Hayalet Resimli Mecmua Sayı 41
Hayalet Resimli Mecmua Sayı 41 Hayalet Resimli Mecmua Sayı 41
onaramamış, dolayısıyla tahripedememişlerdi. Hiçbirindepimapen pencere gibi bir çirkinlikyoktu! Binalar orijinal haliyleeskimişlerdi. Turistik hediyelikeşya satan mağazaların, kafe vebarların bulunduğu alanı geçiparka sokaklara daldığımızdarenksiz, yıkık dökük evlerlekarşılaştık. Evlerin çoğucamsız, pencerelerin hepsidemir parmaklıklı ve içlerindekepenkler vardı. Duvarlarıçatlamış, boyaları dökülmüş,bakımsızlıktan yıkılmaya yüztutmuş olan evlerin balkonlarındançamaşırlar sarkıyordu. Tümününkapıları, pencereleri açıktı.Sokaktan geçerken içini rahatlıklagörüyor, anlık da olsa hayatlarınadâhil oluyordum. Sakinlerinçoğunluğu evlerinin önüneçıkardıkları sandalyelerde oturmuşbirbirleriyle sohbet edip bir şeyleriçerken, bazıları da kara karadüşünüyorlardı. Yıkık dökükolmalarından dolayı ürkütücügelse de, aslında son derece güvenliolan sokakları arkamızda bırakıpyüzü Havana limanına bakanSan Fransisko meydanındakiheykellere göz attık, ellerindepuro, üzerlerinde rengârenkkıyafetlerle bir dolar karşılığındahatıra fotoğraf çektiren kadınların,dans edip şarkılar söyleyenlerincirit attığı Katedral meydanınabir selam çaktık ve kilisenin yansokağına sapıp Bodeguita delmedio adlı barın önüne geldik.Dünyanın en iyi mohitosununyapıldığı ve Hemingway’ınsürekli takıldığı mekânmış.Kalabalığı yararak yolumuzadevam ettiğimizde yazarın kaldığıAmbos Mundos oteliyle karşılaştık.Üstadı anmak için burada mohitoiçmek istesem de, rehberimizindeli gibi koşuşturmasındandolayı bunu ilerleyen günlerebıraktım. Armas meydanındakiküçük parka ulaşınca duraklayıpbir nefes aldık. Tarihi binalarlaçevrili şık bir alandı ve yaklaşıkdört asırlık bir geçmişi vardı.Etraf masalarını sokağa çıkaranufak cafelerle doluydu, bu yüzdenoturup bir şey içip serinlemek içinideal bir mola yerine benziyordu.Rehberimizin söylediğine göremeydanın doğu köşesinde bulunanve günümüzde şehir müzesi olarakkullanılan yapı (Palacio de losCapitanes Generales) bir zamanlarHavana valisine ev sahipliğiyapıyormuş ve asıl ilginç olanısarayın ön tarafındaki caddeninahşapla kaplı olmasıydı. Zamanınvalisi, caddeden geçen at vearabaların çıkardığı gürültüdeneşi rahatsız olmasın diye, sokağaArnavut kaldırımlarımızıntahta versiyonunu yaptırmış.NeriMAN’ım süpermanım bunuduysaydı “Gör Bak ne kocalar var!”diye kesin beni eleştirirdi!Korsanlardan korunmaamacıyla yapılmış Amerikakıtasının en eski taş kalesiunvanına sahip olan ve günümüzdeDeniz Müzesi olarak hizmetveren Castillo de la Real Fuerza’yaulaştığımızda, yorulmuştuk. Grupkaleyi gezmek için rehberimizitakip ederken, iç gıdıklayıcı birLatin manken içeri girmemiengelledi! Kalenin duvarınasırtımı dayayıp mankenin fotoğrafçekimini izledim ve kale yerineonun resimlerini çektim!Kaleyi gezenler yanıma geridöndüğünde rehberimiz, birermide sahibi olduğumuzu, sonyemeğimizi sabaha karşı uçaktayediğimizi sonunda anımsayıp“Şimdi yemek zamanı.” dedi.Sözünü ikiletmeyip hep birlikteKatedral meydanındaki birlokantaya doğru yola çıktık.Kolonyal tarzda yapılmışbinanın içi loş ver serindi.Personel güler yüzlüydü, ama hiçbir aceleleri yoktu! Kafalarınaestiğinde yanımıza uğrayıpmenüyü bıraktılar. Zengin bir46
mutfakları yoktu. Tavuk veyabalıktan başka bir seçenekyoktu. Okyanusun ortasındaolmasına karşın balıklar ithaldi,zira tekneleri olmaları halindeAmerika’ya kaçmalarındankorkulduğundan halkın balıkçılıkyapmasına izin verilmiyormuş!Bunu duyunca tavuk yemeyitercih ettim.Dünya yansa umurundaolmayan Garson’a “Öncelikle banabuz gibi bira getir. Ölüyorumsusuzluktan. “dedim. Trene bakargibi bakmayı sürdürünce menüyüaldım ve birayı işaret ettim.Yerli biraları Cristal bizimkilerekıyasla hafifti, ama buz gibiydi.Garsonların acele etmeden,ağır hareketlerle getirdikleritabağımda, tavuğun yanındasiyah fasulye, az yeşillilik, muzunbir akrabası olan patates cipsitadındaki kızarmış plantainvardı. Soğuk biram eşliğindeyemeğimi yerken sahneye gençmüzisyenler çıktı! Grubun yaşortalaması altmışlardan başlıyor,doksanlara kadar gidiyordu veher biri sokakta görmeye alışıkolduğumuz alelade amcalardı!“Ulan bunların kendilerine hayrıyok!” diye içimden geçirirkençalmaya başladılar. Süperlerdi,ama her an biri kalpten gidecekkorkusuyla yüreğim ağzımdaydı,ne var ki bir süre sonra kendimimüziğin akışına bırakıp ellerimve ayaklarımla tempo tuttum.Grubun yaş ortalamasınıdüşürsün diye aralarına aldıklarıdansçı bir kız ve erkek pistte salsayapıyordu. Kıvrak danslarınıseyretmek zevkliydi. Danslarınıbitirince genç kız oturduğummasaya yöneldi. Sonunda benifark etmişti! Pistte ona eşlik etmekiçin yerimden doğrulacağımsırada beni es geçip oğlumunyanına geldi ve onu kaldırdı. Pistteonları seyrederken hayatımda ilkkez oğlumu kıskandım!Küba’da özel mülkiyeteizin verilmiyordu, dolayısıylalokantanın sahibi devlet, çalışanlarmaaşlı işçilerdi. Aldıklarıbahşişlerle hayatlarını idameettiriyorlardı. Bunu öğrenincehesabı öderken bahşişi bol tutupoğlumla dışarı çıktık. Gomünistolduğundan şüphelendiğimRehber kapının önünde sigaraiçiyordu. Can bu, içeni görünce oda ister! Aramızdaki gerginliğinazalmasına güvenerek ondanotlandım ve çektiğim ilknefesin dumanını, gelenekselrengârenk kıyafetlerle falbakan, fotoğraflarını çekmekisteyenlerden bir dolar isteyenkadınlara doğru savurdum.“Onların da geçim kaynaklarıbu! Laf aramızda turistler geldiğimüddetçe gelir kaynaklarıçalışanlardan çok daha iyi” dedirehber.“Nasıl yani?” diye sorduoğlum.“Küba’da en kazananmeslek grupları doktorlar veöğretmenlerdir, onların damaaşları en fazla yetmiş sekseneuro civarında.”“Bu kadınlar günde onfotoğraf çektirseler ayda üçyüz doları ceplerine atarlar. Budurumda kim okumak ister?” diyesordu oğlum.”“Yeni yetişen nesil aynı seningibi düşünüyor. On altı yıllıkzorunlu eğitimi bitirdiklerindeüniversite yerine barmenlik,garsonluk, taksicilik yapıyorlar.Devlet memurları bile dahaçok para kazanmak için işlerinibırakıp bu işlere yöneliyorlar.”“Aklın yolu birmiş.” dedioğlum.Hemen araya girdim veidealistlikten, halka hizmettebahsettim. Tınmadı bile. Başımıkaldırıp gökyüzüne baktım veFidel’e seslendim.“Kurduğun düzen bitmeküzere Fidel! Ben oğlumu bile iknaedemedikten sonra sen ölmüşhalinle gençleri okumaya nasılikna edeceksin?”47
- Page 2 and 3: HayaletAralık 2020Sayı: 41Yayın
- Page 4 and 5: Sözüm Meclistenİçeri...İllüst
- Page 6 and 7: Beyaz, ilerleyen yaşına rağmenki
- Page 8 and 9: Kitap İnceleme....Aynur KulakN at
- Page 10 and 11: 10
- Page 12 and 13: macera onları beklemektedir.Keyifl
- Page 14 and 15: Henriette ayağa kalktı. Mehtabın
- Page 16 and 17: Sherlock Holmes, tabancasınınhede
- Page 18 and 19: Atilla BilgenMizah Öykü...KEREMA
- Page 20 and 21: “Biraz sabredersenizöğreneceksi
- Page 22 and 23: Comic Sohbet...Korkmaz UluçaySÜTL
- Page 24 and 25: 24Yazıp Çizen: Mesut Ekener
- Page 26 and 27: 26
- Page 28 and 29: 28Devam Edecek
- Page 30 and 31: Sibel ÇelikelKorku Öykü...Henüz
- Page 32 and 33: yerimize geçtik. Diğer nöbetçil
- Page 34 and 35: kurma kolunu çektim, geriyekilitle
- Page 36 and 37: 36
- Page 38 and 39: İlk Nostaljik Kitaplar...Bünyamin
- Page 40 and 41: bezelidir. Bu dizinin çevirmeniBed
- Page 42 and 43: 42
- Page 44 and 45: 44İllüstrasyon- Mehmet Kaan Sevin
- Page 48 and 49: 48
- Page 50 and 51: 50İllüstrasyon- Mehmet Kaan Sevin
- Page 52 and 53: öcüydüm. Hiç arkadaşım yoktu.
- Page 54 and 55: saçlarını avuçluyor ve yavaşç
- Page 56 and 57: şeyler olacağını hissetmiş gib
- Page 58 and 59: Ümit KireççiDuyduk Duymadık Dem
- Page 60 and 61: izlediğimi bilmiyorum. Nihayetbaş
- Page 62 and 63: Her şey geçer zamanla derdibabam.
- Page 64 and 65: Benim babam bir yetim olarakbabası
- Page 66 and 67: S. İpek Ortaer MontanariEvde o kad
- Page 68: 68
mutfakları yoktu. Tavuk veya
balıktan başka bir seçenek
yoktu. Okyanusun ortasında
olmasına karşın balıklar ithaldi,
zira tekneleri olmaları halinde
Amerika’ya kaçmalarından
korkulduğundan halkın balıkçılık
yapmasına izin verilmiyormuş!
Bunu duyunca tavuk yemeyi
tercih ettim.
Dünya yansa umurunda
olmayan Garson’a “Öncelikle bana
buz gibi bira getir. Ölüyorum
susuzluktan. “dedim. Trene bakar
gibi bakmayı sürdürünce menüyü
aldım ve birayı işaret ettim.
Yerli biraları Cristal bizimkilere
kıyasla hafifti, ama buz gibiydi.
Garsonların acele etmeden,
ağır hareketlerle getirdikleri
tabağımda, tavuğun yanında
siyah fasulye, az yeşillilik, muzun
bir akrabası olan patates cipsi
tadındaki kızarmış plantain
vardı. Soğuk biram eşliğinde
yemeğimi yerken sahneye genç
müzisyenler çıktı! Grubun yaş
ortalaması altmışlardan başlıyor,
doksanlara kadar gidiyordu ve
her biri sokakta görmeye alışık
olduğumuz alelade amcalardı!
“Ulan bunların kendilerine hayrı
yok!” diye içimden geçirirken
çalmaya başladılar. Süperlerdi,
ama her an biri kalpten gidecek
korkusuyla yüreğim ağzımdaydı,
ne var ki bir süre sonra kendimi
müziğin akışına bırakıp ellerim
ve ayaklarımla tempo tuttum.
Grubun yaş ortalamasını
düşürsün diye aralarına aldıkları
dansçı bir kız ve erkek pistte salsa
yapıyordu. Kıvrak danslarını
seyretmek zevkliydi. Danslarını
bitirince genç kız oturduğum
masaya yöneldi. Sonunda beni
fark etmişti! Pistte ona eşlik etmek
için yerimden doğrulacağım
sırada beni es geçip oğlumun
yanına geldi ve onu kaldırdı. Pistte
onları seyrederken hayatımda ilk
kez oğlumu kıskandım!
Küba’da özel mülkiyete
izin verilmiyordu, dolayısıyla
lokantanın sahibi devlet, çalışanlar
maaşlı işçilerdi. Aldıkları
bahşişlerle hayatlarını idame
ettiriyorlardı. Bunu öğrenince
hesabı öderken bahşişi bol tutup
oğlumla dışarı çıktık. Gomünist
olduğundan şüphelendiğim
Rehber kapının önünde sigara
içiyordu. Can bu, içeni görünce o
da ister! Aramızdaki gerginliğin
azalmasına güvenerek ondan
otlandım ve çektiğim ilk
nefesin dumanını, geleneksel
rengârenk kıyafetlerle fal
bakan, fotoğraflarını çekmek
isteyenlerden bir dolar isteyen
kadınlara doğru savurdum.
“Onların da geçim kaynakları
bu! Laf aramızda turistler geldiği
müddetçe gelir kaynakları
çalışanlardan çok daha iyi” dedi
rehber.
“Nasıl yani?” diye sordu
oğlum.
“Küba’da en kazanan
meslek grupları doktorlar ve
öğretmenlerdir, onların da
maaşları en fazla yetmiş seksen
euro civarında.”
“Bu kadınlar günde on
fotoğraf çektirseler ayda üç
yüz doları ceplerine atarlar. Bu
durumda kim okumak ister?” diye
sordu oğlum.”
“Yeni yetişen nesil aynı senin
gibi düşünüyor. On altı yıllık
zorunlu eğitimi bitirdiklerinde
üniversite yerine barmenlik,
garsonluk, taksicilik yapıyorlar.
Devlet memurları bile daha
çok para kazanmak için işlerini
bırakıp bu işlere yöneliyorlar.”
“Aklın yolu birmiş.” dedi
oğlum.
Hemen araya girdim ve
idealistlikten, halka hizmette
bahsettim. Tınmadı bile. Başımı
kaldırıp gökyüzüne baktım ve
Fidel’e seslendim.
“Kurduğun düzen bitmek
üzere Fidel! Ben oğlumu bile ikna
edemedikten sonra sen ölmüş
halinle gençleri okumaya nasıl
ikna edeceksin?”
47