Onun için burada kadrolardan söz

etmemiz gereklidir. fiuras› bir hakikattir ki, kâinatta ihtiyac›n, tekâmül

zorunlulu¤unun ve kader mekanizmas›n›n haricinde mümkün

olabilecek bir hâl düflünülemez. Keyfilik diye bir fley yoktur.

Bu prensip, bütün gruplar, bütün irtibatlar, bütün kadrolar için

geçerlidir ve de¤iflmez. Dolay›s›yla, kadrolar; kâinattaki tüm olufl

ve ak›fllar›n yürütülmesinde etken olan yüksek icaplara ba¤l›, kâinatflümul

mekanizmalarda vazifelenmesi gereken organizasyon

sistemlerinin zarurî birer sonucudur. Her organizasyon sisteminin

hangi kadro dahilinde çal›flmas› gerekiyorsa, o sistem ona göre

kurulur ve ifller. fiu hâlde, kadrolar›n kuruluflunun esas prensiplere,

ana mekanizmalara uygun olmas› gerekir. Meselâ daha önce söz

etti¤imiz kader mekanizmas›n›n ifllemesi de, belirli kadrolar içinde

kurulmufl organizasyon sistemlerinin faaliyetleriyle düzenlenir.

*

* *

240


BEDR‹ RUHSELMAN

Ünite’den süzülüp gelen icaplara göre kâinatta üç ana kadro

vard›r:

1– Aslî Prensip kadrosunda vazifeli olan varl›klar›n kadro, plân

ve teknikleri,

2– Kader mekanizmalar› kadrosuna dahil varl›klar›n kadro ve

teknikleri,

3– Aslî zaman kadrosuna dahil varl›klar›n plân ve teknikleri.

Ve bunlar›n hepsinin, kendilerine özgü realitelerini sa¤layabilen

hususlar.

‹flte bu üç ana kadroya ba¤l› olarak, ruhlar›n kâinattaki tekâmüllerine

ait icaplar› bütün ayr›nt›lar›yla yerine getiren, say›s›z organizasyonlar

ve bu organizasyonlar›n hiyerarflik tertiplerle birbirine

ba¤lanmas›ndan meydana gelen büyük organizasyon sistemleri

mevcuttur. Bunlar›n hepsi, kâinatta görülecek say›s›z ifllerde

vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren Ünite’ye kadar vazifelendirilmifl

veya vazifelenmifl varl›klardan oluflmufltur ki; bu vazifeli

varl›klar, kendi organizasyonlar› içinde, Ünite’den gelen, yukar›-

da sayd›¤›m›z üç genel ve koordine vazife kadrosunun prensipleri

ve direktifleri alt›nda, k›l kadar flaflmadan vazifelerini görürler. Bu

vazifeler, çeflitli âlemlere ait say›s›z ifllerdir. Meselâ Dünya’ya özgü

zaman istasyonlar›, kaba hareketsel faaliyetlerini idare eden istasyonlar,

bireysel ve küçük grup tekâmül plânlar›n› idare eden istasyonlar,

nihayet, gittikçe büyüyen, kapsamlar› geniflleyen ve genifl

çaplardaki kitlelerin genel tekâmül hamlelerini, plânlar›n› ve onlarla

ilgili madde ink›lâplar›n› sevk ve idare eden, yürüten istasyonlar

gibi say›s›z ve birbirine ba¤l› organizasyonlar›n gördü¤ü vazifeler

vard›r. Bugünkü dünyan›n büyük ink›lâp faaliyetlerinde vazifelenmifl,

yüksek vazife plân›ndan büyük bir organizasyonun dünya ink›lâb›na

ait iflleri aras›ndaki, bu kitab›n meydana getirilmesi yolundaki

faaliyetler de, bu vazifeler aras›ndad›r. ‹flte böylece, gittikçe

kapsam kazanan kâinat ifllerinde vazifelenmifl varl›klar, bir organizasyonlar

sistemi, bir koordinasyon ve iflbirli¤i prensibi, bir hiyerarfli

nizam› içinde, vazifeyle oranl› olarak, vazifenin liyakatine uygun

durumlar al›rlar. Bu yürüyüfl, böylece ilerleyerek, nizam, ter-

241


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

tip ve ahenk içinde, kâinat›m›zdaki ifadesiyle sezilebilen “tekâmül”ün

gerçekleflti¤i Ünite’ye do¤ru ak›p gider.

*

* *

Organizasyon sistemlerinin vazife plân›ndan itibaren kuruldu¤unu

bildirmifltik. Yine, ilk organizasyonun da vazife plân›n›n

ilk kademelerinde bafllad›¤›n› söylemifltik. fiimdi organizasyonlar›n

ilk kuruluflu hakk›nda da, gerekli olan bilgiyi vermek gerekiyor.

‹nsanlar›n, dünyay› bitirince do¤rudan do¤ruya vazife plân›na

geçemeyeceklerinden ve yar› süptil bir arasat âlemde bir süre kalacaklar›ndan

daha önce söz edilmiflti. Çünkü insanlar›n, vazife plân›na

geçmeden önce dünyada iken, dünyan›n meselâ bugünkü

flartlar›n›n icaplar›na göre henüz tamamlayamad›klar› bâz› taraflar›n›

düzenlemeleri gerekmektedir ki; bu da, onlar›n ancak bu yar›

süptil âlemde bir süre yaflamalar›yla mümkün olacakt›r.

Yar› süptil âleme gelince, orada bütün dünya flartlar› ve realiteleri

sona ermifl; ancak, oran›n, vazifeye haz›rlay›c› ve insanlar›n

eksik taraflar›n› tamamlay›c› yeni durumlar› bafllam›flt›r. Bu

eksik kalan taraf da, insanlar›n dünyada iken sezip de tan›yamad›klar›,

sevginin orada ortaya ç›kacak olan hakikî yüzüdür. Oras›,

bir sevgi plân›d›r.

Bu plânda, vazife plân›ndaki vazife idraki henüz bafllamam›flt›r

ama, mahiyetlerini insanlar›n bilemedikleri, oradaki sevginin tatbikatlar›

ve yükümlülükleri içinde, vazife idraki liyakatlerini yavafl

yavafl oluflturucu unsurlar vard›r. Tabiî ki, bu haz›rl›klar, orada,

art›k basit zaman idraki üstündeki idrakî zaman tekni¤ine tâbidirler.

‹flte yar› süptile intikal eden varl›klar, orada bir süre geçirdikten

ve yeterli derecede tatbikatlar›n› yapt›ktan sonra, yavafl yavafl, üçer

befler gruplar hâlinde, vazife plân›n›n icaplar›na ait ilk tatbikatlar›

yapmaya bafllarlar. Bu gruplaflmalardaki irtibatlara ait, dünya insanlar›n›n

sezebilece¤i tek nokta, sevginin vazifeye do¤ru kayan çeflitli

varyetelerinin bulunaca¤› kavram›d›r. Fakat ne bu sevgiyi, ne de

onun varyetelerini dünyadaki insanlar as›l mânâs›yla anlayamazlar.

242


BEDR‹ RUHSELMAN

‹flte kurulmufl küçük gruplar›yla, vazife plân›na giriflin son haz›rl›k

tatbikatlar›n› yapan varl›klar, bu tatbikatlar› s›ras›nda sessizce,

belirsizce ve son derece tatl› bir ak›flla vazife plân›n›n ilk

kademelerine kayarak geçerler ve derhal vazife plân›n›n ilk kademelerine

ait ifllerle vazifelenirler. Bunlar hep, o küçük topluluklar›n›

orada –yukar›da uzun uzad›ya aç›klad›¤›m›z intibak mekanizmas›

sayesinde– koruyarak tek bir birey hâlinde çal›flan, vazife

plân›n›n art›k vazifeli varl›klar› olurlar. Orada dünyada oldu¤u

gibi ölerek, yeniden do¤arak intikaller olmad›¤› için, bu geçifl, dedi¤imiz

gibi, uyan›k ve çok tatl› izlenimlerle vuku bulur. Yar› süptil

âlemde ölüm yoktur. Çünkü oradaki maddelerin inceli¤i, böyle

fliddetli transformasyonlara lüzum ve ihtiyaç hissettirmez. Bu hâller

ancak, dünyam›za ait olan, kaba maddeler âleminde geçerli

zorunluluklard›r.

*

* *

Vazife plân›nda teklik, yâni bir tek birey hâlinde faaliyet sözkonusu

de¤ildir. Orada ancak gruplar çal›fl›r. Fakat her bir grup,

bir tek birey olarak kabul edilir. Yâni, o grubun her bireyi grubun

kendisidir, grup da bir tek bireydir. Dolay›s›yla, vazife plân›ndaki

vazifeli bir varl›¤›n, meselâ filan iflte vazifelenmesi demek, o vazifelinin

tâbi oldu¤u grup bütününün o iflte vazifelenmesi demektir.

Çünkü o gruptaki idraklerin hepsi, bir tek idrak hâlinde, o vazife

üzerinde toplanm›fl bulunur. Dolay›s›yla, burada ayr› ayr›

kimlikler sözkonusu olmaz. ‹flte vazife plân›ndaki kolektifli¤in

dünyada bilinmeyen ve tatbiki mümkün olmayan karakterlerinden

biri de budur. Meselâ ender vakalarda büyük bir vazifeyle

dünyaya gelmifl, dünya çap›nda bir hareket yaratmak vazifesini

üzerine alm›fl bir tek bedenli vazifeli varl›k, dünyada iken, plân›ndan

ayr›lm›flt›r ve tektir. Fakat onu destekleyen; plân›na mensup

tek bir varl›k de¤il, bütün, o varl›¤›n tâbi oldu¤u organizasyonun

vahdet hâlindeki organlar›d›r.

*

* *

243


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Vazife plân› icaplara intibaklar plân›d›r, demifltik. fiu hâlde,

icaplara intibak eden idraklerin de, ayn› zamanda birbirleri ile intibak

hâline girerek vahdet oluflturmalar› zarurî olur. Böylece, vazife

plân›na geçmifl bir vazife grubu veya üç befl kifliden oluflmufl

bir tek organizma, tam bir iflbirli¤i içinde, ilk vazifesini yapmaya

bafllar. Bu ilk vazife, vazife plân›n›n en alt kademelerine ait ifllerdir.

Çünkü bu kademelerden itibaren vahdet yolu boyunca gayeye

ulaflmak, yâni aslî icaplar›n bütününe uyabilmek ve ahenge

bütünüyle kar›flabilmek için geçilecek daha sonsuz aflama vard›r.

Ünite ile bu ilk vazife kademeleri aras›nda say›s›z faaliyetler, ifller,

vazifeler ve durumlar mevcuttur.

Fakat vazife plân›n›n bu ilk ve nispeten en basit kademelerinde

bile, dünya ölçüsüyle çok büyük ifller ve vazifeler bulunur. Meselâ

bunlar, dünyadaki bir insan›n tekâmülüyle vazifelenirler; klâsik

spiritlerin, okültistlerin ve mistik ekollerin hâmi ruhlar, koruyucu

melekler, yard›mc›lar, metrler gibi adlar verdikleri, az çok küçük

ve büyük gruplar›n faaliyetlerini destekleyen vazifelilerin bir k›sm›,

genellikle vazife plân›n›n bu kademelerine ait varl›klard›r.

Bunlar ayn› zamanda, kendilerinden daha üstün organizasyonlar

taraf›ndan –hattâ yar› idrakli olarak– daha büyük di¤er ifllerde de

kullan›l›rlar.

*

* *

Vazife plân›n›n ilk kademesine “A” diyelim! Buradaki vazife

gruplar› çal›fl›rken, tabiî ki, daima üstten gelen tesirlerin kontrolü

ve hattâ direktifi alt›ndad›rlar. Esasen, Ünite’ye kadar bütün vazife

plânlar›n›n kademelerinde, bu hâl, geçerlidir ve zarurîdir.

Daha önce vermifl oldu¤umuz Ünite’den inen ›fl›k konisi sembolü,

bu zarureti, daima, aç›klar.

“A” plân›ndaki bir vazife grubu, bir üstte bulunan “B” plân›ndaki

üst bir vazife grubunun gözetimi alt›nda çal›fl›rken, üstteki

“B” grubuna “organizatör”, “A” plân›ndaki gruba da “organ”

deriz. Böylece, “A” kademesindeki gruplar, idrakî zaman

tekni¤iyle vazifeler görerek aslî zaman ak›fl›nda h›zla mesafe al›r-

244


BEDR‹ RUHSELMAN

lar ve bu faaliyetleri sayesinde intibak sahalar›n› geniflletirler. Bu

s›rada onlar›n iflleri, vazifeleri ve yükümlülükleri de o oranda artar

ve kapsam kazan›r. Böylece bir üste, yâni “B” plân›na intikal

ederler. Art›k kolayca anlafl›l›r ki, bu gruplar›n “B” plân›na intikali

demek, intibak sahalar›n›n bir o kadar genifllemifl bulunmas›

demektir. Yâni, “B” kademesine geçerken bu gruplar›n idraklerinin

di¤er bâz› gruplar›nkilerle de birleflmeleri sonucunda, bireyleri

ço¤alan, dolay›s›yla idrakleri artan daha büyük gruplar meydana

gelir ve tabiî ki, idrakler de, o oranda genifller. Bu flu demektir

ki; alt kademelerden üst kademelere yükseldikçe, üst kademelerde

gruplar›n adetleri azalmakta, bireyleri ço¤almaktad›r. Ve di-

¤er grup bireylerinin idraklerinin kat›l›m›yla, birleflen gruptaki

idrak düzeyi h›zla kapsam kazanmaktad›r ki, bu da intibaklar zaruretinin

do¤al bir sonucudur. ‹ntibak sahalar› geniflledikçe gruplar

birleflir ve gruplar›n adedi azal›r. Bu hâl, Ünite’ye kadar böyle

devam eder; üst kademelerde, gittikçe çok genifl organizasyonlar

içinde birleflen, önceki plânlar›n nispeten küçük organizasyonlar›,

Ünite’ye geldikleri zaman bir tek organizasyon hâlinde toplanm›fl

bulunurlar. Bütün idrakler burada bir tek idrak hâline girer. O

muazzam idrak, hiçbir insan›n, hattâ sezgisine bile varamayaca¤›

bir kudret olur. Art›k ona ne bir organizasyon, ne bir plân denemez.

O, bir tek olarak, kâinata ait kudretin taml›¤› içinde ve kâinat›n

bütün imkânlar›yla, icaplar›yla, idrakleriyle ve bütünüyle,

her fleydir. ‹flte bunu, ancak Ünite dedi¤imiz bir vahdet idraki ile

ifade ediyoruz.

*

* *

Daha önce iflaretledi¤imiz bir noktay›, burada, son olarak tekrar

belirtece¤iz: Yukar›ki ifadelerle, dünyada sözü edilen bir vahdet-i

vücut teorisinin kastedildi¤i düflünülmemelidir. Burada söylenenler

yaln›z madde kâinat›na ait icaplar ve hakikatlerdir.

Madde kâinat›n›n da ancak bir vâs›tadan ibaret oldu¤u, kitapta

tekrar tekrar ifade edilmifltir. Bu vâs›tan›n gayesi, ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n

kâinat›m›za ait, tekâmül diyebilece¤imiz k›sm›n›n gerçekleflmesidir

ki; bu da Ünite’yle ifade edilir. fiu hâlde, yukar›ki

245


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

sat›rlarda verilmifl olan bilgiler, yaln›z kâinat›m›zda olup biten

fleylere aittir. Onun ötesinde, daha sonsuz ihtiyaçlar ve “sonsuzluk”

sözcü¤ünün dahi ifade etmekten çok uzak bulundu¤u hakikatler

ve eriflilmezlikler vard›r ki; bunlara kâinat›n gücü yetmez

ve kâinat idraki ulaflamaz.

Esasen kitab›n ilk k›s›mlar›nda da aç›kça ifade edildi¤i gibi, bütün

bu kâinat olaylar›n›n ve kâinat oluflumlar›n›n gayesi; ruhlar

dedi¤imiz ve mahiyetini aslâ bilmedi¤imiz hakikatlerin, kâinat›-

m›za ait olarak tekâmül fleklinde kabul edilen ve ihtiyaç kavram›yla

sembollefltirilen durumlar›n›n gerçekleflmesidir. ‹flte tam idrakine

varamad›¤›m›z Ünite, bu gerçekleflmenin ifadesidir. Kâinat

içinde, her fley oradan gelir; kâinat oradan idare edilir. Kâinat›n

her zerresi hâline girerek, onu yürüten, var eden küllî ›fl›k

huzmeleri, oradan f›flk›r›r.

*

* *

Özetle, Ünite, varl›klar›n kavrayamayacaklar› ve ancak oraya

girdikten sonra kavuflabilecekleri, kâinat›n küllî bir idrak, icap ve

imkân vahdetidir. ‹nsanlara bundan daha ilerisini söylemek imkâns›z

ve gereksizdir.

246


MADDE ‹LE SEN,

HER fiEYLE H‹Ç OLAN

VE BU HER fiEY‹N AHENG‹NE UYAB‹LEN SEN,

O AHENKTEN OLACA⁄IN ÂNI ÖZLE!

247


248


Dünya, Günefl Sistemi içinde bir organd›r. Onun da di¤er bütün

organlar gibi, belirli hayat devreleri, inkiflaf safhalar›,

ink›lâplar›, etraftan ve yukar›lardan ald›¤› say›s›z tesirlerle bozulan

ve tekrar kurulan denge durumlar› vard›r. ‹flte Dünya’n›n

flimdiye kadar geçirmifl oldu¤u say›s›z ink›lâplardan sonuncusuna,

yâni önümüzdeki ink›lâba iliflkin, burada yapaca¤›m›z aç›klamalar

kitab›n sonundaki bilgilerin anlafl›lmas›n› kolaylaflt›racakt›r.

*

* *

Bundan yaklafl›k yetmifl bin y›l önce, dünyada, belli bafll› iki

büyük k›ta vard›. Bunlardan biri, flimdiki Pasifik Okyanusu’nun

bulundu¤u sahay› dolduruyordu. Bu, kuzey taraf› genifl, güney

taraf› sivri, büyük bir kara parças› idi. ‹nsanlar buna Mu k›tas›

derler. Di¤eri ise Atlantik Okyanusu’nun bulundu¤u yeri kaplayan

büyük bir k›ta idi. Bu iki büyük k›ta aras›n› dolduran bir sürü

adalar, tak›madalar, flimdiki Himalayalar’›n bulundu¤u yere denk

gelen kara parçalar› ve bunlardan baflka, bâz› küçük k›talar vard›.

O zamanki dünyan›n manzaras›, bu idi. Demek ki o zaman, bugünkü

co¤rafî durum yerine, baflka bir dünya yüzey oluflumu

mevcuttu.

*

* *

Bu k›talar üzerinde bugünkü dünya insanlar›na nazaran çok

daha ileri ve medenî insanlar yafl›yordu. Onlar›n dünya bilimlerine

ait bilgi ve teknik kudretleri, bugünkü dünya insanlar›n›nkinin

çok üstünde idi. Meselâ, onlar bugünkü dünyada yeni yeni keflfedilen

radyoaktif maddeleri, radyolar›, televizyonlar›, elektronik

cihazlar› ve bunlara benzer teknik araçlar›, bugünkü dünya in-

249


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

sanlar›n›nkine oranla, dünyalar›n›n bat›fl›ndan çok daha önce

keflfetmifller ve hattâ atom enerjisini kendi ink›lâplar›ndan bin y›l

önce bulup kullanmaya bafllam›fllard›.

Gerçi onlar›n da çok medenî ve ileri bu topluluklar› yan›nda,

nispeten basit ve hattâ vahfli kabileleri vard› ama, o vahfli insanlar

dahi, bugünkü dünyada bulunan vahflilere nazaran daha mütekâmil

durumda idi. Özetle, geçen son dünyadaki insanlar, her

sahada bugünkülerden üstün bir medeniyet sahibi idiler.

*

* *

Dünyadaki inkiflaf›n zirvesine ulaflan insanlar›n bu hâli, kendilerinde

öyle bir gurur ve her fleye kaadir olabildikleri iddias› gibi

öyle afl›r› bir durum yaratm›fl idi ki; bu durum, onlar› hidrojen

âleminin kaba maddeleri içine daha çok gömmek suretiyle, dünyan›n

do¤al flartlar›n› ola¤an d›fl› yollardan bozma e¤ilimindeki

birtak›m hareketlere sevk etti. Yine, bunun sonucu olarak, lükse,

zenginli¤e, konfora, maddeperestli¤e, bencilli¤e, her türlü ihtirasa

kap›ld›lar, hidrojen atomunun kaba kombinezonlar› içine gömüldüler

ve bütün mutluluklar›n› bu kombinezonlardan beklediler

ki; bu da, son haddine gelmifl maddî ilerleme ve inkiflaflar›n

varl›klarda do¤urdu¤u bir son ç›rp›n›flt›, bir tür soysuzlaflma idi.

Bu soysuzlaflma, çok do¤ald›r ve vuku bulacak her büyük ink›lâb›n

öncüsüdür.

*

* *

Bir çevrede, inkiflaf, genel olarak yürür: O çevreyi oluflturan

–en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar– bütün varl›klar, kendi derecelerine

göre inkiflaf eder ve yükselirler. Meselâ, insanlar dünyan›n

en mütekâmil varl›klar› hâline gelirken, dünya plânlar› dahilinde

yaflayan di¤er varl›klar›n her biri de, inkiflaf imkânlar›n›n

üst kademelerine do¤ru ilerler.

Bunun en aç›k örne¤ini kanserler oluflturur:

O zamanki dünyan›n son devirlerine do¤ru, nedeni insanlarca

meçhul birtak›m hastal›klar baflgöstermiflti. Bunlardan biri de

250


BEDR‹ RUHSELMAN

kanserdi. ‹nsanlar aras›nda kanser vakalar›n›n ço¤almas›, biraz

önce söz etti¤imiz nedene ba¤l›, hücrelerde tezahür eden bir soysuzlaflmad›r.

‹nsan bedenlerinde bulunan hücrelerin, organlar›n her biri, nispeten

ilkel varl›klar›n birer maddî hayat sahas›d›r. Onlar, inkiflaflar›n›,

bu madde sahalar›nda ve o sahalar›n kendilerine vermifl oldu¤u

imkânlar dahilinde yapmaktad›rlar. Zamanla inkiflaf eden bu

basit varl›klar, bir ân gelir ki, daha ileri gidebilmek için muhtaç

olduklar› fleyleri, içinde bulunduklar› maddelerden sa¤layamazlar.

Yâni, bu madde imkânlar› ve flartlar› onlar›n ileri hamleleri kazanmalar›na

müsaade etmeyecek kadar k›s›rlafl›r. Oysa varl›klar›n inkiflaf

hamleleri durmaz. Ve hiçbir s›n›r tan›madan daima ileri do¤ru

at›lmak ister. Bu durum, imkânlar› bol olan ortamlarda normal

yürüyüfller hâlinde görünürken, böyle imkânlar› k›s›rlaflm›fl ve varl›klar›n

daha genifl ve ileri hamlelerine yetecek sahalar› kalmam›fl

madde ortamlar›nda, onlar›n, ç›rp›n›fllar›n›n, huzursuzluklar›n›n,

teflevvüfllerinin eflli¤indeki anormal, ola¤an d›fl› ve soysuzca görünen

birtak›m hareketlerine neden olur. ‹flte Mu dünyas›n›n bat›fl›

öncesine rastlayan zamanlarda kanser hâline girmifl madde ortamlar›n›,

yâni hücreleri idare eden varl›klar›n durumlar› da, böyle

olmufltu. Beden organizmas› içinde bulunan bu varl›klar›n, kendi

paylar›na ait maddî inkiflaf ortamlar›, daha ileri gidebilmelerine

yol vermez hâle gelmiflti. Meselâ, bedeni oluflturan bir deri hücresinin,

sonuçta, o bedende kendisine tahsis edilmifl, belirli bir

fonksiyon sahas› vard›r. Bu hücrenin onun üstüne ç›kmas›na bedenin

somatik durumu müsait de¤ildir. Böyle bir ç›k›fl, bedenin

ahengine uymaz. O hücreyi kendisine bir inkiflaf ortam› yapm›fl

olan basit varl›k, ilk zamanlar›nda fonksiyonunu mükemmelen yaparken,

muhtaç oldu¤u inkiflaf›n› sa¤layabiliyordu. Fakat bir ân

geldi ki o, bu inkiflaf devresini bitirdi. Daha üst inkiflaf ortamlar›na

haz›rlanmak ihtiyac›n› duymaya bafllad›. O hücrenin içinde

bulundu¤u ola¤an biyolojik flart ve imkânlar, bu ileri faaliyet

ihtiyaçlar›na cevap verecek durumda de¤ildiler. Dolay›s›yla, hücre

varl›¤›, bedenine s›¤amaz oldu. ‹flte bu durumun sonucu olarak,

daha önce normal bir deri hücresini ola¤an yollarda usulüyle kul-

251


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lanan o basit varl›k, flimdi, bedenin nizam› ve ahengi d›fl›na do¤ru

yön alm›fl hâlde ç›rp›nmaya bafllad›. Bu ç›rp›n›fl, o hücrenin, deri

toplulu¤u içinde, o toplulu¤a uymayan birtak›m hâl ve durumlar›na

neden oldu ki; bu da, tabiat›yla onun inkiflaf›nda “kanserleflme”

denilen bir teflevvüfl hâlini meydana getirdi. Kuflkusuz, deri

hücresinin bu kanserleflmifl ve deri organizmas› dahilindeki

ahenk ve nizam d›fl› faaliyetlere yönelmifl hâli, art›k bir inkiflaf

safhas›n› bitirip daha üst safhaya geçmek için ç›rp›nan, fakat

bulundu¤u flartlar içinde buna imkân bulamayan bir varl›¤›n son

ç›rp›n›fl hamlelerinden baflka bir fley de¤ildir.

Burada ma¤dur olmufl gibi görünen beden organizmas›na gelince:

O da, asl›nda hiçbir fley kaybetmemekte ve baflka varl›klar›n

tekâmüllerine zemin haz›rlamak hususunda yüklenmifl oldu¤u

otomatik bir yard›m› ve hizmeti yapmaktad›r. Bu vazifesini yapmakla,

o da, kader mekanizmas› muvacehesinde, daha üst bir kader

tezahürü olan mekâna ait liyakatleri kazanacak ve üst plâna

geçebilmenin genifl imkânlar›ndan böylece yararlanm›fl bulunacakt›r

ki; bu da, onun ileri bir aflamaya atlamas›, inkiflaf etmesi

demektir. Dolay›s›yla, ortada ma¤dur olan kimse ve gaddarl›k diye

bir fley yoktur. Yüz kiflilik bir mâflerî plân›n her bireyinin o yüz

kifli için çal›flarak kendi tekâmülünü sa¤lamakta oldu¤unu, daha

önce söylemifltik. En küçü¤ünden en büyü¤üne kadar herkes, birbirine

dayanarak, birbirinden bir fleyler al›p vererek, daima ileriye

do¤ru hamleler kazanmakta ve yükselmektedir. Bu yükselifle yönelik

olan hareketlerin hiçbirinde, hiçbir varl›k için; gaddarl›k, ceza,

mükâfat, zulüm, felâket diye bir fley mevcut de¤ildir. Her fley,

kader mekanizmas›n›n ölçüsüyle kazan›lm›fl liyakatlerin ve bu

yolda gösterilmifl cehitlerin sonucudur.

*

* *

Böylece, önceki dünya devrinin son zamanlar›nda, varl›klar,

bulunduklar› madde ortamlar› içinde, inkiflaflar›n›n son s›n›rlar›na

yaklaflm›fl veya gelmifl durumda idiler. Bu hâl, insanlar›n ve

di¤er yüksek, dünya varl›klar›n›n bedenlerini oluflturan hücrelerden,

bitkilere, hayvanlara ve insanlara kadar, her kademedeki

252


BEDR‹ RUHSELMAN

madde ortamlar›nda tekâmül eden varl›klar için, böyleydi. Bu nedenden

dolay› kanser hastal›klar› ço¤alm›flt›. Ve yine bu nedenden

dolay›d›r ki, insanlar, kaplar›na s›¤amaz oldular ve ileri hamlelerine

art›k cevap veremeyecek duruma gelmifl olan madde flartlar›n›n

d›fl›na ç›kmak ihtiyac›yla k›vranmaya bafllad›lar. Fakat

dünya maddesi flartlar›n›n ötelerine taflan yüksek ihtiyaçlar›n› giderebilmek

için, faaliyetlerini o madde d›fl› flartlara yöneltmeleri

gerekirken (bu flartlar›n neler oldu¤u daha önce aç›klanm›flt›), insanlar

bunu yapamad›lar ve bu ihtiyaçlar›n›, yine, içinde yaflamakta

bulunduklar› kaba hidrojen atomu dünyas› flartlar›nda aramaya

kalk›flt›lar. Arad›klar› mutlulu¤u orada bulamay›nca, o

maddelerin içine daha çok gömülerek, kendilerini orada avutmak

için ç›rp›n›p durdular. ‹flte bu hâl, insanlar›n bir yozlaflmas›, bir

kanserleflmesi manzaras›n› meydana getirdi ki; bu da, her ink›lâb›n,

her tekâmül devresi bafllang›c›n›n genellikle görülen bir icab›

ve do¤al karakteristi¤idir. Bunu daha aç›k aç›klamak için bir örnek

veriyoruz: Milyonlar› hayal eden ve bütün mutlulu¤unu bu

milyonlardan bekleyen, meteliksiz bir insan tasavvur edilsin! Ve

8–10 y›l sonra bu insan milyonlara sahip olsun! Vaktiyle, ancak

parayla gelece¤ine inand›¤› mutlulu¤un, flimdiki zenginli¤ine ra¤men

yine gelmedi¤ini görünce bu insan ne yapacakt›r? Bekledi¤i ve

umdu¤u mutlulu¤un parayla gelmedi¤ini görünce, bunun hüsran›-

n› paralar› içine daha çok gömülmekle unutmaya çal›flacak ve bu

da, onun teflevvüfllerine neden olacakt›r. Oysa o, art›k bu mutlulu¤un

parayla gelmeyece¤ini anlayacak ve onu baflka yerlerde arayacakt›.

O, bunu yapmad›. Arad›¤› mutlulu¤u bulamay›nca ve ondan

büsbütün uzaklaflt›¤›n› görünce daha çok mutsuzlu¤a düfltü.

Özetle, dünya maddesinin son imkânlar›n› da kullanarak devrelerini

bitirmifl, geçen dünya devri insanlar›, varl›klar›n›n daha

ileri inkiflaf hamlelerine imkân veremeyecek hâle gelmifl olan

dünya maddelerinden üstün sonuçlar beklemenin âdeta mermerden

ya¤ ç›karmaya çal›flmak demek oldu¤unu bir türlü düflünmek

istemediler ve bütün çabalamalar›na ra¤men, arad›klar› mutlulu¤u

maddelerde bulamad›lar, ileri hamle ihtiyaçlar›n› giderici,

253


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

kendilerini ferahlat›c› hiçbir sonuca ulaflamad›lar. Bu hâl, onlar›

büsbütün flafl›rtt›, çözülmez teflevvüfllere düflürdü, huysuzlaflt›rd›

ve madde içindeki durumlar›n› soysuzlaflt›rd›. Öz varl›klar›n›n,

mahiyetini bilmedikleri, bulamad›klar› öz ihtiyaçlar›n› gidermek

gayretiyle ve iste¤iyle, insanlar, yanl›fl bir yola sapt›lar, dünya

maddeleri içine sapland›lar. Bu hâlin sonucu olarak, kendilerinde

ortaya ç›kan mânâs›z bir gurur, sonuçsuz iddiakârl›klar, her

giriflimin sonuçsuz kalmas› fleklinde görünen baflar›s›zl›klar; kendilerinde

flaflk›nl›klar, hayal k›r›kl›klar› yaratt› ve kendilerini bizzat

kendileri için dahi anlafl›lmaz bir muamma hâline koydu. O

zaman insanlar, ne yapacaklar›n› idrak etmeksizin, bofl yere oraya

buraya sald›ran, huzursuz varl›klar hâline girdi. Bu gibi durumlarda

insanlar›n düfltü¤ü böyle teflevvüfl hâllerinin küçük örneklerini

gösteren say›s›z günlük misaller içinde, hat›rlataca¤›m›z

flu küçük gözlem, bu hususta basit bir fikir vermeye yeterlidir:

Birkaç gün önce sapan›yla kufl avlamaktan zevk duyan bir çocuk,

yolda giderken rastlad›¤›, kendi kendine ölmüfl bir kufl cesedi karfl›s›nda

›st›rap duyarak, onu uzun uzad›ya gömmeye kalk›fl›r. Fakat

aradan iki gün geçtikten sonra, bu ›st›rab›, elindeki sapanla

di¤er kufllar› öldürmesine mâni olamaz. Bu küçük örne¤in kapsam›n›

insanlar aras›nda geniflletmek ve böylece insanl›¤›n içinde

bulundu¤u flaflk›nl›k hâlleri hakk›nda pek genifl gözlem imkânlar›

elde etmek mümkündür.

‹flte bütün bu hâller, bir ink›lâb›n efli¤inde olman›n ifadesi idi.

Çünkü art›k yüksek ihtiyaçlar›n› duymufl, o ihtiyaçlar içinde ç›rp›nmaya

bafllam›fl varl›klar›n, elbette kader mekanizmas›nda ölçülüp

biçilmifl ve takdir edilmifl liyakatlerinin bir karfl›l›¤› olacakt›

ki; bu da, onlar›n lây›k olduklar› daha yüksek mekânlara ulaflabilmelerini

sa¤layacak büyük bir dünya ink›lâb›yd› ve bu yüzden

dünya, büyük bir ink›lâb›n efli¤ine gelmifl bulunuyordu.

*

* *

‹nsanlar›n bu ç›rp›n›fllar› da kanser hücresi varl›¤› hakk›nda

söyledi¤imiz gibi, mânâs›z de¤ildi. Buradaki mânâ, öz varl›¤›n ar-

254


BEDR‹ RUHSELMAN

t›k kab›na s›¤mad›¤›n› ve daha yüksek inkiflaflara, hamlelere, sonuçlara

ve kazançlara ulaflmak ihtiyac›n› duymaya bafllad›¤›n› ifade

etmekteydi.

Kader mekanizmas› karfl›s›nda; hiçbir liyakat gözden kaçmaz,

ileri hamlelere yönelik ve aslî icaplara uygun hiçbir isteyifl geri

döndürülmez, hiçbir ç›rp›n›fl ve hiçbir cehit bofla gitmez, özellikle

öz varl›¤›n hiçbir ihtiyac› giderilmeden b›rak›lmaz. Bütün bunlar,

kader mekanizmas›nda k›l› k›l›na ölçülür, biçilir, hesaplan›r

ve bu ihtiyaçlara en uygun gelen yeni imkân sahalar›ndan, yâni

inkiflaf ortamlar›ndan –daha önce aç›klad›¤›m›z tarzda– aslî zaman

ölçüleriyle mekânlaflt›r›lm›fl tezahürler meydana gelir, yâni

mukadderat meydana ç›kar. ‹flte geçmifl dünya devrinin art›k olgunlaflm›fl

ve dünya maddelerinden yararlanamaz duruma gelmifl

insanlar› da, böyle, yüksek kaderlerini, ileri ihtiyaçlar›n› karfl›layacak

yüksek mekânlar›, yüksek âlemleri beklemekte idiler. Henüz

bu dereceye gelmemifl olanlar ise, kendi basit durumlar›na ve

ihtiyaçlar›na yetecek ortamlar› ar›yorlard›. Dolay›s›yla, bütün bu

ihtiyaçlar›n gerçekleflmesi için, dünyan›n de¤iflmesi ve bunun sonucunda

da yeni ihtiyaçlar› karfl›layacak yeni mekânlar›n, yâni

yeni kaderlerin ortaya ç›kmas› icap ediyordu. Esasen birbirinden

büyük farklarla ayr›lm›fl bu iki gruptaki ihtiyaç sahibi insanlar›n

ayn› ortamda bulunmas› da uygun olmazd›.

*

* *

‹flte bu yüksek inkiflaf icaplar›n›n sonucu olarak, dünya bir ink›-

lâb›n, bir intikal gününün gerçekleflmesine haz›rlan›yordu. Dünyan›n

bu ink›lâb›, her devrede oldu¤u gibi, dengesinin önce bozulmas›,

sonra da yeniden kurulmas› fleklinde olacakt›. Bu denge bozuluflunun

ilk alâmetlerinden olarak, Mu k›tas›n›n oras›nda buras›nda

insan gücünün önleyemeyece¤i yer yer sars›nt›lar, yer yar›lmalar›,

volkan püskürmeleri görülmeye bafllad›. Bu hâller gittikçe

artarak, fliddetlenerek ve s›klaflarak 80–100 y›l kadar sürdü.

Art›k mukadder olan intikal günü yaklafl›yor, insanlar lây›k olduklar›

kaderlerine kofluyordu. ‹nsanlar›n büyük bir k›sm›, liya-

255


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

katlerini yüksek mekânlarda haz›rlam›fllard›. Ve oraya gideceklerdi.

Buna henüz haz›rlanamadan intikal ân›na girecek olanlar ise,

ink›lâp devri kapand›ktan sonra yine dünyada kalacaklar; yeniden,

liyakatlerini kazan›ncaya kadar az veya çok uzun bir süre s›-

ras›nda, bu dünyada, geri kalan taraflar›n› yetifltirmek için yaflayacaklard›.

Art›k ihtiyaçlar› bak›m›ndan bir arada yaflamas› mümkün

olmayan bu iki s›n›f insan kalabal›¤›, birbirinden ayr› yollarda ve

mekânlarda inkiflaflar›na devam etmek üzere, bir çatal a¤z›na yaklafl›yordu.

Zarurî ve mukadder olan intikal günü gelip çatt›ktan

sonra, art›k onu hiçbir güç durduramayacakt›. O zaman her fley bir

emrivâki olacak, liyakatlerin ölçüsü meydana ç›kacak, varl›klar›n

kader mekanizmas› ve aslî zaman muvacehesindeki kazan›mlar›n›n

sonuçlar› gerçekleflecekti. Nihayet intikal günü geldi.

*

* *

Herkes iflinde gücünde çal›fl›rken, bir gün, bütün k›talarda birden,

yâni dünyan›n her taraf›nda yerler oynamaya bafllad›. Bu

sallan›fl›n daha bafllang›çlar›nda iken muazzam binalar›n, muhteflem

tap›naklar›n, süslü saraylar›n ço¤u y›k›ld› ve büyük flehirlerin

ço¤u harap oldu. Birçok insan y›k›lan binalar›n alt›nda

kald› ve öldü.

K›talar allak bullak oldu. Denizler karalara hücum etti. Yerler

çatlad›. Korku ve dehflet içinde kaç›flan insanlar, kitleler hâlinde

öldüler. Bu hengâme* üç gün devam etti, üçüncü günü iki k›ta

birden yerin dibine gömüldü ve böylece, dünyan›n iki muazzam

k›tas›ndan biri Pasifik Okyanusu’nun, di¤eri Atlantik Okyanusu’-

nun dibinde kaybolup gitti. Dünyan›n çehresi, tümüyle de¤iflerek

bugünkü co¤rafî durumunu ald›.

*

* *

Mu devri kapand›ktan sonra dünya ilkelleflti ve vahflileflti.

Dünyada kalan insanlar iki etkinin alt›nda basitlefltiler: Bunlardan

biri, büyük y›k›m esnas›nda meydana gelen –kendileri için–

çok korkunç olaylard› ki, bunlar insanlar›n sinir sistemleri üze-

* “Hengâme” sözcü¤ü, “gürültü pat›rt› içindeki kargafla” anlam›na gelir.

256


BEDR‹ RUHSELMAN

rinde flok etkisi yapm›fl ve onlar› delirtmiflti. ‹kincisi, bundan daha

önemli ve kapsaml› idi. Bu da, bu iflteki büyük vazifelilerin

yüksek icaplara göre haz›rlad›¤› bir inkiflaf plân›n›n zorunlulu¤u

idi. Dünya yeni bir devreye bafllam›flt›. Bu devre, dünyan›n en

ilkel, amorfa en yak›n ve basit bir hâli idi. Bunun da böyle olmas›

gerekirdi. Çünkü insan alt› beden inkiflaflar›n› tamamlay›p ilk insanl›¤›n

inkiflaf kademelerine bafllamak üzere bekleflen say›s›z

varl›klar mevcuttu. Bunlar, en ilkel birer insan hâliyle dünyaya

inecekler ve inkiflaflar›na bafllayacaklard›. Hâlbuki dünya, böyle

bir ink›lâp geçirmeksizin ve yeni geleceklerin ihtiyaçlar›na uygun

olabilecek basit hâllere intikal etmeksizin, bu ilkel varl›klara bir

bar›nak, bir tekâmül zemini olamazd›. Meselâ onlar, bugünkü

gibi mütekâmil bir dünyaya gelselerdi, burada tekâmül etmek flöyle

dursun, yaflayamazlard› bile. Dolay›s›yla, onlar›n, muhtaç olduklar›

inkiflaflar› yapabilmeleri için, en basit maddelere ve bu

arada, en ilkel ana ve babalara gerek vard›. Akl› bafl›nda, az çok

fluurlu, idrakli insanlardan böyle bir sürü yamyam ve vahfli çocuk

do¤amazd› ve onlar›n aras›nda yaflay›p tekâmül edemezdi. Bu,

hem çocuklar için mümkün de¤ildi, hem de analar ve babalar

için. Bu çocuklar, basitlikleri, ilkellikleri, görgüsüzlük ve deneyimsizlikleriyle

dünya hayat›n›n insan kademesine ilk ad›mlar›n›

atm›fl varl›klard›. Dolay›s›yla, ilk insanl›k karakteri olan vahflet

devrinin bütün özelliklerinde yaflamak ve o devrenin bütün görgü

ve deneyimlerini geçirmek ihtiyac›yla dünyaya gelmifl bulunuyorlard›.

fiu hâlde, onlara vahfli maddeler, vahfli çevreler, vahfli bitkiler,

vahfli hayvanlar, vahfli analar ve babalar gerekiyordu. ‹flte kâinattaki

genel tekâmül ve inkiflaf mekanizmas›n›n mâflerî icaplar›-

na göre, dünyada kalanlar›n otomatikman üzerlerine yüklenecek

olan bu anal›k ve babal›k vazifelerini hakk›yla yapabilmeleri için,

onlar›n ilk kademelerdeki insanlar hâline inmeleri ve basitleflmeleri

icap etmekteydi. Dünya, bu basit ve ilkel devrinden itibaren,

çok uzun bir tekâmül yürüyüflüne tâbi olarak ve çeflitli inkiflaf

aflamalar›ndan geçerek, yetmifl bin y›l sonra bugünkü insanl›k

medeniyetine ve düzeyine ulaflabildi.

*

* *

257


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Geçmifl dünya devresinin kapanmas›na rastlayan, yukar›da bildirdi¤imiz

k›talar›n bat›fl›, din kitaplar›nda iki büyük sembolle

ifade edilmifltir: Bunlardan biri Nuh Tufan› sembolüdür, di¤eri

de k›yamet sembolüdür.

Tufan sembolüne göre, bütün yeryüzünü sular kaplar, Nuh’un

Gemisi’nde kal›p kurtulanlar d›fl›ndaki canl› yarat›klar›n hepsi suda

bo¤ulur. Ve sular çekildikten sonra dünyada hayat tekrar devam

eder. Bu sembolün tafl›d›¤› hakikî mânâ, dünyada bir devrenin

tümüyle kapan›p yeni bir insanl›k devresinin aç›lm›fl oldu¤unu

ifade eden mânâd›r.

K›yamet sembolüne gelince: Bu, tufan sembolünden daha kapsaml›d›r.

Burada, dünyan›n bir son günü gelecek, insanlar›n o

gün, sonlar› belli olacak, lây›k olanlar, yüksek mekânlara intikal

edecekler, henüz yetiflmemifl bulunanlar da ›st›rapl› yerlerde kalacaklard›r.

‹flte k›yamet sembolünün bu aç›k ifadesi, yukar›da anlatm›fl

oldu¤umuz dünya sonunun ta kendisidir.

Ancak, her din, insanlar› nefsaniyet düflkünlüklerinden kurtar›p

vazife sezgisine ulaflt›rmak gayesini tafl›maktad›r. Bu gayeye

ulaflmak için her din, insanlar›n anlayabilecekleri her vâs›tadan

yararlanm›fl ve buyruklar›n› ona göre tertiplemifltir.

Bu dünya devrinin din kademelerine eriflmifl olan insanlar,

daha önceki kademelerdekilere nazaran, çok ilerlemifl bulunmalar›na

ra¤men, henüz bugünkü anlay›fl ve görüfl düzeylerine ulaflamam›fllard›.

Bundan baflka, onlar›n öz varl›klar›nda, henüz yak›nl›¤›

dolay›s›yla, geçmifl y›k›ma ait korku izlenimleri fazlas›yla

bulunmakta idi. Onlar, olaylara bilgi ve idrak cephesinden ziyade,

his cephesinden bak›yor, onlardan o flekilde yararlan›yorlard›

ki; bu his cephesinin de bafll›ca unsuru –dedi¤imiz gibi– korku

idi. Hattâ bugünkü insanlar›n bile birço¤unda mevcut bu duygu,

o zamanlarda vicdanlara tam mânâs›yla hâkim durumda bulunuyordu.

‹flte dinler, insanlar›n inkiflaflar› için bu korku içgüdülerinden

yararlanm›fllar ve bununla, önemli bâz› tekâmül otomatizmalar›n›

258


BEDR‹ RUHSELMAN

kurmufllard›. Özetle, insanlar ilk zamanlarda, ancak bu korkular›n

etkisi alt›nda vazife bilgisi sezgisine ait haz›rl›klar› yapmaya

bafllam›fllar ve nihayet, bugünkü vazife sezgisi kudretine az çok

eriflebilmifllerdir.

Bu nedenle dinler, dünyan›n kapan›fl›na ait sembollerin bu

cephesinden, yâni his ve korku cephesinden yararlanarak, henüz

korku realitesinde yaflayan insanlara vazife sorumlulu¤unun otomatik

sezgisini verebilmek için, dünya bat›fl›n› ödül ve ceza mahiyeti

içinde gösteren Nuh Tufan› ve k›yamet sembolleriyle anlatmay›,

yararl› ve gerekli görmüfllerdir. Böylece bir taflla iki kufl vurulmufltur:

Bunlardan biri, büyük bir hakikatin insanlara hiç olmazsa

ilkel sezgisini vermek; o zaman için daha önemli olan ikincisi

ise, insanlar›n, inkiflaf ahengi içine girmelerini ve birtak›m

insanl›k vazifelerini –ceza korkusuyla dahi olsa– yar› idrakle benimseyebilmelerini

sa¤lamakt›r.

Bu hâli, flu küçük, basit örnekle daha iyi anlatabiliriz: Gök gürlerken

annesi, yeme¤ini yememekte ›srar eden 2,5 yafl›ndaki çocu-

¤una, “E¤er yeme¤ini yemezsen ‘gürgür baba’ seni kapacak.” der.

Buna inanan çocuk, gürgür baba kendisini kapmas›n diye, korkudan

hemen yeme¤ini yemeye bafllar ve maksat da gerçekleflmifl

olur. Burada istenilen fley, çocu¤un, lüzum ve zaruretini henüz idrak

edemedi¤i yemek vazifesini, korkutarak ona yapt›rtmakt›r. O,

bunu yapar ve yararlanarak büyür; vakti gelince de gürgür baban›n

ne oldu¤unu mükemmelen ö¤renir ve o zaman da, bu bilgiden

daha kapsaml› sonuçlar elde eder. ‹flte insanlar da böyledir.

Büyük din adamlar›, birçok defa bu anneler gibi hareket etmek

zorunda kalm›fllar ve insanlar› zamana ve mekâna uygun olan bu

süreçlerle, iyili¤e, do¤rulu¤a, di¤erkâml›¤a, feragate ve özellikle,

bir sürü di¤er, ibadet formlar›n› da emretmek suretiyle, vazife

sezgisi haz›rl›¤›na al›flt›rm›fllard›r. Bu al›flkanl›k sayesinde de insanlar

bugünkü vazife sezgisi düzeyine ç›kabilmifllerdir.

E¤er vaktiyle, inkiflafta çok k›ymetli rol oynam›fl bu sembollerle

dinler, insanlar›n bu korku duygular›ndan yararlanmam›fl olsalar

ve hakikatleri bugün yap›ld›¤› gibi, ancak bilgi kadrosunu

259


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

geniflletmek maksad›yla insanlar aras›nda yaymaya kalksalard›,

insanlar›n henüz sezmeye bafllad›klar› vazife duygular›n› bu hâle

getirmifl olmaktan çok uzakta kal›rlard›. Kald› ki, o zaman›n insanlar›n›n,

hakikatleri aynen anlayabilmeleri ve onlara inanmalar›

da mümkün olamazd›.

*

* *

Bugün, art›k korku ve his devri de¤il, bilgi, mant›k ve idrak

devri hâkimdir. Dolay›s›yla, geçmiflte büyük dinlerin hakikatler

karfl›s›nda zorunlu olarak kulland›klar› semboller, alegorik aç›klamalar

ve ifadeler, bugünkü idrakler karfl›s›nda istenilen sonuçlar›

vermemektedir. Bugün hakikatleri dünyaya aç›kça, oldu¤u gibi

belirtmemiz gerekiyor. Çünkü insanlar, art›k hidrojen atomu âleminin

son kemal noktalar›na ulaflm›fllar ve bu muazzam âlemin

kap›s›ndan d›flar› ç›kmak üzere, onun efli¤ine ad›mlar›n› atm›fllard›r.

Bu eflik ise, ancak idrak ve bilgi olgunlu¤uyla afl›labilir. Bu

sözler, aç›k ifadeleri tafl›rlar.

Hidrojen safhas›; ruhlar›n tekâmüllerinde ilk madde safhas›na

ait, karanl›k, muazzam ve ebediyet kadar uzun, mekanik bir inkiflaf

safhas›n› izleyen bir âlemin, varl›klar âleminin bafllang›c›d›r.

Bu âlem, bütün küreleriyle, günefl sistemleriyle, galaksileriyle insanlar

taraf›ndan görülen mikrometrik ve makrometrik muazzam

bir kâinat› oluflturur ki, madde kâinat› denince insanlar yaln›z bu

kâinat› görür ve kabul ederler. Çünkü bu, insanlar›n mensup bulunduklar›,

içinde yaflad›klar› âlemdir. Onlar için bu âlem, her ne

kadar sonsuz görünürse de, hakikatte madde cevherinin sonsuz

inkiflaf safhalar›n› içeren kâinat›n, sadece hidrojen atomu imkânlar›yla

s›n›rl›, belirli ve küçük bir k›sm›ndan ibarettir ki, buna

“hidrojen safhas›” veya “hidrojen âlemi” diyoruz. ‹flte bu hidrojen

âlemi içinde, insanlar taraf›ndan madde diye nitelendirilen ve

kendilerine özgü zaman ve mekân mekanizmalar›na tâbi olan bütün

cisimler, olufllar ve realiteler toplanm›flt›r.

Bu topluluklar aras›nda say›s›z miktarda galaksiler vard›r. Bu

galaksiler, milyarlarca günefl sistemini içerirler. Bu sistemler, bir

çekirdek etraf›nda dönen, o çekirdekle bir bütün oluflturan çeflitli

madde cüzlerinden, yâni gezegenlerden oluflmufltur. Bu sistem-

260


BEDR‹ RUHSELMAN

lerden bir tanesinin gezegenlerinden biri de Dünya’d›r. Hidrojen

safhas› idrakine ba¤l› bir görüflle, muazzam bir madde varl›¤›

içinde bir nokta kadar k›ymeti olmayan Dünya, asl›nda, hidrojen

âlemi içinde, göründü¤ü gibi küçük ve önemsiz de¤ildir. Dünya,

“hidrojen safhas›” denilen bu çok uzun ve yar› idrakli madde âleminin

en son duraklar›ndan biridir. Bu muazzam ve sonsuz âlemin,

kendisinden daha sonsuz, yüksek vazife ve organizasyonlar

kâinat›na aç›lan kap›lar›ndan bir tanesi de, Dünya’daki insanl›k

mertebelerinde bulunur. fiu hâlde, art›k insanlarca bilinmesi gereken

afla¤›daki hakikatleri hiçbir sembole ihtiyaç duymadan aç›klamak

zorunlulu¤u do¤maktad›r:

Hidrojen kâinat›n›n inkiflaf ortamlar›n› oluflturan say›s›z galaksinin

içinde milyarlar ve milyarca günefl sistemi vard›r. Her günefl

sisteminde çeflitli küreler mevcuttur. Her kürenin etraf›nda, o küreye

özgü bir manyetik alan bulunur. Bir sistemdeki kürelerin

manyetik alanlar›n›n birbiriyle ahenkleflip kurduklar› iliflkilerden,

o sistemin kendisine özgü manyetik alan sentezi meydana gelir.

Sistemin bu manyetik alanlar› da birbirleriyle iliflki ve denge hâlindedirler.

Sistemlerin kürelerinden bir tanesi kendi yerinde döner. Buna

günefl veya çekirdek derler. Di¤erleri bu çekirde¤in etraf›nda dönerler.

Bunlara da gezegen derler. Bir sistemin gezegenleri, san›ld›¤›

gibi o sistemin güneflinden koparak ayr›lm›fl parçalar de¤ildir.

Bunlar, o sistemin mensup bulundu¤u galaksinin içinde ayr›

ayr› –daha önce aç›klad›¤›m›z mekanizmalarla– oluflmufl ve inkiflaf

derecelerine göre, manyetik alanlar›n›n iliflki ve dengeleri sonucunda

meydana gelen hareketlerle, birbirine ba¤lanm›fllard›r.

Dolay›s›yla, bir sistem içinde, günefle ayr›cal›k vererek onu bir tarafa,

gezegenleri di¤er tarafa ay›rmak do¤ru de¤ildir. Günefl de,

sistemin dereceleri içinde kendi yerini alm›fl ve gezegenleri aras›na

kar›flm›fl bulunmaktad›r. Derecesi de onlardan üstün de¤il,

birço¤unun afla¤›s›ndad›r. Yaln›z, biraz sonra söyleyece¤imiz gibi,

güneflte, bütün gezegenlerin idaresinde rol alan vazifeli varl›klar›n

daha çok toplanmas›, bu bak›mdan ona sistem içinde ayr›ca

bir yer verilmesine neden olur.

261


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

‹flte böylece her sistemin günefl ve gezegenleri, o sistem içinde

yetiflmek üzere bulunan varl›klar›n en basitinden en mütekâmiline

kadar, hepsinin ihtiyaçlar›n› giderici tarzda derecelenmifl ve

tertiplenmifltir. fiu hâlde, bir sistemin her gezegeni, kendisinden

bir üstün olan gezegeninin daha üstün imkânlar›na, varl›klar› haz›rlamakla

fonksiyonlanm›flt›r.

Bir sistem içinde, tekâmül eden basit varl›klardan baflka, sistemin

bütün geri kürelerinde ve özellikle güneflinde, o sistem

içindeki ileri inkiflaf mertebelerine varm›fl bedenlilerin tekâmülleriyle

ilgili her türlü imkân› sevk ve idare etmek vazifesiyle yükümlü,

vazife plân›n›n kudretli varl›klar› bulunur. Bunlar, o kürelerin

maddeleriyle bedenlenmifl de¤ildirler. Onlar›n bedenleri,

hidrojen kâinat›na ait olmayan daha yüksek madde ortamlar›ndan

toplanm›fl malzemelerle yap›lm›flt›r. Bu bak›mdan onlara beden

demek de do¤ru de¤ildir. Onlar bu maddeleri, yükümlülüklerinin

yerine getirilmesine en elveriflli flekilde, bizzat kendileri

toplarlar. Ve vazifelerine uygun gelen, o sistemin kürelerinden birinde

veya birkaç›nda bu süptil maddeleri vâs›ta olarak kullan›p

vazifelerini yaparlar. Bunlar, enkarnasyon mânâs›nda düflünülmemek

flart›yla, istedikleri kürede bulunabilirler. Meselâ gere¤ine

göre Günefl’i, Ay’›, Merih’i, Jüpiter'i ziyaret edebilirler. Bunlar,

sistemlerin çeflitli nizamlar›n›n tatbikatlar›nda vazife gören, vazife

plân›n›n varl›klar›d›r.

Fakat dedi¤imiz gibi, kürelerde bunlardan baflka, tekâmül etmek

üzere bedenlenen, o kürelerin as›l sakinleri vard›r. Bunlar

Dünya’da oldu¤u gibi, o küreden kendilerine birer beden yap›p

onlara ba¤lanmak suretiyle, o bedenleri o küredeki hayat› boyunca

kullanan bedenli varl›klard›r. Bu varl›klar Günefl Sistemi’mizin

bütün di¤er gezegenlerinde Dünya’m›zdakinden daha basit ve

geri durumdad›rlar. Bunlar, bulunduklar› kürelerde say›s›z bedenlenmeler

geçire geçire inkiflaf edip daha üst kürelere atlarlar

ve nihayet sistemlerinin en mütekâmil küresine gelirler. Sistemimizde

bu mütekâmil küre –söyledi¤imiz gibi– Dünya’d›r ve onun

en mütekâmil varl›¤› da insand›r.

262


BEDR‹ RUHSELMAN

‹flte kürelerdeki basit, bedenli varl›klar›n inkiflaflar›na, o sistemdeki,

biraz önce sözünü etti¤imiz vazifeli varl›klar›n çeflitli

yard›mlar› dokunur.

Nihayet o sistemin en mütekâmil küresini de, meselâ sistemimizde

Dünya’m›z› da bitirmifl bedenli varl›klar, hidrojen âlemini

bitirmifl, üst âleme liyakat kazanm›fl durumlara girerler.

fiu hâlde, kâinat›n üstün vazife âlemine, hidrojen âleminin say›s›z

galaksisinin, milyarlarca sisteminin, milyarlarca mütekâmil

küresinden, milyarlarca varl›k intikal etmektedir.

*

* *

Günefl Sistemi’mizin en mütekâmil gezegeni Dünya’m›zd›r,

Dünya küresidir. Ve zannedildi¤i gibi, meselâ Merih’te veya sistemin

di¤er gezegenlerinde veya Günefl’inde Dünya’dakinden daha

mütekâmil varl›klar yoktur. Çünkü gerçekten Günefl Sistemi’mizin

mütekâmil gezegenlerinden biri de Merih oldu¤u hâlde, buradaki

varl›klar Dünya’dakilerden daha az mütekâmildir. Sistemimizin en

geri gezegenlerinden biri Plüton'dur. Bu gezegenin en mütekâmil

varl›¤›, Dünya’m›z›n en geri varl›¤› olan küf’ten daha geridir.

Yine, Günefl de sistemin geri bir küresidir. Esasen Günefl maddesinin

bu basitli¤inden dolay›d›r ki, manipülasyonu kolay oldu-

¤u için, sistemin gezegenlerini ve özellikle Dünya’y› idare eden

vazifeliler, daha ziyade Günefl’te bulunurlar. Fakat söyledi¤imiz

gibi, bu vazifeliler gezegenlerde de dolaflabilirler. Ve her kürede

vazife görebilirler.

Demek ki Günefl Sistemi’mizde, hidrojen âleminin inkiflaf aflamalar›n›

tamamlay›p oradan diplomas›n› alarak üst âleme terfi

edecek varl›klar›n topland›klar› yer, Dünya’d›r. Dünyam›z, Mu

devrinin kapan›fl›n›n ard›ndan geçen yetmifl bin y›l boyunca, art›k

bu devredeki vazifesini bitirmek üzere bulunan, üzerinde tafl›d›¤›

insanlara, lây›k olduklar› âlemlerin kap›lar›n› açmak ve imkânlar›

tükenmifl hidrojen âlemi kap›s›n› da arkalar›ndan kapamak haz›rl›klar›na

bafllam›flt›r.

*

* *

263


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Dünya hayat› bafltan bafla hareketler ve olaylar kompleksidir.

Bu olaylar›n içine dalm›fl ve saplanm›fl olan insanlar, etraflar›nda

bazen birbirlerine z›t olaylar, çeflitli uygunsuzluklar görebilirler

ve bunlar› da birer düzensizlik san›rlar. Fakat bu görüfl yanl›flt›r

ve özellikle nedensellik prensibi hakk›ndaki bilgi eksikli¤inden

do¤an, olaylar› yanl›fl yorumlaman›n bir sonucudur.

Olaylar›n sonuçlar›n› nedenlerine ba¤lamaya yard›m eden bir

bilgi kudretiyle dünyaya bakanlar, onun en küçük zerresinden

bütününe kadar her durumunda, her olay›nda, her varl›¤›nda

muazzam bir ahengin, nizaml› bir tertibin mevcut oldu¤unu

görmekte gecikmezler. Nedensellik ba¤lar›n›n nizaml› ve tertipli

olufllar›, büyük kâinat ahengini meydana getirirler. O hâlde bu

ahengi gözlemleyebilmek için; her hareketin ve olay›n direkt ve

endirekt olarak sonsuz ba¤larla birbirine ba¤l› bulundu¤u sezgisini

insana veren, bütün olaylar aras›ndaki nedensellik ve neden

iliflkilerini düflünmek ve bu sahada bir fleyler görmeye, duymaya

çal›flmak gerekir. Bu düflünüfl ve görüflü sa¤lamak için, âlemde

hiçbir fleyin nedensiz olmad›¤›, her fleyin bir sonuca ba¤land›¤›

hakk›nda daha önce verdi¤imiz bilgiyi tekrar gözden geçirmek

laz›md›r. Orada nedensellik prensibi hakk›nda yeterli derecede

bilgi vermifltik. Bu prensibi esas tutup dünya hayat›n› inceleyenler,

orada, biri di¤erini sonuçland›ran ve baflkas› da öbürünün

nedeni olan, birbirine ba¤lanm›fl birçok olay› ve olufl hâlini, zincirleme

ve ahenkli bir ak›fl içinde görebilirler. Bu ak›fltaki tertipler,

nizamlar ve büyük maksatlara do¤ru ilerleyen hareketler,

insanlara, âlemdeki büyük ahengin mevcudiyetini bütün kudretiyle

hissettirirler.

Küçük bir kufl yumurtas›n› ele al›n›z! Tek bafl›na ele al›nan bu

basit kufl yumurtas›n›n, büyük kâinat ahengi içinde muazzam sonuçlarla

birbirine ba¤l›, çok tertipli ve nizaml› say›s›z durumlar›

vard›r. Yumurtan›n bu büyük ahenge ba¤l› olan hayat›n› izleyelim:

Bu yumurtadan zamanla küçük bir yavru meydana gelecektir.

Bu yavrunun meydana gelmesi için de, onun bir süre, belirli

bir s›cakl›k derecesinde korunmas› gerekir. Bunun için, difli bir

264


BEDR‹ RUHSELMAN

kufla yukar›dan, bu iflle vazifeli olan bir plândan bâz› tesirler gönderilir.

Bu kufl, bu tesirlerin alt›nda bâz› içgüdülere sahip olur. Bu

içgüdüler sonucunda yumurtan›n üzerinde bir süre sebatla oturur.

Bedeninin ›s›s›yla onun içindeki tohumun bir yavru kufl hâlinde

yetiflmesini sa¤lar. Buraya kadar s›ralad›¤›m›z, neden–sonuç

zincirinin birkaç halkas›n› yürüten tertip ve nizam apaç›kt›r. Bu,

büyük bir ahengin ifadesidir.

Yumurtadan ç›kan ve koca kâinatin içinde bir damla bile olmayan

kufl yavrusunu hiçe saymak, hattâ küçümsemek çok yanl›flt›r.

Unutulmas›n ki bu yavru da, kâinat›n bir parças›d›r ve yaflamas›

ve büyümesi için kâinat mekanizmas›n›n onun hesab›na düflen

cüzleri, sürekli olarak çal›flmaktad›rlar. Nitekim, yumurtadan yeni

ç›kan yavru, henüz basittir, deneyimsizdir, acemidir. Uçmas›n›

bilmez, yemesini bilmez, düflmanlar›n› tan›maz, tehlikeleri görmez,

g›das›n› nerelerden, nas›l sa¤layaca¤›n› tayin edemez. Dolay›s›yla,

e¤er o, dünyaya gelir gelmez böylece kendi hâline b›rak›-

l›verirse, yaflayamaz, ölür. Oysa onun yaflamas›, birtak›m ifller

görmesi gerekiyor. fiu hâlde, bu iflleri ona ö¤retecek ve yapt›rtacak

birisine ihtiyaç vard›r; bu birisi de yine, onun dünyaya gelmesine

yard›m eden difli kufl olacakt›r. Fakat bu difli kufl, bunu düflünemez

ve yavrusunun bu ihtiyac›n› takdir edemez. O zaman,

tekâmül nizam›nda vazifeli olan varl›klar›n müdahalesi bafllar ve

ona öyle tesirler gönderilir ki, o tesirlerin do¤uraca¤› içgüdülerle

ana kufl, bu defa can›n› dahi tehlikelere atarak, yavrular›n› beslemek,

onlar› –kendilerini kurtarabilecek duruma gelinceye kadar–

yetifltirip büyütmek zorunda kal›r. Yavru kuflun yaflamas›na ve

bunun için de difli kufla yukar›dan tesirlerin gönderilmesine gerek

vard›r. Çünkü o yavru, dünyaya, kendi varl›¤›n›n dünyada kufl

hâlindeki inkiflaf ihtiyac›n› gidermek için gelmifltir. O, bu sayede

dünyadaki kufl bedeninin bütün icaplar›n› yerine getirecek, görgü

ve deneyimlerini –otomatik bir mekanizma içinde– kazanacak,

çevresindeki di¤er varl›klar ile olan iliflkileri sayesinde de, onlar›n

bâz› tatbikatlar›na vesile olacakt›r. Bütün bu ifller için gerekli olan

tertipler, vazifelilerin yard›m›yla kurulacak ve kufl böylece dünyadan

alaca¤›n› alm›fl, verece¤ini vermifl bulunacakt›r. Bütün bun-

265


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lar olup bittikten sonra, art›k onun kufl bedenini b›rakmas› gerekir.

Çünkü o, flimdi, daha ileri bir inkiflaf imkân›na kavuflmak ihtiyac›n›

duymaya bafllam›flt›r. Bu imkân› sa¤lamak için yeni bir

tertibe gerek vard›r. Onunla vazifeli olanlar, bu tertibi de yoluna

koyarlar. Baflka bir bedene girmek üzere dünyadan ayr›lmas› icap

eden bu kuflu, dünyadan uzaklaflt›racak çeflitli vâs›talardan –di¤er

varl›klar›n da tekâmül ahengine– en uygun olan›na baflvururlar.

Meselâ, o s›ralarda günlerden beri yiyecek bulamam›fl, aç kalm›fl,

yaflamas› icap eden bir kedinin de bu olaydan yararlanmas›, yukar›daki

tertip mekanizmas›na pekâlâ uygun gelir. Dolay›s›yla,

vazifeli tesirler, o aç kalm›fl kediye inmeye bafllar ve o kuflu yemek

yolundaki faaliyetlere onu sevk eder. Kedi, bu sayede hem

karn›n› doyuracak, hem de kedili¤inin kendisine kazand›rmas›

icap eden bâz› melekelerini gelifltirecektir. Ayn› tesirler, art›k

dünyadan ayr›lmas› icap eden kufla da iner, kuflu kedinin tam

bulundu¤u yere sürükler. Bu tesir alt›nda kuflun gözü kediyi

görmez, do¤ruca kedinin kolayca uzanabilece¤i yere konar. Kedi,

kuflu yakalar ve yer. fiimdi olay›n ak›fl› di¤er bir kola, yâni baflka

bir varl›¤›n plân›na da ayr›lm›fl oldu. Fakat onu b›rakal›m, kuflun

sonuna devam edelim!

Biz kuflun yumurtadan ç›k›p ölünceye kadar geçirdi¤i hayat

olaylar›ndan ancak birkaç›n› ele ald›k ve bunlar›n ne kadar mükemmel

bir tertiple, belirli maksatlara do¤ru ilerleyen neden–sonuç

ba¤lar›n› ve tertiplerini gösterdik. Onun, bundan baflka, kendisine

özgü mâflerî plân›nda bitki, hayvan ve hattâ insanlar ile direkt

veya endirekt olarak di¤er birçok iliflkisi bulunabilir. Bütün

bunlar, genel inkiflaf ahenginin çerçevesini k›l kadar aflmadan devam

ederler. Bunlar içinde, iyi görünen hâller oldu¤u gibi, yemini

elde etmek için yere konan kuflca¤›z›n canavar bir kedi taraf›ndan

durup dururken parçalanmas› gibi, görünürde kötü, bozucu,

düzensiz görünen hâller de vard›r; ama yukar›ki bilgiden

sonra, burada ahenksizlik de¤il, aksine, ahengin ve tertibin en

mükemmel mekanizmas› gözlemlenir. Çünkü bu tertipler sayesinde

bu kufl, art›k daha üstün ve inkiflafa daha müsait di¤er bir be-

266


BEDR‹ RUHSELMAN

dende dünyaya gelecektir. fiimdi bu varl›k, imkân› daha bol di¤er

bir hayvan bedeninde dünyaya gelmek üzere, yukar›da söyledi-

¤imiz tertiplerle dünyadan ayr›ld›ktan sonra, onun için yine, analar,

babalar, yetifltiriciler, çevreler, iklim flartlar›, yard›mc›lar...

her fley haz›rlan›r. O varl›¤›n inkiflaf› için neler gerekiyorsa, onlar,

vazifelisi taraf›ndan çeflitli tertipler, nizamlar dahilinde meydana

getirilir. O varl›¤›n otomatik olan mâflerî plân›na girecek gerek

kendi türündeki, gerek di¤er türlerdeki varl›klar ile çeflitli iliflkilerini

tayin ve tespit etmek üzere, tertipler ve nizamlar birbiriyle

ayarlan›r. Meselâ, o bir köpek olacak ise, köpek hayat›ndaki inkiflaf

imkânlar›n› haz›rlayan tertipler aras›nda, kudurarak ölmesi

icap eden bir insan›n o köpe¤e sahip olmas› da sa¤lan›r. Bütün

bunlar dünyadaki genel tekâmülü yürüten büyük nizam›n ahengi

içinde cereyan eder.

Köpe¤in vakti gelmifltir. Ölecektir. Plân gere¤ince köpek kudurur.

Bu s›rada onun sahibi olan insan da dünyadaki iflini bitirmifl,

yeni bedenlerde inkiflaf›na devam etmek üzere dünyadan ayr›lacak

duruma gelmifltir. Yine tertip ve plân gere¤ince, kuduran köpek

onu ›s›racak, kudurtacak ve böylece ikisi de ölecektir. Bütün bunlar

birbirine ba¤l›, büyük ahenk içinde yürüyen tertiplerdir.

Görülüyor ki, flu varl›¤›n ilk önce basit bir yumurta hayat›ndaki

çevre ile olan iliflkilerinde, sonra kufl hayat›ndaki kedi, daha

sonra da köpek hayat›ndaki insan hikâyelerinde birbirine z›t yönlerde,

sakat gibi görünen hayat yürüyüflü, asl›nda, genel tekâmül

ve inkiflaf ahengine uygun, düzgün bir yürüyüfl izlemektedir. Bu

yürüyüfl de, yetiflkin bir kufla anal›k vazifelerine ait ilk içgüdülerin

haz›rl›klar›n› kazand›rm›fl, kufl bedeniyle bir kedinin yaflamas›n›

ve bâz› melekelerinin inkiflaf›n› sa¤lam›fl, köpek bedeniyle bir insan›n

kudurmas›na neden olarak onun bireysel ve mâflerî plân›nda

birtak›m sonuçlar›n meydana gelmesine neden olmufltur. Bunlar›n

hepsi, bu varl›klar›n tekâmülleri için muhtaç olduklar› en

gerekli durumlar›n meydana gelmesi içindir. ‹flte bu hâl, büyük

ahengin dünyaya ait tezahürünün küçük bir parças›d›r. Birbirine

ayk›r› görünmesine ra¤men tek bir gayeye do¤ru yürütülen bu

267


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

tertipler, asl›nda, büyük tekâmül nizam›n›n, dolay›s›yla kâinat

ahenginin icaplar›ndand›r.

Basit bir yumurta iken ele ald›¤›m›z bu varl›¤›n, böyle say›s›z

bedenler içinde say›s›z, di¤er varl›klar ile sonsuz iliflkiler ve ba¤lar

kura kura, gittikçe irtibat sahas›n›n kapsam›n› artt›ra artt›ra, nihayet

günün birinde bir insan bedenine yükselerek, onu kullanabilecek

kudrete eriflmesi, bu âna gelinceye kadar çevresi ile olan

milyarlarca iliflkilerinde kâinatta milyarlarca olay› meydana getirmesi

ve bu olaylar›n k›l kadar flaflmadan birbirine ba¤l› olmas›,

birbirini desteklemesi; bu ahengin nizaml› tertiplerinin en canl›

gözlemini meydana getirir.

Bu insan›n, çevresiyle, ailesiyle, dostlar›yla, di¤er insanlarla,

cemiyetle, ulusla, nihayet, direkt veya endirekt bütün befleriyetle

kuraca¤› mâflerî plânlar içinde, say›s›z iliflkileri, ba¤lar›, tesirleflmeleri

olacak ve insanl›¤›n›n bütün hayatlar› boyunca devam edecek

bu ba¤lar, iliflkiler, tesirleflmeler, say›s›z tertipler ve kombinezonlar

içinde, bütün insanl›¤› ve hattâ kâinat› ilgilendiren sonuçlar

do¤uracak ve onun art›k kâinatflümul olan sonraki hayat› da,

kâinat ahenginin nizam ve tertiplerine tam bir mutabakat hâlinde,

Ünite’ye do¤ru ilerleyecektir. Burada göstermifl oluyoruz ki,

basit bir kufl yumurtas›n›n kâinatflümul bir varl›k hâline gelinceye

kadar yürüyece¤i yol üzerinde, onun, bireysel plânlar›na ba¤lanm›fl

mâflerî plân› olacak; o mâflerî plân›n di¤er mâflerî plânlar ile

direkt veya endirekt tertiplerde ve nizamlarda iliflkileri kurulacak;

bütün bu bireysel ve mâflerî plânlar›n icaplar›na uygun çeflitli çevre

ve do¤a flartlar› mevcut olacak; bu flartlarla bu plânlar ayarlanacak;

bu ayarlamalarda, nizamlaflmalarda ve ahenkleflmelerde

dereceleri çok de¤iflik, kimisi tümüyle otomatik, kimisi yar› idrakli,

kimisi tam idrakli bir sürü vazifeli varl›k vazifelenerek çal›flacak

ve bunlar›n üstünde yüksek, üstün vazife plân› varl›klar› birer

idareci olarak Ünite’den ald›klar› icap direktiflerine göre, kendi

direktif ve kontrolleri alt›nda onlar› sevk ve idare edecek; nihayet,

o basit yumurta, günün birinde büyük vazife plân›n›n idare

mekanizmas›nda di¤erleri gibi rol alm›fl kudretli bir varl›k hâline

268


BEDR‹ RUHSELMAN

girecektir. Burada, bu basit kufl yumurtas›n›n çok ilerilerde büyük

bir vazifeli varl›k hâline girece¤ini gören ve daha, basit bir yumurta

hâlinde iken, onun bu yüksek durumunu sa¤lay›c›, gerekli

ilk haz›rl›klar› tertip ve tayin edebilen kudret, o büyük ahenkten

gelmektedir. Yâni, bir varl›¤›n milyarlar ve milyarlarca y›l

sonra gelecek durumlar›n›n ilk haz›rl›klar›n›n tayin edilerek, k›l

kadar flaflmadan bu haz›rl›klar›n hedefine do¤ru yürütülmesi, ancak

büyük ahengin kudretiyle mümkün olabilir.

Art›k aç›kça görülebiliyor olmal›d›r ki, bütün bu faaliyetler,

kâinatta tekâmülü hedef tutan ve kâinat› bütün olaylar›yla bir tek

olufla ba¤layan ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde cereyan etmektedir

ve dünya varl›klar›n›n tek yönlü, k›s›r idrakleri karfl›-

s›nda genellikle menfî görünüfllerine ra¤men, bu nizam, tam ve

flaflmayan bir ahenk içinde ak›p gitmektedir.

*

* *

Bütün varl›klar›n inkiflaf ve tekâmüllerine ait hareketler, ancak

bu kâinat ahengi içindeki nizamlar›n, tertiplerin ›fl›¤› alt›nda yürüyebilir.

Her tertip, her olay; ilâhî icab›n tecellisi olan kâinat

ahenginin bütün varl›klar› kapsayan tekâmül zorunluluklar›n›

karfl›lar. fiu hâlde, kâinat›n bütün âlemlerinde oldu¤u gibi, bu

ilâhî icab›n kapsam›na giren dünyam›z da, elbet bu büyük ahengin

içindedir. Dolay›s›yla, bir kuflun aç bir kedi taraf›ndan parçalanmas›,

hem kuflun, hem de kedinin inkiflaf› için ne kadar gerekli

ve kâinat›n tekâmül plân› ile ne kadar düzenli bir olay ise; bir

devlet baflkan›n›n flu veya bu gibi görünürdeki nedenlerle bir ulusu

savafla sürüklemesi, birçok insan›n ölümüne neden olmas›, birçoklar›n›n

açl›k, sefalet, ›st›rap içinde kalmalar›na yol açmas›, bütün

bu ifle kar›flm›fl olan varl›klar›n ayr› ayr› paylar›na düflen inkiflaflar›

için o kadar gerekli ve kâinat›n genel tekâmül plân›nda da

o kadar ahenkli bir olayd›r. Bunlar›n birincisinde hem kufl, hem

kedi, yüksek inkiflaf hedeflerine varmak için bu ifle nas›l otomatikman

sürüklenmiflseler, ikincisinde de, bu baflkan ve onun pefline

tak›lanlar, ayn› yoldaki büyük hedefe do¤ru kurulmufl ahenge,

öylece otomatikman kat›lm›fl bulunmaktad›rlar. Bütün bun-

269


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lar›n sonucunda elbette, say›s›z inkiflaf hamleleri al›nacak, sonsuz

ilerleme imkânlar› o insanlar›n önlerine aç›lm›fl olacakt›r. Buradaki

bo¤uflmalar›n, k›r›flmalar›n, vuruflmalar›n periflan, ahenksiz,

bozuk ve düzensiz görünen manzaras›; hakikatte, insanlar›n

idraklerinin üstünde bir tertiple, onlar›n lây›k olduklar› ve istedikleri

›st›rapl›, azapl›, iflkenceli yollardan inkiflaf imkânlar›n› sa¤layan,

ahenkli bir durumun ifadesidir.

*

* *

Do¤an›n bütün durumlar›nda ve olaylar›nda, tekâmülün genel

ahengine göre, varl›klar›n her türlü ihtiyaçlar›na uygun durumlar

meydana getirilmifltir. Âlemdeki bu ahenk, bu düzen, bütün varl›klar›n

tekâmülleri yolundaki mukadderlerine hâkim ilâhî icab›n

tezahürüdür. Bu icap da, büyük kâinat organizasyonlar›nda vazife

alm›fl her kademedeki vazifelilerin, Ünite’den gelen direktiflere göre,

derece derece kapsam kazanan fonksiyonlar›yla yerine getirilir.

Böylece bütün âlemler, bütün kâinat, büyük bir ahenk içinde

birbiriyle s›ms›k› kucaklaflm›fl, say›s›z olaylar, olufllar ve ak›fllar

kompleksidir. Ahenk, kâinat›n bizzat kendisidir.

*

* *

En yüzeysel bir görüflle dahi, dünyada etraf›na dikkatlice bakanlar,

bu büyük ahengin do¤aya yans›m›fl say›s›z görünümlerini

görebilirler.

Yüksekten yeryüzüne bak›ld›¤› zaman, karalar ile denizlerin

kavuflmas›ndaki ahengi herkes görebilir. Milyonlarca canl›n›n

hayat›na en ufak bir zarar bile vermeyecek flekilde, denizlerin karalar

ile kucaklaflmas›, tekâmül ahenginin, dünya maddeleri üzerinde

görünen tezahürlerinden biridir. Denizler, derin bir sayg›

gösterircesine karalara karfl› olan s›n›rlar›n› aflmazlar. Karalar,

sakin bir a¤›rbafll›l›kla denizlere karfl› olan durumlar›n› korurlar.

Bütün bunlar dünyada yaflayan canl›lar›n hayat flartlar›na ve genel

ahenge göre, vazifeli varl›klar taraf›ndan ayarlanm›flt›r. Bu

ahengin biraz bozulmas›, meselâ denizlerin, bulunduklar› seviyeden

8–10 metre yükselmesi, birçok yerde, birçok canl›n›n haya-

270


BEDR‹ RUHSELMAN

t›na mal olabilecek sonuçlar› do¤urur. Fakat böyle olmamas› icap

eden yerlerde bu ahenk aslâ bozulmaz.

*

* *

Dünyada hayat›n sürmesi ve varl›klar›n inkiflaf› için kurulan bu

büyük ahenge mevsimler güzel bir örnek olurlar. Mevsimler,

hayat sahiplerinin yaflama imkânlar› dahilinde kalan s›cakl›k derecelerindeki

belirli s›n›rlar›n› aflmaks›z›n, büyük bir nizam ve intizam

içinde birbirlerini izlerler. Bunlar›n ak›fllar›ndaki otomatizma,

büyük vazifeliler taraf›ndan kurulmufltur. Bu sayede, meselâ

›l›man iklimlerde, k›zg›n yaz günlerinden birdenbire k›fl›n en so-

¤uk günlerine atlan›vermez. S›cakl›k dereceleri en üst s›n›rdan en

alt s›n›ra ve en alt s›n›rdan en üst s›n›ra gelinceye kadar, kademe

kademe, her gün biraz daha de¤iflmek suretiyle, tatl› bahar ak›fllar›

içinde yazlardan k›fllara, k›fllardan yazlara geçilir ve hiçbir zaman

çizilmifl s›cakl›k derecelerinin s›n›rlar›, ne afla¤›da ne yukar›da,

dünyadaki hayat sahiplerinin dayanamayacaklar› seviyelere

uzanmaz. Bu hâl, âlemlerin büyük ahengine uyan yüksek

plânlar taraf›ndan düzenlenmifl, hesapl› bir tertiptir.

Mevsimlerin s›cakl›k-so¤ukluk dereceleri, varl›klar›n her türlü

ihtiyac›na cevap veren malzemelerle doludur. Burada da büyük

bir tertip ahengi vard›r. Ve bütün bu nizam ve tertipler, kâinat›n

genel tekâmül ak›fl› içinde, dünya varl›klar›na sonsuz imkân kaynaklar›

haz›rlamak hedefi yolunda kurulmufltur. Bu ahenkten zerre

kadar flaflmamak üzere, say›s›z vazifeli varl›klar, bu kurulufllarda

vazifelenmifllerdir.

‹lkbahar›n tatl› ve hayat için gerekli olan nemli havalar›, bir sürü

bitki ve hayvan bedeninin uyanmas›na neden olur. Her fley tazelenir,

gençleflir. Yaz mevsimi, olgunluk devridir. Bütün meyveler

olgunlafl›r, her hayat sahibi kendisinde mevcut olan kudretleri

ortaya döker. Bu, bir verimlilik mevsimidir. Sonbahar, belirli bir

devre boyunca vazifelerini görmüfl bâz› varl›klar›n, yeni hayatlar›na

haz›rlanmak üzere geçici bir uykuya, ölüme ve dinlenmeye

olan ihtiyaçlar›n› karfl›lar. Bu s›rada yapraklar solar, dökülür.

271


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

A¤açlar gizli hayatlar›na dönmeye bafllar. Gelecek bahardaki yeni

uyan›fllar›na kendilerini haz›rlamak üzere, birçok hayvan, kabu-

¤una, yuvas›na çekilir veya kendisini gelece¤e haz›rlayan uykusuna

veya ölümüne dalar.

K›fl, bütün bedenlilerin her türlü tekâmül malzemesini içeren

bir mevsimdir. O mevsimde insanlar, bir sürü s›navla, deneyimle,

gözlemle karfl›lafl›rlar. Nispeten çetin flartlar alt›ndaki çal›flmalar,

cehit ve gayretler, insanlar›n olgunlaflmalar›na, pekinleflmelerine

yard›m eder. Bütün bunlar, birbirine ba¤l› tertipler içinde,

karfl›l›kl› al›flverifllerle ve birbirine dayan›flmalarla olur. Bunlar,

her biri dünyan›n genel armonisini oluflturan ve bu genel armoni

içinde birbirine s›ms›k› ba¤l› olarak bulunan, nizamlar ve tertiplerdir.

Her iklimin, kendisine özgü bir nizam› kurulmufltur. O nizam,

o iklimde yaflayan varl›klar›n hayat imkânlar›yla ve dayan›kl›k

dereceleriyle ayn› ayarda olarak yürütülür. S›cak iklim bitkileri,

hayvanlar› ve insanlar›; muhtaç olduklar› hayat flartlar›n›, o iklimde

bulurlar. ‹klimler büyük bir sadakatle bu ahenge uyarlar.

Hiçbir zaman tropikal bölgelerde buz da¤lar› oluflmayaca¤› gibi,

buz kuflaklar›nda da k›zg›n çöller, s›cak bölgeler bulunmaz. Çünkü

bu gibi hâller, oralar›n sakini olan bedenlerin yaflama imkânlar›na

uygun de¤ildir.

Yerlerin kurudu¤u, bitkilerin susuz kald›¤›, hayvanlar›n içecek

su bulamad›¤› ve insanlar›n kurakl›ktan, mevsimsiz bir ölümle

karfl› karfl›ya kald›¤› ânda, derhal büyük ahenge uygun faaliyetlerle

vazifelenmifl varl›klar harekete geçerler ve o bölgeye tesirlerini

göndermeye bafllarlar. Bu tesirler sayesinde bulutlar toplan›r, yeryüzüne

inen ya¤mur sular› ortal›¤› canland›r›r, zararl› durumlar›n

meydana gelmemesi için mükemmel ve ahenkli bir otomatizma

kurulmufl olur. Yerdeki sular, belirli s›cakl›k derecesiyle buharlaflarak

tekrar gökyüzüne çekilir ve gerekti¤inde ya¤mur hâlinde

yine yere iner. Böylece bütün hâller ve yürüyüfller, genel tekâmül

ak›fl› ahengine uygun bir nizam içinde, k›l kadar flaflmadan yollar›nda

devam edip giderler.

272


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

Geceler belirli aral›klarla gündüzleri izler. Bu hususta yeryüzündeki

her bölgenin, mevsimine göre bir ayar›, periyodik bir tertibi

vard›r. Belirli mevsimlerde günlerin ve gecelerin süreleri daima

sabit olarak kal›r. Bütün bunlar, flaflmayan tertipler dahilinde

cereyan eden hâllerdir.

Dünyada, her olayda ve durumda düzgün bir ritim dahilinde

ve büyük bir uygunluk içinde vuku bulan hâller ve düzenler,

dünyan›n genel ahenginin birer tezahürüdür. Nizams›z, bozuk

hiçbir fley yoktur. Bütün olaylar, derece derece, her varl›¤›n tekâmülüyle

ayarl› ve ona yard›mc› olarak ortaya konmufltur.

Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinat›n küçük bir parças›d›r.

Burada vukua gelen fleylerin hiçbiri, bu ahengin d›fl›na ç›kamaz.

Ç›karsa mevcut olamaz. Çünkü ahenk, olaylar›n büyük tekâmül

yolunda her noktas›nda birbirine intibak›, uygunlu¤u ve birbirini

tamamlay›c› durumda bulunmas› demektir. Bu ise, olaylar› meydana

getiren bütün hareketlerin, birbirine tam mânâs›yla kaynaflm›fl

olmas›n› ifade eder. Hâlbuki her varl›k, her madde cüzü,

her vibrasyon; birer hareket kompleksidir. Bütün kâinat›n hiçbir

zerresinin, ›fl›k huzmelerinden özgür bulunamayaca¤›n› daha önce

belirtmifltik. Bu ilâhî ›fl›k, ahengin kendisidir ve kâinat›n bütün

hareketleri, ancak bu ilâhî ›fl›k kudretiyle var olabilir. Bu noktay›

da belirtmifltik. fiu hâlde, ahenkten ayr›lmak demek, bu hareketlerden

yoksun kalm›fl olmak demektir ki; hareketlerden yoksun

kalm›fl hiçbir maddenin, hiçbir varl›¤›n mevcudiyeti ve kal›-

c›l›¤› düflünülemez. Demek ki, nerede hareket varsa, orada muhakkak

kâinat ahenginin bir tecellisi mevcuttur.

*

* *

‹nsanlar›n gözünde iyilik, kötülük, bozukluk, düzensizlik, mânâs›zl›k,

alçakl›k, yükseklik, münasebetsizlik gibi görünen fleylerin

hepsi, görecedir. Bunlar, insanlar›n, kâinat nizam› ve ahengi

hakk›ndaki görüfl eksikliklerinin neden oldu¤u, k›s›r yarg›lardan

ibarettir. Bir arslan›n, kendisini korumaktan âciz bir geyi¤e sald›-

273


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

rarak onu parçalay›p yavrular›na yedirmesi, büyük bal›klar›n küçük

bal›klar› yutmas›, bitki, hayvan ve insan âlemlerinde say›s›z

öldürmelerin ve birbirini yiyifllerin dünyan›n kuruldu¤u ândan itibaren

ard› aras› kesilmeksizin sürüp gitmesi, insanlar›n birbirlerine

sald›rarak kendi huzur ve rahatlar›n› yok etmesi, say›s›z azap

ve iflkenceyle dolu günlerini kendi fiil ve hareketleriyle bizzat

kendilerinin davet etmesi ve nihayet, dünyay› kendileri için bir

cehennem, bir zindan hâline koymas› gibi, çirkin görünen hâller;

asl›nda, büyük ahengin icaplar›na uygun, idare mekanizmas›na

mensup vazifelilerin kontrolleri alt›nda cereyan eden, lüzumlu,

zarurî ve muhakkak hay›rl› durumlard›r. Bunlar, bütün varl›klar›n

ve insanlar›n daima yeni inkiflaf kademelerini haz›rlamak gayesine

göre yürüyen âlemin büyük nizam ve ahengi içinde, ak›p

giderler. ‹nsanlar, bu durumu ancak tekâmülleri oran›nda görebilirler

ve göreceklerdir. Bunlar›n, tekâmül nizam›nda ve kâinat›n

genel ahengi içinde hiçbiri, lüzumsuz, bofl, çirkin ve abes de¤ildir.

Bütün bu çirkinlik ve abeslik kavramlar›; yine tekâmül ahengi

içinde beliren bir dünya hayat› zorunlulu¤uyla, insanlar taraf›ndan

kabul edilmifl ve öyle say›lm›fl, tek yönlü görüfllere dayal›

göreceliklerdir. Esasen, hislerinden bir ân ayr›l›p dünyay› objektif

bir görüflle gözlemleyenler, o ânda, bu hakikati bütün aç›kl›¤›yla

görebilirler.

Böcekler âlemine bakt›klar› zaman, aralar›ndaki bütün kavgalar›na,

dövüfllerine ra¤men, onlar›n daima yetiflme ve inkiflaflar›n›

sa¤layan büyük bir ahengin mevcut oldu¤unu ve bu ahenk

içinde, bu dövüfllerin ve kavgalar›n da büyük mânâlar tafl›d›¤›n›

takdir etmekte gecikmezler.

Bir kar›nca yuvas› sakinlerinin, kendi yuvalar›n› korumak için

hemcinsleriyle yapt›klar› mücadeleler, dövüflmeler, lüzumsuz ve

bofl hareketler de¤ildir. Ötekilerin onlara hücum etmesi, bunlar›n

da hücum edenlere karfl›l›k vermesi, kar›nca hayat›n›n o varl›klara

ö¤retmesi icap eden bâz› melekeleri, otomatik olarak onlara

kazand›ran tertiplerdir. Bütün bu hâller; bu kar›ncalar›n, bu ar›-

lar›n, bu böceklerin teflkilâtlanmak, bir araya toplanmak, mâflerî

274


BEDR‹ RUHSELMAN

plânlara liyakat kazanmak ve nihayet günün birinde yüksek vazife

plân›n›n yolunu tutmufl insanlar aras›na kar›flmak durumlar›-

n›n en basit ve otomatik haz›rl›klar›n› yapabilmeleri için, aslî direktiflerden

gelen büyük do¤a nizam›n›n bu varl›klar›n paylar›na

ayr›lm›fl k›s›mlar›d›r. Onlar, böylece otomatik olarak kurulmufl

teflkilâtlar› sayesinde, hayatlar›n› sürdürmek, nesillerini üretmek,

topluluklar›n›n esenli¤ini korumak ve bütün bu faaliyetlerin arkas›nda

sakl› bulunan inkiflaflar›n› sa¤lamak u¤runda yüklenmifl olduklar›

bir sürü ifli ve vazifeyi, birbirlerine zarar vermeden, büyük

bir sadakatle yaparlar. Ve bu ifllerinde zerre kadar ihmal ve

tembellik göstermezler. Birbirlerine zarar vermeden bu ifli yaparlar,

dedik. Çünkü dünya idrakine göre her ân birbirini yiyen dünya

bedenleri, bu hareketleriyle, hakikatte, birbirlerine zarar vermeyip,

bilmeden ve idraksizce yard›mlaflmaktad›rlar ve bunun da

böyle olmas›, onlar›n mâflerî plânlar› içinde bir zorunluluktur.

Böylece, en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar, bütün bitkiler, hayvanlar

ve insanlar âleminde, bazen müspet, bazen menfî flekillerde

görünen, büyük nizam ve ahengin icaplar›na bir uyufl, bir kat›l›fl

hâli ak›p gider.

*

* *

Mâflerî plân icaplar›n›n ahengine uyufl hâlinin, insanlarda –daima

büyük do¤a nizam›n›n ve tekâmül ahenginin kadrosu içinde

kalmak flart›yla– çok daha genifl ve kapsaml› varyeteleri görülür.

Meselâ, insanlar aras›nda bâz› yerlerde büyük bir bar›fl ve sükûnet

içinde görünen ahenk, di¤er birçok yerde birbirini taciz etmek

ve zararlara sokmak, bo¤mak, öldürmek tarz›nda yürüyen

ahenkten farkl› ve ayr› de¤ildir. ‹nsanlar›n gözünde ahenksiz ve

bozuk gibi görünen bütün bu kargaflal›klar, kâinat ahenginin,

dünya nizam›na uygun olarak, insanlar›n çeflitli yetiflme ihtiyaçlar›na,

kudretlerine, liyakatleri derecelerine göre tertiplenmifl,

ayarlanm›fl tezahürleridir. Böylece, tafl›ndan, topra¤›ndan itibaren

bütün hayat sahiplerini ve onlara ait hareket ve olaylar›

muazzam bir tekâmül ahengi içinde sinesine alm›fl dünya hayat›,

bu yüzüyle tek bir bütün olarak ele al›nmal›d›r. O öyle muazzam

275


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bir orkestrad›r ki, ayr› ayr› ele al›nd›klar› zaman, çeflitli ahenksiz

ve hattâ kulak y›rt›c› karakterler göstererek oradan ç›kan bâz›

sesler, o orkestran›n bütünü içinde dinlendi¤i zaman, gayet güzel,

ahenkli ve hattâ orkestran›n mükemmelli¤i için gerekli durumlar

ve k›ymetler hâlini al›rlar. Kompozisyon ve orkestrasyon

bilgilerinden anlamayan bir insan, kalk›p da, kendisine bozuk gelen

bir âletin sesini kendi keyfine göre düzelteyim derse, o orkestran›n

ahengini bozabilir. Hâlbuki dünyan›n ‘bütün’ hâli,

böyle alelâde bir orkestran›n fakir ahengiyle k›yas edilemeyen,

sonsuz kapsama sahip bir armoni içindedir. Bu bak›mdan dünya,

bütün oluflumlar›yla, kurulmufl muazzam bir kompozisyondur.

Bu kompozisyonu meydana getirenler de, Ünite’den süzülüp gelen

aslî icaplara intibak etmifl büyük vazifeli sanatkârlard›r. Yâni

büyük organizatörlerdir.

*

* *

‹flte, dünyan›n büyük nizam ve ahenginin kudretli tertipleri içinde

bugüne kadar emekleyerek gelen insanlar, art›k, bugün, dünyadaki

tekâmüllerinin zirvelerine ulaflm›fl bulunmaktad›rlar. Büyük

kâinat ahenginin süregelmifl olan tertipleri, flimdiye kadar dünyada

bu tertipler içinde yetiflmifl insan varl›klar›n›n art›k, daha ileri

tekâmüllerine müsaade edecek durumda de¤ildir. Çünkü insanlar,

hidrojen âlemi imkânlar› içindeki bütün görgü ve deneyimlerini

yapm›fl, buraya ait bütün inkiflaf kademelerini aflm›fl ve devrelerini

tamamlam›fl durumdad›rlar. Onlar›n öz varl›klar›, yeni ufuklara,

yeni çevrelere, bol hayat ve inkiflaf imkânlar›yla dolu ayd›nl›k ülkelere

koflmak ve ulaflmak ihtiyac› içinde ç›rp›nmaktad›r. Onlar,

büyük kâinat ahenginin en genifl imkânlar›na kavuflmak ve o

ahenkten olmaya çal›flmak özlemi ve sezgisi içindedirler.

Gerçi insan hâlindeki durumlar›yla bu sezgilerinin idraklerine

tam olarak varm›fl bulunmamakla birlikte, befleriyet, bugün bu

ç›rp›n›fl›n en a¤›r ve koyu teflevvüflü, flaflk›nl›¤› içinde yaflamaktad›r.

O, nereye gidece¤ini, nereye gitmesi gerekti¤ini henüz kestiremiyor;

ama nedenini, mahiyetini bilmeksizin, kab›na s›¤mayan

hareketleriyle, muhakkak bir yere gitmek, bir ayd›nl›¤a kavuflmak,

ferah bir çevreye ç›kmak, içinde bulundu¤u madde flart-

276


BEDR‹ RUHSELMAN

lar›n›n a¤›rl›¤›n› delip geçmek ihtiyac› içinde k›vran›p duruyor.

Mahiyetini idrak edemeyerek, fakat fliddetle isteyerek her ân peflinde

kofltu¤u mutlulu¤un bir zerresini dahi çevresinde bulamay›nca,

o mutlulu¤un hüsran›yla, kendisini madde oyuncaklar›n›n

gelip geçici zevkleri içine gömerek avutmaya çal›fl›yor. Fakat görünürde

flaflk›nl›¤›n› artt›rmaktan baflka bir ifle yaramaz görünen bu

ç›rp›n›fllar›, hakikatte, kader mekanizmas› muvacehesinde, yine, o

arad›¤›, bekledi¤i ve muhtaç oldu¤u mutluluk yollar›n› kendisine

haz›rl›yor. ‹flte fliddetle istedikleri, bekledikleri bu mutlulu¤a insanlar›n

kavuflmas› için, âlemin büyük ahengi içinde, gerekli tertipler

elbette kurulmaktad›r. Bu ileri tertipler, bugünkü dünya nizam›-

n›n yavafl yavafl de¤iflmesi ve olgunlaflm›fl hâle gelen yeni istek ve

ihtiyaçlara göre gerekli formlar›n meydana gelmesi zaruretiyle, ilâhî

nizam›n ahengi içinde takdir ve tespit edilmifltir.

fiu hâlde, gelecek bütün de¤iflmeler; insan idraki karfl›s›nda ne

kadar büyük birer felâket mahiyetinde görünürlerse görünsünler,

insan varl›klar›n›n ihtiyaçlar›na en uygun ve mükemmel cevaplar

verici tertipler ve nizamlar alt›nda vuku bulacaklard›r. Yak›nda

bafllayacak olan olaylar, dünyada mümkün olabilen insan tekâmülüne

uygun nihaî sahneleri haz›rlayacak ve yüzy›llardan beri

süren ›st›rapl› bir dünya safhas›n›n son perdesini bu sahnelerde

kapatacakt›r.

*

* *

Do¤ada hiçbir varl›¤›n hiçbir ihtiyac› ihmalle karfl›lanmaz. Bütün

tekâmül ihtiyaç ve isteklerine uygun tertipler, nizamlar ve

düzenler derhal kurulur. Çünkü kâinat tekâmül içindir ve orada,

bütün tekâmül ihtiyaçlar›n›n giderilmesi bir zarurettir. Bu ihtiyaçlar

karfl›s›nda kurulacak yeni nizam ve tertiplerin flekil ve yönlerine

gelince: ‹nsan varl›klar›n›n daha üstün hayatlara aday duruma

girdiklerini ve sonsuz parlak ülkelerin kap›s›na dayand›klar›n›,

söylemifltik. Fakat insanlar›n lây›k olduklar› bu yüksek ve

parlak hayatlara kavuflabilmeleri için, bu kap›n›n aç›lmas› gerekir.

‹flte, özlemle peflinden kan ter içinde kofltuklar› bu eflsiz mutluluk

ülkelerine göç edebilmeleri için, insanlar›n yapacaklar› küçük

bir ifl daha kalm›flt›r ki; o da, zaten aç›lmaya haz›r bir va-

277


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

ziyette önlerine dikilmifl olan bu kap›y› bir fiske vurufluyla ard›na

kadar açarak içeriye dalmaktan ibarettir. Fakat bunun gerçekleflmesi

de yine, çok tertipli ve ahenkli birtak›m olaylar›n ak›fllar›

içinde mümkün olabilecektir. Ve bunun da böyle olmas› insanlar›n

selâmeti için gereklidir.

Bu muazzam düzen içindeki ahenkli tertiplerin sa¤lam›fl oldu-

¤u büyük haz›rl›klardan elbette birçok insan yararlanacak ve bu

sayede, büyük bir mutluluk havas›yla, sonsuz imkânlar diyar›ndaki

esîrî âlemlerin ebedi hayatlar› içinde kanat ç›rpmak üzere,

ak›p gitmek f›rsat›n› kaç›rmayacakt›r.

Yak›nda do¤a flartlar›nda vukua gelmeye bafllayacak olan köklü

de¤iflmelerde, hiçbir fleyin maksats›z ve körü körüne olmayaca-

¤›n›, en ufak bir olay›n bile ancak Ünite’den gelen icaplara göre,

üstün vazifeli varl›klar taraf›ndan flaflmayan ve aksamayan bir tertip

ve ahenk içinde meydana getirilece¤ini, art›k iyice belirtmifl

bulunuyoruz. ‹flte biraz yukar›da sözünü etti¤imiz kap›n›n aç›lmas›

demek de; bu hakikatin insanlar taraf›ndan idrak edilmesi,

benimsenmesi ve ona göre mevcut düzenlere isteyerek, sevinerek

gidilmesi, uyulmas› demektir. fiu hâlde, yeryüzündeki do¤a flartlar›n›n

de¤iflmesiyle meydana gelecek yeni ahengin, insanlara bu

kurtulufl imkânlar›n› bahfletmifl olmas› bak›m›ndan, fevkalâde büyük

bir k›ymeti ve önemi vard›r. Görünürde, bozuk düzen ve s›-

k›c›, hattâ rahats›z edici gibi durumlarda görülebilecek olan bu

hâllerin, hakikatte, insanlar›n yüksek kazançlar›n› sa¤lamaya yarayacak

k›ymetli birer vâs›ta oldu¤unu unutmamak, insanlar›n

menfaatleri gere¤idir. Çünkü insanl›¤›n de¤iflecek olan çehresi ve

yeni tertiplerle kurulacak ahenk, ancak, tamamlanm›fl bir dünya

devresinin kapan›fl›ndan sonra olacakt›r. ‹flte bunun için, dünyan›n

geçirece¤i son haz›rl›klar vard›r.

Bu haz›rl›klar›n iki yönü vard›r: Birinci yönü, insanlara bu

dünyan›n art›k kendileri için elveriflli bir mesken olamayaca¤›n›

anlatmak suretiyle, henüz eksik kalan, gerekli bilgilerini, gözlemlerini

ve imanlar›n› kazand›rmak; di¤er yönü de, sonradan gelecek

basit bedenlerin tekâmüllerine elveriflli, yeni bir dünyay›

meydana getirmektir.

278


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

fiimdi, bu do¤a de¤iflmelerinin, yeni meydana gelecek olaylar›n,

k›saca vukuu yaklaflm›fl olan büyük dünya ink›lâb›n›n mahiyet

ve flekillerini aç›klamaya bafll›yoruz.

Yak›n olan bu büyük dünya devresi kapan›fl›n›n ilk alâmetleri

diyece¤imiz bâz› basit olaylar, hâlen bafllam›fl bulunmaktad›r.

Bunlar, insanlar›n gözünde henüz güçlü mânâlar ifade etmeyen

ve kör do¤a güçlerine ba¤l›, gelip geçici ar›zalardan ibaret san›-

lan, bâz› atmosfer de¤ifliklikleridir. Bu hâller, gittikçe artacak ve

ifade ettikleri yüksek mânâlar› yavafl yavafl daha güçlü olarak hissettirmek

üzere, durmadan devam edeceklerdir. Meselâ, vaktinde

beklenen yaz s›caklar› bazen bir türlü gelemeyecek, k›fl ortas›nda

anormal s›cak havalar, yaz ortas›nda da so¤uk havalar görülmeye

bafllayacakt›r. Bâz› yerlerde uzun süre devam eden kurakl›klar yan›nda,

di¤er bâz› yerlerde sürekli ya¤murlar, selleri meydana getirecek

ve önemli tahribat yapacakt›r. Güçlü rüzgârlar, tehlikeli

hâller alarak esecek, yer yer büyük zararlara neden olacakt›r. Bu

arada depremler vukua gelecek, fliddetli yer sars›nt›lar›, insanlar›n

felâketli diye nitelendirecekleri do¤a olaylar› aras›nda, yeryüzünün

oras›nda buras›nda kendilerini göstereceklerdir.

Denizlerde de ola¤an d›fl› olaylar vukua gelecektir. Meselâ, hiç

met ve cezir olmayan k›y›larda denizler bazen 8–10 metreye kadar

kabaracak ve karalara hücum edecektir. Böyle met ve cezre

al›flmam›fl ve haz›rlanmam›fl bâz› flehirler, su bask›nlar› tehlikesi

alt›nda kalacak ve büyük zararlara u¤rayacakt›r.

Dünyan›n çeflitli yerlerinde yer yer toprak kaymalar› vukua gelecek

ve bâz› kasabalar ve yerler, bu yüzden bir hayli korkulu ve

kayg›l› ânlar geçirecektir. Yine, bu toprak âfetleri s›ras›nda bâz›

yerler çatlayacak, oralardan dumanlar ve atefller f›flk›racakt›r.

K›sacas› ola¤an d›fl› olarak vukua gelecek bütün bu büyük rüzgârlar,

seller, yer sars›nt›lar›, depremler, deniz kabarmalar›, su

bask›nlar› ve yer çatlamalar›, gittikçe insanlar›n rahatlar›n› kaç›-

racak ve zararlar›n› artt›racakt›r. Fakat bunlar›n hiçbiri, ahenk d›-

fl›, düzen d›fl› olmayacak; hepsi, yerli yerince tertip edilmifl, bi-

279


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

raz önce söyledi¤imiz hedeflere ayarlanm›fl ad›mlar›n derece derece

ilerleyifllerinin birer ifadesi olacakt›r.

Bu hâller, dünyada afla¤› yukar› 40–50 y›l, böyle sinsi, fakat daima

ilerleme gösterir bir flekilde ve insanlar taraf›ndan hakikî mânâlar›na

nüfuz edilebilmesine pek de yetecek kudrette olmamak

üzere, devam edeceklerdir. Bununla birlikte bunlar, daha ileri safhalara

haz›rlay›c› mahiyette derece derece bir ilerleme izlerken,

gittikçe de fliddetlerini artt›racaklard›r. Bu kitaptaki bilgileri okumufl,

benimsemifl olanlar, bu hâllerin daha ilk zamanlarda ifade

ettikleri mânâlar› sezmekte güçlük çekmeyecekler ve kendilerini,

gelecek büyük güne rahatça ve kalp huzuruyla, hattâ sevinçle haz›rlayabilmenin

imkânlar›n› elde etmifl olacaklard›r.

*

* *

Yaklafl›k elli y›l sonra olaylar kendilerini daha çok hissettirmeye

bafllayacaklar ve insanlar› –daha do¤rusu kendilerini gere¤i derecesinde

haz›rlayamam›fl olanlar›– çok rahats›z edici, korkutucu,

zahmet ve ›st›raplar içinde b›rak›c› karakterler almaya bafllayacaklard›r.

Bununla birlikte, bunlar da yine hakikî mânâlar›n› insanlara

empoze edecek derecede fliddetlenmemifl olacaklar›ndan,

insanlar›n bir k›sm›, bu olaylar›n hakikî mânâlar›n› anlamaktan

uzak kalacak, sadece büyük bir flaflk›nl›k içinde ne oldu¤unu, neye

u¤rad›¤›n› bilmeyecektir. Meselâ iklimlerde bâz› acayip de¤iflmeler,

önceleri yavafl yavafl bafllayacak, so¤uk yerler azar azar ›s›-

nacak, bâz› bölgeler ola¤an d›fl› olarak s›caktan kavrulmaya bafllayacakt›r.

Bu hâllerin sonucunda, anormal rüzgârlar, bâz› korkunç

tayfunlar› meydana getirecek ve bunlardan birçok zarar meydana

gelecektir. Depremler s›klaflacak ve fliddetlenecek, yer çatlamalar›,

püskürmeler, çöküntüler artacak ve bütün bu hâller, y›llar ilerledikçe

kendilerini daha aç›k olarak hissettireceklerdir.

Bâz› flehirler, büyük sars›nt›lar sonucunda yok olacak, yerlerinde

büyük çukurlar veya göller meydana gelecek; bâz› yerlerde büyük

ve sürekli kurakl›klar bafllayacak, birçok insan ve hayvan telef

olacak; a¤açl›k, verimli, bitek olan yerler bozk›rlar, hattâ su-

280


BEDR‹ RUHSELMAN

suz çorak çöller hâlini almaya yüz tutacak; y›llardan beri, hattâ

yüzy›llardan beri o havalilerde rahatça yerleflmifl olan insanlar

için buralar›, art›k yaflanmaz hâllere girecek ve insanlar oralardan,

daha verimli yerler aramak ve bulmak için ayr›lacaklar, daha

müsait yerlere göç etmeye bafllayacaklard›r. Böylece dünyada yer

yer büyük göçler bafllayacak; bu hâl, insan cemaatleri aras›nda

önemli huzursuzluklar yaratacakt›r.

Deniz kabarmalar› artacak; dünya maddesi, art›k insanlara

korkunç çehresini göstermeye bafllayarak, kendisinden insanlar›n

fazla bir fley beklememeleri, hattâ art›k hiçbir fley beklememeleri

gerekti¤ini lisan-› hâliyle* onlara anlatmaktan bir ân geri kalmayacakt›r.

Özetle, dünya yavafl yavafl, insanlar için gittikçe k›s›rlaflacak,

tats›zlaflacak ve yaflanmaya elveriflli karakterlerini kaybedecektir.

Zaten daha önce de aç›klad›¤›m›z gibi, son zamanlara

do¤ru büsbütün artacak olan kanser vakalar›n›n ço¤almas› da, art›k

dünya maddelerinin ihtiyaçlara cevap vermedi¤ini insanlara

aç›kça gösteren önemli delillerden biri olacakt›r. Özetle, ellinci

y›ldan itibaren gerek kurakl›klar›n, gerek bâz› di¤er zorlay›c› do-

¤a olaylar›n›n do¤uraca¤› sonuçlar ve yer yer devam edecek büyük

çaptaki göçler, dünyada büyük kargaflal›klara neden olacak

ve do¤an›n insanlara karfl› gittikçe ekfliyen yüzü ve çetinleflen durumu,

bu kargaflal›¤›n derecesini h›zla artt›racakt›r.

*

* *

Bu hâller, ço¤alarak yüzüncü y›la kadar devam edecek; yüzüncü

y›ldan sonra, olaylar ve dünyada bafllayan de¤ifliklikler, insanlara

bütün bu olaylar›n hakikî mahiyetleri ve ifade ettikleri

hakk›nda, bâz› mânâlar verecektir. fiimdiye kadar basit de¤iflmeler

hâlinde devam eden durumlar, art›k tam bir kargaflal›k içinde

ve eski dünya nizam ve tertiplerinin aç›kça de¤iflmelerini ifade

edecek tarzda inkiflaf etmeye bafllayacaklard›r.

So¤uk kuflaklardaki buzlar erimeye bafllayacaklar, bâz› so¤uk

bölgeler gittikçe ›s›nacak; dünya iklimlerinde belirgin de¤iflmeler

* “Lisan-› hâl” deyimi, “sözsüz dil, mânâlar›n sözler ile de¤il, hâller ile ifade edildi¤i dil”

anlam›na gelir.

281


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bafllayacakt›r. Görünüflte karmakar›fl›kl›k hâli gösteren bu olaylarda,

insanlar için, gelecek kurtulufl ve müjde günlerinin gerçekleflmesini

haz›rlay›c› tertipler ve nizamlar mevcuttur.

Dünya bir taraftan gittikçe ›s›nmaya devam ederken, di¤er taraftan

bâz› yerlerde büyük mevsim farklar› görülmeye bafllayacakt›r.

Buralarda, yaz›n büyük s›caklar hüküm sürecek, k›fl›n da

oldukça fazla so¤uklar görülecektir. Nihaî günlere do¤ru; iklimler

tamam›yla de¤iflecek; hâlen ›l›man olan iklimler, tropikal bölgelerin

cehennem gibi yanan durumlar› hâline girecek; daha önce so-

¤uk olan iklimler, dünyan›n s›cak yerleri hâlini alacakt›r. Böylece

birçok flehir s›caktan yaflanmaz hâle gelecek; bir tarafta cehennem

gibi s›cak bölgeler, di¤er tarafta kurumufl, çöl hâline gelmifl, eski

muazzam verimli sahalar›n dayan›lmaz çorakl›¤› görülecektir.

Yüzüncü y›l›n ard›ndan büyük do¤a olaylar› bafllayacak; bunlar,

k›s›m k›s›m, insanlar›n kitleler hâlinde ölmelerine neden olacak

ve insanlarca “büyük felâket” denilen hâller birbirini izleyecektir.

Bununla birlikte, bu kadar ölümlere ra¤men dünyan›n nüfusu

azalmayacak, aksine, artacakt›r. Meselâ bugün 2,5 milyar›

bulan dünya nüfusu o zamana kadar 6–7 milyara ç›kacakt›r. Bu

art›fl›n bafll›ca nedeni, dünyadan flimdiye kadar ayr›l›p da spatyumda

birikmifl varl›klar›n hepsinin dünyaya dönmesi olacakt›r.

Spatyumun bütün varl›klar›, bu son dünya devrinde yaflamak, o

devrin gelecek hayatlar› haz›rlay›c› büyük imkân ve bilgilerinden

yararlanmak için, tekrar dünyaya döneceklerdir. Bu da dünyada

yer yer büyük çapta do¤um vakalar›n›n meydana gelmesine neden

olacakt›r. Esasen spatyumdakilerin dünyaya hücumu daha

flimdiden bafllam›fl ve insanlar›n nüfusu bugünlerden itibaren artmaya

yüz tutmufltur.

Burada, flunu da belirtiriz ki, bundan önce söz etti¤imiz Mu

dünyas›n›n son günlerine de o zamanki insanlar ayn› yollardan

haz›rlanm›flt›. Sözünü etti¤imiz bu alâmetler orada da kendilerini

göstermifller ve insanlara birçok fley ö¤retmifllerdi. ‹flte ayn› tertipler,

bugünkü dünya insanlar› için de tekrar edilmeye bafllanm›flt›r.

Mu dünyas›n›n kapan›fl›ndan önceki olaylar hakk›nda daha

282


BEDR‹ RUHSELMAN

önce vermifl oldu¤umuz bilgilerin, bu son dünya devresi kapan›-

fl›na ait olaylar ile olan paralelli¤ini mukayese edenler, arada hemen

hemen hiçbir de¤iflmenin mevcut olmad›¤›n› görürler.

*

* *

Dünyan›n kapan›fl›na pek yak›n zamanlarda, iklimlerin en son

alaca¤› durumu, özetleyerek bildiriyoruz:

Kuzey Rusya k›fl›n fevkalâde so¤uyacak (–60/–70), yaz›n ise ›l›-

man iklimlerin s›cakl›k derecelerini gösterecektir (0/+25).

Kuzey Grönland, ‹skandinavya, Avrupa Kuzey Rusyas›, Kafkaslar,

Afganistan, Tibet, Çin, Japonya, Alaska yaz›n bir hayli s›-

cak olacak (+45), k›fl›n bir hayli so¤uk olacakt›r (–50).

Güney Grönland’da, ‹ngiltere’de, Fransa’n›n kuzeydo¤u yar›-

s›ndan itibaren bütün Orta Avrupa memleketlerinde: Kuzey

Fransa’da, Danimarka’da, Belçika’da, Hollanda’da, Almanya’da,

‹sviçre’de, Avusturya’da, Çekoslovakya’da, Macaristan’da, bütün

Balkanlar’da, ‹talya’n›n kuzeydo¤u yar›s›nda, Türkiye’de, Yunanistan’›n

kuzey k›sm›nda, ‹ran’da, Pakistan’da, Hindistan’›n

kuzey yar›s›nda, Çin Hindi’nde, Kanada’n›n kuzey k›sm›nda yaz›n

tropikal karakterde s›caklar olacak (+50/+70), k›fl›n ise s›f›r›n

alt›nda so¤uklar olacakt›r (–20/–8).

Fransa’n›n güneybat› yar›s›nda, ‹spanya’da, ‹talya’n›n güneybat›

yar›s›nda, Sicilya’da, Yunanistan’›n güney k›s›mlar›nda, Akdeniz

havalisinde, bütün Afrika’da, Madagaskar’da, Arabistan

Yar›madas›’nda, Hindistan’›n güney k›sm›nda, Malakka’da, Endonezya’da,

Yeni Gine’de, Filipin Adalar›’nda, Avustralya’da,

Yeni Zelanda’da, Kanada’n›n güney yar›s›nda, bütün Birleflik

Amerika’da, Kaliforniya’da, Meksika’da, Venezuela’da, Kolombiya’da,

Bolivya’n›n kuzey yar›s›nda yaz›n ve k›fl›n daimî s›caklar

olacak, bu bölgelerde s›cakl›k dereceleri sürekli olarak (+40/+70)

aras›nda oynayacakt›r.

Bu durum, dünyan›n nihaî safhas›na aittir. ‹klimler bu durumlara

ancak elli y›ldan sonra yavafl yavafl girmeye bafllayacak-

283


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

lard›r. Yâni, dünya iklimleri, bu verdi¤imiz nihaî s›cakl›k derecelerine

birdenbire geçmeyecek, uzun y›llar süresince yavafl yavafl

intikal edecektir.

*

* *

Dünya ink›lâb›n›n son ân›na do¤ru bütün do¤a olaylar› fliddetlenecek;

yer sars›nt›lar› artacak; su bask›nlar›, büyük seller, büyük

kaymalar, yer çatlamalar› ve birkaç flehri birden harabeye çevirebilecek

büyük depremler, ara vermeksizin, art arda sürüp gidecek;

insanlar henüz geçmifl bir felâketin s›cakl›¤› so¤umadan,

daha korkunç di¤er bir felâketle karfl›laflacaklard›r. Bu s›rada tabiî

ki, kitleler hâlinde ölümler olacak, hastal›klar ço¤alacak, dünyada

yaflamak çok ›st›rapl› ve zahmetli bir hâle girecek.

Ak›ll›, bilgili ve iyi haz›rlanm›fl olan insanlar, bu hâli görebildikleri

takdirde, gayet iyi anlam›fl olacaklar ki; art›k dünya insanlar›

için dünya maddesi yeterli gelmemektedir ve dünya, bu hakikati

insanlar›n kafas›na vururcas›na göstermektedir. Ve böylece

bir ân gelecek ki, insanlar›n birço¤u, art›k kendileri için dünyada

yaflanacak hiçbir yerin kalmad›¤›n› anlam›fl bulunacakt›r. ‹flte bu

da, insanlar›n, hakikati bütün ç›plakl›¤›yla görebilmeleri için,

dünyan›n kurulmufl en mükemmel bir tertibi ve nizam› olacakt›r

ki; bu nizam›n ve tertibin kudretiyle, insanlar›n ço¤u, yukar›da

sözünü etti¤imiz, iki âlemi birbirinden ay›ran kap›y› ard›na kadar

ve büyük bir özlemle açabilmek gücünü kazanacaklar, yâni

idraklerinin ›fl›¤›na kavuflmaya bafllayacaklard›r.

*

* *

Bu kargaflal›k, gittikçe içinden ç›k›lmaz hâle gelerek, arta arta,

insanlar› flaflk›na çevirecek ve en nihayet bir ân gelecek ki; o ândan

itibaren, o zamana kadar can çekiflmekte olan dünya, en k›sa

zamanda gözlerini eski hayat›na tamam›yla kapayacakt›r. Bu durumda

iken dünya, tam mânâs›yla, kaynayan bir kazana benzeyecektir.

Ancak birkaç gün devam edecek olan bu nihaî safha esnas›nda

bütün k›talar ve denizler harekete geçecek. Yer ve gök

sars›lacak.

284


BEDR‹ RUHSELMAN

Bu s›rada yerler yar›larak parçalanacak. Bu parçalar, muazzam

bir rüzgâr›n önünde sallanan yapraklar gibi, sürekli olarak sars›lacak.

Afla¤› yukar› inip kalkacak. Her ad›mdaki toprak sars›lacak.

Çok büyük çatlaklar ortaya ç›kacak. Bu çatlaklardan simsiyah dumanlar

ve zehirli gazlar ç›kacak. Bu dumanlar yavafl yavafl yeryüzünü

örtecek. Ortal›k kararacak. Bu dumanlar, yer yüzeyi alt›

tabakalar›nda yanan kömürlerin sularla kar›flmas›ndan ileri gelen,

nemli ve zehirli gazlar› içeren duman bulutlar› hâlinde olacak.

‹nsanlar› kitleler hâlinde telef edecek. Yer yer aç›lmakta olan muazzam

uzunluktaki yer çatlaklar›n›n genifllikleri 30–40 kilometreyi

bulacak. Ve zaten ço¤u birer harabe hâlini alm›fl olan flehirleriyle

birlikte büyük arazi parçalar›, kocaman da¤lar, bu aç›lm›fl

genifl atefl çukurlar› içine yuvarlanmaya bafllayacaklar. Meselâ ‹zmit

civar›nda ortaya ç›kabilecek böyle elli kilometre geniflli¤indeki

bir yar›¤a Türkiye, Van Gölü’ne kadar olan bütün k›s›mlar›yla

birlikte gömülebilecek. Bu muazzam atefl uçurumlar› yer yer dünyan›n

her taraf›nda aç›lacak ve buralarda bulunan da¤lar, tepeler,

vadiler, ovalar, bütün y›k›lm›fl flehirleri ve harap olmufl mamureleriyle*

birlikte büyük arazi parçalar›, bu uçurumlar›n içine

yuvarlanacak. Ve oralarda yaflayan insanlardan sa¤ kalm›fl olanlar›

da, onlarla birlikte bu atefl çukurlar›na gömülecekler. Bu arada

bir k›s›m atefl çukurlar›, etraflar›na k›zg›n küller hâlinde lâvlar

püskürtecek ve bunlar insanlar›n üzerlerine atefl ya¤muru hâlinde

inecek. Ayn› zamanda, muazzam ve yo¤un bulutlar, dünyan›n

bütün göklerini kaplayacak. fiiddetli gök gürlemeleriyle inen say›s›z

flimflekler, yo¤un siyah duman ve su buhar› bulutlar›n› yar›p

sürekli olarak ortal›¤› ayd›nlatacak ve dünyan›n her taraf›na y›ld›r›mlar

ya¤acak.

Bir taraftan, insan hayk›r›fllar›n› bo¤an gök gürlemeleri, yeralt›

u¤ultular›, patlayan ve aç›lan deliklerden ve yar›klardan etrafa

f›flk›ran ve taflan gaz ve lâvlar›n gürültüleri, bo¤ucu ve yak›c› gazlar›n

ç›kmas›, yer yer atefl uçurumlar› ve çukurlar›n›n aç›lmas›,

arazi parçalar›n›n yapraklar gibi sallanmas›, y›ld›r›mlar, fluursuz-

* “Mamure” sözcü¤ü, “imar edilmifl, bina, yap›, bay›nd›r yer” anlam›na gelir.

285


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

ca insan hayk›r›fllar› devam ederken; di¤er taraftan, k›talar›n etraf›n›

saran okyanuslar, hiç görülmemifl flekilde yükselecek, milyarlarca

tonluk su kütlelerini içeren ve her biri muazzam birer

da¤ gibi kabaran deniz parçalar›, k›talar›n üzerine sald›rmaya

bafllayacak. Bu hâl, art›k dünyan›n son saatleridir, yeryüzü batmaktad›r.

Yâni, devresini tamamlam›fl bir dünya hayat› ebediyen

kapanmak üzeredir. Nitekim k›talara sald›ran okyanuslar; harap

olmufl flehirleriyle, aç›lm›fl çukurlar›yla, ormanlar›yla, vâdileriyle,

genifl arazileriyle bütün karalar› istilâ etmeye bafllayacakt›r. Önlerine

katt›klar› insanlar› sürüler hâlinde kovalayacaklar ve yutacaklar.

Deniz sular›n›n atefl çukurlar›yla ve yar›klar›yla birleflti¤i

yerlerde büyük patlamalar ve müthifl su buharlar› meydana gelecek.

Bu s›rada k›talar, bafltan bafla çatlayacak ve üzerindeki yüzy›llardan

kalma bir medeniyetin harap olmufl bütün mamureleri

ve eserleriyle birlikte, bu aç›lan cehennem çukurlar›n›n içine yuvarlan›p

birkaç saat içinde kaybolacak. Onlar›n gömüldükleri bu

atefl çukurlar›n›n üzerlerini derhal okyanuslar›n muazzam su kütleleri

örtecek ve en k›sa zamanda dünyan›n bütün k›talar› yok

olacak. Onlar›n yerlerinde, binlerce metre derinli¤e sahip yeni

okyanuslar ortaya ç›kacak ve böylece o zamana kadar ulaflm›fl oldu¤u

bütün medeniyetiyle ve maddî zenginlikleriyle birlikte, bir

dünya devri daha kapanm›fl ve ebediyen unutulmaya mahkûm,

maziye kar›flm›fl bulunacak.

‹flte bu hengâmede insanlar›n ço¤u, kendi ihtiyaçlar›na cevap

verecek bir âleme gidecek; az miktarda kalanlar ise, yeni dünyaya

intikal etmek üzere, büyük y›k›mdan geriye kalm›fl kaya parçalar›

üzerinde, flaflk›n hâlde kalacaklard›r. Çünkü denizlerin dibine gömülen

eski k›talar›n bâz› yüksek yerleri, gelece¤in küçüklü büyüklü

adalar›n› ve tak›madalar›n› oluflturmak üzere, büyük kaya parçalar›

hâlinde, denizlerin üstünde kalacaklard›r.

*

* *

Yeryüzü batarken karmakar›fl›k olan denizlerin dibinden büyük

kara parçalar› yükselecek ve böylece, bunlardan yeni k›talar meydana

gelecek. Bu yeni k›talar, gelecek dünya devrinin co¤rafya uz-

286


BEDR‹ RUHSELMAN

manlar›na, yüzy›llarca süren yeni birer araflt›rma konusu olacakt›r.

Yeni dünya devri insanlar›n›, bugünkü dünyan›n bat›fl› s›ras›nda

k›talar›n yüksek yerlerinde ve tepelerinde kalan insanlar oluflturacakt›r,

demifltik. Bu s›ralarda denizin dibinden ç›kan yeni

k›talarda henüz insan bulunmayacakt›r. Bugünkü dünyadan gelecek

dünyaya intikal edecek insanlar›n yaflamak zorunda olacaklar›

adalarda toprak olmayaca¤›ndan, bu insanlar, sadece kayalardan

ibaret, etraf› denizle çevrilmifl bu adalarda mahsur kalacaklard›r.

Böylece birkaç gün içinde olup biten bu ifllerden sonra sükûnet

geri gelecek; dünyada y›llardan beri bozulmakta olan genel

denge, bu son birkaç günlük krizini atlatt›ktan sonra, yeni dünya

flartlar›na uygun olarak tekrar kurulacak; her fley olup bitecek,

günefl, yine ayn› parlakl›kla yeni dünyan›n ufuklar›ndan do¤arak,

onu canland›rmaya devam etmeye bafllayacakt›r.

*

* *

‹nsanlara gelince: Bu dünyadan gelecek dünyaya intikal edecek

insanlar, her ne kadar beden yap›lar›n› ilk ânlarda koruyacak iseler

de, bunlar›n zihinsel durumlar›nda, zekâlar›nda, idraklerinde,

duygular›nda, haf›zalar›nda büyük gerilemeler meydana gelecektir.

Bunlar, fluurlar›n› kaybedecekler ve delireceklerdir. Bu insanlar,

geçen dünya devrine, büyük insan medeniyetlerine, kendi bireysel,

ailevî ve mâflerî hayatlar›na ait bütün bilgileri ve kavramlar›

unutacaklard›r. Ne geçmifl bilgilerinden, ne bilimlerinden, ne

tekniklerinden, ne kabiliyetlerinden, ne al›flkanl›klar›ndan, ne de

kendi eski kimliklerinden, haf›zalar›nda hiçbir fley kalmayacak;

en ilkel birer insan hâlinde, yaln›z içgüdüleriyle hareket edeceklerdir.

Onlar›n içgüdülerinin bafl›nda korku gelecektir. Büyük

dünya ink›lâb› s›ras›nda gözleri önünde günlerce devam eden y›-

k›m olaylar›, dünyan›n korkunç ve gürültülü bat›fl›, onlar›n varl›klar›nda

uzun süre devam edecek büyük bir korku içgüdüsüne

neden olacakt›r. Fakat bu insanlar, geçmifle ait bütün bilgilerini

kaybettiklerinden ve hâlihaz›rda da fluursuzluk ve tam bir idraksizlik

içinde bulunduklar›ndan, bu korkular›n›n ne nedenini, ne

de mahiyetini aslâ bilemeyecek, sadece onun sürekli bask›s› alt›n-

287


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

da yaflayacaklard›r. Bundan baflka, yeni girmifl olduklar› dünya

ortam›n›n gittikçe vahflileflen ve kabalaflan flartlar› da, insanlar›n

bu korku içgüdülerini daha çok artt›racak ve güçlendirecektir.

Korku hissi, bu ilkel insanlar› befler onar, bir araya toplayacakt›r.

Bunlar her fleyden korkacaklar, korktuklar› zaman birbirlerine

daha çok yaklaflacak ve sar›lacaklard›r. Bak›fllar› korkak olacak,

her hâl ve hareketlerinde korkunun bütün tezahürleri görülecektir.

Ara s›ra, genellikle bir fleyden korktuklar› zaman, fluursuzca,

anlams›z birtak›m sesler ç›kararak ba¤r›flacaklar, düflüncesizce

oraya buraya kofluflacaklard›r. Çünkü bunlar, henüz konuflmas›n›

bilmeyecekler ve iflaretlerle dahi anlaflabilmek liyakatinden yoksun

bulunacaklard›r. Meselâ, bir tanesi ba¤›rmaya bafllad›¤› zaman,

özellikle korku içgüdüsüyle di¤erleri de ona uyarak ba¤›rmaya

bafllayacak, bir süre birlikte ba¤r›flt›ktan sonra, korkular›-

n›n biraz yat›flmas›yla hep birden tekrar susacaklard›r.

Önceki dünyadan yeni dünyaya geçen ve aç, ç›plak, âletsiz,

vâs›tas›z, hiçbir fleysiz, özellikle ak›ls›z, düflüncesiz, fluursuz hâlde

kalan ve sadece korku ve açl›k içgüdüleriyle hareket eden bu

zavall› insanlar›n, kayalar üzerinde, vahfli hayvanlar aras›nda geçirecekleri

ânlar pek çetin ve haflin olacakt›r. Bunlar, yiyecek bulamayacaklar,

giyecekten yoksun kalacaklar, s›¤›nacak bir tek

a¤aç kovu¤u göremeyecekler ve kayalarla çevrilmifl bir çevrede,

do¤an›n bütün olaylar›yla karfl› karfl›ya kalacaklar. Güneflin ›fl›¤›

vücutlar›n› yakacak, so¤uk rüzgârlar ve havalar ç›plak bedenlerini

h›rpalayacak. Vahfli hayvanlar›n sald›r›fllar›ndan kaç›flacaklar,

befli onu bir arada, kayalar›n aralar›na veya tafl oyuklar›na s›¤›nacaklar.

Bütün bu durumlar, onlarda esasen mevcut olan korku içgüdüsünü

büsbütün artt›racakt›r.

‹drak ve zekâlar› henüz, tafllar› yontarak onlardan kendilerine

av veya savunma silâh› yapabilecek durumlardan çok uzak oldu-

¤undan, bu insanlar, ilk zamanlarda henüz tafl devrine bile girmifl

olmayacaklard›r. Yaln›z kaba içgüdülerden ibaret olan bütün ihtiyaçlar›n›,

ç›plak ve hiçbir âletle donanm›fl olmayan bedenleriyle

ve tabiî ki hep içgüdüsel olarak gidermeye çal›flacaklard›r. Mese-

288


BEDR‹ RUHSELMAN

lâ, açl›k hissinin kendilerinde uyand›rd›¤› ihtiyaçlarla, hayvanlar›n

en zay›f› gördüklerine birlikte sald›racak ve kendi aralar›nda

yine en zay›f bulduklar› hemcinslerine hücum ederek, onlar› parçalayacak

ve yiyeceklerdir. Yamyaml›k, insanlar›n ilk ânlar›ndaki

hayatlar› için en do¤al ve zarurî bir hareket olacak ve bu insanlar,

ilk dünya hayatlar›na böylece birbirlerini yemekle, yâni yamyaml›kla

bafllayacaklard›r.

*

* *

Yeni dünyan›n eski batan k›talar›n deniz üzerinde kalm›fl k›-

s›mlar›na ait bâz› adalar ve tak›madalar ile denizin dibinden yükselerek

meydana ç›kan yeni büyük k›talardan oluflmufl bulunaca¤›n›

söylemifltik. Yine, geçen dünyadan kalan insanlar›n yaflayaca¤›

bu adalar›n kayal›klardan ibaret olaca¤›n›, buralarda topra¤›n

bulunmayaca¤›n› da belirtmifltik. Dolay›s›yla, ilk insanlar›n

çevresinde bitki hayat› henüz mevcut olmayacakt›r. ‹flte bu hâlde

bulunan yeni dünyan›n ilk durumu, k›sa bir zamanda vahflileflmeye

bafllayacakt›r. Her fley, basitleflecek, ilkelleflecek, vahflileflecektir.

Eski dünyada mevcut olan, zirveleri yuvarlak da¤lar ve

tepeler yeni dünyada görülmeyecek, onlar›n yerine tepeleri sivri,

testere fleklini alm›fl da¤lar ve s›rada¤lar meydana gelecek, keskin

vadiler görülecek, her fley sivrileflecek, keskinleflecek ve haflin bir

çehre alacakt›r.

Varl›klar›n, yaflamakta olduklar› çevrelere uymalar›n›n zarurî

oldu¤undan daha önce söz etmifltik. Dünyaya gelecek varl›klar,

ancak içinde bulunduklar› çevrenin maddelerinden bedenlerini

kuracaklar› için, yeni dünyaya intikal etmifl insanlar›n ve hayvanlar›n

da, nesilleri üredikçe kabalaflacaklar›, kaba olan çevrelerine

uyacaklar› do¤ald›r. Onlar›n bu kaba çevreye adaptasyonlar› sonucunda,

bedenleri h›zla kabalaflacakt›r. Geçen dünyadan yeni

dünyaya intikal eden hayvanlar›n ve insanlar›n bedenlerinde görülecek

bu kabalaflma hâli, ilkel çevrelerine ait ihtiyaçlar›na ba¤l›

olarak, nesilden nesle artacak ve uzun süre devam edecektir. Meselâ

nesiller ilerledikçe büyük gövdeli hayvanlar türeyecek, bu

hayvanlar vahfli olacak, adalarda toprak ve sonuç olarak bitki

289


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

olmad›¤› için, geçen dünyan›n ot ve bitki yiyen uysal hayvanlar›na

buralarda rastlanmayacakt›r.

T›pk› bunun gibi, bu yeni dünyaya geçen ilk insanlar›n da, nesilleri

ilerledikçe beden formasyonlar› de¤iflecek, onlarda da bir

kabalaflma hâli bafllayacakt›r. Haflin ve sert do¤ayla, vahfli hayvanlarla

ve birbirleriyle bo¤uflmak, çarp›flmak durumunda kalan

bu ilk insanlar›n hayat mücadelelerinin do¤uraca¤› yeni ihtiyaçlara

uygun olarak, beden yap›lar› ve formasyonlar› esasl› de¤iflmelere

u¤rayacakt›r. Yâni, nesiller ilerledikçe, bütün karakteristikleriyle,

bu kaba çevreye uygun beden formasyonlar› kendini

gösterecektir. Art›k geçmifl dünyada oldu¤u gibi ince uzun insan

flekilleri kalmayacak, buna karfl›l›k insanlar›n bedenleri yayvanlaflacak,

gövdeleri büyüyecek, kaslar› güçlenecek, gö¤üsleri geniflleyecek,

kollar› uzayacak, ayaklar›nda ifl görme kabiliyeti artacak,

gerekti¤inde el parmaklar› gibi çal›flacaklar› için ayak parmaklar›

da büyüyecek, kollar› ve ayaklar› güçlenecek, kafatas› da ona göre

yeni flekiller alacakt›r. Entelektüel hayattan ziyade sansüel içgüdülere

hizmet etmek durumunda kalan o günkü beynin yükünde

medenî bir insan›n zihinsel faaliyetleri bulunmayaca¤›ndan,

mükemmel bir beyne ve bu beynin korunmas›na yarayan bir

kafatas›n›n oluflmas›na gerek kalmayacak ve bunun sonucunda

da, al›nlar küçülecek, kafatas›n›n da küçülmesiyle, geriye do¤ru

çekik olacakt›r. Buna karfl›l›k, yaln›z et yemek zorunlulu¤uyla,

a¤›z ve çeneler geliflecek; difller sivrileflecek, keskinleflecek, güçlenecek;

a¤›zlar büyüyecek, kabalaflacak ve öne do¤ru ç›k›k olacakt›r.

fiiddetli hava etkilerine karfl› korunmak için, cilt yüzündeki

k›llar s›klaflacak ve büyüyecektir.

Geçiflin ard›ndan yeni gelecek nesillerle bafllayacak olan bu kabalaflma

hâli, 300 y›l kadar devam edecektir. Bu süre s›ras›nda

dünyaya insan hâlinde gelecek yeni nesiller; Günefl Sistemi’nin

baflka gezegenlerinde hayvanl›k ve insan alt› kademesi hayatlar›na

ait bütün inkiflaf safhalar›n› tamamlayarak, art›k birer insan bedenini

kurmaya liyakat kazanm›fl bulunan ve insan hâlinde dünyaya

gelmek ihtiyac›nda olan varl›klardan oluflacakt›r. Yâni, bu kabal›k

290


BEDR‹ RUHSELMAN

devrinde, geçen dünyadan intikal etmifl insanlar›n evlâtlar›; di¤er

gezegenlerin, insan alt› safhalar›n› henüz bitirip de, bu dünyaya

girmekle ilk insanl›k kademesine ayak basm›fl bulunan varl›klar›

olacakt›r. Zaten bu vahfli çevre de onlar için haz›rlanm›flt›. Geçen

dünyadan bu yeni dünyaya intikal etmifl insanlar›n vazifelerinden

biri de; bu, hayvanl›ktan ve alt kademelerden insanl›¤a ilk geçecek

varl›klar› do¤urmak, onlara anal›k babal›k yapmak olacakt›r.

*

* *

‹nsanlar›n bu kayal›k adalarda geçirecekleri süre s›ras›nda, henüz

yerleflilmemifl yeni k›talarda toprak mevcut olacak, buralara

günlerce, aylarca muazzam ya¤murlar ya¤acak ve bunun sonucunda

da, k›talar›n bâz› yerlerinde büyük gövdeli uzun a¤açlardan

oluflan, balta görmemifl vahfli ormanlar meydana gelecektir.

‹flte kayalar üzerinde 300 y›l kadar sürecek olan insanlar›n kabalaflma

devrinden sonra, onlar, bulunduklar› kayal›k adalardan

kalk›p bu k›talara gidebilmek kudretine eriflecekler ve onlar›n ormanlar›ndan,

bitkilerinden ve di¤er imkânlar›ndan yararlanmaya

bafllayacaklard›r. Çünkü bundan önce, bulunduklar› yerlerden ayr›labilmelerine

ne düflünceleri, ne kudretleri, ne de içinde bulunduklar›

imkân ve vâs›talar› müsaade etmeyecektir. Fakat 300 y›ll›k

bir kabalaflma devrinden sonra, inkiflafa do¤ru ilkel ve basit k›p›rdan›fllarla,

içgüdülerinde do¤acak –yine basit olmakla birlikte– biraz

daha ileri ihtiyaçlar sonucunda; insanlar, yavafl yavafl bu adalar›

terk edip büyük k›talar›n kendilerine en yak›n k›s›mlar›na geçmeye

bafllayacaklar ve böylece, yeni bir dünya kuruluflunun sonraki

bütün icaplar›n› yerine getirmek üzere, bundan sonra, çok

uzun ve a¤›r bir inkiflaf temposuna gireceklerdir.

Altm›fl bin y›l sürecek olan, yeni dünyan›n bu insanl›k inkiflaf›

devresi boyunca, insanlar, yeni bir medeniyete ulafl›ncaya kadar,

tafl, demir, tunç devirleri gibi uzun devirler geçirecekler, ilk ça¤,

orta ça¤ gibi birtak›m ça¤lar atlatacaklar; k›sacas›, Mu dünyas›ndan

bu dünyaya devredilen insanlarda oldu¤u gibi, bunlarda da

yavafl yavafl içgüdüler sezgilere, sezgiler idraklere intikal ederek,

291


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

idraklerin inkiflaf›yla, derece derece, mâflerî ve yüksek mâflerî

plânlara geçilecektir.

E¤er bu s›rada, geçen dünyan›n son, intikal safhas›na kadar

kendilerini yetifltiremedikleri için sonraki dünyaya kalm›fl olanlar

aras›nda, inkiflaflar›nda büyük bir h›z al›p süratle vazife plân›na

haz›rlanm›fl olanlar bulunursa; onlar, 5–10 bedenlenmeden sonra,

yâni 8–10 yüzy›l zarf›nda yukar›dan kendilerine –liyakatlerine

göre– verilecek vazifelerini yapabildikleri takdirde (vazife plân›na

geçebilmek için mutlaka bir vazifeyi yerine getirmek flartt›r) dünyan›n

sonunu beklemeden, geçen dünya ink›lâb› s›ras›nda yüksek

plânlara giden di¤er mutlu insanlar›n bulundu¤u yerlere ulaflmak

üzere, dünyay› tamamen terk edip gideceklerdir. Di¤er insanlar

ise, dünyan›n altm›fl bin y›l sonra gelecek yeni ink›lâp günlerini

beklemek ve o günlere haz›rlanmak üzere; say›s›z bireysel, mâflerî

s›navlar, üzüntüler, mücadeleler, savafllar, vuruflmalar, ölümler,

cinayetler, hastal›klar, esaretler, hapishaneler, zindanlar, engizisyonlar,

ak›l hastaneleri, hastaneler, ›st›raplar, s›k›nt›lar, sefaletler,

açl›klar, a¤›r hizmetler... k›sacas›, dünya hayat›n›n, insan tekâmülünü

haz›rlayan ve her dünya devresi tarihi boyunca geçirilmekte

olan say›s›z, bütün inkiflaf malzemeleri içinde, tekrar yaflamaya

bafllayacaklard›r. Bu arada birbirine z›t görünen inançlar,

realiteler, bilgiler, itikatlar, dinler, mezhepler, ekoller ve kanaatler

içinde, bazen otomatik, bazen yar› idrakli cehit ve gayretlerle

bo¤uflarak, didiflerek hakikat diye bir sürü realitenin peflinde koflacaklar,

bir sürü hayal k›r›kl›¤›na, aldanmalara, hataya düflmelere

ve baflar›s›zl›klara u¤rayacaklard›r. Bu s›rada hayat›n çetin

mücadeleleriyle de karfl›laflacaklar, çal›flacaklar, didinecekler ve

gelip geçici fakat kuvvetle çekici zevklerin aldat›c› cazibeleri peflinde

as›l gaye ve hedeflerini unutmamaya gayret ederek, altm›fl

bin y›l sonra gelecek yeni bir dünya ink›lâb›n›n efli¤ine çok a¤›r

ve zahmetli yürüyüfllerle ulaflacaklar ve ancak o zaman, art›k bu

dünyay› tamamen b›rakabilecek kudrete eriflmifl bulunacaklard›r.

Çünkü bu yavafl inkiflaf temposu içinde insanlar›n ço¤u, art›k

maddenin mânâs›n›, imkân s›n›rlar›n›, hangi gayeler için ol-

292


BEDR‹ RUHSELMAN

du¤unu, insanlara ne dereceye kadar ve hangi yollardan yararl›

olup hizmet edebilece¤ini anlam›fl ve ö¤renmifl bulunacakt›r.

Özetle, dünya okulu, her inkiflaf devresi sonunda, yetifltirmifl oldu¤u

mezunlar›n› yüksek kurumlara teslim etmek üzere kap›lar›n›

onlar›n arkas›ndan kapayacak, gidenlerin boflalan yerlerine de,

yetifltirilmek üzere yeni geleceklere kap›lar›n› açacak ve böylece,

devrî olan sonsuz fonksiyonlar›ndan bir tanesini daha yapm›fl bulunacakt›r.

Bu, yaln›z dünyan›n de¤il, bütün dünyalar›n, bütün

âlemlerin ve kâinat›n kaderidir.

*

* *

Burada flunu tekrar belirtmek isteriz ki, ne kadar gürültülü ve

korkunç görünürse görünsünler, bu durumlardaki, yâni büyük

dünya ink›lâplar›n›n görünüfllerindeki korkunçluk hâli, görünürdeki

hâldir. Burada, ne korkulacak, ne ürkülecek, ne kaç›n›lacak,

ne de kayg›lanacak hiçbir fley yoktur. Çünkü bu korkunç manzaralar,

ancak dünya maddelerinin tâbi bulundu¤u realitelere aittir. Ve

onlarla birlikte dünyada kalacakt›r. Öbür tarafa, yüksek plânlara

bunlar›n bir zerresinin zerresi dahi geçemeyecektir. Ölüm ise, esasen

hiçbir ›st›rap ve ac› vermeyen bir ân meselesidir. Ölüme neden

olan olaylar›n manzaralar›, asl›nda, öz varl›¤a ait fleyler de¤ildir.

Bedene ve dünyaya ait durumlard›r. Ölenler, o ân içinde bunlar›n

hepsini terk etmifl ve an›lar›n› bile unutmufl bulunacaklard›r. Dolay›s›yla,

volkan a¤›zlar›n›n k›zg›n ateflleri, su kütlelerinin azg›n sald›r›fllar›,

yer sallant›lar›n›n fliddetli hareketleri, y›ld›r›mlar›n gürültüsü;

buradan gitmesi kararlaflt›r›lm›fl olanlar için, ancak birer

oyuncaktan ibaret kalan ölüm vâs›talar›d›r. Çünkü dünyada kopan

bu k›yametin insanlardan tek alabilece¤i fley, onlar›n zaten burada

b›rakmay› seve seve kabullenmifl olduklar› kaba bedenleri olacakt›r.

Buna da insanlar çoktan raz›d›rlar. Çünkü insanlar›n belki

o ânda bile sezmeye bafllayacaklar›, yüksek, mesut âlemlerin mutlu

atmosferine bir ân önce kavuflabilmeleri, bedenlerini terk edecekleri

ölüm saniyesinin gelifline ba¤l›d›r ve onlar, idrak edebildikleri

oranda, bu saniyenin bir ân önce gelmesini bekleyeceklerdir. Bu,

bir mutluluk, sevinç ve kurtulufl ân›d›r. Bu, binlerce y›ll›k ›st›rapl›

293


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

bir mazisi olan dünya okulunun, a¤›r flartlar alt›nda geçirilmifl zahmetli

ö¤renim devrelerinin tam ve baflar›yla bitirilmesi ân›d›r. Bu

ân, baflar›l›, baflar›s›z hayatlar›n, çeflitli korkular›, ›st›raplar› ve hattâ

azaplar› içinde, bir sürü ümitsizlik ve k›r›lmayla dolu flartlar›n›n

art›k son buldu¤u ve her fleyin, en mutlu, en h›zl› ve rahat yollardan

yürüyerek, nurlu, berrak ve kudretli sahalara intikal edece¤i

bir ând›r. Bu, tam mânâs›yla bir kurtulufl ân›d›r.

O kadar korkunç görünen bu hengâmede, o kadar dehfletli

manzaralar gösteren bu k›yamet gününde, on binlerce y›ll›k

üzüntü ve s›k›nt›yla dolu, zincirli bir mahpusluk hayat› olan kaba

hidrojen âleminden parlak ve mutlu bir üst âleme geçilecektir.

Bu geçifli sa¤lamak için de, insanlar›n art›k, bir tek nefes süresi

kadar k›sa bir zaman› beklemekten ve o tek nefesin verilifli gibi

basit, kolay ve küçük bir ifllemi geçirmekten baflka, bu dünyada

yapacaklar› ifl kalmam›fl olacakt›r. Burada as›l felâket; ölemeyip,

daha do¤rusu o ânda ölmek liyakatini kaybedip yaflamak ve basitleflmifl

bir dünyan›n, tekrar binlerce y›l devam edecek bekçili-

¤ini yapmak hükmünü giymifl olan zavall› insanlar›n bafl›na çökecektir

ki, bu da ne bir zulümdür, ne de bir gaddarl›kt›r. Bu, sadece,

onlar›n bütün bir dünya hayat› boyunca istedikleri, peflinden

kofltuklar› ve hattâ tap›nd›klar› madde arzu ve ihtiraslar›n›n,

yüksek kader mekanizmas› hükümleri karfl›s›nda gerçekleflmifl

sonucundan baflka bir fley de¤ildir.

Vukua gelecek olan bütün bu olaylar›n büyük tertip ve nizamlara

tâbi oldu¤unu, hiçbir fleyin keyfî ve rastgele vukua gelmedi-

¤ini, tekrar tekrar söylemifltik. Bu sözlerin mânâs› fludur ki, dünyada

olup bitecek olaylar›n hepsi, Ünite’den gelen direktif ve

icaplara göre ayarlanm›fl ve öyle olmufltur. Her fley, varl›klar›n

bizzat çal›flarak kazanm›fl olduklar› liyakat derecelerine göre, aslî

icaplar›n direktifi alt›nda ve aslî zaman›n yard›m›yla, kader mekanizmas›n›n

ölçüp takdir ederek hükümlendirdi¤i tarz ve flekillerde,

vazife plân›n›n ilgili vazifelileri taraf›ndan yap›lmaktad›r.

Dolay›s›yla, vuku bulacak her fley, büyük hesaplara, çok ince ve

kapsaml› teknik esaslara dayanmaktad›r.

294


BEDR‹ RUHSELMAN

*

* *

fiimdi, yeryüzünün bat›fl›na ait yukar›da vermifl oldu¤umuz bilgilere

destek olan teknik mekanizma hakk›ndaki gerekli aç›klamalar›

yap›yoruz. Bu aç›klamalara giriflmeden önce, biraz gerilere giderek,

daha önce belirtmifl oldu¤umuz bilimsel bir konuya tekrar

dönece¤iz.

Galaksileri dolduran milyarlarca sistemin her biri, “günefl” denilen

bir çekirdek ile onun etraf›nda dönen gezegenlerden, yâni

o sistemin madde cüzlerinden oluflmufltur. Böyle bir sistem içinde,

her kürenin kendisine özgü bir manyetik alan›n›n mevcut oldu¤unu

daha önce söylemifltik. Yine, her biri ba¤l› bulundu¤u

madde cüzüne ait ayr› ayr› karakter tafl›yan bu alanlar›n, bir sistem

içinde birbiriyle çok s›k› temaslar› oldu¤u hâlde, aslâ birbirlerine

kar›flmad›klar›n› ve bu yüzden, bir küreye ait olan herhangi

bir madde cüzünün, o kürenin manyetik alan›n› terk edip di¤er

bir kürenin manyetik alan›na giremeyece¤ini ve e¤er herhangi bir

zorlama karfl›s›nda böyle bir hâl meydana gelirse, o cismin girmifl

oldu¤u yeni manyetik alan›n mahiyetine uymas›n›n ve bunun için

de kendi mahiyetini köklü olarak de¤ifltirmesinin zorunlu bulundu¤unu

da aç›klam›flt›k. ‹flte böylece, bir sistem içindeki çeflitli

kürelerin çeflitli manyetik alanlar›, kendi aralar›nda, o sistemin

genel bünyesinin icaplar›na göre, karfl›l›kl› olarak tesirleflirler ve

tam bir denge hâlinde bulunurlar.

Sistem içindeki çekirde¤in ve onun etraf›nda dönen madde

cüzlerinin, yâni kürelerin yörüngelerinin flekilleri, uzunluklar›, k›-

sal›klar›, eksenlerinin yönleri, gezegenlerin kendi eksenleri etraf›ndaki

dönüfllerinin ve yörüngelerindeki yürüyüfllerinin h›zlar›, o

sistemin inkiflaf› sonucunda meydana gelecek hareketlerin durumlar›yla

ve aralar›ndaki denge hâlleriyle belirlenir ki; bu hareketler

de, cüzler aras›nda ve üst tesirlerin kontrolleri alt›nda cereyan

eden karfl›l›kl› tesirleflmelerle mümkün olur. Bütün bunlar

–dedi¤imiz gibi– sistemlerin inkiflaf ve tekâmül derecelerine ba¤l›d›r

ve bu derecelere göre de¤iflmelere u¤rarlar. Yâni, bir sistemin

madde cüzleri aras›ndaki tesirleflmelerin flu veya bu tarzdaki

295


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

hareketleri meydana getirecek flekillerde oluflu, o sistemin tekâmülüyle

ilgili hâllere göre de¤iflir.

Özetle: Bir çekirdek etraf›nda dönen çeflitli madde cüzleri vard›r.

Bu madde cüzlerinin her birinin birer manyetik alan› mevcuttur.

O çekirde¤in ve etraf›nda dönen cüzlerin inkiflaflar› derecelerine

göre, bu manyetik alanlar aras›ndaki karfl›l›kl› tesirleflmelerin

durumlar› da de¤iflir. ‹flte bu tesirleflmeler sonucunda kurulan denge

hâllerinin bütünü, bir manyetik alanlar sentezi meydana getirir

ki, buna da günefl sisteminin manyetik alanlar sentezi deriz.

Demek ki her sistemin, karmafl›k bir manyetik alanlar sentezinden

ibaret bir durumu vard›r ve bu, ancak o sisteme aittir. Böyle

olunca, galaksinin içindeki di¤er sistemlerin manyetik alanlar› ile

de onun denge hâlinde bulunmas› icap eder ve bu manyetik alan

dengesi gittikçe karmafl›klaflarak, geniflleyerek galaksiler aras›na

kadar uzan›r. Demek ki bir galaksinin manyetik alan kompleksleri

aras›nda da, o oranda kapsaml› denge hâlleri vard›r.

*

* *

Bir sistem dahilindeki herhangi bir kürede vukua gelecek de¤ifliklikler,

o kürenin manyetik alan›na yap›lacak tesirlerle mümkün

olur. Yâni, bir kürede icap eden sonsuz de¤iflmeler, o kürenin

manyetik alan›na, sistemin güneflinden veya baflka bir yerden gelecek

tesirlerle vuku bulur ki; bu tesirler de, vazife plân›n›n o sistemde

vazifelenmifl bulunan varl›klar› taraf›ndan, direkt veya endirekt

olarak gönderilir.

Herhangi bir küre üzerinde –Dünya hakk›nda yukar›da yazd›¤›-

m›z gibi– büyük bir ink›lâp çap›nda de¤iflmeler icap ediyorsa, o zaman

daha a¤›r ve güçlü tesirlerin gönderilmesi lüzumu do¤ar. O

hâlde, vukuu tahakkuk* etmifl bulunan büyük dünya ink›lâb›n›n

olaylar›n› do¤uracak bu güçlü tesirin nereden geldi¤ini ve fonksiyonunu

nas›l yapt›¤›n› aç›klayal›m:

Günefl Sistemi’ne bu olay için ulaflacak ilk güçlü tesir, bu sis-

* “Tahakkuk” sözcü¤ü, “hakk” sözcü¤ünden gelme olup, “hakikat hâline gelme,

hakikat olma, hakikatleflme; gerçekleflme” anlamlar›na gelir.

296


BEDR‹ RUHSELMAN

temden çok uzak mesafelerde bulunan baflka bir sistemin, Dünya’dan

hemen hemen dört yüz defa daha büyük bir gezegeninin

manyetik alan›ndan gelecektir.

Dünyadan büyük olmakla birlikte, maddesi Dünya’dakinden

çok basit ve a¤›r olan bu gezegenin, Günefl Sistemi’nden pek uzaklarda

bulunan kendi günefli etraf›nda ola¤an olarak katetti¤i bir

yörüngesi vard›r. ‹flte o, bu yörüngesini katederken, Dünya’n›n

tâbi oldu¤u Günefl Sistemi taraf›na rastlayan k›sm›nda ondan ayr›larak,

büyük bir yay çizmek suretiyle, Günefl Sistemi’ne do¤ru

yürümeye bafllam›flt›r. Bu hâl, bu yürüyüflle ilgili di¤er bir sürü

sistemde vukua gelecek büyük ve küçük ink›lâplarla vazifeli bir

plân taraf›ndan –Ünite’den gelen direktiflere göre– gönderilmekte

olan tesirlerle vuku bulmufltur.

Böylece o gezegen, büyük yay› üzerinde, Günefl Sistemi’ne yak›n

bir yerde, kendisine o yüksek vazife plân› taraf›ndan çizilen

belirli bir noktaya kadar gelecek; ondan sonra yürüyüflünün yönünü,

yâni yay’›n› tekrar sistemine do¤ru çevirerek geriye dönecek

ve as›l sistemindeki yörüngesine girip kendi günefli etraf›ndaki

ola¤an dolan›m›na devam edecektir. Bu gezegenin böyle,

ola¤an yörüngesinden ayr›l›p, büyük bir yar›m yayla, Günefl Sistemi’nin

yak›nlar›na kadar yolculu¤unu ola¤an d›fl› olarak uzatmas›

ve bu s›rada Günefl’e çarpmadan belirli bir noktadan itibaren

tekrar geriye dönmesi, elbette tesadüfî bir olay de¤il, Ünite’-

den gelen yüksek bir icab›n sonucudur.

Bu gezegen, hâlen, yörüngesinden ayr›lm›fl bulunmakta olup,

Günefl Sistemi yönüne do¤ru yürümekte ve her ân ona yaklaflmaktad›r.

fiu ânda görülmesi henüz mümkün olmayan bu gezegenin

150–200 y›l sonra Dünya’dan gözle görülmesi mümkün

olacakt›r. fiimdi, bu gezegenin bu ola¤an d›fl› yolculu¤unun sonuçlar›

üzerinde dural›m!

*

* *

Söz etti¤imiz gezegenin bu yolculu¤u, birçok sistemi ilgilendiren

genel bir tekâmül sürecinin icab›d›r. ‹lk olarak; bu gezegenin

bizzat kendisi Günefl Sistemi’ne yaklafl›ncaya kadar, di¤er birçok

297


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

sistemin manyetik alan›yla karfl›laflacak ve onlarla çarp›flacakt›r.

Her çarp›fl›fl›nda, kendi bünyesi üzerinde muazzam sars›nt›lar,

dengesizlikler ve allak bullak olufllar meydana gelecek ve o gezegenin

Dünya’dakinden çok basit ve ilkel olan varl›klar›, ancak o büyük

sars›nt›lar sayesinde inkiflaf h›zlar›n› artt›rabileceklerdir. ‹kinci

olarak; bu gezegen Günefl Sistemi’ne gelinceye kadar karfl›laflaca¤›

di¤er bir sürü sistemin, çeflitli derecelerde dengelerinin bozulmas›na

neden olacak, onlar›n durumlar›n› da allak bullak edecek ve

böylece, di¤er birçok kürenin inkiflaf›na imkânlar haz›rlam›fl bulunacakt›r.

Nihayet; flimdi aç›klayaca¤›m›z yoldan, onun manyetik

alan› Günefl Sistemi’mize tesir edecek ve bu sistemin en mütekâmil

küresi olan Dünya’m›z, bu tesirin en fliddetli sonuçlar›na mâruz

kalacakt›r. fiimdi, bu sonuçlar›n ortaya ç›kmas›na neden olan tesirlerin

iflleyifl mekanizmalar›n›n aç›klanmas›na bafll›yoruz.

*

* *

Dünya, Günefl etraf›ndaki yörüngesi üzerinde dikey bir eksen

etraf›nda dönmez. Bu eksen, dikey duruma nazaran 23° 27’ e¤ri

bir yönde bulunur ve Dünya, günlük devrelerini bu yön etraf›nda

dönerek tamamlar. Bu flartlar alt›nda dönen Dünya’n›n belirli

yerlerinde; meselâ kutuplar›nda yerleflmifl sürekli buz kuflaklar› ve

kutuplar aras›nda yerleflmifl bir ekvator iklimi mevcuttur. Dünya’n›n

bu e¤rili¤i yönünde oldu¤u varsay›lan eksenin alt ve üst

uçlar›, güney ve kuzey kutuplar›n› oluflturur. Yâni, bu kutuplar›n

bulundu¤u noktalar, Dünya’n›n, etraf›nda döndü¤ü ekseninin iki

ucuna denk gelir. Dünya’n›n, ekseni üzerinde dönerken yapt›¤›

hareketler, bu noktalarda s›f›rd›r. Bu da, daha önce söz etti¤imiz

düalite prensibine göre, Dünya cüzlerinin oluflturdu¤u z›t karakterdeki

manyetik alan k›ymetlerinin de¤er farklanmalar› sonucunda

meydana gelen say›s›z denge bozukluklar›n›n, Dünya bütünü

içinde kurduklar› genel denge durumunun bir sonucudur. Bugün,

yüzy›llardan beri bu denge –az çok belirsiz sapmalar kaydetmifl

olmakla birlikte– sabit bir hâlde bulunmaktad›r. Bu durumun sonucunda

da bugünkü co¤rafî iklimler, mevsimler ve gece–gündüz

durumlar› meydana gelmifltir.

298


BEDR‹ RUHSELMAN

fiimdi, Günefl Sistemi’ne yaklaflmakta olan gezegeni izleyelim!

Bu gezegen bugün, Günefl Sistemi’nden henüz bir hayli uzaktad›r.

Dolay›s›yla, onun manyetik alan›, henüz Günefl Sistemi’nin

manyetik alan› ile direkt olarak temas hâlinde de¤ildir. Fakat

Dünya’dan dört yüz defa büyük olan bu gezegen, yörüngesinden

ayr›l›p Günefl Sistemi’ne do¤ru yürümeye bafllad›¤› ândan itibaren,

onun endirekt olarak Günefl Sistemi üzerinde bâz› tesirleri

olmaya bafllam›flt›r. Yâni, bu gezegenin hâlen temasta bulundu¤u

di¤er sistemlerin manyetik alanlar› ile iliflkide olan Günefl Sistemi’mizin

manyetik alan›, bu yoldan, ad› geçen gezegenin tesirlerini

almaktad›r. Ancak, bu gezegenin henüz hem uzakta olmas›ndan,

hem de tesirinin vâs›tal› yollardan gelmesinden dolay›,

Günefl Sistemi’ndeki sonuçlar› bugün pek zay›ft›r.

Fakat bu gezegen Günefl’e sürekli olarak yaklaflmaktad›r. Bir ân

gelecek ki –yâni bundan hemen hemen elli altm›fl y›l sonra– bu gezegenin

manyetik alan›, Günefl Sistemi’nin manyetik alan› ile direkt

olarak temas hâline gelmifl bulunacakt›r. Bu durum meydana

gelince, gezegenin çok a¤›r ve yo¤un manyetik alan›, Günefl’in

manyetik alan› üzerine güçlü bir bask› tesiri yapacakt›r. Tüm gezegenleriyle

bir bütün olan Günefl Sistemi’nin ald›¤› bu a¤›r tesir, sistemin

gezegenleri üzerinde, daha do¤rusu onlar›n manyetik alanlar›

üzerinde çeflitli reaksiyonlar do¤uracakt›r.

Misafir gezegenden gelen tesir, çok kaba ve a¤›rd›r, dedik.

Dolay›s›yla, Günefl Sistemi’nin en mütekâmil küresi olan Dünya’n›n

ince ve karmafl›k manyetik alan› ile bu gezegenin kaba

manyetik alan› aras›nda büyük bir kaynaflmazl›k mevcut oldu-

¤undan, Günefl Sistemi’ne gezegenden gelen tesirin en fliddetli,

sars›c› sonuçlar› ve reaksiyonlar› Dünya küresinde görülecektir.

Bu hâlin sonucu olarak, gezegenin bu kaba manyetik alan›n›n bas›nc›

alt›nda Dünya’n›n bugün sabit olan ekseninin 23° 27’lik e¤imi,

13° daha artacak ve Dünya’n›n ekseni, yörüngesine dikey

durumdan 36° derece e¤ri bulunacakt›r. Kutuplar›n ilk kayma hareketi,

misafir gezegenin Günefl Sistemi’ne gelecek ilk direkt tesirleriyle

bafllar.

299


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Buradaki bas›nç kavram›n› kaba mânâda ele almamal›d›r. Yâni,

burada, d›flar›dan gelen bir itiliflle Dünya çarp›l›yor veya e¤iliyor,

gibi düflünmemelidir. Bunu aç›klamak için, ilk önce, kendi

ekseni etraf›nda dönen bir kürenin hareketlerini ele alal›m: Bu

küre, kutuplar dedi¤imiz iki sabit noktay› birbirine birlefltiren,

eksen denilen bir düz hat etraf›nda döner. Buradaki kutup noktalar›n›n

oluflmas›, kürenin bünyesindeki ve manyetik alan›ndaki

z›t de¤erlerin, yâni hareketlerin oluflturdu¤u denge toplamlar›n›n

sonucudur. Kutuplardaki hareketler, s›f›rd›r. Buna karfl›l›k, hareketlerin

en fazla oldu¤u yer; kürenin, iki kutbu aras›ndaki mesafenin

tam ortas›ndan geçen, ekvator dedi¤imiz, kuflak k›sm›d›r.

‹flte hareketin ekvatordaki en yüksek, kutuplardaki en düflük h›zlar›

aras›ndaki oran –söyledi¤imiz gibi– küredeki hareket dengeleri

toplam›n›n sonucu ve tezahürüdür. Dolay›s›yla, küre dahilinde,

herhangi bir nedenle, bu dengelerde bozulma ve de¤iflme

meydana gelirse, o zaman s›f›r noktalar›, di¤er deyiflle kutup noktalar›

yerlerini de¤ifltirebilirler. Yâni, eski yerlerine nazaran, kutuplar

–denge de¤iflmesi derecesinin fliddetine göre– küre üzerinde

az veya çok olmak üzere, öne, arkaya, sa¤a, sola do¤ru kayabilirler.

Ve denge prensibi gere¤ince, ekvator da derhal ona göre yerini

de¤ifltirir; yeni kutuplara göre, küre etraf›ndaki uygun yerini

al›r. Bu vaziyetin meydana gelmesi demek; kürenin kendi ekseni

etraf›nda dönerken, eski dönüfl yönünden ayr›l›p, yeni kutuplar

aras›nda oluflan eksen etraf›nda, öncekine nazaran de¤iflik bir

yönde dönmeye bafllamas› demektir.

‹flte Dünya’da olacak fley de bunun ayn›d›r. D›flar›daki gezegenden

gelerek, Dünya’n›n manyetik alan›na, oradan da bünyesine

intikal eden tesirler, kürenin dahilî hareketleri üzerine etkide

bulunarak onlar›n ilk dengesini bozduktan sonra; bu denge de¤iflmeleri,

Dünya’da meydana gelmeye bafllayan yeni durumlar, yâni

yeni hareketler sonucunda –zincirleme de¤er farklanmas› mekanizmas›na

göre– dengenin tam kurulaca¤› hadde kadar, devam

eder. Bunun sonucu olarak, Dünya’n›n daha önce mevcut olan,

bilinen yerlerindeki kuzey ve güney kutuplar› yerlerinden oynar.

Kutuplar –biraz önce söyledi¤imiz gibi– kürenin genel dengesinin

300


BEDR‹ RUHSELMAN

sonucu oldu¤undan, bunlar›n yer de¤ifltirmesiyle, kürenin ekvatoru

da derhal, kutuplar›n yeni durumlar›na göre bulunmas› gereken

yerini küre yüzeyinde almak üzere, de¤iflir. Demek ki kürenin,

oluflacak olan yeni kutuplar› aras›ndaki eksen yönü; eski ekseni

yönüne nazaran, kutuplar›n de¤iflen yerlerini izleyerek de-

¤iflmeye bafllayacakt›r.

Meselâ Dünya’n›n kuzey kutbu, yavafl yavafl Sibirya taraf›nda

güneye do¤ru kaymaya bafllarken; güney kutbu da, ayn› ölçü dahilinde

ters taraftan, Güney Amerika’n›n burnunun bulundu¤u

yönde, kuzeye do¤ru kaymaya bafllayacakt›r. Bunun sonucu olarak,

ekvator da Dünya çevresinde bu iki yeni kutuptan ayn›

uzakl›ktaki mesafede yerini alacakt›r; yâni onun da yeri, kutuplara

göre de¤iflecektir. Bu takdirde, Dünya daima kutuplar aras›ndaki

ekseni etraf›nda döndü¤ünden ve bu eksen de öncekine

nazaran daha e¤rilmifl vaziyette bulunaca¤›ndan, Dünya’n›n bu

durumu, öncekine nazaran biraz daha yatm›fl vaziyette bir manzara

gösterir. Hakikatte ise, Dünya küresi pozisyonunu de¤ifltirmifl

de¤ildir. Meselâ eski kutup noktas›ndaki Franz Josef Adas›,

daha önce Dünya’n›n yörüngesine nazaran ne kadar e¤imli bir

hat üzerinde bulunuyor idiyse, yine ayn› yerde bulunuyor olacakt›r.

Fakat daha önce kutup noktas› orada iken, flimdi orada

de¤il, o adaya nazaran çok afla¤›larda bulunuyor olacakt›r. Ayn›

flekilde Taimyr Yar›madas› da Dünya’n›n yörüngesine nazaran eski

yerinden k›m›ldamam›flt›r. Ancak, eski kuzey kutbu onun üst

taraflar›nda bulunurken, yeni kuzey kutbu bu yar›madan›n alt taraflar›na

inmifl ve onun alt›nda oluflmufl bulunacakt›r. Bunun gibi,

güney yar›m kürede de, güney kutbu ona göre ayarlanm›fl olacakt›r.

Meselâ güney kutbu daha önce Alexander Adas›’n›n çok

alt›nda bulunurken, bu ada Dünya yörüngesine nazaran yerini

de¤ifltirmemifl bulunaca¤› hâlde, güney kutbu onun hemen üst

taraf›na kaym›fl bulunacakt›r.

‹flte, Dünya’n›n yeni kutuplar›na göre oluflacak yeni ekseninin

yönü, eski eksenine nazaran, eski ekvatoruna biraz daha yat›k duruma

gelmifl olacak ve yeni ekvator da, ona göre de¤iflerek, yeni

oluflan eksene dik bir düzlem üzerine ç›km›fl olacakt›r.

301


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

fiu hâlde, gezegenden gelen tesirle Dünya’n›n hareket dengeleri

toplam›n›n bozulmas› sonucunda, kuzey kutbu Rusya taraf›nda

güneye do¤ru kayacak, güney kutbu Güney Amerika’n›n

burnu yönünde kuzeye do¤ru yükselecektir. Tabiî ki, bu duruma

göre, Dünya’n›n, eski eksenine nazaran yeni oluflan, kuzey ve güney

kutuplar› aras›ndaki ekseninin Dünya yörüngesine olan e¤rilik

derecesi, eski ekseninin e¤rilik derecesine oranla fazlalaflm›fl

bulunacak ve bu fazlal›k da, 13°lik bir aç› aç›kl›¤› k›ymetinde olacakt›r.

Bugünkü co¤rafî konumlara göre, bu noktalar›n yerleri

flunlard›r: Yeni kuzey kutbu, bugünkü Kuzey Kutup Dairesi ile yüzüncü

meridyenin birleflti¤i nokta üzerine kaym›fl bulunacakt›r.

Güney kutbu ise, Güney Amerika’n›n burnu yönüne do¤ru yükselecek

ve bugünkü Güney Kutup Dairesi ile sekseninci meridyenin

birleflti¤i nokta üzerine gelecektir. Tabiî ki o zaman, bütün

meridyenlerin ve paralellerin ve bu arada ekvatorun yerleri de¤iflecek,

bunlar da yeni kutuplara göre Dünya yüzeyi üzerindeki

yerlerini alacaklard›r.

*

* *

Eski eksenin yönü, Dünya yörüngesine dik durumdan 23°lik

aç› aç›kl›¤›yla ayr›kt›r. Kutup de¤iflmesinden dolay› bu eksene eklenecek

yeni e¤im ise 13° oldu¤una göre, yeni eksenin böylece yavafl

yavafl e¤ilerek en son haddini bulaca¤› e¤im derecesi

23°+13°=36° olacakt›r. Dünyan›n kendi etraf›nda dönüflü, daima

ekseni etraf›nda meydana gelece¤inden, eksenin de¤iflen bu

e¤imlerine göre Dünya’n›n da kendi etraf›ndaki dönüfl yönleri de-

¤iflecektir.

Demek ki Dünya’n›n manyetik alanlar›n›n bozulan dengeleri

icab› olarak, alaca¤› yeni dönüfl tarzlar›na göre kutup noktalar›

oluflacak ve eksenler de ona göre belirlenecektir. Bu kutup noktalar›

da; Dünya kendi etraf›nda dönerken hareketlerinin s›f›r oldu¤u

ve küre yüzeyinde birbirinin antipotu olan, yâni iki yar›kürede

birbirine tam karfl› gelen noktalar olacakt›r ki; bunlar da, yukar›da

göstermifl oldu¤umuz noktalard›r. Fakat bu durum, nihaî

safhaya aittir; gezegenin Günefl Sistemi’yle direkt olarak ilk temas

302


BEDR‹ RUHSELMAN

etti¤i ânda hemen meydana gelmeyecektir. ‹lk zamanlarda kuzey

ve güney kutuplar›, bu noktalara do¤ru çok yavafl olarak kaymaya

bafllayacaklard›r. Gezegenin bu flekilde görünen ilk tesiri, 50

y›l sonra belirsiz olarak bafllayacak, 50–100 y›l aras›nda çok yavafl

olarak devam edecek; pek az belirli bâz› iklim de¤iflmeleri, 50 y›l

sonradan itibaren bafllayacakt›r. Bununla birlikte bu hâl, yine,

henüz insanlar› meflgul edecek derecede olmayacakt›r.

*

* *

Gezegenin ilk tesiriyle Dünya’n›n ilk dengesi bozulduktan sonra,

bunu izleyen denge durumlar›n›n de¤iflmesi, Dünya cüzlerinin

hareketleri aras›nda art arda meydana gelecek zincirleme de-

¤er farklanmalar›yla, tam dengenin kurulaca¤› âna kadar devam

edecektir.

Bu da flöyle olacakt›r: ‹lk dengenin bozuluflundan sonra, eski

kutuplar ›s›nmaya bafllayacak. Bunun sonucu olarak, denizler

üzerinde bulunan, eski Kuzey Kutbu’ndaki buzlar eriyecek ve karalar

üzerinde kurulu bulunan, eski Güney Kutbu’ndaki buzlar

da, yine oran›n ›s›nmas› yüzünden eriyecek. Kuzey Kutbu’nun

buzlar›n›n erimesiyle oradaki denizlerin hacmi küçülecek; Güney

Kutbu’ndaki karalar üzerinde bulunan buzlar›n erimesiyle de

muazzam su kütleleri denize dökülece¤inden, Güney Denizi’ndeki

sular›n hacmi ise tam tersine artacak. Böylece, iki kutup çevresinde

bulunan denizlerdeki dengesizlik sonucunda, güneyden kuzeye

do¤ru büyük bir su ak›m› bafllayacak ve bu hâl, Dünya’n›n

manyetik alan› üzerinde yeni, fakat gelen gezegenin yapm›fl oldu¤u

tesirden daha güçlü tesirler yapmaya bafllayacak, Dünya’-

n›n manyetik denge hatlar›n›n daha çok de¤iflmesine neden olacak

ve bunlar da di¤er hareketlere yol açacak; böylece kutuplar,

yukar›da gösterdi¤imiz noktalara, art›k d›fltan gelen bir tesirle de-

¤il, bu tesirin ard›ndan Dünya’n›n, zincirleme de¤er farklanmas›

mekanizmas›yla meydana gelecek denge de¤iflmeleri sonucundaki

tesirlerle, yaklaflmaya bafllayacakt›r.

Demek ki kutuplar›n küre üzerinde yer de¤ifltirmesine ilk ne-

303


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

den olan tesir, misafir gezegenden gelecek; ondan sonra bu ifli

tamamlayacak olan tesir de, Dünya’n›n bizzat kendi bünyesindeki

hareketlerin de¤er farklanmas› mekanizmas›yla devam edecektir.

Böylece, dengesi bozulmufl olan Dünya’n›n tam bir denge hâline

gelinceye kadar geçirece¤i denge de¤iflmeleri, yüzüncü y›l› izleyecek

y›llarda daha çok artarak, kutup noktalar›n›n yukar›da

çizdi¤imiz yerlere h›zla yaklaflmas›n› sa¤layacakt›r.

*

* *

Kutup noktalar›n›n, bu nihaî duruma yaklaflt›¤› s›ralarda dönencelerinde

de flu de¤iflmeler olacakt›r: Yengeç Dönencesi, Dünya’n›n

Günefl’e karfl› ekseninin yeni durumuna göre, yeni ekvatordan

36 enlem derecesi kuzeyde, O¤lak Dönencesi ise, yine ayn›

flekilde ekvatordan 36 enlem derecesi güneyde bulunacakt›r.

*

* *

Yüzüncü y›ldan itibaren iklimler yavafl yavafl bu nihaî say›lar›n

ifade ettikleri hâllere belirgin flekilde yaklaflacaklard›r. Nihaî duruma

gelince Dünya’n›n dengesi birdenbire, tamam›yla bozulacak ve

söylemifl oldu¤umuz gibi, Dünya yar›m dairelik bir dönüflle en k›sa

bir zamanda tepesi üstü gelecektir. Yâni, kuzey kutbu güney kutbunun

yerine gelecek ve güney kutbu da kuzey kutbunun yerine

ç›kacakt›r. Fakat daha önce de söyledi¤imiz gibi, bu de¤iflmelerin,

kürenin çarp›lmas› veya tepetaklak olmas› fleklinde de¤il, kutuplar›n

yer de¤ifltirmesi tarz›nda olaca¤›n› tekrar belirtiriz.

*

* *

Yukar›da aç›klanan mekanizmayla, Dünya, yar›m dairelik bir

yay çizerek tepesi üstü gelince, yeni Dünya ekseni de, do¤al olarak,

Dünya’n›n yeni kurulmufl dengesinden do¤an dönüfl durumuna

göre yeni bir yön alacakt›r. ‹flte daha önce anlatm›fl oldu-

¤umuz, dünyan›n nihaî safhas›ndaki olaylar, yâni dünyan›n bat›fl

ânlar› ve k›yamet; kutuplar yavafl yavafl kayarak iflaret etti¤imiz

nihaî noktalara geldikten sonra, oradan itibaren birdenbire bafllayan

ve birkaç gün devam eden, nihayet birkaç saat içinde tamamlanan,

kuzey kutbunun güneye kayarak güney kutbunun

304


BEDR‹ RUHSELMAN

yerini almas› ve buna karfl›l›k güney kutbunun da kuzey kutbunun

yerine ç›kmas›, yâni Dünya’n›n tepesi üstü gelmesi s›ras›ndaki

büyük denge bozukluklar›na denk geleceklerdir.

Fakat Dünya’n›n bu yar›m dairelik dönüflünden sonra kutuplar›n

altüst olmas›, yeni dünyada belirli bir de¤iflme, hattâ hiçbir

de¤iflme meydana getirmeyecektir. Çünkü, esasen kutuplar altüst

olduktan sonra ortada eski co¤rafî durumlara ait hiçbir oluflum

kalmayaca¤›ndan, yeni kutuplar›n kuruldu¤u noktalar›n eski ülkelerle

ve co¤rafî durumla k›yas edilmesi sözkonusu olmayacakt›r.

Dolay›s›yla, yeni do¤acak Dünya’n›n da –eksen e¤imi ne olursa

olsun– yine bugünkü gibi, bir kuzey, bir de güney kutbu mevcut

olacak ve geçmifl devreye ait olan kutuplar› ise, bütün co¤rafî

oluflumlar› ile birlikte, ebediyen unutulan bir maziye kar›flm›fl bulunacakt›r.

*

* *

fiuras›n› aslâ unutmamak gerekir ki, bütün bu hareketleri ve

sonuçlar› meydana getiren tesirler –daima tekrarlam›fl oldu¤umuz

gibi– Ünite’den süzülerek gelen aslî direktiflere göre, dünyan›n

muhtaç oldu¤u durumlar› sa¤lamak vazifesiyle yükümlü yüksek

plândan, direkt veya endirekt olarak, dünyan›n manyetik alan›na

inmektedirler. Bu tesirlerin dozlar›, ne biraz fazla, ne de biraz eksik

olmamak üzere, tam k›ymetleriyle gönderilmifl ve böylece aslî

icaplar yerine getirilmifl olur.

Dolay›s›yla, bütün bu hareketler, plâns›z de¤il, muazzam bir tekâmül

plân›n›n tatbikat› gayesine yönelik olarak, belirli ölçülere

göre meydana getirilmektedir. ‹flte bütün bunlar, tekâmül yolunda,

kâinat›n muazzam ahengi ve nizam› içinde kurulmufl, hikmetle

dolu tertiplerdir. Bu hercümerç* gününde, göründü¤ü gibi bir felâket

yoktur. Burada olan fleyler; bir taraftan, dünyadaki tekâmül

devrelerini baflar›yla bitirmifl, s›rtlar›n› art›k kendilerini tatmin etmeyen

dünya maddelerine çevirmifl insanlar›n lây›k olduklar› âlemlere

intikallerini sa¤layacak; di¤er taraftan da, kaba maddeden bir

* “Hercümerç” sözcü¤üne sözlüklerde, “alt üst, karmakar›fl›k, darmada¤›n›k, allak bullak”

anlam› verilir.

305


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

türlü kendilerini kurtaramayan ve mutlulu¤un ancak o maddeye

gömülmekle kazan›laca¤›n› sanan haz›rl›ks›z insanlar›n, arzulad›klar›

kaba maddelere dönmeleri ihtiyac›n› yerine getirecektir.

Kader mekanizmas›; insanlar›n, tekâmülde esas tutulan özgürlükleriyle

tercih ettikleri, istedikleri ve ihtiyaç duyduklar› mekânlara

kavuflmalar› yolundaki cehit ve gayretlerine göre, liyakat derecelerini

takdir eder ve ona göre icaplar›n› yerine getirir. Böylece

dünyan›n kapan›fl safhas›nda, herkes istedi¤ini bulacak, ihtiyac›-

n›n karfl›l›¤›n› alacak, tekâmül merdiveninin liyakat basamaklar›ndaki

yerine ulaflacak ve böylece, ilerleyen ilerleyecek, gerileyen

ise yerinde kalacakt›r.

Dolay›s›yla, bütün bu korkunç ve dehfletli görünüfllerine ra¤men,

dünyan›n bu kapan›fl sahneleri, haz›rlanm›fl insanlar için en

büyük kurtulufl ân›, en sevinçli ve mutlu günün do¤uflu, yüzy›llarca

beklenen büyük kurtar›c› flafa¤›n söküflü olacakt›r.

Burada göstermifl oluyoruz ki dünya, Mu devrinin kapan›fl›ndan

bu yana bir inkiflaf devresini daha bitirerek, yüz binlerce defa

tekrarlanm›fl olan bu aç›l›fl ve kapan›fllar›na bir tanesini daha

eklemek üzeredir. Yüksek prensipler muvacehesinde dünya için

takdir olunmufl bulunan bu hâl, tekrar tekrar devam edip gidecek

ve böylece dünya, her defas›nda, bir devrelik bütün inkiflaf imkânlar›ndan

yararlanarak, dünyaya özgü tekâmül haz›rl›klar›n›

bitirmelerinden sonra, insanlar›n, liyakatlerini kazanm›fl olduklar›

ve muhtaç bulunduklar› yüksek âlemlere kitleler hâlinde intikal

etmek üzere dünyadan tamam›yla kurtulabilmelerine ve ayr›labilmelerine

zemin haz›rlayacakt›r.

*

* *

Büyük dünya y›k›m›nda ölmek suretiyle dünyadan tamam›yla

kurtulduklar›n› söylemifl oldu¤umuz insanlar›n do¤ruca gidecekleri

yer, yar› süptil dedi¤imiz, dünyaya nazaran yüksek bir plând›r

ki, biz buna “sevgi plân›” diyoruz.

Bu plânda hâkim olan realite, sevgidir. Daha do¤rusu oraya

intikal edecek olan insanlar, o plânda sevginin çeflitli tatbikat›n›

306


BEDR‹ RUHSELMAN

görmek ve bu sayede vazife plân›n›n yüksek icaplar›na tamam›yla

intibak edebilecek duruma gelmek için, orada bir süre yaflayacaklard›r.

O hâlde, yar› süptil âlem veya sevgi plân›, her fleyden önce

bir arasat plând›r. Yâni, basit dünya realitelerinin a¤›r yüklerinden

kurtulmufl olan insanlar›n, çok süptil bir plân olan vazife plân›na

intikalini rahat, tatl› ve mutlu bir yürüyüflle sa¤layan bir ara

ortamd›r.

Maddî inkiflaf›n her safhas›n›n tamamlanmas›ndan sonra bir

üst safhaya geçebilmek için, bitki, hayvan, insan, bütün varl›klar›n

böyle arasat plânlardan geçmesi zarurîdir. Çünkü bu plânlar›n

fonksiyonlar› çok önemlidir: Herhangi bir safhada bulunan varl›k,

meselâ, bir hayvan varl›¤›, çok uzun süren hayvanl›k safhas›n›

hakk›yla tamamlay›p bir üst safhadaki bedeni, yâni insan bedenini

kullanabilecek liyakate erdi¤i zaman, birdenbire, hayvanl›k

mertebesinden hemen insanl›¤a atlayamaz. Çünkü her ne kadar

o, kendi çap›nda, gere¤i derecesinde inkiflaf etmifl olsa da, o zamana

kadar kullanm›fl oldu¤u hayvan bedenlerini kullanmak ile

insan bedenini kullanmak aras›nda çok önemli ve derin farklar

vard›r. ‹flte beden realiteleri aras›ndaki belirli intikal kademelerini

geçirdikten sonrad›r ki, o varl›k, insanl›¤›n icaplar›na tamam›yla

uyabilecek ve insan bedenini fiilen kullanmaya al›flm›fl olacakt›r.

O hâlde, onun böyle bir intikal haz›rl›¤›n› yapabilmesine imkân

verecek bir plânda yaflamas› gerekir. ‹flte bu da, onun yar› süptil

âlemidir. Burada, o varl›k, insanl›¤›n icaplar›na kendisini haz›rlay›c›

birtak›m durumlarla karfl›lafl›r ve o durumlarda bir süre intikal

tatbikat›n› yapt›ktan sonra, en ilkel aflamas›ndan bafllamak üzere,

insanl›k âlemine ad›m›n› atar. Fakat yine, hemen, müstakil bir insan

varl›¤› hâline birdenbire giremez. Önce insan beyninin elemanlar›n›

kurabilecek duruma gelir; uzun süre insan beyni hücrelerinde

yaflayarak insan bedenini idare etmek tatbikatlar›n› gördükten

sonra, gereken derecedeki liyakate, yâni bir insan bedenini

müstakil olarak kullanabilecek liyakate ulaflt›ktan sonra, o bedeni

kullan›p sonraki tekâmüllerini yapmak için, bir insan bedenine

irtibatlar kurarak dünyaya ba¤lan›r, insan hâlindeki bir be-

307


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

denle bedenlenir ve bundan sonra –daha önce söyledi¤imiz gibi–

insan bedeniyle bütün tekâmül kademelerini dünyada tamamlar.

*

* *

‹nsanlar›n, insan üstü plâna geçebilmeleri için atlatmalar› gereken

yar› süptil âlem; insan alt› âleminden insan kademesine geçilirken

yaflanmas› icap eden arasat plânlarla k›yaslanamayacak

kapsam ve enginliktedir. Arasat plânlar›n, varl›klar› alt plândan

üst plâna haz›rlamak için, kendilerine özgü vâs›talar› vard›r. Bu

vâs›talar, ne onlar›n terk etmifl olduklar› plânlar›n realitelerine,

ne de bir üst plân›n realitelerine aittir. Bunlar ancak, alt plândan

üst plâna geçecek varl›klar›n, bu iki plân aras›nda mevcut olan

farklar karfl›s›nda herhangi bir sars›nt›ya u¤ramadan geçebilmelerini,

di¤er deyiflle üst plân›n hiç al›fl›lmam›fl realitelerine al›flabilmelerini

en kestirme yoldan sa¤layan vâs›talard›r ki; bu vâs›-

talar, birer yanlar›yla, b›rak›lan plân›n realitelerine temas ederken,

di¤er yanlar›yla da gelecek plâna yak›n bâz› durumlar gösterirler.

Fakat asl›nda, onlar ne b›rak›lm›fl olan, ne de intikal edilmek

üzere bulunan plânlar›n kendi realiteleri de¤ildir; ancak arasat

plân›na özgü bir haz›rl›k mekanizmas›d›r.

*

* *

‹nsanlar›n dünyadan sonra girecekleri yar› süptil âlemin, yâni

arasat plân›n›n haz›rlay›c› vâs›tas›, sevgidir. Buradaki sevgi, hiçbir

zaman dünyada anlafl›lan ve duyulan sevginin kendisi olmamakla

birlikte, bunun yine de dünyadakine yak›n bir taraf› vard›r.

Her ne kadar dünyadaki sevgi, sevgi plân›ndaki hakikî sevgi

kavram›ndan baflka ise de, yine, o sevgiye insanlar› haz›rlay›c› bir

basamak olabilecek k›ymete ve mahiyete sahiptir. Dolay›s›yla, sevgi

âlemine, yâni yar› süptile girmek liyakatini kazanm›fl olan bir

insan varl›¤›; dünyada geçirmifl oldu¤u bu haz›rl›¤› sayesinde,

dünyadakinden bambaflka ve onunla k›yas edilemeyecek bir enginlik

ve kapsam içindeki bu büyük sevgi mekanizmas›na kat›lm›fl

bulunacakt›r. O varl›¤›n bu plânda yapaca¤› fley, bu çok kapsaml›

ve genifl sevginin çeflitli varyetelerini kullanarak, onlar›n daha üst,

308


BEDR‹ RUHSELMAN

vazife plân›na haz›rlay›c› imkânlar›ndan yararlanmak olacakt›r.

Demek ki, buradaki sevginin dünya insanlar›nca anlafl›lamam›fl

olan mahiyeti, arasat plân›ndaki varl›klar› vazife plân›n›n yüksek

realitelerine intibak ettirici çok kudretli durumlar gösterir. Çünkü

vazife plân›n› tam mânâs›yla kabullenmek ve ona intibak edebilmek,

pek kolay bir ifl de¤ildir. Buradaki baflar›n›n da bir hayli cehit

ve gayret gösterilmesini icap ettiren teknik hususlar› vard›r.

*

* *

Sevgi plân›ndaki cehit ve gayretler, dünyadaki kaba ifllerde gösterilen

cehit ve gayretlerden bambaflkad›r. Dünyadaki cehit ve gayretler

esnas›nda insanlar›n karfl›lar›na daima dikilmekte olan zahmetlerin,

s›k›nt›lar›n, ›st›raplar›n, azaplar›n, iflkencelerin, hastal›klar›n,

ölümlerin hiçbiri, burada yoktur. Buradaki cehit ve gayret,

varl›klar›n idraklerinin art›fl› oran›nda (bu da sevgi plân›nda h›zla

meydana gelir) daha çok zevkli ve mutluluk verici hazlarla dolu

olur. Varl›klar, bu yoldaki faaliyeti, sevgi faaliyetini büyük bir istekle

özler ve ondan sonsuz mutluluk duyarlar. Nitekim daha dünyada

iken insanlar›n öz varl›klar›nda beliren bu büyük mutlulu¤un

sezgi p›r›lt›lar›, insanlar› kendisine çeker. Fakat insanlar bütün özlemelerine

ra¤men, dünyada iken bu mutlulu¤u elde edemezler.

Bununla birlikte insanlar, mahiyetini bilmeden, ne oldu¤unu tarif

edemeden, sürekli olarak onun peflinde koflar ve bütün hayatlar›

boyunca onu say›klar dururlar. ‹flte, özlemini duyduklar›, yüzy›llarca

peflinden kofltuklar›, buna ra¤men bir türlü yakalayamad›klar›,

hattâ mahiyetini tayin edemedikleri bu mutlulu¤un, dünyay›

terk ettikleri ândan itibaren, sevgi plân›nda kuca¤›na at›lm›fl bulunacaklar;

o zaman kendilerini tam mânâs›yla tatmin edecekler,

di¤er deyiflle, dünyada hiçbir zaman eriflemedikleri tatminkârl›¤›n

ne demek oldu¤unu o zaman anlayacaklard›r.

Bu plânda hâkim olan sevgi, ilk, ilkel basamaklar›yla sevgi ad›

alt›nda dünyadan itibaren bafllamakta, yar› süptil âlemin bütün

hayat›n› kaplayarak vazife plân›n›n efli¤inde son bulmaktad›r.

Demek ki bu büyük ve kapsaml› sevgi de, vazife plân›na do¤ru

son aflamas›na ulaflm›fl ve orada fonksiyonunu bitirmifl olacakt›r.

309


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

*

* *

Sevginin bu fonksiyonu, varl›klar›n vazifeye tam intibak edebilmelerini

sa¤lamas› bak›m›ndan, çok gerekli ve önemlidir. Çünkü

vazifeye girebilmenin büyük imkânlar›n› bu sevgi fonksiyonu

sa¤lar.

Vazife plân›, bambaflka, yüksek bir plând›r. Daha önce bu plân

hakk›nda gerekli bilgiyi vermifl oldu¤umuz için, onlar› burada

tekrarlam›yoruz. Ancak flu kadar›n› söyleyece¤iz ki, vazife plân›,

bafltanbafla bir ahenk, bir nizam, bir beraberlik, tam ve kar›fl›ks›z

bir koordinasyon ve iflbirli¤i plân›d›r. Orada en küçük bir ahenksizlik,

en küçük bir ayk›r›l›k veya bir terslik yoktur. Oraya girecek

varl›klar›n muhakkak ve kesin olarak bu ahenge uymufl durumda

bulunmalar›, hattâ bu ahenkten olmalar› flartt›r ki; bu da,

bu yolda geçirilecek olan birçok haz›rl›k safhas›yla mümkün olabilir.

Zaten vazifeye haz›rl›k safhalar›n›n en haflin, en ilkel, en

zor ve ›st›rapl› kademelerini, dünya hayat›na ait uzun devreler

içinde, insanlar geçirmifl bulunmaktad›rlar. Bu haz›rl›¤›n bundan

sonra do¤rudan do¤ruya vazife plân›na ulaflt›ran, yar› süptil

âlemdeki, yâni sevgi plân›ndaki son kademeleri ise –biraz önce

söyledi¤imiz gibi– çok kolay, rahat ve mutlulukla dolu olarak, sevile

sevile tamamlanacakt›r. Böylece bu âlemdeki yüksek sevgi

mekanizmas›yla, vazife plân›n›n ahengine ve icaplar›na uymak

kudreti kazan›lacakt›r. fiu hâlde, bu plândaki yüksek sevgi, büyük

vazife plân›na ulaflman›n tatl› ve esasl› bir vâs›tas›d›r.

*

* *

Yar› süptil âlemde, sevginin varyetelerinde yaflan›rken, varl›klar›n

karfl›lar›na ç›kacak, oran›n kendisine özgü nefsaniyeti de

vard›r. Bu nefsaniyetin mahiyetinden biraz afla¤›da söz edece¤iz.

Sevgi plân›nda, varl›klar›n büyük vazife plân›na haz›rlanmalar›na

engel olan bu nefsaniyetlerini bir ân önce ortadan kald›rmalar› ve

ondan kurtulmalar› zarurîdir. Bu da, söyledi¤imiz gibi, dünyadaki

kaba nefsaniyetlerin kald›r›lmas› s›ras›nda çekilmesi zarurî olan

zahmet ve s›k›nt›lardan uzak, tam tersine, varl›klar için çok zevk-

310


BEDR‹ RUHSELMAN

li bir çal›flma ve meflguliyet sahas› olan sevginin çeflitli tatbikat›yla

sa¤lanacakt›r. Ve bu tatl› meflguliyetler sonunda bu engel de

ortadan kalkacak; varl›klar belirsiz bir ak›fl içinde, büyük vazife

plân›n›n ilk basamaklar›na ad›mlar›n› atm›fl olacaklard›r. Bunun

için de, dünyada oldu¤u gibi büyük floklara, kaba gürültülü geçifllere,

ölümlere orada gerek yoktur. Çünkü, esasen dünyadan ayr›ld›ktan

sonra varl›klar için bu gibi durumlar sözkonusu olmayacakt›r.

Böylece sevgi plân›n› bitirip vazife plân›na geçen varl›klar,

vazife plân›n›n ilk basamaklar›na ç›kacaklar ve orada hemen

vazifeleneceklerdir.

*

* *

fiimdi, yar› süptil âlemdeki sevgi mekanizmas›n›n haz›rlay›c›

durumu üzerinde duraca¤›z.

‹nsanlar›n dünyay› b›rakmalar› demek, dünyaya ait olan kaba

hidrojen kombinezonlar›ndan ibaret fiziksel bedenlerini terk etmeleri

ve aslî hâllerine, varl›k hâllerine dönmeleri demektir. ‹nsan

bedenlerini kullanan varl›klar –daha önce söyledi¤imiz gibi–

insan anlay›fl›na göre madde bile denemeyecek kadar dünya maddesi

kavram›ndan ve realitesinden uzaklaflm›fl, çok süptil bir

madde hâlidirler. Böyle bir hâl, insanlar nazar›nda bir madde

olamaz. Çünkü bir varl›¤›n insanlar›n tan›d›¤› ve kabul etti¤i

mânâda hiçbir maddî niteli¤i yoktur. Onun içindir ki, daha önce

varl›klara sadece tesirler kompleksidir demifltik. Böylece bir tesirler

veya enerjiler kompleksi olan varl›k, dünyay›, yâni bedenini

terk edince, tamam›yla bedensiz hâlde iken, sevgi plân›nda bir tesir

vâs›tas› olarak kullanmak üzere, yar› süptil bir madde kombinezonunu

yakalar ve ona ba¤lan›r. O ânda bu kombinezon, onun

kaba dünyadaki kaba bedeni yerine geçer. Bu madde, dünya

maddeleri ile vazife plân›n›n süptil maddeleri aras›nda, yar› süptil

hâlde bulunur. Fakat o, hem kaba taraf›yla dünyaya, hem de

ince taraf›yla süptil olan vazife plân›na yaklafl›r. Onun içindir ki,

buna “yar› süptil madde” ve bu maddelerden oluflmufl yere de

“yar› süptil âlem” diyoruz.

311


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Yar› süptil âlemin varl›klar›, kulland›klar› bu maddelerin dünya

maddelerine yaklaflan taraf›ndan yararlanarak, bunlarla, dünyadaki

zaman ve mekân kavramlar›na yak›n realiteleri orada kurabilirler.

Ve kurmufl olduklar› bu reel imajlarda da yaflayabilirler.

Bu mekânlar› kurabilmelerine yard›m eden maddelerin incelik

dereceleri, dünyan›n pek hassas âletlerine çarpabilecek ayarda da

olabilir.

Bu varl›klar henüz vazife plân›na girmedikleri için, kendilerine

–hattâ otomatik olarak dahi– hiçbir vazife verilmez. Bu yüzden

onlar, hiçbir varl›¤›n tekâmülüne müdahale etmezler ve faaliyetlerine

kar›flmazlar. Kendilerinde henüz böyle bir yetki yoktur.

Yar› süptil âleme girmifl bir varl›k için as›l gaye, vazife plân›na

ulaflmakt›r. Oysa varl›¤›n orada ba¤lanm›fl oldu¤u yar› süptil

madde, onun vazife plân›na girmesine engel oluflturur. Çünkü

vazife plân›ndaki madde hâlleri, süptil maddelerdir ve o plânda

vazife görebilmek için, varl›klar›n, yar› süptil bir tek madde kombinezonuna

ba¤l› kalmaktan kurtulmalar› gerekir.

‹flte oradaki varl›klar›n bu engeli aflabilmeleri için, çok güçlü

bir vâs›talar› vard›r ki, o da sevgidir.

fiu hâlde, arasat plân›ndaki sevgi; o plân›n yar› süptil maddelerini,

her türlü ›st›raptan ve elemden uzak, tatl› ve mutlu mücadelelerle

yenmeye yarayan, yüksek bir vâs›tad›r.

*

* *

Vazife plân›na girmek demek, birtak›m vazife yükümlülüklerini

kabul etmek ve bu vazifelerin icaplar›n› yerine getirmek kudret

ve imkânlar›na sahip olmufl bulunmak demektir. Bunun için de

vazife plân›ndaki varl›¤›n, vazifelere uygun, çeflitli maddeleri kullanmas›

gerekir. Oysa henüz bu duruma gelmemifl bir varl›k,

dünyadan ayr›l›fl›n›n ard›ndan yakalam›fl oldu¤u yar› süptil bir

madde kombinezonunu iyice benimser ve ondan ayr›lamaz. Bu

maddeden ayr›lamay›nca çeflitli süptil maddeleri kullanmak imkân›n›

elde edemez ve bunun sonucunda da, hiçbir vazifeyi yapamaz.

Çünkü o vazifeyi yapabilmesi için, gerekli olan çeflitli süptil

312


BEDR‹ RUHSELMAN

maddelerden ve ortamlardan yararlanmas› gerekir ki; buna bir

türlü terk edemedi¤i yar› süptil maddesi engel olmaktad›r. Dolay›s›yla,

oradaki varl›klar›n, vazife plân›na geçebilmeleri için, bu

ilk yakalad›klar›, yâni kendilerine bir tür beden gibi kulland›klar›

yar› süptil maddeyi bir ân önce terk edebilmeleri flartt›r. Bunu yapabilmelidirler

ki, ileride kendilerine düflecek herhangi bir vazifenin

icaplar›n› yerine getirebilmek için, istedikleri de¤iflik süptil

veya yar› süptil maddeleri kullanabilsinler ve icaplara göre, onlar›

derhal de¤ifltirebilsinler.

‹flte onlar›n yar› süptil âleme geçer geçmez yakalad›klar› ve bir

türlü b›rakamad›klar› yar› süptil maddelerini b›rakabilmelerine yard›m

edecek en kudretli vâs›talar›, sevgi olacakt›r. Sevginin çeflitli

tatbikat›n› yapa yapa, bu varl›klar, art›k, bir tek yar› süptil maddeye

ba¤lanmak durumundan kurtulacaklar, o maddeyi istedikleri

zaman terk edebilecekler ve onun yerine de¤iflik maddeleri kullanabileceklerdir.

Demek ki, yukar›da da biraz söz etti¤imiz gibi,

sevgi plân›na geçen varl›klar›n ilk yakalad›klar› bu yar› süptil madde;

oradaki haz›rl›klar›n tamamlanmas› s›ras›nda, varl›klar›n yenmeleri

gereken bir tür nefsaniyetleri olur. Onlar bu maddeyi b›rakmakla

nefsaniyetlerini yenmifl ve o ândan itibaren de vazife plân›n›n

ilk basamaklar›na eriflmifl olurlar. ‹flte buradaki baflar›y› sa¤lamaya

yard›m eden vâs›ta, sevginin çeflitli varyeteleridir.

*

* *

Bu plânda, bafllang›çtan itibaren tam baflar›ya eriflinceye kadar,

belirli bir müddetin geçmesi gerekmektedir. Bu müddetin

sürmesi varl›klara göre de¤iflir: Bâz›lar› için oldukça uzundur,

bâz›lar› için ise k›sa sürebilir. Bu müddetin dünya zaman›yla tayini

güçtür. Çünkü bu müddet için ölçü olarak kullan›lan zaman,

dünya idrakinin üstünde bir zamand›r. Dolay›s›yla, dünya zaman›ndan

çok kapsaml›d›r. Meselâ orada geçirilecek en çok müddeti

dünya zaman›yla 300 y›l kabul edersek, bu müddet, oran›n

idrak zaman›yla 3000 y›l veya daha fazla olabilir. Bunda da kesinlik

yoktur. Oran›n zaman› dünyan›nkiyle oranlanamaz. Çünkü

bu k›ymetler, idraklere göre daima de¤iflir.

313


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Dünya üstündeki ifllerde, idrak zaman› ve idrak mekân› hâkimdir.

Ancak, sevgi plân›n›n varl›klar›, ilk zamanlar›nda, yâni

yar› süptil maddeye henüz çok güçlü olarak ba¤l› bulunduklar›

zamanlarda, o maddenin dünyaya yak›n taraf›n› daha çok kullanacaklar›ndan,

dünyaya yak›n realitelerde yaflayabilirler. Bunun

gibi, dünya d›fl›nda tamam›yla idrak mekân› hâkim iken, yar›

süptil maddeleri kullanan varl›klar, bu maddelerin dünyaya yak›n

taraflar›ndan yararlanarak, az çok dünya mekân›na benzer mekânlar

da kurabilirler. Ancak, bu varl›klar, orada sevgi tatbikatlar›n›

yapa yapa idraklerini gere¤i derecesinde artt›r›p yar› süptil

maddeye ba¤lanmaktan kendilerini kurtard›kça, zaman ve mekânlar›

da o oranda idrakî zaman ve mekân›n kapsaml› karakterlerini

almaya bafllar ve yar› süptil madde kombinezonundan tamam›yla

kurtulduklar› ânda da, art›k onlarda maddî realitelere

ait faaliyetler kalmaz ve alacaklar› vazifelere göre, icap eden yerlerde

istedikleri maddeleri kullanmak suretiyle, o maddelerin tâbi

olduklar› her türlü zaman ve mekân realitelerinden yararlanabilirler.

Çünkü yar› süptil maddeden kurtulduktan sonra belirli maddelerle

sürekli ba¤› kalmayaca¤› için, süptil varl›klar›yla istedikleri

maddeleri kullan›p terk edebilecek kudrete sahip bulunurlar. fiu

hâlde, sevgi plân›ndaki bir varl›¤›n, yar› süptil maddesini b›rakabilmesi

ve vazife plân›na geçmesi demek; onun hiçbir maddeye

ba¤l› olarak kalmamas›, öz varl›k hâlinde, yâni münkeflif bir enerjiler

kompleksi hâlinde kalmas› ve bu enerjiyle istedi¤i zaman, istedi¤i

maddeyi kullanabilmesi, kulland›¤› maddeler sayesinde de

o maddelerin mensup bulundu¤u âlemlere tesir ve müdahalelerde

bulunabilmesi, oralarda bir sürü ifl görebilmesi, vazifeler yapabilmesi

demektir ki; yar› süptildeki bir varl›k, bu imkânlara, ancak

tatl›, mutluluklu haz ve zevklerle dolu sevginin çeflitli tatbikat›n›

yaparak kavuflacakt›r.

*

* *

314


BEDR‹ RUHSELMAN

fiimdi, yar› süptil âlemi tarif edelim: Yar› süptil âlem, daha önce

aç›klam›fl oldu¤umuz, madde âlemimizin nüvesi olan hidrojen

atomunun en yüksek kombinezonlar›na ait enerjilerden oluflmufl

bir âlemdir. Bugünkü dünyam›z›n ola¤an realiteleri içinde mevcut

olmayan bu yüksek enerjiler, yar› süptil âlemin en kaba atomlar›n›

olufltururlar. Bir yanl›fll›¤a meydan vermemek için burada

flu uyar›da bulunmay› gerekli görüyoruz: Daha önce söz edilen,

henüz dünya bedenleri realitesinden kurtulamam›fl varl›klar›n

ölümleri ve do¤umlar› aras›nda ola¤an olarak geçirecekleri spatyum

dedi¤imiz hâl ile yar› süptil ortam› birbirine aslâ kar›flt›rmamal›d›r.

Spatyum; bir ortam, bir mekân de¤ildir. Oras› sadece

beden ba¤lar›ndan belirli bir maksatla geçici olarak ayr›lan insa--

n›n kendi öz varl›¤›na dönmesi ve bu s›rada çevresi ile olan bütün

ilgilerini ve iliflkilerini kesmesi hâlidir. O, bu hâliyle yine bir

insand›r ve dünyadan ç›km›fl de¤ildir. Ancak, öyle bir insan ki,

d›flar›s› ile olan bütün ilgilerini kesmifl, yaln›z kendi öz varl›¤› ile

bafl bafla kalm›fl durumdad›r. O ânda, onun için herhangi bir mekân

sözkonusu de¤ildir. Onun mekân›, daha önce sözünü etti¤imiz,

varl›¤›n›n konsantre olmufl bulundu¤u idrakî bir noktadan

ibaret kal›r. Oysa flimdi söz etti¤imiz yar› süptil âlem; hidrojen

âlemi üstü, ona nazaran çok süptil ve kapsaml› bir ortamd›r ve

bir mekând›r. Buras›, ancak, dünyadan kesin olarak kurtulmufl

varl›klara mahsustur. Bu ortam, dünyan›n en üstün ve mütekâmil

hidrojen kombinezonlar›n›n kendili¤inden –daima yüksek vazifelilerin

kontrolleri alt›nda– yay›nlad›klar› ince enerji partiküllerinden

oluflmufl, bir madde hâlidir. Bu âleme geçen varl›klar›n,

ilk kulland›klar› ve ba¤land›klar› vâs›ta –söylemifl oldu¤umuz gibi–

yar› süptil maddelerden oluflan belirli bir madde kombinezonudur.

Varl›klar, bu kombinezonu hem kullanarak, hem de

onunla sevgi yolunda mücadele ederek, yeterliklerini, liyakatlerini

artt›r›rlar. ‹flte dünyadakine benzer yo¤un maddeler olmad›¤›

için, dünyada oldu¤u gibi yorucu, bezdirici, zahmet ve s›k›nt› verici,

a¤›r yürüyen faaliyetler, bu plânda yoktur. Yar› süptil maddelerin

imkân geniflli¤i sayesinde, bu âlemdeki varl›klar›n harcayacaklar›

en az bir cehitle, dünyada birçok güçlük, zahmet ve

315


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

yorgunluk çekilerek ancak y›llarca süren çal›flmalar sonunda elde

edilebilen sonuçlar›n birçok kat›, burada k›sa bir ânda al›nabilir.

Onun için bu plânda, dünyada oldu¤u gibi, zahmet, yorgunluk,

›st›rap, didinme, mücadele gibi kaba durumlar yoktur. Burada

bütün arzular, ufak bir irade darbesiyle, sadece bir istekle, âdeta

otomatikman, kendili¤inden oluyormufl gibi gerçeklefliverir. Meselâ

varl›k, elindeki yar› süptil maddenin zengin imkânlar› sayesinde,

imajinasyonuyla kendisine bir mekân kurup orada istedi¤i

gibi yaflayabilir. Yine, kulland›¤› ayn› maddeyle, istedi¤i flekilleri

basit bir imajinasyon faaliyetiyle meydana getirebilir ve onlar›,

kendisi için objektif k›ymetler hâline sokabilir. Bütün bu ifllemler

esnas›nda o varl›k, insanlar›n yorgunluk dedikleri fleylerin hiçbirini

duymaz.

Yar› süptil maddenin icaplar›ndan olarak, o plânda kaba beden

organlar›yla ilgili hastal›k, sa¤l›k, yorgunluk, tembellik, güçsüzlük

gibi bozukluklar, a¤r›lar, sanc›lar olamaz; yine, bedenin yüksek

organlar›na ait zihin yorgunluklar›, budalal›klar, delirmeler, uyku

ve bay›lma hâlleri, komalar, s›k›nt›lar, kaba ihtiraslar... o âlemin

maddelerinin kadrosu içine giremez. Yar› süptil âlemde böyle

fleyler yoktur. Yine, orada fiziksel mânâda anlafl›lan güzellik–çirkinlik,

gençlik–ihtiyarl›k gibi dünyaya özgü realiteler de yoktur.

Özellikle dünya maddelerinin tâbi oldu¤u en esasl› ve zarurî

realite olan ölüm realitesi, yar› süptil âlemde tamam›yla meçhuldür.

Orada, sadece kademeden kademeye belirsiz ve çok tatl›,

idrakli geçifller ve istihaleler* vard›r. Oradaki varl›klar›n ellerindeki

madde imkânlar›, onlara dünyan›n veremedi¤i mekân ve zaman

idrakini vermektedir. Bu sayede onlar, istedikleri imajlar›

bizzat kendileri kurabilirler ve da¤›tabilirler; dünyadaki gibi sabit

imajlar›n esiri olarak, kalmazlar. Buradaki hayat, bir yönüyle de,

insanlar›n esîrî diye anlad›klar› mânâdaki hayata, afla¤› yukar›

benzer. Fakat bu hayat›n esas bünyesinde hâkim olan unsur,

sevgidir.

*

* *

* “‹stihale” sözcü¤üne sözlüklerde “bir hâlden baflka bir hâle geçme, dönüflme, de¤iflme;

intikal, geçifl; baflkalafl›m” anlamlar› verilir.

316


BEDR‹ RUHSELMAN

Büyük din kitaplar›nda, yar› süptil âlemin sezgilerini insanlara

vermek için cennet sembolü kullan›lm›flt›r. Bu, güzel ve güçlü bir

semboldür. Yaln›z –bütün sembollerde oldu¤u gibi– burada da,

aslâ flekillere tak›l›p kalmamak icap eder. Çünkü unutulmas›n ki,

bu semboller, her devrin çeflitli insan idraklerine hitap etmek ve

bu yoldan birtak›m sonuçlara ve maksatlara var›lmak için konulmufltur.

‹flte din kitaplar›nda anlat›lan cennet sembolü, burada

söz etti¤imiz, sevgi realitesinin hâkim oldu¤u bu yar› süptil âlemi

ifade eder.

Cennet sembolünde, dünya zaman ve mekân›na yak›n bir zaman

ve mekân idrakine ait bâz› imajlardan söz edilmifltir. Buna

göre, cennete girenler, dünyadaki gibi zahmet ve yorgunluk

çekmeden istedikleri gibi hareket edebilirler, istedikleri yerlere gidebilirler,

istedikleri fleyleri karfl›lar›nda derhal haz›r olarak bulurlar.

Bu hâl, flimdi tarif etti¤imiz yar› süptil ortam›n imkânlar›n›

ifade etmektedir. Çünkü dedi¤imiz gibi, yar› süptil âlemde de

varl›klar istedikleri mekân›, istedikleri imajlar›, yorulmadan ve

emek harcamadan derhal yaratabilirler ve istedikleri gibi hareket

edebilirler. ‹stekleri ve düflünceleri, âdeta kendili¤inden gerçeklefliverir.

‹flte cennet sembolüyle anlat›lmak istenilen mânâlar da

bunlard›r.

Sevgi plân›nda mevcut olan, insanlar›n anlayamayaca¤› derecede

kapsaml› ve yüksek sevgi varyasyonlar›; cennet kavram›nda

en deneyimsiz insanlar›n dahi, basit mânâlarda da olsa, bir fleyler

sezebilmesine yard›m edici maddî sevgi sembolleriyle aç›klanm›flt›r.

Cennet sembolünde, yüksek makamlardan ve bu makamlarda

ilâhî sezgilere kavuflulmas›ndan söz edilmektedir. Bu ifadeler,

yar› süptil âlemin varl›klar›n›n –en yüksek sevgi komplekslerinden

geçtikten sonra– ileri kademelerde varacaklar›, vazife plân›

dedi¤imiz yüksek ahenge kavuflman›n mânâlar›n› tafl›r. Oralarda

ilâhî hakikatler ile, yâni ahenk dedi¤imiz Ünite’nin nurlar›

ile intibaklar, vahdetler; cennet sembolünde ilâhî nurlara kavuflmak

kavram›yla sembollefltirilmifltir.

*

* *

317


‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT

Sevgi plân›ndaki hayat, varl›klar›n, yüksek süptil vazife plânlar›na

ulaflabilmelerine engel olan, ba¤l› bulunduklar› yar› süptil

maddelerden yavafl yavafl kurtulmalar›n› sa¤lar. Bu hedefe ulaflmak

için sevgi, varl›klar› gruplar hâlinde birlefltirir. Gruplar aras›nda

yavafl yavafl, tam bir ahenk ve beraberlik kurulur. Böylece

varl›klar, vazife plân›n›n tam mutabakat ve ahenk icaplar›na h›zla

haz›rlan›rlar. Art›k böyle, varl›klar› grup grup bir araya toplayan,

o gruplar aras›nda tam bir ahenk ve mutabakat sa¤layan sevginin,

dünyadaki mânâs›ndan elbette çok daha derin kapsam› olacakt›r.

*

* *

Sevgi plân›; sevginin insanlarca meçhul kalm›fl genifl kapsam›

içinde, mutlulukla dolu cehit ve faaliyetleri gerektiren ve varl›klar›

daha yüksek plânlara haz›rlayan, esîrî bir âlemdir. En hayalî

peri masallar›nda anlat›lan madde inceli¤i, bu âleminkinin yan›nda

pek kaba kal›r. Kald› ki, her lüzum oldukça türlü imkânlar›

varl›klar›n önüne seren bu madde inceli¤inin onlara vermifl oldu-

¤u büyük haz ve zevklerden baflka, insanlarca bilinmeyen bir sevgi

kapsam›n›n varl›klara bahfletti¤i mutluluk, dünyada hiçbir fleyle

k›yas edilemeyecek kadar yüksek ve derindir. Çünkü dünyada

daima oldu¤u gibi, mutluluk diye kabul edilen her zevkin sonunda

gelmesi olas› endiflelerin, orada varl›klar›n karfl›s›na ç›kmas›

sözkonusu de¤ildir. Aksine, burada hakikî bir mutlulu¤u daha

büyük bir mutluluk, var›lm›fl bir huzuru daha mânâl› ve kapsaml›

bir huzur izler.

Sevgi plân›n›n ilk kademelerinde bafllayan ve az çok dünya zaman›na

ve mekân›na yak›n taraflar› bulunan hâller, varl›klar›n

haz›rl›klar› ilerledikçe daha süptilleflir ve dünyadaki durumlara

yak›nl›ktan ayr›lmaya bafllarlar. Bu durum, varl›klar›n ba¤l› bulunduklar›

yar› süptil maddelerden gittikçe kurtulmalar›n›n bir

ifadesidir. Yar› süptil madde ile olan irtibatlar gevfledikçe, idrakî

zaman ve mekân durumlar›na girilir ve yar› süptil âlemin dünyaya

benzer taraflar› ortadan kalkar. Gruplar›n vazife plân›na

yaklaflmalar› artar ve vazife plân› icaplar›n›n zorunluluklar› daha

çok belirginleflir. Sevgiyle birbirine ba¤lanan gruplarda, sevginin

318


BEDR‹ RUHSELMAN

oraya özgü türlü tezahürleri, bu durumu güçlendirir. Yar› süptil

madde kombinezonlar›ndan tamam›yla kurtulmufl olan varl›klar,

büsbütün serbestleflirler ve çeflitli maddeleri kullanmak üzere, istedikleri

gibi maddeleri de¤ifltirmek imkânlar›n› kazan›rlar. Çünkü

o zaman, bu ifle engel olan yar› süptil bir madde kombinezonuna

ba¤l› kalmak durumu, ortadan kalkm›fl olur.

Böylece, vazife plân›na do¤ru gruplar hâlinde haz›rlanarak yürüyen

varl›klar, befler alt›flar bireylik gruplar›yla birlikte, tam bir

vazife anlay›fl› içinde ve idrakî zaman ve mekân imkânlar› dahilinde,

ilk vazifelerini al›rlar. Bu, onlar›n vazife plân›na girmifl olmalar›

demektir.

fiu hâlde, vazife plân›na geçifl; dünyadan yar› süptile geçifl gibi

büyük gürültüler, fliddetli sars›nt›lar, ölümler eflli¤inde olmay›p,

gayet tatl› bir haz›rlan›flla, belirsizce ve derece derece ilerleyen bir

ak›fl içinde olmaktad›r. Ondan sonra bu varl›klar, gittikçe geniflleyecek

olan gruplar› ve bu gruplar›n genifllemesiyle birbirine efl

idraklerin artmas› sayesinde, vazife plân›n›n ilk kademelerinden

itibaren, ilâhî icab› tafl›yan ›fl›k konisinin zirvesine do¤ru, gittikçe

büyük bir olgunlaflma h›z›yla t›rmanarak yükselmeye bafllarlar.

*

* *

Sevgi plân›na geçecek olan insanlar› bekleyen yüksek son, budur.

Dolay›s›yla, dünyadan yar› süptil âleme bu geçifl; yüzy›llar

boyunca öz varl›klar›nda yaflatt›klar› ve insan hâliyle bir türlü idrakine

varamadan, belirsiz sezgisi peflinde koflup didindikleri ve

aslâ tatmin olunamad›klar› mutlulu¤un tatminkârl›¤›na varl›klar›

kavuflturacakt›r. Ve insan varl›¤›n›n k›ymeti ve kudreti de, bu geçiflte

varoluflunu ve Kudreti bilmesindedir.

319


320

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!