11.12.2020 Views

Journo Almanak 2020

Unutulmaz yıl 2020'nin unutulmaz Journo içeriklerinden bir seçki...

Unutulmaz yıl 2020'nin unutulmaz Journo içeriklerinden bir seçki...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

33

sundukları ve bunu da sorulması

gereken tüm soruları sorarak

yapmadıkları için.

Estetik kaygılarını, içeriğin

önüne aldıkları için.

Kısacası herhangi bir gazetecilik

refleksi göremediğimiz için.

Bu beklentilerin altında

140journos’un kendisini bir

“karşı medya” hareketi olarak

tanımlaması olduğunu da hatırlatayım.

‘REKLAMLA BIRLIKTE

YÜRÜRSE HABERCILIK

ZEHIRLENIR’

Gazeteci Faruk Bildirici de

internet sitesinde yayımladığı

yazıda sorunu şu şekilde açıkladı:

“Belki de sorunun kaynağı,

140journos’un habercilik ve reklamcılığı

‘yeni medya yayıncılığı’

adı altında birleştirme iddiasında.

Birlikte yürütülürse reklamcılığın

aralarında kan uyuşmazlığı olan

haberciliği zehirlemesi, ortaya

çıkan ürünün habercilik kategorisinin

dışına kayması kaçınılmaz.”

Babacan belgeseli konusunda

Gazete Pencere’ye bir eleştiri

yazan gazeteci Emre Tansu

Keten ile “Sakın Kader Deme”

videosunun gazetecilik açısından

neden sorunlu olduğunu bu çerçevede

konuştuk.

Keten’in; İletişimsel Kapitalizm,

İslamcı Popüler Kültürde

Kültürel İktidar Söylemi, Muhafazakârlığın

Değişen Yapısı

ve Muhafazakâr Medya gibi

başlıklarla yayımlanmış akademik

çalışmaları, kitap bölümleri

ve dergi yazıları var.

Ilgaz Gökırmaklı: Hikâyeyi

başa saralım, 140journos bir

“karşı medya” hareketi olarak,

bir grup üniversiteli gencin bir

araya gelmesiyle 2012 yılında

yola çıktı. İlk dönemlerinde

vatandaş haberciliği yaptıktan

sonra bir dönüşüm geçirerek

2017’den itibaren belgesel

formunda, video art da içeren

içerikler üretmeye başladılar.

Hikâye anlatıcılığı, tarih yazıcılığı

gibi amaçlarının olduğunu

söylüyorlar. Hatta dijital bir

arşiv görevi üstlenerek toplumsal

hafızaya katkıda bulunduklarını

da söyleyebiliriz. Hâl böyle o-

lunca yaptıkları işler gazetecilik

pratikleri açısından sorgulanır ve

eleştirilir oluyor.

Emre Tansu Keten:

Aslında 2012 yılında Bianet’e

verdikleri bir söyleşide, “Sosyal

medya ağları aracılığıyla, hızlı,

sansürsüz ve bağımsız bir habercilik

yapma amacıyla yola çıktık”

diyorlar. Yani ilk yıllarında “Gazetecilik

yapmıyoruz” iddiaları

yok. 140journos isminin ilk kısmı

Twitter’ın o dönemki karakter

sayısına, “journos” ise gazeteciliğe

vurgu yapıyor. Twitter

üzerinden habercilik, WhatsApp

bültenleri derken, video yapmaya

başladıkları dönem geliyor.

Başlarda amatörler, daha sonra

estetik anlamda uzmanlaşıp

gazetecilikten uzaklaştıklarını

söylüyorlar. Fakat 2018 yılında

Chrest Vakfı desteğiyle (STK’lara

hibe desteği veren uluslararası

bir kuruluş ) yaptıkları bir fon

projesinde “140journos tarafsız,

objektif ve etik kurallara uygun

haberciliği ilke edinmiş bir kurumdur”

ifadesi yer alıyor. Fona

başvuruda gazeteci olduklarını

iddia ederlerken, piyasaya “bağımsız

video çeken, gazetecilik

ilkeleri olmayan bir ekibiz” diyorlar.

Burada bir çelişki var ve aynı

zamanda etik dışı bir durum.

‘BABACAN VE

140JOURNOS PR’I IÇE IÇE

GEÇMIŞ DURUMDA’

Belgeselin bir PR çalışması

olduğu yorumları geldi. Bunun

temelinde de gazetecilik refleksleri

taşımaması var.

PR tartışmalarına Netflix’in

Jeffrey Epstein belgeselini örnek

vereyim. O belgesel tamamen

gazetecilik refleksleriyle yapılmış

bir iş. Bahsettiğim bu gazetecilik

refleksini, “Sakın Kader Deme”

videosunda göremiyoruz.

Özellikle siyasi bir lideri odak

aldığınız içerikte gazetecilik refleksini

geliştirmiyorsanız, o içerik

PR olmak zorundadır. Bence

140journos, start-up bir şirket.

Start-up, girişimcilik amaçlıdır.

Girişimciliğin temel amacı da

para kazanmaktır, kamu yararı

değil. 140journos bu videodan

para almadığını söylüyor, doğrudur.

Fakat para almasalar bile,

bu video 140journos’un parayla

yaptığı işlerde elini güçlendiren

bir tanıtım işi. Aslında Babacan

ve 140journos PR’ı içe içe geçmiş

durumda.

Engin Önder’in J Raporu’na

konuk olduğu podcast yayınında

yaptığı “kamu yayıncılığı” vurgusu

da konuşulması gereken

konulardan biri. Örneğin, “Sakın

Kader Deme” belgeselinin

beşinci dakikasında Babacan,

“2002-2015 arası 13 yıl, Türkiye’nin

itibarının en yüksek

olduğu dönemdi” diyor. Gazetecilik

refleksiyle, “O yıllarda

ne oldu, gerçekten öyle miydi,”

bunları görmeyi bekledim. Fakat

belgeselde bu sorgulayıcı tavrı

göremiyoruz. Kamu yararından

bahsedeceksek bu sorgulamayı

ve bilgi aktarımını görmemiz

gerekirdi.

Tabii, bilginin doğrulanması

gerekiyor. Mesela o yayında dikkat

çeken bir şey daha var. Engin

Önder, “Başlarken Babacan’a

taslak götürdük, kabul edilmedi”

diyor, bu zaten PR işlerinde

karşımıza çıkan bir şey.

Belgeselde Babacan’a hangi

soruları sorup hangilerine yanıt

alamadıklarını da göremiyoruz.

“Sorduk ama yanıt alamadık”

bilgisi de içerik için kıymetli

değil mi?

Elbette, verilen cevaplar kadar

cevaplanmayan sorular da

önemli. Gazeteci Can Ertuna bu

konuyla ilgili Twitter’da, “Görüntülü

haber yaptığınız mülakatta

soru sorup yanıt alamadığınız

ve takip sorularıyla hâlâ yanıt

alamadığınız durumlar varsa

bazı noktalarda bu sessizlik ya

da kaçınma anları dahi bir haber

değeri taşır ve kurgudan çıkarmak

bir yana bitmiş parçada

kalması tercih edilir” dedi.

Burada tamamen haberin

öznesinin istediği sınırlarda kotarılan

bir iş var ve bu çok tehlikeli.

Bir habercinin röportaj yapacağı

kişinin istekleri doğrultusunda

haberini hazırladığını düşünün.

Önder’in, “İlk başta kafamız-

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!