İLÂHÎ NİZAM ve İLÂHÎ NİZAM KÂİNAT
Bedri Ruhselman tarafından düzenlenmiştir. *Günümüz Türkçesine uyarlanmıştır*
Bedri Ruhselman tarafından düzenlenmiştir.
*Günümüz Türkçesine uyarlanmıştır*
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
‹LÂHÎ N‹ZAM
ve
K‹NAT
Bedri Ruhselman
taraf›ndan düzenlenmifltir.
* Günümüz Türkçesine uyarlanm›flt›r *
1
©‹lâhî Nizam ve Kâinat
Bu kitab›n yay›n hakk› Metapsiflik Tetkikler ve
‹lmî Araflt›rmalar Derne¤i’nin (MT‹AD) bir kuruluflu olan
Metapsiflik Tetkikler ve ‹lmî Araflt›rmalar Derne¤i ‹ktisadi ‹flletmesi
Yay›nevi MT‹AD1950’ye aittir. MT‹AD1950 Yay›nevinden
yaz›l› izin al›nmadan hiçbir al›nt› yap›lamaz.©
Türkçeye uyarlanm›fl 12. Bask›: ‹stanbul, Eylül 2020
Türkçeye uyarlanm›fl 1. Bask›: ‹stanbul, Haziran 2013
ISBN: 978-605-63845-1-6
Yay›nc› Sertifika No: 27468
Yay›n
MT‹AD1950
Hasnun Galip Sok. Pembe Ç›kmaz› No: 4/8
34433 Beyo¤lu / ‹stanbul
Tel.: (0212) 243 18 14 – 249 34 45
Faks: (0212) 252 07 18
www.mtiad.org.tr
www.mtiadl950.org
web sitesi : http://www.ilahinizamvekainat.com
facebook : https://www.facebook.com/Mtiad1950/
instagram : https://www.instagram.com/ilahinizamvekainat
twitter : https://twitter.com/INK02013
Bas›m
Ayhan Matbaas›
Mahmutbey Mah. Devekald›r›m› Cad.
Gelincik Sokak, No: 6 Kat: 3, Ba¤c›lar / ‹stanbul
Tel.: (212) 445 32 38
Sertifika No: 22749
2
1959 y›l›nda “Önder” ad›n› verdi¤imiz
Büyük Vazife Plân›’ndan gelen bu bilgiler,
Bedri Ruhselman taraf›ndan düzenlenmifl,
o tarihten beri, vazifelileri taraf›ndan al›nmak üzere
noterlikte muhafaza edilmifl, zaman› geldi¤i için
54 y›l sonra yay›nlanm›flt›r.
Elinizdeki kitap, orijinal metnin
günümüz Türkçesine uyarlanm›fl fleklidir.
*
* *
3
4
Bu kitap etraf›m›zda gördü¤ümüz, hissetti¤imiz, yar›m
olarak do¤a diye adland›rd›¤›m›z ahengin bir
parças›d›r. Kâinat›m›zda, tekâmül diye adland›rabildi¤imiz
o nurlu yolun, insanlar›n bilgilerine olan bir
köprüsüdür. ‹nsan›n dar bir madde hayat›n›, genifl
ve idrakli olan ileri bir safhaya ba¤layan biricik
yoldur. Bu ne bizim, ne siz insanlar›n, ne de hiçbir
kimsenindir. Bu, ilâhî nizam›n, insanlara bir hediyesidir.
Yâni do¤adan bir parçad›r.
*
* *
Bu kitap, Ünite dedi¤imiz idrak vahdetinden, insanlar›n
tekâmül ihtiyaçlar›na cevap verebilecek flekilde,
vazifelileri taraf›ndan dünyaya verilmifltir.
MUKADDERAT YOLCULARI
5
6
Madde, bütün tesirlere zemin oluflturan ve çeflitli oranlarda,
bu tesirlere cevap veren bir unsurdur. Bu bilginin içinde
sakl› olan bir mânâ da fludur: Madde, kendi kendine hiçbir harekete
geçmek veya en ilkel bir faaliyet göstermek kudretinde de-
¤ildir. Onda kendi kendine bir olufl veya yap›fl imkân› yoktur.
Yâni, madde ancak, kendisine gelen tesirleri bekler ve bu tesirlerin
yönlerine göre hâller, flekiller, durumlar al›r. fiu hâlde, herhangi
bir maddenin her türlü tesirden özgür bir hâlini –oldu¤unu
varsayarak– düflünürsek, bu maddenin hiçbir flekle, hiçbir hâle
sahip olmayaca¤›n› kabul etmemiz gerekir. ‹flte insan idraki ve
tasavvuru d›fl›nda kalan, böyle bütün hâl ve flekillerinden soyutlanm›fl
bir maddeye “amorf madde” veya “aslî madde” deriz. Demek
ki amorf maddede:
a– Hiçbir hareket eseri yoktur. O, maddenin mutlak ve tam bir
hareketsizlik hâlidir.
b– Maddelerde görünen bütün özellikler ve nitelikler, ancak onlardaki
hareketlerin tezahürlerinden* ibaret oldu¤una göre,
mutlak hareketsizlik hâli demek olan amorf maddenin ne flekli,
ne özelli¤i, ne de nitelikleri sözkonusu olamaz.
c– Bu durumda olan bir hâlin idraki mümkün olamayaca¤›ndan,
amorf madde, mevcut olmakla birlikte, insanlar için yok demekle
birdir.
d– Amorf veya aslî madde –mutlak hareketsizlik olan mahiyetinden
dolay›– kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir k›p›rdan›fl yapamayaca¤›
için, d›flar›dan hiçbir tesir gelmeden kendili¤inden
harekete geçmesi ve maddedeki hareketlerin birer sonucu olan
flekilleri, hâlleri ve tezahürleri göstermesi imkâns›z olur.
* ”Tezahür” sözcü¤üne sözlüklerde, “belirme, görünme, ortaya ç›kma, kendini gösterme”
anlam› verilir.
7
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bütün bu bilgilerden sonra kolayl›kla anlafl›l›r ki, insanlar›n
madde diye anlad›klar› ve k›ymetlendirdikleri fleyler, d›flar›dan
gelen tesirlerin madde bünyesindeki imkânlarla meydana getirdikleri
çeflitli hareketlerin tezahürleridir, amorf maddenin bizzat
kendisi de¤ildir.
*
* *
Bu flekillerin ve durumlar›n, incelik–kabal›k veya basitlik–karmafl›kl›k
hâllerine göre, çeflitli idraklere ve görüfllere hedef olabilen
k›s›mlar› vard›r. Yüksek ve kar›fl›k hareket tezahürleriyle görünen
maddeler, o oranda karmafl›k ve inkiflaf etmifl durumlar
gösterirlerken, az ve basit hareketlerle kendilerini gösterenler de
o kadar ilkel ve basit nitelikler gösterirler.
Demek ki maddeler, en basit hareketlere sahip ilkel hâllerinden
en karmafl›k hareketlerle nitelenen yüksek durumlar›na kadar,
say›s›z inkiflaf derecelerinde çeflitli k›ymetler gösterirler. fiu
hâlde, en basit madde demek, ilk hareketlerle amorf maddeden
ayr›larak ilk fleklini alm›fl bir madde hâli demektir. Buna karfl›l›k
yüksek, karmafl›k madde demek de, say›s›z, çeflitli hareket kombinezonlar›
ve tarzlar›yla, kar›fl›k durumlar ve flekiller alm›fl madde
hâli demektir.
*
* *
Burada, teknik bir bilgi olarak flunu ekleyelim ki; maddelerin
ince–kal›n hâlleri ile basit–karmafl›k hâlleri kavramlar›n› birbirine
kar›flt›rmamal›d›r. Maddenin basitlik–karmafl›kl›k farklar›, onlar›n
bünyelerini oluflturan hareket komplekslerinin az veya çok kar›fl›k
ya da inkiflaf etmifl olmalar›ndan ileri gelir. E¤er bir maddenin
madde kombinezonlar›, bünyesini kuran de¤erler, yâni hareketler;
fazla, zengin ve kar›fl›k ise, o madde o kadar karmafl›k olur.
Ve basitlikten o kadar uzaklaflm›fl bulunur. Oysa incelik ve kal›nl›k
kavram›, bu mânây› tafl›maz: Burada, maddenin içindeki bileflim
ve de¤er miktarlar›n›n azal›p ço¤almas› sözkonusu de¤ildir.
Dolay›s›yla, bir maddenin inceli¤i, kal›nl›¤› onun inkiflaf durumunu,
yâni amorf maddeye uzakl›k ve yak›nl›k derecesini göstermez.
D›flar›dan gelen güçlü tesirlerle, bazen bir madde bütü-
8
BEDR‹ RUHSELMAN
nünün cüzleri aras›ndaki ba¤lar artar ve güçlenir; hattâ hareketleri
s›n›rlanacak flekilde, bu cüzler birbirlerine yaklafl›rlar. Bu yüzden
bunlar›n hareketlerine etki etmek için –onlar› bu derece s›-
k›flt›racak kadar güçlü olan tesirleri yenmeye yetecek derecede–
güçlü tesirler yollamak gerekir. ‹flte bu maddeler, yo¤un, kaba
hâller gösterirler. Buna karfl›l›k, madde bütününün cüzleri aras›ndaki
ba¤lar zay›f olursa, bu cüzlerin gevflek irtibatlar›, aralar›nda
daha genifl mesafelerin kalmas› sonucunu do¤urur. Ve bu
cüzler, az ve zay›f tesirlerden de etkilenirler. Dolay›s›yla, onlar›
etkilemek, önceki kaba maddeleri etkilemekten daha kolay olur.
Çünkü onlar› bu hâlde tutan tesirler, güçlü de¤ildir. Bu nedenle,
onlar› daha kolayl›kla yenmek mümkündür. Bunlar da, seyyal dedi¤imiz
ince maddelerdir. fiu hâlde, her safhada bulunan basit
veya karmafl›k maddeler, safhalar›n› de¤ifltirmeden inceltilip kabalaflt›r›labilirler.
Buna örnek olarak suyu gösteririz: Buhar, su ve
buz hâlleri, aralar›nda incelik ve kabal›k farklar› gösterirler. Fakat
bunlar›n her üçü de, amorf maddeye uzakl›klar› ayn› derecede
olan ve ayn› karmafl›kl›k kademesinde bulunan su maddesinden
baflka bir fley de¤ildir. Yine bazen, karmafl›k bir madde, nispeten
kendisinden basit olan di¤er bir maddeye nazaran daha kaba olabilir.
Meselâ demir maddesi, oksijenden daha karmafl›kt›r, fakat
ondan daha yo¤un ve kabad›r.
*
* *
‹nsanlar, en alt ve en üst sonsuz noktalar aras›nda uzan›p giden,
hareketlerin –basitlik ve karmafl›kl›¤› zincirinde– ancak belirli
s›n›rlar içindeki birkaç madde halkas›n›n flekil ve hâllerini görüp
idrak edebilirler. Bu hâller ve flekiller, hareketlerin azl›¤› veya
basitli¤i bak›m›ndan, ilkelleflip afla¤›lara do¤ru inerek bir s›n›ra
gelince, insan idrakinin al›c› sahas›ndan uzaklaflmaya bafllar ve
nihayet tamam›yla kaybolurlar. Ayn› flekilde, yukar› taraflara
do¤ru da, madde zincirinin halkalar› gittikçe artan ve karmafl›klaflan
hareketlerle yükselir ve inkiflaf ederken, yine, insan idraki
onlar› bir noktadan itibaren tamam›yla kaybeder. Çünkü bu s›-
n›rlar›n ne alt taraf›ndaki, ne de üst taraf›ndaki madde durumlar›na
neden olan hareket nitelik ve niceliklerini, dünya maddesi-
9
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
nin beyin cevherine ba¤l› hiçbir insan zekâs› ve idraki kavrayamaz.
Bunun içindir ki, insanlar, kâinat maddelerinin sonsuzca
uzanan zincirindeki birkaç halkadan baflkas›n› anlama ve kendilerine
göre elle tutulurcas›na etüt konusu yapabilme kudretini
gösterememifllerdir. Zaten bâz›lar›n›n, bâz› yüksek maddî tezahür
imkânlar›n› ret ve inkâr etmelerinin bafll›ca nedeni de budur.
*
* *
Kâinat›n ilk madde hâlinden astronomik âlemimize do¤ru yürünen
madde inkiflaf› yolunda, insanlar için anlafl›lmas› mümkün
olmayan karanl›k bir saha vard›r. Bu saha; kaba, da¤›n›k, amorf
bir madde bütününden ibarettir. Bu kaba ortamda, oluflmufl
madde formasyonlar› yoktur. ‹flte bu sahadan sonra bir menzil
gelir ki, bu menzil, hidrojen âleminin bafllang›c›n› oluflturan, ilk
hidrojen atomudur. Fakat bu ad›, insanlar ilk atoma hidrojen dedikleri
için kullan›yoruz; asl›nda, söz etti¤imiz ve bundan sonra
da ilk hidrojen atomu diye söz edece¤imiz madde, insanlar›n tan›d›klar›
“H” atomu de¤ildir. ‹nsanlarca bilinen bu atom, buradaki
atomun çok inkiflaf etmifl, karmafl›k ve ileri bir hâlidir. ‹nsanlar
bu ilk hidrojen atomunu henüz tan›mamaktad›rlar.
Dünyam›z›n ve küreleriyle, sistemleriyle, galaksileriyle bütün
astronomik âlemimizin madde hâl ve flekilleri, bu hidrojen atomunun
inkiflaf etmifl durumlar›n›n çeflitli kombinezonlar›ndan*
meydana gelmifltir.
Dünyam›z› oluflturan elementlerin alt›nda ve üstünde di¤er,
öyle elementler daha vard›r ki, bunlar insanlar›n idrak sahas›ndan
çok uzaktad›rlar. Bu elementlerin üstte olan, insanlar›n tan›-
mad›klar›, Dünya atomunun en ileri inkiflaf safhalar› aras›nda bulunanlar›,
onlar›n tan›d›klar› atomun üstünde, bambaflka yap›da
ve kalitede cevher hâlleri gösterirler. Maddelerin bu hâllerinden
bedenli varl›klar, yâni insanlar idrakleriyle yararlanam›yorlarsa
da, ço¤u kez, bunlar› daha üstün varl›klar›n da yard›m›yla, oto-
* “Kombinezon” sözcü¤ü, sözlüklerde “iki veya daha çok ögenin, belirli bir maksatla,
belirli iliflkilere göre birbirine ba¤lanmas›ndan, bir araya getirilmesinden oluflan bütün
ya da birlik” olarak tan›mlan›r.
10
BEDR‹ RUHSELMAN
matik olarak kullanmaktad›rlar. Buna basit bir örnek olarak, bir
insan kafas›ndan di¤er insan kafas›na geçen fikir vibrasyonlar›n›
gösteririz. Fikir vibrasyonlar›, insanlar›n tan›makta olduklar›
maddelerin üstünde bulunan ve dünyada mevcut olan bir madde
hâlidir. Aynen, yüzy›llardan beri dünyada çeflitli spiritüalist ekollerin
çeflitli adlarla an›p da bir türlü izah edemedikleri ve mahiyetini
anlayamad›klar› “perispri” denilen fley de, yine, dünyada
bulunup, insanlar taraf›ndan bilinmeyen madde hâllerinden biridir.
Bunlar gibi, dünyada mevcut olup insanlar›n tan›mad›klar›,
yine madde enerjilerinin bâz›lar› da; sempati, sevgi, antipati, kin,
korku, sevinç, gurur, k›skançl›k, bencillik gibi, “sübjektif ruhsal
durumlard›r” denilip geçiverilen hâllerdir.
*
* *
Kâinat bir bütündür. Bu bütün; dünyalar, sistemler, âlemler
dedi¤imiz birbirinden farkl› birtak›m cüzlerden* oluflur. Kâinatta
her âlemin kendisine özgü bir özelli¤i vard›r. Ve bu özellikler,
ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre ayarlanm›flt›r. ‹flte “aslî madde”
veya “madde cevheri” dedi¤imiz fley; bu kâinat bütününün
ana maddesini, mayas›n› oluflturan, mutlak hareketsizlik ve flekilsizlikle
nitelenen, amorf bir madde hâlidir. Bu cevher, ilk harekete
geçti¤i ândan itibaren, gittikçe karmafl›klaflarak, birbirine oranla
daha yüksek karakter de¤iflmeleri eflli¤inde, safhalar› meydana
getirir. Biz, bu madde safhalar›na, madde kâinat›n› dolduran ve
birbirine nazaran de¤iflik özellikler gösteren âlemlerin birer çekirde¤i
veya aslî maddesi deriz. Çünkü birbirinden daha münkeflif
tezahürlere ortam olan bu, âlemlerin aslî maddeleri, ancak kendi
âlemlerine özgü hareket ve flekilleri meydana getirebilmek kabiliyetindedirler.
‹flte her âlemin ilk maddesi veya atomu, kâinat
aslî cevherinin ilk hâlinden kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüflünde
varm›fl oldu¤u menzillerden biridir ki; bu menzillerin
her biri, o âlemin karakterini bünyesinde tafl›r.
*
* *
* “Cüz” sözcü¤ü, “bir bütünü oluflturan bölümlerden, k›s›mlardan, parçalardan her biri”
anlam›na gelir.
11
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Herhangi bir âlemin aslî maddesi, o âlemin ilk maddesidir. O
ilk maddede, o âleme özgü bütün hâl ve flekillerin özü mevcuttur.
Bu hâl ve flekilleri meydana getiren unsur da, harekettir. Hareketlerin
mahiyet* ve karakterleri ise, her âlemin kendi özelliklerini
do¤uracak tarzda, de¤ifliktir. Yâni, her âleme özgü, ayr› hareket
tarz› vard›r. Dolay›s›yla, bir âlemin ilk, aslî maddesi olan
atom veya çekirdek; o âlemin hareketlerini henüz a盤a vurmad›-
¤›ndan, o âlem için, hareketsiz ve amorf durumda bulunur. Bu
ilk atomlar, ilk hareketleri göstermek, çeflitlendirmek, artt›rmak
ve h›zland›rmak suretiyle, o âleme özgü bütün hâl ve flekilleri, yavafl
yavafl meydana getirirler.
Maddelerin, yukar›dan afla¤›ya indikçe hareketten hareketsizli-
¤e, faaliyetten atalete do¤ru yürümelerinin de¤iflmez bir kural hâlinde
görünmesi de, bu hakikatin bilimsel gözlemini oluflturur.
En yüksek ve münkeflif maddeler, hareketleri en karmafl›k ve
çok olanlard›r. Buna karfl›l›k, maddeler, inkiflaf hiyerarflisinde
afla¤›lara do¤ru indikçe, hareketleri azal›r, basit hâllere geri döner
ve nihayet, o âlemdeki hareket imkânlar›na oranla s›f›ra yak›n bir
durum al›rlar.
*
* *
Afla¤›lara inildikçe hareketlerin azalmas›, k›ymetli di¤er bir
gözlemi daha verir: Madde hareketlerinin azalmas› ve basitleflmesi,
maddelerin ilkelleflmesine neden oldu¤u gibi, o maddeye
d›flar›dan gelen tesirlerin azalmas› ve basitleflmesi de, madde hareketlerinin
o oranda azalmas› ve basitleflmesi sonucuna neden
olur. Meselâ hidrojen ve uranyum atomlar›n›n bünyesini gözlemleyenler,
bu hakikati orada görürler.
Hidrojen atomu, say›s›z nitelik ve nicelikteki hareketlerle nitelenen
bir madde hâlidir. Bu atomun daha karmafl›k flekli olan
uranyum atomu, bunun birçok kat› fazla ve karmafl›k hareketleri
bünyesinde tafl›r.
Yine, bir hidrojen atomunun etraf›na yapt›¤› tesir, uranyumun-
* ”Mahiyet” sözcü¤ü, bir fleyin “asl›, esas›, özü, do¤as›, içyüzü” anlam›na gelir.
12
BEDR‹ RUHSELMAN
kinden daha azd›r. ‹flte uranyumun hidrojene nazaran etraf›na
yapt›¤› tesirlerin yüksekli¤i ve fazlal›¤›, onun hidrojenden daha
çok tesirler almakta oldu¤unu gösterir. Tesirler ancak, maddelerde
do¤urduklar› hareketlerle tezahür ettiklerinden, uranyum atomunun
hareketleri hidrojeninkinden daha çok ve karmafl›kt›r.
Dolay›s›yla, burada, uranyumun etraf›na fazla tesir göndermesi,
fazla tesirler almakta oldu¤unu, yâni kendisine gelen tesirlerin o
oranda reaksiyonlar›n› göstermekte bulundu¤unu ifade eder.
Çünkü hiçbir tesir tek tarafl› de¤ildir ve maddede, ne aksiyonsuz
reaksiyon olur, ne de cevaps›z kalan aksiyon bulunur.
*
* *
Bütün hâl de¤ifltirmeler, bütün flekil almalar ve flekil de¤ifltirmeler,
ancak hareketlerle ve hareketlerin çeflitlenmeleriyle mümkün
olur. Böyle olunca, âlemimizin henüz hiçbir hareketini göstermeyen
aslî maddesinin de Dünya’m›za özgü hiçbir hâl ve fleklinin
hemen hemen mevcut olmamas› gerekir. Bu yüzden ona,
âlemimizin amorf, yâni flekilsiz maddesi diyoruz. fiu hâlde, aslî
madde, dünyam›z›n idraki karfl›s›nda ancak kuramsal olarak düflünülüp
kabul edilebilen ve görünürde yokluk ifade eden bir realitedir
ki, bu realitenin dünyam›za özgü çeflitli formlar›n› alabilmesi
için, Dünya küresine ait bir sürü de¤er kazanmas› ve inkiflaf
kademelerinden geçmifl olmas› gerekir.
*
* *
Bu bilgileri verdikten sonra, aslî maddenin önemli olan ikinci
özelli¤ine geçiyoruz. ‹nsanlar flunu düflünebilirler: “Nas›l oluyor
da nispeten ât›l ve hareketsiz oldu¤u hâlde, yâni âlemimizin hareketlerinden
yoksun bulundu¤u hâlde, aslî madde, sonradan say›s›z
hareketlerle flekiller alarak birtak›m inkiflaf safhalar› geçirmeye
bafll›yor?” Bu sorunun cevab›n› verirken, aslî maddenin yukar›da
söz etti¤imiz ikinci özelli¤ini de belirtmifl olaca¤›z. Burada,
herkesin görebilece¤i bir örnekle ifle bafllayaca¤›z: fiu masan›n
üzerinde hareketsiz olarak duran bir kalem var. Bu kalem
–bünyesinde say›s›z hareket komplekslerini tafl›makla birlikte–
odadaki kaba maddelere ve görüfl ölçülerimize oranla, herhangi
13
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir hareketten yoksun bulunmaktad›r, yâni k›m›ldamamaktad›r.
fiimdi, bu kalemi parma¤›m›zla biraz itersek, o, yerinden oynar
ve ileriye do¤ru kayar, yâni hareket eder. Bu gözlem, d›flar›dan
gelen bir tesirle maddenin nas›l harekete geçmekte oldu¤unu gösterir.
E¤er burada tesir makam›nda bulunan parma¤›m›z kalemi
itmese idi, o, kendi kendine bu hareketi yapmayacakt›. Aslî maddenin
daha önce söz etmifl oldu¤umuz birinci özelli¤i budur. Fakat
parma¤›m›zla kalemi itti¤imiz zaman, onun buna derhal cevap
verdi¤ini, yâni bir aksiyona karfl› hemen reaksiyon gösterdi-
¤ini de gözlemliyoruz. Burada, onun parma¤›m›za karfl› bir direnci
mevcut olmasayd›, hareket etmesi de mümkün olamazd›. O zaman
parma¤›m›z, meselâ duman›n içinde yürüyen bir cisim gibi,
geçip giderdi. O hâlde –kendi kendisinin hareketsizli¤iyle birlikte–
d›flar›dan gelen herhangi bir harekete derhal cevap vermek
imkân› da kalemde mevcuttur. Ve bu da onun ikinci özelli¤ini
oluflturmaktad›r. Demek ki kendi kendine harekete geçme kudreti
olmayan, daha do¤rusu kendisinde hareket bulunmayan, atalet
hâlindeki aslî madde, d›flar›dan gelen herhangi bir tesire cevap
verip, o tesir yönünde hareket etmek imkân›na sahiptir. Her hareket
de kendisine direnç yüzeyi oluflturabilecek, yâni kendisiyle
sempatize olabilecek di¤er maddelere karfl› bir tesir demek oldu-
¤una göre, bu bilgiyi flu formülle ifadelendiririz: Kendi kendine
hareketsiz, flekilsiz ve tesirsiz olan ve kendi kendine hareket etmekten
âciz bulunan aslî madde, d›flar›dan kendisine gelen her
tesire karfl›, o tesirin flekliyle, yönüyle, derecesiyle ve fliddetiyle
orant›l› olarak harekete geçmek ve etraf›ndakilere tesir etmek kabiliyetine
sahiptir. Yâni, maddede kendili¤inden enerji ç›karmak
kudreti yoktur; fakat d›fltan gelen tesirle hareket etmek ve enerji
tezahürü göstermek imkânlar› mevcuttur.
D›flar›dan gelen bir tesirle aslî maddede meydana ç›kar›lan reaksiyon,
yâni o tesire karfl›l›k olan hareket, o tesir kesildikten
sonra devam etmez. Burada, yine yukar›ki örne¤e dönelim: Hareketsiz
duran kaleme parma¤›m›z› yavaflça dokundural›m, çok
hafif bir bas›nçla onu itmeye bafllayal›m! Elimizi durdurdu¤umuz
zaman onun da hemen durdu¤unu, tekrar eski, hareketsiz
14
BEDR‹ RUHSELMAN
hâline döndü¤ünü görürüz. fiu hâlde, bu kalem, ancak parma¤›-
m›z›n tesirinin devam etmesi boyunca hareket hâlini koruyor, bu
tesir ortadan kalkt›¤› ânda hareket imkân›n› kaybediyor. E¤er
parma¤›m›zla ona güçlüce bir fiske vurursak, kalem ancak bu
fiske tesirinin devam etmesi süresince hareket eder, tesirin fliddeti
kaybolunca yine durur. Bu örne¤i verirken, çevrenin ikinci derecede
kalan, kalem üzerine yapmas› olas› direnç hareketlerine ait
teknik varyetelerden* söz etmeye gerek görmüyoruz. Aslî maddenin
yukar›da sözünü etti¤imiz iki ana niteli¤ine bu realiteyi de
ekleyerek deriz ki; kendi kendine ât›l ve hareketsiz olan aslî madde,
ancak d›flar›dan ald›¤› tesirlerle harekete geçebilir ve bu tesirlerin
devam etmesi boyunca hareketini korur, tesirler ortadan
kalk›nca tekrar, ayn› hareketsiz, ât›l hâline döner.
*
* *
fiu hâlde, dünyam›zda madde diye gördü¤ümüz fleyler, aslî
maddenin, kendisi de¤il, tesirlerle ilk harekete geçti¤i ândan
itibaren alm›fl oldu¤u çeflitli flekil ve durumlardaki hâlleridir. Hâlbuki
bu flekil ve hâller, aslî maddede mevcut hareket imkânlar›n›
kullanan d›fl tesirlerin çeflitli tezahürlerinden ibarettir. Yâni, her
tesir, uyuklayan ve kendi kendine uyanmas› mümkün olmayan,
maddedeki hareket kabiliyeti imkânlar›ndan birini uyand›rmaktad›r.
‹flte maddelerin böyle, türlü tesirler alt›nda, türlü hareketlere
geçerek, türlü hâller almas›na, onlarda sakl› bulunan imkânlar›n
gerçekleflmesi deriz.
*
* *
Burada, konunun çok önemli bir noktas›nda bulunuyoruz. Mademki
kâinat›n aslî cevheri, kendi kendine hareket etmek kabiliyetinden
yoksun, amorf ve ât›l hâldedir, mademki d›fltan tesir almad›kça
kendili¤inden hiçbir hareket yapma kudretinde de¤ildir, o
hâlde bu amorf ve ât›l cevherde böyle sonsuz hâl ve flekilleri meydana
getirerek, çeflitli realiteleriyle koca bir kâinat› kuran bu tesirler
nereden gelirler? Ve madde kendi kendine harekete geçemiyorsa,
onun böyle sonsuz hâl ve flekillere sokulmas›n›n nedeni nedir?
* ”Varyete” sözcü¤ü, “çeflitlilik; çeflit, tür” anlamlar›na gelir.
15
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Öz madde bilgisine ve maddenin mahiyetine göre, bu tesirleri
kâinat içindeki maddelerin do¤urabileceklerini kabul etmek ak›l
prensiplerine uymaz. Onlar› kâinat›n d›fl›nda mevcut olan hakikatlerde
aramak zorunlulu¤u vard›r. Ve asl›nda durum, böyledir.
Burada, bu hakikatlerin insanlar taraf›ndan ancak sezilebilecek
kadar›n› belirtmekle yetinece¤iz.
Kâinat d›fl›na ait sezgilerimiz ne kadar zay›f ve yetersiz olursa
olsun, kâinat›m›z›n olufltu¤u madde cevherinin nitelikleri ve olufllar›
hakk›ndaki bilgilerimiz, bizi bu cevherin say›s›z tezahürlerine
neden olan cevher üstü hakikatlerin mevcudiyeti zorunlulu¤unu
kabul etmeye sürüklemekten aslâ geri kalmaz. ‹flte insanlar›n ruh
dedikleri fley de, bu cevher üstü hakikatler aras›nda bulunmaktad›r.
fiu hâlde, ruh, kâinat cevherinin ana niteli¤i olan atalet ve hareketsizlik
hâlinin tam z›dd›n› ifade eden bir mahiyet tafl›r.
*
* *
Kâinat cevherlerinde ruha ait hiçbir fley yoktur. Ruhta da kâinat
cevherlerine ait özelliklerin hiçbiri mevcut de¤ildir. Kâinat›m›zda
ruhun mahiyetinin tasavvuru ve idraki sözkonusu olamaz.
Çünkü onu tasvir veya tarif etmeye yetecek, kâinat maddeleri
içinde hiçbir sözcük, hiçbir suret* mevcut de¤ildir. Ruhun
mahiyetini tahlil etmeye çal›flmaks›z›n, onun varl›¤› zorunlulu¤unu
kabul etmek, hakikate en uygun gelen yoldur.
fiu hâlde, ruh ile herhangi bir kâinat cevherinin birbiriyle hiçbir
yönden benzerli¤i, do¤rudan do¤ruya iliflkisi, hattâ yak›nl›¤›
dahi düflünülemez. Ve bunlar›n birinden di¤erine herhangi bir intikalin,**
yâni aralar›nda direkt olarak bir al›flveriflin meydana gelebilecek
olmas› mümkün de¤ildir. Ruh ile kâinat cevherleri aras›nda
sonsuz bir eriflilmezlik vard›r.
*
* *
Bir bedenin içinde veya dünyada veyahut kâinatta ruh diye bir
fley yoktur. Kâinat›n içinde ne varsa, hepsi maddedir. Ve her
* “Suret” sözcü¤ü, “görünüfl; tasvir; yol, biçim, tarz” anlamlar›na gelir.
** “‹ntikal” sözcü¤üne, sözlüklerde“geçme, geçifl; göçme, naklolma; bir hâlden baflka
bir hâle geçme, dönüflme”anlamlar› verilir.
16
BEDR‹ RUHSELMAN
olay, her hâl ve flekil, ancak, maddenin çeflitli durum ve görünüfllerinden
ibarettir.
Ruh, kâinat›n içinde de¤ildir. O hâlde nerededir? ‹ç ve d›fl kavramlar›
kâinata özgü realiteler oldu¤undan “ruh, kâinat›n d›fl›ndad›r”
da denilemez. Çünkü kâinat›n d›fl›, baflka bir kâinat›n içi
demektir. Yâni, kâinat›n d›fl› diye bofl bir saha yoktur. Fakat bu
sözlere bak›p kâinatlar› birbiri içine girmifl küreler hâlinde tasavvur
etmek de hatâd›r. Böyle bir fley de olmaz. Esasen kâinatlar›
böyle, birbiri içine girerek geniflleyen küreler fleklinde kabul etmek,
onlara yine birer mekân tahsis etmek ve o mekânlar›n s›-
n›rlar›n› çizmek olur ki, bu, yanl›flt›r. Tabiî ki bu sözlerin mânâs›n›
ve objektivitesini tasavvur etmek, insan idrakiyle mümkün
de¤ildir. Bunu ancak, çok düflünmekle, bir dereceye kadar, sezmek
mümkün olur. Bu sezgiyi verebilmek için bir örnek gösterece¤iz.
Ancak, bu örne¤i de aynen almay›p, bir sezgi edinilebilecek
flekilde, onun üzerinde düflünmek gerekir.
Beyaz caml› bir projektörü bofllu¤a yans›t›n›z! Projektör ›fl›¤›-
n›n beyaz renkli görünüflü, belirli bir kâinat olan madde kâinat›
cevherinin imkânlar› olsun! ‹flte bu, bütün hakikatleriyle ve realiteleriyle,
bafll› bafl›na bir kâinatt›r. fiimdi bu projektörün beyaz
olan cam›n› de¤ifltirerek mavi yap›n›z! Bu defa, mavi renkli bir
projektör ›fl›¤› ortaya ç›kacakt›r. Bu da mahiyeti ve imkânlar› öncekinden
tümüyle baflka olan, di¤er bir kâinatt›r. Burada, hatal›
bir düflünceye sapmamak için çok büyük bir dikkatle flu noktay›
belirtmek gerekir ki; mavi projektörden söz edilirken, beyaz projektörün
kaybolup mavi projektörün onun yerine geldi¤i veya iki
projektörün birbiri üzerine eklenerek kar›fl›k bir ›fl›k kompleksi
meydana getirdikleri ya da bu iki projektörden birinin di¤eri yarar›na
zay›flad›¤› ve de¤iflti¤i gibi, yine hep mekân kavram›na dayanan
zorunluluklar› asla düflünmemek gerekir. Burada, her iki
projektör de birbirine kar›flmadan, birbiriyle hiçbir flekilde al›flverifle
giriflmeden, kendilerine özgü bütün k›ymet ve niteliklerinden
hiçbir fley kaybetmeden, her biri tek bafl›na –sanki kendisinden
baflka projektör ›fl›¤› yokmufl gibi– mevcudiyet gösterir. Bu durumun
iyice, sezgisine varmak gerekir.
17
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Böylece, hiçbir mekân tahsis etmeden, iki kâinat›n mevcudiyeti
sezilebilir. Buradaki projektörler, bu mânâda anlafl›ld›¤› zaman,
birbirinin içinde veya d›fl›nda olmad›klar› gibi, birbirinin yerini
kaplam›fl durumda da de¤ildirler. fiimdi, sembol olarak ele ald›-
¤›m›z projektör camlar›n›, böyle iki renkli de¤il de, üç, befl, yüz
ve sonsuz renklerde kabul ederek, hepsinin ayn› flekilde tezahür
etti¤ini düflününüz! O zaman, zaman ve mekân kavramlar› d›fl›nda,
kâinat cevherlerinin, birbirine kar›flmadan, birbiriyle hiçbir
iliflkisi sözkonusu olmadan, sonsuz mevcudiyetleri hakk›nda güçlü
sezgiler elde etmifl olursunuz. ‹flte hiçbir mekân ve s›n›r tan›-
mayan bu sonsuz kâinatlar karfl›s›nda ruhun durumu sözkonusu
olunca; ona, insanlar›n tâbi oldu¤u, kâinatlar› dahi ihata etmeye*
yetmeyecek beflerî idrake ba¤l› bir yer, bir mekân tayin etmeye
kalk›flmak hatan›n en büyü¤ü olur. fiu hâlde, bu kâinatlar›n hiçbiriyle
do¤rudan do¤ruya iliflkisi düflünülmeden, onlar›n cevherlerine
en uzaktan bile do¤rudan do¤ruya temas› sözkonusu edilmeden,
bütün kâinatlarla kucaklaflm›fl gibi onlardan yararlanan ruhlar
hakk›nda, iç ve d›fl kavramlar›n› kaale almaks›z›n, sadece
“ruhlar bütün kâinat cevherleri kavram›n›n üstündedir” demekle
yetinmek icap eder. Bundan ileri bir sezgiye varmak, dünyam›z
için mümkün de¤ildir.
*
* *
Kâinat bir tane de¤ildir. Kâinatlar, sonsuzdur. Ve kâinatlar›n
sonsuzlu¤u mutlak eriflilmezli¤in bir zorunlulu¤udur. Bu sonsuz
kâinatlar›n hiçbiri di¤erinin mahiyetini tafl›maz. Ve her kâinat›n
karakteri, o kâinat›n anas› olan esasî cevheriyle belirlenir. Bizim
kâinat›m›z›n esasî veya aslî cevheri, mutlak hareketsizlik ve amorf
olan madde hâlidir.
Aktif ve tekâmül ihtiyac› olan ruh, pasif kâinatlar için bir gayedir.
Yâni, ruhlar, davran›fllar›n›n yans›malar›n› kâinat cevherleri
üzerinde göre göre, ihtiyaçlar›n› giderirler. fiu hâlde, kâinatlar,
ruhlar›n tekâmül dedi¤imiz ihtiyaçlar›na cevap veren sahalard›r.
Sembolik olarak bunu flöyle ifade ederiz: Kâinatlar, ruhlar›n tat-
* “‹hata etmek” fiiline sözlüklerde “içine almak, kapsamak, kuflatmak, çevrelemek, sarmak;
kavramak, anlamak” anlamlar› verilir.
18
BEDR‹ RUHSELMAN
bikatlar›na yarayan ve o tatbikatlar›n sonuçlar›n› tekrar ruhlara
yans›tan, kendi cevherlerine özgü birer ortamd›r. Aktif olan ruhlar,
tekâmülleri için, pasif olan çeflitli kâinat cevherlerinin sonsuz
imkânlar›n› –ihtiyaçlar› oran›nda– dolayl› yoldan kullanarak tekâmül
ederler. Ne kâinatlar mevcut olmazsa ruhlar›n bilemedi¤imiz,
kendilerine özgü yüksek ihtiyaçlar› giderilebilir, ne de ruhlar olmazsa
kâinatlar›n var olufl nedeni ortada kal›r. Bunlar birbirleriyle
daima bafl bafla yürürler. O kadar ki, ikisi aras›nda kesin ve ebedî
bir eriflilmezli¤in mevcudiyetine ra¤men, bunlar, âdeta birbiriyle
s›ms›k› kucaklaflm›fl ve birbirinin içine girmifl gibidirler.
*
* *
Burada ak›llara flu soru gelir: “Mademki ruhlar ile kâinatlar aras›nda
bu kadar kesin bir eriflilmezlik vard›r, nas›l oluyor da birbirinin
içinde imifl gibi, ruhlar kâinatlar›n bütün imkânlar›ndan
–zerresine var›ncaya kadar– yararlanabiliyor ve ruhlar ile kâinatlar
birbiriyle kucaklaflabiliyorlar?”
Öncelikle flunu söyleyelim ki, birbirinden kesin bir eriflilmezlikle
ayr›lm›fl bulunan ruh ile kâinat aras›ndaki iliflkiler, kesinlikle
direkt olmay›p, endirekt yollardan olmaktad›r. Burada, büyük bir
hakikati dünyaya bildirmenin lüzum ve zarureti* vard›r. Bu hakikat
fludur: Hem sonsuz bir s›ra izleyerek düzenlenmifl, çeflitli ve
her birinin mahiyeti baflka cevherlerden oluflan, birbirinden daha
kapsaml› ve sonsuz varyeteleri içeren kâinatlar›n üstünde, hem de
bu kâinatlarda ebediyen tekâmüllerine devam edecek olan sonsuz
enginlik ve kapsamlara sahip ruhlar›n üstünde, her ikisine hâkim
yüksek prensipler vard›r ki; bunlar, ruhlar›n ve kâinatlar›n ileriye
ve geriye do¤ru olan bütün durum ve mukadderlerini tayin, takdir
eder ve onaylarlar. Bunlar›n mahiyetlerini biz ne biliriz, ne de
onlar hakk›nda en küçük bir sezgiye sahip olabiliriz. Çünkü bu
büyük hakikat, sonsuz ruhlar âleminin ve ebedî kâinat cevherleri
zincirinin üstünde, mutlak bir eriflilmezlikle onlardan ayr›lm›fl bulunmaktad›r.
Aslî Prensip dedi¤imiz bu hakikatin izah›na iliflkin
* “Zaruret” sözcü¤ü, “zorlayan, vazgeçilmez ihtiyaç; kaç›n›lmazl›k; gerek, gereklilik;
zorunluluk anlamlar›na gelir.
19
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir tek fikir bildirmekten, bir tek söz söylemekten âciziz. Çünkü
buna imkân verecek hiçbir kudret, hiçbir meleke, hiçbir idrak
veya sezgi madde kâinat›nda mevcut de¤ildir ve olamaz. Yaln›z,
eriflilmezli¤in eriflilmezli¤i olan bu büyük hakikati, sembolik bir
adla, Aslî Prensip diye anaca¤›z. Kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde
ve ruhlar aras›nda bulunan her hakikat, Aslî Prensibin hâkimiyeti
ve nizam› alt›ndad›r. Kâinat›m›zdaki bütün olufllar, ak›fllar,
her fley ancak O’nun icaplar›yla gerçekleflebilir. Bu husustaki
bütün ilâhî kavramlar› insanlar›n idrak derecelerine ve özellikle
sezgi kabiliyetlerine b›rak›yoruz.
‹flte ruhlar ile kâinatlar›n, aralar›ndaki eriflilmezli¤e ra¤men
birbiriyle kucaklaflm›fl durum göstermeleri, Aslî Prensip dedi¤imiz
bu yüksek prensibin icaplar›yla gerçekleflmektedir. Aslî Prensibin
kudreti, bir taraftan ruhlar› içine al›rken (bu ifade semboliktir),
ayn› zamanda kâinatlar› da içine almaktad›r. Ve ruhlar ile kâinatlar,
bu yüksek prensip muvacehesinde,* sanki bir aynadan yans›-
t›l›yormufl gibi birbirlerine yans›t›l›rlar. Kuflkusuz buradaki ayna
kavram› da, yine bir semboldür. Fakat bu ayna sembolünü de
Aslî Prensip yerine koymamal›d›r. Burada, Aslî Prensibin kâinatlar
ve ruhlar iliflkisine ait kudretinin en küçük bir cephesinin ayna
sembolüyle ifade edilmesi sözkonusudur ki, bunu da ancak bu
kadarla anlatabiliriz.
fiimdi, dünya diliyle, bu bilgiyi biraz daha açal›m: Aslî Prensip’ten
gelen tesirler, ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre, amorf kâinat
cevherini harekete geçirirler. Ve orada madde cevherinin sonsuz
varyetelerini flekillendirirler. Demek ki cevherî k›yas bak›m›ndan
ruh, kâinat›n içinde de¤ildir; ama kâinat cevherinin içinde kendisinin,
süptil bir madde varl›¤› taraf›ndan temsil ve ifade olunmas›
bak›m›ndan da, kâinat›n içindedir. ‹flte gelecek konularda tekrar
ele al›naca¤› gibi, maddelerin flekillenme ve hâllenmelerinin hangi
hedefe yönelik oldu¤unun ilk bilgisini burada vermifl bulunuyoruz.
*
* *
* “Muvacehesinde” sözcü¤ü, “karfl›s›nda, önünde, huzurunda” anlam›na gelir.
20
BEDR‹ RUHSELMAN
Bir maddenin tezahür etmesi, yâni çevresindeki di¤er maddeler
aras›nda varl›¤›n› kendisine özgü özellikleriyle göstermesi; her
fleyden önce, çevresinde bulunan di¤er madde hâl ve flekilleri ile
belirli oranlar ve derecelerde iliflkilere giriflmesi, daha do¤rusu
onlarla karfl›l›kl› tesirleflme imkânlar› içinde bulunmas› demektir.
fiu hâlde, bir maddenin al›p verdi¤i tesirlerin çoklu¤u ve kapsam›
ne kadar fazla ise, o madde o kadar çok tezahür gösteriyor ve o
kadar da yüksek inkiflaf mertebelerinde bulunuyor demektir.
Bir maddenin, çevresi ile olan iliflkilerinin elbette nizam›, tertibi
ve yollar› vard›r. Bu nizam ve tertipler, yüksek prensiplerin
ahengi içinde, madde kombinezonlar›na yukar›dan, afla¤›dan,
sa¤dan, soldan gelen say›s›z tesirlerle yürütülür. Ve bu yürütülüfl,
ruhlar›n, maddeleri kullanarak tekâmüllerini sa¤lamalar› gayesini
hedef tutar. Nitekim, bir ruhun herhangi bir madde kombinezonuna
ihtiyac› kalmaz ve ona karfl› hiçbir davran›flta bulunmazsa,
o madde kombinezonunun –bulundu¤u çevre içinde görünen–
bütün hareketleri silinir ve o âna özgü bütün k›ymetleri ortadan
kalkar ki, bunu da insano¤lu diliyle, o madde kombinezonunun
bir tür ölümü veya da¤›l›fl› olarak nitelendiririz.
*
* *
fiimdi, bir maddeye böyle sürekli olarak gelen ve onun reaksiyonlar›na
neden olan çeflitli tesirlerin hangi mekanizmalarla fonksiyonlar›n›
yapt›klar›n› bildirece¤iz ve böylece maddenin do¤rudan
do¤ruya bünyesini ilgilendiren çok önemli bir realiteye, düalite
prensibi ve de¤er farklanmas› realitesine girmifl bulunaca¤›z.
Maddelerin tezahür imkânlar›n› gerçeklefltirebilmeleri, çevrelerinde
gösterecekleri faaliyetlere ba¤l›d›r. Hâlbuki hareketsiz faaliyet
olmaz. Yâni, bir maddenin faaliyeti demek, onun hareket
göstermesi demektir. Maddelerde hareketin oluflabilmesi ise denge
de¤iflmeleriyle mümkün olur. Dolay›s›yla, âlemimizdeki maddenin
bünyesinde hareketin meydana gelebilmesi için, ilk önce
dengeyi sa¤layan iki z›t unsurun mevcut olmas›, sonra da bu unsurlardan
birine fazla de¤er eklenmek suretiyle, dengenin –tekrar
kurulmak üzere– bozulmas› gerekir. ‹flte maddedeki bu z›t unsur-
21
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar›n mevcudiyeti ve o unsurlar aras›ndaki de¤erlerin farkland›r›lmas›,
düalite prensibi ve de¤er farklanmas› realitelerini ifade eder.
Maddenin bünyesiyle ilgili olan düalite prensibi ve de¤er farklanmas›
mekanizmas›n›n irdelenmesi, maddedeki hareketlerin
aç›klanmas›n› mümkün k›lmaktad›r.
Âlemimizin amorf ilk cevherinden itibaren Dünya’m›z›n ilk
maddesine ve ondan da daha ötelere kadar uzanan bütün kâinat
cüzlerinde say›s›z hareket kompleksi vard›r. Bu cüzlerin sonsuz
nitelik ve nicelikteki tezahürlerine neden olan bu hareketler,
maddede birbirine tümüyle z›t karakterde, ayn› zamanda denge
prensibi esas›na göre birbirini destekleyici mahiyette, iki ayr› de-
¤er grubu olufltururlar. Madde kombinezonlar›n›n bünyelerinde
denge hâlinde bulunan bu z›t de¤erlerden birinin di¤erine oranla
fazla yük, daha do¤rusu fazla tesir almas›, aralar›ndaki dengenin
bozulmas› sonucunu do¤urur ve bozulan bu denge unsurlar›n›n
tekrar denge hâline girebilmeleri için, birinden di¤erine
do¤ru de¤er ak›fllar› bafllar ki, bu durum, çeflitli hareketlerin oluflmas›na
neden olur. Demek ki dengeyi bozacak kadar z›tlardan
birine veya di¤erine fazla de¤erin eklenmesi, onlar aras›nda farkl›
durumlar› meydana getirir. Bu hâle “de¤er farklanmas›” veya
“miktarî de¤iflmeler” deriz.
*
* *
Böylece her madde kombinezonu, iki z›t de¤erin ürünü olan
bir üniteden ibarettir. ‹ki z›t de¤eri içeren bu madde ünitesinin
veya madde kombinezonunun z›tlar›ndan yaln›z bir tekini ele
al›rsak, onun da yine iki z›t de¤erden oluflmufl oldu¤unu görürüz.
Bu hâl, tâ aslî maddeye kadar, böylece devam eder gider.
Bu nedenle, bu madde kombinezonlar›n›n her birine birer “birim
düalite” demek gerekir. Bu terim, iki unsuru ifade eden bir vâhit,*
bir birim mânâs›n› tafl›r. Çok kaba bir örnek olmakla birlikte, bu
birim düalite hakk›nda basit bir fikir verebilmek için, uzun bir
m›knat›s çubu¤unu örnek olarak gösteriyoruz: Bu çubuk, tam or-
* “Vâhit” sözcü¤ü, s›fat olarak kullan›ld›¤›nda “tek, bir, yaln›z” anlam›na, isim olarak
kullan›ld›¤›nda ise “birim” (vâhid-i k›yâsî) anlam›na gelir.
22
BEDR‹ RUHSELMAN
tas›ndan itibaren, bir yar›s› “+”, di¤er yar›s› “–” iflaretli, birbirine
z›t karakterde iki türlü m›knat›sl›k tezahürü gösteren bir ünitedir,
bir birimdir. Bu birimin iki ayr› iflaretli z›t de¤erinin birleflti¤i
tam ortas›ndaki nokta nötrdür, yâni orada m›knat›sl›k tezahürü
yoktur. Bir ünite olarak ele ald›¤›m›z bu çubu¤u nötr noktas›ndan
keserek, sa¤ ve sol tarafa düflen yar›lar›n› ayr› ayr› incelersek,
onlar›n her birinin de yine, bir yar›s› “+”, di¤er yar›s› “–”
iflaretli olmak üzere, birbirine z›t ikifler m›knat›sl›k tezahürü gösteren,
bafll› bafl›na birer birim düalite hâline girdiklerini gözlemleriz.
Bu çubuklar sürekli olarak ortalar›ndan kesilip ikifler parçaya
ayr›ld›kça düalite tezahürleri de böylece devam edip gider. Yâni,
m›knat›s çubu¤unun her bölünüflünde, birbirine z›t karakterli
iki m›knat›sl›k unsuru, bir öncekinden daha küçük olmak üzere,
yeni üniteleri, yeni birimleri meydana getirir.
‹flte âlemimizin en önemli yasalar›ndan biri olan bu realiteyi,
biz, maddenin bünyesine ait düalite prensibi diye adland›r›yoruz
ki, biraz önce söz etti¤imiz de¤er farklanmas› veya miktarî de¤iflmeler,
bu düalite prensibinin bir ek mekanizmas›d›r. Düalite
prensibi ile ona ba¤l› de¤er farklanmas› mekanizmas›, âlemimizde
maddelerin olufl ve ak›fllar›ndaki imkânlar›n gerçeklefltirilmesini
sa¤layan en önemli kurallardand›r. Bunlar olmaks›z›n ne flekiller,
ne hâller, ne de maddî tezahürler mümkün olabilir. Çünkü
bu prensipler ortadan kalk›nca maddede hareket kurulamaz;
hareketler olmay›nca da, maddelerin flekillenmeleri, çeflitli hâllere
girmeleri, özetle, dünyalar›n kurulufl mekanizmalar›na kat›lmalar›
mümkün olmaz, yâni dünyalar oluflamaz.
*
* *
Dünyada daima ikilik mevcuttur. Her fleyde, maddenin bütün
radyasyonlar›nda, maddenin esas›nda, ayr›nt›lar›nda, maddenin
varyasyonlar› olup da madde d›fl› gibi görünen bütün ruhsal hâllerde,
cans›z denilen maddelerde, canl› denilen maddelerde,
bireylerde, bireylerin birbirlerine karfl› durumlar›nda, kolektivitede,
hislerde, fikirlerde, k›sacas› gözlemlenebilen ve gözlemlenemeyen
dünyan›n bütün flartlar›nda, düalite prensibi ve de¤er
23
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
farklanmas› mekanizmas› hâkimdir. Ve maddenin tek gibi görünen
her hâlinde, birbirine z›t karakterde ve denge hâlindeki iki
unsur, daima mevcuttur. Bir ünitede bu z›t unsurlar›n mevcut
bulunmas› flartt›r. Çünkü bu olmaks›z›n, madde kurulamaz, yaflayamaz,
da¤›l›r. Ve madde mevcut olamay›nca da hiçbir fleyin
varl›¤›ndan söz edilemez.
Dünyada ve bütün âlemimizde tek, bir gibi görünen her fley; asl›nda,
birbirine z›t karakterde, birbirinden aslâ ayr›lamaz, z›t durumda
iki de¤erden oluflur. Fakat bu z›t de¤erler; birbirinden ba-
¤›ms›z, tümüyle ayr› iki unsur de¤il, bir tek birimin karakterini
meydana getiren, birbirine ba¤l›, fakat z›t görünüfllü iki unsurdur.
Bizim âlemimizi oluflturan bütün cüzler ve bu cüzlerden biri
olan Dünya’n›n ilk maddesi dahi düalite prensibinin kapsam› d›-
fl›nda kalamaz. Bu husustaki esasl› bilgiyi özet olarak tekrar ediyoruz:
a– Birim, düalitenin ad›d›r. Onun için buna “birim düalite”
diyoruz.
b– Düalitenin z›tlar› birer tek de¤erden ibaret de¤ildirler.
Onlar da yine, daha küçük çapta birer birim düalitedirler,
yâni her biri birer düalite olan birimlerdir.
c– Düalite, ilk maddenin oluflmas› konusunda aç›klanaca¤› gibi,
hareketin ilk kayna¤› ve esas›d›r.
d– Düalite mekanizmas› olmaks›z›n hareket ve hareket
olmaks›z›n madde hâl ve flekilleri mevcut olamaz.
e– Düalite, ruh ve madde durumunun dünyadaki aslî
görünüflüdür.
Sonuncu fl›kta geçen fikirler hakk›nda aç›klamada bulunman›n
gerekli oldu¤unu hissediyoruz. Madde kâinat›nda ruh ile madde
bir arada bulunamaz, demifltik. Yâni, kâinatta birbirine do¤rudan
do¤ruya, direkt olarak tesir eden ruh–madde kavram› reel bir
kavram olamaz. Ancak, bu ifadeden de ruhun varl›¤›n› inkâr etmek
ve yaln›z maddenin mevcudiyetini kabul etmek mânâs›n› aslâ
ç›karmamak gerekir.
24
BEDR‹ RUHSELMAN
Hakikatte madde kâinat›nda direkt olarak aralar›nda tesir al›p
veren, birbirine kendilerinden bir fleyler gönderen ruh–madde realitesi
yoktur ama, kâinat›n temelini oluflturan maddenin mevcudiyeti
de gayesiz ve nedensiz de¤ildir. Esasen maddenin mevcudiyeti
gayesinin bir ruha hizmet etmek oldu¤unu daha önce söylemifltik.
Bu hakikatin ifadesi madde düalitesinde gizlidir. fiöyle ki:
Maddenin oluflundaki gaye, onun ruha hizmet etmesidir. Ruha
hizmet etmek ise maddenin her türlü flekil ve hâller içinde, inkiflaf
imkânlar›n›n ruh taraf›ndan kullan›lmas›yla olur. Onun bu imkânlar›n›n
kullan›labilmesi de, ruhtan gelen endirekt tesirlerle maddede
birtak›m hareketlerin oluflabilmesine ba¤l›d›r. Hâlbuki maddedeki
her hareketin olma imkân› ancak düalite prensibi ve de¤er
farklanmas› mekanizmas›yla mümkün olur. Yâni, düalite prensibi
ve onun ek mekanizmas› olan de¤er farklanmas› olmazsa, ruhlar›n
maddelerden yararlanabilmeleri mümkün olmaz. Böyle olunca,
ruh–madde iliflkisi gerçekleflemez. Demek ki düalite, de¤er farklanmas›
mekanizmas›, madde–ruh düalitesi zorunlulu¤unun bir
ifadesidir. Daha do¤rusu maddedeki düalite prensibi; bu yönden
ele al›n›nca, ruh–madde ikili¤inin kâinattaki aslî görünüflü, yâni
–yüksek prensipler karfl›s›nda– zorunlulu¤u olur.
*
* *
fiu hâlde, bütün maddelerin canl›l›¤›n› ve olufllar›n› sa¤layan
düalite prensibi; maddeyi iki unsurlu k›lmak suretiyle, esas yap›
olarak, Aslî Prensip taraf›ndan onun bünyesine konulmufltur. Aslî
Prensip, ilâhî bir prensiptir. ‹flte böylece düalite; kâinat içinde bulunmayan
ruh ile mahiyeti ondan tümüyle ayr› olan kâinat›m›zdaki
varl›klar›n, yâni maddelerin birbiriyle olan durumlar›n›,
madde bünyesi içinde ifade eder. ‹flte bir varl›k, bir beden böylece
anlar ki; kendisi, bir ruh olmay›p, ruhun kâinattaki yans›s›d›r
ve bütün hâl ve durumlar›yla, bir ruhun ihtiyac›na cevaplar veren
ve o ihtiyac› yans›tan, ruhu temsil eden bir varl›kt›r. Dolay›s›yla,
varl›k deyince, bu bak›mdan, kastedilen mânâ ruhtur. ‹flte düalite,
bu mânây› mümkün k›lmak için konulmufltur.
*
* *
25
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Hayat, bafltanbafla, düalite prensibi ile ona ba¤l› olan de¤er
farklanmas› mekanizmas›n›n gözleminden ibarettir. Bu hususta
bir insan›n idraki ne kadar çok artar ve genifllerse, bu prensiplere
tâbi maddeler ve olaylar içindeki ayr›nt› inceliklerine o kadar daha
iyi ve derin olarak nüfuz eder.
‹lk bak›flta, kaba hâllerde de düaliteyi gözlemlemek mümkündür.
Çünkü görünen her madde fleklinde de bir düalite vard›r.
Bu kaba maddelerin bütün ve cüzlerindeki düalitenin görünüflü,
belirgindir. Meselâ insan organizmas›n›n faaliyetleri, sempatik
ve parasempatik iki sinir sisteminin karfl›l›kl› denge durumlar›yla
yürütülmektedir. Bu iki sinir sistemi, birbirine z›t yönde,
bedenin her organ›nda karfl› karfl›ya dikilmifltir. Öyle ki, meselâ
kalpte sempatik sistem “+”, parasempatik sistem “–” roller al›rken,
sempatik sistemin “–” rol ald›¤› midede parasempatik sistem
“+” rol almaktad›r. Yâni, birbirine z›t bu iki sinir sisteminin dengeleflme
hâlleri, organizman›n bir bütün oluflturan faaliyetlerinin
sürmesinde esasl› ifller görürler. Bunlardan biri bir organ› harekete
geçirip vazifesini h›zland›r›rken, onun karfl›s›na z›t karakterde
dikilen di¤eri, ayn› organ› durdurmaya, yavafllatmaya çal›fl›r.
Ve böylece, birinci sistemin etkilerini frenlemek suretiyle, onun
zararl› olabilecek h›zlar›n› s›n›rlam›fl ve böylece de organizmay›
korumufl olur. ‹flte bu iki sinir sisteminin dengesinin flu veya bu
tarafa kaymas›, hayat›n icap ve zaruretlerine göre, o bedene hâkim
olan varl›k taraf›ndan düzenlenir ve kontrol edilir.
Düalitenin varl›klarda en güçlü tezahürünü cinsiyet hâllerinde
görürüz. Bir araya gelmifl olan erkek ile difli, bir birim düalite
oluflturur. Bunlar birbirinin hem z›dd›, hem de destekleyicisidir.
Bu tarzda, onlar›n karfl›l›kl› durumlar› ve iliflkileri, bir aile ünitesinin
her yönden yürüyüflünü ve esenli¤ini sa¤lar. Bu iki z›t aras›ndaki
dengenin tam olarak bozulmas› ise, ailenin da¤›lmas› demektir.
Hislerde de düalite vard›r: Sempati–antipati, sevgi–nefret,
dostluk–düflmanl›k, bencillik–di¤erkâml›k... gibi. Yine, kavramlarda
da düalite vard›r: ‹yilik–kötülük, güzellik–çirkinlik... gibi. K›sacas›
her kaba hâlde düaliteyi görmek ve bulmak mümkündür. Fakat
düaliteyi daha karmafl›k hâllerde görmeye çal›flmal›d›r.
26
BEDR‹ RUHSELMAN
E¤er düalite prensibi, de¤er farklanmas› mekanizmas›yla desteklenmez,
tek bafl›na kal›rsa, hiçbir ifle yaramaz ve k›ymetini
kaybeder. Düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›,
belirli bir fonksiyonun yerine getirilmesi için birbirine intibak
etmifl, biri di¤erinin mevcudiyetiyle faaliyete girebilen, iki mekanizmad›r.
Daha do¤rusu de¤er farklanmas›, düalite prensibinin
ek mekanizmas›d›r.
*
* *
De¤er farklanmas› hakk›ndaki aç›klamalar›m›z› tamamlayal›m!
‹lk önce de¤erin ne oldu¤unu aç›klamal›y›z. Madde hâllerinin ancak
birtak›m hareketlerle mevcudiyet gösterdi¤ini görmüfltük. fiu
hâlde, maddenin herhangi bir kademedeki durumu, o ân içinde o
maddede mevcut olan hareket kompleksleri toplam›n›n tezahürü
demektir. Ve bu da o maddeyi o âna özgü olmak üzere var eden,
kimliklendiren bir kavramd›r. ‹flte bir maddenin herhangi bir ânda,
içinde bulundu¤u ortamda mevcudiyet göstermesi sonucuna neden
olan, bünyesindeki hareket kompleksleri; o varl›k için, birer de¤er
veya miktarlar toplam›d›r. fiu hâlde, bir maddenin bünyesindeki
hareket içeri¤inin flu veya bu flekilde azalmas› veya ço¤almas›; o
maddenin de¤erlerinin de¤iflmesi, yâni bu de¤erlerin artmas› veya
eksilmesi demektir. Bu da o madde ünitesinin z›tlar›ndan birine
veya di¤erine d›flar›dan gelecek tesirlerle olmaktad›r. Çünkü tesir
de bir harekettir. ‹flte, de¤er farklanmas› veya miktarî de¤iflmeler
terimiyle ifade etti¤imiz mânâ budur.
Özetle, bir birim düalitenin birbirine z›t iki cins hareket kompleksinden,
yâni iki z›t de¤erinden birine di¤erinden daha çok tesir
gelmesi, o ünitenin veya birimin de¤er farklanmas›na neden olur.
fiu hâlde, gelen tesirler birer de¤er demektir. Böylece, z›tlardan
birinin di¤erine nazaran fazla de¤er almas›, o z›tlar aras›nda mevcut
olan dengenin bozulmas› sonucunu do¤urur. Oysa düalite
prensibi esas›na göre, bu z›tlar sürekli bir denge hâlinde bulunmal›d›rlar.
‹flte bozulan bu dengenin tekrar kurulmas› için, z›tlar›n
fazla de¤erli olan taraf›ndan di¤er taraf›na do¤ru bir ak›fl cereyan
eder ki, bu ak›fl hâlinin de maddedeki ifadesi, harekettir.
27
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Çeflitli yönlerde vukua* gelecek bu hareketlerle madde hâl ve flekilleri
üzerinde bir sürü de¤iflme ve yenilik meydana gelir.
*
* *
Ruh ve kâinat düalitesinde flunu hiçbir zaman unutmamak gerekir
ki, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre cereyan eden her
davran›fllar›na, kâinat cüzlerinin tam bir intibakla cevap vermesi;
ancak, ruhlar›n bu davran›fllar›n› madde cevheri üzerine yans›tan
ve her madde cüzünün ve bütününün gösterece¤i reaksiyonlar›
da ruhlara yans›tmak suretiyle iade eden Aslî Prensibin icaplar›yla
gerçekleflir. Yâni, ruhlar›n ihtiyaçlar›, yüksek prensiplerin
icaplar›na göre, kâinata tesirler hâlinde yans›t›l›r. Kâinata yans›yan
bu ihtiyaçlar›n cevaplar›n› o ânda vermek, yâni bu tesirlerin tafl›-
d›¤› icaplar gere¤ince derhal harekete geçmek, madde cevherinin
karakter zorunlulu¤u oldu¤u için, bu zorunlulukla maddenin verdi¤i
cevaplar, yine ayn› kanallardan, ayn› icaplarla ruhlara yans›t›l›r.
‹flte bu bilgiler, icap kavram›n›n ne demek oldu¤unu, ne
kadar muazzam ve derin mânâlar tafl›d›¤›n› bir kez daha belirtmifl
oluyor. Kâinat›m›zda, kâinatlarda ve kâinatlar üstü olan ruhlar
aras›nda, icap her fleyi içine al›r. ‹cap, Aslî Prensip’te tespit ve
tayin olunmufl durumlar›n ifadesidir.
*
* *
Kâinat›m›z›n üstündeki hakikatlere iliflkin söyleyece¤imiz her
söz, kullanaca¤›m›z her ibare, gösterece¤imiz her örnek, ancak,
bizim kâinat›m›z›n maddî vâs›talar›ndan ibaret kal›r ki, bunlar›n
hiçbiri kâinat üstündeki yüksek k›ymetler aras›nda hakikî bir mevcudiyet
gösteremez. Bununla birlikte bunlar, hakikatlerin kâinat
içindeki maddîleflmifl ifadelerini birer sembol hâlinde ortaya koymaya
ve bu yoldan bâz› sezgiler vermeye yeterlidir. Zaten bundan
ilerisini kavrayabilecek hiçbir dünya varl›¤› da mevcut de¤ildir. Bu
noktay› belirttikten sonra, tekrar ayna örne¤ine dönüyoruz.
Yüksek prensiplerin icaplar›yla, ruhlar›n ihtiyac›, bir aynadan
yans›r gibi kâinata ve oradan gelen cevaplar da ruhlara yans›r,
* “Vukua gelmek” fiili, “olmak, meydana gelmek, cereyan etmek” anlam›na gelir.
28
BEDR‹ RUHSELMAN
demifltik. Bir dünya örne¤i içine sokmak zorunlulu¤unda kald›-
¤›m›z bu muazzam hakikatin sezgisini biraz daha güçlendirmek
istiyoruz. Buradaki ayna sembolünü dünya zaman ve mekân›na
uydurup, ruhlar› bir tarafta, aynay› karfl›lar›nda, kâinat› da öbür
tarafta düflünerek ve aralar›ndaki mesafelere göre, sözü edilen
yans›malar› belirli sürelerle ölçmeye kalk›flarak fikir yürütmemelidir.
Çünkü kâinat›m›z üstü hakikatlerde dünyam›za özgü zaman
ve mekân durumlar› yoktur. Dolay›s›yla, burada, zaman ve mekân
kay›tlar›ndan özgür kalarak, ayna–ruh–kâinat kavramlar›n›
birbiri içindeymifl gibi kabul etmek ve bu sembolle ifade edilmek
istenen iflleme –insanlar›n anlad›¤› mânâda bir zaman pay› vermeden–
ayn› ânda olup bitiyormufl gözüyle bakmak gerekir.
Önemle hat›rlatmak isteriz ki, ayna örne¤i üzerinde dururken, insanlar›n,
al›fl›k olduklar› zaman ve mekân kayd›ndan özgür sezgileri
edinmeyi gerekti¤ince baflaramad›klar› ânda, kendilerini bekleyen
bir tehlikeyle karfl›laflmalar› daima mümkün olabilir. Bu
tehlike de, hatal› bir anlay›fl tarz›d›r. Yâni, bu bildirdi¤imiz
ruh–ayna–kâinat sembolünün zaman ve mekândan soyutlanm›fl
sezgisi, hiçbir zaman insan› vahdet-i vücut kavram›na sürüklememelidir.
Çünkü bu yaz›lar› iyi anlayanlar, burada böyle bir kavram›n
kastedilmedi¤ini bilirler. Yüksek prensipler ile ruhlar›n ve
kâinatlar›n bir tek varl›k hâline girebilece¤i düflüncesi, anlatmak
istedi¤imiz hakikatlerden tamam›yla z›t bir yöne do¤ru insan› yöneltir
ve onun bütün yüksek sezgilerini silip süpürür.
*
* *
fiuras› bir hakikattir ki, cevherleri birbirine nazaran daha bol
imkânlara sahip ve daha üstün olan, dolay›s›yla ruhlar›n daha ileri
ihtiyaçlar›na cevap verebilecek kabiliyetler gösteren sonsuz kâinatlar
serisinin hiçbir parças› veya bütünü, ruhlara eriflemez. Nitekim
ruhlar›n da herhangi bir kâinat cevherinden kaynaklanm›fl
olmalar› imkân› düflünülemez. Kâinatlar ile, kâinat cevherleri ile
ruhlar aras›nda kesin bir eriflilmezlik vard›r. Bu eriflilmezlik, ruhun
ve kâinat cevherlerinin mahiyetlerinden ileri gelir. Çünkü
e¤er ruhlar ve kâinatlar birbirinden bir fleyler al›p verebilselerdi
29
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ve ayn› mahiyete sahip, aralar›nda ortak cevherî k›ymetler bulunsayd›,
ruh ve kâinat ikili¤ine gerek kalmazd› ve tekâmülün de mânâs›
kaybolurdu. Yine, kâinat cevherlerinin de inkiflafla veya baflka
bir yoldan birbirine intikal edecekleri düflünülemez. Bu cevherlerin
birbirine geçmesi mümkün olmaz. fiu hâlde, insanlar›n
ak›llar›na gelebilece¤i gibi, bir kâinat inkiflaf ederek üst bir kâinat›
oluflturmaya do¤ru kayamaz. O kâinat, ancak –sonsuz denebilecek
genifl imkânlar içinde– toplan›r, da¤›l›r ve tekrar toplan›r, da-
¤›l›r. Bu hâl, kimsenin ak›l erdiremeyece¤i bir ebediyettir.
E¤er kâinatlar›n zamanla ve inkiflafla birbirine ink›lâp edebilmeleri
bir hakikat olsa idi, o zaman ayr› ayr› kâinat cevherleri ve
ayr› ayr› kâinatlar kabul etmek lüzum ve zarureti ortada kalmazd›.
Ve bir tek kâinat, ruhlara ebediyen bir tekâmül ortam› olarak kal›rd›.
Fakat bu durum, ruhun ebedî tekâmül ihtiyac› kavram›yla
uyuflmaz. Çünkü ne kadar sonsuz imkânlar› bulunursa bulunsun,
mahiyeti de¤iflmeyen, ayn› cevher mahiyetinde kalan bir kâinat,
ruhun ebedî ihtiyaçlar›n› karfl›lamaya yeterli olmaz. Böyle bir tek
kâinat kavram›, ruhlar ile kâinat›n ayn› k›ymette ve ayn› plânda
bulunmas› zorunlulu¤unu do¤urur ki, bu da ruh ve kâinat ikili¤ine
ve tekâmül fikrine tümüyle ayk›r›d›r. Dolay›s›yla, tek bir kâinat
kavram› ruhun ebedî tekâmülü kavram›na uymaz. Sonsuz imkânlar›
oldu¤u kabul olunsa dahi, bir tek mahiyetin sonsuz kapsama
sahip ruhun tekâmülü karfl›s›nda verece¤i sezgi baflkad›r, birbiriyle
kesinlikle benzerli¤i olmayan sonsuz mahiyetlerin sonsuz imkânlar›n›n
verece¤i sezgi, yine baflkad›r. Ve ruhlar›n ebedî tekâmülü
hakikatine lây›k olan durum, yâni sonuna var›lmas› sözkonusu olmayan
ebedî tekâmül hakikatinin imkânlar›na uygun gelen durum,
ikinci durumdur, yâni birbirinden tümüyle ayr› mahiyetlerde olan
ve her biri kendisine özgü bambaflka karakterde sonsuz inkiflaf imkânlar›na
sahip olan sonsuz cevherlerin mevcudiyeti durumudur.
‹flte, ancak böyle, sonsuz cevher mahiyetlerinin her birinde sonsuz
tekâmül devreleri geçirmesiyledir ki, ruhlar›n tekâmüllerinin ebediyeti
hakikati as›l mânâs›n› ve k›ymetini bulur.
*
* *
30
BEDR‹ RUHSELMAN
Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zorunluluktur.
Çünkü hiçbir adla anamayaca¤›m›z, sezgimizin dahi hiçbir
flekilde ulaflamayaca¤› o ‘eriflilmezliklerin eriflilmezli¤i’; ruhlar›n
hiçbir zaman olup bitmifl bir hâle, mutlak kemal hâline giremeyeceklerini
ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlar›ndan kurtulamayacaklar›n›
zorunlu k›lar. fiu hâlde, kâinatlar›n ruhlara eriflilmezli¤ini zorunlu
k›lan etken, ruhlar›n ebedî tekâmülden kurtulamamalar›
hakikatini de zorunlu k›lar.
Ruhlar›n ebedî tekâmülünü zorunlu k›lan etken de, ruhlar›n
Aslî Prensibe hiçbir zaman eriflemeyecekleri hakikatinin bir zorunlulu¤udur.
Ruhlar›n Aslî Prensibe eriflememelerini zorunlu k›-
lan etken ise; her fleyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan, her
fleyle en ufak bir iliflkisi dahi sözkonusu olmayan, ak›llara, hayallere,
hislere girmeyen, hiçbir adla ifadesi mümkün olmayan,
yaln›z –burada büyük bir zaruret içinde– ancak bir defaya mahsus
olmak üzere, sözcü¤e hiçbir mânâ yüklemeksizin, bir dünya
sözcü¤üyle anaca¤›m›z “Allah”›n eriflilmezliklerin eriflilmezli¤i
zorunlulu¤udur. Bu hakikati tereddüt etmeden ve tart›flma konusu
yapmadan, böylece, oldu¤u gibi kabul etmek de, zorunluluklar›n
en büyü¤ü ve selâmet* yolunun tek yönüdür.
*
* *
Ruhlar›n tekâmüllerine yönelik olarak Aslî Prensip’ten gelen
icaplar; kâinat›m›z›n üst s›n›rlar›ndan içeri (bu ifadeler semboliktir)
girerek kâinatta tesir fleklinde tecelli** ederler ve kâinat›n bilemedi¤imiz
üst s›n›rlar›nda, ileride yine söz edece¤imiz Ünite’-
den süzülerek, madde kombinezonlar›n›n sonsuz inkiflaf ve kabiliyet
imkânlar›na göre, onlar› ve kendilerini çeflitli formasyonlara,
transformasyonlara ve deformasyonlara u¤rata u¤rata, üstten itibaren
afla¤›lara do¤ru yay›larak, da¤›larak inerler ve varacaklar›
noktalara ulaflarak, orada ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre tezahürlerini
göstermek suretiyle, ruh–cevher aras›ndaki endirekt al›flverifl
fonksiyonlar›n› sonuçland›r›rlar. Hangi varl›ktan, hangi kademe-
* “Selâmet” sözcü¤ü, “kurtulufl; esenlik; güvenlikte olma” anlamlar›na gelir.
** “Tecelli” sözcü¤üne sözlüklerde “belirme, görünür olma, tezahür etme; ilâhî kudretin
tezahürü” anlamlar› verilir.
31
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
den geçerse geçsin, her tesir muhakkak bir icab› tafl›maktad›r. Bu
icap da, tesirlerin erifltikleri kademedeki maddelerin veya varl›klar›n
tâbi olduklar› ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›n› içerir. fiu halde
kâinat›n bu tesirlerden özgür bulunan hiçbir zerresi yoktur.
Tekrar ediyoruz: Mahiyetini, neden ve sonuçlar›n›, madde kâinat›m›z›n
kesin ve do¤al imkâns›zl›¤› yüzünden aslâ takdir edemeyece¤imiz
ve bilemeyece¤imiz ruhlar›n ihtiyaçlar› ve bu ihtiyaçlar›n
kâinat›m›za düflen bir pay› olarak kabul etti¤imiz tekâmülleri;
yüksek prensiplerin icaplar› gere¤ince kâinattaki tatbikatlarla
sa¤lan›r. Bu gayenin yerine getirilmesi için, Aslî Prensip’ten
gelen icaplar kâinat›n üst kademesini kaplayan Ünite’ye yay›l›rlar.
Ve orada bu tesirler bir vahdet olufltururlar. Böylece, Ünite’yle birleflmifl
olan bu icaplar; tesirler hâlinde Ünite’den süzülüp, her varl›¤›n
ihtiyac›na uygun olarak, kâinat içindeki topluluklara, bireylere,
maddelere ve varl›klara, en küçük zerrelere kadar bütün madde
cüzlerine da¤›l›rlar ve onlarda çeflitli transformasyonlar, deformasyonlar
ve formasyonlar meydana getirirler. ‹flte bu tesirler mekanizmas›yla,
kâinat›n yürüyüflü ve ak›fl› sa¤lan›r; varl›klar›n ruhlar
ile, birbirleri ile ve maddeler ile olan iliflkileri kurulur ve böylece,
kâinattaki inkiflaf, belirli hedefine do¤ru yürür gider.
*
* *
‹leride üzerinde tekrar duraca¤›m›z –biraz önce ad› geçen–
varl›k kavram›ndan burada da söz etmemiz gerekiyor. Varl›k;
Aslî Prensibin icaplar›n› tafl›yan ve ruhlarla ilgili bulunan tesirleri,
herhangi bir ruhun, kâinat sonuna kadar kendisine hizmet etmesi
için, belirli bir inkiflaf kademesindeki maddeler aras›ndan toplayarak
sentezlefltirdi¤i bir madde ünitesi, daha do¤rusu bir tesirler
kompleksidir. fiu hâlde, her varl›k; belirli bir ruhun, kâinat sonuna
kadar hizmetine tahsis edilmifl bir tekâmül vâs›tas›d›r. Bu, öyle
bir varl›kt›r ki, ruhun kâinat üstü plân›nda cereyan eden davran›fllar›n›n
bütün icaplar›n› kâinatta madde olarak ifade eder. Ve
bu ifadeler de bir aynadan yans›r gibi ruha yans›t›l›r. fiu hâlde,
varl›k, hizmetinde bulundu¤u bir ruhun kâinattaki sembolüdür.
‹flte herhangi bir ruhun hizmetinde bulunan varl›k o ruhun bütün
32
BEDR‹ RUHSELMAN
davran›fllar›n›, k›p›rdan›fllar›n› ve ihtiyaçlar›n› tam olarak ifade
etti¤inden, biz ona ruhun kendisi imifl gibi de bakabiliriz. Çünkü
o varl›kta görünen her tezahür, ruhun davran›fllar›n›n –kulland›¤›
madde imkânlar›n›n müsaadesi oran›nda– kâinata yans›m›fl bir
ifadesinden, temsilî bir görünüflünden baflka bir fley de¤ildir. Ve
ruh ortadan kalk›nca, ona ait bütün ifadeler ve tezahürler silinecek
ve varl›k o ânda da¤›lacakt›r.
*
* *
Varl›¤›n kâinatta iki cepheli fonksiyonu vard›r: Bunlardan biri,
onun ruh karfl›s›nda sadece bir laboratuvar vâs›tas› oluflu, di¤eri
de maddeler ortas›nda ruhun bir timsali* mevkiinde bulunufludur.
‹flte bu iki fonksiyonunun sonucu olarak, varl›¤›n da ayr›ca
bir tatbikat sahas›na ihtiyac› vard›r. Dolay›s›yla, ruhun kendisinden
bekledi¤i reaksiyonlar› ona gerekti¤ince yans›tabilmesi için, o
reaksiyonlar›n gerekli ögelerini çevresinden toplamas›, yâni etraf›ndaki
varl›klardan ve maddelerden sa¤lamas› gerekir. Bu hususta
ileride daha genifl bilgiler verilecektir.
*
* *
fiimdi, burada insanlar›n akl›na gelebilecek bir meseleyi çözmek
icap ediyor. Varl›k, mademki bütün fiilleri ve hareketleriyle,
bütün duygu ve düflünceleriyle, madde kombinezonlar›ndan ibarettir;
o hâlde kendisiyle do¤rudan do¤ruya hiçbir iliflkisi olmayan
bir ruha hizmet etmekle ne kazan›yor; yâni bir varl›¤›n hizmet
etti¤i ruhun –ne tarzda ve mahiyette oldu¤unu dahi bilmedi¤i–
tekâmülü için bu kadar çal›flmas›, didinmesi, ac› ve tatl› deneyimler
geçirmesi kendisine ne sa¤layacakt›r? Ve e¤er o, hizmet
etti¤i ruhun tekâmülüyle paralel olarak bu kadar ileri inkiflaf safhalar›n›
tamamlad›ktan sonra, günün birinde o ruhun kâinattan
ayr›l›vermesiyle tekrar kendi ezelî karanl›¤›na bir s›f›r olarak dönecekse,
onun bir kâinat inkiflaf› boyunca göstermifl oldu¤u faaliyetler
karfl›l›ks›z m› olacak?
‹nsan›n kafas›na gelebilen böyle bir düflünce onu karamsar k›-
l›p teflevvüfllere düflürebilir. Fakat her fleyden önce madde ve ruh
* “Timsal” sözcü¤ü, “temsil eden, sembol” anlam›na gelir.
33
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
iliflkileri hakk›nda yukar›da verdi¤imiz bilgiler üzerinde biraz derince
düflünülürse, bu düflüncelere neden olan hâllerin birer görünüflten
ibaret bulundu¤u ve hakikatin böyle olmad›¤› anlafl›l›r.
Bununla birlikte düflüncelerde karanl›k bir noktan›n kalmamas›
için bu hususu aç›klamak gerekiyor. ‹lk önce amorf bir maddeyi
ele alal›m! Bunda hiçbir hareket, hiçbir flekil yoktur. Fakat bu
amorf madde, varl›k hâline girdi¤i zaman, onda en basitinden
itibaren, bütün, varl›¤a ait özelliklerle birlikte gittikçe yükselen,
sevgiler, sempatiler, antipatiler, merhametler, vicdan faaliyetleri,
düflünceler, muhakemeler gibi, bir sürü meleke ve durum meydana
gelir. fiimdi, insanlar›n zihinlerini bir hayli zorlayabilecek
olan, amorf madde ile bu tezahürlerin iliflkilerini aç›klayal›m!
‹nsanlar›n manevî de¤erler yükledikleri ve madde üstü sayd›klar›
bütün beflerî hareket tarzlar›, hâlleri, duygu ve düflünüflleri,
inan›fllar›; asl›nda, seyyalli¤i artan madde fonksiyonundan baflka
bir fley de¤ildir. Ancak, flimdiye kadar insanlar›n bu hakikati bu
kadar aç›kl›¤›yla görememeleri icap ediyordu. Tâ ki onlar, bu realiteler
içinde geçirilmesi zarurî* olan s›nav ve deneyimlerini selametle
yapabilsinler. Fakat bugün, art›k hakikatler, oldu¤u gibi
aç›klanmaktad›r. Çünkü insanlar bu hakikatleri bütün aç›kl›¤›yla
ö¤renmek kudretine eriflmifllerdir. Bu hususta dünyadan pek çok
örnek vermek mümkündür. Madde üstü görünen en saf, en hissî
ve ideal duygu, düflünce ve fiiller; dünyan›n en seyyal maddî imkânlar›n›n
tezahürlerinden baflka bir fley de¤ildir. ‹nsanlar›n sevgiyle
ilgili hissî hareketler diye ifadelendirdikleri birçok fiil; yüksek
bir sempatizasyon imkân›n›n, yüksek bir madde seyyalli¤inin,
–yüksek bir madde karfl›laflmas›, tesirleflmesi ve kapsam kazanmas›
kudretinin– ifadesidir. Aynen, bütün antipatiler, sempatiler,
kin, gaddarl›k, bencillik, di¤erkâml›k, fedakârl›k, haz, sevinç, ›st›rap,
k›sacas› “sübjektif” denilen bütün his ve fikirle ilgili k›ymetler:
imajinasyonlar, düflünceler, idealler, imanlar, itikatlar,
icat ve yarat›c›l›k kudretleri, yetenekler, dâhilikler, ihtiraslar, arzular,
e¤ilimler, al›flkanl›klar ve bütün “ruhsal” denilen hâller:
* “Zarurî” sözcü¤ü, sözlüklerde “kaç›n›lmaz; gerekli; zorunlu; vazgeçilmez; zaruretle ilgili”
anlamlar›na gelir.
34
BEDR‹ RUHSELMAN
korkular, cesaretler, hainlikler, zalimlikler, iyilik ve kötülük duygular›...
insanlar›n idraklerinin henüz tan›mad›¤›, fakat dünyada
mevcut maddelerden yay›nlanan türlü niteliklerdeki enerjilerin
tezahürleridir. Dolay›s›yla, insanlar›n bunlara hâkim olmas›, bunlar›
yenebilmesi demek; maddeye hâkim olmas›, maddeleri yenmesi
demektir. Bütün bu “ruhsal” veya “manevî” denilen realitelerin
hiçbirinde maddenin d›fl›na ç›k›lmam›flt›r. Burada, hep
madde kullan›lm›flt›r. Fakat bunu bilmek, flimdiye kadar insanlar
için mümkün olmam›flt›r ki, bu da dedi¤imiz gibi, bir icapt›. Bu
hakikat, bundan sonra insanlar taraf›ndan bilinecektir.
Dünyay› oluflturan madde cüzlerinin ve elementlerinin alt›nda
ve üstünde di¤er birçok elementin daha mevcut oldu¤unu ve
bunlar›n insanlar taraf›ndan henüz bilinmedi¤ini daha önce söylemifltik.
Yine, flu durumu da belirtmifltik: Madde cevheri olan
hidrojen atomunun insanlarca tan›nmayan bu elementlerde o kalitede
bir yap›s› vard›r ki, bu, insanlar›n atomdan yay›nlanan bütün
enerji tezahürlerine ait bilgilerinin üstünde ve bambaflka kudretlerde
cevher hâlleri gösterir. ‹nsanlarca meçhul olan bu hidrojen
atomu kademelerinden yay›nlanan ve insan idrakini zorlayacak
kadar seyyal ve kudretli olan maddî imkânlar, insanlar›n flimdiye
kadar aslâ kavrayamad›klar› birçok olay›n olufluna imkân haz›rlamakta
ve neden olmaktad›rlar.
Özetle: Ruh bir madde ile ifltirak eder. “Beden” denilen fluurlu
madde hâlini meydana getirir. Ondan sonra ruh, art›k tümüyle o
bedenin flartlar›na ba¤lan›r. Ve o flartlar içinde, organik faaliyetlerinden
baflka, “ruhsal” ve “manevî” denilen bütün hâlleri; beyne
ve sinir sistemine, yâni beynin ve sinir sisteminin imkân ve kabiliyetlerine
ba¤l› bulunur. Ruhun mal› san›l›p da asl›nda maddede
meydana gelen hâl ve hareketlerin tekâmül mekanizmas›ndaki
rollerini ileride aç›klayaca¤›z.
Fakat flimdiye kadar, bu sayd›¤›m›z hâllerin hep maddeye ait
olan taraf›ndan söz ettik. E¤er ifl yaln›z bu kadarla kalsa idi, o zaman,
insanlar›n düflebilecekleri –yukar›da söyledi¤imiz– endiflelere
hak vermek icap ederdi. Fakat biraz önce aç›klad›¤›m›z ha-
35
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
kikatlere ra¤men, maddenin kendi kendine hiçbir harekette bulunma
kudreti olmad›¤› hakk›ndaki esas bilgiyi hat›rlat›rsak, ifl
de¤iflir. Çünkü bu bilgi, maddedeki hiçbir k›p›rdan›fl›n, maddenin
kendisinden olmad›¤›n› ö¤retmektedir. Madde, bu ifli yapmak
kudretinden kesinlikle yoksundur. O hâlde bir varl›¤›n her hareketi,
her k›p›rdan›fl› kendisinden olmayan bir durumun ifadesidir.
Ve bundan baflka bir fley de olamaz. Aksi hâlde maddenin ana
niteli¤ini inkâr etmifl olmak gerekir ki, bu da mümkün de¤ildir.
‹flte varl›¤›n gösterdi¤i, madde olan bütün bu hareketlerdeki,
madde olmayan ifadelere, “ruhun kâinat›m›zdaki durumu” diyoruz.
fiu hâlde, madde olarak sonsuz hareketlerle, kombinezonlarla,
flekillerle ve hâllerle bir varl›kta ortaya ç›kan her türlü sevgi,
düflünce, vicdan gibi, “ruhsal” denilen yüksek tezahürler; asl›nda,
ruhun kendi plân›nda mevcut, bilmedi¤imiz sonsuz davran›fllar›n›n,
kâinatta, madde imkânlar›na göre, fikrî, hissî ve hayatî
formlara çevrilmifl karfl›l›klar›d›r. Dolay›s›yla, varl›¤a ait, ortada
madde hareketlerinden baflka bir fley kalmamaktad›r ve bu hareketlerdeki
mânâlar›n ve ifadelerin hepsinin ruha ait olduklar› belirginleflmektedir.
Buna bir örnek olmak üzere, idraki ele alal›m:
‹nsan idrak eder. ‹drak eden, insand›r. Onun sinir sistemi yap›-
s›nda öyle ince kombinezonlar vard›r ki, bunlar sürekli olarak idrak
fleklinde tezahür eden vibrasyonlar, enerjiler yay›nlamaktad›rlar.
Ve idrak melekesinin sa¤l›¤› veya bozuklu¤u; iflte bu enerjileri
yay›nlayan, sinir sistemindeki o çok ince madde kombinezonlar›na,
düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla,
d›fl tesirlerin yapt›klar› müdahaleler sonucunda meydana gelen
hareketlere ba¤l›d›r. O hâlde d›fl görünüflüyle idrak, maddede
meydana gelir ve maddî vibrasyonlarla görünür. Dolay›s›yla bir
maddedir. Bununla birlikte o, ayn› zamanda, bir aynadan yans›r
gibi ruhun kâinata yans›m›fl davran›fllar›n›n, maddedeki karfl›l›¤›-
d›r, ifadesidir. Yâni, idrakin, hareket hâlindeki durumu maddeye
aittir, ifade bak›m›ndan durumu da ruha aittir. ‹flte ruhun kâinat
üstü durumlar›na ait olan bu ifade, böylece, madde hareketlerinin
imkânlar›na tâbi olmak suretiyle, kâinatta –tümüyle maddî
bir realite içinde– ancak idrak mekanizmas›yla tefsir ve temsil
36
BEDR‹ RUHSELMAN
edilmifltir. Daha k›sas›, idrak; ruhta mevcut olan, mahiyeti kâinat
sakinlerince meçhul bir davran›fl›n maddedeki teknik ifadesidir.
Demek ki bir gün gelecek, ruh kendisine tâbi olan varl›¤› kâinatta
ebediyen terk edip gidecek ve terk edilmifl varl›k da¤›lacak; fakat
burada da¤›lacak olan fley, sadece bu duygular›, fikirleri ve tan›mad›¤›m›z,
ileride gelecek, daha di¤er say›s›z ifadeleri tafl›yan
maddelerin kombinezonlar›, flekilleri ve hareketleri olacakt›r.
Madde hareketleri içinde görünen bu hâllerin ruhtaki –mahiyetlerini
bilmedi¤imiz– as›llar› ise, ruhla birlikte, ebedî olufl ve ak›fllar›na
devam edeceklerdir. Esasen ruhun kâinattan ayr›lmas›yla
birlikte, varl›¤›n da tafl›d›¤› bütün ifadeleri kaybedip hemen, tekrar
ât›l ve amorf hâline dönüvermesi, bu hakikatin en aç›k kan›-
t›n› oluflturur.
Dolay›s›yla, bir varl›kta cereyan eden hâllerin, asl›nda ruhlar
âleminde mevcut olan, mahiyetlerini bilmedi¤imiz çok daha genifl
ve kapsaml› durumlar›n ve davran›fllar›n ancak maddî birer timsali,
maddî birer görünüflü olduklar›n›, böylece, ifade etmifl bulunduk.
‹flte bunun içindir ki, biz, varl›k denince ruhlar› hat›rlar
ve varl›¤a iliflkin olaylar›n, ancak, ruhlar âlemindeki, mahiyetlerini
bilmedi¤imiz karfl›l›klar›na ait olduklar›n› anlar›z.
*
* *
Maddeler ile ruhlar›n paralel olarak ilerlemeleri kavramlar›n›,
“inkiflaf” ve “tekâmül” sözcükleriyle birbirinden ay›rmak gerekiyor.
Çünkü bunlar ayr› ayr› fleylerdir. ‹nkiflaf; kâinat içindeki
maddelerin, bünyelerindeki hareketlerin artmas›, madde kombinezonlar›n›n
karmafl›klaflmas›, tesirlere hedef olma sahalar›n›n
genifllemesi, de¤erlerinin artmas› hâlidir. Tekâmül ise; ruhlar›n,
hizmetlerinde bulunan varl›klardaki inkiflaflara paralel durumlar›d›r.
Bu durum; mahiyetine aslâ nüfuz edemeyece¤imiz, ruhlar›n
sonsuz ihtiyaçlar›ndan kâinat›m›zda giderilmesi icap eden ve dünyam›zda
“tekâmül sözcü¤ü” sembolüyle ifade olunan bir k›sm›-
d›r. fiu hâlde, tekâmülün mânâs›, onun maddeler içindeki ifadesi
olan inkiflaflar›n mânâs›yla paralel olarak yürür. Demek ki tekâmülün
seyrini incelemek, ona vâs›ta olan varl›¤›n ve bu varl›¤a
37
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vâs›ta olan maddelerin inkiflaf tarzlar›n› ve yürüyüfllerini incelemek
demektir.
*
* *
Kâinatta tekâmül tatbikat›na ilk bafllayacak bir ruhun bu tatbikata
ait ilk durumlar› kâinat›n amorf hâllerine yans›t›l›r. Bu yans›t›l›fl,
tesirler kanal›yla olur. Tesirler ise; hem ruhlar âlemini,
hem kâinatlar› kapsayan ve onlara hâkim olan, mahiyetini hiçbir
zaman anlayamayaca¤›m›z, hattâ sezemeyece¤imiz Aslî Prensibin
“icap” dedi¤imiz kudretinin, kâinat›m›za ait ruh–madde durumlar›
üzerindeki ifadesi ve tecellisidir. Ruhlar›n ihtiyaçlar›n› kâinatlara
tafl›yan bu tesirler, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla,
maddede daha önce söz etti¤imiz hareketleri meydana
getirirler. ‹flte kâinattaki hareketler; ruhlar›n k›p›rdan›fllar›-
n›n ve davran›fllar›n›n, bu tesirler kanal›yla madde oluflumlar› hâlinde
görünen, sembolik birer ifadesidir. Böylece, kâinata ilk giren
basit, acemi ruhlara ait tesirler, devam etmeleri boyunca erifltikleri
sahalardaki ilk maddelerin o ânda, o ruhlara birer gözlem
sahas› olmalar›n› sa¤larlar.
*
* *
Bir ruhtan gelen tesire karfl› maddenin hareketler hâlinde verdi¤i
cevaplar, yine o tesir kanal›ndan dönerek ayn› ruha yans›rlar.
Böylece, Aslî Prensibin icaplar›na tâbi olarak ve o kudretlerin
yard›m›yla ruh ve maddelerin endirekt iliflkisi kurulmufl olur ve
ruh, böylece, maddeden alaca¤›n› o ân için alm›fl bulunur. Bundan
sonra o ruhun, yeni ihtiyaçlar›na göre, ya ayn› madde kademesinde
bulunan ya da daha üst bir madde kademesinde olan di-
¤er maddelerde, ayn› tarzda ve ayn› yollardan, gözlemleri devam
eder. ‹lk safhada bulunan ruhlar için, her, maddenin inkiflaf
durumundaki ân›na bir ruhun tekâmül ihtiyac› denk gelir. Di¤er
deyiflle, maddedeki inkiflaf›n her türlü durumu, o ânda hizmet
etti¤i herhangi bir ruh için, mekanik bir tatbikat zemini olur.
Ruhlar›n buradaki durumu, sadece, o hareketlere uymakt›r. Bu
söz etti¤imiz safha, kâinat›n ilk ve en kaba olan safhas›d›r ki, biz-
38
BEDR‹ RUHSELMAN
ler için karanl›k olan bu safha, ileride aç›klayaca¤›m›z hidrojen
safhas›n›n alt›nda bulunur. Bu safhadaki bütün ifller, Aslî Prensibin
icaplar›na göre, ancak, kâinat›n üst s›n›rlar›ndaki Ünite’nin
kurdu¤u kâinatflümul idare mekanizmas› dahilinde, bilmedi¤imiz
yollardan yürütülür. Yaln›z, aç›k ve seçik bir flekilde aç›klay›c›
olmamakla birlikte, flu kadar söyleyebiliriz ki, bu safhada tekâmül
etmek durumunda bulunan acemi ruhlar›n yürüyüflleri, mekanik
ve pasif bir tekâmül prensibine tâbidir.
Bu ilk, basit madde safhas›ndaki ruhlar›n tekâmülleri, maddelerin
inkiflaflar› kadar kolay ve h›zl› olmad›¤›ndan, ruhlar bu safhada
bir tek maddeye ba¤lan›p kalmazlar. Her ân ortam de¤ifltirirler.
Böylece, nispeten kendisinden ileri bir maddeyi daha liyakatli bir
ruha terk eden ruh, a¤›r yürüyüflüyle bulundu¤u alt madde kademelerindeki
daha basit maddelerde, yürüyüflüne daima pasif olarak,
yâni madde hareketlerine müdahale etmeksizin devam eder.
*
* *
Bu ilk safha, ruhun kâinat ile ilk ifltirakinden, maddenin ilk
hidrojen atomuna gelinceye kadar ilerler. Bu ruh, kâinatta henüz
bir bedene sahip olmufl de¤ildir. Çünkü onda henüz kâinat maddelerini
toplayabilecek kudretler yoktur. Dolay›s›yla, o, kâinat
karfl›s›ndaki ilk ihtiyaçlar›n› takdir eden yüksek prensiplerin
Ünite’den süzülen icaplar›na göre, basit madde hâllerinde, sadece
pasif ve mekanik bir yürüyüfle tâbi tutulacakt›r. Onun bu s›-
ralarda kâinatta, idrak, irade, fluur ve özgürlük hâlinde tezahür
eden maddî bir kimli¤i olmayacakt›r. Böyle bir kimli¤in kazan›lmas›,
ancak, yüksek prensiplerin nizam› gere¤ince –onun ihtiyac›
oran›nda– amorf maddeler aras›nda daima pasif ve mekanik
olarak geçirece¤i ebediyet kadar uzun devrelerden sonra, derece
derece mümkün olacakt›r.
‹flte bunun içindir ki, bu ilk madde safhalar›ndaki ruhlar›n iradeyi,
özgürlü¤ü, idraki gerektiren hiçbir aktif durumlar› yoktur.
Bunlar kâinatta henüz herhangi bir madde oluflumuna ba¤lanm›fl
de¤ildirler. Bu acemi ruhlar, bu safhada iken, kâinattaki basit
39
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
yans›malar›n›n mekanik yollardan gelifltirilmesi için, bir madde
durumundan di¤er bir madde durumuna, oradan da gere¤ine göre
baflka bir madde durumuna sokula ç›kar›la (Bu sözler hakikî
de¤il, semboliktir. Çünkü ruhlar hiçbir zaman maddelerin içine
sokulamaz.) maddelerin çeflitli durumlar› ve hareketleri ile karfl›-
laflt›r›l›rlar. Bu ilk safhadaki maddelerde, âlemimizde görülen hareket
ve flekillerin hiçbiri yoktur. Ve onlar âlemimize nazaran flekilsiz,
amorf, darmada¤›n›k bir hâldedir ki; bunlar›n tamam›,
amorf bir ortam› meydana getirmifltir.
Bu ilk kâinat maddesinin inkiflaf safhas›n›n ard›ndan, “hidrojen
safhas›” dedi¤imiz –âlemimizin tâbi bulundu¤u– bir üst safha
oluflacakt›r. fiimdi, bu safhaya ait bilgileri veriyoruz.
*
* *
Âlemimizin bafllang›c› olan aslî maddesi, ilk kâinat safhas›n›
oluflturan ilkel da¤›n›k ortam›n maddelerinden meydana gelmektedir.
Madde oluflumlar›n›n, âlemimizde, düalite prensibi ve de-
¤er farklanmas› mekanizmas›yla mevcudiyet gösterdi¤ini görmüfltük.
Bu realitenin bir sonucu olarak, âlemimizde aslî cevherin ilk
hâl ve flekillerinin meydana geliflini bu mekanizmalarla birlikte
ele almak gerekmektedir. Hidrojen âleminin ilk atomunun hareketlenmesi
hakk›nda dünya lisan› ve sözcükleriyle verilecek bilgiler,
daha ziyade, sembolik olacak ve sezgilere dayanacakt›r. Çünkü
insanlar, âlemdeki ilk hareketlerin flekil ve mahiyetleri hakk›nda
esasen hiçbir bilgiye sahip de¤ildirler. Âlemimizin üstüne
ait realitelerde insanlar›n idraki nas›l bir noktadan itibaren duruyorsa,
alt›ndaki belirli bir noktay› da aflamaz, demifltik. Fakat
madde kâinat›m›zda geçerli olan yasalar›n ve prensiplerin esaslar›
birdir. Burada de¤iflen fley, bu esaslar de¤il, bu yasa ve prensiplerin
âlemlere göre meydana gelen formlar› ve tezahürleridir. Bu
durum, âlemimizin alt ve üst k›s›mlar›na ait bâz› realiteler hakk›nda
insanlar›n muhtaç olduklar› k›yasî sezgileri alabilmelerine
yard›m eder ki; bu sezgiler de, kâinat hakk›ndaki bilgilerin insanlara
yetecek kadar tamamlanmas›na, yeterli gelir. fiimdi, ilk hidrojen
atomunun nas›l olufltu¤unu aç›klamaya bafll›yoruz.
40
BEDR‹ RUHSELMAN
Âlemimizin ilk maddesinin hidrojen atomu oldu¤unu ve bunun
da insanlar›n bildi¤i hidrojen atomundan bambaflka ve onun
çok ilkel bir hâlinden ibaret bulundu¤unu daha önce söylemifltik.
Yine, insanlar›n tan›yamayacaklar› kadar basit ve ilkel olan bu
atomun –âlemimizin ilk maddesi olmas› bak›m›ndan– amorfa en
yak›n bir madde oldu¤undan da söz etmifltik. Daha önce belirtti¤imiz
gibi, kâinatta mekanik tekâmül prensibinin hâkim oldu¤u
ilk safha; hidrojen atomu alt› safhas› olan, sonsuz, karanl›k, da¤›-
n›k ve amorf bir ortamdan ibarettir. Buradaki tekâmül tümüyle
mekanik bir sisteme ba¤lanm›flt›r. Bu safhadaki maddeler, toplu
de¤il, darmada¤›n›kt›r. Çünkü bu safhada, yaln›z mekanik tatbikatlar›n›
görmek için bulunan ruhlar, henüz maddeleri toplayabilecek
kudrete eriflmemifllerdir. Dolay›s›yla, bu basit ruhlar, bu ilkel
ortam›n darmada¤›n›k, flekilsiz maddeleri içinde, hiçbir maddeye
ba¤lanmadan –aslî kaynaklar›n yüksek icaplar›yla– o maddeden
o maddeye atlamak suretiyle sürüklenip giderek, sonsuz,
mekanik ve insanlar için anlafl›lmas› mümkün olmayan, ilkel bir
tekâmül yolunu izlerler.
‹flte burada, pasif olarak tekâmüllerini yaparken, ebediyet kadar
uzun görünen bir devreden sonra, bu ruhlar›n bâz›lar›, yavafl
yavafl, bu da¤›n›k maddeyi toplayabilecek kadar, tekâmüllerinde
ilerlemifl durumlara gelirler. Böyle bir duruma gelmifl bir ruhun
sonraki tekâmülüne zemin olmak üzere, Ünite’den bu amorf ortam›n
içinde bir noktaya tesir gelir. Bu tesir; biri o maddeye ba¤lanm›fl
bulunan, yâni o maddeyi yakalayabilecek duruma gelmifl
olan bir ruha ait, di¤eri ise oluflma hâlinde bulunan o maddenin
bünyesine ait olmak üzere, birbirine z›t karakter göstermekle birlikte,
birbirini destekleyen, tamamlayan, özetle, ayn› hedefe yönelmifl
bulunan iki tesirden bileflmifltir. Ve kuflkusuz bunlar›n ikisi
de yine aslî tesirin, iki cephede görünen, kâinattaki tezahürüdür.
Bu iki z›t tesir, birbirine z›t karakterde birleflmifl unsurlardan oluflan
ikili bir madde vahdetini, yâni bir birim düaliteyi meydana
getirir. Bu unsurlar; o ortamda mevcut amorf maddenin bir k›sm›n›n,
gelen tesirler alt›nda hareketlendirilerek, bir araya toplanm›fl
hâlleridir. Çünkü bu hareketler sayesinde meydana gelen
41
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
manyetik alan, o da¤›n›k maddeleri bir araya toplar. ‹flte bu hareketler
de, hidrojen âleminin ilk hareketleridir ki, bir ruhun o
atoma ba¤lanmas› icaplar›na göre, aslî tesirler taraf›ndan ayarlanm›flt›r.
Böyle ilk atomlardan oluflmufl sahalar, astronomik âlemin bütün
cisimlerini, kürelerini ve sistemlerini oluflturan say›s›z galaksi
sahalar›n›n ilk durumlar›n› meydana getirirler. Böylece meydana
gelmifl olan ilk atoma bir ruh ba¤lanm›fl bulunmaktad›r. Di-
¤er deyiflle, bu ruhun bu atoma ba¤lanmak ihtiyac›, Aslî Prensibin
icaplar›yla, bu atomun meydana gelmesine neden olmufltur.
Ve ruhun bu ihtiyac›na ait icaplar› tafl›yarak amorf ortama inen
aslî tesir, onun bu atomla irtibat›n› sa¤lam›flt›r.
Demek ki ilk hidrojen atomlar›, böyle birbirine z›t, fakat denge
hâlinde bulunan ikifler unsurdan oluflmufl olup, âlemimizin en basit
hâllerdeki aslî maddelerini oluflturmaktad›rlar.
*
* *
Âlemimizin ilk atomuna, yâni hidrojen atomuna ba¤lanm›fl
olan bir ruh, art›k o atomun “varl›k” dedi¤imiz bir ileri safhas›n›n
oluflaca¤› âna kadar, onu b›rakmayacakt›r. Burada da mekanik–otomatik
bir tekâmül yürüyüflü vard›r. Yâni, hidrojen âlemindeki
tekâmüllerinin bu birinci k›sm›ndaki ruhlar, ilk yakalad›klar›
ilkel hidrojen atomunun sonraki bütün inkiflaf safhalar›n›
pasif olarak izlemek suretiyle, tekâmüllerine devam edeceklerdir.
Bu s›rada onlar hidrojen atomuna hâkim de¤ildirler. Çünkü
kendilerinde böyle bir hâkimiyetin gerektirdi¤i ne sezgi, ne idrak,
ne de özgürlük mevcut de¤ildir. Bunlar henüz, çeflitli maddeleri
toplayarak onlardan kendilerine bir varl›k meydana getirecek
durumda de¤ildirler. Dolay›s›yla, bunlar›n tekâmül süreçleri
de, afla¤› yukar› ilk safhadakiler gibi, pasif ve mekaniktir. Arada
flu fark vard›r: Amorf ortam safhas›ndayken ruhlar hiçbir zaman
bir madde üzerinde uzun uzad›ya tutunamazlard›. Çünkü onlar
orada esasen herhangi bir maddeyi yakalayabilmifl durumda de-
¤ildiler. Onlar, sadece darmada¤›n›k maddeler içinde, aslî tesir-
42
BEDR‹ RUHSELMAN
lerin icaplar› alt›nda, maddeden maddeye atlayarak mekanik tatbikatlar›n›
yap›yorlard›. Hidrojen âleminin ilk safhas›nda ise, ruhlar
yakalam›fl olduklar› hidrojen atomlar›na ba¤lanm›fllard›r.
O ba¤land›klar› atomdan baflkas›na atlayamazlar. Ve o atomun
bütün inkiflaf› boyunca, onun inkiflaf kademelerini izlerler; yaln›z,
bu s›rada o atoma hâkim de¤ildirler. Sadece, onun hareketlerine
pasif olarak kat›l›rlar ve o hareketlere intibak etmeye al›fl›rlar.
Çünkü bu hareketler, aslî tesirlerin yüksek icaplar› alt›nda kurulmufl
ve yönlerini alm›flt›r. Ruhlar, orada, bu icaplar alt›nda ve esir
olarak, yâni sürüklenerek o hareketlere tâbi olmak suretiyle, varl›k
safhas›na kadar çok uzun bir süre devam edecek olan tatbikat
devresini tamamlayacaklard›r. Bu ilk hidrojen atomunun oluflmas›ndan
ilk varl›k hâli meydana gelinceye kadar atomun bünyesine
hâkim olan tesir, esasî tesirdir, yâni Aslî Prensip’ten gelen tesirin
maddeye ait taraf›d›r; aslî tesirin bir de o atoma ba¤lanm›fl bulunan
ruha ait, söyledi¤imiz gibi, ikinci bir taraf› mevcuttur. Demek
ki bu atoma inen aslî tesirde bir, atomun bünyesine ait maddî taraf,
bir de ruha ait olarak gelen, ruhî bir taraf vard›r. fiu hâlde,
endirekt olarak, yâni aslî tesirler kanal›yla gelen, ruhlara ait tesirlerle,
atomun mukadder olan hareketlerine pasif olarak uymak
suretiyle, sadece mekanik tatbikatlar›n› yapacaklard›r. Bu tatbikat
sayesinde onlar, varl›k safhas›na do¤ru ilerledikçe, maddeler aras›ndaki
iliflkilerin nedensellik prensibi karfl›s›ndaki durumlar›na ait
ilk içgüdülerin haz›rl›klar›n› otomatikman yaparlar. Bu devredeki
tekâmül, ruhlar için çok uzun ve zordur. Tabiî ki buradaki zorluk
ve uzunluk kavramlar› nispîdir. Asl›nda ilâhî nizamda ne uzunluk–k›sal›k,
ne de zorluk–kolayl›k diye bir fley yoktur.
*
* *
Hidrojen atomu, âlemimizin en basit bir maddesi olmakla birlikte,
az çok büyük bir enerji tafl›maktad›r. Çünkü o, kâinat›n ilk,
amorf madde hâlinden bu aflamaya gelinceye kadar bir hayli tesirler
ve de¤erler alm›fl bulunmaktad›r. fiunu tekrar hat›rlatal›m
ki, burada sözünü etti¤imiz hidrojen atomu, kimyaca bilinen “H”
de¤ildir. Bizim söyledi¤imiz hidrojen atomu, bütün günefl sistem-
43
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lerini, teleskoplarla insanlar taraf›ndan tan›nan y›ld›zlar›, galaksileri,
k›sacas› bütün astronomik cisimleri içeren âlemimizin anas›
olan bir madde kombinezonudur ki; kimyac›lar taraf›ndan bilinen
hidrojen atomu, âlemimizin ilk maddesi diye söz etti¤imiz bu
hidrojen atomunun çok ilerlemifl ve inkiflaf etmifl hâllerinden biridir.
Âlemimizdeki bütün maddelerde oldu¤u gibi, hidrojen atomunun
da hâl ve mevcudiyetini koruyabilmesi, sürekli olarak inkiflaflar
kaydetmesi, ancak, düalite prensibi ve de¤er farklanmas›
mekanizmas›na göre, birbirinin içinde sakl› bir sürü madde cüzünün
denge toplamlar›yla mümkün olmaktad›r ve bu dengeler
de aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›ndad›r.
*
* *
fiimdi, hidrojen atomunun, varl›k safhas›na girinceye kadar nas›l
inkiflaf etti¤ini aç›klamaya bafll›yoruz.
Hidrojen safhas›n›n alt›nda, sonsuz bir mekanik inkiflaf ve tekâmül
ortam›n›n mevcut oldu¤unu bildirmifltik. Bu ortam, dedi¤imiz
gibi, amorfa yak›n, da¤›n›k bir bütün oluflturan, karanl›k
bir sahad›r.
Aslî tesirler, bu karanl›k ortamda ilk çekirde¤i kurduktan sonra,
onun etraf›na di¤er cüzleri de toplayarak, gittikçe daha karmafl›k,
daha kar›fl›k ve daha münkeflif durumlar› meydana getirirler.
Ve böylece meydana gelmifl olan madde oluflumunun ortas›ndaki
aslî tesir, bu oluflum içinde kullan›ld›ktan sonra, mahiyeti
de¤iflmifl ve aslî durumunu kaybetmifl olarak, o maddeden tekrar
d›flar› yay›nlanmaya bafllar ki, buna o cismin manyetik alan›
deriz.
‹flte, hidrojen âleminin, en küçük cüzlerinden en büyük sistemlerine
kadar, bütün küreleri ve oluflumlar› böyle meydana gelir.
‹lk hidrojen çekirde¤i böylece kurulduktan sonra, yukar›da
söyledi¤imiz yoldan inkiflaf ede ede, nihayet, kimyaca tan›nan
“H” atomu kademesine ulafl›r.
44
BEDR‹ RUHSELMAN
Böyle, aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›nda kurulan ilk hidrojen
atomuna, en son inkiflaf kademelerine kadar, yâni varl›k hâline
gelinceye kadar yaln›z, –aslî tesirle– o atoma ba¤l› olan ruha ait
tesirler ve esasî tesirler gelir. Yâni, ileride tesirleri anlat›rken aç›klayaca¤›m›z,
aslî tesirlerin ruhlara ait, “tekâmül de¤erleri” dedi¤imiz
k›s›mlar› ve maddelere ait, “esasî tesir” dedi¤imiz k›s›mlar›
gelir. Dolay›s›yla, bu atomlar›n bünyelerindeki hareketler, ancak
yüksek aslî tesirin hâkimiyeti alt›ndad›r. Ruhlar, pasif olarak bu
hareketlere sürüklenmekle, uymakla, mekanik–otomatik tekâmüllerini
yaparlar. Bu, tekâmülün bir tür pasif adaptasyon safhas›d›r.
Bu safhada, atom bünyelerine, “tâli tesirler”* dedi¤imiz, kâinattaki
di¤er varl›klara ait olan tesirler gelmez. Esasen burada, ruhlar›n
henüz özgürlük ve idrakleri sözkonusu olmad›¤›ndan, ileri safhalara
ait s›navlar, eprövler mevcut de¤ildir. Onlar, sadece, düzenli
olarak yürüyen ve gittikçe karmafl›klaflan atomun hareketlerine
otomatik olarak uymak zorundad›rlar. Ve atomlar›n bu kar›fl›k hareketlerine
intibak ede ede, varl›k safhas›na haz›rlanmaktad›rlar.
Ancak, hidrojen atomunun çeflitli türlerinin bir araya gelerek
türlü cisimleri meydana getirmesi, varl›klar›n inkiflaflar› için gereklidir.
‹flte insanlarca “cisimler” diye tan›nm›fl olan, atomun bu
bilefliklerine ve kombinezonlar›na –yine Ünite’nin yüksek kontrolü
alt›nda– vazifeli varl›klardan tâli tesirler gelir ve bunlar, bu
cisimlerde çeflitli formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar
yaparlar. Dolay›s›yla, atomlarda oldu¤u gibi bu bilefliklere
art›k do¤rudan do¤ruya esasî tesirler inmezler. Onlar›n yerine tâli
tesirler geçer. Ve kuflkusuz bunlar da daima aslî tesirlerin kontrolü
alt›ndad›r.
*
* *
‹lk hidrojen atomunun bünyesi, varl›k hâline gelinceye kadar
–biraz önce söyledi¤imiz gibi– yaln›z aslî tesirlerin hâkimiyeti
alt›nda inkiflaf›na devam eder ve insanlar›n, oksijen, gümüfl, platin,
kurflun, radyum... gibi adlarla tan›d›klar›, hidrojen atomunun
münkeflif hâlleri olan elementler meydana gelir ki, insanlar
* “Tâli” sözcü¤ü, “ikinci derecedeki, ikincil, sonradan gelen” anlam›na gelir.
45
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bugün bunlardan ancak 100 kadar›n› tan›yabilmifllerdir. Oysa
bunlar›n miktar› 100’ün üstündedir.
Yine söylemifl oldu¤umuz gibi, hidrojen atomunun üst elementlere
intikali, ancak aslî tesirlerin müessiriyetiyle* olmaktad›r.
‹flte maddelerin varl›k kademesine kadar inkiflaflar› sa¤land›ktan
sonra, o ândan itibaren varl›¤a do¤rudan do¤ruya esasî tesirler
gelmez. Ancak onun tâbi oldu¤u ruhtan, daha do¤rusu aslî
tesirin ruha ait olan k›sm›ndan ve kâinattaki çeflitli tekâmül kademelerindeki
varl›klardan tesirler gelir ki, bu sonunculara “tâli
tesirler” deriz. ‹flte bütün bu tesirlerle, o varl›k, tekâmülü için gerekli
olan s›navlar›, eprövleri ve deneyimleri geçirmeye bafllar ve
bir sürü imkânla karfl›lafl›r. Gittikçe inkiflaf eden, ço¤alan ve kapsam
kazanan bu tekâmül imkânlar› içinde –kâinattaki ifllerini bitirmek
için– varl›k, uzun tekâmül yolculu¤una koyulur. Onun
tekâmülü icaplar›ndan olarak, bu vazifeli varl›klardan gelen tâli
tesirlerle, biraz önce söyledi¤imiz gibi, hidrojen atomunun çeflitli
elementlerinden sonsuz kombinezonlar kurulur, say›s›z cisimler
meydana getirilir. Bu cisimlerin sonsuz varyeteler içinde bir araya
getirilmesi ve da¤›t›lmas› suretiyle, çeflitli formasyonlar meydana
getirilerek, büyük ve küçük cisimler, madde kompozisyonlar›, bedenler,
dünyalar› dolduran türlü maddeler, nihayet dünyalar ve
sistemler kurulur. Bütün bunlar, Ünite’den süzülen aslî tesirlerin
›fl›¤› alt›nda, her kademede bulunan vazifeli varl›klar›n gönderdikleri
say›s›z tâli tesirlerle yap›l›r.
fiu hâlde, atomun bünyesine tâli tesirler müdahale edemez. O,
tümüyle esasî tesirlerin hâkimiyeti alt›ndad›r. Fakat atom elementlerinin
her türlü kompozisyonlar›, vazifelilerden gelen tâli
tesirlerle kurulup da¤›t›labilirler ki; bunlar da, do¤al olarak, çeflitli
tekâmül düzeylerindeki varl›klar›n derecelerine göre, büyük
veya küçük çapta olurlar.
*
* *
* “Müessir” sözcü¤ü, “tesir edici, tesirli, tesir eden, etkili” anlam›na ve “müessiriyet” ise,
“tesir edicilik, tesirlilik, tesir etme, etkililik” anlam›na gelir.
46
BEDR‹ RUHSELMAN
Hidrojen atomunun en ilkel hâlinden itibaren gittikçe yükselen,
inkiflaf eden bünyesi, o oranda hareket, kudret ve müessiriyet
kazan›r. Ve onlara ba¤l› bulunan ruhlar da, gittikçe zenginleflen
ve kudretleri artan bu hareketlere uya uya tekâmül ederler.
Maddedeki bütün bu hareketleri uyand›ran etkenler, aslî kaynaklardan
gelen tesirlerdir. Çünkü tesirler, fonksiyonlar›n›, maddelerde
hareketleri meydana getirmek suretiyle yaparlar.
Özetle, hidrojen atomlar›n› kuran aslî tesirler, tafl›d›klar› icaplara
göre, etraftan sürekli olarak toplad›klar› cüzlerle hidrojen
atomunu bir üst âleme do¤ru inkiflaf ettirirler. Do¤al olarak hidrojen
atomunun inkiflaf›yla yay›nlayaca¤› enerjiler de o oranda
yükselir, kudretlenir ve hidrojen atomu inkiflaf ettikçe, daha yüksek
ve karmafl›k enerjiler, yâni daha münkeflif partiküller yay›nlamaya
bafllar. Fakat bütün bunlar hidrojen atomunun henüz ilk
safhas›na ait maddelerdir.
Burada flunu da belirtelim ki, hidrojenin bu inkiflaf›, birtak›m
atom çekirdeklerinin, ayr› ayr› kimliklerini koruyarak, atomun
içinde kabaca birikmeleri tarz›nda olmamaktad›r. Aslî tesirlerin
hâkimiyeti alt›nda atomda biriken de¤erler, birbirleriyle birleflmeden,
tam bir ahenk ve denge içinde kaynaflarak, hidrojen atomunun
o ândaki mahiyetini karakterize eden bünyesini meydana
getirirler.
*
* *
Bütün maddelerin manyetik alanlar› vard›r. Böyle münkeflif bir
atomun manyetik alan›, ilk hidrojen çekirde¤inde oldu¤u gibi basit
de¤ildir. Hidrojen çekirdeklerinin bir araya gelmelerinden
meydana gelen hidrojen atomunun bünyesinde bir sürü partikül
oldu¤u ve her partikülün de bir manyetik alan› bulundu¤u için,
bu münkeflif atomun manyetik alan› da, kendisini oluflturan cüzlerinin
manyetik alanlar›n›n sentezinden meydana gelmifltir. Bu
alana “manyetik alanlar sentezi” deriz. Maddelerin bu manyetik
alanlar› çok önemlidir. Çünkü onlar›n birbirleri ile ve varl›klar ile
olan bütün iliflkileri bu manyetik alanlar vâs›tas›yla sa¤lan›r ve bu
47
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
alanlara gelen tâli tesirler; fliddetlerine, kudretlerine ve yönlerine
göre, bu alanlar›n tâbi bulunduklar› maddelerin bünyelerinde
–düalite prensibinin ve de¤er farklanmas› mekanizmas›n›n kurallar›
alt›nda– çeflitli de¤iflmeler, dönüflümler, deformasyonlar, da-
¤›lmalar ve toplanmalar yapabilirler. Yine, varl›klar›n maddelerden
yararlanmalar›, onlar› çeflitli hâllere sokabilmeleri de bu yoldan
olur. Dünyan›n da –tabiî ki kendi oran›nda kapsaml› ve genifl
olan– manyetik alan›ndan yararlanan vazifeli varl›klar –bu alana
çeflitli tesirler göndermek suretiyle– dünyadaki küçük veya büyük
do¤a olaylar›n› meydana getirirler. Bunun gibi, idraki daha üstün
bir varl›ktan gelen tesirler, bu manyetik alanlar üzerine müessir
olarak, onlara ait maddelerde o oranda büyük sonuçlar do¤ururlar.
Esasen, bu yoldan dünyalar›n, sistemlerin, günefllerin hâl
ve durumlar›na tesir edebilecek hareketler, ancak çok yüksek
plânlar›n iflidir. Ve kuflkusuz bunlar, Aslî Prensibin icaplar›na göre,
kontrollü olarak yap›l›r.
Nerede madde varsa, orada manyetik alan›n bulunmas› zarurîdir.
Zaten manyetik alan›n oluflmas› hakk›nda daha önce verdi¤imiz
bilgi, bu hakikatin anlafl›lmas›n› kolaylaflt›r›r. ‹flte böylece,
bir atomun manyetik alan› oldu¤u gibi, atomun bütün inkiflaf
safhalar›n›n, yâni elementlerin, bu elementlerin bilefltirilmeleriyle
meydana getirilmifl cisimlerin, dünyalar›n, sistemlerin, bunlardan
baflka, galaksilerin, âlemlerin, varl›klar›n birbirine nazaran
az çok kapsaml›, az çok karmafl›k manyetik alan sentezleri
vard›r. Bunlar›n üstünde, bütün kâinat› kapsayan Ünite’nin manyetik
alan› tektir. Orada, manyetik alanlar sentezi yoktur. Çünkü
Ünite’de birbirinden ayr› ve farkl› varl›klar›n veya unsurlar›n
mevcudiyeti sözkonusu olmaz.
*
* *
‹flte insanlar›n “perispri” dedikleri fley de, maddelerin bu manyetik
alanlar›ndan ibarettir. Yâni, insan bedenlerinin manyetik
alanlar›, insanlar›n perispri mânâs›nda kabul ettikleri fleydir.
Demek ki bir ruh, kendisinin kâinattaki temsilcisi olan ve bir
48
BEDR‹ RUHSELMAN
enerjiler kompleksinden ibaret bulunan varl›¤› vâs›tas›yla maddelerin
manyetik alanlar›na tesir ederek, onlar› kullan›r. Ve onlardan
kendisi için, o maddelerin mensup bulunduklar› dünyalardaki tatbikat›na
uygun gelen bedenleri kurar ve bu bedenler vâs›tas›yla
da, o dünyan›n di¤er varl›k ve maddelerinin manyetik alanlar›na
tesir etmek ve onlar› kullanmak suretiyle, tekâmülünü sa¤lar.
Bir dünyan›n karmafl›k bir manyetik alanlar sentezi mevcut
oldu¤u gibi, ondan daha karmafl›k olan günefl sistemlerinin ve
galaksilerin de manyetik alanlar sentezleri mevcuttur, demifltik.
Varl›klar, bu alanlar kanal›yla bu âlemlere tesir ederek vazifelerini
yaparlar. Meselâ birkaç günefl sistemini, hattâ birkaç galaksiyi
içine alan ve manyetik alanlar›na tesir etmek suretiyle onlar› idare
eden çok yüksek vazifeli varl›klar mevcuttur.
*
* *
Buraya kadar sözü edilen bütün maddeler, henüz varl›k hâline
girmemifl durumdad›rlar.
Burada flunu belirtmek gerekir ki, art›k, yukar›dan beri verilmekte
olan bilgileri ö¤renmifl olanlar, kâinatta canl›l›k, cans›zl›k
ifadelerinin de birer lâftan ibaret oldu¤unu ve bunlar›n esasl› bir
mânâ tafl›mad›klar›n› anlam›fl bulunacaklard›r. Maddelerin gerek
ilk safhalarda, gerek hidrojen safhas›nda ruhlar ile olan endirekt
iliflkilerinin nizam ve tertipleri, böyle bir canl›l›k–cans›zl›k ayr›-
m›n›n yap›lmas›n› mümkün k›lmamaktad›r. Çünkü kâinat safhalar›n›n
her maddesinde, ruhlar›n maddeler ile o safhan›n karakterine
ve tekâmül sistemine uygun çeflitli iliflkileri daima mevcuttur.
Ve kâinatta herhangi bir ruhun tekâmülüne yaramayan madde
yoktur. Yâni, geçici veya kal›c› olarak, ruhlar›n hizmetine girmemifl
madde durumu yoktur. Özellikle, bu hâl, hidrojen safhas›ndaki
bütün maddeler için çok belirgindir. Bu hizmetin d›fl›nda
kabul edilecek bir madde, gereksiz ve gayesiz olur. Kâinatta ise
gereksiz hiçbir süreç mevcut de¤ildir.
fiu hâlde maddelere ruhlara ba¤l› olunca canl›, olmay›nca cans›z
demek gibi düflüncelere saplanmak yersizdir. Çünkü her madde
geçici veya sürekli olarak bir ruha ba¤l›d›r. Ancak, maddele-
49
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
rin sürekli olarak bir varl›¤a ba¤lanmas›na bak›p varl›klara canl›
demek istense bile, bu da do¤ru olmaz. Çünkü varl›k safhas›ndan
önceki hidrojen atomuna da, varl›k safhas›na kadar, ruhlar ba¤lanm›fl
bulunmaktad›rlar. Dolay›s›yla, yukar›ki bilgilerden sonra
maddelerde canl›l›k–cans›zl›k ayr›m› yapman›n bir mânâs› kalmamaktad›r.
*
* *
Henüz varl›k safhas›na girmemifl ilk hidrojen kademelerinde
tatbikat gören ruhlar, bu maddelerde pasif ve mekanik olarak haz›rlan›rlar.
Bu maddeler, tatbikat görecek ruhlar›n idaresi alt›nda de¤ildirler.
Onlar ancak, yüksek prensiplerin icaplar›na göre Ünite’-
den gelen tesirlerle, kâinattaki ilk ö¤renci ruhlar›n, madde hareketlerine
al›flt›r›lmalar›n› sa¤layacak birer zemin olmak üzere kurulmufllard›r.
Buraya kadar, maddelerin inkiflaflar› ve bu inkiflaflara mekanik
bir yürüyüflle tâbi olan ruhlar›n durumlar› hakk›nda gerekli
bilgiler verildi. fiimdi bu maddelerin birer varl›k hâline geçiflleriyle,
ruhlar›n âlemimizdeki otomatik veya yar› idrakli tekâmül
safhalar›na intikalleri hakk›ndaki bilgileri vermeye bafll›yoruz.
‹lk hidrojen atomu hâline gelmifl olan madde oluflumu, bir ruh
taraf›ndan yakalanm›flt›r. O ruh, o atoma ba¤lanm›flt›r. Yaln›z,
dedi¤imiz gibi, ona hâkim durumda de¤ildir. Ruh, Aslî Prensip’le
tayin edilmifl olan, maddenin nizaml› ve tertipli hareketlerinin d›-
fl›na ç›kamaz, onlara uymaya çal›fl›r. Bu ruhta henüz sezgi, hattâ
mekanik bir içgüdü bile yoktur. Bu s›rada hidrojen atomu, kendisine
ba¤l› bulunan ruhun tekâmülü gayesine yönelik, aslî tesirlerin
tayin etmifl oldu¤u yöndeki hareket ve inkiflaflar›n› yaparken,
ruhun tekâmülüne de hizmet etmifl olur. Bu inkiflaf sonucunda,
hidrojen atomu insanlar›n tan›d›¤› “H” hâline gelir. Ve
s›ras›yla, kimyaca bilinen elementler meydana ç›kar. Bu hâl, yukar›lara
do¤ru yükselir. Atomun hareketleri karmafl›klafl›r. De-
¤erleri bak›m›ndan bünyesi zenginleflir. Bünyesinde birtak›m gruplaflmalar,
toplanmalar, sistemler meydana gelir. Manyetik alan sen-
50
BEDR‹ RUHSELMAN
tezleri daha kar›fl›k, daha karmafl›k hâllere girer. Böylece hidrojen,
birçok kademeden geçe geçe, oksijen, fosfor, bak›r, gümüfl,
baryum, platin, alt›n, radyum, uranyum, senturyum hâllerine ink›lâp
eder.
Hidrojen atomu böyle inkiflaf ettikçe, ona ba¤l› olan ve onun
hareketleri ile intibak sa¤layan ruh da, mekanik–otomatik bir
tempoyla, gayet yavafl olarak tekâmül eder. Ruhun bu tekâmülü
artt›kça, maddeler aras›ndaki iliflkilere ait, di¤er deyiflle çeflitli hareket
kombinezonlar›na ait içgüdüsel bâz› davran›fllar›n›n da haz›rl›klar›
yap›l›r.
Nihayet, hidrojen atomu, insanlar›n tan›makta oldu¤u en yüksek
elementlerin kadrosundan taflmaya bafllar. Ve onlar›n kolayl›kla
yakalayamad›klar›, saptayamad›klar› birtak›m –yüksek
enerjileri yay›nlamaya bafllayan– büyük kombinezonlarla bünyesini
zenginlefltirir. Bu s›rada hem onun bu inkiflaf›na neden olan,
hem de tekâmülü ona paralel olarak yürüyen ruhun, madde kombinezonlar›
aras›ndaki iliflkilere ait ilk davran›fl içgüdülerinin kazan›lmas›
haz›rl›klar› ilerler. Bütün bunlar, hep aslî tesirlerin
–daima ruhlar›n tekâmüllerini hedef tutan– büyük ahengi içinde
cereyan eder. Yâni, daha önce söyledi¤imiz gibi, maddenin ortas›na
inerek atomu amorf ortam›n ilkel maddelerinden toplayan
aslî tesirler, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›n›, inkiflaf hâlinde bulunan
atoma yans›t›r. Ruhun madde ile paralel olarak, daha üst bir
safhaya uzan›fl haz›rl›klar›n› sa¤lar. Hidrojen atomunun bu inkiflaf
kademesinde, atomun bünyesine gelen tâli tesirler yoktur.
Burada, atoma do¤rudan do¤ruya aslî tesirler iner. Aslî tesirler,
Ünite'den süzülen ve maddeler ile ruhlara ait bulunan tesirlerdir.
Bu durum, tâ varl›k kademelerine kadar devam eder.
Hidrojen atomu, ilk oluflmas›ndan itibaren nihayet öyle bir kademeye
gelir ki, orada, çok ince ve kar›fl›k madde kombinezonlar›
hâlinde, insanlar›n tan›mad›klar›, Dünya maddesi üstü birtak›m
enerjileri yay›nlamaya bafllar. Atom, bu yüksek ve karmafl›k
enerjileri yay›nlayabilecek inkiflaf düzeyine geldi¤i zaman, zaten
onun bu düzeye gelmesine Aslî Prensip muvacehesinde neden
olan ruh da, art›k maddeler aras›ndaki iliflkilerin ve hareketlerin
51
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
içgüdüsel davran›fllar›na, uzun bir tatbikat devresinden sonra, sahip
olabilecek bir tekâmül kademesine ulaflm›fl bulunur.
‹flte Dünya maddesinin en üst s›n›rlar›ndaki yüksek hidrojen
atomu, öyle kudretli ve karmafl›k enerjiler yay›nlamaya bafllar ki,
art›k bunlar Dünya maddesinin mal› olamaz. Bununla birlikte bu
enerjiler de toplu de¤il, darmada¤›n›k hâlde bulunurlar. Fakat onlar›n
bu da¤›n›kl›¤› ile daha önce sözünü etti¤imiz ilkel ortamdaki
amorf maddelerin da¤›n›kl›¤› aras›nda muazzam farklar vard›r.
Öncekiler; flekilsiz, basit, hareketleri çok ilkel ve atalete yak›n, kaba
maddelerdi. Bunlar ise; çok karmafl›k hareketli, bünyeleri kar›-
fl›k, zengin madde kombinezonlar›ndan oluflan, üstün de¤erli enerjiler
hâlinde bulunan, kudretli ve de¤erli maddelerdir. Bunlar›n bulundu¤u
ortama “yar› süptil ortam” deriz. Bu yar› süptil ortam,
hem hidrojen atomu alt›ndaki amorf ortamdan, hem de ilk hidrojen
atomlar›n›n oluflturdu¤u astronomik galaksilerden çok daha
yüksek ve yepyeni bir âlemin basama¤›n› oluflturan yüksek enerjilerden
kurulu bir tür galaksidir ki; Dünya’n›n üstünde bulunan
böyle bir yar› süptil ortam›n oluflmas›, Dünya’n›n, di¤er deyiflle
hidrojen âleminin yavafl yavafl üst âleme kay›fl›n› ifade eder.
Bu yüksek ve da¤›n›k enerjiler, o yar› süptil âlemin, yâni hidrojen
âlemi üstü galaksisinin en ilkel ve basit atomlar›n› oluflturmaktad›rlar.
‹flte bu yar› süptil ortam›n ilk atomlar›n›n da inkiflaflar›yla,
kendilerinden yay›nlanmaya bafllayan daha yüksek ve da-
¤›n›k enerjiler, art›k bir araya toplan›p bir ruha kâinat›n sonuna
kadar hizmet edebilecek bir varl›k hâline girmek kabiliyet ve imkânlar›na
ulaflm›fllard›r. Aynen, onlarla birlikte o safhaya kadar
tekâmül etmifl olan ruhlar da –daima aslî tesirlerin yard›m›yla–
bu yüksek fakat da¤›n›k enerjileri bir araya toplayarak onlardan
bir varl›k meydana getirebilecek kudrete eriflmifllerdir.
Bu durum meydana gelince, bu da¤›n›k enerjilerden kendisine
bir beden kurmak liyakatine ermifl bir ruhun da ruhanî plândan
yans›yan tesirlerini içeren aslî tesirler, bu da¤›n›k ve yüksek enerjilerin
ortas›na inerler. Orada, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz
idrakî bir nokta etraf›nda bu enerjileri bir araya toplayarak, onlardan
bir topluluk meydana getirirler. Aslî tesirlerde, o safhaya
52
BEDR‹ RUHSELMAN
kadar tekâmülünü yapm›fl olan ruhlara ait tesirler de vard›r. Bu
tesirler, oluflan varl›¤a, yâni enerji toplulu¤una aslî tesir taraf›ndan
yans›t›l›r ve ba¤lan›r. Böylece, “varl›k” dedi¤imiz o enerji
toplulu¤u; kâinat›n sonuna kadar o ruhun bütün davran›fllar›na
mâkes* olmak ve o davran›fllar›n cevaplar›n› tekrar ona iade etmek
üzere hizmete sokulmufl ve kâinatta ruhun bir timsali, vâs›-
tas› hâline girmifl bulunur.
Böyle, ilk hidrojen kademesinden itibaren inkiflaf edip varl›k
kademesine geldi¤i ânda, aslî tesirin maddelere ait olan esasî tesir
k›sm›, yerini tâli tesirlere terk eder. Ve Ünite’nin sürekli kontrolüne
tâbi tutularak büyük organizasyonlar içindeki vazifelilerden
veya onlar›n kulland›klar› çeflitli kademelerdeki varl›klardan
gelen bu tâli tesirlerle, varl›k, kâinat›n sonuna kadar tekâmülüne
devam eder. Bu tâli tesirlerin bafllamas›yla, varl›klar›n s›navlar›,
eprövleri, deneyimleri ve gözlemleri de bafllam›fl olur. Ve varl›klar,
yepyeni, daha h›zl› bir tekâmül sistemine sokulmufl bulunurlar.
Bu safhadan itibaren maddeler, birer varl›k hâlinde, tâbi
bulunduklar› ruhlar›n hâkimiyetleri ve tâli tesirlerin yard›mlar›
alt›nda, o ruhlar›n her hâl ve durumlar›na tâbi ve tercüman olarak
ve onlar› kâinatta ifadelendirerek inkiflaf edeceklerdir.
Böylece meydana gelen bir varl›k, hizmet etti¤i ruhun tekâmülüne
iliflkin bütün davran›fllar›n› Aslî Prensibin ›fl›¤› alt›nda o
kadar mükemmel olarak ifadelendirir ki, art›k ona kâinatta ruhun
kendisi imifl gibi de bak›labilir. Bunun içindir ki, kendisinden daha
afla¤›daki di¤er maddelerin ât›l ve amorfa yak›n hâllerine oranla,
ruhun ifadelerini tafl›yan aktif durumuna bak›larak, bu varl›¤a
“canl›” s›fat› yüklenmifltir ki; bu da, daha önce söyledi¤imiz gibi,
nispî bir ifadeden baflka bir fley de¤ildir. Çünkü burada “canl›”
denilen varl›k, asl›nda, ât›l görünen ilk hidrojen atomu maddesinin
inkiflaf etmifl yüksek kademelerinden baflka bir fley de¤ildir;
sadece, kâinatta bir ruhu ifade edebilecek kadar imkânlar› inkiflaf
etmifl ve bu sayede de, kendisi, belirli bir ruhun hizmetine tahsis
edilmifl bulunmaktad›r.
* “Mâkes” sözcü¤ü, “yans›ma zemini”, “yans›t›lma zemini” anlam›na gelir.
53
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Özetle, insanlar›n henüz tan›mad›klar› hidrojen atomunun ilk
çekirdek, nüve hâli; hidrojen âlemimizi, yâni astronomik vâs›talar›m›zla
gözlemleyebildi¤imiz günefl sistemlerinin, galaksilerin ve
bütün astronomik cisimlerin ana maddesini oluflturur. Nihayet,
kendili¤inden (Unutulmas›n ki, madde, kendili¤inden hiçbir
enerji yay›nlayamaz; bütün bunlar, aslî kaynaklardan gelen tesirlere
tâbidir.) birtak›m enerjiler yay›nlamaya bafllar. Burada flunu
yine, tekrar söyleyelim ki, biz hidrojen atomu derken aslâ kimyada
bilinen “H” atomunu kastetmiyoruz. Dedi¤imiz gibi, bu “H”
atomu, bizim sözünü etti¤imiz atomdan çok ileri bir inkiflaf safhas›ndad›r
ve ondan bambaflka bir fleydir. Ancak, insanlar ilk
atoma hidrojen dedikleri için, biz de ona ba¤l› kalarak, âlemimizin
ilk atomuna hidrojen dedik. Yoksa bu, gerçekten hidrojen
atomu de¤ildir.
‹flte hidrojen atomunun Dünya’da belirli bir tezahür göstermeyen
bu yüksek enerjilerinden, hidrojen âleminin bir kademe
üstündeki yar› süptil ortam do¤ar. O ortamda inkiflaf›na devam
eden hidrojenin bu yüksek hâl ve flekilleri, yay›nlad›klar› daha üstün
enerjilerle, art›k maddelerdeki tatbikat düzeylerinin üstüne
ç›k›p yüksek enerjileri bir araya toplamak liyakatine eriflmifl bulunan
ruhlara birer tekâmül malzemesi olurlar. Ruhlar –yukar›da
söyledi¤imiz flekilde– bu enerjilerden kendilerine, kâinat sonuna
kadar hizmet edecek birer varl›k kurarlar.
*
* *
Böylece ilk oluflmufl olan varl›k, idrak bak›m›ndan henüz pek
basit ve ilkel durumdad›r. Bu varl›kta mevcut olan, ancak mekanik
bir içgüdü; onun, hidrojen âleminde geçirece¤i ebediyet kadar
uzun bir inkiflaf süresi boyunca çok yavafl olarak ilerleyecek
ve derece derece, sezgi–içgüdülere, yine uzun zaman sonra sezgilere
ve böylece, aralar›nda büyük zaman mesafeleriyle ayr›lan,
sezgi–idraklere ve ilkel idraklere ink›lâp edecektir. Ancak insan
aflamas›na geldikleri zaman, idraklerin yavafl yavafl genifllemesi ve
kapsam kazanmaya bafllamas› mümkün olur.
*
* *
54
BEDR‹ RUHSELMAN
‹lk mekanik içgüdülerle yaflamaya bafllayan varl›k, art›k bir ruhun
hizmetindedir. O, ruhun bütün ihtiyaçlar›na, bütün davran›fllar›na
cevap verecek ve onun, kâinattaki maddeler aras›nda
gerçekleflmesi gereken icaplar›na vâs›ta olacakt›r. Bu ândan itibaren
bafllam›fl oldu¤u tekâmül safhas›na göre, hidrojen âleminin
henüz varl›k safhas›na girmemifl kaba atomlar› ve onlar›n kaba
kombinezonlar› aras›nda, aktif olarak tatbikatlar yapmak ihtiyac›n›
duyacakt›r. Fakat buradaki tatbikat, ruhun daha önce o
kaba atomlar içinde geçirdi¤i mekanik ve otomatik hayatlar›nkinden
bambaflkad›r. O zaman onlara hâkim olam›yor, sadece bir
atoma ba¤l› ve esir hâlde, o atomun belirli hareketlerine kat›l›yor
ve pasif bir intibak devresi geçiriyordu. fiimdi ise, hizmetinde bulunan
varl›¤› vâs›tas›yla, atomlar›n, en basitinden itibaren inkiflaf
kademeleri boyunca, çeflitli elementlerinden kurulmufl kombinezonlar›na
ve kompozisyonlar›na yavafl yavafl hâkim olmak üzere,
aktif bir tatbikat devresine bafllam›fl bulunmaktad›r. Bunun için,
onlar› toplamak, da¤›tmak ve onlardan yeni oluflumlar meydana
getirmek, bedenler kurmak, bedenleri idare etmek gibi faaliyetlerde
bulunmak suretiyle, tekâmülüne devam edecek ve bu âlemdeki
ileriye do¤ru olan haz›rl›klar›n› da böylece tamamlam›fl olacakt›r.
Bütün bu iflleri yapmas›nda, bundan sonra, ona, “varl›k”
dedi¤imiz iflte bu süptil enerji toplulu¤u vâs›ta olacakt›r. Kâinatta
bundan sonra ruhun bütün durumlar›n› temsil eden bu varl›k,
onun bu maddeler içindeki ihtiyaçlar›n› sa¤lamak maksad›yla,
onun taraf›ndan kullan›lacakt›r. Bu varl›k vâs›tas›yla ruhlar; hidrojen
âleminin yo¤un madde kombinezonlar›, kürelerin ve dünyalar›n
içindeki kaba maddeler üzerinde çeflitli formasyonlar ve
transformasyonlar meydana getirerek onlar› faaliyete sokacaklard›r.
Çünkü ruhun do¤rudan do¤ruya bu kaba maddelere hükmetmesi
mümkün de¤ildir. Bu nedenle, ilk oluflan varl›k, ruhta beliren
yeni ihtiyaçlar karfl›s›nda, hemen çevresindeki en ilkel maddelerden
yararlanmaya çal›flacak ve onlardan ilk önce basit bileflikleri
kurarak, bu bileflikler üzerindeki hâkimiyetinin tatbikat›na
bafllayacakt›r.
Bütün bu ifller –her yerde, her zaman oldu¤u gibi– ruhlara yard›mc›
olan yüksek tesirlerin yol göstermesiyle ve ›fl›k tutmas›yla
55
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vuku bulmaktad›r. ‹flte varl›¤›n böyle ilk kullanabilece¤i madde
kombinezonlar›, bitki bedenlerinin ilk önce en basit ve ilkel hücreleri
olacakt›r. Bu varl›klar, onlardan kendilerine birer beden kuracaklar
ve ancak o basit bedenleriyle, yâni ilkel bitki hücreleriyle,
di¤er kaba maddelere ve kaba bedenlere çeflitli tarzlarda –ilk zamanlarda
daima içgüdüleriyle– tesirler yaparak yaflamaya bafllayacaklard›r.
‹flte buna insanlar enkarnasyon derler. Bu hücreleri kullanan
varl›klar henüz idraksiz olduklar›ndan, bunlar›n bu bedenlenifl
tarzlar›na bir tür enkarnasyon denilebilir. Bunlarla, bitki bedenlerinin
her çeflit hücrelerinde gerekli enkarnasyonlar› tamamlad›ktan
sonra, bütün bir bitkiyi idare edebilecek duruma gelmifl
olan varl›k, art›k basitten yüksek bitkilere kadar, müstakil olarak,
ayr› ayr› bitkilerde de enkarne olmaya bafllayacakt›r ki; böyle bafll›
bafl›na, müstakil bir bedeni idare edebilecek duruma geldi¤i ândan
itibaren de, onun için, toplu, mâflerî* bir hayat›n ilk kademeleri
kurulmufl olacakt›r. Buna, ileride aç›klayaca¤›m›z organizasyon sistemlerine
haz›rl›¤›n en ilkel k›p›rdan›fllar› deriz.
Varl›k, bitkilerin say›s›z türlerinde gittikçe tekâmül etmek suretiyle,
sonsuz bedenlenmeler geçire geçire –çok uzun bir zaman
sonra– bu safhay› da bitirecek ve bir üst safhan›n, yâni hayvanl›k
safhas›n›n tatbikat›n› görmek üzere, kendisine özgü olan bir yar›
süptil âleme intikal edecek; orada da bir süre yaflad›ktan sonra,
derece derece, hayvan ve insan vücutlar›n›n hücrelerinde bedenlenme
kademelerini tamamlamak için, en basit bir hayvan organizmas›n›n
ilkel hücrelerinde enkarne olacak ve yukar› do¤ru bedenlenmelerine
devam edecektir. Nihayet yüksek hücrelere, yâni
hayvanlar›n sinir sistemini oluflturan hücrelere intikal edecek; bu
devreyi de tamamlay›p gerekli melekeleri kazand›ktan sonra, müstakil
hayvan bedenlerine hâkim olmak durumuna girecek ve en
ilkel hayvan bedenlerini idare etmeye bafllayacakt›r. ‹flte bundan
sonra da, Dünya’m›zda ve di¤er gezegenlerde bir sürü bedenlenme
daha geçirdikten sonra, insan bedenini idare edebilecek bir
varl›k hâline gelip Dünya’da insan bedenlerini kullanmaya bafllayacakt›r.
‹nsanl›k âleminin en ilkel safhalar›ndan itibaren, ile-
* “Mâflerî” sözcü¤üne sözlüklerde “toplu, toplulu¤a iliflkin, toplumsal; ortaklafla, kolektif”
anlamlar› verilir. “Bireysel” sözcü¤ünün karfl›t anlaml›s›d›r.
56
BEDR‹ RUHSELMAN
ride aç›klayaca¤›m›z zengin bir tekâmül devresi içinde, dünyadaki
son haz›rl›klar›n› da tamamlam›fl bulunacakt›r.
Demek ki ilk varl›k hâlinden, yâni ilk bedenlenme hâllerinden
bir insan safhas›na gelinceye kadar, insanlar›n idrakine göre sonsuzluk
demek olan çok uzun bir zaman süresindeki bir tekâmül
safhas› geçirilmesi gerekmektedir.
*
* *
‹yi bir ifade kudreti tafl›mayan enkarnasyon sözcü¤ünün ifade
etti¤i fludur: Varl›k kendisine sahip olan ruha hizmet edebilmek
için, daha do¤rusu ruh kendisine hizmet eden varl›k vâs›tas›yla
kaba bir âlemin maddelerini kullanabilmek için, o âlemin maddelerinden
kendisine bir tesir vâs›tas›, yâni kaba bir beden yapmak
ve onu kullanmak zorundad›r. Fakat o varl›k, henüz, tek bafl›na,
kaba maddelerden böyle büyük kombinezonlar kurabilecek
kudrette de¤ildir. Onun için, ruhlar›n tekâmüllerinde vazifeli
olan üstün varl›klar›n yard›mlar›yla o, ihtiyac›na göre (ki bu,
asl›nda ruhun ihtiyac› demektir) kendisine kaba maddelerden bir
beden kuracak ve ona sürekli tesirler göndermek suretiyle ba¤lanacakt›r.
‹flte varl›k, art›k o dünyada mâflerî tekâmülüne bafllam›fl
olan ruhunun ihtiyaçlar›na ait, kaba maddeler ve di¤er
varl›klar aras›ndaki faaliyetlerini, kurdu¤u bu beden sayesinde
yapabilecektir. Yâni, varl›k, ruhun davran›fllar›na göre, o bedeni
idare edecektir. Zaten o beden onun idare edece¤i çapta kurulmufltur.
Demek ki burada, biri di¤eri vâs›tas›yla ruha hizmet eden, bir
varl›k ve bir beden vard›r. Bunlardan biri, daha önce sözünü
etti¤imiz, karmafl›k bir madde yap›s›na sahip olan ve kâinat boyunca
ruhu izleyen varl›kt›r ki; bu, ruhun kâinattaki sembolü,
yans›s›, ifadesi olan çok ince bir enerjiler kompleksidir. ‹kincisi
ise; bu varl›¤›n ruha hizmet edebilmesi için, içinde tatbikatlar
görmek zorunlulu¤unda bulundu¤u kaba âlemdeki maddeler ve
varl›klar ile bir tesirleflme vâs›tas› olarak kulland›¤›, o âlemin yo-
¤un maddelerinden yap›lm›fl, kaba bir bedendir. Demek ki ruha
kâinat boyunca efllik edecek varl›¤a hizmet etmek durumunda
57
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bulunan beden; herhangi kaba bir kürede, ruhun ihtiyac›na göre
ancak geçici bir tatbikat devresi süresince o varl›¤a ba¤l› kalacak,
geçici bir vâs›tadan ibarettir. Varl›k, bulundu¤u ortamda, hizmet
etti¤i ruhun ihtiyaçlar›n› yerine getirdi¤i ânda –onun yeni ihtiyaçlar›na
uygun– di¤er bir bedeni kurmak üzere, önceki bedenini
terk eder. Bu da yine üst tesirlerin yard›m›yla olur. ‹flte, varl›¤›n
herhangi bir kürede ikinci bir bedeni kurmas›na insanlar enkarnasyon
veya do¤um derler, o bedeni terk etmesine de dezenkarnasyon
veya ölüm ad›n› verirler.
*
* *
Demek ki bir günefl sisteminin herhangi bir küresinde, o kürenin
flartlar›na uygun bir beden içinde do¤mufl olan varl›k, tekâmül
ihtiyac›na göre o sistemin çeflitli kürelerinde say›s›z bedenlenme
ve bedenden ayr›lma süreçleri geçirmek suretiyle, o madde
âleminin son basama¤›na eriflmifl bulunur ki; bu son basamak
da sistemimizde insan, di¤er sistemlerde de ona denk inkiflaf
mertebesinde* bulunan bedenlerden biridir. ‹flte ruhlar, “hidrojen
âlemi” dedi¤imiz bu safhada –maddenin ilk inkiflaf safhalar›nda
oldu¤u gibi, da¤›n›k madde hâlleri içinde pasif olarak, mekanik yürüyüfllerle
de¤il– maddelere ba¤l›, otomatik veya yar› idrakli hâllerde
gösterecekleri cehit ve gayretlerine göre tekâmül ederler.
*
* *
Mademki Dünya’m›z›n atomu, âlemimiz üstü yar› süptil bir
âlemin ana maddesi olan yüksek enerjileri ç›karabilecek kadar
ileri inkiflaflar kaydetmektedir; o hâlde Dünya’m›z, flimdiye kadar
san›ld›¤› veya düflünüldü¤ü gibi geri bir dünya olmay›p, maddî
inkiflaf› bak›m›ndan, gezegenleriyle, güneflleriyle, küreleriyle,
sistemleriyle ve galaksileriyle bütün hidrojen âleminin en münkeflif
ve ileri madde oluflumlar›na sahip kürelerinden biridir. Nitekim,
dünyan›n inkiflaf› ile tekâmülleri paralel giden ruhlar›n kulland›klar›
insan bedenleri de, bu muazzam astronomik âlemin en
ileri ve en çok inkiflaf etmifl varl›klar›ndan biridir. Esasen, ileride
bildirece¤imiz gibi, dünyam›z›n bütün imkânlar›n› kullanarak ve
* “Mertebe” sözcü¤ü, “derece, basamak, aflama; rütbe” anlamlar›na gelir.
58
BEDR‹ RUHSELMAN
oradaki tatbikatlar›n› bitirerek onu tümüyle terk eden bir varl›¤›n
ayn› zamanda hidrojen âlemini de terk etmifl duruma girmesi, bu
bilginin canl› kan›t›n› oluflturur.
*
* *
Âlemleri birbiri içine girmifl, birbirinden büyük ve merkezleri
ortak otuz-k›rk küreye benzeterek, kâinatin kabaca bir sembolünü
yapal›m! Bunlar›n en kaba ve ilkel olan›, en ortada bulunan en
küçük küredir ki, buna amorf, ilk madde safhas› demifltik.
Yukar›daki flema, söz etti¤imiz, merkezleri ortak kürelerin ilk
üç tanesinin kesitini gösteriyor. Burada, “a” sahas›, ilk maddeden
hidrojene gelinceye kadarki, ruhlar›n mekanik tekâmül safhalar›na
denk gelen, maddenin ilk inkiflaf sahas›n› gösterir ki, bu
saha oldukça karanl›kt›r; “b” sahas›, bütün gök cisimleriyle birlikte
hidrojen âlemimizi oluflturur; “c” safhas› ise, hidrojen âlemimizin
üstünde bulunan ve kademe kademe yükselen sonsuz di-
¤er âlemlerin bizim âlemimize nazaran ilk kademesidir ki, buna
da “yar› süptil âlem” diyoruz. Bundan sonra di¤er safhalar, birbirinden
daha fazla geniflleyerek sürüp gidecektir.
*
* *
59
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Böylece varl›k, Günefl Sistemi’nin bir sürü gezegeninde, o gezegenlerin
flartlar›na ve durumlar›na uygun, fakat Dünya’m›zdakilere
nazaran basit, ilkel madde komplekslerinde say›s›z bedenlenmeler
geçire geçire, sistemimizin en geliflmifl varl›¤› olan, Dünya’daki
insan bedenini kurmak liyakatine ulafl›r. Ve o ândan itibaren
daha serbest durum ve flekillerdeki inkiflaf süreçlerine bafllar.
‹nsanl›k hâlindeki varl›¤›n idraki, önceki safhadakilere nazaran
çok artm›flt›r. ‹rade özgürlü¤ü, idraki oran›nda ço¤alm›flt›r.
Bu kudretleriyle orant›l› olarak da sorumlulu¤un mânâs›n› yavafl
yavafl sezmeye bafllam›flt›r. Bütün bu melekelerin artmas›, ona
“sevgi” ve “vicdan” denilen yüksek inkiflaf mekanizmalar›n›n fluurunu
az çok kazand›rm›flt›r. Böylece insanlar, sorumluluk sezgilerinin
gittikçe güçlenen bask›lar› alt›nda, otomatik veya yar› idrakli
olarak, insanl›k mertebesini bitirmeye çal›fl›rlar ve bunun
için insanl›k hayat›nda yüz binlerce görgü ve deneyim geçirir,
yüzy›llar boyunca yaflarlar.
*
* *
Bir insan, dünyada tek bafl›na kal›rsa, görgü ve deneyim sahibi
olamaz. Görgü ve deneyim sahibi olamay›nca da ruhun tekâmülüne
hizmet edemez. ‹flte bu noktada, madde kâinat›ndaki çeflitli
mâflerî tekâmül plânlar›n›n zorunlulu¤u, aç›k olarak kendisini
gösterir. Dolay›s›yla, bedenli varl›klar, inkiflaf edebilmek için, beden
d›fl›nda bulunan di¤er bedenler ile ve maddeler ile karfl›l›kl›
al›flverifllerde bulunmak zorundad›rlar. Onlar›n bu iliflkilerinden
say›s›z olay kombinezonu meydana gelir. ‹flte öz varl›ktan ruha
yans›yan bu olay kombinezonlar›na ait idrakler, bu safhadaki varl›klar›n
tekâmülünü sa¤lar.
Demek ki: Ruh, madde ile ifltirak eder. fiuurlu maddeyi, yâni
varl›¤› kurar. Varl›k da kendi ruhunun ve yard›mc› varl›klar›n faaliyetleriyle,
kaba maddelerden, kendisine ayr›ca bir beden yapar.
Ve bu beden vâs›tas›yla maddelere tesir eder. Kulland›¤› kaba
maddelerle de kendi haricindeki di¤er bedenlere tesir etmek suretiyle,
mâflerî plâna ad›m›n› atar. Ve hidrojen âleminin varl›k
safhas›ndaki tekâmülü de bu ândan itibaren yürümeye bafllar.
60
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu önemli bilginin hiçbir noktas›n›n belirsiz kalmamas› için biraz
aç›klamada bulunaca¤›z. Meselâ, sevgi ve vicdan bak›m›ndan
fakir, çok geri bir insan›n, tekâmülü için, düalite prensibi ve de-
¤er farklanmas› mekanizmas› gere¤ince z›t de¤erler ile karfl›laflmas›,
sevgi–kin, adalet–zulüm, iyilik–kötülük gibi kavramlar ile
yüzyüze gelmesi ve böylece, otomatik olarak bir k›yas bilgisi kazanmas›
ve dengesini bulabilmesi gerekir. Bunun için de onun di-
¤er bedenler ile iliflkiye geçmesi icap eder. Bir insan, elinde bulunan
bir k›rbaçla bir kaya parças›n› k›rbaçlas›n dursun, bundan
ne sonuç alabilir? Hiç… Onun sevgi ve vicdan melekelerini iflletecek
hiçbir z›t de¤eri, bu kaya parças›n› k›rbaçlamas›ndan alaca¤›
sonuçlar, sa¤layamaz. O, karfl›s›nda bir beden bulamay›nca etraf›na
zulüm ve gaddarl›k yapamaz; bunu yapamay›nca da düalite
prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›na göre gerekli olaylar›
meydana getirecek z›t de¤erleri kazanamaz ve bunun sonucunda
da, muhtaç oldu¤u madde inkiflaflar›na kavuflamaz, tekâmül
edemez. Buna karfl›l›k, e¤er o insan bir çocu¤u kamç›larsa,
ifller de¤iflir. O çocu¤un veya etraf›ndakilerin bu kamç› sonucunda
gösterecekleri çeflitli reaksiyonlar, z›t unsurlar hâlinde karfl›s›na
dikilir ve onu hemen bir k›yas bilgisine götürür. Böylece,
birbirini izleyen yüzlerce, binlerce olay›n birbiri üzerine eklenmesiyle
k›yas bilgilerinin birikmesi, onda en basit hâliyle bir iyilik–kötülük
kavram›n›n do¤mas›na neden olur ve vicdan da böylece
toplanmaya ve canlanmaya bafllar. Bütün bu ifller sonucunda
meydana gelecek olaylar, idrak kanal›yla ruha yans›r ve tekâmül
sonucunu sa¤larlar. Bundan sonra ruhta yeni ve daha ileri ihtiyaçlar
belirir. Bu yeni ihtiyaçlar karfl›s›nda kalan ruh, bedeninin
etraf›yla yapaca¤› daha genifl sahadaki temaslardan, daha mânâl›
reaksiyonlar beklemeye bafllar. Onun bu yeni ihtiyaçlar› da yine,
öncekilerde oldu¤u gibi, derhal bedene yans›r ve bedenden cevaplar›
al›n›r; yâni ruha hizmet eden varl›k, hemen bedeni vâs›tas›yla
etraf›ndaki kaba maddelere ve bedenlere tesir ederek, ruhun
bu yeni ihtiyaçlar› karfl›s›nda gerekli olaylar›n meydana gelmesine
neden olur: ‹yilik yapar, kötülük yapar, h›rs›zl›k yapar, insan öldürür,
fedakârl›k yapar ve bunlar›n, etraftan gelecek karfl›l›kla-
61
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
r›n›, reaksiyonlar›n› görür. Bütün bunlar, birer olay olur. Ve bu
olaylar›n her birini idrak kanal›yla ruha yans›tarak tekâmülünü
sa¤lar. Bu flekilde, dünyan›n son inkiflaf aflamas›na varm›fl olan
insan varl›¤›, nihayet, daha ileri safhalara geçmek üzere dünyadan
tamam›yla ayr›l›r.
*
* *
Maddelerin inkiflaflar›n›n ve ruhlar›n tekâmüllerine hizmet
edebilmelerinin, ancak tesirlerle mümkün olabilece¤ini belirtmifltik.
fiimdi, tesirler üzerinde de gere¤i kadar durmak ve bilgi vermek
gerekmektedir.
Tesirler konusuna girerken, ifle tekrar ruh–madde iliflkisinden
söz etmekle bafllayaca¤›z. Ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›, bir icapt›r;
maddenin bu ihtiyaca cevap vermek durumu, yine bir icapt›r.
Fakat ruhlar maddeye ne do¤rudan do¤ruya bir fley gönderebilirler,
ne de ondan bir fley alabilirler. E¤er ifl burada dursayd›, tekâmül
gayesinin zarureti olan, madde kâinat›n›n var olufl nedeni
ortada kalmazd›. Oysa tekâmül için ruh–madde iliflkisinin gerçekleflmesi,
yüksek icaplar gere¤ince zarurîdir. ‹flte bu icaplar; hem
kâinat üstü ruhlara, hem de kâinatlara do¤rudan do¤ruya hâkim
olan ve onlar› kapsayan, mahiyetini bilmedi¤imiz Aslî Prensibin
kâinat içinde maddî, tesirler hâlindeki tezahürleriyle yerine getirilir.
‹caplar›n maddelerde gerçekleflmesi, düalite prensibi ve de¤er
farklanmas› tekni¤iyle, tesirlerin fonksiyonlar›n› yapmas› demektir.
fiu hâlde, bir kâinat muammas› olarak dünyada flimdiye kadar
çözülememifl bu ruh–madde iliflkisini ilgilendiren tesirler hakk›nda
gere¤i derecesinde bilginin verilmesi gerekmektedir.
Kâinat cevherinin sonsuz say› ve flekildeki hareket imkânlar›n›
–ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre– kullanan ve madde kâinat›-
n›n bütün tezahürlerini yine ayn› gayeyle meydana getiren tesirler,
fonksiyonlar›n› yapmak suretiyle, ruhlar âleminin tekâmül ihtiyaçlar›n›
yerine getirmifl olurlar. Yâni, ruhlar›n tekâmülü için
gerekli olan, maddedeki her hareket, her de¤iflme ve her inkiflaf,
ancak bu tesirlerle sa¤lan›r.
62
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Aslî Prensip dedi¤imiz, ruhlar›n ve kâinatlar›n üstünde ve her
ikisine de hâkim olan büyük hakikat hakk›nda fazla bir fley söyleyemeyiz.
Çünkü bu, bizim bütün bilgilerimizin, hattâ sezgilerimizin
d›fl›nda kal›r. Aslî Prensip, kudretiyle, ruhlar›n bütün tekâmül
ihtiyaçlar›n› kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu
ihtiyaçlar karfl›s›nda gösterecekleri reaksiyonlar› tekrar ruhlara
yans›t›r. Bu kudret, ruhlar›n ihtiyaçlar› karfl›s›nda vücuda getirilmifl
olan kâinat cevherlerini, kâinat içindeki say›s›z vâs›talarla ve
yollarla hizmete sokar. ‹flte bu yüksek kudret, kâinatta en ince
cevherler hâlinde olan, tesirlerle tecelli eder. Böylece, büyük icaplar›
tafl›yan bu tesirler, kâinat›n bütününden en küçük zerresine
kadar, her taraf›na nüfuz eder ve fonksiyonlar›n› yaparlar. Bu
fonksiyonlara göre, madde cevheri, flekillenir, inkiflaf eder, toplan›r,
da¤›l›r, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar
geçirir ve böylece, kâinat bütünü ve cüzleri, ruhlar›n ihtiyaçlar›na
göre sevk ve idare olunur. Tabiî ki bu da kâinat içindeki alt ve
üst, çeflitli mekanizmalarla ve vazife prensipleriyle yürütülür.
*
* *
Ruh ile kâinat aras›ndaki yolu kuran bu tesirler, dört grupta görünür:
Bunlar›n ikisi, do¤rudan do¤ruya kâinat d›fl›ndan gelen,
aslî tesirlerdir. Yâni, Aslî Prensip’ten gelen tesirlerdir. Di¤er ikisi,
bu aslî tesirlerin maddelerde ve varl›klarda bâz› ifllemlerden geçtikten
sonra de¤iflmelerinden do¤an, tâli tesirlerdir. Aslî kaynaktan
gelen kudretlerin ancak kâinat içinde yürüyen k›s›mlar›n›, tesir
hâlinde anlayabiliriz. Kâinat d›fl›nda kalanlar›n mahiyeti ve
durumlar›, kâinat sakinleri için meçhuldür.
Aslî tesirlerin birinci k›sm›ndakiler; ruhlar›n ihtiyaçlar›n› kâinata
ve onlar›n kâinattaki reaksiyonlar›n› da tekrar ruhlara yans›tan
kudretlerin tezahürleridir. Bunlar, endirekt olarak gelen,
ruhlara ait tesirlerdir.
‹kinci k›s›mdakiler ise; kâinatta, bireysel ve mâflerî tekâmüllerin
icap ve zorunlulu¤undan olan, kaba maddenin formasyon,
deformasyon ve transformasyonlar› için Aslî Prensip’ten kâinata
giren tesirlerdir.
63
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Ruhlara ait olarak kâinata gelen, birinci k›s›mda görülen tesirler
–yine aslî kaynaktan gelmekle birlikte– ruhlar›n davran›fllar›-
n›n ve ihtiyaçlar›n›n birer ifadesidir. Kâinat ile ruhlar› birbirine
yans›tmak ve böylece tekâmülü sa¤lamak için Aslî Prensip’ten
gönderilmifl bu kudretler, ruhlara tahsis edilen varl›klar›n ve bedenlerinin
belirli yap› ve mekanizmalar›na kat›l›rlar. Bu tesirler
kâinattan içeri girince, Ünite dedi¤imiz, kâinat›n son tekâmül s›-
n›rlar›ndaki, varl›klar ve icaplar birli¤ine gelirler. Ayarlanm›fl olarak
oradan, varacaklar› ortamdaki bir bedene yönelirler. Bu tesirler
do¤rudan do¤ruya tekâmülle ilgili olduklar›ndan, yâni ruhlar
ile varl›klar aras›ndaki irtibat› sa¤lad›klar›ndan, bunlara “tekâmül
de¤erleri” de deriz.
Ruhlar›n tekâmül icaplar›n› yerine getirmek, kaba maddeleri ve
kâinat oluflumlar›n› gerekli formlara sokmak için Aslî Prensip’ten
ç›kan kudretlere gelince: Bunlar da yine kâinat›n d›fl›ndan Ünite’ye
inerek, oradan, âlemleri, küreleri, varl›klar› ve maddeleri bireysel
ve mâflerî tekâmül icaplar›na göre haz›rlamak ve yürütmek üzere,
yüksek tesirler hâlinde, kâinat›n bütün cüzlerine ve bütününe da¤›-
t›l›r ve bölüfltürülürler ki; bunlara da “esasî tesirler” veya “esasî de-
¤erler” deriz. Bunlar, herhangi bir madde ortam›nda, o ortam›n
cüzlerini bir nokta etraf›nda toplayarak bir çekirdek kurmak ve
onun etraf›na di¤er cüzleri çekip madde oluflumlar›n› meydana getirmek
suretiyle, maddelerin, cisimlerin, kürelerin, sistemlerin, galaksilerin
ve âlemlerin vücuda gelmesini sa¤larlar.
Üçüncü derecedeki tesirler; Aslî Prensibin icaplar› dahilinde,
kâinat d›fl›ndan gelen ilk ana tesirler gibi do¤rudan do¤ruya d›flar›dan
gelmeyip, kâinat içindeki belirli safhalarda bulunan bedenler
haricine aktar›lan, yani varl›klar taraf›ndan beden haricine aktar›lan
tesirlerdir. Esas›nda yine aslî kaynaklardan gelmifl olan bu
tesirler, herhangi bir beden taraf›ndan kullan›ld›ktan sonra, as›l
de¤erini kaybedip bir hayli farkl›laflm›fl ve asl›na nazaran kalitesi
düflmüfl olarak beden d›fl›na yans›m›fllard›r. Buradaki düflük kalite
ifadesini küçümsememek gerekir. Çünkü Aslî Prensibin hiçbir
icab›n›n tezahüründe küçüklük–büyüklük diye bir fley yoktur. Bu-
64
BEDR‹ RUHSELMAN
radaki düflük kalite ifadesiyle anlat›lmak istenen mânâ, yürüyecekleri
ortamlara ve hedeflere göre, tesirlerin ayarlanm›fl olmas›
icaplar›n› ifade eder. Basit bir madde kombinezonuna yüksek tesirin
gönderilmesi uygun olmaz. Aynen, çok karmafl›k madde
kombinezonlar›na da hafif tesirler yarar vermez. Bütün bunlar,
icaplar›n yürüttü¤ü teknik mekanizmalarla ayarlanm›flt›r. ‹nsanlar›n
birbirlerine yapt›klar› tesirler aras›nda, bu üçüncü derecedeki
tesirlerin örneklerini görmek kolayd›r.
Dördüncü derecedeki tesirler ise, miktarca kabalaflm›fl de¤erlerdir.
Bunlar, esasî tesirlerin bir madde kombinezonunda kullan›ld›ktan
sonra, tümüyle de¤iflmifl olarak yay›nlanan hâli olup,
depo edilen ve gerekti¤inde otomatik faaliyetlerde kullan›lan, kaba
tesirlerdir. Meselâ bir maddî sistem dahilinde veya bir beden
içinde otomatik faaliyetlerin yap›lmas›, bu depo tesirlerin kullan›lmas›
suretiyle olur. Daha önce bildirdi¤imiz maddelerin manyetik
alanlar›, bu tesirlerin kapsam› dahiline girer.
*
* *
Yukar›dan gelen esasî bir tesirin, maddenin tam ortas›nda bir
odak oluflturarak madde cüzlerini etraf›na toplamak suretiyle madde
oluflumlar›n› meydana getirdi¤ini ve o maddede çeflitli transformasyonlara
u¤rad›ktan sonra, kalitesi düflmüfl ve baflkalaflm›fl olarak
maddeden tekrar d›flar› yay›nlanmaya bafllad›¤›n› ve buna da o
maddenin manyetik alan› denildi¤ini daha önce söylemifltik.
Yine, maddelerin ve bedenlerin birbirlerine tesir etmeleri de,
bu manyetik alanlar›n›n birbiriyle temaslar› sonucunda yapm›fl
olduklar› al›flverifller sayesinde mümkün olur, demifltik. Meselâ
bir “a” varl›¤›, “b” maddesinin bünyesinde bâz› de¤iflmeler ve tezahürler
elde etmek istiyorsa, kendi tesirlerini içeren manyetik
alan›n› o maddenin manyetik alan› ile temas ettirir. Maddenin,
manyetik alan›ndan bünyesine intikal eden bu tesirler; “a” varl›¤›
taraf›ndan tayin edilmifl derece, yön, flekil ve dozlara göre, istenilen
hareketlerin ve sonuçlar›n o madde üzerinde vukua gelmesine
neden olurlar.
65
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yine, bir manyetizmac›n›n, insan› manyetize etmesi ve onun
fiziksel, fizyolojik ve psikolojik durumlar›nda bâz› de¤ifliklikler
yapabilmesi de, ayn› yoldan olur. Yâni, kendi bedeninin manyetik
alan› ile süjesinin manyetik alan›n› temasa geçirmek suretiyle,
ona tesir eder.
Bunun gibi, bir spiritizma celsesinde insanlar›n “ektoplazma”
dedikleri materyalizasyon olaylar› da; bedensiz varl›klar›n, manyetik
alanlar›n›n medyumun manyetik alan›yla temaslar› sonucunda
gönderdikleri tesirlerin, bu alandan medyumun bedenine
intikal ederek, orada istenilen tarzlarda maddî de¤iflmeler, da¤›lmalar,
toplanmalar meydana getirilmek suretiyle olur. Yine, fiziksel
medyumlar›n eflyalara tesirleri, bireyler aras›nda görülen
telepatiler, sempatiler, antipatiler, transmisyonlar ve di¤er maddî
olaylar, hep bu mekanizmayla olur. Yâni, bütün bunlar, manyetik
alanlar üzerine yap›lan tesirlerle, o alanlar›n ba¤l› bulunduklar›
madde kombinezonlar›nda çeflitli transformasyonlar›n
meydana getirilmesi suretiyle olur.
Böylece, bir yerde bir depremin, bir yanarda¤ püskürmesinin,
bir tufan›n olmas› gibi büyük do¤a olaylar›n›n meydana getirilmesinin
de yine, Dünya’n›n manyetik alan›na vazifeliler taraf›ndan
gönderilen tesirlerle sa¤land›¤›ndan daha önce söz etmifltik.
Bütün bu sayd›¤›m›z tesirlerden baflka, daha kaba olan ve bu
tesirlerle ikinci derecede ilgileri bulunan birtak›m basit tesirler,
basit de¤erler de vard›r: Meselâ bir bedende ortaya ç›kan kimyasal
reaksiyonlar, hastalara verilen ilaçlar gibi tesirler ki, bir atomun,
bir molekülün birim düalitelerindeki de¤er farklanmalar›na
oranla dahi çok daha kaba olduklar› için, bunlara “kaba yükler”
veya “kaba de¤erler” diyoruz.
*
* *
Maddeler tesirleflirken, tesirler, bir bedenden veya madde kombinezonundan
di¤er bedene veya madde kombinezonuna geçerken,
birtak›m de¤iflmelere u¤ramakta, yukar›lardan afla¤›lara indikçe
basitleflmekte, yukar›lara ç›kt›kça da karmafl›klaflmaktad›r-
66
BEDR‹ RUHSELMAN
lar. Bunun nedeni fludur: Bir madde ünitesinden alt madde ünitesine
geçerken tesirlerin içeri¤i olan de¤erlerin bir k›sm› üst ünitede
kullan›ld›¤› için, o tesir, ilk geliflindeki hâline nazaran k›smen
silinerek ve de¤erlerinin bâz›lar›n› kaybederek afla¤›daki üniteye
iner. Ve bu hâl, alttaki üniteyi güçlü bir tesirin zarar›ndan otomatikman
korumufl olur ki, bu da kâinattaki varl›klar›n ve maddelerin
esenli¤i için kurulmufl süzgeç mekanizmalar›ndan birini
oluflturur. Bu mekanizmalar maddeler için gereklidir. Bunlar›n
k›ymetini belirtmek için Dünya’y› örnek olarak gösterece¤iz. Dünya’m›za
Günefl’ten, Ay’dan, y›ld›zlardan, di¤er gök cisimlerinden
ve gezegenlerden milyarlar kere milyarlarca direkt ve endirekt tesir
gelir ve bir tesirler flebekesi bütün Dünya’y› kucaklar. Dünya’daki
varl›klar ve maddelerin her zerresine ayr› ayr› gelen yüz
binlerce tesirin hesap edilmesiyle, bütün Dünya’ya inen tesirlerin
toplam›n›n hiçbir say›ya s›¤mayacak miktar›n› tahmin etmek
mümkündür. ‹flte bu gelen tesirler aras›nda, hiç flüphesiz Dünya’y›
büyük zararlara sokabilecek olanlar› da vard›r. Fakat, çok
yukar›lardan gelen büyük tesir kaynaklar›na ait düzenleme mekanizmalar›ndan
baflka, tâli tesirler için Dünya etraf›nda kurulmufl
bâz› süzgeç mekanizmalar› da vard›r ki, bunlar, bu kudretli tesirleri
süzerek, onlar›n zararlar›ndan Dünya’y› korurlar. Bu süzgeç
mekanizmalar›n›n hedefi, Dünya’n›n kald›ramayaca¤› kadar güçlü
olan tesirlere yol vermemektir. Bu çeflitli mekanizmalar sayesinde
o tesirlerin bir k›sm› Dünya’ya u¤ramadan geçer giderler. Di¤er
bir süzgeç mekanizmas› da Günefl’ten gelen tesirlerin atmosferde
kurmufl oldu¤u koruyucu bir mekanizmad›r. Bu, d›flar›dan gelen
veya Dünya’da yapay olarak yarat›lan afl›r› radyoaktiviteler gibi
Dünya’y› büyük zararlara u¤ratabilecek bâz› radyasyonlar› ve
tesirleri de¤ifltirir ve zarars›z bir hâle sokar. Bu öyle bir flekilde
ifller ki, Günefl’ten veya fluradan buradan gelen vibrasyonlara
–Dünya’ya zararl› olmad›klar› sürece– dokunmazlar. Fakat bu
vibrasyonlar›n dozlar›, belirli s›n›rlar› aflarak Dünya’ya zarar verebilecek
bir hâle geldikleri ândan itibaren, atmosferdeki bu mekanizma,
otomatik olarak çal›flmaya bafllar ve o zararl› ve belki de
öldürücü radyasyonlar› zarars›z hâle getirinceye kadar çal›fl›r; on-
67
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar›n dozlar›n› normal düzeye indirince faaliyetini durdurur. Meselâ
böyle bir mekanizma atmosferde olmasayd› Dünya’da yarat›lan
radyoaktiviteler birçok ölüme neden olabilirdi.
Bu tür süzgeç mekanizmalar› ile di¤erleri, hemen hemen her
cisim, her madde için mevcuttur. ‹flte tesirlerin afla¤›lara inerken
de¤erlerinin azalmas› da, afla¤›dakilerin esenli¤i için bir tür süzgeç
mekanizmas› olur.
Alt maddeden üst maddeye ç›karken ise, tesirlerin karmafl›klaflmas›
flundan ileri gelir: Afla¤›dan gelen tesirler, yukar›ya ç›karken,
oran›n bünyesi icab› olarak daha genifl bir tesirler alan› ile
karfl›lafl›rlar. Oradaki tesirler ile sempatize olarak onlardan de¤er
almak suretiyle, kendi bünyelerini geniflletirler ve böylece daha
karmafl›klaflm›fl bir hâle girerler.
fiu hâlde, bir tesir, afla¤›lara indikçe, her u¤rad›¤› aflamada de-
¤erlerinden bir k›sm›n› b›raka b›raka zay›flayarak iner ve kaybolur.
Yukar› ç›karken de her aflamadan yeni de¤erler alarak, ço¤ala
ço¤ala yükselir. Bu hâl, hem tesirlerin maddeler aras›nda yürürken
yapt›klar› fonksiyonlar›n›n zarurî bir sonucudur, hem de afla-
¤›lara indikçe u¤rad›klar› aflamalarda kendileri ile sempati kuracak
birer ortam bulmalar›na imkân kazand›r›c› bir icapt›r.
E¤er bu süzgeçler ve bu mekanizmalar olmasayd›, tekâmül icaplar›na
göre gerekli de¤iflmeleri yapmak için varl›k ve madde kombinezonlar›na
inen tesirler ile o maddeler aras›nda çeflitli kaynaflmazl›klar
olur ve bu tesirler, yarar verece¤i yerde, ço¤u kez zararl› olabilirdi.
Bütün bu tesir ayarlanma mekanizmalar› da yine, yüksek
icaplar› tafl›yan üstün tesirlerin kontrolleri alt›nda bulunmaktad›r.
*
* *
Tesirler, kâinat d›fl› hakikatlerin maddeye yans›m›fl durumlar›-
d›r. Maddenin gösterdi¤i reaksiyonlar› da kâinat d›fl›na yans›tan,
yine bu tesirlerdir. Tesirler, bir maddeyi harekete geçirdikten
sonra, o maddenin hareketleriyle di¤er maddelerin hareketlerine
ve o di¤er maddelerin hareketleriyle de daha di¤er maddelerin
68
BEDR‹ RUHSELMAN
hareketlerine neden olmak suretiyle, art arda birbirini do¤uran
tesirler zincirini meydana getirirler ki; bu da, bir tür otomatizma
olur. Kâinatta böyle otomatizmalarla yürütülen bir sürü ifl vard›r.
Fakat böyle zincirleme flekilde cereyan eden otomatik faaliyetler
de, yine, ancak yukar›dan gelen, vazifeli varl›klar›n tesirlerinin
kontrolleri alt›nda cereyan eder.
fiimdiye kadar ana hatlar›yla söz etti¤imiz tesirler, sonsuz varyeteleriyle,
çeflitli madde kombinezonlar› hâlinde madde bünyelerine
girerler ve maddeler aras›ndaki say›s›z al›flveriflleri sa¤larlar.
Bütün bu tesirler, kâinat› bafltanbafla ve hiçbir insan idrakinin
kavrayamayaca¤›, kar›fl›k bir flebeke hâlinde sararlar. Bunlar›n
her zerresine Aslî Prensibin yüksek icaplar› hâkimdir. Bütün bu
tesirler, say›s›z varyetelerine ra¤men, ilâhî nizam›n büyük ahengi
içinde, kâinat›n en ince maddelerinde tecelli etmifl bir tek kudret
hâlinde fonksiyonlar›n› yaparlar. Kâinat›n ilk zerresinden bütününe
var›ncaya kadar, insanlar›n maddî, manevî, cismanî, ruhanî
diye nitelendirmifl olduklar› her fley, ancak yüksek prensiplerin
icaplar›n› tafl›yan bu tesirlerin nizam ve tertipleri dahilinde
yürüyebilir. Bu noktay› bütün ayr›nt›lar›yla sezebilenler için, kâinatta
tesirlerden özgür hiçbir ak›fl ve oluflun mümkün olamayaca¤›n›
idrak etmek mümkün olur.
*
* *
Tesirlerin ak›fl› hakk›nda bu genel bilgiyi verdikten sonra, onlar›n
kâinat cüzleri aras›nda meydana gelen fonksiyonlanmalar›ndan,
bu fonksiyonlanmalar›n gerçekleflme yollar›ndan ve nihayet,
as›l hedeflerinde meydana getirdikleri sonuçlar›ndan da söz etmek
gerekiyor. Çünkü kâinatta mâflerî tekâmül hayat›n›n esas
bünyesini oluflturan organizasyon sistemlerinin daha iyi sezilebilmesi
için bu konunun bilgisinde biraz daha ileri gitmeliyiz. Tesirleflme
mekanizmas› ile organizasyon sistemleri birbirini tamamlamaktad›rlar.
Dolay›s›yla, tesirleri tek bafl›na de¤il, organizasyon
sistemleriyle ve bu sistemleri kuran mekanizmalarla birlikte aç›klamak
gerekir.
69
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Kâinat bafltanbafla bir organizasyondur. Fakat bu büyük organizasyon
içinde bir organl›k–organizatörlük durumuyla görünen
organizasyon flekilleri, kâinat›n ancak belirli bir safhas›ndan bafllay›p
belirli bir safhas›na kadar devam eder. Bunlar›n üst ve altlar›ndaki
organlaflma durumlar›, insan idraki d›fl›nda kalan, yüksek
prensiplerin nizam* ve tertiplerine ait yasa ve kurallar dahilinde
vuku bulur. Bununla birlikte bunlar›n hiçbiri, büyük kâinat organizasyonunun
d›fl›nda de¤ildir.
‹nsanlar›n sezebilecekleri k›s›mlardaki kâinat organizasyonlar›,
organ–organizatör iliflkileri içinde cereyan eder. Bir organizasyon,
kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlü¤ü
alt›nda çal›fl›r. Burada, organizatör mevkiinde bulunan üst organizasyon,
alt organizasyona ›fl›k tutar. Bu ›fl›k da ona, yine bir üst
organizasyondan gelmifltir. Bu hâl, tâ Ünite’ye kadar uzan›r.
Böylece, Ünite’den bütün kâinata tutulan bir projektör, hiyerarflik
olarak vazife plân›n›n en alt kademelerine kadar s›ralanm›fl vazife
organizasyonlar›n›, yukar›dan afla¤›ya do¤ru kateder. Bu s›rada
her organizasyon, bir üstündekinden ald›¤› ›fl›kla kendi vazifelerini
görürken, bir alttaki organizasyonun da vazife görmesindeki
ihtiyaçlar›na göre, o ›fl›¤› alttaki organizasyona gönderir. Ünite’-
den gelen direktiflerle, bütün, vazife plân›n›n safha ve kademelerindeki
organizasyonlar, kendilerine düflen vazifeleri kendi kapsamlar›
dahilinde ve yukar›dan gelen direktifin ›fl›¤› alt›nda yerine
getirirler.
*
* *
Yüksek prensiplerin çizmifl oldu¤u tekâmül yolunda, her organizman›n
belirli birtak›m vazifeleri vard›r. O organizman›n bütün
elemanlar›, el ele verip –kendi kudret ve liyakatleri derecelerine
göre– bu vazifeleri yapmakla yükümlüdürler. Hiçbir organ›n veya
organizatörün, kendisine düflen vazifeyi terk ve ihmal etmemesi
gerekir. Fakat hidrojen âleminin henüz ilk safhalar›ndaki ruhlar›n
* “Nizam” sözcü¤üne sözlüklerde “düzen; icaplara göre konulmufl yasalar ve kurallardan
oluflan düzen; düzenleme, düzenlenme” anlamlar› verilir.
70
BEDR‹ RUHSELMAN
görgü ve deneyimleri, bu hakikatleri ve zorunluluklar› idrak edebilmelerine
yetecek kadar ilerlemifl de¤ildir. Hattâ az çok inkiflaf
etmifl olanlar›nda bile bu durum, çok noksand›r. Bir kâinat sorumlulu¤unun
çeflitli derecelerdeki pay›n› tafl›yan vazife idrakine,
bu safhadakiler henüz varm›fl bulunmamaktad›rlar. Onun için,
bu varl›klara henüz, idare mekanizmas›ndaki vazifeler b›rak›lmaz.
Dolay›s›yla, bunlar, büyük vazife organizasyonlar›na dahil
de¤ildirler. Bu, ancak, tekâmülün daha ileri safhalar›nda bulunan,
vazife plânlar›ndaki varl›klara ait bir ifltir. Bununla birlikte,
daha alttaki bu idraksiz, hattâ yar› idrakli varl›klar›n tekâmüllerine
yard›m etmek vazifesiyle yükümlü k›l›nm›fl üstün varl›klar,
onlar›n vazife plân›na haz›rl›klar› için, paylar›na düflen zarurî iflleri
yapabilmelerine yard›m ederler. Bunun için, onlar aras›nda,
ileriki organizasyon teflkilât›na haz›rlanmak üzere, çeflitli topluluklar,
gruplaflmalar olur. Ve vazifeliler yerine göre, az çok otomatik
veya az çok idrakli olarak haz›rl›k ifllerine, bu gruplar› ve
topluluklar› sevk ederler. Bunlar, inkiflaf edip idraklerini genifllettikçe,
hareketlerinde, o oranda artan serbestlikler kazanmaya
bafllarlar. Ve bu s›rada kendilerine, yavafl yavafl, büyük organizasyon
sistemlerinin sezgileri verilir.
‹flte, nas›l kaba bir madde, varl›k safhas›na girip orada bir süre
tekâmül ederek, bir bitki bedenini kurmaya bafllad›¤› ândan itibaren
içgüdüleriyle bir toplulu¤a girmek suretiyle yeni bir inkiflaf
devresine bafll›yorsa, o varl›k, çok uzun bir tekâmülü sonucunda
ve vazife anlay›fl› olgunlaflt›¤› oranda vazife yükümlülüklerini öylece
idrak etmeye bafllam›fl ve sorumluluk duygusunu kazanma
yoluna girmifl bulunur. Bu da büyük vazife plân›n›n, organizasyonlar›na
giden genifl yollar›n› ona sezdirmeye bafllar.
*
* *
Biraz önce, bir topluluk içindeki otomatik vazifelerden söz ettik.
fiimdi bu otomatik faaliyetlerin aç›klanmas› üzerinde duraca-
¤›z. Çarfl›dan gelirken, elinizdeki paketleri evinize tafl›tmak için
bir küfeciye verirsiniz. Küfeci onlar› evinize kadar niçin tafl›r? Size
yard›m etmek için mi? Hay›r. Onun böyle bir kayg›s› yoktur.
71
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
O, bu ifli sadece, sizden alaca¤› befl on kuruflu koparmak için yapar.
‹flte bu, sizin ona otomatik olarak yapt›rd›¤›n›z bir ifltir. Otomatizman›n
çeflitli karakterleri aras›ndan bir tanesi de, iflte, bu
örnekte oldu¤u gibi, birisini akl› ermedi¤i bir maksat u¤runda, aldat›c›
veya oyalay›c› birtak›m bedellerle yürütmek olur. Buna göre,
bir insan›n otomatik olarak tekâmül yolunda yürümesi demek;
varmas› gereken hedefe bilerek ve isteyerek gitmek kudretini
gösteremeyen o insan›n, nefsaniyetlerine göre önüne ya cazibeli
oyuncaklar sererek ya da korkutucu, sindirici pozisyonlar ç›-
kararak, istenilen yolda yürümesini sa¤lamak demektir. Büyük
gayelerin gerçekleflmesine yönelik olan bu ifller, böyle, birtak›m
otomatizmalarla bafllar. Bu otomatizman›n ilk yürüyüfllerini haz›rlayan
hissî ve nefsanî düflünceler ve arzular da, müspet veya
menfî fonksiyonlar›yla, bu otomatizman›n güçlü birer ögesi
olurlar. ‹drakler geniflledikçe ve yap›lacak ifllerin neden ve sonuçlar›
hakk›ndaki öz bilgiler artt›kça sonuçlar yavafl yavafl daha
iyi görülür ve aradaki cazibeli veya korkunç otomatizma vâs›talar›
birer birer fonksiyonlar›n› kaybetmeye bafllarlar. Art›k annesi, çocu¤unun
bafl›n› y›kayabilmesi için ona fleker vadetmek gere¤ini
hissetmez. O zaman insan, do¤rudan do¤ruya, hedefini daha iyi
görerek, o hedefe ulaflman›n idrakine sahip olmaya ve gere¤ine
inanmaya bafllam›fl, vazife plân›na do¤ru yürüyüflün sezgilerini
kazanm›fl bulunur. Esasen, Dünya küresinin kudretli bir tekâmül
vâs›tas›, mükemmel haz›rlay›c› bir okul oluflu da bundan ileri
gelmektedir. Çünkü vazife bilgisine do¤ru fluur ve idrakleri zorlayan
programl› ve tertipli olaylarla kurulmufl büyük bir otomatizman›n
–insanlar› sevk edici– her türlü malzemesi, say›s›z his ve
nefsaniyet unsurlar› dünya okulunda mevcuttur. Ve dünya hayat›
üzerindeki vazifeliler de, bu vazifelerini, insanlar aras›nda bu
malzemeleri kullanarak yapmaktad›rlar. Demek ki dünya; bitkileri
hayvan ve hayvanlar› insan safhas›na çeflitli otomatizmalarla
haz›rlad›¤› gibi, insanlar› da vazife bilgisi ve organizasyon sistemleri
sezgisine haz›rlay›c› çok zengin varyetelerle doludur. S›navlar,
eprövler, gözlemler, deneyimler, ac› veya tatl› bütün his kompleksleri,
dinlerin koymufl olduklar› cennet, cehennem, ahret
yapt›r›mlar›n›n çeflitli görünüflleri… Bütün bunlar, kâinatta yap-
72
BEDR‹ RUHSELMAN
makla yükümlü olduklar› büyük ve âlemflümul* ifllerin, vazifelerin
idrak ve fluuruna insanlar› haz›rlamak gayesine yöneliktir.
‹nsanlar›n dünya olaylar›n›n nedensellik prensibi muvacehesindeki
hakikî k›ymetleri ile o k›ymetler karfl›s›nda kendi durum ve
davran›fllar›n› ö¤renmelerini, kendilerini ona göre ayarlamalar›n›
ve böylece vazife bilgisine ve organizasyon disiplinine kendilerini
haz›rlayabilmelerini sa¤lamak, dünya hayat›n›n esas fonksiyonlar›ndan
biridir. Ancak bu fonksiyonun sonuçland›rd›¤› hedefe
ulaflm›fl, kâinatta yapaca¤› ifllerin yükümlülü¤ünü benimsemifl
olanlard›r ki, dünya ile ilgilerini kesebilirler.
*
* *
Çok genifl bir kâinat mekanizmas›n›n teknik yollar›n› gösteren
organizasyonlar›n faaliyeti hakk›nda, flimdilik k›sa bir bilgi verece¤iz.
Kâinatlara ve ruhlara hâkim Aslî Prensibin icaplar›na göre
yap›lmakta olan sonsuz ifller vard›r. Maddelerin oluflturulmalar›nda,
tesirlerin maddelere ve varl›klara da¤›t›mlar›nda, bu da¤›-
t›mlar›n yerli yerince kullan›lmas›nda, varl›klar›n çeflitli inkiflaf
safhalar›n›n ve tekâmüllerinin sevk ve idaresinde ve kontrollerinde,
onlar›n tekâmüllerine hizmet eden kaba maddelerin çeflitli,
say›s›z tezahürlerinin meydana getirilifllerinde, özetle, kâinat›n
bütün mekanizmalar›nda yap›lacak say›s›z ifller ve hizmetler mevcuttur
ki; bunlar›n her biri, uzmanl›k kabiliyetlerine göre varl›klar›n
yerine getirmekle yükümlü olduklar›, birer idarî vazifedir.
Bu yükümlülükler –Aslî Prensibin yüksek icaplar›na göre– varl›klar›n
liyakat dereceleriyle orant›l› olarak yap›l›r ve ona göre,
varl›klar, vazifelendirilir ve vazifelenir.
Vazife duygusuna ve idrakine varm›fl varl›klar›n liyakatlerine göre,
vazife plânlar›nda birbirinden derece ve vazife durumu bak›-
m›ndan farkl› gruplaflmalar, kadrolaflmalar ve organizasyonlar oluflur.
Bunlar, birbirinin düzenleyicisi, denetleyicisi, yard›mc›s› hâlinde,
aslî prensiplerin hedef tuttu¤u ortak gayeye yönelmifl olarak,
Ünite’ye kadar yay›l›rlar. Bunlar›n yapacaklar› ifller aras›nda, yüksek
icaplara göre varl›klar›n tekâmüllerine hizmet etmek, onlar için
* “Âlemflümul” sözcü¤üne sözlüklerde “âlemi ilgilendiren; dünya çap›nda” anlamlar› verilir.
73
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
maddî ortamlar haz›rlamak, henüz otomatik kademede bulunanlara
yard›m etmek gibi say›s›z faaliyetler vard›r.
Organizasyonlar, bütün bu vazifelerini, biraz önce aç›klad›¤›-
m›z gibi, Ünite’den ç›k›p organizatörlük–organizasyon nizam›
içinde afla¤›lara do¤ru yay›lan direktiflere göre yerine getirirler. fiu
hâlde, vazife plân›na dahil olmufl varl›klar›n say›s›z yollarda uzmanlaflmalar›,
vazife liyakatlerini kazanmalar› ve bunlar›n sonucu
olarak da çeflitli vazifeler etraf›nda toplanmalar›, gruplaflmalar›,
organlaflmalar› ve sistemleflmeleri; Aslî Prensibin direktifleri, yapt›r›mlar›
ve icaplar› dahilinde, O’nun ›fl›¤› alt›nda olmaktad›r. ‹flte
bütün bu teflkilât, ruhlar›n tekâmülleri için flaflmadan yürüyen kâinat›n
Ünite’ye ba¤l› muazzam idare mekanizmas›n›n teknik yan›-
n› oluflturur. Tabiî ki böyle yüksek bir mekanizmada vazife almak
için, tam idrake varm›fl olmak, insan üstü düzeye gelmifl bulunmak
gerekir. Esasen vazife plân› da ancak hidrojen safhas›n›n bitiriliflinden
sonra bafllar. Vazife organizasyonlar› hakk›nda flimdilik
gere¤i kadar bir fikir verebilmek için, muazzam kâinat organizasyonu
içinde kâinat›n bir zerresinin zerresinden daha küçük olan
Dünya’m›za ait faaliyet mekanizmalar›ndan birini, bu sahada vazifeli
olan bir grup idarecisinden ald›¤›m›z bilgiyle aç›klamak istiyoruz.
Afla¤›daki sat›rlar, Dünya iflleri nizam›nda çal›flan teknik
idare grubunun idarecisi, vazifeli bir plân taraf›ndan –yüksek kaynaklar›n
onay›yla– dünyam›za ilk defa verilmifl, bu konuya ait
yüksek bir bilgiyi içermektedir:
“Kâinat içindeki, kâinat› idare eden prensiplerin zaruret ve
icaplar› olan maddî olaylar, kâinattaki tekâmülün malzemesini,
gözlemini sa¤layan unsurlard›r. Türlü tekâmül ihtiyaçlar› için, en
a¤›r madde hâlinden en hafif madde hâline kadar, sonsuz transformasyonlar,
deformasyonlar ve formasyonlar olur. Bu maddî
de¤ifliklikler, kâinat›n genel idaresiyle vazifeli varl›klar›n direktif
ve kudretleri kanal›yla ve belirli sahalarda vazifelenmifl varl›klar›n
faaliyet ve iflçili¤iyle sonuçlan›rlar. Kâinat›n teknik içeri¤inin unsurlar›
olan sürekli de¤iflmeler, vazifeli birçok varl›¤›n eseridir.
Fakat bu vazifelileri sevk eden varl›klar gittikçe yükselerek
Ünite’deki genel sorumluluk ve güçlerle ilgili olurlar. fiimdi, ald›-
74
BEDR‹ RUHSELMAN
¤›m bir direktifle, belirli de¤iflmelerin vukuuna* etken olan, onlar›
haz›rlayan varl›klar›n nas›l çal›flt›klar›n› anlataca¤›m.
“Yüksek prensiplerin icab› olarak vukuu yak›n bir de¤iflmenin,
olmas› gerekenin direktifi bize gelir. Zaten kâinat›n tekâmül eden
her bir varl›¤› için; onlar›n ihtiyaç ve fonksiyonlar›n› kontrol ve tespit
eden di¤er vazifeli gruplar, bu varl›klar›n liyakat ve ihtiyaçlar›
derecesini ve onlar hakk›nda yap›lmas› gerekeni bize bildirirler. Yâni,
yüksek prensiplere paralel olarak direktif veren yüksek varl›klardan
baflka, bize faaliyetlerimiz hakk›nda tamamlay›c› enformasyon
veren di¤er, baflka vazifeli gruplar da vard›r. Bir örnek vereyim:
Dünya hayat›n› yaflayan bir insan tasavvur ediniz! Onun
tekâmülü için belirli bir de¤iflikli¤e, belirli bir malzemeye ihtiyac›
vard›r. Buna ya liyakat kazanm›flt›r ya da bu, onun s›navlar›n›n,
teflevvüflünün, k›sacas› fonksiyonel özelliklerinin bir icab›d›r. Bu
icab› ölçüp biçen, derecelendiren, zaman›n› ve mahiyetini tayin
eden grup, bir baflka gruptur. O grubun bize yard›m›; sözkonusu
insan için meydana gelecek olay›n, niteliklerini, miktarca de¤erini,
zaman›n›, k›sacas› bizim yapmakla yükümlü oldu¤umuz bütün ayr›nt›lar›n›
haz›rlay›p vermesidir. Meselâ o insan›n hasta olmas› icap
ediyorsa, hastal›¤›n türü, a¤›rl›k veya hafiflik derecesi, uzunlu¤u,
k›sal›¤›, tedavi imkânlar› bize bildirilir. Daha ayr›nt›ya gireyim: Bu
hastal›kta a¤›rlaflt›r›c› nedenler olmas› gerekiyorsa, o kimsenin, imkân›
az bir yere sevk edilmesi, tedavi edecek doktorun teflhiste yan›lmas›
gibi hususlar da eksiksiz olarak verilir. Art›k o bir tek kiflinin
bu durumundaki tekâmül malzemesi için –icap ederse– birkaç
varl›k çal›flacak; birisi bünyeyi haz›rlayacak, bünyedeki mikroplar›n
faaliyetini sa¤layacak, bir di¤eri doktorun fikrî durumunu o belirli
ânda icap etti¤i gibi tesir alt›nda bulunduracakt›r. Bu teknik
faaliyetlerin sahalar› da pek çok branfla ayr›l›r. Bunlar aras›ndan
önemli birkaç›n› sayaca¤›m. Meselâ, insanlar›n hâleti ruhiyelerini**
belirli form kal›plar›na ba¤lamak, lokal, sosyal formlar› kurmak
ve son bir örnek vereyim; medyumlar› idare etmek... Bunlar
* “Vuku” sözcü¤ü, “olma, olufl, meydana gelme, cereyan etme” anlam›na gelir.
** “Hâleti ruhiye” deyimi, kiflinin bulundu¤u psikolojik durumunu ya da iç durumunu ifade
etmek üzere “ruhsal durum” anlam›na gelir.
75
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
gibi, ço¤alt›labilecek, mahiyet ve önemleri birbirinden farkl›, pek
çok faaliyet branfl› vard›r. Bunlar›n her biri, kendi kadrosu dahilinde,
kendi tekni¤iyle çal›fl›r. Bu belirli faaliyet kadrolar›n›n her birinin
tekni¤i birbirinden farkl›d›r. Meselâ, do¤ada vuku bulan fiziksel
de¤ifliklikleri yapmakla yükümlü olan grup, medyumlar› idare
edemeyece¤i gibi, medyumlar› idare eden grup da sosyal olaylar›
kuran grubun vazifesini yapamaz. Zaten çal›flma zeminlerinin
farkl› oluflu, bütün bu gruplar›n çal›flma tekniklerinin farkl› oluflunu
icap ettirir.
“Bu teknik vazifeli gruplar, belirli vazifeleri yaparken birçok imkândan
yararlan›rlar. Bu imkânlar, mahiyet bak›m›ndan çok de¤ifliktir.
Bu arada size teknik terimler vermek imkân›n› bulamayaca-
¤›m. Çünkü kullan›lan bu güçler ve imkânlar›n sözcüklerle ifade
edilmesi ve nitelendirilmesi, zor ve imkâns›zd›r. Ancak, onlar› yak›n
bir mânâda en uygun flekilde ifade edebilecek olan terimleri
kullanmakla yetiniyorum. Kullan›lan güçler; elektromanyetik güçler,
mekanik güçler, birçok gücün bileflkesi olan biyolojik güçler ve
kozmik güçlerdir. Bunlar› elde etmek için uzay imkânlar›ndan, bedenini
terk etmifl serbest varl›klar›n enerjilerinden, üst âlemlerdeki
varl›klardan yay›nlanan enerjilerden, insanlar›n güçlerinden, bedenlilerin
güçlerinden yararlan›l›r (tabiî onlar bunu bilmezler) ki,
bu bedenliler dünya içinde pek çoktur: insanlar, hayvanlar, bitkiler…
gibi. ‹flte bütün bu imkân ve kaynaklardan elde edilen enerjiler,
bizim enerjimizi takviye ederek, (alt›m›zdaki) vazifelilerin de
sevk ediliflleriyle, belirli sonuçlar› meydana getirirler. Bir cismin
dengesinin bozulmas›, meselâ rüzgâr yönünün idare edilmesi (çünkü
rüzgârlar›n belirli bir yöne sevk edilmesiyle, kimi zaman, belirli
bir yerde kopacak olan bir tayfunun belirli kiflilerin tekâmülü için
zorunlulu¤u vard›r), yine, lokal bir depremde, deprem için gereken
denge de¤iflikli¤inin husule getirilmesi*... ‹flte bütün bunlar için gereken
flartlar›n oluflturulmas›, bu sayd›¤›m kaynaklardan yay›nlanan
enerjilerle ve o enerjilerin belirli ve uygun de¤er ve tarzlarda,
vazifelileri taraf›ndan kullan›lmas›yla vuku bulur.”
* “Husule getirme”; “do¤urma; ortaya ç›karma, meydana ç›karma; meydana getirme;
gerçeklefltirme” anlamlar›na gelir.
76
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
‹nsanl›k safhas›n›n, yâni hidrojen atomu devresinin üstünde
bafllayan vazife organizasyonlar›na varl›klar birdenbire sokulmazlar.
Bunun için uzun haz›rl›klardan sonra, vazife plân›n›n icaplar›na
uygun bir idrak düzeyine ulaflm›fl olmak gerekir. Bu da dedi¤imiz
gibi, ancak, hidrojen âleminin en ilkel kademelerinden en
üst kademelerine kadar geçecek uzun, hem de çok uzun bir haz›rl›k
devresinden sonra olur. ‹lk varl›k hâlinden en yüksek bir insan
varl›¤› hâline gelinceye kadar, idrakin böyle bir vazife liyakatini
kazanabilmesi için, geçirilmesi gereken safhalar› daha önce
belirtmifltik. Bu safhalar›n bafl›nda organizasyon sisteminin en ilkel
yürüyüflüne bafllang›ç olmak üzere, bitkilerde otomatik–mekanik
içgüdülerle bir tür topluluk hayat› bafllar. Bu topluluklar, varl›klar›n
hayat› ilerledikçe kapsam kazan›r ve mânâlar›n› geniflletirler.
Hayvanlarda bu topluluk hayat› daha fazla kendini gösterir.
Henüz bir toplum hayat› bafllamam›fl olmakla birlikte, ona do¤ru
ilk haz›rl›klar› ifade eden oldukça mânâl› topluluklar hayvanlar
aras›nda mevcuttur. Meselâ kar›ncalar›n, ar›lar›n, toplu hâlde yaflayan
bâz› hayvanlar›n otomatik topluluklar› buna örnektir.
Bunlar, insan hayat›ndaki mâflerî plânlara aday olan varl›klar›n
tertipli haz›rlan›fllar›d›r. Tabiî ki, bunlar› birbirlerine ba¤layan üst
tesirler ve ba¤lar vard›r. Bunlar da, bu sahalarda çal›flan vazifeli
varl›klardan gelmektedir. Böylece, k›fll›k tah›llar›n› biriktirmeleri
için kar›nca topluluklar› teflkilâtland›r›l›r, aynen ar› topluluklar›
da. Bazen yuvalar›n› sald›rgan kartallara karfl› korumak için civardaki
bütün leylekler, bir araya toplanarak, bu canavarlarla bir
ordu hâlinde savafl›rlar. Bâz› vahfli hayvanlar, aç kald›klar› zaman
sürüler oluflturarak avc›l›¤a ç›karlar. Hayvanlarda s›k görülen bu
hâller, onlar›n daha üst mâflerî plân haz›rl›klar›n›n içgüdüsel tatbikat›n›
yapabilmelerini sa¤lamak için, vazifeli varl›klar taraf›ndan
gönderilen gerekli tesirlerle meydana getirilmektedir.
Nihayet insanlar›n k›smen yine otomatik, k›smen yar› idrakli
olan topluluklar› ve toplum hayatlar› gelir. Burada, art›k yüksek
vazife organizasyonlar›na ulaflman›n do¤rudan do¤ruya ve en ya-
77
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
k›n haz›rl›k tatbikatlar› bafllar. ‹nsan hayat›n›n gayesi de, bu yolda
gerekli olan haz›rl›klar› bitirmektir.
Bundan baflka, bir insan› kuran ve idare eden varl›¤›n da o insan
bedeni ile karfl›l›kl› bir organizatör–organizma durumu vard›r.
O varl›k, insan›n sinir sistemi hücrelerinden oluflturmufl oldu¤u
manyetik alana hâkim olmak suretiyle, o hücreler vâs›tas›yla
bütün bedeni, organizmay› idare eder. Burada, varl›k organizatör,
beden ise organizmad›r.
Bütün bu topluluklar›n, bu organizasyonlar›n, bu sistemlerin,
her madde toplulu¤unun, topluluk sistemlerinin, kombinezonlar›n›n
faaliyetleri, birbirleriyle olan iliflkileri, özetle, her olay, her
durum, her fley; ancak, ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde, bu tesirler
mekanizmas›yla sa¤lan›r.
*
* *
Her organizmaya yukar›dan, yanlardan, afla¤›lardan bir sürü
tâli ve yan tesir de gelir ki; bu tesirler içinde, hem o organizasyonun
vazifesini kolaylaflt›r›c› müspet tesirler vard›r, hem de
onun güçlenmesi, görgü ve deneyimlerinin artmas›, inkiflaf ve tekâmül
etmesi için sars›c›, bozucu ve hattâ y›k›c› menfî tesirler
vard›r. Ve bunlar, o organizman›n s›nav, deneyim ve gözlem tatbikatlar›n›n
meydana gelifllerine neden olurlar. Bütün bu tâli tesirler,
o organizman›n yetiflmesi için, idrakli veya otomatik olarak
çal›flan bir sürü vazifeli varl›ktan gelir. Yüksek kâinat mekanizmas›na
ba¤l› bu vazifeliler, varl›klar›n beden hayatlar›ndaki vazifelerinde
baflar› kazanmalar›n› sa¤layacak cehit ve gayretleri göstermelerine
zemin haz›rlamak için –tekâmül malzemeleri olarak–
a¤›rlaflt›r›c›, güçlefltirici ve bazen de imkâns›zlaflt›r›c› bir sürü olay›
onlar›n önlerine sürerler. Bu malzemeler, varl›klar›n gittikçe
liyakatlerini artt›rmalar›, güçlenmeleri ve daha üst durumlara kayarak
yükselebilmeleri için, ilâhî nizam›n yasalar›na göre tertip
edilmifl ve düzenlenmifllerdir. Fakat insanlar, bilgisizlikleri yüzünden,
bunlar› daima, bafllar›na gelmifl birer felâket olarak tan›rlar.
78
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Organizasyonlar›n, yüksele yüksele, kâinat›n üst s›n›rlar›ndaki
Ünite’de nihayet bulduklar›n› söylemifltik. Ünite’ye var›ncaya kadar,
bu organizasyon elemanlar›, Aslî Prensibin yüksek icaplar›na
intibak etmek suretiyle, idraken yavafl yavafl birleflirler. O kadar
ki, Ünite’ye girdikleri zaman, pek küçük nüanslar hariç olmak
üzere, idrakleri, yüksek icaplara her noktas›nda ve tam liyakatle
intibak etmifl bulunur ve o zaman onlar, kâinatflümul yüksek faaliyetlere,
afla¤›larda oldu¤u gibi organizatör–organ zorunluluklar›-
na tâbi olmadan, insan akl›n›n eremeyece¤i tek ve büyük bir organizasyon
vahdeti içinde devam ederler. ‹flte bu, Aslî Prensibin
kâinata ve ruhlara ait kudreti ile kâinat›m›z›n bütün imkânlar›n›n
birleflti¤i bir hakikattir. Bize nazaran görünen bu yan›na bakarak,
biz ona “Ünite” diyoruz. Çünkü orada, Aslî Prensibin ruhlara ve
kâinata ait kudretleri ile kâinat bütünü bir vahdet* oluflturur.
Demek ki organizasyonlar Ünite’ye yaklaflt›kça, idraklerin, özgürlüklerin
ve sorumluluklar›n artmas› oran›nda, vahdete do¤ru
yürüyüfl h›zlan›r. Organizatörlük–organl›k iliflkileri aras›ndaki
ba¤lar gittikçe gevfler ve nihayet kaybolur. O zaman Ünite dedi-
¤imiz kâinatflümul vahdet gerçekleflir. Bu hususta ileride aç›klama
yap›lacakt›r.
*
* *
Âlemlerin ilk k›s›mlar›nda, ilk kaba hidrojen safhas›nda ruhlar›n
henüz hâkim olabildikleri varl›klar yoktur. Bu bak›mdan da
onlar hakk›nda zaten böyle bir organizasyon sistemi sözkonusu
olamaz, hattâ bu ruhlar›n topluluklar› da düflünülemez. Burada,
aslî tesirlerle kurulmufl, ruhlar›n mekanik tekâmüllerini sa¤layan,
insan akl›n›n eremeyece¤i bir idare sistemi vard›r. ‹flte bu idare
sistemi alt›nda, ruhlar, ilâhî nizama göre belirlenmifl yollarda,
mekanik olarak sürüklenirler. Çok uzun süren ve ruhlar için pasif
hâllerde geçirilen bu tarzdaki tatbikatlarla, bu ilkel ruhlar, varl›k
safhas›na do¤ru yavafl yavafl yükselirler.
*
* *
* “Vahdet” sözcü¤ü, “birlik, teklik” anlam›na gelir. Frans›zcadaki karfl›l›¤› “ünite”dir (birlik,
teklik, bütünleflme).
79
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Varl›k safhas›ndaki bir beden de bir organizmad›r. Bunun da
kendisini oluflturan partikülleri aras›nda organlaflmalar ve sistemleflmeler
vard›r. Dolay›s›yla, ona –yukar›da söyledi¤imiz gibi– Aslî
Prensibin maddeye iliflkin olan esasî tesirleri yerine etraftan tâli
tesirler gelir ve yine, “tekâmül de¤erleri” dedi¤imiz, Aslî Prensibin
ruhlara ait kudretleri gelir.
Bu tâli tesirler de elbette bafl›bofl de¤ildir; bunlar da, daha önce,
kâinata girdi¤inden söz etti¤imiz iki ana tesirin, varl›klardan
ve bedenlerden geçtikten sonra de¤iflmifl olarak d›flar› aktar›lan
hâlleridir. Daha do¤rusu bunlar, varl›klar›n manyetik alanlar›d›r.
Bu tâli tesirler, ruhlar›n bireysel ve mâflerî tekâmül ihtiyaçlar›na
göre, Ünite’nin tayin ve takdiri gere¤ince, yönlerinde en küçük
bir sapma bile olmaks›z›n, tam zaman›nda, gere¤i kadar ve ayarl›
olarak hedeflerine ulafl›rlar. Hiçbir zaman bafl›bofl olmayan bu
tesirler, kendileri için tayin ve takdir edilmifl bulunan hedeflere
–bir sürü idare, kontrol ve yard›m mekanizmalar›na tâbi tutularak–
ulaflt›r›l›rlar. Bunlar ço¤u kez, aralar›nda binlerce çat›flma,
çarp›flma, çekiflme ve bozuflma gibi ahenksizlik ve bozgunculuk
manzaras› gösterirlerse de, bu hâl, görünürdeki bir görünüfltür.
Hakikatte bütün bunlar, tekâmül zorunluluklar›n› yerine getirmek
için vukua gelen tertiplerin ve mekanizmalar›n teknik icaplar›
ve insanlar› aldat›c› z›t görünüflleridir.
*
* *
fiimdi, bu tesirlerin maddelere ak›fllar›ndaki tertiplere ait bâz›
mekanizmalardan gere¤i kadar söz edelim:
Daha önce söyledi¤imiz gibi, tesirin bir maddeye gelmesi demek;
o tesiri verici maddenin manyetik alan›ndan, al›c› maddenin
manyetik alan›na çok ince bâz› partiküllerin, yâni pek yüksek
hareketlere sahip de¤erlerin aktar›lmas› demektir. Bu flöyle olur:
Tesiri alan maddenin ihtiyac›na cevap verme kudret ve liyakatinde
bulunan verici varl›¤›n manyetik alan›ndan bir tesir kalkar.
Buna karfl›l›k, al›c› madde veya varl›k kendisine ulaflmas› istenilen
bu tesiri –kendi manyetik alan›ndan bir parças›n› uzatmak sure-
80
BEDR‹ RUHSELMAN
tiyle– âdeta davet eder gibi bir vaziyet al›r; daha do¤rusu tesirler
göndermeye bafllar. Biz buna “öncü tesir” deriz. Bu öncü tesirler
grubuna, insanlar›n isteklerini, arzular›n›, ihtiyaçlar›n›, cehitlerini
ve dualar›n›, birer örnek olarak gösteririz. Dualar, belirli bir
mesafeye kadar yukar›lara yans›yabilirler. Bu mesafelerin uzunlu-
¤u da; o dualar› yapanlar›n, duay› yaparken yukar›lara arz ettikleri
isteklerin, içtenli¤ine, do¤rulu¤una ve fliddeti derecesine ba¤l›d›r.
Bâz› dualar, uzun yollar katedemez, afla¤›larda kal›rlar.
Bunlar, zay›ft›rlar ve bu yüzden de, kendilerini gerçeklefltirebilecek
kudretteki varl›klara rast gelmezler. Bunun da böyle olmas›
icap eder. Bâz› dualar ise çok uzak mesafelere kadar gidebilirler.
Bunlar, özden gelen ve hakikî tekâmül ihtiyaçlar›na dayanan güçlü
isteklerdir. Kudretli varl›klara ulaflabilen bu dualar›n gerçekleflme
imkânlar› fazlad›r.
‹flte böylece, sanki bir havaalan›ndan uça¤a verilen sinyaller
gibi, bu öncü tesirler, gelmekte olan ilk tesiri karfl›lamak üzere
harekete geçerken, o alana inmesi icap eden ilk tâli tesir de, idrakli,
yar› idrakli ve hattâ bazen de otomatik olarak, kendi kayna¤›ndan
ç›k›p, inece¤i alana do¤ru yürümeye bafllar. Fakat dedi-
¤imiz gibi, bu ilk tesir bafl›bofl de¤ildir. Ona, ulaflaca¤› hedefin
yönünü göstermek için, daha üst idrakli kaynaktan gelen di¤er
bir tâli tesir de efllik eder ki, buna “güdücü tesir” deriz. Bu güdücü
tesir, ilk tesir ile sempatize olmufltur.
Fakat güdücü tesir, nispeten kabad›r. Ç›kt›¤› kayna¤›n fluur ve
idraki her ne kadar ilk tesirinkinden üstün de olsa, yine, onu sinyal
vererek bekleyen manyetik alana tam isabetle ulaflt›rabilecek
kudrette de¤ildir. Bununla birlikte ilk tesir ile do¤rudan do¤ruya
sempatize olabilecek ayarda bulunmas›, kendisinin ona efllik etmesini
mümkün k›lm›flt›r. Demek ki ifl bu kadarla kal›rsa, bunlar
yine hedefe ulaflamazlar. Burada da iki neden vard›r: ‹lk olarak;
güdücü tesir her fleyi kapsayan bir idrak geniflli¤ine sahip olmad›-
¤›ndan, burada yolunu flafl›rabilir. Yâni, ilk tesirin sempatize olabilece¤i
daha di¤er birtak›m manyetik alanlar da vard›r ki, onlar
da ihtiyaçlar› dolay›s›yla bu tür tesirlere sinyal verebilirler. Oysa
81
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bu ilk tesirin buralara gitmemesi icap eder. ‹flte güdücü tesirin bu
husustaki yetersizli¤i yüzünden, di¤er alanlar›n vermekte olduklar›
sinyallere aldan›p kap›larak, ilk tesirin, yönünü onlardan birine
do¤ru yöneltmesi de mümkün olur. ‹kinci olarak; hedefi yönünde
giden ilk tesire müdahale edip onun mahiyetini de¤ifltirmek
veya yolundan çevirmek, hattâ ortadan kald›rmak kudretinde
olan di¤er bir sürü parazit tesir ile bunlar›n karfl›laflmas›
mümkündür. ‹flte güdücü tesirler –bazen çok güçlü olan– bu
müdahalelere karfl› koyabilecek durumda de¤ildirler. Birinci tesir,
bu sald›r›lar karfl›s›nda himayesiz kal›nca, yar› yolda yozlafl›p
fonksiyonunu kaybedecek duruma gelebilir. Veya di¤er bir yere
sürüklenebilir ya da da¤›l›p gidebilir. Oysa, ilâhi nizamda herhangi
bir iflin aksamas›, bozulmas›, kötü sonuçlar vermesi gibi,
nizam› bozucu düzensizliklere aslâ izin verilmez. Onun için, bu
aksakl›¤› önleyici tertipler kurulmufltur. Bu tertiplerden biri olarak,
ilk tesirle birlikte gelen, güdücü tesirden baflka, daha yüksek
idrakli, vazifeli kaynaklardan, daha üstün tâli tesirler ç›k›p bu kafileye
efllik eder ki, bunlara da “dirijan tesirler” deriz. Dirijan tesir,
sevk edici tesir demektir. Dirijan tesirler; ilk tesire hedefi bulduran
ve onu yoldaki sald›rgan, rastgele parazit tesirlerden koruyan
ve icap ederse bu bozucu tesirleri ortadan kald›ran, daha
kudretli tesirlerdir. Bu fluna benzer: Bir katar› ele alal›m! Bu katar›n
en önünde bir vagon vard›r, onun arkas›nda bir lokomotif
mevcut, bu lokomotifi de bir makinist sevk ve idare etmekte. ‹flte
burada vagon, ilk tesiri; lokomotif, güdücü tesiri; makinist de dirijan
tesiri kabaca sembolize eder. Var›lacak istasyondan verilen
iflaretler ise, öncü tesiri gösterir.
Böylece, bu tesir katar›, al›c›n›n manyetik alan›na gelince, güdücü
ve dirijan tesirlerin vazifeleri o alan›n efli¤inde bitece¤inden,
ilk tesiri orada, alan›n s›n›r›nda terk eden bu efllikçi tesirler, ondan
ayr›l›rlar. ‹lk tesir ise, gayesine uygun olarak, o alanda meydana
getirece¤i müessiriyetlerle, onun tâbi oldu¤u madde bünyesi
üzerinde gerekli de¤iflmeleri yapar, o maddenin dengesini bozar,
ona çeflitli hareketler yapt›r›r: Yerinden oynat›r, hâl ve flekillerini
de¤ifltirir; k›sacas›, fliddeti ve yönü derecesine göre, fakat
82
BEDR‹ RUHSELMAN
daima düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›ndan
yararlanarak, o maddede çeflitli olaylar› meydana getirir. Yaln›z,
bütün bunlar›n daima yüksek tesirler mekanizmas›n›n kontrolü
alt›nda olduklar›n› unutmamal›d›r.
*
* *
Yukar›lardan al›nan tesirler çok önemlidir: Çünkü bu tesirlerin
her biri yükseltici de¤erleri içerir. Ve maddeler, bu yüksek de-
¤erleri ala ala, üst plân›n daha zengin, de¤erli maddeleriyle ve tesirleriyle
sempatize olabilecek durumlara gelirler. Ve günün birinde
de bir üst kademedeki kombinezonlara kayarak, onlarla ayn›
plânda, yâni üst plânda tesirleflmelere bafllarlar. Böylece, o madde,
bir üst kademedeki madde kombinezonlar›na geçerek, bir kademe
daha yükselmifl olur ve inkiflaf da böylece devam eder gider.
Aksine, e¤er afla¤›dan gelecek tesirler fazla olur ve üstten de
gerekli derecede tesirler al›nmazsa, bu defa ifl tersine döner. Yâni,
alttan gelecek tesirler, nispeten basit olduklar›ndan, o maddenin
kendilerine nazaran karmafl›k olan bünyesindeki bütün hareketleri
besleyecek durumda bulunmazlar. E¤er bunlar yukar›dan da beslenmezlerse,
yavafl yavafl o hareketlerin bir k›sm› silinmeye bafllar.
Ve o madde art›k, bulundu¤u kademedeki di¤er kombinezonlarla
dahi al›flverifl yapamaz hâle gelir ve ancak kendisiyle sempatize
olabilen bir alt kademenin maddeleri aras›na kar›flm›fl olur ki, bu
da onun gerilemesi, k›ymetlerinin silinmesi demektir.
fiu hâlde, bir madde kombinezonunun, daha do¤rusu bir organizman›n
yükselmesi veya alçalmas›; ona gelecek üst veya alt tesirlerin
nicelik ve niteliklerine ba¤l›d›r ki, bu da onu idare eden
varl›¤›n, gelecek tesirleri iyi ayarlayabilmesine, gerekli olanlar› organizmas›na
davet edip, gereksizleri kendinden uzak tutabilmesi
hususundaki kudretine ba¤l›d›r. Yâni, bu ifller onun sorumlulu¤u
alt›ndad›r. Meselâ bir organizman›n her cüzüne gelen milyarlarca
tesiri, e¤er onun organizatörü, o bedeni idare eden varl›k iyi
ayarlayamazsa ve bu yüzden bâz› cüzlerin organizatörleri, kendilerine
tesirleri gere¤inden fazla davet ederlerse, o zaman bu organlara
fazla tesirler akmaya bafllar ve bunun sonucu olarak da,
83
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
o grupta, di¤er gruptaki cüzlere nazaran afl›r› bir faaliyet görülür.
Bu afl›r› faaliyetler, gittikçe o organ›n genel organizma nizam›na
karfl› ayk›r› hareketlerde bulunmas›na neden olur. Ve bu hâl, nihayet,
o organ›n organizmada hiçbir nizam tan›mayan âsi bir duruma
girmesine yol açar ki, buna da kanserleflmifl bir organ deriz.
fiu hâlde, kanserleflme vakas›, organizma içindeki bir organ›n, oldu¤undan
daha ileri bir hamle almas›, inkiflaf etmesi ihtiyac›n›
gösterir. ‹flte, bâz› organlar›n çeflitli hâllerde böyle, dengeyi bozucu
fazla veya eksik faaliyetlerde bulunmas›, o organlar›n tâbi
bulundu¤u organizman›n bir gün çökmeye ve da¤›lmaya bafllamas›na
neden olur. Bu hâl, insanlar›n kaba iç organlar›nda olursa,
insanlar organik hastal›klardan, ölümlerden söz ederler. Sinir
sistemine ait partiküller aras›nda görülürse, ruhsal hastal›klardan
veya fluur bozukluklar›ndan söz ederler. Bütün bunlar, varl›¤›n,
bedenine gelecek tesirleri, çeflitli nedenlerle veya yüksek icaplar›n
etkisi alt›nda iyi ayarlayamamas›n›n sonucudur ki, bu nedenlerin
bafl›nda yine, o varl›¤›n mukadderat›yla ilgili olan –yâni kendi liyakat
ve ihtiyaçlar›na neden olan– durumlar› gelir.
*
* *
Tesirler hakk›nda bu genel bilgileri verdikten sonra, bir insana
gelen tesirlerden de söz edece¤iz.
“‹nsan” denilen fley; bir varl›¤›n, ba¤l› bulundu¤u ruha hizmet
etmek için, Dünya küresindeki kaba maddeleri bir araya toplay›p,
kendisine vâs›ta olarak kullanmak maksad›yla, kurmufl oldu¤u bir
bedendir.
Varl›k, bu bedeni ancak yüksek vazifeli varl›klar›n yard›m ve
direktifleriyle kurabilir. Esasen varl›k da; ruhun bütün ihtiyaçlar›-
na cevap verebilecek flekilde, kâinat›n bir noktas›nda konsantre
olmufl, çok ince madde partiküllerinden ibaret olan ve ruhun ihtiyaçlar›na
ait bütün ifadeleri kâinat boyunca tafl›yan, belirli bir
enerjiler veya tesirler kompleksidir, demifltik. Yaln›z, flunu önemle
belirtmek isteriz ki, buradaki nokta kavram›n›, dünyadaki mekân
kavram›na k›yasla sabit, donmufl bir yer gibi düflünmemek
gerekir. Bu, fiziksel flartlar alt›nda anlafl›lmas› ve anlat›lmas› zor
84
BEDR‹ RUHSELMAN
ve genellikle imkâns›z olan bir kavramd›r. Bu hususta flu kadar
söyleyelim ki, bu noktay› fiziksel bak›mdan de¤il, idrakî bir nokta
olarak anlamaya çal›flmal›d›r. Bu öyle bir noktad›r ki, idrak nerede
tespit edilirse, orada mevcuttur. Demek ki o nokta, hem kâinatta
belirli bir yerdedir, hem de her yerdedir. Bunun üzerinde
düflünenler, bu hususta birçok fley sezmeye bafllarlar. Bu sezgi,
yaln›z bu hususta de¤il, di¤er bâz› meselelerin çözümünde de onlar›n
ifllerine yarar. ‹lerideki idrakî mekân veya küresel mekân bilgisi,
bu sezgiye insanlar› daha iyi haz›rlayacakt›r.
‹flte varl›k; bu mânâda kabul edilmesi gereken bir noktada
konsantre olmufl bir tesirler veya enerjiler toplulu¤udur. Ve bunlar
da bir ruha aittir. ‹nsanlar›n anlad›¤› yüzey zaman› ve mekân›
ölçüsüne girmeyen, böyle çok ince enerjilerden veya tesirlerden
bileflmifl bir varl›k, âlemlerin kaba kürelerine do¤rudan do¤ruya
tesir edemez. Oysa ruhun –çeflitli tatbikat› s›ras›nda– bu kaba kürelerin
maddeleriyle de karfl›laflmas› gerekmektedir. Ruha hizmet
edecek varl›¤›n bu hizmeti yapabilmesi için, di¤er deyiflle ruhun
hizmetinde olman›n icaplar›n› yerine getirebilmesi için, bir kürede,
kendisine o kürenin maddelerinden bir beden kurmas› gerekir.
‹flte bu gere¤e göre, onun için vazifelendirilmifl yard›mc› varl›klar
faaliyete geçerek, böyle bir bedenin kurulmas›nda ona yard›m
ederler. Varl›k, kurulan bu bedene –ruhundan gelen tesirlerle–
ba¤lanm›fl ve onu hâkimiyeti alt›na alm›fl olur ki, daha önce
de söyledi¤imiz gibi, buna “enkarnasyon” derler. Bu flöyle olur:
‹lk önce tatbikat yap›lacak kürede bir aile birim düalitesine, yâni
bir erkek ile kad›n›n bir araya gelerek bir birim oluflturmas›na
ihtiyaç vard›r. Bu ihtiyaç yerine getirildikten sonra, üst, vazifeli
yard›mc› tesirlerle, erkek ve kad›n tohumlar› birlefltirilerek afl›lanm›fl
bir yumurta meydana getirilir. Varl›k, bu afl›lanm›fl yumurta
ile irtibata geçer. Burada, varl›k, beyin hücrelerine ait varl›klar›n
manyetik alanlar›na yapt›¤› müdahalelerle, onlar› embriyonun
beynini, daha do¤rusu beyin hücrelerini kurmaya sevk eder. Zaten
insan varl›¤› spatyumda iken bu yüz binlerce beyin hücresi
varl›¤›n› bir arada, toplu olarak tutuyor ve onlar›n manyetik alanlar›na
tesir ediyordu. Böylece beyin hücreleri varl›klar›, insan var-
85
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
l›¤›n›n tesir ve yard›mlar›yla, kendi bedenlerini, yâni beyin hücrelerini
kurarlar. Varl›k, kurulmufl olan bu beyin vâs›tas›yla, sinir
sisteminin di¤er k›s›mlar›n› kurar. Bu da olduktan sonra, sinir sistemi
vâs›tas›yla, bedenin di¤er bütün oluflumlar›n› meydana getirir.
Bedeni kurarken annenin maddelerinden yararlan›l›r. Yâni,
oluflmakta olan ceninin beden malzemeleri, annesinin bedenini
oluflturan maddelerden al›n›r.
‹nsan bedenine hâkim olan varl›k, do¤rudan do¤ruya, beyin
hücrelerine ait yüz binlerce varl›¤›n manyetik alanlar›ndan oluflan
manyetik alanlar sentezi üzerine müessir ve hâkimdir. Yâni, beden,
beyin hücreleri taraf›ndan idare edilir. Ancak, bu idare, bedenin
varl›¤› olan ve bir ruha ait bulunan enerjiler toplulu¤unun,
insan varl›¤›n›n hâkimiyeti alt›ndad›r.
Embriyonun ilk devrelerinde, beyin hücreleri toplulu¤una, ancak
gere¤i kadar tesir gönderilir. Varl›k, daha önce sözünü etmifl
oldu¤umuz, kendisine özgü idrakî konsantrasyon noktas›n› terk
edip tamam›yla bedenin içine da¤›lmaz. Enerjiler veya tesirler
kompleksi hâlinde, o idrakî konsantrasyon noktas›nda toplanm›fl
hâlde bulunan durumunu daima koruyarak, ancak gereken kadar
miktardaki, tesirlerinden bir k›sm›n› beyin hücrelerinin manyetik
alan›na gönderir, bir k›s›m tesirleriyle ona ba¤lan›r. Embriyonun
inkiflaf›, ceninin geliflmesi ve nihayet insan›n do¤umu ânlar›nda,
ihtiyaca göre, onun beyin hücrelerinin manyetik alan›na gönderece¤i
ve ba¤layaca¤› tesirlerin miktar› da artar. Ve insan›n
do¤du¤u s›rada, tesirlerinin önemli k›sm› ona ba¤lanm›fl bulunur.
Dünya anlay›fl›na göre, idrakî noktada mevcut olan bu enerjiler
kompleksinin 7/8’i bedene ba¤lanm›fl olup, ancak küçük bir k›sm›
yar› serbest hâlde, o idrakî noktada kalm›flt›r. ‹flte insanlar›n “enkarnasyon”
dedikleri fley, budur. Görülüyor ki, burada, varl›k ne
bedenin içine girmifltir, ne de bütünüyle bedenin organlar›na da-
¤›lm›flt›r. O, beden hayat›n›n tamam› boyunca, bütünlü¤ünü,
aç›klad›¤›m›z idrakî konsantrasyon noktas›nda korur. Büyük bir
k›sm›n›, beyin hücrelerinin manyetik alanlar sentezine gönderir
ve ba¤lar. Unutulmas›n ki, bütün bunlarda yine yüksek tesirlerin
yard›mlar› vard›r. Bu beyin hücrelerine ba¤lanm›fl olan tesir saha-
86
BEDR‹ RUHSELMAN
lar›na, insanlar –mahiyetini iyice bilmeksizin, sadece gözlemlerine
göre– “fluur” demifllerdir. Fakat varl›¤›n serbest kalan, beyin
hücrelerine ba¤lanmam›fl k›s›mlar›, o insan›n çevresindekilerce ve
kendisince meçhul kald›¤›ndan, insanlar o k›s›mlara ait aç›k bilgiler
elde edememifllerdir.
*
* *
Yaln›z, flu var ki, insan› idare eden varl›k bir bütündür. Her ne
kadar kendi enerjilerinin küçük bir k›sm›n› beyin hücrelerinin
manyetik alan› d›fl›nda b›rakm›fl ise de, yine, bütünlü¤ü ve tekâmülü
icab› olarak, bu k›s›m da bedenden tümüyle ayr›lm›fl de¤il,
onunla s›k› bir iliflki hâlindedir. Dolay›s›yla serbestli¤i tam de-
¤ildir. Esasen bu iki k›s›m aras›ndaki s›k› iliflkiler sayesindedir ki,
o varl›k, dünyada bedene ba¤l› k›s›mlar›n›n, tekâmülü hedef tutan
faaliyetlerinden yararlan›r ve böylece, bedenlenmenin zarureti
yerini bulmufl olur.
*
* *
Varl›¤›n beden d›fl› durumu, insanlar›n fluurlar›na direkt olarak
çarpmaz. Çünkü insan, ancak, varl›¤›n kendisine göndermifl oldu-
¤u tesirlerin bir k›sm›yla fluurlan›r ve kendisini yar›m yamalak idrak
etmeye çal›fl›r. Kendisine gelmeyen k›s›mlar›na ait bâz› belirsiz
sezgileri bulunmakla birlikte, bunlar hakk›nda aç›k bir idrake sahip
de¤ildir. ‹flte insanlar›n bazen derin bir iç murakabesi* yoluyla sezebildikleri,
iç varl›k, öz benlik, öz varl›k dedikleri fley, bedeninin
d›fl›ndaki hakikî varl›¤›n›n nispeten serbest durumudur. Buna nispeten
diyoruz; çünkü o ne kadar serbest olsa da, yine, tekâmülüne
ait, dünyadaki vazifelerinin zorunlulu¤uyla, bedenin bütün durumlar›n›
izlemek, o durumlar›n icaplar›n› yerine getirmek mecburiyetindedir.
Bu, onun vazifesidir. Bedenin ölümüyle, ba¤l› olan
k›s›mlar› bedenden çözülmedikten sonra, serbest kalan k›sm›n› da
tam serbestli¤iyle kullanamaz. Çünkü endirekt olarak, yâni ba¤l›
olan k›s›mlar›yla, bedenin zorunluluklar›ndan kendisini tamam›yla
özgür k›lamaz. Bedene ba¤l› olan taraflar›yla bedenden ald›¤›
izlenimlerin –o âna özgü tekâmül zorunluluklar›na göre–
* “Murakabe” sözcü¤ü, “iç âlemine dalma, iç âlemini seyretme; denetleme” anlamlar›na gelir.
87
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hazmedilmesi, sonuçland›r›larak ruha yans›t›lmas› gibi, kendisini
bedeni üzerindeki faaliyetleriyle daima meflgul edecek, mecburî
u¤rafl› alanlar› vard›r.
*
* *
Tekâmülün icaplar›ndan olarak, varl›k, kendisinde mevcut k›ymetlerin
ve kazan›mlar›n pek az k›s›mlar›n› ara s›ra beyne yans›t›r.
‹flte insanlar varl›klar›n›n bu serbest taraflar›ndan beyinlerine
yans›yan bu tesirlere –yine mahiyetlerini pek anlamaks›z›n–
dikkat etmifller ve onlar› “fluuralt›” diye ifadelendirmifllerdir. fiu
hâlde, insandaki fluur; varl›¤›n, bedene, daha do¤rusu beyin hücrelerinin
oluflturmufl oldu¤u manyetik alanlar sentezine do¤rudan
do¤ruya olan ba¤lant›s›yla yans›yan k›s›mlar›n›n tezahürüdür.
Bir de varl›¤›n –dedi¤imiz gibi– beden d›fl›ndaki idrakî bir
konsantrasyon noktas›nda kal›p, beynin manyetik alan›na
ba¤lanmam›fl k›s›mlar›na ait fluur ötesi sahas› vard›r ki, bunu da
iki k›s›mda ele almak gerekir: Bunlardan biri fluuralt›d›r; bu saha,
varl›¤›n geçmifl hayatlar›na ait izlenimlerini içeren k›s›mlard›r.
“fiuurüstü” dedi¤imiz ikinci k›s›m ise; varl›¤›n serbest kalan
taraf›n›n sürekli olarak ruhundan ve di¤er varl›klardan ald›¤› tesirleri
içermektedir. ‹flte fluur ile fluurüstü iliflkileri sonucunda,
insanlar›n, ruhî plândan, di¤er varl›klardan ald›klar› tesirler ile
fluurlar› aras›nda iliflkiler ve al›flverifller kurulur; beyin, ald›¤› ruhî
tesirlerle, fluurüstüne ba¤lan›r. Yâni, fluurüstü kanal›ndan, kendisine,
ruhanî plâna ait izlenimler gelir.
*
* *
fiu hâlde, tesirleri as›l merkez olan fluur sahas›ndan alarak kullan›lmak
üzere gerekli yerlere sevk eden say›s›z sinir merkezleri
vard›r ki, bunlar, esas fonksiyonlar› bak›m›ndan, birer merkez
de¤il, birer istasyondur. Ve organizmaya da¤›lan tesirler ayr› ayr›
fonksiyonlar görse dahi, bunlar›n kaynaklar› birdir ve daima birbirleriyle
iliflkileri mevcuttur. fiuur ötesinden gelen tesirler, varl›-
¤›n beyin hücrelerinin manyetik kanal›na do¤rudan do¤ruya ba¤l›
bulunan sahaya inerler. Oradan da, tekâmülün icaplar›na göre,
bedenin yaflamas› için gerekli olan yerlerde kullan›lmak üzere, sinir
istasyonlar›na gönderilirler.
88
BEDR‹ RUHSELMAN
Demek ki insanlar; bir, varl›klar›ndan gelen bu tesirler ile, bir
de çevrelerinden ald›klar› tesirler ile daima karfl› karfl›ya bulunmaktad›rlar.
‹flte insan, öz varl›¤›ndan gelen tesirler ile dünyadaki
çevresinden ald›¤› tesirlerin dengesi içinde yaflar.
*
* *
Beden ölünce ne olur? ‹nsanlar›n yine yanl›fl olarak “dezenkarnasyon”
dedikleri ölüm meydana gelince, beyin hücrelerinin varl›klar›,
bedenlerini, yâni enkarne olduklar› beyin hücrelerini terk
ederler. Fakat da¤›lmazlar. Çünkü art›k bedeni terk etmesi icap
eden varl›k, onlar üzerindeki tesirini, bedenini b›rakt›ktan sonra
dahi kald›rmaz. O varl›klar›n manyetik alanlar›na göndermeye
devam etti¤i tesirleriyle, onlar›, spatyumda da daima bir arada
tutar ve tesiri alt›nda bulundurur. Tabiî ki onlardan da tesir al›r.
Spatyumun ilk zamanlar›nda, ileride aç›klayaca¤›m›z gibi, bir
varl›¤›n kendi ruhundan gelen tesirler hariç, yukar›dan, afla¤›dan
ve civardan gelen bütün tesirler ve irtibatlar kesilir. O, yaln›z
kendi varl›¤› ve fluuralt›n›n özellikle son hayat›na ait izlenimleri
içinde mahsur kal›r. Ve bu s›rada beyin hücrelerinin varl›klar› ile
sürekli olarak iliflkide bulundu¤undan, o varl›klarda da mevcut
olan, dünyaya ait izlenimleri toplayarak, onlardan kompozisyonlar
yapabilir. Bu faaliyet de, genellikle çok ›st›rapl› olmas›na ra¤men,
kendisine gerekli olan murakabeyi yapmak imkân›n› verir.
Bu murakabeyle, gerekli olan sonuçlar› elde ettikten sonra, tekrar,
kendisine yukar›lardan ve civarlardan tesirler gelerek, uyand›r›lmas›
ve idrakinin artt›r›lmas› sa¤lan›r. O zaman hakikî varl›-
¤›n› anlayabilecek duruma girer. Bu s›rada, tabiî ki, beyin hücrelerinin
varl›klar› da kendilerine göre tekâmüllerini yapm›fl olurlar.
Böylece uzun birtak›m ifllem ve süreçlere tâbi tutulup yeniden
dünyaya girmek haz›rl›¤›n› tamamlad›ktan sonra, kendisine, dünyadaki
tekâmülüne en elveriflli olan, genifl bir imkân sahas› içinde,
hayat›n›n flekillerini ve flartlar›n› seçme hakk› verilir. Bu sahan›n,
yâni kendisine sunulan seçim sahas›n›n geniflli¤i, onun idrakine
göre kazanm›fl bulundu¤u özgürlü¤ü derecesine ba¤l›d›r.
E¤er idraki çok dar ise, bu saha da onun için çok dar olur ve bâz›
89
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hâllerde de, hemen hemen hiç yok denecek kadar, kendisine az
bir seçim sahas› b›rak›l›r. E¤er idraki bütün dünyay› kapsam›na
alacak kadar genifllemiflse, o zaman da onun dünyada tekrar bedenlenmesine
ve tatbikat yapmas›na gerek kalmaz. ‹flte böylece
o, kendi seçim özgürlü¤ü derecesine göre dünyadaki çevresini haz›rlad›ktan
sonra, tesiri alt›nda bulundurdu¤u beyin hücreleri
varl›klar›n› –manyetik alanlar›na tesir etmek suretiyle– ana rahminde
oluflacak bir ceninin beynini kurmak üzere, o annenin bedenine
sevk eder. Ve daha önce aç›klad›¤›m›z süreç yeniden, yeni
flartlar alt›nda tekrar bafllar.
*
* *
Fakat hiç unutulmas›n ki, bütün bu ifllerin ilâhî nizama uygun
olarak yürümesi flart oldu¤undan, bunu sa¤layan yüksek tesirlerin
ve idareci enerji komplekslerinin daima denetim ve gözetimi
–her yerde oldu¤u gibi– burada da mevcuttur.
fiunu da belirtmek isteriz ki, insan› idare eden varl›¤›n daima
tesiri alt›ndaki beyin hücreleri varl›klar›, elbette ona ebediyen
ba¤l› kalmayacaklard›r. Çünkü onlar da, bu sayede birer insan
bedenini müstakil olarak idare edebilecek kudreti kazanabilmek
için, kendilerine gerekli olan haz›rl›klar› yapmaktad›rlar. Ve haz›rl›klar›n›
tamamlad›kça birer birer, kendilerini o varl›¤›n tesirinden
ay›racaklar ve bir beyin hücresi olmaktan kurtulacaklard›r.
Bunlar›n da müstakil birer insan varl›¤› hâline girebilmeleri için,
Dünya’dan ayr›l›p, Dünya d›fl› çeflitli ara ortamlarda tatbikatlar
geçirmeleri gerekmektedir. Ancak bu flekilde, bir insan bütününü
idare edebilecek duruma geldikten sonra, art›k bir insan beyni
hücrelerinin manyetik alanlar sentezine tesir ederek, Dünya’daki
tekâmüllerini insan hâlinde, yâni insan bedeni vâs›tas›yla yapmaya
bafllarlar.
*
* *
Bu bilgilerden sonra, insan varl›¤›n›n bedenlenmesi ifadesini,
bu genifl mânâda anlamak ve “ete girme” demek olan enkarnasyon
kavram› gibi dar bir çerçeve içinde düflünmemek gerekir.
90
BEDR‹ RUHSELMAN
Enkarnasyon terimi, zorla hücreler içine sevk edilerek onlara
ba¤lanan daha basit varl›klar hakk›nda kullan›labilir. Fakat insan
varl›¤› için do¤ru de¤ildir.
fiu hâlde, insan varl›¤›n›n beden ile iliflkisi, onun beyin hücrelerinin
manyetik alan›na hâkimiyeti ve bu vâs›tayla da, bütün
organizmas›na tesirlerini göndermesi fleklinde olmaktad›r. Bu da,
o sözünü etti¤imiz konsantrasyon noktas›ndan varl›¤›n bedene
gönderece¤i, tesirlerinin büyük bir k›sm›yla sa¤lanmaktad›r. Tesirlerin
az bir k›sm› da, beden d›fl›ndaki noktada, az çok serbest
olarak, daima bulunmaktad›r.
*
* *
Bedendeki tesirler, bedeni idare eden varl›¤›n kontrolü alt›nda
ve yüksek tekâmül icaplar›na göre, bedenin bütün fiziksel, fizyolojik,
biyolojik ve ruhsal fonksiyonlar›n› yerine getirirler. Burada
hiçbir fley, zerre kadar aksamaz. Bu tesirlerin fonksiyonlar›, kâinat›n
genel fonksiyonundan ayr› de¤ildir. Onun büyük ahengi
içinde cereyan eder ve o ahengin d›fl›na ç›kamaz.
Zaten ilâhî nizam, bütün kâinat›n durum ve hâllerini o kadar
mükemmel bir ahenk içinde tertiplemifl, o kadar muntazam bir
mekanizmaya ba¤lam›flt›r ki, bütün sonsuz görünüfllerine ra¤men,
kâinat olaylar›, bir tek yürüyüfl hâlinde ak›p gider. Bu hakikati
görebilenler için, bir tek beden ve bütün kâinat, birbirinden
ayr›lmayan iki mekanizmad›r.
*
* *
Bütün varl›klar›yla birlikte, kâinat›n her zerresine bir sürü tesir
gelir. Milyarlarca zerrenin oluflturdu¤u bir cisme, milyarlarca cismin
oluflturdu¤u bir günefl sistemine, milyarlarca günefl sisteminin
oluflturdu¤u bir galaksiye ve say›s›z galaksilerin oluflturdu¤u
bir âleme, nihayet hidrojen realitesi d›fl›ndaki yine say›s›z âlemlerden
oluflan kâinat bütününe gelen tesirler kompleksinin bir
zerresini dahi, insan idraki lây›k›yla kavramaktan âcizdir.
91
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹flte ilâhî nizam›n kâinattaki icaplar›n› yerine getiren, bu icaplar
içinde kâinat›n ahengini kuran ve onu kucaklayan bu tesirler
vahdetidir ki, bütün hareketleri ve durumlar› meydana getirir ve
ruhlar›n kâinat ile iliflkisini ve tekâmül ak›fl›n›n zaruretini izah
eder.
*
* *
Madde kombinezonlar›n›n çeflitli de¤iflmelerinin ve üst de¤erler
almalar›n›n, maddelerin inkiflaf›nda ne kadar büyük roller ald›¤›n›
aç›klad›k. Ruhun kâinat ile irtibat›n›n tek gayesi tekâmül
oldu¤una göre, ruha hizmet eden varl›¤›n bu de¤iflmelerden yararlanmas›
ve bunun için de say›s›z madde kombinezonlar›yla
karfl›laflmas› zarurî olur. Madde kombinezonlar›n›n say›s›z kürelerde,
say›s›z flekilleri ve dereceleri vard›r. Bir kürenin, özellikle
Dünya küresi gibi madde oluflumlar› en zengin olan kürenin imkânlar›ndan
baflka, yine, say›s›z di¤er kürelerin madde kombinezonlar›na
ait imkân zenginlikleri, ruhlar›n tekâmüllerine yarayan
bol malzemelerdir. Fakat bir varl›¤›n bu malzeme bollu¤undan
gerekti¤i gibi yararlanabilmesi için, birbirinden çok farkl› ve
dereceleri çok de¤iflik olan bu say›s›z kombinezonlarda yaflad›ktan
sonra, onlar› de¤ifltirmesi ve üst k›s›mlara geçebilmesi, bulundu¤u
alt aflamada kulland›¤› madde kombinezonlar›n› b›rakmas›
gerekir; aksi halde, yukar› kombinezonlara ulaflamaz ve basit
durumunda kal›r. Oysa esasen bu madde kombinezonlar›nda
tatbikat görmesinin gayesi, daima yukar›lara ulaflmak ve böylece,
hizmet etti¤i ruhun maddelerle olan tekâmül safhalar›n›n tamamlanmas›n›
sa¤lamakt›r. O hâlde bir varl›k, ihtiyac›na göre, önce
bir kürenin maddelerinden kurulmufl beden ile s›k› irtibata geçecek,
kendi süptil vibrasyonlar›yla onun her zerresine hâkim olacak
ve sonra onu, ba¤l› bulundu¤u ruhun ihtiyaçlar›na göre kullanarak,
bu sayede o küredeki kaba madde kombinezonlar›ndan
ve bu kombinezonlar ile di¤er bedenler aras›ndaki iliflkilerden do-
¤acak olay vibrasyonlar›n› idraki kanal›yla ruha gönderecektir ki;
beden ile olan bu irtibat›n› insanlar›n enkarnasyon diye adland›rd›klar›n›
daha önce söylemifltik.
92
BEDR‹ RUHSELMAN
Varl›¤›n bedende ifli bittikten sonra, art›k orada kalmas›na gerek
ve ihtiyaç yoktur. Çünkü bu, kendi tekâmülü aleyhine olur.
Dolay›s›yla, ifli bitince varl›k, bedeni terk edecek ve baflka madde
kombinezonlar› imkânlar› içine girecektir. ‹flte bir varl›k, bir bedenin
bütün imkânlar›ndan yararland›ktan sonra, ondan daha
üstün baflka bir madde kompleksi flartlar› içinde de tatbikatlara
giriflmek zorunlulu¤undad›r. Fakat bu hâlin gerçekleflebilmesi
için, onun ilk, madde kompleksi flartlar›ndan ayr›lmas›, bedenini
terk etmesi gerekir ki, buna da insanlar dezenkarnasyon veya
ölüm demektedirler.
*
* *
Ölüm; ilâhî nizam›n ahengi alt›nda, belirli bir ândaki de¤er
farklanmas›n›n miktarî bir ifadesidir. Yâni, bir dünya bedeni,
dünya hayat› boyunca hizmet etti¤i ruha, kendisinden beklenen
hizmeti gere¤i derecesinde gördükten sonra, art›k onun o ruha
vâs›tal›k yapmak gayesi ortadan kalkm›fl olur. Bunun sonucunda
da o bedendeki de¤erlerin azalmas› icap eder. Çünkü ilâhî nizamda,
gere¤i kalmayan bütün süreçlere son verilmesi zarurîdir. ‹flte
bu zaruretle, kendisinin canlanmas›na neden olan varl›k karfl›-
s›nda bütün fonksiyonlar›n› tamamlay›p art›k ifle yaramaz hâle
gelmifl dünya bedenine yukar›dan inen tesirler, yâni de¤erler kesilir.
Bu tesirlerin kesilmesiyle, onun kombinezonlar›ndaki hareketlerin
bir k›sm› silinmeye bafllar. Bu s›rada afla¤›dan gelen tesirlerin
de müdahalesiyle, o beden art›k eski fleklini ve hâlini koruyamaz.
Parçalanmaya ve da¤›lmaya bafllar ki, bu hâlin nitel olarak
görünüflü, ölümdür. Ve bu da beyindeki hücre varl›klar›n›n
bedenlerini terk etmeye bafllamas›yla gerçekleflir. Çünkü beyindeki
hücrelerin bedenlerini terk ediflleri, bu hücrelere hâkim olan
varl›¤›n beden ile olan ilgisini kesmesi demektir.
Dünya hayat› boyunca bu bedenden yararlanm›fl olan varl›k,
sonraki inkiflaf ve tekâmül safhalar›na devam edebilmek için, daha
üst tesirlerin de¤er ve mekanizmalar› sayesinde, daha müsait
kombinezonlarla beslenmeye ve zenginlefltirilmeye muhtaçt›r.
93
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bir dünyadaki bedenlenmeler serisinde varl›¤›n ölümleri ve do-
¤umlar› birbirini izleye izleye sürüp gider ve nihayet, onun o
dünyadaki ifli biter. Böylece orada ebediyen terk edilmesi icap
eden bedene ait üst tesirlerin miktar› son defa olarak azalt›l›rken,
di¤er taraftan ve ayn› zamanda, kazan›lmas› gereken baflka bir
âlemin bedenine ait tesir miktarlar› ve de¤erleri ço¤alt›l›r. Demek
ki ruhun tekâmülüne hizmet eden varl›k, dünyadaki son ölümüyle
o ortamdan ayr›lacak ve imkânlar› çok, bol ve kapsaml› bir
üst ortama geçecektir. fiu hâlde, nas›l, bir ruhun tekâmülü için
kâinattaki süptil maddî vâs›tas›n›n, yâni varl›¤›n›n kaba bir kürede
do¤uflu bir icap ve zaruret ise, ruhun sonraki tekâmülüne hizmet
edebilmesi için bu süptil varl›¤›n, ifline yaramayacak hâle
gelmifl olan kaba ortamlar› terk ederek muhtaç oldu¤u daha üst
ortamlara geçmesi de, o kadar güçlü bir icab›n zorunlulu¤u olur.
*
* *
Bir insan›n ölmesi sonucunu do¤uran bütün flekiller ve hâller,
hastal›klar, felçler, cinayetler, kazalar, do¤a olaylar›; sadece bu
icap zorunluluklar›n›, o varl›¤›n sonraki inkiflaf ve tekâmülüne en
uygun gelecek tarzda yerine getirmek içindir. Bu hakikati ö¤rendikten
sonra art›k ölümü ve ölüme neden olan hâlleri birer felâket
diye kabul etmenin hiçbir mânâs› kalmaz. Buradaki bütün
dâva, “ölüm” denilen, bu alt ortamdan üst ortama intikal s›ras›nda;
insan›n alt ortamda iken, yâni dünyada iken kendisinden
beklenen iflleri lây›k›yla bitirmifl bulunmas› ve baflar›yla, hayat›n›
geçirirken kendisinin biricik rehberi olan vicdan›n›n yüksek realitelerinden
ayr›lmam›fl bulunmas› gerekir. Böyle yapt›kça, hem o
yüksek realitelere uymakla do¤ru yolu kaybetmemifl olur, hem de
vicdan›n›n böylece daha ileri inkiflaflar›n› sa¤layarak, onun kudretlenen
rehberli¤inden o oranda çok yararlanm›fl bulunur. O
hâlde dünyada vicdan, tekâmül yolunda insanlar›n en kudretli
dayana¤› ve kurtar›c›s›d›r.
94
DÜNYA, AHENKS‹ZL‹K, AHENK
95
96
‹
nsan hayat›nda vicdan fleklinde görülen inkiflaf mekanizmas›,
yaln›z bu safhaya özgü de¤ildir. O, dünyadaki bütün varl›klar›n
tâbi bulunduklar› bir inkiflaf ve tekâmül haz›rl›¤› mekanizmas›-
d›r. Dolay›s›yla, vicdan›, lây›k oldu¤u bu genel k›ymetiyle tarif etmek
ve anlamak gerekir.
Vicdan; varl›klar için, bütün fiil ve hareketlerin gayesi demek
olan vazifenin gerçekleflmesine yönelmifl bir haz›rl›k mekanizmas›d›r.
Bütün varl›klar›n gayesi tekâmül oldu¤una ve insanl›k safhas›ndaki
tekâmülün mânâs› da dünya üstü vazife plân›na haz›rlanmak
oldu¤una göre, tarifi vazifeye haz›rl›k kavram›na dayanan
vicdan mekanizmas›n›n dünyada bütün varl›klar› kaps›yor olmas›
gerekir. Di¤er taraftan idrak ile vicdan›n inkiflaflar› aras›nda birlik
vard›r. Hâlbuki varl›klar›n, inkiflaf kademelerine göre, idrakleri
çok de¤ifliktir. O hâlde idrakleri farkl› varl›klar aras›nda da,
vicdan anlay›fllar› ve vicdan tatbikat› o oranlarda farkl› olacakt›r.
*
* *
fiimdiye kadar insanlarca vicdan›n, ancak insan safhas›ndaki
durumu ele al›nm›fl, di¤er safhalar›ndaki durum ve hâlleri dikkate
al›nmam›flt›r. Bu hâl, insanlara, vicdan›n, ilk bitki hayat›ndan insan
hayat›na kadar geçen safhalar›n›n birbirini izleyen ak›fl›n› incelemeye
f›rsat vermemifltir. Oysa vicdan›n, dünya hayat› bütünü
içinde ele al›nmas›, tekâmül bilgisinin daha iyi anlafl›lmas› bak›-
m›ndan, gereklidir. Vicdan›n genel ve kapsaml› mânâs›yla incelenmesi,
düalite prensibi ve de¤er farklanmas› ›fl›¤› alt›nda yap›l›r.
*
* *
97
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bütün âlemimizde her fleyin düalite prensibi ve de¤er farklanmas›
mekanizmas›yla oldu¤unu, hiçbir zerrenin, hiçbir olay›n ve
kavram›n bu prensip d›fl›nda kalamayaca¤›n›, daha önce bütün
ayr›nt›lar›yla aç›klam›flt›k. ‹flte, dünyam›zda tekâmül haz›rl›¤›n›n
güçlü bir mekanizmas› olan vicdan da, bu prensibe tâbi bulunmaktad›r.
fiu hâlde, vicdan, bir birim düalitedir. Birim düalitenin
birbirine z›t iki unsurdan oluflmufl bulundu¤unu belirtmifltik.
Vicdan düalitesinin bu z›t unsurlar›n› aç›klayaca¤›z.
Herhangi bir birim düalitenin z›tlar›n›n mevcudiyeti, onun
fonksiyonunu yapabilmesi için, flartt›r. Z›tlar olmay›nca, o birimin
mevcudiyetinin gayesi, gerçekleflemez.
fiu hâlde, inkiflaf› sa¤lamaya yönelik olan vicdan›n z›t unsurlar›ndan
biri, yâni üst taraftaki, vazife sezgisine yönelmifltir. Buna
karfl›l›k di¤er z›dd›, yâni alt unsuru da, öncekinin vazife sezgisi
yolundaki yürüyüfl h›z›n› kesen bir nefsaniyettir. Dolay›s›yla,
birincisine k›saca vazife haz›rl›¤› unsuru, ikincisine de nefsaniyet
unsuru diyece¤iz.
Demek, dünyadaki varl›klar›n vazife plân›na haz›rlanmalar›
için iflleyen vicdan mekanizmas›n›n, biri vazifeye, di¤eri nefsaniyete
yönelen birbirine z›t iki unsuru vard›r ki; vicdan mekanizmas›,
bu iki unsurun, sürekli de¤er farklanmas› sonucunda, yâni
z›tlardan birinin veya di¤erinin daha üstün de¤erler ve tesirler almas›
sonucunda meydana gelen çat›flmalar›yla, mücadeleleriyle,
denge hâlleriyle çal›fl›r. Ve varl›klar›n ilerlemeleri de, bu denge
hâllerine göre çeflitli formlar›n› al›rlar. Bu çat›flmalar ve denge
hâlleri, dünya varl›klar›n›n bütün kademelerinde, o varl›klar›n
içgüdü, sezgi ve idrak kudretlerine göre, mevcuttur.
*
* *
‹nsanlar, bu düalitenin bitkilerdeki, hayvanlardaki ve hattâ bir
k›s›m insanlardaki mevcudiyetini idrak edemezler. Çünkü bu mekanizman›n
insanlar›n anlad›¤› mânâdaki formu, ancak insanlarda
görülür. Vicdan›n bu formu alabilmesi için, idrakin insanlarda
tezahür eden düzeye ulaflm›fl olmas› gerekir. Dolay›s›yla, insan-
98
BEDR‹ RUHSELMAN
l›¤›n alt›ndaki kademelerde görünen inkiflaf düalitesinin, insanlardaki
vicdan flekline benzerli¤i, elbette, olmayacakt›r. Bununla
birlikte, dünyadaki, az çok müstakil ve serbest duruma girmifl en
ilkellerinden itibaren, bütün varl›klarda bu inkiflaf düalitesi vard›r.
Ve onlar›n –çok yavafl da olsa– inkiflaflar›, bu mekanizman›n
ifllemesine ba¤l›d›r. Dünyada pek ilkel hâlde bâz› hayat hamlesi
k›r›nt›lar›, bitki bedenini kullanan varl›klarda görünmeye bafllad›¤›ndan,
insan›n, idrakinin düalite prensibi kapsam›n›, onlara
kadar uzatmas› mümkündür. Bununla birlikte bu mekanizman›n
insanlarda görülen vicdan flekli, mükemmelleflmifl ve tam formunu
alm›fl bulundu¤undan, vicdan ad›n›n kapsam›na insan›n alt›ndaki
varl›klar› da alarak zihinleri kar›flt›rmamak için, bütün
varl›klar sözkonusu olunca, bunu –insanlardaki gibi– “vicdan”
ad› alt›nda de¤il de, “inkiflaf mekanizmas›” veya “tekâmül mekanizmas›”
ad› alt›nda genellefltirerek konuflmak uygun olur.
*
* *
fiimdi, inkiflaf mekanizmas›n›n gerektirdi¤i idrak, özgürlük
kavramlar›n›n dünyadaki bitki ve hayvan gibi basit varl›klardaki
karfl›l›klar›n› belirtelim:
Bedenlenmifl olan her varl›kta, idrak ve özgürlü¤ün kendisine
özgü en basit ve ilkel hâli mevcuttur. Bunu yukar›larda aç›klam›flt›k.
Yaln›z, flu var ki, ilkel kademelerin idrak ve iradeleri, insanlar›n
kabul etti¤inden bambaflka mânâlar› tafl›r. Hele bitkilerde
bunlar hissedilmeyecek derecede basittir, ilkeldir, âdeta içgüdüsel
hamleler hâlindedir ki, bu da o safhadaki varl›klar›n hayat
ihtiyaçlar›na bol bol yetmektedir. fiu hâlde, bitki ve hayvanlarda,
insanlar›n tan›makta oldu¤u vicdan fleklinde olmamakla birlikte,
ona denk bulunan bir inkiflaf düalitesi mevcuttur. Fakat tekrar
ediyoruz; bunu insanl›k âlemindeki vazife–nefsaniyet düalitesi
fleklinde düflünmemek gerekir.
‹lkel varl›klar›n sadece basit bir inkiflaf mekanizmas› olarak kabul
etti¤imiz bu düalite, do¤al olarak, o varl›klarda en ilkel içgüdülere
ayarlanm›fl bulunacakt›r. Meselâ bitkileri ele alal›m! Bitki-
99
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lerdeki idrak ve irade özgürlü¤ü insanlar›nkine oranla o kadar ilkel
ve basittir ki, bunun objektif olmaktan ziyade, sübjektif karakteri
vard›r. Ve bunu da insan idrakinin kavrayabilmesi hemen
hemen mümkün de¤ildir. ‹flte bu yüzden onlardaki inkiflaf, insanlara
tümüyle mekanik bir yürüyüfle tâbiymifl gibi görünür. Buradaki
durum, asl›nda bir görünüflten ibarettir. Çünkü bu safhadaki
varl›klar, kaba maddelerdeki gibi yaln›z Ünite’den gelen tesirlere
tâbi ve onlar›n maddede yapt›klar› hareketlere intibak etmeye
mecbur durumda de¤ildirler. Bunlarda içgüdüsel hamle ihtiyaçlar›
belirmifl ve bunun basit tatbikatlar› da bafllam›flt›r. Fizikteki
k›lcall›k özelli¤ine uyarak topraktan g›das›n› kökleri vâs›tas›yla
al›p bedenine yayarken, onlar› bedeninde kullanmas› ve harcamas›,
hakikatte, insanlara göre gizil denebilecek kadar ilkel
olan içgüdüsel hamlelerini gösterir. Bu durum, o bitkinin yaflamas›
için kaba maddeye olan müdahalesinin en basit fleklini ifade eder.
Bitkinin di¤er hayatî fonksiyonlar› hakk›nda da hâl böyledir. ‹flte
ancak bu mânây› korumak flart›yla, bitkilerdeki inkiflaf›n otomatik
oldu¤unu söylemekteyiz. Dolay›s›yla, onlar›n da çok basit olmakla
birlikte, bu ilkel canl›l›k durumlar›na yetecek kadar otomatik
ve basit müdahalelerini içeren birer inkiflaf mekanizmas›
mevcuttur ve bu da, bir birim düalite içinde ifller. ‹flte bu birim
düalitenin insan hayat›ndaki ad› vicdand›r. Zaten bu görüflü kabul
etmezsek, dünyadaki bedenlilere özgü olan inkiflaf mekanizmas›na
göre, bitki ve hayvanlar›n ilerleyifllerini de aç›klayamay›z.
Hayvanlarda bu ifl, biraz daha belirgindir. Çünkü onlar›n idrak
ve irade özgürlükleri biraz daha, yâni insanlar›n gözüne çarpabilecek
kadar, inkiflaf etmifl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, inkiflafa
iliflkin bu birim düalite mekanizmas›n›n hayvanlardaki gözlemini,
ufak bir dikkat sarf›yla yapmak, birçok kimse için mümkündür.
Bir tarafa sopay›, di¤er tarafa kemik parças›n› koyup da ikisinin
ortas›nda serbest b›rak›lan –o sopan›n tad›n› alm›fl– bir köpek,
flaflk›na döner. Ruhunda, sopan›n an›s› canlanan bu köpe¤in kemi¤e
hücum edip etmemek hususunda bir süre geçirece¤i karars›zl›k,
ondaki basit, k›sa bir iç mücadelesine denk gelir. ‹flte bu
durum, insanlarda vicdan düalitesi dedi¤imiz mekanizman›n, ne
100
BEDR‹ RUHSELMAN
kadar ilkel hâlde olursa olsun, hayvanlardaki fleklini ve iflleyifl tarz›n›
gösterir. Hayvanlarda bu mekanizma otomatik olarak ifller.
Meselâ açl›k hissi, onu g›das›n› arama vazifesini köstekleyen korku
veya tembellik duygusunu yenmeye sevk eder. O, bu duygusunu
yener; çünkü açl›k hâli onu, g›das›n› bulmak için etraf›nda
araflt›rmalar yapmak, cehit ve gayret göstermek zorunda b›rak›r.
Bu da ona, t›pk› insanlar›n vicdan mekanizmas›nda oldu¤u gibi,
bir sürü tatbikat zemin ve imkânlar› haz›rlar: G›das›n› bulamaz,
aç kal›r, gitti¤i yerlerde dayak yer, hemcinsleri ile bo¤uflur, nihayet,
öldürülebilir. Bunlar, o hayvan›n varl›¤›nda gelip geçici de
olsa, bir sürü otomatik çat›flma eflli¤inde olur. Yine, yukar›dan
gelen fliddetli tesirler, sevgi ba¤lant›lar›, yeni do¤an yavrusunu
beslemek ve büyütmek vazifesini ona yükler. Böylece, onun gelen
bütün tesirler karfl›s›nda gösterece¤i cehit ve gayretler, insanlardaki
vicdan mekanizmas›n›n hayvanlardaki dengi olan birim düaliteyle
yürür ki; hayvanlar›, otomatikman, insanlardaki vicdan
düalitesine bu birim düalite haz›rlar. ‹nsanlara gelince; burada
ayn› mekanizma, tabiî ki daha yüksek, yâni idrakli karakteriyle,
“vicdan” denilen formunu almaya bafllar. ‹nsanl›kta vicdan realitesinin
hem otomatik, hem yar› idrakli, hem de az çok idrakli
olmak üzere, üç safhas› da mevcuttur.
Otomatik vicdan safhas›, insanlar›n henüz ilk zamanlar›na aittir.
Bu insanlara hatal› olarak “henüz vicdanlar› inkiflaf etmemifl”
diyenler bulunabilir. Fakat bu yarg›, vicdan düalitesine ait, vermekte
oldu¤umuz genifl kapsaml› bilgi içinde yanl›flt›r. Ve bu hâl,
insanlarda düaliteyi aç›k olarak görememenin sonucudur. ‹nsanl›¤›n
ilk kademelerindeki vicdan mekanizmas›, ne kadar az belirgin
olursa olsun ve ne kadar otomatik görünürse görünsün, yine
de hayvanlardakine nazaran az çok idrakli hareketlerle zenginleflmifltir.
Meselâ, büyük bir sevgi ba¤›yla yavrusuna ba¤l› olan ilk
insan kademesi kad›n›n›n idrakinde, anal›k yükümlülü¤üne ait az
çok güçlü duygular, sezgiler ve hattâ bilgi k›r›nt›lar› vard›r. O, çocu¤unu,
bir hayvan›n yavrusunu besledi¤i gibi sade kör içgüdülerine
uyarak beslemez. Çocu¤unun hasta olmamas›, rahats›z edilmemesi,
ölmemesi için akl› erdi¤i kadar, önceden tedbirler al-
101
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
man›n ve o tedbirlere göre bâz› fedakârl›klara katlanman›n gere¤ini
kabul eder, bu yolda cehit ve gayretler gösterir. Biraz büyüyen
çocu¤unu –hayvanlar›n yapt›¤› gibi– silkip atmaz. Yine,
akl›n›n erdi¤i, bilgisinin yetti¤i kadar, onun ö¤retim ve e¤itimiyle
de meflgul olman›n gere¤ini idrak eder ve bu yolda çocu¤una
karfl› bir anal›k borcuna ait yükümlülü¤ünün bulundu¤u sezgisine
az çok varm›fl olur. Bununla birlikte o, bunlar› yapmayabilir de!..
Yâni, ilk kademelerinde insanl›k otomatizmas›n›, hayvanl›k âleminin
otomatizmas›ndan ay›ran özgürlük ve serbestlik hâli; hayvanlarda
mevcut olmayan sorumluluk duygusunun ve idrakinin
insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– do¤maya bafllam›fl oldu-
¤unu gösterir. Bu sorumluluk sezgisinin do¤uflu, insanl›k inkiflaf›n›n
h›zlanmas›nda etken olan en önemli duygular›n bafllang›c›d›r.
Çünkü vicdan düalitesinin vazifeye ve nefsaniyete yönelik
z›tlar› aras›ndaki denge durumlar› üzerinde, bunun büyük rolleri
olacakt›r: Bu sayede say›s›z s›navlar, eprövler, ›st›raplar,
azaplar, gözlemler, k›sacas› bir sürü olay idrak sahas›nda yer alarak,
insan varl›¤› –icap eden otomatizmalarla– vazife sezgisine
haz›rlanacakt›r.
*
* *
‹nsanl›k kademeleri ilerledikçe vicdan realitesine ait duygular,
bilgiler ve idrakler artar. O oranda özgürlüklerin s›n›r› genifller.
Fakat bir bak›mdan da, idraki geniflledikçe insan, yapmas› ve
yapmamas› icap eden fleyleri daha iyi sezmeye bafllar, onlara
uymak mecburiyetini duyar; böyle olunca da özgürlü¤ünü, gene,
bizzat kendisi s›n›rlamak zorunlulu¤unu duymaya bafllam›fl olur.
Böylece vicdan mekanizmas›, gittikçe daha iyi idrak edilir ve insan,
o oranda otomatizmadan kurtulur ki; bu da onun ad›m ad›m
vazife sezgisine yaklaflmas›n› sa¤lar. Nihayet, oldukça uzun bir
süre sonra, vicdan düalitesinin dengeleri vazife sezgisinin ve bilgisinin
efli¤ine dayan›r.
*
* *
102
BEDR‹ RUHSELMAN
Varl›klara ait inkiflaf mekanizmas›n›n genel olarak flemas›n› k›-
saca verdikten sonra, insanl›k hayat›nda onun nas›l iflledi¤ini, nas›l
ifllemesi gerekti¤ini ve ne flekilde inkiflaflar kaydetti¤ini aç›klamaya
bafll›yoruz.
‹nsanlardaki vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›n› izlerken, genellikle
yap›ld›¤› gibi sevgi, fedakârl›k, nefsaniyet, vicdan gibi birtak›m
durum ve melekeleri belirli bir tertibe tâbi tutarak s›ralamak,
do¤ru de¤ildir. Meselâ “önce fedakârl›k safhas› gelir, sonra onu
mutlaka bir sevgi veya vicdan safhas› izler” gibi mutlak bir s›ra
tertip etmek yanl›flt›r. Sadece, burada, insanlar›n hayat› boyunca
hem birbirine z›t olan, hem de birbirini destekleyen, vicdan›n vazifeye
ve nefsaniyete yönelik unsurlar›, bir bütünün iki z›dd› hâlinde,
karfl› karfl›ya yürüyüp giderler. Demek ki dünyada vazife
sezgisi haz›rl›¤›n› yapan vicdan mekanizmas›, bazen nefsaniyet,
bazen vazife yönüne yönelmifl iki tarafl› bir bütün hâli gösterir ve
yukar›da sayd›¤›m›z melekeler, bu bütünün içinde, müspet ve
menfî taraflar›nda, onun her kademesine uygun hâllere ve ihtiyaçlara
ayarl› denge durumlar›n› al›rlar ki; bu dengeyi sa¤layan
z›tlardan yukar›da olan›, vazife plân›na, afla¤›da olan›, nefsaniyete
yönelmifltir. Meselâ, di¤erkâml›k duygusu, vazife plân›na daha
yaklaflt›r›c› bir üst realite ise; onun karfl›s›na z›t olarak dikilen
bencillik nefsaniyeti, alt realiteyi oluflturur. Fakat unutulmas›n ki,
asl›nda bunlar›n ikisi de, bir düalite içinde, düalite prensibinin
icaplar›yla birbirine z›t nitelikler gösteren ayn› k›ymetin iki tarafl›
tezahüründen baflka bir fley de¤ildir. Bu z›tlar›n mânâs›n›, vicdan
konusu üzerinde konufltukça daha iyi anlatm›fl olaca¤›z. Demek
ki vicdan, hem müspet, hem menfî taraflar›yla, tam bir birim
düalite hâlinde, insan›n idrakini vazife bilgisine yaklaflt›ran kudretli
bir mekanizmad›r. Bu mekanizma, bitki safhas›ndaki içgüdüleri
hayvan safhas›n›n otomatizmas›na, hayvan safhas›ndaki otomatizmalar›
insan hayat›ndaki vicdan duygusu safhas›na, insanlar›
ise vazife sezgisi ve bilgisi idraklerine, yâni vazife plân›na haz›rlar.
*
* *
103
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹nsanl›k safhas›na geldi¤inde, bu inkiflaf mekanizmas›, insan›n
az çok beliren idrak ve irade özgürlü¤üne terk edilmifltir. Böylece
insan, kullanmakla yükümlü bulundu¤u idrak ve irade özgürlü-
¤üyle, cehit ve gayretlerini vicdan düalitesinin hangi z›dd›na yöneltirse,
hangi z›dda daha fazla de¤er yüklerse, denge o z›dd›n
lehine olarak bozulur. Çünkü bir madde kombinezonuna yönelmek,
ona tesir göndermek demektir; gönderilen tesirler ise birer
de¤erdir ve o taraf›n lehine olarak de¤er farklanmas›na neden
olur.
*
* *
fiimdi vicdan mekanizmas›n›n iflleyifl tarz› üzerinde duraca¤›z.
Vicdan düalitesinin müspet dedi¤imiz üst realitesi ile görece olarak
menfî dedi¤imiz alt, nefsaniyet realitesi, herhangi bir inkiflaf
kademesinde, insanda denge hâlinde bulunur. Yâni, bunlar›n
içerdi¤i de¤erler, aralar›ndaki statüyü korurlar. Yaln›z, buradaki
denge, sürekli olarak sabit kalmaz, her ân bozulur. Fakat –daha
önce söyledi¤imiz gibi– bozulan bütün düalite dengeleri, daima
yeniden kurulma, denge hâline gelme e¤ilimindedir. Düalite
prensibi gere¤ince, dengesi bozulmufl z›tlar, aslâ o hâlde kalamazlar.
Hangi taraf›n fazla de¤er almas›yla denge bozulmuflsa,
dengenin tekrar kurulmas› için, o z›ttan zay›f olan tarafa bir de-
¤er ak›m› bafllar. Bu da karfl› taraftaki menfî olan z›dd›n de¤er
düzeyinin müspet z›dd›n de¤er düzeyi hizas›na kadar yükselmesine
neden olur. Böylece, esasen yüksek de¤erler alarak düzeyini
artt›rm›fl müspet taraf ile menfî taraf aras›nda kurulan yeni denge
düzeyi, önceki düzeye nazaran daha üstün bir duruma girmifl
bulunur ki; bu da, o birim düalitenin bir üst kademeye geçmifl
olmas›, yâni vicdan mekanizmas›ndaki idrakin, vazife bilgisine
biraz daha yaklaflm›fl bulunmas› demektir. Buna karfl›l›k menfî
z›dda, yâni nefsaniyete fazla de¤er gönderilirse, ifl öncekinin ayn›
olmakla birlikte, yön aksi tarafa döner. Bu takdirde birim düalite,
yâni vicdan, bir kademe afla¤›ya do¤ru kaymaya bafllar. Ve vicdan›n
afla¤›lara kaymas› demek, yüksek k›ymetlerinden kaybetmeye
bafllamas› demektir ki, bu gibi hâllerde insanlar görünüfle
bakarak, “vicdan sesini bo¤mak, körletmifl olmak” gibi deyimler
104
BEDR‹ RUHSELMAN
kullan›rlar. Nitekim önceki hâlde de, vicdan sesinin güçlenmifl olmas›ndan
söz ederler.
Fakat genel tekâmül prensipleri, hiçbir varl›¤›n sürekli olarak
afla¤›lara do¤ru yuvarlan›p gitmesine r›za göstermez. ‹fl bu hâle
gelirse, yâni e¤er o insan sürekli menfî z›dda de¤erler göndermek
suretiyle dengeyi hep afla¤›lara do¤ru kayd›rarak, idrak ve irade
özgürlü¤ünü kötüye kullanmaktan kendisini kurtaramayacak duruma
girerse, ona yard›mla yükümlü olan vazifeli varl›klar, derhal
gönderdikleri güçlü tesirlerle, onu, yuvarlanmaktan kurtarmak
için, zorlay›c› bir otomatizmaya sevk ederler. Yâni –afla¤›
yukar› ilk insan kademelerinde oldu¤u gibi– onun önüne birtak›m
çekici veya itici a¤›r olaylar› sürerek, idrak ve iradesinin istenilen
üst z›dda otomatikman yönelmesini sa¤lamaya çal›fl›rlar. Az çok
zorlay›c› bir karakter tafl›yan bu hâl, do¤al olarak, serbest iradeyle
oldu¤u gibi pek kolayl›k içinde cereyan etmez. Aksine, burada,
otomatizman›n zorunluluklar›ndan olarak, ortaya sürülecek say›-
s›z olay›n genellikle ›st›rapl› ve s›k›c› olan mahiyetleri, o insan›n
iradesini yola sokuncaya kadar, ona birçok zahmetler, azaplar,
hattâ icap ediyorsa iflkenceler ve ölümler haz›rlar. Tâ ki* onun,
kendi serbest hâliyle kullanamad›¤› iradesi, istenilen z›t tarafa
yönelebilecek kudreti kazanm›fl olsun.
*
* *
fiimdi, vicdan›n vazifeye ve nefsaniyete yönelik olan z›t unsurlar›na
geçelim! Herhangi bir kademedeki vicdan mekanizmas›nda,
birbirine z›t görünen iki unsur; bir insan› vazife plân›n›n
bilgilerine haz›rlay›c› mahiyette afla¤›dan yukar›ya do¤ru s›ralanm›fl
ve ihtiyaçlar›n zaruret ve icaplar›na göre tertiplenmifl realiteler
zincirinin, o kademeye özgü, birbirine kenetli bulunan, alt
ve üst iki halkas›d›r. Alttaki halkay› oluflturan realiteye nefsaniyete
yönelmifl, üsttekine de vazifeye yönelmifl diyoruz. Bu zincir,
afla¤›dan yukar›, geçmiflten gelece¤e do¤ru uzand›¤›na göre, altta
olan nefsaniyete derken yaflanm›fl realiteyi, üst z›dd› oluflturan
* “Tâ ki” ifadesi, flu anlamlar› verecek flekilde kullan›l›r: “…mesi için, …sin diye; …e kadar;
yeter ki; sonunda”.
105
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vazifeye derken de yaflanacak realiteyi kastetmekteyiz. fiu hâlde,
vicdan mekanizmas› unsurlar›n›n her biri, insan hayat›n›n geçirilmifl
ve geçirilecek olan realitelerini içermektedir. Devresini tamamlam›fl
bir realite, vazife plân›na insan› biraz daha yaklaflt›r›c›
mahiyette olan bir üst realitenin önüne engel olarak dikilir. Ve zaten
buna onun için “nefsaniyet” diyoruz. Fakat unutulmas›n ki, o
ân için üsttekine engel olan bu alt realite, o üst vicdan kademesini
haz›rlam›fl bulunan bir önceki kademenin üst realitesi idi.
*
* *
‹nsanlar için realite, hislerinin alâka kurdu¤u mevcudiyete
inanmalar› demektir. fiu hâlde –hisler daima de¤iflti¤ine göre–
sabit bir realite yoktur. ‹drakler geniflledikçe ve artt›kça, hisler ve
realiteler de de¤iflir ve kapsam kazan›rlar. Demek ki vicdan mekanizmas›nda
afla¤›dan yukar›ya yükselen ve de¤iflen realitelerin
durumu, varl›¤›n vazife plân›na do¤ru uzan›fl ve yürüyüflünün h›-
z›n› gösterir. Çünkü realiteler, idrak ile birlikte yürürler. ‹drakler
ne kadar artarsa, realiteler de o oranda genifller ve kapsam kazan›rlar.
Yâni, hislerin alâka kurdu¤u mevcudiyetler ço¤al›r ve onlar›
benimsemek, hazmetmek kudretleri artar; böylece daha yüksek
ve ileri realitelere ulafl›l›r. Bir da¤a t›rmanan insan, da¤›n eteklerinde
iken, karfl›s›nda ancak küçük bir arazi parças›n› görebilir.
Da¤a t›rman›p yükseldikçe, gözlerinin önünde aç›lan arazi o
oranda genifller. Ve da¤›n tepesine ç›kt›¤› zaman, ovay› bütün
kapsam›yla görür ve kavrar. ‹flte, idrak yükseldikçe realitelerin
kapsam› da böylece artar.
Realite, ayn› zamanda bir bilgidir. Hislerle alâka kurulup da
varl›klar›na inan›lan fleyler, duyulur ve bilinir. fiu hâlde, her kademe
ve safha için sabit olan, de¤iflmeyen mutlak bir realite,
dünyada mevcut de¤ildir. Herkesin kendine özgü duyufl ve inan›fllar›
vard›r. Bu duyufl ve inan›fllara göre de, mahiyetleri ve kapsamlar›
de¤iflik realiteler mevcuttur. Afla¤›larda bulunan insanlar›n
henüz realitesine girmemifl durumlar, üst kademede bulunanlar
için realite olabilirler. Yine, realiteler, yükseldikçe, alt kademelerin
basit realitelerini de kapsamlar› içine al›rlar. Yüksek
106
BEDR‹ RUHSELMAN
realitelere giren bu basit realiteler, onlar›n kapsam› içinde yavafl
yavafl eriyerek kendi kimliklerini kaybederler. fiu hâlde, meselâ
insan›n da¤›n ete¤inde iken gördü¤ü birkaç yüz metrekarelik
arazi içindeki ufak tefek ayr›nt›lar, girintiler, ç›k›nt›lar, hendekler,
çal› ç›rp›lar, ufak su birikintileri... da¤›n tepesine ç›k›ld›kça
daha geniflleyen ufuklar›n genifl sahas› içinde yavafl yavafl kaybolurlar.
Fakat onlar yine de, meydana gelen bu bütünün kurucu
unsurlar›, birer cüzü olarak o sahan›n içinde kal›rlar. Dolay›s›yla,
realiteler birbirine eklenerek geniflledikçe eski realitelere tak›l›p
kalmamak gerekir. Bunu yapmad›kça, eteklerden görünen birkaç
yüz metrekarelik manzaran›n ayr›nt›lar›ndan ayr›lmak istenmedikçe,
yukar›lara ç›kmak ve manzaray› geniflletmek mümkün olmaz.
Ve tepelerden gözlemlenen kilometrelerce genifl sahan›n
zenginliklerinden, haflmetli manzaralar›ndan yararlan›lamaz.
Esasen o iki kar›fll›k yere ba¤l› kald›kça, bu manzaralar›, bu güzellikleri
aramak ihtiyac› da belirmez. fiu hâlde, yükselmek için,
hedefe yaklaflmak için, özetle, vazife plân›na gerekli olan liyakatleri,
idrakleri kazanman›n yolunu tutmak için, alt kademelerin
nefsaniyetleri içinde gömülüp kalmamak ve onlar›n a¤›rl›klar›ndan
silkinip kurtulmak gerekir.
*
* *
Realitelerden silkinip kurtulmak, herhangi bir realiteyi gelifligüzel
f›rlat›p at›vermek suretiyle olmaz. Burada flu noktan›n iyi
anlafl›lmas› gerekir: Bir realitenin daha yüksek bir realiteye yerini
b›rakmas›, keyfî bir ifl de¤ildir. Bu, öncelikle, bir inkiflaf zaruretinin
sonucudur. Bir realitenin terk edilip daha üstün bir realiteye
geçilebilmesi için, o realitenin bütün icaplar›na uyulmas›, ona
hâkim duruma geçilmesi ve onun iyice hazmedilmesi gerekir; yâni
o realitenin sonuçlar›n›n, öz varl›k taraf›ndan bütün icaplar›yla
benimsenmifl ve öz bilgi hâline girmifl bulunmas› gerekir. Yoksa,
henüz benimsenmemifl ve hazmedilmemifl bir realitenin vicdan
mekanizmas›ndaki esas yeri, zaten o mekanizman›n üst unsurudur.
Çünkü o, geçirilmifl de¤il, henüz geçirilmesi gereken bir realitedir.
Yâni, kazan›lm›fl de¤il, kazan›lacak bir realitedir. Dolay›-
107
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
s›yla, onun, tam mânâs›yla, icaplar›na uyulmas› gerekir. Tâ ki o,
geçirilmifl, yaflanm›fl bir unsur olarak ikinci plâna, nefsaniyet plân›na
inebilsin. Bunu da tayin edecek olan hâl, ihtiyaçt›r.
*
* *
‹nsan bir realitede tümüyle yaflad›ktan sonra, orada kendisini
tatmin etmemeye bafllayan noktalarla karfl›lafl›nca ve daha üstünü
aramak ihtiyac›n› duyunca, içinde bulundu¤u realite, art›k ikinci
plâna düflmesi gereken, nefsaniyet hâline giren bir unsur olur. ‹flte
böylece eskimifl, geriye b›rak›lmas› icap eden bir realiteden silkinmek
için yap›lan mücadelelerden do¤an olaylar ve bu olaylardan
al›nan dersler; öz bilginin sürekli olarak artmas›na, idrakin genifllemesine
ve sonuç olarak ruhun tekâmülüne neden olmaktad›r.
Böylece, realiteler afla¤›dan yukar›lara do¤ru, art arda sürüp gider.
Yâni, herhangi bir kademenin vazifeye yönelik unsuru, üst kademenin
nefsaniyet unsurunu; nefsaniyete yönelik unsuru da alt kademenin
vazife unsurunu oluflturur. Tekrar edelim ki, bu realiteler
de¤iflmeyen bir s›ra içinde birbirini kovalamaz. Kiflinin tekâmül
ihtiyac›na ve idrak kapasitesine göre de¤iflerek birbirini izler. Burada
bir örnek verelim: ‹ntikam duygusuyla, insan öldürmenin
mübah say›ld›¤› herhangi bir kademe düflünülsün! Orada, babas›n›
veya akrabas›n› öldüren bir kâtilden, kan dâvas› güderek öç
alman›n gere¤ine inanm›fl ve bu ifli, bu inançla bir ödev olarak kabullenmifl
bir insan var. Bu inanç, o kademenin bir bilgisi, bir realitesidir.
Fakat bunun üstünde de öyle bir bilgi kademesi daha var
ki; orada, kendisine kötülük yapm›fl bir insan hakk›nda intikam
duygusu beslemenin do¤ru olmad›¤› ve bunun sorumlulu¤u gerektirici
bir hâl oldu¤u, buna karfl›l›k, kötülüklere daima af ve hoflgörüyle
karfl›l›k verilmesi gerekti¤i bilgisi ve hükmü geçerlidir. Önceki
kademede yaflam›fl insan›n, kendi realitesinden s›yr›l›p üst
kademe realitesine geçmesi kararlaflt›r›lm›fl ve bunun için de o,
tekrar dünyaya gelmifl bulunsun! O insan dünyaya gelirken, kendisini
eski realitesinden kurtarmaya yard›m edecek bütün mücadele
imkânlar›n› plân›na koymufltur. Fakat hâlâ eski realitesinin
etkisi alt›ndad›r. fiu hâlde, dünyaya gelince, vicdan mekanizmas›n›n
menfî kutbunu oluflturan intikam nefsaniyeti realitesinin
108
BEDR‹ RUHSELMAN
güçlü ba¤lar› karfl›s›nda, o insan, af, hoflgörü, hattâ sevgi telkin
eden üst realiteye yanaflmayabilir. Ve böylece, eski intikam realitesinden
kendisini kurtarmakta güçlük çekmeye bafllar. Dolay›s›yla,
e¤er kendi kendine kal›rsa, belki bütün hayat› boyunca
yerinden k›m›ldayamayacak ve üst kademeye geçemeyecektir. Fakat
bu hâlin aslâ böyle devam edemeyece¤ini daha önce de söylemifltik.
Ve bir birim düaliteye, yukar›dan üst z›dda, afla¤›dan da
alt z›dda gelecek milyonlarca tesirin mevcudiyetinden de söz etmifltik.
Üstelik, bir de onun dünyaya gelirken çizilmifl olan hayat
plân› vard›r ki; o, dünyada bu plâna sâd›k kalaca¤›na nas›l söz
vermifl ise, o plân etraf›nda ona yard›m etmekle vazifelenmifl yard›mc›
varl›klar da vazifelerini elbette yapacaklard›r. Dolay›s›yla, o
insan›n üst realitelere ulaflmas› için muhtaç oldu¤u güçlerin inkiflaf›
maksad›yla neler yap›lmas› gerekirse, bu yard›mc›lar onlar›
yapacaklard›r. ‹flte, bu yard›m ve müdahalelerle o, eski realitesinden
sökülür ve üst kademenin af, hoflgörü ve flefkat bilgilerine
atlayarak, eski, intikam almak, insan öldürmek realitesinden vazgeçer.
fiu hâlde, üst realiteyi benimsemek, alt realitenin ba¤lar›ndan
çözülmekle mümkün olur.
*
* *
Realiteler, öz varl›kta sonuçland›rd›klar› bilgi bak›m›ndan ele
al›n›nca, onlar›n birbirlerini bütünlediklerini de unutmamak gerekir.
‹flte bu bak›mdan her realite, bir üst realiteyi haz›rlayarak var›lmas›
gereken noktaya kadar zincirleme giden bir bütünün cüzüdür.
Ve esasen, bir insan varl›¤›n›n görgü ve deneyimi de, bu
realitelerin öz varl›kta bilgi hâlinde birikmifl izlenimlerinden ibarettir.
Yâni, geçmifl bir realite, gelecek realiteyi haz›rlarken, gelecek
realitenin öz bilgileri içinde, o geçmifl realitenin de izlenimi
mevcut olarak kal›r. Esasen, böylece, gelecek realiteler, geçmifl
realitelerin sonuçlar›n› içine ala ala genifller ve kapsam kazan›r ve
varl›¤›n görgü ve deneyimlerinin artmas›na neden olurlar. Meselâ
kaba bencillik realitesinin bulundu¤u kademeyi dolduran bireysel
bencillik nefsaniyeti, üst mâflerî bir plân realitesinde, daha üstün
ve kapsaml› bir karakterde, mâflerî bencillik hâlini al›r. E¤er birinci
kademede bir insan, yaln›z bireysel ç›karlar› için ç›rp›n›yor-
109
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sa, ikinci kademede kendisine ba¤l› küçük bir toplulu¤un, bir ailenin
ç›karlar› için çal›flmaya bafllar. Ve bu bencillik nefsaniyeti; kademeler
yükseldikçe bir cemiyeti, cemaati, ulusu, tüm insanlar› ve
hattâ bütün varl›klar› kapsayacak flekilde artar ve genifller ki, oralara
do¤ruldukça art›k ona bencillik de¤il, di¤erkâml›k demek icap
eder. Bununla birlikte yine, o, kendisinden bir üst realiteye nazaran,
nefsaniyet durumunda kal›r. Bu durum, eski nefsaniyetlerin
öz varl›ktaki sonuçlar›n›n, yeni ögelerin sonuçlar›yla, yâni üst z›tlar›n
sonuçlar›yla beslene beslene kapsam kazanan ve inkiflaf eden
hâllerini gösterir. ‹flte böyle, bir üst realitenin karfl›s›na dikilmek
suretiyle onun kazan›lmas› için lüzumlu cehitleri gerektiren bir
nefsaniyet realitesi, ayn› zamanda, bu üst realitenin içine kar›fl›p
daha yüksek kimliklerde kaybolmaya aday durumdad›r. fiu hâlde,
en ileri ve yüksek realitelerin öz bilgi hâline geçmifl sentezleri
içinde, ilk realitelere ait nefsaniyetlerin o bilgilere intibak etmifl ve
ilk mahiyetlerini orada eritmifl sonuçlar› vard›r.
*
* *
fiimdi, realitelerin insanlar› vazife plân›na nas›l haz›rlad›klar›
meselesi üzerinde duraca¤›z. ‹nsan›n vazife plân›na geçecek olan
taraf›; etiyle, kemi¤iyle, sinirleriyle, bedeni de¤ildir. Beden, her
dünya hayat› devresinin sonunda bütün oluflumlar›yla birlikte,
topra¤a gömülmeye mahkûmdur. Dolay›s›yla, insan›n, ilk insanl›k
hayat›ndan itibaren –insan üstü bir plân olan– vazife plân› bilgisine
kadar yürüyen taraf› bedeni de¤il, baflka bir taraf›d›r ki, o
da daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz, varl›¤›d›r. Yâni, tâbi oldu¤u
bir ruha hizmet etmek için çeflitli maddeler kullanarak, bütün
kâinat boyunca inkiflaf ede ede yürüyen, varl›¤›d›r. Bedenler, bu
varl›¤a sadece bir vâs›tadan ibarettir. fiu hâlde, bütün bu realiteler
ve realiteleri oluflturan unsurlar, vazife plân›na insan bedenini
de¤il, onu kullanan varl›¤› haz›rlamaktad›rlar. Bunun da mânâs›
fludur ki, insan beynine göre k›ymetlendirilmifl olan dünya realiteleri,
öz varl›¤a, ayn› hâl ve flekillerde geçemezler. Ve zaten böyle
olmasayd›, bedene hiç gerek kalmaz, varl›k dünyada do¤rudan
do¤ruya yaflayabilirdi. O hâlde, insan beyninin k›ymetlendirdi¤i,
dünyada bildi¤imiz, gördü¤ümüz realitelerin öz varl›¤a intikal
110
BEDR‹ RUHSELMAN
eden ve onun haz›rlanmas› için intikal etmesi gereken as›l k›ymetleri
nelerdir?
Varl›¤a geçen bu k›ymetler, dünya maddelerine ayarlanm›fl bulunan
realitelerin kaba hâl ve flekilleri de¤ildir. Bu k›ymetler; öz
varl›kta bu realitelerin do¤urmufl olduklar›, varl›¤›n ince bünyesine
ve ihtiyaçlar›na uygun, yüksek ve ince madde kombinezonlar›
hâlindeki, birtak›m sonuçlar›d›r. Bunlara birer izlenim demek
de do¤ru olmaz. Çünkü bu sözcük, burada tam mânây› ifade etmemektedir.
‹flte, mahiyetleri insan idrakine göre pek belirsiz
olan bu sonuçlar veya izlenimler, varl›klar›n inkiflaflar›na neden
olan derin izlerdir. Ve bu izlerin derinleflmesi ifadesinin mânâs›
da, o varl›¤a ait olan ve tekâmülü sa¤layan öz idrakin genifllemesi
ve kapsam kazanmas› demektir. Esasen, öz idrak, varl›k ile efl
oldu¤undan, idrakin genifllemesi ve kapsam kazanmas› demek,
bizzat varl›¤›n inkiflaf etmesi demektir.
*
* *
Realitelerin öz varl›ktaki oluflma tarz›na gelince: Yaflanan realiteler
ve bu realitelere ba¤l› iyi ve kötü bütün olaylar, insanlar› çeflitli
görünüflleriyle memnun eder veya üzerken, hakikatte bunlar,
öz varl›kta –o varl›¤›n bünyesine uygun de¤erlerle– insan›n anlayamayaca¤›
flekilde birtak›m formasyonlara ve transformasyonlara
neden olurlar. Böylece orada, çok yüksek madde sentezleri
içinde, dünyadaki görünüfllerinden bambaflka flekil ve tarzlarda
gittikçe de¤erlenerek zenginleflen ince kombinezonlar meydana
getirirler. Bunlar, hakikî, öz bilgilerdir ki, ruhlar›n tekâmüllerine
hizmet ederler. Demek ki realitelerin, kaba dünya maddeleri aras›nda,
daha önce söyledi¤imiz maddî flekilleri ve durumlar› birbirini
kovalay›p haz›rlayarak sürüp giderken, onlar›n, öz varl›kta
efl mânâl›lar› bulunan sonuçlar› da, kaba âleme özgü ifadelerinden
çok daha derin ve ince mânâlar hâlinde birike birike, öz bilgileri
beslerler. Bunlar, hakikî tekâmül de¤erleridir. Daha önce
bilgisini verdi¤imiz tekâmül de¤erleri kavram›n› buradaki kavram
ile karfl›laflt›ranlar, ruhlar›n kâinattan ne flekilde yararland›klar›na
iliflkin sezgilerini biraz daha geniflletirler. Öz bilgilerle
111
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
genifllemifl bulunan öz idrak, yâni beden ortam›n›n üstündeki
varl›¤a ait olan ve varl›kla kâinat sonuna kadar uzanan hakikî
idrak, dünyada endirekt olarak, beden kanal›yla içinde yaflam›fl
oldu¤u realitelerin kaba görünüflleri yollar›ndan yararlan›r. Ve
böylece, tâbi bulundu¤u ruhun tekâmülüne ait hizmetlerine devam
eder. ‹flte bu bilgi iyice kavrand›ktan sonra, realitelerin hem
unutulmas›, hem yaflanmas› ifadelerinin mânâlar›n› birbirine kar›flt›rarak
teflevvüfllere düflmek olas›l›klar› ortadan kald›r›lm›fl
olur. Çünkü, burada, olaylara hedef olan iki ekran vard›r: Bunlardan
biri, fizik dedi¤imiz kaba maddeler toplulu¤u, di¤eri ise
bu toplulu¤u kullanmak suretiyle bir ruha hizmet eden ince ve
karmafl›k bir varl›kt›r. Bedenin kabal›¤›, kaba realiteleri almaya
yarar, varl›ktaki öz bilgilerin artmas›na imkân sa¤lar. ‹flte, iflleri
görülünce unutulmas› gerekenler, realitelerin kaba bedenlere hitap
eden kaba görünüflleridir. Ve bu da, zaten ileride aç›klayaca-
¤›m›z yüzeysel zaman idrakinin bir zorunlulu¤udur. Çünkü bu
zorunlulu¤a göre, yeni bir k›ymetin meydana gelebilmesi için,
eski k›ymetin yerini ona terk etmesi icap eder. Buna karfl›l›k,
realitelerin öz varl›¤a hitap eden taraflar› ise, kaba görünüfllerinin
öz varl›ktaki efl mânâl›lar› olan, ince mânâlard›r. Bunlar, daha
önce söyledi¤imiz gibi, birbirini haz›rlayan ve birbirine eklenen
k›ymet cüzleridir ki, bu cüzler, öz bilgi sentezini geniflletirler.
Tekrar ediyoruz: Realitelerin yaflanmas› ve unutulmas› konusunu
ele al›rken, insan beynine, yüzeysel zaman idrakine göre kronolojik
k›ymet ve sistemlere ba¤l› olan maddî an›lar ile bu realitelerin
varl›kta derinleflmifl ve öz bilgi sentezine dahil olmufl izlenimlerini
birbirinden ay›rt etmeyi unutmamal›d›r. Çünkü yüzeysel zaman
icaplar›na tâbi olan beden için öncekilerin unutulmas› ne kadar
lüzumlu ise; ruhun tekâmülüyle ilgili, küresel zaman idrakinde
yaflayan varl›k için de, ikincilerin öz bilgiler aras›nda temelleflmesi,
o kadar do¤al ve zarurîdir. Ve hattâ esas gayenin icab›d›r.
*
* *
112
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi öz bilgilerin artmas›n› sa¤layan vicdan mekanizmas›n›n
düaliteleri aras›ndaki iliflkileri biraz daha inceleyece¤iz.
Vicdan mekanizmas›nda biri vazifeye, di¤eri nefsaniyete yönelmifl
iki z›t tezahürün, birbirini izleyen ve haz›rlayan realitelerden
ibaret oldu¤unu söylemifltik. S›ras›na göre ayn› realite, hem nefsaniyete,
hem de vazifeye yönelebilmektedir. Uyulmas› icap eden
yerde vazifeye, geride b›rak›lmas› gereken yerde de nefsaniyete
yöneliktir. O hâlde, nefsaniyetlerin sonuçlar›, yâni öz bilgiler, nas›l
birbirine tak›larak geçmiflin zenginliklerini meydana getiriyor
ve gelecekleri haz›rl›yorsa, o gelecekler de öylece, vazife plân›na
yönelmifl olan daha ileriki geleceklerin yollar›n› açmaktad›rlar.
Burada, bu vazife ve nefsaniyet yönlerine yönelmifl z›t unsurlar›n
birbirine nazaran durumlar›n› daha maddî k›ymet benzerleriyle
aç›klayabilmek için, daha önce vermifl oldu¤umuz m›knat›s çubu-
¤u örne¤ine tekrar dönüyoruz: Bu çubu¤u “+” taraf› yukar›, “–”
taraf› afla¤› gelmek üzere çekül yönünde tutal›m! Bu hâlde iken
çubu¤un tam üst yar›s› ile alt yar›s›, birbirine eflit miktarda z›t
m›knat›sl›¤› içermektedir. fiimdi bu çubu¤u üst tarafa do¤ru uzat›rsak,
yâni ona üst taraftan m›knat›sl›k eklersek denge bozulaca¤›
için, çubu¤un nötr noktas›, yerinden oynar ve biraz yukar›
yükselir. Çünkü “+” taraftan eklenen bir k›s›m m›knat›sl›kla
“+”dan “–”ye do¤ru bir m›knat›sl›k ak›m› bafllayaca¤›ndan, denge
hatt› yukar›ya ç›kar. Bu ifllemi alt taraftan yaparsak sonuç aksi
olur, denge hatt› biraz daha afla¤› düzeye kayar. Bu, kaba bir örnektir.
Fakat sezgi vermesi bak›m›ndan yararl›d›r. Bu deney gösteriyor
ki, biri “+”, di¤eri “–” iflaretli olmas›na ra¤men, çubu¤un
her iki taraf›ndaki unsur, ayn› cevherdir. Bu örnekte m›knat›s
çubu¤uyla sembolize ediyorsak da, tabiî ki vicdan düalitesi, asl›nda
bu kadar basit bir durum göstermez. Yâni, onun unsurlar›
aras›nda, bir m›knat›sl›k unsurlar›yla k›yas edilemeyecek kadar
büyük ve karmafl›k farklar vard›r. Dolay›s›yla, buradaki realite
farklar›, m›knat›s›n “+”, “–” kutuplar›ndaki gibi basit de¤ildir.
Fakat vicdan mekanizmas›n›n ifllemesine ait, kabaca bir sezgi kazand›rmak
için bu örne¤i vermifl oluyoruz. ‹flte bir m›knat›s çu-
113
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bu¤uyla sembollefltirdi¤imiz vicdan› çekül yönünde tutarsak; üst
tarafta bulunan vazifeye yönelik unsuru ile alt tarafta bulunan
nefsaniyete yönelik unsuru denge hâlinde iken, bu unsurlar›n k›ymet
dereceleri, insan idraki muvacehesinde, yâni yine bizzat vicdan
mekanizmas›nda, birbirine eflittir. Ve bunlar›n denge hatt›
da, m›knat›s çubu¤u sembolüne oranla, tam ortadad›r. E¤er bu
vicdan çubu¤unu üst yar›s›ndan itibaren yukar›ya do¤ru uzat›rsak,
yâni üst tarafa, vazife realitesine yak›n cüzlere de¤erler eklersek,
çubu¤un yükü o tarafa do¤ru artar. Ve eski denge hatt›
afla¤›da kal›r. Bu takdirde, vazife ile nefsaniyet taraflar›n›n birbirine
karfl› olan denge durumu bozulmufl bulunur. Fakat denge yasas›,
bu bozuklu¤a katlanamaz, karfl› koyar. M›knat›sl›k olay›nda
oldu¤u gibi, denge tekrar kuruluncaya kadar, de¤eri artm›fl olan
taraftan az de¤erli tarafa, vazife taraf›ndan nefsaniyet taraf›na
do¤ru bir ak›m bafllar. Bu ak›m, tabiî ki, yüksek realitenin bâz›
k›ymet cüzlerinin daha alt realiteye geçmesi demektir. Kuflkusuz,
sözünü etti¤imiz bu de¤erler –biraz yukar›da aç›klad›¤›m›z gibi–
realitenin maddelere ve flekillere ait, bedene hitap eden taraf› için
de¤il, öz bilgilerle ilgili, varl›¤a hitap eden taraf› içindir. Bunlar,
öz bilgi de¤erleridir ve vicdan mekanizmas›n›n bir sürü iflleminden
sonra gerçekleflmektedirler. Böylece, “+” taraftan “–” tarafa
bu ak›m›n bafllamas›, bozulmufl olan denge hatt›n›n, öncekine
nazaran biraz daha yüksek düzeyde yeniden kurulmas›na neden
olur. Daha do¤rusu vazife unsuru de¤erlerinin bir k›sm›, nefsaniyet
unsurlar› aras›na kar›flarak, nefsaniyet düzeyini de biraz
daha yükseltmifl bulunur. Böylece, öz bilgi düzeyi ve öz bilgi idraki
yukar›lara do¤ru uzan›r. Demek ki vicdan mekanizmas›n›n
vazife taraf›na ait de¤erleri artt›kça, bu üst taraf›n afla¤›daki nefsaniyet
taraf›na akan de¤erleri, nefsaniyet taraf›n›n vazife taraf›-
na do¤ru kaymas›na ve iki taraf aras›ndaki denge hatt›n›n da vazife
plân› bilgilerine do¤ru yükselmesine neden olmaktad›r.
*
* *
114
BEDR‹ RUHSELMAN
fiunu belirtmek isteriz ki, bir insan›n, dünya k›ymetleri idraki
muvacehesinde yapaca¤› ifl; vicdan düalitesinin vazifeye yönelik
olan unsurunu beslemek, nefsaniyet unsurunu geriye atmak olmal›d›r.
Çünkü vazife unsuruna de¤erler eklendikçe vicdan dengesinin
öz varl›ktaki kazançlar› h›zla yükselecek; nefsaniyet unsurlar›na
ba¤lan›p üst unsurlar ihmal edildikçe de, öz bilgilerin artmas›,
baflka kanallardan, uzun uzad›ya geçirilecek ›st›rapl›, zahmetli
ifllemlerle, otomatik yürüyüfle tâbi olarak, yavafllayacakt›r.
fiu hâlde, inkiflaf yolunu k›saltmak ve vicdan mekanizmalar›-
n›n zahmetli müdahale zaruretlerini mümkün mertebe azaltmak
için, bu mekanizman›n üst ve alt unsurlar›n› birbirinden ay›rt
edebilecek idrak düzeyine bir ân önce ulaflmak gerekir; tâ ki üstlere
yönelmenin idraki ve cehdi mümkün olabilsin. Bunun için,
inkiflaf mekanizmas›ndaki önemi aç›kça görülebilen idrak üzerinde
durmam›z gerekiyor.
*
* *
Yukar›da, vicdan mekanizmas›n›n, insanl›ktan önceki varl›klarda
–tabiî ki en ilkel flekillerde– içgüdüsel düaliteler hâlinde oldu-
¤unu, insanl›k derecesindeki idrakli formunu ancak insanl›k hayat›ndan
itibaren almaya bafllad›¤›n› belirtmifltik. Bunun nedeni
hiç flüphesiz, idrak kudretinin, insanl›k düzeyine özgü derecesine
eriflmifl bulunmas›d›r. ‹nsanl›k safhas›ndaki vicdan mekanizmas›,
idraklere göre ayarlan›r. ‹nsanlar aras›ndaki vicdan mekanizmas›-
n›n inkiflaf›, en basit idrak düzeyinden en yüksek idrake kadar,
çeflitli kademeler gösterir. Bütün bunlar gösteriyor ki, insanl›ktaki
vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›nda idrakin çok önemli bir durumu
vard›r. Daha do¤rusu vicdan›n inkiflaf›, idrakin inkiflaf› demektir.
‹drakin en basit içgüdüler hâlinde mevcut bulundu¤u ilk
dünya varl›klar›nda, ancak o düzeye göre vicdan mekanizmas›
vard›r. Meselâ insanlar›n dünyada ilk varl›k olarak tan›d›klar›
bitkilerde, idrakin en basit hâli olan otomatik içgüdüler bulunmaktad›r.
Ve bu da, elbette, insanlar›n sahip olduklar› idrak kademelerinden
çok uzak bir hâl gösterir. Bu nedenden dolay› on-
115
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lara bir idrak damgas› da vurulamaz. Fakat bu içgüdüler, o düzeydeki
varl›klarda, onlar›n hayat icaplar›na yetecek kadar idrakin
yerini tutmaktad›rlar. O hâlde idrakin hakikî mânâs› üzerinde
dural›m!
*
* *
‹drak, madde kâinat›nda, sonsuz madde sistemlerini birbirine
ba¤layan bir kudrettir. Fakat bu tarifi yaparken flunu unutmamal›
ki, kâinattaki her fleyin oldu¤u gibi, bu kudretin de nedeni,
madde kâinat› d›fl›ndad›r. ‹flte bu kudret sayesindedir ki, maddeler
aras›nda iliflkiler kurulabilir. Ve bu iliflkilerden de ruhlar›n kâinat
içindeki sembolleri, yâni timsalleri olan varl›klar meydana gelir.
Yine, bu kudretle, plânlar aras›ndaki iliflkilerin karfl›laflt›r›lmalar›ndan
inkiflaflar ve tekâmüller sa¤lan›r. Burada, idrak bahsinde
ifade edilmifl büyük hakikatler vard›r. Bu hakikatlere nüfuz
edebilmek için, bu sözlerin üzerinde düflünmek gerekir.
*
* *
‹draki haz›rlayan ilk unsurlar›n, varl›klar›n ilk oluflmas› esnas›nda
nas›l meydana geldiklerini aç›klam›flt›k. Burada, ruhlar, münkeflif
hidrojenin da¤›n›k hâlde yay›nlad›klar› enerjileri bir araya
toplamak suretiyle bu varl›klar› kuruyorlard›. Birer yüksek vibrasyon
kompleksinden ibaret olan bu yüksek enerjilerle varl›klar›n
meydana gelmesi demek, idrakin en ilkel hâli olan içgüdülerin,
bu sözü edilen da¤›n›k enerjilerde tezahür etmeye bafllamas›
demektir. Burada, bu varl›klar› kuran ruhlara tâli yard›mlar da
yap›lmaktad›r. Çünkü daha önce belirtmifl oldu¤umuz gibi, varl›k
kuruldu¤u ândan itibaren, aslî tesirlerin yerine, tâli dedi¤imiz,
üstten ve yanlardan gelen tesirler geçer. Bu konuyu biraz daha
aç›klayal›m: ‹drak madde sistemlerini bir araya toplayan bir kudrettir,
dedik. Buna göre; varl›¤›n ilk oluflmas›nda, hidrojen atomu
enerjileri art›k öyle bir inkiflaf kademesine gelmifl olurlar ki; tâli
tesirlerin de yard›m› sayesinde, ruhlar, insanlar›n ancak “idrak
sözcü¤ü” sembolüyle ifade ettikleri kudretlerinin en basit hâli
olan içgüdülerini, maddenin bu kademedeki durumlar›ndan ya-
116
BEDR‹ RUHSELMAN
rarlanarak kullanabilmek imkânlar›na kavuflmufl bulunurlar. Burada,
idrakin nas›l bafllad›¤› hakk›nda yeterli derecede bir bilgi
verilmifl olmaktad›r.
Varl›¤›n mayas› idraktir. Ve ilk oluflan varl›k, ilk ân›ndan itibaren,
di¤er, daha basit madde kombinezonlar›n› ve sistemlerini,
kendisinde mevcut olan bu mayan›n, yâni idrakin derece derece
inkiflaf›yla orant›l› olarak, birbirine ba¤lamakta ve yeni yeni kombinezonlar
ve sistemler meydana getirmektedir. ‹drakin do¤uflu
ve önemi hakk›nda bu kadar sözü yeterli görüyor ve onun vicdan
mekanizmas›ndaki rolüne geçiyoruz.
*
* *
Öncelikle flunu belirtmek isteriz ki, idrakin vicdan mekanizmas›ndaki
rolü, bizzat o mekanizman›n mahiyetinde içkindir. Çünkü
esasen, vicdan mekanizmas›n›n z›tlar› aras›ndaki iliflkilerin kurulufl
ve ba¤lan›fllar›, idrak mekanizmas›yla olmakta ve hattâ do¤rudan
do¤ruya idrakin fonksiyonuna ait bir ifl bulunmaktad›r.
Tabiî ki bu ifl, varl›¤›n ilk oluflmas› ân›nda daha ziyade yard›mc›
tesirlerin müdahaleleriyle olur ve derece derece, idrak inkiflaf ettikçe
bu müdahaleler azal›r, varl›¤›n vicdana hâkimiyeti belirmeye
bafllar ve idrakin ileri inkiflaf hâllerinde o, art›k, vicdana tamam›yla
hâkim olur. Vicdan realitelerinin birbiriyle olan iliflkilerinin
iyi takdir edilmesi, yukar›lara do¤ru yükseltici mahiyette olan
vazife unsurlar›n›n nefsaniyetlerden ay›rt edilip, yüksek unsurlarla
onlar› takviye edici sistemlerin kurulmas› ve böylece vicdan
mekanizmas› dengesinin gittikçe daha üst kademelere yükseltilmesi,
idrakin fonksiyonuna ba¤l› ifllerdir. fiu hâlde, idrak ne kadar
mükemmelleflirse onun bu fonksiyonu da o kadar iyi çal›fl›r
ve sonuç olarak, vicdan düzeyinin vazife bilgisine do¤ru yaklaflmas›
o oranda kolaylafl›r ve h›zlan›r. Meselâ böyle genifl ve kapsaml›
bir idrake sahip olan insan, art›k, cehit ve gayretlerini vazife
unsuruna m›, yoksa nefsaniyet unsuruna m› çevirmesi gerekece¤ini
daha iyi bilir. Ve müspet olan vazife unsuruna uydu¤u zaman
ileriye do¤ru ne gibi yüksek madde kombinezonlar› ve sistemleri
kurabilece¤ini takdir etmeye bafllar ki, bu da, onun, vazi-
117
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fe plân›na –idrakiyle– gittikçe yaklaflmas› demek olur. Buna karfl›-
l›k, vazifenin z›dd› olan nefsaniyet unsurunu seçti¤i takdirde,
afla¤›lara do¤ru indikçe vicdan›n bünyesindeki yüksek tertipli iliflkilerde
ne gibi çözülmelerin, çöküntülerin meydana gelece¤ini ve
böylece maddenin inkiflaf kombinezonlar› zenginli¤inden ne gibi
k›ymetlerin kaybedilece¤ini de görür ve anlar. Çünkü bunlar›n
takdiri, idrakin, madde kombinezonlar› ve sistemleri aras›ndaki
kuruculuk kudretinin kapsam›na giren ifllerdir.
fiu hâlde, idrak, öyle büyük bir kudrettir ki, bütün hayatlar boyunca
vazife bilgisi haz›rlan›fl› yolunda geçirece¤i haz›rl›k kademelerinde,
vicdan düalitesi tekni¤i içinde, kendi kendinin hem
rehberi, hem de hareket ettiricisidir. ‹flte bu da, madde kâinat›n›n
di¤er unsurlar› aras›nda onun ruha en yak›n bir vâs›ta durumunda
bulundu¤unu ifade eder.
*
* *
fiimdi, dünyadaki vazife plân›na ait haz›rl›klarda bu kadar
önemli roller alan idrak ve vicdan mekanizmalar›n› besleyen öz
bilgilere geliyoruz. Öncelikle flunu söyleyelim ki, öz bilgiler, idrak
ve vicdan› beslerken, kendileri de idrak ve vicdan yoluyla
zenginleflirler.
Öz bilgiler, idrakin bizzat kendisiyle birlikte, d›fl müdahalelerin
yard›mlar›yla da, de¤erlerini artt›r›rlar. Bu d›fl, yard›mc› müdahalelerin,
öz bilgileri güçlendirmeleri konusuna gelince: Bu hususta
daha önce biraz bilgi verilmiflti. fiimdi o bilgiye tekrar dönüyoruz.
Öz bilginin artmas›na yard›m eden müdahaleler, vicdan muvacehesinde,
çeflitli madde kombinezonlar›n›n say›s›z hâl ve durumlar›ndan,
yâni bir sürü olaydan yararlanarak hedeflerine ulafl›rlar.
Olaylar, kaba k›yas bilgisi süzgecinden geçerek, fluurdan fluurd›-
fl›na ç›karlar ve orada kal›rlar. Bunlar, öz varl›¤›n emri alt›ndad›r.
Ve insan›n o dünya hayat› süresince orada, fluurd›fl›nda bulunurlar.
Bunlar henüz fluuralt›na geçmemifllerdir.
118
BEDR‹ RUHSELMAN
Olaylar do¤rudan do¤ruya öz bilgi hâline geçemezler. Çünkü
bunlar aras›nda henüz intibaks›zl›k vard›r. fiuurda cereyan eden
bu olaylar, fluurd›fl›ndaki nispeten kaba maddî izlenimlerle, ilk
k›yasî muhasebeleri yap›ld›ktan sonra, fluurd›fl›na itilirler. Bunlar,
öz varl›¤›n emri alt›nda bulunmakla birlikte, henüz onun öz
mal› olmam›fllard›r, öz bilgi hâline girmemifllerdir. fiuurd›fl›ndaki
bu bilgilerin öz bilgi hâline geçebilmeleri için, öz bilgilere intibak
etmeleri, öz bilgi sentezine dahil olabilecek duruma gelmeleri gerekir.
Oysa bunlar›n fluurd›fl›ndaki k›yasî muhasebeleri fluuralt›
bilgileriyle de¤il, fluurd›fl› bilgileriyle yap›lm›flt›r ki, bunlar da öz
bilgiler de¤ildir.
Ölümden sonra spatyuma geçilince varl›¤›n d›flar›s›yla bütün
irtibatlar› kesilece¤inden, bu bilgiler fluuralt› bilgileri ile karfl›laflt›r›larak,
bunlar›n varl›k taraf›ndan muhasebeleri yap›lacak, muhasebeleri
yap›ld›ktan sonra fluuralt›na geçerek varl›¤a mal edileceklerdir.
Çünkü bu ifllem, fluuralt›ndaki bilgiler ile fluurd›fl›ndaki
bilgileri intibak hâline getirecek ve onlar› fluuralt› bilgilerinin sentezleri
aras›na kar›flt›racakt›r.
Demek ki bütün hayat boyunca fluurd›fl›nda kalan bilgiler, ancak
ölüm olay›yla büyük muhasebeden geçtikten sonra, varl›k taraf›ndan
temsil edilip fluuralt›na girebilirler. fiuurd›fl›nda bilgilerin
nas›l topland›¤›na gelince: Bunlar, fluur taraf›ndan idrak edilen
veya edilmeyen dünya realitelerinin, uyku esnas›nda kabaca yap›-
lacak, vicdan muvacehesindeki k›yas bilgisi mekanizmas›na tâbi
tutularak fluurd›fl›na itilmeleri suretiyle birikirler.
*
* *
Özetle, idrak edilsin veya edilmesin, fluurun karfl›laflm›fl oldu¤u
olaylar, fluurd›fl›ndaki k›yas bilgileriyle sonuçland›r›l›rlar ve bu sonuçlar
fluurd›fl›nda kal›rlar. Bunlar orada, varl›¤›n henüz öz bilgileri
hâline girmemifllerdir, dolay›s›yla fluuralt›na ait de¤ildirler.
Bununla birlikte bu bilgiler, varl›¤›n hâkimiyeti alt›ndad›rlar ve
icap ettikçe fluur sahas›na ç›kar›labilirler. Ve ancak, ölümün ard›ndan
yap›lan büyük muhasebeden sonra, fluuralt›ndaki öz bilgi
yüküne kar›fl›rlar.
119
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Öz bilgiyi besleyen kaynaklar ve yollar çok çeflitlidir. Bunlar›n
en önemlilerinden bâz›lar›n› sayaca¤›z: Bilgi, din, ulus, aile gibi
mâflerî durumlar ve bu durumlar› güçlendiren hâller ve nihayet,
do¤rudan do¤ruya, çeflitli kademelerdeki vazifeli varl›klar taraf›ndan
insanlara ve medyumlara verilen tebli¤ler, ilhamlar, bilgiler
ve bütün bunlardan do¤an olaylar; öz bilgiyi artt›ran ve varl›¤›
vazife plân› bilgisine yaklaflt›ran güçlü malzemelerdendir. Bunlar,
dünya realiteleri içinde geçirilir ve dedi¤imiz gibi, bâz› ifllemlerden
sonra varl›¤›n öz bilgi da¤arc›¤›na kar›fl›rlar. fiimdi biraz öz
bilgi üzerinde dural›m!
*
* *
Öz bilgiler; en ilkel devreden itibaren geçmifl hayatlara ait elde
edilen kazan›mlar›n daha önceki kazan›mlar ile mukayesesi, muhakemesi
sonucunda ulafl›lan ve –insan›n de¤il– varl›¤›n mal›
olan, insanlar›n idrak edemeyecekleri birtak›m derin izlenimlerdir.
Bunlar, idrak formlar›yla bir taraftan, hizmetinde bulunduklar›
ruhun tekâmülünü sa¤larlarken, di¤er taraftan, yeni bilgilere
zemin haz›rlamak suretiyle varl›¤›n inkiflaf sahas›n› geniflletirler.
Bu kazan›mlar, dünya idraki tekni¤i içinde birtak›m durumlarla
elde edilir. Bu durumlar› olay kavram› içinde toplamak mümkündür.
‹nsan, etraf›ndaki olaylardan bâz›lar›n›n içinde bizzat
yaflar, o olaylar›n kahraman› olur. Bâz›lar›nda da bizzat yaflamaz,
onlar›n içinde yaflayan di¤er insanlar›n ve varl›klar›n durumlar›n›
yak›n bir ilgiyle izler ve gözlemler. ‹flte insanlar›n, dünyada, hayatlar›
icaplar›yla direkt olarak içlerinde yaflad›klar› veya endirekt
olarak baflkalar›nda gördükleri olay kombinezonlar›na ait iliflkiler,
dünya idrakiyle ifade olunan bilgilerin topyekûn hepsidir ki; bunlar,
öz bilgiden ayr› kavramlar ve öz bilgilerin oluflmas›na vâs›ta
olan malzemelerdir. Bunlar›n ancak, ölüm sonras›ndaki spatyum
hayat›nda geçirecekleri çeflitli mekanizmalardan sonra öz varl›¤a
intikal eden sonuçlar› ve izlenimleridir ki, öz bilgi hâlinde varl›-
¤›n mal› olurlar.
‹flte daha önce aç›klad›¤›m›z fluur, dünyan›n kaba realiteleriyle,
daha do¤rusu bu olaylarla do¤rudan do¤ruya karfl›laflarak,
120
BEDR‹ RUHSELMAN
dünyadan yeni bilgi malzemelerini toplamaya devam eder. Öz
bilgiler ile dünyada bilgi diye kabul edilen olaylar›n farklar›n›
böylece belirttikten sonra, bunlar› birbirine kar›flt›rmadan, “bilgi”
sözcü¤ünün dünya lisan›na göre olan mânâs›n› kullanarak, aç›klamam›za
devam edece¤iz.
*
* *
Dünyaya ait bilgilerin ele al›nmas›n› kolaylaflt›rmak için, onlar›
bir a¤aca benzeterek, onlar›n direkt elde edilenlerine, yâni olaylar›n
bizzat içinde yaflanmak suretiyle elde edilenlerine “gövde
bilgiler”; endirekt, yâni baflkalar›n›n gözlemlenmeleriyle elde edilenlerine
de “dal bilgiler” diyebiliriz ki; bunlar›n her ikisi de, kendi
kapasitelerine göre, öz bilgilerin inkiflaf›na neden olan kudretli
vâs›talard›r. Meselâ elini atefle sokmufl bir çocu¤un yan›k ›st›rab›n›
bizzat duymas›yla edinmifl bulundu¤u bilgi, onun için bir
gövde bilgisi ise; arkadafl› olan bir baflka çocu¤un elini yakmas›ndan
do¤an ›st›raplar›n› ve reaksiyonlar›n› gözlemlemesiyle elde
etti¤i bilgi de, dal bilgi olur. Bu örnekle de, öz bilgilerin oluflmas›nda,
gövde bilgilerinin dal bilgilere nazaran daha kestirme yoldan
sonuçlar verebilece¤ini anlatm›fl oluyoruz. Bununla birlikte,
insanlar›n bizzat her olay›n içinde yaflamalar›na ve sadece direkt
bilgiler almalar›na imkân bulunamaz. ‹flte bu imkâns›zl›ktan do-
¤an eksiklikler dal bilgilerle tamamlan›r.
*
* *
Bilgiler, öz bilgileri beslerken, arada yard›mc› bâz› prensiplerden
kuvvet al›n›r ki, bunlardan biri de nedensellik prensibidir.
Kâinatta hiçbir olay, nedensiz de¤ildir. Kâinat›n bütün olaylar›,
iliflkileri, tesirleflmeleri, kurulufllar›, de¤ifliflleri, da¤›l›fllar›, k›sacas›
bütün madde kombinezonlar›n›n formasyonlar›, transformasyonlar›
ve deformasyonlar›; büyük tekâmül nedeninin zorunluluklar›yla,
birbirinin nedeni ve sonucu hâlinde ve birbirine ba¤l› olarak
meydana gelir. ‹flte bu, kâinattaki büyük nedensellik prensibinin
bir beliriflidir. Zaten bu kitab›n her noktas›nda, bütün hareketlerin
nedenlere dayand›¤›n› ve sonuçlara vard›¤›n› ifade et-
121
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
mekteyiz. Nedensiz ve sonuçsuz hiçbir olufl düflünülemez. Kâinatta
bütün iliflkilerin kurulufl ve da¤›l›fllar›na ait mekanizmalar,
bu prensibe göre ifllemektedirler. Hiçbir olay, bafl›bofl ve müstakil
de¤ildir. Her olay, direkt veya endirekt olarak di¤er olaylara
ba¤l›d›r. Böylece bütün kâinat, bütün cüzleriyle, büyük bir ba¤
flebekesiyle örülmüfltür ki, bu ba¤lar›n dü¤üm noktalar› nedensellik
prensibinin neden–sonuç zorunluluklar›d›r. Her olay, bir üsttekinin
sonucu ve bir alttakinin nedenidir. Hangi olay›n nedeni
görülmüyorsa, bu hâl, o olay›n nedeninin bilinmemifl olmas›ndan
ileri gelmektedir.
*
* *
Nedensellik prensibi; olaylar›n öz bilgiye ink›lâplar›nda en
önemli rolü alan idrakin kulland›¤› k›yas bilgisinin güçlü bir dayana¤›d›r.
Nedensellik prensibi hakk›nda yukar›daki k›sa bilgiyi
verdikten sonra, idrak ile k›yas bilgisinin karfl›l›kl› durumlar›n›
belirtmemiz yararl› olur.
K›yas bilgisi; idrakin nedensellik prensibine uymas› yoludur.
‹drakler, kâinattaki nedensellik prensibine intibak edebildikleri
oranda inkiflaf ederler. Nedensellik prensibine yabanc› kalan idrakler,
kâinattaki sonsuz kombinezonlar aras›nda mevcut olan
sonsuz iliflkileri tayin ve takdir etmekte o oranda acz gösterirler
ve o oranda da geri ve basit durumlarda kal›rlar. Atefli eliyle tutarsa
elinin yan›p yanmayaca¤›n› idrak edemeyen bir çocu¤a ateflle
oynamak yetkisi verilmez. Çünkü onun idraki, henüz böyle bir
ifle lây›k duruma gelmemifltir. Onun idraki, bu maddelerin iliflkilerine
ait nedensellik prensibine henüz gere¤i kadar intibak etmemifltir.
‹flte bu intibak› sa¤layacak fley, onun k›yas bilgisi olacakt›r.
K›yas bilgisine girmek için o çocuk, eliyle atefli birkaç defa
tutmak deneyiminde bulunacak ve her defas›nda eli yanacakt›r.
Her eli yand›¤› zaman onun idrakinde el ve atefl iliflkilerine ait
neden ve sonuçlar hakk›nda yavafl yavafl birtak›m sezgiler belirecek
ve k›yas bilgilerinin yard›m›yla, bu sezgiler bilgiye intikal edecektir.
Böylece idrak ve dolay›s›yla, öz bilgi içeri¤i artacakt›r. Bu
iflleme “görgü ve deneyim” diyoruz.
122
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Verdi¤imiz bu bilgiler gösteriyor ki, öz bilgileri artt›ran nedensellik
prensibi ile k›yas bilgisi, bu fonksiyonlar›n› ancak olaylar
yoluyla yapmaktad›rlar. Olaylar olmay›nca ne nedensellik prensibi
irdelenebilir, ne k›yas bilgisi anlafl›labilir, ne de bunlar›n birbirine
ba¤lant›s› sözkonusu olabilir. O hâlde k›yas bilgisine devam
edebilmek için, öncelikle, olaylar üzerinde durmak zorunlulu¤u
do¤maktad›r.
Bilgilerin ve öz bilgilerin elde edilmesi ve bunlar›n sonucu olarak
da tekâmülün kazan›lmas› için, gerekli olan esasl› malzemelerden
biri ve hattâ birincisi olayd›r. Olaylar›n içinde direkt veya
endirekt olarak yaflamak gerekmektedir.
Olaylar›n meydana gelmesi birçok nedene ba¤l›d›r. Fakat her
fleyden önce, olaylar, neden–sonuç yasas› hükümlerine göre cereyan
ederler. Esasen olaylar›n öz bilgiyi do¤urabilmeleri de, onlardaki
neden–sonuç iliflkilerine, idraklerin k›yas yoluyla intibak
edebilmeleri derecesine ba¤l›d›r. Atefl çocu¤un elini yakar, çocuk
bu ›st›rab› duymufltur. Ateflten elinin yanmas›, eliyle atefli tutmas›ndan
ileri gelmifltir. E¤er çocuk, bu yan›k duygusu etraf›nda
toplanan olaylar aras›ndaki neden–sonuç ba¤lar›n› idrak edebilirse
öz bilgi bak›m›ndan alaca¤› sonuç baflka olur, edemezse yine
baflka olur. Yâni, idrakin bu olaydaki neden–sonuç ba¤lant›lar›na
intibak› oran›nda, bilgiler, ortaya ç›kar ve ruha yans›r. Bilgileri
sa¤layan olaylar, o varl›¤›n ihtiyac›yla orant›l› olarak, yard›mc›
varl›klar taraf›ndan tertiplenir ve insan›n önüne konur veya ayn›
nedenle, o varl›¤a, yine yard›mc› varl›klar›n gönderecekleri tesirlerle,
yapt›rt›l›r. O varl›k, bu olaylara bizzat kendisi, kendi hareketleriyle
neden olur. Çünkü o insan›n bilgisini haz›rlayan bu
olaylar›n tertip ve s›ralan›fllar›, tekâmülle ilgili bir sürü bireysel ve
mâflerî plâna ve bir sürü nizama tâbidir ki, bu nizamlar da, ancak
üstün idrakler ve kudretler taraf›ndan yürütülebilir.
‹stenilen herhangi bir olay› bir insana yapt›rtmak için, icap
etti¤i zaman, yard›mc› varl›klar, onun vicdan›n›n nefsaniyet un-
123
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
surlar›n› tahrik ederler. Veya onun karfl›s›na kendi iradî seçimi
d›fl›nda olaylar ç›kart›rlar ve böylece, onu çeflitli hareketlere sevk
etmifl olurlar. Bu da, nefsanî hareketlerinin ac› sonuçlar›n› insanlara
tatt›rmak ve bu sayede insanlar› k›yas bilgisine götürerek, öz
bilgilerine o yoldan de¤erler haz›rlamak içindir. Meselâ bir insan,
e¤er bir kâtilin duyaca¤› ›st›raplar› çekecekse, onun buna ihtiyac›
varsa, o insan›n önüne öyle olaylar ç›kart›l›r ki, o, bunlar›n karfl›-
s›nda kendini tutamaz ve insan öldürür. Demek ki böyle sonucu
çok vahim bir olaya onun bizzat neden olmas›, keyfî veya rastgele
olmufl bir ifl de¤ildir. Çünkü yavafllatm›fl oldu¤u inkiflaf haz›rl›klar›n›
tekrar canland›rabilmesi için gerekli olan k›yas bilgisine
girebilmesi, olaylara ancak bizzat kendisinin liyakat kazand›¤›n›
idrak edebilmesi oran›nda mümkün olur. Bunu da sa¤layacak
olan fley, onun bir insan› öldürmesidir. O, bu insan› öldürsün ki,
o zamana kadar vicdan›n›n vazife unsuruna nefsaniyet unsurundan
daha fazla de¤er vermeyen, daha do¤rusu buna yeterli olmayacak
derecede zay›f olan bilgi ve idrak da¤arc›¤›, bu olaydan
dolay› girece¤i k›yas bilgisi yoluyla, yeterli derecede kudret kazans›n
ve zenginleflebilsin ve art›k ondan sonra da iradesini, vazife
unsuruna yöneltmek suretiyle, inkiflaf›nda h›z almak imkânlar›na
kavuflabilsin. Varl›¤›n buna benzer daha binlerce ihtiyac›
karfl›s›nda, bu yard›mlar ve müdahaleler vuku bularak, çeflitli
olaylar ortaya ç›kart›l›r. ‹flte vicdan düalitelerinin üst unsurlar›na
yönelmeye yetecek derecede güçlenmemifl, daha do¤rusu alt kademe
bilgilerinin etkilerinden kendilerini kurtaramam›fl ve vicdanlar›n›n
denge düzeylerini yükseltmekten âciz kalm›fl insanlar›n
karfl›lar›na, onlar›n tekâmülleriyle vazifeli olan yard›mc› varl›klar,
böyle bir sürü olay ç›kart›rlar ve onlar da, bu olaylardan
do¤an azap ve ›st›raplar›n etkisi alt›nda girdikleri k›yas bilgisinden
önemli dersler al›rlar ki; bu derslerin her biri, onlar›n öz bilgilerinin
tohumlar›n› atmaktad›r. Böylece o varl›k, idrakini daha
üst kademelerdeki realitelere ait yüksek de¤erlere haz›rlar ve
inkiflaf eder. Yâni, insan üstü safhas›n›n vazife bilgilerine yaklafl›r.
Onun için, çoktan beri insanlar aras›nda s›nav, epröv diye
an›lan bu ›st›rapl› olaylara insanlar –pek de mahiyetlerini idrak
124
BEDR‹ RUHSELMAN
etmeden– birer kurtar›c› etken gözüyle bakm›fllard›r ki, do¤rudur.
Nitekim biz de, bu s›nav veya eprövlerin veya deneyimlerin
sonuçlar›ndan ç›kan derslere, “görgü” veya “gözlem” diyoruz.
Bunlar›n her biri, birer tekâmül malzemesidir.
*
* *
Gerek nedensellik prensibi, gerek bu prensibin ›fl›¤› alt›nda
olaylar›n ak›fllar›, insanlar› –bu olaylar içinde direkt veya endirekt
olarak yaflamak suretiyle– bir k›yas bilgisine götürür, demifltik.
Hakikaten, öz bilgilerin art›fl›nda, k›yas bilgisi, önemli bir unsur
olarak kendini göstermektedir.
K›yas bilgisinin en etkili yard›mc›s›, ac› ve ›st›rapt›r. Burada,
›st›rab›n da öz bilgiyi kazanmada önemli rolü oldu¤unu belirtmek
gerekir. fiuras› aç›kça görülebiliyor olmal›d›r ki, k›yas bilgisi, öz
bilgiyi ve idraki genellikle ›st›rap yoluyla beslemektedir. Spatyumda
çekilen ›st›raplar, fluurd›fl› bilgilerinin muhasebeleri s›ras›nda
varl›klar›n girecekleri k›yas bilgilerinin k›ymetli yard›mc›-
lar›d›r. Buna iliflkin bir dünya örne¤i verece¤iz. Bu örnek, bu konunun
bütün inceliklerini içermektedir.
Dünyada en güç yenilen ve birçok safhay› derecesi oran›nda
kapsayabilen, birçok s›nav›n, birçok ilerlemenin, birçok gerilemenin
etkeni olan cinsiyet bencilli¤ini ele alal›m! Bir adam, s›rf etinin,
sinirlerinin arzular›n› yerine getirmek için bir kad›n› sevmektedir.
Ve bu yoldan o, maddî bencilli¤ini atlatma durumundad›r.
Sevdi¤i kad›n, bir gün ondan b›kar, bir baflkas›n› sever.
‹flte bu epröv karfl›s›nda bu adam sevgilisini öldürecek kadar nefsaniyetine
yenilir. Onun böylece gösterece¤i reaksiyonlar derece
derece, safhan›n sonuna kadar de¤iflerek gider. fiimdi, vicdan›n
az çok ilerlemifl safhas›nda, ayn› durumdaki baflka bir adam› ele
alal›m! Sevgilisi onu terk etmifltir. Ve bir baflkas›n› sevmeye bafllam›flt›r.
Vicdan safhas›n›n yukar›lar›na do¤ru ilerlemekte bulunan
bu adam, k›r›lmadan bunu kabul edecek ve belki de, o kad›na,
bu hususta elinden gelen yard›m› yapmaktan da çekinmeyecektir.
‹flte burada bir cinayet ile bir erdemin, bir bencillik ile di¤er-
125
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
kâml›¤›n k›yas› karfl› karfl›yad›r. Cinayeti iflleyen adam, bu k›yas›n
bilgisine e¤er kendi idrakiyle varacak durumda de¤ilse (ki mademki
bu cinayeti iflledi, de¤ilmifl demektir) o zaman d›fl müdahalelerin
yard›m› ona gelmeye bafllayacakt›r. Tâ ki o, bu k›yas›n
idrakine varabilsin. Ve ancak bu k›yas bilgisiyledir ki, sonuç ortaya
ç›kacak ve o adam, bencillik nefsaniyetini yenmek için gerekli
olan cehit ve gayreti gösterebilecektir. fiöyle ki: O, cinayetini
bir b›çakla ifllemifl olsun! Cinayetin ard›ndan bir hapishaneye
kapat›lacakt›r. Burada, k›yas eprövlerinin bir zincirini s›ralamak
istiyoruz. Bu adam önce hapishanede, cinsî arzular›n› ve zevklerini
tatmin edememek ›st›rab›yla zoraki bir k›yasa girecektir. Atefl
karfl›s›nda eli yanan bir çocuk gibi, atefle benzeyen ihtiraslar›n›n
ilk ac› sonuçlar›n› bu flekilde duymaya bafllayacakt›r. Böylece, ›st›raplar›na
neden olan etkenin ne oldu¤unu kendisine ö¤reten bir
k›yasla karfl›laflacakt›r. Bu, onu usland›rmad› diyelim! Mahkûm,
hapishanede yafllanacak. Hormonlar›, iktidar›, cinsî faaliyetleri
zay›flayacak ve cinsiyet fonksiyonunu yapmaktan âciz kalacak.
Bu duruma gelince, bu adam, art›k s›rf etine ve sinirlerine mahsus
olan bencilli¤ini duyamayacak ve ancak, onu hayal edecektir.
E¤er önceki derslerden yeterince ibret almad›ysa, olaylar›n verdi-
¤i bilgilerden gere¤i kadar yararlanamad›ysa, o zaman bu mahkûmu
bir kavgada baflka bir mahkûm b›çaklayacak veya o öyle bir
kaza geçirecek ki, b›çak gibi sivri bir cisim vücuduna saplanacak.
Ve bundan fliddetli bir maddî ›st›rap duyacak. Burada, örne¤imizin
süjesi, gayet do¤al olarak, zorlu bir k›yasa girecektir. Cinsiyetten
yoksun oldu¤u için do¤rudan do¤ruya etinin esiri de¤ildir.
Art›k o realiteden zorunlu olarak geçmifltir. Üstelik bir kâtillik eprövünün
an›s›n› k›yasen yaflatacak bir de kaza atlatm›flt›r. Art›k
bu durum karfl›s›nda bu varl›¤›n bir ders almamas› ve gerekli bilgileri
kazanmak için cehit ve gayret göstermek girifliminde bulunmamas›
mümkün olmaz.
fiimdi bir de yukar›daki örne¤in objektif bir gözlemini veriyoruz:
Orta yafll› zengin bir adam, seviflti¤i ve oynaflt›¤› genç bir k›-
z›n kendisinden b›k›p yüz çevirmesi üzerine, tekrar ilgisini kazanabilmek
için yapt›¤› bütün giriflimlerin bofla gitti¤ini görünce, ifli
126
BEDR‹ RUHSELMAN
zorbal›¤a döktü; k›z›n yolunu beklemeye bafllad› ve yakalay›nca
da bir b›çakla vücudunu 25-30 yerinden delik deflik ederek onu
yere y›kt›. Cinayetinin ard›ndan, idamdan kurtulan bu adam, bir
ak›l hastanesinde, câni delilere ayr›lm›fl k›sma kapat›ld› ve on iki
y›l orada kapal› kald›. Bir gün, ayn› k›s›mda kalan ve kendisiyle
çok iyi anlaflan azg›n bir delinin geçirdi¤i ruhsal bir kriz esnas›nda,
hücumuna mâruz kald› ve deli, elindeki bir bahçe çapas›yla
onun vücudunu 25-30 yerinden çapalayarak parça parça etti
ve yere y›kt›.
Bu gözlem de yine, bütün k›yaslar›n s›ralan›fllar›n› gösteriyor.
Elbette, gerek ateflte eli yanan çocu¤un, gerek sevgililerini ihtiraslar›
yüzünden öldüren ve birisi hapishanede, di¤eri ak›l hastanesinde,
daha önce yapm›fl olduklar› cinayetlerin denkleriyle
karfl›l›k görerek can veren bu insanlar›n derece derece çektikleri
ve çekecekleri ›st›rap ve ac›lar, onlar› güçlü birer k›yas bilgisine
sokacak ve bu bilgi de, yukar›da flemas›n› çizdi¤imiz yoldan, onlar›n
–ileri kademelere ulaflabilmeleri için gerekli olan– öz bilgilerini
ve idraklerini haz›rlayacakt›r.
*
* *
Demek ki bilgi ile idrak birlikte yürümektedir. Bu bak›mdan,
bunlar›n inkiflaf›n› birlikte aç›klamak gerekir. ‹draklerin inkiflaf›nda
iki yol vard›r: Birincisi, insan›n kendi bünyesi dahilindeki
durumlar› inceleme konusu yaparak ilerlemesidir. Buna “idrakin
direkt olarak inkiflaf›” deriz. ‹kincisi idrakin beden d›fl›ndaki olaylar›
gözlemlemesiyle, daha do¤rusu kendisinin neden oldu¤u
olaylar› irdelemesi yoluyla olan ilerleyifltir. Buna da “idrakin endirekt
olarak inkiflaf›” deriz. ‹drakin endirekt inkiflaf›nda kullan›lan
unsurlar›n bafl›nda, insanlar›n görgü ve deneyimlerini artt›racak
olan, etraflar›ndaki, kendilerinin bizzat neden olduklar›
olaylar, ifller ve eserler gelir ki; bunlar›n ço¤u, d›fl tesirlerin yard›mlar›yla
meydana getirilmifl bulunur. Bu olaylar, özellikle inkiflaf›n
ilk kademelerinde, a¤›r, zahmetli, s›k›nt›l›, ›st›rapl› ve çok
uzun vadeli görünürler. Bitmeyecek ve tükenmeyeceklermifl gibi
duygular do¤ururlar. Bu s›rada insan, güçlükler içinde çal›fl›r, bir
127
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lokma g›das›n› sa¤lamak için bütün hayat› boyunca do¤an›n çeflitli
imkâns›zl›klar›yla bo¤uflur, canavarlarla, hemcinsleriyle didiflir.
Bu mücadelede bazen galip gelir, ço¤u zaman yenilir. Bunlar›n
azaplar›n› nefsinde duyar, böylece iflkenceli hayat› yüzy›llar
boyunca sürüp gider. Bütün bu olaylar›n, insanlardaki idrak ve
öz bilgileri nas›l besleyip artt›rd›klar›n›, inkiflaf mekanizmalar›n›n
dengelerini hangi yollardan üst düzeylere yükselttiklerini daha
önce söyledi¤imiz için, onlar› burada tekrara gerek görmedik.
Böylece bu olaylar, bir taraftan öz bilgilerin artmas›na neden
olurlarken, di¤er taraftan da idrakler’i, inkiflaf mekanizmalar›na
müdahale etmeye sevk ederler. Bu da yeni yeni olaylar›n, s›navlar›n,
deneyim ve gözlemlerin meydana gelmesine yol açar ve
böylece, idrakin yürüyüfl temposu yavafl yavafl h›zlan›r.
‹drak artt›kça, etraftaki olaylar›n mânâlar› daha çok belirir. Ve
bu sayede, insan›n beynine ait madde kombinezonlar›ndan süzülen
idrak vibrasyonlar›, bu say›s›z olaydan çeflitli sonuçlar ç›karmaya,
olay cüzlerinden türlü türlü kombinezonlar kurmaya bafllar
ki, bunlardan da dünya bilgileri meydana gelir. ‹drakler inkiflaf ettikçe
bu bilgiler de kapsam kazan›r ve artar. Böylece bilgiler, çeflitli
dallara ayr›l›r: Sanat, edebiyat, bilim, t›p, felsefe, müzik, resim, ekonomi,
siyaset, din gibi bir sürü bilgi kolu oluflur. Bütün bunlar, inkiflaf
mekanizmas›nda artan idrakin, olay maddelerinden kurmufl
oldu¤u yeni madde kombinezonlar›n›n sonuçlar›d›r. Ve tabiî ki,
tekâmülün ancak dünyadaki icap ve zorunluluklar›n› yerine getirmek
üzere, dünyaya özgü ve dünyada kalmaya mahkûm olan
fleylerdir. Bunlar, dünyay› idare eden vazife plân›n›n tesirleri ve
kontrolleri alt›nda cereyan eder. fiu hâlde, dünyada iken öz idrakin
genifllemesi; onun vâs›ta olarak kulland›¤› beyne ba¤l› durumlar›n›n
karmafl›klaflmas›, zenginleflmesi ve yüksek, ince madde
hâllerine do¤ru yeni oluflumlara sahip olmas›yla ilgilidir.
Zaten ruhun tekâmülü için, olay maddelerinin öz varl›kta
do¤urdu¤u sonuçlar›n, yâni öz bilgilerin, öz idrak kanal›yla ruha
yans›mas› gerekti¤ini daha önce belirtmifltik. Bunun içindir ki, tekâmül
ihtiyac›yla dünyaya gelen bir varl›k, dünya olaylar› imkânlar›ndan
mümkün oldu¤u kadar fazla yararlanmaya çal›fl›r. ‹dra-
128
BEDR‹ RUHSELMAN
kin bu yararlanmas›, hem bedenin form de¤ifltirmeleri, hem de
bedenin yaflad›¤› âlemin say›s›z madde de¤iflmeleri sayesinde
olur. Bunlardan birinciye idrakin direkt, ikinciye endirekt inkiflaflar›
demifltik. ‹drak; direkt hâllerde, do¤rudan do¤ruya bedende
formasyon, transformasyon ve deformasyonlar meydana
getirmekle yapm›fl oldu¤u tatbikatlar sonucunda inkiflaflar kaydederken;
endirekt hâllerde de, yine bizzat idrakin beden vâs›tas›yla
yapaca¤› veya üst vazifelilerin tertipleyece¤i say›s›z d›fl olaylar›n
sonuçlar› üzerindeki tatbikatlar›yla, genifller.
Kâinat içindeki bütün formasyonlar, ruhlar›n ihtiyaçlar›yla
ayarl›d›r. Ölçü dahilindeki transformasyonlar, çeflitli mekanizmalarla
olur. Dünyada en ince bir madde hâli olan idrak de, böylece,
bu çeflitli mekanizmalar içinde, direkt ve endirekt olarak,
kendisini ruha hizmet edebilece¤i en uygun tarzda haz›rlar. Bunun
için de bizzat kendi bedenine ve bedeni vâs›tas›yla da d›fl
âleme tesir ve müdahale eder. Hem bedeninde, hem d›fl maddelerde
meydana getirece¤i inkiflaflarla, kendi inkiflaf›n› ve öz bilgisinin
art›fl›n› sa¤lam›fl olur. Ve unutulmas›n ki, bütün bu ifller,
daha önce uzun uzad›ya aç›klad›¤›m›z tesirlerle, mekanizmalarla
ve düalite prensibi tekni¤iyle olmaktad›r. Öz bilgilerin inkiflaf›n›
h›zland›ran ve besleyen unsurlardan bilgiyi aç›klad›ktan sonra,
sevgi unsuru üzerinde de bâz› bilgileri verece¤iz.
*
* *
Hakikaten, dünya hayat›n›n birçok olay ve s›nav›na neden olan
sevgi; hem öz bilginin oluflmas›nda, hem de vicdan›n inkiflaf›nda
direkt ve endirekt yollarda rol alan, en kudretli etkenlerden biridir.
Sevgi olmasayd›, öz bilgiyi kazanma yollar› ve vicdan mekanizmas›n›n
müspet veya menfî yönlerde sonuçlar meydana getirme
f›rsatlar›, bir hayli azalm›fl ve sonuç olarak, s›navlar, deneyimler,
gözlemler ve k›yas bilgileri imkânlar› iyice s›n›rlanm›fl
olurdu. Çünkü sevgi; vicdan›n hem üst unsurlar›n› destekleyerek
müspet yollarda do¤urdu¤u olaylarla do¤rudan do¤ruya, yâni fluurlu
bir idrakle öz bilgilerin ço¤almas›na yard›m eder; hem de,
vicdan mekanizmas›n›n gerekti¤inde alt unsurlar›n› tahrik edip
129
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ortaya ç›kmalar›na neden oldu¤u ›st›rapl› ve azapl› sonuçlardan
do¤an k›yas bilgisi yoluyla, endirekt ve otomatik olarak, öz bilginin
artmas›na hizmet eder. Meselâ insanlardan birisini hapishaneye,
di¤erini ak›l hastanesine gönderen ve ikisinin de öldürülmeleri
suretiyle k›yas bilgilerine ve bir sürü ›st›raba neden olan,
yukar›da sözünü etti¤imiz sevgiler –asl›nda yine müspet olmakla
birlikte– menfî görünen yoldan meydana gelmifl etkileriyle, endirekt
inkiflaflara örnek olufltururlar. Sevginin önceki iki örne¤inden
baflka, müspet flekilde etkisi görülen bir örne¤ini de burada
veriyoruz: Henüz deneyimsiz bir genç, bir kad›n› büyük ve temiz
maksatlarla sevmektedir. Kendisi de vicdan safhas›nda oldukça
ilerlemifl bir durumdad›r. Fakat kad›n, istedi¤i üstün nitelikleri
onda görmedi¤i için, onu reddetmektedir. Delikanl›, kad›n›n takdir
ve ilgisini çekmek azmiyle üstün niteliklerini artt›rmaya, kendisini
de¤erlendirmeye çal›flmak üzere, derhal ifle koyulur. Önceleri
bu iflleri sevginin otomatizmas›yla yapar. Baflar›s› artt›kça sevginin
kapsam› genifllemeye ve mânâs› de¤iflmeye yüz tutar. Bu
sayede kendisini daha çok yetifltirmek ihtiyac›n› duyar, insanl›¤a
yararl› eserler meydana getirmeye çal›fl›r. Herkesi sevmeye, herkes
taraf›ndan sevilmeye bafllar. Sevgi, genelleflir ve ilk basit, tek
yüzlü formunu, genel ve kapsaml› bir ilginin sonsuz yüzleri içinde
kaybeder. Ve böylece o, ilk sevgisi yolunda yürürken karfl›laflm›fl
oldu¤u bir sürü sonuçla, öz bilgisini artt›r›r ve yüksek bir vicdan
dengesi düzeyinde, aktif ve vazife bilgilerine haz›rlanm›fl bir
varl›k hâline girer.
*
* *
Sevgi denince, daima onun dar mânâs› üzerinde durmamak
gerekir. ‹nsanlar›n anlad›klar› dar mânâdaki sevgi, genifl bir sevgi
kavram›n›n inkiflaf mekanizmas›nda alm›fl oldu¤u büyük rolünün
–önemli olmakla birlikte– küçük bir k›sm›d›r. Yâni, bizim burada
kastetti¤imiz sevginin sonsuz yanlar› ve flekilleri vard›r. Sevginin
vicdan mekanizmas›, daha do¤rusu inkiflaf mekanizmas› karfl›s›ndaki
rollerini aç›klarken, bu genifl mânâs› üzerinde durmak gerekir.
Ancak böyle yap›l›rsa, onun tekâmüldeki tam k›ymeti belirtilmifl
olur. O hâlde böyle genel mânâdaki sevgiyi aç›klayal›m!
130
BEDR‹ RUHSELMAN
Sevgi, herhangi bir fleye karfl› duyulan çekilimdir. Dünyada her
fley, her realite; yerine ve kiflisine göre, –her inkiflaf kademesinde
bulunan– insanlar› ve varl›klar› çeflitli tarzlarda kendisine çekebilir.
Dolay›s›yla, her kademede, her fleye karfl› sevgi duyulabilir.
‹flte sevgi, bu kadar genel ve kapsaml› bir konudur. Maddelerin
birbirine karfl› göstermifl olduklar› fizikokimyasal ilgiler dahi,
yüksek varl›klarda görülen sevginin belki en maddî ve ilkel bir
haz›rl›¤›d›r ki, bu, o safhadaki varl›klar›n kendilerine özgü ihtiyaç
ve zaruretlerinin birer icab›d›r. Bitkilerin, g›dalar›n› alarak bünyelerine
dahil etmeleri, havan›n karbonunu, oksijenini çekerek kendi
öz sular›na kar›flt›rmalar› ve hattâ bâz›lar›n›n günefle karfl› dönmeleri,
hayvanlar› içlerine çekip hazmetmeleri; genellikle, fizikokimyasal
çehrelerde görünen bu çekilimin çeflitli içgüdüler mahiyetindeki
tezahürleridir.
Sevginin bitkilerde basit ve çeflitli mekanizmalarla tezahür
eden bu çekilim hâllerinin, hayvanlarda daha az maddîleflmifl ve
az çok insanlar›nkine yaklaflm›fl durumlar›n› görmeye bafllar›z.
Hayvanlarda, yavru, efl, aile, arkadafl, hattâ hemcinslerinin d›fl›ndakilerle
dostluk ilgilerinin bazen tümüyle sevgi manzaras›n› alan
varyetelerini gözlemlemek mümkündür. ‹nsanlara gelince; oldukça
genifl bir idrakle duyulan sevginin yüksek ve zengin tezahürleri
bu safhada meydana ç›kar.
*
* *
Burada sevginin mahiyetini biraz daha aç›klamam›z gerekir.
Sevginin beden ile iliflkilerini daha iyi aç›klayabilmek için, bu kitab›n
bafl taraflar›ndaki madde kombinezonlar› bilgisini bir daha
gözden geçirmek yararl› olur. Her fleyden önce flunu aç›kça belirtmek
isteriz ki, bir duygu diye tan›nan sevgi unsurunun bedendeki
oluflma mekanizmas›na ait, verece¤imiz bilgiler, daha önce
de söyledi¤imiz gibi, bedende gözüken ve “ruhsal” denilen bütün
hislerin ve ihtiraslar›n da oluflmalar›n› kapsam› içine al›r. Bu bilginin
›fl›¤› alt›nda, bedende mevcut bütün duygular›n bedendeki
oluflmalar›n› ve beden ile olan iliflkilerini aç›klamak mümkün
olur.
131
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹nsanl›¤›n inkiflaf kademelerinde en yüksek formunu bulan
sevgi, bedenin çok ince bir k›s›m madde kombinezonlar›n›n yay›nlamakta
olduklar› yüksek ve süptil vibrasyonlar›n, enerjilerin
tezahürlerinden ibarettir. Bir insan›n, gerek kendi görgü ve deneyimlerinin,
yâni öz bilgilerinin ve plân tatbikatlar›n›n icap ve sonuçlar›yla,
gerek do¤rudan do¤ruya bir s›nav konusu olarak, vazifeli
varl›klar›n müdahaleleriyle, beyninin belirli k›s›mlar›nda öyle
yüksek ve ince tertiplerde birtak›m madde kombinezonlar› ve
sistemleri oluflmaya bafllar ki; bu ince kombinezonlar›n yay›nlamakta
olduklar› vibrasyonlar ve enerjiler, onun etraf›nda çok güçlü
ve çekici bir saha, bir manyetik alan meydana getirirler. Yaln›z,
burada sözcüklerin ifadelendirece¤i kaba mânâlara bak›p, bu
sözlerden, adi bir m›knat›s ak›m›n› kastetti¤imiz mânâs›n› ç›karmamak
gerekir. Bunlar, tan›d›¤›m›z m›knat›sl›k dalgalar›ndan çok
ince ve onlarla k›yas edilemeyecek derecede yüksek mahiyettedir.
‹flte bu alan, kendisiyle sempatize olabilecek di¤er birçok vibrasyonu
çeker. Ve ayn› yoldan, o di¤er vibrasyonlar›n tâbi bulunduklar›
manyetik alanlar taraf›ndan çekilir. ‹flte “bedenlerin birbirini
sevmeleri” ve “birbiri taraf›ndan sevilmeleri” sözcüklerinin
ifade etti¤i mânâlar budur. Bedenlerde flu veya bu icapla oluflan
bu ince madde kombinezonlar› devam ettikçe, yay›nlad›klar› vibrasyonlar
da devam eder. Bunlar de¤ifltikçe, bu de¤ifliflin flekil ve
derecesine göre, vibrasyonlar›n mahiyetleri ve fliddetleri de de¤iflir.
Bu kombinezonlar da¤›l›nca, vibrasyonlar da ortada kalmaz.
Ve sevgi tezahürü de biter. Bütün bu ifllerin, icaplara göre, yukar›dan
gelen tesirlerle oldu¤u malûmdur.
fiimdi bir de bunun tersini düflünelim! Di¤er bir insan var...
Onun bedeni de ayn› tarzda, fakat baflka tertipler dahilinde, yine
birtak›m ince madde kombinezonlar› kurmaktad›r. Bunlar, kaba
fizikokimyasal di¤er madde kombinezonlar›na oranla bir hayli ince
ve süptil olmalar›na ra¤men, önceki sevgi kombinezonlar›na
oranla kabad›rlar. ‹flte bunlar›n yay›nlad›klar› vibrasyonlar da antipati
ve nefret vibrasyonlar›d›r. Bunlar da etraflar›ndan, ilgilendikleri
nefret ve antipati duygusu vibrasyonlar›n› ald›klar› gibi,
kendileri de onlara ayn› vibrasyonlar› gönderirler. Böylece birin-
132
BEDR‹ RUHSELMAN
cilerin bütün bedenlerinden sempatik yay›nlar ç›karken, ikincilerin
bedenlerinden sürekli olarak antipatik dalgalar etrafa yay›l›r.
‹ncelikleri ve kudretleri daha üstün olan sempatik yay›nlar, antipatik
yay›nlar› yapan madde kombinezonlar›na do¤ru çevrilirse,
onlardan çok güçlü olan bu vibrasyonlar o kombinezonlar› silip
da¤›tabilirler. Bu nedenden dolay›, sevenler ve sevilebilenler,
düflman olan ve kin besleyenlerden çok daha kudretli ve etkili durumdad›rlar.
Bunlar, mâflerî yoldaki inkiflaf tatbikat›nda ifle yarayacak
çok yararl› bilgilerdir.
*
* *
Sevgi –müspet veya menfî yollarda kullan›ld›¤›na göre– vicdan
mekanizmas›nda sonsuz olay varyetelerine neden olarak, öz bilgileri
artt›ran, önemli bir inkiflaf vâs›tas›d›r. Ve bu bak›mdan o
da, insan hayat›ndaki di¤er bütün kudretlerde oldu¤u gibi, bedenlenmeyi
zarurî k›lan lüzum, ihtiyaç ve icaplara göre devam
eder, zaman› gelince da¤›l›r veya yozlafl›r. Ve bütün bu hâllerden
varl›klar öz bilgi da¤arc›klar›n› doldururlar, ruhlar yararlan›rlar.
Böylece sevgi, yüksek taraf›yla, kudret ve karakterine göre, vicdan›n
daima üst unsurlar›yla sempatize olma e¤iliminde bulundu-
¤undan, onun denge hatt›n›n sürekli olarak yükselmesine neden
olur. Yeter ki bu sevgi vibrasyonlar›na çeflitli nedenlerden ve özellikle
bâz› zarurî ve lüzumlu, s›nav ve gözlem ihtiyaçlar›ndan dolay›
daha basit ve kaba kombinezonlar›n a¤›r yay›nlar› kar›flm›fl
olmas›n. Meselâ bunlardan k›skançl›k, bencillik, gurur, kibir, kabaday›l›k,
para ve flöhret h›rslar› gibi sevgiyi zehirleyici di¤er bir
sürü kaba ‘madde kombinezonu’ sevgi kombinezonlar›na kar›flabilir.
Böylece bu kaba ‘madde kombinezonlar›’ndan ç›kan ve bedenin
ince sevgi kombinezonlar›na sürekli olarak kuvvetle ve fliddetle
yönelen tesirler, yavafl yavafl sevgi kombinezonlar›na etkide
bulunarak, onlar›n üst k›ymetlerini k›smen silmeye ve sonuçta,
bu kombinezonlar› yozlaflt›rmaya bafllarlar ki; bu takdirde, o
kombinezonlardan yay›nlanan bulan›k, kar›fl›k ve a¤›rlaflm›fl enerjiler,
daha alt realitelerle ba¤daflmaya bafllayacaklar›ndan –bu gibi
hâllerde daima vuku bulaca¤› gibi– vicdan mekanizmas›n›n
133
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
otomatik olarak ifllemelerinin sonuçland›raca¤› birtak›m ›st›rapl›
olaylara yol açarlar.
*
* *
Sevgi, vicdan mekanizmas›na muhtelif* varyeteleriyle kar›fl›r.
Çünkü onun, bir k›sm› vicdan›n vazife unsurlar›na, di¤er k›sm›
nefsaniyet unsurlar›na yönelik bir sürü yan› vard›r. Özellikle insanl›¤›n
ilk kademelerinde, sevginin bencillikle kar›flm›fl yanlar›
hâkim durumdad›r. Bu kaba kombinezonlarla kar›flm›fl sevgi flekillerinden,
yukar›da biraz söz etmifltik. Bunlar, bir sürü zahmetlere,
s›k›nt›lara, ›st›rap ve azaplara varan sonlara yol açarlar. Bazen
de sevgi; saf ve yüksek tezahürleriyle, insan› do¤rudan do¤ruya
üst realitelere ulaflt›r›r. Onun bu taraf›nda, özellikle feragat,
fedakârl›k, di¤erkâml›k, yard›m, flefkat gibi inkiflaf› h›zland›r›c›,
yüksek, ince di¤er madde kombinezonlar›n›n da tezahürleri vard›r.
Bunun da örne¤ini yukar›da vermifltik.
Sevgi; müspet yolda, di¤erkâml›k taraf›yla, vicdan›n vazifeye
yönelik unsurlar›n› kuvvetlendirir ve inkiflaf mekanizmas›nda
h›zl› ve idrakli bir yürüyüflü sa¤larken; bencillik taraf›yla da, nefsaniyet
unsurlar›n› tahrik eden menfî kudretleriyle, inkiflaf›n yürüyüfl
temposunu a¤›rlaflt›r›r ve insan› zahmetli, ›st›rapl› flartlar
içine sokar. Böylece her iki takdirde de, öz bilginin artmas›na,
birbirine z›t yollardan neden olur. Meselâ, sevgiyle, bir insana
yard›m edilir, denize düflen birisini kurtarmak için fedakârl›k yap›l›r,
aç kalan bir kimse doyurulur, a¤layan gözyafllar› dindirilir
ve bütün bunlar›n sonunda, insana bir ferahl›k, bir huzur ve hattâ
mutluluk duygusu gelir. Bu da, h›zl› bir inkiflaf›n fluurdaki tezahürüdür.
Buna karfl›l›k, sevgi için, birçok kalp k›r›l›r, bir ihanetin
cezas› verilir, bir rakibin vücudunun ortadan kald›r›lmas›
düflünülür, baflkas›na kötülük yap›l›r ve sonuçta, insanda k›r›lma,
huzursuzluk ve s›k›nt› bafllar. Bu da, a¤›rlaflm›fl bir inkiflaf›n insan
üzerindeki bask›s›n› ifade eder. Birinci gruptakiler, vicdan
mekanizmas›n›n nas›l yüksek unsurlar›na yönelik kudretler ise,
* “Muhtelif” sözcü¤ü, “birbirine z›t, ihtilaf eden; çeflitli” anlamlar›na gelir.
134
BEDR‹ RUHSELMAN
ikinci gruptakiler de nefsaniyet realitelerini o kadar besleyici, geri
etkenlerdir. Bunlar›n her ikisi de, inkiflaf kademelerine göre, insanlarda
bulunabilir. Ve ona göre de sonuçlar do¤urur.
fiu hâlde, kademeler ne kadar afla¤›larda ise, o kademelerdeki
sevgiye kar›flan bencillik malzemeleri ve vibrasyonlar› da o kadar
fazla olur. Aksine, inkiflaf kademeleri ne kadar üst denge düzeylerinde
ise, sevgi unsuru da o oranda saf ve erdem vibrasyonlar›yla
zenginleflmifl bulunur. Ve bu inkiflaf hâli nihayet öyle bir duruma
gelir ki, insanlara karfl› duyulan bu erdemli hisler, onlara hizmet
etmek, onlar›n iyilikleri, inkiflaflar› hususunda her türlü
yard›mda bulunmay› –ne pahas›na olursa olsun– göze almak gibi,
çok kapsaml› ve yüksek derecelere ulafl›r. Ve o zaman vicdan›n
nefsaniyet unsurlar› ve realiteleri, bencillikten s›yr›l›p, di¤erkâml›k
yollar›nda yürümeye bafllarlar. Vicdan mekanizmas›n›n denge
düzeyleri art›k, di¤erkâml›¤›n yüksek ve idrakli sahalar›nda kurulur.
O insan, baflkalar›n›n yükselmeleri için her türlü fedakârl›¤a
katlanmay› kendisine bir borç, bir vazife sayar. O zaman ondaki
sevgi, bir vazife sevgisi hâlini almaya yüz tutar ki, bu da art›k
onun, vazife plân›n›n efli¤ine gelmifl olmas›n›n iflaretidir.
‹flte, vicdan mekanizmas›n›n bu sahalara kadar ulaflm›fl yüksek
denge düzeyi, dünya okulunun insana kazand›rm›fl oldu¤u en
yüksek mertebedir. Bu mertebeye ermifl olan insan; dünya okulundan
tam dereceyle diplomas›n› alacak ve dünyada kazand›¤›
en yüksek öz bilgi kudretiyle vazifeler kabul ederek, daha kudretli
ve mutlu bir varl›k hâlinde yüksek plânlara geçecektir. Bu
duruma geldikten sonra, vicdan düalitesi ortada kalmayacak,
onun yerini daha yüksek tertipte bir vazife düalitesi alacak ve
varl›k o ândan itibaren hakikî ve objektif bir tekâmül mekanizmas›
içine girmifl bulunacakt›r. Çünkü ileride söyleyece¤imiz gibi,
vazife safhas›ndan önceki tekâmül yürüyüflü, daha ziyade sübjektif
flartlar içinde vuku bulmaktad›r. Zaman hakk›nda aç›klama yap›l›rken
bu kavram, aç›k olarak belirtilecektir.
*
* *
135
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Daha iyi anlafl›labilmesi için, bu konudaki bâz› noktalar› özet
olarak tekrarlamay› yararl› görüyoruz.
Vicdan, realite, idrak, bilgi, sevgi, k›sacas› dünyada tezahür
eden bütün k›ymetler; ancak beyin cevherinin imkânlar› dahilinde
formlar›n› alm›fl, maddî görünüfllerden ibarettir. Bunlar›n as›l k›ymetleri,
öz varl›kta gömülü olan kudretlerdedir, fonksiyonlar› da,
dünya imkânlar› içinde, ancak, öz varl›¤a hizmet etmek yolunda
ifller. Dolay›s›yla, bunlar; yaln›z dünyada geçerli, yüzeysel zaman
idrakiyle ölçülebilen dünya flekilleri, hâlleri ve görünüflleridir. Bunlar›n
besledikleri, inkiflaflar›na vâs›ta olduklar›, öz varl›ktaki k›ymetler
ise, öz varl›¤›n tâbi bulundu¤u ‘küre zaman›’n›n sonsuz
diyebilece¤imiz idrak imkânlar›yla de¤erlenen hakikî k›ymetlerdir
ki; bu k›ymetler, ruhun kâinattaki tekâmül ölçüsünü gösterir. Küresel
veya idrakî zaman tekni¤iyle de¤erlenen bu ince kombinezonlar,
dünyan›n yüzeysel zaman idrakiyle tarif edilemez ve nitelendirilemezler.
‹flte vicdan mekanizmas›na ait olarak geçen bütün bilgilerdeki
“idrak”, “bilgi”, “realite”, “unsur”, “sevgi”... gibi sözcüklerin
hep bu kavramlar içinde, kendi k›ymetleriyle ele al›nmas›
gerekir. Meselâ sevginin sözü edilen yüzü, dünyaya ait olan k›ymetlerini
ifade eder. Bunun varl›¤a ait olan, idrakî zaman karfl›-
s›ndaki durumuna ve mânâs›na, dünya zaman›yla düflünen bir insan
aslâ nüfuz edemez. Yine, küresel veya idrakî zaman tekni¤ine
tâbi olan, dünyay› müteakip süptil âlemdeki sevgi kombinezonlar›n›
da insanlar›n idrak edebilmeleri mümkün de¤ildir. Ancak bedenlerinden
yükselerek tümüyle ayr›lm›fl varl›klar, o âleme gittikleri
zaman bunlar›n hakikî mânâlar›n› anlayabileceklerdir. ‹leride
verilecek yüzeysel ve küresel zaman bilgilerini gördükten sonra
tekrar bu sat›rlara dönülürse, yüzeysel zaman idrakine ba¤l› insan
sevgisinin yan›nda, küresel zaman tekni¤iyle yürüyen ve sevginin
öz varl›ktaki karfl›l›¤› olan vibrasyonlar›n mânâs›ndaki kapsam›n
derecesini sezmek daha kolay olur. Ve tek yüzeyli, basit insan idraki
karfl›s›ndaki sevginin ilkel durumu ile sonsuz imajinatif yüzeyleri
içeren, insan üstü âlemdeki sevgi izlenimlerinin nihayetsiz kapsam›,
yâni öz bilgiler içinde parlayan görkemli durumu hakk›nda
daha genifl bir sezgi k›yas› yapmak mümkün olur.
136
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Öz bilgileri zenginlefltiren etkenlerden bilgi ve sevgiyi ele ald›k.
Fakat bunlar›n yan›nda, yine öz bilginin inkiflaf›nda, art›fl›nda
kudretle rol alan bir unsur daha vard›r ki, bu unsuru insanlar henüz
takdir edememifl durumdad›rlar. Bu da, dünyada çeflitli tekâmül
kademelerindeki vazifeli varl›klar taraf›ndan insanlar›n varl›klar›na
gönderilen tesirlerdir. Bu tesirler, insanlar›n hem bireysel,
hem de –genellikle bu bireyler vâs›tas›yla kazan›lan– mâflerî
bilgi de¤erlerini –insanlar›n aslâ tahmin edemeyecekleri tarz ve
flekillerde– artt›rmaktad›r. ‹flte bu tesirleri alan insanlara “medyum”
diyoruz.
‹nsanlar için, medyumluk, kâinat tesirlerini, kâinat vibrasyonlar›n›
alabilmekte hassasiyet kazanm›fl olmak demektir. Dünyada
medyumluk reaksiyonlar›n› do¤uran tesirlerin en önemlisi, yüksek
entüvitif tesirlerdir. Medyumlar›n yap›lar›nda, entüvitif bak›mdan
gönderilen tesirleri kolayca ifadelendirebilmek imkân ve
gücü fazlad›r. Fiziksel medyumlar için de bu kural geçerlidir. Ancak
fark fludur: Entüvitif medyumlarda, gelen tesirler, yüksek idrak
kombinezonlar›yla ilgili çok ince vibrasyonlard›r; fiziksel
medyumlarda ise, gelen tesirlerin, kaba bir maddeye yöneltilmesi
ve o kaba maddelerdeki reaksiyonlar›n sonucu olarak, çeflitli
formasyonlar›, transformasyonlar›, deformasyonlar› veya daha
basit hareketleri meydana getirmeleri sözkonusudur. Demek ki
genel bir görüflle, biri entüvitif, di¤eri fiziksel olmak üzere, iki
medyumluk tezahürü vard›r.
*
* *
Medyumlu¤un mekanizmas›n› aç›klamaya bafllamadan önce,
verilmesi gereken bâz› haz›rlay›c› bilgiler var ki, onlar› bildirmekle
ifle bafllayaca¤›z. Bunun için ilk önce, insan beyninin, burada
bilinmesi gerekli olan bâz› durumlar›ndan söz etmek gerekiyor.
Beyin; organizman›n, birtak›m atomlar ile bu atom topluluklar›ndan
kurulu yüksek fonksiyonlara sahip moleküllerden ve bunlar›n
hareketlerinden meydana gelmifl, hâkim bir organ›d›r. ‹nsan
137
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vücudunun her taraf›nda hücre vard›r. Ve hepsinin de, kendisine
göre belirli hareket frekanslar› mevcuttur. Bir hücrenin hareketi
ne kadar fazla olursa, o hücrenin kudreti, faaliyeti o kadar yüksek
derecede bulunur. ‹nsan bedeninde en fazla harekete sahip
olan hücreler beyin hücreleridir.
Esasen bu hareketlerinin fazlal›¤› sayesindedir ki, beyin hücreleri
dünyaya ait izlenimleri alabilirler. Yine, beyinde molekül hareketleri
en fazla olan k›s›mlar (ki bunlar fluur merkezini temsil
ederler) en seyyal ve kudretli olan k›s›mlard›r. Nitekim fluur merkezlerinin
yüksek fonksiyonlar›na karfl›l›k yüksek frekanslar› vard›r.
Beyin hücrelerinin ola¤an hâllerde, kendilerine özgü, belirli frekanslar›
vard›r. Bunlar, çeflitli nedenlerle ço¤alabilir. Ve ço¤ald›klar›
zaman onlar›n faaliyetleri ve kudretleri artar. ‹flte medyumlara
tesir gönderen varl›klar, kullanmak istedikleri merkezlerdeki hareketleri
ya do¤rudan do¤ruya ya da fluur kanal›yla artt›rmak suretiyle,
onlar›n faaliyetlerini istedikleri flekilde idare ederler.
Görece say›larla, k›yasî bir örnek verelim: fiuur merkezinin moleküllerinin
titreflimi, ola¤an zamanlarda saniyede 40 bin olsun;
trans hâline geçince, yâni medyum, bir varl›¤›n tesiri alt›nda kal›nca
bu frekanslar saniyede 60–70 bine kadar ç›kar. ‹flte fluur merkezinde
frekans›n bu art›fl›yla, orada faaliyet de artar, idrak genifller.
‹drakin genifllemesi, bu frekans›n art›fl›na ba¤l›d›r. Frekans›n
art›fl› da o tesiri gönderen varl›¤›n uygun gördü¤ü derecede olur.
‹flte hareketlerin artt›r›lmas›yla, medyumun varl›ktan alaca¤›
tesirlerin mânâlar›n› ifade etmek kabiliyeti ve idraki artar. Medyumlar
ya konuflarak, ya yazarak ya da baflka bir tarzda bu mânâlar›
d›fl âleme, insanlar›n anlayabilecekleri vâs›talarla aktar›rlar.
Bunlara “entüvitif medyum” diyoruz.
Bir de fiziksel medyumlar vard›r. Burada, gelen tesirler, ya tesiri
alacak maddenin vibrasyonlar›ndan daha kabad›r ya da onlara
uygundur. Kaba ise, bu tesirler medyumdan geçip o maddeye
gidince, onun, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz gibi, yüksek kom-
138
BEDR‹ RUHSELMAN
binezonlar›n› besleyemeyeceklerinden, onlar›n silinmesine ve dolay›s›yla
maddenin da¤›lmas›na neden olurlar ki; bu, “demateryalizasyon”
denilen olay› meydana getirir. E¤er gelen tesirler o maddelerin
bünyesine uygun vibrasyonlar› içermekteyseler, o zaman
medyumun o maddeler üzerindeki etkileme kabiliyeti artarak birtak›m
formasyonlara ve tezahürlere imkân haz›rlan›r. Böylece,
materyalizasyonlar, fantomlar, aporlar, eflyan›n çeflitli hareket ve
durumlar› gibi, türlü adlarla an›lan say›s›z fiziksel tezahürler meydana
getirilir. ‹nsanlar›n fiziksel medyumluk grubunda gözlemledikleri
olaylar bu mekanizmaya tâbidir ki; bunlar, maddede,
de¤er farklanmas› mekanizmas›yla düalite prensibinin yürütülmesi
sayesinde, hareketlerin, yer de¤ifltirmelerin ve nihayet molekül
da¤›l›p toplanmalar›n›n olmas› gibi hâllerle meydana getirilir.
Beyinde tam say›s› olmamakla birlikte, afla¤› yukar› 90–100
merkez vard›r. Ve bunlar›n da vücutta belirli fonksiyonlar› olan
900–1000 tane tâli merkezi, yâni istasyonu mevcuttur. ‹flte öz varl›ktan
beyne gelen tesirler, beynin fluur merkezinden bu merkezlere,
oradan da –ihtiyaçlara göre– tâli merkezlere veya istasyonlara
da¤›l›rlar.
*
* *
fiimdi, insanlarda bâz› zamanlarda görülen uyku, rüya, obsesyon,
medyumluk gibi hâllerin mekanizmalar›ndan s›ras›yla söz
edece¤iz. Ancak, bu mekanizmalar›n esas›n› ve tekni¤ini aç›k olarak
aç›klayabilmek için, bâz› ön bilgileri tekrarlamak icap ediyor.
Bu ön bilgiler, varl›k ile beyin aras›ndaki irtibat ve iliflkilere aittir.
Daha önce de söz etti¤imiz gibi, insan varl›¤›n›n insan beynine
7/8’i ba¤lanm›flt›r. Yâni, varl›¤›n yedi k›sm› beyne ba¤l›d›r, ‘bir’
k›sm› serbesttir. Beyne ba¤l› olan k›s›m, “fluur merkezi” dedi¤imiz,
belirli beyin hücrelerinden oluflmufl bir lokali kaplar. fiuur
merkezi, di¤er merkezleri ve onlar da tâli merkezleri idare ederler.
Böylece, varl›¤›n bedene olan hâkimiyeti, fluur merkezinden
itibaren, derece derece birbirine tesir eden merkezler ve istasyonlar
vâs›tas›yla sa¤lan›r. Daha önce, insan varl›¤›n›n beyne ba¤l›
139
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
olan k›sm›na “fluur”, serbest kalan k›sm›na da “fluur ötesi” demifltik.
fiu hâlde, varl›¤›n ba¤l› bulundu¤u fluur merkezi, beynin,
hareketleri en fazla olan moleküllerden oluflmufl bir lokalidir. Bütün
beden, bu merkezden idare edilir. fiuur merkezi, daima d›flar›s›
ile, yâni varl›k ile iliflki hâlindedir. Bu merkezin faaliyetinin
azalmas› veya ço¤almas›, kendisine gelecek tesirlerle, hareketlerinin
azalt›l›p ço¤alt›lmas›na ba¤l›d›r.
Varl›¤›n beyne ba¤l› olmayan serbest k›sm›na gelince: Buna fluur
ötesi demifltik. fiuur ötesini de iki k›sma ay›rmak gerekiyor. Yaln›z,
flunu söyleyelim ki, varl›k, insanlar›n anlad›¤› mânâda parçalanmalara,
bölünmelere tâbi tutulamayan, süptil bir enerjiler
bütünüdür. Dolay›s›yla, onda, maddelerde yap›ld›¤› gibi kat kat
veya iç içe ayr›lm›fl k›s›mlar düflünülemez, yâni beyinde oldu¤u gibi
lokaliteler tayin edilemez. Ancak, bizim burada aç›klamak durumunda
kald›¤›m›z bâz› fonksiyonlar›n yerine getirilmesi bak›-
m›ndan, varl›kta böyle ayr› faaliyet hâllerini, lokalite sembolüyle
ifade etmek zorunlulu¤u do¤maktad›r. ‹flte burada yapt›¤›m›z k›-
s›mlara ay›rma, verdi¤imiz adlar, bu fonksiyonlar› ifade eden hâllere
aittir. Yoksa, asl›nda varl›kta ayr›lm›fl, bölünmüfl k›s›mlar,
parçalar, lokaliteler yoktur. Yan›lmalara düflmemek için bu durumu
bir örnekle aç›klamak istiyoruz. Gerçi bu örnek anlatmak istedi¤imiz
varl›¤›n durumuna oranla çok kabad›r ve yine bizim
dünyam›za ait bir realitedir ama, yukar›da anlatmak istedi¤imiz
fleyin daha kolayl›kla sezilebilmesine yard›m edecektir: Bofllukta
toplu olarak, da¤›lmadan duran, meselâ belirli bir hidrojen hacmi
düflünülsün! Bu kütle, bir sürü hidrojen atomundan oluflmufltur.
fiimdi bu atomlar›, göreceklerini kabul etti¤imiz bâz› ifller bak›-
m›ndan, ayr› ayr› karakterlerde birkaç gruba ay›ral›m! Böylece,
her grubun ayr› bir fonksiyonu olacakt›r. Meselâ bir k›s›m atomlar›n
fonksiyonu, ›fl›k vibrasyonlar›n› yakalamak olsun, di¤er bir
k›s›m atomlar›n fonksiyonu, ›s› vibrasyonlar›na mahsus olsun,
baflka bir k›s›m atomlar›n fonksiyonu elektrik vibrasyonlar›n› saptamak
olsun! Böylece fonksiyonlar› ayr›lm›fl üç türlü atom karakteri,
bu hidrojen toplulu¤u içinde karmakar›fl›k bir hâlde bulunuyor
ve gruplar hâlinde ayr› ayr› yerlerde toplanm›yor olsunlar! Böy-
140
BEDR‹ RUHSELMAN
lece kendilerine mahsus birer lokalitesi olmayan bu atomlar, yine
de, fonksiyonlar› bak›m›ndan tümüyle birbirinden ayr›lm›fl durumdad›rlar.
Fakat sözünü etti¤imiz varl›k, böyle hidrojen atomu
toplulu¤u gibi maddî bir durum göstermez. Dolay›s›yla, bu örne¤i
de oraya aynen tatbik etmek yine do¤ru olmamakla birlikte, bundan,
afla¤› yukar› bir sezgi elde etmek mümkün olur. Çünkü varl›k
için böyle belirli bir yerde, belirli bir kütle düflünmenin dahi do¤ru
olmayaca¤›, flimdiye kadar varl›k hakk›nda vermifl oldu¤umuz
bilgilerden elbette anlafl›lacakt›r. fiu hâlde, ayr› ayr› lokalizasyonlara
tâbi tutulamayacak varl›kta, ayr› ayr› fonksiyonlara sahip, idrak
edemeyece¤imiz tesir kompleksleri mevcuttur.
Böylece, fluur ötesinin, yâni varl›¤›n bedene ba¤l› olmayan
serbest sahas›n›n, iki k›sma ayr›ld›¤›n›, daha do¤rusu birbirinden
ayr› iki fonksiyon taraf› bulundu¤unu söylemifltik. Bunlardan birincisi,
“fluurüstü” dedi¤imiz k›s›md›r. Bu, varl›¤›n d›flar›ya aç›k
olan taraf›d›r. Varl›¤›n ruhundan gelen tesirler, varl›¤a onun bu
k›sm›ndan girer. Aynen, yukar›dan ve civardaki varl›klardan gelen
tesirler de, yine bu k›sma inerler.
fiuur ötesi sahas›n›n ikinci k›sm› fluuralt›d›r. Bu, yine fonksiyon
bak›m›ndan, varl›¤›n d›flar›ya kapal› olan taraf›d›r. fiuuralt› sahas›na
d›flar›dan hiçbir tesir gelmez. Kendisi de d›flar›ya hiçbir tesir
göndermez. Fakat buras›, varl›¤›n bütün kâinat boyunca birikmekte
olan kazan›mlar›n›n deposudur. Dolay›s›yla, geçmifl hayatlar›n
bütün izlenimleri fluuralt›nda mevcuttur, öz bilgiler burada muhafaza
edilmifltir. ‹flte daha önce söyledi¤imiz gibi, buraya ancak öz
varl›¤a mal olmufl, öz bilgi hâline gelmifl kazançlar girebilir.
fiuurüstü ve fluuralt›n›n fluur ile irtibat› mevcuttur. Bunlar birbirleriyle
al›flverifllerde bulunabilirler. Fakat fluur ile fluuralt› ve
fluurüstünün, tek kelimeyle, fluur ötesinin irtibat› do¤rudan do¤ruya
olmaz. Arada köprü vazifesini gören arac› bir fonksiyon daha
vard›r ki, buna da “fluurd›fl›” diyoruz. Demek ki fluurd›fl›, fluur
ile fluur ötesi aras›ndaki gelifl gidifllere vâs›ta olan, varl›¤›n üçüncü
bir fonksiyon sahas›d›r. Fakat fluurd›fl›n›n di¤er bir fonksiyonu daha
vard›r ki, o da fludur: D›fl âlemden, dünyadan, günlük hayat-
141
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tan fluura gelip de henüz öz bilgi hâline girmemifl bulunan bilgilere
ait izlenimler bu sahada, yâni fluurd›fl›nda toplan›r ve ölünceye
kadar orada kal›rlar. Demek ki fluurd›fl› sahas› (herhalde buradaki
saha ifadesiyle ne demek istedi¤imiz sezilmektedir) ayn›
zamanda, fluurun bir bilgi deposudur. fiuur, icap etti¤i zaman –fluuralt›na
inmeden– gereken malzemeleri bu fluurd›fl›ndan al›p kullanabilir.
Bunlar, varl›¤›n son dünya hayat›na, yâni insan›n yaflamakta
oldu¤u hayat›na ait bilgilerinin sonuçlar›d›r. Bu bilgiler,
daha önce de söyledi¤imiz gibi, k›yasî bir muhasebeden geçtikten
sonra fluurd›fl›na itilirler ki, bu muhasebeyi yapan da vicdand›r.
fiuurd›fl› bilgileri; yine daha önce söyledi¤imiz gibi, ancak
ölümden sonra, varl›k taraf›ndan, fluuralt›n›n bilgileriyle büyük
k›yasî muhasebesi yap›larak öz bilgi hâline geçerler ve fluuralt›na
yerleflirler. Günlük hayattaki, fluur sahas›nda cereyan eden olaylar,
uyku esnas›nda bu fluurd›fl› sahas›na intikal ederler. Esasen
fluurd›fl› ile fluur sahalar› birbirine çok yak›n ve s›k s›k iliflki hâlindedirler.
*
* *
Bu, fonksiyon bak›m›ndan k›s›mlara ayr›lmay› aç›klad›ktan
sonra, ola¤an idrakin ne flekilde cereyan etti¤ini, bu bilginin ›fl›¤›
alt›nda aç›klayal›m!
‹nsan d›flar›daki bir objeye, meselâ bir kaleme bakt›¤› zaman o
kaleme ait titreflimler, görme sistemi çevresindeki noktalardan itibaren,
belirli istasyonlardan geçerek görme merkezine gider. Oradan
da fluur merkezine yans›y›nca ilk, maddî idrak vuku bulur.
Bu idrak, tümüyle, beynin tâbi oldu¤u yüzeysel zaman faaliyetine
ait dünya idrakidir. Bu tesir fluurdan fluurd›fl› kanal›yla fluurüstüne
giderek, orada varl›¤a ait ve dünya realitesi d›fl›nda, insanlar›n
anlayamayaca¤› idrak vuku bulur. Varl›k, bu kalemden
kapsaml› bir idrak içinde haberdar olur.
Tekrar edelim: fiuurda meydana gelen maddî idrak ile varl›kta
meydana gelen süptil idrak birbirinin ayn› de¤ildir. Bu idraklerin
mahiyetleri; kendilerini oluflturmufl olan, fluur gibi nispeten yo-
142
BEDR‹ RUHSELMAN
¤un ve fluurüstü gibi ona nazaran çok seyyal madde ortamlar›na
göre, yo¤unlafl›r ve süptilleflirler. fiuura ba¤l› olan idrak, varl›kta
oldu¤u gibi kapsaml› ve karmafl›k de¤il, fluur merkezinin maddî
bünyesine ayarl› olarak, kaba flekilde belirir.
Yukar›da verdi¤imiz, kalemin idraki örne¤i, basit bir flemad›r.
Söz etti¤imiz yol, bundan çok daha kar›fl›k da olabilir. Bu tesir
yolculu¤una, ilgili di¤er merkezler ve istasyonlar da kar›flabilir.
Ayr›ca, fluurd›fl›ndan bâz› tesirler de kat›labilir. Bunlar, say›s›z
icaplara göre say›s›z durumlar al›rlar.
*
* *
fiimdi uykuyu aç›kl›yoruz. ‹drakin do¤mas› için, fluur merkezinin,
serbest ve kendisinde mevcut olan izlenimleri uyand›rabilecek
derecede, frekans›n›n yüksek bulunmas› gerekir. ‹nsan›n uyan›k
dedi¤imiz hâlinde fluur, daima fluurüstü ile irtibattad›r. Öte
yandan, merkezlere karfl› da aç›k durumdad›r. Yâni, merkezler ile
de irtibat hâlindedir. fiu hâlde, çevreden gelen tesirleri de almaktad›r.
Özetle, uyan›k hâlde iken fluur, bir taraftan varl›k ile, di¤er
taraftan çevresi ile, yâni dünya hayat› ile iliflkidedir. Böylece gerek
yukar›dan, fluur ötesinden, gerek afla¤›dan, dünyadan tesirler
al›r. Bu sayede bütün sinir sistemine ve onun vâs›tas›yla da organizmaya
hâkim olur. Yâni, fluur ötesinden gelen icaplara göre bedeni
idare eder. Esasen bedeni idare edenin do¤rudan do¤ruya
fluur merkezi oldu¤unu daha önce söylemifltik. Varl›k, bedenden
bu merkezi kullanarak yararlan›r.
Uykuda iken bâz› merkezlerin d›fl âlem ile olan iliflkileri kesilir.
fiuur da dahil olmak üzere, bu merkezler fluurd›fl›na ba¤lan›r.
Art›k bu merkezler dünya ile de¤il, fluur ötesi ile ilgilidirler. ‹flte
buna, “merkezlerin kendi içine dönmesi” deriz. Ve d›fl âleme karfl›
o ân için hassas olmayan bu merkezlerin böyle içe dönmeleri,
uyku hâli dedi¤imiz durumu meydana getirir. fiu hâlde, bu merkezler
d›fl âleme karfl› hareketsiz ve pasiftirler, fluur ötesine karfl›
ise aksine, hareketli ve aktif durumdad›rlar. O ânda fluur ve ilgili
merkezler; d›fl âlemin ba¤lar›ndan özgür kalm›fl bulunduklar›ndan,
günlük kazançlar›n›n sonuçlar›n› fluurd›fl›na aktarmak için,
143
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
onlar›n vicdan muvacehesinde, fluurd›fl›ndaki k›yas bilgileriyle, ilk
muhasebelerini rahat rahat yaparlar. Bu sonuçlar, orada, fluurd›-
fl›nda kalacaklard›r. Bunlar›n henüz, öz varl›k taraf›ndan öz bilgilerle
k›yas› yap›lmad›¤›ndan, öz bilgiler ile aralar›nda intibaks›zl›k
vard›r. Bu yüzden, bu bilgiler fluuralt›ndaki öz bilgiler sentezine
dahil olamazlar. fiuurd›fl›nda, varl›¤›n fluura yak›n fonksiyon sahas›nda
kal›rlar. Onlar›n burada birikmesi, daha önce söyledi¤imiz
gibi, ölüm ân›na kadar devam eder.
Demek ki uyku esnas›nda çevreye karfl› hareketsiz ve pasif
hâlde görünen merkezler, içeride önemli ifller baflarmaktad›rlar.
Fakat bunlar›n faaliyetleri d›fla de¤il, içe dönmüfltür. Ve bütün
meflguliyetleri de, günlük olaylar› fluurd›fl›na devretmek iflleminden
ibarettir. Bu ifllemin sa¤l›kl› bir flekilde yap›lmas› için, bunlar›n
çevre ile olan irtibatlar›n› kesmesi ve günlük hayat karfl›-
s›nda dinlenmeye çekilmesi, yâni uyku dedi¤imiz hâlin meydana
gelmesi gerekir.
*
* *
Bu hâlde iken rüyalar›n mekanizmas›n› aç›klamak kolaylafl›r.
Rüyalar iki flekilde, yâni iki tesir kayna¤›n›n müdahalesiyle cereyan
eder: Bunlardan biri afla¤›dan, çevreden gelen tesirler; di¤eri
ise fluur ötesinden gelen tesirlerdir.
‹lk önce, çevreden gelen tesirleri inceleyelim: Uyumakta olan
bir insan›n aya¤›, onu uyand›racak kadar fliddetli olmamak flart›yla,
bir tüy parças›yla hafifçe okflans›n! Buradan ç›kan vibrasyonlar,
ayakla ilgili olan merkezi uyand›rmayacak, fakat rahats›z
edecektir. Çünkü bu s›rada o, kendi ifliyle meflgul oldu¤u için,
çevreden gelen bu tesirle u¤raflmak istemez. Dolay›s›yla, ayaktan
gelen bu tesiri derhal omuzundan atarcas›na, o s›rada irtibatta
bulundu¤u fluurd›fl› kanal›yla fluuralt›na aktar›r. Gerçi, çevreye
karfl› hareketsiz olan bu merkezin oradan gelen bir tesiri bu flekilde
aktarmas› da bir harekettir ama, d›flar›dan kendisini uyand›rmayacak
kadar hafif fliddette gelen bu tesire, ancak bu ifli yapabilecek
kadar küçük bir hareket gösterebilir. Nitekim e¤er tesir
biraz fliddetlenirse, bu hareketler artar ve merkezin çevreye karfl›
144
BEDR‹ RUHSELMAN
olan hareket frekanslar›n›n artmas›, onu derhal içten d›fla dönmeye,
yâni uyanmaya mecbur k›lar.
fiimdi, onun uyanmad›¤›n› kabul ederek devam edelim! Ayaktan
gelen tesir, fluuralt›na girince, orada mevcut olan sonsuz izlenimlerden,
rastgele, kendisine uygun olanlar› yakalar ve onlar›
harekete geçirir. Böylece fluuralt›nda otomatikman, kontrolsüz
olarak bir imajinasyon ifllemi olur. Beyinde meydana gelen her
hareketin, fluur merkezine ya do¤rudan do¤ruya ya da baflka
kanallardan yans›mas›, bir kurald›r. Ancak, bu yans›yan tesirler,
bazen, fluurda izlenimleri uyand›rmayacak kadar güçsüz olurlar.
O takdirde fluur merkezi, idrak etmeden vazifesini yapar. Burada,
fluuralt›nda oluflan imajlar, fluurd›fl› kanal›yla fluura yans›rlar.
E¤er bu yans›yan izlenimler, fluuru harekete geçirecek kadar güçlü
iseler, fluurun, çevreye ait olan bu imajlar› alacak kadar frekans›
artar ve imajlar› idrak eder; ayn› zamanda uyan›r. ‹flte o
ânda, rüya görülür. E¤er fluuralt›ndan gelen vibrasyonlar, fluur
sahas›n› oluflturan merkezin moleküllerinde gere¤i kadar hareket
uyand›rmazsa, fluur merkezi kendi meflguliyetine devam eder ve
bu imajlarla meflgul olmaz; rüya da görülmez. fiunu da söyleyelim
ki, fluuralt›ndan fluura yans›yan imajlar, fluur taraf›ndan maddî
bünyesine, yâni mümkün mertebe dünya realitesine uygun flekillerde
idrak edilir. fiu hâlde, rüya, görülen bir fley de¤ildir. Bir
tür imajinasyondur. Bu olay›n cereyan edifli, yâni ayaktaki uyan›fltan
itibaren fluur ile fluur ötesi aras›ndaki gidifl gelifller, saniyenin
bölümleri içinde olup bitti¤inden, rüyan›n görülüflü de bir
ân meselesi olur. Aya¤›na her tüy sürtülen insan, mutlaka rüya
görmez. Meselâ, aya¤a ba¤l› olan merkez kendi ifline o kadar
dalm›fl olabilir ki, ayaktan gelen bu tesirler onu harekete geçirmeyebilir.
Yine, fluuralt›ndan gelen vibrasyonlar, fluuru harekete
geçirecek fliddette olmayabilir... O zaman rüya görülmez.
*
* *
Nedeni yukar›lara, fluurüstüne ba¤l› olan rüyalar›n mekanizmas›na
gelelim! Herhangi bir gayeyle bir varl›k, bir insana rüya
göstermek istedi¤i zaman, o insan›n tâbi bulundu¤u varl›¤›n fluurüstü
sahas›na, gösterece¤i rüyayla ilgili bâz› vibrasyonlar gön-
145
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
derir. fiuurüstüne gönderilen bu tesirler, fluurd›fl› kanal›yla fluura
intikal eder ve fluuru ifade eden merkezin moleküllerinin frekanslar›n›
artt›r›rlar. Bu hâl, gelen vibrasyonlarla ilgili izlenimlerin
idraklerini fluurda meydana ç›kart›r. Bu da flöyle olur: O s›rada
fluur, esasen, fluurd›fl›na do¤ru dönük vaziyettedir. Yukar›dan
gelen tesirler maksatl› olduklar› için, onlar›n her biri, fluurd›fl›nda
mevcut olan ve arzu edilen bir izlenimi uyand›racak flekilde,
ayarl› olarak gelmifltir. ‹flte esasen fluurd›fl›yla irtibat hâlindeki
fluura inen bu ayarl› tesirler, fluurun fluurd›fl›ndan istenilen izlenimleri
almas› sonucunu sa¤larlar. Ve fluurda fluurd›fl›ndan gelen
imajlar›n idraki meydana ç›kar. Demek ki, rüyay› göstermek isteyen
varl›k, fluurd›fl›ndaki say›s›z malzemelerin niceliklerine göre,
gönderece¤i ayarl› tesirlerle, onlardan istediklerinin –yukar›da
söyledi¤imiz yoldan– fluur sahas›na ç›kar›lmas›n› sa¤lar. fiu hâlde,
bu tür rüyalar da, yine imajinasyonla meydana gelmektedir. Yukar›dan
veya afla¤›dan gelen rüyalar, az çok deneyimli insanlar
taraf›ndan kolayl›kla ay›rt edilebilirler. Afla¤›dan gelenler, daha
da¤›n›k, belirsiz ve sönüktür. fiuurüstünden gelenler ise, daha
derli toplu, belirli, canl› ve derin izlenimlidir.
*
* *
Bu mekanizmada görülüyor ki, ikinci gruptaki, yâni yukar›dan
gelen tesirlere ba¤l› rüyalarda, daha ziyade fluura hitap eden maksatl›
tertipler vard›r. Bunlar insana bâz› fleyler ö¤retmek gayesini
gütmektedir. Bu rüyalar, bâz› icaplar gere¤ince haber verilmesi gerekli
olan gelece¤e ait vakalardan bâz› safhalar›* bildirmek, herhangi
bir duruma karfl› uyar›larda bulunmak veya icap eden bâz›
bilgilerin sezgilerini vermek gibi, çeflitli nedenler alt›nda gösterilir.
Bununla birlikte kâinatta hiçbir k›p›rdan›fl yoktur ki, Ünite’nin
kontrol ve direktifi haricinde kalm›fl olabilsin. Bir tek hareketten
itibaren kâinat›n bütün hareketlerine kadar her k›p›rdan›fl, Ünite’nin
direktifine tâbidir. Dolay›s›yla, afla¤›dan gelen rüyalar hakk›nda
rastgele, rab›tas›z gibi sözcükler kulland›¤›m›za bakarak,
bunlar›n bofl ve gereksiz fleyler olduklar›n› söylemek istedi¤imizi
düflünmemek gerekir. Kâinatta gereksiz, mânâs›z, bofl hiçbir hare-
* “Safha” sözcü¤ü, “evre, aflama, bir olay›n birbiri ard›nca görülen hâllerinin her biri”
anlam›na gelir.
146
BEDR‹ RUHSELMAN
ket ve olufl yoktur. Afla¤›dan gelen rüyalar hakk›nda yukar›ki ifadeleri
kullanmam›z, fluurüstünden gelen tesirlere ba¤l› rüyalara
oranlad›r. Yoksa, çevreden gelen rüyalar›n da kendilerine göre, yürütülmekte
olan yollar› vard›r. Bunlar da, baflka bir yönden tertipli
ve hesapl› olarak cereyan ederler. Nitekim onlar üzerinde de duruldukça
birçok fley ö¤renilir ve kazan›l›r.
Demek ki, yukar›dan gelen tesirlerle görülen rüyalarda, imaj
olarak, fluurd›fl›ndaki malzemeler kullan›l›r. Çevreden gelenlerde
ise, imajlar fluuralt›ndan al›nm›fl malzemelerle oluflur. Bununla
birlikte, e¤er rüyay› göstermek isteyen varl›k, maksad›n›n gerçekleflmesi
için gerek görürse, yaln›z bu dünya hayat›na ait fluurd›-
fl›ndaki bilgilerden de¤il, ayn› zamanda fluuralt›ndan, geçmifl hayatlara
ait bâz› bilgilerden de yararlan›r. Tabiî ki, bu tarzda fluuralt›ndan
al›nan imajlar, çevreden gelen tesirlerle al›nan imajlar gibi
derme çatma topluluklar hâlinde olmaz, daha tertipli ve düzenli
olurlar. Bu bilgileri verdikten sonra, medyumlu¤un mekanizmas›n›
aç›klamak kolaylafl›r.
*
* *
Medyumluk, tesirleflmeler, yâni vibrasyon al›flveriflleri yoluyla
olur. O hâlde, varl›klardan gelen vibrasyonlar›n medyumlar›n
bünyesine uymas› gerekir.
Kâinatta mevcut bulunan dünyalar›n her birinde madde flartlar›,
do¤al olarak, de¤ifliktir. Bedenliler ise, daima üzerinde bulunduklar›
kürenin madde flartlar›n›n derecelenmifl birer formasyon
hâlidir. Ve bunlar›n her birinin kendisine özgü bir manyetik
alan› vard›r. Dolay›s›yla, gelen vibrasyonlar›n her hâl ve flarta en
yak›n madde formlar›n› bulmas› zarurî oldu¤una göre, dünyada
medyumlar›n bünyelerine gelecek vibrasyonlar›n da, onlar›n
manyetik alanlar›na göre ayarlanmas› icap eder.
Dünyam›z etraf›nda yo¤unluktan seyyalli¤e do¤ru uzaklaflan
bir sürü tesir sahas› vard›r. Bunlar, âdeta birbiri içine girmifl küreler
gibi, dünya çevresini sarm›fllard›r. Bunlar, her biri vazifeli varl›klara
ait, birer tesir sahas›d›r. En yo¤un tesir kufla¤›, dünya yü-
147
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
züne en yak›n olan sahad›r. Ve nispeten daha geri varl›klara aittir.
Bununla birlikte, bu sahalar›, iç içe imifl gibi, dünya mekân›
kayd›na tâbi tutarak ele almamak icap eder. Burada da, biraz önce
vermifl oldu¤umuz hidrojen kütlesindeki fonksiyonlara ait örne¤i
hat›rlat›r›z. fiu hâlde, dünyan›n etraf›nda kabal›ktan inceli¤e
do¤ru, dünyadan gittikçe uzaklaflan tesir ortamlar› mevcuttur.
*
* *
Dünya d›fl› bir kaynaktan dünyadaki bir insana inecek herhangi
bir tesir, o insan›n bünyesine nazaran farkl› incelikte bulunur.
Bu durumda iken onlar aras›nda sempati mevcut de¤ildir. Dolay›s›yla,
tesir, o insana, aynen oldu¤u gibi inemez. ‹nsana gelinceye
kadar yumuflamas›, fliddetinden bir k›sm›n› terk etmesi, insan›n
kabul edebilece¤i ve hazmedebilece¤i duruma gelmesi gerekir.
Bunun için, onun birtak›m dönüflümler geçirmesi, bâz› süzgeçlerden
süzülmesi, kabalaflmas› gerekir. ‹flte bunlar, demin sözünü
etti¤imiz ortamlarda yap›l›r. Demek ki bu dönüflümleri sa¤layacak
olan her tesir sahas›, gelen tesir için, bir transformasyon
istasyonu, yâni bir transformatördür.
*
* *
Bir insana tesir gönderecek olan varl›¤›n o insana mesafesi ne
kadar uzaksa, yâni aralar›nda ne kadar tekâmül fark› varsa, o tesirin
o insana gelinceye kadar geçirece¤i transformasyon sahalar›n›n
veya transformatör istasyonlar›n›n adedi o kadar fazla olur.
Aksine, tesir gönderecek olan varl›k ile o tesiri alacak olan insan,
yâni medyum seyyallik bak›m›ndan birbirine ne kadar yak›n ise,
aradaki transformatör istasyonlar›n miktar› da o kadar azalm›fl
bulunur.
Dünyaya en yak›n durumdaki çok az mütekâmil varl›klar, temasa
geçebilecekleri bâz› medyumlar ile, tesirleri arada hiçbir ortamdan,
transformatör istasyondan geçmeden, do¤rudan do¤ruya irtibat
kurabilirler. Çünkü bunlar›n manyetik alanlar› transformasyona
gerek kalmadan birbiriyle temas edebilecek kadar yak›n durumdad›r.
Meselâ bâz› insanlar›n, s›nav geçirmeleri ve eprövleri
148
BEDR‹ RUHSELMAN
icab› olarak, bu tür basit varl›klar›n hâkimiyeti alt›na girmeleri
gerekti¤i zaman, vazifeli varl›klar böyle basit varl›klar› o insanlara
musallat ederler. Böylece obsesyonlar meydana gelir ve ara istasyonlar›na
gerek kalmadan, obsesör olan basit varl›k, o insana
tesirlerini do¤rudan do¤ruya gönderebilir. Esasen böyle basit
varl›klar›n, obsesörlerin birtak›m transformatörleri kullanabilme
kudretleri de yoktur. Çünkü bu da bir tekâmül iflidir. Onlar›n idrakleri
buna müsait de¤ildir. Onlar karfl›lar›na ç›kan müsait insanlara
otomatikman yap›fl›rlar. Bazen bu obsesörler, yüksek varl›klar
taraf›ndan istasyon olarak kullan›lan, dünyaya en yak›n ve
kaba bir transformasyon ortam› da olabilirler.
*
* *
‹lk önce, yüksek vazifeli bir varl›¤›n bir vazife medyumu ile
olan ve en yüksek medyumluk fleklini oluflturan irtibat mekanizmas›n›
aç›klayaca¤›z.
Vazifeli varl›ktan kalkan ve belirli mânâ ve izlenimleri medyumda
uyand›rabilecek titreflimleri içeren bir tesir, bu ifl için seçilmifl
medyuma do¤ru ilerlemeye bafllar. Dedi¤imiz gibi, bir sürü
transformatör istasyondan geçtikten sonra, medyumun varl›¤›n›n
fluurüstü ile irtibata geçer. Zaten varl›klar›n di¤er varl›klar ile ve
kendi ruhlar› ile irtibat›ndan söz ederken, ancak fluurüstü sahalar›n›n
aç›k oldu¤unu ve bu saha ile irtibata geçtiklerini daha önce
belirtmifltik. fiuurüstüne inen bu tesirler, oradan derhal, medyumun
hangi melekesi veya fonksiyonu kullan›lmak icap ediyorsa,
o fonksiyonu idare eden merkeze, fluurd›fl› kanal›yla gönderilirler.
fiuras› bir kurald›r ki, beyne gelen tesirler beyin merkezlerini
oluflturan moleküllerin hareketlerini artt›r›rlar. Onlar›n ola¤an titreflim
frekanslar›n› yükseltirler ki, bu da onlar›n kabiliyet ve kudretlerinin
o oranda artm›fl olmas› demektir. Meselâ burada, medyumun
gelen vibrasyonlar› çevreye konuflarak aktarmas› gerekiyorsa,
fluurüstündeki tesirler, fluurd›fl› kanal›yla do¤ruca, konuflma
ile ilgili merkezlere gelir ve onlar› faaliyete sokarlar. Bu tesirler, onlarda
uyand›r›lacak izlenimlere göre ayarlanm›flt›r. Beyne giren her
149
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tesirin ya do¤rudan do¤ruya ya da baflka yollardan muhakkak fluur
merkezine yans›mas› flart oldu¤undan, fluurüstünden konuflma
merkezine tesirin gelmesi s›ras›nda bu tesir fluur merkezine de intikal
eder. fiuura intikal eden tesirler, fluuru ifade eden merkezdeki
moleküllerin titreflim frekanslar›n› artt›rarak, bu merkezi, tesirlerce
içerilmifl olan maksatlara göre faaliyete sevk ederler. Böylece tesirleri
alan fluur, onlar› fluurd›fl› kanal›yla tekrar fluurüstüne gönderir.
Tesirlerin burada, fluurüstüne gönderilmesindeki gaye, onlar›n
merkeze tam gelip gelmedi¤inin kontrolünün yap›lmas›d›r. Varl›k
bunu kontrol eder. Asl›nda bu kontrolü yapan, medyumun varl›¤›
olmay›p, yine, o tesiri gönderen vazifeli varl›kt›r ama, sanki bunu
medyumun varl›¤› yap›yormufl gibi görünür.
Kontrolün sonucunda tesirin konuflma merkezine giden hâlinin
do¤ru veya yanl›fl oldu¤u yarg›s›na var›ld›ktan sonra, bu yarg›,
tekrar fluurd›fl› kanal›yla fluura gelir. fiuur, yarg›n›n do¤rulu¤una
veya yanl›fll›¤›na göre hâkimiyeti alt›nda bulunan merkeze, onun
yap›lmas›n› veya yap›lmamas›n› emreder. Merkez, ancak bu emri
ald›ktan sonra harekete geçer; e¤er “yap” diye emir alm›flsa, gerekli
organlara etki ederek medyumu konuflturur. Bu s›rada medyum,
gelen tesirin içerdi¤i mânâlar› söz hâline çevirirken gerekli
olan sözcük ve imajlar› fluurd›fl›ndaki, o hayata ait bilgilerden ve
izlenimlerden al›r. Bunun için hemen fluuralt›n› kar›flt›rmaya gerek
yoktur. Fakat e¤er verilecek tebli¤in mahiyetine göre, geçmifl
hayatlardan bâz› izlenimler almak icap ediyorsa, o zaman konuflma
merkezi, yine fluurd›fl› kanal›yla, bu bilgileri fluuralt›ndaki
malzemelerden alarak kullan›r.
Tesir fluurüstünden konuflma merkezine geldikten sonra tekrar
varl›¤›n kontrolünden geçmedikçe söz hâlinde d›flar› dökülemeyece¤ine
göre, bu merkezin, kontrolün sonucuna kadar harekete
geçmemesi gerekir. Her ne kadar burada konuflma merkezinin
bunu bekler gibi bir durumu varsa da, asl›nda burada bekleme
diye bir fley yoktur. Çünkü konuflma merkezinden konuflma
organlar›na tesirin intikal etmesi için gerekli ifllemlerin tamamlanmas›
birkaç saniye sürer. Oysa tesirin fluurdan fluurd›fl› kanal›yla
fluurüstüne gidip, kontrolden geçtikten sonra fluurd›fl› kanal›yla
150
BEDR‹ RUHSELMAN
tekrar fluura dönmesi ve oradan da konuflma merkezine emrin
gitmesi, ancak saniyenin onda biri kadar k›sa bir zamanda olup
biter. Dolay›s›yla, konuflma merkezinin, kontrol sonucunu uzun
uzun beklemeye ihtiyac› yoktur. Çünkü daha, henüz tesir konuflma
merkezine gelirken, onun yukar›da söyledi¤imiz yollardan
kontrolü yap›lm›fl ve bitmifl olur. Bu mekanizmada görüldü¤ü gibi;
daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz üst tesirlerle görülen rüyalar›n
mekanizmas› ile böyle yüksek irtibatlar›n mekanizmas› aras›nda
büyük bir fark yoktur. Ancak, aradaki fark, burada sürecin
daha canl› oluflu ve kontrol mekanizmas›ndan geçiflidir.
Burada, tebli¤ veren varl›k, yukar›da söyledi¤imiz gibi, gerekli
görürse fluuralt›na da müracaat ederek, oradaki malzemeleri de
kullanabilir. fiuuralt›ndaki bu malzemeler, ilgili merkezde sözcüklere
çevrilerek medyumun a¤z›ndan dökülmeye bafllar. Bunlara ait
izlenimler fluurda uyanmayabilir. Bu izlenimler, geçmifl hayatlara
ait olduklar› için, esasen fluurda mevcut de¤ildir. Bunlar fluurd›fl›
kanal›yla, ilgili merkezlere gitmek üzere fluura da u¤rarken, oradaki
idrak hücrelerini harekete geçirmeden geçip giderlerse, fluur
merkezinin bunlar›n izlenimlerine ait idraki uyanmaz ve insan bunlardan
haberdar olamaz. Bu takdirde otomatik intikalden söz edilir.
Kontrollü irtibatta, bâz› nedenlerden dolay›, mânâlar› medyumun
idrakine yans›mamas› icap eden tebli¤ler olabilir. Bu tebli¤ler
kontrol edilmek üzere fluur merkezinden fluurüstüne yans›-
t›ld›¤› hâlde fluurda idrakin meydana ç›kmamas› flu flekilde olur:
fiuur merkezi çok kar›fl›kt›r. Çeflitli frekanslara sahip atom kombinezonlar›ndan
bileflmifl moleküllerden kuruludur. Bu molekül gruplar›n›n
bir k›sm› idrake mahsus, di¤er bir k›sm› da insan›n idrakiyle
ilgili olmay›p, sadece, fluur merkezinin di¤er merkezler üzerindeki
idareci vibrasyonlar›yla, yâni onlar› harekete geçirici vibrasyonlar›yla
ilgilidir. ‹flte fluur vâs›tas›yla bâz› merkezlere yapt›r›lacak
ifllerde, e¤er medyumda o ifllere ait idrakin ortaya ç›kmamas›
isteniyorsa, o zaman fluur merkezine gelen tesirlerin frekanslar›
fluurun idrake ait olan k›s›mlar›n› uyar›c› mahiyette olmay›p,
ancak idare iflleriyle ilgili molekül gruplar›n› uyaracak mahiyette
bulunur. O zaman fluur merkezi, sadece, ilgili merkezlere
151
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
gelen vibrasyonlar›n mânâlar›na göre, o merkezlerin harekete
geçmelerini sa¤layacak flekilde hareket eder; fakat idrak merkezi
faaliyette olmad›¤› için, insan o iflin idrakine sahip olmaz. ‹flte o
zaman, otomatik tebli¤den ve otomatik faaliyetten söz edilir.
E¤er fluur merkezindeki bütün gruplar, yâni idrak molekülleri
gruplar› da harekete geçirilirse, o zaman fluur hem yönetme iflini
yapar, hem de yapt›¤›ndan, ‘insan hâli’yle haberdar olur. Bu takdirde
idrakli irtibatlardan söz edilir.
Kontrollü irtibatlarda, tebli¤i veren varl›k, tebli¤in mânâs›n› insan
idrakine yans›tmak istemiyorsa, o zaman öyle nicelik ve k›ymette
vibrasyonlar gönderir ki, bunlar fluur merkezinin idrak molekül
gruplar›n› harekete geçirecek durumda olmazlar. Sadece, fluur
merkezinin, di¤er merkezleri sevk ve idare edici molekül gruplar›n›
harekete geçirirler ve onun vâs›tas›yla, verilen tebli¤lere ait
mânâlar›n o merkezlerde oluflmas›n› sa¤larlar. Bu s›rada, fluur merkezi
bu emri merkezlere verirken, insan hâlindeki idrakin bu ifllerden
haberi olmaz. Çünkü merkezin o k›sma ait molekülleri faaliyette
de¤ildir. Bununla birlikte, fluurun idareci molekülleri, o vibrasyonlar›n
merkeze yans›yan ve kontrol için yukar›ya gönderilen
mânâlar›n› yüklü bulunurlar. ‹flte böylece, idraksiz bir kontrol, yukar›da
söyledi¤imiz kanaldan yap›lm›fl bulunur. Demek ki idrakli
ve idraksiz kontroller aras›ndaki fark; birincisinde izlenimlerin fluurdaki
idrak molekül gruplar›n› harekete geçirmesi, ikincisinde bu
gruplar› harekete geçirmemesidir.
*
* *
Büyük vazife medyumlar›n›n d›fl›nda, bireylerin veya küçük topluluklar›n
tekâmülleri için, orta varl›klar ile medyumlar›n alelâde
irtibatlar›na gelince: Esas bak›m›ndan, durum burada da öncekine
benzer. Aradaki fark, burada kontrol mekanizmas›n›n mevcut olmamas›d›r.
Yâni, varl›k, medyuma gönderdi¤i vibrasyonlar›n do¤ru
aktar›l›p aktar›lmad›¤›n› araflt›rmaz. O, sadece, tesirlerini medyumun
fluurüstüne göndermekle yetinir. Medyum taraf›ndan nas›l
al›nd›¤› ve nas›l aktar›ld›¤› onu ilgilendirmez. Fakat bu tebli¤i veren
varl›k, üst varl›klar taraf›ndan kontrol edilir.
152
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu varl›ktan medyumun fluurüstüne gelen tesirler; daha önce
tesirler konusunda aç›klad›¤›m›z, öncü, güdücü ve dirijan tesirler
mekanizmas›na tâbi olarak, medyumdan uzakl›¤› derecesine göre
birkaç istasyondan süzülür, medyumun fluurüstü sahas›na iner ve
oras› ile irtibata geçer. Tesirler, fluurüstünden fluurd›fl› kanal›yla, o
tesirleri çevreye aktaracak organlar›n tâbi bulundu¤u merkeze, konuflma
merkezine gider. Ayn› zamanda, fluur merkezine de yans›r.
E¤er konuflma merkezinde canlanmas› istenilen ve fluuralt›ndan
gelmesi icap eden imajlara ait izlenimler, fluurd›fl› kanal›yla fluuralt›ndan
al›n›rken idrake yans›t›lacak durumda de¤ilseler, bu vibrasyonlar
fluurun idrak moleküllerine ait hücrelerini harekete geçirici
mahiyette olmazlar. O zaman insan onlar›n idrakine varamaz.
Bu takdirde yine, otomatik irtibattan söz edilir. Ancak, her merkez
daima fluur merkezinin idaresi ve emri alt›nda bulundu¤undan,
ondan emir gelmedikçe de hiçbir merkez faaliyete geçemez. fiuur
merkezi, kendisinde idrak moleküllerini uyand›rmayan bu tesirleri
al›r ve icap eden merkezlere, o tesirlere uyarak, gereken emirleri
gönderir. Bazen de gelen tesirler, tafl›d›klar› mânâlara ait izlenimleri,
fluurdaki idrak hücrelerinde uyand›racak mahiyette olurlar,
yâni fluur merkezinin idrak moleküllerinin frekanslar›na uygun ve
onlar› harekete geçirici durumda bulunurlar. O zaman medyum,
yapt›¤› ifli bilerek faaliyete geçer. Tebli¤lerin ço¤unda bu faaliyet
idrakli olarak cereyan eder.
Burada görülüyor ki, fluur merkezi, icra merkezine “yap” emrini
vermek için öncekinde oldu¤u gibi bir kontrol mekanizmas›na
tâbi tutulmuyor; varl›ktan gelen mânâlar, sa¤l›kl› olup olmad›klar›
araflt›r›lmaks›z›n merkez taraf›ndan icra ediliyor. Dolay›s›yla, bu
tür irtibatlarda, fluurd›fl›ndan al›nan izlenimlerden baflka, tebli¤lerin
aras›na fluuralt›ndan da izlenimlerin kar›flmas› ve bunlar›n
kontrole tâbi tutulmamas›, bazen tebli¤lerin mânâs›n› de¤ifltirmek,
onlar› bozmak, yozlaflt›rmak veya varl›¤›n ifade etmek istedi¤inin
tam z›dd›n› bildirmek gibi durumlar› meydana getirebilir. Bu durumlar›n
s›k veya seyrek olarak meydana gelifli; medyumlar›n kabiliyetlerine,
tebli¤i gönderen varl›¤›n kudreti derecesine, bünye ve
çevre flartlar›na ba¤l›d›r. Çünkü unutulmas›n ki, tebli¤ s›ras›nda
153
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
celsede haz›r bulunan asistanlar›n idrakli veya otomatik olan düflünceleri,
istekleri –hattâ o asistanlar›n kendileri istemese de–
medyumlara tesir eder. Bu da flöyle olur: Bu tesir, aslâ medyumun
fluurüstü sahas›na gidemez ve o yoldan tebligat› bozamaz ama,
medyumun o s›rada fluura aç›k bulunan fluurd›fl› kanal›ndan yararlanarak
kolayl›kla fluur sahas›na etki edebilir ve fluurda az çok bulan›kl›klar
meydana getirir. Çevreden gelen bu tesirlerin fliddet ve
türlerine göre fluurda ortaya ç›kan bulan›kl›k, fluurüstünden gelen
tesirlerin ak›fl›n› zorlaflt›rabilir. Çünkü fluurüstünden gelen tesirleri
yüklü fluurd›fl› ile fluurun irtibat sahas›, çevreden gelen tesirler taraf›ndan
az çok kaplanm›fl duruma girer. Bu takdirde merkezler,
bir taraftan fluuralt›ndan, di¤er taraftan bulan›k olan fluurdan alacaklar›
kar›fl›k ve flafl›rt›c› tesirlerle, medyuma acayip tarzda sözler
söyletmeye bafllar.
Bütün bu hâller, maksats›z ve bofl olmay›p, yine, medyumlar›n
ve çevrelerindekilerin görgü ve deneyimlerinin artmas› için, vazifeli
varl›klar taraf›ndan tertiplenmifl bir sürü hâldir. Burada, asistanlar›n
ve medyumlar›n dikkat, cehit, gayret melekelerinin inkiflaf›,
iyi veya kötü niyetlerinin s›nav› ve bunlardan do¤an yan›lmalar
karfl›s›nda tak›nacaklar› tav›rlarla azim, cesaret ve sebat derecelerinin
ölçülmesi gibi, say›s›z etkenler vard›r.
*
* *
Otomatik irtibat›n iyi anlafl›labilmesi için, mekanizmas›n› k›saca
tekrar etmeyi yararl› buluyoruz. Beyne gelen her vibrasyonun
muhakkak, ya do¤rudan do¤ruya ya da di¤er kanallardan fluur
merkezine yans›mas› flartt›r. Çünkü varl›k, insan bedenine fluur
merkeziyle ba¤l› bulunmakta oldu¤undan, bütün beyni, sinir sistemini
ve dolay›s›yla bedeni idare eden merkez, fluur merkezidir.
Bu yüzden, onun onamas›ndan geçmedikten sonra organizmada
hiçbir ifl yap›lamaz. Aksi hâlde, yâni fluura müracaat etmeksizin
her gelen tesir do¤rudan do¤ruya merkezleri kullanmaya kalk›fl›rsa,
bu hâl sadece varl›¤›n özgürlü¤üne tecavüz etmifl olmakla
kalmaz, ayn› zamanda, bir bütün olan organizman›n bütünlü¤ünü
bozmak, o bütünlü¤ü da¤›tmak gibi, icaplara uymayan
154
BEDR‹ RUHSELMAN
bir durum ortaya ç›kar ve nizam bozulur. Kâinatta ilâhî nizam›
bozabilecek hiçbir kudret mevcut de¤ildir. Dolay›s›yla, organizmada
flu veya bu faaliyeti yapmak isteyen her d›fl tesirin muhakkak,
organizman›n bütünlü¤ünü bozmadan hareket etmesi gerekir.
Bunun için, oraya giren her tesirin ancak fluurun tasvibinden
geçmesi gerekir. Demek ki d›flar›dan gönderilen ve organizma taraf›ndan
icra olunan tesirler, idrak edilsin edilmesin, muhakkak
fluur merkezinin tasvibinden geçmifl bulunmal›d›r. Ancak, üst,
orta ve alt düzeylerdeki, medyumlara gelen tesirler, fluura yans›-
t›ld›klar› hâlde, tafl›d›klar› mânâlara ait izlenimler, fluurda –söyledi¤imiz
gibi– bazen, idrak moleküllerini harekete geçirecek mahiyette
olmayabilirler. Bu karakterdeki tesirler, sadece, insan idrakince
eriflilmeksizin, ilgili merkezlere icap eden iflleri fluur merkezi
vâs›tas›yla yapt›rtmakla sonuçlan›rlar. Yâni, fluur merkezi
–insan idraki olmaks›z›n– kendisine gelen tesirler alt›nda, o iflin
yap›lmas› hakk›nda, gerekli icra merkezlerine müspet veya menfî
emirlerini verir. O merkezler, bu emre göre, yukar›dan kendilerine
gelen ve çeflitli kanallardan dolaflarak mânâlanan tesirleri
kendi tebli¤ vâs›talar›na çevirerek, çevreye yans›t›rlar. Bu da flöyle
olur: Yukar›da söyledi¤imiz gibi fluur, varl›¤›n beyne ba¤l›
olan, sekizde yedi k›sm›d›r. Dolay›s›yla, fluur da varl›¤›n bütününe
dahildir. Ancak, insan hayat›yla ilgili olan beyin hücrelerinin
belirli k›s›mdaki molekül topluluklar›n› kaplar. Bu moleküller,
gruplar hâlinde bulunur. Bu gruplardan bir k›sm› insan idrakini
meydana getirirken, di¤er bir k›sm› da, varl›ktan gelen emirlere
göre, beyin merkezlerinin sevk ve idaresine ait iflleri görürler.
Dolay›s›yla, burada sözü edilen idrak, yaln›z insan beynine ait,
daha do¤rusu insana ait bir idraktir. Bunu, öz varl›kta oluflan idrakle
kar›flt›rmamal›d›r. fiu hâlde, beyindeki fluur merkezinin idrak
hücrelerinde idrakin oluflmamas›, fluur merkezine gelen tesirlerin
öz varl›kta da idrak edilemeyece¤i mânâs›n› ifade etmez.
Otomatik olan, yâni fluur merkezindeki idrak moleküllerince ve
dolay›s›yla insanlarca meçhul kalan bir olay, öz varl›kça idrak
edilmifl bulunur. Otomatik karakter fludur: D›flar›dan beyne gelen
ve icra merkezleri taraf›ndan yap›lmalar› için muhakkak fluur
155
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
merkezinin emirlerini bekleyen tesirler, fluur merkezini oluflturan
molekül gruplar›ndan idrak hücrelerini ya ilgilendirir ya da ilgilendirmezler
ve bu da icaplara ba¤l›d›r. E¤er ilgilendirirlerse fluur
merkezi di¤er merkezler üzerindeki faaliyetini idrakli olarak yapar;
yâni insan hâlinde iken, yapt›¤› iflleri bilir. Gelen tesirler idrak
moleküllerini ilgilendirmezlerse, fluur merkezi yine ayn› flekilde
idarecilik vazifesini görür, fakat yapt›¤› ifllerden ‘insan hâli’yle haberdar
olmaz; bununla birlikte bu ifllerden varl›¤›n fluurüstü, kendi
idrakiyle yine haberdard›r ve fluur merkezini bu idrakiyle idare etmektedir.
‹flte insan idraki ile öz varl›¤›n idrakinin ayn› fleyler olmad›¤›
hakk›nda daha önce vermifl oldu¤umuz bilgilerin mânâs›n›,
burada baflka bir yönden de güçlendirmifl oluyoruz.
Tebli¤lerin otomatik olarak verilmesinin çeflitli nedenleri vard›r.
Meselâ yüksek bir varl›k, verece¤i tebli¤in bâz› mânâlar›n›
medyumdan saklamak ister. Dolay›s›yla, fluur merkezindeki idrak
hücrelerine dokunmadan, tesirlerini fluur merkezine gönderir. O
zaman fluur merkezi, tebli¤in mânâs›n› anlamadan, otomatik olarak
onu tasvip eder* ve konuflma merkezine ona göre hareket etmesi
emrini verir. Unutulmas›n ki fluurdaki izlenimler, esasen,
fluurd›fl›ndaki bilgilerden gelir. Hâlbuki özellikle trans hâlinde fluur
daima fluurd›fl›yla irtibatta bulundu¤undan; izlenimlerin fluurda
uyand›r›lmamas› demek, fluurd›fl›ndan merkezlere sevk edilecek
olan bu bilgilerin fluurda uyanmas›na neden olacak derecede
onun nicel de¤erlerini harekete geçirmemifl olmas›, demektir.
E¤er bu de¤erler fluurdaki idrak moleküllerine yeterli derecede
gönderilirse, onda meydana gelen hareketlerle izlenimler uyanmaya
ve fluur da idrakli olarak hareket etmeye bafllar.
Yine, bâz› geri irtibatlarda oldu¤u gibi –varl›¤›n durumunu hiç
göz önüne almadan– basit bir varl›k, fluur merkezinde bu izlenimlerin
do¤up do¤mamas› kayd›na tamam›yla ilgisiz olarak,
kendisi de otomatikman hareket eder ve fluurdan sadece, merkezlerde
istedi¤i etkiyi oluflturmas›n› bekler. Dolay›s›yla, fluurda yi-
* “Tasvip etmek” fiili, “onamak”, yani “bir ifli ya da bir fleyi do¤ru ve uygun bulmak”
anlam›na gelir.
156
BEDR‹ RUHSELMAN
ne, gönderilen tesirlerin ifade etti¤i mânâlara ait izlenimler uyanmaz
ve fluur, otomatikman hareket eder.
Bazen medyumun bünyesi ve fluur merkezinin durumu, izlenimlerin,
gelen tesirlerle fluur merkezinde do¤mas›na müsait olmaz.
Sadece, yap›lmas› gereken iflin yap›lmas›na ait, fluurda do-
¤an izlenimle, fluur merkezi, ilgili merkezlere emir verir. Bu iflleri
onlara yapt›rt›r. Bazen de, gelen tesirler bu izlenimleri uyand›racak
durumda olmayabilirler. Özetle, bunlara benzer bir sürü nedenle,
gelen tesirlerin mânâlar›na ait izlenimler fluurda uyand›-
r›lmaks›z›n, fluur merkezi sadece, onlar›n yap›lmas› hakk›ndaki
izlenimlerle çal›fl›r. Bu takdirde otomatik medyumluk karakteri
meydana ç›kar. Tekrar ediyoruz ki, bütün bu hâller, yüksek icaplara
ve zaruretlere göre, üstün varl›klar›n kontrolü alt›nda cereyan
eder. Keyfî ve rastgele hiçbir fley yoktur.
*
* *
fiimdi, irtibatlar›n en kabas› olan obsesyon mekanizmas›na geçiyoruz.
Burada da teknik, öncekilere yak›nd›r. Yaln›z, geri bir ir-tibat›n
karakteri icab› olarak, burada, obsede olan varl›¤›n özgürlü-
¤ü, irtibat esnas›nda –obsesyonun fliddeti derecesine göre az veya
çok miktarda– ortadan kald›r›lm›fl bulunur. Hattâ bazen obsesyonun
fliddetli derecelerinde obsede insan, kendisine hiç sahip de¤ilmifl
gibi bir duruma girer. “Obsesör” denilen çok basit bir varl›¤›n
elinde oyuncak olur. Obsesyon flu mekanizma alt›nda cereyan eder:
Öncelikle, obsesyonu yapacak varl›¤›n çok geri ve dünyan›n
yo¤un insanl›k tabakalar›na en yak›n durumda olmas› gerekir. Bir
insan›n tekâmülü, görgü ve deneyimlerinin artmas›, k›yas bilgilerinin
geçirilmesi gibi say›s›z nedenlerden dolay›, yüksek icaplar›n
onay› ve tasvibiyle, idraki çok dar, ihtiraslar› afl›r›, bafltan bafla
bencil, basit bir varl›k, insan›n fluurüstüne kaba tesirlerini göndermeye
bafllar. Bunun için, daha önce söyledi¤imiz gibi, tesirinin
transformatör ortamlardan geçmesine ne imkân, ne de gerek
vard›r. O, tesirini do¤ruca fluurüstüne gönderir. Önceleri fluurüstüne
hâkim de¤ildir. Fakat onun kaba ve yo¤un olan tesiri,
157
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fluurüstünden fluurd›fl› kanal›yla fluur sahas›na gidince, o sahay›
kaplar. Ve fluura tamam›yla hâkim olur. Bu hâkimiyet biraz daha
ilerleyince, fluurüstüne kadar gider ve nihayet, obsesör olan varl›k,
fluurüstü sahas›n› tümüyle kaplar ve kendisi onun yerine geçer.
Art›k insan›n öz varl›¤›ndan gelen tesirleri hemen hemen kesilir
ve öz varl›¤› yerine, tesirler obsesör varl›ktan gelmeye bafllar.
Böylece, fluurüstüyle ilgisi azalan fluur, fluuralt›na döner; bütün
emirleri, fluurüstü yerini tutan obsesörden almaya bafllar. Ve
o ânda obsesör, fluurüstü sahas›n› tümüyle iflgal etmifl oldu¤undan,
obsede olan insan, obsesörü kendi varl›¤› imifl gibi idrak etmeye
bafllar. Böylece fluur merkezine tesir etmeye bafllayan obsesör,
fluur merkezini fluuralt›na da ba¤lam›fl bulunur. Burada, daha
önce mekanizmas›ndan söz etti¤imiz, çevreden gelen tesirlerle
cereyan eden rüyalara benzer bir durum meydana gelir. Yâni,
obsede olan insan, fluuralt›n›n bilgilerinden genellikle obsesör
varl›¤›n kaprislerine göre rastgele al›narak oluflmufl, tutars›z ve
münasebetsiz imajinasyonlarla, acayip bir hayatta yaflamaya bafllar.
Ve kendisini baflka bir varl›¤›n kimli¤i içinde görür. Demek
ki fluur, sadece, fluuralt›nda oluflmufl imajlar ile fluurüstünden gelen
ve obsesöre ait bulunan, onun basit do¤as›na uygun, ihtirasl›, cahilane
ve bencilce mânâlarla dolu tesirleri karfl›s›nda bulunur ve
obsede olan insan, kendi kimli¤ini bu kar›fl›k durumlar içinde kaybeder,
yâni kendisini baflka hâllerde hisseder. O s›ralarda obsesör,
o insan›n hem fluurunu, hem de fluuralt›n› kulland›¤›ndan, bu imajlar›
kendi kapris ve kapasitesine göre toplar ve fluurda e¤ilimlerine
uygun izlenimleri do¤urur. Burada, fluur merkezi, izlenimleri hep
obsesörden ald›¤› için, onun idrakî kimli¤i de obsesör kanal›ndan
gelmektedir. Dolay›s›yla, insan, her fleyi obsesör aç›s›ndan görür
ve kendi varl›¤›na ait bir idrake sahip bulunmaz. E¤er obsesör, bu
izlenimleri onun fluuruna hiç yans›tmazsa, o zaman o hiçbir fley
bilmez ve s›rf bir otomat olarak hareket eder. Bununla birlikte, yukar›da
söyledi¤imiz mekanizmayla, iradesini tümüyle obsesöre terk
eder ve obsesör onun idrakine hiçbir fleyi yans›tmadan, fluurunu istedi¤i
yere sevk eder ve istedi¤i gibi kullan›r.
*
* *
158
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi az çok obsesyon mekanizmas›na uyan, bir hipnotizörün,
süjesine yapt›¤› tesir flemas› hakk›nda da birkaç fley söyleyece¤iz.
Bir insan ne kadar kudretli olursa olsun, bedeninin dar imkânlar›
içinde bulundukça –d›flar›da az çok serbest hâlde bulunan bir
obsesör gibi– do¤rudan do¤ruya, di¤er bir insan›n fluurüstüne hâkim
olamaz. Ancak, hipnotizör, çeflitli yollardan gönderdi¤i birtak›m
tesirlerle –kendisi de mekanizmas›n› bilmeden– süjenin fluurd›fl›n›n
fluurüstü ile olan irtibat›n›, afla¤›dan keser. fiuurüstünden
gelmesi gereken tesirler kesilince, kendi tesirlerini fluura göndermeye
bafllar. Burada, yabanc› tesirler, obsesyonda oldu¤u gibi
fluurüstünden gelmez; do¤rudan do¤ruya, hipnotizörden fluurd›fl›
kanal›yla fluura gelir. Görülüyor ki, teknik bak›mdan, bu ikisi aras›ndaki
fark pek azd›r. Bir defa bu mekanizma kurulduktan sonra,
süje hipnotizörün tesirleriyle hareket etmeye bafllar. E¤er hipnotizör
onun fluur sahas›nda izlenimler uyand›racak tesirleri göndermezse,
süje tamam›yla idraksiz ve otomatik olarak hareket
eder. Ancak, bu tesirler, yâni hipnotizörün telkinlerindeki mânâlar,
fluurd›fl›nda mevcut oldu¤u için, icap etti¤i takdirde bu mânâlar
veya izlenimler fluura yans›t›labilirler.
*
* *
“‹lham” denilen ve bilim, sanat, fikir hayat›nda insanlar›n dâhilik,
yarat›c›l›k dedikleri tezahürlere neden olan bâz› irtibatlardan da
biraz söz etmeyi yararl› buluyoruz. Bunlar, büyük vazife plânlar›na
mensup olmay›p, insanlar›n bireysel veya bâz› mâflerî durumlar›na
yard›m etmek isteyen hâmi ve yard›mc› varl›klar gibi mutavass›t*
vazifeliler taraf›ndan, yukar›da söz etti¤imiz alelâde, orta derecedeki
irtibat mekanizmas›na tâbi olarak gönderilen tesirlerdir. Burada
transa da gerek yoktur. Çünkü trans; ancak, uzun bir tebli¤in ak›fl›
s›ras›nda çevreden gelen tesirleri ortadan kald›rmak için, beyin
merkezlerinin, uykuya yak›n bir durumla, çevreye karfl› hareketlerini
azaltmak maksad›yla meydana getirilmifl bir hâldir. Oysa ilhamlarda
böyle uzun uzad›ya tesir göndermeler yoktur. Bunlar, bir ân
say›lacak kadar k›sa zamanlarda ve kesik kesik gelir.
* “Mutavass›t” sözcü¤ü, “arac›; orta” anlamlar›na gelir.
159
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Vazifeliler taraf›ndan medyumlar vâs›tas›yla dünyaya verilen
bilgiler, genellikle mâflerî plânlarla ilgili çok büyük hareketleri
meydana getirirler. Bazen de vazife plân›n›n yüksek varl›klar›,
pek istisnaî hâllerde, insanlar aras›nda büyük bir hareketi uyand›rabilmek
ve onlara kitlesel hamleler kazand›rmak, genel ve mâflerî
tertipler, nizamlar ve usuller dahilinde yetifltirici bilgileri insanlara
vermek, özetle, dünyada h›zl› inkiflaflar› sa¤lamak için,
bizzat kendileri dünyaya inerler; hem idareci, hem de mürflit durumlarda
faaliyet gösterirler. Bu kudretli varl›klar, sürekli olarak
irtibatta bulunduklar› yüksek vazife plân›ndan ald›klar› üst bilgileri
insanlar aras›nda yaymak için kurduklar› din kurumlar›yla,
dünyada büyük ve toplu ink›lâplara neden olmufllard›r.
Böylece kurulan ve mâflerî plânlar dahilinde kudretli etkiler
gösteren büyük dinler, sa¤lam ve mazbut* yapt›r›mlar›yla, vicdanlar›n
yüksek düzeylere ulaflmalar›n› sa¤lam›fllard›r.
Dinler, bu yanlar›yla, insanlar› vazife plânlar›na haz›rlayan vâs›talardand›r.
Dinler, dünyan›n bugünkü yüksek ve mütekâmil
durumunu meydana getirmifl ve dünyadaki gelecek büyük intikal
devrinin ilk mâflerî haz›rl›klar›n› sa¤lam›fl ve her biri, kendi bünyesinde,
zaman›n›n çeflitli ve de¤iflik ihtiyaçlar›na, zaruretlerine
ve icaplar›na cevap vererek, insanlara vazife plân›na haz›rlanman›n
en uygun yollar›n› göstermifltir.
Her din, zaman ve icaplara göre, direktifler, örnekler, semboller
ve bilgiler içinde verdi¤i derin sezgilerle, insanlar› cehaletin
karanl›¤›ndan kurtar›p büyük ilâhî yola yöneltmifltir. Bütün dinler,
insanlar›n, vicdan mekanizmalar›n›n realite dengeleri hatt›n›,
o âna özgü icaplar›n müsaadesi dahilindeki idrak imkânlar›n›n en
üst düzeylerine yükseltebilmelerine, yard›m etmifltir.
Kurulan bir dinin yükledi¤i ödevleri insanlara tebli¤ etmek ve ö¤retmek
ve bu talimata insanlar›n ilk intibaklar›n› sa¤lamak için,
* ”Mazbut” sözcü¤ü “sa¤lam; korunmufl; kayda geçirilmifl, yaz›lm›fl; derli toplu, düzenli;
belirli” anlamlar›na gelir.
160
BEDR‹ RUHSELMAN
yüksek vazife plân›ndan vazifeli bir varl›k, biraz önce söyledi¤imiz
gibi, dünyada bedenlenerek insanlar aras›na kar›flm›flt›r ki; insanlar
bu vazifeli bedenlilere peygamber veya kurtar›c› demifllerdir.
Vazife plân›na haz›rlanmak üzere dünyaya gelmifl olan insanlar,
bafl›bofl b›rak›lm›fl de¤illerdir. E¤er böyle olsayd›, insanlar bugüne
bu mütekâmil durumlar›yla gelemezlerdi. Dolay›s›yla, bireyler
gibi mâflerî durumlar da, daima, yüksek vazife plân›n›n denetimi
ve gözetimi alt›nda yükselmektedir. Kâinatta bu iflle yükümlü
büyük vazifeliler vard›r.
‹nsanlar, özellikle idrakleri geniflledikçe, içinde yaflad›klar› kaba
maddelerin dar fizikokimyasal kurallar› d›fl›na taflmaya bafllam›fllar
ve daha kapsaml› genifl idraklere dayanan birtak›m yasa ve
nizamlar›n mevcut olabilece¤ine iliflkin, öz bilgilerinden fluurlar›-
na s›zan sezgiler ve içgüdülerle, varl›klar›n›n nedenlerini ö¤renebilmek
ihtiyac› içinde sürekli olarak ç›rp›n›p durmufllard›r. Onlar›
ilk meflgul eden mesele; etraflar›nda görmekte olduklar› fleylerin
ve bu arada, bizzat kendilerinin kimin taraf›ndan meydana getirilmifl
olmas› ve mukadderlerinin kimler taraf›ndan idare edilmesi
konusu idi. Dolay›s›yla, Tanr› kavram›; üst vibrasyonlar›n yard›-
m›yla, insanlar›n öz varl›klar›ndan kopup gelmifl bir ihtiyac›n,
idraklerinde beliren ilk güçlü yans›mas›d›r. ‹drakleri inkiflafa yüz
tutmaya bafllad›klar› ândan itibaren, insanlar, bir tanr› aramaya
bafllam›fllard›r. Fakat önceleri, onlar›n bu ihtiyaçlar›, de¤er
bak›m›ndan henüz pek zay›f olan idrakleriyle orant›l› olarak, basit
durumda bulunuyordu. Dolay›s›yla o, tanr›s›n› ancak befl duyu
organ›n›n s›n›rl› imkânlar› içinde aramaktan daha ileri bir kudret
gösteremiyordu. Onlar›n bu ihtiyaçlar›n› cevapland›rmaya çal›flan
yard›mc› varl›klar›n gönderdikleri sezgiler, insanlar›n ancak befl
duyu organ›na hitap edebilecek sembollerle mümkün olabilirdi.
Bu sembollerin as›l ifade ettikleri mânâlar› insanlar anlayabilecek
idrak düzeylerine ulaflm›fl de¤illerdi. Dolay›s›yla, ilâhî kavramlar›n
sezgileri, insanlara ancak, onlar›n, etraflar›nda en kudretli olarak
tan›d›klar› fleylerle sembollefltirilerek verilmiflti. Meselâ ilk zamanlarda,
günefl sembolü, tanr›y› temsil ederdi; bir ülkeyi ihya
eden büyük bir nehir, yine böyle bir semboldü. ‹lk zamanlar›n ba-
161
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sit idraklerine bu semboller bir süre yeterli gelebildi. Fakat idrakler
gittikçe de¤erleniyor, de¤erleri, yüksek, ince madde kombinezonlar›yla
artan insan idrakleri, art›k bu sembollerle tatmin edilemez
hâle giriyordu. Bütün bu hâllerin sonucunda, vazife plân›ndan,
ilâhî bilgileri insanlara sunmak için vazifeli varl›klar dünyaya
indiler ve kitabî dinleri dünyada kurdular. Bu dinlerin her biri, insan
topluluklar›n›n eksik taraflar›n› tamamlad›. Bu kitaplarla sembollerin
mânâlar› biraz daha aç›klanm›fl oldu. Böylece, befleriyeti
daha ileri bir inkiflaf hâline getirmenin, büyük mukadderat plân›na
göre çizilmifl yollar› insanlara gösterildi.
Her din; insanlar›n yaflad›klar› realitelerinin en son imkân s›-
n›rlar› dahilindeki, idraklerinin varabilece¤i en üst sezgi s›n›rlar›-
na kadar, ö¤renmeleri icap eden fleyleri ö¤retti ve vazifesini mükemmelen
yapt›.
‹lk olarak, insanlar›, çeflitli ibadet flekilleri ve yükümlülükleriyle,
vazife sezgisi tatbikat›n›n disiplinine haz›rlay›c› durumlara,
otomatikman soktu. ‹nsanlara birbirlerini sevmesini ö¤reterek, yine
vazifeye do¤ru yürüyüflün büyük haz›rl›klar›na ait yönlerini
direkt buyruklarla da gösterdi. Vicdanlar›n›n daima üst realitelerine
yönelmeleri için gerekli olan her türlü hareketi onlara, erdemin
çeflitli yollar›n› göstermek suretiyle afl›lad› ve insanlar› vazife
sezgisi haz›rl›¤›n›n nurlu imkânlar›na kavuflturma yollar›n›, çeflitli
yapt›r›mlarla sa¤lad›.
Özetle, dinler, bugün art›k gelmekte olan dünyan›n büyük intikal
devrinin efli¤ine insanlar› yaklaflt›rd›. E¤er dinler olmasayd›, insanl›k
bugün bu mertebeden daha pek çok gerilerde bulunurdu.
Böylece, insanlar›n vazife plân›na haz›rlanmalar›n› sa¤lamak için
vazifelenmifl varl›klar, bu vazifelerini baflar›yla yapm›fl oldular.
Fakat ilk zamanlardan orta zamanlara geçmifl olmakla birlikte,
insanlar, dinlerin kuruldu¤u devirlerde idraken henüz yeterli derecede
donat›lm›fl de¤illerdi. Dolay›s›yla, hepsi ayn› kaynaktan, yâni
vazife plân›ndan gelen ve hepsi, ayn› derecede büyük hakikatlerin
izinde yürüyen dinler, çeflitli zamanlarda, bu hakikatleri insanlara
ancak anlayabilecekleri tarzda, çeflitli formlar içinde verebilmifller-
162
BEDR‹ RUHSELMAN
dir. ‹flte onun içindir ki, insanlar aras›nda yay›lmas› gereken hakikatleri,
peygamberler ve kurtar›c›lar, ancak sembol kullanarak yayabildiler.
Dolay›s›yla, bütün büyük din kitaplar›, birer hakikatin
sezgisini tafl›yan ve zamanlar›na göre hesaplanarak tertiplenmifl
bulunan güçlü sembollerle doludur. Meselâ, k›yamet sembolü
bunlardan biridir ki; büyük bir hakikat olan, dünyan›n yak›n intikal
devresini veyahut bu dünya devresinin kapan›fl›n› ifade etmektedir.
Yine, cennet ve cehennem kavramlar› da; mânâlar› derinlerde
olan bâz› hakikatlerin –idraklere yetecek kadar sezgilerinin
verilebilmesi için– yüksek icaplara göre vazife plân› taraf›ndan tertiplenerek,
dünyaya vazifeliler eliyle sunulmufl, birer semboldür.
‹badet flekillerinin her biri, zaman›n icaplar›na, hayat flartlar›na,
inkiflaf durumlar›na ve vicdan mekanizmalar›n›n denge düzeylerine
göre, k›l› k›l›na hesaplanarak insanlara empoze edilmifl ve böylece
otomatik bir tertiple, insanlar›n üst vicdan unsurlar›na yönelerek,
bugün yaklaflmakta olduklar› üst plâna elveriflli bir hâle gelebilmelerinin
haz›rl›klar› yap›lm›flt›r.
Bu arada, dinlerin emretmifl olduklar› sevgi, flefkat, yard›mlaflma,
affetme, hoflgörü, feragat, fedakârl›k, iyilik, do¤ruluk, dürüstlük,
hemcinslerine ve hattâ hemcinsi olmayanlara karfl› birtak›m
yükümlülükler... gibi say›s›z erdemler; yine, bunlar›n aksine
olarak yasaklad›klar›, örne¤in, bencillik, kin, haset, düflmanl›k,
intikam, kötülük, yalanc›l›k, ikiyüzlülük, gasp edicilik, h›rs›zl›k,
cânilik... gibi say›s›z rezillikler; bazen otomatik, bazen de yar› idrakli
bir ayd›nl›k içinde, insanlar›, yüksek idrak plânlar›na haz›rlam›flt›r.
Fakat zamanla bu idraklerin üst plâna do¤ru inkiflaflar› o kadar
artt› ki, dinlerin sembollerle vermifl olduklar› sezgileri anlamak ve
mânâland›rmak ihtiyac›, insanlarda fliddetle belirdi. Bunu da bu
dinlerin baflar›lar›ndan saymak gerekir. Bugün insanlar, bu sembollerin
kendilerinde uyand›rm›fl olduklar› yüksek sezgilerin mümkün
oldu¤u kadar aç›k bilgilerine, susam›flças›na özlem duymaktad›rlar.
Bununla birlikte, bu mânâlar›, din kitaplar›n›n baflar›yla yerlefltirmifl
olduklar› güçlü sembollerin içinden ay›r›p ç›karabilmeyi,
insanlar›n ancak yüzde ikisi veya nihayet üçü baflarabilir.
163
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Fakat direktiflerini daima ilâhî plândan alan yüksek vazifeliler
insanlar›n bugünkü özlemlerini ve yüksek ihtiyaçlar›n› gördüler.
‹flte bu kitap, büyük vazife plân›n›n dünya için vazifeli olan k›sm›n›n
dünyaya bir hediyesidir. ‹leri tekâmüllerine devam etmek
ihtiyac› içinde susam›fl insanlar›n fliddetle arad›klar› ve bekledikleri
bilgileri içermektedir. Din kitaplar› taraf›ndan yüksek hakikatlerin,
zaman ve icaplara göre, insanlara yetecek kadar, güçlü
semboller içinde, sezgileri verilmifl; bu kitapta da, dünya ink›lâb›-
n›* sonuçland›racak olan ve ön sezgileri daha önce verilmifl bulunan
hakikatlerin aç›k bilgileri ve gelecek dünya üstü âlemlerin
de sezgileri yaz›lm›flt›r ki, bunlar da, büyük ink›lâb›n efli¤inde bulunan
bugünkü dünyan›n son realitesi olacakt›r.
*
* *
Son zamanlara do¤ru dünyada iyice kendini gösteren ve büyük
din kurumlar› ile di¤er mâflerî bir sürü durumu meydana getiren
vazifeli varl›klar›n müdahaleleri, dünyan›n ilk insanl›k devresinde
bu kadar aç›k ve kapsaml› olarak görülmüyordu. Çünkü ilk devirlerde
insanl›¤›n, inkiflafa yeni yüz tutmufl idrakleri için de, böyle
büyük mâflerî tekâmüllere pek ihtiyaçlar› yoktu. ‹drakleri henüz
otomatik sezgi kademesinde bulunan ilk insanlar, daha ziyade bireysel
hayatlar geçiriyorlard›. Bu arada rastlanan küçük topluluklar, bugünkü
mânâda anlafl›lan büyük mâflerî topluluk kavramlar›ndan
bambaflka idi. O zaman›n gelip geçici topluluklar›; açl›k kayg›s›,
korku içgüdüsü, cinsiyet ihtiyaçlar› gibi çok basit birkaç içgüdüsel
sezgiden do¤an ihtiyaçlar alt›nda meydana geliyordu. Bu basit inkiflaf
kademelerinde, insanlar›n kapsaml› mâflerî hayatlar› henüz
kurulmufl de¤ildi. Bu da, onlar›n idraklerinin, böyle bir durumu
meydana getirebilmek kudretinden yoksun bulunmalar›n›n bir sonucu
idi. Yâni idraklerde, gerekli olan toplay›c›l›k, kuruculuk ve
idarecilik kudretleri, henüz, bireyleri bir araya getirip belirli bir hedefe
do¤ru ortak faaliyetleri kuracak ve onlar› sevk ve idare edecek
kadar ortaya ç›kmam›fl bulunuyordu. Bu yüzden, vicdan düalitelerinin
denge düzeyleri daima nefsaniyet sahalar›nda kurulan bu ilk
* “‹nk›lâp” sözcü¤üne sözlüklerde, “dönüflüm; devrim; alt üst olma” anlamlar› verilir.
164
BEDR‹ RUHSELMAN
insanlar, pek çok zaman boyunca alt realitelerde sürünmek zorunda
kalm›fllard›r. Çünkü insan alt› kademelerindeki otomatik yürüyüfllerinden
yeni ayr›lmaya bafllam›fl olan ilk insanlar, ileride genifl
çaptaki özgürlüklerin kendilerine kazand›raca¤›, bedenlerine idrakleriyle
direkt olarak müdahale edebilmek imkânlar›na, henüz sahip
de¤illerdi. E¤er hâl hep böyle devam etseydi, onlar›n inkiflaf denge
düzeylerinin üst kademelere kendi kendilerine yükselebilmeleri
mümkün olmazd›. Bunun için, ilk inkiflaflar›n denge düzeylerini
yukar›lara ulaflt›rabilmelerini sa¤lamak maksad›yla, insanlar›n idraklerine
d›flar›dan gelecek bireysel müdahalelerin lüzum ve zaruretleri
bir süre daha devam etmifltir. ‹drakler kendilerini toplad›kça,
yâni insanl›k hâlindeki görgü ve deneyimlerle kapsamlar›n› genifllettikçe,
do¤al olarak özgürlükleri artm›fl; o oranda da, d›fl müdahaleler,
idraklerin daha ziyade, kendi inkiflaf mekanizmalar›na
bizzat kendilerinin müdahale edebilme imkânlar›n› artt›rmak yönüne
yönelmifltir.
*
* *
‹drakin kendi kendisine müdahalesinin, insan hayat› bafllang›c›nda
ancak d›fl müdahalelerle ve yard›mlarla mümkün olabilece¤ini
daha önce söylemifltik. Bu ilk devrelerde her fley otomatiktir
ve idraksizcedir. Onun için insanlar buna içgüdü demifllerdir.
‹lk zamanlarda, üst mâflerî plânlar›n insanlar üzerinde daima müdahalesi
olmufltur. Fakat burada müdahale ifadesini yanl›fl anlamamal›d›r.
Bu müdahaleden maksat; yönlendirmek, organize etmek,
programlamak demektir. Bundan daha afl›r› mânâdaki müdahaleler,
insanl›k safhas› için de¤ildir. ‹flte ilk zamanlardaki bu
d›flar›dan gelen vibrasyonlar›n idrakteki klâsik ifadesi içgüdülerdir.
Bu içgüdüleri, hayvanlarda mevcut olan daha a¤›r ve kaba
otomatizmalardan ayr› tutmak gerekir. Çünkü bu iki otomatizma
aras›nda genifl mahiyet fark› vard›r. Nitekim böyle farklar,
bitkilerdeki otomatizmalar ile hayvanlardaki otomatizmalar aras›nda
da mevcuttur.
‹drakler inceldikçe, bu içgüdüler, yavafl yavafl daha zengin karakterler
almaya bafllarlar ve insanlar›n “sezgi” dedikleri flekil ve
165
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hâllere girerler. Sezgi devrinin dünyada bafllamas›, umumî de¤er
bak›m›ndan, afla¤› yukar› denk flekilde olmufltur. ‹çgüdülerin dolduramad›klar›
boflluk ve yetersizlikler, sezgilerin do¤mas›yla yavafl
yavafl dolmaya bafllam›fl ve yüksek âlemlerdeki mâflerî plânlar›n
simetri¤i ve onlar›n haz›rlay›c›s› olan, dünyadaki sosyal hayat
kurulmufltur. ‹flte bu kurulufl s›ras›nda, idraklerin inkiflaflar›-
na paralel ve ayn› zamanda bu inkiflaflar›n sonuçlar›na ba¤l› olarak,
bütünün cüzlere ayr›lmas›, parçalanmalar, organlaflmalar ve
organizatör ihtiyac› baflgöstermifltir. Böylece, mahiyet, ihtiyaç ve
zaruret zenginlefltikçe, bedenler aras›ndaki ilk devrelere özgü
benzerlikler ve idraklerdeki içerik yetersizli¤inin do¤urdu¤u içgüdüler
benzerli¤i ortadan kalkm›fl ve tekâmülün do¤urdu¤u farkl›
durumlar, bedenlerde art›k, daha önce oldu¤u gibi ufak nüanslarla
de¤il, genifl de¤er farklar› hâlinde meydana ç›km›flt›r.
Bu sosyal formasyonlar ân›ndan itibaren, yine insan hayat› için
en otomatik mânâs›yla, bireysel ve mâflerî topluluklar bafllam›fl;
türlü de¤er ölçüleri bak›m›ndan, bâz› bireyler bu topluluklara önderlik
etmifllerdir: Nefsanî önderlikler, vicdan safhas› önderlikleri
ve belirli zamanlarda var›lm›fl büyük ve genel inkiflaf devreleri önderlikleri
gibi.
‹flte bu zarurettir ki, hassas irtibat kabiliyetlerini bâz› insanlara
kazand›rm›fl, bu yüzden güçlü medyumlar gelmifl, belirli intikal
safhalar› olmufl ve kâinat›n yüksek yollar›na do¤ru bir bilgi, bir
kavray›fl ve uzan›fl sezgileriyle, vazifeye hissî haz›rlanma plânlar›
bafllam›fl ve nihayet; yak›n geçmifllere do¤ru, bu plânlar en münkeflif
hâllerini alm›fl ve sezifller, cemaatlerde daha güçlü semboller
ve reformlar hâlinde ortaya ç›km›flt›r.
‹drakin, dünya pay›na düflen inkiflaf›n›n flu k›sa ve genel özetini
yaparken, topluluklar›n nas›l ve ne tarzda olufltuklar›n› da, genel
bir bilgi hâlinde vermifl olduk.
*
* *
Dünyadaki topluluklar›n her biri, büyük vazife plân› haz›rl›¤›-
n›n do¤urmufl oldu¤u zaruretlerden ileri gelmifltir. Bir insan›n, bu
166
BEDR‹ RUHSELMAN
haz›rl›¤› bir tek birey olarak, bafll› bafl›na yapamayaca¤› daha önce
söylenmiflti. Biraz önce vermifl oldu¤umuz bilgi de, idrakin,
tek bafl›na kal›nca, istenilen inkiflaflar› sa¤layamayaca¤›n› ö¤retti.
‹nsanlar hiçbir zaman, bütün dünya hayat› boyunca tek bafl›na
yaflay›p inkiflaf edemezler.
Dünyada mevcut olan ›rklar, uluslar, cemaatler, cemiyetler, aileler,
hep, yukar›da aç›klanan zaruret ve ihtiyaçlar›n sonuçlar›-
d›r. Bunlardan ilk önce ›rklar› ele alal›m!
*
* *
Ünite’den süzülüp gelen icaplar gere¤ince yüksek vazifelilerin
onay› ve tesirleriyle, dünyan›n sosyal, do¤al ve co¤rafî flartlar›na
göre insan bünyelerinde ve idraklerinde birtak›m farkl›laflmalar
ve gruplaflmalar ortaya ç›km›flt›r. ‹draklerin, bedenleri üzerinde
yapm›fl olduklar› çeflitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlar›n
ana hatlar›nda da, belirli gruplara özgü bâz› ortak
nitelikler ve karakterler ayr›lm›flt›r. Böyle, belirli gruplarda toplanm›fl
olan idrakler, topland›klar› grubun somatik ve psiflik (bunlar›n
ikisi de ayn› fleydir ve bedenin çeflitli tezahürlerine ait kavramlard›r)
özelliklerini tafl›rlar ki, bunlar da ›rklar› meydana getirirler.
Bu bilgi gösteriyor ki, insanlar›n ›rklara ayr›lmas›, onlar›n idraklerinin,
bedenlerine yapm›fl olduklar› endirekt etkilerin sonucudur.
Yâni, ›rk farklar›; idrakin, do¤rudan do¤ruya varl›ktan ald›¤›
tesirlerle beden üzerine etkide bulunmas›ndan ziyade, çevreden
ve çevredeki olaylardan gelen tesirlerle beden üzerinde de-
¤iflmelerin meydana gelmesinden do¤an hâllerdir. fiu hâlde, ›rk
ayr›l›klar›, insanlar›n inkiflaf ihtiyaçlar›na göre, flu veya bu flartlar
içinde dünyaya inmifl ve o flartlardan, flu veya bu flekilde yararlanm›fl
olmak zaruretinin bir sonucudur. Belirli tekâmül ihtiyaçlar›yla
dünyaya gelmifl olan beyaz ve siyah ›rklardan iki insan,
renkleriyle nas›l birbirinden farkl› özellikler gösteriyorlarsa, ayn›
insanlar, yine ayn› icaplara göre, bedenlerine ba¤l›, birbirinden
az çok farkl› psiflik aksiyon ve reaksiyonlar gösterirler.
167
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Özetle, beyaz olsun siyah olsun, sar› veya k›rm›z› olsun bütün
insanlar; ayn› yolda, omuz omuza, ayn› yokufllar›, ayn› engelleri
ayn› zorluklarla aflarak, ayn› hedefe do¤ru t›rmanmaktad›rlar. Ve
bu yolculuk herkes içindir; kimsenin tekeli ve ayr›cal›¤› sözkonusu
de¤ildir. ‹nkiflaf› için nas›l bir yürüyüfl gerekiyorsa, her varl›¤›n
o yürüyüfle uymas› zorunludur. Bugün yürünecek yollar beyaza
boyanm›flt›r, icap etti¤i zaman sar›ya da boyan›r, yine icap
ederse siyah ve k›rm›z› da olabilir. Dolay›s›yla, insanlar›n ›rk ayr›mlar›na
neden olan beden renklerinin ve bu renklere efllik eden
bâz› özelliklerinin, hakikî ayr›l›¤› ifade edebilecek hiçbir k›ymeti
yoktur. Bunlar, yürünecek yollarda kullan›lmas› gereken gelip geçici
inkiflaf vâs›talar›n›n birer basit malzemesidir. Ve vazife haz›rl›¤›
yolundaki toplu yürüyüfl zaruretinin icaplar›d›r.
*
* *
Bu zaruretle, inkiflaflar sonucunda daha idrakli ve sistematik
topluluklar meydana gelir. Bu topluluklar›n bafl›nda ulus veya
devlet toplulu¤u vard›r.
Kâinatta belirli vazifelerin ve ifllerin birtak›m grup ve kadrolardaki
vazifeli varl›klar taraf›ndan yap›ld›¤›n› ve gruplar›n, çeflitli
yanlar›yla birbirine ba¤l› bulunduklar›n›, böylece Ünite’ye kadar
bir organizasyonlar sisteminin kurulmufl oldu¤unu daha önce belirtmifltik.
Vazife plânlar›n›n kâinat prensiplerine uygun olarak yürütülmesini
sa¤layan bu sistemler, bütün varl›klar›n inkiflaf ve tekâmül
plânlar›nda çok önemli roller al›rlar.
*
* *
‹nsanl›k hayat›; organizasyonlar sisteminin simetri¤i olan ve
onlar›n sezgilerini haz›rlayan, afla¤›lardan itibaren, son aflamad›r.
Dolay›s›yla, vazife plân› sezgilerine ve az çok da bilgilerine ait haz›rl›klar›n
insanl›k hayat›nda tamamlanmas› zorunludur. ‹nsanl›-
¤›n dünyadaki ilk ve son vazifesi, vazife plân›na haz›rlay›c› icaplar›
yerine getirmektir. Zaten insanlar, üst yard›mc› tesirlerin müdahaleleriyle,
en idraksiz olan ilk kademelerinden en yüksek idrake,
vazife sezgisinin idrakine kadar geçen bütün tekâmül ka-
168
BEDR‹ RUHSELMAN
demelerinde, bu icaplara ister istemez uymaktad›rlar. Bu uyufl, ya
tümüyle otomatik karakterdeki ya da az çok ayd›nl›k bir sezgi
içindeki mekanizmalarla vuku bulur. Bu yar› idrakli veya idraksiz
otomatizmalar, insanlar›n, vazife plânlar›na haz›rlanmalar›n› sa¤layacak
çeflitli teknik imkânlara sahiptirler. ‹flte bu teknik imkânlardan
bir tanesi de, insanlar›n, ulus veya devlet toplulu¤u içinde
toplu olarak yaflamalar›d›r.
*
* *
Ulus veya devlet, her fleyden önce, insanlar aras›nda kurulmufl
büyük bir topluluktur. Ortak gayelerle bir araya toplanm›fl olan
bu büyük insan kalabal›¤›, belirli hedeflere yönelik, düzenli, programl›,
tertipli ve cehitli bir çal›flma mekanizmas›na tâbidir. Bu
mekanizma, büyük nizama uygun ve dünya yürüyüflüyle tam bir
ahenk hâlinde gider.
Ulus toplulu¤u, bir sürü tâli topluluktan oluflmufltur. Bu tâli
kurulufllar direkt ve endirekt olarak birbirine ba¤lanm›fllard›r.
Meselâ, baflta idareci bir önder vard›r. Hiyerarflik bir s›rayla ona
ba¤l› bulunan idare mekanizmalar› mevcuttur. Bu mekanizmalar
içinde idare edenler, idare edilenler, zincirleme bir tertiple, birbirine
ba¤l› olarak yürüyüp giderler. Görünürde maddî hedeflere
yönelmifl görünen bu mekanizman›n bütün faaliyetleri, asl›nda,
bu toplulu¤un simetri¤i olan daha üst plânlara insanlar› haz›rlamak
içindir ve bu haz›rl›k da vazife sezgisinin haz›rl›¤›d›r. Dolay›s›yla,
bu topluluk içinde yap›lan ifllerde, vazife plân›na ait haz›rl›klar›n
taslaklar›n› bulmak mümkündür. ‹nsanlar›n, bir ulus
veya devlet toplulu¤u içinde –kendi idraklerine göre– vazife diye
adland›rd›klar› fleylerin hepsi, ancak, vazife sezgisinin birer haz›rl›k
malzemesidir. ‹nsanlar bu haz›rl›¤›n icab› olarak bu malzemeler
vâs›tas›yla, büyük cehitler ve gayretler harcayarak as›l vazife
bilgisine kavuflabileceklerdir.
Özetle, uluslar veya devletler, büyük vazife plân›na insanlar›
haz›rlayan, yüksek idareci vazifelilerin gözetimleri alt›nda dünyada
kurulmufl sosyal birer kurumdur.
169
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Dünya üzerinde hiçbir ulus, di¤erlerinden ayr› ve tek bafl›na
de¤ildir. Hepsi, ayn› gaye yolunda, direkt veya endirekt ba¤larla
birbirine ba¤lanm›flt›r. Bu kurumlar, dünya üstü vazife plân›n›n
hedef tuttu¤u noktalara insanlar› götürmekte ve büyük bir ahenk
içinde, ayn› elden sevk ve idare edilmektedir. Vazife plân›ndaki
ilgili varl›klar, bu ifli bütün sorumluluklar›n›n idrakinde olarak
yürütürler. ‹flte bu vazifeliler, ulus ve devlet organizasyonu bünyesinde
mevcut di¤er topluluklar›n, organlar›n, ailelerin, bireylerin
kendi ifllerini yerli yerince ve dürüstlükle yapmalar›n›, türlü
vâs›talarla sa¤lamaya çal›fl›rlar. Bu toplulu¤u oluflturan herhangi
bir cüzde, bireyde baflgösteren ayk›r› faaliyetler, yerine ve önemine
göre, bütün toplulukta az veya çok fliddette sars›nt›lar yapabilir.
Böylece, topluluk içinde tekâmül eden gruplar, o topluluklardan
ayr› gruplar› olufltururlar. Büyük toplulu¤un böyle tekâmül
ederek parçalanan k›s›mlar›, di¤er daha mütekâmil durumlar›
olufltururlarken, büyük toplulukta kalan bireyler aras›ndaki koordinasyon
ve iflbirli¤i bozulur. Bireyler, art›k o toplulu¤un icaplar›-
n› ve ortak hedeflerini izleyemez hâle girerler. O ulusun veya
devletin bünyesi çökmeye ve yozlaflmaya bafllar ve bireyler, topluluk
için de¤il, yaln›z kendileri için çal›flmay› gaye edinirler. Nihayet
büyük topluluk ortadan kalkarak, yerini daha ileri mâflerî
bir toplulu¤a, yâni bir ulusa veya devlete terk eder. Bu hâl tekâmülün
bir icab› ve dünya nizam›n›n ahengidir.
*
* *
Bir ulus içinde, bireyleri vazife sezgisine haz›rlay›c› çeflitli faaliyetler
bulunur. Bunlar›n bâz›lar› daha kolay ve rahat flartlar alt›nda
yap›l›rken, ço¤u, zahmetli, yorucu, üzücü hâllerde cereyan
eder. Meselâ birisi az yoruldu¤u halde hayat›n› bolluk içinde geçirebilece¤i
gibi, bir di¤eri en a¤›r ifllerde, maden ocaklar›nda didine
didine hayat›n› kazanmaya çal›fl›r. Birisi kendisini sorumluluk
hislerinden hemen hemen özgür sayarken, di¤eri en a¤›r sorumluluklar
alt›nda ezildi¤ini hisseder. Bâz›lar› idareci olarak bafla
geçer. Bâz›lar› idare edilenler aras›nda sürüklenir. Bütün bun-
170
BEDR‹ RUHSELMAN
lar; bir devlet ve ulus teflkilât›n›n do¤al fonksiyonlar› aras›nda bulunan,
her biri baflka bir yönden insanlar› hakikî vazife plân› sezgilerine
çeflitli tatbikatlarla haz›rlayan, türlü hayat tarzlar›ndan
ibarettir. Okul hayat›, ifl hayat›, büro hayat›, askerlik hayat›, sosyete
hayat›, memurluk hayat›, siyaset hayat›, aile hayat›... bunlar
aras›ndad›r. Fakat bunlar›n ilk görünüflteki maddî hedefleri ve
kayg›lar› ötesinde öyle büyük, ortak bir maksat gizlenmifltir ki; bu
da, bütün bireyleri, bu karmakar›fl›k ve çetin yollardan, üstün bir
sezgiye, bir vazife bilgisi sezgisine, topluluk içinde teker teker haz›rlamakt›r.
Dolay›s›yla, ulus toplulu¤u, bafl›ndan sonuna kadar
her bireyinden, kendisine düflen vazifeyi, büyük bir sadakatle, iyi
niyetle, bencillik nefsaniyetine kap›lmaks›z›n, hareketlerini büyük
insanl›k toplulu¤una karfl› olan ödevleriyle uzlaflt›rarak yapmas›n›
bekler. O ulusun bireyleri, bunu yapt›kça, toplulu¤un hedef tuttu¤u
gayelerin büyük nimetlerinden yararlan›rlar. Ve gelecek vazife
plân›n›n ayd›nl›k, kazançl› yollar›na büyük bir kudret ve h›zla
yaklaflm›fl bulunurlar. Aksine ulusun bireyleri; yaln›z kendi
canlar›na düfler ve kiflisel ç›karlar›n› gaye edinerek di¤er insanlar›n
aleyhinde bencilce çal›fl›r ve vazifelerini kötüye kullan›rlarsa,
her fleyden önce, o ulus içinde dünyaya gelmifl olmalar›n›n kendilerine
sa¤layaca¤› yüksek kazançlar› elde etmek f›rsat›n› kaç›rm›fl
olurlar. Ve bu yüzden de, bencillik nefsaniyetlerinde vicdan dengelerinin
alt düzeylerine tak›l›p kalarak, yeni birtak›m ›st›rapl› bedenlenmelere
muhtaç bir hâlde, dünyay› hüsran içinde terk etmek
mecburiyetiyle karfl›lafl›rlar. Çünkü onlar›n tak›lm›fl olduklar›
alt nefsaniyet düzeylerindeki durumlar›yla vazife plânlar›na yaklaflabilmeleri
mümkün olmaz. Tekrar ediyoruz: Görünürde dünyan›n
bâz› maddî icaplar›na yönelmifl görünen uluslar›n kuruluflu;
hakikatte, dünya s›n›rlar›n› taflan, baflka ve yüksek bir zaman
idraki içinde devam edecek ileri hayatlar› haz›rlay›c› yollar› hedef
tutmaktad›r. Yâni, bu kurulufllar›n, dünyada görünen gayesinden
çok daha üstün ve kapsaml› rolleri vard›r. Dolay›s›yla, dünya hayat›n›n
zorunlu icaplar›ndan olarak görünen bu maddî taraflara
tak›larak as›l hedefi ihmal etmek, vicdan mekanizmas›n›n yürüyüfl
temposunu yavafllat›r ve iflleri geciktirir.
171
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Uluslar aras›nda ayn› gayeye yönelik olman›n hakikî sezgisine
varmak, o gayenin liyakatli yolculu¤una kat›lm›fl olmak demektir.
‹drakler bu inkiflaf derecelerini bulduktan sonra, t›pk›, vazife
plânlar›nda yükseldikçe küçük organizasyonlar›n idraken birleflerek
daha büyük organizasyonlara çevrilmeleri gibi, küçük uluslar›n
da, tekâmül ›fl›¤› alt›nda birleflerek, daha genifl ve kapsaml›
iflleri yapabilmek ve ortak gaye yolunda h›zla ilerlemek için daha
büyük topluluklar› meydana getirmeleri zarurî olur ki; böylece,
yüksek ve sa¤lam bir insanl›k idrakini kazanm›fl, küçük topluluklardan
oluflan büyük dünya toplulu¤u, vazife plânlar›n›n daha uygun
bir simetri¤i olmak liyakatini kazanm›fl bulunur. Bu ise, hakikî
vazifelerini idrak etmifl insanlar›n, genifl mâflerî plânlara do¤ru
at›lm›fl güçlü hamleleri say›l›r.
*
* *
Uluslar›n inkiflaf yolundaki faaliyetleri, otomatik, yar› idrakli
ve idrakli, birçok di¤er, bedensiz vazifelilerin faaliyetleri eflli¤inde
olur. Bu vazifeli organlar, her biri, dünyada ulus veya devlet dedi¤imiz
toplulu¤u oluflturan bireylerin, gruplar›n faaliyetleri üzerinde
vazife alm›fl, üstün bir organizasyonun organlar›d›r. fiu hâlde,
bir ulus içindeki ifl görme disiplini ve vazifenin flaflmayan nizam
ve tertipleri, o ulusun veya devletin ba¤lanm›fl oldu¤u dünya
üstü bir sistemden gelmektedir. Bu da, hiç flüphesiz, o ulusun bütün
bireyleriyle kazanm›fl oldu¤u liyakatin derecesine göre ayarlanm›flt›r.
Uluslar, kurulufllar›n›n hakikî hedeflerini kaybetmeden yükselmek
istedikçe ve bu istek yolunda cehit harcad›kça, bu ayarlar
yükselir; onunla orant›l› olarak tekâmül otomatizmalar› da yükseltilir.
Özetle, uluslar›n ba¤l› bulunduklar› sistemler, kâinatta daha
kapsaml›, birbirine ba¤l› büyük vazife organizasyonlar›n›n küçük
birer unsurudur. ‹flte bu unsurlar, dünyadaki herhangi bir
ulusun veya devletin inkiflaf› icaplar›na göre çeflitli formlar al›rlar.
Buradaki gaye de –dünyadaki her vâs›tayla oldu¤u gibi– ulus
172
BEDR‹ RUHSELMAN
ve devlet topluluklar› vâs›tas›yla insanlar› toplu hâlde, vazife plân›
sezgilerine otomatik, yar› idrakli ve idrakli olarak, haz›rlamakt›r.
Bu haz›rl›¤a tam mânâs›yla uymufl olan bir ulus veya devlet
de, vazifesini bitirmifl ve insanlar› dünya üstü vazife plân›na liyakatle
yetifltirmifl olur.
*
* *
Bütün topluluklar bireylerin inkiflaf› içindir. Ancak, topluluklar›
bireylerden b›çakla keser gibi ay›rmak da do¤ru de¤ildir.
Çünkü dünyadaki topluluklar, büyük organizasyon sistemlerinin
ilk haz›rl›k egzersizleridir. Organizasyon sistemlerinin gayesi ise
vahdete, birli¤e do¤ru yürümektir. Dolay›s›yla, bireyler, bu bak›mdan,
topluluk kavram›ndan ayr›lamaz. Bunu daha iyi aç›klamak
için, bireysel ve mâflerî plânlar›n birbirine karfl› olan fonksiyonlar›
üzerinde biraz durmal›y›z.
Bireysel plân nedir?.. Bir beden, varl›¤›n tekâmül vâhididir.
Mukadderat prensibine göre, vâhit plâna sahiptir. Her bedene
hasredilmifl, haz›rlanm›fl, tekâmülünün icaplar›na göre ayarlanm›fl
bir plân mevcuttur. Plân, kaba ve dar bir çerçeve demek de-
¤ildir. ‹caplar›n zorunlu k›ld›¤› imkânlar oran›nda, daima genifl
hareket sahalar›na sahiptir. Bu sayede s›navlara, dolay›s›yla özgürlü¤e
daima yer verici mahiyettedir. Bu plân›n prensibi, bedenin
tâbi oldu¤u ruhun tekâmülüne, tekâmül derecesine, tekâmül
yolundaki kadrolara, flartlara, imkânlara, özetle, tekâmülün bütün
icaplar›na ba¤l›d›r.
Mâflerî plân nedir?.. Kâinat, bireylerin bafl›bofl tekâmül ettikleri
bir malzeme sahas› de¤ildir. O, idrakini güç sezdi¤imiz ve güç sezebilece¤imiz,
yüksek prensiplerin kurdu¤u, son derece derin ve
yüksek mekanizmada tertiplerin, ayarlanmalar›n, icaplar›n bütünü,
yâni Ünite’nin kendisidir. Kâinat, ilâhî nizam›n bir ifadesidir.
Dolay›s›yla, her birey, her vâhit beden, bir bireysel plâna sahip olmakla
birlikte, daima di¤er vâhitlerin, yâni bedenlerin kendi plân›
karfl›s›ndaki durumlar›yla ilgili, ayarl›d›r. Tekâmül, mâflerî plân
içinde yürür. Aksi hâlde nizamdan ve ahenkten söz edilemez.
173
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Belirli âlemlerin belirli ortamlar›nda veya belirli kürelerinde,
bedenler, daima birbirlerinin durumlar›yla karfl› karfl›yad›rlar. Bu
karfl›laflma, ayn› zamanda, yüksek prensiplerin ayarlad›¤› bireysel
plânlar›n, baflka bir mekanik cepheden idare olunuflunu ifade eder.
Bütün bu ifller, bu nizamlar ve tertipler, yüksek vazife plânlar›n›n
organizasyon sistemleri içinde vazifeli varl›klar›n iflçilikleriyle yürütülür.
Bundan baflka, bedenlerin epröv hayatlar›nda birbiriyle ifltirak
ederek kurduklar› birçok husus vard›r ki, bu hâl, dünyan›n üstüne,
vazife plân›na haz›rlan›fl›n bir ifadesidir. Özetle, bireysel plân üstünde
mâflerî plân mevcuttur. Mâflerî plân; bir gayeye yönelik olmakla
birlikte, ayn› zamanda bireysel plânlar› da ikinci derecedeki
bir mekanizmayla ayarlayan, komplike bir plând›r.
Bu ayarlanmalar, Ünite’den gelen direktiflere göre, vazife plân›-
n›n tesiri ve kontrolü alt›nda vukua gelir. Yâni, bireyler, yaflamakta
olduklar› mâflerî plâna vazife plân›n›n çeflitli kademelerinden
akan say›s›z tesirin haz›rlad›¤› sonsuz hayat kombinezonu içinde,
kendi epröv, s›nav ve inkiflaf sahalar›n› bulurlar. Bireydeki tesirlerin
yükü artt›kça, inkiflaf h›zland›kça, idrak olgunlaflt›kça, bireyin
plân›yla ilgili mâflerî durumlar da ayarlan›r.
Burada dikkat edilecek nokta fludur: Tek birey için, mâflerî durum
de¤il; mâflerî kadronun her bireyi için, mâflerî durum haz›rlan›r.
Çok kaba bir örnek olarak, yüz bireylik bir mâflerî plân› ele
alal›m! Bu bireylerden “a” için, doksan dokuz bireyin durumu
sözkonusudur. Fakat ayn› yüz kifliden “b” için, di¤er doksan dokuz
kiflinin, “a”n›n da dahil oldu¤u di¤er doksan dokuz kiflinin durumu
sözkonusudur. Ayn› flekilde, “c” için, “a” ve “b”nin de dahil
oldu¤u doksan dokuz kiflinin durumu ayarlan›r. Yâni, bir kifli için
doksan dokuz kifli seferber edilmifl de¤ildir. Vazifeliler, son derece
ince tertiplerle, bu yüz kifliyi birbirleri için vazifelendirirler. Fakat
bu yüz kiflinin tekâmül ölçüleri, kuflkusuz birbirinin ayn› de¤ildir.
Herkesin ihtiyac› ve tekâmül icab›, yine ayn› ince mekanizmayla
174
BEDR‹ RUHSELMAN
de¤iflir. “A”n›n doksan dokuz kifliye karfl› durumu ile “b”nin durumu
ayn› de¤ildir. Yine, bu mâflerî plân içinde maddeye karfl› durum
da, her bir birey için de¤iflir. Bütün bunlar, vazifeli varl›klar›n
vazifeleri icab› olarak gönderdikleri tesirlerin meydana getirdikleri,
madde kombinezonlar›ndaki ve bedenlerdeki miktarî de¤iflmelerle
vuku bulur. Buradaki mekanizmalardan haberi olmayan bireyler,
anlayamad›klar› birtak›m esrarl› olaylar içinde yuvarland›klar›n› san›rlar.
Birisinin plân içindeki icaplara tâbi olarak vuku bulan miktarî
de¤iflmeler kombinezonuna göre fakir olufluna karfl›l›k, ötekinin
belirli dereceye ayarlanm›fl miktarlar dolay›s›yla orta derecede
oluflu, bir di¤erinin zengin oluflu, birinin kültürlü, ötekinin cahil,
birinin floför, birinin müzisyen, bir di¤erinin çöpçü oluflu, birinin
mutlu, di¤erinin mutsuz, birinin iyi, bir di¤erinin kötü, birinin hastal›kl›,
di¤erinin sa¤lam, huylu, huysuz, egoist veya di¤erkâm olufllar›
ve bütün di¤er durumlar; hep, zaman ve mekân kadrolar›nda,
Aslî Prensibe göre inkiflaflar›n icaplar›n›n yerine getirilmesi için,
Ünite’den süzülerek gelen tesirler kanal›yla, bireysel ve mâflerî
miktar de¤iflmeleri tekni¤iyle vukua gelirler ki, ayn› mekanizmaya
tâbi, maddelerin miktar de¤iflmeleri de, yukar›daki durumlara göre
ayarlanm›fl bulunur. Bu bilginin kapsam›, tesirler ve varl›klar aras›nda
geniflletildikçe, daha yüksek sezgilere varmak mümkün olur.
‹flte topluluklar›n insanlara görünen görünürdeki gayelerinin
ötesinde gizlenmifl hedefler bunlard›r.
*
* *
Bir ulus toplulu¤u içinde böyle bir sürü mâflerî plânlar›n, yâni
topluluklar›n bulundu¤unu söylemifltik. Bu topluluklar›n görünürde
birbirine ba¤l› görünen ve öyle görünmesi icap eden durumlar›-
n›n, hakikatte, vazife organizasyonlar›n›n fonksiyonmanlar›na tâbi
olduklar›n› da bildirmifltik. Bu bilgiye göre, bir ulus, büyük bir topluluk
içinde –yine ayn› zaruretlerle– kurulmufl olan küçük bir aile
toplulu¤unu da, bu ›fl›k alt›nda ele almam›z gerekiyor.
Hakikî mânâs›yla aile, dünyaya inkiflaflar› için inmifl varl›klar›n
tatbikatlar›na en zengin malzemeleri haz›rlayan ve bu tatbikata
175
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
güçlü bir zemin oluflturan, düzgün, muntazam bir toplum cüzüdür
ki; bunun da bütünü, insanl›k toplulu¤udur. Aile, insanlar› vazife
plân›na haz›rlayan en mükemmel bir vâs›tad›r. ‹nsanl›k toplulu-
¤unun hedef tuttu¤u büyük mânâlar, küçük bir aile toplulu¤undaki
bütün inkiflaf malzemeleri zenginli¤iyle özetlenebilir. Bu hakikat,
vazife plân›na do¤ru insanl›¤›n haz›rlan›fl›nda bir aile kurumunun
ne kadar önemli roller oynamakta oldu¤unu gösterir.
Hakikaten, dünyada alt ve üst hiçbir tekâmül unsuru, haz›rlay›-
c›s› yoktur ki, aile bilgisinin kapsam› ve icaplar› d›fl›nda kalm›fl olsun.
Zaten bir ailenin bünyesi, insanl›k hayat›nda mümkün olan
bütün tekâmül malzemesi zenginliklerini bir araya toplayacak tarz
ve flekillerde kurulmufltur. Muhakkak ki herkes, kendi ihtiyac› oran›nda
ve derecesinde bir aile oca¤›ndan geçmifl ve bu oca¤›n nimetlerinden
yararlanm›flt›r.
*
* *
Bir aile toplulu¤unun en ilkel ve basit haz›rl›klar›, hayvanlardan
ve hattâ bitkilerden bafllar. Bu haz›rl›¤›n da en ilkel flekli cinsiyettir.
Cinsiyet, birçok mekanizman›n dü¤üm noktas›d›r. Bu
dü¤üm noktalar›ndan bir tanesi de aile kurumudur. Yine, cinsiyet
dünyada ac›, tatl› birçok olay›n, mutlulu¤un, felâketin, ›st›rab›n,
k›sacas› inkiflaf unsurlar›n›n da dü¤üm noktas›d›r. Özetle, cinsiyet,
dünyadaki inkiflaf mekanizmalar›n› muhtelif taraflardan harekete
geçiren bir unsurdur. Hem vazifeye, hem nefsaniyete yönelen
vicdan mekanizmas›na, cinsiyet realitesi, çeflitli flekillerde
etkide bulunur. Cinsiyet, birçok erdemli, yükseltici imkâna yol
açabilece¤i gibi, felâketlerin, ›st›raplar›n, azaplar›n, mezar›n ve
ak›l hastanesinin de kap›lar›n› açabilir. Aile hayat›n›n ilk kudretli
haz›rlay›c› unsuru, cinsiyet otomatizmas›d›r. Bu yüzden de bir
sürü s›nav›n anahtar› onun içindedir. Cinsiyet anahtar›yla aç›lm›fl
bir aile kurumu, bütün icap ve zorunluluklar›yla insanlar›
–otomatik yollardan dahi olsa– sorumluluk ve vazife sezgilerine
haz›rlar ki; bu haz›rlan›fl da, insanlar için tekâmül yolunun en
mükemmel bir yürüyüflü olur.
176
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Vazife haz›rl›¤› mekanizmas›nda bu kadar güçlü bir vâs›ta olan
aile oca¤›n›n insanlara sa¤lad›¤› inkiflaf malzemeleri nelerdir?
Bu sorunun cevab›n› mâflerî plân hakk›nda biraz önce verdi-
¤imiz bilgiden de ç›karmak mümkündür. Bu bilgiden anlafl›laca¤›
üzere, aile kurumunun haz›rlamakta oldu¤u inkiflaf unsurlar›n›n
–kimilerinin ak›llar›na gelebilece¤i gibi– insanlar› mutlaka memnun
ve mutlu edici, onlar›n nefsaniyetlerini okflay›c› mahiyette olmalar›
gerekmez. Tam tersine, bunlar›n ço¤u, s›k›c›, zahmetli, s›k›nt›l›,
üzüntülü, ›st›rapl›, azapl› ve hattâ bazen iflkenceli karakterler gösterir
ki; esasen aile kurumunun en güçlü ve inkiflafa en yararl› taraf›n›
da, onun bu sert, haflin ve mazbut çehresi oluflturur. Kurulmufl
bir ailenin ilk ân›ndan son günlerine kadar geçen olaylar›n›
dikkatlice inceleyenler, bu hususta oldukça derin sezgiler ve bilgiler
kazan›rlar. Aile daha kurulmadan önce bile, kurulma öncesindeki
olaylar, aile mekanizmas›n›n iflleyiflinden beklenen sonuçlar›
sa¤lamaya bafllam›fl bulunur: ‹ki cinsten iki insan›n bir araya gelmesi
hususunda, ilk ad›mda onlar›n her ikisine ait bâz› kolayl›klar
görülmekle birlikte, birçok güçlük ve hattâ adaylardan her birinin
ayr› ayr› yenmesi gereken birçok imkâns›zl›k da meydana ç›kabilir.
Ve bunlar›n her biri, iki tarafa da birer s›nav ve gözlem konusu
olur. Onlar›n öz bilgilerinin, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz flekilde,
artmas›na neden olur. Meselâ bu s›rada darg›nl›klar, k›rg›nl›klar,
tart›flmalar, dövüflmeler ve hattâ cinayetler bile meydana gelebilir.
Bunlar, bir ailenin daha bafllang›c›nda iken, menfî say›lan
yollarda, ›st›rapl› fakat güçlü tekâmül malzemeleridir.
Ailenin kurulmas›ndan sonra, geçim dâvas›, efllerin birbiriyle
anlaflma dâvas›, evlilik flartlar›na intibak dâvas›... gibi bir sürü
dâva ortaya ç›kar. Bunlar hem erke¤e, hem kad›na ayr› ayr›, yük,
vazife ve ödevler yükler. Onlar, bu mücadelelerden ya zaferle ya
da yenilgiyle ç›karlar ve her iki hâlde de, s›navlar›n baflar›l› veya
baflar›s›z görünen durumlar›na göre, ac›, tatl› bir sürü sonuçla
karfl›lafl›r ve ona göre de, vazife sezgisi yolundaki h›zlar›n› kazan›rlar.
177
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Nihayet çocuklar do¤ar. Onlar›n büyütülmesi, hastal›klar›, sa¤l›klar›,
ölümleri, kazalar›, ac›lar›... ana ve baba için bazen haz, bazen
elem yollar›ndan geçen gözlemler sa¤lar. Bu s›rada, bütün bu
deneyimleri baflar›yla geçifltirmenin idraklerine vard›klar› zaman
duyacaklar› huzur, onlar› müspet ve mutlu yollardan yükseltirken;
baflar›s›zca, beceriksizce verilmifl s›navlar›n sonucunda, kendilerince
menfî say›lan hâllerde u¤rayacaklar› ac›lar, hüsranlar da, baflka
bir yoldan, yine ilerlemelerine neden olur.
Bundan sonra, çocuklar›n ö¤retim ve e¤itimleri, iyi veya kötü
yetifltirilmeleri gibi meselelerin ana ve babaya düflen sorumluluk
duygular›, yine, yetiflen evlâtlar›n ana ve babalar›na, ailenin di¤er
bireylerine karfl› davran›fllar›n›n say›s›z sonucu ve âk›beti, aile
bireyleri için ayr› karakterler tafl›yan, sonsuz birer s›nav, görgü ve
deneyim konusu olarak s›ralan›p giderler. Görünürde çeflitli yollarda
birer ›st›rap veya sevinç kayna¤› olan aile hayat›n›n bütün olaylar›,
hakikatte, insanlara büyük vazife plân›n›n sezgilerini verir.
Özetle, mutlu görünen bir aile, mutsuz görünen bir aile, facialarla
dolu hayatlar geçiren bir aile, sakin veya gürültülü bir aile,
k›sacas› çeflitli hayat flartlar›na tâbi bütün aileler, ancak bireylerin
ihtiyaçlar›na göre ayarlanm›fl ve onlar›n inkiflaflar›na yönelmifl,
güçlü birer yükselme vâs›tas›d›r. Bu k›ymetli vâs›ta, bütün zevkleriyle,
mutluluklar›yla, ac›lar›yla, felâketleriyle, insanlar›n hedefi
olan vazife plân› için gerekli sezgilerin haz›rlan›fl tatbikat›na en
mükemmel bir zemin olur ve bu tatbikat›n her türlü imkân›n› haz›rlar.
Orada sevgiler do¤ar, sevgiler kaybolur, do¤umlar, ölümler,
ayr›l›fllar, kavuflufllar birbirini izler. Bunlar›n hepsi, do¤urduklar›
sevinçler ve kederlerle birer zengin inkiflaf malzemesi olur.
Dünyaya gelen çocu¤u için sevinen bir anne ne kadar yükseliyorsa,
ölen çocu¤u için gözyafl› döken bir anne de, durumunda o
kadar ilerlemeler kaydeder. Fakat flu noktay› tekrar hat›rlataca¤›z:
Ailenin bütün bu durumlar›, inkiflaf yolundaki ilerlemeleri, yürüyüflleri,
durufllar›, tümüyle, vazifeli varl›klar›n yard›m ve kontrollerine
tâbidir.
178
BEDR‹ RUHSELMAN
Aile; kâinat sonuna do¤ru tekâmülün tam formunu ifade eden
vahdet kavram›na haz›rl›k yolunun, dünyadaki en basit ve otomatik
egzersizlerine imkân verir. Ço¤u zaman görüldü¤ü gibi, efller
aras›ndaki yüz ve karakter benzerlikleri, aile toplulu¤u icaplar›ndan
olarak, bedenlerin manyetik alanlar› aras›nda oluflmufl bir
sentezin ifadesidir ki, bu da, varl›klar›n birbirlerine yaklaflmakta
olduklar›n› gösterir. Bu manyetik alanlar sentezi ne kadar iyi kurulursa,
aile aras›ndaki kaynaflma o kadar mükemmel olur ve aile,
hakikî hedefine o kadar yaklaflm›fl bulunur.
*
* *
Varl›klar›n dünyaya inmeleri, dünya maddeleri içinde kendilerine
gerekli olan malzemeler ile karfl›lafl›p onlardan yararlanabilmeleri
içindir, demifltik.
Günefl Sistemi’mizin bütün küreleri aras›nda inkiflaf malzemesi
en bol olanlardan biri Dünya’d›r. Bu malzemelerin, çeflitli ihtiyaçlara
göre düzenlenmifl ve tertip edilmifl, insanlar›n ifllerine yararl›
hâllere sokulmufl olmalar› gerekir. Bu ifllerle vazifelenmifl,
vazife plân›n›n varl›klar›, liyakatleri ve kudretleri derecelerine göre,
dünyaya tahsis edilmifl çeflitli vazife organizasyonlar› içinde,
vazifelerini yaparlar. Tabiî ki, bunun yukar›lardan gelen direktiflere
uygun olmas› gerekti¤ini unutmamak gerekir.
Bu yard›mlarla, dünya varl›klar›n›n ve bu arada durumlar› daha
kapsaml› olan insanlar›n inkiflaflar›na yararl› bir sürü tertip,
düzen ve oluflum meydana getirilir. Meselâ do¤a olaylar›n›n bir
nizam dahilinde vukua getiriliflleri, bütün dünyay› kapsayan siyasî,
ekonomik, bilimsel durumlar ve bu arada, bütün tâli kurumlar›yla
kurulmufl uluslar, devletler, afliretler, cemaatler; hep,
Ünite’nin direktifleri alt›ndaki büyük organizasyonlarda vazifeli
organlar taraf›ndan sevk ve idare edilirler. fiu hâlde, dünyadaki
ulus, devlet, aile gibi bütün topluluklar›n sevk ve idaresi, yukar›lara
ba¤l›d›r. Ve bu ba¤lar›n gayesi de; vazife plân› sezgisine haz›rlan›p
bu plâna liyakat kazanabilmek ihtiyac›yla dünyaya inmifl
varl›klar›n, yâni insanlar›n, hedeflerine ulaflabilmelerine yard›m
179
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
etmektir. Nitekim her insan; dünyada mevcut olan bu kurumlar›n
sonsuz imkânlar›ndan ço¤u zaman otomatik ve yar› idrakli
olarak, direkt veya endirekt yollardan, yâni hem onlar›n icaplar›
içinde bizzat yaflayarak, hem de o icaplarda yaflayan di¤erlerini
gözlemlemek suretiyle, sonsuz yararlar sa¤lar. Buradaki “otomatik”
sözcü¤ünün mânâs›n› daha önce biraz aç›klam›flt›k. ‹nsanlar›n
bu topluluklardan yararlanmalar› her zaman onlar›n hakikî
gayelerini görerek vuku bulmaz. ‹nsanlar, hemen hemen daima,
bu topluluklara –dünya realitelerine ve k›ymetlerine göre– ancak
kendilerine sa¤layacaklar› ç›karlar› elde etme istek ve ihtiras›yla
kat›l›rlar ve bu istekle, o topluluklarda canla baflla çal›fl›rlar. Bu
isteklerin çeflitleri de, her kiflinin nefsaniyet cüzlerinin nitelik ve
niceli¤ine göre de¤iflir. Bu nitelik ve nicelikler, bazen çok afla¤›-
lardaki bencillik düzeylerine kadar inebilir. Meselâ büyük bir
haydut çetesi kurulabilir. Fakat vicdan mekanizmas›n›n üst düzeylerine
intibak etmifl dengelerle, bu istekler, çok asilce ve yüksek
tezahürler de gösterebilirler. Meselâ temiz bir sevgi içgüdüsüyle,
bir ailenin bütün yükleri alt›na seve seve girilebilir. Fakat
görünürdeki bu gelip geçici maddî ç›kar duygular›na karfl›l›k, bütün
bu kurumlar›n bazen tatl›, bazen de çok ac› ve zahmetli yollardan,
insanlar› üstün ve hakikî kazançlara götürecek olan as›l
büyük k›ymetlerini, hemen hemen kimse görmek ve düflünmek
istemez.
*
* *
Dünyada bulunan her fley gibi, ulus, devlet, aile kurumlar› da;
gaye de¤il, vâs›tad›r. Bu vâs›talar›n hakikî gayeleri; d›fltan göründü¤ü
gibi dünyan›n çok geçici olan ve dünya ötesine zerresi bile
götürülemeyen maddî kazançlar› ve realiteleri de¤il, “bu realiteler
içinde yaflayay›m, bu kazançlar peflinde koflay›m” derken, insanlar›n
karfl›laflacaklar› ac› veya tatl› bir sürü olay›n vicdan mekanizmas›nda
u¤rayacaklar› ifllemlerden sonra hâs›l* olacak, öz
bilgilerin elde edilmesidir.
* “Has›l olmak”; “meydana gelmek; ortaya ç›kmak, do¤mak; oluflmak” anlamlar›na gelir.
180
BEDR‹ RUHSELMAN
‹flte bu noktada, vicdan mekanizmas› ile öz bilginin zenginleflifli
aras›ndaki iliflkiyi bir kez daha belirtmifl bulunuyoruz. fiimdi
bu bilgileri, idraklerde karanl›k ve belirsiz bir taraf›n kalmamas›
için, özetleyerek tekrarlayaca¤›z.
*
* *
Dünya idrakiyle k›ymetlendirilen vicdan realiteleri, varl›¤›n öz
bilgisi de¤ildir. Bunlar, varl›¤›n kaba maddelerdeki bedenlenmelerinin
icaplar›na göre, madde durumlar›n›n, vazife–nefsaniyet
düalitesi içinde çeflit çeflit formlar gösteren görünüflleridir. Bu realiteler,
herkeste mutlak olarak ayn› s›ray› izlemezler, gerek ve
ihtiyaçlara göre s›ralan›rlar. ‹flte bu z›t unsurlar›n çarp›flmalar› sonucunda
do¤acak olaylardan al›nacak k›yas bilgileri, idrak kanal›yla
varl›¤›n öz bilgisinin de¤erlerini artt›racak ve bu de¤erler
de, idrak formasyonlar› içinde, ruhun tekâmül ölçüsü olarak ona
yans›yacakt›r. Bu hâl, dünyada daima de¤iflen realitelerin, vicdan
mekanizmas›ndaki durumlar›n› ve bütün bu mekanizmalar›n öz
bilgiyi zenginlefltirici rollerini ve nihayet, varl›¤›n ruhun tekâmülüne
ait yapt›¤› hizmetlerin özünü, k›saca gösterir. Yine, vicdan
mekanizmas›n› iflleten bu realiteler; bir taraftan öz bilgileri artt›-
r›rken, di¤er taraftan gücünü ve h›z›n› öz bilgilerden alarak, üst
realitelere do¤ru kayabilmektedirler. Yâni, beyne ba¤l› realiteler,
öz varl›ktaki idrake ait ince madde kombinezonlar› komplekslerini
zenginlefltirirken; öz varl›ktan beyne yans›yan nurlu ›fl›klar da,
vicdan dengelerini üst düzeye ulaflt›rmaktad›rlar. Böylece, öz bilgiler
artt›kça, vazife bilgisi yolundaki vicdan mücadeleleri, nefsaniyetin
de düzeyini yükseltir. Ve bir ân gelir ki, vazife plân›n›n
yak›nlar›nda, vazife ile nefsaniyet aras›ndaki mesafe k›sal›r. Ve
idrakin, vazife taraf›na yönelmesi kolaylafl›r. Vazife plân›na gelince,
oradan itibaren vicdan düalitesi ortada kalmaz. Onun yerine
büyük vazife fonksiyonlar›yla yürüyen, mahiyeti de¤iflik, di¤er bir
tekâmül düalitesi bafllar. Ve bu düalite, varl›¤› Ünite’ye kadar
izler.
*
* *
181
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bu mücadelenin en fliddetli ânlar›n› oluflturan –özellikle orta
insanl›k kademelerinde– insanlar, sürekli, bir huzur bir huzursuzluk
aras›nda gidip gelerek yaflarlar. Bu hâller, vicdan unsurlar›n›n
belirgin olarak meydana ç›kan denge ve dengesizlik durumlar›na
rastlar. Bu huzur, insan› idraki oran›nda tatmin olmufl bir duruma
sokar. Bu sayede o, kendisini, sorunlar› çözülmüfl olarak
görür. Fakat, icaplara ve öz varl›¤›n beliren ihtiyaçlar›na göre vicdan›n
denge hatt› yukar›lara veya afla¤›lara do¤ru bozulmaya bafllad›¤›
ânda, onun keyfi kaçar. Yeni bir realite karfl›s›nda eski realitesinin
y›k›lmak üzere oldu¤u hissi, ona azap verir. Bu ›st›rap,
dengenin bozulmas› derecesiyle artar. Bu hâl, her devreye, her
kademeye göre çeflitli mahiyetler ve flekiller al›r. Bazen –özellikle
az ilerlemifl kademelerde– hakikî vicdan azab› hâlinde ortaya ç›-
kar. Bu azap flekilleri, dengelerin afla¤› do¤ru kay›fllar›nda daha
çok görülür. Varl›¤›n ileri inkiflaf derecelerinde bu tür azaplar olmaz
ama, çeflitli teflevvüfl hâl ve flekilleri meydana gelir ki, bunlar
da az önemli huzursuzluklardan say›lmazlar. Bütün bu huzursuzluk
veya ›st›rap hâlleri; vicdan realitelerinin daha üst düzeylerde
denkleflmeleriyle ve bu sayede öz bilgilerin artmas›yla ve insanlar›n,
mukadder olan vazife plânlar›na yaklaflmalar›yla, sonuçlan›rlar.
fiu hâlde, bulunulan kademenin hazmedilmifl, fonksiyonunu
yerine getirmifl realitelerini izleyen teflevvüflleri bir ân önce atlatmaya
çal›flmak suretiyle, üst realitelere ulaflmak gerekir. Tâ ki kazan›lm›fl
olan üst liyakatler, zamanlar›nda fonksiyonlar›n› yapmaya
bafllas›nlar ve bunun sonucunda da, öz bilgilerin inkiflaf yolundaki
normal ilerleyiflleri kesintiye u¤ramadan devam etsin. ‹flte
bir insan, herhangi bir huzursuzluk veya teflevvüfl ya da ›st›rapla
karfl›laflt›¤›, vicdan› herhangi bir azab›n k›v›lc›mlar›yla yanmaya
bafllad›¤› zaman; o insan›n derhal kendisini toplayarak, idrakini
vicdan›n›n unsurlar› aras›nda dolaflt›rmas›, o zamana kadar ilgi
göstermedi¤i vicdan›n›n üst unsuruna yönelmesi, istekleriyle ona
de¤erler göndermeye bafllamas›, buna karfl›l›k, alt realiteye ait isteklerini,
al›flkanl›klar›n›, arzular›n› ise geri plânlara atarak, onlar›
yeni de¤erlerle beslememesi ve her fleyden önce, bunun için
182
BEDR‹ RUHSELMAN
elzem* olan cehit ve gayretleri göstermesi gerekir. Bunu yapt›kça,
vicdan dengesi yavafl yavafl üst düzeylerde kurulmaya bafllar. Bu
da gerçekleflince, yeni do¤acak daha büyük bir huzur ve mutlulu¤un
neflesi, bütün geçmifl üzüntü ve s›k›nt›lar›n hepsini siler süpürür.
Fakat onlar›n öz varl›ktaki bilgileri, zengin bir inkiflaf yükü
hâlinde, o insan› yüksek tekâmül plânlar›na daha çok yaklaflt›rm›fl
bulunur ki; esasen, insanda huzurun artmas› da bu hâlin
sonucudur.
*
* *
“Acaba bu nefsaniyet unsuruna ne gerek vard›”, daha do¤rusu,
“insanl›k hayat›nda belirgin olan vazife–nefsaniyet düalitesi
olmaks›z›n da üstün realitelerin kazan›lmas› ve öz bilgilerin artmas›,
sonuç olarak vazife haz›rl›¤›n›n yap›lmas› mümkün olmaz
m›yd›” gibi, insanlar›n akl›na bâz› sorular gelebilir. Bunun cevab›,
zaten, geçmifl bilgilerde vard›r. Onlar› burada belirtelim!
Ruhun tekâmülüne yarayacak olan bilgilerin öz bilgi hâline
geçmifl olmas›, yâni varl›¤›n öz mal› olmas› flartt›r, demifltik. Bu
da, yine söyledi¤imiz gibi, ancak olaylar içinde varl›¤›n yo¤rulmas›
ve bir sürü cehit ve gayret harcanmas›yla sa¤lanacak bir durumdur.
Yâni, varl›k, beden vâs›tas›yla, dünya olaylar›n›n müspet
ve menfî taraflar› karfl›s›nda, onlarla bo¤uflarak yapaca¤› tatbikatlardan
sonra bâz› sonuçlar elde edecektir ki, iflte öz bilgileri sa¤layan,
bu sonuçlard›r. Esasen insanlar›n tekrar eden bedenlenmeleri,
olaylar›n hem tatl›, hem ac› sonsuz tezahürleriyle karfl›laflabilmeleri
içindir. Bunun nedeni de öz bilgileri artt›rmakt›r. Fakat
burada bir zorunluluk daha belirmektedir: E¤er olaylar›n içinde
yo¤rulma ve bo¤uflma imkân ve f›rsatlar›n› hedef tutan etkenler
olmasayd›, böyle zahmet verici, cehit ve gayretleri harekete geçirici
olaylar›n ortaya ç›kmalar›na gerek kalmazd›. Ve e¤er insanlar
hak edilmemifl süreçlerle tekâmül yolunda yürütülebilselerdi, o
zaman belirli hareketlerin içinde hapsedilerek idraksizce sürüklenebilirlerdi.
Fakat daha önce vermifl oldu¤umuz bilgiler, insanlar
hakk›nda böyle bir tekâmül sürecinin mümkün olamayaca¤›n›
* “Elzem” sözcü¤ü “vazgeçilmez, mutlaka laz›m olan, lüzumlu” anlam›na gelir.
183
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
göstermektedir. Çünkü varl›klar›n idrak ve özgürlüklerinden ilgisiz
bir flekilde, tam bir makine gibi iflleyen bu tür ilerleyifller, ancak
–daha önce aç›klad›¤›m›z gibi– varl›klar›n henüz idrakten ve
kudretten yoksun bulunduklar›, kâinat›n ilk safhas›ndaki, karanl›k,
ebediyet kadar uzun bir esaret içinde geçen mekanik tekâmül
prensibine tâbi olabilir. Ve bu prensip alt›ndaki tekâmülün de
varl›klara sa¤lad›¤› en büyük sonuç; yine aç›klam›fl oldu¤umuz gibi,
hidrojen atomunun, henüz idraklenmemifl ve esaretten kendilerini
kurtarabilecek kudretleri kazanamam›fl, sadece mekanik
hareketlere intibak etmeye mecbur tutulmufl, bir liyakat durumundan
ileri geçmez.
Varl›klar, hak kazanmad›klar› olaylara sokulduklar› takdirde,
onlardan insanl›k safhas›na lây›k yararlar› sa¤layamazlar. Çünkü
bu takdirde, neden ve sonuçlar›n› tayin ve takdir edemeyecekleri
bu olaylar›n ortaya ç›k›fllar›nda, k›yas bilgisine girebilmeleri
mümkün olmaz; k›yas bilgisi mevcut olmay›nca da, öz bilgiler
oluflamaz ve insanl›ktan beklenen tekâmül gerçekleflemez. Ne
olursa olsun, neden ve sonuçlar› bilinmeyen olaylar, insanlar için
bofl ve gayesiz kal›r. Ancak, hak edilmifl ac› veya tatl› olaylar aras›nda
yo¤rularak onlar›n içinden zaferle veya yenilgiyle ç›km›fl olman›n
–nedensellik prensibi muvacehesinde geçirilecek, k›yas bilgisi
yard›m›yla idrakine var›lm›fl– sonuçlar›d›r ki, tekâmül unsuru
olan öz bilgileri meydana getirirler.
Demek ki insanlar›n, tekâmül ihtiyaçlar›na ayarlanm›fl olaylar›
hak etmifl olmalar› gerekir. Tâ ki onlar bu hak edifllerinin idraki
sayesinde, o olaylar›n içinde yo¤rulurken sonuca kendilerini ulaflt›racak
olan k›yas bilgilerini bulabilsinler ve bunlar›n muhasebelerini
yapmak imkân›na kavuflsunlar. Niçin dayak yedi¤ini bilmeyen
bir çocuk, o dayaktan lây›k›yla yararlanamaz. Dayaktan yararlanamay›nca
da, durumunun ölçüsünü takdir edip hâl ve tav›rlar›n›
düzeltmek cehdini gösteremez. Bu dayaktan yararlanabilmesi
için, idrakinin uyand›r›lmas› ve bunun için de, hangi zay›f
taraflar›yla daya¤› hak etti¤inin belirtilmesi gerekir. Bu, onun pusuda
bekleyen zay›f taraflar›n› harekete geçirip meydana ç›kart-
184
BEDR‹ RUHSELMAN
makla mümkün olur. Bütün bunlardan baflka, ileride bildirece¤imiz
mukadderat plân›n›n tatbikat›nda da, bu cehit ve gayret mekanizmas›n›n
rolü vard›r. Bu bilgiler, vazife unsurlar›n›n önüne
niçin çetin ve sert birtak›m sonuçlar do¤uracak olan nefsaniyet
cüzlerinin dikilmekte oldu¤unu ve vazifeli varl›klar›n bu hâllere
niçin sebep olduklar›n› aç›klam›fl olur.
fiu hâlde, vazife–nefsaniyet mücadelesi mekanizmas›na gerek
vard›r. Ve nefsaniyet, bunun için, inkiflaf yolunda k›ymetli bir
unsurdur.
*
* *
‹nkiflaf mekanizmas›nda vazife unsurunun karfl›s›na nefsaniyetin
dikilmesi, bofl ve gereksiz bir ifl de¤ildir. Nefsaniyet, bütünüyle
ve cüzleriyle, cehit ve gayretleri kamç›lamak ve biraz önce
söyledi¤imiz gibi, insan› k›yas bilgisine sürüklemek için konulmufl,
mükemmel ve esasl› bir vâs›tad›r. Tekâmül mekanizmas›, hayatlar
boyunca artan h›z›n›, bu nefsaniyet unsurlar›n›n, görünürde menfî
görünen kudretlerinden alacakt›r. K›r›lacak odunun direnci olmazsa,
balta kullanmaya gerek kalmaz. Nefsaniyet, bu odunun
direnci gibidir. Balta da, nefsaniyeti yenmek için yap›lacak mücadelelere
ait cehit ve gayretleri sembolize eder. fiu hâlde, nefsaniyet
olmazsa mücadelelere, cehit ve gayretlere gerek kalmaz. Böyle
olmay›nca da liyakatsiz, kendi kendine gelecek tekâmüller beklenir
ki, biraz önce aç›klad›¤›m›z gibi, böyle bir fley mümkün olmaz.
Dolay›s›yla, nefsaniyet olmal› ki, üst unsurlara geçebilmenin cehit
ve gayretleri gerçekleflme sahas›n› bulabilsin. Bu cehit ve gayretler,
gelecek aflamalar›n bilgilerini ve onlar›n öz varl›¤a mal edilmelerini
sa¤layan temelli süreçlerdir.
*
* *
fiimdi, bu nefsaniyet cüzleri ve vazife haz›rl›¤› mücadelesi içinde
ç›rp›nan, çabalayan insan›n, bir birey olarak içinde yaflad›¤›
âleme oranla olan durumuna ait bilgileri verece¤iz.
‹nsan; bir ruhun kâinattaki tekâmülünün vâs›tas› ve ifadesi
olan varl›¤a tahsis edilmifl madde cüzlerinden oluflan kombine-
185
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
zonlar bütünüdür. Demek ki beden; bir varl›¤›n dünyadaki hizmetine
tahsis edilmifl, kendi inkiflaf zaruretlerine göre kullanabilece¤i
maddî bir vâs›tad›r. Varl›k, hâkimiyeti alt›nda ve hizmetinde
bulunan bedenin kaba maddî durumundan yararlanarak,
onun vâs›tas›yla dünya maddelerine tesir eder. Bu olaylar, bedenin
tâbi oldu¤u yüzey zaman› realitesine göre cereyan eder. Buna
karfl›l›k, maddelerden gelen tesirler, küresel zaman idrakiyle k›ymetlenerek,
varl›¤›n idraki kanal›yla ruha yans›rlar. Böylece ruhun
tekâmül ihtiyaçlar› karfl›lanm›fl olur.
Varl›¤›n s›navlar›, deneyimleri, gözlemleri, k›sacas› plân›n›n
icaplar›ndan olan bütün ihtiyaçlar› için kulland›¤› bedenine, yard›mc›
olarak, d›flar›dan ve tabiî ki yine, ancak o varl›k kanal›yla,
milyonlarca tesir gelir. Bu tesirler, çok yükseklerden gelebilece¤i
gibi, türlü fliddet ve güçlerde sonuçlar do¤urmak üzere, çeflitli tekâmül
düzeylerindeki plânlardan ve kademelerden de gelebilir.
Varl›¤›n dünyadaki beden hayat›na ait, çizilmifl olan mukadderat
plân›n›n icaplar›n› yerine getirmek için bedene inen bütün bu
tesirler, üst plânlar›n daima kontrol ve gözetimi alt›ndad›r. Dolay›s›yla,
bu tesirlerin en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar, hiçbiri
bofl, mânâs›z ve gereksiz de¤ildir. Bunlar›n her biri, daha önce
söz etti¤imiz vicdan mekanizmas›yla ilgili durumlar gösterir ve
organizmada ayarlan›r. Bu ayarlan›fl, varl›¤›n dünya plân›n›n
icaplar› ve zaruretleri ahengi içinde vuku bulur.
*
* *
Beden bir organizmad›r. Dolay›s›yla, onu oluflturan hücreler,
organlar, sistemler vard›r. Bütün bu cüzler, birbirine tâbi olarak
ve sistemleflerek beden organizmas›n›n bütününü meydana getirirler
ki, bunun da organizatörü, o bedene hâkim olan beyindir.
Fakat bu beyin de, as›l varl›¤a ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, beden organizmas›n›
oluflturan daha küçük organizmalar›n da, insan›nkinden
çok daha basit olmak üzere, birer varl›klar›, yâni organizatörleri
vard›r ki; onlar da, kendi çaplar›nda, nispeten daha basit ruhlar›n
tekâmüllerine hizmet ederler. Demek ki insan bedeninin
bütün durumlar›ndan, bu bedene hâkim olan varl›k sorumludur.
186
BEDR‹ RUHSELMAN
Varl›klar, bedenleri kullanabildikleri kadar kulland›ktan sonra,
yâni onlardan elde edebilecekleri yararlar› elde ettikten sonra, o
bedenleri kullanmaktan vazgeçerek, onlar› sevk ve idare eden
beyinle olan irtibatlar›n› keserler ki, buna “ölüm” deriz.
*
* *
Bir varl›k, üst varl›klar›n yard›m›yla bir beden kurar, o bedenden
yararland›¤› sürece onu kullan›r; bunun için de, beyin vâs›-
tas›yla o bedenin bütün cüzlerine hâkim olur ve böylece, maddî
ihtiyaçlar›n› o beden kanal›ndan sa¤lar.
Bu bak›mdan, henüz bir insan bedenini idare edebilecek durumda
bulunan bir varl›¤›n bu bedeni kullanmas› ile meselâ,
madde ve varl›k topluluklar›ndan meydana gelmifl büyük bir
günefl sistemini idare eden bir varl›¤›n bu sistemi sevk ve idare
etmesi aras›nda, esas bak›m›ndan, fark yoktur. Bunlar aras›nda
sadece, tekâmül, kapsam geniflli¤i ve karmafl›kl›k farklar› vard›r.
Dolay›s›yla, bir insan varl›¤›n›n bir bedene olan tesirleri, hangi
mânâlar› tafl›yorsa, vazifeli bir varl›¤›n da bir günefl sistemine
olan tesirleri, ayn› mânâlar›, daha kapsaml› ve karmafl›k olarak,
tafl›maktad›r.
*
* *
Bir insan, do¤du¤u zaman, varl›¤›n›n belirli bir inkiflaf düzeyine
gelmifl durumu mevcuttur. Onun bu belirli inkiflaf durumuna
göre de, dünyada yapmas› gereken belirli iflleri olacakt›r. ‹flte
bu ifllerin yap›lmas›, onun o devredeki dünya hayat›na ait vazifesidir.
O insan›n dünyada yaflamas›, kendisine sahip olan varl›¤›n
dünyaya inmeden önce di¤er, vazifelilerle birlikte haz›rlam›fl oldu¤u
dünya tatbikat› plân›n› gerçeklefltirmesi içindir. Dolay›s›yla,
o varl›k, dünyaya gelmeden önce, yapmas› gereken iflleri tasarlam›fl,
göze alm›fl ve onlar› yapaca¤›na söz vermifltir. Mademki o
buna söz vermifltir ve dünyaya inifli de bu verdi¤i sözün tatbiki
içindir; o hâlde dünyaya indikten sonra, verdi¤i sözü tutmas› ve
borcunu ödemesi, yâni tasarlanm›fl plân› tatbik etmesi flart olur.
Çünkü vazife plân›n›n onay›yla kararlaflt›r›lm›fl ifllerin yap›lmas›,
187
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
zarurîdir. Böylece, karar verilen ifller, vicdan mekanizmas› dengesinin
ahengi içinde tatbik edilir.
*
* *
Belirli ihtiyaçlarla beden sahibi olmufl bir varl›k, kendi inkiflaf
durumuna uygun bir vicdan dengesi düzeyinde dünyada yaflamaya
bafllar ve plân›na göre, çeflitli mâflerî durumlarda yer al›r.
Bu gelifllerin ve yerleflifllerin hiçbiri keyfî ve rastgele de¤ildir.
Bir birey plân›n›n yap›l›fl› da basit bir ifl de¤ildir. Daha önce
söyledi¤imiz gibi, onun yaflayaca¤› mâflerî plânlar ile say›s›z iliflkileri
vard›r. Bunlar hep hesaba kat›l›r. Meselâ o varl›k, hangi
ulustan, hangi dinden, hangi örf ve âdetlere sahip cemaatten,
hangi e¤ilimlere, liyakatlere, isteklere, kudretlere sahip, hangi inkiflaf
kademelerine ulaflm›fl aileden ve bireylerden gelecekse ve
hangi ortak ihtiyaçlara göre onlar ile mâflerî plânlar kuracaksa;
bütün bunlar, önceden ve tabiî ki hep vazifeli varl›klar›n yard›mlar›yla
ve kendisinin inkiflaf zaruretlerine göre, inceden inceye
hesaplanm›fl, tertiplenmifl, birlikte kararlaflt›r›lm›fl ve plânlaflt›r›lm›flt›r.
‹flte dünyada tatbik edilmesi gereken plân, budur. Varl›k,
bu plânla ayarlanm›fl olan, dünyadaki çevresine inmeye haz›rlan›r.
Bu ayarlanma s›ras›nda, o varl›¤›n anas›, babas› olan bedenlerin
varl›klar› ile onlara kararlar› sorulmak üzere görüflmeler
yap›l›r, onlar›n da kararlar› al›n›r. Ve e¤er bu kararlara göre, ana,
baba olacak bedenlerin de gerek bireysel, gerek sosyal ve hattâ
ekonomik durumlar›nda bâz› iyilefltirmeler ve de¤ifliklikler yap›lmas›
gerekiyorsa, bu ifller de düzenlenir. Yâni, aralar›na alacaklar›
misafirlerine göre, onlar›n durumlar›n› da, vazifeli varl›klar,
yoluna koyarlar. K›sacas› her fley ayarlan›r.
Bir varl›¤›n dünyaya iniflinde çeflitli vazifeliler çal›fl›r. Dünyada
da o varl›kla ilgili bedenler, genellikle otomatik olarak bu haz›rl›klara
kat›l›rlar. Ana, baba, akrabalar, ebe, doktor, hastane, bak›mhane,
yetimhane, okul, cemiyet, devlet, k›sacas› uzaktan yak›ndan
bir sürü beden; dünyaya inecek varl›¤›n yak›n ve uzak
hayat› için, bilmeden, çeflitli flekillerde vazifelenirler. Onlar da bu
188
BEDR‹ RUHSELMAN
vazifelerini ço¤u zaman otomatik olarak yaparlar. ‹flte bu otomatik
vazifelerin yerine getirilmesi için harcanacak yine otomatik cehit
ve gayretledir ki, daha önce söyledi¤imiz kurumlar ve topluluklar
içinde, yâni mâflerî bir plân içinde, insanlar, büyük vazife
plân›n›n sezgilerini kazanmaya çal›fl›rlar.
*
* *
Bu kadar ince hesaplarla haz›rlanm›fl bir plân etraf›nda bir
sürü vazifelinin faaliyeti, eme¤i geçerek meydana getirilmifl bir
bedenin sahibi olan varl›¤›n, mensup bulundu¤u mâflerî plân›n
bireylerine karfl›, elbette, borçlar› olacakt›r. Ve bu borçlar› o, daha
dünyaya gelmeden önce yükümlenmifltir. Buna ra¤men bir
gün kalkar da, bu haz›rlay›c›lar ve yard›mc›lar önünde vermifl oldu¤u
sözü unutur, kararlar›ndan döner, borçlar›n› reddeder, plân›n›
tatbik etmekte tembellik gösterir ve hattâ, üstelik intihar da
etmeye kalk›fl›rsa, vazife sezgisine ne kadar ayk›r› ve uzak bir harekette
bulunmufl olur!.. Vazife sezgisine bu kadar ayk›r› bulunan
bir hareket, o hayat›n en alt nefsaniyet düzeyidir ve onun sorumlulu¤u,
ne kadar otomatik olursa olsun, a¤›rd›r. Bu a¤›r sorumlulu¤un
otomatizmas› da, çok fliddetli ›st›raplar ve azapl› reaksiyonlarla
tezahür eder. Böyle bir insan›, ancak, bu a¤›r otomatizman›n
zahmetli olan k›yas bilgileri, yar› idrakli durumlarda ileri
do¤ru itebilir.
Beden, bir varl›¤a hizmet eder ve kaba dünya maddelerinde o
varl›¤›n sembolü olur; t›pk›, ruhun sembolü de, daha derin mânâda,
varl›k oldu¤u gibi. fiu hâlde, dünyadaki bedenden ruha
kadar uzanan bu birbirinden farkl› beden–varl›k–ruh iliflkisi, insanlarda,
bedenin içinde ruh varm›fl zehab›n›* uyand›r›r.
*
* *
‹nsan olarak dünyaya gelmifl bir varl›¤›n bireysel tekâmülünü
izleyebilmek için, ifli çok gerilerden alarak, kâinatta hiçbir tekâmül
ve inkiflaf›n mevcut olmad›¤› bir kademeyi kabul edelim! Bu-
* “Zehap” sözcü¤ü; “san›, zann, sanma, zannetme” anlam›na gelir.
189
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
rada, inkiflaf›n hangi etkenlerle yürüdü¤ünün sezgisini verebilmek
için, sembolik bir projektör flemas› kullanaca¤›z. fiunu tekrar
etmek isteriz ki, burada kullanaca¤›m›z flema, ancak, bu hakikatler
hakk›nda sezgi verebilmek içindir.
Daha önce mahiyeti hakk›nda hiçbir fley söyleyemeyece¤imizi
bildirmifl oldu¤umuz, hem ruhlara, hem de kâinatlara hâkim yüksek
prensipten söz etmifltik. Bu yüksek prensip, bizim bilemeyece¤imiz,
sonsuz, bütün mânâ ve mahiyet kavramlar›n›n d›fl›nda
kalan bir prensiptir. Bu prensibin sonsuz kâinatlara ve ruhlara yönelik
kudretleri aras›nda bizim kâinat›m›za yönelmifl olan›n›n
sezgisini, ancak bu projektör sembolüyle verece¤iz. Fakat bu projektör,
kâinatlara ve ruhlara hâkim olan Aslî Prensibin kendisi olmayacakt›r.
O’nun, ancak kâinat›m›z ile, yâni madde kâinat› ile
ruhlar›n iliflkisine ait bir kudretidir. Bu, ancak bu kadarla ifade
edilebilir.
Dünyam›z›n basit hareketlerini bile aç›klamakta yetersiz kalan
“kudret” sözcü¤üyle sembolize etti¤imiz, Aslî Prensibin kâinat›m›za
ait durumu veya veçhesi,* elbette böyle bir sözcü¤ün alelâde mânâs›na
s›¤maz. Çünkü yaln›z bu sözcük de¤il, bütün kâinat›m›zda
bu durumu ifade etmeye yetecek hiçbir hareket, sözcük, mânâ veya
imaj yoktur. Ancak, çaresiz kald›¤›m›z için, bilinen mânâlar›ndan
soyutlay›p s›rf bir sembol olarak, Aslî Prensibin kâinat›m›za ve
orada tatbikatlar›n› görecek ruhlara yönelik cephesini (bu ifadeler
dahi as›llar›n› ifade etmekten âciz sembollerdir) “kudret” sözcü-
¤üyle ifade ediyoruz. fiu hâlde, bu sembolle, yine sembolik olarak
bildirece¤imiz ifadeye göre, kudret; Aslî Prensibin –ruhlar›n kâinat›m›za
iliflkin tekâmül ihtiyaçlar›na cevap veren bütün madde imkânlar›n›n
bu ihtiyaçlar ile uyuflturulmas›na yönelik– icaplar›n›n
bütünüdür. Bunu biraz daha aç›klayal›m: Aslî Prensibin bu kudretinde;
hem ruhlar›n sonsuz kâinatlara ait ihtiyaçlar›ndan ancak
kâinat›m›za iliflkin –tekâmül kavram›yla sembolize etti¤imiz– durumlar›,
hem de bu ihtiyaçlara denk gelen, kâinat›m›z›n bütün
madde imkânlar› içerilmifl bulunmaktad›r. ‹flte, ruhlar›n ihtiyaçlar›n›
ve kâinat maddesinin bütün imkânlar›n› içine alan, Aslî
* “Veçhe” sözcü¤ü, “yön, yan, taraf” anlam›na gelir.
190
BEDR‹ RUHSELMAN
Prensibin bu kudretinin, ruhî ihtiyaçlar ile madde imkânlar›n› birlefltirerek
bir vahdet hâline getirmek gayesinin gerçekleflmesi; bizim
“tekâmül” sözcü¤üyle ifadelendirdi¤imiz mânân›n en son ve
yüksek aç›klanmas›n› anlat›r. Bu sezgi, ruhlar›n sonsuz kâinatlardan
bir teki olan madde kâinat›m›za ait ihtiyac› hakk›ndad›r. Burada,
di¤er kâinatlar hakk›nda söylenmifl bir söz yoktur.
*
* *
Kâinattaki tekâmülün yürüyüflünü, güçlü bir sembol olarak
verdi¤imiz projektör kavram›yla izlemeye bafll›yoruz. Bu projektörün
›fl›klar›, Aslî Prensibin sözünü etti¤imiz kudretini veya
icaplar›n› temsil etmektedir. Bu ›fl›¤›n kayna¤›, Aslî Prensibin
kendisi de de¤ildir. O’nun ancak kâinata yönelik olan kudretidir.
Bu hususta bu kadar sezgiyle yetinmek ve daha ilerisine gitmeye
kalk›flmamak gerekir. Aksi hâlde insanlar, içinden ç›kamayacaklar›
büyük ve sonuçsuz teflevvüfllere düflmekten baflka bir fley
kazanamazlar. ‹flte yukar›da sezgisini verdi¤imiz kaynaktan ç›kan
bu ›fl›k, bir koni hâlinde, o ânda ât›l, amorf ve pasif olarak bekleyen
kâinat cevherine, aslî maddeye iner. Ifl›¤›n tepesi o kudrette,
taban› da aslî maddededir. Unutulmas›n ki, bu ›fl›kta hem ruhlar›n
ihtiyaçlar›, hem de bu ihtiyaçlar karfl›s›nda maddede meydana
ç›kacak olan imkânlar›n tümü içerilmifl durumdad›r. Ve bu
ihtiyaçlar ile imkânlar, ancak bu ›fl›k içinde birleflecek ve tekâmül,
gerçekleflecektir. ‹flte ›fl›¤›n bu gerçeklefltirici kudretlerine “icap”
diyoruz. Demek ki her kâinata göre ayr› bir cephesi ve durumu
bulunan icab›n kâinat›m›za ait olan cephesi; ruhlar›n ihtiyaçlar›-
n›n madde imkânlar› ile bir k›l›nmas›n› sonuçland›rmaya yönelik,
Aslî Prensibe ait kudretin kendisidir.
Bu projektör ›fl›¤›n›n kâinat›m›za ilk indi¤i yer, aslî maddenin
amorf hâlidir. Bu ifadeleri dünyadaki mekân kavram›na göre
düflünmeden sezmeye çal›flmak icap eder. Yoksa, ortada ne bir
yer, ne de mesafe yoktur. Bu imajlardan ancak, büyük hakikatin
insanlara hitap eden cephesi hakk›nda ve sezgi verebilmek için
söz edilmektedir.
Ifl›k konisinin amorf maddeye ilk düfltü¤ü saha, derhal ayd›nla-
191
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
n›r. Ifl›k konisinin aslî maddede bulunan taban›ndaki bu ayd›nl›k,
tatbikata bafllayacak ilk ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n, o temas sahas›ndaki
madde imkânlar› ile karfl›laflm›fl oldu¤unu ifade eder. Burada,
taban henüz pek az ayd›nl›k ve tepeden çok uzakta bulunur. ‹flte
onun için bu sahaya karanl›k bir safha diyoruz. Bu sahada cereyan
eden hâl fludur: Ifl›¤›n madde ile temas eden nihaî k›sm›nda,
yâni koninin taban›nda içerilmifl olan, ruhlar›n ihtiyaçlar› karfl›s›nda,
ât›l madde harekete geçmifl ve bu hareketle de, ruhlar›n mekanik
tekâmül prensibi ifllemeye bafllam›flt›r.
Bu hâl gerçeklefltikten sonra, yâni amorf maddede ilk imkânlar
tezahür ettikten sonra, projektör ›fl›¤›n›n ayd›nlatt›¤› saha, yâni
›fl›k konisinin taban›, daha çok ayd›nlanmaya bafllar. Ayn› zamanda
taban yavafl yavafl tepeye do¤ru yükselir ve koninin tepesi
ile taban› aras›ndaki mesafe k›salmaya bafllar. Fakat bu mesafeyi
kilometrelerle ölçülecek bir uzunluk mânâs›na almamal›d›r ve
bunlar›n birer sembol oldu¤unu unutmamal›d›r.
Maddelerin imkân tezahürleri artt›kça, koninin taban› daha
çok ayd›nlan›r ve tepeye yaklaflmaya devam eder. Bu flu demektir
ki, maddenin imkânlar› gittikçe daha çok tezahür etmekte ve
bu tezahüre neden olan ruhlar›n daha genifl çaptaki ihtiyaçlar›
karfl›lanmakta, inkiflaflar artmakta ve sahalar ayd›nlanmaktad›r.
Böylece, kâinattaki tekâmülün ilk mekanik prensibi, yâni daha
önce uzun ve kâranl›k bir saha olarak ifade etti¤imiz hidrojen alt›
safhas› tamamlan›r.
*
* *
Ifl›k konisinin taban›, hidrojen safhas›n›n bafllang›ç sahas›na
kadar yükselir. Buradan itibaren –daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz
gibi– ruhlar art›k maddelere ba¤lan›r. Bu safhada monoton,
mekanik, fakat geçecek pek uzun zaman içinde, çok yavafl tempoyla
karmafl›klaflan maddenin hareketlerine, ruhlar›n pasif ve
mekanik olarak ilk intibak tatbikatlar› bafllar. ‹flte bu bak›mdan
bu safhaya tekâmülün “pasif intibaklar safhas›” da deriz. Ruhlar,
bu safhada, esaret içinde bir pasiflikle sürüklenerek, sadece, maddenin
hareketlerine, ebediyet kadar süren bir zaman boyunca,
192
BEDR‹ RUHSELMAN
al›flt›r›lacaklard›r. Ifl›k konisinin taban›, burada biraz daha ayd›nlanm›fl
ve zirveye biraz daha yaklaflm›flt›r.
*
* *
Ifl›k konisinin taban›, ayd›nlanmaya devam ederek hidrojen
atomunun varl›k safhas›na kadar yükselir. Buradan itibaren, ruhlar›n
ilk basit aktif davran›fllar›yla maddelerdeki inkiflaf prensibi
bafllar. Burada, hem ruhlar›n ilkel bir faaliyeti, hem de bu faaliyeti
çok s›k› kontrol alt›nda tutan ve destekleyen bir otomatizma
prensibi mevcuttur. Bundan sonra yükselmeye devam eden
›fl›k konisi, idrakin ilk p›r›lt›lar› olan sezgilere varl›klar› haz›rlay›c›,
bitki bedenlerinin kurulmas› safhas›na yükselir. Bitkilerde ilk,
ilkel sezgilere intikal egzersizleri bafllar. Bu safhada özgürlü¤ün s›-
n›r› –yine pek dar olmakla birlikte– bir miktar daha geniflletilmifl
ve sezgi otomatizmas› baflgöstermifltir. Koninin taban› yükseldikçe,
bu sezgi otomatizmalar›, kapsam kazanarak, hayvanlardaki
sezgilere ink›lâp edecektir. Hayvanlarda inkiflaf, bitkilerdekine
nazaran, biraz daha h›zl›d›r. Koninin taban› hayvanl›k safhas›ndan
insanl›k safhas›na do¤ru yükseldikçe, hayvanlarda, insanlardaki
bâz› idrakî özelliklerin ilk haz›rl›klar› da belirmeye bafllar ve
insan melekelerine benzer bâz› durumlar ve hâller görülür.
*
* *
Ifl›k konisinin taban›, ayd›nlanmas›na devam ederek ve yükselerek
idraklerin bafllad›¤›, hidrojenin insanl›k kademesine kadar
gelir. Buradan itibaren, vazife plân›na haz›rl›¤›n yar› idrakli, sübjektif
bir tekâmül safhas› bafllar ki, buradaki saha oldukça ayd›nlanm›fl
durumdad›r. Ifl›k konisinin taban› böylece tepesine
do¤ru yaklaflt›kça idrakler ayd›nlan›r, vazife plân›ndan itibaren
bafllayacak olan safhaya do¤ru haz›rl›klar ilerler ve nihayet koninin
taban›, insan üstü ve hidrojen âlemi ötesi olan vazife plân›
safhas›na kadar yükselir. Ifl›k konisinin taban› bu safhaya ulafl›nca,
art›k saha iyice ayd›nlanm›fl bulunur. Buradan itibaren, icaplar,
aç›k olarak tezahür ederler. Bu durum, idraklerin icaplara
h›zla intibaklar›n› sa¤lar. Buradan itibaren, ruhlar›n davran›fllar›
193
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ile icaplar birleflmeye bafllayacaklard›r. Varl›klar, buraya kadar
›fl›k konisinin taban›n› çeflitli mekanizmalarla, yukar› do¤ru âdeta
itilerek ve sürüklenerek izleyebiliyorlard›. Bundan sonra, idraklerin
icaplar ile vukua gelecek birleflme liyakatleri sayesinde, varl›klar,
›fl›k konisinin huzmelerine kendi idrakleriyle t›rmanarak,
didinerek, faal bir flekilde tepeye do¤ru ç›kmaya bafllarlar. Bu da,
idraklerin icaplara intibak etti¤i, yâni onlar ile vahdet hâline girebildi¤i
oranda h›zl› olur. Onun için buradaki yürüyüfle tekâmülün
“aktif intibaklar safhas›” da deriz. Bu safhada tekâmül, geçmifl
safhaya nazaran objektif karakterdedir. Bu kavram›n sezgisi, biraz
ileride zaman konusu aç›klan›rken daha iyi al›nm›fl olacakt›r.
*
* *
Vazife plân›ndan itibaren, ›fl›k konisinin taban›ndan tepesine
do¤ru gittikçe artan bir kudret imkân› bollu¤uyla t›rmanmaya
bafllayan varl›klar›n, tepeye kadar katedecekleri mesafe, henüz
çok uzundur. Çünkü aslî maddeye inen ›fl›k konisinin, ilk safhas›ndaki
taban›n›n tepeye olan mesafesine oranla, vazife plân›ndan
itibaren olan mesafesi, bir hayli k›salm›fl bulunmakla birlikte,
yine, vazife safhas›n›n ilk kademelerinde bulunan taban› ile
tepesi aras›nda, ebediyet kadar uzun denecek bir mesafe vard›r.
Fakat vazife plân›nda iyice ayd›nlanm›fl olan ›fl›k konisinin taban›,
ayd›nl›¤›n› bundan sonra pek büyük bir h›zla artt›racak ve
tepeye yükselme h›z›, öncekilerle k›yas edilemeyecek derecede
fazlalaflacakt›r. Bu safha, hakikî bir tekâmül safhas›d›r. Dedi¤imiz
gibi, ›fl›k konisinin bu safhadan itibaren artan ayd›nl›k sahalar›,
tepeye do¤ru yükseldikçe, kâinata ait olan icaplar ile ruhlar›n
davran›fllar›n›n ve idraklerinin intibaklar›na h›z verecektir. Ve tepeye
yaklaflt›kça vahdet sahas› o oranda geniflleyecektir.
Ruhlar›n idrakleri ile icaplar›n birleflme sahalar›, böylece geniflleye
geniflleye ilerlerken, ›fl›k konisinin taban› nihayet öyle bir
noktaya gelir ki; orada icaplar›n bütünü ile ruhlar›n bu kâinata
iliflkin bütün davran›fllar› ve idrakleri tam bir vahdet hâline gelmifl
bulunur ve böylece, tepeye gelmifl olan koninin taban›, o tek
194
BEDR‹ RUHSELMAN
nurlu noktada yolculu¤unu tamamlam›fl olur. Bütün davran›fllar›n,
idraklerin, imkânlar›n, tesirlerin, k›saca icaplar›n birleflti¤i
bu tek nurlu nokta, Ünite dedi¤imiz idrak vahdetidir. Bu, bütün
kâinatt›r. Onun bir tek manyetik alan› vard›r ki, bu da kâinat›n
tek manyetik alan›d›r. Bu noktada, ayr›l›k gayr›l›k yoktur. Her
fley, orada birleflmifltir. Burada, bir tek idrak, bir tek davran›fl, bir
tek icap, özetle, bir tek kâinat sözkonusudur. ‹flte bu nokta, kâinatta
tekâmülün gerçekleflmesini ifade eder.
*
* *
Burada, büyük bir yan›lma olas›l›¤›n› önlemek için, flu noktay›
belirtmek gerekir: Ifl›k konisinin tepesi, daha önce söyledi¤imiz
gibi, Aslî Prensibin kendisi de¤ildir. O’nun bütün kâinatlara de¤il,
sadece kâinat›m›za mahsus bir kudretidir. Aynen, ruhlar›n davran›fllar›
da ruhlar›n kendileri de¤ildir. Onlar›n, bütün kâinatlarla
de¤il, ancak madde kâinat›yla ilgili ihtiyaçlar›n›n ortaya ç›k›fl›d›r.
Dolay›s›yla, burada Ünite’yi; Aslî Prensibin, maddenin ve ruhlar›n
birleflmifl oldu¤u bir durum olarak düflünmek, hatalar›n en
büyü¤ü olur. Bunun da nedenini daha önce aç›klam›flt›k. Buradaki
bütün durumlar, ancak madde kâinat› kavram› etraf›nda toplanan
ruhî davran›fllar ve icaplarla aç›l›r ve kapan›r. Fakat onlar›n
ötesindeki sonsuz olaylar sürüp gider.
*
* *
Burada, aç›kça anlat›lm›fl oluyor ki, ›fl›k konisi kâinat›n kendisidir.
Ve kâinat, ancak bu ›fl›k konisiyle, aslî icaplarla var olmaktad›r.
O koninin huzmelerinden yoksun kalan, kâinat›n bir tek
noktas›, derhal kararmaya, amorf hâle düflmeye, yâni insanlar›n
anlad›¤› mânâda yok olmaya mahkûm bir duruma düfler. ‹flte kâinat›n
hiçbir zerresi yoktur ki, Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin
kapsam ve ihatas› d›fl›nda kals›n. Kâinatta her k›p›rdan›fl,
ancak Ünite’nin onay› ve kontrolü alt›nda mümkün olabilir hakikatinin
sezgisine, bu bilgileri alanlar, daha kuvvetle sahip olmufl
bulunacaklard›r.
195
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Aslî kudret ›fl›¤› konisine tâbi olarak kâinat›n nas›l inkiflaf etti¤ini
genel ve sembolik hatlar› içinde anlatt›ktan sonra, insanl›-
¤›n bafllang›c›ndan itibaren, bir bireyin tekâmülünü, daha genifl
kadrosu içinde aç›klamak gerekmektedir.
‹nsanl›k; geçirilmifl az çok pasif inkiflaf safhalar› ile gelecek aktif
ve hakikî tekâmül plânlar› aras›nda, yar› idrakli ve sübjektif
haz›rl›klar› sa¤layan, ara bir plând›r. Ve onun, bu haz›rlay›c› durumu
bak›m›ndan, önemi çok büyüktür. ‹nsanl›ktan sonra vazife
safhas›na geçilecektir. ‹nsanl›kta idrakler henüz vazife bilgisiyle
ayd›nlanm›fl bulunmad›¤›ndan, vazife plân›na ait aktif intibaklar,
insan hayat›nda bafllamaz. Çünkü insanl›k safhas›nda ruhlar›n
hiçbir davran›fl›, henüz hiçbir icap ile tam bir vahdet oluflturabilecek
kudrete ermifl de¤ildir. ‹nsanlar, üst plânda oldu¤u gibi ›fl›k
konisine kendi kudretleriyle t›rman›p ç›kabilecek duruma, henüz
gelmemifllerdir. Bununla birlikte insanl›k, art›k idrakli yükselifllerin
bafllad›¤› vazife safhas›n›n efli¤ine ulaflm›fl ve o safhan›n do¤rudan
do¤ruya haz›rl›klar›na bafllam›flt›r. Dolay›s›yla, insanl›¤›n
inkiflaf›na ait gerekli meseleler üzerinde durman›n, burada, s›ras›
gelmifltir.
*
* *
‹leride zaman ve mekân konusu üzerinde dururken aç›klayaca¤›m›z
gibi, insanl›k hayat› say›s›z bedenlenmeleri içermesine
ra¤men, bafl›ndan sonuna kadar bir tek hayat gibi ele al›nmal›d›r.
Bu süre boyunca insan›n bir sürü bireysel inkiflaf kademesi olacakt›r.
Her kademenin s›n›rlar›, belirli realitelerle çizilmifltir. Demek
ki her insan›n hayat›nda kendisine, kendi kademelerine özgü
ayr› realiteleri mevcuttur. Çeflitli realite kademelerinde bulunan
insanlar›n realite farklar›, inkiflaf kademeleri birbirine yak›n insanlarda
küçüktür. Kademeler aras›ndaki mesafe uzad›kça bu
farklar da o oranda büyür.
*
* *
196
BEDR‹ RUHSELMAN
‹lk insan ele al›n›nca: Onda di¤er tekâmül kademelerine nazaran
belirgin olan fley; idrak eksikli¤inden do¤an bir otomatizman›n
hâkim durumda görünmesidir. O, ço¤u zaman, yapt›¤› iflin
ancak yar› idrakine varm›fl ya da hiç idrakine varamam›fl durumdan
daha ileri kudret gösteremez. Bu hâl, insanl›¤›n oldukça ileri
kademelerine kadar, birçok durumda böyle devam edebilir. Ve
bütün insanl›k boyunca da yine, tam idrake var›lmas› mümkün
olmaz. Zaten bütün bu otomatizmalar›n gayesinin de, insanlar›
vazife bilgisine ve idrakine haz›rlamak oldu¤unu söylemifltik.
*
* *
‹nsan bedenini kullanan varl›klar, dünyada, bedenlerini kulland›klar›
çevrelerin imkân ve flartlar›ndan yararlanarak, o flartlara
tâbi say›s›z olay içinde yaflarlar. Çünkü insanlar› vazife sezgisine
bu olaylar haz›rlayacakt›r. Vazife plân›n›n do¤al ve ola¤an
olan disiplini, bu olaylar›n sert ve haflin çehreleri karfl›s›nda yap›lacak
say›s›z tatbikatla ö¤renilecektir. Demek ki, yararl› olaylar›n
meydana gelmesi için, insanlar›n di¤er varl›klara, yâni mâflerî
durumlara ihtiyac› vard›r. Fakat bu mâflerî durumlar, yaln›z
insanlar› kapsamaz; bunlar›n içine hayvanlar, hattâ bitkiler de
dahildir. Ve bu hâl, bir zarurettir; di¤er deyiflle, dünyada büyük
bir varl›k kadrosu içinde birbirini yetifltirmek suretiyle, derece
derece haz›rlanmak zaruretinin bir icab›d›r. Bunun en objektif örne¤i,
beden hücreleridir. ‹nsanlar, bu ilkel varl›klar ile mukadderleri
ba¤l› olarak, genifl bir mâflerî plân içinde, kucak kuca¤a yaflamaktad›rlar.
Meselâ bir insan›n kalbini oluflturan hücreler, inkiflaflar›n›
sa¤lamak için nas›l o insan bedenine muhtaç iseler, o
insan›n bedeni de yaflayabilmek için bu hücrelere o kadar muhtaçt›r.
Birisinin hastal›¤› di¤erini etkileyece¤i gibi, her ikisinin
sa¤l›¤› da, ortak esenli¤i sa¤lar. Demek ki bütün bu varl›klar aras›nda
mevcut olan mâflerî hayatlar, bofl ve mânâs›z fleyler de¤ildir.
*
* *
197
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Mâflerî plân; kendi imkânlar› içindeki inkiflaf icaplar›n› yerine
getirmek için birbirine dayanarak ve birbirinden habersizce güçler
alarak yan yana yürüyen bireysel plânlar›n bir sentezidir ki,
bu da, insanl›k hayat›ndaki inkiflaf otomatizmas›n›n bir zaruretidir.
‹nsanlar›n, kendilerinden daha küçük varl›klar ile olan mâflerî
plânlar›n›n yan›nda, onlardan daha önemli ve idrakli olarak hemcinsleri
ile ve hattâ bâz› bedensiz varl›klar ile kurduklar› plânlar
da vard›r. Bütün bu mâflerî plânlar, inkiflaf›n zaruretidir. Çünkü
söyledi¤imiz gibi, insan›n inkiflaf›, vazife plân›na ait vazife sezgisi
haz›rl›¤› tatbikatlar›na giriflmesiyle mümkün olur. Hâlbuki büyük
vazife plân›nda, her fleyden önce, tam mânâs›yla bir koordinasyon
ve iflbirli¤i vard›r. Yâni, orada, o plândaki organizasyonlar›n,
gruplar›na göre, aralar›nda tam bir vahdet, bütün faaliyetlerinde
birbirinden ayr›lmaz bir iflbirli¤i mevcuttur. Bu durum, o plân›n
flaflmayan bir esas›d›r. Hâlbuki tek bafl›na hâllerde çal›flmakla, bu
kadar s›k› bir koordinasyon ve iflbirli¤i haz›rl›¤› tatbikat›n› yapabilmek
sözkonusu olamaz. Böyle olunca da, kolektif bir faaliyet
içinde yürüyen vazife plân›na herhangi bir haz›rl›k yap›lamaz.
*
* *
Daha önce, ulus, aile ve mâflerî plân konular›n› ifllerken söyledi¤imiz
gibi, dünyadaki büyük küçük, bütün topluluklar, ortak
gayeler etraf›nda birleflmifl insanlardan oluflur. Vazife plân›nda
do¤al olan –ve dünya için, ideal olarak kabul edilen, hattâ mânâs›
meçhul kalan– tam bir iflbirli¤i, yâni belirli noktalarda meydana
gelmifl idrakli bir vahdet, dünya topluluklar›nda mevcut olmamakla
birlikte, o ideale do¤ru bilmeden bir haz›rlan›fl ve sürüklenifl
cehdi insanlarda vard›r ki; bu da, tekâmül denilen ihtiyac›n
bu safhadaki zorunlulu¤udur. Bu hâl, otomatik olarak ak›p gider.
Esasen dünyada hemen hemen hiçbir topluluk yoktur ki, hakikî
bir vazife idrakiyle kurulmufl ve herhangi bir hedef u¤runda tek
bir birey hâlinde yürümek kudretini gösterebilmifl bireylerden
oluflmufl olsun. Bununla birlikte, bütün bu topluluklar, bambaflka
ve genellikle çeflitli nefsaniyetleri tahrik edici mahiyetteki otoma-
198
BEDR‹ RUHSELMAN
tizmalar›yla, insanlar›n canla baflla bir iflbirli¤i yapmak ifltah, arzu
ve cehitlerini sa¤larlar ki; burada as›l gizlenmifl olan hedef, insanlar›n
hakikî vazife idraki ve bilgisiyle, tam bir vahdet içinde
iflbirli¤i yükümlülü¤ünün mânâs›n› sezmeye haz›rlanmalar› ve bunun
egzersizlerini bu otomatizmalar yard›m›yla yapm›fl olmalar›-
d›r.
Bir ailedeki bireylerin, bir okulda okuyan çocuklar›n, bir fabrikada
çal›flan iflçilerin, bir k›fllada yetifltirilen askerlerin, bir dairede
çal›flan memurlar›n, bir toplant›da kararlar alan diplomatlar›n,
bir hastanede tedavi gören hastalar›n ve tedavi eden doktorlar›n,
bir ulusu oluflturan vatandafllar›n, k›sacas› insanlar içindeki
say›s›z topluluklar›n hepsi; otomatik nitelikleriyle, büyük vazife
plân›n›n yüksek sezgilerini haz›rlay›c› tatbikatlar› sa¤layan güçlü
ve sürükleyici vâs›talard›r.
*
* *
Her insan, mâflerî plânlardan bir veya birkaç›na mensup olmufltur.
Bu mensup olufllar, bazen kendi iste¤iyle olursa da, ço¤u
kez zoraki olur. Bu zoraki itilifller de, yine, yüksek gayelere yöneliktir.
Esasen, insanlar, hayatlar›n› kurtarmak kayg›s›yla bu sürüklenifllere
gönüllüdürler. Kimisi nefsaniyet düflkünlü¤ünün sonucu
olarak bir ak›l hastanesinde ömrünü geçirir, kimisi bir hapishaneye
kapat›l›r, kimisi bir lokma günlük ekme¤ini kazanmak
için, meselâ maden ocaklar›n›n en a¤›r hayat flartlar› içinde bütün
ömrü boyunca gömülü kal›r... Bunlar hep, vazife bilgisi sezgisine
ulaflmak, yâni ilâhî icaba idrakini intibak ettirebilecek, âhenge
girebilecek durumlara gelebilmek içindir. ‹nsan, bunu yapmada
ne kadar cehit ve gayret gösterir ve ne kadar baflar›l› olursa, vazife
plân›na o oranda h›zl› ve emin olarak yaklaflm›fl bulunur ve
dünya hayat›n›n ›st›rapl›, a¤›r kademelerini de o kadar çabuk atlatm›fl
olur. E¤er bunu yapmaz da, sürekli olarak nefsaniyetine
yenilir, ondan kurtulmak cehdini göstermez, geri hislerle, basit
düflüncelerle ba¤dafl›p kal›rsa ve dünyay› plân›n›n tatbikat›na bir
vâs›ta de¤il de, nefsaniyetlerinin tatmin edilmesine bir vâs›ta sayar
ve ona göre hareket ederek plân›n›n icaplar›n› çi¤ner geçerse,
199
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ifller de¤iflir. O zaman, onun esasen otomatik yürüyen mâflerî
plânlar›, haz›rl›klar› ve hayat flartlar›, bu hareketlerinin düzeltilmesi
yoluna yöneltilir. Bunu vazifeli yard›mc›lar yaparlar. O insan,
hayat flartlar›n›n birdenbire çat›lan kafllar›, ekfliyen yüzleri
karfl›s›nda, nedenini idrak etmeden, çok güç durumlara düflmeye
bafllad›¤›n› görür, iflleri tersine yürümeye bafllar, maddî, manevî
üzüntüler, ac›lar birbirini izler. O, hâlâ iflin nerelerden geldi¤inin
fark›nda olmaz ve b›kk›nl›k getirir. Kabahati durmadan kadere,
talihe, topluma, insanl›¤a... fluna buna yüklemeye kalk›fl›r. Fakat
durum ve hareketlerine göre ayarlanm›fl olan plân› gere¤ince flaflmayan
inkiflaf mekanizmas›, onun bu telâfl›na zerre kadar ald›r›fl
etmeden, kendi yolunda iflleyip gider. O, e¤er hâlâ uslanmaz ve
idrakini zorlamak istemezse, ortal›k kararmaya devam eder, tats›zl›klar
gittikçe artar ve nihayet onu isyana sürükleyinceye kadar
u¤rafl›r. Fakat bu isyan, ifli büsbütün ç›kmaza sokar ve nihayet bir
hapishaneye, bir hastaneye, bir ak›l hastanesine, bir mezara veya
buna benzer en a¤›r, zorlay›c› hayat flartlar›ndan birine, onu sürükler.
Bütün bunlar, o insan›n kendi idrakiyle baflaramad›¤›, o
âna özgü tekâmülü için elzem ifllerin, vazifeli varl›klar taraf›ndan
kendisine yapt›rt›lmas› için, vazife plân›n›n alm›fl oldu¤u kararlar›n
tatbikat›ndan ibaret olaylard›r.
*
* *
O hâlde insanlar›n ›st›rapl› ve çetin olan dünyadan, bu ara ortamdan
bir ân önce baflar›yla ayr›labilmeleri için yapacaklar› fley;
vicdan mekanizmalar›n›n di¤erkâml›¤a, vazife sevgisine ba¤l›
olan realitelerini hazmetmeye ve nefsaniyetleri zoruyla b›rakmak
istemedikleri bencillik arzu ve ifltahlar›n›n güçlü ba¤lar›ndan kendilerini,
idrakleriyle kurtarmaya çal›flmalar›d›r. Bunun da baflar›-
s›, ancak, feragat, fedakârl›k ve vazife sevgisiyle gösterilecek cehit
ve gayretlere ba¤l›d›r.
Bu mücadelede gösterilmesi gereken cehitlerin yönünün güvenlik
ve baflar›s›n› sa¤layan âlemflümul bir k›stas veriyoruz. Bu bilgi,
iyilik ile kötülük kavramlar›n›n ay›rt edilebilmesini kolaylaflt›racakt›r.
‹yilik vicdan›n üst realitelerini, kötülük ise alt realitelerini
200
BEDR‹ RUHSELMAN
ilgilendiren kavramd›r. Bu kavramlar birbirinden iyi ay›rt edilebilirlerse,
idrakler için vicdan yürüyüflünü düzenlemek kolay olur.
Yap›lan her iflin, ayn› ânda, hem afla¤›ya, hem yukar›ya zarar vermemesi
gerekir. ‹flte k›stas, budur. Meselâ alt tarafa iyilik yapay›m
derken, üst tarafa zarar vermek kötülüktür. Aynen, üst tarafa iyilik
yaparken alt taraf› zarara sokmak, yine kötülüktür ve bu durumlar›n
ikisi de, vicdan terazisinde sorumlu say›lmay› gerektirir.
Esasen, idrakleri az çok ilerlemifl olanlar, yapacaklar› iflleri bu
kapsam içinde göz önüne al›rlarsa görürler ki; alt veya üstten birisine
yap›lan iyilik, e¤er hakikî iyilik ise, di¤er taraf› da yararland›rm›fl
olur, zarara sokmaz. Fakat e¤er bir tarafa yap›lan ifl di-
¤er tarafa zarar veriyorsa, o ifl, iki taraf için de hakikî bir iyilik
olmaz. Meselâ, e¤itimiyle yükümlü bulundu¤u çocu¤unu h›rs›zl›k
huyundan vazgeçirmek için döven bir baban›n elinden –s›rf çocu-
¤a iyilik yapaca¤›m diye– çocu¤u kurtaran ve böylece onu kötü
kaprislerinde cesaretlendiren bir insan, belki, yüzeysel bir görüflle,
çocu¤a, yâni afla¤›ya iyilik yapm›fl gibi olur ama, baban›n, yâni
üst taraf›n vazifesini bozmak suretiyle, ona zarar vermifl olur.
Dolay›s›yla, asl›nda bu hareket, baba için oldu¤u kadar, çocuk
için de kötülüktür.
E¤er insan böyle dikkatli hareket edip kötülüklerden kaçmada
baflar›l› olursa ne alâ!.. H›zl› bir yoldan yükselir. Baflar›l› olamazsa,
bu baflar›y› otomatik yollardan, onu zorlayarak sa¤layacak imkânlar
ve tertipler, vazifelilerin yard›m›yla, örneklerini biraz önce
verdi¤imiz flekillerde, önüne ç›kart›l›r.
*
* *
Böylece, düfle kalka bir hayat içinde, beden imkânlar›, çeflitli
yollarda kullan›larak tüketilir. Nihayet beden hastalan›r, ihtiyarlar,
ifle yaramaz hâle gelir. Varl›k, inkiflaf›na, o bedenin yeterlik
s›n›r›n›n üstündeki imkânlara sahip ortamlarda devam etmek zorunda
kal›r. Bu takdirde yine vazifelilerin yard›mlar›yla eski beden
terk edilir. Varl›k, bir üst kademenin flartlar›na ç›kar›l›r. Bunun
için varl›k, ölüm olay›yla dünyadan ayr›l›r. O ândan itibaren,
201
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
yâni spatyuma geçiflinin ilk ânlar›nda ona kendi ruhundan gelen
tesirler hariç, etraf›ndan gelen bütün tâli tesirler kesilir. O varl›k,
yaln›z kendi varl›¤› içinde, yal›t›lm›fl hâlde, yapayaln›z b›rak›l›r.
Bu hâl, bir insan›n bir odada kapat›l›p onun bütün duyu organlar›
ortadan kald›r›ld›ktan sonra, her fleye karfl›, hattâ kendi bedenine
karfl› dahi duygusuz olarak, orada terk edilmesine yak›n bir
duruma benzer. Yak›n diyoruz; çünkü spatyum hayat› bundan
çok daha derin ve içsel bir yaln›zl›¤› ifade eder. fiu hâlde, spatyum
hayat›, varl›klar için bir mekân de¤ildir. Onlar›n mekân›, o
ânda, yaln›z kendi varl›klar›d›r. Dolay›s›yla, varl›¤›n oraya ilk intikalinde
ne dünya ile, ne dünya üstü ile, ne etraf›ndaki, kendisi
gibi di¤er varl›klar ile irtibata geçmesi, konuflmas›, görüflmesi
mümkün olmaz. Çevresi ile olan bütün iliflkileri kesilmifltir. Bunun,
hem o varl›¤›n a¤›r bir egoizma içinde bulunmas›ndan do-
¤an do¤al nedenleri, hem de biraz afla¤›da söyleyece¤imiz di¤er,
zorunluluklar› vard›r. Bu hâl, spatyumda gerekli olan bir süre kadar
devam ettikten sonra, etraftan gelmeye bafllayan tesirlerle ortadan
kald›r›l›r ve varl›k, bu tesirler sayesinde uyanan idrakiyle,
etraf›n› ve kimli¤ini, ihtiyaçlar›n› tan›maya bafllar.
*
* *
Ölümün ard›ndan, varl›k, tabiî ki serbestleflir ama, vazife plân›na
bütün haz›rl›k tatbikat›n› dünyada henüz tamamlayamam›fl
ise, insanl›k safhas›n› bitirmifl say›lmaz. Dolay›s›yla, her ne kadar
bedenden ayr›lm›fl ise de, o varl›k, yine bir insan mertebesinde
bulunmaktad›r. Çünkü ne olursa olsun, yar›m kalm›fl iflini bitirmek
üzere, o tekrar dünyaya dönmek zorunlulu¤undad›r. Ve oradaki
haz›rl›k tatbikatlar›n› tamamlay›ncaya kadar, meskeni, dünya
olacakt›r; mâflerî plânda insanl›k!..
‹flte oraya intikal eden, daha do¤rusu ölünce bütün tesirlerden
yal›t›lan insan varl›¤›, spatyumda bir süre geçirmek zorunda kal›r.
Bunun da önemli bir nedeni vard›r: Bir varl›k, dünya hayat›na ait
plân›n›n tatbikat›n› yapt›ktan sonra, o tatbikat s›ras›nda kazanm›fl
oldu¤u fleylerin muhasebesini yapmak, onlar› tümüyle kendisine
sindirmek ve mal etmek ihtiyac›ndad›r. Bunun için de bir süre inzi-
202
BEDR‹ RUHSELMAN
vaya çekilmesi, kendi öz bilgilerine dönmesi, yâni son dünya hayat›nda
elde etti¤i bilgiler ile eski bilgilerini karfl›laflt›rarak onlar›n
muhasebesini yapmas› gerekir. Daha önce söylemifltik ki, insanlar
dünyada kazand›klar›n› uykular› esnas›nda fluurd›fllar›na atarak orada
biriktirmektedirler. ‹flte, ölümün ard›ndan varl›¤›n, etraftan irtibatlar›n›
keserek tam bir yal›t›lma hâline girifli, bu bilgileri rahatça
hazmedebilmesi için gerekli ifllemleri yapmas›na, imkân verir. fiu
hâlde, spatyum hayat›, varl›k için derin ve esasl› bir murakabe ve
muhasebe ân›d›r. Ve bütün bir dünya devresi boyunca devam eden
insan hayat›n›n aralar›na “ölüm” denilen fas›lalar›n sokuflturulmas›n›n
bir nedeni de, bu imkân› sa¤lamak içindir.
Burada k›yas bilgilerinin en mükemmel tatbikat› yap›l›r. Çünkü
varl›k bu s›rada çevreden gelen realitelerle rahats›z edilmez ve
serbestçe çal›flan vicdan mekanizmas›, birikmifl olan bütün bilgilerin
ac› veya tatl› k›yaslar›n› yapmak ve onlar›n sonuçlar›n› öz
varl›¤a mal etmek f›rsat ve imkânlar›n› bulur.
‹flte bu iflleme yard›m etmek için, ölümü izleyen ânlarda, d›flar›dan
gelen tesirlerin hepsi kesilir. ‹drakini meflgul edebilecek ve
d›flar› çekecek hiçbir tesir ona gönderilmez. Vazifeliler buna mâni
olurlar. Bununla birlikte o yine, vazife plân›n›n tam bir kontrolü
alt›nda bulunmaktad›r. E¤er afla¤›dan kendisine bâz› tesirlerin
gelmesi onun muhasebesi ve murakabesi için gerekli görülürse,
ancak vazifelilerin izni ve kontrolü alt›nda, bu, yap›labilir. Yâni,
meselâ ölen “X.” dünyada kalan dostu “A.” ile istedi¤i zaman
temasa geçemez. “X.”in o s›radaki murakabe ve muhasebesine ait
faaliyetlerle ilgili olan çok ince hesaplara göre, bu ifle izin ya verilir,
ya verilmez. ‹zin verilmeyince de, insanlar ile temasa geçebilmesini
hiçbir güç sa¤layamaz.
Spatyuma geçmifl bir varl›k, ilk zamanlarda di¤er, kendisi gibi
varl›klar ile de irtibata geçemez. Yukar›daki kay›tlarla, bu da izne
ba¤l›d›r. Çünkü orada, keyfî hiçbir fley yoktur. Her fley, vazife
plân›n›n hesapl› kitapl› kontrolü alt›nda cereyan eder. Hayatta
iken nas›l en ince ihtiyaç ve zaruretler hesap ediliyorsa, ölüm ötesinde
de, lüzumlu ifllerin icaplar› öylece yerine getirilir.
203
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Spatyuma geçen varl›k, dünyadan ve etraftan tesirler almay›nca,
zorunlu olarak, kendisinde mevcut olan imajlar›n izlenimleriyle
bafl bafla b›rak›lm›fl olur ve onlar›n içinde yaflamaya bafllar.
Bu hâl, çok derin ve güçlü bir rüya gibidir. Fakat bu yaflay›fl, zevk
için de¤il, ›st›rap çekmek için de de¤ildir. Bu s›rada zevkler ve ›st›raplar
mevcut olsa bile, as›l gaye, dünyada elde edilmifl olan kazançlar›n
–k›yas bilgileriyle– varl›¤a mal edilmesidir. ‹flte orada
inkiflaf mekanizmas›n›n, vazife plân›n›n kontrolü alt›nda tam bir
serbestlikle iflleyifli, varl›¤›, ço¤u zaman ›st›rapl› olan k›yas bilgileriyle,
zorla sentez ve analizlere sürükler. Bu s›rada k›yas›n etkilerini
hafifletici çevre tesirleri mevcut olmad›¤›ndan, k›yastan do-
¤an ac› duygular, dünyadakinden binlerce defa artm›fl olarak varl›¤a
azap verirler. Ve bilgiler de, ancak bu derece fliddetli bir hesaplaflmadan
sonra hazmedilip öz bilgi hâline geçebilirler. Böylece
bütün sonuçlar al›n›r. Bu hesaplaflma s›ras›nda, varl›k için
çok flafl›rt›c› durumlar ortaya ç›kabilece¤inden, bu hâle “varl›¤›n
teflevvüfl hâli” deriz. Bu murakabe ve muhasebe, dedi¤imiz gibi,
her zaman ve hattâ ço¤u zaman, rahat ve sakin olarak geçmez:
Özellikle ilk intikal devrelerinde, genellikle huzursuzluk, fliddetli
›st›rap, azap ve a¤›r teflevvüfl hâlleri eflli¤inde olur. Muhasebe ve
murakabenin zaruret ve icaplar›na göre, az çok rahat haller de
görülebilir. Bazen cehennem azab› yaflatacak derecede gürültülü
de olur.
*
* *
Böylece spatyumda bir sürü teflevvüfl geçirip kazançlar›n›n muhasebesini
yapt›ktan ve bilgilerini sindirdikten sonra, varl›¤a yukar›dan
tekrar, yard›mc› tesirler gelmeye bafllar. Etraftan da tesirler
al›r. Bütün bunlar sayesinde teflevvüflten kurtulur, kendisini ve
etraf›n› tan›r ve genifllemifl olan idrakiyle, gelece¤i düflünmeye
bafllar. Kazanç ve kay›plar›n›n derecesini takdir eder, eksiklerini
tamamlamak için tekrar dünyaya dönmek ihtiyac›n› duymaya
bafllar. E¤er onun bu ihtiyac› yerine getirilmek icap ediyorsa, bunu
takdir eden vazifeliler, yükseklerden gelen direktiflerle ona
derhal yard›m etmeye haz›rlan›rlar. Ve dünyada kendisine en ge-
204
BEDR‹ RUHSELMAN
rekli ve yararl› olacak bireysel ve mâflerî plân›n›n, varl›k ile birlikte
düzenlenmesine ve tertip edilmesine koyulurlar. O, bu plâna
istekle ba¤l›d›r. Çünkü selâmetinin ancak bu plân›n tatbikat›yla
sa¤lanabilece¤ini takdir etmifl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, bu plâna
dünyada sâd›k kalaca¤›na söz verir ve bu sözle, daha önce
aç›klad›¤›m›z flekilde, dünyada bedenlenir. Bedenlenince tekrar
yüzeysel zaman hâkimiyeti alt›na girece¤inden, kendisindeki, küresel
zaman idrakine ait zenginlikler silinir. Ve hepsi fluuralt›na
at›l›r. Yüzeysel zamana tâbi olan idrak, yeni flartlar içinde dünyada
yaflamaya bafllar. ‹flte, dünyada plân›n› tatbik ederken, spatyumdan
kalan izlenimleriyle birlikte vazifelilerin yard›mlar› destek
olacak ve bu plân›n tatbikat›nda rehberlik yapacakt›r.
Böylece hayatlar birbirini izleyerek, insan›n her geliflinde öz
bilgilerinin ve idrakinin artmas›yla, vicdan mekanizmas›ndaki
realitelerin üst taraflara kayma imkân ve zorunluluklar› artar.
Vicdan dengeleri art›k üst kademelerde kurulmaya bafllayaca¤›ndan,
ölümden sonra spatyumdaki muhasebelerin de ac› taraflar›,
yavafl yavafl, kalmaz. Burada bir kural vard›r: ‹drakler ne kadar
genifllemiflse spatyumdaki yal›t›lma hâli süresi o kadar k›salm›fl
olur. Çünkü orada yap›lmas› icap eden muhasebe iflleri o kadar
h›zla tamamlan›r.
*
* *
Dünyada yaflayan bir insan, her fleyden önce, vazifesinin ne oldu¤unu,
neye haz›rland›¤›n›, nereden gelip nereye gitti¤ini ve
özellikle, biraz önce tarif etti¤imiz mânâdaki iyilik–kötülük kavram›na
göre nas›l hareket edilmesi gerekti¤ini bilmelidir. Ve zaten
bunlar› bilmedikçe, daha yukar›lara, vazife plân›na ç›kmaya
ne gerek kal›r, ne de imkân. Çünkü bu durumda kald›kça vazife
plân›nda yapabilece¤i ifl yoktur. Bunun için, üst plân icaplar›na
haz›rlanmas› ve bedenlenme zincirinin çeflitli halkalar› içinde birçok
defa dünyaya gelip gitmesi gerekir. En basit iflleri yaparken
bile idraki ancak otomatik yollarda çal›flan bir insan›n, 50–60
y›ll›k bir dünya bedenlenmesi sonunda derhal, âlemflümul olaylar›n
ve madde kombinezonlar›n›n nedensellik prensibi ve yüksek
205
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
icaplar muvacehesindeki iliflkilerini kavrayacak kudrete erifliverece¤ini
ve muazzam âlemlerin büyük ifllerini bütün sorumluluklar›n›n
idrakinde olarak sevk ve idare etmek için gerekli idrak
kapsam›na varabilece¤ini kabul etmek, mümkün de¤ildir. En çal›flkan
bir insan›n idrakinin bile, bütün bir hayat boyunca ne kadar
a¤›r bir kar›nca aya¤›yla inkiflaf etti¤ini gördükten sonra, böyle
âlemflümul bir idrake eriflmenin birkaç dünya hayat›nda mümkün
oluverece¤ini düflünmek hatad›r. fiu hâlde, tam bir vazife bilgisi
liyakatine eriflmesi; varl›¤›n ancak, dünyada on binlerce y›l
insan bedeni içinde geçen hayat zinciri halkalar›n› tamamlamas›ndan
sonra mümkün olabilir.
*
* *
Bu bilgilerden sonra kolayca anlafl›l›r ki, dünyadaki insanlar
için herhangi bir vazife yükümlülü¤ü sözkonusu olamaz. Çünkü
dünyadaki yüzeysel zaman idrakine ba¤l› realitelerle, kâinat›n de-
¤iflmez hakikatlere dayanan nizam› yürütülemez. ‹nsanlar›n, böyle
büyük ifllere kar›flmak mazhariyetine kavuflabilmeleri için, yukar›larda
aç›klad›¤›m›z haz›rl›k kademelerinden geçmesi gerekir
ki; burada da onlara yard›mc› olan en mükemmel mekanizma,
vicdan mekanizmas›d›r.
Vicdan mekanizmas›n›n üst taraflara do¤ru kaymas› demek;
onun denge düzeylerinin, gittikçe, bu büyük yükümlülükleri yerine
getirebilmek için gerekli nitelikleri kazanmaya yaklaflm›fl kademelerde
kurulmas› demektir. Yâni, z›tlar aras›ndaki dengelerin,
gittikçe vazife plân›na yak›n realiteler sahas›nda kurulmas› ve
böylece, birbirine z›t olan unsurlar›n da vazife icaplar›na yak›n
malzemelerden oluflmufl bulunmas› demektir. Dolay›s›yla, buradaki
z›tl›k –afla¤› kademelerde oldu¤u gibi– aralar›nda çetin
uçurumlar bulunan çekiflmeler fleklinde de¤il, birbirini destekleyen
ve mutabakat› hedef tutan, ahenkli bir yürüyüfl hâlinde
görünür. Zaten insanl›k devresinin bitirilmesinin bir mânâs› da,
vicdan düalitesi unsurlar› aras›ndaki z›tl›¤›n ortadan kalkm›fl olmas›
demektir. Meselâ afla¤›larda, babas›n› öldüren bir insan› affetmek
veya öldürmek duygular› aras›nda z›tlaflan vicdan meka-
206
BEDR‹ RUHSELMAN
nizmas›, yukar›larda, ayn› kâtilin, bu kötü hareketiyle zaten duyaca¤›
azaplar›n› elinden geldi¤i kadar hafifletebilmenin flu veya
bu yolunu veya tarz›n› tercih etmek fleklinde bir düalite gösterir
ki; bu da, insan için yorucu bir z›tl›k olmaktan ziyade, vazife bilgisine
daha idrakli bir haz›rlan›fl›n az çok tatl› bir faaliyeti olur.
*
* *
Vazife plân›na haz›rlan›fl›n bu ilk vicdanî ak›fllar›n› din ve ahlâk
kurumlar› aç›klam›fl ve onlar› birtak›m mazbut yapt›r›mlara
ba¤lam›flt›r. Vicdan›n bu ilk ak›fllar›, bu kurumlar taraf›ndan erdemler
ve rezillikler düalitesi içinde ele al›nm›fl ve bu yapt›r›mlar,
vicdan›n üst z›dd›n› oluflturan erdemlere insanl›¤› otomatik
olarak yöneltmifltir. ‹yi olanlara vadedilen cennet, kötü olanlara
mahsus cehennem sembolleri, bu otomatizman›n en güçlü ve isabetli
birer yapt›r›m› olmufltur.
Cennet ve cehennem sembollerinin isabetli oldu¤unu söyledik.
Hakikaten, vicdan›n, denge düzeyinin kuruldu¤u, bencillik dedi-
¤imiz rezilliklere ait, alt kademelerindeki bütün yürüyüfller, belki
cehennem kavram›yla dahi ifadesi güç olan her çeflit azab› ve ›st›-
rab› beraberinde tafl›r. Buna karfl›l›k, vicdan düalitesinin yukar›-
larda kurulmufl denge düzeyleri, feragatin, fedakârl›¤›n, sevginin
ve özellikle vazife sevgisinin, cennet sembolüyle ifade edilmeye
çal›fl›lm›fl bahtiyarl›k ve mutluluk duygular›n› içerir.
*
* *
Vicdan›n üst kademelerine feragat ve fedakârl›k efllik eder.
Dolay›s›yla, oralara alt kademelerin ihtiraslar›yla geçilemez. Üst
kademeler, bu tür bencilliklerle zerre kadar ilifli¤i bulunmayan,
vazife bilgisine en yak›n basamaklard›r. Böylece, afla¤› kademelerde
ifl karfl›l›¤› olarak beklenen ücret kavram›, yukar›larda yerini,
vazife sevgisine dayanan, karfl›l›k beklemeyen gönüllülük realitesine
terk etmifltir. Hattâ alt kademelerde h›rsla peflinden koflulan
kiflisel ç›karlar, üst kademelerdekiler için birer ›st›rap kayna¤›
bile olabilirler. Böylece, maddî ç›karlar›n› sa¤lamak ve hattâ
bunu kendisine gaye edinmek durumundan uzaklafl›p, iflini gü-
207
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
cünü, canla baflla ve etraf›ndakilere hizmet kast›yla yapabilmek
kudretine eriflmifl bir varl›k, art›k dünya s›n›rlar›n›n üst kademelerinden
vazife sahalar›na atlayabilecek olgunlu¤a gelmifltir.
Ve bu dereceye gelince, vazife plân› taraf›ndan kendisine verilecek
uygun bir vazifeyi de bitirdikten sonra, do¤rudan do¤ruya
vazife plân›na geçer.
Ancak, dünya okulunu bitirip de henüz vazife almam›fl insanlar›n
geçirecekleri arasat* plân› vard›r ki, buna “yar› süptil âlem”
diyoruz. ‹flte bu arasat› aflt›ktan sonra varl›klar, büyük vazife plân›n›n
ilk kademelerine ulaflacaklar ve as›l tekâmüllerine bafllayacaklard›r.
*
* *
Bir insan idrakinin, insanl›¤a ait üst s›n›r çizgisine varabilmesi
için geçirmesi gereken hayatlar›n miktar›, bir sürü özgürlük ve s›-
nav yüzünden her ne kadar kesin olarak söylenemezse de, bunun
ortalama 500–700 bedenlenmeyle s›n›rl› oldu¤u bir olgudur. Bu
say›n›n kesin olarak söylenememesi de gayet do¤ald›r. Nitekim,
düzenlenmifl ve plânl› olmas›na ra¤men, insan›n bir tek hayat›-
n›n dahi, mukadderat zaruretleri yüzünden, ne kadar devam edece¤ini
kesin olarak ifade etmek mümkün de¤ildir. Yine ayn› nedenlerden
dolay›, insanlar›n, plânlar›n› tatbik ederken, ne zamanda
hangi inkiflaf kademelerine ulaflacaklar›n› da çok öncelerden
kestirmek imkâns›zd›r. Çünkü burada, varl›¤›n cehit ve gayretlerinin
–kendisine tan›nm›fl bâz› özgürlükler sonucunda– eline
b›rak›lmas›yla, o cehit ve gayretlerin mukadderat plân›nca takdir
edilecek sonuçlar›n›n daima de¤iflebilmesi, bu imkâns›zl›¤a neden
olmaktad›r.
*
* *
Dünya ötesindeki ve üst plânlardaki zaman ölçüsünün dünya
zaman›na uymad›¤›n› ve bunlar›n aralar›nda büyük farklar›n bulundu¤unu
söylemifltik. Hakikaten dünya idaresinde vazifeli olan
plân›n zaman ölçüsü ve idraki, dünyadaki basit zaman idraki ile
* “Arasat” sözcü¤ü, “ara; ara yer” anlamlar›na gelir.
208
BEDR‹ RUHSELMAN
k›yas edilemez. Meselâ, dünya üstü zaman ölçüsünün bizim ölçümüze
göre bir saniyesi içine, dünyada yüzy›llar›n yetmedi¤i uzun
süreli ifllerin hepsi s›¤abilir. Bunun çok basit ve kaba olmakla birlikte,
insanlara bir sezgi verebilecek olan örne¤i, rüyalard›r. Yine,
özellikle bo¤ulanlar›n, son saniyelerinde hayatlar›n›n bütün safhalar›nda
en ince ayr›nt›lar›yla yaflamalar› da böyledir. Bununla
birlikte flu noktay› da aslâ unutmamak gerekir ki; dünyaya özgü
zaman idraki, dünya için eksik, hatal› ve yetersiz de¤ildir. Dünya
zaman›n›n dünya için de¤eri, tam ve mükemmeldir. Yâni, dünyaya
özgü zaman idraki, dünya için, dünya maddesi inkiflaf›n›n reel
ölçüsüdür. Ve insanlar›n, dünyaya ait teknik ve mekanizmalar›
ö¤renirken, dünyaya özgü zaman idrakini kâinat› kapsayan zaman
formlar›yla mukayese etmeleri gereksiz ve hattâ zararl›d›r.
Çünkü aradaki büyük fark; muazzam bir kâinat mekanizmas› içinde
neredeyse yok denecek kadar küçük bir cüz olan dünyan›n basit
mimarisinin anlafl›lmas›n› imkâns›z k›lar ve dünya realitelerini
silip süpürür. Dolay›s›yla, dünyaya inkiflaf yönü vermifl unsur ve
mekanizmalar› incelerken, dünyaya özgü zaman idrakini göz
önünde bulundurmak, dünya bilgilerinin objektifli¤i ve netli¤i bak›m›ndan
daha hay›rl›d›r. Ve dünya inkiflaf icaplar›n›n da bir zorunlulu¤udur.
*
* *
Zaman kavramlar›n›n genifllemesi ile idraklerin inkiflaf›n›n bafl
bafla yürümekte olduklar›n›, daima hat›rda tutmak gerekir. Yâni,
yüksek zaman idrakinin do¤uflu, inkiflaf›n belirli kademeleri aflabilmesiyle
mümkün olur. Yüksek âlemlerde, o âlemlerin idraklerine
hitap eden zaman durumlar› vard›r.
*
* *
Dünya idrakine uygun olan zaman›n önemli niteliklerinden
biri, onun bir bafllang›ç ve son noktalar›yla s›n›rlanmas› zorunlulu¤udur.
Yâni, dünya hayat› içinde bazen konuflulan sonsuzluk
fikirlerine ra¤men, dünya idrakinin tatbikatlarla e¤itilmesi ve gelifltirilmesinde,
bafllama ve bitme noktalar› göreceliklerine ihtiyaç
209
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vard›r ki; bu ihtiyaç, ayn› zamanda, dünyada geçerli olan ve dünya
idrakine hitap eden zaman formuna uygundur. fiu hâlde, her
realitenin belirli bir noktada bafllamas› ve belirli bir noktada
bitmesi, ancak dünyada geçerli ve dünya idrakine kal›planm›fl bir
zaman ifadesidir. Bu bilgiyle flunu anlatmak istiyoruz ki, hakikatte
böyle bafllay›p biten durumlar yoktur. Bütün âlemlerin olufl ve
yürüyüflleri, icaplar›n tayin etti¤i gayelere do¤ru kesiksiz olarak
ak›p giderler. Bu ak›fllar, ancak geçtikleri aflamalar›n idraklerine
ve bu idraklerin k›ymetlendirdi¤i zaman ölçülerine göre, görece
bir bafllang›ç ve son kavramlar›na tezahür zemini olurlar. Yâni,
dünyadaki, “flurada bafllad›, burada bitecek” veya “bitti” diye kabul
edilen zaman anlay›fllar›, ancak dünya idrakine göre kal›planm›fl
ölçülere dayan›r. Daha yüksek idrakler için, bu bafllang›ç
ve bitiflin anlamlar›, insanlar›n düflündükleri k›ymetleri tafl›mazlar.
Onlar, yüksek idrak zaman›n›n imkânlar›nda bambaflka mânâlar›
içerirler. Onun içindir ki, yüksek âlemlerin olaylar›n› anlayabilmek
dünya idrakiyle mümkün olmaz. Dünya realitelerine
bol bol yeten dünya zaman› ölçüsü, yüksek âlemlerin zaman idraklerine
oranla, çok basittir. Bunun için, dünya zaman›na ba¤l›
olan realiteler, yüksek âlemlerdeki hakikatlere nazaran pek k›s›r
durumda kal›rlar.
*
* *
Dünya zaman›n›n k›s›rl›¤›n›n nedenine gelince: Zaman›n idrak
ile ilgili oldu¤unu söylemifltik. ‹drakler ne kadar kapsam kazan›rlarsa,
tâbi olacaklar› zaman sistemi de o kadar kapsaml› olur.
Hâlbuki idraklerin kapsam kazanmas›; fazla de¤erler almas›, de-
¤erlerinin artmas› demektir. Hemen hemen de¤erleri ayn› kadrolar
içinde bulunan insanl›k âlemi idrakinin tâbi oldu¤u zaman,
basit bir sistemdir. Bu sistemin basitli¤i de; onun bir oda¤›n›n,
belirli bafllang›c›n›n bulunmas›, geçmifl, flimdi ve gelecek durumlar›n›n
mevcut olmas› zorunlulu¤undan ileri gelmektedir. Bu hâl,
dünya maddelerinin ve onlara ba¤l› idrakin basitli¤inin zorunlulu¤udur.
210
BEDR‹ RUHSELMAN
Dünya zaman› idrakinde bir s›n›rl›l›k vard›r. Dünya zaman›nda,
belirli noktalar›n periyotlar hâlinde, birbirini belirli aralarla
izlemesi zorunlulu¤u mevcuttur. Yine, her realitenin bir bafllang›ç
ve son bulufl noktas› vard›r. Oysa, yüksek zaman idraki, bu
bak›mdan büyük farklar gösterir. Ve bu farklar, flüphesiz, bu zamana
ait idrak de¤erlerinin, basit zaman›nkine nazaran çok zengin
ve kapsaml› olmas›n›n sonucu ve icab›d›r. Bu idrak, o kadar
çeflitli, ince madde kombinezonlar›na sahiptir ki; bunlardan yay›nlanan
vibrasyonlar, basit idrakler ile k›yas edilemeyecek kadar
büyük bir h›z ve kapsamla nitelenen zaman ölçüsüne kavuflmufl
bulunurlar. Bu idraklere göre, zaman ak›fl›ndaki geçmifl, flimdi,
gelecek durumlar›, basit idraklerde oldu¤u gibi tek yönde, birbiri
arkas›ndan giden bir s›ra izlemek zorunlulu¤unda de¤ildir. Yüksek
idrakte bütün bu geçmifl, flimdi ve gelecek durumlar›, bir
toplam olarak, tek bir olufla ba¤lan›r. Fakat bu tek olufl, sonsuz
yüzlü formlar gösterir. Yâni, bir ân demek olan o tek olufl içinde,
her yöne yönelen sonsuz zaman kavram› toplanm›flt›r.
*
* *
Bunu daha objektif olarak aç›klamak gerekiyor. Bâz› meselelerin
iyi anlafl›labilmesi için, zaman realitesini mümkün oldu¤u
kadar kuvvetle sezmeye çal›flmak gerekir. Bu ifli kolaylaflt›rmak
için zaman konusunu flema ve grafikle aç›klayaca¤›z:
Üç boyut anlam›na tâbi olan basit zamana “yüzeysel zaman”
diyoruz. Çünkü bu zaman›n ak›fl›, afla¤›daki flemada gösterildi¤i
gibi, bir yüzey üzerine çizilmifl spiral daireler hâlinde, tek bir yöne
do¤ru ilerler. (fiekil–A)
211
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
p
o
f e d c b
Z Z’
a
k g
L h
i
m
j
s
r
(fiekil–A)
fiunu söyleyelim ki, bu flekil, zaman kavram›n› aç›klamak için
çizilmifl bir grafikten ibarettir ve basit zaman›n objektif olarak idrak
edilebilmesini sa¤lamak için yap›lm›flt›r.
fiemada görülece¤i gibi, yüzeysel zaman, dümdüz bir hat üzerinde
yürümez. Uzun bir hatt›n bir noktas› etraf›nda, o hatta dikey
olan bir yüzey üzerinde devirler yaparak, spiral fleklinde döner.
Bu flekilde bir Z–Z’ düz hatt›n›n, “a” noktas›ndan dikey olarak
delip geçti¤i bir “o–p–s–r” yüzeyi var. Bu yüzey, Z–Z’ hatt›na
tam olarak dikeydir. ‹flte bu yüzey üzerinde, “a” noktas›ndan itibaren
çizilmifl bir spiral mevcut. Bu spiral, çizilirken, Z–Z’ hatt›na
dikey yönde yürüdü¤ünden, spiralin uzunlu¤u ne kadar olursa olsun,
Z–Z’ hatt› üzerinde hiçbir mesafe katetmez; sadece hatt›n
“a” noktas› etraf›nda devirler yapar durur. ‹flte yüzeysel zaman idrakinin
yürüyüflü budur. Z–Z’ hatt› ise, kâinat› kapsayan aslî zamand›r.
fiunu da belirtelim ki, bu aslî zaman, biraz sonra sözünü
edece¤imiz, üst âleme özgü küresel zaman de¤ildir. Bu, âlemlerdeki
bütün zaman realitelerini kapsam›na alan ve kâinat›m›z› bafltan
bafla kateden kâinat üstü zaman prensibinin kâinattaki beliriflidir.
Bundan flimdilik söz etmiyoruz.
212
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu spiralin ilerleyifli üzerinde, “a” noktas›n› bir insan›n do¤du-
¤u ân, “f” noktas›n› da öldü¤ü ân olarak tespit edelim! Onun do-
¤umundan ölümüne kadarki inkiflaf›nda, devam eden bir durumunu,
meselâ bir melekesini ele alal›m! fiekilde görüldü¤ü gibi,
bu meleke “a” noktas›ndan itibaren “f” noktas›na giderken, önüne
gelen spiral dairelerini birer birer, “b, c, d, e, f” noktalar›ndan
katederek geçmifltir. fiekilde çok aç›k görülüyor ki, bu noktalar›n
her biri, spiralin ak›fl› üzerinde birer periyot oluflturuyor. Meselâ
“a” ile “b” aras›nda bir daire tamamlanm›fl oluyor. Fakat derhal,
onu daha genifl, ikinci bir, “b–c” dairesi ve onu da üçüncü bir,
“c–d” dairesi izler. Böylece son olarak “e–f” dairesine kadar, daireler
birbirinden daha büyük olarak birbirini kovalar. ‹flte bunlar›n
her biri, birer periyodu, yâni hayat boyu içindeki birer devreyi
oluflturur. Ve bu periyotlar, bir s›ra izleyerek, birbirinin arkas›ndan
gelir. Burada, geçmifl periyot, içinde bulunulan periyot
ve gelecek periyot kavram›, esas olarak bulunur ki, bu da yüzeysel
zaman idrakinin bir zorunlulu¤udur.
Hayatta bâz› melekeler, bu “a–f” hatt› gibi, bütün hayat boyunca
inkiflaf›na devam etmifltir. Fakat bütün melekeler böyle olmaz.
Meselâ flekilde görüldü¤ü gibi, “a–j” melekesinin inkiflaf›,
hayat›n dört devresinde devam etmifl ve orada durmufltur. Yine,
“a–m” melekesinin inkiflaf› daha k›sa sürmüfl ve ancak üç devre
devam edebilmifltir. Bundan daha k›sa, meselâ ancak bir devrelik
süresi olan meleke inkiflaflar› da vard›r. Demek ki bir insan hayat›nda,
onun bütün melekeleri ayn› derecede inkiflaf etmifl olmaz.
*
* *
fiimdi yüksek zaman idrakini aç›klayaca¤›z. Her ne kadar bunu
da flemayla anlatacaksak da, dünyada mevcut olmayan böyle bir
idrakin mümkün mertebe sezilebilmesi için, flemay› incelerken
sezgileri oldukça zorlamak gerekir. Burada, imajinasyonu kullanmak
ve anlat›lmak istenen kavramlar› hayal etmeyle sezmeye çal›flmak
gerekir ve sebatla düflünülürse, çok k›ymetli sezgiler elde
edilir.
213
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yüksek zaman idrakine “küresel zaman idraki” veya “idrakî
zaman” diyoruz. Yüksek zaman idraki, öncekinde oldu¤u gibi bir
yüzey üzerinde k›vr›larak tek yöndeki spiraller hâlinde dönüp
duran basit bir sistem de¤ildir. Bu, bir kürenin bütünü içinde,
her tarafa akarak yürüyen bir zaman kompleksidir. Burada, kürenin
merkezinden sonsuz olan çevre noktalar›n›n her birine yürüyen
sonsuz yönler ve bu yönlere denk gelen, sonsuz kapsama
sahip zaman ak›fl› kavram› sözkonusudur. Afla¤›daki (fiekil–B),
bir kürenin kesitidir.
a
o
(fiekil–B)
Yâni, içi dolu bir kürenin, meselâ bir topun, merkezinden geçen
bir b›çakla iki eflit parçaya ayr›ld›ktan sonra görülen kesik yüzeylerinden
biri gibidir ki, flekilde görüldü¤ü gibi, bu, bir daire
oluflturan yüzeyden ibarettir; “o–a” hatt› bu dairenin yar›çap›d›r.
fiimdi bu yüzey üzerinde, önceki “o” merkezi etraf›nda dönen
spiraller hâlinde, bir yüzeysel zaman ak›fl› idrakinin mevcut olmas›
mümkündür ve do¤ald›r. Demek ki bu topun bir tek kesitinde,
bir yüzey zaman› idraki vard›r. Bu, dünyada bir insan
hayat›n›n bütün realitelerini içine almaya yeterli gelen bir k›ymettir.
Fakat bu kesit, topta veya k⤛t üzerinde de¤il de, muhayyilede,
yâni imajinasyonda canland›r›ls›n! Pozisyonunu de¤ifltirmeden
bu topun baflka taraflar›ndan da, daima merkezinden geçmek
flart›yla, di¤er kesitler al›nabilir. Ve böylece, hayalen, sonsuz
kesitler elde edilir. B›ça¤›m›z ne kadar keskin, tekni¤imiz ne kadar
mükemmel ve imajinasyonumuz ne kadar genifl olursa, bu to-
214
BEDR‹ RUHSELMAN
pu o kadar defa, ayr› ayr› yönlerden ikiye bölebiliriz. Bu esnada
topun pozisyonu sabit kalaca¤›ndan, bu sonsuz yüzeylerindeki
basit zaman› gösteren spirallerin yönleri birbirine uymaz; sonsuz
yönde yüzeysel zaman spiralleri meydana gelir. fiu hâlde, bir küre
içinde, sonsuz diyebilece¤imiz kadar ayr› ayr› yüzeysel zaman
imkân› mevcuttur. ‹flte bütün bu ayr› zaman idraklerini birlefltirip,
hayalen bir tek olufla ba¤lad›¤›m›z ânda, küresel zaman idrakini
canland›rm›fl oluruz. Buna k›saca “idrakî zaman” da demekteyiz.
Dünyada yaflayan bir insan, bir ânda, ancak, zaman›n
bir tek yüzey üzerindeki ilerleyifli içinde idrakini kullanabiliyorsa;
dünya üstü plânda yaflayan bir varl›k, ayn› ânda, bu idrakin
hemen hemen sonsuz kat› olan, idrakî zaman içindeki idrakini
kullanabilmektedir. Bu hâl, tabiî ki, dünyada ancak hayal etmeyle
sezilebilir.
Bu bilgiler, idrakî zaman›n yüzeysel zaman ile k›yas edilemeyecek
kadar zengin bir kapsama sahip oldu¤unu ö¤retir. Buna göre,
yüzeysel zaman idrakiyle insan, belirli bir ânda ancak bir tek yönde
hareket edebilir. Çünkü o, bütün idrakiyle, fiil ve hareketleriyle
yüzeysel zaman zorunluluklar›na tâbi olarak, geçmifl, flimdi ve
gelecek kavramlar› içinde bir tek s›ray› izlemeye mecburdur. Ve
bir spiralin periyotlar›n›n birbirlerini izleyifllerine, muhakkak o da
kat›lacakt›r. Çünkü bunun d›fl›na ç›kmas›na maddî durumu müsait
de¤ildir. Oysa idrakî zamana tâbi bir varl›k, sonsuz yönlerdeki
geçmifl, flimdi ve gelecek kavramlar›n› bir tek olufla ba¤layarak,
ayn› ânda yaflamak imkân›na sahiptir. Çünkü onun bulundu¤u
süptil madde ortam›, ayn› ânda bir kürenin bütün yüzeylerinde
birden yaflamas›na kolayca imkân vermektedir.
*
* *
Yüzeysel ve idrakî zamanlar hakk›ndaki bilgiyi tamamlamak
için, bu iki zaman idrakini kâinattaki aslî zamana oranla, birbirine
k›yasen aç›klamam›z gerekiyor. Bu bilgiyi de yine flemalar
üzerinde verece¤iz.
215
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
3
2
a
x
g
e
c 1
d f h
b
A
(fiekil–C)
B
“C” flemas›nda “a–b” hatt›, kâinat› kateden aslî zamand›r. “A”
flekli, aslî zaman üzerindeki yüzeysel zaman ak›fl›n›, “B” flekli ise
küresel zaman› göstermektedir. Yüzeysel zaman, flekilde görüldü¤ü
gibi, aslî zaman ak›fl›n›n bir “x” noktas› etraf›nda devirler
yapar ve periyotlar›yla spiral çizer. Bu spiral, ne kadar fazla devirli
olursa olsun, aslî zaman üzerindeki “x” noktas›ndan ayr›lmamakta,
hep yerinde sayarak uzanmaktad›r. fiu hâlde, bir
ömürlük süreyi gösteren “A” zaman realitesinde, aslî zaman üzerinde
yürüyüfl ve ak›fl yoktur. Ancak, aslî zaman üzerindeki bir
tek “x” noktas›n›n realitelerinin tatbikat› vard›r ki; bu da, önceki
flemalarda gösterdi¤imiz gibi, yüzeysel zaman›n birkaç periyodunda
veya bütün periyotlar›nda devam edebilir.
“B” flekline bak›ld›¤›nda ise, burada, 1, 2, 3 rakamlar›yla gösterilmifl,
merkezleri ayn› olan iç içe üç kürenin kesiti görülmektedir.
Bu küreler, birbiri içine girmifl üç tane ayr› küre gibi düflünülmemelidir.
Bu, birinci kürenin, yâni ortadaki en küçük kürenin her
yöne do¤ru geniflleyerek büyüyen üç safhas›n› göstermektedir. Çünkü
küre zaman›n›n inkiflaf›, bir yüzey üzerindeki spiralin bir tek
yönde uzay›p k›salmas› fleklinde olmay›p, merkezinden itibaren
kürenin bütün yönlerine do¤ru ayn› zamanda genifllemesi, yâni
büyümesi suretiyle olur. Meselâ burada, “1” numaral› küre, kürenin
en küçük hâllerinden bir safhay› göstermektedir. “2” numaral›
küre onun genifllemifl ileri bir safhas›, “3” numaral› küre ise en
genifl safhas›d›r. ‹flte idrakî zaman böyle inkiflaf eder. Bu inkiflaf,
216
BEDR‹ RUHSELMAN
“a–b” aslî zaman ak›fl› üzerinde, yüzeysel zamana k›yas edilirse
görülür ki; burada idrakî zaman, yâni küresel zaman, birinci küre
hâlinde iken aslî zaman ak›fl› üzerinde “c–d” parças›n› kapsam›na
almaktad›r. Bu küre idraki inkiflaf edip “2” numaral› büyüklü¤ünü
al›nca aslî zaman ak›fl›nda yürüyerek “e–f” parças›n› kaplam›fl ve
daha geniflleyip “3” numaral› küre hâline girince aslî zaman ak›-
fl›nda “g–h” parças›n› katetmifl bulunmaktad›r. O hâlde, yüzeysel
zaman idrakinin inkiflaf›, aslî zaman ak›fl› üzerinde hiçbir yürüyüfl
yapmay›p bir tek nokta üzerinde durdu¤u hâlde, küresel zaman
idrakinin her inkiflaf ân›, aslî zaman ak›fl› üzerinde yürüyüfl
eflli¤inde olmaktad›r. ‹flte onun içindir ki, as›l tekâmül, idrakî zaman›n
hâkim oldu¤u, dünya üstü vazife plân›ndan itibaren bafllar.
Hakikaten, dünya hayat›n›n icaplar›ndan olarak muazzam cehitler
harcan›p güçlükle al›nacak bir sonucun milyonlarca kat›,
dünya ötesi âlemlerde en küçük bir cehit karfl›l›¤›nda elde edilebilir.
*
* *
Zaman› bu flekilde, flemalar üzerinde az çok bir kolayl›kla aç›klarken,
buna ba¤l› olan mekân üzerinde de durmam›z gerekiyor.
Çünkü mekân olmay›nca zaman›n mevcudiyeti, yâni âlemlerdeki
tezahürü mümkün olmaz. Kâinattaki aslî zaman ak›fl›n›n âlemlerde
tezahür edebilmesi için, o âlemlerin bünyelerine uygun mekân
kavram›na ihtiyaç vard›r. Di¤er deyiflle, zaman mekanizmas›n›n
aç›klanmas›, maddî ortama ve maddenin varyasyonlar›na* muhtaçt›r.
Böyle olunca, zaman ve mekân kavramlar› birlefltirilmedikçe,
âlemlerde ne zaman, ne mekân tezahürü mümkün olmaz.
Bu hakikati ileride daha aç›k olarak aç›klayaca¤›z. Mademki yüzeysel
ve idrakî zamanlar, yukar›da aç›klad›¤›m›z gibi birbirinden
büyük farklarla ayr›lmaktad›r; zaman idraklerine s›k› s›k›ya ba¤l›
olan, dünya ve dünya üstüne ait mekânlar›n da, birbirinden o kadar
farkl› olmas› gerekir.
*
* *
* “Varyasyon” sözcü¤ü, “bir fleyin, birbirinden de¤iflik, farkl› hâller göstermesi, de¤iflme ve
farkl›laflma hâli; çeflitlenme, çeflitlilik; tür” anlamlar›na gelir.
217
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fiimdi, küresel zamana ait mekân› aç›klayal›m! Mekân, maddenin
çeflitli unsurlar›n› lokallefltirmek zaruretinin bir ifadesidir. Bu
ifadeyi her iki zaman realitesine göre aç›klayal›m! Öncelikle flunu
belirtelim ki, burada yap›lan aç›klamalar, herhangi bir cisim üzerinde
tatbik edilerek de¤il, tarif edildi¤i flekilde hayal edilerek düflünülürse,
mekân konusunu anlamak kolaylafl›r.
Önce, yüzeysel zamanda mekân› aç›klayal›m! Yüzeysel zamanda
periyotlar›n oluflabilmesi için, üç flart›n gerçekleflmesi gerekir: Birincisi,
zaman›n ak›fl›n› ve periyotlar›n geçiflini tespit etmek için
maddî bir ortam (bu ortam, mekân de¤ildir); ikincisi, bu periyotlar›n
oluflmas› ve zaman›n ak›fl› için, hareket; üçüncüsü de, hareketin
vukuunu ve periyotlar›n tespitini takdir etmek için, hareketi o ortama
ba¤lamak. ‹flte, yüzey zaman› için mekân budur.
fiu hâlde, yukar›daki flartlar› bir araya getirdikten sonra, yüzeysel
zaman mekân›n› flöyle tarif ve kabul etmek icap eder: Spiral
yönde vuku bulacak bir hareketin ak›fl yönünü ve belirli periyotlar›n›n
bafllang›ç ve bitifl noktalar›n› tespit ve takdir etmek için,
maddî bir ortam›n o harekete ba¤lan›fl›, yüzeysel zaman mekân›n›
meydana getirir. Burada geçen ortam terimi, bir mekân› de¤il, sadece,
lokalize olmam›fl madde unsurlar›n› ifade eder. Yâni, madde
unsurlar› mevcuttur, fakat onlar›n lokalizasyonlar›, di¤er deyiflle,
birbirine oranlanabilecek pozisyonlar› mevcut de¤ildir. Bu lokalizasyonun
vuku bulmas›, mekân›n oluflabilmesi için, o unsurlar›n, yukar›da
söyledi¤imiz gibi, herhangi bir harekete ba¤lanmas› gerekir.
fiu hâlde, zaman ve mekân birbirinden ayr›lamaz. Bu öyle bir
olufltur ki; biraz ileride aç›klayaca¤›m›z gibi, Aslî Prensibe ba¤l› iki
büyük prensibin, kâinat›n çeflitli âlemlerine göre tezahür eden ve
bütün olaylar›yla, realiteleriyle, idrakleriyle o âlemleri kendilerine
adapte eden beliriflleridir.
Yüzeysel zaman mekân›n› bir bedene k›yasen flöyle ifade ederiz:
Bedenin hareketlerinin maddeye olan irtibat› ve maddenin bu
irtibatlardaki de¤eri, mekân›n bütününü yarat›r. Anlafl›lmas› güç
gibi görünen bu ifadeyi bir örnekle ayd›nlataca¤›z: Havaya at›lm›fl
bir tafl tasavvur edilsin! ‹lk olarak, burada tafl›n hareketi ve
bu hareketin bafllang›ç ve bitifl noktas›yla ifade edilebilecek peri-
218
BEDR‹ RUHSELMAN
yot karakteri vard›r; bu birinci flart. Bundan sonra hareketi ve periyot
noktalar›n› tespit ve takdire yarayan, havada ortama gerek
vard›r; bu da ikinci flart. Nihayet, bu hareketin ve periyot noktalar›n›n
ortama k›yas› veya ba¤lant›s› mevcuttur; bu da üçüncü
flart. ‹flte bu üç flartla tezahür eden, tafl›n boflluktaki hareketi, yüzeysel
zaman idrakine özgü mekân› meydana getirir.
Demek ki bir bedenin idraki karfl›s›nda, o bedenin hareketlerine
ba¤lanmak suretiyle hareketlerin periyotlar›n›, yâni bafllang›ç
ve bitifl noktalar›n› tespit eden ortam, bir mekând›r. Bu ortama
bütün maddeler dahildir. Bir madde lokalizasyonu kabul etti¤imiz
bir beden karfl›s›nda mekân: Tafl›yla, topra¤›yla, at›, arabas›, uça¤›
ve insanlar›yla, bütün bir lokalizasyon, bir mekând›r. Mekân; bir
bireyin bast›¤› bir metrekarelik toprak, bafl›n› kald›r›p bakt›¤›
uzay, flehir, ülke, k›ta ve dünya olarak sonsuz nüanslarla derecelenir.
Burada sonsuz mekân imkânlar› vard›r.
*
* *
Yüzeysel zaman idraki mekân›na nazaran sonsuz imkânlara sahip
idrakî zamana ait mekân›, de¤il idrak etmek, en güçlü imajinasyonlarla
dahi sezebilmek, insanlar için o kadar kolay olmayacakt›r.
Bununla birlikte, biz bunun da sezgisini verece¤iz. Yaln›z,
burada imajinasyonu kullanmak ve sezgilerle hareket etmeye çal›flmak
flartt›r.
Öncelikle flunu söyleyelim ki, dünya idrakine göre böyle bir
mekân realitesi yoktur. Dolay›s›yla, burada söylenecek fleyleri
dünya maddeleri üzerinde canland›rarak görmeye u¤raflmamal›-
d›r. Dedi¤imiz gibi, bunun sezgileri ancak muhayyilede canland›r›labilir.
Fakat flunu da ifade edelim ki, muhayyile, yâni imajinasyon
da çok süptil bir madde ortam›d›r. Dolay›s›yla, imajinasyonda
yaflat›lan mekân, reel ve hakikî bir k›ymettir.
‹lk önce hayalî olarak bir küre tasavvur* edilsin! Bu kürenin,
daha önce söyledi¤imiz gibi, bir tek yüzeyi üzerinde, yine hayalen,
yüzeysel bir zaman ve bu zamanla mevcudiyet gösteren mekân
tasavvur edilsin, yâni hayalen düflünülsün! Bu, basit bir za-
* “Tasavvur” sözcü¤ü, “zihinde flekillendirme, zihinde kurma, zihinde canland›rma,
göz önüne getirme, tasarlama” anlam›na gelir.
219
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
man ve mekând›r ve belirli, tek bir yöne sahiptir. Bu basit zaman
ve mekân› hayalen canland›rd›ktan sonra, bunun gibi, ikinci, fakat
yönü ayr›, di¤er bir basit zaman ve mekân daha hayalen canland›r›ls›n!
Böylece, yönleri ayr› olmak üzere, üçüncü, beflinci, yüzüncü,
bininci, milyonuncu ve sonsuz basit zaman ve mekânlar
hayalen ayr› ayr› düflünülsün! Bunlar böyle ayr› ayr› tasavvur
edildikçe, hepsi birer yüzeysel zaman ve mekândan ibaret kal›r.
Ancak, güçlü bir sezgi faaliyetiyle bunlar›n sentezini yapmak gerekir.
Bunun için de, hayalen canland›r›lan bir küre içindeki, bu
sonsuz yönde, sonsuz zaman ak›fllar›n›n ve bu ak›fllar› tespit edip
ba¤layan sonsuz ortamlar›n hepsi birden, bir tek zaman ve bir tek
mekân imifl gibi düflünülsün! Bu takdirde, ayn› ânda sonsuz yönlere
do¤ru akan bir tek zaman ve bu sonsuz yönlere k›yaslanarak
o ak›fllar› tespit eden sonsuz ortam kavram›ndan bir tek mekân
meydana gelir ki, bu da küresel mekând›r. Çünkü bu mekân, küre
içinde zaman›n ak›fl›n› sa¤lamaktad›r. Buradaki ortam, bizzat muhayyiledir.
Esasen ancak muhayyilenin çok süptil maddelerinden
ibaret bir ortamd›r ki, böyle sonsuz yön ve periyot karakterini ifade
eden hareketlerin ak›fllar›n› ba¤layabilir. Yoksa, bu hâl, dünyan›n
kaba maddeleriyle olmaz.
Demek ki, bir küredeki sonsuz hareketleri, sonsuz yönlerdeki
ak›fllara ve periyotlara k›yaslayarak onlar› tespit eden imajinasyondaki
sonsuz ortamlar› bir tek olufla ba¤layan imajinasyonun
–kendisi de dahil oldu¤u hâlde– bu hareketler ve ortamlarla birlikte
bütünü; idrakî veya küresel mekân› meydana getirir.
Bu imajinasyonu yapabilmek için bir hayli çal›flmak ve düflünmek
gerekir. Bununla birlikte, az çok bir gayretle, burada, güçlü
sezgiler elde edilir. Dünyada, kaba bir ortamda yaflayan insanlar
için dünya maddelerinde gerçeklefltirilmesi mümkün olmayan bu
yüksek zaman ve mekân mekanizmas›n›, dedi¤imiz gibi, ancak
muhayyilenin çok süptil malzemeleriyle bir dereceye kadar gerçeklefltirmek,
birçok insan için mümkün olur. Fakat insan muhayyilesindeki
süptil ortamlardan daha süptil olan üst âlemlerdeki
varl›klar için, bu yüksek idrakî zaman ve mekân realitesinde
yaflamak, do¤al ve hattâ zarurî bir hâl olur.
220
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Yüzeysel zaman›n aslî zaman üzerinde mesafe katetmedi¤ini,
idrakî zaman›n ise aslî zamanda her ân ilerledi¤ini söylemifltik.
fiimdi, varl›klar›n tekâmülünde bu bilginin k›ymetinden yararlanarak;
yüzeysel zaman idrakinde yaflayan bir insan›n yerinde saymak
suretiyle inkiflaf›n›n, küresel zamanda yaflayan bir varl›¤›n
da aslî zaman üzerinde ilerleyerek tekâmülünün ne demek oldu-
¤unu ve bunlar›n inkiflaf mekanizmas›ndaki sonuçlar›n›n nas›l ortaya
ç›kaca¤›n› aç›klayaca¤›z.
Yukar›da zaman ve mekân hakk›nda verilen bilgiler, her ne kadar,
yüzeysel ve idrakî zaman ve mekânlar› aç›kça aç›kl›yorsa da,
biraz önce sözü edilen meselelerin çözümünü bu bilgilerden ç›-
karmak için, ayr›ca aç›klamalarda bulunmaya ihtiyaç vard›r. Afla-
¤›daki flemalar dikkatlice incelenirse, bu önemli noktan›n da kolayl›kla
anlafl›lmas› mümkün olur.
Bütün bir insanl›k hayat›nda, varl›¤›n, sonsuz cephesiyle geçirmesi
icap eden bir inkiflaf sahas› vard›r. Ve bu inkiflaf sahas›
belirlidir ve s›n›rl›d›r. Çünkü onun kendi realitesi içinde bir bafllang›c›,
bir de sonu vard›r. Biz bu sahay› “AB” paraleli aras›n›
dolduran mesafeyle gösteriyoruz. (fiekil–D)
A
B
(fiekil–D)
Burada, yüzeysel zaman idrakinin zorunlulu¤u olan, bu inkiflaf
sahas›n›n bir bafllang›ç ve bitifl noktalar› vard›r. Bafllang›ç, “AB”
paraleli aras›ndaki sahada “c–d” hatt›; bitifl de, “e” noktas›n›n
bulundu¤u yerden geçen “g–f” hatt› olsun! (fiekil–E)
221
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Z
A
B
c
d
f
g
e
(fiekil–E)
‹flte, insanl›¤›n üst plâna, yâni idrakî zaman›n hâkim oldu¤u
vazife plân›na haz›rlanmas› için, inkiflaf› gereken ve “c–d” s›-
n›r›nda bafllay›p “f–g” s›n›r›nda tamamlanan bütün insanl›k melekeleri
ve durumlar› “c–d–g–f” sahas›n› doldurmaktad›r. Bu, insan›n
dünyada bafllad›¤› ilk hayat›ndan, say›s›z bedenlenmeler
sonras›nda dünyay› bitirdi¤i son hayat›na kadar geçen, bütün,
dünya hayat› safhas›n› gösterir. Buradaki “Z” hatt› aslî zamand›r,
“e” noktas› da bu zaman üzerinde al›nm›fl bir ând›r. Demek ki
aslî zaman üzerinde al›nm›fl olan bu bir ân; bir insan›n, bütün
insanl›k hayat› boyunca inkiflaf ettirilip olgunlaflt›r›lmas› icap eden
haz›rl›k melekelerinin toplam›n› içermektedir. Bir insan›n, dünyadaki
bütün insanl›k safhas›n›n bafl›ndan sonuna kadar haz›rl›¤›,
aslî zaman ak›fl› üzerindeki bu ân içinde tamamlanacakt›r. Tabiî
ki, flemada çizdi¤imiz “c–d–g–f” yüzeyini, “Z” hatt›na dik olarak
ve o hat ile ancak “e” noktas›nda kesiflmifl olarak tasavvur etmek
gerekir. Bu “e” noktas›; aslî zaman›n belirli bir ân›nda, insan varl›¤›n›n,
inkiflaf›na bafllay›p, kendisinde mevcut olan ve inkiflaf›
icap eden kudretleri olgunlaflt›rd›ktan sonra tekrar ulaflaca¤› bir
noktad›r. Yâni, varl›¤›n insan hâlindeki tekâmülü, aslî zaman üzerinde
bu noktadan bafllar, yine bu noktada biter. Ve bu safha tamamlan›ncaya
kadar, aslî zaman üzerinde yürüyüfl olmaz. ‹flte
onun içindir ki, insanl›k safhas›ndaki tekâmüle sübjektif tekâmül
devresi demifltik. Çünkü bütün, insanl›¤›n inkiflaf safhas›n› oluflturan
“c–d–g–f” sahas› katedilmedikten sonra, “e” ân›n›n “Z” aslî
zaman› üzerinde ak›fl› yoktur. ‹nsanl›k, burada kendi kudretleri
içine kapanm›fl ve sadece onlar›n üstün bir plâna haz›rl›¤›yla meflgul
olmufl bulunmaktad›r. Onun bu saha d›fl›na ç›kabilmesi, ob-
222
BEDR‹ RUHSELMAN
jektif bir tekâmül prensibine girmesi, ancak “c–d–g–f” safhas›n›n
bütün icaplar›n› yerine getirmekle mümkün olur.
fiu hâlde, insanl›¤›n bafl›ndan sonuna kadar geçirece¤i birçok
bedenlenme, say›s›z hayat flartlar› ve tekâmül malzemeleri, hep
bu “c–d–g–f” sahas› içinde olup bitecektir. Fakat bu esnada bu
saha, “e” noktas›na en uzak ve insanl›¤›n en ilkel kademelerini
oluflturan “c–d” s›n›r›ndan itibaren, yavafl yavafl “g–f” s›n›r›na
do¤ru doldurulacak ve bu dolufl, çeflitli bedenlenmeler yoluyla
olacakt›r. Sembolik bir ifadeyle her bedenlenmeyi bir üçgen kabul
ederek, bu sahan›n bu üçgenlerle nas›l dolduruldu¤unu ve bir insan›n
en geri kademelerinden, son kademesi olan “g–f” s›n›r›na
nas›l geldi¤ini aç›klayaca¤›z. (fiekil–F)
Z
A
c
f
e
B
d
(fiekil–F)
g
Üçgenin taban›, “AB” paraleli üzerinde, ilk önce “c–d” hatt›ndan
bafllay›p, gittikçe “e” noktas›na, yâni tepesine yaklaflarak bu
sahay› kapatacakt›r. Bu da, periyodik olarak, daima tepeleri “e”
noktas›nda olmak üzere, di¤er üçgenlerin ilâvesi fleklinde olacakt›r.
Bu üçgenlerin her biri, bir beden hayat›n› ifade etmektedir.
Böylece, “c–d” hatt›, her bedenlenmede “AB” paraleli üzerinde
devre devre yürüyerek, “g–f” hatt›na yaklaflacak, sonunda “c–d”
hatt› “g–f” hatt› ile çak›flacakt›r. Bunun mânâs› flu demektir ki; bir
insan, insanl›k safhas›na ait inkiflaf› icap eden bütün melekelerini
inkiflaf ettirmifl ve bütün haz›rl›klar›n› bitirerek “e” noktas›ndan
itibaren aslî zaman üzerinde yürümeye bafllayacak bir duruma gelmifltir.
Bu bilgiyi grafik üzerinde biraz daha aç›klayal›m:
Mademki bütün insanl›k hayat›, aslî zaman ak›fl›n›n bir ân› olan
“e” noktas›nda cereyan etmektedir, o hâlde insan›n bütün hayat
devreleri, yâni do¤um ve ölümleri bu noktada olup bitecektir.
223
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yaln›z bu noktaya, bu ân›n icaplar›na ba¤l› olan ve bir insanl›k
safhas›n›n inkiflaf sahas›n› dolduran zorunluluklar vard›r ki; bunlar,
insanl›¤›n, “e” noktas›ndan itibaren aslî zamanda ilerlemeler
kaydedebilmesi için, haz›rlanmas› zorunlu olan taraflar›d›r. Ve
sembolik olarak “c–d–g–f” sahas›yla gösterilmifltir. Bu sahan›n “e”
ân›na oranla uzak veya yak›n zorunluluklar› mevcuttur. Bu zorunluluklar›n
en kaba, en ilkel durumlar›, inkiflaf›n sonu olan “e” noktas›ndan
itibaren en uzaktaki “c–d” s›n›r›d›r. Bu s›n›r, “e” noktas›na
yaklaflt›kça, saha daral›r, haz›rl›klar tamamlan›r ve “e” noktas›n›n
icaplar› gerçekleflir. Yâni, insan›n “e” noktas›ndan itibaren
harekete geçebilmesi için istenilen ifllerin bitirilmesi durumu ilerler.
Nihayet “c–d” hatt› tam “g–f” hatt› üzerine gelince, yâni son üçgenin
taban› olmas› gereken hat, aslî zaman üzerindeki “e” noktas›
üzerine gelince, bütün icaplar yerine getirilmifl ve saha tümüyle taranm›fl
ve temizlenmifl olur. ‹flte insanl›k hayat›n›n grafi¤i olarak
gösterdi¤imiz bu flema üzerinde, insanl›k hayat›n›n devrelerle,
ömürlerle, kademelerle veya hamlelerle (bunlar›n hepsi ayn› fleydir)
her ak›fl›nda, bu “c–d” hatt›n›n “AB” paraleli üzerinde nas›l
kayarak “g–f” hatt›na yaklaflt›¤›n› ve böylece insanl›k safhas› icaplar›n›n
nas›l yerine getirildi¤ini aç›kl›yoruz.
‹lk önce, ilk dünya insan› grafi¤ini çizelim: Bu insan, insanl›k
kabiliyet ve melekeleri en ilkel durumda olan bir varl›kt›r. Dolay›s›yla,
onun inkiflaf etmesi icap eden durumlar›, inkiflaf sahas›n›n
ideal noktas› olan “g–f” hatt›ndan en uzak yerde bulunacakt›r ki,
bu da “c–d” s›n›r›d›r. Bu insan, henüz ilk insanl›k melekelerini inkiflaf
ettirmekle meflguldür. Bu yüzden onun hayat› “c–d” hatt›ndan
bafllayacakt›r. Grafi¤i tamamlamak için “c” ve “d” noktalar›n›
birer çizgiyle, “e” noktas› ile birlefltirelim. Meydana gelen “c–d–e”
üçgeni, ilk basit insan›n ilk bedenlenme hâlinin grafi¤i olur.
fiimdi bu insan›n ikinci hayat›na geçelim (fiekil–G): Onun inkiflaf
hatt› “AB” paraleli üzerinde “c–d” hatt›n›n “e” taraf›nda ve
bu hatta en yak›n noktalardan bafllayacakt›r. Grafikte daha belli
olmas› için, biz bu noktalar› biraz uzaklaflt›rarak “i–j” hatt› ile
gösteriyoruz.
224
BEDR‹ RUHSELMAN
A
c
i
k
f
Z
e
B
d
j
(fiekil–G)
Böylece ikinci hayat›n grafi¤i olarak “i–j–e” üçgeni meydana gelir.
‹nsan›n 3’üncü, 5’inci, 10’uncu, 50’nci vs. hayatlar›nda meydana
gelecek üçgenlerin tabanlar›, “AB” inkiflaf paraleli üzerinde
gittikçe “f–g” hatt›na yaklafla yaklafla, nihayet “k–l” noktalar›na
kadar gelir. O zaman “c–d–g–f” sahas›n›n “c–d–l–k” k›s›mlar›
tümüyle yaflanm›fl, bu k›s›mlardaki haz›rl›klar tamamlanm›fl, ancak
“k–e–f” ve “l–g–e” sahalar› henüz tamamlanmam›fl bulunur. Ve nihayet
öyle bir ân gelir ki, bu insan›n, insanl›¤a ait, aslî zaman ak›-
fl›ndaki “e” noktas›n›n bütün icaplar› gerçekleflir; yâni o varl›k, insanl›k
aflamas›na iliflkin bütün melekelerini inkiflaf ettirir ve haz›rl›klar›n›
bitirir. O takdirde üçgenin taban› “f–g” hatt›yla tam olarak
çak›flm›fl bulunur ve insan›n dünyadaki hayatlar› da bitmifl olur.
Dikkat edilirse, bu grafikte, insanl›¤›n bütün inkiflaf safhas›n›
gösteren “c–d–g–f” sahas›nda; inkiflaf›n ilk, ilkel s›n›r› olan “c–d”
hatt›, insan›n inkiflaf›yla ad›m ad›m “f–g” hatt›na yaklaflmak üzere
“AB” paraleli üzerinde kaymakta ve kayd›kça da bu sahan›n
yaflanm›fl, inkiflaf› tamamlanm›fl k›s›mlar› büyümekte, henüz inkiflaf
etmemifl sahalar› küçülmektedir. Ve nihayet bütün sahadaki
inkiflaf tamamlan›nca, sahan›n bafllang›ç s›n›r› olan “c–d” hatt›,
son aflaman›n s›n›r› olan, aslî zaman noktas› üzerindeki “f–g”
hatt›yla çak›flm›fl bulunmaktad›r. Ve böylece de, aslî zaman üzerinde
bir ân olan “e” noktas›n›n insanl›k safhas›na ait bütün icaplar›
yerine getirilmifl olmaktad›r.
‹flte, insanl›¤›n inkiflaf› bu noktaya gelince yüzeysel zaman idraki
realiteleri sona erecek, idrakî mekân olan üst vazife plânlar›nda
hakikî tekâmül devam edecek ve insan varl›¤› da sübjektif
tekâmül sürecinden kurtulup, aslî zaman üzerinde yürüyen objektif
bir tekâmül ak›fl›na girecektir.
225
l
g
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yüzeysel zaman inkiflaf grafi¤iyle kolayca anlafl›labilecek bâz›
önemli noktalar› belirtiyoruz: Yüzeysel zaman inkiflaf›nda, inkiflaf
paraleli, bir insanl›k safhas› boyunca de¤iflmemektedir. Bu safha,
aslî zaman ak›fl›nda bir ân olan “e” noktas›n›n icaplar›yla s›n›rlanm›fl,
varl›¤›n haz›rl›¤›na ait inkiflaf sahas›d›r. Dolay›s›yla sübjektif
bir tekâmül safhas›d›r. Bu saha içinde her bedenlenme
devresi, hamleler hâlinde birbiri üzerine eklenmektedir. Fakat bu
hamleler, inkiflaf paralelini hiçbir noktada aflmamaktad›r. Bunu
grafi¤e göre ifade edelim: Her yeni gelen üçgen, eski üçgenin üzerine
eklenmekte ve inkiflaf sahas›ndaki tamamlanmas› gereken
haz›rl›klardan bir miktar›n› daha, öncekine katmaktad›r. fiu hâlde,
inkiflafta kesintiler yoktur. Devreler birbirine sessizce eklenmektedir.
‹flte aslî zaman üzerinde, bir insan›n, kendi haz›rl›k kadrosu
içine kapanarak, bütün insanl›k boyunca kendi haz›rl›klar›yla
meflgul olmas›, onun sübjektif tekâmülünü ifade etti¤i gibi; birçok
bedenlenme hâllerinin, sadece insanl›k safhas›n› tamamlamas›na
yönelik oluflu da, bütün bu beden hayatlar›n›n topyekûn bir
tek hayat olarak ele al›nmas›n› icap ettirir. Yâni, bir inkiflaf devresinin
bütün insanl›k boyunca vukua gelecek bedenlenmeleri,
asl›nda bir tek hayat›n zorunluluklar›ndan baflka bir fley de¤ildir.
Ve bu zorunluluklar da, aslî zamanda bir ân olan “e” noktas›n›n
icaplar›n› yerine getirmektir.
*
* *
fiimdi, tekâmülün idrakî zaman içinde yürüyüflünü di¤er bir
grafikle aç›klayaca¤›z. Burada, en belirgin özellik, varl›¤›n her
tekâmül ak›fl›n›n, aslî zaman üzerinde daima mesafe katetmesi
eflli¤inde olmas›d›r. O art›k kendi âleminden ç›k›nca, aslî zaman›n
ak›fl› icaplar›na uymak liyakatini kazanarak, organizasyon sistemleri
içinde objektif ve aktif bir tekâmül durumuna girmifltir.
Daha önce, küre zaman›nda zaman›n her yönde geniflleyerek
inkiflaf etti¤ini söylemifltik. ‹drakî zaman inkiflaf›n›n bafl›ndan itibaren
meydana gelen geniflleme farklar›, hem aslî zaman üzerin-
226
BEDR‹ RUHSELMAN
de yürüyüfller kaydeder, hem de h›zl› ve s›n›rs›z bir inkiflaf seyri
izler. Yâni, buradaki inkiflaf hatlar›, paralel olarak gitmez, sürekli
olarak birbirinden uzaklaflarak, aç›larak genifller.
Bunu flemayla aç›klamak için, çeflitli büyüklüklerde, birbiri içine
girmifl dört tane küre alal›m (fiekil–H):
d
c
b
a
(fiekil–H)
Merkezleri ortak olarak, iç içe girmifl bu dört küre, merkezinden
geçmek üzere ortas›ndan kesilip iki k›sma ayr›l›nca, bunlardan
birinin kesitine bak›ld›¤› zaman, orada –flemadaki gibi– her
biri bir küreye ait, dört ayr› kesit görülür. Bu kesitler merkezden
çevreye do¤ru, “a, b, c, d” durumunu meydana getirirler. Bunlar›n
her biri, bir kürenin, yâni ortada bulunan en küçük kürenin
gittikçe büyüyerek alm›fl oldu¤u büyüklü¤ün dört ayr› safhas›ndan
biridir. Yâni, merkezdeki “a” büyüklü¤ünde bulunan
kürenin geniflleyerek büyümesinden “b, c, d” büyüklükleri meydana
gelmifltir. Böylece “a” küresi gittikçe büyüyerek “d” büyüklü¤ünü
bulmufltur. fiimdi kürenin bu geniflleyifli içinde, bu kesitlerin
birbiriyle k›yas›n› yapabilmek için, yukar›ki flemada en
küçük kesit olan “a” kesiti sabit tutularak, en büyük kesit olan
“d” kesiti âdeta bir foto¤raf makinesi körü¤ü gibi, ondan uzaklaflt›r›ls›n!
Bundan bir koni meydana gelir. Bu koninin taban›n›,
en büyük ve d›flta bulunan “d” küresinin kesiti oluflturur. Tepesinde,
yâni sivri taraf›nda, en küçük küre olan “a” küresi bulu-
227
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
nur. (fiekil–‹) Aradaki “b, c” katlar›n› da çeflitli büyüklüklerdeki
iç içe kürelerin kesitleri oluflturur.
a
b
c
d
(fiekil–‹)
Burada, koninin “a, b, c, d” kesitleri aras›ndaki genifllik farklar›,
idrakî zaman›n birbirine oranla olan inkiflaf k›ymetlerini gösterir.
Çünkü buradaki her kesitin, asl›nda birbiri üzerine inkiflaf
eden, bir kürenin farkl› geniflliklerinden birini göstermekte oldu-
¤unu söylemifltik. ‹flte bir kesitin, önceki kesite nazaran geniflli¤i,
küre inkiflaf›n›n o âna özgü vüsatini* gösterir. Böylece, afla¤›daki
flema, her kesitin kendi kapasitesine ait inkiflaf geniflli¤ini ifade
etmektedir. (fiekil–K) Buradaki genifllik fark›, ayn› zamanda, inkiflaf
esnas›nda aslî zaman üzerinde katedilen mesafeyi de gösterir.
I
e
II
g
III
i
k
l
j
h
f
a
I e’
b
II g’
c
III i’
d
k’
f’
h’
j’
l’
(fiekil–K)
* “Vüsat” sözcü¤üne, sözlüklerde “genifllik; bir nesnenin uzayda kaplad›¤› yer, doldurdu¤u
boflluk, boyutsal kapsam, büyüklük” anlamlar› verilir.
228
BEDR‹ RUHSELMAN
Meselâ “e–f” ve “e’–f’” paraleli, “a” küresine mahsus inkiflaf
derecesini gösterir. Bunu izleyen “g–h” ve “g’–h’” paraleli, “b”
küresinin inkiflaf derecesini gösterir. Bu iki paralel aras›ndaki “I”
mesafesi, iki inkiflaf kademesi aras›ndaki inkiflaf fark›n› ve ayn›
zamanda aslî zaman üzerinde katedilmifl mesafeyi gösterir. Yine,
gittikçe büyüyerek geniflleyen “c” ve “d” kürelerine ait, “i–j” ve
“i’–j’” ile “k–l” ve “k’–l’” inkiflaf sahalar›n›n da nas›l gittikçe geniflledikleri
ve aralar›ndaki inkiflaf ve zaman ak›fllar›na ait “II” ve
“III” farklar›n›n nas›l meydana geldikleri flemada kolayca görülebilir.
Burada geçen inkiflaf fark› ifadesinin mânâs› fludur: Daha önce,
vazife plân›n›n bafllang›c›ndan itibaren, idraklerin icaplara intibak
etmeye bafllad›¤›ndan ve böylece, Aslî Prensibin bütün ruh
ve kâinat iliflkileri icaplar›na idraklerin uyarak, bir vahdete do¤ru
gidilip, nihayet Ünite’ye ulafl›ld›¤›ndan söz etmifltik. Ve onun için
de vazife plân›ndan itibaren bafllayan tekâmül safhas›na “aktif intibak
safhas›” denilmiflti. ‹flte flimdi küre zaman›n›n flematik
aç›klanmas› içinde bu hakikati de göstermifl oluyoruz. Çünkü kürelerin
iki inkiflaf kademesi aras›nda görülen ve aslî zaman üzerinde
yürüyüfl diye nitelendirilen bu fark, asl›nda bu intibak sahas›n›n
genifllemesinden baflka bir fley de¤ildir. Fakat bu küre inkiflaf›n›n
elbette bir nihayeti vard›r ve bu da kâinat›n sonudur. Zaten
bu inkiflaflar›n artmas›, kâinattaki hakikî intibak sahas›n›n genifllemesi
eflli¤inde olur. ‹ntibak sahas›n›n genifllemesi ise ünite dedi¤imiz
idrak vahdetinin gerçekleflmesi demektir.
Hat›rlat›r›z ki, yüzeysel zaman realitelerinin art arda sürüp gitmesinde
böyle bir inkiflaf, yâni Ünite’ye yürüyüfl demek olan, aslî
zaman üzerinde ilerleyifl yoktur. ‹nkiflaf hatlar›n›n buradaki gibi
her ân genifllemesi, yüzeysel zaman inkiflaf›nda sözkonusu de¤ildir.
Orada sadece, belirli bir saha içinde, aslî zaman üzerindeki bir
noktan›n bütün icaplar›n› yerine getirmenin haz›rl›klar› yap›l›r.
*
* *
Gerek yüzeysel, gerek küresel zamanlara ait bu iki flema gösterir
ki, yüzeysel zamanda oldu¤u gibi belirli bir saha içinde ka-
229
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
larak hamlelerin birbirine eklenmesi fleklindeki bir kesintisizlikle
devam eden inkiflaf tarz›, küresel zamanda yoktur. Burada, öncekinde
oldu¤u gibi ayr› ayr› devreler de yoktur. Aksine, her ân geniflleyen
yeni inkiflaf sahalar› vard›r. Di¤er deyiflle burada, aslî
zaman›n bir tek ân› içinde hapsolmufl, s›n›rl› sahadaki periyodik
gidifl hareketleri de¤il, kâinat›n s›n›rlar›na kadar dayanan sonsuzluk
içinde geniflleme, ilerleme ve inkiflaf etme sahalar› vard›r. Ve
bu ilerleyifl, Ünite’de nihayet bulmaktad›r. ‹flte bununla da, daha
önce söylenmifl bulunan, hakikî tekâmülün küresel zaman idrakiyle
bafllam›fl oldu¤u sözünün mânâs›n› daha aç›k olarak aç›klam›fl
oluyoruz.
*
* *
fiimdi burada çok önemli bir meselenin aç›klanmas›na s›ra gelmifltir.
Bu mesele; kâinatta aslî icaplara tâbi olarak seyreden aslî
zaman›n âlemlere iliflkin durumlar›n›n, o âlemlerdeki madde ortamlar›na
intibaklar›n›, ba¤lant›lar›n› sa¤layarak zaman formlar›-
n› meydana getiren mekân›n mahiyetidir. Bir tarafta zaman formunu
meydana getiren hareketler var, di¤er tarafta da, zaman
idrakinin oluflmas› için bu hareketlere ba¤lanmas› icap eden madde
ortam› mevcut. Fakat zaman ve mekân›n iliflkilerinde saym›fl
oldu¤umuz üçüncü flart, yâni bu ortam›n zaman hareketlerine
ba¤lant›s› sa¤lanmay›nca, mekân kurulamaz ve zaman formunun
tezahürü mümkün olmaz. O hâlde burada, kâinat mekanizmas›nda
esas rol alan büyük bir etken vard›r. ‹flte bir âleme özgü
mekân› oluflturmak ve zaman formunu kurabilmek için, mevcut
madde ortam›n› zaman formuna ait hareketlere ba¤layan unsur,
kâinat ötesinde Aslî Prensibe tâbi yüksek kader prensibidir ki;
bunun kâinatta kader mekanizmas› hâlinde beliren icaplar›, aslî
icaplarla ve aslî zamanla birlikte, Ünite’den süzülerek kâinata yay›lmaktad›r.
fiu hâlde, k›saca, mekân; kaderin âlemlerdeki ve kâinattaki
beliriflidir. Yâni, bir âlemde, zamana ait hareketler ile
madde ortamlar›n›n ba¤lanmas›ndan ileri gelen mekân, kaderin o
âlemdeki tezahürüdür.
Demek ki kader; âlemlerdeki zaman› madde ortamlar›na ba¤-
230
BEDR‹ RUHSELMAN
layarak o âleme özgü zaman ve mekân formlar›n› meydana getiren
ve zaman› kullanarak aslî icaplar›n direktifi alt›nda çal›flan ve
onlara ba¤l› bulunan kader prensibinin kâinattaki ak›fl›d›r. Kader,
âlemlerde o âlemlerin imkânlar›na göre tezahür gösterir. Meselâ
hidrojen âlemindeki yüzeysel zaman mekân› kaderin bu âleme
özgü tezahürüdür.
fiu hâlde, Ünite’den bütün kâinata aslî icaplar› tafl›yarak yay›-
lan kader, yine aslî icaplara ba¤l› zamandan yararlanarak, âlemlerin
bütün formasyon, deformasyon ve transformasyonlar›n›
meydana getirir. fiimdi daha aç›k olarak aç›klam›fl oluyoruz ki,
varl›klar›n otomatik, yar› idrakli ve idrakli olarak, ihtiyaçlar›na
göre maddelerde husule getirdikleri bütün formasyonlar, transformasyonlar
ve deformasyonlar, ancak Ünite’den süzülüp gelen
direktiflere göre, Aslî Prensip, kader ve zaman prensipleri kadrolar›nda
vazifeli varl›klar›n yard›m, müdahale ve kontrolleriyle vukua
gelmektedir.
Bu bilgi, kader ve zaman›n kâinattaki esas rollerine ait sezgileri
insanlara verir. E¤er Ünite’den gelen kader ve zaman olmasa
idi; Aslî Prensip icaplar›na göre kâinat cüzleri durumlar›n›n, ruhlar›n
her ânki davran›fllar› ve liyakatleri karfl›s›nda vukuu icap
eden sonsuz flekil de¤ifltirmelerine ve flekil almalar›na ait teknik
faaliyet, oda¤›n› kaybetmifl olurdu. Ruhlar›n tekâmüllerine ait,
Aslî Prensibin tayin etmifl oldu¤u icaplarla, ruhlar›n bu icaplara
liyakat derecelerini ölçüp ayarlayarak takdir eden etken, kaderdir.
Yâni, aslî icaplar›n kâinattaki teknik unsuru, kaderdir. Kader,
bu fonksiyonunu zaman unsurunun yard›m›yla yapar ve onu ölçü
olarak kullan›r. Bu mekanizmay› kaba bir örnekle aç›klayarak biraz
daha ayd›nlat›yoruz:
Bir okul var. Bu okulun belirli s›n›flar› mevcut. Derslerin o okulda
s›n›flara göre kadrolar›n› tayin eden, ö¤rencilerin belirli liyakatlere
göre belirli s›n›flarda bulunmas›n› takdir eden yüksek bakanl›k
makam› da var. fiimdi bir ö¤renci, o okulun ilk s›n›f›ndan bafllay›p,
hiçbir incelenmeye tâbi tutulmadan bütün s›n›flar› otomatikman
atlayarak okulun kap›s›ndan ç›karsa, okulu bitirmifl say›la-
231
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
maz. Bunun için, o ö¤rencinin, her y›l ve hattâ y›lda birkaç defa,
yine bakanl›k taraf›ndan yetkilendirilmifl memurlar vâs›tas›yla yoklanmas›,
denenmesi, “s›nav” denilen gayet s›k› ve özenli kontrollerden
geçmesi, özetle, kendisine o okuldan o âna mahsus verilmesi
icap eden ile bu verilmesi icap edene kendisinin liyakat kazanm›fl
olup olmad›¤›n›n incelenmesi gerekir. E¤er çocuk, bu s›nav sonucunda,
içinde bulundu¤u s›n›f›n hakk› olan dersleri ö¤renmifl ve
onlar› geçme hakk› kazanm›fl oldu¤unu gösterirse, s›nav›n› baflarm›fl,
üst s›n›flara geçmeye, okulu bitirmeye liyakat kazanm›fl olur.
Aksi hâlde kendi liyakatine ve bilgisi derecesine en uygun olan s›-
n›fta b›rak›l›r ve ona göre ö¤retim ve e¤itimlere tâbi tutulur. Yâni,
o okulda ö¤renciler mutlaka flu kadar zaman süresince flu veya bu
s›n›fta kalacaklar ve o zaman bitince otomatikman s›n›flar› atlayarak
okulu bitirecekler gibi bir kay›t yoktur. ‹flte hayat da bunun gibidir.
En yüksek ve yetkili makam dedi¤imiz Aslî Prensip, dünya
okulunun program›n› düzenlemifltir. Bundan k›l kadar sap›lamaz.
Fakat yine bu program gere¤ince ö¤rencilerin, yâni insanlar›n oradaki
s›n›flara terfi edebilmeleri için; çal›flmalar›, cehit harcamalar›
ve bu cehitleriyle orant›l› olarak, dünya okulunda kendilerine tahsis
edilmesi icap eden s›n›flara ve derecelere hak kazanmalar› ve
bunu da ispat etmeleri gerekir. ‹nsanlar bunu yapt›kça lây›k olduklar›
s›n›flara terfi ederler; aksine, tembellik ve beceriksizlik sonucunda
bulunduklar› durumun liyakatlerini gösteremeyenler, ona
göre, yâni liyakatleri derecesine göre ifllemlere tâbi tutulurlar. Bunun
için de iki flart gerekir: Bunlardan biri, insanlar›n liyakatlerini
ispat edebilmeleri için gerekli olan cehit ve gayret özgürlü¤ü; di¤eri
ise, bu liyakati takdir eden, onun aslî icaplara uygunluk derecesini
ölçüp biçen ve ona göre, o varl›¤›n, o icaplar karfl›s›nda kendisine
lây›k ve en uygun madde hâl ve durumlar›n› haz›rlayarak tertipleyen
bir etkenin mevcudiyeti.
‹flte aslî icaplar›n yerli yerinde tatbikini sa¤layan, varl›klar ile
aslî icaplar aras›ndaki mutabakat›n* derecelerini ve ölçülerini takdir
ve tespit ederek k›ymetlendiren bu teknik etken, kâinattaki
kader mekanizmas›d›r.
* “Mutabakat” sözcü¤ü, “t›bk” sözcü¤ünden gelme olup, “intibak hâlinde olma, uyum
hâlinde olma, mutab›kl›k, uyuflma” anlam›na gelir.
232
BEDR‹ RUHSELMAN
Demek ki, kâinat üstünde bulunan, Aslî Prensibe ba¤l› kader
prensibinin, kâinatta kader mekanizmas› hâlinde iflleyen beliriflleri,
âlemler içinde, o âlemlerin imkânlar›na göre kader tezahürlerini
meydana getirir ki, bunun da âlemlerdeki görünüflü, mekân›n
sonsuz hâl ve durumlar›d›r. fiu hâlde, varl›klar›n aslî icaplar karfl›s›ndaki
liyakat derece ve ölçülerini takdir ve tespit eden ve varl›klar›n
kâinat ak›fl›ndaki maddî imkânlar›n› bu liyakate göre ayarlayan
kader mekanizmas›, yüksek kader prensibinin kâinattaki tezahürüdür.
Âlemimizde belirli mekân formlar› içinde görünen kaderin,
baflka âlemlerde nas›l beliriflleri oldu¤unu bu âlemin idrak
ve görüflleriyle tayin etmek ve nitelendirmek elbette mümkün olmaz.
Yaln›z, flunu bildiririz ki, bu belirifller vazife plânlar›ndan
Ünite’ye do¤ru yükseldikçe, bizim âlemlerimizde geçerli olan
fonksiyonunu, elbette kapsam›yla orant›l› olarak, de¤ifltirir. Ünite’ye
gelince, bütün icaplar ile, idrakler ile, imkânlar ile ve durumlar
ile birleflmifl bir vahdet hâlini ifade eder.
*
* *
Burada aç›klanmas› gereken bir nokta var: Kader mekanizmas›,
kâinattaki fonksiyonunu yaparken, Aslî Prensibe tâbi bulunan
zaman prensibi ile birlikte yürür. Zaman prensibinin kâinattaki
durumu aslî zamand›r. Ve aslî zaman›n, çeflitli âlemlerden geçerken,
o âlemlere göre beliriflleri vard›r. Bunlardan birini, dünyaya
özgü, yüzeysel zaman idraki, di¤erini de dünya üstü âlemlere özgü,
idrakî zaman diye biraz önce aç›klam›flt›k. ‹flte kader mekanizmas›,
dünyada fonksiyonunu ancak aslî zaman ile birlikte yapabilir.
Yâni, kader mekanizmas›, Aslî Prensibin muhasebesini ve
teknik ifadelendirilmesini yaparken, ölçü olarak zamandan yararlan›r.
Zaman mekanizmas› hem elzemdir, hem de zarurîdir. Elzemdir;
çünkü Aslî Prensibin had ve öz olarak tayin etti¤ini gerçeklefltirmede,
kader prensibinin ölçütü ve ölçüsü, zamand›r. Zaman
olmay›nca kader prensibi ölçüsüz kal›r ve teknik fonksiyonunu
yerine getiremez.
233
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Zarurîdir; çünkü zaman mekanizmas›n›n de¤erlendirme niteli¤i
olmazsa, kader mekanizmas›nda ahenk, bundan dolay› da
Aslî Prensip ile vazife ve tekâmül plânlar› aras›nda irtibat ve bu
prensipler ile, plânlar ile âlemlerin olufllar ve ak›fllar nizam›na
mutabakat olmaz ve nihayet, de¤er farklanmalar›n›n tayin edilmesi
ve k›ymetlendirilmesi imkâns›zlafl›r; dolay›s›yla, miktar ve
sonra nitelik nizams›z kal›r ki, bu takdirde bütün tatbikatlar oda-
¤›n› kaybetmifl olurlar.
*
* *
Aslî zaman ak›fl›n›n dünyadaki belirifline yüzeysel zaman diyorduk.
Buna karfl›l›k, yine kâinat boyunca ak›p giden ve her âleme
özgü ayr› beliriflleri olan kaderin de dünyadaki tezahürü mekân
formlar›d›r, demifltik. ‹flte, dünyada zamandan ayr›lmayan ve
zamanla k›ymet ve ayar ölçüsünü bulan mekân, kader prensibinin
dünyadaki fonksiyonunun sonucudur. Bu bilgilerle de, kaderin,
dünyada zaman mekanizmas›yla birlikte beliren mekân hâlindeki
tezahürünü aç›klam›fl olduk. Ve aç›kça belirttik ki, zaman ve mekânla
mevcudiyet gösteren bütün realiteler; insanlar›n özgürlük
esas›na dayanan cehit ve gayretleriyle lây›k olacaklar› veya kazanabilecekleri
derecelerin, yine zaman ve mekânla ölçülüp biçilmifl,
yâni zaman ve mekân kadrolar›nda vazifeli varl›klar taraf›ndan
takdir edilmifl, birtak›m icap zorunluluklar›d›r.
Çünkü fluras› bir hakikattir ki, aslî icaplar›n ve bu icaplara
ba¤l› bütün mekanizmalar›n kâinattaki tatbikatlar›; aslî icap, aslî
zaman ve kader mekanizmas› kadrolar›nda çal›flan organizasyonlar›n
vazifelileri taraf›ndan yap›lmas› zarurî yükümlülüklerdendir.
‹flte Ünite’den süzülerek aslî tesirlerle kâinat içine yay›lan kader
ve zaman mekanizmalar›na ait tesirler, bu mekanizmalar› yürüten
kadrolar dahilinde vazifelenmifl büyük vazife plânlar›n›n kâinatflümul
faaliyetleriyle tatbikat zeminlerini bulurlar. Ve bu kadrolar›n
bütün elemanlar› yerli yerine yerleflmifl, vazifelerini hakk›yla
idrak etmifl kudretli varl›klard›r.
*
* *
234
BEDR‹ RUHSELMAN
Zaman ve mekân hakk›nda verilmifl olan bu bilgilerden sonra
iyice anlafl›lm›fl olur ki, dünyada herhangi bir konuda “flu insan›n
mukadderi bu imifl” demenin mânâs›; o insan›n o konuda, içinde
bulundu¤u olaylar› meydana getiren bütün madde kombinezonlar›n›n
belirli zamanlara ba¤l› olarak bir araya geliflleri ve ba¤lan›fllar›,
o ânda o flekilde ortaya ç›kt› demektir ki; mekân›n tarifini
iyi kavram›fl olanlar, bunun da o insan›n etraf›nda ona göre
mekânlar kuruldu demek oldu¤unu idrak ederler.
Aynen, “kaderi yard›m etmedi” sözü de, onun hakk›nda beklenilen
bir konuya ait madde kombinezonlar›n›n beklenildi¤i tarzda
de¤il de, baflka flekillerde meydana geldi¤ini ifade eder ki; bu
da, yine, o konu etraf›nda arzu edildi¤inden baflka madde flekillerinden
ve durumlar›ndan kurulmufl, bir mekân demek olur. Özetle,
mekân› ifade eden, maddenin her hâl ve flekli, olaylar›n her durumu,
kaderin bir beliriflidir. Elini oynatan bir insan›n bu hareketine
zemin olan ortam, bir mekând›r ve kaderin beliriflidir. Yürüyen
bir insan için bast›¤› yerler, mekând›r; gökyüzüne bakan bir
kimse için, y›ld›zlar›yla, bulutlar›yla, renkleriyle, bütün görünüfl
ve durumuyla, gökyüzü mekând›r ve kaderin beliriflidir. Dikkatini
vücudunun herhangi bir noktas›na çeviren insan için, oras›
mekând›r ve kaderin beliriflidir. Düflünen bir insan için, muhayyilesi
mekând›r; olaylar aras›nda iliflkiler kuran idrak, bir mekând›r
ve kaderin beliriflidir. Özetle, kâinatta görünen her fley, her varl›k,
insan›n bizzat kendisi, bir mekând›r ve bunlar›n hepsi, kendi
âlemlerinde, kaderin birer beliriflidir. Çünkü bütün bunlar›n flekillenmeleri,
çeflitli tarzlarda birbirine ba¤lanmalar›, say›s›z kombinezonlar
hâlinde analiz ve sentezlere tâbi tutulmalar›, yâni bütün
olaylar›n ve madde hâllerinin oluflu, mekân›n çeflitli varyeteleridir
ki; bunlar da, kader mekanizmas›n›n fonksiyonu içinde yürürler.
*
* *
Varl›klar, sahip olduklar› özgürlükleri sayesinde, sürekli olarak
s›navlar içinde bulunurlar. Bu s›navlar karfl›s›ndaki davran›fllar,
müspet veya menfî reaksiyonlar, özetle, baflar›l› olufllar veya ola-
235
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
may›fllar; kaderin takdir ve tespit etti¤i madde kombinezonlar›-
n›n, yâni mekânlar›n sonsuz hâl ve durumlar›n›n meydana gelmeleri
sonucunu do¤ururlar ve varl›klar, liyakatleri derecelerine
göre bu olaylar›n çeflitli durumlar›nda yaflarlar. ‹flte bütün olaylar
ve onlar› meydana getiren bütün madde kombinezonlar›; her biri
kader mekanizmas›n›n birer belirifli olan, mekânlardan ibarettir.
Özetle, varl›klar›n, fiil ve hareketlerine göre derecelerinin ölçülüp
biçilerek, aslî icaplardaki durumlara uydurulmalar› için muhasebe
ifllemlerinden geçirildikten sonra ayarlanmalar› ve formlara ba¤lanmalar›;
kader mekanizmas›n›n, aslî icaplar alt›nda aslî zaman›
kullanarak çeflitli madde ve olay formlar›n› ve tertiplerini meydana
getirmesi demektir.
Art›k bu bilgilerden sonra, vazife plân›na henüz girmemifl ve
en küçük hareketlerine kadar her durumlar› s›navlara tâbi tutulmufl
dünya insanlar›n›n gelecekleri hakk›nda, ad ve zaman belirterek
kesin dille konuflmak do¤ru olmaz. Çünkü insanlar, özgürlüklerini
kulland›klar› yönlere göre, çevrelerinin ve mekânlar›n›n,
yâni tek kelimeyle kaderlerinin yürüyüflünü kendileri sonuçland›rmaktad›rlar.
‹stikbale ait sözler, bâz› kay›tlar alt›nda, ancak
hakikatlerin tahakkuk etmekte bulundu¤u vazife plânlar›nda söylenebilir.
Dünyada, gelece¤e ait kesin yarg›larda bulunmak, bütün
insanlar›n özgürlük yetkilerini reddetmek olur. Bir noktadan
itibaren di¤er bir noktaya yürümek üzere serbest b›rakt›¤›n›z küçük
bir kar›nca bile, ister yolunda ayn› h›zla yürüyerek belirli zamanda
o noktaya var›r, ister biraz e¤lenerek veya sa¤a sola saparak
yolunu uzat›r, isterse gerisin geriye dönerek yolunu büsbütün
de¤ifltirir. Bütün bunlar, onun alaca¤› sonuçlar›n fleklini, yâni
onun kaderlerini tayin eder. Yukar›dan beri verilmifl olan bu bilgiler,
kâinata bir projektör ›fl›¤› sembolüyle indi¤ini kabul etti-
¤imiz aslî icaplar›n, ruhlar› ve maddeleri kapsayan kudretleri aras›nda,
kader mekanizmas›n›n ve aslî zaman›n da bulundu¤unu ve
aslî icaplar›n gerçekleflmesinde bunlar›n ne kadar önemli rolleri
oldu¤unu anlatmaya yeterlidir.
*
* *
236
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi, vazife safhas›na girildikten sonra, oradaki yürüyüfl hakk›nda
da bâz› bilgileri verece¤iz.
Vazife plân›, tekâmüle, aç›k bir idrakle devam edilmeye bafllanabilen
bir aflamad›r. Vazife plân›na kadar gelen otomatik, yar› idrakli
inkiflaflar burada tam idrakli bir safhaya girmifltir. Bunun da
aç›k mânâs› fludur: Varl›klar›n idrakleri bu plânda t›rmand›klar›n›
söyledi¤imiz ›fl›k konisi huzmelerine kendi kudretleriyle intibak etmeye
bafllam›fllard›r. Onun için vazife safhas›na aktif intibaklar›n
bafllad›¤› safha da diyoruz. Bu safhada ilerlendikçe icaplara idraklerin
intibak sahalar› da genifller, yâni idrakler, tekâmül ettikçe,
akan aslî zaman içinde, ruh ve kâinat iliflkilerine ait ilâhî icaplara
daha genifl çaplarda intibak ederler. Di¤er deyiflle, bütün idrakler,
bu icaplar ile ve dolay›s›yla birbirleriyle birleflirler ki, buna da
“vahdet hâli”, yâni “ünite” deriz. Bununla birlikte, vazife plân›n›n
bu ilk kademelerindeki vahdet, tam olmaktan daha çok uzakt›r;
ama gerçekleflmeye bafllam›flt›r. Meselâ Aslî Prensibin ruhlar›n ihtiyaçlar›
ile kâinat cevheri imkânlar›n›n iliflkilerine ait sonsuz icaplar›n›
“n” adedi gibi sonsuz bir k›ymet olarak kabul etti¤imize göre,
vazifenin ilk kademelerinde, bu k›ymetlere o kademelerdeki
varl›klar›n idrakleri, henüz pek küçük çapta intibak edebilmifltir.
Ve idrak, hangi icaplar ile intibak, yâni vahdet hâline geçmifl olursa,
orada hakikatleflir. Ve o varl›k, oradaki ahengin bir cüzünü
oluflturur. ‹flte bu, ahenge kat›lmak, ahenkten olmak demektir. Bu
bilgi, vazife plân›n›n bir tahakkuk, bir gerçekleflme plân› oldu¤u
ifadesinin de mânâs›n› aç›klar. ‹flte bu plân›n bafllamas›yla birlikte,
idrakler, kâinat hakikatlerine gittikçe daha büyük bir kudretle nüfuz
etmenin yolunu tutarlar. Yâni, o hakikatlerin ahengi içinde gittikçe
kapsamlar›n› geniflletirler.
Yine, bu bilgi bir di¤er büyük hakikati daha aç›klar: Ayn› icaplarda
tam bir mutabakat hâline gelmifl çeflitli varl›klar, o noktada
birbirleriyle de vahdet hâline girmifller demektir. fiu hâlde, vazife
plân›n›n çeflitli kademelerinde, belirli icaplarda birleflmifl, vahdet hâline
gelmifl çeflitli vazife gruplar› vard›r. Bunlar aras›nda, dünyada
oldu¤u gibi realite farklar› yoktur. Çünkü esasen onlar hakikatlere
intibak hâlindedirler. Orada realiteler de¤il, hakikatler vard›r.
237
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bununla birlikte, tekrar ediyoruz; bu intibak, birdenbire vazife
plân›n›n bütününü kapsam›fl de¤ildir. Tam ve bütün intibak,
ancak Ünite’de mümkün olur ki; bu da, vazife plân›n›n ilk kademelerine
nazaran, henüz nihayetsizlik denecek kadar uzaktad›r.
*
* *
Ünite’de art›k realite diye bir fley yoktur. Aslî Prensibin kâinattaki
ak›fl› olan aslî icaplar, kader ve zaman prensiplerinin kâinattaki
ak›fllar› olan kader mekanizmas› ve aslî zaman, oradaki idrakler
ile birleflerek, vahdeti meydana getirirler. Oras› hakikatin
kendisidir. Kâinat›n son s›n›r› ve tekâmülün gerçekleflmesinin
ifadesidir. Kâinat›n bütün idaresi ancak, buradan süzülerek yay›-
lan tesirlerle mümkün olur.
*
* *
Vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren, Ünite’ye kadar
uzanan ve sonsuz görünen yollar›n katedilmesi de çok komplike
mekanizmalarla olur. Bu hususta bilgi vermek için projektör sembolündeki
›fl›k taban›n›n, ilk vazife plân› kademelerinde bulundu-
¤u âna dönelim! Varl›klar yukar›, bu ›fl›k konisinin tepesine do¤ru
t›rmanmaya bafllam›fllard›r. Burada, belirli icaplarda ifltirak etmifl
idraklerden ve bu birlefltikleri noktalarda onlar›n bir tek varl›k
hâline girdiklerinden söz etmifltik. Böyle bir hâl, vazife plân›n›n
alt›ndaki âlemde, meselâ dünyada yoktur. Çünkü insanlar›n tam
mânâs›yla hiçbir hakikate ulaflmalar› mümkün olmad›¤›ndan, insanl›k,
hakikatin yaln›z görecelikleri içinde, yâni realitelerde yaflamaktad›r.
Dolay›s›yla, dünyada ne kadar idrak varsa, o kadar
realite mevcuttur. Çünkü dünyada hakikatin kendisi de¤il, idraklerin
çeflitli kapasitelerine göre de¤iflen, hakikatlerin çeflitli ve görece
görünüflleri sözkonusudur. Her idrakin, böyle, kendi kapasitesine
göre k›ymetlenebilecek fleyler, elbette birbirinden farkl›
olacaklard›r. Bunun için, dünyada hiçbir nokta üzerinde idraklerin
tam mutabakat› ve vahdeti mümkün olmaz. Bu ancak vazife
plân›ndan itibaren bafllar.
238
BEDR‹ RUHSELMAN
Vazife plân›nda bafllayan bu mutabakatlar, varl›klara birtak›m
ifller ve vazifeler yükler ve onlar› –intibak sahalar›n›n geniflli¤ine
göre– birtak›m yükümlülüklere tâbi k›lar. Onlar, bu yükümlülükleri
yerine getirirken gösterecekleri liyakatlerin derecesine göre,
intibak sahalar›n› daha çok geniflletirler ve idrakî zaman ve mekân›n
genifl imkânlar› içinde, Ünite’ye do¤ru yükselen vazife plân›
kademelerinin üst basamaklar›na t›rman›rlar. Fakat varl›klar›n
bu yükümlülükleri, afla¤› plânlarda ak›llara gelebilece¤i gibi verilip
al›nan fleyler de¤ildir. Çünkü zaten, hakikat ile mutabakat hâline
girmek, onunla birleflmek demektir ki; yükümlülük dedi¤imiz
fleyin hakikî mânâs› da bu vahdetten ç›kar. fiu hâlde, varl›klar vazife
kademelerinde yükseldikçe, yükümlülükleri de mukadderat
mekanizmas› alt›nda otomatikman artar. Vazife plân›ndaki varl›klara
yükümlülü¤ü kimse yüklemez. Yeter ki onlar, bu yükümlülüklerinin
–kader mekanizmas› muvacehesinde– liyakatlerini
artt›rs›nlar. Böyle olunca, oradaki varl›klar da s›navlardan tamam›yla
s›yr›lm›fl de¤ildirler.
*
* *
fiimdi, bu yükümlülük liyakatlerinin nas›l meydana geldi¤ini
belirtelim: Varl›klar›n, madde kâinat› içinde ve kader mekanizmas›n›n
icaplar› alt›nda, idrak vahdetlerinin ilk ad›m›na vazife
plân›nda bafllad›¤›n› söylemifltik ve buna da, idraklerin, icaplara,
hakikatlere ulaflmas›, gerçekleflmesi demifltik. ‹flte varl›klar›n vazife
yükümlülü¤ünü do¤uran zaruret, bu gerçekleflmeden ileri gelir.
Bu gerçekleflmeler, idrakî zaman mekanizmas›yla yürürler. Vazifeliler
de zaten idrakî zaman ve mekân flartlar›na tâbidirler.
Gerçekleflme –projektör sembolüyle ifade etti¤imiz– aslî icaplara
idraklerin intibak etmesi demek oldu¤una göre, ilk gerçekleflmeler
vazife plân›n›n ilk kademelerinde bafllar, yüksele yüksele
Ünite’de son kapsam›na ulafl›r. fiu hâlde, varl›klar›n kâinata
inen Aslî Prensip ›fl›¤› huzmesine t›rmanarak yukar›lara ç›kmas›
demek; o ›fl›k huzmelerinin kapsam›nda mevcut olan bütün
icaplara idraklerinin intibak etmeleri, onun ahengine girerek, gittikçe
daha genifl çapta o ahenge kar›flmalar› demektir. Bu t›rma-
239
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
n›fl Ünite dedi¤imiz, kâinat›n son imkân s›n›rlar›na geldi¤i zaman,
o varl›¤›n idraki bu ›fl›k huzmesinin içerdi¤i bütün icaplara intibak
etmifl, tam o ahenkten olmufl ve dolay›s›yla, kâinat cüzlerine
ve bütününe hâkim bir durum alm›flt›r. Yâni, kâinat›n bizzat
kendisi olmufl gibi, o büyük vahdete kar›flm›flt›r. fiu hâlde, vazife
plân›n›n ilk kademesinden itibaren varl›klar, yavafl yavafl, yâni
Aslî Prensip ›fl›¤›na t›rmand›kça, kendi bulunduklar› noktalara
kadar meydana gelmifl intibaklar› derecesinde kâinat cüzlerine
hâkim durumlara geçerler ve bu hâkimiyet, Ünite içinde tamamlan›r.
*
* *
Bu yükümlülüklerin nas›l ortaya ç›kt›klar›na gelince: Gerçekleflmifl
idrakler, bu gerçekleflmeyle zaten hakikatlerin tatbikatlar›
içine girmifller demektir. Ve bu tatbikatlar›n her biri de, birer yükümlülüktür.
Böylece, belirli gerçeklerin tatbikat›, belirli idraklerin
iflbirliklerini zarurî olarak sonuçland›rm›fl bulunmaktad›r. ‹flte
bu noktadan itibaren birtak›m kadrolar ve organizasyon sistemleri
zorunlulu¤u baflgösterir. Onun için burada kadrolardan söz
etmemiz gereklidir. fiuras› bir hakikattir ki, kâinatta ihtiyac›n, tekâmül
zorunlulu¤unun ve kader mekanizmas›n›n haricinde mümkün
olabilecek bir hâl düflünülemez. Keyfilik diye bir fley yoktur.
Bu prensip, bütün gruplar, bütün irtibatlar, bütün kadrolar için
geçerlidir ve de¤iflmez. Dolay›s›yla, kadrolar; kâinattaki tüm olufl
ve ak›fllar›n yürütülmesinde etken olan yüksek icaplara ba¤l›, kâinatflümul
mekanizmalarda vazifelenmesi gereken organizasyon
sistemlerinin zarurî birer sonucudur. Her organizasyon sisteminin
hangi kadro dahilinde çal›flmas› gerekiyorsa, o sistem ona göre
kurulur ve ifller. fiu hâlde, kadrolar›n kuruluflunun esas prensiplere,
ana mekanizmalara uygun olmas› gerekir. Meselâ daha önce söz
etti¤imiz kader mekanizmas›n›n ifllemesi de, belirli kadrolar içinde
kurulmufl organizasyon sistemlerinin faaliyetleriyle düzenlenir.
*
* *
240
BEDR‹ RUHSELMAN
Ünite’den süzülüp gelen icaplara göre kâinatta üç ana kadro
vard›r:
1– Aslî Prensip kadrosunda vazifeli olan varl›klar›n kadro, plân
ve teknikleri,
2– Kader mekanizmalar› kadrosuna dahil varl›klar›n kadro ve
teknikleri,
3– Aslî zaman kadrosuna dahil varl›klar›n plân ve teknikleri.
Ve bunlar›n hepsinin, kendilerine özgü realitelerini sa¤layabilen
hususlar.
‹flte bu üç ana kadroya ba¤l› olarak, ruhlar›n kâinattaki tekâmüllerine
ait icaplar› bütün ayr›nt›lar›yla yerine getiren, say›s›z organizasyonlar
ve bu organizasyonlar›n hiyerarflik tertiplerle birbirine
ba¤lanmas›ndan meydana gelen büyük organizasyon sistemleri
mevcuttur. Bunlar›n hepsi, kâinatta görülecek say›s›z ifllerde
vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren Ünite’ye kadar vazifelendirilmifl
veya vazifelenmifl varl›klardan oluflmufltur ki; bu vazifeli
varl›klar, kendi organizasyonlar› içinde, Ünite’den gelen, yukar›-
da sayd›¤›m›z üç genel ve koordine vazife kadrosunun prensipleri
ve direktifleri alt›nda, k›l kadar flaflmadan vazifelerini görürler. Bu
vazifeler, çeflitli âlemlere ait say›s›z ifllerdir. Meselâ Dünya’ya özgü
zaman istasyonlar›, kaba hareketsel faaliyetlerini idare eden istasyonlar,
bireysel ve küçük grup tekâmül plânlar›n› idare eden istasyonlar,
nihayet, gittikçe büyüyen, kapsamlar› geniflleyen ve genifl
çaplardaki kitlelerin genel tekâmül hamlelerini, plânlar›n› ve onlarla
ilgili madde ink›lâplar›n› sevk ve idare eden, yürüten istasyonlar
gibi say›s›z ve birbirine ba¤l› organizasyonlar›n gördü¤ü vazifeler
vard›r. Bugünkü dünyan›n büyük ink›lâp faaliyetlerinde vazifelenmifl,
yüksek vazife plân›ndan büyük bir organizasyonun dünya ink›lâb›na
ait iflleri aras›ndaki, bu kitab›n meydana getirilmesi yolundaki
faaliyetler de, bu vazifeler aras›ndad›r. ‹flte böylece, gittikçe
kapsam kazanan kâinat ifllerinde vazifelenmifl varl›klar, bir organizasyonlar
sistemi, bir koordinasyon ve iflbirli¤i prensibi, bir hiyerarfli
nizam› içinde, vazifeyle oranl› olarak, vazifenin liyakatine uygun
durumlar al›rlar. Bu yürüyüfl, böylece ilerleyerek, nizam, ter-
241
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tip ve ahenk içinde, kâinat›m›zdaki ifadesiyle sezilebilen “tekâmül”ün
gerçekleflti¤i Ünite’ye do¤ru ak›p gider.
*
* *
Organizasyon sistemlerinin vazife plân›ndan itibaren kuruldu¤unu
bildirmifltik. Yine, ilk organizasyonun da vazife plân›n›n
ilk kademelerinde bafllad›¤›n› söylemifltik. fiimdi organizasyonlar›n
ilk kuruluflu hakk›nda da, gerekli olan bilgiyi vermek gerekiyor.
‹nsanlar›n, dünyay› bitirince do¤rudan do¤ruya vazife plân›na
geçemeyeceklerinden ve yar› süptil bir arasat âlemde bir süre kalacaklar›ndan
daha önce söz edilmiflti. Çünkü insanlar›n, vazife plân›na
geçmeden önce dünyada iken, dünyan›n meselâ bugünkü
flartlar›n›n icaplar›na göre henüz tamamlayamad›klar› bâz› taraflar›n›
düzenlemeleri gerekmektedir ki; bu da, onlar›n ancak bu yar›
süptil âlemde bir süre yaflamalar›yla mümkün olacakt›r.
Yar› süptil âleme gelince, orada bütün dünya flartlar› ve realiteleri
sona ermifl; ancak, oran›n, vazifeye haz›rlay›c› ve insanlar›n
eksik taraflar›n› tamamlay›c› yeni durumlar› bafllam›flt›r. Bu
eksik kalan taraf da, insanlar›n dünyada iken sezip de tan›yamad›klar›,
sevginin orada ortaya ç›kacak olan hakikî yüzüdür. Oras›,
bir sevgi plân›d›r.
Bu plânda, vazife plân›ndaki vazife idraki henüz bafllamam›flt›r
ama, mahiyetlerini insanlar›n bilemedikleri, oradaki sevginin tatbikatlar›
ve yükümlülükleri içinde, vazife idraki liyakatlerini yavafl
yavafl oluflturucu unsurlar vard›r. Tabiî ki, bu haz›rl›klar, orada,
art›k basit zaman idraki üstündeki idrakî zaman tekni¤ine tâbidirler.
‹flte yar› süptile intikal eden varl›klar, orada bir süre geçirdikten
ve yeterli derecede tatbikatlar›n› yapt›ktan sonra, yavafl yavafl, üçer
befler gruplar hâlinde, vazife plân›n›n icaplar›na ait ilk tatbikatlar›
yapmaya bafllarlar. Bu gruplaflmalardaki irtibatlara ait, dünya insanlar›n›n
sezebilece¤i tek nokta, sevginin vazifeye do¤ru kayan çeflitli
varyetelerinin bulunaca¤› kavram›d›r. Fakat ne bu sevgiyi, ne de
onun varyetelerini dünyadaki insanlar as›l mânâs›yla anlayamazlar.
242
BEDR‹ RUHSELMAN
‹flte kurulmufl küçük gruplar›yla, vazife plân›na giriflin son haz›rl›k
tatbikatlar›n› yapan varl›klar, bu tatbikatlar› s›ras›nda sessizce,
belirsizce ve son derece tatl› bir ak›flla vazife plân›n›n ilk
kademelerine kayarak geçerler ve derhal vazife plân›n›n ilk kademelerine
ait ifllerle vazifelenirler. Bunlar hep, o küçük topluluklar›n›
orada –yukar›da uzun uzad›ya aç›klad›¤›m›z intibak mekanizmas›
sayesinde– koruyarak tek bir birey hâlinde çal›flan, vazife
plân›n›n art›k vazifeli varl›klar› olurlar. Orada dünyada oldu¤u
gibi ölerek, yeniden do¤arak intikaller olmad›¤› için, bu geçifl, dedi¤imiz
gibi, uyan›k ve çok tatl› izlenimlerle vuku bulur. Yar› süptil
âlemde ölüm yoktur. Çünkü oradaki maddelerin inceli¤i, böyle
fliddetli transformasyonlara lüzum ve ihtiyaç hissettirmez. Bu hâller
ancak, dünyam›za ait olan, kaba maddeler âleminde geçerli
zorunluluklard›r.
*
* *
Vazife plân›nda teklik, yâni bir tek birey hâlinde faaliyet sözkonusu
de¤ildir. Orada ancak gruplar çal›fl›r. Fakat her bir grup,
bir tek birey olarak kabul edilir. Yâni, o grubun her bireyi grubun
kendisidir, grup da bir tek bireydir. Dolay›s›yla, vazife plân›ndaki
vazifeli bir varl›¤›n, meselâ filan iflte vazifelenmesi demek, o vazifelinin
tâbi oldu¤u grup bütününün o iflte vazifelenmesi demektir.
Çünkü o gruptaki idraklerin hepsi, bir tek idrak hâlinde, o vazife
üzerinde toplanm›fl bulunur. Dolay›s›yla, burada ayr› ayr›
kimlikler sözkonusu olmaz. ‹flte vazife plân›ndaki kolektifli¤in
dünyada bilinmeyen ve tatbiki mümkün olmayan karakterlerinden
biri de budur. Meselâ ender vakalarda büyük bir vazifeyle
dünyaya gelmifl, dünya çap›nda bir hareket yaratmak vazifesini
üzerine alm›fl bir tek bedenli vazifeli varl›k, dünyada iken, plân›ndan
ayr›lm›flt›r ve tektir. Fakat onu destekleyen; plân›na mensup
tek bir varl›k de¤il, bütün, o varl›¤›n tâbi oldu¤u organizasyonun
vahdet hâlindeki organlar›d›r.
*
* *
243
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Vazife plân› icaplara intibaklar plân›d›r, demifltik. fiu hâlde,
icaplara intibak eden idraklerin de, ayn› zamanda birbirleri ile intibak
hâline girerek vahdet oluflturmalar› zarurî olur. Böylece, vazife
plân›na geçmifl bir vazife grubu veya üç befl kifliden oluflmufl
bir tek organizma, tam bir iflbirli¤i içinde, ilk vazifesini yapmaya
bafllar. Bu ilk vazife, vazife plân›n›n en alt kademelerine ait ifllerdir.
Çünkü bu kademelerden itibaren vahdet yolu boyunca gayeye
ulaflmak, yâni aslî icaplar›n bütününe uyabilmek ve ahenge
bütünüyle kar›flabilmek için geçilecek daha sonsuz aflama vard›r.
Ünite ile bu ilk vazife kademeleri aras›nda say›s›z faaliyetler, ifller,
vazifeler ve durumlar mevcuttur.
Fakat vazife plân›n›n bu ilk ve nispeten en basit kademelerinde
bile, dünya ölçüsüyle çok büyük ifller ve vazifeler bulunur. Meselâ
bunlar, dünyadaki bir insan›n tekâmülüyle vazifelenirler; klâsik
spiritlerin, okültistlerin ve mistik ekollerin hâmi ruhlar, koruyucu
melekler, yard›mc›lar, metrler gibi adlar verdikleri, az çok küçük
ve büyük gruplar›n faaliyetlerini destekleyen vazifelilerin bir k›sm›,
genellikle vazife plân›n›n bu kademelerine ait varl›klard›r.
Bunlar ayn› zamanda, kendilerinden daha üstün organizasyonlar
taraf›ndan –hattâ yar› idrakli olarak– daha büyük di¤er ifllerde de
kullan›l›rlar.
*
* *
Vazife plân›n›n ilk kademesine “A” diyelim! Buradaki vazife
gruplar› çal›fl›rken, tabiî ki, daima üstten gelen tesirlerin kontrolü
ve hattâ direktifi alt›ndad›rlar. Esasen, Ünite’ye kadar bütün vazife
plânlar›n›n kademelerinde, bu hâl, geçerlidir ve zarurîdir.
Daha önce vermifl oldu¤umuz Ünite’den inen ›fl›k konisi sembolü,
bu zarureti, daima, aç›klar.
“A” plân›ndaki bir vazife grubu, bir üstte bulunan “B” plân›ndaki
üst bir vazife grubunun gözetimi alt›nda çal›fl›rken, üstteki
“B” grubuna “organizatör”, “A” plân›ndaki gruba da “organ”
deriz. Böylece, “A” kademesindeki gruplar, idrakî zaman
tekni¤iyle vazifeler görerek aslî zaman ak›fl›nda h›zla mesafe al›r-
244
BEDR‹ RUHSELMAN
lar ve bu faaliyetleri sayesinde intibak sahalar›n› geniflletirler. Bu
s›rada onlar›n iflleri, vazifeleri ve yükümlülükleri de o oranda artar
ve kapsam kazan›r. Böylece bir üste, yâni “B” plân›na intikal
ederler. Art›k kolayca anlafl›l›r ki, bu gruplar›n “B” plân›na intikali
demek, intibak sahalar›n›n bir o kadar genifllemifl bulunmas›
demektir. Yâni, “B” kademesine geçerken bu gruplar›n idraklerinin
di¤er bâz› gruplar›nkilerle de birleflmeleri sonucunda, bireyleri
ço¤alan, dolay›s›yla idrakleri artan daha büyük gruplar meydana
gelir ve tabiî ki, idrakler de, o oranda genifller. Bu flu demektir
ki; alt kademelerden üst kademelere yükseldikçe, üst kademelerde
gruplar›n adetleri azalmakta, bireyleri ço¤almaktad›r. Ve di-
¤er grup bireylerinin idraklerinin kat›l›m›yla, birleflen gruptaki
idrak düzeyi h›zla kapsam kazanmaktad›r ki, bu da intibaklar zaruretinin
do¤al bir sonucudur. ‹ntibak sahalar› geniflledikçe gruplar
birleflir ve gruplar›n adedi azal›r. Bu hâl, Ünite’ye kadar böyle
devam eder; üst kademelerde, gittikçe çok genifl organizasyonlar
içinde birleflen, önceki plânlar›n nispeten küçük organizasyonlar›,
Ünite’ye geldikleri zaman bir tek organizasyon hâlinde toplanm›fl
bulunurlar. Bütün idrakler burada bir tek idrak hâline girer. O
muazzam idrak, hiçbir insan›n, hattâ sezgisine bile varamayaca¤›
bir kudret olur. Art›k ona ne bir organizasyon, ne bir plân denemez.
O, bir tek olarak, kâinata ait kudretin taml›¤› içinde ve kâinat›n
bütün imkânlar›yla, icaplar›yla, idrakleriyle ve bütünüyle,
her fleydir. ‹flte bunu, ancak Ünite dedi¤imiz bir vahdet idraki ile
ifade ediyoruz.
*
* *
Daha önce iflaretledi¤imiz bir noktay›, burada, son olarak tekrar
belirtece¤iz: Yukar›ki ifadelerle, dünyada sözü edilen bir vahdet-i
vücut teorisinin kastedildi¤i düflünülmemelidir. Burada söylenenler
yaln›z madde kâinat›na ait icaplar ve hakikatlerdir.
Madde kâinat›n›n da ancak bir vâs›tadan ibaret oldu¤u, kitapta
tekrar tekrar ifade edilmifltir. Bu vâs›tan›n gayesi, ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n
kâinat›m›za ait, tekâmül diyebilece¤imiz k›sm›n›n gerçekleflmesidir
ki; bu da Ünite’yle ifade edilir. fiu hâlde, yukar›ki
245
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sat›rlarda verilmifl olan bilgiler, yaln›z kâinat›m›zda olup biten
fleylere aittir. Onun ötesinde, daha sonsuz ihtiyaçlar ve “sonsuzluk”
sözcü¤ünün dahi ifade etmekten çok uzak bulundu¤u hakikatler
ve eriflilmezlikler vard›r ki; bunlara kâinat›n gücü yetmez
ve kâinat idraki ulaflamaz.
Esasen kitab›n ilk k›s›mlar›nda da aç›kça ifade edildi¤i gibi, bütün
bu kâinat olaylar›n›n ve kâinat oluflumlar›n›n gayesi; ruhlar
dedi¤imiz ve mahiyetini aslâ bilmedi¤imiz hakikatlerin, kâinat›-
m›za ait olarak tekâmül fleklinde kabul edilen ve ihtiyaç kavram›yla
sembollefltirilen durumlar›n›n gerçekleflmesidir. ‹flte tam idrakine
varamad›¤›m›z Ünite, bu gerçekleflmenin ifadesidir. Kâinat
içinde, her fley oradan gelir; kâinat oradan idare edilir. Kâinat›n
her zerresi hâline girerek, onu yürüten, var eden küllî ›fl›k
huzmeleri, oradan f›flk›r›r.
*
* *
Özetle, Ünite, varl›klar›n kavrayamayacaklar› ve ancak oraya
girdikten sonra kavuflabilecekleri, kâinat›n küllî bir idrak, icap ve
imkân vahdetidir. ‹nsanlara bundan daha ilerisini söylemek imkâns›z
ve gereksizdir.
246
MADDE ‹LE SEN,
HER fiEYLE H‹Ç OLAN
VE BU HER fiEY‹N AHENG‹NE UYAB‹LEN SEN,
O AHENKTEN OLACA⁄IN ÂNI ÖZLE!
247
248
Dünya, Günefl Sistemi içinde bir organd›r. Onun da di¤er bütün
organlar gibi, belirli hayat devreleri, inkiflaf safhalar›,
ink›lâplar›, etraftan ve yukar›lardan ald›¤› say›s›z tesirlerle bozulan
ve tekrar kurulan denge durumlar› vard›r. ‹flte Dünya’n›n
flimdiye kadar geçirmifl oldu¤u say›s›z ink›lâplardan sonuncusuna,
yâni önümüzdeki ink›lâba iliflkin, burada yapaca¤›m›z aç›klamalar
kitab›n sonundaki bilgilerin anlafl›lmas›n› kolaylaflt›racakt›r.
*
* *
Bundan yaklafl›k yetmifl bin y›l önce, dünyada, belli bafll› iki
büyük k›ta vard›. Bunlardan biri, flimdiki Pasifik Okyanusu’nun
bulundu¤u sahay› dolduruyordu. Bu, kuzey taraf› genifl, güney
taraf› sivri, büyük bir kara parças› idi. ‹nsanlar buna Mu k›tas›
derler. Di¤eri ise Atlantik Okyanusu’nun bulundu¤u yeri kaplayan
büyük bir k›ta idi. Bu iki büyük k›ta aras›n› dolduran bir sürü
adalar, tak›madalar, flimdiki Himalayalar’›n bulundu¤u yere denk
gelen kara parçalar› ve bunlardan baflka, bâz› küçük k›talar vard›.
O zamanki dünyan›n manzaras›, bu idi. Demek ki o zaman, bugünkü
co¤rafî durum yerine, baflka bir dünya yüzey oluflumu
mevcuttu.
*
* *
Bu k›talar üzerinde bugünkü dünya insanlar›na nazaran çok
daha ileri ve medenî insanlar yafl›yordu. Onlar›n dünya bilimlerine
ait bilgi ve teknik kudretleri, bugünkü dünya insanlar›n›nkinin
çok üstünde idi. Meselâ, onlar bugünkü dünyada yeni yeni keflfedilen
radyoaktif maddeleri, radyolar›, televizyonlar›, elektronik
cihazlar› ve bunlara benzer teknik araçlar›, bugünkü dünya in-
249
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sanlar›n›nkine oranla, dünyalar›n›n bat›fl›ndan çok daha önce
keflfetmifller ve hattâ atom enerjisini kendi ink›lâplar›ndan bin y›l
önce bulup kullanmaya bafllam›fllard›.
Gerçi onlar›n da çok medenî ve ileri bu topluluklar› yan›nda,
nispeten basit ve hattâ vahfli kabileleri vard› ama, o vahfli insanlar
dahi, bugünkü dünyada bulunan vahflilere nazaran daha mütekâmil
durumda idi. Özetle, geçen son dünyadaki insanlar, her
sahada bugünkülerden üstün bir medeniyet sahibi idiler.
*
* *
Dünyadaki inkiflaf›n zirvesine ulaflan insanlar›n bu hâli, kendilerinde
öyle bir gurur ve her fleye kaadir olabildikleri iddias› gibi
öyle afl›r› bir durum yaratm›fl idi ki; bu durum, onlar› hidrojen
âleminin kaba maddeleri içine daha çok gömmek suretiyle, dünyan›n
do¤al flartlar›n› ola¤an d›fl› yollardan bozma e¤ilimindeki
birtak›m hareketlere sevk etti. Yine, bunun sonucu olarak, lükse,
zenginli¤e, konfora, maddeperestli¤e, bencilli¤e, her türlü ihtirasa
kap›ld›lar, hidrojen atomunun kaba kombinezonlar› içine gömüldüler
ve bütün mutluluklar›n› bu kombinezonlardan beklediler
ki; bu da, son haddine gelmifl maddî ilerleme ve inkiflaflar›n
varl›klarda do¤urdu¤u bir son ç›rp›n›flt›, bir tür soysuzlaflma idi.
Bu soysuzlaflma, çok do¤ald›r ve vuku bulacak her büyük ink›lâb›n
öncüsüdür.
*
* *
Bir çevrede, inkiflaf, genel olarak yürür: O çevreyi oluflturan
–en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar– bütün varl›klar, kendi derecelerine
göre inkiflaf eder ve yükselirler. Meselâ, insanlar dünyan›n
en mütekâmil varl›klar› hâline gelirken, dünya plânlar› dahilinde
yaflayan di¤er varl›klar›n her biri de, inkiflaf imkânlar›n›n
üst kademelerine do¤ru ilerler.
Bunun en aç›k örne¤ini kanserler oluflturur:
O zamanki dünyan›n son devirlerine do¤ru, nedeni insanlarca
meçhul birtak›m hastal›klar baflgöstermiflti. Bunlardan biri de
250
BEDR‹ RUHSELMAN
kanserdi. ‹nsanlar aras›nda kanser vakalar›n›n ço¤almas›, biraz
önce söz etti¤imiz nedene ba¤l›, hücrelerde tezahür eden bir soysuzlaflmad›r.
‹nsan bedenlerinde bulunan hücrelerin, organlar›n her biri, nispeten
ilkel varl›klar›n birer maddî hayat sahas›d›r. Onlar, inkiflaflar›n›,
bu madde sahalar›nda ve o sahalar›n kendilerine vermifl oldu¤u
imkânlar dahilinde yapmaktad›rlar. Zamanla inkiflaf eden bu
basit varl›klar, bir ân gelir ki, daha ileri gidebilmek için muhtaç
olduklar› fleyleri, içinde bulunduklar› maddelerden sa¤layamazlar.
Yâni, bu madde imkânlar› ve flartlar› onlar›n ileri hamleleri kazanmalar›na
müsaade etmeyecek kadar k›s›rlafl›r. Oysa varl›klar›n inkiflaf
hamleleri durmaz. Ve hiçbir s›n›r tan›madan daima ileri do¤ru
at›lmak ister. Bu durum, imkânlar› bol olan ortamlarda normal
yürüyüfller hâlinde görünürken, böyle imkânlar› k›s›rlaflm›fl ve varl›klar›n
daha genifl ve ileri hamlelerine yetecek sahalar› kalmam›fl
madde ortamlar›nda, onlar›n, ç›rp›n›fllar›n›n, huzursuzluklar›n›n,
teflevvüfllerinin eflli¤indeki anormal, ola¤an d›fl› ve soysuzca görünen
birtak›m hareketlerine neden olur. ‹flte Mu dünyas›n›n bat›fl›
öncesine rastlayan zamanlarda kanser hâline girmifl madde ortamlar›n›,
yâni hücreleri idare eden varl›klar›n durumlar› da, böyle
olmufltu. Beden organizmas› içinde bulunan bu varl›klar›n, kendi
paylar›na ait maddî inkiflaf ortamlar›, daha ileri gidebilmelerine
yol vermez hâle gelmiflti. Meselâ, bedeni oluflturan bir deri hücresinin,
sonuçta, o bedende kendisine tahsis edilmifl, belirli bir
fonksiyon sahas› vard›r. Bu hücrenin onun üstüne ç›kmas›na bedenin
somatik durumu müsait de¤ildir. Böyle bir ç›k›fl, bedenin
ahengine uymaz. O hücreyi kendisine bir inkiflaf ortam› yapm›fl
olan basit varl›k, ilk zamanlar›nda fonksiyonunu mükemmelen yaparken,
muhtaç oldu¤u inkiflaf›n› sa¤layabiliyordu. Fakat bir ân
geldi ki o, bu inkiflaf devresini bitirdi. Daha üst inkiflaf ortamlar›na
haz›rlanmak ihtiyac›n› duymaya bafllad›. O hücrenin içinde
bulundu¤u ola¤an biyolojik flart ve imkânlar, bu ileri faaliyet
ihtiyaçlar›na cevap verecek durumda de¤ildiler. Dolay›s›yla, hücre
varl›¤›, bedenine s›¤amaz oldu. ‹flte bu durumun sonucu olarak,
daha önce normal bir deri hücresini ola¤an yollarda usulüyle kul-
251
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lanan o basit varl›k, flimdi, bedenin nizam› ve ahengi d›fl›na do¤ru
yön alm›fl hâlde ç›rp›nmaya bafllad›. Bu ç›rp›n›fl, o hücrenin, deri
toplulu¤u içinde, o toplulu¤a uymayan birtak›m hâl ve durumlar›na
neden oldu ki; bu da, tabiat›yla onun inkiflaf›nda “kanserleflme”
denilen bir teflevvüfl hâlini meydana getirdi. Kuflkusuz, deri
hücresinin bu kanserleflmifl ve deri organizmas› dahilindeki
ahenk ve nizam d›fl› faaliyetlere yönelmifl hâli, art›k bir inkiflaf
safhas›n› bitirip daha üst safhaya geçmek için ç›rp›nan, fakat
bulundu¤u flartlar içinde buna imkân bulamayan bir varl›¤›n son
ç›rp›n›fl hamlelerinden baflka bir fley de¤ildir.
Burada ma¤dur olmufl gibi görünen beden organizmas›na gelince:
O da, asl›nda hiçbir fley kaybetmemekte ve baflka varl›klar›n
tekâmüllerine zemin haz›rlamak hususunda yüklenmifl oldu¤u
otomatik bir yard›m› ve hizmeti yapmaktad›r. Bu vazifesini yapmakla,
o da, kader mekanizmas› muvacehesinde, daha üst bir kader
tezahürü olan mekâna ait liyakatleri kazanacak ve üst plâna
geçebilmenin genifl imkânlar›ndan böylece yararlanm›fl bulunacakt›r
ki; bu da, onun ileri bir aflamaya atlamas›, inkiflaf etmesi
demektir. Dolay›s›yla, ortada ma¤dur olan kimse ve gaddarl›k diye
bir fley yoktur. Yüz kiflilik bir mâflerî plân›n her bireyinin o yüz
kifli için çal›flarak kendi tekâmülünü sa¤lamakta oldu¤unu, daha
önce söylemifltik. En küçü¤ünden en büyü¤üne kadar herkes, birbirine
dayanarak, birbirinden bir fleyler al›p vererek, daima ileriye
do¤ru hamleler kazanmakta ve yükselmektedir. Bu yükselifle yönelik
olan hareketlerin hiçbirinde, hiçbir varl›k için; gaddarl›k, ceza,
mükâfat, zulüm, felâket diye bir fley mevcut de¤ildir. Her fley,
kader mekanizmas›n›n ölçüsüyle kazan›lm›fl liyakatlerin ve bu
yolda gösterilmifl cehitlerin sonucudur.
*
* *
Böylece, önceki dünya devrinin son zamanlar›nda, varl›klar,
bulunduklar› madde ortamlar› içinde, inkiflaflar›n›n son s›n›rlar›na
yaklaflm›fl veya gelmifl durumda idiler. Bu hâl, insanlar›n ve
di¤er yüksek, dünya varl›klar›n›n bedenlerini oluflturan hücrelerden,
bitkilere, hayvanlara ve insanlara kadar, her kademedeki
252
BEDR‹ RUHSELMAN
madde ortamlar›nda tekâmül eden varl›klar için, böyleydi. Bu nedenden
dolay› kanser hastal›klar› ço¤alm›flt›. Ve yine bu nedenden
dolay›d›r ki, insanlar, kaplar›na s›¤amaz oldular ve ileri hamlelerine
art›k cevap veremeyecek duruma gelmifl olan madde flartlar›n›n
d›fl›na ç›kmak ihtiyac›yla k›vranmaya bafllad›lar. Fakat
dünya maddesi flartlar›n›n ötelerine taflan yüksek ihtiyaçlar›n› giderebilmek
için, faaliyetlerini o madde d›fl› flartlara yöneltmeleri
gerekirken (bu flartlar›n neler oldu¤u daha önce aç›klanm›flt›), insanlar
bunu yapamad›lar ve bu ihtiyaçlar›n›, yine, içinde yaflamakta
bulunduklar› kaba hidrojen atomu dünyas› flartlar›nda aramaya
kalk›flt›lar. Arad›klar› mutlulu¤u orada bulamay›nca, o
maddelerin içine daha çok gömülerek, kendilerini orada avutmak
için ç›rp›n›p durdular. ‹flte bu hâl, insanlar›n bir yozlaflmas›, bir
kanserleflmesi manzaras›n› meydana getirdi ki; bu da, her ink›lâb›n,
her tekâmül devresi bafllang›c›n›n genellikle görülen bir icab›
ve do¤al karakteristi¤idir. Bunu daha aç›k aç›klamak için bir örnek
veriyoruz: Milyonlar› hayal eden ve bütün mutlulu¤unu bu
milyonlardan bekleyen, meteliksiz bir insan tasavvur edilsin! Ve
8–10 y›l sonra bu insan milyonlara sahip olsun! Vaktiyle, ancak
parayla gelece¤ine inand›¤› mutlulu¤un, flimdiki zenginli¤ine ra¤men
yine gelmedi¤ini görünce bu insan ne yapacakt›r? Bekledi¤i ve
umdu¤u mutlulu¤un parayla gelmedi¤ini görünce, bunun hüsran›-
n› paralar› içine daha çok gömülmekle unutmaya çal›flacak ve bu
da, onun teflevvüfllerine neden olacakt›r. Oysa o, art›k bu mutlulu¤un
parayla gelmeyece¤ini anlayacak ve onu baflka yerlerde arayacakt›.
O, bunu yapmad›. Arad›¤› mutlulu¤u bulamay›nca ve ondan
büsbütün uzaklaflt›¤›n› görünce daha çok mutsuzlu¤a düfltü.
Özetle, dünya maddesinin son imkânlar›n› da kullanarak devrelerini
bitirmifl, geçen dünya devri insanlar›, varl›klar›n›n daha
ileri inkiflaf hamlelerine imkân veremeyecek hâle gelmifl olan
dünya maddelerinden üstün sonuçlar beklemenin âdeta mermerden
ya¤ ç›karmaya çal›flmak demek oldu¤unu bir türlü düflünmek
istemediler ve bütün çabalamalar›na ra¤men, arad›klar› mutlulu¤u
maddelerde bulamad›lar, ileri hamle ihtiyaçlar›n› giderici,
253
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
kendilerini ferahlat›c› hiçbir sonuca ulaflamad›lar. Bu hâl, onlar›
büsbütün flafl›rtt›, çözülmez teflevvüfllere düflürdü, huysuzlaflt›rd›
ve madde içindeki durumlar›n› soysuzlaflt›rd›. Öz varl›klar›n›n,
mahiyetini bilmedikleri, bulamad›klar› öz ihtiyaçlar›n› gidermek
gayretiyle ve iste¤iyle, insanlar, yanl›fl bir yola sapt›lar, dünya
maddeleri içine sapland›lar. Bu hâlin sonucu olarak, kendilerinde
ortaya ç›kan mânâs›z bir gurur, sonuçsuz iddiakârl›klar, her
giriflimin sonuçsuz kalmas› fleklinde görünen baflar›s›zl›klar; kendilerinde
flaflk›nl›klar, hayal k›r›kl›klar› yaratt› ve kendilerini bizzat
kendileri için dahi anlafl›lmaz bir muamma hâline koydu. O
zaman insanlar, ne yapacaklar›n› idrak etmeksizin, bofl yere oraya
buraya sald›ran, huzursuz varl›klar hâline girdi. Bu gibi durumlarda
insanlar›n düfltü¤ü böyle teflevvüfl hâllerinin küçük örneklerini
gösteren say›s›z günlük misaller içinde, hat›rlataca¤›m›z
flu küçük gözlem, bu hususta basit bir fikir vermeye yeterlidir:
Birkaç gün önce sapan›yla kufl avlamaktan zevk duyan bir çocuk,
yolda giderken rastlad›¤›, kendi kendine ölmüfl bir kufl cesedi karfl›s›nda
›st›rap duyarak, onu uzun uzad›ya gömmeye kalk›fl›r. Fakat
aradan iki gün geçtikten sonra, bu ›st›rab›, elindeki sapanla
di¤er kufllar› öldürmesine mâni olamaz. Bu küçük örne¤in kapsam›n›
insanlar aras›nda geniflletmek ve böylece insanl›¤›n içinde
bulundu¤u flaflk›nl›k hâlleri hakk›nda pek genifl gözlem imkânlar›
elde etmek mümkündür.
‹flte bütün bu hâller, bir ink›lâb›n efli¤inde olman›n ifadesi idi.
Çünkü art›k yüksek ihtiyaçlar›n› duymufl, o ihtiyaçlar içinde ç›rp›nmaya
bafllam›fl varl›klar›n, elbette kader mekanizmas›nda ölçülüp
biçilmifl ve takdir edilmifl liyakatlerinin bir karfl›l›¤› olacakt›
ki; bu da, onlar›n lây›k olduklar› daha yüksek mekânlara ulaflabilmelerini
sa¤layacak büyük bir dünya ink›lâb›yd› ve bu yüzden
dünya, büyük bir ink›lâb›n efli¤ine gelmifl bulunuyordu.
*
* *
‹nsanlar›n bu ç›rp›n›fllar› da kanser hücresi varl›¤› hakk›nda
söyledi¤imiz gibi, mânâs›z de¤ildi. Buradaki mânâ, öz varl›¤›n ar-
254
BEDR‹ RUHSELMAN
t›k kab›na s›¤mad›¤›n› ve daha yüksek inkiflaflara, hamlelere, sonuçlara
ve kazançlara ulaflmak ihtiyac›n› duymaya bafllad›¤›n› ifade
etmekteydi.
Kader mekanizmas› karfl›s›nda; hiçbir liyakat gözden kaçmaz,
ileri hamlelere yönelik ve aslî icaplara uygun hiçbir isteyifl geri
döndürülmez, hiçbir ç›rp›n›fl ve hiçbir cehit bofla gitmez, özellikle
öz varl›¤›n hiçbir ihtiyac› giderilmeden b›rak›lmaz. Bütün bunlar,
kader mekanizmas›nda k›l› k›l›na ölçülür, biçilir, hesaplan›r
ve bu ihtiyaçlara en uygun gelen yeni imkân sahalar›ndan, yâni
inkiflaf ortamlar›ndan –daha önce aç›klad›¤›m›z tarzda– aslî zaman
ölçüleriyle mekânlaflt›r›lm›fl tezahürler meydana gelir, yâni
mukadderat meydana ç›kar. ‹flte geçmifl dünya devrinin art›k olgunlaflm›fl
ve dünya maddelerinden yararlanamaz duruma gelmifl
insanlar› da, böyle, yüksek kaderlerini, ileri ihtiyaçlar›n› karfl›layacak
yüksek mekânlar›, yüksek âlemleri beklemekte idiler. Henüz
bu dereceye gelmemifl olanlar ise, kendi basit durumlar›na ve
ihtiyaçlar›na yetecek ortamlar› ar›yorlard›. Dolay›s›yla, bütün bu
ihtiyaçlar›n gerçekleflmesi için, dünyan›n de¤iflmesi ve bunun sonucunda
da yeni ihtiyaçlar› karfl›layacak yeni mekânlar›n, yâni
yeni kaderlerin ortaya ç›kmas› icap ediyordu. Esasen birbirinden
büyük farklarla ayr›lm›fl bu iki gruptaki ihtiyaç sahibi insanlar›n
ayn› ortamda bulunmas› da uygun olmazd›.
*
* *
‹flte bu yüksek inkiflaf icaplar›n›n sonucu olarak, dünya bir ink›-
lâb›n, bir intikal gününün gerçekleflmesine haz›rlan›yordu. Dünyan›n
bu ink›lâb›, her devrede oldu¤u gibi, dengesinin önce bozulmas›,
sonra da yeniden kurulmas› fleklinde olacakt›. Bu denge bozuluflunun
ilk alâmetlerinden olarak, Mu k›tas›n›n oras›nda buras›nda
insan gücünün önleyemeyece¤i yer yer sars›nt›lar, yer yar›lmalar›,
volkan püskürmeleri görülmeye bafllad›. Bu hâller gittikçe
artarak, fliddetlenerek ve s›klaflarak 80–100 y›l kadar sürdü.
Art›k mukadder olan intikal günü yaklafl›yor, insanlar lây›k olduklar›
kaderlerine kofluyordu. ‹nsanlar›n büyük bir k›sm›, liya-
255
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
katlerini yüksek mekânlarda haz›rlam›fllard›. Ve oraya gideceklerdi.
Buna henüz haz›rlanamadan intikal ân›na girecek olanlar ise,
ink›lâp devri kapand›ktan sonra yine dünyada kalacaklar; yeniden,
liyakatlerini kazan›ncaya kadar az veya çok uzun bir süre s›-
ras›nda, bu dünyada, geri kalan taraflar›n› yetifltirmek için yaflayacaklard›.
Art›k ihtiyaçlar› bak›m›ndan bir arada yaflamas› mümkün
olmayan bu iki s›n›f insan kalabal›¤›, birbirinden ayr› yollarda ve
mekânlarda inkiflaflar›na devam etmek üzere, bir çatal a¤z›na yaklafl›yordu.
Zarurî ve mukadder olan intikal günü gelip çatt›ktan
sonra, art›k onu hiçbir güç durduramayacakt›. O zaman her fley bir
emrivâki olacak, liyakatlerin ölçüsü meydana ç›kacak, varl›klar›n
kader mekanizmas› ve aslî zaman muvacehesindeki kazan›mlar›n›n
sonuçlar› gerçekleflecekti. Nihayet intikal günü geldi.
*
* *
Herkes iflinde gücünde çal›fl›rken, bir gün, bütün k›talarda birden,
yâni dünyan›n her taraf›nda yerler oynamaya bafllad›. Bu
sallan›fl›n daha bafllang›çlar›nda iken muazzam binalar›n, muhteflem
tap›naklar›n, süslü saraylar›n ço¤u y›k›ld› ve büyük flehirlerin
ço¤u harap oldu. Birçok insan y›k›lan binalar›n alt›nda
kald› ve öldü.
K›talar allak bullak oldu. Denizler karalara hücum etti. Yerler
çatlad›. Korku ve dehflet içinde kaç›flan insanlar, kitleler hâlinde
öldüler. Bu hengâme* üç gün devam etti, üçüncü günü iki k›ta
birden yerin dibine gömüldü ve böylece, dünyan›n iki muazzam
k›tas›ndan biri Pasifik Okyanusu’nun, di¤eri Atlantik Okyanusu’-
nun dibinde kaybolup gitti. Dünyan›n çehresi, tümüyle de¤iflerek
bugünkü co¤rafî durumunu ald›.
*
* *
Mu devri kapand›ktan sonra dünya ilkelleflti ve vahflileflti.
Dünyada kalan insanlar iki etkinin alt›nda basitlefltiler: Bunlardan
biri, büyük y›k›m esnas›nda meydana gelen –kendileri için–
çok korkunç olaylard› ki, bunlar insanlar›n sinir sistemleri üze-
* “Hengâme” sözcü¤ü, “gürültü pat›rt› içindeki kargafla” anlam›na gelir.
256
BEDR‹ RUHSELMAN
rinde flok etkisi yapm›fl ve onlar› delirtmiflti. ‹kincisi, bundan daha
önemli ve kapsaml› idi. Bu da, bu iflteki büyük vazifelilerin
yüksek icaplara göre haz›rlad›¤› bir inkiflaf plân›n›n zorunlulu¤u
idi. Dünya yeni bir devreye bafllam›flt›. Bu devre, dünyan›n en
ilkel, amorfa en yak›n ve basit bir hâli idi. Bunun da böyle olmas›
gerekirdi. Çünkü insan alt› beden inkiflaflar›n› tamamlay›p ilk insanl›¤›n
inkiflaf kademelerine bafllamak üzere bekleflen say›s›z
varl›klar mevcuttu. Bunlar, en ilkel birer insan hâliyle dünyaya
inecekler ve inkiflaflar›na bafllayacaklard›. Hâlbuki dünya, böyle
bir ink›lâp geçirmeksizin ve yeni geleceklerin ihtiyaçlar›na uygun
olabilecek basit hâllere intikal etmeksizin, bu ilkel varl›klara bir
bar›nak, bir tekâmül zemini olamazd›. Meselâ onlar, bugünkü
gibi mütekâmil bir dünyaya gelselerdi, burada tekâmül etmek flöyle
dursun, yaflayamazlard› bile. Dolay›s›yla, onlar›n, muhtaç olduklar›
inkiflaflar› yapabilmeleri için, en basit maddelere ve bu
arada, en ilkel ana ve babalara gerek vard›. Akl› bafl›nda, az çok
fluurlu, idrakli insanlardan böyle bir sürü yamyam ve vahfli çocuk
do¤amazd› ve onlar›n aras›nda yaflay›p tekâmül edemezdi. Bu,
hem çocuklar için mümkün de¤ildi, hem de analar ve babalar
için. Bu çocuklar, basitlikleri, ilkellikleri, görgüsüzlük ve deneyimsizlikleriyle
dünya hayat›n›n insan kademesine ilk ad›mlar›n›
atm›fl varl›klard›. Dolay›s›yla, ilk insanl›k karakteri olan vahflet
devrinin bütün özelliklerinde yaflamak ve o devrenin bütün görgü
ve deneyimlerini geçirmek ihtiyac›yla dünyaya gelmifl bulunuyorlard›.
fiu hâlde, onlara vahfli maddeler, vahfli çevreler, vahfli bitkiler,
vahfli hayvanlar, vahfli analar ve babalar gerekiyordu. ‹flte kâinattaki
genel tekâmül ve inkiflaf mekanizmas›n›n mâflerî icaplar›-
na göre, dünyada kalanlar›n otomatikman üzerlerine yüklenecek
olan bu anal›k ve babal›k vazifelerini hakk›yla yapabilmeleri için,
onlar›n ilk kademelerdeki insanlar hâline inmeleri ve basitleflmeleri
icap etmekteydi. Dünya, bu basit ve ilkel devrinden itibaren,
çok uzun bir tekâmül yürüyüflüne tâbi olarak ve çeflitli inkiflaf
aflamalar›ndan geçerek, yetmifl bin y›l sonra bugünkü insanl›k
medeniyetine ve düzeyine ulaflabildi.
*
* *
257
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Geçmifl dünya devresinin kapanmas›na rastlayan, yukar›da bildirdi¤imiz
k›talar›n bat›fl›, din kitaplar›nda iki büyük sembolle
ifade edilmifltir: Bunlardan biri Nuh Tufan› sembolüdür, di¤eri
de k›yamet sembolüdür.
Tufan sembolüne göre, bütün yeryüzünü sular kaplar, Nuh’un
Gemisi’nde kal›p kurtulanlar d›fl›ndaki canl› yarat›klar›n hepsi suda
bo¤ulur. Ve sular çekildikten sonra dünyada hayat tekrar devam
eder. Bu sembolün tafl›d›¤› hakikî mânâ, dünyada bir devrenin
tümüyle kapan›p yeni bir insanl›k devresinin aç›lm›fl oldu¤unu
ifade eden mânâd›r.
K›yamet sembolüne gelince: Bu, tufan sembolünden daha kapsaml›d›r.
Burada, dünyan›n bir son günü gelecek, insanlar›n o
gün, sonlar› belli olacak, lây›k olanlar, yüksek mekânlara intikal
edecekler, henüz yetiflmemifl bulunanlar da ›st›rapl› yerlerde kalacaklard›r.
‹flte k›yamet sembolünün bu aç›k ifadesi, yukar›da anlatm›fl
oldu¤umuz dünya sonunun ta kendisidir.
Ancak, her din, insanlar› nefsaniyet düflkünlüklerinden kurtar›p
vazife sezgisine ulaflt›rmak gayesini tafl›maktad›r. Bu gayeye
ulaflmak için her din, insanlar›n anlayabilecekleri her vâs›tadan
yararlanm›fl ve buyruklar›n› ona göre tertiplemifltir.
Bu dünya devrinin din kademelerine eriflmifl olan insanlar,
daha önceki kademelerdekilere nazaran, çok ilerlemifl bulunmalar›na
ra¤men, henüz bugünkü anlay›fl ve görüfl düzeylerine ulaflamam›fllard›.
Bundan baflka, onlar›n öz varl›klar›nda, henüz yak›nl›¤›
dolay›s›yla, geçmifl y›k›ma ait korku izlenimleri fazlas›yla
bulunmakta idi. Onlar, olaylara bilgi ve idrak cephesinden ziyade,
his cephesinden bak›yor, onlardan o flekilde yararlan›yorlard›
ki; bu his cephesinin de bafll›ca unsuru –dedi¤imiz gibi– korku
idi. Hattâ bugünkü insanlar›n bile birço¤unda mevcut bu duygu,
o zamanlarda vicdanlara tam mânâs›yla hâkim durumda bulunuyordu.
‹flte dinler, insanlar›n inkiflaflar› için bu korku içgüdülerinden
yararlanm›fllar ve bununla, önemli bâz› tekâmül otomatizmalar›n›
258
BEDR‹ RUHSELMAN
kurmufllard›. Özetle, insanlar ilk zamanlarda, ancak bu korkular›n
etkisi alt›nda vazife bilgisi sezgisine ait haz›rl›klar› yapmaya
bafllam›fllar ve nihayet, bugünkü vazife sezgisi kudretine az çok
eriflebilmifllerdir.
Bu nedenle dinler, dünyan›n kapan›fl›na ait sembollerin bu
cephesinden, yâni his ve korku cephesinden yararlanarak, henüz
korku realitesinde yaflayan insanlara vazife sorumlulu¤unun otomatik
sezgisini verebilmek için, dünya bat›fl›n› ödül ve ceza mahiyeti
içinde gösteren Nuh Tufan› ve k›yamet sembolleriyle anlatmay›,
yararl› ve gerekli görmüfllerdir. Böylece bir taflla iki kufl vurulmufltur:
Bunlardan biri, büyük bir hakikatin insanlara hiç olmazsa
ilkel sezgisini vermek; o zaman için daha önemli olan ikincisi
ise, insanlar›n, inkiflaf ahengi içine girmelerini ve birtak›m
insanl›k vazifelerini –ceza korkusuyla dahi olsa– yar› idrakle benimseyebilmelerini
sa¤lamakt›r.
Bu hâli, flu küçük, basit örnekle daha iyi anlatabiliriz: Gök gürlerken
annesi, yeme¤ini yememekte ›srar eden 2,5 yafl›ndaki çocu-
¤una, “E¤er yeme¤ini yemezsen ‘gürgür baba’ seni kapacak.” der.
Buna inanan çocuk, gürgür baba kendisini kapmas›n diye, korkudan
hemen yeme¤ini yemeye bafllar ve maksat da gerçekleflmifl
olur. Burada istenilen fley, çocu¤un, lüzum ve zaruretini henüz idrak
edemedi¤i yemek vazifesini, korkutarak ona yapt›rtmakt›r. O,
bunu yapar ve yararlanarak büyür; vakti gelince de gürgür baban›n
ne oldu¤unu mükemmelen ö¤renir ve o zaman da, bu bilgiden
daha kapsaml› sonuçlar elde eder. ‹flte insanlar da böyledir.
Büyük din adamlar›, birçok defa bu anneler gibi hareket etmek
zorunda kalm›fllar ve insanlar› zamana ve mekâna uygun olan bu
süreçlerle, iyili¤e, do¤rulu¤a, di¤erkâml›¤a, feragate ve özellikle,
bir sürü di¤er, ibadet formlar›n› da emretmek suretiyle, vazife
sezgisi haz›rl›¤›na al›flt›rm›fllard›r. Bu al›flkanl›k sayesinde de insanlar
bugünkü vazife sezgisi düzeyine ç›kabilmifllerdir.
E¤er vaktiyle, inkiflafta çok k›ymetli rol oynam›fl bu sembollerle
dinler, insanlar›n bu korku duygular›ndan yararlanmam›fl olsalar
ve hakikatleri bugün yap›ld›¤› gibi, ancak bilgi kadrosunu
259
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
geniflletmek maksad›yla insanlar aras›nda yaymaya kalksalard›,
insanlar›n henüz sezmeye bafllad›klar› vazife duygular›n› bu hâle
getirmifl olmaktan çok uzakta kal›rlard›. Kald› ki, o zaman›n insanlar›n›n,
hakikatleri aynen anlayabilmeleri ve onlara inanmalar›
da mümkün olamazd›.
*
* *
Bugün, art›k korku ve his devri de¤il, bilgi, mant›k ve idrak
devri hâkimdir. Dolay›s›yla, geçmiflte büyük dinlerin hakikatler
karfl›s›nda zorunlu olarak kulland›klar› semboller, alegorik aç›klamalar
ve ifadeler, bugünkü idrakler karfl›s›nda istenilen sonuçlar›
vermemektedir. Bugün hakikatleri dünyaya aç›kça, oldu¤u gibi
belirtmemiz gerekiyor. Çünkü insanlar, art›k hidrojen atomu âleminin
son kemal noktalar›na ulaflm›fllar ve bu muazzam âlemin
kap›s›ndan d›flar› ç›kmak üzere, onun efli¤ine ad›mlar›n› atm›fllard›r.
Bu eflik ise, ancak idrak ve bilgi olgunlu¤uyla afl›labilir. Bu
sözler, aç›k ifadeleri tafl›rlar.
Hidrojen safhas›; ruhlar›n tekâmüllerinde ilk madde safhas›na
ait, karanl›k, muazzam ve ebediyet kadar uzun, mekanik bir inkiflaf
safhas›n› izleyen bir âlemin, varl›klar âleminin bafllang›c›d›r.
Bu âlem, bütün küreleriyle, günefl sistemleriyle, galaksileriyle insanlar
taraf›ndan görülen mikrometrik ve makrometrik muazzam
bir kâinat› oluflturur ki, madde kâinat› denince insanlar yaln›z bu
kâinat› görür ve kabul ederler. Çünkü bu, insanlar›n mensup bulunduklar›,
içinde yaflad›klar› âlemdir. Onlar için bu âlem, her ne
kadar sonsuz görünürse de, hakikatte madde cevherinin sonsuz
inkiflaf safhalar›n› içeren kâinat›n, sadece hidrojen atomu imkânlar›yla
s›n›rl›, belirli ve küçük bir k›sm›ndan ibarettir ki, buna
“hidrojen safhas›” veya “hidrojen âlemi” diyoruz. ‹flte bu hidrojen
âlemi içinde, insanlar taraf›ndan madde diye nitelendirilen ve
kendilerine özgü zaman ve mekân mekanizmalar›na tâbi olan bütün
cisimler, olufllar ve realiteler toplanm›flt›r.
Bu topluluklar aras›nda say›s›z miktarda galaksiler vard›r. Bu
galaksiler, milyarlarca günefl sistemini içerirler. Bu sistemler, bir
çekirdek etraf›nda dönen, o çekirdekle bir bütün oluflturan çeflitli
madde cüzlerinden, yâni gezegenlerden oluflmufltur. Bu sistem-
260
BEDR‹ RUHSELMAN
lerden bir tanesinin gezegenlerinden biri de Dünya’d›r. Hidrojen
safhas› idrakine ba¤l› bir görüflle, muazzam bir madde varl›¤›
içinde bir nokta kadar k›ymeti olmayan Dünya, asl›nda, hidrojen
âlemi içinde, göründü¤ü gibi küçük ve önemsiz de¤ildir. Dünya,
“hidrojen safhas›” denilen bu çok uzun ve yar› idrakli madde âleminin
en son duraklar›ndan biridir. Bu muazzam ve sonsuz âlemin,
kendisinden daha sonsuz, yüksek vazife ve organizasyonlar
kâinat›na aç›lan kap›lar›ndan bir tanesi de, Dünya’daki insanl›k
mertebelerinde bulunur. fiu hâlde, art›k insanlarca bilinmesi gereken
afla¤›daki hakikatleri hiçbir sembole ihtiyaç duymadan aç›klamak
zorunlulu¤u do¤maktad›r:
Hidrojen kâinat›n›n inkiflaf ortamlar›n› oluflturan say›s›z galaksinin
içinde milyarlar ve milyarca günefl sistemi vard›r. Her günefl
sisteminde çeflitli küreler mevcuttur. Her kürenin etraf›nda, o küreye
özgü bir manyetik alan bulunur. Bir sistemdeki kürelerin
manyetik alanlar›n›n birbiriyle ahenkleflip kurduklar› iliflkilerden,
o sistemin kendisine özgü manyetik alan sentezi meydana gelir.
Sistemin bu manyetik alanlar› da birbirleriyle iliflki ve denge hâlindedirler.
Sistemlerin kürelerinden bir tanesi kendi yerinde döner. Buna
günefl veya çekirdek derler. Di¤erleri bu çekirde¤in etraf›nda dönerler.
Bunlara da gezegen derler. Bir sistemin gezegenleri, san›ld›¤›
gibi o sistemin güneflinden koparak ayr›lm›fl parçalar de¤ildir.
Bunlar, o sistemin mensup bulundu¤u galaksinin içinde ayr›
ayr› –daha önce aç›klad›¤›m›z mekanizmalarla– oluflmufl ve inkiflaf
derecelerine göre, manyetik alanlar›n›n iliflki ve dengeleri sonucunda
meydana gelen hareketlerle, birbirine ba¤lanm›fllard›r.
Dolay›s›yla, bir sistem içinde, günefle ayr›cal›k vererek onu bir tarafa,
gezegenleri di¤er tarafa ay›rmak do¤ru de¤ildir. Günefl de,
sistemin dereceleri içinde kendi yerini alm›fl ve gezegenleri aras›na
kar›flm›fl bulunmaktad›r. Derecesi de onlardan üstün de¤il,
birço¤unun afla¤›s›ndad›r. Yaln›z, biraz sonra söyleyece¤imiz gibi,
güneflte, bütün gezegenlerin idaresinde rol alan vazifeli varl›klar›n
daha çok toplanmas›, bu bak›mdan ona sistem içinde ayr›ca
bir yer verilmesine neden olur.
261
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹flte böylece her sistemin günefl ve gezegenleri, o sistem içinde
yetiflmek üzere bulunan varl›klar›n en basitinden en mütekâmiline
kadar, hepsinin ihtiyaçlar›n› giderici tarzda derecelenmifl ve
tertiplenmifltir. fiu hâlde, bir sistemin her gezegeni, kendisinden
bir üstün olan gezegeninin daha üstün imkânlar›na, varl›klar› haz›rlamakla
fonksiyonlanm›flt›r.
Bir sistem içinde, tekâmül eden basit varl›klardan baflka, sistemin
bütün geri kürelerinde ve özellikle güneflinde, o sistem
içindeki ileri inkiflaf mertebelerine varm›fl bedenlilerin tekâmülleriyle
ilgili her türlü imkân› sevk ve idare etmek vazifesiyle yükümlü,
vazife plân›n›n kudretli varl›klar› bulunur. Bunlar, o kürelerin
maddeleriyle bedenlenmifl de¤ildirler. Onlar›n bedenleri,
hidrojen kâinat›na ait olmayan daha yüksek madde ortamlar›ndan
toplanm›fl malzemelerle yap›lm›flt›r. Bu bak›mdan onlara beden
demek de do¤ru de¤ildir. Onlar bu maddeleri, yükümlülüklerinin
yerine getirilmesine en elveriflli flekilde, bizzat kendileri
toplarlar. Ve vazifelerine uygun gelen, o sistemin kürelerinden birinde
veya birkaç›nda bu süptil maddeleri vâs›ta olarak kullan›p
vazifelerini yaparlar. Bunlar, enkarnasyon mânâs›nda düflünülmemek
flart›yla, istedikleri kürede bulunabilirler. Meselâ gere¤ine
göre Günefl’i, Ay’›, Merih’i, Jüpiter'i ziyaret edebilirler. Bunlar,
sistemlerin çeflitli nizamlar›n›n tatbikatlar›nda vazife gören, vazife
plân›n›n varl›klar›d›r.
Fakat dedi¤imiz gibi, kürelerde bunlardan baflka, tekâmül etmek
üzere bedenlenen, o kürelerin as›l sakinleri vard›r. Bunlar
Dünya’da oldu¤u gibi, o küreden kendilerine birer beden yap›p
onlara ba¤lanmak suretiyle, o bedenleri o küredeki hayat› boyunca
kullanan bedenli varl›klard›r. Bu varl›klar Günefl Sistemi’mizin
bütün di¤er gezegenlerinde Dünya’m›zdakinden daha basit ve
geri durumdad›rlar. Bunlar, bulunduklar› kürelerde say›s›z bedenlenmeler
geçire geçire inkiflaf edip daha üst kürelere atlarlar
ve nihayet sistemlerinin en mütekâmil küresine gelirler. Sistemimizde
bu mütekâmil küre –söyledi¤imiz gibi– Dünya’d›r ve onun
en mütekâmil varl›¤› da insand›r.
262
BEDR‹ RUHSELMAN
‹flte kürelerdeki basit, bedenli varl›klar›n inkiflaflar›na, o sistemdeki,
biraz önce sözünü etti¤imiz vazifeli varl›klar›n çeflitli
yard›mlar› dokunur.
Nihayet o sistemin en mütekâmil küresini de, meselâ sistemimizde
Dünya’m›z› da bitirmifl bedenli varl›klar, hidrojen âlemini
bitirmifl, üst âleme liyakat kazanm›fl durumlara girerler.
fiu hâlde, kâinat›n üstün vazife âlemine, hidrojen âleminin say›s›z
galaksisinin, milyarlarca sisteminin, milyarlarca mütekâmil
küresinden, milyarlarca varl›k intikal etmektedir.
*
* *
Günefl Sistemi’mizin en mütekâmil gezegeni Dünya’m›zd›r,
Dünya küresidir. Ve zannedildi¤i gibi, meselâ Merih’te veya sistemin
di¤er gezegenlerinde veya Günefl’inde Dünya’dakinden daha
mütekâmil varl›klar yoktur. Çünkü gerçekten Günefl Sistemi’mizin
mütekâmil gezegenlerinden biri de Merih oldu¤u hâlde, buradaki
varl›klar Dünya’dakilerden daha az mütekâmildir. Sistemimizin en
geri gezegenlerinden biri Plüton'dur. Bu gezegenin en mütekâmil
varl›¤›, Dünya’m›z›n en geri varl›¤› olan küf’ten daha geridir.
Yine, Günefl de sistemin geri bir küresidir. Esasen Günefl maddesinin
bu basitli¤inden dolay›d›r ki, manipülasyonu kolay oldu-
¤u için, sistemin gezegenlerini ve özellikle Dünya’y› idare eden
vazifeliler, daha ziyade Günefl’te bulunurlar. Fakat söyledi¤imiz
gibi, bu vazifeliler gezegenlerde de dolaflabilirler. Ve her kürede
vazife görebilirler.
Demek ki Günefl Sistemi’mizde, hidrojen âleminin inkiflaf aflamalar›n›
tamamlay›p oradan diplomas›n› alarak üst âleme terfi
edecek varl›klar›n topland›klar› yer, Dünya’d›r. Dünyam›z, Mu
devrinin kapan›fl›n›n ard›ndan geçen yetmifl bin y›l boyunca, art›k
bu devredeki vazifesini bitirmek üzere bulunan, üzerinde tafl›d›¤›
insanlara, lây›k olduklar› âlemlerin kap›lar›n› açmak ve imkânlar›
tükenmifl hidrojen âlemi kap›s›n› da arkalar›ndan kapamak haz›rl›klar›na
bafllam›flt›r.
*
* *
263
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Dünya hayat› bafltan bafla hareketler ve olaylar kompleksidir.
Bu olaylar›n içine dalm›fl ve saplanm›fl olan insanlar, etraflar›nda
bazen birbirlerine z›t olaylar, çeflitli uygunsuzluklar görebilirler
ve bunlar› da birer düzensizlik san›rlar. Fakat bu görüfl yanl›flt›r
ve özellikle nedensellik prensibi hakk›ndaki bilgi eksikli¤inden
do¤an, olaylar› yanl›fl yorumlaman›n bir sonucudur.
Olaylar›n sonuçlar›n› nedenlerine ba¤lamaya yard›m eden bir
bilgi kudretiyle dünyaya bakanlar, onun en küçük zerresinden
bütününe kadar her durumunda, her olay›nda, her varl›¤›nda
muazzam bir ahengin, nizaml› bir tertibin mevcut oldu¤unu
görmekte gecikmezler. Nedensellik ba¤lar›n›n nizaml› ve tertipli
olufllar›, büyük kâinat ahengini meydana getirirler. O hâlde bu
ahengi gözlemleyebilmek için; her hareketin ve olay›n direkt ve
endirekt olarak sonsuz ba¤larla birbirine ba¤l› bulundu¤u sezgisini
insana veren, bütün olaylar aras›ndaki nedensellik ve neden
iliflkilerini düflünmek ve bu sahada bir fleyler görmeye, duymaya
çal›flmak gerekir. Bu düflünüfl ve görüflü sa¤lamak için, âlemde
hiçbir fleyin nedensiz olmad›¤›, her fleyin bir sonuca ba¤land›¤›
hakk›nda daha önce verdi¤imiz bilgiyi tekrar gözden geçirmek
laz›md›r. Orada nedensellik prensibi hakk›nda yeterli derecede
bilgi vermifltik. Bu prensibi esas tutup dünya hayat›n› inceleyenler,
orada, biri di¤erini sonuçland›ran ve baflkas› da öbürünün
nedeni olan, birbirine ba¤lanm›fl birçok olay› ve olufl hâlini, zincirleme
ve ahenkli bir ak›fl içinde görebilirler. Bu ak›fltaki tertipler,
nizamlar ve büyük maksatlara do¤ru ilerleyen hareketler,
insanlara, âlemdeki büyük ahengin mevcudiyetini bütün kudretiyle
hissettirirler.
Küçük bir kufl yumurtas›n› ele al›n›z! Tek bafl›na ele al›nan bu
basit kufl yumurtas›n›n, büyük kâinat ahengi içinde muazzam sonuçlarla
birbirine ba¤l›, çok tertipli ve nizaml› say›s›z durumlar›
vard›r. Yumurtan›n bu büyük ahenge ba¤l› olan hayat›n› izleyelim:
Bu yumurtadan zamanla küçük bir yavru meydana gelecektir.
Bu yavrunun meydana gelmesi için de, onun bir süre, belirli
bir s›cakl›k derecesinde korunmas› gerekir. Bunun için, difli bir
264
BEDR‹ RUHSELMAN
kufla yukar›dan, bu iflle vazifeli olan bir plândan bâz› tesirler gönderilir.
Bu kufl, bu tesirlerin alt›nda bâz› içgüdülere sahip olur. Bu
içgüdüler sonucunda yumurtan›n üzerinde bir süre sebatla oturur.
Bedeninin ›s›s›yla onun içindeki tohumun bir yavru kufl hâlinde
yetiflmesini sa¤lar. Buraya kadar s›ralad›¤›m›z, neden–sonuç
zincirinin birkaç halkas›n› yürüten tertip ve nizam apaç›kt›r. Bu,
büyük bir ahengin ifadesidir.
Yumurtadan ç›kan ve koca kâinatin içinde bir damla bile olmayan
kufl yavrusunu hiçe saymak, hattâ küçümsemek çok yanl›flt›r.
Unutulmas›n ki bu yavru da, kâinat›n bir parças›d›r ve yaflamas›
ve büyümesi için kâinat mekanizmas›n›n onun hesab›na düflen
cüzleri, sürekli olarak çal›flmaktad›rlar. Nitekim, yumurtadan yeni
ç›kan yavru, henüz basittir, deneyimsizdir, acemidir. Uçmas›n›
bilmez, yemesini bilmez, düflmanlar›n› tan›maz, tehlikeleri görmez,
g›das›n› nerelerden, nas›l sa¤layaca¤›n› tayin edemez. Dolay›s›yla,
e¤er o, dünyaya gelir gelmez böylece kendi hâline b›rak›-
l›verirse, yaflayamaz, ölür. Oysa onun yaflamas›, birtak›m ifller
görmesi gerekiyor. fiu hâlde, bu iflleri ona ö¤retecek ve yapt›rtacak
birisine ihtiyaç vard›r; bu birisi de yine, onun dünyaya gelmesine
yard›m eden difli kufl olacakt›r. Fakat bu difli kufl, bunu düflünemez
ve yavrusunun bu ihtiyac›n› takdir edemez. O zaman,
tekâmül nizam›nda vazifeli olan varl›klar›n müdahalesi bafllar ve
ona öyle tesirler gönderilir ki, o tesirlerin do¤uraca¤› içgüdülerle
ana kufl, bu defa can›n› dahi tehlikelere atarak, yavrular›n› beslemek,
onlar› –kendilerini kurtarabilecek duruma gelinceye kadar–
yetifltirip büyütmek zorunda kal›r. Yavru kuflun yaflamas›na ve
bunun için de difli kufla yukar›dan tesirlerin gönderilmesine gerek
vard›r. Çünkü o yavru, dünyaya, kendi varl›¤›n›n dünyada kufl
hâlindeki inkiflaf ihtiyac›n› gidermek için gelmifltir. O, bu sayede
dünyadaki kufl bedeninin bütün icaplar›n› yerine getirecek, görgü
ve deneyimlerini –otomatik bir mekanizma içinde– kazanacak,
çevresindeki di¤er varl›klar ile olan iliflkileri sayesinde de, onlar›n
bâz› tatbikatlar›na vesile olacakt›r. Bütün bu ifller için gerekli olan
tertipler, vazifelilerin yard›m›yla kurulacak ve kufl böylece dünyadan
alaca¤›n› alm›fl, verece¤ini vermifl bulunacakt›r. Bütün bun-
265
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar olup bittikten sonra, art›k onun kufl bedenini b›rakmas› gerekir.
Çünkü o, flimdi, daha ileri bir inkiflaf imkân›na kavuflmak ihtiyac›n›
duymaya bafllam›flt›r. Bu imkân› sa¤lamak için yeni bir
tertibe gerek vard›r. Onunla vazifeli olanlar, bu tertibi de yoluna
koyarlar. Baflka bir bedene girmek üzere dünyadan ayr›lmas› icap
eden bu kuflu, dünyadan uzaklaflt›racak çeflitli vâs›talardan –di¤er
varl›klar›n da tekâmül ahengine– en uygun olan›na baflvururlar.
Meselâ, o s›ralarda günlerden beri yiyecek bulamam›fl, aç kalm›fl,
yaflamas› icap eden bir kedinin de bu olaydan yararlanmas›, yukar›daki
tertip mekanizmas›na pekâlâ uygun gelir. Dolay›s›yla,
vazifeli tesirler, o aç kalm›fl kediye inmeye bafllar ve o kuflu yemek
yolundaki faaliyetlere onu sevk eder. Kedi, bu sayede hem
karn›n› doyuracak, hem de kedili¤inin kendisine kazand›rmas›
icap eden bâz› melekelerini gelifltirecektir. Ayn› tesirler, art›k
dünyadan ayr›lmas› icap eden kufla da iner, kuflu kedinin tam
bulundu¤u yere sürükler. Bu tesir alt›nda kuflun gözü kediyi
görmez, do¤ruca kedinin kolayca uzanabilece¤i yere konar. Kedi,
kuflu yakalar ve yer. fiimdi olay›n ak›fl› di¤er bir kola, yâni baflka
bir varl›¤›n plân›na da ayr›lm›fl oldu. Fakat onu b›rakal›m, kuflun
sonuna devam edelim!
Biz kuflun yumurtadan ç›k›p ölünceye kadar geçirdi¤i hayat
olaylar›ndan ancak birkaç›n› ele ald›k ve bunlar›n ne kadar mükemmel
bir tertiple, belirli maksatlara do¤ru ilerleyen neden–sonuç
ba¤lar›n› ve tertiplerini gösterdik. Onun, bundan baflka, kendisine
özgü mâflerî plân›nda bitki, hayvan ve hattâ insanlar ile direkt
veya endirekt olarak di¤er birçok iliflkisi bulunabilir. Bütün
bunlar, genel inkiflaf ahenginin çerçevesini k›l kadar aflmadan devam
ederler. Bunlar içinde, iyi görünen hâller oldu¤u gibi, yemini
elde etmek için yere konan kuflca¤›z›n canavar bir kedi taraf›ndan
durup dururken parçalanmas› gibi, görünürde kötü, bozucu,
düzensiz görünen hâller de vard›r; ama yukar›ki bilgiden
sonra, burada ahenksizlik de¤il, aksine, ahengin ve tertibin en
mükemmel mekanizmas› gözlemlenir. Çünkü bu tertipler sayesinde
bu kufl, art›k daha üstün ve inkiflafa daha müsait di¤er bir be-
266
BEDR‹ RUHSELMAN
dende dünyaya gelecektir. fiimdi bu varl›k, imkân› daha bol di¤er
bir hayvan bedeninde dünyaya gelmek üzere, yukar›da söyledi-
¤imiz tertiplerle dünyadan ayr›ld›ktan sonra, onun için yine, analar,
babalar, yetifltiriciler, çevreler, iklim flartlar›, yard›mc›lar...
her fley haz›rlan›r. O varl›¤›n inkiflaf› için neler gerekiyorsa, onlar,
vazifelisi taraf›ndan çeflitli tertipler, nizamlar dahilinde meydana
getirilir. O varl›¤›n otomatik olan mâflerî plân›na girecek gerek
kendi türündeki, gerek di¤er türlerdeki varl›klar ile çeflitli iliflkilerini
tayin ve tespit etmek üzere, tertipler ve nizamlar birbiriyle
ayarlan›r. Meselâ, o bir köpek olacak ise, köpek hayat›ndaki inkiflaf
imkânlar›n› haz›rlayan tertipler aras›nda, kudurarak ölmesi
icap eden bir insan›n o köpe¤e sahip olmas› da sa¤lan›r. Bütün
bunlar dünyadaki genel tekâmülü yürüten büyük nizam›n ahengi
içinde cereyan eder.
Köpe¤in vakti gelmifltir. Ölecektir. Plân gere¤ince köpek kudurur.
Bu s›rada onun sahibi olan insan da dünyadaki iflini bitirmifl,
yeni bedenlerde inkiflaf›na devam etmek üzere dünyadan ayr›lacak
duruma gelmifltir. Yine tertip ve plân gere¤ince, kuduran köpek
onu ›s›racak, kudurtacak ve böylece ikisi de ölecektir. Bütün bunlar
birbirine ba¤l›, büyük ahenk içinde yürüyen tertiplerdir.
Görülüyor ki, flu varl›¤›n ilk önce basit bir yumurta hayat›ndaki
çevre ile olan iliflkilerinde, sonra kufl hayat›ndaki kedi, daha
sonra da köpek hayat›ndaki insan hikâyelerinde birbirine z›t yönlerde,
sakat gibi görünen hayat yürüyüflü, asl›nda, genel tekâmül
ve inkiflaf ahengine uygun, düzgün bir yürüyüfl izlemektedir. Bu
yürüyüfl de, yetiflkin bir kufla anal›k vazifelerine ait ilk içgüdülerin
haz›rl›klar›n› kazand›rm›fl, kufl bedeniyle bir kedinin yaflamas›n›
ve bâz› melekelerinin inkiflaf›n› sa¤lam›fl, köpek bedeniyle bir insan›n
kudurmas›na neden olarak onun bireysel ve mâflerî plân›nda
birtak›m sonuçlar›n meydana gelmesine neden olmufltur. Bunlar›n
hepsi, bu varl›klar›n tekâmülleri için muhtaç olduklar› en
gerekli durumlar›n meydana gelmesi içindir. ‹flte bu hâl, büyük
ahengin dünyaya ait tezahürünün küçük bir parças›d›r. Birbirine
ayk›r› görünmesine ra¤men tek bir gayeye do¤ru yürütülen bu
267
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tertipler, asl›nda, büyük tekâmül nizam›n›n, dolay›s›yla kâinat
ahenginin icaplar›ndand›r.
Basit bir yumurta iken ele ald›¤›m›z bu varl›¤›n, böyle say›s›z
bedenler içinde say›s›z, di¤er varl›klar ile sonsuz iliflkiler ve ba¤lar
kura kura, gittikçe irtibat sahas›n›n kapsam›n› artt›ra artt›ra, nihayet
günün birinde bir insan bedenine yükselerek, onu kullanabilecek
kudrete eriflmesi, bu âna gelinceye kadar çevresi ile olan
milyarlarca iliflkilerinde kâinatta milyarlarca olay› meydana getirmesi
ve bu olaylar›n k›l kadar flaflmadan birbirine ba¤l› olmas›,
birbirini desteklemesi; bu ahengin nizaml› tertiplerinin en canl›
gözlemini meydana getirir.
Bu insan›n, çevresiyle, ailesiyle, dostlar›yla, di¤er insanlarla,
cemiyetle, ulusla, nihayet, direkt veya endirekt bütün befleriyetle
kuraca¤› mâflerî plânlar içinde, say›s›z iliflkileri, ba¤lar›, tesirleflmeleri
olacak ve insanl›¤›n›n bütün hayatlar› boyunca devam edecek
bu ba¤lar, iliflkiler, tesirleflmeler, say›s›z tertipler ve kombinezonlar
içinde, bütün insanl›¤› ve hattâ kâinat› ilgilendiren sonuçlar
do¤uracak ve onun art›k kâinatflümul olan sonraki hayat› da,
kâinat ahenginin nizam ve tertiplerine tam bir mutabakat hâlinde,
Ünite’ye do¤ru ilerleyecektir. Burada göstermifl oluyoruz ki,
basit bir kufl yumurtas›n›n kâinatflümul bir varl›k hâline gelinceye
kadar yürüyece¤i yol üzerinde, onun, bireysel plânlar›na ba¤lanm›fl
mâflerî plân› olacak; o mâflerî plân›n di¤er mâflerî plânlar ile
direkt veya endirekt tertiplerde ve nizamlarda iliflkileri kurulacak;
bütün bu bireysel ve mâflerî plânlar›n icaplar›na uygun çeflitli çevre
ve do¤a flartlar› mevcut olacak; bu flartlarla bu plânlar ayarlanacak;
bu ayarlamalarda, nizamlaflmalarda ve ahenkleflmelerde
dereceleri çok de¤iflik, kimisi tümüyle otomatik, kimisi yar› idrakli,
kimisi tam idrakli bir sürü vazifeli varl›k vazifelenerek çal›flacak
ve bunlar›n üstünde yüksek, üstün vazife plân› varl›klar› birer
idareci olarak Ünite’den ald›klar› icap direktiflerine göre, kendi
direktif ve kontrolleri alt›nda onlar› sevk ve idare edecek; nihayet,
o basit yumurta, günün birinde büyük vazife plân›n›n idare
mekanizmas›nda di¤erleri gibi rol alm›fl kudretli bir varl›k hâline
268
BEDR‹ RUHSELMAN
girecektir. Burada, bu basit kufl yumurtas›n›n çok ilerilerde büyük
bir vazifeli varl›k hâline girece¤ini gören ve daha, basit bir yumurta
hâlinde iken, onun bu yüksek durumunu sa¤lay›c›, gerekli
ilk haz›rl›klar› tertip ve tayin edebilen kudret, o büyük ahenkten
gelmektedir. Yâni, bir varl›¤›n milyarlar ve milyarlarca y›l
sonra gelecek durumlar›n›n ilk haz›rl›klar›n›n tayin edilerek, k›l
kadar flaflmadan bu haz›rl›klar›n hedefine do¤ru yürütülmesi, ancak
büyük ahengin kudretiyle mümkün olabilir.
Art›k aç›kça görülebiliyor olmal›d›r ki, bütün bu faaliyetler,
kâinatta tekâmülü hedef tutan ve kâinat› bütün olaylar›yla bir tek
olufla ba¤layan ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde cereyan etmektedir
ve dünya varl›klar›n›n tek yönlü, k›s›r idrakleri karfl›-
s›nda genellikle menfî görünüfllerine ra¤men, bu nizam, tam ve
flaflmayan bir ahenk içinde ak›p gitmektedir.
*
* *
Bütün varl›klar›n inkiflaf ve tekâmüllerine ait hareketler, ancak
bu kâinat ahengi içindeki nizamlar›n, tertiplerin ›fl›¤› alt›nda yürüyebilir.
Her tertip, her olay; ilâhî icab›n tecellisi olan kâinat
ahenginin bütün varl›klar› kapsayan tekâmül zorunluluklar›n›
karfl›lar. fiu hâlde, kâinat›n bütün âlemlerinde oldu¤u gibi, bu
ilâhî icab›n kapsam›na giren dünyam›z da, elbet bu büyük ahengin
içindedir. Dolay›s›yla, bir kuflun aç bir kedi taraf›ndan parçalanmas›,
hem kuflun, hem de kedinin inkiflaf› için ne kadar gerekli
ve kâinat›n tekâmül plân› ile ne kadar düzenli bir olay ise; bir
devlet baflkan›n›n flu veya bu gibi görünürdeki nedenlerle bir ulusu
savafla sürüklemesi, birçok insan›n ölümüne neden olmas›, birçoklar›n›n
açl›k, sefalet, ›st›rap içinde kalmalar›na yol açmas›, bütün
bu ifle kar›flm›fl olan varl›klar›n ayr› ayr› paylar›na düflen inkiflaflar›
için o kadar gerekli ve kâinat›n genel tekâmül plân›nda da
o kadar ahenkli bir olayd›r. Bunlar›n birincisinde hem kufl, hem
kedi, yüksek inkiflaf hedeflerine varmak için bu ifle nas›l otomatikman
sürüklenmiflseler, ikincisinde de, bu baflkan ve onun pefline
tak›lanlar, ayn› yoldaki büyük hedefe do¤ru kurulmufl ahenge,
öylece otomatikman kat›lm›fl bulunmaktad›rlar. Bütün bun-
269
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar›n sonucunda elbette, say›s›z inkiflaf hamleleri al›nacak, sonsuz
ilerleme imkânlar› o insanlar›n önlerine aç›lm›fl olacakt›r. Buradaki
bo¤uflmalar›n, k›r›flmalar›n, vuruflmalar›n periflan, ahenksiz,
bozuk ve düzensiz görünen manzaras›; hakikatte, insanlar›n
idraklerinin üstünde bir tertiple, onlar›n lây›k olduklar› ve istedikleri
›st›rapl›, azapl›, iflkenceli yollardan inkiflaf imkânlar›n› sa¤layan,
ahenkli bir durumun ifadesidir.
*
* *
Do¤an›n bütün durumlar›nda ve olaylar›nda, tekâmülün genel
ahengine göre, varl›klar›n her türlü ihtiyaçlar›na uygun durumlar
meydana getirilmifltir. Âlemdeki bu ahenk, bu düzen, bütün varl›klar›n
tekâmülleri yolundaki mukadderlerine hâkim ilâhî icab›n
tezahürüdür. Bu icap da, büyük kâinat organizasyonlar›nda vazife
alm›fl her kademedeki vazifelilerin, Ünite’den gelen direktiflere göre,
derece derece kapsam kazanan fonksiyonlar›yla yerine getirilir.
Böylece bütün âlemler, bütün kâinat, büyük bir ahenk içinde
birbiriyle s›ms›k› kucaklaflm›fl, say›s›z olaylar, olufllar ve ak›fllar
kompleksidir. Ahenk, kâinat›n bizzat kendisidir.
*
* *
En yüzeysel bir görüflle dahi, dünyada etraf›na dikkatlice bakanlar,
bu büyük ahengin do¤aya yans›m›fl say›s›z görünümlerini
görebilirler.
Yüksekten yeryüzüne bak›ld›¤› zaman, karalar ile denizlerin
kavuflmas›ndaki ahengi herkes görebilir. Milyonlarca canl›n›n
hayat›na en ufak bir zarar bile vermeyecek flekilde, denizlerin karalar
ile kucaklaflmas›, tekâmül ahenginin, dünya maddeleri üzerinde
görünen tezahürlerinden biridir. Denizler, derin bir sayg›
gösterircesine karalara karfl› olan s›n›rlar›n› aflmazlar. Karalar,
sakin bir a¤›rbafll›l›kla denizlere karfl› olan durumlar›n› korurlar.
Bütün bunlar dünyada yaflayan canl›lar›n hayat flartlar›na ve genel
ahenge göre, vazifeli varl›klar taraf›ndan ayarlanm›flt›r. Bu
ahengin biraz bozulmas›, meselâ denizlerin, bulunduklar› seviyeden
8–10 metre yükselmesi, birçok yerde, birçok canl›n›n haya-
270
BEDR‹ RUHSELMAN
t›na mal olabilecek sonuçlar› do¤urur. Fakat böyle olmamas› icap
eden yerlerde bu ahenk aslâ bozulmaz.
*
* *
Dünyada hayat›n sürmesi ve varl›klar›n inkiflaf› için kurulan bu
büyük ahenge mevsimler güzel bir örnek olurlar. Mevsimler,
hayat sahiplerinin yaflama imkânlar› dahilinde kalan s›cakl›k derecelerindeki
belirli s›n›rlar›n› aflmaks›z›n, büyük bir nizam ve intizam
içinde birbirlerini izlerler. Bunlar›n ak›fllar›ndaki otomatizma,
büyük vazifeliler taraf›ndan kurulmufltur. Bu sayede, meselâ
›l›man iklimlerde, k›zg›n yaz günlerinden birdenbire k›fl›n en so-
¤uk günlerine atlan›vermez. S›cakl›k dereceleri en üst s›n›rdan en
alt s›n›ra ve en alt s›n›rdan en üst s›n›ra gelinceye kadar, kademe
kademe, her gün biraz daha de¤iflmek suretiyle, tatl› bahar ak›fllar›
içinde yazlardan k›fllara, k›fllardan yazlara geçilir ve hiçbir zaman
çizilmifl s›cakl›k derecelerinin s›n›rlar›, ne afla¤›da ne yukar›da,
dünyadaki hayat sahiplerinin dayanamayacaklar› seviyelere
uzanmaz. Bu hâl, âlemlerin büyük ahengine uyan yüksek
plânlar taraf›ndan düzenlenmifl, hesapl› bir tertiptir.
Mevsimlerin s›cakl›k-so¤ukluk dereceleri, varl›klar›n her türlü
ihtiyac›na cevap veren malzemelerle doludur. Burada da büyük
bir tertip ahengi vard›r. Ve bütün bu nizam ve tertipler, kâinat›n
genel tekâmül ak›fl› içinde, dünya varl›klar›na sonsuz imkân kaynaklar›
haz›rlamak hedefi yolunda kurulmufltur. Bu ahenkten zerre
kadar flaflmamak üzere, say›s›z vazifeli varl›klar, bu kurulufllarda
vazifelenmifllerdir.
‹lkbahar›n tatl› ve hayat için gerekli olan nemli havalar›, bir sürü
bitki ve hayvan bedeninin uyanmas›na neden olur. Her fley tazelenir,
gençleflir. Yaz mevsimi, olgunluk devridir. Bütün meyveler
olgunlafl›r, her hayat sahibi kendisinde mevcut olan kudretleri
ortaya döker. Bu, bir verimlilik mevsimidir. Sonbahar, belirli bir
devre boyunca vazifelerini görmüfl bâz› varl›klar›n, yeni hayatlar›na
haz›rlanmak üzere geçici bir uykuya, ölüme ve dinlenmeye
olan ihtiyaçlar›n› karfl›lar. Bu s›rada yapraklar solar, dökülür.
271
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
A¤açlar gizli hayatlar›na dönmeye bafllar. Gelecek bahardaki yeni
uyan›fllar›na kendilerini haz›rlamak üzere, birçok hayvan, kabu-
¤una, yuvas›na çekilir veya kendisini gelece¤e haz›rlayan uykusuna
veya ölümüne dalar.
K›fl, bütün bedenlilerin her türlü tekâmül malzemesini içeren
bir mevsimdir. O mevsimde insanlar, bir sürü s›navla, deneyimle,
gözlemle karfl›lafl›rlar. Nispeten çetin flartlar alt›ndaki çal›flmalar,
cehit ve gayretler, insanlar›n olgunlaflmalar›na, pekinleflmelerine
yard›m eder. Bütün bunlar, birbirine ba¤l› tertipler içinde,
karfl›l›kl› al›flverifllerle ve birbirine dayan›flmalarla olur. Bunlar,
her biri dünyan›n genel armonisini oluflturan ve bu genel armoni
içinde birbirine s›ms›k› ba¤l› olarak bulunan, nizamlar ve tertiplerdir.
Her iklimin, kendisine özgü bir nizam› kurulmufltur. O nizam,
o iklimde yaflayan varl›klar›n hayat imkânlar›yla ve dayan›kl›k
dereceleriyle ayn› ayarda olarak yürütülür. S›cak iklim bitkileri,
hayvanlar› ve insanlar›; muhtaç olduklar› hayat flartlar›n›, o iklimde
bulurlar. ‹klimler büyük bir sadakatle bu ahenge uyarlar.
Hiçbir zaman tropikal bölgelerde buz da¤lar› oluflmayaca¤› gibi,
buz kuflaklar›nda da k›zg›n çöller, s›cak bölgeler bulunmaz. Çünkü
bu gibi hâller, oralar›n sakini olan bedenlerin yaflama imkânlar›na
uygun de¤ildir.
Yerlerin kurudu¤u, bitkilerin susuz kald›¤›, hayvanlar›n içecek
su bulamad›¤› ve insanlar›n kurakl›ktan, mevsimsiz bir ölümle
karfl› karfl›ya kald›¤› ânda, derhal büyük ahenge uygun faaliyetlerle
vazifelenmifl varl›klar harekete geçerler ve o bölgeye tesirlerini
göndermeye bafllarlar. Bu tesirler sayesinde bulutlar toplan›r, yeryüzüne
inen ya¤mur sular› ortal›¤› canland›r›r, zararl› durumlar›n
meydana gelmemesi için mükemmel ve ahenkli bir otomatizma
kurulmufl olur. Yerdeki sular, belirli s›cakl›k derecesiyle buharlaflarak
tekrar gökyüzüne çekilir ve gerekti¤inde ya¤mur hâlinde
yine yere iner. Böylece bütün hâller ve yürüyüfller, genel tekâmül
ak›fl› ahengine uygun bir nizam içinde, k›l kadar flaflmadan yollar›nda
devam edip giderler.
272
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
Geceler belirli aral›klarla gündüzleri izler. Bu hususta yeryüzündeki
her bölgenin, mevsimine göre bir ayar›, periyodik bir tertibi
vard›r. Belirli mevsimlerde günlerin ve gecelerin süreleri daima
sabit olarak kal›r. Bütün bunlar, flaflmayan tertipler dahilinde
cereyan eden hâllerdir.
Dünyada, her olayda ve durumda düzgün bir ritim dahilinde
ve büyük bir uygunluk içinde vuku bulan hâller ve düzenler,
dünyan›n genel ahenginin birer tezahürüdür. Nizams›z, bozuk
hiçbir fley yoktur. Bütün olaylar, derece derece, her varl›¤›n tekâmülüyle
ayarl› ve ona yard›mc› olarak ortaya konmufltur.
Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinat›n küçük bir parças›d›r.
Burada vukua gelen fleylerin hiçbiri, bu ahengin d›fl›na ç›kamaz.
Ç›karsa mevcut olamaz. Çünkü ahenk, olaylar›n büyük tekâmül
yolunda her noktas›nda birbirine intibak›, uygunlu¤u ve birbirini
tamamlay›c› durumda bulunmas› demektir. Bu ise, olaylar› meydana
getiren bütün hareketlerin, birbirine tam mânâs›yla kaynaflm›fl
olmas›n› ifade eder. Hâlbuki her varl›k, her madde cüzü,
her vibrasyon; birer hareket kompleksidir. Bütün kâinat›n hiçbir
zerresinin, ›fl›k huzmelerinden özgür bulunamayaca¤›n› daha önce
belirtmifltik. Bu ilâhî ›fl›k, ahengin kendisidir ve kâinat›n bütün
hareketleri, ancak bu ilâhî ›fl›k kudretiyle var olabilir. Bu noktay›
da belirtmifltik. fiu hâlde, ahenkten ayr›lmak demek, bu hareketlerden
yoksun kalm›fl olmak demektir ki; hareketlerden yoksun
kalm›fl hiçbir maddenin, hiçbir varl›¤›n mevcudiyeti ve kal›-
c›l›¤› düflünülemez. Demek ki, nerede hareket varsa, orada muhakkak
kâinat ahenginin bir tecellisi mevcuttur.
*
* *
‹nsanlar›n gözünde iyilik, kötülük, bozukluk, düzensizlik, mânâs›zl›k,
alçakl›k, yükseklik, münasebetsizlik gibi görünen fleylerin
hepsi, görecedir. Bunlar, insanlar›n, kâinat nizam› ve ahengi
hakk›ndaki görüfl eksikliklerinin neden oldu¤u, k›s›r yarg›lardan
ibarettir. Bir arslan›n, kendisini korumaktan âciz bir geyi¤e sald›-
273
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
rarak onu parçalay›p yavrular›na yedirmesi, büyük bal›klar›n küçük
bal›klar› yutmas›, bitki, hayvan ve insan âlemlerinde say›s›z
öldürmelerin ve birbirini yiyifllerin dünyan›n kuruldu¤u ândan itibaren
ard› aras› kesilmeksizin sürüp gitmesi, insanlar›n birbirlerine
sald›rarak kendi huzur ve rahatlar›n› yok etmesi, say›s›z azap
ve iflkenceyle dolu günlerini kendi fiil ve hareketleriyle bizzat
kendilerinin davet etmesi ve nihayet, dünyay› kendileri için bir
cehennem, bir zindan hâline koymas› gibi, çirkin görünen hâller;
asl›nda, büyük ahengin icaplar›na uygun, idare mekanizmas›na
mensup vazifelilerin kontrolleri alt›nda cereyan eden, lüzumlu,
zarurî ve muhakkak hay›rl› durumlard›r. Bunlar, bütün varl›klar›n
ve insanlar›n daima yeni inkiflaf kademelerini haz›rlamak gayesine
göre yürüyen âlemin büyük nizam ve ahengi içinde, ak›p
giderler. ‹nsanlar, bu durumu ancak tekâmülleri oran›nda görebilirler
ve göreceklerdir. Bunlar›n, tekâmül nizam›nda ve kâinat›n
genel ahengi içinde hiçbiri, lüzumsuz, bofl, çirkin ve abes de¤ildir.
Bütün bu çirkinlik ve abeslik kavramlar›; yine tekâmül ahengi
içinde beliren bir dünya hayat› zorunlulu¤uyla, insanlar taraf›ndan
kabul edilmifl ve öyle say›lm›fl, tek yönlü görüfllere dayal›
göreceliklerdir. Esasen, hislerinden bir ân ayr›l›p dünyay› objektif
bir görüflle gözlemleyenler, o ânda, bu hakikati bütün aç›kl›¤›yla
görebilirler.
Böcekler âlemine bakt›klar› zaman, aralar›ndaki bütün kavgalar›na,
dövüfllerine ra¤men, onlar›n daima yetiflme ve inkiflaflar›n›
sa¤layan büyük bir ahengin mevcut oldu¤unu ve bu ahenk
içinde, bu dövüfllerin ve kavgalar›n da büyük mânâlar tafl›d›¤›n›
takdir etmekte gecikmezler.
Bir kar›nca yuvas› sakinlerinin, kendi yuvalar›n› korumak için
hemcinsleriyle yapt›klar› mücadeleler, dövüflmeler, lüzumsuz ve
bofl hareketler de¤ildir. Ötekilerin onlara hücum etmesi, bunlar›n
da hücum edenlere karfl›l›k vermesi, kar›nca hayat›n›n o varl›klara
ö¤retmesi icap eden bâz› melekeleri, otomatik olarak onlara
kazand›ran tertiplerdir. Bütün bu hâller; bu kar›ncalar›n, bu ar›-
lar›n, bu böceklerin teflkilâtlanmak, bir araya toplanmak, mâflerî
274
BEDR‹ RUHSELMAN
plânlara liyakat kazanmak ve nihayet günün birinde yüksek vazife
plân›n›n yolunu tutmufl insanlar aras›na kar›flmak durumlar›-
n›n en basit ve otomatik haz›rl›klar›n› yapabilmeleri için, aslî direktiflerden
gelen büyük do¤a nizam›n›n bu varl›klar›n paylar›na
ayr›lm›fl k›s›mlar›d›r. Onlar, böylece otomatik olarak kurulmufl
teflkilâtlar› sayesinde, hayatlar›n› sürdürmek, nesillerini üretmek,
topluluklar›n›n esenli¤ini korumak ve bütün bu faaliyetlerin arkas›nda
sakl› bulunan inkiflaflar›n› sa¤lamak u¤runda yüklenmifl olduklar›
bir sürü ifli ve vazifeyi, birbirlerine zarar vermeden, büyük
bir sadakatle yaparlar. Ve bu ifllerinde zerre kadar ihmal ve
tembellik göstermezler. Birbirlerine zarar vermeden bu ifli yaparlar,
dedik. Çünkü dünya idrakine göre her ân birbirini yiyen dünya
bedenleri, bu hareketleriyle, hakikatte, birbirlerine zarar vermeyip,
bilmeden ve idraksizce yard›mlaflmaktad›rlar ve bunun da
böyle olmas›, onlar›n mâflerî plânlar› içinde bir zorunluluktur.
Böylece, en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar, bütün bitkiler, hayvanlar
ve insanlar âleminde, bazen müspet, bazen menfî flekillerde
görünen, büyük nizam ve ahengin icaplar›na bir uyufl, bir kat›l›fl
hâli ak›p gider.
*
* *
Mâflerî plân icaplar›n›n ahengine uyufl hâlinin, insanlarda –daima
büyük do¤a nizam›n›n ve tekâmül ahenginin kadrosu içinde
kalmak flart›yla– çok daha genifl ve kapsaml› varyeteleri görülür.
Meselâ, insanlar aras›nda bâz› yerlerde büyük bir bar›fl ve sükûnet
içinde görünen ahenk, di¤er birçok yerde birbirini taciz etmek
ve zararlara sokmak, bo¤mak, öldürmek tarz›nda yürüyen
ahenkten farkl› ve ayr› de¤ildir. ‹nsanlar›n gözünde ahenksiz ve
bozuk gibi görünen bütün bu kargaflal›klar, kâinat ahenginin,
dünya nizam›na uygun olarak, insanlar›n çeflitli yetiflme ihtiyaçlar›na,
kudretlerine, liyakatleri derecelerine göre tertiplenmifl,
ayarlanm›fl tezahürleridir. Böylece, tafl›ndan, topra¤›ndan itibaren
bütün hayat sahiplerini ve onlara ait hareket ve olaylar›
muazzam bir tekâmül ahengi içinde sinesine alm›fl dünya hayat›,
bu yüzüyle tek bir bütün olarak ele al›nmal›d›r. O öyle muazzam
275
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir orkestrad›r ki, ayr› ayr› ele al›nd›klar› zaman, çeflitli ahenksiz
ve hattâ kulak y›rt›c› karakterler göstererek oradan ç›kan bâz›
sesler, o orkestran›n bütünü içinde dinlendi¤i zaman, gayet güzel,
ahenkli ve hattâ orkestran›n mükemmelli¤i için gerekli durumlar
ve k›ymetler hâlini al›rlar. Kompozisyon ve orkestrasyon
bilgilerinden anlamayan bir insan, kalk›p da, kendisine bozuk gelen
bir âletin sesini kendi keyfine göre düzelteyim derse, o orkestran›n
ahengini bozabilir. Hâlbuki dünyan›n ‘bütün’ hâli,
böyle alelâde bir orkestran›n fakir ahengiyle k›yas edilemeyen,
sonsuz kapsama sahip bir armoni içindedir. Bu bak›mdan dünya,
bütün oluflumlar›yla, kurulmufl muazzam bir kompozisyondur.
Bu kompozisyonu meydana getirenler de, Ünite’den süzülüp gelen
aslî icaplara intibak etmifl büyük vazifeli sanatkârlard›r. Yâni
büyük organizatörlerdir.
*
* *
‹flte, dünyan›n büyük nizam ve ahenginin kudretli tertipleri içinde
bugüne kadar emekleyerek gelen insanlar, art›k, bugün, dünyadaki
tekâmüllerinin zirvelerine ulaflm›fl bulunmaktad›rlar. Büyük
kâinat ahenginin süregelmifl olan tertipleri, flimdiye kadar dünyada
bu tertipler içinde yetiflmifl insan varl›klar›n›n art›k, daha ileri
tekâmüllerine müsaade edecek durumda de¤ildir. Çünkü insanlar,
hidrojen âlemi imkânlar› içindeki bütün görgü ve deneyimlerini
yapm›fl, buraya ait bütün inkiflaf kademelerini aflm›fl ve devrelerini
tamamlam›fl durumdad›rlar. Onlar›n öz varl›klar›, yeni ufuklara,
yeni çevrelere, bol hayat ve inkiflaf imkânlar›yla dolu ayd›nl›k ülkelere
koflmak ve ulaflmak ihtiyac› içinde ç›rp›nmaktad›r. Onlar,
büyük kâinat ahenginin en genifl imkânlar›na kavuflmak ve o
ahenkten olmaya çal›flmak özlemi ve sezgisi içindedirler.
Gerçi insan hâlindeki durumlar›yla bu sezgilerinin idraklerine
tam olarak varm›fl bulunmamakla birlikte, befleriyet, bugün bu
ç›rp›n›fl›n en a¤›r ve koyu teflevvüflü, flaflk›nl›¤› içinde yaflamaktad›r.
O, nereye gidece¤ini, nereye gitmesi gerekti¤ini henüz kestiremiyor;
ama nedenini, mahiyetini bilmeksizin, kab›na s›¤mayan
hareketleriyle, muhakkak bir yere gitmek, bir ayd›nl›¤a kavuflmak,
ferah bir çevreye ç›kmak, içinde bulundu¤u madde flart-
276
BEDR‹ RUHSELMAN
lar›n›n a¤›rl›¤›n› delip geçmek ihtiyac› içinde k›vran›p duruyor.
Mahiyetini idrak edemeyerek, fakat fliddetle isteyerek her ân peflinde
kofltu¤u mutlulu¤un bir zerresini dahi çevresinde bulamay›nca,
o mutlulu¤un hüsran›yla, kendisini madde oyuncaklar›n›n
gelip geçici zevkleri içine gömerek avutmaya çal›fl›yor. Fakat görünürde
flaflk›nl›¤›n› artt›rmaktan baflka bir ifle yaramaz görünen bu
ç›rp›n›fllar›, hakikatte, kader mekanizmas› muvacehesinde, yine, o
arad›¤›, bekledi¤i ve muhtaç oldu¤u mutluluk yollar›n› kendisine
haz›rl›yor. ‹flte fliddetle istedikleri, bekledikleri bu mutlulu¤a insanlar›n
kavuflmas› için, âlemin büyük ahengi içinde, gerekli tertipler
elbette kurulmaktad›r. Bu ileri tertipler, bugünkü dünya nizam›-
n›n yavafl yavafl de¤iflmesi ve olgunlaflm›fl hâle gelen yeni istek ve
ihtiyaçlara göre gerekli formlar›n meydana gelmesi zaruretiyle, ilâhî
nizam›n ahengi içinde takdir ve tespit edilmifltir.
fiu hâlde, gelecek bütün de¤iflmeler; insan idraki karfl›s›nda ne
kadar büyük birer felâket mahiyetinde görünürlerse görünsünler,
insan varl›klar›n›n ihtiyaçlar›na en uygun ve mükemmel cevaplar
verici tertipler ve nizamlar alt›nda vuku bulacaklard›r. Yak›nda
bafllayacak olan olaylar, dünyada mümkün olabilen insan tekâmülüne
uygun nihaî sahneleri haz›rlayacak ve yüzy›llardan beri
süren ›st›rapl› bir dünya safhas›n›n son perdesini bu sahnelerde
kapatacakt›r.
*
* *
Do¤ada hiçbir varl›¤›n hiçbir ihtiyac› ihmalle karfl›lanmaz. Bütün
tekâmül ihtiyaç ve isteklerine uygun tertipler, nizamlar ve
düzenler derhal kurulur. Çünkü kâinat tekâmül içindir ve orada,
bütün tekâmül ihtiyaçlar›n›n giderilmesi bir zarurettir. Bu ihtiyaçlar
karfl›s›nda kurulacak yeni nizam ve tertiplerin flekil ve yönlerine
gelince: ‹nsan varl›klar›n›n daha üstün hayatlara aday duruma
girdiklerini ve sonsuz parlak ülkelerin kap›s›na dayand›klar›n›,
söylemifltik. Fakat insanlar›n lây›k olduklar› bu yüksek ve
parlak hayatlara kavuflabilmeleri için, bu kap›n›n aç›lmas› gerekir.
‹flte, özlemle peflinden kan ter içinde kofltuklar› bu eflsiz mutluluk
ülkelerine göç edebilmeleri için, insanlar›n yapacaklar› küçük
bir ifl daha kalm›flt›r ki; o da, zaten aç›lmaya haz›r bir va-
277
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ziyette önlerine dikilmifl olan bu kap›y› bir fiske vurufluyla ard›na
kadar açarak içeriye dalmaktan ibarettir. Fakat bunun gerçekleflmesi
de yine, çok tertipli ve ahenkli birtak›m olaylar›n ak›fllar›
içinde mümkün olabilecektir. Ve bunun da böyle olmas› insanlar›n
selâmeti için gereklidir.
Bu muazzam düzen içindeki ahenkli tertiplerin sa¤lam›fl oldu-
¤u büyük haz›rl›klardan elbette birçok insan yararlanacak ve bu
sayede, büyük bir mutluluk havas›yla, sonsuz imkânlar diyar›ndaki
esîrî âlemlerin ebedi hayatlar› içinde kanat ç›rpmak üzere,
ak›p gitmek f›rsat›n› kaç›rmayacakt›r.
Yak›nda do¤a flartlar›nda vukua gelmeye bafllayacak olan köklü
de¤iflmelerde, hiçbir fleyin maksats›z ve körü körüne olmayaca-
¤›n›, en ufak bir olay›n bile ancak Ünite’den gelen icaplara göre,
üstün vazifeli varl›klar taraf›ndan flaflmayan ve aksamayan bir tertip
ve ahenk içinde meydana getirilece¤ini, art›k iyice belirtmifl
bulunuyoruz. ‹flte biraz yukar›da sözünü etti¤imiz kap›n›n aç›lmas›
demek de; bu hakikatin insanlar taraf›ndan idrak edilmesi,
benimsenmesi ve ona göre mevcut düzenlere isteyerek, sevinerek
gidilmesi, uyulmas› demektir. fiu hâlde, yeryüzündeki do¤a flartlar›n›n
de¤iflmesiyle meydana gelecek yeni ahengin, insanlara bu
kurtulufl imkânlar›n› bahfletmifl olmas› bak›m›ndan, fevkalâde büyük
bir k›ymeti ve önemi vard›r. Görünürde, bozuk düzen ve s›-
k›c›, hattâ rahats›z edici gibi durumlarda görülebilecek olan bu
hâllerin, hakikatte, insanlar›n yüksek kazançlar›n› sa¤lamaya yarayacak
k›ymetli birer vâs›ta oldu¤unu unutmamak, insanlar›n
menfaatleri gere¤idir. Çünkü insanl›¤›n de¤iflecek olan çehresi ve
yeni tertiplerle kurulacak ahenk, ancak, tamamlanm›fl bir dünya
devresinin kapan›fl›ndan sonra olacakt›r. ‹flte bunun için, dünyan›n
geçirece¤i son haz›rl›klar vard›r.
Bu haz›rl›klar›n iki yönü vard›r: Birinci yönü, insanlara bu
dünyan›n art›k kendileri için elveriflli bir mesken olamayaca¤›n›
anlatmak suretiyle, henüz eksik kalan, gerekli bilgilerini, gözlemlerini
ve imanlar›n› kazand›rmak; di¤er yönü de, sonradan gelecek
basit bedenlerin tekâmüllerine elveriflli, yeni bir dünyay›
meydana getirmektir.
278
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
fiimdi, bu do¤a de¤iflmelerinin, yeni meydana gelecek olaylar›n,
k›saca vukuu yaklaflm›fl olan büyük dünya ink›lâb›n›n mahiyet
ve flekillerini aç›klamaya bafll›yoruz.
Yak›n olan bu büyük dünya devresi kapan›fl›n›n ilk alâmetleri
diyece¤imiz bâz› basit olaylar, hâlen bafllam›fl bulunmaktad›r.
Bunlar, insanlar›n gözünde henüz güçlü mânâlar ifade etmeyen
ve kör do¤a güçlerine ba¤l›, gelip geçici ar›zalardan ibaret san›-
lan, bâz› atmosfer de¤ifliklikleridir. Bu hâller, gittikçe artacak ve
ifade ettikleri yüksek mânâlar› yavafl yavafl daha güçlü olarak hissettirmek
üzere, durmadan devam edeceklerdir. Meselâ, vaktinde
beklenen yaz s›caklar› bazen bir türlü gelemeyecek, k›fl ortas›nda
anormal s›cak havalar, yaz ortas›nda da so¤uk havalar görülmeye
bafllayacakt›r. Bâz› yerlerde uzun süre devam eden kurakl›klar yan›nda,
di¤er bâz› yerlerde sürekli ya¤murlar, selleri meydana getirecek
ve önemli tahribat yapacakt›r. Güçlü rüzgârlar, tehlikeli
hâller alarak esecek, yer yer büyük zararlara neden olacakt›r. Bu
arada depremler vukua gelecek, fliddetli yer sars›nt›lar›, insanlar›n
felâketli diye nitelendirecekleri do¤a olaylar› aras›nda, yeryüzünün
oras›nda buras›nda kendilerini göstereceklerdir.
Denizlerde de ola¤an d›fl› olaylar vukua gelecektir. Meselâ, hiç
met ve cezir olmayan k›y›larda denizler bazen 8–10 metreye kadar
kabaracak ve karalara hücum edecektir. Böyle met ve cezre
al›flmam›fl ve haz›rlanmam›fl bâz› flehirler, su bask›nlar› tehlikesi
alt›nda kalacak ve büyük zararlara u¤rayacakt›r.
Dünyan›n çeflitli yerlerinde yer yer toprak kaymalar› vukua gelecek
ve bâz› kasabalar ve yerler, bu yüzden bir hayli korkulu ve
kayg›l› ânlar geçirecektir. Yine, bu toprak âfetleri s›ras›nda bâz›
yerler çatlayacak, oralardan dumanlar ve atefller f›flk›racakt›r.
K›sacas› ola¤an d›fl› olarak vukua gelecek bütün bu büyük rüzgârlar,
seller, yer sars›nt›lar›, depremler, deniz kabarmalar›, su
bask›nlar› ve yer çatlamalar›, gittikçe insanlar›n rahatlar›n› kaç›-
racak ve zararlar›n› artt›racakt›r. Fakat bunlar›n hiçbiri, ahenk d›-
fl›, düzen d›fl› olmayacak; hepsi, yerli yerince tertip edilmifl, bi-
279
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
raz önce söyledi¤imiz hedeflere ayarlanm›fl ad›mlar›n derece derece
ilerleyifllerinin birer ifadesi olacakt›r.
Bu hâller, dünyada afla¤› yukar› 40–50 y›l, böyle sinsi, fakat daima
ilerleme gösterir bir flekilde ve insanlar taraf›ndan hakikî mânâlar›na
nüfuz edilebilmesine pek de yetecek kudrette olmamak
üzere, devam edeceklerdir. Bununla birlikte bunlar, daha ileri safhalara
haz›rlay›c› mahiyette derece derece bir ilerleme izlerken,
gittikçe de fliddetlerini artt›racaklard›r. Bu kitaptaki bilgileri okumufl,
benimsemifl olanlar, bu hâllerin daha ilk zamanlarda ifade
ettikleri mânâlar› sezmekte güçlük çekmeyecekler ve kendilerini,
gelecek büyük güne rahatça ve kalp huzuruyla, hattâ sevinçle haz›rlayabilmenin
imkânlar›n› elde etmifl olacaklard›r.
*
* *
Yaklafl›k elli y›l sonra olaylar kendilerini daha çok hissettirmeye
bafllayacaklar ve insanlar› –daha do¤rusu kendilerini gere¤i derecesinde
haz›rlayamam›fl olanlar›– çok rahats›z edici, korkutucu,
zahmet ve ›st›raplar içinde b›rak›c› karakterler almaya bafllayacaklard›r.
Bununla birlikte, bunlar da yine hakikî mânâlar›n› insanlara
empoze edecek derecede fliddetlenmemifl olacaklar›ndan,
insanlar›n bir k›sm›, bu olaylar›n hakikî mânâlar›n› anlamaktan
uzak kalacak, sadece büyük bir flaflk›nl›k içinde ne oldu¤unu, neye
u¤rad›¤›n› bilmeyecektir. Meselâ iklimlerde bâz› acayip de¤iflmeler,
önceleri yavafl yavafl bafllayacak, so¤uk yerler azar azar ›s›-
nacak, bâz› bölgeler ola¤an d›fl› olarak s›caktan kavrulmaya bafllayacakt›r.
Bu hâllerin sonucunda, anormal rüzgârlar, bâz› korkunç
tayfunlar› meydana getirecek ve bunlardan birçok zarar meydana
gelecektir. Depremler s›klaflacak ve fliddetlenecek, yer çatlamalar›,
püskürmeler, çöküntüler artacak ve bütün bu hâller, y›llar ilerledikçe
kendilerini daha aç›k olarak hissettireceklerdir.
Bâz› flehirler, büyük sars›nt›lar sonucunda yok olacak, yerlerinde
büyük çukurlar veya göller meydana gelecek; bâz› yerlerde büyük
ve sürekli kurakl›klar bafllayacak, birçok insan ve hayvan telef
olacak; a¤açl›k, verimli, bitek olan yerler bozk›rlar, hattâ su-
280
BEDR‹ RUHSELMAN
suz çorak çöller hâlini almaya yüz tutacak; y›llardan beri, hattâ
yüzy›llardan beri o havalilerde rahatça yerleflmifl olan insanlar
için buralar›, art›k yaflanmaz hâllere girecek ve insanlar oralardan,
daha verimli yerler aramak ve bulmak için ayr›lacaklar, daha
müsait yerlere göç etmeye bafllayacaklard›r. Böylece dünyada yer
yer büyük göçler bafllayacak; bu hâl, insan cemaatleri aras›nda
önemli huzursuzluklar yaratacakt›r.
Deniz kabarmalar› artacak; dünya maddesi, art›k insanlara
korkunç çehresini göstermeye bafllayarak, kendisinden insanlar›n
fazla bir fley beklememeleri, hattâ art›k hiçbir fley beklememeleri
gerekti¤ini lisan-› hâliyle* onlara anlatmaktan bir ân geri kalmayacakt›r.
Özetle, dünya yavafl yavafl, insanlar için gittikçe k›s›rlaflacak,
tats›zlaflacak ve yaflanmaya elveriflli karakterlerini kaybedecektir.
Zaten daha önce de aç›klad›¤›m›z gibi, son zamanlara
do¤ru büsbütün artacak olan kanser vakalar›n›n ço¤almas› da, art›k
dünya maddelerinin ihtiyaçlara cevap vermedi¤ini insanlara
aç›kça gösteren önemli delillerden biri olacakt›r. Özetle, ellinci
y›ldan itibaren gerek kurakl›klar›n, gerek bâz› di¤er zorlay›c› do-
¤a olaylar›n›n do¤uraca¤› sonuçlar ve yer yer devam edecek büyük
çaptaki göçler, dünyada büyük kargaflal›klara neden olacak
ve do¤an›n insanlara karfl› gittikçe ekfliyen yüzü ve çetinleflen durumu,
bu kargaflal›¤›n derecesini h›zla artt›racakt›r.
*
* *
Bu hâller, ço¤alarak yüzüncü y›la kadar devam edecek; yüzüncü
y›ldan sonra, olaylar ve dünyada bafllayan de¤ifliklikler, insanlara
bütün bu olaylar›n hakikî mahiyetleri ve ifade ettikleri
hakk›nda, bâz› mânâlar verecektir. fiimdiye kadar basit de¤iflmeler
hâlinde devam eden durumlar, art›k tam bir kargaflal›k içinde
ve eski dünya nizam ve tertiplerinin aç›kça de¤iflmelerini ifade
edecek tarzda inkiflaf etmeye bafllayacaklard›r.
So¤uk kuflaklardaki buzlar erimeye bafllayacaklar, bâz› so¤uk
bölgeler gittikçe ›s›nacak; dünya iklimlerinde belirgin de¤iflmeler
* “Lisan-› hâl” deyimi, “sözsüz dil, mânâlar›n sözler ile de¤il, hâller ile ifade edildi¤i dil”
anlam›na gelir.
281
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bafllayacakt›r. Görünüflte karmakar›fl›kl›k hâli gösteren bu olaylarda,
insanlar için, gelecek kurtulufl ve müjde günlerinin gerçekleflmesini
haz›rlay›c› tertipler ve nizamlar mevcuttur.
Dünya bir taraftan gittikçe ›s›nmaya devam ederken, di¤er taraftan
bâz› yerlerde büyük mevsim farklar› görülmeye bafllayacakt›r.
Buralarda, yaz›n büyük s›caklar hüküm sürecek, k›fl›n da
oldukça fazla so¤uklar görülecektir. Nihaî günlere do¤ru; iklimler
tamam›yla de¤iflecek; hâlen ›l›man olan iklimler, tropikal bölgelerin
cehennem gibi yanan durumlar› hâline girecek; daha önce so-
¤uk olan iklimler, dünyan›n s›cak yerleri hâlini alacakt›r. Böylece
birçok flehir s›caktan yaflanmaz hâle gelecek; bir tarafta cehennem
gibi s›cak bölgeler, di¤er tarafta kurumufl, çöl hâline gelmifl, eski
muazzam verimli sahalar›n dayan›lmaz çorakl›¤› görülecektir.
Yüzüncü y›l›n ard›ndan büyük do¤a olaylar› bafllayacak; bunlar,
k›s›m k›s›m, insanlar›n kitleler hâlinde ölmelerine neden olacak
ve insanlarca “büyük felâket” denilen hâller birbirini izleyecektir.
Bununla birlikte, bu kadar ölümlere ra¤men dünyan›n nüfusu
azalmayacak, aksine, artacakt›r. Meselâ bugün 2,5 milyar›
bulan dünya nüfusu o zamana kadar 6–7 milyara ç›kacakt›r. Bu
art›fl›n bafll›ca nedeni, dünyadan flimdiye kadar ayr›l›p da spatyumda
birikmifl varl›klar›n hepsinin dünyaya dönmesi olacakt›r.
Spatyumun bütün varl›klar›, bu son dünya devrinde yaflamak, o
devrin gelecek hayatlar› haz›rlay›c› büyük imkân ve bilgilerinden
yararlanmak için, tekrar dünyaya döneceklerdir. Bu da dünyada
yer yer büyük çapta do¤um vakalar›n›n meydana gelmesine neden
olacakt›r. Esasen spatyumdakilerin dünyaya hücumu daha
flimdiden bafllam›fl ve insanlar›n nüfusu bugünlerden itibaren artmaya
yüz tutmufltur.
Burada, flunu da belirtiriz ki, bundan önce söz etti¤imiz Mu
dünyas›n›n son günlerine de o zamanki insanlar ayn› yollardan
haz›rlanm›flt›. Sözünü etti¤imiz bu alâmetler orada da kendilerini
göstermifller ve insanlara birçok fley ö¤retmifllerdi. ‹flte ayn› tertipler,
bugünkü dünya insanlar› için de tekrar edilmeye bafllanm›flt›r.
Mu dünyas›n›n kapan›fl›ndan önceki olaylar hakk›nda daha
282
BEDR‹ RUHSELMAN
önce vermifl oldu¤umuz bilgilerin, bu son dünya devresi kapan›-
fl›na ait olaylar ile olan paralelli¤ini mukayese edenler, arada hemen
hemen hiçbir de¤iflmenin mevcut olmad›¤›n› görürler.
*
* *
Dünyan›n kapan›fl›na pek yak›n zamanlarda, iklimlerin en son
alaca¤› durumu, özetleyerek bildiriyoruz:
Kuzey Rusya k›fl›n fevkalâde so¤uyacak (–60/–70), yaz›n ise ›l›-
man iklimlerin s›cakl›k derecelerini gösterecektir (0/+25).
Kuzey Grönland, ‹skandinavya, Avrupa Kuzey Rusyas›, Kafkaslar,
Afganistan, Tibet, Çin, Japonya, Alaska yaz›n bir hayli s›-
cak olacak (+45), k›fl›n bir hayli so¤uk olacakt›r (–50).
Güney Grönland’da, ‹ngiltere’de, Fransa’n›n kuzeydo¤u yar›-
s›ndan itibaren bütün Orta Avrupa memleketlerinde: Kuzey
Fransa’da, Danimarka’da, Belçika’da, Hollanda’da, Almanya’da,
‹sviçre’de, Avusturya’da, Çekoslovakya’da, Macaristan’da, bütün
Balkanlar’da, ‹talya’n›n kuzeydo¤u yar›s›nda, Türkiye’de, Yunanistan’›n
kuzey k›sm›nda, ‹ran’da, Pakistan’da, Hindistan’›n
kuzey yar›s›nda, Çin Hindi’nde, Kanada’n›n kuzey k›sm›nda yaz›n
tropikal karakterde s›caklar olacak (+50/+70), k›fl›n ise s›f›r›n
alt›nda so¤uklar olacakt›r (–20/–8).
Fransa’n›n güneybat› yar›s›nda, ‹spanya’da, ‹talya’n›n güneybat›
yar›s›nda, Sicilya’da, Yunanistan’›n güney k›s›mlar›nda, Akdeniz
havalisinde, bütün Afrika’da, Madagaskar’da, Arabistan
Yar›madas›’nda, Hindistan’›n güney k›sm›nda, Malakka’da, Endonezya’da,
Yeni Gine’de, Filipin Adalar›’nda, Avustralya’da,
Yeni Zelanda’da, Kanada’n›n güney yar›s›nda, bütün Birleflik
Amerika’da, Kaliforniya’da, Meksika’da, Venezuela’da, Kolombiya’da,
Bolivya’n›n kuzey yar›s›nda yaz›n ve k›fl›n daimî s›caklar
olacak, bu bölgelerde s›cakl›k dereceleri sürekli olarak (+40/+70)
aras›nda oynayacakt›r.
Bu durum, dünyan›n nihaî safhas›na aittir. ‹klimler bu durumlara
ancak elli y›ldan sonra yavafl yavafl girmeye bafllayacak-
283
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lard›r. Yâni, dünya iklimleri, bu verdi¤imiz nihaî s›cakl›k derecelerine
birdenbire geçmeyecek, uzun y›llar süresince yavafl yavafl
intikal edecektir.
*
* *
Dünya ink›lâb›n›n son ân›na do¤ru bütün do¤a olaylar› fliddetlenecek;
yer sars›nt›lar› artacak; su bask›nlar›, büyük seller, büyük
kaymalar, yer çatlamalar› ve birkaç flehri birden harabeye çevirebilecek
büyük depremler, ara vermeksizin, art arda sürüp gidecek;
insanlar henüz geçmifl bir felâketin s›cakl›¤› so¤umadan,
daha korkunç di¤er bir felâketle karfl›laflacaklard›r. Bu s›rada tabiî
ki, kitleler hâlinde ölümler olacak, hastal›klar ço¤alacak, dünyada
yaflamak çok ›st›rapl› ve zahmetli bir hâle girecek.
Ak›ll›, bilgili ve iyi haz›rlanm›fl olan insanlar, bu hâli görebildikleri
takdirde, gayet iyi anlam›fl olacaklar ki; art›k dünya insanlar›
için dünya maddesi yeterli gelmemektedir ve dünya, bu hakikati
insanlar›n kafas›na vururcas›na göstermektedir. Ve böylece
bir ân gelecek ki, insanlar›n birço¤u, art›k kendileri için dünyada
yaflanacak hiçbir yerin kalmad›¤›n› anlam›fl bulunacakt›r. ‹flte bu
da, insanlar›n, hakikati bütün ç›plakl›¤›yla görebilmeleri için,
dünyan›n kurulmufl en mükemmel bir tertibi ve nizam› olacakt›r
ki; bu nizam›n ve tertibin kudretiyle, insanlar›n ço¤u, yukar›da
sözünü etti¤imiz, iki âlemi birbirinden ay›ran kap›y› ard›na kadar
ve büyük bir özlemle açabilmek gücünü kazanacaklar, yâni
idraklerinin ›fl›¤›na kavuflmaya bafllayacaklard›r.
*
* *
Bu kargaflal›k, gittikçe içinden ç›k›lmaz hâle gelerek, arta arta,
insanlar› flaflk›na çevirecek ve en nihayet bir ân gelecek ki; o ândan
itibaren, o zamana kadar can çekiflmekte olan dünya, en k›sa
zamanda gözlerini eski hayat›na tamam›yla kapayacakt›r. Bu durumda
iken dünya, tam mânâs›yla, kaynayan bir kazana benzeyecektir.
Ancak birkaç gün devam edecek olan bu nihaî safha esnas›nda
bütün k›talar ve denizler harekete geçecek. Yer ve gök
sars›lacak.
284
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu s›rada yerler yar›larak parçalanacak. Bu parçalar, muazzam
bir rüzgâr›n önünde sallanan yapraklar gibi, sürekli olarak sars›lacak.
Afla¤› yukar› inip kalkacak. Her ad›mdaki toprak sars›lacak.
Çok büyük çatlaklar ortaya ç›kacak. Bu çatlaklardan simsiyah dumanlar
ve zehirli gazlar ç›kacak. Bu dumanlar yavafl yavafl yeryüzünü
örtecek. Ortal›k kararacak. Bu dumanlar, yer yüzeyi alt›
tabakalar›nda yanan kömürlerin sularla kar›flmas›ndan ileri gelen,
nemli ve zehirli gazlar› içeren duman bulutlar› hâlinde olacak.
‹nsanlar› kitleler hâlinde telef edecek. Yer yer aç›lmakta olan muazzam
uzunluktaki yer çatlaklar›n›n genifllikleri 30–40 kilometreyi
bulacak. Ve zaten ço¤u birer harabe hâlini alm›fl olan flehirleriyle
birlikte büyük arazi parçalar›, kocaman da¤lar, bu aç›lm›fl
genifl atefl çukurlar› içine yuvarlanmaya bafllayacaklar. Meselâ ‹zmit
civar›nda ortaya ç›kabilecek böyle elli kilometre geniflli¤indeki
bir yar›¤a Türkiye, Van Gölü’ne kadar olan bütün k›s›mlar›yla
birlikte gömülebilecek. Bu muazzam atefl uçurumlar› yer yer dünyan›n
her taraf›nda aç›lacak ve buralarda bulunan da¤lar, tepeler,
vadiler, ovalar, bütün y›k›lm›fl flehirleri ve harap olmufl mamureleriyle*
birlikte büyük arazi parçalar›, bu uçurumlar›n içine
yuvarlanacak. Ve oralarda yaflayan insanlardan sa¤ kalm›fl olanlar›
da, onlarla birlikte bu atefl çukurlar›na gömülecekler. Bu arada
bir k›s›m atefl çukurlar›, etraflar›na k›zg›n küller hâlinde lâvlar
püskürtecek ve bunlar insanlar›n üzerlerine atefl ya¤muru hâlinde
inecek. Ayn› zamanda, muazzam ve yo¤un bulutlar, dünyan›n
bütün göklerini kaplayacak. fiiddetli gök gürlemeleriyle inen say›s›z
flimflekler, yo¤un siyah duman ve su buhar› bulutlar›n› yar›p
sürekli olarak ortal›¤› ayd›nlatacak ve dünyan›n her taraf›na y›ld›r›mlar
ya¤acak.
Bir taraftan, insan hayk›r›fllar›n› bo¤an gök gürlemeleri, yeralt›
u¤ultular›, patlayan ve aç›lan deliklerden ve yar›klardan etrafa
f›flk›ran ve taflan gaz ve lâvlar›n gürültüleri, bo¤ucu ve yak›c› gazlar›n
ç›kmas›, yer yer atefl uçurumlar› ve çukurlar›n›n aç›lmas›,
arazi parçalar›n›n yapraklar gibi sallanmas›, y›ld›r›mlar, fluursuz-
* “Mamure” sözcü¤ü, “imar edilmifl, bina, yap›, bay›nd›r yer” anlam›na gelir.
285
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ca insan hayk›r›fllar› devam ederken; di¤er taraftan, k›talar›n etraf›n›
saran okyanuslar, hiç görülmemifl flekilde yükselecek, milyarlarca
tonluk su kütlelerini içeren ve her biri muazzam birer
da¤ gibi kabaran deniz parçalar›, k›talar›n üzerine sald›rmaya
bafllayacak. Bu hâl, art›k dünyan›n son saatleridir, yeryüzü batmaktad›r.
Yâni, devresini tamamlam›fl bir dünya hayat› ebediyen
kapanmak üzeredir. Nitekim k›talara sald›ran okyanuslar; harap
olmufl flehirleriyle, aç›lm›fl çukurlar›yla, ormanlar›yla, vâdileriyle,
genifl arazileriyle bütün karalar› istilâ etmeye bafllayacakt›r. Önlerine
katt›klar› insanlar› sürüler hâlinde kovalayacaklar ve yutacaklar.
Deniz sular›n›n atefl çukurlar›yla ve yar›klar›yla birleflti¤i
yerlerde büyük patlamalar ve müthifl su buharlar› meydana gelecek.
Bu s›rada k›talar, bafltan bafla çatlayacak ve üzerindeki yüzy›llardan
kalma bir medeniyetin harap olmufl bütün mamureleri
ve eserleriyle birlikte, bu aç›lan cehennem çukurlar›n›n içine yuvarlan›p
birkaç saat içinde kaybolacak. Onlar›n gömüldükleri bu
atefl çukurlar›n›n üzerlerini derhal okyanuslar›n muazzam su kütleleri
örtecek ve en k›sa zamanda dünyan›n bütün k›talar› yok
olacak. Onlar›n yerlerinde, binlerce metre derinli¤e sahip yeni
okyanuslar ortaya ç›kacak ve böylece o zamana kadar ulaflm›fl oldu¤u
bütün medeniyetiyle ve maddî zenginlikleriyle birlikte, bir
dünya devri daha kapanm›fl ve ebediyen unutulmaya mahkûm,
maziye kar›flm›fl bulunacak.
‹flte bu hengâmede insanlar›n ço¤u, kendi ihtiyaçlar›na cevap
verecek bir âleme gidecek; az miktarda kalanlar ise, yeni dünyaya
intikal etmek üzere, büyük y›k›mdan geriye kalm›fl kaya parçalar›
üzerinde, flaflk›n hâlde kalacaklard›r. Çünkü denizlerin dibine gömülen
eski k›talar›n bâz› yüksek yerleri, gelece¤in küçüklü büyüklü
adalar›n› ve tak›madalar›n› oluflturmak üzere, büyük kaya parçalar›
hâlinde, denizlerin üstünde kalacaklard›r.
*
* *
Yeryüzü batarken karmakar›fl›k olan denizlerin dibinden büyük
kara parçalar› yükselecek ve böylece, bunlardan yeni k›talar meydana
gelecek. Bu yeni k›talar, gelecek dünya devrinin co¤rafya uz-
286
BEDR‹ RUHSELMAN
manlar›na, yüzy›llarca süren yeni birer araflt›rma konusu olacakt›r.
Yeni dünya devri insanlar›n›, bugünkü dünyan›n bat›fl› s›ras›nda
k›talar›n yüksek yerlerinde ve tepelerinde kalan insanlar oluflturacakt›r,
demifltik. Bu s›ralarda denizin dibinden ç›kan yeni
k›talarda henüz insan bulunmayacakt›r. Bugünkü dünyadan gelecek
dünyaya intikal edecek insanlar›n yaflamak zorunda olacaklar›
adalarda toprak olmayaca¤›ndan, bu insanlar, sadece kayalardan
ibaret, etraf› denizle çevrilmifl bu adalarda mahsur kalacaklard›r.
Böylece birkaç gün içinde olup biten bu ifllerden sonra sükûnet
geri gelecek; dünyada y›llardan beri bozulmakta olan genel
denge, bu son birkaç günlük krizini atlatt›ktan sonra, yeni dünya
flartlar›na uygun olarak tekrar kurulacak; her fley olup bitecek,
günefl, yine ayn› parlakl›kla yeni dünyan›n ufuklar›ndan do¤arak,
onu canland›rmaya devam etmeye bafllayacakt›r.
*
* *
‹nsanlara gelince: Bu dünyadan gelecek dünyaya intikal edecek
insanlar, her ne kadar beden yap›lar›n› ilk ânlarda koruyacak iseler
de, bunlar›n zihinsel durumlar›nda, zekâlar›nda, idraklerinde,
duygular›nda, haf›zalar›nda büyük gerilemeler meydana gelecektir.
Bunlar, fluurlar›n› kaybedecekler ve delireceklerdir. Bu insanlar,
geçen dünya devrine, büyük insan medeniyetlerine, kendi bireysel,
ailevî ve mâflerî hayatlar›na ait bütün bilgileri ve kavramlar›
unutacaklard›r. Ne geçmifl bilgilerinden, ne bilimlerinden, ne
tekniklerinden, ne kabiliyetlerinden, ne al›flkanl›klar›ndan, ne de
kendi eski kimliklerinden, haf›zalar›nda hiçbir fley kalmayacak;
en ilkel birer insan hâlinde, yaln›z içgüdüleriyle hareket edeceklerdir.
Onlar›n içgüdülerinin bafl›nda korku gelecektir. Büyük
dünya ink›lâb› s›ras›nda gözleri önünde günlerce devam eden y›-
k›m olaylar›, dünyan›n korkunç ve gürültülü bat›fl›, onlar›n varl›klar›nda
uzun süre devam edecek büyük bir korku içgüdüsüne
neden olacakt›r. Fakat bu insanlar, geçmifle ait bütün bilgilerini
kaybettiklerinden ve hâlihaz›rda da fluursuzluk ve tam bir idraksizlik
içinde bulunduklar›ndan, bu korkular›n›n ne nedenini, ne
de mahiyetini aslâ bilemeyecek, sadece onun sürekli bask›s› alt›n-
287
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
da yaflayacaklard›r. Bundan baflka, yeni girmifl olduklar› dünya
ortam›n›n gittikçe vahflileflen ve kabalaflan flartlar› da, insanlar›n
bu korku içgüdülerini daha çok artt›racak ve güçlendirecektir.
Korku hissi, bu ilkel insanlar› befler onar, bir araya toplayacakt›r.
Bunlar her fleyden korkacaklar, korktuklar› zaman birbirlerine
daha çok yaklaflacak ve sar›lacaklard›r. Bak›fllar› korkak olacak,
her hâl ve hareketlerinde korkunun bütün tezahürleri görülecektir.
Ara s›ra, genellikle bir fleyden korktuklar› zaman, fluursuzca,
anlams›z birtak›m sesler ç›kararak ba¤r›flacaklar, düflüncesizce
oraya buraya kofluflacaklard›r. Çünkü bunlar, henüz konuflmas›n›
bilmeyecekler ve iflaretlerle dahi anlaflabilmek liyakatinden yoksun
bulunacaklard›r. Meselâ, bir tanesi ba¤›rmaya bafllad›¤› zaman,
özellikle korku içgüdüsüyle di¤erleri de ona uyarak ba¤›rmaya
bafllayacak, bir süre birlikte ba¤r›flt›ktan sonra, korkular›-
n›n biraz yat›flmas›yla hep birden tekrar susacaklard›r.
Önceki dünyadan yeni dünyaya geçen ve aç, ç›plak, âletsiz,
vâs›tas›z, hiçbir fleysiz, özellikle ak›ls›z, düflüncesiz, fluursuz hâlde
kalan ve sadece korku ve açl›k içgüdüleriyle hareket eden bu
zavall› insanlar›n, kayalar üzerinde, vahfli hayvanlar aras›nda geçirecekleri
ânlar pek çetin ve haflin olacakt›r. Bunlar, yiyecek bulamayacaklar,
giyecekten yoksun kalacaklar, s›¤›nacak bir tek
a¤aç kovu¤u göremeyecekler ve kayalarla çevrilmifl bir çevrede,
do¤an›n bütün olaylar›yla karfl› karfl›ya kalacaklar. Güneflin ›fl›¤›
vücutlar›n› yakacak, so¤uk rüzgârlar ve havalar ç›plak bedenlerini
h›rpalayacak. Vahfli hayvanlar›n sald›r›fllar›ndan kaç›flacaklar,
befli onu bir arada, kayalar›n aralar›na veya tafl oyuklar›na s›¤›nacaklar.
Bütün bu durumlar, onlarda esasen mevcut olan korku içgüdüsünü
büsbütün artt›racakt›r.
‹drak ve zekâlar› henüz, tafllar› yontarak onlardan kendilerine
av veya savunma silâh› yapabilecek durumlardan çok uzak oldu-
¤undan, bu insanlar, ilk zamanlarda henüz tafl devrine bile girmifl
olmayacaklard›r. Yaln›z kaba içgüdülerden ibaret olan bütün ihtiyaçlar›n›,
ç›plak ve hiçbir âletle donanm›fl olmayan bedenleriyle
ve tabiî ki hep içgüdüsel olarak gidermeye çal›flacaklard›r. Mese-
288
BEDR‹ RUHSELMAN
lâ, açl›k hissinin kendilerinde uyand›rd›¤› ihtiyaçlarla, hayvanlar›n
en zay›f› gördüklerine birlikte sald›racak ve kendi aralar›nda
yine en zay›f bulduklar› hemcinslerine hücum ederek, onlar› parçalayacak
ve yiyeceklerdir. Yamyaml›k, insanlar›n ilk ânlar›ndaki
hayatlar› için en do¤al ve zarurî bir hareket olacak ve bu insanlar,
ilk dünya hayatlar›na böylece birbirlerini yemekle, yâni yamyaml›kla
bafllayacaklard›r.
*
* *
Yeni dünyan›n eski batan k›talar›n deniz üzerinde kalm›fl k›-
s›mlar›na ait bâz› adalar ve tak›madalar ile denizin dibinden yükselerek
meydana ç›kan yeni büyük k›talardan oluflmufl bulunaca¤›n›
söylemifltik. Yine, geçen dünyadan kalan insanlar›n yaflayaca¤›
bu adalar›n kayal›klardan ibaret olaca¤›n›, buralarda topra¤›n
bulunmayaca¤›n› da belirtmifltik. Dolay›s›yla, ilk insanlar›n
çevresinde bitki hayat› henüz mevcut olmayacakt›r. ‹flte bu hâlde
bulunan yeni dünyan›n ilk durumu, k›sa bir zamanda vahflileflmeye
bafllayacakt›r. Her fley, basitleflecek, ilkelleflecek, vahflileflecektir.
Eski dünyada mevcut olan, zirveleri yuvarlak da¤lar ve
tepeler yeni dünyada görülmeyecek, onlar›n yerine tepeleri sivri,
testere fleklini alm›fl da¤lar ve s›rada¤lar meydana gelecek, keskin
vadiler görülecek, her fley sivrileflecek, keskinleflecek ve haflin bir
çehre alacakt›r.
Varl›klar›n, yaflamakta olduklar› çevrelere uymalar›n›n zarurî
oldu¤undan daha önce söz etmifltik. Dünyaya gelecek varl›klar,
ancak içinde bulunduklar› çevrenin maddelerinden bedenlerini
kuracaklar› için, yeni dünyaya intikal etmifl insanlar›n ve hayvanlar›n
da, nesilleri üredikçe kabalaflacaklar›, kaba olan çevrelerine
uyacaklar› do¤ald›r. Onlar›n bu kaba çevreye adaptasyonlar› sonucunda,
bedenleri h›zla kabalaflacakt›r. Geçen dünyadan yeni
dünyaya intikal eden hayvanlar›n ve insanlar›n bedenlerinde görülecek
bu kabalaflma hâli, ilkel çevrelerine ait ihtiyaçlar›na ba¤l›
olarak, nesilden nesle artacak ve uzun süre devam edecektir. Meselâ
nesiller ilerledikçe büyük gövdeli hayvanlar türeyecek, bu
hayvanlar vahfli olacak, adalarda toprak ve sonuç olarak bitki
289
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
olmad›¤› için, geçen dünyan›n ot ve bitki yiyen uysal hayvanlar›na
buralarda rastlanmayacakt›r.
T›pk› bunun gibi, bu yeni dünyaya geçen ilk insanlar›n da, nesilleri
ilerledikçe beden formasyonlar› de¤iflecek, onlarda da bir
kabalaflma hâli bafllayacakt›r. Haflin ve sert do¤ayla, vahfli hayvanlarla
ve birbirleriyle bo¤uflmak, çarp›flmak durumunda kalan
bu ilk insanlar›n hayat mücadelelerinin do¤uraca¤› yeni ihtiyaçlara
uygun olarak, beden yap›lar› ve formasyonlar› esasl› de¤iflmelere
u¤rayacakt›r. Yâni, nesiller ilerledikçe, bütün karakteristikleriyle,
bu kaba çevreye uygun beden formasyonlar› kendini
gösterecektir. Art›k geçmifl dünyada oldu¤u gibi ince uzun insan
flekilleri kalmayacak, buna karfl›l›k insanlar›n bedenleri yayvanlaflacak,
gövdeleri büyüyecek, kaslar› güçlenecek, gö¤üsleri geniflleyecek,
kollar› uzayacak, ayaklar›nda ifl görme kabiliyeti artacak,
gerekti¤inde el parmaklar› gibi çal›flacaklar› için ayak parmaklar›
da büyüyecek, kollar› ve ayaklar› güçlenecek, kafatas› da ona göre
yeni flekiller alacakt›r. Entelektüel hayattan ziyade sansüel içgüdülere
hizmet etmek durumunda kalan o günkü beynin yükünde
medenî bir insan›n zihinsel faaliyetleri bulunmayaca¤›ndan,
mükemmel bir beyne ve bu beynin korunmas›na yarayan bir
kafatas›n›n oluflmas›na gerek kalmayacak ve bunun sonucunda
da, al›nlar küçülecek, kafatas›n›n da küçülmesiyle, geriye do¤ru
çekik olacakt›r. Buna karfl›l›k, yaln›z et yemek zorunlulu¤uyla,
a¤›z ve çeneler geliflecek; difller sivrileflecek, keskinleflecek, güçlenecek;
a¤›zlar büyüyecek, kabalaflacak ve öne do¤ru ç›k›k olacakt›r.
fiiddetli hava etkilerine karfl› korunmak için, cilt yüzündeki
k›llar s›klaflacak ve büyüyecektir.
Geçiflin ard›ndan yeni gelecek nesillerle bafllayacak olan bu kabalaflma
hâli, 300 y›l kadar devam edecektir. Bu süre s›ras›nda
dünyaya insan hâlinde gelecek yeni nesiller; Günefl Sistemi’nin
baflka gezegenlerinde hayvanl›k ve insan alt› kademesi hayatlar›na
ait bütün inkiflaf safhalar›n› tamamlayarak, art›k birer insan bedenini
kurmaya liyakat kazanm›fl bulunan ve insan hâlinde dünyaya
gelmek ihtiyac›nda olan varl›klardan oluflacakt›r. Yâni, bu kabal›k
290
BEDR‹ RUHSELMAN
devrinde, geçen dünyadan intikal etmifl insanlar›n evlâtlar›; di¤er
gezegenlerin, insan alt› safhalar›n› henüz bitirip de, bu dünyaya
girmekle ilk insanl›k kademesine ayak basm›fl bulunan varl›klar›
olacakt›r. Zaten bu vahfli çevre de onlar için haz›rlanm›flt›. Geçen
dünyadan bu yeni dünyaya intikal etmifl insanlar›n vazifelerinden
biri de; bu, hayvanl›ktan ve alt kademelerden insanl›¤a ilk geçecek
varl›klar› do¤urmak, onlara anal›k babal›k yapmak olacakt›r.
*
* *
‹nsanlar›n bu kayal›k adalarda geçirecekleri süre s›ras›nda, henüz
yerleflilmemifl yeni k›talarda toprak mevcut olacak, buralara
günlerce, aylarca muazzam ya¤murlar ya¤acak ve bunun sonucunda
da, k›talar›n bâz› yerlerinde büyük gövdeli uzun a¤açlardan
oluflan, balta görmemifl vahfli ormanlar meydana gelecektir.
‹flte kayalar üzerinde 300 y›l kadar sürecek olan insanlar›n kabalaflma
devrinden sonra, onlar, bulunduklar› kayal›k adalardan
kalk›p bu k›talara gidebilmek kudretine eriflecekler ve onlar›n ormanlar›ndan,
bitkilerinden ve di¤er imkânlar›ndan yararlanmaya
bafllayacaklard›r. Çünkü bundan önce, bulunduklar› yerlerden ayr›labilmelerine
ne düflünceleri, ne kudretleri, ne de içinde bulunduklar›
imkân ve vâs›talar› müsaade etmeyecektir. Fakat 300 y›ll›k
bir kabalaflma devrinden sonra, inkiflafa do¤ru ilkel ve basit k›p›rdan›fllarla,
içgüdülerinde do¤acak –yine basit olmakla birlikte– biraz
daha ileri ihtiyaçlar sonucunda; insanlar, yavafl yavafl bu adalar›
terk edip büyük k›talar›n kendilerine en yak›n k›s›mlar›na geçmeye
bafllayacaklar ve böylece, yeni bir dünya kuruluflunun sonraki
bütün icaplar›n› yerine getirmek üzere, bundan sonra, çok
uzun ve a¤›r bir inkiflaf temposuna gireceklerdir.
Altm›fl bin y›l sürecek olan, yeni dünyan›n bu insanl›k inkiflaf›
devresi boyunca, insanlar, yeni bir medeniyete ulafl›ncaya kadar,
tafl, demir, tunç devirleri gibi uzun devirler geçirecekler, ilk ça¤,
orta ça¤ gibi birtak›m ça¤lar atlatacaklar; k›sacas›, Mu dünyas›ndan
bu dünyaya devredilen insanlarda oldu¤u gibi, bunlarda da
yavafl yavafl içgüdüler sezgilere, sezgiler idraklere intikal ederek,
291
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
idraklerin inkiflaf›yla, derece derece, mâflerî ve yüksek mâflerî
plânlara geçilecektir.
E¤er bu s›rada, geçen dünyan›n son, intikal safhas›na kadar
kendilerini yetifltiremedikleri için sonraki dünyaya kalm›fl olanlar
aras›nda, inkiflaflar›nda büyük bir h›z al›p süratle vazife plân›na
haz›rlanm›fl olanlar bulunursa; onlar, 5–10 bedenlenmeden sonra,
yâni 8–10 yüzy›l zarf›nda yukar›dan kendilerine –liyakatlerine
göre– verilecek vazifelerini yapabildikleri takdirde (vazife plân›na
geçebilmek için mutlaka bir vazifeyi yerine getirmek flartt›r) dünyan›n
sonunu beklemeden, geçen dünya ink›lâb› s›ras›nda yüksek
plânlara giden di¤er mutlu insanlar›n bulundu¤u yerlere ulaflmak
üzere, dünyay› tamamen terk edip gideceklerdir. Di¤er insanlar
ise, dünyan›n altm›fl bin y›l sonra gelecek yeni ink›lâp günlerini
beklemek ve o günlere haz›rlanmak üzere; say›s›z bireysel, mâflerî
s›navlar, üzüntüler, mücadeleler, savafllar, vuruflmalar, ölümler,
cinayetler, hastal›klar, esaretler, hapishaneler, zindanlar, engizisyonlar,
ak›l hastaneleri, hastaneler, ›st›raplar, s›k›nt›lar, sefaletler,
açl›klar, a¤›r hizmetler... k›sacas›, dünya hayat›n›n, insan tekâmülünü
haz›rlayan ve her dünya devresi tarihi boyunca geçirilmekte
olan say›s›z, bütün inkiflaf malzemeleri içinde, tekrar yaflamaya
bafllayacaklard›r. Bu arada birbirine z›t görünen inançlar,
realiteler, bilgiler, itikatlar, dinler, mezhepler, ekoller ve kanaatler
içinde, bazen otomatik, bazen yar› idrakli cehit ve gayretlerle
bo¤uflarak, didiflerek hakikat diye bir sürü realitenin peflinde koflacaklar,
bir sürü hayal k›r›kl›¤›na, aldanmalara, hataya düflmelere
ve baflar›s›zl›klara u¤rayacaklard›r. Bu s›rada hayat›n çetin
mücadeleleriyle de karfl›laflacaklar, çal›flacaklar, didinecekler ve
gelip geçici fakat kuvvetle çekici zevklerin aldat›c› cazibeleri peflinde
as›l gaye ve hedeflerini unutmamaya gayret ederek, altm›fl
bin y›l sonra gelecek yeni bir dünya ink›lâb›n›n efli¤ine çok a¤›r
ve zahmetli yürüyüfllerle ulaflacaklar ve ancak o zaman, art›k bu
dünyay› tamamen b›rakabilecek kudrete eriflmifl bulunacaklard›r.
Çünkü bu yavafl inkiflaf temposu içinde insanlar›n ço¤u, art›k
maddenin mânâs›n›, imkân s›n›rlar›n›, hangi gayeler için ol-
292
BEDR‹ RUHSELMAN
du¤unu, insanlara ne dereceye kadar ve hangi yollardan yararl›
olup hizmet edebilece¤ini anlam›fl ve ö¤renmifl bulunacakt›r.
Özetle, dünya okulu, her inkiflaf devresi sonunda, yetifltirmifl oldu¤u
mezunlar›n› yüksek kurumlara teslim etmek üzere kap›lar›n›
onlar›n arkas›ndan kapayacak, gidenlerin boflalan yerlerine de,
yetifltirilmek üzere yeni geleceklere kap›lar›n› açacak ve böylece,
devrî olan sonsuz fonksiyonlar›ndan bir tanesini daha yapm›fl bulunacakt›r.
Bu, yaln›z dünyan›n de¤il, bütün dünyalar›n, bütün
âlemlerin ve kâinat›n kaderidir.
*
* *
Burada flunu tekrar belirtmek isteriz ki, ne kadar gürültülü ve
korkunç görünürse görünsünler, bu durumlardaki, yâni büyük
dünya ink›lâplar›n›n görünüfllerindeki korkunçluk hâli, görünürdeki
hâldir. Burada, ne korkulacak, ne ürkülecek, ne kaç›n›lacak,
ne de kayg›lanacak hiçbir fley yoktur. Çünkü bu korkunç manzaralar,
ancak dünya maddelerinin tâbi bulundu¤u realitelere aittir. Ve
onlarla birlikte dünyada kalacakt›r. Öbür tarafa, yüksek plânlara
bunlar›n bir zerresinin zerresi dahi geçemeyecektir. Ölüm ise, esasen
hiçbir ›st›rap ve ac› vermeyen bir ân meselesidir. Ölüme neden
olan olaylar›n manzaralar›, asl›nda, öz varl›¤a ait fleyler de¤ildir.
Bedene ve dünyaya ait durumlard›r. Ölenler, o ân içinde bunlar›n
hepsini terk etmifl ve an›lar›n› bile unutmufl bulunacaklard›r. Dolay›s›yla,
volkan a¤›zlar›n›n k›zg›n ateflleri, su kütlelerinin azg›n sald›r›fllar›,
yer sallant›lar›n›n fliddetli hareketleri, y›ld›r›mlar›n gürültüsü;
buradan gitmesi kararlaflt›r›lm›fl olanlar için, ancak birer
oyuncaktan ibaret kalan ölüm vâs›talar›d›r. Çünkü dünyada kopan
bu k›yametin insanlardan tek alabilece¤i fley, onlar›n zaten burada
b›rakmay› seve seve kabullenmifl olduklar› kaba bedenleri olacakt›r.
Buna da insanlar çoktan raz›d›rlar. Çünkü insanlar›n belki
o ânda bile sezmeye bafllayacaklar›, yüksek, mesut âlemlerin mutlu
atmosferine bir ân önce kavuflabilmeleri, bedenlerini terk edecekleri
ölüm saniyesinin gelifline ba¤l›d›r ve onlar, idrak edebildikleri
oranda, bu saniyenin bir ân önce gelmesini bekleyeceklerdir. Bu,
bir mutluluk, sevinç ve kurtulufl ân›d›r. Bu, binlerce y›ll›k ›st›rapl›
293
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir mazisi olan dünya okulunun, a¤›r flartlar alt›nda geçirilmifl zahmetli
ö¤renim devrelerinin tam ve baflar›yla bitirilmesi ân›d›r. Bu
ân, baflar›l›, baflar›s›z hayatlar›n, çeflitli korkular›, ›st›raplar› ve hattâ
azaplar› içinde, bir sürü ümitsizlik ve k›r›lmayla dolu flartlar›n›n
art›k son buldu¤u ve her fleyin, en mutlu, en h›zl› ve rahat yollardan
yürüyerek, nurlu, berrak ve kudretli sahalara intikal edece¤i
bir ând›r. Bu, tam mânâs›yla bir kurtulufl ân›d›r.
O kadar korkunç görünen bu hengâmede, o kadar dehfletli
manzaralar gösteren bu k›yamet gününde, on binlerce y›ll›k
üzüntü ve s›k›nt›yla dolu, zincirli bir mahpusluk hayat› olan kaba
hidrojen âleminden parlak ve mutlu bir üst âleme geçilecektir.
Bu geçifli sa¤lamak için de, insanlar›n art›k, bir tek nefes süresi
kadar k›sa bir zaman› beklemekten ve o tek nefesin verilifli gibi
basit, kolay ve küçük bir ifllemi geçirmekten baflka, bu dünyada
yapacaklar› ifl kalmam›fl olacakt›r. Burada as›l felâket; ölemeyip,
daha do¤rusu o ânda ölmek liyakatini kaybedip yaflamak ve basitleflmifl
bir dünyan›n, tekrar binlerce y›l devam edecek bekçili-
¤ini yapmak hükmünü giymifl olan zavall› insanlar›n bafl›na çökecektir
ki, bu da ne bir zulümdür, ne de bir gaddarl›kt›r. Bu, sadece,
onlar›n bütün bir dünya hayat› boyunca istedikleri, peflinden
kofltuklar› ve hattâ tap›nd›klar› madde arzu ve ihtiraslar›n›n,
yüksek kader mekanizmas› hükümleri karfl›s›nda gerçekleflmifl
sonucundan baflka bir fley de¤ildir.
Vukua gelecek olan bütün bu olaylar›n büyük tertip ve nizamlara
tâbi oldu¤unu, hiçbir fleyin keyfî ve rastgele vukua gelmedi-
¤ini, tekrar tekrar söylemifltik. Bu sözlerin mânâs› fludur ki, dünyada
olup bitecek olaylar›n hepsi, Ünite’den gelen direktif ve
icaplara göre ayarlanm›fl ve öyle olmufltur. Her fley, varl›klar›n
bizzat çal›flarak kazanm›fl olduklar› liyakat derecelerine göre, aslî
icaplar›n direktifi alt›nda ve aslî zaman›n yard›m›yla, kader mekanizmas›n›n
ölçüp takdir ederek hükümlendirdi¤i tarz ve flekillerde,
vazife plân›n›n ilgili vazifelileri taraf›ndan yap›lmaktad›r.
Dolay›s›yla, vuku bulacak her fley, büyük hesaplara, çok ince ve
kapsaml› teknik esaslara dayanmaktad›r.
294
BEDR‹ RUHSELMAN
*
* *
fiimdi, yeryüzünün bat›fl›na ait yukar›da vermifl oldu¤umuz bilgilere
destek olan teknik mekanizma hakk›ndaki gerekli aç›klamalar›
yap›yoruz. Bu aç›klamalara giriflmeden önce, biraz gerilere giderek,
daha önce belirtmifl oldu¤umuz bilimsel bir konuya tekrar
dönece¤iz.
Galaksileri dolduran milyarlarca sistemin her biri, “günefl” denilen
bir çekirdek ile onun etraf›nda dönen gezegenlerden, yâni
o sistemin madde cüzlerinden oluflmufltur. Böyle bir sistem içinde,
her kürenin kendisine özgü bir manyetik alan›n›n mevcut oldu¤unu
daha önce söylemifltik. Yine, her biri ba¤l› bulundu¤u
madde cüzüne ait ayr› ayr› karakter tafl›yan bu alanlar›n, bir sistem
içinde birbiriyle çok s›k› temaslar› oldu¤u hâlde, aslâ birbirlerine
kar›flmad›klar›n› ve bu yüzden, bir küreye ait olan herhangi
bir madde cüzünün, o kürenin manyetik alan›n› terk edip di¤er
bir kürenin manyetik alan›na giremeyece¤ini ve e¤er herhangi bir
zorlama karfl›s›nda böyle bir hâl meydana gelirse, o cismin girmifl
oldu¤u yeni manyetik alan›n mahiyetine uymas›n›n ve bunun için
de kendi mahiyetini köklü olarak de¤ifltirmesinin zorunlu bulundu¤unu
da aç›klam›flt›k. ‹flte böylece, bir sistem içindeki çeflitli
kürelerin çeflitli manyetik alanlar›, kendi aralar›nda, o sistemin
genel bünyesinin icaplar›na göre, karfl›l›kl› olarak tesirleflirler ve
tam bir denge hâlinde bulunurlar.
Sistem içindeki çekirde¤in ve onun etraf›nda dönen madde
cüzlerinin, yâni kürelerin yörüngelerinin flekilleri, uzunluklar›, k›-
sal›klar›, eksenlerinin yönleri, gezegenlerin kendi eksenleri etraf›ndaki
dönüfllerinin ve yörüngelerindeki yürüyüfllerinin h›zlar›, o
sistemin inkiflaf› sonucunda meydana gelecek hareketlerin durumlar›yla
ve aralar›ndaki denge hâlleriyle belirlenir ki; bu hareketler
de, cüzler aras›nda ve üst tesirlerin kontrolleri alt›nda cereyan
eden karfl›l›kl› tesirleflmelerle mümkün olur. Bütün bunlar
–dedi¤imiz gibi– sistemlerin inkiflaf ve tekâmül derecelerine ba¤l›d›r
ve bu derecelere göre de¤iflmelere u¤rarlar. Yâni, bir sistemin
madde cüzleri aras›ndaki tesirleflmelerin flu veya bu tarzdaki
295
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hareketleri meydana getirecek flekillerde oluflu, o sistemin tekâmülüyle
ilgili hâllere göre de¤iflir.
Özetle: Bir çekirdek etraf›nda dönen çeflitli madde cüzleri vard›r.
Bu madde cüzlerinin her birinin birer manyetik alan› mevcuttur.
O çekirde¤in ve etraf›nda dönen cüzlerin inkiflaflar› derecelerine
göre, bu manyetik alanlar aras›ndaki karfl›l›kl› tesirleflmelerin
durumlar› da de¤iflir. ‹flte bu tesirleflmeler sonucunda kurulan denge
hâllerinin bütünü, bir manyetik alanlar sentezi meydana getirir
ki, buna da günefl sisteminin manyetik alanlar sentezi deriz.
Demek ki her sistemin, karmafl›k bir manyetik alanlar sentezinden
ibaret bir durumu vard›r ve bu, ancak o sisteme aittir. Böyle
olunca, galaksinin içindeki di¤er sistemlerin manyetik alanlar› ile
de onun denge hâlinde bulunmas› icap eder ve bu manyetik alan
dengesi gittikçe karmafl›klaflarak, geniflleyerek galaksiler aras›na
kadar uzan›r. Demek ki bir galaksinin manyetik alan kompleksleri
aras›nda da, o oranda kapsaml› denge hâlleri vard›r.
*
* *
Bir sistem dahilindeki herhangi bir kürede vukua gelecek de¤ifliklikler,
o kürenin manyetik alan›na yap›lacak tesirlerle mümkün
olur. Yâni, bir kürede icap eden sonsuz de¤iflmeler, o kürenin
manyetik alan›na, sistemin güneflinden veya baflka bir yerden gelecek
tesirlerle vuku bulur ki; bu tesirler de, vazife plân›n›n o sistemde
vazifelenmifl bulunan varl›klar› taraf›ndan, direkt veya endirekt
olarak gönderilir.
Herhangi bir küre üzerinde –Dünya hakk›nda yukar›da yazd›¤›-
m›z gibi– büyük bir ink›lâp çap›nda de¤iflmeler icap ediyorsa, o zaman
daha a¤›r ve güçlü tesirlerin gönderilmesi lüzumu do¤ar. O
hâlde, vukuu tahakkuk* etmifl bulunan büyük dünya ink›lâb›n›n
olaylar›n› do¤uracak bu güçlü tesirin nereden geldi¤ini ve fonksiyonunu
nas›l yapt›¤›n› aç›klayal›m:
Günefl Sistemi’ne bu olay için ulaflacak ilk güçlü tesir, bu sis-
* “Tahakkuk” sözcü¤ü, “hakk” sözcü¤ünden gelme olup, “hakikat hâline gelme,
hakikat olma, hakikatleflme; gerçekleflme” anlamlar›na gelir.
296
BEDR‹ RUHSELMAN
temden çok uzak mesafelerde bulunan baflka bir sistemin, Dünya’dan
hemen hemen dört yüz defa daha büyük bir gezegeninin
manyetik alan›ndan gelecektir.
Dünyadan büyük olmakla birlikte, maddesi Dünya’dakinden
çok basit ve a¤›r olan bu gezegenin, Günefl Sistemi’nden pek uzaklarda
bulunan kendi günefli etraf›nda ola¤an olarak katetti¤i bir
yörüngesi vard›r. ‹flte o, bu yörüngesini katederken, Dünya’n›n
tâbi oldu¤u Günefl Sistemi taraf›na rastlayan k›sm›nda ondan ayr›larak,
büyük bir yay çizmek suretiyle, Günefl Sistemi’ne do¤ru
yürümeye bafllam›flt›r. Bu hâl, bu yürüyüflle ilgili di¤er bir sürü
sistemde vukua gelecek büyük ve küçük ink›lâplarla vazifeli bir
plân taraf›ndan –Ünite’den gelen direktiflere göre– gönderilmekte
olan tesirlerle vuku bulmufltur.
Böylece o gezegen, büyük yay› üzerinde, Günefl Sistemi’ne yak›n
bir yerde, kendisine o yüksek vazife plân› taraf›ndan çizilen
belirli bir noktaya kadar gelecek; ondan sonra yürüyüflünün yönünü,
yâni yay’›n› tekrar sistemine do¤ru çevirerek geriye dönecek
ve as›l sistemindeki yörüngesine girip kendi günefli etraf›ndaki
ola¤an dolan›m›na devam edecektir. Bu gezegenin böyle,
ola¤an yörüngesinden ayr›l›p, büyük bir yar›m yayla, Günefl Sistemi’nin
yak›nlar›na kadar yolculu¤unu ola¤an d›fl› olarak uzatmas›
ve bu s›rada Günefl’e çarpmadan belirli bir noktadan itibaren
tekrar geriye dönmesi, elbette tesadüfî bir olay de¤il, Ünite’-
den gelen yüksek bir icab›n sonucudur.
Bu gezegen, hâlen, yörüngesinden ayr›lm›fl bulunmakta olup,
Günefl Sistemi yönüne do¤ru yürümekte ve her ân ona yaklaflmaktad›r.
fiu ânda görülmesi henüz mümkün olmayan bu gezegenin
150–200 y›l sonra Dünya’dan gözle görülmesi mümkün
olacakt›r. fiimdi, bu gezegenin bu ola¤an d›fl› yolculu¤unun sonuçlar›
üzerinde dural›m!
*
* *
Söz etti¤imiz gezegenin bu yolculu¤u, birçok sistemi ilgilendiren
genel bir tekâmül sürecinin icab›d›r. ‹lk olarak; bu gezegenin
bizzat kendisi Günefl Sistemi’ne yaklafl›ncaya kadar, di¤er birçok
297
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sistemin manyetik alan›yla karfl›laflacak ve onlarla çarp›flacakt›r.
Her çarp›fl›fl›nda, kendi bünyesi üzerinde muazzam sars›nt›lar,
dengesizlikler ve allak bullak olufllar meydana gelecek ve o gezegenin
Dünya’dakinden çok basit ve ilkel olan varl›klar›, ancak o büyük
sars›nt›lar sayesinde inkiflaf h›zlar›n› artt›rabileceklerdir. ‹kinci
olarak; bu gezegen Günefl Sistemi’ne gelinceye kadar karfl›laflaca¤›
di¤er bir sürü sistemin, çeflitli derecelerde dengelerinin bozulmas›na
neden olacak, onlar›n durumlar›n› da allak bullak edecek ve
böylece, di¤er birçok kürenin inkiflaf›na imkânlar haz›rlam›fl bulunacakt›r.
Nihayet; flimdi aç›klayaca¤›m›z yoldan, onun manyetik
alan› Günefl Sistemi’mize tesir edecek ve bu sistemin en mütekâmil
küresi olan Dünya’m›z, bu tesirin en fliddetli sonuçlar›na mâruz
kalacakt›r. fiimdi, bu sonuçlar›n ortaya ç›kmas›na neden olan tesirlerin
iflleyifl mekanizmalar›n›n aç›klanmas›na bafll›yoruz.
*
* *
Dünya, Günefl etraf›ndaki yörüngesi üzerinde dikey bir eksen
etraf›nda dönmez. Bu eksen, dikey duruma nazaran 23° 27’ e¤ri
bir yönde bulunur ve Dünya, günlük devrelerini bu yön etraf›nda
dönerek tamamlar. Bu flartlar alt›nda dönen Dünya’n›n belirli
yerlerinde; meselâ kutuplar›nda yerleflmifl sürekli buz kuflaklar› ve
kutuplar aras›nda yerleflmifl bir ekvator iklimi mevcuttur. Dünya’n›n
bu e¤rili¤i yönünde oldu¤u varsay›lan eksenin alt ve üst
uçlar›, güney ve kuzey kutuplar›n› oluflturur. Yâni, bu kutuplar›n
bulundu¤u noktalar, Dünya’n›n, etraf›nda döndü¤ü ekseninin iki
ucuna denk gelir. Dünya’n›n, ekseni üzerinde dönerken yapt›¤›
hareketler, bu noktalarda s›f›rd›r. Bu da, daha önce söz etti¤imiz
düalite prensibine göre, Dünya cüzlerinin oluflturdu¤u z›t karakterdeki
manyetik alan k›ymetlerinin de¤er farklanmalar› sonucunda
meydana gelen say›s›z denge bozukluklar›n›n, Dünya bütünü
içinde kurduklar› genel denge durumunun bir sonucudur. Bugün,
yüzy›llardan beri bu denge –az çok belirsiz sapmalar kaydetmifl
olmakla birlikte– sabit bir hâlde bulunmaktad›r. Bu durumun sonucunda
da bugünkü co¤rafî iklimler, mevsimler ve gece–gündüz
durumlar› meydana gelmifltir.
298
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi, Günefl Sistemi’ne yaklaflmakta olan gezegeni izleyelim!
Bu gezegen bugün, Günefl Sistemi’nden henüz bir hayli uzaktad›r.
Dolay›s›yla, onun manyetik alan›, henüz Günefl Sistemi’nin
manyetik alan› ile direkt olarak temas hâlinde de¤ildir. Fakat
Dünya’dan dört yüz defa büyük olan bu gezegen, yörüngesinden
ayr›l›p Günefl Sistemi’ne do¤ru yürümeye bafllad›¤› ândan itibaren,
onun endirekt olarak Günefl Sistemi üzerinde bâz› tesirleri
olmaya bafllam›flt›r. Yâni, bu gezegenin hâlen temasta bulundu¤u
di¤er sistemlerin manyetik alanlar› ile iliflkide olan Günefl Sistemi’mizin
manyetik alan›, bu yoldan, ad› geçen gezegenin tesirlerini
almaktad›r. Ancak, bu gezegenin henüz hem uzakta olmas›ndan,
hem de tesirinin vâs›tal› yollardan gelmesinden dolay›,
Günefl Sistemi’ndeki sonuçlar› bugün pek zay›ft›r.
Fakat bu gezegen Günefl’e sürekli olarak yaklaflmaktad›r. Bir ân
gelecek ki –yâni bundan hemen hemen elli altm›fl y›l sonra– bu gezegenin
manyetik alan›, Günefl Sistemi’nin manyetik alan› ile direkt
olarak temas hâline gelmifl bulunacakt›r. Bu durum meydana
gelince, gezegenin çok a¤›r ve yo¤un manyetik alan›, Günefl’in
manyetik alan› üzerine güçlü bir bask› tesiri yapacakt›r. Tüm gezegenleriyle
bir bütün olan Günefl Sistemi’nin ald›¤› bu a¤›r tesir, sistemin
gezegenleri üzerinde, daha do¤rusu onlar›n manyetik alanlar›
üzerinde çeflitli reaksiyonlar do¤uracakt›r.
Misafir gezegenden gelen tesir, çok kaba ve a¤›rd›r, dedik.
Dolay›s›yla, Günefl Sistemi’nin en mütekâmil küresi olan Dünya’n›n
ince ve karmafl›k manyetik alan› ile bu gezegenin kaba
manyetik alan› aras›nda büyük bir kaynaflmazl›k mevcut oldu-
¤undan, Günefl Sistemi’ne gezegenden gelen tesirin en fliddetli,
sars›c› sonuçlar› ve reaksiyonlar› Dünya küresinde görülecektir.
Bu hâlin sonucu olarak, gezegenin bu kaba manyetik alan›n›n bas›nc›
alt›nda Dünya’n›n bugün sabit olan ekseninin 23° 27’lik e¤imi,
13° daha artacak ve Dünya’n›n ekseni, yörüngesine dikey
durumdan 36° derece e¤ri bulunacakt›r. Kutuplar›n ilk kayma hareketi,
misafir gezegenin Günefl Sistemi’ne gelecek ilk direkt tesirleriyle
bafllar.
299
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Buradaki bas›nç kavram›n› kaba mânâda ele almamal›d›r. Yâni,
burada, d›flar›dan gelen bir itiliflle Dünya çarp›l›yor veya e¤iliyor,
gibi düflünmemelidir. Bunu aç›klamak için, ilk önce, kendi
ekseni etraf›nda dönen bir kürenin hareketlerini ele alal›m: Bu
küre, kutuplar dedi¤imiz iki sabit noktay› birbirine birlefltiren,
eksen denilen bir düz hat etraf›nda döner. Buradaki kutup noktalar›n›n
oluflmas›, kürenin bünyesindeki ve manyetik alan›ndaki
z›t de¤erlerin, yâni hareketlerin oluflturdu¤u denge toplamlar›n›n
sonucudur. Kutuplardaki hareketler, s›f›rd›r. Buna karfl›l›k, hareketlerin
en fazla oldu¤u yer; kürenin, iki kutbu aras›ndaki mesafenin
tam ortas›ndan geçen, ekvator dedi¤imiz, kuflak k›sm›d›r.
‹flte hareketin ekvatordaki en yüksek, kutuplardaki en düflük h›zlar›
aras›ndaki oran –söyledi¤imiz gibi– küredeki hareket dengeleri
toplam›n›n sonucu ve tezahürüdür. Dolay›s›yla, küre dahilinde,
herhangi bir nedenle, bu dengelerde bozulma ve de¤iflme
meydana gelirse, o zaman s›f›r noktalar›, di¤er deyiflle kutup noktalar›
yerlerini de¤ifltirebilirler. Yâni, eski yerlerine nazaran, kutuplar
–denge de¤iflmesi derecesinin fliddetine göre– küre üzerinde
az veya çok olmak üzere, öne, arkaya, sa¤a, sola do¤ru kayabilirler.
Ve denge prensibi gere¤ince, ekvator da derhal ona göre yerini
de¤ifltirir; yeni kutuplara göre, küre etraf›ndaki uygun yerini
al›r. Bu vaziyetin meydana gelmesi demek; kürenin kendi ekseni
etraf›nda dönerken, eski dönüfl yönünden ayr›l›p, yeni kutuplar
aras›nda oluflan eksen etraf›nda, öncekine nazaran de¤iflik bir
yönde dönmeye bafllamas› demektir.
‹flte Dünya’da olacak fley de bunun ayn›d›r. D›flar›daki gezegenden
gelerek, Dünya’n›n manyetik alan›na, oradan da bünyesine
intikal eden tesirler, kürenin dahilî hareketleri üzerine etkide
bulunarak onlar›n ilk dengesini bozduktan sonra; bu denge de¤iflmeleri,
Dünya’da meydana gelmeye bafllayan yeni durumlar, yâni
yeni hareketler sonucunda –zincirleme de¤er farklanmas› mekanizmas›na
göre– dengenin tam kurulaca¤› hadde kadar, devam
eder. Bunun sonucu olarak, Dünya’n›n daha önce mevcut olan,
bilinen yerlerindeki kuzey ve güney kutuplar› yerlerinden oynar.
Kutuplar –biraz önce söyledi¤imiz gibi– kürenin genel dengesinin
300
BEDR‹ RUHSELMAN
sonucu oldu¤undan, bunlar›n yer de¤ifltirmesiyle, kürenin ekvatoru
da derhal, kutuplar›n yeni durumlar›na göre bulunmas› gereken
yerini küre yüzeyinde almak üzere, de¤iflir. Demek ki kürenin,
oluflacak olan yeni kutuplar› aras›ndaki eksen yönü; eski ekseni
yönüne nazaran, kutuplar›n de¤iflen yerlerini izleyerek de-
¤iflmeye bafllayacakt›r.
Meselâ Dünya’n›n kuzey kutbu, yavafl yavafl Sibirya taraf›nda
güneye do¤ru kaymaya bafllarken; güney kutbu da, ayn› ölçü dahilinde
ters taraftan, Güney Amerika’n›n burnunun bulundu¤u
yönde, kuzeye do¤ru kaymaya bafllayacakt›r. Bunun sonucu olarak,
ekvator da Dünya çevresinde bu iki yeni kutuptan ayn›
uzakl›ktaki mesafede yerini alacakt›r; yâni onun da yeri, kutuplara
göre de¤iflecektir. Bu takdirde, Dünya daima kutuplar aras›ndaki
ekseni etraf›nda döndü¤ünden ve bu eksen de öncekine
nazaran daha e¤rilmifl vaziyette bulunaca¤›ndan, Dünya’n›n bu
durumu, öncekine nazaran biraz daha yatm›fl vaziyette bir manzara
gösterir. Hakikatte ise, Dünya küresi pozisyonunu de¤ifltirmifl
de¤ildir. Meselâ eski kutup noktas›ndaki Franz Josef Adas›,
daha önce Dünya’n›n yörüngesine nazaran ne kadar e¤imli bir
hat üzerinde bulunuyor idiyse, yine ayn› yerde bulunuyor olacakt›r.
Fakat daha önce kutup noktas› orada iken, flimdi orada
de¤il, o adaya nazaran çok afla¤›larda bulunuyor olacakt›r. Ayn›
flekilde Taimyr Yar›madas› da Dünya’n›n yörüngesine nazaran eski
yerinden k›m›ldamam›flt›r. Ancak, eski kuzey kutbu onun üst
taraflar›nda bulunurken, yeni kuzey kutbu bu yar›madan›n alt taraflar›na
inmifl ve onun alt›nda oluflmufl bulunacakt›r. Bunun gibi,
güney yar›m kürede de, güney kutbu ona göre ayarlanm›fl olacakt›r.
Meselâ güney kutbu daha önce Alexander Adas›’n›n çok
alt›nda bulunurken, bu ada Dünya yörüngesine nazaran yerini
de¤ifltirmemifl bulunaca¤› hâlde, güney kutbu onun hemen üst
taraf›na kaym›fl bulunacakt›r.
‹flte, Dünya’n›n yeni kutuplar›na göre oluflacak yeni ekseninin
yönü, eski eksenine nazaran, eski ekvatoruna biraz daha yat›k duruma
gelmifl olacak ve yeni ekvator da, ona göre de¤iflerek, yeni
oluflan eksene dik bir düzlem üzerine ç›km›fl olacakt›r.
301
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fiu hâlde, gezegenden gelen tesirle Dünya’n›n hareket dengeleri
toplam›n›n bozulmas› sonucunda, kuzey kutbu Rusya taraf›nda
güneye do¤ru kayacak, güney kutbu Güney Amerika’n›n
burnu yönünde kuzeye do¤ru yükselecektir. Tabiî ki, bu duruma
göre, Dünya’n›n, eski eksenine nazaran yeni oluflan, kuzey ve güney
kutuplar› aras›ndaki ekseninin Dünya yörüngesine olan e¤rilik
derecesi, eski ekseninin e¤rilik derecesine oranla fazlalaflm›fl
bulunacak ve bu fazlal›k da, 13°lik bir aç› aç›kl›¤› k›ymetinde olacakt›r.
Bugünkü co¤rafî konumlara göre, bu noktalar›n yerleri
flunlard›r: Yeni kuzey kutbu, bugünkü Kuzey Kutup Dairesi ile yüzüncü
meridyenin birleflti¤i nokta üzerine kaym›fl bulunacakt›r.
Güney kutbu ise, Güney Amerika’n›n burnu yönüne do¤ru yükselecek
ve bugünkü Güney Kutup Dairesi ile sekseninci meridyenin
birleflti¤i nokta üzerine gelecektir. Tabiî ki o zaman, bütün
meridyenlerin ve paralellerin ve bu arada ekvatorun yerleri de¤iflecek,
bunlar da yeni kutuplara göre Dünya yüzeyi üzerindeki
yerlerini alacaklard›r.
*
* *
Eski eksenin yönü, Dünya yörüngesine dik durumdan 23°lik
aç› aç›kl›¤›yla ayr›kt›r. Kutup de¤iflmesinden dolay› bu eksene eklenecek
yeni e¤im ise 13° oldu¤una göre, yeni eksenin böylece yavafl
yavafl e¤ilerek en son haddini bulaca¤› e¤im derecesi
23°+13°=36° olacakt›r. Dünyan›n kendi etraf›nda dönüflü, daima
ekseni etraf›nda meydana gelece¤inden, eksenin de¤iflen bu
e¤imlerine göre Dünya’n›n da kendi etraf›ndaki dönüfl yönleri de-
¤iflecektir.
Demek ki Dünya’n›n manyetik alanlar›n›n bozulan dengeleri
icab› olarak, alaca¤› yeni dönüfl tarzlar›na göre kutup noktalar›
oluflacak ve eksenler de ona göre belirlenecektir. Bu kutup noktalar›
da; Dünya kendi etraf›nda dönerken hareketlerinin s›f›r oldu¤u
ve küre yüzeyinde birbirinin antipotu olan, yâni iki yar›kürede
birbirine tam karfl› gelen noktalar olacakt›r ki; bunlar da, yukar›da
göstermifl oldu¤umuz noktalard›r. Fakat bu durum, nihaî
safhaya aittir; gezegenin Günefl Sistemi’yle direkt olarak ilk temas
302
BEDR‹ RUHSELMAN
etti¤i ânda hemen meydana gelmeyecektir. ‹lk zamanlarda kuzey
ve güney kutuplar›, bu noktalara do¤ru çok yavafl olarak kaymaya
bafllayacaklard›r. Gezegenin bu flekilde görünen ilk tesiri, 50
y›l sonra belirsiz olarak bafllayacak, 50–100 y›l aras›nda çok yavafl
olarak devam edecek; pek az belirli bâz› iklim de¤iflmeleri, 50 y›l
sonradan itibaren bafllayacakt›r. Bununla birlikte bu hâl, yine,
henüz insanlar› meflgul edecek derecede olmayacakt›r.
*
* *
Gezegenin ilk tesiriyle Dünya’n›n ilk dengesi bozulduktan sonra,
bunu izleyen denge durumlar›n›n de¤iflmesi, Dünya cüzlerinin
hareketleri aras›nda art arda meydana gelecek zincirleme de-
¤er farklanmalar›yla, tam dengenin kurulaca¤› âna kadar devam
edecektir.
Bu da flöyle olacakt›r: ‹lk dengenin bozuluflundan sonra, eski
kutuplar ›s›nmaya bafllayacak. Bunun sonucu olarak, denizler
üzerinde bulunan, eski Kuzey Kutbu’ndaki buzlar eriyecek ve karalar
üzerinde kurulu bulunan, eski Güney Kutbu’ndaki buzlar
da, yine oran›n ›s›nmas› yüzünden eriyecek. Kuzey Kutbu’nun
buzlar›n›n erimesiyle oradaki denizlerin hacmi küçülecek; Güney
Kutbu’ndaki karalar üzerinde bulunan buzlar›n erimesiyle de
muazzam su kütleleri denize dökülece¤inden, Güney Denizi’ndeki
sular›n hacmi ise tam tersine artacak. Böylece, iki kutup çevresinde
bulunan denizlerdeki dengesizlik sonucunda, güneyden kuzeye
do¤ru büyük bir su ak›m› bafllayacak ve bu hâl, Dünya’n›n
manyetik alan› üzerinde yeni, fakat gelen gezegenin yapm›fl oldu¤u
tesirden daha güçlü tesirler yapmaya bafllayacak, Dünya’-
n›n manyetik denge hatlar›n›n daha çok de¤iflmesine neden olacak
ve bunlar da di¤er hareketlere yol açacak; böylece kutuplar,
yukar›da gösterdi¤imiz noktalara, art›k d›fltan gelen bir tesirle de-
¤il, bu tesirin ard›ndan Dünya’n›n, zincirleme de¤er farklanmas›
mekanizmas›yla meydana gelecek denge de¤iflmeleri sonucundaki
tesirlerle, yaklaflmaya bafllayacakt›r.
Demek ki kutuplar›n küre üzerinde yer de¤ifltirmesine ilk ne-
303
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
den olan tesir, misafir gezegenden gelecek; ondan sonra bu ifli
tamamlayacak olan tesir de, Dünya’n›n bizzat kendi bünyesindeki
hareketlerin de¤er farklanmas› mekanizmas›yla devam edecektir.
Böylece, dengesi bozulmufl olan Dünya’n›n tam bir denge hâline
gelinceye kadar geçirece¤i denge de¤iflmeleri, yüzüncü y›l› izleyecek
y›llarda daha çok artarak, kutup noktalar›n›n yukar›da
çizdi¤imiz yerlere h›zla yaklaflmas›n› sa¤layacakt›r.
*
* *
Kutup noktalar›n›n, bu nihaî duruma yaklaflt›¤› s›ralarda dönencelerinde
de flu de¤iflmeler olacakt›r: Yengeç Dönencesi, Dünya’n›n
Günefl’e karfl› ekseninin yeni durumuna göre, yeni ekvatordan
36 enlem derecesi kuzeyde, O¤lak Dönencesi ise, yine ayn›
flekilde ekvatordan 36 enlem derecesi güneyde bulunacakt›r.
*
* *
Yüzüncü y›ldan itibaren iklimler yavafl yavafl bu nihaî say›lar›n
ifade ettikleri hâllere belirgin flekilde yaklaflacaklard›r. Nihaî duruma
gelince Dünya’n›n dengesi birdenbire, tamam›yla bozulacak ve
söylemifl oldu¤umuz gibi, Dünya yar›m dairelik bir dönüflle en k›sa
bir zamanda tepesi üstü gelecektir. Yâni, kuzey kutbu güney kutbunun
yerine gelecek ve güney kutbu da kuzey kutbunun yerine
ç›kacakt›r. Fakat daha önce de söyledi¤imiz gibi, bu de¤iflmelerin,
kürenin çarp›lmas› veya tepetaklak olmas› fleklinde de¤il, kutuplar›n
yer de¤ifltirmesi tarz›nda olaca¤›n› tekrar belirtiriz.
*
* *
Yukar›da aç›klanan mekanizmayla, Dünya, yar›m dairelik bir
yay çizerek tepesi üstü gelince, yeni Dünya ekseni de, do¤al olarak,
Dünya’n›n yeni kurulmufl dengesinden do¤an dönüfl durumuna
göre yeni bir yön alacakt›r. ‹flte daha önce anlatm›fl oldu-
¤umuz, dünyan›n nihaî safhas›ndaki olaylar, yâni dünyan›n bat›fl
ânlar› ve k›yamet; kutuplar yavafl yavafl kayarak iflaret etti¤imiz
nihaî noktalara geldikten sonra, oradan itibaren birdenbire bafllayan
ve birkaç gün devam eden, nihayet birkaç saat içinde tamamlanan,
kuzey kutbunun güneye kayarak güney kutbunun
304
BEDR‹ RUHSELMAN
yerini almas› ve buna karfl›l›k güney kutbunun da kuzey kutbunun
yerine ç›kmas›, yâni Dünya’n›n tepesi üstü gelmesi s›ras›ndaki
büyük denge bozukluklar›na denk geleceklerdir.
Fakat Dünya’n›n bu yar›m dairelik dönüflünden sonra kutuplar›n
altüst olmas›, yeni dünyada belirli bir de¤iflme, hattâ hiçbir
de¤iflme meydana getirmeyecektir. Çünkü, esasen kutuplar altüst
olduktan sonra ortada eski co¤rafî durumlara ait hiçbir oluflum
kalmayaca¤›ndan, yeni kutuplar›n kuruldu¤u noktalar›n eski ülkelerle
ve co¤rafî durumla k›yas edilmesi sözkonusu olmayacakt›r.
Dolay›s›yla, yeni do¤acak Dünya’n›n da –eksen e¤imi ne olursa
olsun– yine bugünkü gibi, bir kuzey, bir de güney kutbu mevcut
olacak ve geçmifl devreye ait olan kutuplar› ise, bütün co¤rafî
oluflumlar› ile birlikte, ebediyen unutulan bir maziye kar›flm›fl bulunacakt›r.
*
* *
fiuras›n› aslâ unutmamak gerekir ki, bütün bu hareketleri ve
sonuçlar› meydana getiren tesirler –daima tekrarlam›fl oldu¤umuz
gibi– Ünite’den süzülerek gelen aslî direktiflere göre, dünyan›n
muhtaç oldu¤u durumlar› sa¤lamak vazifesiyle yükümlü yüksek
plândan, direkt veya endirekt olarak, dünyan›n manyetik alan›na
inmektedirler. Bu tesirlerin dozlar›, ne biraz fazla, ne de biraz eksik
olmamak üzere, tam k›ymetleriyle gönderilmifl ve böylece aslî
icaplar yerine getirilmifl olur.
Dolay›s›yla, bütün bu hareketler, plâns›z de¤il, muazzam bir tekâmül
plân›n›n tatbikat› gayesine yönelik olarak, belirli ölçülere
göre meydana getirilmektedir. ‹flte bütün bunlar, tekâmül yolunda,
kâinat›n muazzam ahengi ve nizam› içinde kurulmufl, hikmetle
dolu tertiplerdir. Bu hercümerç* gününde, göründü¤ü gibi bir felâket
yoktur. Burada olan fleyler; bir taraftan, dünyadaki tekâmül
devrelerini baflar›yla bitirmifl, s›rtlar›n› art›k kendilerini tatmin etmeyen
dünya maddelerine çevirmifl insanlar›n lây›k olduklar› âlemlere
intikallerini sa¤layacak; di¤er taraftan da, kaba maddeden bir
* “Hercümerç” sözcü¤üne sözlüklerde, “alt üst, karmakar›fl›k, darmada¤›n›k, allak bullak”
anlam› verilir.
305
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
türlü kendilerini kurtaramayan ve mutlulu¤un ancak o maddeye
gömülmekle kazan›laca¤›n› sanan haz›rl›ks›z insanlar›n, arzulad›klar›
kaba maddelere dönmeleri ihtiyac›n› yerine getirecektir.
Kader mekanizmas›; insanlar›n, tekâmülde esas tutulan özgürlükleriyle
tercih ettikleri, istedikleri ve ihtiyaç duyduklar› mekânlara
kavuflmalar› yolundaki cehit ve gayretlerine göre, liyakat derecelerini
takdir eder ve ona göre icaplar›n› yerine getirir. Böylece
dünyan›n kapan›fl safhas›nda, herkes istedi¤ini bulacak, ihtiyac›-
n›n karfl›l›¤›n› alacak, tekâmül merdiveninin liyakat basamaklar›ndaki
yerine ulaflacak ve böylece, ilerleyen ilerleyecek, gerileyen
ise yerinde kalacakt›r.
Dolay›s›yla, bütün bu korkunç ve dehfletli görünüfllerine ra¤men,
dünyan›n bu kapan›fl sahneleri, haz›rlanm›fl insanlar için en
büyük kurtulufl ân›, en sevinçli ve mutlu günün do¤uflu, yüzy›llarca
beklenen büyük kurtar›c› flafa¤›n söküflü olacakt›r.
Burada göstermifl oluyoruz ki dünya, Mu devrinin kapan›fl›ndan
bu yana bir inkiflaf devresini daha bitirerek, yüz binlerce defa
tekrarlanm›fl olan bu aç›l›fl ve kapan›fllar›na bir tanesini daha
eklemek üzeredir. Yüksek prensipler muvacehesinde dünya için
takdir olunmufl bulunan bu hâl, tekrar tekrar devam edip gidecek
ve böylece dünya, her defas›nda, bir devrelik bütün inkiflaf imkânlar›ndan
yararlanarak, dünyaya özgü tekâmül haz›rl›klar›n›
bitirmelerinden sonra, insanlar›n, liyakatlerini kazanm›fl olduklar›
ve muhtaç bulunduklar› yüksek âlemlere kitleler hâlinde intikal
etmek üzere dünyadan tamam›yla kurtulabilmelerine ve ayr›labilmelerine
zemin haz›rlayacakt›r.
*
* *
Büyük dünya y›k›m›nda ölmek suretiyle dünyadan tamam›yla
kurtulduklar›n› söylemifl oldu¤umuz insanlar›n do¤ruca gidecekleri
yer, yar› süptil dedi¤imiz, dünyaya nazaran yüksek bir plând›r
ki, biz buna “sevgi plân›” diyoruz.
Bu plânda hâkim olan realite, sevgidir. Daha do¤rusu oraya
intikal edecek olan insanlar, o plânda sevginin çeflitli tatbikat›n›
306
BEDR‹ RUHSELMAN
görmek ve bu sayede vazife plân›n›n yüksek icaplar›na tamam›yla
intibak edebilecek duruma gelmek için, orada bir süre yaflayacaklard›r.
O hâlde, yar› süptil âlem veya sevgi plân›, her fleyden önce
bir arasat plând›r. Yâni, basit dünya realitelerinin a¤›r yüklerinden
kurtulmufl olan insanlar›n, çok süptil bir plân olan vazife plân›na
intikalini rahat, tatl› ve mutlu bir yürüyüflle sa¤layan bir ara
ortamd›r.
Maddî inkiflaf›n her safhas›n›n tamamlanmas›ndan sonra bir
üst safhaya geçebilmek için, bitki, hayvan, insan, bütün varl›klar›n
böyle arasat plânlardan geçmesi zarurîdir. Çünkü bu plânlar›n
fonksiyonlar› çok önemlidir: Herhangi bir safhada bulunan varl›k,
meselâ, bir hayvan varl›¤›, çok uzun süren hayvanl›k safhas›n›
hakk›yla tamamlay›p bir üst safhadaki bedeni, yâni insan bedenini
kullanabilecek liyakate erdi¤i zaman, birdenbire, hayvanl›k
mertebesinden hemen insanl›¤a atlayamaz. Çünkü her ne kadar
o, kendi çap›nda, gere¤i derecesinde inkiflaf etmifl olsa da, o zamana
kadar kullanm›fl oldu¤u hayvan bedenlerini kullanmak ile
insan bedenini kullanmak aras›nda çok önemli ve derin farklar
vard›r. ‹flte beden realiteleri aras›ndaki belirli intikal kademelerini
geçirdikten sonrad›r ki, o varl›k, insanl›¤›n icaplar›na tamam›yla
uyabilecek ve insan bedenini fiilen kullanmaya al›flm›fl olacakt›r.
O hâlde, onun böyle bir intikal haz›rl›¤›n› yapabilmesine imkân
verecek bir plânda yaflamas› gerekir. ‹flte bu da, onun yar› süptil
âlemidir. Burada, o varl›k, insanl›¤›n icaplar›na kendisini haz›rlay›c›
birtak›m durumlarla karfl›lafl›r ve o durumlarda bir süre intikal
tatbikat›n› yapt›ktan sonra, en ilkel aflamas›ndan bafllamak üzere,
insanl›k âlemine ad›m›n› atar. Fakat yine, hemen, müstakil bir insan
varl›¤› hâline birdenbire giremez. Önce insan beyninin elemanlar›n›
kurabilecek duruma gelir; uzun süre insan beyni hücrelerinde
yaflayarak insan bedenini idare etmek tatbikatlar›n› gördükten
sonra, gereken derecedeki liyakate, yâni bir insan bedenini
müstakil olarak kullanabilecek liyakate ulaflt›ktan sonra, o bedeni
kullan›p sonraki tekâmüllerini yapmak için, bir insan bedenine
irtibatlar kurarak dünyaya ba¤lan›r, insan hâlindeki bir be-
307
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
denle bedenlenir ve bundan sonra –daha önce söyledi¤imiz gibi–
insan bedeniyle bütün tekâmül kademelerini dünyada tamamlar.
*
* *
‹nsanlar›n, insan üstü plâna geçebilmeleri için atlatmalar› gereken
yar› süptil âlem; insan alt› âleminden insan kademesine geçilirken
yaflanmas› icap eden arasat plânlarla k›yaslanamayacak
kapsam ve enginliktedir. Arasat plânlar›n, varl›klar› alt plândan
üst plâna haz›rlamak için, kendilerine özgü vâs›talar› vard›r. Bu
vâs›talar, ne onlar›n terk etmifl olduklar› plânlar›n realitelerine,
ne de bir üst plân›n realitelerine aittir. Bunlar ancak, alt plândan
üst plâna geçecek varl›klar›n, bu iki plân aras›nda mevcut olan
farklar karfl›s›nda herhangi bir sars›nt›ya u¤ramadan geçebilmelerini,
di¤er deyiflle üst plân›n hiç al›fl›lmam›fl realitelerine al›flabilmelerini
en kestirme yoldan sa¤layan vâs›talard›r ki; bu vâs›-
talar, birer yanlar›yla, b›rak›lan plân›n realitelerine temas ederken,
di¤er yanlar›yla da gelecek plâna yak›n bâz› durumlar gösterirler.
Fakat asl›nda, onlar ne b›rak›lm›fl olan, ne de intikal edilmek
üzere bulunan plânlar›n kendi realiteleri de¤ildir; ancak arasat
plân›na özgü bir haz›rl›k mekanizmas›d›r.
*
* *
‹nsanlar›n dünyadan sonra girecekleri yar› süptil âlemin, yâni
arasat plân›n›n haz›rlay›c› vâs›tas›, sevgidir. Buradaki sevgi, hiçbir
zaman dünyada anlafl›lan ve duyulan sevginin kendisi olmamakla
birlikte, bunun yine de dünyadakine yak›n bir taraf› vard›r.
Her ne kadar dünyadaki sevgi, sevgi plân›ndaki hakikî sevgi
kavram›ndan baflka ise de, yine, o sevgiye insanlar› haz›rlay›c› bir
basamak olabilecek k›ymete ve mahiyete sahiptir. Dolay›s›yla, sevgi
âlemine, yâni yar› süptile girmek liyakatini kazanm›fl olan bir
insan varl›¤›; dünyada geçirmifl oldu¤u bu haz›rl›¤› sayesinde,
dünyadakinden bambaflka ve onunla k›yas edilemeyecek bir enginlik
ve kapsam içindeki bu büyük sevgi mekanizmas›na kat›lm›fl
bulunacakt›r. O varl›¤›n bu plânda yapaca¤› fley, bu çok kapsaml›
ve genifl sevginin çeflitli varyetelerini kullanarak, onlar›n daha üst,
308
BEDR‹ RUHSELMAN
vazife plân›na haz›rlay›c› imkânlar›ndan yararlanmak olacakt›r.
Demek ki, buradaki sevginin dünya insanlar›nca anlafl›lamam›fl
olan mahiyeti, arasat plân›ndaki varl›klar› vazife plân›n›n yüksek
realitelerine intibak ettirici çok kudretli durumlar gösterir. Çünkü
vazife plân›n› tam mânâs›yla kabullenmek ve ona intibak edebilmek,
pek kolay bir ifl de¤ildir. Buradaki baflar›n›n da bir hayli cehit
ve gayret gösterilmesini icap ettiren teknik hususlar› vard›r.
*
* *
Sevgi plân›ndaki cehit ve gayretler, dünyadaki kaba ifllerde gösterilen
cehit ve gayretlerden bambaflkad›r. Dünyadaki cehit ve gayretler
esnas›nda insanlar›n karfl›lar›na daima dikilmekte olan zahmetlerin,
s›k›nt›lar›n, ›st›raplar›n, azaplar›n, iflkencelerin, hastal›klar›n,
ölümlerin hiçbiri, burada yoktur. Buradaki cehit ve gayret,
varl›klar›n idraklerinin art›fl› oran›nda (bu da sevgi plân›nda h›zla
meydana gelir) daha çok zevkli ve mutluluk verici hazlarla dolu
olur. Varl›klar, bu yoldaki faaliyeti, sevgi faaliyetini büyük bir istekle
özler ve ondan sonsuz mutluluk duyarlar. Nitekim daha dünyada
iken insanlar›n öz varl›klar›nda beliren bu büyük mutlulu¤un
sezgi p›r›lt›lar›, insanlar› kendisine çeker. Fakat insanlar bütün özlemelerine
ra¤men, dünyada iken bu mutlulu¤u elde edemezler.
Bununla birlikte insanlar, mahiyetini bilmeden, ne oldu¤unu tarif
edemeden, sürekli olarak onun peflinde koflar ve bütün hayatlar›
boyunca onu say›klar dururlar. ‹flte, özlemini duyduklar›, yüzy›llarca
peflinden kofltuklar›, buna ra¤men bir türlü yakalayamad›klar›,
hattâ mahiyetini tayin edemedikleri bu mutlulu¤un, dünyay›
terk ettikleri ândan itibaren, sevgi plân›nda kuca¤›na at›lm›fl bulunacaklar;
o zaman kendilerini tam mânâs›yla tatmin edecekler,
di¤er deyiflle, dünyada hiçbir zaman eriflemedikleri tatminkârl›¤›n
ne demek oldu¤unu o zaman anlayacaklard›r.
Bu plânda hâkim olan sevgi, ilk, ilkel basamaklar›yla sevgi ad›
alt›nda dünyadan itibaren bafllamakta, yar› süptil âlemin bütün
hayat›n› kaplayarak vazife plân›n›n efli¤inde son bulmaktad›r.
Demek ki bu büyük ve kapsaml› sevgi de, vazife plân›na do¤ru
son aflamas›na ulaflm›fl ve orada fonksiyonunu bitirmifl olacakt›r.
309
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
*
* *
Sevginin bu fonksiyonu, varl›klar›n vazifeye tam intibak edebilmelerini
sa¤lamas› bak›m›ndan, çok gerekli ve önemlidir. Çünkü
vazifeye girebilmenin büyük imkânlar›n› bu sevgi fonksiyonu
sa¤lar.
Vazife plân›, bambaflka, yüksek bir plând›r. Daha önce bu plân
hakk›nda gerekli bilgiyi vermifl oldu¤umuz için, onlar› burada
tekrarlam›yoruz. Ancak flu kadar›n› söyleyece¤iz ki, vazife plân›,
bafltanbafla bir ahenk, bir nizam, bir beraberlik, tam ve kar›fl›ks›z
bir koordinasyon ve iflbirli¤i plân›d›r. Orada en küçük bir ahenksizlik,
en küçük bir ayk›r›l›k veya bir terslik yoktur. Oraya girecek
varl›klar›n muhakkak ve kesin olarak bu ahenge uymufl durumda
bulunmalar›, hattâ bu ahenkten olmalar› flartt›r ki; bu da,
bu yolda geçirilecek olan birçok haz›rl›k safhas›yla mümkün olabilir.
Zaten vazifeye haz›rl›k safhalar›n›n en haflin, en ilkel, en
zor ve ›st›rapl› kademelerini, dünya hayat›na ait uzun devreler
içinde, insanlar geçirmifl bulunmaktad›rlar. Bu haz›rl›¤›n bundan
sonra do¤rudan do¤ruya vazife plân›na ulaflt›ran, yar› süptil
âlemdeki, yâni sevgi plân›ndaki son kademeleri ise –biraz önce
söyledi¤imiz gibi– çok kolay, rahat ve mutlulukla dolu olarak, sevile
sevile tamamlanacakt›r. Böylece bu âlemdeki yüksek sevgi
mekanizmas›yla, vazife plân›n›n ahengine ve icaplar›na uymak
kudreti kazan›lacakt›r. fiu hâlde, bu plândaki yüksek sevgi, büyük
vazife plân›na ulaflman›n tatl› ve esasl› bir vâs›tas›d›r.
*
* *
Yar› süptil âlemde, sevginin varyetelerinde yaflan›rken, varl›klar›n
karfl›lar›na ç›kacak, oran›n kendisine özgü nefsaniyeti de
vard›r. Bu nefsaniyetin mahiyetinden biraz afla¤›da söz edece¤iz.
Sevgi plân›nda, varl›klar›n büyük vazife plân›na haz›rlanmalar›na
engel olan bu nefsaniyetlerini bir ân önce ortadan kald›rmalar› ve
ondan kurtulmalar› zarurîdir. Bu da, söyledi¤imiz gibi, dünyadaki
kaba nefsaniyetlerin kald›r›lmas› s›ras›nda çekilmesi zarurî olan
zahmet ve s›k›nt›lardan uzak, tam tersine, varl›klar için çok zevk-
310
BEDR‹ RUHSELMAN
li bir çal›flma ve meflguliyet sahas› olan sevginin çeflitli tatbikat›yla
sa¤lanacakt›r. Ve bu tatl› meflguliyetler sonunda bu engel de
ortadan kalkacak; varl›klar belirsiz bir ak›fl içinde, büyük vazife
plân›n›n ilk basamaklar›na ad›mlar›n› atm›fl olacaklard›r. Bunun
için de, dünyada oldu¤u gibi büyük floklara, kaba gürültülü geçifllere,
ölümlere orada gerek yoktur. Çünkü, esasen dünyadan ayr›ld›ktan
sonra varl›klar için bu gibi durumlar sözkonusu olmayacakt›r.
Böylece sevgi plân›n› bitirip vazife plân›na geçen varl›klar,
vazife plân›n›n ilk basamaklar›na ç›kacaklar ve orada hemen
vazifeleneceklerdir.
*
* *
fiimdi, yar› süptil âlemdeki sevgi mekanizmas›n›n haz›rlay›c›
durumu üzerinde duraca¤›z.
‹nsanlar›n dünyay› b›rakmalar› demek, dünyaya ait olan kaba
hidrojen kombinezonlar›ndan ibaret fiziksel bedenlerini terk etmeleri
ve aslî hâllerine, varl›k hâllerine dönmeleri demektir. ‹nsan
bedenlerini kullanan varl›klar –daha önce söyledi¤imiz gibi–
insan anlay›fl›na göre madde bile denemeyecek kadar dünya maddesi
kavram›ndan ve realitesinden uzaklaflm›fl, çok süptil bir
madde hâlidirler. Böyle bir hâl, insanlar nazar›nda bir madde
olamaz. Çünkü bir varl›¤›n insanlar›n tan›d›¤› ve kabul etti¤i
mânâda hiçbir maddî niteli¤i yoktur. Onun içindir ki, daha önce
varl›klara sadece tesirler kompleksidir demifltik. Böylece bir tesirler
veya enerjiler kompleksi olan varl›k, dünyay›, yâni bedenini
terk edince, tamam›yla bedensiz hâlde iken, sevgi plân›nda bir tesir
vâs›tas› olarak kullanmak üzere, yar› süptil bir madde kombinezonunu
yakalar ve ona ba¤lan›r. O ânda bu kombinezon, onun
kaba dünyadaki kaba bedeni yerine geçer. Bu madde, dünya
maddeleri ile vazife plân›n›n süptil maddeleri aras›nda, yar› süptil
hâlde bulunur. Fakat o, hem kaba taraf›yla dünyaya, hem de
ince taraf›yla süptil olan vazife plân›na yaklafl›r. Onun içindir ki,
buna “yar› süptil madde” ve bu maddelerden oluflmufl yere de
“yar› süptil âlem” diyoruz.
311
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yar› süptil âlemin varl›klar›, kulland›klar› bu maddelerin dünya
maddelerine yaklaflan taraf›ndan yararlanarak, bunlarla, dünyadaki
zaman ve mekân kavramlar›na yak›n realiteleri orada kurabilirler.
Ve kurmufl olduklar› bu reel imajlarda da yaflayabilirler.
Bu mekânlar› kurabilmelerine yard›m eden maddelerin incelik
dereceleri, dünyan›n pek hassas âletlerine çarpabilecek ayarda da
olabilir.
Bu varl›klar henüz vazife plân›na girmedikleri için, kendilerine
–hattâ otomatik olarak dahi– hiçbir vazife verilmez. Bu yüzden
onlar, hiçbir varl›¤›n tekâmülüne müdahale etmezler ve faaliyetlerine
kar›flmazlar. Kendilerinde henüz böyle bir yetki yoktur.
Yar› süptil âleme girmifl bir varl›k için as›l gaye, vazife plân›na
ulaflmakt›r. Oysa varl›¤›n orada ba¤lanm›fl oldu¤u yar› süptil
madde, onun vazife plân›na girmesine engel oluflturur. Çünkü
vazife plân›ndaki madde hâlleri, süptil maddelerdir ve o plânda
vazife görebilmek için, varl›klar›n, yar› süptil bir tek madde kombinezonuna
ba¤l› kalmaktan kurtulmalar› gerekir.
‹flte oradaki varl›klar›n bu engeli aflabilmeleri için, çok güçlü
bir vâs›talar› vard›r ki, o da sevgidir.
fiu hâlde, arasat plân›ndaki sevgi; o plân›n yar› süptil maddelerini,
her türlü ›st›raptan ve elemden uzak, tatl› ve mutlu mücadelelerle
yenmeye yarayan, yüksek bir vâs›tad›r.
*
* *
Vazife plân›na girmek demek, birtak›m vazife yükümlülüklerini
kabul etmek ve bu vazifelerin icaplar›n› yerine getirmek kudret
ve imkânlar›na sahip olmufl bulunmak demektir. Bunun için de
vazife plân›ndaki varl›¤›n, vazifelere uygun, çeflitli maddeleri kullanmas›
gerekir. Oysa henüz bu duruma gelmemifl bir varl›k,
dünyadan ayr›l›fl›n›n ard›ndan yakalam›fl oldu¤u yar› süptil bir
madde kombinezonunu iyice benimser ve ondan ayr›lamaz. Bu
maddeden ayr›lamay›nca çeflitli süptil maddeleri kullanmak imkân›n›
elde edemez ve bunun sonucunda da, hiçbir vazifeyi yapamaz.
Çünkü o vazifeyi yapabilmesi için, gerekli olan çeflitli süptil
312
BEDR‹ RUHSELMAN
maddelerden ve ortamlardan yararlanmas› gerekir ki; buna bir
türlü terk edemedi¤i yar› süptil maddesi engel olmaktad›r. Dolay›s›yla,
oradaki varl›klar›n, vazife plân›na geçebilmeleri için, bu
ilk yakalad›klar›, yâni kendilerine bir tür beden gibi kulland›klar›
yar› süptil maddeyi bir ân önce terk edebilmeleri flartt›r. Bunu yapabilmelidirler
ki, ileride kendilerine düflecek herhangi bir vazifenin
icaplar›n› yerine getirebilmek için, istedikleri de¤iflik süptil
veya yar› süptil maddeleri kullanabilsinler ve icaplara göre, onlar›
derhal de¤ifltirebilsinler.
‹flte onlar›n yar› süptil âleme geçer geçmez yakalad›klar› ve bir
türlü b›rakamad›klar› yar› süptil maddelerini b›rakabilmelerine yard›m
edecek en kudretli vâs›talar›, sevgi olacakt›r. Sevginin çeflitli
tatbikat›n› yapa yapa, bu varl›klar, art›k, bir tek yar› süptil maddeye
ba¤lanmak durumundan kurtulacaklar, o maddeyi istedikleri
zaman terk edebilecekler ve onun yerine de¤iflik maddeleri kullanabileceklerdir.
Demek ki, yukar›da da biraz söz etti¤imiz gibi,
sevgi plân›na geçen varl›klar›n ilk yakalad›klar› bu yar› süptil madde;
oradaki haz›rl›klar›n tamamlanmas› s›ras›nda, varl›klar›n yenmeleri
gereken bir tür nefsaniyetleri olur. Onlar bu maddeyi b›rakmakla
nefsaniyetlerini yenmifl ve o ândan itibaren de vazife plân›n›n
ilk basamaklar›na eriflmifl olurlar. ‹flte buradaki baflar›y› sa¤lamaya
yard›m eden vâs›ta, sevginin çeflitli varyeteleridir.
*
* *
Bu plânda, bafllang›çtan itibaren tam baflar›ya eriflinceye kadar,
belirli bir müddetin geçmesi gerekmektedir. Bu müddetin
sürmesi varl›klara göre de¤iflir: Bâz›lar› için oldukça uzundur,
bâz›lar› için ise k›sa sürebilir. Bu müddetin dünya zaman›yla tayini
güçtür. Çünkü bu müddet için ölçü olarak kullan›lan zaman,
dünya idrakinin üstünde bir zamand›r. Dolay›s›yla, dünya zaman›ndan
çok kapsaml›d›r. Meselâ orada geçirilecek en çok müddeti
dünya zaman›yla 300 y›l kabul edersek, bu müddet, oran›n
idrak zaman›yla 3000 y›l veya daha fazla olabilir. Bunda da kesinlik
yoktur. Oran›n zaman› dünyan›nkiyle oranlanamaz. Çünkü
bu k›ymetler, idraklere göre daima de¤iflir.
313
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Dünya üstündeki ifllerde, idrak zaman› ve idrak mekân› hâkimdir.
Ancak, sevgi plân›n›n varl›klar›, ilk zamanlar›nda, yâni
yar› süptil maddeye henüz çok güçlü olarak ba¤l› bulunduklar›
zamanlarda, o maddenin dünyaya yak›n taraf›n› daha çok kullanacaklar›ndan,
dünyaya yak›n realitelerde yaflayabilirler. Bunun
gibi, dünya d›fl›nda tamam›yla idrak mekân› hâkim iken, yar›
süptil maddeleri kullanan varl›klar, bu maddelerin dünyaya yak›n
taraflar›ndan yararlanarak, az çok dünya mekân›na benzer mekânlar
da kurabilirler. Ancak, bu varl›klar, orada sevgi tatbikatlar›n›
yapa yapa idraklerini gere¤i derecesinde artt›r›p yar› süptil
maddeye ba¤lanmaktan kendilerini kurtard›kça, zaman ve mekânlar›
da o oranda idrakî zaman ve mekân›n kapsaml› karakterlerini
almaya bafllar ve yar› süptil madde kombinezonundan tamam›yla
kurtulduklar› ânda da, art›k onlarda maddî realitelere
ait faaliyetler kalmaz ve alacaklar› vazifelere göre, icap eden yerlerde
istedikleri maddeleri kullanmak suretiyle, o maddelerin tâbi
olduklar› her türlü zaman ve mekân realitelerinden yararlanabilirler.
Çünkü yar› süptil maddeden kurtulduktan sonra belirli maddelerle
sürekli ba¤› kalmayaca¤› için, süptil varl›klar›yla istedikleri
maddeleri kullan›p terk edebilecek kudrete sahip bulunurlar. fiu
hâlde, sevgi plân›ndaki bir varl›¤›n, yar› süptil maddesini b›rakabilmesi
ve vazife plân›na geçmesi demek; onun hiçbir maddeye
ba¤l› olarak kalmamas›, öz varl›k hâlinde, yâni münkeflif bir enerjiler
kompleksi hâlinde kalmas› ve bu enerjiyle istedi¤i zaman, istedi¤i
maddeyi kullanabilmesi, kulland›¤› maddeler sayesinde de
o maddelerin mensup bulundu¤u âlemlere tesir ve müdahalelerde
bulunabilmesi, oralarda bir sürü ifl görebilmesi, vazifeler yapabilmesi
demektir ki; yar› süptildeki bir varl›k, bu imkânlara, ancak
tatl›, mutluluklu haz ve zevklerle dolu sevginin çeflitli tatbikat›n›
yaparak kavuflacakt›r.
*
* *
314
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi, yar› süptil âlemi tarif edelim: Yar› süptil âlem, daha önce
aç›klam›fl oldu¤umuz, madde âlemimizin nüvesi olan hidrojen
atomunun en yüksek kombinezonlar›na ait enerjilerden oluflmufl
bir âlemdir. Bugünkü dünyam›z›n ola¤an realiteleri içinde mevcut
olmayan bu yüksek enerjiler, yar› süptil âlemin en kaba atomlar›n›
olufltururlar. Bir yanl›fll›¤a meydan vermemek için burada
flu uyar›da bulunmay› gerekli görüyoruz: Daha önce söz edilen,
henüz dünya bedenleri realitesinden kurtulamam›fl varl›klar›n
ölümleri ve do¤umlar› aras›nda ola¤an olarak geçirecekleri spatyum
dedi¤imiz hâl ile yar› süptil ortam› birbirine aslâ kar›flt›rmamal›d›r.
Spatyum; bir ortam, bir mekân de¤ildir. Oras› sadece
beden ba¤lar›ndan belirli bir maksatla geçici olarak ayr›lan insa--
n›n kendi öz varl›¤›na dönmesi ve bu s›rada çevresi ile olan bütün
ilgilerini ve iliflkilerini kesmesi hâlidir. O, bu hâliyle yine bir
insand›r ve dünyadan ç›km›fl de¤ildir. Ancak, öyle bir insan ki,
d›flar›s› ile olan bütün ilgilerini kesmifl, yaln›z kendi öz varl›¤› ile
bafl bafla kalm›fl durumdad›r. O ânda, onun için herhangi bir mekân
sözkonusu de¤ildir. Onun mekân›, daha önce sözünü etti¤imiz,
varl›¤›n›n konsantre olmufl bulundu¤u idrakî bir noktadan
ibaret kal›r. Oysa flimdi söz etti¤imiz yar› süptil âlem; hidrojen
âlemi üstü, ona nazaran çok süptil ve kapsaml› bir ortamd›r ve
bir mekând›r. Buras›, ancak, dünyadan kesin olarak kurtulmufl
varl›klara mahsustur. Bu ortam, dünyan›n en üstün ve mütekâmil
hidrojen kombinezonlar›n›n kendili¤inden –daima yüksek vazifelilerin
kontrolleri alt›nda– yay›nlad›klar› ince enerji partiküllerinden
oluflmufl, bir madde hâlidir. Bu âleme geçen varl›klar›n,
ilk kulland›klar› ve ba¤land›klar› vâs›ta –söylemifl oldu¤umuz gibi–
yar› süptil maddelerden oluflan belirli bir madde kombinezonudur.
Varl›klar, bu kombinezonu hem kullanarak, hem de
onunla sevgi yolunda mücadele ederek, yeterliklerini, liyakatlerini
artt›r›rlar. ‹flte dünyadakine benzer yo¤un maddeler olmad›¤›
için, dünyada oldu¤u gibi yorucu, bezdirici, zahmet ve s›k›nt› verici,
a¤›r yürüyen faaliyetler, bu plânda yoktur. Yar› süptil maddelerin
imkân geniflli¤i sayesinde, bu âlemdeki varl›klar›n harcayacaklar›
en az bir cehitle, dünyada birçok güçlük, zahmet ve
315
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
yorgunluk çekilerek ancak y›llarca süren çal›flmalar sonunda elde
edilebilen sonuçlar›n birçok kat›, burada k›sa bir ânda al›nabilir.
Onun için bu plânda, dünyada oldu¤u gibi, zahmet, yorgunluk,
›st›rap, didinme, mücadele gibi kaba durumlar yoktur. Burada
bütün arzular, ufak bir irade darbesiyle, sadece bir istekle, âdeta
otomatikman, kendili¤inden oluyormufl gibi gerçeklefliverir. Meselâ
varl›k, elindeki yar› süptil maddenin zengin imkânlar› sayesinde,
imajinasyonuyla kendisine bir mekân kurup orada istedi¤i
gibi yaflayabilir. Yine, kulland›¤› ayn› maddeyle, istedi¤i flekilleri
basit bir imajinasyon faaliyetiyle meydana getirebilir ve onlar›,
kendisi için objektif k›ymetler hâline sokabilir. Bütün bu ifllemler
esnas›nda o varl›k, insanlar›n yorgunluk dedikleri fleylerin hiçbirini
duymaz.
Yar› süptil maddenin icaplar›ndan olarak, o plânda kaba beden
organlar›yla ilgili hastal›k, sa¤l›k, yorgunluk, tembellik, güçsüzlük
gibi bozukluklar, a¤r›lar, sanc›lar olamaz; yine, bedenin yüksek
organlar›na ait zihin yorgunluklar›, budalal›klar, delirmeler, uyku
ve bay›lma hâlleri, komalar, s›k›nt›lar, kaba ihtiraslar... o âlemin
maddelerinin kadrosu içine giremez. Yar› süptil âlemde böyle
fleyler yoktur. Yine, orada fiziksel mânâda anlafl›lan güzellik–çirkinlik,
gençlik–ihtiyarl›k gibi dünyaya özgü realiteler de yoktur.
Özellikle dünya maddelerinin tâbi oldu¤u en esasl› ve zarurî
realite olan ölüm realitesi, yar› süptil âlemde tamam›yla meçhuldür.
Orada, sadece kademeden kademeye belirsiz ve çok tatl›,
idrakli geçifller ve istihaleler* vard›r. Oradaki varl›klar›n ellerindeki
madde imkânlar›, onlara dünyan›n veremedi¤i mekân ve zaman
idrakini vermektedir. Bu sayede onlar, istedikleri imajlar›
bizzat kendileri kurabilirler ve da¤›tabilirler; dünyadaki gibi sabit
imajlar›n esiri olarak, kalmazlar. Buradaki hayat, bir yönüyle de,
insanlar›n esîrî diye anlad›klar› mânâdaki hayata, afla¤› yukar›
benzer. Fakat bu hayat›n esas bünyesinde hâkim olan unsur,
sevgidir.
*
* *
* “‹stihale” sözcü¤üne sözlüklerde “bir hâlden baflka bir hâle geçme, dönüflme, de¤iflme;
intikal, geçifl; baflkalafl›m” anlamlar› verilir.
316
BEDR‹ RUHSELMAN
Büyük din kitaplar›nda, yar› süptil âlemin sezgilerini insanlara
vermek için cennet sembolü kullan›lm›flt›r. Bu, güzel ve güçlü bir
semboldür. Yaln›z –bütün sembollerde oldu¤u gibi– burada da,
aslâ flekillere tak›l›p kalmamak icap eder. Çünkü unutulmas›n ki,
bu semboller, her devrin çeflitli insan idraklerine hitap etmek ve
bu yoldan birtak›m sonuçlara ve maksatlara var›lmak için konulmufltur.
‹flte din kitaplar›nda anlat›lan cennet sembolü, burada
söz etti¤imiz, sevgi realitesinin hâkim oldu¤u bu yar› süptil âlemi
ifade eder.
Cennet sembolünde, dünya zaman ve mekân›na yak›n bir zaman
ve mekân idrakine ait bâz› imajlardan söz edilmifltir. Buna
göre, cennete girenler, dünyadaki gibi zahmet ve yorgunluk
çekmeden istedikleri gibi hareket edebilirler, istedikleri yerlere gidebilirler,
istedikleri fleyleri karfl›lar›nda derhal haz›r olarak bulurlar.
Bu hâl, flimdi tarif etti¤imiz yar› süptil ortam›n imkânlar›n›
ifade etmektedir. Çünkü dedi¤imiz gibi, yar› süptil âlemde de
varl›klar istedikleri mekân›, istedikleri imajlar›, yorulmadan ve
emek harcamadan derhal yaratabilirler ve istedikleri gibi hareket
edebilirler. ‹stekleri ve düflünceleri, âdeta kendili¤inden gerçeklefliverir.
‹flte cennet sembolüyle anlat›lmak istenilen mânâlar da
bunlard›r.
Sevgi plân›nda mevcut olan, insanlar›n anlayamayaca¤› derecede
kapsaml› ve yüksek sevgi varyasyonlar›; cennet kavram›nda
en deneyimsiz insanlar›n dahi, basit mânâlarda da olsa, bir fleyler
sezebilmesine yard›m edici maddî sevgi sembolleriyle aç›klanm›flt›r.
Cennet sembolünde, yüksek makamlardan ve bu makamlarda
ilâhî sezgilere kavuflulmas›ndan söz edilmektedir. Bu ifadeler,
yar› süptil âlemin varl›klar›n›n –en yüksek sevgi komplekslerinden
geçtikten sonra– ileri kademelerde varacaklar›, vazife plân›
dedi¤imiz yüksek ahenge kavuflman›n mânâlar›n› tafl›r. Oralarda
ilâhî hakikatler ile, yâni ahenk dedi¤imiz Ünite’nin nurlar›
ile intibaklar, vahdetler; cennet sembolünde ilâhî nurlara kavuflmak
kavram›yla sembollefltirilmifltir.
*
* *
317
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Sevgi plân›ndaki hayat, varl›klar›n, yüksek süptil vazife plânlar›na
ulaflabilmelerine engel olan, ba¤l› bulunduklar› yar› süptil
maddelerden yavafl yavafl kurtulmalar›n› sa¤lar. Bu hedefe ulaflmak
için sevgi, varl›klar› gruplar hâlinde birlefltirir. Gruplar aras›nda
yavafl yavafl, tam bir ahenk ve beraberlik kurulur. Böylece
varl›klar, vazife plân›n›n tam mutabakat ve ahenk icaplar›na h›zla
haz›rlan›rlar. Art›k böyle, varl›klar› grup grup bir araya toplayan,
o gruplar aras›nda tam bir ahenk ve mutabakat sa¤layan sevginin,
dünyadaki mânâs›ndan elbette çok daha derin kapsam› olacakt›r.
*
* *
Sevgi plân›; sevginin insanlarca meçhul kalm›fl genifl kapsam›
içinde, mutlulukla dolu cehit ve faaliyetleri gerektiren ve varl›klar›
daha yüksek plânlara haz›rlayan, esîrî bir âlemdir. En hayalî
peri masallar›nda anlat›lan madde inceli¤i, bu âleminkinin yan›nda
pek kaba kal›r. Kald› ki, her lüzum oldukça türlü imkânlar›
varl›klar›n önüne seren bu madde inceli¤inin onlara vermifl oldu-
¤u büyük haz ve zevklerden baflka, insanlarca bilinmeyen bir sevgi
kapsam›n›n varl›klara bahfletti¤i mutluluk, dünyada hiçbir fleyle
k›yas edilemeyecek kadar yüksek ve derindir. Çünkü dünyada
daima oldu¤u gibi, mutluluk diye kabul edilen her zevkin sonunda
gelmesi olas› endiflelerin, orada varl›klar›n karfl›s›na ç›kmas›
sözkonusu de¤ildir. Aksine, burada hakikî bir mutlulu¤u daha
büyük bir mutluluk, var›lm›fl bir huzuru daha mânâl› ve kapsaml›
bir huzur izler.
Sevgi plân›n›n ilk kademelerinde bafllayan ve az çok dünya zaman›na
ve mekân›na yak›n taraflar› bulunan hâller, varl›klar›n
haz›rl›klar› ilerledikçe daha süptilleflir ve dünyadaki durumlara
yak›nl›ktan ayr›lmaya bafllarlar. Bu durum, varl›klar›n ba¤l› bulunduklar›
yar› süptil maddelerden gittikçe kurtulmalar›n›n bir
ifadesidir. Yar› süptil madde ile olan irtibatlar gevfledikçe, idrakî
zaman ve mekân durumlar›na girilir ve yar› süptil âlemin dünyaya
benzer taraflar› ortadan kalkar. Gruplar›n vazife plân›na
yaklaflmalar› artar ve vazife plân› icaplar›n›n zorunluluklar› daha
çok belirginleflir. Sevgiyle birbirine ba¤lanan gruplarda, sevginin
318
BEDR‹ RUHSELMAN
oraya özgü türlü tezahürleri, bu durumu güçlendirir. Yar› süptil
madde kombinezonlar›ndan tamam›yla kurtulmufl olan varl›klar,
büsbütün serbestleflirler ve çeflitli maddeleri kullanmak üzere, istedikleri
gibi maddeleri de¤ifltirmek imkânlar›n› kazan›rlar. Çünkü
o zaman, bu ifle engel olan yar› süptil bir madde kombinezonuna
ba¤l› kalmak durumu, ortadan kalkm›fl olur.
Böylece, vazife plân›na do¤ru gruplar hâlinde haz›rlanarak yürüyen
varl›klar, befler alt›flar bireylik gruplar›yla birlikte, tam bir
vazife anlay›fl› içinde ve idrakî zaman ve mekân imkânlar› dahilinde,
ilk vazifelerini al›rlar. Bu, onlar›n vazife plân›na girmifl olmalar›
demektir.
fiu hâlde, vazife plân›na geçifl; dünyadan yar› süptile geçifl gibi
büyük gürültüler, fliddetli sars›nt›lar, ölümler eflli¤inde olmay›p,
gayet tatl› bir haz›rlan›flla, belirsizce ve derece derece ilerleyen bir
ak›fl içinde olmaktad›r. Ondan sonra bu varl›klar, gittikçe geniflleyecek
olan gruplar› ve bu gruplar›n genifllemesiyle birbirine efl
idraklerin artmas› sayesinde, vazife plân›n›n ilk kademelerinden
itibaren, ilâhî icab› tafl›yan ›fl›k konisinin zirvesine do¤ru, gittikçe
büyük bir olgunlaflma h›z›yla t›rmanarak yükselmeye bafllarlar.
*
* *
Sevgi plân›na geçecek olan insanlar› bekleyen yüksek son, budur.
Dolay›s›yla, dünyadan yar› süptil âleme bu geçifl; yüzy›llar
boyunca öz varl›klar›nda yaflatt›klar› ve insan hâliyle bir türlü idrakine
varamadan, belirsiz sezgisi peflinde koflup didindikleri ve
aslâ tatmin olunamad›klar› mutlulu¤un tatminkârl›¤›na varl›klar›
kavuflturacakt›r. Ve insan varl›¤›n›n k›ymeti ve kudreti de, bu geçiflte
varoluflunu ve Kudreti bilmesindedir.
319
320