25.11.2020 Views

ArtDog Istanbul #1

Merhaba, İstanbul kültür sanat hayatında henüz adı konulmamış yepyeni bir dönem… Kültür-sanat alanında uzun kuraklık yıllarından sonra sonbahara inat ilk defa umutların yeşerdiği, peş peşe müzelerin açılmaya başladığı özel bir döneme giriyoruz. ArtDog Istanbul bu döneme şahitlik etmek, olan biteni kayıt altına almak ve olabildiğince fazla insana ulaşmak için kuruldu. ArtDog Istanbul, merkezine güncel sanatı alan, müzik, sahne sanatları, sinema, edebiyat, mimari, tasarım ve moda gibi diğer sanat dallarına da yer verecek bir yayın olarak doğdu. Temmuz ayının son günlerinde çok hızlı bir kararla bu yayını hazırlamak üzere harekete geçtik. Bir ay gibi bir sürede, elbette uzun süreli bir birikimin sonucu olarak hazırlanan ArtDog Istanbul, dijital mecralarda da eşzamanlı olarak yayına girecek. Bu ilk sayıda, 16. İstanbul Bienali ve Contemporary Istanbul özel dosyalarının yanı sıra sezonun belli başlı sanat etkinlikleri ve güncel sergilerden Ezhel’in Olay’ına kadar radarımıza takılanlar var. İlhan Koman’ın oğlu Ahmet Koman ile yapılan özel bir söyleşide, Türkiye’nin sahip olduğu en önemli kültürel hazinelerden biri olan Hulda teknesinin yolculuğunu okuyacaksınız. Farklı yaratıcı alanlarda kültür dünyasına büyük katkılarda bulunduklarına inandığımız Saruhan Doğan, Yvan Barbarian ve Zafer Aracagök köşe yazarları olarak bizimle yola çıkmayı kabul ettiler, köşelerinde ufuk açıcı satırlar bulacaksınız. Sözü çok uzatmanın zamanı değil. Bu, ArtDog İstanbul’un ilk sayısı. ArtDog bizi ruhen besleyen evrensel kültür-sanat üretimlerini kendimize özgü bakış açısıyla sunmaya çalışma çabamızın ürünü. Contemporary Deductions sloganı da bunu ima ediyor. İlk sayı, ilerde yapacaklarımızın ufak bir kesiti gibi düşünülebilir. ArtDog İstanbul’u sevmeniz ümidiyle…

Merhaba,

İstanbul kültür sanat hayatında henüz adı konulmamış yepyeni bir dönem… Kültür-sanat alanında uzun kuraklık yıllarından sonra sonbahara inat ilk defa umutların yeşerdiği, peş peşe müzelerin açılmaya başladığı özel bir döneme giriyoruz. ArtDog Istanbul bu döneme şahitlik etmek, olan biteni kayıt altına almak ve olabildiğince fazla insana ulaşmak için kuruldu.

ArtDog Istanbul, merkezine güncel sanatı alan, müzik, sahne sanatları, sinema, edebiyat, mimari, tasarım ve moda gibi diğer sanat dallarına da yer verecek bir yayın olarak doğdu. Temmuz ayının son günlerinde çok hızlı bir kararla bu yayını hazırlamak üzere harekete geçtik. Bir ay gibi bir sürede, elbette uzun süreli bir birikimin sonucu olarak hazırlanan ArtDog Istanbul, dijital mecralarda da eşzamanlı olarak yayına girecek.

Bu ilk sayıda, 16. İstanbul Bienali ve Contemporary Istanbul özel dosyalarının yanı sıra sezonun belli başlı sanat etkinlikleri ve güncel sergilerden Ezhel’in Olay’ına kadar radarımıza takılanlar var. İlhan Koman’ın oğlu Ahmet Koman ile yapılan özel bir söyleşide, Türkiye’nin sahip olduğu en önemli kültürel hazinelerden biri olan Hulda teknesinin yolculuğunu okuyacaksınız.

Farklı yaratıcı alanlarda kültür dünyasına büyük katkılarda bulunduklarına inandığımız Saruhan Doğan, Yvan Barbarian ve Zafer Aracagök köşe yazarları olarak bizimle yola çıkmayı kabul ettiler, köşelerinde ufuk açıcı satırlar bulacaksınız.

Sözü çok uzatmanın zamanı değil.

Bu, ArtDog İstanbul’un ilk sayısı. ArtDog bizi ruhen besleyen evrensel kültür-sanat üretimlerini kendimize özgü bakış açısıyla sunmaya çalışma çabamızın ürünü. Contemporary Deductions sloganı da bunu ima ediyor.

İlk sayı, ilerde yapacaklarımızın ufak bir kesiti gibi düşünülebilir.

ArtDog İstanbul’u sevmeniz ümidiyle…

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

36 | Eylül - Ekim 2019, Sayı: 1

14. Contemporary Istanbul Dosya Konusu

Koleksiyonerler ve

Sanatçılar

Contemporary İstanbul bu yılki ziyaretçilerine,“Recent Acquisitions/Son Edinimler”

sergisi ile 45 yerli koleksiyonerin özel koleksiyonlarından ikişer eser sunuyor.

Koleksiyonerlerin eğilimlerinin ip uçlarını veren ve koleksiyonlarını neye göre

oluşturduklarını gözler önüne seren serginin katılımcılarından Ayşe-Saruhan Doğan,

Ayşegül-Ömer Özyürek çifti, Ari Meşulam, Selman Bilal ve Sarp Evliyagil’le konuştuk.

İrem Divriş

Ayşe ve Saruhan Doğan, Leman Darıcıoğlu’nun Philia, (2012) adlı işini izlerken, fotoğraf: Emre Durmaz

Ayşe-Saruhan Doğan: “Zamanın Ruhu”

Video sanatına olan ilginizin 2000’li

yılların başına dayandığına dair bazı

açıklamalarınız var. Türkiye’de video

işlerinin ağırlıklı olduğu bir koleksiyon

geliştirmeye ilk başlayanlardansınız.

Video sanatına olan ilginiz ne zaman,

nasıl başladı; bizimle paylaşır mısınız?

Biz hiçbir zaman özel bir medyaya ilgi duymadık.

Ancak özellikle 2000’lerin başlarında

video işleri hemen hiç satılmadığı için

biz almaya başlayınca dikkat çekti. Bazen

bir sergideki en iyi işler videolar oluyordu

ama kimse onları almıyordu. İyi bir sanatçının

iyi bir işini almaya karar verirseniz

işin medyasının ne olduğunun bir önemi

yok. Özellikle saklama konusunda bir endişeniz

varsa bu bir istisna olabilir, ama bunun

dışında her medyaya kapımız açık. Bugün

video işleri koleksiyonumuzda ağırlıkta ve

bundan da çok memnunuz. CI için de özellikle

iki kadın sanatçıdan videolar göstermek

istedik ki ziyaret eden herkes videonun

da satın alınabilecek bir medya olduğunu bir

kez daha görsün.

ZAMANIN RUHUNA UYGUN

Koleksiyonunuzun temasının 2000’ler

sonrası çağdaş Türk sanatı olduğunu

birçok kez dile getirdiniz. Neden

2000’ler sonrası çağdaş Türk sanatı?

Koleksiyonunuz genişledikçe, bu

tema üzerine fikirleriniz değişti mi?

Sorunuzun cevabı, zamanın ruhu. Biz 2000

sonrası sanata yoğun bir ilgi duyduk ve

Türkiye’de, kaynağını bizim de içinde yaşadığımız

hayatta bulan işlere yöneldik.

Koleksiyonların odakları daraldıkça daha etkinleştiğine

inanıyoruz. Bu şu demek: Bugün

bütün dünyadan, bütün dönemlerden sanat

eserleri toplarsanız bu gelecekte sizin seçkiniz

olarak bir değer taşısa da özel bir mana

içermez. Oysa örneğin, 2000 sonrası kadın

sanatçıların kadın mücadelesi ile ilgili işleri

diye bir alan belirleyip o alana giren işleri

toplarsanız 20-30 sene sonra bir hikaye anlatan,

bir dönemin kesitini izleyicisine verebilen

çok değerli bir koleksiyon yapmış olursunuz.

İlk örnekte koleksiyonunuzun değeri

parçaların toplamı kadardır, ikinci örnekteyse

çok daha fazlasıdır; çünkü o işler bir aradayken

ortaya çıkan toplu anlatının ayrı bir

değeri vardır. Yani şimdiki aklımız olsa daha

da dar bir konu seçerdik, ama bunu yapmak

artık mümkün değil.

“LİKİDİTESİ DÜŞÜK, BETASI YÜKSEK”

Sanatın estetik ve felsefi değeri

çok yüksek olsa da, aynı zamanda

çok yüksek bir ekonomik değere

sahip. Bankacı kimliğinizle, sanat

piyasasını, değer artış ve azalmalarını

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanat likiditesi çok düşük, betası çok yüksek

bir yatırım aracı. En az yirmi yıllık bir yatırım

perspektifiniz yoksa sanata yatırım olarak

bakmayı hiç tavsiye etmem. Biz de hiç

öyle görmedik. Sanat hayatımızı güzelleştiriyor,

değerli olan da bu.

“SANATTA KURUMSAL

ALIMLAR ÖNEMLİ”

Bankaların desteklediği sanatsal

faaliyetler, sanat kurumlarının

Türkiye’nin sanat ortamına olan

etkisi çok büyük. Sanat ve finans

sektörlerinin aynı çatı altına

alınmasının önemi sizce nedir?

Sadece bankalarla sınırlamayalım, topluma

geri verme faaliyetlerinde sanat çok önemli

bir alan. Türkiye’de bu alanda özellikle bankaların

ve holdinglerin önemli katkılarını

görüyoruz. Üstelik bu faaliyetlerin ticari

olarak bir geridönüşü olmadığını da biliyor

bu kurumlar. Büyük kurumların uzun vadeli

bir perspektiften sanata angaje olmaları, sanatın

hayatını sürdürebilmesi açısından çok

yararlı oluyor. Özel koleksiyonların alımları

ekonominin küçüldüğü dönemlerde ciddi şekilde

düşebiliyor. Böyle zamanlarda kurumsal

alımlar özellikle önemli. Burada kurumların

koleksiyon yapıyor olmaları bence

kritik konu, çünkü sanatçı ve galerilerin yaşayabilmesi

için sadece müze binaları değil,

o binaları dolduracak koleksiyonların da ortaya

çıkması gerekiyor.

“BENİ HEYECANLANDIRACAK

HİKAYENİN PEŞİNDEYİM”

Son dönemde siz de sanatın

bir dalında faaliyet göstermeye

başladınız, bir kitap yazdınız.

Edebiyatla olan ilişkiniz ve yazarlık

pratiğinizle ilgili durumunuzu

bizimle paylaşmanızı rica etsek…

Okuya okuya sonunda iş buraya vardı, bir

noktada “şöyle bir roman olsa ne güzel

olur” dedim ve sonrası kendi kendine geldi.

Yazmak benim mutlu olma kaynaklarımdan

birisi, çok eğlenceli bir iş, her anı bir keyif.

Yazma sürecinde tek zorluk, zaman. Zaman

bulmak, yaratmak zorundasınız. O zamanı

yaratıp hikayeyle, kahramanlarınızla baş

başa kaldığınız anda eğlence de başlıyor.

Bugün ikinci romanımı düşünüyorum,

üzerinde çalışıyorum. Kafamda üçüncü, dördüncü

ve ondan sonrakiler var. Kahramanlar,

karakterler, hikayeler, ilhamlar kafamda dönüp

duruyorlar. Hep beni heyecanlandıracak

hikayeyi bulmak peşindeyim, bulunca da

onu en sade, en süssüz, dolaysız şekilde anlatma

kısmı başlıyor. Yazmak çok terbiye etti

beni, yazarken bayıldığım cümlelerimi atmak,

süsleri, bindirmeleri, kelime oyunlarını

temizlemek hiç kolay değilmiş, nefis terbiyesi

böyle bir şeymiş. Kendiniz de ortaya

bir şeyler dökme cüretini gösterdiğinizde sanat

eserine ve yaratma sürecine bakışınız da

değişiyor elbette. Özetlemek gerekirse şimdi

çok daha müsamahalı bir sanat izleyicisiyim.

Leman Sevda Darıcıoğlu ve Didem

Erk ne zaman nasıl ilginizi çekti?

Hangi işini/işlerini nasıl fikirlerle

koleksiyonunuza kattınız?

Didem Erk’in işini Bienal’de görmüştük ve

o zaman almaya karar verdik. Philia’yı ise

Mamut’ta gördük. Sanatçılarla tanışmamız

da bu işler vasıtasıyla oldu ve sonra ikisini

de yakından izlemeye çalıştık. Bu iki iş de

video formatında saklanmış performanslar.

Didem’in işi bizim hep peşinde olduğumuz

hafıza meselesinin yanı sıra sınır kavramını

işliyor. Kavramlardan ziyade eserlerin verdiği

duygular, özellikle ilk seyirde aldığınız

hissin çok değerli olduğunu düşünüyoruz.

Didem’in işinde çok güçlü bir sıkışmışlık,

arada kalma, boğulma, kusma hissi var; alttaki

fikri ortaya çıkarıp bu denli vurucu yapan

da bu karmaşık his.

Leman’ın işinde de bir mücadele ve sertlik

duygusu var. Acımasız, müsamahasız bir

çevrede varlıklarını neredeyse kendi canlarını

yakma pahasına inatla savunan genç insanların

hikayesi. Hiç bir dramatizasyon,

abartma, etkileme çabası olmadan doğrudan

verilmiş. Bu iki genç kadının güncel sanatta

çok önemli işler yapacağına inanıyoruz.

Onlarla tanışmış olmak bizim için ayrıcalık.

Ari Meşulam, Furkan Akhan ile evinde. İsimsiz, tuval üzerine yağlıboya, 2019. Fotoğraf: Emre Durmaz

Eğitim, Deneyim ve Adanmışlık:

Ari Meşulam

Sizi koleksiyon yapmaya, sanatla

ilgilenmeye teşvik eden neydi?

Koleksiyonerliğe çok tesadüfi bir şekilde

başladım. Bir Amerikalı arkadaşım beni 1999

senesinde ArtBasel’e davet etti ve bu vesileyle

böyle bir dünya olduğunu öğrendim.

Tabii ki üniversitede birkaç sanat dersi almıştım,

fakat sanatın koleksiyon ve ticari

boyutunu orada ilk defa gördüm. Çok heyecan

verici bir ortamdı. Bu yeni dünyayı keşfetmek

istedim ve bir gün parçası olma hayalini

kurdum.

Türkiye ve Avrupa’daki

koleksiyonerliğin farkları neler sizce?

Öncellikle, çağdaş sanat için bu konuda fikir

yürütebilirim. Genel anlamda benim izlenimim,

Avrupa’da hem piyasa daha büyük hem

de koleksiyonerlerin yaşları çok daha büyük

olabiliyor. Mesela Türkiye’de çağdaş sanat

koleksiyonu yapan 70 yaş üstü çok az kişi olduğunu

düşünüyorum. Fakat yurtdışında bu

yaşlarda koleksiyoner sayısı çok fazla. Çok

daha erken zamanlarda, belki 1970’ler ya da

1980’lerden bu yana koleksiyona ilgileri olmuş

ve piyasa daha geniş olduğu için kendilerine

çok güzel koleksiyonlar yaratmışlar.

Benim her ArtBasel ziyaretimde çok dikkatimi

çekmiştir; adamlar bastonları ile yorulmadan

fuarı geziyor. Bu özveriyi çok takdir

ediyorum.

GENÇLER SANATA ENERJİ KATIYOR

Furkan Akhan, eğitimine devam

eden çok genç bir sanatçı. Jüri üyesi

olduğunuz Mamut Art Project’in de

ana amacı genç sanatçılara görünürlük

sağlamak; onları galerilerle,

koleksiyonerlerle buluşturmak. Kendi

koleksiyonunuz için de genç, bağımsız

sanatçılar bulmaya çalışıyor musunuz?

Evet, kesinlikle. Koleksiyonumun yarısı

genç sanatçılardan oluşuyor diyebilirim.

Olgun ve genç sanatçıları beraber sergilemeyi

çok seviyorum. Beklenmedik diyaloglar ve

bir enerji çıkıyor ortaya. Türkiye’de özellikle

genç sanatçıların işlerini almayı tercih ediyorum.

Türkiye’de genç sanatçıların sanat

ortamına katılmasını sağlayacak

etkinlikler son zamanlarda artıyor.

Contemporary İstanbul’un da bu

yıl misafir programlara ve sanat

projelerine yer vermesi bu açıdan

çok önemli. Bu tür projelerle

ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu tip projeler kesinlikle çok önemli.

Türkiye’de genç sanatçıları tanıtan platformlar

çok az. Gördüğüm kadarıyla devlet

desteği de çok kısıtlı ve tüm projeler özel

veya kişisel inisiyatiflerle yapılıyor. Böyle

projelerle genç sanatçılar, daha fazla özgüven

sahibi olup daha da güzel eserler üreteceklerdir.

“TÜRKİYE’DE MUHTEŞEM

MÜZELER VAR”

Türk güncel sanatı, sanatçıları ve

onların evrensel sanat arenasındaki

konumları hakkında ne söylersiniz?

Sanat arenasından çok sayıda oyuncu geldi

geçti… Nitekim Türkiye’de çok güzel oluşumlar

oldu ve olmaya devam ediyor. Koç ve

Odun Fabrikası gibi muhteşem müzeler açılıyor.

SAHA gibi bir dernek senelerdir Türk

sanatçıların sesini yurtdışında duyuruyor;

Protocinema gibi bağımsız sanat projeleri

hem Türk sanatçıları yurtdışına tanıtıyor,

hem de uluslararası sanatçıları buraya getiriyor.

Kısacası zamanla her şey daha güzel

olacak demek doğru olabilir.

Koleksiyonunuzu ana hatlarıyla

nasıl değerlendirirsiniz?

Eklektik, somut bir çizgisi olmayan, fakat

beni anlatan bir koleksiyon olarak tanımlamak

mümkün.

Bu işe yeni başlayan, ilk alımlarını

yapan birine ne tavsiye ederdiniz?

Öncelikle kendini eğitmesini öneririm. Fuar,

sergi ve müze gezmelerini; önemli sanatçılar

hakkındaki kitapları okumalarını öneririm.

Son olarak da kalplerini dinleyerek alım

yapmalarını öneririm.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!