Hayalet Resimli Mecmua Sayı 41
Hayalet Resimli Mecmua Sayı 41 Hayalet Resimli Mecmua Sayı 41
kurma kolunu çektim, geriyekilitledim. O tuhaf varlığın birazdaha yaklaştığını görünce tüfeğimibel hizama aldım, başparmağımkurma kolunun üzerinde hazırbir şekilde beklemeye başladım.O an o kadar gerilmiştim ki birisigelip arkamdan şaka amaçlı “Bö!”dese ağaçlarla birlikte etrafımdahareket eden ne varsa hepsineateş açacaktım. Etrafımda ne olupbittiğini tanımlayamamak benioldukça germişti ama bu korkuyakapılmamalıydım. Az önce onazarar vermek istemediğimi bensöylememiş miydim? Bu halimneydi şimdi? Normal prosedürdençıkmıştım. Mermiyi silahın ağzınavermiştim. Bir süre bekledimama ağaçların arasından bir şeyçıkmadı. Kendimi sakinleştirmeyeçalıştım. Korkum geçmişti. Şarjörüçıkarttım, palaskama sıkıştırdım,mermiyi yeniden yan tarafa attım,kurma kolunu tekrar saldım,mermiyi tekrar şarjöre bastım,normal pozisyonuma geldim.İçimdeki ürperti tam olarakgeçmediği için biraz dahageri çekilmeye karar verdim.Giyindirme binasına yaslandım,bu halde iken en azından sırtımgüvendeydi. Çelik başlığımıgözlerimin hizasına indirdim.Bir yandan etrafımı kollamayadevam ettim. Uzaktaki ağaçlardao bilinmeyen varlığın dolaşıpdurduğunu fark ediyordum amanedense bana yaklaşmıyordu.Sabahın altısı olmak üzereydi.İki saate yakın bu varlıklaboğuşmaktan yorgun düşmüştüm.Bir an için gözlerimi kapattım,içim geçer gibi olacaktı ki çelikbaşlığıma “Tak!” diye bir şeyvurdu. Hemen yerimden fırladım:-Emret komutanım! Diyebağırdım. Bir subay geldi vekasaturasıyla çelik başlığımavurarak beni esas duruşa geçirmekistedi sandım.Silahı çapraza alıp durdum. Birde baktım ki etrafta kimse yok.Ağaçların olduğu bölgeyekulak kesildim. Tam bir sessizlik…Ardından bir de baktım ki takırtukur sesler çıkararak ağaçlardanbana doğru bir cisim yuvarlanıyor.O an zihnim hızla tahminleryürüttü. Herhalde ağaçlardanbir çam kozalağı düştü ve odüşüşün etkisiyle bana doğruyuvarlanmaktadır, diye varsaymakistiyordum ama öyle değildi. Birde baktım ki neredeyse iki yumrukbüyüklüğünde, oldukça ağırbir taş, tekerlenmiş bana doğrugeliyordu. Bu taşın uzaktan atılmışolma ihtimali yoktu. Uzaktangelmiş olsa iki metre kadar sekerbir daha vurur ve yanıma gelişiçok da yavaş olurdu. Bu, olsaolsa iki metre yakınımdaki biritarafından bana atılmıştı. Beynimo saniyede denklemi çözüyordu.Taşın bana yuvarlandığı o kısacıkzaman dilimi içerisinde bütünolasılıkları hesaplıyordu. Kafambüyüklüğünde bir taşı kertenkele,börtü böcek bana yuvarlayamazdı.Ayaklarımın dibine kadar gelentaşı atanın tam karşımda duruyorolması gerekiyordu. Bunun neolduğunu görmek için kafamıkaldırdım ki karşımda: Hiçbir şey!O anda, bu bilinmezlikkarşısında, vücut ani ve kesin biremir verir: Kaç! Olup biteni tanetane düşünme fırsatım olmamıştıaslında. Saniyenin binde birikadar kısa bir sürede düz birmantık kurmuştum. Bu taşı banayuvarlayanın kullandığı iticigüç gereği tam karşımda olmasıgerekir, kafamı kaldırdığımda onuorada göremiyorsam, demek ki butanımlanabilir, anlaşılabilir veyabenim baş edebileceğim bir varlıkdeğil. Tek yapabileceğim nedir?Kaç! Giyindirme binasının oradanbotlarımdan sürtünme sesleriçıkararak koşmaya başladım.Korkudan o kadar hızlı koşmayaçalışıyordum ki vücudumu öneatıyor, ayaklarım ona yetişemiyor,düşme tehlikesi atlatıyordum.Binadan aşağı doğru soluksuzkoşuyordum ki arkadaşların nöbetdeğişimi için geldiğini görüncedurdum. Beni bu halde görünceikisi birden:34
- Ne oldu? Dediler.- Yok bir şey. Geldiğinizigördüm. Size doğru geldim.Diyerek durumu idare ettim.Halbuki ben öyle birkaptırıp koşuyordum ki onlarolmasa nerede duracağımıbilmiyordum. Onları dakorkutmak istememiştim. Havaaydınlanmıştı. Geceyi atlatmıştık.İlerleyen zamanlarda gecenöbetlerinde benzer vakalarınyaşandığına dair söylentiler oldu.O yaz böyle geçti. Oraya gitmekistemeyen oldu. Gidip de nöbetinitamamlayamadan dönen oldu.Sonraki kış yine benzer olaylaryaşandı hatta panik duygusunaengel olamayıp ağaçlara karşı silahsıkanlar oldu. Önlem olarak dahatecrübeli askerler, uzman çavuşlargönderildi ama onların da silahsıktığı duyuldu. Yedi kişi bir aradaoldukları halde hepsinin çelikbaşlığında aynı anda bir şamaryediklerini anlatanlar oldu. Sözkonusu varlığın ya birden fazla elivardı ya da çok hızlıydı.Birçok askeriye bölgesinde,örneğin genelkurmayda, bu tipolaylar olurmuş. Bazıları bunugönlü askerlikte kalmış, bir şekildearafta kalmış, vaktinden önce öleninsanların ruhlarının çokluğunadayandırır. Bizim taburun öntarafında iki nizamiye girişivardı. Birisi eskiydi. Asıl girişinönünde kantin ve ziyaretçi parkıvardı. Eski olanın önünde iseAtatürk döneminden kalma ahşapyapılar, devasa köşkler, eskidenaskerî subay gazinoları olarakkullanılan tarihî binalar vardı. Birgece nöbette olan arkadaşlarıno binaları terk edilmiş gibi değilde, yepyeni olarak gördüğünüduymuştum. O metruk binalarıniçinde ışıklar yandığını, önünearabalar yanaştığını, o arabalardanzamanın moda anlayışına uygunolarak iyi giyimli beyefendilerin,hanımefendilerin indiğinianlatırlardı. Cumhuriyetin ilkyıllarına ait dönem filmleriniandıran bu görüntülerikomutanlar da dâhil olmak üzerebirden fazla kişinin görmüşolduğunu bana üst devrelerimanlatmıştı. Kimsenin yüzününtam seçilmediği ama uzaktan birçeşit toplantı olduğu anlaşılanbu görüntüler, sabahın ilkışıklarıyla beraber kaybolurmuş.En eski askeri bölüklerden birtanesi olduğumuz göz önündebulundurulursa, buralarda sıkrastlanan bu tür sıra dışı olaylarazamanlar arası bir sıçrama mıdersiniz, kadim ruhların bizebir şeyler anlatmak istemesimi?.. Bunun açıklaması neyeinandığımıza göre değişir.Dinlediğim eski rivayetlerihatırlayınca yaşadığım otuhaf nöbet saatleri bir anlamkazanmaya başladı. Oradabenimle olan varlık neydi?Bunu tam olarak bilemesemde şundan emindim ki eğergerçekten isteseydi bana zararverebilirdi. Oradaki her ne idiysesadece tetikte olmamı istemişti,korkuyu tanımama sebep olmuştuama korkuyla hareket etmemedeğil; kendimi sakinleştirmeyiöğrenmemi sağlamıştı, verdiğimsözün arkasında durmamı… Belkide sadece uyumamam gerektiğinihatırlatmak istemişti, amacıbundan başka bir şey değildi…Kim bilebilir?Seneler sonra bir alt devremlekonuştuğumda olayların bir süresonra azaldığını ve unutulupgittiğini anlattı. Bu olanlarıhatırladığımız zaman “Samsunorası…” diyoruz. TürkiyeCumhuriyeti tarihinin başladığıyer… 19 Mayısta Ata’mızınkurtuluşu başlattığı nokta…Orası mucizelerin gerçekleştiğicoğrafya… Orada her şeymümkün olur…35
- Page 2 and 3: HayaletAralık 2020Sayı: 41Yayın
- Page 4 and 5: Sözüm Meclistenİçeri...İllüst
- Page 6 and 7: Beyaz, ilerleyen yaşına rağmenki
- Page 8 and 9: Kitap İnceleme....Aynur KulakN at
- Page 10 and 11: 10
- Page 12 and 13: macera onları beklemektedir.Keyifl
- Page 14 and 15: Henriette ayağa kalktı. Mehtabın
- Page 16 and 17: Sherlock Holmes, tabancasınınhede
- Page 18 and 19: Atilla BilgenMizah Öykü...KEREMA
- Page 20 and 21: “Biraz sabredersenizöğreneceksi
- Page 22 and 23: Comic Sohbet...Korkmaz UluçaySÜTL
- Page 24 and 25: 24Yazıp Çizen: Mesut Ekener
- Page 26 and 27: 26
- Page 28 and 29: 28Devam Edecek
- Page 30 and 31: Sibel ÇelikelKorku Öykü...Henüz
- Page 32 and 33: yerimize geçtik. Diğer nöbetçil
- Page 36 and 37: 36
- Page 38 and 39: İlk Nostaljik Kitaplar...Bünyamin
- Page 40 and 41: bezelidir. Bu dizinin çevirmeniBed
- Page 42 and 43: 42
- Page 44 and 45: 44İllüstrasyon- Mehmet Kaan Sevin
- Page 46 and 47: onaramamış, dolayısıyla tahripe
- Page 48 and 49: 48
- Page 50 and 51: 50İllüstrasyon- Mehmet Kaan Sevin
- Page 52 and 53: öcüydüm. Hiç arkadaşım yoktu.
- Page 54 and 55: saçlarını avuçluyor ve yavaşç
- Page 56 and 57: şeyler olacağını hissetmiş gib
- Page 58 and 59: Ümit KireççiDuyduk Duymadık Dem
- Page 60 and 61: izlediğimi bilmiyorum. Nihayetbaş
- Page 62 and 63: Her şey geçer zamanla derdibabam.
- Page 64 and 65: Benim babam bir yetim olarakbabası
- Page 66 and 67: S. İpek Ortaer MontanariEvde o kad
- Page 68: 68
kurma kolunu çektim, geriye
kilitledim. O tuhaf varlığın biraz
daha yaklaştığını görünce tüfeğimi
bel hizama aldım, başparmağım
kurma kolunun üzerinde hazır
bir şekilde beklemeye başladım.
O an o kadar gerilmiştim ki birisi
gelip arkamdan şaka amaçlı “Bö!”
dese ağaçlarla birlikte etrafımda
hareket eden ne varsa hepsine
ateş açacaktım. Etrafımda ne olup
bittiğini tanımlayamamak beni
oldukça germişti ama bu korkuya
kapılmamalıydım. Az önce ona
zarar vermek istemediğimi ben
söylememiş miydim? Bu halim
neydi şimdi? Normal prosedürden
çıkmıştım. Mermiyi silahın ağzına
vermiştim. Bir süre bekledim
ama ağaçların arasından bir şey
çıkmadı. Kendimi sakinleştirmeye
çalıştım. Korkum geçmişti. Şarjörü
çıkarttım, palaskama sıkıştırdım,
mermiyi yeniden yan tarafa attım,
kurma kolunu tekrar saldım,
mermiyi tekrar şarjöre bastım,
normal pozisyonuma geldim.
İçimdeki ürperti tam olarak
geçmediği için biraz daha
geri çekilmeye karar verdim.
Giyindirme binasına yaslandım,
bu halde iken en azından sırtım
güvendeydi. Çelik başlığımı
gözlerimin hizasına indirdim.
Bir yandan etrafımı kollamaya
devam ettim. Uzaktaki ağaçlarda
o bilinmeyen varlığın dolaşıp
durduğunu fark ediyordum ama
nedense bana yaklaşmıyordu.
Sabahın altısı olmak üzereydi.
İki saate yakın bu varlıkla
boğuşmaktan yorgun düşmüştüm.
Bir an için gözlerimi kapattım,
içim geçer gibi olacaktı ki çelik
başlığıma “Tak!” diye bir şey
vurdu. Hemen yerimden fırladım:
-Emret komutanım! Diye
bağırdım. Bir subay geldi ve
kasaturasıyla çelik başlığıma
vurarak beni esas duruşa geçirmek
istedi sandım.
Silahı çapraza alıp durdum. Bir
de baktım ki etrafta kimse yok.
Ağaçların olduğu bölgeye
kulak kesildim. Tam bir sessizlik…
Ardından bir de baktım ki takır
tukur sesler çıkararak ağaçlardan
bana doğru bir cisim yuvarlanıyor.
O an zihnim hızla tahminler
yürüttü. Herhalde ağaçlardan
bir çam kozalağı düştü ve o
düşüşün etkisiyle bana doğru
yuvarlanmaktadır, diye varsaymak
istiyordum ama öyle değildi. Bir
de baktım ki neredeyse iki yumruk
büyüklüğünde, oldukça ağır
bir taş, tekerlenmiş bana doğru
geliyordu. Bu taşın uzaktan atılmış
olma ihtimali yoktu. Uzaktan
gelmiş olsa iki metre kadar seker
bir daha vurur ve yanıma gelişi
çok da yavaş olurdu. Bu, olsa
olsa iki metre yakınımdaki biri
tarafından bana atılmıştı. Beynim
o saniyede denklemi çözüyordu.
Taşın bana yuvarlandığı o kısacık
zaman dilimi içerisinde bütün
olasılıkları hesaplıyordu. Kafam
büyüklüğünde bir taşı kertenkele,
börtü böcek bana yuvarlayamazdı.
Ayaklarımın dibine kadar gelen
taşı atanın tam karşımda duruyor
olması gerekiyordu. Bunun ne
olduğunu görmek için kafamı
kaldırdım ki karşımda: Hiçbir şey!
O anda, bu bilinmezlik
karşısında, vücut ani ve kesin bir
emir verir: Kaç! Olup biteni tane
tane düşünme fırsatım olmamıştı
aslında. Saniyenin binde biri
kadar kısa bir sürede düz bir
mantık kurmuştum. Bu taşı bana
yuvarlayanın kullandığı itici
güç gereği tam karşımda olması
gerekir, kafamı kaldırdığımda onu
orada göremiyorsam, demek ki bu
tanımlanabilir, anlaşılabilir veya
benim baş edebileceğim bir varlık
değil. Tek yapabileceğim nedir?
Kaç! Giyindirme binasının oradan
botlarımdan sürtünme sesleri
çıkararak koşmaya başladım.
Korkudan o kadar hızlı koşmaya
çalışıyordum ki vücudumu öne
atıyor, ayaklarım ona yetişemiyor,
düşme tehlikesi atlatıyordum.
Binadan aşağı doğru soluksuz
koşuyordum ki arkadaşların nöbet
değişimi için geldiğini görünce
durdum. Beni bu halde görünce
ikisi birden:
34