Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
mutfakları yoktu. Tavuk veya
balıktan başka bir seçenek
yoktu. Okyanusun ortasında
olmasına karşın balıklar ithaldi,
zira tekneleri olmaları halinde
Amerika’ya kaçmalarından
korkulduğundan halkın balıkçılık
yapmasına izin verilmiyormuş!
Bunu duyunca tavuk yemeyi
tercih ettim.
Dünya yansa umurunda
olmayan Garson’a “Öncelikle bana
buz gibi bira getir. Ölüyorum
susuzluktan. “dedim. Trene bakar
gibi bakmayı sürdürünce menüyü
aldım ve birayı işaret ettim.
Yerli biraları Cristal bizimkilere
kıyasla hafifti, ama buz gibiydi.
Garsonların acele etmeden,
ağır hareketlerle getirdikleri
tabağımda, tavuğun yanında
siyah fasulye, az yeşillilik, muzun
bir akrabası olan patates cipsi
tadındaki kızarmış plantain
vardı. Soğuk biram eşliğinde
yemeğimi yerken sahneye genç
müzisyenler çıktı! Grubun yaş
ortalaması altmışlardan başlıyor,
doksanlara kadar gidiyordu ve
her biri sokakta görmeye alışık
olduğumuz alelade amcalardı!
“Ulan bunların kendilerine hayrı
yok!” diye içimden geçirirken
çalmaya başladılar. Süperlerdi,
ama her an biri kalpten gidecek
korkusuyla yüreğim ağzımdaydı,
ne var ki bir süre sonra kendimi
müziğin akışına bırakıp ellerim
ve ayaklarımla tempo tuttum.
Grubun yaş ortalamasını
düşürsün diye aralarına aldıkları
dansçı bir kız ve erkek pistte salsa
yapıyordu. Kıvrak danslarını
seyretmek zevkliydi. Danslarını
bitirince genç kız oturduğum
masaya yöneldi. Sonunda beni
fark etmişti! Pistte ona eşlik etmek
için yerimden doğrulacağım
sırada beni es geçip oğlumun
yanına geldi ve onu kaldırdı. Pistte
onları seyrederken hayatımda ilk
kez oğlumu kıskandım!
Küba’da özel mülkiyete
izin verilmiyordu, dolayısıyla
lokantanın sahibi devlet, çalışanlar
maaşlı işçilerdi. Aldıkları
bahşişlerle hayatlarını idame
ettiriyorlardı. Bunu öğrenince
hesabı öderken bahşişi bol tutup
oğlumla dışarı çıktık. Gomünist
olduğundan şüphelendiğim
Rehber kapının önünde sigara
içiyordu. Can bu, içeni görünce o
da ister! Aramızdaki gerginliğin
azalmasına güvenerek ondan
otlandım ve çektiğim ilk
nefesin dumanını, geleneksel
rengârenk kıyafetlerle fal
bakan, fotoğraflarını çekmek
isteyenlerden bir dolar isteyen
kadınlara doğru savurdum.
“Onların da geçim kaynakları
bu! Laf aramızda turistler geldiği
müddetçe gelir kaynakları
çalışanlardan çok daha iyi” dedi
rehber.
“Nasıl yani?” diye sordu
oğlum.
“Küba’da en kazanan
meslek grupları doktorlar ve
öğretmenlerdir, onların da
maaşları en fazla yetmiş seksen
euro civarında.”
“Bu kadınlar günde on
fotoğraf çektirseler ayda üç
yüz doları ceplerine atarlar. Bu
durumda kim okumak ister?” diye
sordu oğlum.”
“Yeni yetişen nesil aynı senin
gibi düşünüyor. On altı yıllık
zorunlu eğitimi bitirdiklerinde
üniversite yerine barmenlik,
garsonluk, taksicilik yapıyorlar.
Devlet memurları bile daha
çok para kazanmak için işlerini
bırakıp bu işlere yöneliyorlar.”
“Aklın yolu birmiş.” dedi
oğlum.
Hemen araya girdim ve
idealistlikten, halka hizmette
bahsettim. Tınmadı bile. Başımı
kaldırıp gökyüzüne baktım ve
Fidel’e seslendim.
“Kurduğun düzen bitmek
üzere Fidel! Ben oğlumu bile ikna
edemedikten sonra sen ölmüş
halinle gençleri okumaya nasıl
ikna edeceksin?”
47