06.10.2020 Views

ArtDog Istanbul - Special Digital Issue

“Nefes Alamıyoruz” başlıklı sayı pandeminin kültür sanat dünyasına etkilerini araştırıyor. Salgının dönüştüreceği bir dünyaya adım atarken Minneapolis’te beyaz bir polis diziyle boynuna basarak Afro Amerikalı George Floyd’u öldürünce dünya bambaşka bir hal aldı. İklim krizi, eşitsizlik, ırkçılık, salgın derken yepyeni ve bilinmez bir dünyanın eşiğindeyiz. Özel dijital sayı tarihe geçen bu anlara ve kültür sanata yansımalarına bakıyor..

“Nefes Alamıyoruz” başlıklı sayı pandeminin kültür sanat dünyasına etkilerini araştırıyor. Salgının dönüştüreceği bir dünyaya adım atarken Minneapolis’te beyaz bir polis diziyle boynuna basarak Afro Amerikalı George Floyd’u öldürünce dünya bambaşka bir hal aldı. İklim krizi, eşitsizlik, ırkçılık, salgın derken yepyeni ve bilinmez bir dünyanın eşiğindeyiz. Özel dijital sayı tarihe geçen bu anlara ve kültür sanata yansımalarına bakıyor..

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Özel Dijital Sayı

Haziran, 2020

@artdogistanbul

“CONTEMPORARY DEDUCTIONS”

NEFES

ALAMIYORUZ

Freyja Sewell

www.artdogistanbul.com


2 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

www.artdogistanbul.com

/artdogistanbul

ArtDog

a term that describes

those that are totally

consumed and obsessed

with art, “art aficionado”

editörden

Nefes Alamıyoruz

Mart/Nisan sayımız basıldıktan kısa bir süre sonra

giderek daralan bir çemberin içinde bulduk kendimizi.

Tüm dünyayı saran bir salgın, gerisi malum...

Tüm insanlık bir virüsle baş etmek için evlere kapandı. Bir

ara kontrol altına alınamayacak kadar fazlalaşan ölü sayısı,

kapanan sınırlar derken hayat durdu.

Bu arada doğa kendine geldi, berraklaşan sular, rahatça

gezinen hayvanlar, yeşillenen ağaçlar...

Salgının en çok etkilediği alanlardan biri kültür sanat

oldu. Dünya genelinde kapanmaya yüz tutan tiyatrolar, sanat

galerileri, ertelenen, iptal edilen sanat ve kitap fuarları...

Zaman ve mekan algısı değişti bir anda. Aslında bu salgınla

beraber yepyeni bir dünyaya adım attık. Bundan bir

önceki sayımızda “kadın”ı odağımıza alıp Güney Afrikalı

sanatçı Zanele Muholi’nin eşitsizliği betimleyen işlerini

kapağa taşımış, Ocak Şubat sayımızdaysa iklim krizini

odağımıza alıp “Kıyamet” başlığıyla aynı temalı bir sayı

yapmıştık.

Eşitsizliği, ayrımcılığı ve insan denen türün doğaya ve

canlılara verdiği zararı radarımıza alıp oluşturduğumuz bu

sayılar aslında nasıl doğru yerlere baktığımızı bir kere daha

kanıtladı bize.

Koronanın tam içinden hazırlamaya başladığımız bu sayı

dijital baskıya doğru giderken bu sefer Minneapolis’te yaşanan

bir vahşet geldi oturdu gündeme.

“Nefes Alamıyoruz” başlıklı bu sayı yine dünyanın

içinde bulunduğumuz içler acısı haline gönderme yapıyor.

25 Mayıs’ta Derek Chauvin adlı bir polis memuru sahte

banknot kullanarak sigara almaya çalıştığı ihbarı üzerine

Afro Amerikalı George Floyd’u yakaladıktan sonra yere yatırıp

tam sekiz dakika kırk altı saniye diziyle boynuna oturarak

öldürdü. Bu sırada defalarca “Nefes alamıyorum. Lütfen.

Nefes Alamıyorum,” diyen Floyd’un yakarışları yoldan geçen

farklı insanların cep telefonuna kaydedildi.

Floyd’un ölüm haberi açıklandığından beri ABD başta olmak

üzere İngiltere, Almanya, Fransa gibi bir çok ülkede

ırkçılık karşıtı protestolar yapılmaya başlandı ve henüz dünyayı

terk etmeye niyeti olmayan salgının önüne geçecek şekilde

gündeme oturdu.

Kısacası, içinde yaşadığımız bu gezegen artık baş edemediği

bir sürü hastalıkla boğuşuyor. Yüzyıllardır ölümlere

ve acılara sebep olan ırkçılığın ve dünyayı yok etme noktasına

getiren iklim krizinin tahtına bir süreliğine Covid 19

isimli yeni bir bela oturmuş durumda.

Tüm bunlara uzaktan ve sakince bakınca tablo net olarak

ortaya çıkıyor. İklim krizi, eşitsizlik, salgın, ırkçılık...

Hepsinin tek sorumlusu var: insan.

Aslında can çekişen bir düzenin, sistemin sancılarının

tam üstüne gelen bu salgın değişimin ve dönüşümün gerekli

değil kaçınılmaz olduğunu hızlıca çarptı yüzümüze.

Ardından hepimiz gün ışığında tüm vahşetiyle işlenen bir

cinayete tanık olduk. Bir tokat daha geldi yüzümüze.

Yaşanılmaz hale gelen bir dünyanın içindeyiz. Son üç

ayda yepyeni ve bilinmez bir eşiğe geldik. Hiç birimiz “nefes

alamıyoruz.” Nasıl bir dünyada yaşayacağız bilmiyoruz.

Tek bildiğimiz yine kültür ve sanat sayesinde nefes alabileceğimiz.

Yeni bir dünyaya girdiğimiz bu günlerde hazırladığımız

bu özel dijital sayı içinde yaşadığımız bu zamanı kayıt altına

almak için hazırlandı.

İyi Okumalar,

İMTİYAZ SAHİBİ

KAHIN Organizasyon

Reklam Dan. Ltd. Şti. adına

Boğaçhan Buğra Kaya

Tasarım

Oğuz Koçak

Görsel Yönetmen

Samet Zeydan

İllüstrasyon

Meryem Tat

Hukuk Danışmanı

Tuğba Balkaya

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Şebnem Kırmacı

EDİTÖRLER

Ceren Çıplak Drillat, Özge Tabak, Bahar Turkay (Tasarım)

KATKIDA BULUNANLAR

Ayça Güzel, Aylin Çaylak Yegül, Aylin Seçkin, Barış Kaya, Berry Viser, Brooke

Wilson, Cem Yegül, Cihan Erdem, Deniz Tufan, Dick van Zuijlen, Didem

Çaylak van Zuijlen, Emre Eminoğlu, Joe Kennedy, Murat Can Karataşoğlu,

Murat Cem Baytok, Murat Öztürk, Nazlı Berivan Ak, Onur Kaya, Saruhan

Doğan, Sarp Dakni, Tahir Özyurtseven, Tolga Yüksel, Uğur Yüksel, Ümit Ferah,

Yvan Barbarian, Zafer Aracagök, Zeynep Aksoy

Şebnem Kırmacı

sebnem@artdogistanbul.com

Reklam ve Pazarlama

ads@artdogistanbul.com

Yönetim Adresi

Şahkulu Mahallesi, Serdar-ı Ekrem Sokak

no:27/4, Galata | Beyoğlu | İstanbul

T : +90 212 244 09 87

F : +90 212 243 46 20

Yayın Türü: İki aylık, süreli.

ArtDog İstanbul’da yer alan yazı ve fotoğrafların tüm hakları eser

sahiplerine veya ArtDog İstanbul’a aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz.

Telif hakkı bulunan materyalin kaynağını göstermek için azami gayret

gösterilmiştir. Herhangi bir eksiklik tamamen kasıtsızdır.

www.artdogistanbul.com



4 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 5

TARİH / İNCELEME

Onlar da Bizden Çok Farklı Değildi

Sekiz Dakika Kırkaltı Saniye...

HABER / GÜNDEM

1918 İspanyol Gribi salgınını yaşamış

insanlar mektuplarında, günlüklerinde

neler yazmışlardı? Bugün yaşadığımız

Korona virüsü salgını sürecinde onların

anılarıyla, hissettikleriyle bağ kurabilmemiz

mümkün mü?

Minneapolis’te bir polisin diziyle boğarak

öldürdüğü George Floyd, ABD başta olmak

üzere pek çok ülkede ırkçılık ve polis şiddeti

karşıtı gösteriler için bir sembol oldu. The

Walker Art Center ve Minneapolis Institute

of Art, polis teşkilatıyla bağını koparacağını

açıklayarak ilk adımı attı. Ardından

Museum of Contemporary Art Chicago

polisle bağlarını kestiğini açıkladı.

Tepkiler büyüyor.

Dünyada 200’den fazla ülkeyi etkisi

altına almış olan Korona virüsü

salgını, insanlığın yaşadığı ilk salgın

hastalık deneyimi değil. 14. Yüzyıldaki

‘Kara Veba’ salgınından sonraki yüzyıllarda

ortaya çıkan suçiçeği, tifüs, kolera

ve influenza salgınlarına kadar pek çok

hastalık hem bireylerin hayatlarını hem

de tarihin akışını önemli ölçüde etkiledi.

Smithsonian Magazine’de yayınlanan

Meilan Solly imzalı haber de bunlardan

birine, 1918 yılında başlayan ve yaklaşık

15 aylık bir sürede tahminen 50-100

milyon aralığında insanın ölümüne yol

açan İspanyol gribi salgınını konu alıyor.

“1918-1920 yılları arasında bu salgını yaşamış

olanların yazdıklarından, bir yüzyıl

sonranın okurları olarak bugün neler öğrenebiliriz?”

sorusuna yanıt arıyor.

Öncelikle geçmişte, salgın dönemlerinde

yazılmış olan yazılar kıymetli birer

tarihsel kaynak. Örneğin Vermontlu

iş adamı Dorman B.E. Kent, günlüğüne

1918 sonbaharında yakalandığı gribin tüm

semptomlarını, doktorun önerilerini ve

bu önerileri uyguladıktan sonra yaşadıklarını

detaylarıyla yazmış.

Geçmişte salgın dönemlerinde yaşayan

insanların günlüklerine, mektuplarına

yazdıklarına baktığınızda, oradaki

hislerin günümüz okuru için de anlaşılır

olduğunu görüyoruz. Haber, “Bu anlamda

bu yazılar, şu anda benzer bir salgınla

baş etmeye çalışan insanlar için belki

de bir başlangıç noktası olabilir” sonucuna

ulaşıyor. Bu yazılarda da hava durumundan,

aile ya da arkadaşlarla yapılan

Seattle’da maske takmayan bir yolcuyu kondüktör tramvaya almıyor.

Kasım, 1918. Fotoğraf: PhotoQuest / Getty Images

1918’de maske kullanan Seattle polis memurları (Wikimedia Commons aracılığıyla kamu erişimine açık kaynak)

bir dedikodudan, alışverişlerden yani aslında

gündelik, sıradan şeylerden bahsediliyor.

Haber, “Onlar da bizden çok farklı

değildi”yi hatırlatıyor okurlara. Ve tarih

kurumlarının, yerel kuruluşların arşivlerinden

1918 salgın döneminde yaşamış kişilerin

yazdıklarına yer veriyor…

Görüyoruz ki Massachusetts,

Salem’den Edith Coffin (Colby) Mahoney,

22 Eylül 1918’de günlüğüne yazdığında,

bu kez odağında neler yaptığı, ev idaresi

ve alışverişleri değil; farklı bir konu

yer almış: “Eugene F. cuma günü İspanyol

gribi yüzünden hastaneye gitti. Salem’de

1500 vaka. Bradstreet Parker dün o yüzden

öldü. 21 yaşında.”

Seattle’da yaşamış olan 15 yaşındaki

Violet Harris ise bir çocuk saflığıyla şöyle

yazmış: “Bu akşam gazetelerde İspanyol

gribinin yayılmasını önlemek amacıyla

ikinci bir habere kadar tüm kiliselerin,

gösterilerin ve okulların kapalı olacağı

duyuruldu. İyi bir fikir mi? Bence evet!

Tahminimce tüm diğer okul öğrencileri

için de… Tek olumsuz durum okul kurulunun

eksik günleri dönem sonunda ekleyeceklerini

açıklaması…”

Boston’daki askeri kamp Fort

Devens’tan doktor N.Roy Grist, tüm bu

çılgınlığın ortasında bir doktor olarak yaşamayı

da anlatmış. Arkadaşı Burt’e yazdığı

mektupta görevli olduğu koğuşta

hastalığa yakalanan askerlerin durumlarını

anlatırken duygularını da paylaşmış.

Nefessiz kalıp boğularak ölümlerini izlemenin

nasıl korkunç olduğunu; kişinin

günde 1-2 belki 20 kişinin ölümünü görmeyi

kaldırabileceğini fakat günde yaklaşık

100 hastayı kaybettiklerini yazmış.

Kendisi gibi doktor olan Burt’e mektubunun

devamında insanın bir arkadaşının

olmasının, konuşacak birinin varlığının

ne kadar önemli olduğunu hatırlatmış.

Orduda görev yapan Donald McKinley

Wallace ise dönemin koşullarını betimlemiş.

Tüm gün ateşi olduğunu ve hasta

koğuşunda yattığını yazdığı yazıda

“Doktor et suyundan çorba getirdi, geçtiğimiz

cumadan beri yediğim ilk şey bu

oldu. Koğuşumuz tavana gerdikleri bir telin

üzerine asılmış battaniyelerle kışlanın

kalanından ayrılmış durumda” diye belirtmiş.

Buradakiler ve diğer örneklerle birlikte

Smithsonian Magazine’deki haberde

yazmanın, duyguları ifade etmenin

öneminin altı çiziliyor. Tarihçi ve eğitmen

Kevin M. Levin tarihin genelde insanlara

‘başka insanların başına gelen

şeyler’ olarak göründüğünü ifade ederken

Korona virüs salgını süreci hakkında

“Şu anda yaşadığımız dönem kendi tarihi

kayıtlarımızı yaratmak için özel bir fırsat

sunuyor” diyor.

ABD’deki Ulusal 1. Dünya Savaşı

Müzesi ve Anıtı’ndan Lora Vogt da öncelikle

“Sadece yazın” önerisinde bulunuyor.

“Bu süreçte nelerle ilgilendiğinizi

anlatacak özgürlüğü kendinize tanıyın”

diyen Vogt ekliyor: “Bu ister duygularınız

hakkında olsun, ister medya, ister

Netflix’te izlediğiniz bir program hakkında…”

Vogt yazıların uzun ömürlü olabilmesi

için yazmayı seçtiğiniz mecranın

önemini de hatırlatıyor. Dikkat çektiği bir

diğer husus ise üzerinizde “Tarihi bir an

yaşıyorum ve bunu belgelemeliyim” gibi

bir baskı hissetmeden; o an içinizden, aklınızdan

geçenleri yazmanız…

Çeviri: Özge TABAK

Fransa’da bir ABD ordu koğuşunda hastalar (© Corbis via Getty Images)

Ekim 2018’de Missouri, Saint Louis’de Kızıl Haç üyeleri sedyeyle hastaları ambülansa taşırken, hastalığın yayılmasını engellemek

için maske kullanıyorlar.Saint Louis, Missouri, October 1918. Fotoğraf: PhotoQuest / Getty Images

Bu şimdiden tarihe geçen dönemi yaşadıklarınızı

ve yaşananları kendi bildiğiniz

gibi kaleme almak isterseniz bu yazı

size bir ilham verebilir. Sonuçta tarih denilen

olgu tutulan kayıtlarda gizli değil

mi?

25 Mayıs tarihinde Amerika Birleşik

Devletleri’nin Minnesota eyaletinde,

Minneapolis şehrinde tüm dünyayı etkileyen

bir ölüm gerçekleşti. Sahte banknot

ihbarı çağrısı için gelen polis memuru

Derek Chauvin, 46 yaşındaki Afrikan

Amerikan George Floyd’un boynuna yaklaşık

8 dakika 40 saniye boyunca diziyle

bastırarak hayatını kaybetmesine sebep

oldu. ABD’de uzun zamandır gündeme

gelen ‘polis şiddeti’ konusu, bu vesileyle

bir kez daha gündeme geldi ve bu kez, korona

virüs salgınına rağmen insanlar ırkçılığa

ve polis şiddetine dur demek üzere

sokaklara çıktı.

Son sözleri “Nefes alamıyorum”

olan Floyd’un bu sözleri, ülkenin her

köşesinde gösterilere katılan binlerce

Amerikalının pankartlarında yer aldı. Pek

çok şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi,

ulusal muhafızlar göreve çağrıldı yine

de göstericiler eşitlik ve adalet taleplerini

dile getirmek için yürümeye devam etti.

Otopsi raporuna göre boğulma sonucu

hayatını kaybettiği ortaya çıkan Floyd için

düzenlenen cenaze törenlerine de binlerce

kişi katıldı.

Üstelik protestoların ABD’nin dışına

yayılması da uzun sürmedi:

Almanya, İngiltere, Fransa, İsrail, İtalya,

Yunanistan ve hatta Yeni Zelanda’nın

aralarında olduğu farklı ülkelerde de halk

ırkçılığa sesini yükseltti, gösteriler düzenlendi.

Madonna koltuk değnekleriyle katıldı

George Floyd’un ölümünün ardından sanat

dünyasından da tepkiler gecikmedi.

Özellikle ABD’de protestolara müzisyenlerden

balerinlere, şarkıcılardan oyunculara

çok sayıda tanınmış isim katıldı. Ünlü

isimler hem sosyal medya paylaşımlarıyla,

hem de yaptıkları bağışlar ve açıklamalarla

ses getirdi.

İngiltere’deki gösterilerde “Star

Wars”un baş karakterlerinden Finn’i canlandıran

John Boyega da eline megafonu

alarak yaptığı konuşmayla adından söz

ettirdi. Zaman zaman gözyaşlarını tutamayan

ve “Bundan sonra bir kariyerim

olup olmayacağını bilmiyorum” diye konuşan

oyuncuya Hollywood’un ünlü yönetmen

ve oyuncularından destek mesajları

yağdı. Son olarak dünyaca ünlü yıldız

Madonna da Londra’da protestolarda görüntülendi.

Yakın zamanda ayak bileğini

burkan şarkıcı, koltuk değnekleriyle katıldığı

gösteride “Adalet yoksa huzur da

yok” sloganlarına eşlik etti.

Floyd’un muralları duvarlarda

Sanatçılar da Floyd’un ölümüne ve ayrımcılığa

kendilerine özgü şekilde tavır

koydu. Berlin’den Los Angeles’a,

Barselona’dan Suriye’deki Binnish’e kadar

farklı şehirlerde George Floyd’u anmak

üzere duvar resimleri yapıldı.

Minneapolis’te Floyd’un tutuklandığı ve

hayatını kaybettiği nokta olan, 38.Cadde

ile Chicago Bulvarı köşesinde bulunan Cup

Foods dükkanının duvarına yapılan dev

mural ise sembolik olarak farklı bir anlam

ifade ediyordu. Hyperallergic’in haberine

göre mural, sanatçılar Cadex Herrera,

Greta McLain, Xena Goldman, Niko

Alexander ve Pablo Hernandez’in elinden

çıktı. Herrera “Fikrimiz George Floyd’u

bir şehit olarak değil, sosyal adalet kahramanı

olarak betimlemekti” diye konuşurken,

Artnews ise sanatçının “Floyd’un

isminin hatırlanacağından emin olmak

istedik” cümlesine yer verdi.

George Floyd’un büyük bir ayçiçeği figürünün

önünde resmedildiği muralda

büyük puntolarla yazılı George Floyd’un

harflerinde yumruklarını havaya kaldırmış

insan figürleri görülüyor. Floyd’un

arkasında bulunan ayçiçeğinin ortasındaysa

polis şiddeti nedeniyle hayatını

kaybeden diğer Afrikan-Amerikan vatandaşların

isimleri yazıyor. Tamamlandığı

andan itibaren Minneapolis halkı için bir

anma mekanı haline gelen alana, vatandaşlar

çiçekler bırakmaya ve burada toplanarak

“Black Lives Matter” pankartlarıyla

ayrımcılığa dikkat çekmeye devam

ediyor.

Yönetmenler de kayıtsız kalmadı

Oscar Ödüllü yönetmen Spike Lee, George

Floyd’un ardından, tepkisini “3 Brothers:

Radio Raheem, Eric Garner and George

Floyd” adını verdiği kısa filmle gösterdi.

Kısa filmde, Lee’nin yazıp yönettiği 1989

yapımı “Do the Right Thing” (Doğruyu

Seç) filminden bir sahne ile ABD’de

2014’te New York’ta polis şiddeti sebebiyle

hayatını kaybeden Eric Garner ile

25 Mayıs’ta nefessiz bırakılarak hayatını

kaybeden Floyd’un görüntüleri yer aldı.

Yönetmen, kısa filmiyle polisin

Floyd’a, Garner’a ve filmindeki Radio

Raheem’e tavrına vurgu yaparken kısa filmin

“Tarih kendini tekrar etmeyi bırakacak

mı?” cümlesiyle açılması dikkat çekti.

Spike Lee’nin “Do the Right Thing” filminde

de Radio Raheem karakteri yaşanan

arbedede polis şiddeti sonucunda hayatını

kaybediyordu.

Bir diğer Oscarlı yönetmen Steve

McQueen de Floyd’un ölümünün ardından

sesini yükseltenler arasındaydı. 73.

Cannes Film Festivali resmi seçkisine

“Lovers Rock” ve “Mangrove” filmleriyle

giren McQueen, bu yıl seçilen eserlerini

Floyd’a ithaf etti. “12 Years a Slave” filmi

ile daha önce En İyi Film Oscar’ı alan

İngiliz yönetmen “Bu filmleri George

Floyd ve kendileri oldukları için ABD,

İngiltere ya da başka bir yerde öldürülen,

görünmüş veya görünmemiş diğer tüm

siyahlara adıyorum” diye konuştu.

Müzeler de tepkisiz kalmadı,

sayıları artabilir

Polis şiddetine karşı protestolar devam

ederken, ABD’deki sanatseverler kültür-sanat

kuruluşlarını polis teşkilatı ile

ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye davet

etti. ArtNews’ın haberine göre, müzelere

yerel polis merkezleriyle olan bağlarından

vazgeçme, onun yerine Afrikan

Amerikan komünitesiyle ilişki kurma

çağrısı yapıldı. Minneapolis’te iki sanat

kuruluşu, The Walker Art Center ve

Washington’da George Floyd protestolarından bir kare.

Fotoğraf Jacquelyn Martin Telif Hakkı - 2020 The Associated Press.

Minneapolis Institute of Art, polis teşkilatıyla

bağını koparacağını açıklayarak ilk

adımı attı. Ardından ise Chicago Çağdaş

Sanat Müzesi (Museum of Contemporary

Art Chicago) Chicago polisi ile bağlarını

kestiğini açıkladı. Önümüzdeki günlerde

bu talebe olumlu yanıt veren müze ve

sanat merkezlerinin sayısının artabileceği

konuşuluyor.

Tiyatrolar kapılarını açarak

protestoculara destek verdi

Küresel korona virüs salgını nedeniyle aylardır

kapalı olan New York Tiyatroları,

polis şiddeti sonucunda yaşamını yitiren

George Floyd’un ardından başlayan

ve ülke geneline yayılan ırkçılık karşıtı

protestolara katılanları desteklemek

için kapılarını açmaya başladı. The Public

Theater, Atlantic Theater Company, New

York Theater Workshop göstericileri

mekanlarına davet ettiklerini duyurdu.

Tiyatro salonları, on günden fazladır eylemlerini

devam ettiren protestoculara su,

el dezenfektanı ya da atıştırmalıklar sunmanın

yanı sıra telefonlarını şarj etmelerine,

tuvaletini ve banyosunu kullanmalarına

izin verecek; dinlenebilecekleri

ortamı sağlayacak.

Sosyal medyada açılan “Open Your

Lobby” hesabının tiyatro salonlarını ırkçılıkla

mücadele eden göstericileri desteklemek

için mekanlarını açmaya davet

etmesiyle ise hareket büyük destek

buldu. New York’un ardından başkent

Washington D.C ve Chicago’nun da aralarında

olduğu birçok şehirdeki tiyatro salonları

da #OpenYourLobby hashtag’iyle

paylaşım yaparak, lobilerini göstericilere

açtıklarını duyurdu.

Sosyal medyada da siyah

ekranla protesto edildi

George Floyd’un polis şiddeti sonucu ölümünün

ardından ırkçılığı protesto etmek

için sosyal medya hesaplarını ‘karartan’,

siyah ekran paylaşan milyonlarca

kişi arasında tasarımcılar ve mimarlar

da yer aldı. Aralarında David Adjaye,

Jessica Walsh, Tom Dixon, Camille

Walala, Yinka Ilori, Morag Myerscough,

Formafantasma, Studio Drift, Charles

Holland ve Bec Brittain’ın sayılabileceği

çok sayıda tasarımcı ve mimar siyah ekran

görseli paylaştı ve #Blackouttuesday

hashtag’ine destek verdi. Bir kısım ise

paylaşımlarına Floyd için ve ırkçılık karşıtı

protestocuları desteklemek için oluşturulan

çeşitli fonların linklerini ekledi.

Özge TABAK

Köle tüccarının heykeli devrildi

Sanat dünyasını merkeze alan ve özellikle

paylaştığı internet ‘meme’leriyle dikkat

çekerek yaklaşık yüz bin takipçiye ulaşan

Instagram hesabı Jerry Gogosian da konuya

farklı bir yorum getirdi. Adını ünlü

sanat eleştirmeni Jerry Saltz ile sanat galerileri

zinciri Gagosian’ın sahibi Larry

Gagosian’dan hareketle “Jerry Gogosian”

olarak belirleyen hesaptan yapılan açıklamada,

‘Instagram Live üzerinden Koenig

Galerie’den Johann Koenig ile yapacakları

söyleşinin gerçekleşmeyeceği, Black

Lives Matter hareketinin hızına gölge düşürmemek

adına zamanlamanın uygun

olmadığını’ duyuruldu. Hesap, Afrikan

Amerikan çok sayıda kadın ve erkeğin ırkçılık

sebebiyle hayatlarını kaybettiğini

dolayısıyla problemi görmenin yeterli

olmadığını; üzerimize düşeni yapmak

gerektiğini belirten açıklama ile takipçilerini

insan hakları hareketi Black Lives

Matter’a bağış yapmaya davet etti.

Son olarak ise İngiltere’nin Bristol

kentinde 1600’lü yılların köle tüccarı

Edward Colston’ın heykeli yıkıldı.

Protestocular yere indirdikleri heykelin

boynuna dizleriyle bastırarak George

Floyd’un ölümünü hatırlatırken, bir kez

daha iflah olmayan ırkçılığa dikkat çektiler.

Sanatçı Jammie Holmes, George Floyd’un son sözlerini

ABD’nin farklı şehirlerinde banner olarak göklerde uçurdu.

Kara Walker, Slaughter of the Innocents, 2017



6 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 7

DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT

Galeriler Yeni Deneyimlerin Peşinde

“Alıcılar, Bu Süreçte Online Platforma Daha Çok İlgi Gösteriyor”

Hazer Özil

DİRİMART

Covid-19 salgının yayılmasıyla beraber,

ekipçe çalışmalarımızı evden yürütmeye

başladık. Galeriyi kapattığımızda devam

etmekte olan Fahrelnissa Zeid’in “Üç

Kişilik Oyun” adlı sergisini sanal tur hâline

getirdik ve sergi için dijital katalog

oluşturup web sitemizden paylaştık.

Bunun yanı sıra online yayınlanan

bir söyleşi serisi başlattık. Geçmişe yönelik

materyallerimizi de dijitalleştirerek

paylaşıma açma üzerinde çalışıyoruz.

İzleyiciye ulaşmak adına dijital kaynakları

daha etkili kullanmak için çalışmalar yaptığımız

bir süreç oldu. Aynı şekilde birçok

kurum ve sanat galerisi de dijitalleşmeden

daha çok faydalanarak faaliyetlerini sürdürmeye

devam ediyor. Her ne kadar fiziksel

sanat deneyiminin değerini hiçbir

zaman yitirmeyeceğini düşünsem de önümüzdeki

süreçte dijitalleşmenin sanatı

deneyimleme sürecindeki rolünün gittikçe

artacağı kanısındayım.

Benzer Hisler İçindeyiz

Bu sezon gerçekleştirmeyi planladığımız

Nisan’da açılacak sergiyi salgının yayılma

riskine karşı alınan önlemler dolayısıyla

önümüzdeki sezona erteledik.

Normal çalışma düzenine geçiş takvimine

bağlı olarak sezonun diğer sergisini de

gelecek sezona kaydırmamız söz konusu

olabilir. İptal ettiğimiz bir projemiz yok.

Sanatçılarımızla sürekli iletişim halindeyiz.

Salgın tüm dünyayı etkilediği için hepimiz

benzer günleri yaşıyoruz, benzer

hisler içindeyiz. Bu süreçte iletişim halinde

olmak ve bir yandan da gelecek projeleri

konuşmaya devam etmek çok kıymetli.

Süreç Uzadıkça Piyasa Kitlenir

Online satış platformu Artsy üzerinden

satışa sunduğumuz işler var. Bunun

yanı sıra pandemi nedeniyle iptal edilen

Hong Kong fuarı nedeniyle Art Basel’in

fuar katılımcılarına açarak başlattığı

Online Viewing Room’da fuarda sergilemeyi

planladığımız işleri sunduk. Benzer

şekilde Mayıs’ta gercekleşmesi planlanan

ve iptal edilen Frieze New York için

de Frieze’in başlatacağı Viewing Room’da

yer alacağız. Alıcılar, bu sıralar, bu tür online

platformlara daha çok ilgi gösteriyor.

Bu online platformların yanı sıra devam

eden satışlarımız da var. Ancak tabi

pandemi öncesine kıyaslanacak miktarda

değil. Alıcıların tedbirli davrandığı bir

dönemdeyiz. Bu süreç uzadıkça piyasa kilitlenmeye

doğru gidecektir. Genel ekonomiden

bağımsız degiliz, kırılgan bir sektörün

içindeyiz. Karamsar olmak yerine

birkaç ay içinde alıştığımıza yakın bir sisteme

geçmiş olmayı umuyoruz. Dirimart

çalışmalarına tam kadro devam ediyor.

Hep birlikte galeriye dönmeyi dört gözle

bekliyoruz.

“Online Sergiler, Bağımsız Sanatçılar İçin Yeni Alan Yarattı”

Pırıl Güleşçi Arıkonmaz

PG ART GALLERY - KURUCU

Bu pandemi süreci, biz dahil pek çok

sektörü, hali hazırda var olan dijital

kaynakları daha etkin bir şekilde

kullanmaya yöneltti. Hem sosyal düzeni

hem de ekonomiyi alt üst eden bu sürecin

ne kadar devam edeceği belirsizliğini

korumakla birlikte, duruma adapte

olamayan ve ekonomik olarak desteklerle

ayakta kalan pek çok galeri ve sanatçı

varlığını sürdürmekte güçlük çekecek.

En kısa vadede hayat normale dönse

ve evlerimizden çıkabilsek dahi sosyal

mesafeyi koruma hali, hayatımızın bir

parçası olmaya bir süre devam edecek.

Geleneksel sergileme biçimleri yerini

korurken global olarak erişilebilir olan ve

düşük bütçe ile düzenlenen online sergiler

de devamlılığını koruyacak. Herhangi bir

galeri ile çalışmayan bağımsız sanatçılar

için de bir mekana bağlı kalmaksızın

işlerini gösterebilecekleri yeni bir alan

sağlanmış olacak.

Atölyelerden Canlı Yayın

Pg Art Gallery olarak bizim attığımız ilk

adım, sergilerin açılışlarını online olarak

planlanan tarihte gerçekleştirmek oldu.

Ayla Turan ve Ömer Faruk Yaman atölyelerinden

Instagram canlı yayın bağlantısı

ile sergilerini anlatırken izleyiciler de

evlerinden çektikleri videoları paylaşarak

açılışımıza katılım gösterdi ve destek oldular.

Fiziksel olarak bir araya gelemesek

de fikren ve kalben sosyal mecralar üzerinden

sanat sayesinde buluşmayı başarabildiğimizi

gördük. Bu durum, bize, sanata

ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu ve

sanatın ruhumuzu besleyen en temel gereksinimlerden

biri olduğunu hatırlattı.

VR Gözlüklerle Sergi Turu

Galerinin, ana mekanında gerçekleştireceğimiz

sergileri, şimdilik ertelemiş bulunuyoruz.

Ancak bağımsız ve genç sanatçıları

desteklediğimiz proje alanı Pg

Basement’ta sergilerimizi online olarak

gösterime açmaya devam edeceğiz. Hakan

Sorar’ın “Through the Skin” adlı ilk kişisel

proje sergisini 9 Mayıs Cumartesi

akşamı bu sergi beraberinde hayata geçirdiğimiz

Pg Online Gallery’de sanatseverlerle

buluşturacağız. Sanatçının, tamamen

dijital olarak tasarlanmış bir

mekana yerleştirilen fotoğraflarının yanı

sıra kütüphane kısmında, sergi hazırlık

sürecinde yararlandığı kaynak kitaplara

da erişilebilecek. İzleyiciler, sergiyi

dilerlerse VR gözlükleriyle de deneyimleyebilecekler.

Üzerinde çalıştığımız bir diğer

proje ise Maslak Atatürk Oto Sanayi’de

2018’de ziyarete açılan Pg Pop Up ile ilgili.

Galerinin temsil ettiği sanatçıların

yanı sıra bağımsız sanatçılara da yer verdiğimiz

bu mekanı, sanatçılara daha fazla

destek olabilmek adına şimdilerde daha

görünür kılacağız.

Sanatçıların Görünürlülüğü

Çarkın dönebilmesi için sanat sahnesinde

yer alan her aktörün, üzerine düşen görevi

yerine getirmeye devam etmesi gerekiyor.

Galeri olarak bizim yapabileceğimiz;

motivasyonumuzu kaybetmeden yeni

projelere odaklanmak, izleyicilere, yeni

sergi deneyimleri yaşatmanın yollarını

aramak, sanatçıların görünürlüğünü

arttırmak ve maddi, manevi destek olmak.

Sanatçılar üretmeye, paylaşmaya; koleksiyonerler

de takip etmeye ve alım yapmaya

devam etmeliler.

Sosyal Medya İçeriğini Çeşitlendirdik

Satış anlamında etkili kanallardan biri

olan sosyal medya hesaplarımızı zaten

oldukça aktif bir şekilde kullanıyorduk.

Bu süreçte içeriği çeşitlendirip yoğunluğu

arttırdık. Bu sayede, pek çok

yeni koleksiyonerle tanışma fırsatı bulduk.

Koleksiyonerler, uzun bir süredir,

alımlarını, gönderdiğimiz pdf dosyalar

üzerinden yapıyor. Aslında her birimiz

bu düzene alışık halde hareket ediyoruz

epeydir. Güvene dayanan, sanatçı-galeri-koleksiyoner

ilişkisinin en güzel örneği

bu durum. Koleksiyoner, yıllardır tanıdığı/çalıştığı

galeri ile yakından takip

ettiği sanatçıya olan güvenine dayanarak

işi fiziksel olarak görmeden alabiliyor.

Dolayısıyla Pg Art Gallery’nin, sanatçılar

ve koleksiyonerlerle olan ilişkilerinde satış

anlamında pek de yeni bir yapılanmaya

ihtiyaç duymadığını söylemeliyim. 27

senelik bir galeri oluşumuz galeri-koleksiyoner

ilişkisinin en önemli bölümü olan

“güven” unsurunun zeminlerinin çok önceden

atılmış olmasına bağlı. Galerinin

tüm ekibi de çalışmalarına evlerinden devam

ediyor, herhangi bir işten çıkarma

söz konusu tabii ki değil! Kaç ay daha

bu şekilde devam edebiliriz bilemiyorum

ama bu zor süreci sonuna kadar pes etmeden

atlatacağımıza eminim.

“Galeriler Mekansızlaşmayı Göze Almalı”

Kerimcan Güleryüz

THE EMPİRE PROJECT - KURUCU

Tüm dünyayı sarsan ve hayatı

durduran korona virüs salgını,

sanat dünyasını da sarstı.

Almanya, Fransa ve İngiltere sanat

dünyası için yüklü miktarlarda destek

paketi açıklarken ülkemizde maalesef

ciddi bir yardım söz konusu değil.

Sanat piyasasının profesyonelleri bir

yandan ayakta kalmaya çalışırken bir

yandan, daha da dijitalleşen dünyada,

yeni yollar bulmanın peşinde… Sanat

galerilerinin durumlarını soruşturduk,

sorular yönelttik.

* Covid-19 krizi galerinizi nasıl etkiledi?

* Dijitalleşen dünyada galerilerin yeri ne?

* Online satış yapıyor musunuz?

* Önümüzdeki günler için dijital iş

modelleri planlıyor musunuz?

* Salgın sonrası, sanat piyasasına dair

öngörüleriniz neler?

Sanat piyasasının profesyonelleri bir

yandan ayakta kalmaya çalışırken bir

yandan, daha da dijitalleşen dünyada,

yeni yollar bulmanın peşinde… Sanat

galerilerine salgınla beraber neler

yaşadıklarına dair sorular yönelttik.

Ceren ÇIPLAK DRİLLAT

* İptal olan veya iptal edilecek sergileriniz

var mı?

* Koleksiyoner ve sanatçılarla nasıl bir

iletişim içindesiniz?

* Bu süreçte, personelin işine son vermek

zorunda kaldınız mı?

* Mevcut ekonomik durumu kaç ay daha

sürdürebilirsiniz?

The Empire Project olarak, 15 Temmuz

2017’de, yirmi seneyi aşkın bir süredir,

aktif olarak, içinde yer aldığım klasik galeri

modelinden ayrılarak, mekansızlaşma

ve bir Göçebe/Nomadic Galeri modeline

geçmiştik. Bu karar, ekonomik bir

karardan ziyade yeni bir yaklaşım içinde

daha aktifleşebilmek ve genel anlamda

yaratıcı dünya ile daha işbirlikçi olabilmek

adına verdiğimiz bir karardı. Korona

Öncesi’nden (K.Ö.) çok önce başlayan, gelecek

sürecin kolay kolay normalleşmesini

ön görememe üzerine verilmiş bu karar,

bizi nispeten covid-19 krizine daha

hazırlıklı girmemize yardımcı oldu.

Aktif Bir Galeri

Son üç senedir, prodüksiyonunu yapmaya

karar verdiğimiz sergileri ve/veya

projelerin, sergilerin ihtiyacı olan mekanları

bularak, temin ederek, doğrudan

kendi projemiz olarak gerçekleştirmek

ya da farklı kurumlar ile işbirliği

yaparak ortak prodüksiyonlarla gerçekleştirdik.

Bu şekilde 2017-18 sergi sezonundan

beri, Space Debris, Artsümer,

Ekavart, Ambidexter, Saint Benoit,

Ankara Sheraton, Artweeks@Akaretler ve

Martchart gibi yerel, Mumbai, Hindistan

ve Paris, Fransa’da uluslararası sergiler

organize ederek aktif bir galeri olarak faaliyetlerimizi

sürdürdük. Oldukça hareketli

bir sergi sezonuna girdiğimiz bu zaman

diliminde, maalesef, 2020 nisan,

mayıs ve haziran aylarında Martch Art,

Mixer, ve Artsümer ile gerçekleştirmek

üzere planladığımız yepyeni sergilerimizi

şimdilik bekletmek zorundayız.

Dijital Odaklı Satış Bir Kakafoni

Online satış odaklı olmak bence başlı başına

ayrı bir model. Bu hem içerik hem de

satılan yapıtların, belli bir fiyat aralığında

olmasını gerektiren bir yaklaşım. Şu aralar

herkes bir ayrı sosyal medya bombardımanı

altında, ayrıca dijital platforma

dayalı bir satış ve pazarlama yaklaşımının

bir kakafoni ve uğultuda kaybolmak ya da

değersizleşmekten öteye gidemediği endişelerini

taşıyorum. Tabii ki bilgilendirme

ve motive edici paylaşımları çok değerli

buluyorum, ama dijital/cyber sanat

ortamının, mekan odaklı sergilere, enstelasyonlara

veya etkinliklere alternatif olabileceğine

inanmıyorum.

Sezon Eylülden Önce Başlamaz

Sonuçta, dünya, ilk kez, bu seviyede, bu

büyüklükte, böyle bir halle, belirsizlikle

karşı karşıya. Daha bunun büyük espastaki

etkilerini gerçekçi bir şekilde öngörmemiz

mümkün değil. Bu sene, tüm sanat

kurumları vb. yapıların sergi sezonunu

mart aylarında kapatmak zorunda kaldı.

En iyimser haliyle, tekrar harekete, eylül

ayından önce girme fikri oldukça gerçek

dışı. Dolayısıyla operatif bir para akışından

yedi ay mahrum kalan galeriler, zaten

son yedi senedir gitgide kemer sıkma

politikası uygularken geleceğe eskisi gibi

devam edememe gerçeği ile yüz yüze…

Kurumlararası Dayanışma Şart

Daha fazla galerinin bizim yaklaşımımız

ile devam etmesi ve mekansızlaşmayı

göze almak zorunda kalabileceğini

tahmin ediyorum. Özellikle, kurumlararası

dayanışmanın, sadece bir tercih değil

operatif bir zorunluluk haline gelmesi de

büyük bir olasılık.

Randevulu Model

Mekansal alışkanlıklarımızın, değişeceğini

öngörerek, devam edecek galerilerin,

belki randevulu bir modele geçmek zorunda

olacaklarını ve genel olarak halka

açık olma hallerinin belki daha aza indirilmesi

gerekeceği kanısındayım.

Bilet Satışına Bağlı

Ekonomik Denge Zor

Bu tabiiki özellikle, müze ve fuar türü yapıları

da çok etkileyecek, kalabalık ortamlara

ve bilet satışına bağlı ekonomik denge

oldukça zor durumda. Daha önce de

belirttiğim gibi, biz, mekansız galericiliği

üç senedir yapıyoruz, dolayısıyla, bizim

sistemimize, çok büyük bir yapısal şok olmadı,

operatif olarak devam ediyoruz ama

tabii ki daha zor koşullarda. Şu aşamada,

öngöremediğimiz real sorunlar, daha fazla

büyümediği taktirde, bu modelimizle,

biz, gelecek uzun bir süreçte faaliyetlerimize

devam etmeyi planlıyoruz.

Pause Düğmesine Basılmış Gibi

Sonuçta, şu anki ev hapsi ve sosyal mesafe

süreci de değişecek, yaşanan hal, şu

an, bir nevi pause düğmesi basılmış halimiz,

o yüzden şu ana değil, daha gelecek

bir hali, öngörerek ilerlemeliyiz, ve bu sadece,

dayanışma ile aşılabilecek.

Para, Statü, PR hırsı

Özellikle, bu, birlikte geçirdiğimiz, son

yedi sene, bize, hiçbir şeyin garantisi olmadığını,

net bir şekilde gösterdi. Bunun

da uzunca bir süre böyle devam edeceği

kanısındayım, o yüzden para/statü/

PR hırsıyla, iş olsun diye değil, gerçekten

inandığımız ve değer verdiğimiz şeylere

sıkı sıkı sarılmalıyız ve onları desteklemeliyiz;

safça ve sevgiyle…



8 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 9

DOSYA KONUSU/ GÜNCEL SANAT

“Bir Anlamda Hepimiz İçin Bir Arınma”

“Sanat Piyasası Bir Adım Geri Gidecek”

Sevil Binat

C.A.M GALERİ- KURUCU

Mois Zilberman

ZİLBERMAN GALLERY- KURUCU

Covid-19 sayesinde ya da yüzünden büyük

değişiklikler yaşadığımız bir gerçek.

Salona elektrikli süpürge yapıp, fırına

mercimekli ekmek koyarken bu soruları

cevaplıyorum bir yandan. Hem işimizi

dijital platformlarla görünür kılmaya

çalışıyoruz hem de gündelik hayatın

gerçeküstü değişimlerine ayak uyduruyoruz.

Aslında ben bir anlamda hepimiz

için bir arınma olduğunu düşünüyorum.

Derinlere dalacak çok vaktimiz var; sorgulayacak,

düşünecek, biriktirecek… Ve

telaşa kapılmadan, hızla tüketmeden, geniş

zaman dilimleri içinde kıymet bilerek

yaşamak değerli bir şey. Bir daha asla eskisi

gibi olamayacağımız da bir gerçek.

Online Satış Yapmıyoruz

Online satış yapmıyoruz. Ben bir sanat

eserinin özellikle alım aşamasında çıplak

gözle, orijinalini görerek, hissederek,

bir bağ kurarak alınmasından yanayım.

Dijital görsellerin, orijinalinden çok daha

düşük kalitede bir sunum yaptığına inanıyorum.

Boyayı, dokuyu, ebatların etkisini,

kompozisyonun yerleşimini veya bir

heykelin üç boyutlu gerçeğini, malzemenin

sıcaklığını veya soğukluğunu ancak

birebir temasla anlayabilirsiniz… Üstelik,

henüz kariyerinin başındaki sanatçıları,

mutlaka görerek değerlendirmek gerekir.

Küçük Galeriler Kapanabilir

Sanırım hepimizin ortak sıkıntısı gelecekle

ilgili duyduğumuz belirsizlik ve endişeler.

Bu ülkenin kaderinde, bu var. Son

beş yıldır hep bu endişeler içindeyiz ancak

bu olayla zirve yaptık. Mevcut durumun

uzaması halinde, büyük kayıplar

olacağını sanıyorum. Bir daha aynı düzene

dönebilmek zor görünüyor. Küçük çaptaki

galeriler kapanmak zorunda kalabilir.

Aynı şekilde küçük ölçekteki fuarların

da faaliyetlerini sürdürebilmesi zor gözüküyor.

Sosyal mesafe kuralları ve seyahat

kısıtlaması nedeniyle uluslararası fuarlar

da iptal edilecektir. Burada mesele tüm

ortamın ( koleksiyoner – sanatçı – galeri

- müze ) bir dayanışma ve destek içinde

olabilmesi.

Sanatçılara Maddi Destek

Ben her kriz döneminde olduğu gibi bu

sefer de sanatçılardan iyi işler çıkacağına

inanıyorum. Bu geniş zaman dilimi içinde,

sanatlarına odaklanıp, üretimlerine

devam etmeleri için onlara maddi ve manevi

destek olmaya çalışıyoruz.

Koleksiyonerlerin Alımlarında

Azalmalar Olacak

Sadece sanat ortamı değil, tüm ekonomi

büyük bir sallantı içinde.

Koleksiyonerlerin alımlarında bir azalma

olacaktır şüphesiz. Ama ‘sanat’ın bir yaşam

ve varolma biçimi olduğunu düşünecek

olursak asla vazgeçilmeyeceğine inanıyorum.

Sergiler Ertelendi

Mart ayında açtığımız Yusuf Aygeç sergisini,

açılıştan beş gün sonra kapatmak

zorunda kaldık. 14 Nisan’da açılacak olan

Gülfem Kessler sergisi ve mayıs ayında

yurtdışından da iki sanatçının katılımıyla

gerçekleşecek grup sergilerimiz de önümüzdeki

sezona ertelendi. Herhangi bir

personelin de işine son vermedik. Galeri

ayakta durabildiği sürece ekip de aynen

devam edecek.

Covid-19 krizi öncelikle galeri mekanlarımızı

geçici olarak kapatmamıza ve süregelen

sergilerimize geçici bir ara vermemize

sebep oldu. Bu tabii bir sanat

galerisi için zor ve üzücü bir durum, izleyici

ve koleksiyoner ile ilk temas alanımız

şu anda kapalı. Genel eğilime uygun olarak

biz de dijital ve çevrimiçi mecralara

yönelmiş olduk. Galeriler, lüks bir sektörün

parçası olduğu için her krizde olduğu

gibi ne yazık ki bu krizden de ilk etkilenecek

alanların başında geliyor.

Bazı Eserler Online Satışa Uygun Değil

Piyasada, önümüzdeki günlerde, bir durgunluk

göreceğiz ancak buna ek olarak,

dediğim gibi, online ve dijitalin önemi de

artmış olacak. Biz de online satış için halihazırda

kullandığımız Arsty, Artnet gibi

kanallara ek olarak bir de katıldığımız fuarların

Art Basel Online Veiwing Rooms

gibi bize sundukları fırsatlardan yararlandık.

Ancak galerimizin temsil ettiği sanatçıların

ürettikleri eserin doğaları gereğince

online satışa çok uygun olmadığı da

bir gerçek. Bu konudaki planımız, online

ve dijital mecraları, eserlerin ve sanatçıların

görünürlüğünü sağlayıcı bir ilk adım

olarak kullanmak, bu yollarla koleksiyonere

ulaşmak olacaktır.

“İzleyici Deneyimi İçin Yeni Yöntemler”

Amacımız Sanatçıları Korumak

Sanatçılarımızın bu krizden olabildiğince

az darbe almasını umuyoruz. Öncelikle

sağlıklı olmaları ve morallerinin yüksek

olması bizim için çok önemli. Daha sonrasında

bu dönemde onların görünürlüğünü

arttırmak ve halihazırda olan planlarının

devamını sağlamak geliyor. Zaten pandemi

öncesi de Türkiye’deki sanat piyasası

yeni yeni eski temposuna kavuşuyordu.

Pandemi sebebiyle tekrardan bir adım

geri gideceğiz. Ancak amacımız, sanatçılarımızın

dönemden en az etkilenmesini

sağlamak, koleksiyonerlerle aralarında

bağları güçlendirmek olacaktır. Kriz sebebiyle

bizim için çok değerli olan Genç Yeni

Farklı açık çağrımızın bu yılki edisyonunu,

önümüzdeki yıl devam etmek üzere,

maalesef iptal etmek zorunda kaldık.

Sergi Takvimi Belirsiz

Sergi takvimimizin de nasıl devam edeceğini

henüz kestiremiyoruz. Bu süreçte

mevcut personellerimizle devam edeceği;

sanatçılarımız, galeri çalışanlarımız, koleksiyonerlerimiz

ve Zilberman’ın dostlarıyla

hep beraber atlatacağımız bir dönem

olacağını umuyoruz.

Bengü Gün

MIXER

4D Sergi Turları Hazırlıyoruz

Pınar Türker

ARTOPOL GALERİ - KURUCU

Covid-19 krizi her sektörde olduğu gibi

sanatta da alternatif çözümler geliştirmenin

gerekliliğini ve dijital sisteme dönüşümün

başlangıcı olduğu sinyallerini

hissettirdi. Biz, bu krizi ön görmediğimiz

halde, altı ay önce, sanatı kurumsallaştırmak

ve ulaşılabilir kılmak adına, hem online

platformumuz hem de e-ticaret sitemizin

alt yapısını oluşturduk. Sanatçılar

ve sanat izleyicileri için görünürlülüğü

arttırmak, sanatta şeffaf fiyatlandırma

politikasını güçlendirmek, satış öncesi ve

sonrası hizmetlerin kalitesini yükseltmek

amacıyla zaten bu ihtiyacı duyuyorduk.

Bu kriz sürecinde ise dijitalleşmenin başta

sanatçıların üretimini desteklemek ve sanat

alıcıları ile buluşturmak için en doğru

yöntem olduğunu görüyorum. Ticari

olarak etkilenmemek zor ancak çevrimiçi

görünürlük ve bilinirlik anlamında önemli

kazanımlarımız oluyor. Bu kriz sürecinin

uzaması ekonomik anlamda en çok galeri

mekanlarının fiziksel anlamda ayakta kalabilmesini

zorlaştıracak. Psikolojik tarafından

bakarsak, sanatçılar bu dönemde

daha üretken, ancak kaygıları da var. Bu

zorlu dönemi pozitife çevirmek için dijital

platformların artması çok önemli.

Alternatif Satın Alma Talepleri

Online platformda satışlarımız oldu.

Alıcıların eserin teslimatı ve hijyen koşulları

ile ilgili soruları olabiliyor, bununla

ilgili kriz döneminde ilave önlemler geliştirdik.

Tabii bu süreçte karar verme aşamasında

daha titiz davranıyorlar. Süreç,

ekonomik durgunluğu getirdiği için alternatif

satın alma taleplerini de arttırdı. Bu

konuda da çözümler sunuyoruz.

“Çağa Uyum Sağlayanlar Öne Çıkacak”

Ferda Dedeoğlu

FERDA ART PLATFORM- KURUCU

12 Mart’ta açtığımız sergiyi, 14 Mart’ta,

kapalı kapılar arkasında bırakarak evlerimize

çekildik. Evde olduğumuz sürede

serginin görünürlüğünü sağlamak için

elimizden geleni yapıyoruz.

Teknolojik altyapıya zaman açısından

hazırlıksız yakalanmamıza rağmen pratik

çözümler geliştirdik serginin online gezilebilmesi

için bir video gösterimi hazırladık.

Çok güzel geri bildirimler ve dönüşler

oldu. Bu krizin en belirgin etkisi, kriz

sonrası normal hayata döndüğümüzde de

bu tip online ortamda sunumlar yapacak

olmamız. Hatta daha fazlası için üzerinde

çalıştığımız projelerimiz de var.

Satın Al Tuşu Yok!

Online satışı bildiğimiz anlamda eseri

ve fiyatını görüp satın al tuşuna basmak

“Kurum Galerisi Refleksiyle Hareket Ediyoruz”

Dijitalleşme Zorunlu

Gelecekte sanat piyasasında dijitalleşmenin

zorunlu olacağını düşünüyorum.

Fiziken sergi gezmek demode olmayacaktır

tabii ancak bu krizin sonrasını düşünürsek

farklılaşmanın ve dönüşümün

şart olduğunu; sanat eğitimini, sanatçının

üretimini, sanat alımındaki alışkanlıkları,

galerilerin ve müzelerin alt yapısının

teknolojik bir sisteme dönüştürülmesini

kapsayan sosyal- ekonomik ve teknolojik

etkileri olacaktır.

Online Platforma Yatırım

Biz bu süreçte online platforma yatırım

yapıyoruz, 360 derece gezilebilecek 4D

sergi turları düzenleyeceğiz.. Geçen hafta,

galeriden canlı yayın bağlantısı ile online

sergi turu gerçekleştirdik ve sanatçılar

da interaktif olarak katıldı. Ayrıca,

şeklinde yapmıyoruz. Fakat, sanatçıların

kataloglarını, mevcut işlerinin görünürlüğünü

sağlayarak bireysel iletişimle

görüşmeler şeklinde yapıyoruz. Online

satış konusunun aşılması gereken bir eşiği

var, zamanla bunun olacağına inanıyoruz.

Düşünce ve fikir projesi olarak hazırız,

pratikte uygulamak için doğru zamanı

bekleyeceğiz. Piyasada geleceğe yönelik

şu an bahsettiğimiz online görünürlük ve

satış dışında eskisinden farklı büyük değişimler

olacağını sanmıyoruz. Fakat yeniliklere,

çağa ve ortama uyum sağlayanların

biraz daha öne çıkabileceğini

düşünüyoruz.

sanatçılar atölyelerinde çalışırken çektikleri

videoları sanal ortamda paylaşıp,

anket sorularını cevaplayarak izleyicilerle

karşılıklıymış gibi sohbet buluşmaları

gerçekleştiriyoruz. Krizin satın alma

alışkanlıklarını etkilememesi imkansız.

Koleksiyonerlerin satın alma kararlarını

bir miktar ertelediğini görüyoruz..

Ancak çevrimiçi hareketlilik, ilişkiyi sürdürmek

adına pozitif sonuçlar da veriyor.

Koleksiyonerler de fiziken eseri görmeden

önce dijitalden görselini ve detaylarını inceliyorlar.

Dijital görünürlülük bu anlamda

çok gerekli.

Mevcut Ekibi Koruyoruz

Şu anda mevcut ekibimizi mümkün olduğunca

koruyoruz. Eksik çalışma ödeneği

için başvurduk. Kararlarımızı süreç içindeki

gelişmeler doğrultusunda vereceğiz.

Web Sitemizi Yeniledik

Sanatçılarımızla yapacağımız şeyin kalıcı

olması önemliydi bizim için. Bu süreçte

FAPTalks serisi şeklinde söyleşi dizileri

başlattık. Her sanatçımızı, sanat

yazarı/eleştirmeni/ küratör ile eşleştirerek,

mevcut çalışmaları, açılacak olan

sergileri ve karantina üretimleri ile ilgili

söyleşilerin yapıldığı kayıtlar aldık. Ve

her hafta o sanatçının içeriği ile hazırlanmış

FAPNewsletter’lar şeklinde hem sosyal

medya hesabından, hem web sitemizden

hem de mail ile izleyicilere ulaştırdık.

Ayrıca web sitemizi yeniledik ve sanatçılarımızla

ilgili daha ulaşılabilir bir ortam

oluşturduk.

Her Zaman Satış Var

Satış açısından krizin çok büyük etkileri

olmadı ve olmayacak sanırım. Evde olmanın

dışında, sanata ulaşım konusunda hiç

sıkıntı yaşanmıyor aslında.

Sergi İptali Yok

İptal ettiğimiz sergimiz yok. İçeride açtığımız

mevcut sergilerimiz var. Hayat normale

döndüğünde, mevcut gösterim tamamladıktan

sonra kaldığımız yerden

devam edeceğiz.

Tüm Ekip Yola Devam Edeceğiz

Tüm ekip çalışmaya devam ediyoruz, işten

çıkarma ya da ücret kesintisi söz konusu

değil. Şu an çizilen normal hayata

dönüş senaryosuna göre herhangi bir sorun

yaşamayacağız bu konuda, tüm ekip

yola devam edeceğiz.

“Korona Sonrası Diye Bir Şey Olmayacak”

“Kriz Üç Dört Ay Daha Uzarsa Galeriler Kapanabilir”

Selin Söl

DAİRE SANAT - KURUCU

Covid-19 krizi nedeniyle, 16 Mart’tan itibaren,

tüm galeriler, ziyarete kapalı ve

sadece çevrimiçi kanallar aracılığıyla, izleyici

ve sanatçılarla iletişimde. Uzun süredir,

dijitalleşen dünyada, galerilerin,

fuarların rolleri ne olur? Nasıl farklı modeller

oluşur? Diye konuşuyorduk aslında.

Bunun tek nedeni, tabii ki dijitalleşme

değil, ayrıca artan ekonomik yükler de

bu konuları konuşmamıza neden oluyordu.

Bu süreç yeni modelleri denediğimiz

bir zaman dilimi oldu. Dijitalin, tek başına

tam da yeterli olmadığını teyit etmiş

olduk. - en azından şu an için - Bu sağlık

krizinin, makro anlamda, ekonomik olarak,

olumsuz etkileri olacak. Birçok küçük

ölçekli sanat kurumu, bu dönemi ekonomik

olarak atlatamayabilir bile. Bu dönemin

etkilerini zaman içerisinde gözlemleyeceğiz.

Hem Online Hem Fiziksel Bir Mekan

Mixer, 2012’de, hem çevrimiçi hem de fiziksel

bir mekan olarak hayatına başladı.

İki mecranın da birbirine olumlu katkısını

ilk günden beri önemsiyoruz. Zaten

ana misyonlarımızdan biri sanatın herkes

tarafından ulaşılabilir olması ve bunu

en iyi internet üzerinden sağlayabiliriz.

2012 yılından beri de www.mixerarts.

com’da Mixer’de yer alan tüm eserleri

sergiliyor ve satışını gerçekleştiriyoruz.

Sosyal medya kanallarımızdaki iletişim de

aynı şekilde ilk günden beri aktif bir şekilde

devam ediyor. Bu dönemde de takipçilerimiz

ile buluşmak için web sitemize

Korona döneminden önce de sosyal medya

platformlarımızda olabildiğince aktiftik.

Özellikle Instagram fotoğraf ve video

üzerinden yürüdüğü için sergiler,

konuşmalar ve eserleri paylaşmak amacıyla

sıkça kullandığımız bir mecraydı.

Şu anda elbette ki paylaşım aracı olarak

öncelik kazandılar çünkü artık fiziken

bir araya gelemiyoruz. Bu kriz dönemini

bu şekilde atlayacağımıza inanıyorum.

Koleksiyoner ve eser ilişkisi her zaman

daha yakın ve birebir olmuştur, o nedenle

sosyal mecraların şu an ancak bu samimi

ilişkiye bir alternatif sunduğunu düşünüyorum.

Sosyal mesafe kuralları kalktığında

koleksiyonerler tekrar eserleri birebir

kendisi görüp deneyimlemek isteyecektir.

Ancak bu kriz dönemi üç dört ayı aşarsa,

galerilerin fiziki mevcudiyetini sürdürmesi

için ciddi bir engel oluşur. Tüm galeriler

halen hem kiralarını hem de çalışanlarının

maaşlarını neredeyse sıfıra yakın

kazançla, tam olarak ödemekte. Bu elbette

sürdürülebilir bir durum değil. Krizin

uzaması durumunda galerilerin yer değiştirmesi

hatta kapanması dahi söz konusu

olabilir.

ve sosyal medya kanallarımızdaki içeriğin

kalitesine ağırlık veriyoruz. İzleyici deneyimini

daha kolaylaştıracak yöntemler

arayışındayız. Bu konuda da izleyicilerimizden

gelen geri bildirimleri önemsiyoruz

ve değerlendiriyoruz.

Online Satışta Edisyon ve Uygun Fiyat

Türkiye’de, özellikle galerilerin, eser satışından

çok daha büyük bir misyonları

olduğunu düşünüyorum. Sanatçıların ve

eserlerin koleksiyoner ve izleyici ile buluşması,

etkileşim içerisinde bulunması,

eser üretiminin desteklenmesi, sanat yazımının

devamlılığı ve eğitimler gibi birçok

misyonu da üzerine almış bulunuyor

galeriler. Devamlılıkları bu nedenle çok

önemli diye düşünüyorum. Pandemi başladığından

beri maalesef genel olarak sanat

dünyası için çok iç açıcı bir sahne yok.

Birçok kurum ve koleksiyoner belirsizlik

ve ekonomik sıkıntı nedeniyle alımlarını

durdurdu. Destek olmak isteyen ve ekonomik

olarak sıkıntı çekmeyen alıcılar almaya

devam ediyor ama eserleri görmeden

alım yapmak oldukça zor. Bizim web

sitemiz üzerinden yaptığımız satışlar eskisi

gibi olmasa da devam ediyor, özellikle

edisyonlu ve uygun fiyatlı olan işlere talep

olduğunu söyleyebilirim.

Geçmiş Sergilerden Paylaşım

Bu dönemde, sanatçıları ön plana çıkaran

içerikler üretmeye çalışıyoruz.

Mevcut sergilerden ve geçmişteki sergilerden

paylaşımlarda bulunuyoruz. Her

hafta, salı günü, bir sanatçının atölyesine

konuk oluyoruz. Sanatçılar, atölyelerinden

bir video hazırlıyorlar, bu

videoları Instagram ve YouTube kanallarımız

üzerinden izleyiciyle paylaşıyoruz.

Çalışma modelimiz gereği diğer galerilere

göre çok fazla sayıda sanatçı ile çalışıyoruz.

Birçoğu ile sık sık iletişim halindeyiz.

Görüntülü konuşarak portfolyoları konusunda

destek olduğumuz genç sanatçılar

da oluyor. Karşılıklı bir dayanışma içinde

bu süreçte neler yapabileceğimiz üzerine

fikir alışverişi içerisindeyiz.

Zoom Üzerinden Sergi Turu

İki haftada bir diğer galeriler ve sanatçıların

katılımı ile Zoom üzerinden çevrimiçi

sergi turu yapıyor ve sanatçılardan

üretimlerini dinliyoruz. Bu süreç, ilgilendiğimiz

içerikleri daha sakince tüketmek

ve birbirimizle daha kaliteli diyalog

kurabilmemiz açısından verimli geçiyor.

Önümüzde olan bu dönemi panik olmadan

ve dayanışma içinde geçirmemiz önemli.

Bağımsız Bir Alan

Daire Sanat olarak Kasım 2019’da galeriyi

bağımsız bir sanat alanına dönüştürmüş

ve Açık Atölye Sanatçı Programı’nı

başlatmıştık. Böylelikle mekanımızda bir

Türkiye’den biri de yurtdışından olmak

üzere iki sanatçıya evsahipliği yapıyorduk.

Aralık- Şubat devresinde Alp İşmen

ve Finlandiyalı sanatçı Helena Kauppila

Daire Sanat’tın iki ayrı odasında atölyelerini

kurdular ve üç ay boyunca çalışmalarını

burada ürettiler. Atölyeleri her salı ve

cumartesi günü ziyarete ve dolayısıyla da

eser satışına açıktı.

Covid salgını Türkiye’de Mart ortalarında

patlak verdiğinde bu ilk atölye

döneminin sonuna geliyorduk. Nisan

başında Işıl Çelik ve İKSV konuk sanatçısı

Mirsini Artakianou atölyelerini Daire

Sanat’ta kuracaklardı. Ancak epideminin

hızlanması ve alınan sağlık tedbirleri nedeniyle

bunu gerçekleştiremedik.

“Karantina Rezidans” Programı

Bunun yerine atölye programımızı sosyal

medya hesaplarımız üzerinden paylaşımlarda

bulunduğumuz “Karantina

Rezidans” programına dönüştürdük.

Böylelikle Buğra Erol ve Işıl Çelik içinden

geçtiğimiz bu izolasyon günlerinin günlük

yaşantılarını ve sanatsal üretimlerini

nasıl etkilediğini Instagram story aracılığı

ile paylaşıyorlar. Bu paylaşımlar da oldukça

ilgi gördü.

Dijital Ortama Uygun Yeni Sergiler

Nisan ve haziran aylarında açmayı planladığımız

iki sergi vardı. İkisini de ileri tarihe

erteleyerek onların yerine dijital ortama

uygun yeni içerikler hazırladık. Her

sene nisan ayında gerçekleştirdiğimiz ve

bu sene Kerimcan Güleryüz’ün küratörlüğünü

yaptığı Printed’20 sergisini ileri bir

tarihe aldık. Onun yerinde 2015 yılından

beri her sene yaptığımız Printed serisinde

yer alan sanatçıların işlerinden oluşturduğumuz

bir seçki üzerinde çalıştık. 8

Mayıs’ta Printed Re-visited ismini verdiğimiz

bu seçkiyi izleyici ile buluşturacağız.

Her sene olduğu gibi, bu sene de, sergi

kapsamında konuşmalar, atölye ziyaretleri

planlıyoruz fakat bu sefer etkinlikleri

çevrimiçi olarak gerçekleştireceğiz.

Video Sanatı

Haziran ayı için ise mekan spesifik işlerden

oluşan çok özel bir video sergisi planlıyorduk.

Bu da yeni başladığımız video

sanatı serisinin ilki olacaktı. Onu da işlerin

sergilenme ihtiyacına uygun bir şekilde

gerçekleştirmek için ileri tarihe erteledik.

Haziran ayında yine bir video sergisi

yapacağız. Art on the Screen diye isimlendirdiğimiz

sergide ‘dijital ekranları’ ‘mekan’

olarak seçmiş video işlere yer vereceğiz.

Türkiye’den sanatçılar ve onların

davet ettikleri yabancı sanatçıların işlerinden

oluşan bir seçki olacak.

Her Hafta Değerlendirme Yapıyoruz

Şu an tüm kadromuzla evden çalışmaya

devam ediyoruz. İşkura kısa çalışma ödeneği

için destek başvurusunda bulunduk.

Henüz yanıt alamadık, ama olursa bizi biraz

olsun rahatlatacaktır. Çalışanlar dışında

başka sabit giderlerimiz de var. Bu

noktada ne kadar dayanabileceğimizi öngörmek

çok zor, sürecin ne kadar süreceğini

ve her aşamasının nasıl şekilleneceğini

de öngöremiyoruz. Dünyadaki ve

Türkiye’deki gelişmeleri takip ederek her

hafta değerlendirme yapıyoruz.

Ayşe Gür

MİLLÎ REASÜRANS SANAT GALERİSİ - GALERİ ÇALIŞANI

Hâlâ devam etmekte olan Covid-19 virüsü nedeniyle, 25 Mart’ta açacağımız

Gül Ilgaz’ın epeydir galeri için hazırladığı “Kırılma Noktası/

Breaking Point” isimli sergisinin kurulma aşaması bitmiş ve sergi kitabı

baskı sürecine girmişti ancak, yönetim, çalışanları, riske atmamak için

evden çalışma kararı aldı. Bu karar, doğal olarak galeriyi de bağladı.

Alınan bu karar, belli bir süre sonra dünyadaki tüm galeri ve müzeler

için geçerli olmaya başladı. Herkes birer birer sanat kurumlarını kapatma

kararı aldı.

Devam etmekte olan günlerde de sanat kurumları sergilerini, koleksiyonlarını

dijital ortama taşıyarak hedef kitlesinin ilgisini üzerinde

tutma eylemi içine girdiğine tanık olduk. Online sergi konuşmaları ya da

sergiyi online ortama taşımak gibi…

Hayatta Kalma Koşulları Gündemde

Millî Reasürans Sanat Galerisi, kurum galerisi olduğu için, özel galerilerin

refleksleriyle hareket etmiyor. Bu yüzden de galerinin online satışı

yok.

Piyasadan ziyade sanatçısı, galericisi, sanat alanında çalışan tüm

emekçiler, pandemi devam ederken, hayatta kalma koşullarını konuşmaya

başladı. Buradan bir örgütlenme çıkacak mı? Ve yansıması olacak

mı? İlerleyen günlerde göreceğiz.

Yukarıda bahsettiğim gibi, Gül Ilgaz’ın sergisini açılmasına birkaç

gün kala, galeri kapandığı için tekrar izleyicisiyle buluşmayı bekliyor.

Şirket, mevcut galeri çalışanlarının istihdamını devam ettiriyor.

Haldun Dostoğlu

GALERİ NEV - KURUCU

Malum kriz bizleri de herkesi nasıl etkilediyse öyle etkiledi. 15

Mart itibarıyla Galeri’yi kapattık. Online satış yapmadık, yapmayı

da hiç düşünmedik. Şu ara herkesin tek bir derdi varken

kimsenin online sanat eseri satın almak, satmaya çalışmak gibi

bir züppelik yapacağını sanmıyorum.

Önce Ülkemize Dair Çözümler Üretmeli

Dijital ortamda satış amaçlı değil ama sanatçıların daha geniş

bir alanda tanıtımı için zaten uzun süredir faaliyet halindeyiz.

Bu çalışmalarımızı kesintisiz sürdürüyoruz. Geleceğin nasıl şekilleneceği

konusu henüz üzerinde en çok kafa yorulan mesele.

Özellikle ülkemizde çok ağır ve zor günler bekliyor bizi. Öncelikle

konsantre olmamız gereken konu, ülkenin, nasıl düzlüğe çıkacağına

dair çözümler üretmek olmalıdır.

Kimsenin İşine Son Vermedik

Sanatçılarımızın hepsiyle temas halindeyiz, geleceği tasavvur

etmeye çalışıyoruz. Yalnız sergileri değil, malum hayatı durdurduk.

Kimsenin işine son vermedik. Devam edebildiğimiz sürece

de çıkarmayı düşünmüyoruz.

Hayat Yerel ve Yavaş Olacak

Emin olduğum bir şey var “korona sonrası” diye bir şey hiç olmayacak.

Hayatımızda da korona artık hep olacak. Hayat, yerel

ve yavaş olacak.

“Olumlu Sonuçlar Görebiliriz”

Osman Nuri İyem

EVİN SANAT GALERİSİ - KREATİF DİREKTÖR

Covid-19 tüm dünyada sayısız sektör ve

alanı derinden etkiledi. Sanat eseri alımının

da özellikle gelişmekte olan ülkelerde,

kriz dönemlerinde ilk tasarruf yapılan

kalemlerden biri olduğu aşikar. Ancak,

bu yaşadıklarımızın, hayatlarımızda gerçekten

nelerin anlamlı ve önemli, nelerin

geçici olduğunu gözlemleme fırsatı doğurduğunu

düşünüyorum. Sosyal hayatlarımızı,

yok olma noktasına getiren bu

sürecin, sanat kurumlarında daha çok vakit

geçirmek gibi olumlu sonuçlarını da

görebiliriz. Bununla beraber bu vakit geçirmenin,

sanat alımına dönüşüp dönüşmeyeceği,

tabii ki ekonomiyle paralel bir

ivme gösterecektir.

Birbirine Bağlı bir Zincir

Gücü yeten sanatseverlerin, galerilerden

veya direkt olarak sanatçıların atölyelerinden

alım, müze ve bağımsız oluşumlara

destek olma gibi hareketlere devam

etmesinin, bu günleri atlattığımızda görmek

isteyecekleri sanat dünyası adına

kıymetli bir davranış olacağını da belirtmeliyim.

Sonuçta galeriler, sanatçıların

üretimlerinin doğru bir kitleyle anlamlı

bir çerçevede buluşmasını sağlayan platformlardır.

Birbirlerine bağlı bu zincirin

ayakta kalabilmesi için ekonomik boyut

oldukça önemli.

Dijital İçerikte Kalite Önemli

Bu süreçte biz, sanatçılarımızla mümkün

olduğu kadar temasta bulunup, morallerimizi

yüksek tutmaya, dahası önümüzdeki

süreçte neler yapabileceğimizi

konuşmaya çalışıyoruz. Sanatçılarımızın

bugüne kadar program yoğunluğundan

dijitalize edemediğimiz materyallerini

çevrimiçi platformlara taşıyarak ufak

dosyalar hâlinde paylaşıyoruz. Her sanatçı

özelinde farklı içerikler çıkıyor ve bizde,

izleyicilerimizle aynı anda bir nevi geçmişin

özetiyle karşılaşıyoruz. Bugün, şartlar

gereği tabii ki dijital platformlarda normal

zamanın çok üstünde bir içerik takibi

oluyor. Bizim de çevrimiçi hareketlerimiz,

şu ana kadar olumlu dönüş aldı, ama izleyiciyi

çok da boğmamak, görsel bir kirlilik

yaratmamaya özen göstermek gerekiyor.

Dijital içerik demek, hızlı tüketim için,

hızla hazırlanmış içerik demek değildir!

İçeriğin mecrasından bağımsız olarak,

belirli bir çerçevede, belirli bir standartta

hazırlanması, kalıcılığı açısından son derece

önemlidir.

Evin Sanat Galerisi olarak, önceden

planladığımız sergi programımızı erteledik.

Bugün, bu ortam için ne yapabileceğimizi

planlıyoruz, yakında sonuçlarını

hep beraber göreceğiz diye umut ediyorum.

Kamu Desteği Zor, Biz Bizeyiz

Galeri ekibimiz hali hazırda çalışmaya devam

etmektedir. Evin Sanat Galerisi olarak

da eksiksiz bir şekilde ekibimizle yola

devam etmeyi planlıyoruz. Komik olacak

belki ama, şanslıyız ki, önümüz zaten

yaz. Yaz dönemlerinde satışlar normalde

de düşer. Ve tecrübeli galeriler, yaz için

hazırlık yapmayı kıştan bilirler. Eylül’de

nasıl bir sezona gireceğimiz çok önemli.

Ekonomik şartlar ve belirsizliklerin herkes

için çok korkutucu olduğunu biliyorum,

ama dediğim gibi imkânı olan sanatsever

ve koleksiyonerlerin alana olan

desteklerini sürdürmesi gerçekten çok

kıymetli, çünkü anlaşılan kamu desteği

plastik sanatlar alanında olmayacak. Yani

yine biz bizeyiz.



10 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

ÖZEL DOSYA KONUSU

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 11

ÖZEL DOSYA KONUSU

Sanatı

İzleyiciye Sunma Biçimi Değişecek

| Teknoloji Asla Gerçek Bir Tablonun Yerine Geçemez

Dr. Nazan Ölçer

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi

Müdürü

Pandemi dönemi elbette tüm sanat

kurumlarını yeniden yapılandırıyor

ama pandemi sonrası sanat kurumlarının

ve dijital uygulamaların hızının

yoğunluğunun nereye evrileceğini de

bekleyerek görmek gerekir. Bir değerlendirme

yapmak için henüz erken olduğunu

düşünüyorum.

Şu anda dünyadaki pek çok müze ve

kültür kurumuyla geçmişten gelen dostlukların

çerçevesinde yakın temastayım

ve onlarla deneyimlerimizi paylaşıyorum.

Gördüğüm o ki aklın yolu ve çareler birbirine

benziyor. Onlar da koleksiyonlarını,

daha önce yaptıkları projeleri, eğitim ve

satış mağazalarını çevrimiçi yoldan paylaşıyorlar.

Sanat, Eğitim Sisteminde Yer Almalı

Kültür sanat ne yazık ki ülkemizde öncelikli

konulardan biri olamadı. Sanat, mutlaka

eğitim sistemimizin içine; özellikle

de çocukların yaşamına bir beslenme kaynağı,

sorgulama vesilesi, mutluluk olarak

girebilmelidir. Müzelerin ve bütün sanat

kurumlarının da bu hedef doğrultusunda

çalıştığı, ancak herşeye rağmen kültür

sanata ayrılan bütçe ve yatırımın diğer

alanlara göre yetersiz olduğu bilinmektedir.

Örneğin, kültür sanat kurumlarının

hâlâ iyi yetişmiş gerçek uzmanlara ihtiyacı

bulunmaktadır.

Avrupa’daki Müzeler Daha Şanslı

Kuşkusuz bu süreçte bütün kültür sanat

kurumları, önemli kaynaklardan biri

olan bilet gelirlerinden vazgeçmek zorunda

kalmıştır. Müzeler açıldığında da sosyal

mesafeden dolayı bu kayıp sürecektir.

Pandemi döneminde kapılarını kapatmak

zorunda kalan pek çok galeri mali sorunlarla

karşı karşıya kaldı. Sanatçıların yalnızlığının

da yapılan belli desteklerle tümüyle

giderilebileceğini düşünmüyorum.

Büyük çoğunluğu kamu kuruluşu olan

Avrupa’daki müzelerin daha şanslı olduğunu

düşünmekteyim. Çünkü içselleştirilmiş

sanat ve kültür kaygısı, Avrupa’daki

devlet kurumlarının müzelere çok daha

büyük destek verdiğini gösteriyor.

İngiltere, Fransa ve en çok da Almanya

müzelere ve pek çok kültür kurumuna,

galerilere büyük destek sağladı.

ABD Kurumlarında Kayıp Büyük

Amerika’da ise durum farklı. Büyük meblağlara

varan giriş ücretleriyle ayakta kalan

Amerika’daki kurumlar çok daha büyük

kayıplarla karşı karşıya... Ve tabii

sanat fuarları, müzayede şirketleri ve sanatçılar…

Sanırım salgın en çok onları

etkiliyor. Pandemi sonrası yeni yapılanmanın

bu deneyimden alınacak

derslerle değerlendirileceğini temenni

ediyorum.

Sürdürülülebilirlik Sadece Dijital

Kanallarla Mümkün Değil

Dijitalleşmenin önemini bu süreçte yakinen

gördük. Ancak sürdürülebilirliğin tek

başına dijital kanallar ve teknolojik imkanlarla

olamayacağını; içeriğin de onun

kadar kıymetli olduğunu anladık. Ne olursa

olsun teknoloji bizlere başvuru, araştırma

ve arşiv çalışmaları açısından görülmedik

bir imkan tanıyor ancak asla

gerçek bir eserin, bir tablonun yerine geçemeyecek;

iyi kurgulanmış bir serginin

içinde var olma hazzından ne şimdi ne de

gelecekte vazgeçilecektir.

Dijital Bakış Açısıyla

Yeniden Kurguluyoruz

Biz SSM olarak uzun yıllardır gerçekleştirdiğimiz

her şeyi kapsamlı bir biçimde

kayıt altına aldık. Sergi hazırlık süreçleri,

inşaat süreçleri, konferanslar, bilimsel

çalışmalarımız, seminerler, konservasyon

çalışmaları… Çok büyük bir arşiv,

her türlü etkinliğin çeviri ve alt yazılarıyla

kaydedilmiş belgeleri elimizin altında

mevcuttu. 10. yılımızı kutladığımız 2012

yılında da tüm belge ve dokümanlarımızı

dijital SSM platformuna taşımış; koleksiyonlarımızı,

tüm arşivimizi, yüksek

çözünürlüklü görselleri ve akademik içerikleri

çevrimiçi erişime açmıştık. Kitap

Sanatları ve Hat Koleksiyonumuzu, artırılmış

gerçeklik (augmented reality) teknolojisiyle

çağdaş bir tasarım ve sergileme

anlayışıyla yeniden düzenlemiştik.

Dünyanın en önemli kültür sanat platformu

Google Arts & Culture ile işbirliğimiz

devam ediyordu.

Pandemi sürecinde geçmişte yaptığımız

ve sanatseverlerden büyük beğeni

toplayan sergilerimizi yeni bir sergiye

hazırlanır gibi ve en önemlisi dijital bakış

açısıyla yeniden kurgulamaya başladık

ve çevrimiçi sergilerimizde büyük ustaları

hatırlatma kararı aldık. İlk olarak

Türkiye’de sanat sergilerinde önemli bir

kırılma noktası olan ve açık kaldığı süre

içinde 254 bin kişi tarafından ziyaret edilen

Picasso İstanbul’u çevrimiçine taşıdık.

Bir hafta içinde 65 bin kişi Picasso sergisini

çevrimiçinde gezdi. Şimdi de 20. yüzyılın

en önemli sanatçılarından ve sürrealizm

akımının temsilcisi Salvador

Dalí’ye ait geniş bir seçkinin yer aldığı

“İstanbul’da Bir Sürrealist: Salvador Dalí”

sergisi çevrim içinde....

Osman Hamdi Bey’in

Tabloları Google Arts’ta

Henüz yeni Osman Hamdi Bey’in,

Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) Resim

Koleksiyonu’nda yer alan 6 tablosunun

bilimsel araştırma ve konservasyon çalışmalarının

süreç ve bulgularını Google Arts

& Culture’a taşıdık. 6 Haziran 2018’den

bu yana Atlı Köşk’te ziyaret edilebilen

Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey

sergisine de kaynaklık eden araştırma,

Türkçe ve İngilizce seçenekleriyle uluslararası

düzeyde erişime açılmış oldu.

Her Etkinlik Dijital Ortama Taşınacak

Müzemiz fiziki olarak açıldıktan sonra

da her türlü etkinliğimizi dijital ortamda

paylaşma düşüncesindeyiz. Zaten bir süre

devam edeceği anlaşılan “yeni normal”

yaşam, bizleri kalabalık müze ziyaretlerinden

mahrum bırakacağı için binlerce

kişiye ulaşacak dijital yolları bir prensip

olarak kabullenmek zorundayız. Bu durum,

şimdiye kadar ulaşamadığımız kesimleri

sanatın içine çekme şansı verecektir.

En Büyük Yenilik Sanat

Eserlerinde Görülecek

Sanırım en büyük yenilik sanat eserlerinde

görülecek. Tarih boyunca savaş - salgın

gibi global ölçekte insanlığı etkileyen

dönemlerden çıkmak için sanat da önemli

bir araç olmuştur. Bu dönemlerde acıları

dile getiren, yaşanılanların tekrarlanmamasını

dileyen pek çok eser yaratılmıştır.

Edebiyatta, heykel sanatında bunun pek

çok örneği vardır. Yakın tarihe bile bakarsak

20. yüzyılın iki büyük dünya savaşı

pek çok sanat akımına, her şeyi sıfırlayıp

yeniden başlama duygusuna, yeni

umutlara zemin sağladı. Müzemizde gerçekleşen

Kobra, Zero ve Rus Avangardı

sergileri bile hep büyük dönüşümlerin yaşandığı

yılların ürünleri oldu. Sanıyorum

ki bütün dünyayı durma noktasına getiren

Covid-19 salgını da gelecekte pek çok

alanda etkisini gösterecektir.

Dijital Alanda Sanat Ürünü

Vermek Bir Seçimdir

Günümüzde dijital alanda sanat ürünü

vermek bir seçimdir. Gerek ülkemizde gerekse

uluslararası alanda çok değerli dijital

yapıtlar, büyük sanatçılar görmekteyiz.

Onların eserlerini ilgi ve beğeniyle

takipteyiz. “Dijital platformlarla sanatın

duygusu iletilebilir mi?” sorusunu ise

şöyle yanıtlayabilirim: Bu galiba sanatçının

yapıtı aracığıyla bize vermek istediği

duygunun gücüne bağlı bir husus.

Pandemiyle birlikte dünya genelinde tüm sanat kurumları ve müzeler geçici süreliğine kapandı.

Venedik’te bulunan Correr Müzesi kapalı olduğunu bir notla duyurmuştu. Fotoğraf: Marco Di Lauro/ Getty Images

| Bazı Yapıtlar Fiziksel Erişim Gerektirir

Dünyayı sarsan Covid-19 salgınıyla birlikte kültür sanat

dünyasında da dijital ağırlıklı yeni bir düzene geçildi.

İzleyicilerle, dijital ortamda buluşulan bu düzenin, bir geçiş

süreci mi yoksa kalıcı yeni bir düzen mi olduğuna dair bir

sorgulama yaptık.

Ceren ÇIPLAK DRILLAT

Koronavirüsle birlikte hızlanan dijital gelişmelerin sanat dünyasına nasıl yansıyacağını

Türkiye’nin belli başlı sanat kurumlarına sorduk. Ve şu sorular bağlamında

bir yanıt aradık:

* Koronavirüs, sanat endüstrisini yeniden mi

yapılandırıyor?

* Daha dijital olan yeni düzende sanatın yeni aracı ne

olacak?

* Online etkinlikler bu süreçten sonra da devam edebilir,

dolayısıyla, daha da dijitalleşen yeni düzende nasıl bir

konum belirleyeceksiniz?

* Sanat dünyasında beklenen yenilikler neler?

* Dijital platformlarla sanatın duygusu iletilebilir mi?

* Sanatın tanımı değişiyor mu?

Özalp Birol

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat

İşletmesi Genel Müdürü

Koronavirüs, sanat endüstrisini yeniden

yapılandırıyor demek çok iddialı

bir söylem olur. Bu, şüphesiz

yeni bir dönem olacak. Bu döneme özel

olarak konuşursak, aşı ya da ilaç bulunana

kadar çok sıkıntı çekeceğiz ama daha

sonra küçük farklılıklarla eskiye yakın bir

sürecin içinde olacağımızı düşünüyorum.

Asıl sorun, mikrobiyolojik araştırmaların

kontrolden çıkması ve insanlığın dünyaya

ve atmosfere zarar vermesi yüzünden,

bundan sonra karşılaşabileceğimiz olası

pandemiler ve kaoslar. Bunlar art arda

gelirse o zaman bu kaotik süreç gerçekten

kendi düzenini oluşturur, sanat endüstrisi

ve sanat dünyasının oyuncuları

da yeniden yapılanarak ona uymaya çalışır;

uyan hayatta kalır, uyamayan silinip

gider. Bana göre mevcut düzen yeterince

dijital zaten. Örneğin, geçtiğimiz yıl

Venedik Bienali’ndeki yapıtların önemli

bir bölümü teknolojiye dayalı, dijital işlerdi

ve bu tür yapıtların sayısı bir önceki

bienale kıyasla neredeyse yarı yarıya artmıştı.

Şu an için internet erişimi ve dijital

çözümler uygun gözüküyor ama sanatçı,

tarihin her döneminde sorunsalını

ve çözümünü ifade etmek için gerekli yolu

bulmuş ve yapıtını üretmiştir, özgürdür.

Dolayısıyla o aracı ya da araçları sanatçılara

bırakalım, derim.

Sadece Dijital Üretimin Sayısı Artacak

Güncel sanat zaten yeni bir nefestir.

Gelecek on yıllarda zorunluluklar nedeniyle

aşırı dijitalleşme olsa bile, özünde

sanat tanımının değişeceğini ya da sanatın

tamamen dijitalleşeceğini düşünmüyorum.

Duruma göre dijital üretimin sayısı

artacaktır yalnızca. Dijital platformların

sanatın duygusunu iletip iletememesi sanatçının

tasarrufudur aslında, ama kişisel

olarak, yapıtın kendisi dijital değilse duygunun

tamamen aktarılabileceğini düşünmüyorum.

Dijital Mecraların Dinamikleri

Biz, gerek Pera Müzesi gerekse İstanbul

Araştırmaları Enstitüsü olarak oldukça

hazırlıklıydık. Kuruluşumuzdan bu yana

çok önem verdiğimiz nitelikli dijital arşivimiz

ve web tabanlı çalışmalarımız

var. 2008 yılında sosyal medya ve kamusal

erişim programları için ayrı bir birim

oluşturmamız, 2012’de Google Arts &

Culture’ın davetiyle başladığımız iş birliği,

2019 yılında başlattığımız “Osman

Hamdi Bey’in Dünyasına Yolculuk” sanal

gerçeklik deneyimi ve son 10 yıldır çeşitli

sergilerimizde kullandığımız hologram,

mapping, dijital oyun ve sanal gerçeklik

uygulamaları, bizi, içinde bulunduğumuz

pandemi döneminde oldukça güçlü ve

avantajlı kıldı. Ancak asla rehavete kapılmamalıyız

zira bu çok zor ve dinamik bir

süreç. Bu süreçte ziyaretçilerimizle kurduğumuz

ilişkiyi sağlam ve kalıcı kılmak

çok önemli. Kurumlarımız her zaman gelişmeye,

yeniliklere açıktır; hızlı ve doğru

iş üreten çalışkan ekiplerimiz, nitelikli

paydaşlarımız var. Bu süreçte, dijital

teknolojilerin müzelere ve ziyaretçilerine

sunabileceği fırsatları, dijital mecraların

dinamiklerini daha da iyi anlamaya

ve buna uygun çözümler üretmeye çalışacağız;

dijital altyapıya, elektronik arşive,

bilgi-belge yönetimine daha da önem vererek

bu çalışmalarımızla alanımızda fark

yaratmaya devam edeceğiz.

Saman Kağıdı…

1970’lerde saman kağıda kötü basılmış ve

kötü yazılmış sanat ve sanat tarihi kitapları

okumuş bir vatandaş olarak, internet

erişimini ve çevrimiçi sergileri, sanatın

ve sanat yapıtlarının nitelikli görsellerinin

geniş kitleleri kucaklaması açısından

çok önemsiyorum ve faydalı buluyorum.

Ancak bunun bir sanat yapıtının yerinde

ve doğrudan izlenmesi, deneyimlenmesi

kadar keyif vermeyeceği düşüncesindeyim.

Bazı yapıtlar özellikle fiziksel erişim

ve ilişki gerektiriyor, bu da bir gerçek.



12 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

ÖZEL DOSYA KONUSU

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 13

ÖZEL DOSYA KONUSU

| Yeni Bir Dengeye İhtiyaç Duyuyoruz

| Sadeleşme ve Yaratıcılık Öne Çıkacak

Görgün Taner

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Genel

Müdürü

Koronavirüs, birçok şeyi yeniden yapılandırıyor,

sanat dünyası da dâhil.

Sanatçılar ve sanat kurumları da

herkes gibi bu dönemde kendi alanlarını

yeniden gözden geçiriyor. Bu süreçte hayatımıza

giren yeniliklerin ne kadar kalıcı

olacağını şu an bilmek mümkün değil

fakat her alanda olduğu gibi kültür-sanat

alanında da bu dönemden sonra bazı

temel prensiplerin öne çıkacağını öngörmek

mümkün. Önümüzdeki dönemde tüm

dünyada tasarrufa verilen önem artacak.

Her alanda olduğu gibi kültür sanat alanında

da sadeleşme ve yaratıcılık öne çıkacak.

Bu dönemde en çok ihtiyaç duyacağımız

şeylerden biri de dayanışma olacak.

Ne Yaparak, Ne Kadar Farklılaşabiliriz?

Pandemi sürecinde bilim, sağlık ve teknoloji

kadar sanatın da önemi daha iyi anlaşıldı.

Evde kalmaya başladığımız andan

itibaren dijital araçlar vasıtasıyla sanata

sarıldık. Sunulan dijital içerikler de her

geçen gün artmaya devam ediyor. Öyle ki

artık bu alanda bile belli bir doygunluğa

ulaşıldı, dijital içeriklerin kendi içinde

nitelikleri önem kazanmaya başladı.

Bu noktada bence önemli olan kurumların

kendine şu soruyu sorması: Ne yaparak,

ne kadar farklılaşabiliriz? Bu bence

yeni dönemin de en önemli sorusu bu olacak.

Biz de İKSV olarak bu soruya cevap

aramayı sürdüreceğiz. Şu anda da paydaşlarımızla,

sanatçılarla el birliğiyle yeni dijital

projeler geliştirmek ve yeni içerikler

üretmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Bir Etkinliğe Fiziksel Katılım

Bambaşkadır

Dijital platformların kullanımı hepimiz

için artık bir gereklilik, orası kesin. İKSV

olarak biz de bu değişimden payımızı alacağız

elbette. Fakat tabii bunun artıları ve

| Dijital Ortam İçin Üretilmiş Yapıtlar Dahi Gerçek Dünyada Görünür Olmaya Çalışıyor

Levent Çalıkoğlu

İstanbul Modern Direktörü

Tüm alanların olduğu gibi kültür sanat

dünyasının da pandemi dönemine

hazırlıksız yakalandığına

şüphe yok. Büyük kurumların, büyük müzelerin

2010’lu yıllardan itibaren sanatın

iletişimi ve paylaşımı konusunda dijital

teknolojilere ve sanal mecralara çok

önemli yatırımlar yaptıklarını görüyoruz.

Ancak bu beklenmedik durum, kurumların

kapıları kapalı kaldığı süreç içerisinde

nasıl iletişim kuracaklarının, ziyaretçilerine

neler sunacaklarını, sanatçılar ile nasıl

yeni diyologlar gerçekleştirebileceklerini

görmeleri ve anlamaları açısından çok

önemli bir tecrübe oldu.

Pandemi Kalıcı Etki Yaratacak

Normalleşmeler başlasa da pandemi süreci

halen devam ediyor. Ayrıntısıyla üzerinde

düşünülmesi gereken başlıklar

mevcut. Özellikle kültür sanat dünyasında,

galerilerde ve sanatçılarda pandeminin

kalıcı etki yaratacağına inanıyorum.

Yeniden yapılanma, dijital dönüşüme

ağırlık verme ve kaynak artırmanın önemini

anladığımız bir dönem oldu.

Dijital Dönüşüm Gündemdeydi

Dijital dönüşüm uzun bir süredir sanat

kurumlarının da gündemindeydi. Fiziksel

olarak sosyal izolasyona maruz kaldığımız

bir dönemde kültürel, düşünsel ve sanatsal

anlamda içeriklerin küresel olarak

izleyiciye sunuluyor olması, bu imkâna

kolayca ulaşmak çok önemli bir değer

oldu. İstanbul Modern olarak biz de sanal

sergi başta olmak üzere farklı disiplinlerdeki

içeriklerimizi yıllardır üretiyor ve

paylaşıyorduk. Ancak pandemi süreci ister

istemez bu alandaki üretimin yoğunluğunu

artırdı.

Müze Deneyimine Yeni Bir Bakış Açısı

Müze deneyimi bu yeni süreçle yeni bir

bakış açısı kazandı diyebiliriz. Teknolojik

imkânların sunduğu avantajlarla müzeler

etkinliklerini farklı formatlarda sürdürebiliyor,

izleyiciye sanat etkinliklerine

farklı bir gözle deneyimleme imkânı sunuyor.

Bunun yeni bir etki alanı olduğunu

düşünüyorum. Müzelerin dijitalleşmesi

özellikle genç izleyicinin bu ortamlara

daha kolay erişmesini sağlıyor. Müzeler

kapılarını açtıklarında dijital etkileşimin

gündemlerinin başında yer alacağına inanıyorum.

| Asıl Bu Süreç Dijitalleşmeyi Nasıl Etkileyecek?

O Çarpıcı Anın İçinde Olmak

Ancak her zaman müzede fiziki olarak

bulunmanın, sanat yapıtlarıyla etkileşimin,

onlarla karşı karşıya kalmanın yeri

ayrı olacaktır. Sanat yapıtının aurası dediğimiz

o çarpıcı anın içinde olmak karşılaştırılamaz

bir deneyimdir. Ayrıca, sanatın

ve müzelerin varlığı, travma sonrası

normal hayata geçişte daha da önem kazanacaktır.

Bu süreçte dijital sektörün de

hızlı bir gelişim içine girdiği ortada. Her

halükârda, bu teknolojiye yatırım yapmanın

önemi de.

Yeni Düşünce Alanları Oluşuyor

Pandemi, şüphesiz sanatçıların sosyal ve

ekonomik koşullarını etkileyecek ama sanatın

ontolojik yapısına kısa süreçte etki

edeceğine inanmıyorum. Buna karşılık

sanatın paylaşımı, iletişimi, görünürlüğü

ve deneyim alanı olarak bir mekânda tecrübe

edilmesine ilişkin bence çok yeni düşünce

alanları oluşuyor. Ve tabii ki sanat

ekonomisi ciddi yaralar alacak ve dönüşümler

geçirecek.

İlginç ve Yaratıcı

Birebir olarak ziyaretçiye sunduğunuz bir

hizmeti muhakkak farklılaştırarak çevrim

içinde de devam ettirmek durumundasınız.

Bunun anlamı şu; bir şehirdesiniz

ama Türkiye ve yurt dışından sizi takip

eden sanatseverler var. Onlarla buluşmak

için dahi çevrim içi etkinliklerinizi güncel

tutmanız lazım. Bu başlık altında doğal

olarak ilginç ve yaratıcı şeyler geliştirmeniz

gerekir.

Mevcut Olanı Sürdürmek

“Sanat dünyasında beklenen yenilikler”

sorusuna henüz bir cevap vermek mümkün

değil. Yenilik şu aşamada sürdürülebilirliğin

gerisinde kalıyor. Varolmak,

mücadele etmek ve mevcut olanı nasıl

sürdüreceğimize dair stratejiler geliştirmek

bir yenilik olabilir.

Fotoğrafın İcadıyla

Dönüşüm Başlamıştı

Sanatsal her türlü faaliyetin sosyal medyada

paylaşılması, tanıtılması ve pazarlanması

ister istemez sanatın görünürlüğü

ve algısına yeni bir bakış açısı getirdi.

Sanat dünyasının tüm paydaşları bu değişim

karşısında farklı stratejiler geliştirmeye

çalışıyor ya da bu değişimi hiç

ciddiye almayıp önemsemiyor. Sanat yapıtının

tek ve biricik olma hali, fotoğrafın

icadı ile birlikte dönüşmeye başladı ve

sanal ortamda kopyalanıp çoğaldıkça kamunun

artık neredeyse geri dönüşsüz bir

şekilde parçası oldu. Çoğu tüketici yapıtın

aslını değil, görüntüsünü sanat yapıtı

zannetmeye başladı ki, bu da ciddi sonuçlar

doğuruyor. Sanatın dijitale olan merakı

ve ilgisi şüphesiz gelişiyor, yeni medya

her zaman için özel bir mecra sanat için.

Ama dijital ortam için üretilmemiş bir yapıtın

ısrarla dijital ortama aktarılması ve

bunun da sanat yapıtı olarak adlandırılması

yanlış bir algı.

eksileri var. Evet, koltuk sayısıyla kısıtlanmıyorsunuz,

dijital ve fiziksel etkinliklerin

bütçeleri birbirinden çok farklı

oluyor, bir içeriğe dünyanın her yerinden

insanlar erişebiliyor ama ben kendi adıma

her şeyin ekrandan, online, çevrimiçi yürüyebileceğini

düşünmüyorum. Bir etkinliğe

fiziksel katılımın verdiği zevk bambaşkadır.

Yanınızda sevdiklerinizle, çok

sevdiğiniz bir sanatçıyı, güzel bir mekânda

dinlemenin veya sinematografisinin

hakkını veren bir perdede izlediğiniz bir

filmden çıktığınızda hissettiğiniz duyguyu

yanınızdakilerle paylaşabilmenin hissi,

o duygu transferinin değeri apayrıdır.

Bir sene ya da iki sene de gerekse, bazı

önlemlerle de olsa, fiziksel olarak katıldığımız

etkinliklerin yine güçlü bir şekilde

geri döneceğine inanıyorum. Kısa vadede,

insanların kapalı alanlarda, kalabalık

ortamlarda bir araya gelmeye sıcak bakmadığını

biliyoruz. Alternatifler üzerine

pek çok araştırma yapılıyor ve biz de

İKSV olarak tüm gelişmeleri yakından takip

ediyoruz.

Dijital Dünyayı Keşfetmeye Devam

Edeceğiz

Şu anda sanat ya da sanatın tanımı değil

ama sanatın izleyiciyle buluşma yöntemi

değişiyor, önümüzdeki dönemde de dijital

dünyanın potansiyellerini keşfetmeye devam

edeceğimizi söyleyebiliriz. Fakat yukarıda

da bahsettiğim gibi bir eseri ya da

performansı bir sanat mekânında deneyimlemenin

verdiği zevk her zaman bambaşka

olacak. Birçok sanatsever gibi ben

de yeniden etkinliklerde bir araya geleceğimiz

günlerin bir an önce gelmesini ümit

ediyorum.

Müze ve Galeri Ziyaretinde Artış

Hiç şüphesiz bir yapıtın kendisini deneyimlemek,

sergilendiği mekânın içinde

olmak, dijital muadillerin sayısını arttırarak

öne çıktığı bir dünyada çok daha kıymetli

ve vazgeçilmez bir deneyim. Bu anın

kendisi, belki de başka hiçbir tecrübenin

sağlayamayacağı, derin bir anlama sahip.

Nitekim müze ve galeri ziyaret etme sayılarında

tüm dünyada görülen artış, bu

uyanışın yaşanmaya başladığını gösteriyor.

Yapıt izlemenin ortak bir kültürel

davranış olduğunu ispat edercesine sanat

yapıtının karşısında, mekânın içinde olmayı

tercih ediyor insanlar. Bu süreçte dijital

dünyadaki sanata olan ilgiyi, müzelerin,

galerilerin sanal turlarına katılımın

ne kadar yüksek olduğunu gördük hep beraber.

Bir anlamda yeni koşullar sanat yapıtından

alınan duyguyu başka bir zemine

de taşıdı. 2014 yılında düzenlediğimiz

“Yüzyıllık Aşk” sergimiz Türkiye sinemasının

100’üncü yılını merkeze alıyordu.

Sergiyle 100 yıllık sinema kültürümüze bir

arşiv oluşturmuştuk ve web sayfamızda

yer alıyordu. Biz onu bu süreçte daha görünür

kılmaya çalıştık. Yine çok ilginç bir

içerik olarak ziyaretçi üzerinde tekrar bir

etki yaptı. Bunu işin aslında arşivsel kısmı

diye düşünebiliriz. Dijital platformlara

özel içerikler üretmenin yanı sıra, buna

benzer geçmişte yapılan sergi ve içeriklerin

arşiv paylaşımları göremeyen, gelemeyen,

kaçıran ya da yeniden deneyimlemek

isteyenler için bir fırsat olacaktır diye

düşünüyorum.

Dijital Ortamda Olmak Ya Da Olmamak

Kanımca sanatın gelecekte var olma şekilleri

üzerine bugünlerde ciddi bir sınav

veriliyor: Dijital ortamda olmak ya da olmamak

sanatın doğasını değiştirdiği gibi,

algılanma şeklini de altüst etti. Bir sergiyi

ve yapıtı sözgelimi Instagram’dan izlemek

o sergiyi gördüm demekle eş anlama

gelmiş durumda, ki değil. Bence bu sınır

çizgisi sanatın geleceğinde çok belirleyici

olacak.

Sanat Kavramsal Bir Süreçtir

Sanat kavramsal bir süreçtir ve kendine

özgü ifade araçları ile görünür olmak ister.

Dijital ortam için üretilmiş yapıtların

dahi gerçek dünyada görünür olmaya çalıştıklarını

unutmayalım.

SALT

SALT, üyesi olduğu Avrupa

Müzeler Konfederasyonu

L’Internationale tarafından

yayımlanan ortak deklarasyon

aracılığıyla konuya yanıt verdi.

“Sağlıklı bir topluma doğru” başlıklı deklarasyonuyla,

L’Internationale üyeleri,

bulundukları ülkelerin etkin kültür kurumları

olarak, mevcut aciliyet hâlinin

ötesinde, program ve faaliyetlerini sivil

toplumun talep ettiği ve karşılayabildiği

şekilde yeniden düzenleme gereksinimini

kabul ediyor; ancak, ekonomi, politika

ve kültür arasındaki dinamik etkileşimin

yeni bir dengeye ihtiyaç duyduğu görüşünün

ısrarla altını çiziyor ve bu yönde çağrıda

bulunuyor:

“Kovid-19 salgını nedeniyle uygulanan

tecrit sürecinde önceliğimiz, serbest

çalışan ve gelirini veya sağlık hizmetlerine

erişimini kaybeden meslektaşlarımızla

dayanışmanın yollarını aramak oldu.

Yakın gelecek için bakım, destek ve birlikte

düşünmeye dayalı bir yol izlemeye;

toplumsal ve bireysel refahı da kapsayacak

şekilde daha geniş anlamıyla sağlık

konusuna odaklanmaya karar verdik.

Mali Katkı

Bugün kurumların, sınırlı kaynaklarının

izin verdiği ölçüde sanat ortamını desteklemesi

ve kendi alanlarında bağımsız

üretim yapanlarla iş birlikçilerine gelecekte

ortak çalışma ve çeşitli burs imkânları

sunması gerektiğine inanıyoruz.

Müzelerin bahsi geçen bütün taraflara

yönelik yeterli kaynağı tedarik etmesi

mümkün olmadığı için Avrupa’daki merkezî

ve yerel yönetimlerden sanatçılar ve

kültür çalışanlarına, serbest meslek sahipleriyle

sivil toplum kuruluşlarına yaşadığımız

olağandışı dönemi atlatabilmeleri

için mali katkıda bulunmalarını talep

ediyoruz.

| Gezme Deneyimini Dijital Dünyaya Aynen Aktarmak Bugünkü Teknolojiyle Mümkün Değil

Yeni Bir Farkındalıkla Çalışmalıyız

Süregelen kriz, kültür girişimlerinin çoğunluğunun

faaliyet gösterdiği alan olan

sivil toplumu en sert şekilde vuracak. Bu

çok yönlü taban örgütlenmelerinin zengin

dünyasını ayakta tutmak, küresel kültürümüzün

geleceği için temel gerekliliklerden

biri olacak kuşkusuz. Mevcut aciliyet

hâlinin ötesinde, yarından sonraki gün

olarak adlandırabileceğimiz, sanat dünyasıyla

dayanışma mesajlarının artık yeterli

olmadığı bir zamanın geleceğinin de

farkındayız. Dikkatli ve sabırlı bir şekilde

yapılarımızı tekrar halkın kullanımına açtığımızda,

sağlıklı bir sivil toplumun kendine

olan güvenini kamusal düzlemde yeniden

inşa edebileceği yerler olmak için

yeni bir farkındalıkla çalışmalıyız.

Kültür Kurumlarının Büyük

Sorumlulukları

Kültür alanındaki kamu kurumları, sanat

ve sanatçıların dünyayı başka türlü hayal

etme, imkânsızı gerçekleştirmek için

zihinsel ve duygusal alanlar yaratma gücünden

temel alan büyük bir sorumluluk

taşıyor. Dolayısıyla hükûmetlerin; özgürleştirici

doğasının yanı sıra karmaşa, belirsizlik

ve şüphe içerisinde parçalanmadan

yaşamaya katkısından ötürü kültürü,

virüs kaynaklı felaketin ortasında bir sığınak

olarak görmeye başlaması gerektiğini

düşünüyoruz. Bu doğrultuda, hükûmetler

kadar özel işletmeler ve bireylerden sanat

ve kültüre bağlılıklarını tazelemelerini

istiyoruz.

Eskisi Gibi İşlemeyecek

L’Internationale üyesi ve ortağı kurumlar

olarak İstanbul’dan Dublin’e, Madrid’den

Varşova’ya, Ljubljana’dan Göteborg’a,

Avrupa’nın dört yanında olanların bilincindeyiz.

Toparlanmak zaman alacak;

geçmişteki normallere olduğu gibi bir

geri dönüş mümkün değil elbette. Çoğu

temel koşulun artık eskisi gibi işlemeyecek

olması, çeşitli riskleri ve şüphesiz

birtakım fırsatları beraberinde getiriyor.

Bulunduğumuz ülkelerin etkin kültür

kurumları olarak, program ve faaliyetlerimizi

sivil toplumun talep ettiği ve karşılayabildiği

şekilde yeniden düzenleme

gereksinimini kabul ediyoruz; ancak,

ekonomi, politika ve kültür arasındaki dinamik

etkileşimin yeni bir dengeye ihtiyaç

duyduğu görüşünde ısrarcıyız. Kâr

odaklılık, eşitsizliğe gösterilen kayıtsızlık,

gezegenimiz ve yaşam formlarının yok

oluşu eskisi gibi süremez.

ses, metin gibi araçlarla dijital ortamda

hatırlamayı ve hatırlatmayı elbette sürdüreceğiz;

fakat fiziksel mekândaki sergilerin

360 derece kamerayla sanal ortama

aktarılması yöntemi daha çok iki boyutlu

yapıtlar, mekânla yoğun bir ilişki kurmayan,

tarih, arkeoloji gibi bilgi odaklı sergiler

için iyi işliyor.

Dijital Mecralara Yönelik

Özgün Çalışmalar

Bu dönemde aslen fiziksel mekân için

kurgulanmış sergileri dijital ortama uyarlamaya

çalışmaktansa dijital mecralara

yönelik özgün çalışmalar oluşturmanın

daha anlamlı olduğunu düşünüyoruz.

Bu kapsamda #evdeçal isimli yeni bir video

seçkisini web sitemizde yayınlamaya

başladık. Arter Koleksiyonu’ndan farklı

icra yöntemleri aracılığıyla sesle ve müzikle

bağlar kuran sekiz videoyu bir araya

getiren bu seçki, web sitemizde izlenebildi.

Sesin fiziksel kısıtların ötesine geçerek

iletişim kurma, görünür kılma, yer değiştirme

ya da karşı koyma imkânlarını hatırlatan

bu seçkilere #evdeçal başlığıyla

devam etmeyi öngörüyoruz.

Meraklı ve Çoğul Bir Kültür

Bir toplum olarak bölünme, kemer sıkma,

yabancı düşmanlığı ve çatışma seslerini

kendimizden uzak tutmayı seçmeliyiz.

Müzelerin bunlar yerine birbiriyle ilişkili,

meraklı ve çoğul bir kültürün faydalarını

sunması; beden, zihin ve ruh bakımından

sağlıklı bir toplumun oluşumuna katkıda

bulunması gerekliliğinin altını çiziyoruz.

Modern Sanatın Evrenselci Hırsları

L’Internationale, modern sanatın sömürgecilikten

gelen temelleri ve evrenselci

hırslarını eleştirirken bir yandan da

özgürleştirici geleneklerine bağlı olan kurumlardan

oluşuyor. Şu günlerde foyası

iyice belli olan, kendine fazla güvenli ve

hâlinden memnun bir küresel ekonomik

düzenin bastırdığı sesleri dinlemek ve onlarla

diyaloğa girmek istiyoruz. Bu zamanı,

kurumlarımızı meydana getiren tarihî

ve jeopolitik varsayımları yeniden yorumlamak

ve 1989 çevresindeki dönüşümlerden

bu yana öğrendiklerimizden yeni olasılıkların

ortaya çıkmasına vesile olmak

için kullanma niyetindeyiz. Her şeyden de

önemlisi, karşılıklı güven ve ilişkiye dayalı

bir toplum için gerekli “hayatı idame

ettiren karmaşık ağlar” oluşturmada sanatın

ve kültür kurumlarının olumlu bir

rol oynadığı, sürdürülebilir ve demokratik

nitelikte ortak bir geleceği şekillendirme

uğraşısının parçası olma amacımızı ısrarla

yineliyoruz.”

L’internationale

L’Internationale, yedi sanat kurumu ile

konfederasyon ortağı iki eğitim kurumunu

bir araya getiriyor: Moderna galerija

(MG+MSUM, Ljubljana, Slovenya); Museo

Reina Sofía (Madrid, İspanya); MACBA

Museu d’Art Contemporani de Barcelona

(İspanya); Museum van Hedendaagse

Kunst Antwerpen (M HKA, Antwerp,

Belçika); Muzeum Sztuki Nowoczesnej

w Warszawie (Varşova, Polanya);

SALT (İstanbul ve Ankara, Türkiye);

Van Abbemuseum (VAM, Eindhoven,

Hollanda) ile HDK-Valand Academy

(Göteborg, İsviçre) ve National College of

Art and Design (NCAD, Dublin, İrlanda).

Kurumlar, Avrupa Birliği’nin Creative

Europe programı tarafından desteklenen

ve konferans, sergi ve atölye gibi 40’tan

fazla L’Internationale programını içeren

Our Many Europes [Avrupalarımız] projesinin

(2019–2022) çalışmalarına devam

ediyor.

ni ve sanat tarihi yazımına katkıda bulunmayı

hedefleyen yayıncılık faaliyetlerimiz

kapsamında 2010 yılından bu yana basılı

yayınlar bağlamında birçok yeni metnin

oluşturulmasına vesile olduk ve destek

verdik. Bu dönemde Arter Yayınları

kapsamında yayımlanan yazıların bir bölümünü

web sitemizde dijital olarak erişime

açmaya hazırlanıyoruz.

Seminerleri, Dijital Ortama Taşıdık

Öğrenme Programımız kapsamında süregiden

Arter Araştırma Programı’nın 10

katılımcısı çevrimiçi yollarla çalışmalarına

devam ediyor. Gençlik Konseyi, program

yürütücüsü Güneş Terkol’un katılımcılara

ilettiği evde yapabilecekleri

egzersizlerle yol alıyor. Çağdaş Sanat

Seminerleri’ni de dijital ortama taşıdık:

Sena Başöz yürütücülüğünde 12 Mayıs’ta

başlayan “Çağdaş Sanat: Giriş – Gelişme

– Süreç” başlıklı seminer dört hafta boyunca,

Dila Yumurtacı yürütücülüğündeki

ücretsiz Hareket Atölyesi 3 Haziran’a dek

her Çarşamba fiziksel buluşma olmaksızın,

ekranlarımız aracılığıyla devam ediyor.

Aydın Dorsay

Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası,

Borusan Quartet ve Borusan Müzik Evi

Müdürü

İçinde bulunduğumuz durum, alınan

önlemler ile beraber sanatın sunuluş

biçimlerini de etkiliyor. Bu süreçte kurumlar

ve/veya kişiler kendi sanat icralarını,

yeni döneme uygun hale getirmeye

çalışıyorlar. Her sanat dalı için farklı zorlukları

veya kolaylıkları var içinde olduğumuz

durumun.

Evet online etkinlikler olacaktır ancak

canlı ve yerinde bir sanatı izlemenin keyfi

de ayrıdır. O yüzden insanlar bir süre sonra

birlikte olmak, aynı havayı, mekânı solumak

için tekrar salonları, alanları sanat

için dolduracaktır.

İki-üç Alternatifli Plan Yapıyoruz

Bu sürecin normale dönmesini beklerken

bizler de alternatif mecraları, sunum

teknikleri ve teknik alt yapıları araştırıyoruz.

Sonuçta üç markamızın da farklı

dinamikleri, kolaylıkları ve zorlukları

var. Büyük orkestraların ilk etapta sanatçı

sağlığı için bir araya gelmesi şimdilik

zor gözüküyor. Oda orkestrası veya

küçük gruplar halinde repertuvar değiştirerek

yeni program yapmayı da planlıyoruz.

Bunları online konserler olarak da

sunabiliriz. Borusan Quartet için de online

konser planlamaları yapıyoruz. Ama

bugünden sezonun başlangıç tarihi olan

ekim ayını görmek çok kolay değil. Bu nedenle

iki-üç alternatifli plan yapmak durumundayız.

Borusan Müzik Evi için,

konserlerin kaydının alınması, yayınlanması

planlarımız arasında. Tabii bu işlerin

tamamının düzgün ve doğru yapılması

için teknik alt yapılarımızı güncellememiz

gerekiyor. Bunun için de çalışmalarımız

devam ediyor.

Belki Kalıcı Belki Geçici

Sanat dünyasında beklenen yenilikleri değil

de aniden, hiç beklemediğimiz bir anda

gelişen bu sürecin dijitalleşmeyi nasıl etkilediğinden

ya da nasıl şekillendirdiğinden

söz etmek lazım çünkü biz, bizatihi

organizasyonu gerçekleştiren insanlar

olarak beklentilerimizi de sürece göre şekillendiriyorduk.

Ancak sanatı izleyiciye

ya da seyirciye sunma biçimimiz belki

kalıcı belki de geçici olarak değişime uğrayacak.

Bu bağlamda yenilik dediğimizde,

onun geçici -sürece uygun- ya da kalıcı

olarak tanımlanması gerekiyor; bunun

için de oldukça erken olduğunu henüz sürecin

kendi karakterini almadığını düşünüyorum.

Dolayısıyla dijitalleşmenin de

farklı sanat dalları ve bunların izleyici ya

da seyirciye ulaşma biçimine göre bir karakter

almasını sürecin kendisi belirleyecek.

Bir Konser Salonunda Yüzlerce

Kişiyle Beraber Dinlemek...

“Sanatın dijitalleşmesi mümkün

mü?”: Dijital çağda en çok tartışılan konulardan

biri olan bu soruyu, şu anda

içinde olduğumuz durumda yorumlamak

biraz zor. Dijital arşiv için ve kolay paylaşım

için evet, dijital (video/ses) kaydının

alınması iyi bir şey. Ancak bir konser

salonunda büyük bir orkestrayı oturup,

yüzlerce kişiyle beraber dinlemenin keyfi

de ayrı.

İcra sanatın içeriğine, tekniğine göre

değişir. Bir konser salonunun (örneğin

Musikverein/Viyana) görkemini, yaşanmışlığını,

kokusunu ancak orada olunca

anlayabiliriz. İleride teknoloji daha da geliştiğinde

belki de bu cevabımı değiştirmem

gerekebilir.

Sanatın Tanımı Her An Değişiyor

Sanatın tanımı her an değişiyor. Yeni türler,

akımlar ortaya çıkıyor, bazıları uzun

soluklu bazıları kısa sürüyor. Aynı zamanda

uzun yıllardır hayatımızda olan

türlerin de devam ettiğini görüyoruz. O

yüzden tanımın değişmesi, gelişmesi insan

hayatı sürdüğü sürece devam edecektir.

Bu durum bittiğinde ancak sanatın

tanımının değişip değişmediğini söyleyebiliriz.

| ARTER

İçinde bulunduğumuz dönemin sanat

endüstrisine uzun vadeli etkilerini

şimdiden öngörmek mümkün değil.

Kültür kurumları olarak fiziksel mekânlarımızın

geçici olarak kapalı olduğu bu süreçte

ekipler olarak kendi içimizde, birlikte

içerik ürettiğimiz kişi ve kurumlarla,

ziyaretçilerimiz ve takipçilerimizle etkileşime

geçmenin yeni yollarını keşfediyoruz.

Biz de Arter olarak dijital araçlarla,

coğrafyadan bağımsız olarak daha geniş

kitlelerle buluşmayı deneyimliyor ve misyonumuzu

sürdürülebilir biçimlerde hayata

geçirmeye devam edebilmek için çalışıyoruz.

Dijital Ortam, Bilgi Odaklı

Sergiler İçin İyi İşliyor

Arter olarak büyük ölçüde fiziksel mekân

içerisinde cereyan eden bir sergi programı

sunuyoruz; programımız çok büyük

ölçüde mekânla güçlü bağlar kuran,

fiziksel mekân içerisinde deneyimlenmek

üzere kurgulanmış sergilerden oluşuyor.

Fiziksel mekân içerisindeki sergi

gezme deneyimini dijital dünyaya aynen

aktarmak bugünkü teknolojiyle mümkün

olmuyor. Örneğin Arter’in geçici olarak

ziyarete kapanmadan önce yakın zamanda

sergilemeye başladığı Cevdet

Erek’in “Bergama Stereotip” başlıklı sesli

mimari yerleştirmesi, hem mekân içine

yerleşen ve ziyaretçinin üzerinde gezinebileceği

bir mimari yapıdan hem de

bu yapıya entegre hoparlörlerden yayılan

ses unsurlarından oluşuyor. Bu yerleştirmeye

dair deneyimi 360 derece kamerayla

dijital ortama aktarmak yapıtın ya eksik

ya da farklı bir versiyonunu ortaya koymak

anlamına gelecektir. Kapalı olduğumuz

dönemde bu sergiyi fotoğraf, video,

Google Arts and Culture’da

Arter Sayfası

Sergilerimiz dışında bir yandan Arter olarak

mevcut kriz durumu öncesinde planlamış

olduğumuz programlarımızı yeni

döneme uyarlayarak, çevrimiçi etkinliklerle

ve eski etkinlik ve programlarımızı

hatırlayarak geçiriyoruz. 10. kuruluş

yıldönümümüzle beraber Arter

Koleksiyonu’nu web sitemiz üzerinden

dijital erişime açmayı hedefliyoruz. Aynı

dönemde, Dünya Müzeler Günü’yle paralel

olarak Google Arts and Culture’daki

Arter sayfasının da lansmanını gerçekleştirdik.

Elektronik Yayıncılık Projesi

Bir süredir üzerinde çalıştığımız ve lansmanını

2021’de yapmayı öngördüğümüz

elektronik yayıncılık projesinin başlangıç

tarihini de içinde bulunduğumuz yeni

gerçeklikte erkene almaya karar verdik.

Özgün araştırmaların hayata geçirilmesi-

Sosyal Mesafe Odaklı Etkinlikler

Öğrenme Programı ekibimiz sosyal mesafelenme

döneminde gerçekleştirmek

üzere yeni bir etkinlik formatı geliştirdi.

Her katılımcının evinde bulunan bir sanat

yapıtını veya nesneyi diğer katılımcılara

anlatmasını temel alan bu çevrimiçi

buluşmalar 11 Mayıs’tan bu yana her

hafta Pazartesi günü saat 19:00’da Zoom

üzerinden gerçekleşiyor. Rehberli sergi

turları da bu dönemde ekran paylaşımlı

çevrimiçi buluşmalar aracılığıyla

sürdürüyoruz. Etkinlik Programımız kapsamında

planlamış olduğumuz canlı performansları

şimdilik süresiz ertelemiş olsak

da bu dönemi eski etkinliklerimizden

seçkiler paylaşarak, Spotify’da kullanıcılarımıza

yönelik listeler hazırlayarak geçiriyoruz.



14 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

DOSYA KONUSU / SORUŞTURMA

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 15

DOSYA KONUSU / SORUŞTURMA

Kısıtlı Mekanda Flanörlük, Yavaşlama ve Gelecek

Evde flanör (flaneur) olunabilir mi? Peki yavaşladık mı sahiden? Her

şey bittiğinde bizi nasıl bir kültür ortamı bekliyor? Kültür dünyamızda

farklı alanlarda üreten isimlerin bu sorulara verdikleri yanıtlar, kültürel

algı ve rutinlerinde olan değişimlerle birlikte, kısıtlı mekanda flanörlük,

yavaşlama ve salgın sonrası kültür ortamının geleceği gibi konularda

düşünmemize aracı oluyor.

Melike Ayça GÜZEL

Hilmi Yavuz

ŞAİR, YAZAR

“Evde ‘dışa kapalı’ kalmak, duygusal

bir ‘içe kapanma’yı olanaklı

kılıyor.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Hayatım pek değişmedi, evle kütüphanem arasında çok az insanla

karşılaşarak, yazarak ve okuyarak yaşıyordum. Tercih ederek,

bile isteye yaşadığım için şikayetim yoktu, külfetli olan,

pandemiyle herkesin eve kapanmak zorunda kalması oldu, çevreme

moral ve vitamin olmaya çalışıyorum.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Ne dersem diyeyim, romantik bir cevap vermiş olurum. Bir bibliyofil

ve sinefil, evde yaşayan, evde yazarak geçinen biri flaneur

olabilir mi?

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Hayatım boyunca yavaş insanlarla arkadaş olamadım ve çalışamadım.

Yoga yapamam veya balık tutamam mesela… Günde en

az beş kilometre yürüyordum, pandemiden sonra ya gizli saklı,

kaça kaça yürüyorum ya da evin içinde spor yaparak bunu sürdürmeye

çalışıyorum. Küçümsediğim sanılmasın, ben yapamıyorum,

yavaşlamanın ancak edebiyatını okuyabiliyorum.

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Matbaa teknolojileriyle yürüyen hemen her şey kolay toparlanamayacak.

Dijital medya ve televizyon dışında her şey çok çok

küçülecek. İnsanların sinema ve tiyatroya gitmesi, fuarları, kitapçıları

doldurması uzun zaman alacak. Görünen o.

Emrah Polat

YAZAR

“Ruhsal gezinme sürecinde insan

kendi coğrafyasını, kendi “kentini”

inşa ediyor.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Çoğunlukla bilgisayar başında. Eski yazılarımı facebook’ta

paylaşmak beni oyalıyor ve -itiraf etmeliyim, ruh sağlığıma da iyi

geliyor: çok ‘like’ alıyorum! Deyiş yerindeyse, bir tür ‘geviş getirme’

hazzı… Evim, kiracıyım, çok küçük bir bekâr evi ve yalnız

yaşıyorum. İyi ki bir koridorum var ve her gün ‘koridor voltası’

atıyorum; -yarım saat! Okumalar sürüyor. Eskiler, ‘kahır yüzünden

lütûf’ derler: Okunması gereken -ve elbette ‘dışarı’da bulunmak

zorunluluğu yüzünden okunamayan kitaplar! Bu arada

Heidegger, Hölderlin ve Alman Romantizmi üzerine kapsamlı bir

makale çalışması… Film, müzik… Bunları söylemiyorum;-söylenmesi

âdettendir çünkü!

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Eagleton, flâneur’lüğü, ‘bakışlarıyla şehri estetize etmek’ diye

tanımlıyor. Bir kere ‘şehir’ yok! Dahası, tüm odaları, yatak odası

dışında, binlerce kitapla dolu bir evde, bakışlarla estetize edilebilecek

ne olabilir? Xavier de Montepin’in ‘Odamda Seyahat’ini

anımsıyorum. Evde ‘dışa kapalı’ kalmak, duygusal bir ‘içe kapanma’yı

olanaklı kılıyor. Öğle yemeğinden sonra, koltuğa uzanıp

‘geçmiş zamanın peşinde[n]’ yavaş yavaş yolculuğa başlıyorum;

-ruhsal bir ‘geviş getirme’ daha!

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Yaşlı biriyim ben; yaşlanmak, yavaşlıktır: Dolayısıyla, yavaşlığa

alışkınım; -‘koridor voltası’ dışında elbet. Karantina günlerinde

zamanın yavaşladığını duyumsuyorsunuz: Bergson’un ‘durée’

si ya da iç zaman! ‘İçerde’yseniz, zamanınız ‘iç zaman’dır artık.

Bir şiirimden şu dizeleri anmanın tam sırası galiba: ‘kalbim,

durma yetiş eski yazlara/ nedense bir durgunluk var saatlerde’.

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Bir tahminde bulunmak zor. Yazarın, sanatçının, entelektüelin

bu karantina sürecini nasıl yaşadığına bağlı…

Levent Cantek

AKADEMİSYEN, YAZAR

“Yavaşlamanın ancak edebiyatını

okuyabiliyorum.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Son bir ay, uyumak dışında sürekli çalıştım. Küçük bir teknemiz

var bizim; edebiyathaber.net, yaşadığımız fırtınalı havada onu

su üzerinde tutmak için çırpınıp duruyoruz.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Ruhsal bir gezinme mümkün evde. Bu gezinme sürecinde insan

kendi coğrafyasını, diyelim “kentini” inşa ediyor. Kent esasen,

nesnel karşılığı olmakla birlikte fiktif bir nosyon bildiğiniz gibi;

bu bağlamda kimse bize kenti gösteremez. Gösterilebilecek olan

onun parçaları oluyor malum; evler, yollar, müzeler, kafeler gibi.

Böylesi bir soyutlama düzeyinden bakınca evde ya da herhangi

bir mekanda kentin “sokaklarındaymış gibi” dolaşmak pekala

mümkün. Burada elbette zihinsel haritalar kılavuzluk ediyor

insana ve bu haritaları oluşturan; kişinin deneyimi, birikimi, ilgi

alanları…

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Yavaşlığın psikolojisi üzerine elbette genel geçer sözler sarf etmek

mümkün, fakat hayatıma bakınca şunu görüyorum ki yavaş

olma halini, hiç deneyimlememişim ben. Hastanelerde aylarca

kımıldamadan yattığımda dahi zihni bir hızın pençesinde kıvranıyordum;

bipolaritenin getirdiği maalesef durulmayan bir zihin

benimkisi. İnsanların çoğu deliliği romantize eder, hayatının

bir döneminde gerçeklik algısı “başkalaşmış” biri olarak söylüyorum;

delilik, insanın ve çevresinin başına gelebilecek en büyük

yıkımdır. İyi ki psikiyatri var…

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Kuşkusuz Dijital Sanat’ın önü çok açıldı. İzleyiciyi, açık ya da

zımni olarak pasif bir alımlayıcı olarak konumlandıran eğilimlerin

eski güçlerini yavaş yavaş yitireceğini düşünüyorum. Sanal

ortamlar önem kazanıyor, daha da kazanacak sanırım.

Ali Akay

AKADEMİSYEN, KÜRATÖR

“Yaşam biçimlerimizin zehrini

atalım.”

Kavramın doğasındaki “avarelik” kısıtlı mekanda

yerine getirilemese de aynı kavramın kilometre

taşlarından “durup düşünerek olayları

değerlendirmeyi, ince zevklerin keyfini çıkarmayı

ve günü dermeyi” görece yavaşladığımız bu dönemde

nasıl becerebiliyoruz? Peki yavaşladık mı sahiden?

Yoksa aynı etkinlikleri dört duvar arasında gerçekleştirerek

yalnızca mekanlarımızı mı sınırlandırdık?

Dijital iletişimin, sanal etkinliklerin öneminin arttığı

aşikar, her şey bittiğinde bizi nasıl bir kültür ortamı

bekliyor?

Kültür dünyamızda farklı alanlarda üreten isimlerin

Covid 19 salgınıyla birlikte bu sorulara verdikleri

yanıtlar, kültürel algı ve rutinlerinde olan değişimlerle

birlikte, kısıtlı mekanda flanörlük, yavaşlama ve

salgın sonrası kültür ortamının geleceği gibi konularda

düşünmemize aracı oluyor.

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Sabah çok erken kalkmıyorum. Kahve ve haberlere bakıyorum

(önce internet gazeteleri, sonra Euronews, France 23, LCI sonra

New York Times ve sonra da facebook’tan gelen haberler. Bir

kaç kahve bu arada tüketilebiliyor. Sonra 5-10 dakika kültürfizik

(top oynadığım gençlik zamanımdan kalma egzersiz hareketleri

evin içinde yapılanlar. Bu arada pencereleri açıp evi havalandırmak.

Ayrı yerlerde olmak durumunda kaldığımız hayat

arkadaşım –eşim– ile uzun konuşmalar (günde iki üç defa tekrarlıyoruz).

Sonra telefondan gelen mesajlara cevap vermek:

Üniversite, eski arkadaşlar. Arkasından yemek ile ilgili meşgale,

ardından ise üniversitede vermekte olduğum dersleri hazırlamak

(bu günün çeşitli zamanlarında aralıklı bir şekilde devam

eden bir uğraş ve ardından derslerin olduğu gün ve saatlerde ses

kaydı ile birini, diğerini ise skype ile gerçekleştiriyorum. Yemek

hazırlıkları sırasında önce televizyondan haberlere (Türkiye haberleri

bilhassa) bakmak ve ara sıra da yine internetten Fransız

haberlerine bakmak. Akşam olduğunda ise yemek yedikten sonra

bazen –ender iyi film bulmak zor- ama varsa eğer televizyonda

film veya internetten bulduğum bir filmi seyretmek veya bazen

ikiye de çıkabiliyor filmler.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Yani evde flaneur olmak bana göre zor. Eğer sayılabilirse, sanal

bir flanörlük gibi bir şey belki; ama buna flaneur demek bana

zor geliyor. Bazı günlerde ise tabii ev temizliği gerekmekte (her

gün değil tabii). Flaneur’e baktığımızda çok üzücü bir örneğimiz

var önümüzde: Nazi Almanya’sından kaçan ve Almanlar tarafından

yakalanıp kampa kapatılan ve daha kötü bir kampa yollanacağı

sırada Almancaya çevirdiği Saint-John Perse’in yardımıyla

kampa gitmekten kaçıp Pireneler’de İspanya Fransa sınırında

Port-Bou’da 26-27 Eylül 1940’da aşırı morfin alarak intihar

eden Walter Benjamin flaneurlük üzerine olan çalışmasını bitiremeden

orada bulunan Georges Bataille’a vermişti el yazmalarını.

Yaşamış olsaydı kendisi bitirecekti herhalde (?). Flaneur

olmak onun çalışma alanını da belirlemekteydi; ama asıl kütüphaneydi

bu alan. Aragon’un kitabından yola çıkarak gerçekleştirdiği

Pasajlar belki de bugün başka bir şekilde ele alınan bir çalışma

halinde okunacaktı. Evde okumaya devam edelim biz de

bugünkü “sosyal izolasyon” dönemlerinde, bekleyerek bu sirayetin

bitmesini... Ve de Edgar Morin’in bugünlerde söylediği

gibi: “Yaşam biçimlerimizin zehrini atalım! Yoksa dayanışmasız

bir küreselleşme içinde sosyal ve psikolojik olarak boğulup kalınmaktaydı.”

Teknolojik açılım halklar arasındaki dayanışmayı

gerçekleştiremiyorsa bunun nasıl bir açılım olduğunu tekrar düşünmek

gerekmektedir. Halbuki virüs göstermekte ki, bizim kaderlerimiz

ortaktır, dışlamalarımız değil!”

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Belki çok hızlı bir hayat yaşıyorduk. Ben bundan şikayetçi değildim.

Ayda bazen bir veya iki seyahat yapıyordum nerdeyse sene

içinde. Bu sefer alışmamız gerekecek. Son otuz yıldır yer değiştirerek

(seyahat, konferans için sergi için yaptığım seyahatler

(dünyanın 4 yerine Şili’den Taipei’ye kadar -Avusturalya hariçkıtalar

arası yaptığım seyahatleri tekrar yapacağımı zannetmiyorum

artık) veya ders vermek için daha uzun dönemlerde gittiğim

şehirlerdeki üniversiteler ve müzeler (Humboldt, Sorbonne,

Paris VIII, I.N.H.A, Columbia, E.N.A.M). Yaşanan bir hayat alışkanlıklarını

bırakmayı öğrenmek gerekecek artık. Ama tabii bugünkü

durumda endişe ucunu göremediğimiz bir zaman birimi

ile karşı karşıya olmamamız. Ama durumun bir zaman sonra değişeceği

umudunu taşımaya devam ediyorum; fakat bu yeni bir

ruh hali olacak sanırım. Kitaplarımdan birinin başlığı “Sanatın

ve Sosyolojinin Ruh Hali” (Bağlam Yay.) idi. Bir bakıma bu dönem

arkada kalmış olabilir. Başka bir yaşam biçimine gitmeye

başladığımızı görmek gerekecek. Ruhumuzu da buna göre

ayarlamak durumundayız. Kendimize dönüp bakmak, eski tinsel

alıştırmaların bugünkü durumu üzerine düşünmek yeni psikemizi

belirlemeye başlayacak. Yavaşlama demek kendi kendinin

endişesi içine girmenin başlangıcı olmaya yüz tutmaktadır.

Bu yavaşlama iyi bir şey olabilir, yeter ki sevdiklerimiz ile birlikte

olmaya devam edelim.

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Sanatı nasıl etkileyecek? Kültürü etkileyeceği kesin: daha evvel

düşünmediğimiz bir sürü şey değişmek zorunda kalacaktır. En

azından yeniden “eski tas eski hamam haline gelinceye kadar!”

Sanat ve düşünce bireysel uğraşlar, yalnızlık gerektiren anlar;

ama bazen de kolektif bir şekilde düşünebilmenin (ikili veya birden

çoklu) avantajları da yok değildir. Ama buluş, sanatsal yaratı

sanatçıların yalnız kaldıkları anlarda ortaya çıkabiliyor. O

bakımdan “sanatı nasıl etkileyeceğini” söylemek, sanat yazarı

veya küratör veya sosyolog olarak bana düşmez; sanatçıların yapabileceği

şey bu. Keşke bu hep vurgulansa! Bunu fark etmeyenler

varsa bunu bu virüs ile değil daha önceden fark etselerdi. Ama

bu yeni dünyasal durumun etkili olacağı tabii ki kesin. Etika hiç

olmadığı kadar hayatlarında herkesin ihtiyacı olan bir şey. Eski

hızda yaşanmayan bir durum üzerine eskisi gibi yaşamak, davranmak

çok zor olacak herhalde, ortalama insanlar için. Ama

bunu bugün öğrenmek zorunda kaldık. İsterdi ki gönül, bu başka

şartlarda öğrenilseydi. Bugün yaşanmasaydı.

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Ben rutin bir çalışma düzenine sahip değilim. Birden fazla

iş yaptığım için günlerce eve kapandığım ve bilgisayar

başından kalkamadığım da olur, şehir içinde oradan

oraya gittiğim ya da şehir dışına ve yurt dışına art arda

yolculuk yaptığım da. Yetiştirecek işim olmadan eve kapanmak

özleyip de yapamadığım bir şey. Bu süreçte asla

şikayet etmeyeceğim bir şey varsa o da aylaklık etmektir.

Kaldı ki henüz ona vakit bulamadım. İzlenecek filmlerim

var, zaten hiç bitmez! Şöyle zamanı unutarak kitap

okumaya hasretim. Dostoyevski’nin Budala’sını bir kez

daha okumayı çekti canım bu ortamda. Dolap temizlemek

ve düzenlemek gibi vakit bulamadığım işlere el attım.

Daha geç yatıyor, daha geç kalkıyor, ev yemeği yiyor

ve televizyon izliyorum ki bu benim için büyük bir lüks!

Sosyal medyaya ve WhatsApp’taki arkadaş gruplarıma

daha fazla bakıyorum.

Barış Müstecaplıoğlu

YAZAR, İŞ İNSANI

“Bu sıkışmışlık sona erdiğinde

arka arkaya çıkacak çarpıcı

romanlar, tiyatro oyunları, filmler

kültür sanat ortamımızı renklendirecek.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Bu salgından önce de genelde evde olan birisiydim. O nedenle

dostları görememek dışında hayatımda büyük değişiklik

olmadı. Yine yazıyor ve çeviriyor, yine yemek

yapıp kitap okuyup film izliyorum. Balkondan baharı izliyor,

kuşları dinliyor, temizlenen havayı soluyorum.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Flaneur olmak konusunda hayalen de olsa şanslıyım sanırım.

Çünkü henüz bitirdiğim romanda James Joyce

ile İstanbul’un altını üstüne getiriyoruz. İstiklal senin,

Kadıköy benim, oradan ver elini Kuzguncuk şeklinde

dolanıyoruz. İlaveten çocuk kitabımı da İngilizceye

çevirmekle uğraşıyorum. Onda da olaylar Mısır’da,

İspanya’da, Japonya’da, İtalya’da falan geçiyor. Yani o

kente dahil olma duygusunu hayalen de olsa kenarından

kıyısından yaşadığımı söyleyebilirim. Elbette bu işler bitince

çıkıp aynı yerleri kanlı canlı dolaşmayı da özlemiyor

değilim. Öte yanda sırf vakit geçirmek için değil, sanattan

beslenerek de flaneur olabiliriz. Dün Yiğit Bener’in “Acı

Portakal” romanını bitirdim. Bizi Hollanda, İstanbul,

Dominik ve Mauritius’ta acı-tatlı bir geziye çıkarıyor.

Youtube’da Shakespeare Globe oyunlarını izliyorum.

Müthişler. Ulysses ile Dublin’i dolaşmak için iyi bir fırsat

Gül İrepoğlu

SANAT TARİHÇİSİ VE YAZAR

““Az”ın aslında yeterli, “yavaş”ın

da aslında gerekli olduğunu keşfetmek.”

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Internette flânerie mümkün elbet! Teknoloji sayesinde

dünyanın dört bir yanındaki akraba ve dostlarımızla yüz

yüze görüşebiliyoruz. Ancak bütün bunları bir virüs kapma

tehdidiyle, yakınlarını kaybetme korkusuyla, salgının

ardından gelecek ekonomik kriz kaygısıyla yapmanın

baskısı altında bütün olumlu yanlarını ihmal edebiliriz.

Asıl vahim olan bu ortamda çalışmak zorunda olanların

durumu.

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Son birkaç yıldır yavaşlamaya çalışan bir insanım.

Yaşlandıkça beden de zihin de yavaşlamak istiyor. Daha

sakin, daha düzenli, daha az yorucu bir hayat sürmek,

durup düşünerek çalışmak, güzel şeylerin tadını

çıkarmak istiyor... “Yavaş şehir” misali akımlar buradan

çıktı. Öğle uykusu çekilen sıcak iklim kültürleri bu

yüzden yüceltilir. Ancak bu küresel salgının neden olduğu

karantina bir yavaşlama değil, mahkumiyet psikolojisi

yaratıyor. Özgürlüklerimiz büyük ölçüde engellendi ve

engellenmeye de devam edecek gibi. Silahlı kuvvetler ve

kolluk kuvvetleri hâlâ bir arada bulunabiliyor ama kitleler

bir araya gelemiyor. Küresel grevlerden medet umuyorduk,

iklim için, insan hakları için hayatı durdurmaktan

söz ediyorduk, ama öngördüğümüz eylem biçimleri

şimdi eylemsizliğimizi garantilemek isteyenlerin silahı

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Yazarlık dışında tam zamanlı bir işim ve 4,5 yaşında

oyuncu bir kızım var. Anaokulları da kapalı olduğu için iş

ve çocukla evde olmak zaman yönetimini epey zorlaştırıyor.

Genelde 21.30’a kadar hayat bu koşturmacayla geçiyor.

Sonra bazen gece 4.00’e kadar süren yazar kimliğime

bürünüyorum. Anlayacağınız fantastik öykülerin

kurt adamları ya da Dr.Jekyll ve Mr.Hyde’ları gibi gündüz

farklı gece farklı bir hayat sürüyorum. Yazmak öncelikle

zihni ve ruhu doldurmayı gerektiriyor, yaratıcılığın

bir hazırlık süreci var. Bu yüzden bu vakitlerde yazdığım

kadar ilham verici eserler de okuyorum, izliyorum, dinliyorum.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Sanal ortamda belgeseller ve dijital programlar sayesinde

farklı ülkeler, kültürler, insanlar tanımak, dünyaya

onların gözlerinden bakmak da iyi geliyor. Gene de evde

kalmaya romantik anlamlar yüklemeyi doğru bulmuyorum.

İnsan doğaya ait bir canlı ve kapalı kalmak ruha iyi

gelmiyor. Öyle olsaydı, suç işleyenlere hapis cezası veriyor

olmazdık. Moğolistan’a gittiğimde buzla kaplı vadilerde

keskin rüzgarı tenimde hissederek dolaşmakla,

Moğolistan’la ilgili bir belgesel seyretmek aynı deneyimi

yaşatmıyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda elimizden

değil mi bu günler? Trump mı Dostoyevski mi? Sağlık

Bakanlığı mı yoksa Saatleri Ayarlama Enstitüsü mü? Kafa

ütüleyen tartışma programları mı lezzetli bir Neşet Ertaş

türküsü mü? Ben genelde ikincileri yeğliyorum. Size

de tavsiye ederim. İlerde bedenen yapacaklarımız için

zihnimizi besleyeceğimiz bir zaman olarak görmek gerek

bu dönemi.

oldu. Covid-19 kitleleri zapturapt altına alan bir biyolojik

silah işlevi görüyor. Orwellyen bir distopyayı yaşıyoruz.

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Türkiye dahil dünya genelinde bütün kültür sanat endüstrilerinde

büyük bir çöküş yaşanacağına kuşku yok.

Bu endüstrilere büyük önem veren Fransa, Almanya,

Polonya misali devletler şimdiden fonlar ayırdıklarını

açıkladı. Avrupa’da Kuzey ülkelerinin fazla etkileneceğini

sanmam, ama bu yaz turizm gelirlerinden de mahrum

kalacak olan İtalya ve İspanya’nın kendini toplaması

daha uzun sürecektir. Genel olarak ertelemelerin çoğu

iptale dönüşecektir. Daha bir süre agorafobi yaşayacağız

besbelli, insanların konsere, sinemaya, sergiye gitmesi

için biraz vakit geçecek. On-line yayınların gelire dönüşmesini

pek mümkün görmüyorum. O kadar çok bedava

içerik üretiliyor ve arşiv paylaşılıyor ki kimse ödeme

yapması gereken bir etkinliği izlemeyecektir. Belki reklam

sektörü iyi organize olursa bir süre sonra ciddi kültür

sanat içerikli online yayınlar bu feci krizden etkilenen

yaratıcılar için umut olabilir.

gelenin en fazlasını yapmak en doğrusu, ama bir an evvel

dört duvardan kurtulmamızı umut ediyorum.

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Hayat koşullarım pek yavaşlamamama imkan bırakmıyor,

ben de bunu sevmiyorum açıkçası. İşlerimin azaldığı

günlerde de zoom gibi video konferans yöntemleriyle,

sanal ortamda okurlarımla, gençlerle bir araya geliyorum.

Mayıs ayında pek çok okulda öğrencilere fantastik

edebiyat, yaratıcılık ve içinden geçtiğimiz dönemin ruhuna

uygun olarak distopya üzerine dijital seminerler

vereceğim. Bir süredir devam ettiğim Hayallere Ulaşma

Atölyeleri’ni de dijital ortama taşıdık. Elbette yüz yüze

yaşanılan deneyimi birebir tecrübe edemiyoruz, lakin

bazı güzel yönleri de oldu. Örneğin bu seminerlerime eskiden

sadece İstanbul’daki okullardaki öğrenciler ve burada

yaşayan okurlarım katılabiliyordu. Şehir dışına pek

çıkamıyordum. Dijital ortamda Türkiye’nin her yerinden

yazmak ve yaratmakla ilgili deneyimlerimi dinlemek

isteyen dostlarla buluşabiliyoruz. Bugünlerde yavaşlamaktan

çok zamanla yarışmanın psikolojisi etkiliyor

beni. Eğer gerçekten heyecan duyduğum, tutkuyla yaptığım

bir işim olmasa, bu yoğunluk ve koşturmaca oldukça

yıpratıcı olabilirdi. Her şeye rağmen arada elbette mola

vermek gerekiyor. Zihni ve ruhu dinlendirmek şart. Böyle

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Aslında bu baş belası salgının tek bir faydası varsa, onun

da insanlığın bazı duygularla sakince yüzleşmesi olduğunu

düşünüyorum. Tüm bunlar yaşanmadan önce de

sürekli “daha az ve daha sakin” duygusunun güzelliğini

anlatmaya çalışıyordum. Çünkü kapitalizm bize hep daha

fazlayı dayattı. Hepimiz çok değerliydik, biriciktik, her

şeyi hak ediyorduk, harika yaşamalıydık. İyi güzel de tüm

bunlar için hem kendimizin hem başkalarının hayatlarını

ve üstelik bir de doğayı tükettiğimizi unutmuş gibiyiz.

Şimdi bu salgın sayesinde yavaşlayıp, durup düşünerek,

ona buna şuna aslında pek de ihtiyacım yokmuş, diyebileceksek

eyvallah. Bu önemli bir kazançtır. Yavaşlayalım.

Gerçekten biraz yavaşlayıp algımızın yönetilmesine

izin vermeyelim, tüketim canavarları olmayı bırakalım.

Ütopya olduğunu biliyorum ama dev “Citta Slow”lar hayal

ediyorum. Daha az koşturduğumuz, daha dingin yaşadığımız,

daha az tükettiğimiz ama daha çok güldüğümüz

ve en önemlisi farkına vardığımız kentler. Bakalım,

inşallah olur. En azından bireysel anlamda bunu başarabilsek

ne güzel. Yavaş yavaş. Sakin sakin.

Korona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Kültür ortamını ikiye ayırıp düşünmezsek, bu soruyu

sağlıklı yanıtlayamayız sanırım. Bunu sektör ve sanat

olarak ele almalıyız. İşin sektör boyutu elbette büyük

yara alacak. Sanırım en az bir yıl boyunca gerek tedbirler

gerekse tedirginlik nedeniyle sinemadan, tiyatrodan,

konserlerden uzak kalacağız. Edebiyat etkinlikleri daha

az ve seyrek olacak. Bu elbette can sıkıcı bir durum. Ama

meseleyi sanatın gerçek işlevi açısından ele alırsak, yine

yavaşlayıp, bazı kitapları tekrar tekrar okumamız, filmleri

sakince irdelememiz için de bir fırsat bu belki. Çünkü

sanatı da çok hızlı tüketiyorduk.

Son söz; Korona hayatlarımızı elimizden almaya çalışıyorsa,

o hayatın değerini her anlamda bilmek de bize

düşüyor. Bunun için vaka sayısına, yoğun bakım bilgisine

gerek var mı? Maskesiz hayat güzel olacak. Az sabır ve

sakin.

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Yaşadığımız korkunç günlerin getirdiği acılar, kaygılar ve

onların uzantısı yoğun önlemler yaşamı değiştirdi elbette,

ben de hemen hemen hep evdeyim. Zaten evde oturup

çalışmaya alışkınım, kitap yazma süreçlerimin son aşamalarında

bir kaç hafta evden çıkmamışlığım çoktur. Evi

severim, kütüphanem evdedir, masam salonda durur, bol

müzikli ev ortamında rahat yazarım. İçinde bulunduğumuz

atmosfer kaçınılmaz biçimde odaklanmayı zorlaştırıyor;

ara ara olan bitenden soyutlanıp yaratıcılığa sığınmak

her zamankinden daha fazla çaba gerektiriyor,

ancak olanaksız değil. Her zamanki hızımı yakalayamasam

da bazen sabah uyanır uyanmaz, bazen gece zihnim

olmayacak bir anda berraklaştığında verimlice yazıyorum

ve yazarken bunları okuyacak olanların imgelemlerinde

yapacağı yansımaları hayal ederek mutlu oluyorum,

çünkü bir kaç aydır üzerinde çalıştığım yeni kitap

projem yemek ve aşkı sanat tarihinin görselliğiyle birleştiren

bir kurgu. Kitabı mimari formasyonumla düzenleyeceğim,

sanat tarihi formasyonumu kurgunun özgürlüğüyle

birleştireceğim, yemeğin kışkırtıcı çağrışımlarını

da bütünün içine katıp olayı pişireceğim! Amacım yaşamakta

olduğumuz günlere karşın insanları hayallerin

renkli dünyasına taşımak ve gönüllerinde yeni ufuklar

açmaya uğraşmak. Bu bağlamda şimdi mutfağa daha

fazla zaman ayırdığımı belirtmeliyim, yeni yeni yemekler

ve pastalar deniyorum, bu yalnızca hep evde olmanın getirdiği

o ortak eğilimden değil aslında, bu projenin de bir

parçası. Denk geldi diyelim.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Bence “flaneur” olmak için belli bir plan izlen(e)mez,

yaşantının uzantısı size getirirse getirir flanörlüğü. Genel

beklenti (veya tarif), esinlerin sokaktan gelmesiyse de,

ben buna katılmıyorum. Sokağa çıkmadan da türlü medyaya

bakarak, kitap karıştırarak gözlem yapılabilir, hayal

kurulabilir, yeni fikirler üretilebilir ve yansıtılabilir.

Entelektüel birikim yeterlidir.

Alin Taşçıyan

SİNEMA ELEŞTİRMENİ

“Internette flânerie mümkün

elbet!”

anlarda terasımda uzanıp hiçbir şey düşünmeden gökyüzünü

seyretmek, kendimi sakin bir müziğe bırakmak ya

da maskemi takıp sokaklarda amaçsız yürüyüşler yapmak

sevdiğim yöntemler.

Korona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

İnsanlar baskı altında daha yaratıcı olurlar, konfor alanlarında

ise zihnimiz ve ruhumuz körelir. Bu açıdan şu dönem

pek çok yazar dostum üretkenliklerinin düştüğünü söylese

de, bence bu sıkışmışlık sona erdiğinde arka arkaya çıkacak

çarpıcı romanlar, tiyatro oyunları, filmler kültür sanat

ortamımızı renklendirecek. İçinden geçtiğimiz günlerde

çok yoğun duygular, gelgitler, korkular ve umutlarla dolup

taşıyoruz, bu birikimler mutlaka sanata yansıyacaktır.

Edebiyatta zaten son dönemde gücünü artıran distopyanın

daha da ağırlık kazanmasını bekliyorum. Lakin insanların

geleceğe dair umuda da ihtiyacı var. Bu nedenle içlerini ferahlatacak

ütopyalara da ilgi göstereceklerini düşünüyorum.

Sanal ortamda kendilerini ifade etme kaslarını güçlendiren

ve bundan keyif alan sanatçılar sayesinde, önümüzdeki

dönemde dijital sanat hiç olmadığı kadar zenginleşecektir.

Duygularımızı, düşüncelerimizi, korkularımızı ve ümitlerimizi

yepyeni yollarla, belki de daha önce erişemediğimiz

kitlelere sanal ortamlarda ulaştırma fırsatı bulacağız.

Fuat Sevimay

YAZAR, ÇEVİRMEN

“Sanattan beslenerek de flaneur

olabiliriz.”

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Yavaşlamak… Aslında hepimizin gereksinim çoktan duyduğu

bir şeydi. Ancak zorunlu oluşu toplumu rahatsız

etti. Öte yandan önce enfekte olanlarla ya da ön saflarda

mücadele etmek zorunda olanlarla, sonra da sıkıntıda

olan herkesle empati kurmayı ve sağlığın değerini bilmeyi

öğrendik hep birlikte. Bence karamsarlığa kapılıp kendini

koyuvermemek önemli. Bir de ne olursa olsun her

şeyi kontrol altında tutmanın mümkün olmadığını kabullenmek.

“Az”ın aslında yeterli, “yavaş”ın da aslında

gerekli olduğunu keşfetmek ve elde bulunanla hayatı

güzelleştirmeye çalışmak benim kazanımlarım oldu diye

düşünüyorum. Yaşantımızın normal akışında izlemeye

yer aç(a)mayacağımız bazı konserlerle, filmlerle evdeki

ekranda buluşmak, kitap okumak ve durup düşünmeye

vakit ayırmak da genel bir yavaşlama kazanımıdır bence.

Korona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Toplu izlenilen gösteri sanatları ve sergiler bu günlerden

zarar gördü kuşkusuz, normale dönüldüğünde olabildiğince

telafi edilebilir umarım. Bireysel yaratıcılık ise; örneğin

yazmak, bestelemek veya resim yapmak bu zorunlu

yalnızlık ve sakinlik içinde farklı esinlerle yeni yollara

açılabilir, elbette her zamankinden biraz daha fazla gayreti

gereksinerek. Odaklanma sorunun üstesinden gelebilenler

için yeni projeler üretmek için de verimli bir

ortam olabilir bu, olumlu yönden bakmaya çalışalım diyorum.



16 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 17

DOSYA KONUSU / SORUŞTURMA

“Post-Pandemi Döneminin Şifreleri:

GÜNCEL SANAT / SÖYLEŞİ

Feridun Andaç

YAZAR

“Yaşamın doğası değişecek.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Geçici olduğunu bilsek de, beklentimizin ve rutinimizin

dışında gelişen bu sürecin ne kadar devam edeceğini

kestiremediğimiz bir durumdayız. Hızlı ve gergin olandan,

zorunlu bir yavaşlamaya ve çoğu yönden kısıtlanmış

bir günlük hayata geçerken, sanırım hep beraber kendi

“yeni dünya düzenlerimizi” oluşturma yoluna girdik.

Bellekte kırıntılarına rastlayacağımız türden bilgileri yeniden

keşfediyor olduğumuz, dahası buna olanca genişliğiyle

vaktimizi ayırabildiğimiz bu çok bilinmezli zaman

dilimi, başka bir tür konforu da içeriyor bir yandan. Artık

uzun uzun düşünmeye, günlük nesneleri, duvarları, evi

uzun uzun izlemeye ve değerlendirmeye, varsa evin diğer

bireyleriyle yeniden diyaloglar inşa etmeye zamanımız

var. Aslında oldukça boş vakitli görünen ama zihinle

beraber ev pratiklerinin de her zamankinden fazla zaman

aldığı bu -bence- paradoksal süreç, bir yanıyla sıradan

olana övgü gibi de geliyor bana.

Evde flaneur olunabilir mi?

Yersiz yurtsuz flaneur’un karşısında ironik bir şekilde

eve kök salmaya mecbur kalan bizler varız. Evin koridoru,

salonu, mutfağı Benjamin’in pasajlarının yerini bir

süreliğine ikame edecek, bu durumda tabi ki evde de flaneur

olunabilir. Dediğim gibi, endişeleri, kesintisiz online

bağlantıları ve sosyal medya takibini biraz azaltınca,

derinlemesine düşünmeye, aylak aylak duruyor gibi

görünürken aslında daha duyarak gözlemlemeye, zihnimizde

üretmeye ve yeni olasılıklar yaratmaya fırsatımız

var. Beni düşünürsek, bir flaneuse olarak ev yaşantım

fazlasıyla odak noktası içeriyor. Bu dönemi kendi

Korhan Gümüş

MİMAR

“Flanörlük sanal sınıfa mensup

insanların bir yetisidir.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

İçteki zamanla barışık yaşadığım için, “eviçi zaman”

dediğim kavramla yeni bir boyutta buluşmanın

yüzleşmesini yaşadım ister istemez. Kapanma değil,

ama içe dönme sürecinde birtakım incelikler çıkmadı

değil karşıma… Sessizleşme, suskunluk, havanın rengi/

kokusunu algılama biçimi, ışığın dönüşme halleri…

Galiba doğaya bakma/algılama biçimimi yeni baştan

gözden geçirdim. Zira, Alemdağ gibi ormanlık bir yerde

yaşadığımdan, her sabah dinlediğim kuş seslerinin ne

denli arttığının iyice farkına vardım. Bulutların rengi

bile değişti bu süreçte. Ötede ise; “yasak”/ “korunma”,

“korku” ve “kaygı”/ “endişe” gibi düşüncelerle

yüzleşilince; ister istemez insan düşünme/duyma,

hatta okuyup yazma rotasını bile bunlarla geçirir

biçimler oluyor. Okuma seçimlerimi yazma edimime

göre belirlerken, şu sıralar duygu/algı durumuma göre

listelediğimi söyleyebilirim. Bu süreçte neredeyse okuduğumun

izdüşümü olabilecek denli yoğunca yazmaya

yöneldim. Kendi payıma bileşik kaplar gibi bir hayatımızın

olduğunu test etmemiz açısından da iyicil bir

yanı var bu sürecin. Üstelik çok rüya gören biri olarak,

rüyalarımın biçimi/rengi/konusu/mekânı değişti.

evim yerine aile evinde geçiriyorum ve yanıma okuyacağım

kitaplarımı, desen defterlerimi, düzeltilecek arşivlerimi,

2 kedimi ve köpeğimi de alarak taşındım. Dışarıdaki

kalabalık yerine, burada kendi oluşturduğum kalabalığımla

beraber, ilgileneceğim aile bireyleri ve çok sayıda

hatırladığım anım var beni besleyen. Burada kalmış olan

eski eşyalarım ve fotoğraflarımla beraber kendi geçmişime

doğru yaptığım arkeolojik kazı, beni evde gezgin kılıyor.

Evin nesneleri üzerinden oynadığım anlam ve hafıza

oyunları, zaman tasam olmadan, ev içinde yeni kahramanlar

bulmamı sağlıyor. Evdeki rutin işlerin yanında

çok not alıyorum, çokça fotoğraf çekiyorum. Dünyanın

merkezi, bir süreliğine benim için bu ev.

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Endişe ve kısıtlanmışlık hissi bir yana, çok yoğunken bile

yetiştirebildiğimiz günlük işlere şu anda neredeyse zamanı

yetirememe duygusu… Ama şöyle bir etki de bu hissime

eşlik ediyor: Sağlıkla, güncel hayatın devamıyla ilgili

korkularımıza rağmen, evlere kapanmak, aileye, ve

kendi içimize böylesi bir dönüş, 80’li ve bir kısım da 90’lı

yılların yazlarını hatırlatıyor sanki; gerçekten uygun olan

her sektörün yavaşladığı, 1-2 aylığına yazlıklara göç edilen,

güneşli, akşam üzerleri sessizleşen, belki uzun süreli

ve çıkarsız arkadaşlıkların temellerinin atıldığı, çocukluğumun

yazlarını… “Acele etmeden yaşamayı bildiğimiz

zamanlar” olarak görüyorum o dönemleri. Demek ki

böyle bir ara lazımmış hayatlarımıza diyorum... İşte şu

anda da büyük şehrin bir manada “citta slow” mantığına

yakın bir çerçevede dönüşüyor olduğunu görmek, böylesi

dingin bir akşamüstü havası yaratıyor zihnimde –tabi

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Evde ne mi yapıyorum? Diyebilirim ki daha az stresli bir

hayatım oldu. Artık toplantılarla, yolda zaman kaybetmiyorum.

Kendimi oyalayacak yemek, tamirat, temizlik,

bahçe işleri gibi işlerden kurtulabilirsem, oturup çalışabiliyorum.

Hayatım boyunca hep bir tatil olsa da çalışabilsem

diye hayal etmiştim. Şimdi, korkunun ve haberlere

kilitlenmenin alt üst etmediği zamanlarda biraz daha

düzenli bir hayatım var. Geçmişte belki de bağımsız işlere

profesyoneller, kariyer yapmak isteyen kişiler pek

tenezzül etmediği için istenmeyen işler, kurulamayan

ilişkiler hep üzerimize yıkılıyordu. Onlarla uğraşmaktan

çalışmaya zaman kalmıyordu. Şimdi en azından ben

kendi hesabıma diyebilirim ki hayatımda ilk defa oturup

düşünebiliyorum, çalışabiliyorum. Artık bu işlerle uğraşmam

fazla gerekmiyor. Zannedersem sorduğunuz sorular

da bu söylediklerime açıklık getirecek.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Bir tür “ruh aylaklığı” diyebileceğim bir durumla yüzleştim

diyebilirim. Hiçbir şey yapmamak, amaçsız bu iç

mekânda gezinmek değildi tabii ki bu; tam tersi; çoklu

bir uğraşın haritasını çıkardım diyebilirim. Neydi

bunlar derseniz: Ayıklama, Listeleme, Tasnif, Öncelik,

Program: yolculuk/yazı, Yarım kalan kitapların yazımına

dönme, Farklı okumalara pencere açma, Yeni yazarların

keşfi, Yeni defterlere kapı aralama, Yeni düşüncelerle

yüzleşmek: örneğin kitaplığımda okumayı (zamanı

gelince) bekleyen bazı kitapların okunmaya başlanması:

“Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”/Yuval Noah Harari;

“Varoluşçular”, Sarah Bakawell; “Rızanın İmalatı”,

Edward S. Herman, Noam Chomsky.

Yavaşlamanın psikolojisi üzerine düşünceleriniz?

Yavaşlık size şunu öğretiyor: Hayatın asıl ritminin nerede

aktığını görüp düşünüyorsunuz. Ve kendi patikanızı

da o yönde açmaya çaba gösteriyorsunuz. Yani derinlik ve

yoğunluk da öylece geliyor hayatınıza. Doğa burada başat

öğe. Beni en çok kendine çeken, varlığını özleten de doğa

oldu demeliyim bu yavaşlık düşüncesiyle.

Sonra insan sesi. İnsana dokunma duygusu. Bunu

sözle/yazıyla yapmak başka bir şey; göz göze gelerek,

sesle, görerek dokunmak bambaşka bir şey. Sonra, yavaşlık

asla aylaklık değil; tam tersi hayatın ritmi oradan

haberleri açana kadar. Belki bahsettiğim zaman diliminden

ayrıştığımız tek nokta, tepkisizce izlediğimiz, hızla

dönüşen ve belleksiz gündemimiz oluyor.

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Kültür sanat ortamı, tüm diğer alanlar gibi bu döneme

ayak uydurmaya başladı bile. En azından bir süre, teknolojiden

yararlanarak dijital ortamlarda ve sanal mekanlarda

işleri göreceğiz, mümkün olduğu kadarıyla da deneyimleyeceğiz.

Tamamlayıcı bir seçenek olan internet,

şu an elimizdeki tek iletişim yolu. Bu yolla belki de tüm

sanat kurumlarındaki şartlar eşitlenerek demokratik bir

ortam oluştu. Tüm sergi konuşmaları, toplantılar online

ortama taşındı, hatta her zamankinden daha fazla “bağlantılıyız”

diyebilirim. Bu durumun da katkıları olacak

elbette, sanatçılar bu süreçteki deneyimlerini de bir şekilde

işlerine dahil edecekler. Değişen günlük dil, hayatımıza

katılan yeni kavramlar, kişisel hikayeler bir şekilde

bu dönemi anlatacak işlerde yerini bulacak. Bu dönemde

üretimine devam eden sanatçılar da var, sadece kendi

yaşamına odaklanan ve gözlemlemekle süreci tamamlayacak

olanlar da. Ben bu ikisi arasında gidip gelenlerdenim.

Zamanımın büyükçe kısmını yaşantımı izlemeye,

duyumsamaya ve anlamlandırmaya ayırsam da, günün

sonunda desen defterleri ve yeni üretilecek işlerin eskizlerine

dönmüş bulabiliyorum kendimi. Sanat ortamının

ise durgunluklar yaşasa da tüm zorluklara rağmen tamamen

çökeceğini düşünmüyorum. Belki tüm bu süreç, gereksizce

hızlanan ve sanatçı duyarlılığını göz ardı etmeye

başlamış olan sanat ortamımıza bir nefes molası olur.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Elbette ki olunabilir. Hem de en alasından. Flanörlük

zannedersem zaman ve mekanı özgürce kullanma

yetisine sahip olmak demek. Herkes flanör olabilir

mi? Emekçiler için biraz değil, bayağı zor. Flanörlük, sanal

sınıfların hem elde ettiği, hem de reddettiği bir sınıfsal

bir ayrıcalık. Daha doğrusu sanal sınıfsal bir konum

karşısındaki öznel bir tercih. Hükmedici bir söyleme, bir

pozisyona uzak durma hali. Emekçilerin uzaktan çalışma

imkanı olmadığı gibi, flanör olmaları da imkansız

demeyeyim, zor. Zannedersem flanör olma ihtimalleri

hiç yok. İşsiz kalabilirler, zamanlarını orada burada geçirebilirler.

Ama asla flanör olamazlar. Onlar kendilerinden

istenilen işleri yaparlar veya işleri yoksa yapamazlar.

Flanörlük dediğim gibi sanal sınıfa mensup insanların bir

yetisidir. Onların uygulamalara bağımlı olmaktan vazgeçebilme

yetisidir. Çünkü sanal sınıfta yer alanlar kendi

ellerinde başkalarının ellerini, kendi emeklerinde başkalarının

emeklerini görürler. Başkalarının yapacakları işleri

tasarlarlar. Buradaki paradoks şurada: Sanal sınıfta

yer alan kişiler size şaşırtıcı gelebilir ama geleneksel dediğimiz

zamanlardan kalan işleri yapanlardır. Doğrusunu

söylemek gerekirse emekçilerden yalnızca tekrara dayanan

işleri yapmaları istenir. Ama onlar asla zanaatkarlar

gibi imgeler üzerinde çalıştıklarını göstermezler.

Sanal sınıfın bütün hüneri yaptığını saklamasındadır.

Bu durum, yani gizlenmiş bir “yeni-zanaatçılık” yalnızca

sanal sınıflara tanınmış bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalıkları

ile imgelerin başkalarının yaptıklarının yerine geçmesini

sağlarlar. Mesela mimarlar, tasarımcılar, plancılar.

Ama görüntü tam tersinedir. Çünkü onlar kendi yaptıklarını

değil, yapmadıklarını gösterirler. Niye? Çünkü onların

yaptıkları başkalarının yaptıklarına hükmeder.

Onların, emekçilerin üretimdeki izlerini siler, ele geçirirler.

Kendimden örnek vereyim: Benim oturup bir kaç saniyede

çizdiğim bir çizgi emekçiler için bir ay çalışılacak

bir duvar yerine geçebilir. Ama ben bina yaptığımı zannederim

ve söylerim. Asla yaptığımın yalnızca çizmek

ya da üzerine konuşmak olduğunu söylemem. O zaman

büyü bozulur. Yaptığım işin yalnızca hayal kurmak olduğu

anlaşılır.

Yavaşlamanın psikolojisi hakkında

ne düşünüyorsunuz?

Eğer yavaşlamak mesela bir mimarın her çizdiğinin inşa

eylemine dönüşmemesi anlamına geliyorsa, evet. Ama

bu bence daha çok çalışmak anlamına gelebilir. Düşünün

şimdi bir kamu dairesinde çalışan şehir plancısını. İşe

gitmiyor, ya da bekliyor çünkü faaliyetler durmuş ya da

ertelenmiş oluyor. Komik değil mi? Asıl şimdi çalışması

gerekmiyor mu? Oysa tıpkı doktorların durumu gibi

olmasını beklerim. Böyle bir ortamda sanal sınıftan insanların

daha çok çalışması gerekiyor. Çünkü bir kriz çok

boyutlu ve yalnızca sağlıkbilimsel bir yaklaşımla çözülemeyebilir.

Ancak yavaşlamak yetmez, onu söylemek

gerekir. Bu krizin ileriki safhaları bu beklentinin yanlış

olduğunu gösterecektir diye korkuyorum. Niye yavaşlasınlar?

Kamu yönetimleri zaten çalışmıyordu. Sanal sınıflar

arkalarına kamu gücünü alarak haraç almaktan

başka ne iş yapıyordu? Yasaklar koymaktan, rüşvet almaktan,

şiddet uygulamaktan başka bir iş bilmeyen ve

kamu imtiyazlarına sahip olan sanal sınıftan insanlar

yavaşlasalar ne olacak? Zaten bir iş yapmıyorlardı ki?

başlıyor. Bunun nasıl olabildiğini gösterdi bu süreç, bunu

demeliyim. Ruhsal olarak arınma ritimlerine dönme gereğini

hissediyorsunuz. Bunu da keşfettiğimi söylemeliyim.

Korona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Kesinlikle etkileyecek. Her biçimde hem de. Bir kere yaşamın

doğası değişecek. Algı biçimimiz, teknolojinin hayatımıza

müdahalesi; ve özellikle de insanın doğaya/toprağa

bakışı/dönüşü yeni anlam kazanacak. Bütün bunlar

sanat algısında, üretiminde, düşüncesinde de “yeni”nin

ne anlamda olması/gelişmesini gündeme taşıyacak. Şu

gördüğümüz medya (sanalı, dijitali vb.) artık “çöp ürün”

yapmaktan vazgeçecekler. İnsan ruhunu oyalayan, çürüten,

yozlaştıran şeylerden zorunlu olarak uzaklaşacaklar.

Zira karşılarına eminim ki daha aydınlık bakan, kendine

gerekli olmayanı çöpe gönderen bir çoğunluk görecekler.

Hayatlarımızı bu kadar tehdit eden olgular karşısında

eğer insanlık hala suspus, boğun eğerek, giderek pısırıklaşarak

kirlenen suyu yudumlayıp, zehirlenen havayı

solumaya, o kirli paslı “ürün”/ “yapıt” diye sunulanlara

rağbet ediyorsa; varsın dünyanın çivisi iyice çıksın. Ama

bu bir dönüşüm süreci. İnsanlık sınavı yani. Küresel kapitalizm

kendi ayarını yaparken, insanlık da kendine dönecektir

diye umut ediyorum.

Beyza Boynudelik

RESSAM

“Sıradan olana övgü.”

Corona salgınının kültür sanat ortamını

nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Salgının kültür ve sanatı etkileyeceği muhakkak. Ama

nasıl? Bu etki yalnızca etkinlik biçimlerini geçici olarak

değiştirmekle, yeni “tüketim” alışkanlıkları yaratmakla

sınırlı gibi olabilir mi? Okullarda örneğin, sanat eğitiminde

uzaktan eğitim yapmak için çaba gösteriliyor.

Oysa uzaktan eğitim çoktan gerçekleşmişti. Ama haberleri

yoktu. Belki de kariyer fırsatlarını, kamu imkanlarını

tekellerine aldıkları için farkına varmamışlardı.

Ben kendi öğrenciliğimden beri biliyorum. Okulda

zaten eğitim imkanı yoktu. Üniversitedeki hocalar bilmeden

öğrenciler olarak biz dünyanın her yerindeki yenilikleri,

tartışmaları, kuramsal meseleleri yakından izliyorduk.

Okulda bunlardan haberi olmayan hocalara

anlatıyorduk. Hocaların eğitimi öğrencilere kalmıştı, bir

çok okulda.

Kültür ve sanat da zaten çok farklı mecralardan akıyor

artık. Bu dolaşım biçiminin sanatı da etkilediği, dönüştürdüğü

muhakkak. Ama etkiden başka bir şeyi daha

anlıyorsak, yani sınırsız ve sonuçsuz bir şekilde paylaşımını,

bu ayrıca üzerinde durulması gereken bir şey.

Çünkü neoklasik dünyada sanat ayrı bir yerde duruyordu

hayattan. Bilim ve sanat ayrı, hatta karşıt varlıklar olarak

iş görüyorlardı. Bence burada bir değişimin olmakta olduğunu

söyleyebilirim. Aradaki mesafe kapanıyor.

Ayrıca şunu da ekleyebilirim: Güncel sanat Türkiye

gibi ülkelerde tam tersine bir etki oluşturuyor. Popülist

siyasetin onu seçkinlerin, küçük bir azınlığın uğraşı gibi

göstererek kamusal alandan dışlanmasına. Sanki burada

bir işlev kırılması yaşanıyor ve böylece sistem kendisini

yenileyebilecek en önemli imkanı kaybediyor. Filantropi

alanına izole edilen güncel sanat, entelektüel üretim,

araştırma gibi alanların kamusal alana çıkmadan sorunun

çözülmesi mümkün değil. Neoklasik dünyanın, kapitalist

modernleşmenin tıpkı Dünya Savaşları döneminde

de anlaşıldığı gibi ayakta kalamayacağı çok açık.

Dönüşüm kapıda...

Bunu ne yaparsak yapalım erteleyemeyiz. Kendimi bildiğim

bileli şu işlevsel ya da araçsal dünyanın dışındaymış

gibi duran kültür ve sanat kavramını sorgulamışımdır.

Bilimle sanatın aynı praksislere sahip olmalarına rağmen

neden ayrışmış gibi gözüktüklerini düşünmüşümdür

hep. Uzaktan çalışma konusu da bence bu çelişkiyi bağrında

barındırıyor. İnsani eylemselliklerin temsil edici ve

temsil edici olmayan şekilde ayrıştırılması bu sembolik

şiddetin oluşturduğu bir algı. Sembolik eylemsellikler ile

sembolik olmayan eylemsellikler ayrımı. Kökensel olarak

insani eylemselliklerin böyle kalıcı bir özelliği olabilir

mi? Sembolik dünyayı kapalı tutan her türlü işlevselci

nesneleştirme eylemi bu şiddetin bir ürünü. Düşünsenize

elinizdeki imtiyazı kullanmak yerine hiç önemsemiyorsunuz.

Ama siz ciddiye almayınca daha tuhaf bir şey oluyor.

Sizin yaptıklarınızı herkes daha fazla ciddiye alıyor.

Hatta hiç bir şey yapmazsanız, daha da çok... Belki güncel

sanatın, tasarımın kökenleri de burada aranabilir.

Sadelik, Tasarım, Dayanışma ve Tasarruf”

İKSV Genel Müdürü Görgün

Taner ve İKSV Kültür

Politikaları Çalışmaları

Direktörü Özlem Ece ile

yayınladıkları ‘Kültür-

Sanatın Birleştirici Gücü

ve Alanın İhtiyaçları’ isimli

rapor ekseninde pandemi

günlerinin kültür sanata

etkilerini, olası senaryoları

konuştuk. Yeni kurallar ve

yeni şifrelerle, zorlu ama

heyecan verici günler kültür

sanat dünyasını bekliyor.

İletişim ve dayanışma, bu

günlerde her zamankinden

daha çok anlam kazanıyor

ve salgın sonrası

dönem belli ki eskinin

alışkanlıklarının tortularıyla

değil, taze yaklaşımlarla

biçimleniyor.

Nazlı Berivan AK

Pandemi Sırasında Kültür-Sanatın

Birleştirici Gücü ve Alanın İhtiyaçları

adlı raporunuz yayınlandı. Raporda

çok önemli ipuçları var; dünyadan

örneklerle başlayalım isterim. Yapılıp

edilenlere baktığınızda pandemiyle

karşılaşan ülkeler kültür sanata destek

noktasında hızlı harekete geçti mi?

Refleksler kuvvetli miydi yeterince?

Özlem Ece: Ülkeleri sınırlarını kapatmaya

zorlayan bu dönemde, kültür-sanat

ve yaratıcılık bir kez daha kültürlerarası

iletişimin ve etkileşimin temelinde yer

aldı. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık

Örgütü, koronavirüsle mücadelede kamuda

farkındalık sağlayabilmek için en kritik

araçlardan birinin yaratıcılık olduğunu

ortaya koydu. Pek çok sanatçı ve küratör

sanatsal ifadenin gücünü kriz ortamında

topluma destek sağlamak için kullandı,

tasarımcılar atölyelerini dönüştürerek acil

ihtiyaçları karşılamak için yaratıcı çözüm

yolları geliştirdi.

Milyarlarca insanın birbirinden fiziksel

olarak ayrıldığı, büyük endişe ve belirsizlikler

barındıran bu zamanlarda tüm

dünyada kültürel hayatı canlı tutan sanatçıları

ve kültür kurumlarını desteklemek

üzere kısa ve uzun vadeli önlemler hızla

açıklanmaya başlandı.

Araştırmamızda, farklı ülkelerin kültür

yönetimi modellerine uygun şekilde

ortaya koydukları destek mekanizmalarını

birkaç ana başlık altında topladık.

Bu başlıkları kültür-sanat sektörü ve yaratıcı

endüstrilere yönelik olarak oluşturulan

krediler ve fonlar; bağımsız sanatçı,

tasarımcı ve kültür çalışanlarına sağlanan

kolaylıklar ve maddi destekler; salgın sırasında

yapılacak sanatsal üretimlere yönelik

teşvikler ve kültür-sanat sektörü

özelinde yürütülen bilgilendirme ve savunuculuk

faaliyetleri olarak sıralayabiliriz.

Birkaç somut örnek verebilir misiniz?

Avrupa ülkeleri içinde krizi oldukça ağır

bir bilanço ile yaşayan İtalya’da dahi hükümetin,

kültür-sanat ve turizm sektörleri

için 130 milyon avro tutarında bir destek

ayıracağını açıklaması konuya verilen

önceliği göstermesi açısından önemli bir

gösterge. Aynı şekilde, Hollanda merkezli

Avrupa Kültür Vakfı’nın, 27 Nisan’da

ilk tur başvurularını sonuçlandırdığı

Dayanışma Kültürü Fonu (Culture of

Solidarity Fund) ile dayanışma kültürünü

kuvvetlendirecek yaratıcılık temelli projeleri

desteklemesi de bu konuda özellikle

Avrupa’daki reflekslerin kuvvetli olduğunun

ipuçlarını veriyor.

“Geçici bir aksaklık değil, tamamen

farklı bir yaşam tarzının başlangıcı”

ifadesini kullanıyorsunuz raporda,

pandemi her sektörü değiştirip

dönüştürdüğü gibi kültür sanatı da

değiştiriyor diyebilir miyiz? Yeni

yaşam tarzında kültür ve sanatın

yeri ne kadar olacak? Sosyalleşme,

mesafelenme bağlamında yeni

yöntemlerin arayışına mı girmeliyiz?

Ö.E: Bu ifadenin sahibi MIT Technology

Review’un baş editörü Gideon Lichfield.

Türkçe çevirisi vesaire.org’da yayımlanan

bu makalede, sosyal mesafelenmeye

ilişkin en az kısıtlayıcı senaryolarda bile

bundan sonra zamanımızın yarısını eve

kapanarak geçireceğimizin öngörüldüğü

anlatılıyor. “Geçici bir aksaklık değil, tamamen

farklı bir yaşam tarzının başlangıcı”

olarak ifade edilen de bu… Sürecin

bize neler göstereceğini tam olarak bilemesek

de bu kapalı yaşamın sürdürülebilir

olmaması nedeniyle kültür ve sanat

hayatının da kısa ve orta vadeli yeni düzenlemelerle,

insanların bir araya gelme

ihtiyacına cevap vermeye çalışacağını biliyoruz.

Kültürel mekânların ve izleyici

kabul koşullarının fiziksel olarak yeniden

düzenlenmesinden sahne üzerindeki gösterilerin

süresine ve yöntemine, kamusal

alanlardaki çeşitli hijyen tedbirlerinden

etkinliklerin rezervasyon ve biletleme

sistemlerine kadar bütün ayrıntıların yeniden

gözden geçirilmesi gerekecek.

En temel özelliklerinden biri insanları

bir araya getirmek olan kültür-sanat

alanı bu koşullar altında çok zor bir dönemden

geçse de yeni ve yaratıcı çözümlerle

kendi geleceğini de şekillendirecek.

Ancak bu sürecin en az zararla atlatılabilmesi

için bütün bu yeni önlemlerin hayata

geçirilmesine destek olacak mekanizmaların

kamu ve özel sektör aracılığıyla hızla

oluşturulması şart.

“Post-pandemi döneminin şifreleri:

sadelik, tasarım, dayanışma ve

tasarruf.” Kültür Sanat İhtisas Komitesi

olarak yaptığımız toplantımızda

aldığım notlardan biri de bu ifadenizdi.

Sanat formlarında bu şifrelerin

yansımasını görüyor muyuz, görecek

miyiz yakın zamanda sizce?

Görgün Taner: Evet, bu sürecin ardından

her alanda tasarruf, sadeleşme, dayanışma

ve yaratıcılığın ön plana çıkacağını

düşünüyorum. Sanat dünyası ve sanat

formları da bundan nasibini alacak elbette.

Şu anda kültür sanat üretimi ve tüketimi

dijital alan dışında hız kesmiş durumda

ve ekonomik olarak büyük bir darbe

aldı. Bu dönemi atlatırken ve yeni sistemler

üretirken tasarruf ve sadeleşme bir

tercih değil, zorunluluk olacak. En azından

bir süre çok büyük prodüksiyonlu

konserler, oyunlar, etkinlikler göremeyeceğiz

muhtemelen. Uluslararası seyahat

kısıtlamaları, insanların daha az seyahat

etmeyi tercih etmesi gibi pek çok faktör

bu tür büyük organizasyonları etkileyecek.

Yakın tarihte benzeri görülmeyen ve

kültür-sanatın tüm paydaşlarını etkileyen

böyle bir dönemin dayanışma olmadan

atlatılamayacağı görünüyor ve bunun ilk

çalışmaları da hayata geçmeye başlıyor.

Özlem Ece, fotoğraf: Muhsin Akgün

Sanat fuarlarının değişim

ve dönüşümüyle ilgili neler

düşünüyorsunuz? Gösterişli açılışlar

yerini sanal buluşmalara bırakır mı

yoksa normale dönüş eski günlerin

alışkanlıklarını da diriltir mi?

G.T: Dediğim gibi post-pandemi süreci,

sadelik ve tasarrufun öne çıkacağı bir

dönem olacak. Bu sene gösterişli açılışlar

görmemiz çok olası değil. Hatta belki seneye

bile… Şu sıralar çok alıştığımız sanal

buluşmalar artık hayatımızın daha fazla

içinde yer alacak. Bir süre dijital ve fiziksel

etkinlikler birlikte yürüyecek belki.

Ama bir taraftan da her şeye çok çabuk

alışabildiğimizi de bir kez daha görmüş

olduk. Dolayısıyla aşı bulunduktan sonra

ya da eğri artık iyice düşüşe geçtikten

sonra normale dönüş sürecinde eski

alışkanlıklarımız hızlıca dirilebilir de. Bu

noktada bilim kurulunun ve yetkililerin

bir düzenleme getirmesi ve kuruluşların

da o kuralları uygulaması gerekecek. Ne

ölçüde büyük / kalabalık etkinlikler yapılabilecek,

bir etkinlik salonuna kaç kişi

alınacak, kaç kişi sırada bekleyecek, girişler

çıkışlar nasıl olacak, oturma düzeni

nasıl olacak… Tüm bunlar kurumların inisiyatifine

bırakabilecek şeyler değil, böyle

bir geri dönüş planlaması mutlaka yapılacaktır

ve kurumlar da ona uyacaktır diye

düşünüyorum.

Rapora dönmek isterim. Bireysel

bağışçıların bu dönemde

desteklerine devam etmesi

önemli, raporda vurguluyorsunuz.

Bu konuyu açar mısınız?

Ö.E: Türkiye’de yardımseverlik büyük

oranda ihtiyaç sahiplerine doğrudan

maddi yardımda bulunmak olarak algılanıyor.

Hâl böyle olunca hem bireysel hem

kurumsal olarak öncelikler arasında ilk

sıralara giremeyen kültür ve sanat alanı,

ekonomik hassasiyet dönemlerinden her

zaman ilk ve en çok etkilenen alan oluyor.

Hâlbuki gerçek bir toplumsal dönüşüm

ve gelişim için kültür ve sanat aslında çok

temel bir ihtiyaç.

Bu nedenle, bireysel bağışçıların, doğrudan

veya kültür kurumları aracılığıyla

verecekleri destekler ile özellikle genç

sanatçılar, tasarımcılar ve kültür profesyonellerinin

gelişimine katkılarını bu zor

dönemde devam ettirmeleri büyük önem

taşıyor.

Görgün Taner, fotoğraf: Muhsin Akgün

Sanatsevere bu dönemde

düşen nedir peki?

Ö.E: İKSV’nin uzun yıllardır devam eden

Lale Kart üyelik programının yanı sıra,

Kültür Politikaları Çalışmaları bölümünün

içerik ortaklığında Sivil Toplum

için Destek Vakfı ve Turkey Mozaik

Foundation işbirliğiyle, bireysel ve kurumsal

bağışçıların desteğiyle hayata geçirilen

Kültür-Sanat Fonu gibi örneklerin

bu zor dönemlerde daha da önem kazanacağı

aşikâr. Sanatseverlerin, dayanışma

ruhunu ve iyi olma halini pekiştirecek,

kapsayıcı sanatsal projelerin desteklenmesine

aracılık etmeleri, sınırlı kaynakları

nedeniyle halihazırda kırılgan bir

yapıya sahip olan kültür-sanat alanının

yaşamına devam etmesi yolunda en

önemli adım olacaktır.

Sosyal medyanın doğru ve etkili

kullanımı da bu dönemde üzerinde

durulan bir mesele haline geldi

tüm kültür sanat oyuncuları için.

Bu konuyla ilgili ne söylemek

isterseniz, kültür sanat aktörlerinin

görünürlüğü ve etkileşimi yeterli

mi sosyal medyada? Beklentiler

arasında bu konu da var raporda.

G.T: Kültür sanat çevreleri, evlerde kalmanın

bir sorumluluk halini aldığı şartlara

hızla cevap verdi ve hem Türkiye’de

hem de dünyada pek çok kültür kurumu

arşivlerini dijital olarak izleyiciye

açtı; birçok müzisyen sosyal medya kanallarında

konserler verdi, tiyatro toplulukları

oyunlarını dijital ortamda oynadı.

Araştırmalar bugünlerde internette

günlük ortalama 7 saat, sosyal medyada

ise yaklaşık 3 saat geçirildiğini gösteriyor.

Doğal olarak sosyal ve dijital medyanın

kurumların gündemindeki yeri de

değişti. Dijital platformlardaki sanatsal

faaliyetler, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin

iyi vakit geçirmelerine, iyi hissetmelerine

yardımcı oldu. Bu süreçte kültür

sanat aktörlerinin görünürlüğü kesinlikle

arttı. İKSV’nin sosyal medya hesaplarında

da kayda değer takipçi ve etkileşim

artışı gözlemledik. Fakat daha çok kişiye

ulaşabilir, ulaşmalı. Bunu sadece İKSV için

değil bütün kültür kurumları için söylüyorum.

Son olarak, kültür endüstrileri

arasında dayanışma şu ana kadar

nasıldı, iyi bir sınav verdi mi

kurumlar? Peki ya dünyayla bağımız

ve iletişimimiz istenilen düzeyde

mi? Birbirimizin sorunlarından

yeterince haberdar mıyız?

G.T: Pandemi süreci herkes için, kişiler

için de kurumlar için de, bir şok etkisi yarattı

ilk etapta. Bunu yavaş yavaş anlama

ve kabullenme süreçleri takip etti. Bundan

sonraki aşamada artık hep birlikte bir ortak

akılla harekete geçme vakti geliyor. Bu

dönemde bilgi paylaşımı, güçlü iletişim ve

bir ortak akıl ortaya çıkarmak çok önemli.

Türkiye’deki kültürel paydaşların mutlaka

bir arada çalışarak çözüm üretmesi

gerekiyor. Çünkü birimizin iyileşmesi

hepimizin iyileşmesine bağlı; bu da dayanışmayla

mümkün. Biz de bu anlamda

adımlarımızı atıyor, yeni ortak projeler

geliştiriyoruz. Çok yakında ayrıntılarını

da duyacaksınız. Küresel ölçekte de gereklilikler

aynı. Bütün dünya içe döndü;

tüm ülkeler, sınırların da kapanmasıyla

bir anlamda içe kapandı. Ama bunun böyle

sürmeyeceğine, önümüzdeki dönemde

bu süreçten dayanışma ve bilgi paylaşımıyla,

birlikte hareket ederek çıkacağımıza

inanıyorum.

KORONA DÖNEMİNDE IKSV

*Geçen yıl film festivalinde özel bir

gösterimle ilk defa seyirciyle buluşan

Leyla Gencer: La Diva Turca belgeseli

YouTube’da erişime açıldı. İzlenme

sayısı 60 bini geçti.

*İstanbul Tiyatro Festivali’nin yapımcılığını

üstlendiği, Haldun

Taner’i tanıtan Ve Perde! belgeseli

YouTube’da paylaşıldı. İzlenme sayısı

25 binin üzerinde.

*Genco Erkal’ın tasarlayıp yönettiği

ve oynadığı 2002 tarihli Nâzım’a

Armağan oyunun kaydı YouTube kanalında

yaklaşık 75 bin kişi tarafından

izlendi.

* IKSV dijital içerik yayımlamaya ve

üretmeye devam ediyor.



18 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 19

PİYASA / İNCELEME

ÖZEL HABER / PİYASA

Kültür Ekonomisi Raporu

Marlene Dumas’ın Like Don Quixote (2002) adlı işi David Zwirner’s online viewing room’undan 2.6 milyon USD’ye alıcı buldu.

Görsel: Zwirner ve Marlene Dumas izniyle

Aralık ortasında Çin’in Wuhan kentinde

ortaya çıkan ve tüm dünyaya iki ay içinde

yayılan Covid19 dünya ekonomisini durma

noktasında getirdi. Yılın ilk üç ayını kapsayan

birinci çeyrekte şimdilik % 3 ile küçülmüş

gözüken Amerika Birleşik Devletleri başta olmak

üzere tüm ülkeler büyük buhranı hatırlatan

işsizlik girdabına girdiler.

Dünya sanat piyasaları en son 2008-2009

yıllarında ABD’de başlayan Avrupa ekonomilerini

ve birçok gelişmekte olan piyasaları etkileyen

ipotek kriziyle sarsılmış ve sanat eserleri

satışlarından ciddi bir gerileme olmuş ancak

piyasalar bir yıl içinde ve özellikle Çin ve Asya

ülkelerindeki koleksiyonerlerin yoğun talebiyle

hızla canlanmıştı. Ancak şimdi durum biraz

daha farklı ve birçok sinyal 1929-1932 yılları

arasında dünya ekonomilerinin ciddi küçülmesine

ve işsizliğin artmasına sebep olan Büyük

Buhran’la karşılaştırılmakta.

Sanat piyasası en geniş anlamdaki eğlence

ve kültür sektörünün yaklaşık % 2’sine karşılık

gelirken istihdam açısından daha ciddi

bir yer tutuyor. Mart ayından itibaren kapanan

müzeler, galeriler, iptal edilen ve ertelenen

sanat fuarları, sergiler ve birçok sanat ve kültür

aktivitesinin yapılamadığı bir süreçten geçiyoruz/geçtik.

Güçlü olanın ayakta kalacağı bu

dönemde sanal platformlarda sanata olan ilgiyi

canlı tutmak ve yeni bağlantı ve sanatsever

grupları oluşturmak büyük önem taşıyor.

Fakat küçük ve orta ölçekteki galeriler zaten

bir süredir finansal güçlüklerle mücadele

etmekte büyük ölçekteki galerilerle rekabette

zorlanmaktaydı. Önümüzdeki süreçte dünya

galeri piyasasında konsolidasyon kaçınılmaz

gözüküyor. Son zamanlarda Paris’in Londra’ya

alternatif bir “hub” olarak öne çıkması

tartışılırken pandemi sonrası için yapılan tahminler

ise çok iç karartıcı. Comité Professionnel

des Galeries d’Art’ın yaptırdığı bir araştırmaya

göre Paris’teki galerilerin üçte birinin bu

yıl sonuna kadar kapanacağı tahmin ediliyor.

Sendikaya üye 279 galeriden 168 tanesinin katıldığı

ankete göre galeriler Haziran ayına kadar

olan gelir kayıplarının 200 milyon dolara

yakın olacağını belirtiyor. Rapora göre galerilerin

sadece % 10’u 6500 civarında bir sanatçıyı

temsil ederken yılda ortalama 3,3 milyon dolar

satış elde ediyor. Kapanma riski taşıyan galerilerin

çoğu yeni açılan ve pandemiye dayanabilecek

yeterli finansal sermayeye sahip olmayan

galeriler. Bu süreçte Fransa hükümeti galerilere

2 milyon dolardan fazla finansal destek sağladı.

Ulusal Çağdaş Sanat Fonu da 1,2 milyon dolar ek

destekte bulunacağını açıklamıştı.

Los Angeles Times’ın LA’deki 35 galeriyle

yaptığı ankete göre bu galerilerden 9 tanesi

2020 içinde kapanmanın söz konusu olabileceğini

belirtti. Ankete katılan 17 galeride çalışan

sayısı 1-3 arasında, 12 galeride 4-8 iken, sadece

5 galeride 9 ve üzerinde çalışan var.

Süper galeriler dünyadaki yaklaşık 1500 civarındaki

milyarder koleksiyonerlerden oluşmuş

müşteri portföyleri ve geniş ve güvenli

sermaye temelleriyle zaten bir müddettir online

sergileme ve satışlar yapmaktaydı.

David Zwirner Covid-19 sonrası daha az

bölgesel fuarların olmasının ve daha çok online

satışlara ağırlık verilmesi gerektiğini söylerken

önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Bir galeri

için fuara katılmak fuar alanı kirasının dışında

ilave masrafları da beraberinde getiriyor:

ulaşım, taşıma, sigorta, otel, tanıtım yemek ve

kokteyller fuarın önemine göre çeşitlilik gösteriyor.

Bir yandan da galeri satışlarının % 45 civarı

fuarlardan elde ediliyor.

2008’de 140 olan global sanat fuarı sayısı

2019’a gelindiğinde 300 civarındaydı. Galeriler

coğrafi yakınlık ve koleksiyoner hedeflerine

göre bir fuar takvimi oluşturmakta, satışlar

da dört beş güne sığdırılmaya çalışılan bu

fuar süresince bir yoğunlukta gerçekleşmekteydi.

Ancak örneğin Artsy gibi online bir platforma

üye olan bir galeri 7/24 tüm yıl bir fuar

görünürlüğünde koleksiyonerlere ulaşabilmekte.

Artsy 3200 galeriden fazla galeriye aynı

anda görünürlük hizmeti veren bir platform.

Sanat eserlerinin şeffaf ve karşılaştırılabilir fiyatlarla

online’dan ulaşılabilir ve bir tıkla satın

alınabilir, kişiselleştirilmiş, güvenilir ödeme

platformlarında sunulması koleksiyonerler ve

opak sanat piyasasını anlamaya çalışan ve takip

edenler için son derece önem taşıyor.

David Zwirner ilk kez 2017’de online galerisini

(“viewing room”) açtı ve burada 54 sergi

düzenledi ve son bir yılda Zwirner galerinin

online satışları dört kat arttı. Mart 2019’da

da Gagosian galeri 1988 Alman sanatçı Albert

Oehlen’in 1988 yılına ait bir eserini 6 milyon

dolara online galerisinden sattı. eMarketer’in

araştırmasına göre online satışların toplam satışlardaki

oranı sanat piyasası için % 9 civarında.

Ancak HNW koleksiyonerlerin % 61’i sanat

eseri satın almadan önce Instagram’ı incelediklerini

belirtmiş. Online müzayedeler içi de aynı

Sanat

Piyasasında

Mecburi

Duraklama

Küçük ve orta ölçekteki galeriler zaten bir süredir finansal

güçlüklerle mücadele etmekte, büyük ölçekteki galerilerle

rekabette zorlanmaktaydı. Pandemiyle birlikte daha zor

bir tablo ortaya çıktı. Pandeminin sanat piyasası üzerine

yarattığı etki ve olası çözümler...

Aylin SEÇKİN

trend gözlemlenmekte: Invaluable’ın raporuna

göre online müzayedeler 2009’da toplam

müzayedelerin % 3.5’u iken 2019’da bu oran %

11.8’e ulaşmış. Artlogic galerilere ayda 95 sterlin

karşılığında “online viewing room” fonksiyonu

kuran bir teknoloji firması ve bu dönemde

hizmetlerine çok ciddi bir talep artışı olmuş.

Bu yılki Armory Show sırasında Artsy satışlarının

% 100 arttığını belirtmekte. Bu yıl Frieze

New York ise Art Basel Hong Kong gibi online

gerçekleşti. 31 tane eser 1 milyon dolar ve üzeri

bir fiyattan satışa sunulurken bu eserlerden

dört tanesi alıcı buldu. Bu anlamda yüksek hacimde

satışlarda bir yavaşlama gözlemlendi.

Bu süreçte dikkat çeken bazı yenilikçi uygulamalar

öne çıkıyor. David Zwirner online

sayfasında genç galeri ve sanat inisiyatiflerine

görünürlük kazandırmak ve destek olma

amacıyla Platform: New York adında bir bölüm

açtı. Burada 12 galeriden bir sanatçılarını ve işlerini

sunmalarına fırsat veriliyor. Bu galeriler

David Zwirner’in “dost ve komşularım” diye

tanıttığı galeriler: 47 Canal, Bridget Donahue,

Bureau, Company, David Lewis, Elijah Wheat

Showroom, Essex Street, James Fuentes, JTT,

Magenta Plains, Queer Thought ve Ramiken.

David Zwirner galeri şu sıralar benzer bir stratejiyi

Brüksel ve Paris’ten bazı galeriler için de

uygulayacak.

Piyasa oynak olduğu zaman daha net

ve keskin olmak gerektiğini söyleyen Larry

Gagosian ise galerisinin online sayfasında her

hafta tek bir sanatçının bir işini öne çıkarıyor.

Ayrıca Gagosian ve Jeffrey Deitch 60 Los

Angeles galerisini bir araya getiren bir online

satış platformu kurdu.

Galeri Lisson ise 23 Nisan’dan itibaren

müşterilerine Augment ile farklı bir deneyim

yaşatmayı tercih etti. Sanatseverler beğendikleri

eserleri bu aplikasyonla evlerinin istedikleri

bir yerine yansıtabiliyor ve fotoğraf çekebiliyorlar.

New York’tan Sargent’s Daughters galerisi

ise mail listesindeki kişilere her hafta liste fiyatının

altında bir fiyata bir eser sunuyor.

Daha radikal bir galeri olan Ramiken galerinin

sahibi Mike Egan ise “underground”, gizli,

mekan bağımsız sergiler açma yolunu seçmiş.

Yüksek kiralara ve satışların kötü gittiği bir

dönemde “gerilla galeriler” daha çok karşımıza

çıkacakmış gibi duruyor.

Sanatçılar da farklı işbirlikleriyle dikkat çekiyorlar.

Amerikalı pop şarkıcısı Billie Eilish ve

Takashi Murakami Uniqlo için Mayıs sonunda

çıkacak spor ayakkabı ve tişörtlerden oluşan bir

koleksiyon tasarladılar:

Türk sanat piyasasında da galeriler online

sergilere, sanatçı, koleksiyoner, küratör buluşmalarına,

instagram canlı yayınlarıyla takipçilerine

farklı deneyimler yaşatma gayreti içindeler.

Galerilerin bu süreçte görünürlüklerini ve

koleksiyoner tabanlarını ne ölçüde arttırdıkları,

yenilikçi projeleri ve online’da ne ölçüde var olmak

istedikleri ve bu alandaki yatırım ve projeleriyle

ilgili bir anket galeri piyasasının ihtiyaç

duyduğu finansal desteklerin boyutuyla ilgili

bir fikir verebilir. Bu süreçte galeriler sigortalı

çalışanları için İşkur’un en fazla üç ay sürebilecek

kısa dönem çalışma desteğinden faydalanabildi.

Ancak galerilerin en önemli harcama kalemlerinin

başında kiralar gelmekte.

Önümüzdeki aylarda ekonomideki

yavaşlamaya, inşaat ve turizm gelirlerindeki

düşüşe paralel olarak sanat satışlarının düşeceğini

söyleyebiliriz. Ancak online teknolojiler

yeni birçok startup projesinin hayata geçmesine

imkan veriyor. Sanat piyasası artık venture

capital firmalarına, startup ekosisteminin yıldızlarına

odaklanmalı. Bazı galeriler birleşme

yoluna gidebilir yada ortak mekan, sosyal pazarlama

ve front desk ekipleri kullanabilirler.

Şehir dışında bir antrepo, ya da ortak bir mekana

sahip olabilirler. Dubai Alserkal tarzı bir oluşumda

kira bedeli de şehir içindeki mekanlardan

daha uygun maliyetlere gerçekleşebilir.

Online’da eserlerin gösterilmesi ve satışının

ya da ön satışının gerçekleşmesi, şeffaf fiyatlar,

online’da print, sanatçı tasarımlı objelerin

satışı, sanatçı ve galeri markasını öne çıkaracak

ve galerinin bir tür piyasada bilinirlik endeksini

“conversational currency” yükseltecek yenilikçi

girişimlerdir. Galerilerin çeşitli işbirlikleri

koleksiyoner ve sanat takipçilerinin “cluster”

oluşturmasına yarayacak, olumlu geri dönüşler

getirecektir. Bu tarz girişimleri, ortak canlı yayınları

duymaktayız.

Neticede sanat öncelikle insanlara iyi geldiği

için vardır. Sanat her şeyden önce bir yaşam

biçimidir. Sanatın her türlüsünün hayatımızın

içinde daha çok olması alışkanlıklarla bağlıdır.

Sanat eserlerini yatırım ve finansal araç olarak

değil üstünde konuşulan, hikayesi, hatırası

olan, bizlerle yaşayan, yaş alan hayata dair izler

olarak görmeliyiz.

Kültür Ekonomisi ve Politikaları uzmanı, Bilgi Üniversitesi

öğretim görevlisi Dr. Funda Lena, “Grafiklerle Türkiye’nin

Kültür Ekonomisi” raporunun ikincisini dijital olarak

yayınladı. Rapora göre gösteri sanatları teşvik edilirse

ekonomiye katkısı çok büyük olabilir.

Ceren ÇIPLAK DRİLLAT

Dr. Funda Lena, hazırladığı

Grafiklerle Türkiye’nin Kültür

Ekonomisi raporunda “Ülke ekonomisinin

genelinde katma değerin ciro

içindeki payı ortalama %15 iken bu pay

gösteri sanatları için her zaman %50’nin

üzerinde. Gösteri sanatları alanının teşvik

edilerek cirosunun yeterince büyümesi

sağlanırsa ekonomimize katma değer

katkısı çok yüksek olur. Ancak sanatla ilgili

faaliyetlerin bu kadar önemli bir ekonomik

çıktısı olabileceğine hâlâ inanası

gelmiyor devlet büyüklerimizin.” diyor.

Kültür Ekonomisi ve Politikaları uzmanı,

Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi

Dr. Funda Lena, “Grafiklerle Türkiye’nin

Kültür Ekonomisi” raporunun ikincisini

dijital olarak yayınlandı. Dr. Funda Lena,

grafikler üzerinden kültür ekonomisini

anlattı.

Öncelikle, “Genel Bakış” başlıklı

grafikte, kültür ekonomisini oluşturan

sektörlerde (müzik, sinema-TV,

yayıncılık, görsel sanatlar, gösteri

sanatları ve tasarım) üretilen toplam

ciro ve katma değer bilgileri ile bu

sektörlerdeki işletme sayısı ve çalışan

sayısı bilgileri yer alıyor. Lena, bu grafiği

şöyle açıklıyor: “Kültürel sektörler 2017

yılında (TÜİK’in en güncel verisi 2017’ye

ait) toplam 14,6 milyar TL ciro yapmış ve

bu cironun içinde 3,6 milyar TL’lik kısım

katma değermiş. (Katma değer kavramını,

bir sektörün üretim süreçleri sırasında

kendi ürettiği değer olarak tanımlayabiliriz.

Örneğin bir ekmek fırınını düşünelim.

Fırıncı, 10 TL değerinde un ve 5 TL değerinde

diğer malzemeler kullanarak bir

miktar ekmek yapmış olsun ve bu ekmeği

20 TL’ye satmış olsun. Bu durumda fırıncının

ürettiği katma değer 5 TL’dir. Yani

15 TL değerinde girdi malzeme kullanıp

bunun üzerine 5 TL’lik değer katmış, sonuçta

ekmeği 20 TL’ye satmıştır.)”

İstikrarlı Bir Artış

“Genel Bakış” başlıklı grafiğe göre, 2017

yılında kültürel sektörlerde faaliyet gösteren

toplam işletme sayısı 15.394, toplam

çalışan sayısı ise 52.080. Yine aynı

bölümde ciro, katma değer, girişim sayısı

ve istihdamın yıllar içindeki değişim yer

alıyor. Lena, tüm bu göstergeler bakımından

istikrarlı bir artışın söz konusu olduğunu

söylüyor: “Tabii bunların hepsi nominal

artışlar. Yani zaten ülke ekonomisi

genel anlamda bir miktar büyüme gösteriyorken

kültürel sektörlerin de büyümesi

olağan.”

Genel Ekonomi İçindeki Payı Yüksek

Dr. Funda Lena, kültürel sektörlerin ülke

ekonomisine katkısının yıllar içinde artıp

artmadığı hakkında ise şöyle konuşuyor:

“Bu konuda yorum yapmak için,

bu bölümde bahsettiğimiz değerlerin genel

ekonomi içindeki payına bakmak gerek.

Bu paylara baktığımızda, 2017 yılında

kültürel sektörlerde üretilen cironun

genel ekonomide üretilen ciroya oranının

%0,23 olduğunu görüyoruz. Katma değer,

En Büyük Sektör Sinema-Televizyon

“Sektörel Dağılım” başlıklı grafikte

ise kültür ekonomisini oluşturan sektörlerden

en büyüğünün sinema-televizyon

sektörü olduğu görülüyor:

“Yalnızca işletme sayısı bakımından tasarım

alanı ile gösteri sanatları alanı,

sinema-TV alanının önüne geçiyor. Bu

da bize şunu söylüyor; sinema sektörü

nispeten az sayıda işletme ile yüksek

ciro ve katma değer üretiyor ve yüksek

istihdam yaratıyor. Büyük medya şirketleri

ile büyük film yapım ve dağıtım

şirketlerini düşündüğümüzde bu pek

de şaşılacak bir sonuç değil. Öte yandan,

tasarım ve gösteri sanatları alanları

çok sayıda küçük küçük işletmenin

yer aldığı sektörler. İşletme sayısına

nazaran ürettikleri ciro ve katma değer

istihdam ve işletme sayısı bakımından ise

kültürel sektörlerin ülke ekonomisi içindeki

payı daha yüksek (katma değer bakımından

%0,37; işletme sayısı bakımından

%0,50; çalışan sayısı bakımından ise

%0,33) Daha önceki çalışmalarımızla bir

karşılaştırma yaptığımızda bu oranların

aşağı yukarı sabit kaldığını söyleyebiliriz.

Yani, kültürel sektörler, Türkiye’de büyüyen

sektörler olmakla birlikte, bu büyüme

genel ekonomimizin büyümesine paralel

bir hızla gidiyor.” Dr. Funda Lena,

bu noktada da kültür ekonomisinin genel

ekonomi içindeki payının ciro bakımından

daha az oluşunun ne anlama geldiğini

açıklıyor: “Birincisi, raporun sonraki

bölümlerinde de değinildiği gibi, kültürel

sektörlerde üretilen katma değerin

ciro içindeki payı genel ekonomiye oranla

daha yüksek. Bu nedenle kültürel sektörlerde

üretilen katma değerin ülke genelinde

üretilen katma değere oranı da

daha yüksek olmuş oluyor (ciroya kıyasla).

İşletme sayısının payının yüksek oluşu,

kültür ekonomisinin genelde yüksek

cirolar üreten büyük işletmelerden ziyade

çok sayıda küçük ve orta boylu işletmeden

oluşuyor olmasından kaynaklanıyor.

İstihdam oranının ciro oranından

daha yüksek olmasının sebebi ise kültürel

sektörlerin ülke ortalamasına göre daha

emek-yoğun işlerden (yani insan emeğine

ve yaratıcılığına dayalı işlerden) oluşuyor

olmasıyla açıklanabilir.”

Katma Değer Potansiyeli

Türkiye’nin kültür ekonomisi üzerine ilk

raporunu 2016 yılında hazırlayan Funda

Lena, zaman içindeki değişimi şöyle anlatıyor:

“Bu 4 yılda kültür ekonomisi ciro,

katma değer, işletme sayısı ve istihdam

bakımından büyüdü. Fakat bu büyüme

büyük ölçüde genel ekonomideki büyümeye

paralel olarak gerçekleşti. Sektörler

arası dağılım bakımından da çok fazla bir

değişimin olmadığını görüyoruz. Önceki

raporda ve diğer çalışmalarımda her zaman

vurguladığım en önemli nokta kültürel

sektörlerin katma değer potansiyeli,

yani katma değerin ciro içindeki payı.

Bu yüksek potansiyel hâlâ devam ediyor.

Yani kültürel sektörlerde üretilen her

1 birim ciro içindeki katma değer miktarı

ülke ekonomisini ortalamasından çok

daha yüksek. Bu, özellikle de gösteri sanatları

alanı için geçerli. Ülke ekonomisinin

genelinde katma değerin ciro içindeki

payı ortalama %15 iken bu pay gösteri sanatları

için her zaman %50’nin üzerinde.

Yıllardır söylediğim gibi gösteri sanatları

alanının teşvik edilerek cirosunun yeterince

büyümesi sağlanırsa ekonomimize

katma değer katkısı çok yüksek olacak.

Fakat henüz bu tavsiyemizin pek dikkate

alındığı söylenemez. Halbuki “yüksek

katma değerli üretim”in ne kadar önemli

olduğu politika yapıcılarımız tarafından

sürekli dile getirilen bir mevzu! Sanırım

sanatla ilgili faaliyetlerin bu kadar önemli

bir ekonomik çıktısı olabileceğine hâlâ

inanası gelmiyor devlet büyüklerimizin!”

rakamları çok yüksek değil. Bu durum,

bu sektörlere dair bir olumsuzluk

olarak anlaşılmasın. Tasarım ve gösteri

sanatları, doğaları gereği bireysel

yaratıcılığa fazlasıyla bağlı olan,

endüstriyel tarafı olmayan sektörler. Bu

nedenle rakamların bu şekilde olması

normal.”

Yayıncılık: Az İşletme Çok Ciro

Ciro ve katma değer bakımından sinema-TV

sektörünü takip eden kitap yayıncılığı

alanında da işletme sayısı daha

düşük düzeyde. Yani yayıncılık alanında

da nispeten az sayıda işletme ile nispeten

çok ciro üretiliyor. İşte bu, yukarıda

da belirttiğim gibi sinemanın ve yayıncılığın

endüstriyel üretim yapısından,

teknolojiyi kullanarak kitlesel üretim

yapıyor olmalarından kaynaklanıyor.

Kültür Bakanlığı’nın

Bütçesi Yüzde 0,6

Funda Lena, Kültür ve Turizm

Bakanlığı’na ayrılan bütçeyi ise

şöyle yorumluyor: “Kültür politikaları

üzerine çalışan akademisyenler

ile kültür sektöründeki

kanaat önderlerinin

ortak kanısı Kültür ve Turizm

Bakanlığı’nın toplam devlet

bütçesinden aldığı payın

en azından %1 olması gerektiği.

Hatta kültür ve turizm

alanları ayrı bakanlıklar olarak

düzenlenip sadece Kültür

Bakanlığı’nın payının %1 olması

içimize daha da çok siner.

Dünyada gelişmiş ülkelerde

ve hatta gelişmekte olan ülkelerin

bir bölümünde de Kültür

Bakanlığına ayrılan pay %1 ila

%3 dolaylarındadır genellikle.

Türkiye’de ise yıllardır Kültür

ve Turizm Bakanlığının genel

bütçeden aldığı pay %0,5’in altındaydı.

Uzun yıllardır ilk kez

2019 yılında %0,6 düzeyini

gördü. Yeterli olmasa da olumlu

bir gelişme.

Bütçenin Büyük Kısmı

Nereye Gidiyor?

Eskiden de şimdi de bu bütçenin

en büyük kısmı Yatırım ve

İşletmeler Genel Müdürlüğü

ile Kültür Varlıkları ve Müzeler

Genel Müdürlüğüne gidiyor.

Bu iki genel müdürlüğü Türk

İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı

Başkanlığı izliyor. Sanatla doğrudan

ilgili birimlerin ödeneği

ise görece daha az. Bu birimleri

kendi içinde karşılaştıracak

olursak: yayınevlerinden toplu

kitap satın alımı yoluyla ve yeni

eser destekleri ile çeviri destekleri

yoluyla yayıncılık sektörüne

katkı veren Kütüphaneler

ve Yayımlar Genel Müdürlüğü;

doğrudan kamu işletmesi olan

Devlet Tiyatroları ve Devlet

Opera ve Balesi bütçesi yüksek

birimler.

Fonlardan Yararlanılmalı

Özellikle gelişmiş Avrupa ülkelerinde

kültür ekonomisinin durumu

Türkiye’den çok daha iyi durumda.

Farklı araştırmaların kültür ekonomisi

kapsamları ve hesaplama yöntemleri

birbirinden farklı olduğu için yanılgı

yaratmamak adına sayı vermeyeceğim

fakat kültürel sektörlerin genel ekonomi

içindeki payı bakımından İngiltere başta

olmak üzere Avrupa ülkeleri Türkiye’den

çok daha ileri durumda. Yine bu sektörlerin

ekonomik potansiyeline dair kamu

otoritelerinin farkındalık seviyesi çok

daha yüksek. Bu sektörleri kalkındırmak

Koronavirüs Sonrası Tablo

Sinemada Destek Sadece

Yapım Tarafına

Sinema sektörüne pek çok farklı

kategoride destek sağlayan

(uzun metraj film, kısa metraj

film, belgesel, animasyon vs.)

Sinema Genel Müdürlüğü’nün

bütçesi ise oldukça düşük.

Kültür endüstrileri arasında en

çok talep potansiyeli olan sektör

olması bakımından sinema

sektörüne daha fazla kaynak

aktarılması daha doğru olacaktır.

Fakat burada bir parantez

açıp şunu da söylemek istiyorum;

sinema sektöründe sadece

yapım tarafına destek veriliyor,

böyle olunca desteklenen filmlerin

seyirciye ulaşması çoğu

zaman pek mümkün olmuyor

çünkü gösterim salonlarında

kendilerine yer bulamıyorlar ve

yeterli tanıtımı da yapamıyorlar.

Bu nedenle sinema sektörüne

verilen desteklerin yapısı

da değişmeli ve değer zincirinin

her aşamasını kapsayacak şekilde

(yani hem yapım hem dağıtım

hem de tanıtım aşamalarında)

destek verilmeli.

Müzik Sektörüne

Neredeyse Destek Yok

Kültür ve Turizm Bakanlığı

bütçesine dair değerlendirmede

son olarak dikkat çekilmesi

gereken nokta ise müzik sektörüne

herhangi bir desteğin

verilmiyor oluşu. Sadece kısa

bir dönem uygulanan ve sadece

29 yaş altı gençleri kapsayan

GENÇDES programı müzik

yapım desteklerini de kapsıyordu

fakat onun da akıbetinin

ne olduğu pek belli değil.

Müzik sektörü kesinlikle desteklenen

sektörler arasına alınmalı.

Desteklenen diğer kültürel

sektörlerde ödenen eğlence

vergileri müzik sektöründe de

fazlasıyla ödeniyor. Bu vergilerin

sektöre bir geri dönüşü olmalı.

Hele de içinde bulunduğumuz

yeni ve zor koşullarda bu

destekler çok daha elzem hale

geldi.

En Az 12 Aya İhtiyaç Var

Peki, Covid-19 salgını sonrası kültür sanat

sektörünü nasıl bir ekonomik tablo

bekliyor? Funda Lena, anlatıyor:

“Covid-19 salgını dünyadaki tüm ekonomileri

ve tüm sektörleri derinden etkileyecek,

bu artık herkesin malumu.

Kültürel sektörler belki de uzun vadede

en çok etkilenen sektörlerin başında gelecek.

Bu salgın sürecinin tamamen bitmesi,

yani salgından önceki hayatlarımıza

tam anlamıyla dönebilmemiz için

12 ila 18 ay geçmesi gerekeceği öngörülüyor.

Bu 12-18 aylık ara süreçte birtakım

sektörlerde ekonomik hareketlilik

başlayacak belki fakat doğası gereği insanların

toplu olarak bir araya gelmesini

gerektiren tiyatro, sinema, konser gibi

kültürel etkinliklerin bu süreçte gerçekleşememe

ihtimali var. Sinema sektörü

belki üretimlerini televizyon için yaparak

kendini geçici olarak idare edebilir.

Yayıncılık sektörü için online kitap satışları

bir yol fakat kendim de bir yayıncı

olduğum için yakından takip ediyorum,

Türkiye Yayıncılar Birliği’nin kendi

üyeleriyle geçtiğimiz günlerde yaptığı

ankete göre basılan ama dağıtılamayan

milyonlarca kitap, basımı iptal edilen

yüzlerce yayın var ve en önemlisi

yayınevlerinin satışları ortalama %60’ın

üzerinde düştü. Müzik sektörü deseniz

zaten kayıtlı müzik alanından uzun

yıllardır doğru düzgün para kazanamıyordu,

neredeyse tek gelir kaynağı canlı

müzik etkinlikleriydi. Tiyatro sanatı zaten

tamamen canlı performans üzerine

kurulu. Şimdi bu tamamen bitti ve uzunca

bir süre de geri gelmeyecek.

Yıllara Göre Değişim

GENEL BAKIŞ

-2017-

Çünkü TÜİK’in verileri 3 yıl geriden geliyor

Toplam Ciro Toplam Katma Değer Toplam Girişim Sayısı Toplam Çalışan Sayısı

14,6 milyar TL 3,6 milyar TL 15.394 52.080

CİRO

(milyar TL)

3,7

4,7

5,8

6,8

8,1

9,5

11,2

12,7

14,6

2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017

KATMA DEĞER

(milyar TL)

0,8

1,1

1,4

1,8

2,1

2,6

2,8

2,9

3,6

2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017

GİRİŞİM SAYISI

6.244 7.286 8.603 10.672

12.597

13.722 14.287 14.800 15.394

2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017

ÇALIŞAN SAYISI

21.848

26.059

32.209

37.468

41.443

45.614

49.231

49.366

52.080

2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017

KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI BÜTÇESİ

Yıllara Göre Değişim

CİRO

Bakanlığın 2019 yılı bütçesi

5,7 milyar TL

2

KÜLTÜR EKONOMİSİNİN

GENEL EKONOMİ İÇİNDEKİ PAYI

14,6 milyar TL

6,3 trilyon TL

2,3

2,8

KATMA DEĞER

2014 2015 2016 2017 2018 2019

3,5

Kültür Ekonomisi

3,6 milyar TL

971 milyar TL

4

5,7

GİRİŞİM SAYISI

15.394

3.100.412

Tüm Sanayi ve Hizmet Faaliyetleri

Bakanlık bütçesinin

genel bütçe içindeki payı

%0,60

%0,46

%0,49

%0,50

%0,55

52.080

16.013.635

%0,60

KREKSA ©

için çeşitli ve yaratıcı projeler uygulanıyor.

Örneğin bizim de ülke olarak taraf

olduğumuz UNESCO 2005 Kültürel

İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve

Geliştirilmesi Sözleşmesi bağlamında

hem merkezi ve yerel kamu kurumları

hem de sivil toplum kuruluşları kültür

endüstrilerini geliştirecek önlemler

alıyorlar. Uluslararası Kültürel Çeşitlilik

Fonu için hazırladıkları projelerle bu

fondan paylarına düşeni alıp ülkelerinde

kültür endüstrilerine dair farkındalık

üretiyorlar, fayda yaratıyorlar. Biz

3 yıldır bu sözleşmeye tarafız ama benim

gördüğüm kadarıyla ne bu konuda

sorumluluğu olan Kültür ve Turizm

Bakanlığının doğru düzgün bir adım attığı

var ne de kültür profesyonellerinin

bu Sözleşme’den ve kültürel sektörlere

getirebileceklerinden haberi var. (Her

zaman alanda öncü olan İKSV bu konuda

da ilk adımı atıp bahsettiğim fonun

ilk yararlanıcısı oldu, bunu da parantez

içinde söylemiş olayım. Umarım devamı

gelir.) Kısacası bizim rakamlarla kültür

ekonomimizin Avrupa ülkelerine yetişebilmesi

için öncelikle bu konulardaki bilinç

ve farkındalığımızın artması şart.

Ücretli Dijital İçerik Üretilmeli

Tüm bu sebeplerden kültürel sektörler

artık dijital platformlara yönelik

yeni iş modelleri geliştirmek zorunda.

Sanatçılar, yazarlar, besteciler, yönetmenler,

kısacası kültürel ifadelerin üreticileri

bugüne kadar dijital platformları

sadece bir tanıtım aracı olarak kullanıyorlardı.

Şarkıcılar dijital için ürettikleri

mini konserleri ücretsiz olarak sunuyorlardı,

oyuncular, yönetmenler yine dijital

için tanıtım amaçlı ücretsiz içerikler

üretiyorlardı vs. Fakat bundan sonra bir

şekilde dijital, artık bu sektörlerin para

kazanabileceği bir ortam haline gelebilmeli.

Buradaki sıkıntılı nokta, tüketicilerin

bu içerikleri bedava almaya alışmış

olması. Bu bakımdan anlayışın değişmesi

için emek sarf etmek gerekecek öncelikle.

Şu sıralar bazı markaların sponsorlu

olarak müzisyenlere ev konserleri

ürettirdiklerini ve ücretsiz olarak izleyiciye

sunduklarını veya sunmaya hazırlandıklarını

duyuyorum, görüyorum.

Bunlar geçiş dönemi için çözüm olabilir,

hatta ben belediyelere online müzik festivalleri

yapmaları ve kültür sanat bütçelerini

bu süreçte bu şekilde harcamaları

yönünde çağrı da yaptım. Fakat uzun

vade için bu tip çözümlerin hem sürdürülebilirliği

şüpheli hem de yukarıda da

belirttiğim gibi bunlar, toplum gözünde

sanatın bedava alınabilen bir şey olduğu

algısını pekiştiren yaklaşımlar.

Yeni İş Modellerine İhtiyaç Var

Özetle, orta ve uzun vadeye yönelik yeni,

sürdürülebilir iş modellerine ihtiyacımız

var. Örneğin geçtiğimiz günlerde faaliyete

başlayan tiyatrolar.tv web sitesi

üzerinden ücretli olarak tiyatro oyunlarının

videolarını kiralayabiliyorsunuz.

Bence bu güzel bir iş modeli. Umarım

daha fazla sayıda tiyatro oyunu bu platform

üzerinden erişime açılır ve umarım

yeterince talep görür. Bu model diğer

sektörlere de uyarlanabilir.

ÇALIŞAN SAYISI

%0,53

2014 2015 2016 2017 2018 2019



20 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

DOSYA KONUSU

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 21

DOSYA KONUSU

Pandemi ve Sanatçıların İç Dünyası

Farklı disiplinlerden 15 sanatçıya tek soruda küresel salgının iç dünyalarını, yaratıcılıklarını ve üretimlerini nasıl etkilediğini sorduk.

Nezaket Ekici’den, Ansen Atilla’ya, Yaşam Şaşmazer’den, İhsan Oturmak’a sanatçıların zihinsel ve ruhsal dünyalarından arşivlik notlar....

Özge TABAK

Küresel salgın, sağlığımız ve sevdiklerimizin sağlığından

endişe etmek, ekonomik gerçeklikler, fiziksel yakınlık kuramamak;

ilk kez yaşanan, bambaşka bir yeni ‘normal’…

Neredeyse tüm dünyayı saran küresel korona virüsü salgını sürecinde

herkes gibi sanatçılar da evlerinde, izolasyonda, kendilerinin

ve sevdiklerinin sağlığından endişeli ve bu tarz bir

‘yaşam stili’ni ilk kez deneyimliyor. Pandemi ve izolasyon deneyimi;

kimi sanatçılarda sanata, üretimlerine odaklanmak şeklinde

tezahür ederken, kimi sanatçılarınsa süreci anlamak, sindirmek

üzere kendi içlerine dönmelerine vesile oluyor. Farklı

disiplinlerden 15 sanatçıya aşağıdaki tek paragraflık soruyu yönelttik.

“Sezmekte olduğum bir geleceği,

şu an yaşıyor gibi hissediyorum”

Seydi Murat Koç

Şu an içinden geçmekte olduğumuz pandemi, pek çok insan gibi

benim de kaygılarımı su yüzüne çıkarıyor. Zaten uzun süredir

şehirde yaşam-doğada yaşam ikiliği, insansızlaşan mekanlar,

alanlar üstüne çalışıyordum. Biraz da gizliden gizliye sezmekte

olduğum bir geleceği şu an yaşıyor gibi hissediyorum. Bu doğrulanma

hissini yaşarken yalnız olmadığımı tahmin ediyorum,

pek çoğumuzun zaten post apokaliptik kurguları ve kaygıları zaten

vardır. Konu hakkındaki romanların, filmlerin inanılmaz popüler

olması da buna bağlı sanırım. Resimlerimde zaten kendini

yavaşça hissettiren bu post-apokaliptik kurgunun önümüzdeki

dönemde daha açık biçimde kendini göstereceğini tahmin ediyorum.

Tabii her kıyamet kurgusunun içinde hala hayat olduğunu

unutmadan, umudu koruyan işler yapamaya devem ediyorum,

edeceğim.

Şu an hayatta olan insanlar korona virüs gibi global

bir salgınla ilk kez karşılaşıyor. Ve dünyada pek çok şey

değişti, değişiyor. Bu yaşananların sizin iç dünyanıza,

üretiminize, yer verdiğiniz temalara etkisi nasıl

oldu, olacak? Yaratıcılığınızı nasıl şekillendireceğini

düşünüyorsunuz?

Candaş Şişman, IPO-cle, ışık enstalasyonu, lensler, ışık, ayna, ses, konteynır, duman,

1200x240x240cm, 2013

Seydi Murat Koç, Geyikli Gece, tuvale karışık teknik, 89x116cm, 2017

“Muğlaklaşan manzarada yolumu bulmaya çalışıyorum”

Halil Vurucuoğlu

Öncelikle herkes gibi akıl ve beden sağlığımı

koruyup hayatta kalmaya çalışıyorum. Virüsün

etkisiyle şekillenen dünyamızda değişimin ne

denli hızlandığı ortada. Birden her şey çok çabuk

değişiyor ve ben de muğlaklaşan manzarada yolumu

bulmaya çalışıyorum. Endişe ve umut arasında gidip

gelirken, dezenformasyona bulanmış haberler içinde

gerçeği arıyorum. Dışarıdaki ve içerideki değişimleri

gözlemleyip daha çok okuma, anlama, biriktirme

içinde olduğum bir süreç bu. Sanat pratiğimin

temelinde hayattan aldıklarımı geri yansıtma refleksi

olduğundan bu günlerin üzerimdeki tesiri büyük.

Bu günleri ağırlıklı olarak veri toplayıp tasarlayarak

geçiriyor, bir yandan da geçtiğimiz yıl sergilediğim

Günlük Karanlık Şeyler adlı serime devam ediyorum.

Bu dünyanın içinde bulunduğu karanlığı göstermek

için toplumsal hayata dair gözlem ve deneyimlerimi,

günlük hayattan aldığım bazı sembollerle ifade

ettiğim bir seri. İçinde bulunduğumuz süreç, bu

seride faydalandığım imge dağarcığına katkıda

bulundu. Ancak bu olanlar olmadan önce de

benzer tonda işler üretiyordum. Yeni üretimlerimi

daha da zenginleştireceğini düşündüğüm içsel ve

dışsal süreçler yaşıyorum. Yakın dönemde mevcut

serilerime devam etmekle beraber yeni seriler ve

projeler gerçekleştirmeyi planlıyorum. Bu projelerde

mekanın olanak ve sınırlarıyla oynamak istiyorum.

Aynı zamanda kâğıdın olanaklarını keşfetmeye

devam ediyorum: Heykele ve enstalasyona gidebilen

hali ve geri dönüşüme açık yapısıyla sürpriz

sonuçlara çok uygun bir malzeme.

Değişen dünyayla paralel sanat deneyimimizin

de farklılaşacağı bir dönemin içindeyiz, eserle bire

bir karşılaşma anı çok değerli olsa da genelde evlerde

olduğumuz bu günlerde online sergilerin çoğalması

sevindirici. Tüm bu güncel gelişmelerle beraber

dijitalleşmenin sanat deneyiminde rolünün daha da

artacağını düşünsem de bir yandan sanatı fiziksel, bir

mekân içinde deneyimlemenin önemini hiçbir zaman

kaybetmeyeceğine inanıyorum.

“Salgın empati yoksunluğumuzu hatırlattı”

Halil Vurucuoğlu, Gloomy Erands 9,

watercolor & spray on hand cut paper, 48.5x50.7cm, 2018

Candaş Şişman

“Tüm bu haller beni yavaşlamaya itiyor”

Yaşam Şaşmazer, Tahribat/Devastation,

ıhlamur ağacı, mantar, yosun, 175x43x47cm, 2016 (detay)

Şu an içinde bulunduğumuz deneyim, mikro zaman ölçeğinde

bakınca evet etkili, fakat makro zaman ölçeğinde çok etkili

değil. İnsanlığın tarihte deneyimlediği global salgınlara göre

daha etkisiz bir salgın. Fakat bu durumu sistemin çarklarının

dönmesini engelleyen önemli bir neden olarak görebiliriz. Bu

deneyimin bütün dünyada her kesim tarafından deneyimlenmesi

ise bence en önemli kazanımlardan. Çünkü sistem içerisinde

yaşayan bir çok kişi aslında kendi dünyası içerisinde yaşadığı

için ve dünyanın farklı bir bölgesinde olan problemlerle empati

kurmadığı için, ne kadar globalleşmiş olsak da, birbirimizden

oldukça kopuk şekilde yaşıyoruz. Salgının bize hatırlattığı en

önemli noktalardan biri empati yoksunluğumuz oldu. Bu açıdan

baktığım zaman, insanlık tarihinde yaşanmış her olumsuz

durum, uzun vadede ortak bilinç olarak evrimimizi tetikleyen ve

aslında yaşadığımız deneyim sonucunda bizi daha da olgunlaştıran

deneyimlere dönüşmüş. Dolayısıyla beklentim bu krizin de

bu şekilde kazanımları olacağı yönünde.

Kişisel olarak aslında beni çok etkileyen bir durum yok,

çünkü yaşayış tarzım zaten şu an birçok insanın karantinadaki

yaşayış şekliyle benzer. Çalıştığım alan ve yaşadığım alan arası

çok kısa mesafede ve bütün hayatım bu iki alan arasında geçiyor.

Dolayısıyla yaşayış şeklim çok değişmedi diyebilirim. Üretimle

ilgili tabii ki birçok projenin iptali söz konusu oldu fakat uzun

vadede bu krizin çok büyük bir problem yaratacağını düşünmüyorum.

Bir gün gelecek ve bu hastalığın tedavisi bulunacak. Bu 2

ay içinde mi, 1 yıl içinde mi olur bilemiyorum, fakat tarihte tedavisi

bulunmuş diğer salgın hastalıklar gibi hayatımızın bir parçası

haline gelmesi yani yeni normalimiz olma olasılığı çok yüksek.

Son zamanlarda insanların yaşayış tarzındaki değişikliklerden

ötürü gelişen en önemli durumlardan biri dijitale daha çok

yönelinmesi oldu. Bu aslında üretimlerimde odaklandığım en

önemli alanlardan biri. Dolayısıyla burada da kendi açımdan değişiklik

yok. Hatta arz ve talep arttığı için, önümüzdeki dönemde

dijital ortamlarda üretilecek projeler ön plana çıkabilir. Bu kriz,

dünyanın dijitalleşmesi anlamında daha hızlı bir şekilde evrilmesine

neden olacak. Aslında evrimsel süreçlere baktığımız zaman

canlılar her zaman içinde bulundukları koşullara göre evrim

geçiriyorlar. Biz de şu an bu koşullar çerçevesinde daha önce

başlayan evrimsel sürecimizi biraz hızlandırmış olduk. Ben bunu

şu açıdan olumlu buluyorum: Özellikle mekansızlık deneyimi

ileride insanlığın geleceği ile ilgili bir ipucu niteliğinde. Tek

bir mekana bağlı olarak kalmak, olasılıkları çok aza indirgeyen

bir durum. Dolayısıyla mekanlar arasında hızlı hareket kabiliyeti

çok önemli. Elimizdeki teknoloji şu an için yeterli olmasa da,

son zamanlardaki gelişmeler bu ihtiyacı daha çok körüklüyor.

Aslında buradan şu sonuca varıyoruz: Özellikle sanal gerçeklik

insanlık için daha önemli bir olgu haline geliyor. Bu durumda

zaten üzerine çalıştığım sanal gerçeklik ve arttırılmış gerçeklik

çalışmaları daha yoğun şekilde ilerleyecek.

Özetle, bu krizin uzun vadede insanlık için bir kazanım olacağını

umut ediyorum. Kişisel olarak yaşam şeklimde çok önemli

bir değişiklik olmadı. Üretimlerimde zaten odaklandığım noktalara,

yani fiziksel ve sanal gerçeklik arasında kurmaya çalıştığım

bağlara daha fazla odaklanmam gerektiğini gösterdi. Tek bir

gerçeklik üzerinde yaşamak, şu an deneyimlediğimiz üzere birçok

problemi beraberinde getirebiliyor, dolayısıyla farklı gerçeklikler

türetip, bunların bütünlüğünde yaşamak, insanlığın geleceği

için önemli bir çıkış yolu olabilir.

Seçil Erel, Flower of Life I, tuval üzerine yağlı boya, 100x100 cm, 2019

“Dünyanın sakinleştiği ortamda daha üretken bir sürece girdim”

Seçil Erel

‘Yeni dünya’ burada ve öncelikle tüm dünyayı etkisi

altına alan bu salgından insanlığın içindeki yaratıcı

ve duygusal zekasını kullanarak çıkabilmesini diliyorum.

Korona virüs ile başlayan izolasyon süreci, kaçınılmaz

bir şekilde benim de yaşamımı çok etkiledi.

Bununla birlikte bana geçmişteki bazı deneyimlerimden

dolayı aslında biraz da tanıdık geldi, o nedenle

dayanıklılığım ve içsel esnekliğimle bu süreci üretken

ve keyifli bir şekilde geçirmeye çalışıyorum.

Yaşamdan, doğadan, olan bitenden ilham alıyorum.

Koşuşturan dünyanın sakinleştiği ortamda daha

üretken bir sürece girdim diyebilirim. Büyük bir aşkla

resim yapmaya devam ediyorum; taze, güzel renkler,

dokular ve katmanlarla.

Bununla beraber çalışmalarıma evrensel sosyal

birlik ve sorumluluk bilinci ile interaktif yaratıcı projeler

ekledim. Birisi, TWS çatısı altında, küratör olarak,

yeni gelecekte sanatçıların sanatıyla, izleyiciye

ve alıcıya ulaşma biçimine katkı sağlayan uluslararası

bir proje, diğeri ise yıllardır kendimi bulduğum veya

kaybettiğim defterlerimden ilham alarak tasarladığım

Dönüşüm Kitabı Atölyeleri. Bir dizi olarak tasarladığım

atölyeler, herkesin kendisi ve sadece en yakınları

ile baş başa kaldığı bu süreçte, farkındalık ve

içerideki yaratıcı gücü keşfetmesi ile kendi hikayesini

içine akıtabileceği alanlar açıyor. Londra’da Rise Art

ve İstanbul’da Arya Kadın Yatırımcı Platformu ile harekete

geçtik ve ilk çalışmalara başladık bile. Önemli

olan nasıl bir süreçten geçiyorsak geçelim ya da ne

yaşıyorsak yaşayalım, günün sonunda elimizde olanlarla,

olan bitenle nasıl hissediyor olduğumuz. O nedenle

bu değişim süreci için doğru şeyleri kucaklamaya

özen göstermeliyiz.

Bu sürecin geleceğimizi kişisel tercihlerimizle yeniden

yaratmak için bir fırsat olduğunu düşünerek,

gülümsemeye devam ediyorum. Sanat üretebilmemin

ve düşünebilmenin çok büyük katkısını görüyorum.

Yaşam Şaşmazer

“Kendimle çeliştiğim bir durumdayım”

Gündelik yaşamımızı, alışkanlıklarımızı ve rutin olanı sekteye uğratan bu pandemide,

sanırım herkes gibi ben de sonsuz duygular arasında gidip geliyorum. İç dünyamın

halleri endişe, korku, yas, özlem, çaresizlik ve umutsuzlukla belirsizlikten yükselen bir

umut arasında savruluyor. Dış dünya ise fiziksel temas ve yakınlığın kaybı, mesafeler,

sınırlar ve yoksunluklarla doluyken; takvimim de maalesef ki belirsizliğe sürüklenmiş,

ertelenmiş ya da iptal edilmiş projelerle dolu. Bütün bu haller beni yavaşlamaya itiyor.

Mecburi bir yavaşlamanın yanı sıra, dünyayı, olan biteni ve kendi içimi anlayabilmek

adına da bir yavaşlama bu. Bu durum dolayısıyla üretimime de yansıyor. Bir zamanlar

‘normal hayat’ın bizi sürüklediği bu hıza şimdi yarı gönüllü-yarı mecbur bir halde dur

derken, bir yandan çok temel bir şekilde hayatta/sağlıklı kalmaya çalışıp diğer yandan

da üretme arzumu ve konsantrasyonumu sürdürmeye çalışıyorum.

Doğa ile ilişkimiz, insan sonrası, çürüme, işgal, istila, bir süredir çalıştığım konulardı.

Baktığım bu temalar güncelliğini bu dönemde daha da fazla hissettiriyor. Yapmaetmelerimi

biraz daha yavaşlatmış olsam da okumaya, düşünmeye ve araştırmaya devam

ediyorum.

Dünyamızın bu hali yaratıcılığı nasıl etkiler şu an bunu konuşmak zor, belki bugün

bu durumun ‘bizi’ nasıl şekillendireceğine bakmak her şeyden daha anlamlı olabilir.

Bireysel ve kolektif olarak bu süreci nasıl geçirdiğimiz, neler süzdüğümüz, neleri

bırakıp neleri içselleştirdiğimiz gidişatı etkileyecek. Sanatla uğraşan kimseler olarak

da daha önce hiçbirimizin deneyimlemediği bu koşullardan sonra kendimizi nasıl şekillendireceğimiz

üretim ve ifade biçimlerimize, malzemelerimize, bakış ve yaratıcılığımıza

derin bir etkide bulunacaktır diye düşünüyorum.

Ardan Özmenoglu, Allien, post-it notlar üzerine karışık teknik, 80x106cm, 2019

“Eserlere bu korku, salgın ve

hapsolma duygusu

yansıyacak”

Ardan Özmenoğlu

Bunu söylemek için erken, bu süreçte

yaşananlar kendisini sonradan

gösterecek. İçinde bulunduğumuz durum

çok yeni bir tecrübe, ancak bunu hazmettikten

ve yaşadıktan sonra bu duruma ait

olan olgu ve duygularla oluşmuş eserler

ortaya çıkacak.

Eminim benim eserlerime ve bütün

sanatçıların eserlerine bu korku, salgın ve

hapsolma duygusu yansıyacak. Bu yaşananlar

yaratıcılığımdan çok çalışma disiplinimi

etkiledi, sürekli düşünmekten

harekete geçemiyorum.

İhsan Oturmak

Aslında benim kalabalık, çok iletişim gerektiren ortamları

bırakmamın üzerinden yaklaşık dört yıl geçti.

Bu dönem içerisinde, isteyerek neredeyse tüm

bağlantılarımı askıya alarak, daha çok kendimle vakit

geçirmeyi tercih ettiğim bir sürece dönüştürdüm.

İstanbul gibi kalabalık bir şehirden daha kırsal bir

yere taşındım. Maruz kaldığım insan sayısını aza indirmek

için daha az dışarı çıkmayı, etkinliklere daha

az katılmayı tercih ettim. Böylelikle kendimle geçirdiğim

zamanı fazlalaştırdım. Bunun aslında yalnızlığın

tanımına yaklaşımımızla ilgili olduğunu düşündüm.

Etrafınızda çok fazla insanın olmasının yalnız

olmadığınız anlamına gelmediğinin farkına vardım.

Ya da tek başına bir odada olmanız, sizin iletişim

kurmadığınız anlamına gelmiyor. Yalnız değilsiniz,

orada siz varsınız. Bu çok kişisel bir tercihti.

Salgının başlamasıyla insanlar bir anda evlere kapanmak

zorunda kaldı. Sınırlı dışarıya çıkma izinleri,

maskesiz çıkamama, sosyal mesafe zorunluluğu;

önceki yaşam biçimi tercihimden uzak olmamasına

rağmen, tercihimi bir anda zorunluluğa çevirdi.

Bu zorunluluk istemsiz bir şekilde bende bağlantı

kurma isteği doğurdu. Bu daha önceki kalabalık yaşam

biçiminden çok farklı bir istek oldu. Onların arasında

olmak istemekten ziyade, sanırım duruma

hakim olmak isteği. Bir şekilde tercihsizliğin oluşturduğu

bir durum. Olmak istediğim ‘içeri’ olmasına

rağmen, şimdi dışarıyla bağlantı kurmak isteyen

bir zihin… Aslında bu birbiriyle çelişen iki istek! Aynı

anda hem içerde olmak hem de dışarıda. Bu durumu,

aslında gözetleme kulesine dönüşen bir ev gibi düşünebiliriz.

Herkes bir şekilde cezaevinde, ama sen onları

gözetleyen asker gibisin.

Yaptığım çoğu işte genelde yaşadıklarımdan yola

çıkarak var olan tarihi, sosyolojik ve siyasi olaylarla

ilişkilendirerek, konumlandığım durumu çözmeye

çalışırım. Şimdi ise daha farklı bir durumla karşı

karşıyayım. Kendimle çeliştiğim bir durumdayım.

Kafamdaki şey de bu çelişkiyi çözmek.

İhsan Oturmak, Eve Girme Yasağı III, 76x95cm, 2019



22 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

DOSYA KONUSU

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 23

DOSYA KONUSU

“Bu sürecin bir yapıtlar serisine

dönüşmemesi imkansız”

Seçkin Pirim

Seçkin Pirim, Blue Wind, 120x65x50cm, 2020

Eve ya da atölyeye kapanma fikri, aslında tam benlik bir şey.

Sadece bu karar bana ait olduğu zaman... Böyle zorunlu ve ucu

belirsiz bir durum ne yazık ki mental olarak şu an için üretimimi

ve konsantrasyonumu engelliyor. Tüm bunlar geçince yüksek

ihtimalle üretimlerime yansıyacaktır. Nasıl olur bilemiyorum,

ancak yansıyacağı kesin. Bütün işlerim, yaşadıklarım ve sonuçlarından

ortaya çıktığı için bu sürecin de bir yapıtlar serisine dönüşmemesi

imkansız sanırım. Kafamda sonraki yapıtlar için bir

sürü soru var. Ama cevaplarını bu bekleme hali bitip atölyeye

girdiğimde vereceğim sanırım. Göreceğiz...

İnsanoğlu yaşadığı kötü deneyimleri ve bundan çıkarması

gereken dersleri çok çabuk unutuyor. İlk zamanlarda birçok

kafa yapısının değişeceği hissi, ama her şey tamamen normale

döndükten sonra insanların yine umarsız ve duyarsız yaşam

biçimlerine geri dönecek olma hali beni korkutuyor açıkçası.

Bundan sonra herkesin ortak kurduğu cümleler olan doğaya saygılı

bir yaklaşımın olduğu; daha az tüketimin olduğu, daha insancıl

bir yaşam biçiminin olduğu, ilk hedefin iyi insan olmak

olduğu bir gelecek ümit ediyorum...

“Şiirsel olana

yoğunlaşmaya devam edeceğim”

Barış Sarıbaş

“Sanatın söyleyecek sözü yine bitmeyecek”

Hayal İncedoğan

Ben, dünyayla birlikte Türkiye sanat ortamının da

uzun süredir yaşanan olaylar ve bunların etkisiyle

zaten bir tür içe dönüş hali yaşadığını düşünüyorum.

Yaşanan son durum ise tüm bunların üzerine

geldi. Büyük sanat kurumları, galeriler ve müzelerin

yanında elbette sanatçılar da bundan çok etkilendiler.

Her durumda sanatçı olarak yapılabileceğiniz

en iyi şeyin belli sosyal sorumluluk projeleriyle birlikte

yine üretmeye devam etmek olduğunu düşünüyorum.

Hem de kesintisiz şekilde, işinize daha çok

sarılarak; ama bütünün bir parçası olduğunuzu unutmadan…

Benim projelerim de özellikle ocak ayında

sonlanan son sergimde olduğu gibi; zaman, mekan ve

insana dair sorular ve kavramlarla biçimlenmeye devam

ediyor. Uzun süredir, bugün belki her birimizin

içinden geçtiği/geçirdiği, yaşamın kendisine dair bazı

temel sorular üzerine düşünüyorum. Gelecek sergim

de bu konular üzerine gelişiyor. Yaşanan bu sıra dışı

günlerin getirdiği oldukça sert ve keskin gerçeklerin

ve bunun sonucu oluşan kolektif ruh halinin yarattığı

izlerin, bende en insani, en sarsıcı şekilde farklı biçimlere

evrildiğini söyleyebilirim.

Aslında üretim süreçlerini düşündüğünüzde sanatçılar,

fiziksel olarak eserlerini tamamlayıp paylaşana

kadar geçen sürede zaten kendi izole alanlarında

çalışmaya devam ediyorlar. Paylaşma ve

Barış Sarıbaş, Unforgiven, asitsiz kağıda ekoline, 76x55cm, 2016

İnsan dünyada doğa ve evren ile nasıl

yaşayacak buna karar verecek. Bedelini

ödeyeceği gelecek kurgusunda rolüne

hazırlanacak. Sanatın ve bilimin

sorumluluk alanları genişlemek zorunda.

İnsanlığa, doğaya sözü olmayan sanatın

ve sanatçının gelecekte yeri olabileceğini

sanmıyorum. Sanatın sadakatine adadığım

hayatımın üretimlerimde, bıkmadan

ve yılmadan, sürdürülebilir yenilenen

devrim düşüncesindeyim.

Lirik yani şiirsel olanın üzerinde yoğunlaşmaya

devam edeceğim, kendim

için geleceğin barışık resimlerinin buradan

fışkıracağını biliyorum: Eşitlik, adalet,

demokrasi, işsizlik, engelliler, sürdürülebilirlik,

dayanıklılık, direnme,

kapsayıcılık, özgürlük, yoksullukla mücadele,

insani iş alanları, tüketim sorumlulukları,

toplumsal cinsiyet eşitliği, eğitim,

açlık, doğal temiz su kaynaklarının

doğru kullanımı, felsefe, edebiyat, sinema,

sanatçı dostlukları ve birlikte üretim

gibi benzer konulara ilgi duyuyor ve uzun

yıllardır çalışıyorum. Düşüncenin yaşanmış

damıtılmış özü ve bilgileri bizlere pusula

olacak.

“İçe dönme fırsatları kollamamız daha sağlıklı”

Ansen Atilla

izleyicinin eserle yüz yüze gelme noktasında ise bugün

daha farklı çözümlerin gündeme gelebileceğini

düşünüyorum. Diğer yandan hükümetlerin dünyanın

farklı yerlerinde diğer çalışma alanlarını destekledikleri

kadar sanatı da desteklediklerini görmek güzel,

aynı desteği kendi coğrafyamızda da görmeyi diliyoruz.

Yaşanan diğer krizlerden farklı olarak bu durum

sadece şimdiyi değil önümüzdeki günleri de etkileyeceği

için uzun vadeli değişimler ve dönüşümler yaşanacak.

Sanat yine topluma, sürecin toplumdaki sosyolojik,

psikolojik etkilerini anlamaya, yansıtmaya ve

ayna olmaya devam edecek diye düşünüyorum.

Enteresan bir şekilde dünyanın her yerinde aynı

durumun yaşanıyor olması; belli kaygıların, korkuların

varlığı kadar, belli hassasiyetleri ve manevi değerleri

de daha ortak ve eşit seviyeye taşıdı. Yaşanan

benzer durumlar dünyanın bir diğer ucunda da benzer

etkiler yaratabiliyor. Belki bugün için bir başka

noktada paylaşacak ne çok şeyimiz olduğunu hatırlayarak

sınırlar ötesi düşünebiliriz. Dolayısıyla sanatın

söyleyecek sözü yine bitmeyecek ve bize aslında dünyanın

bir diğer ucunda kanat çırpan bir kelebeğin etkisinin

ne şiddette olabileceğini gösterecek. Ben herkesin

bu zor günleri hem fiziksel hem ruhsal açıdan

hasarsız ve olabildiğince sanatla geçirmesini dilerim.

Hayal İncedoğan, Lilac Garden, archival pigment print, 50x50cm, 2014

Ansen, No Man’s Land, C Print,

face mount to plexiglass mounted on dibond, 100x100 cm, 2020

“Çevresel farkındalıkları

sanatımla ifade etmeye devam edeceğim”

Burcu Perçin

İçinde bulunduğumuz duruma ansızın ve kıskıvrak yakalandığımızı

düşündüğümüzde, buradan nasıl çıkılır reflekslerinden en

önemlisi pandemi öncesinde her ne yapıyorsak ona tekrar devam

etmemiz gerekliliğidir. Değişim olarak algılananın doğal

bir süreç mi, yahut kasıtlı bir dönüştürme operasyonu mu olup

olmadığını bize zaman gösterecek, değişen bir şeyler olacaksa

bile buna karşı ne türlü yaklaşımlar doğuracağı henüz çok afaki…

Kısacası aceleci davranmadan, ne olduğunu tam çözmeden

bir değişim beklentisi (finansal kayıplara karşı alınacak tutum ve

önlemler hariç) çok erken ve aceleci sonuçlar doğurabilir.

Bu durumda sanatçı da tüm bu olaylardan etkilenmekte ve

izleyici ile buluşacağı zamanları iple çekmekte… Bu arada beslendiği

ortamlardan mahrum kalması muhtemel bir tekrar üretime

dönmenin zaruriyetini de doğurmakta. Diğer bir deyişle,

sosyalliğin beraberinde getirdiği zaruri zamanlardan yoksunluk

ve mahrumiyet nitelikli üretime zaman ayırmanın da önünü açmakta.

Belirttiğim söz konusu avantajların içerisinde yaratım sürecinin

nasıl şekilleneceği, konuların ve gündemin sanat üretimine

etkisi kişiden kişiye değişeceği gibi, başka türlü bir reddediş

yahut kabullenme psikolojisinin mamullerini ileriki dönemlerde

ancak görebileceğiz. Bunun için normalleşme sürecinin başlaması

gerekmekte. Normalleşmenin geç olabileceği varsayımından

çıkarak düşünürsek şayet, ve buradan yeni bir sanat üretimi

doğacaksa da, bunun orijinal bir şey olabilme durumunu ancak

örnekleri çıktıkça değerlendirebileceğiz.

Toparlayacak olursam, önce sağlık ve bunu muhafaza etmenin

öneminden sonra ancak ‘sağlıklı’ bir üretim süreci beklentisine

girmemiz gerekiyor. Sanatın her alanındaki örneklerini tekrardan

görebileceğimiz günlerin gelmesini dilemek en doğru şey.

Biraz daha içe dönme fırsatlarını kollamamızın, yaptıklarımızı

değerlendirip tekrar hareket alanı için azıcık geri çekilmemizin

şu dönemde daha sağlıklı olacağına inanıyorum. Ek olarak bu

süreçte dijital görünebilirlik alanlarının yoğunluğunun birtakım

birikimlerimizi paylaşma arzusuna karşılık bulduğunu ve iyileşme

süreci boyunca bu birikimin paylaşımının motive edici ve iyileştirici

bir güce sahip olduğunu savunuyorum.

Burcu Perçin, Parlak Dönem, tuval üzerine yağlıboya,135x220cm, 2019

2020’nin sonbahar sezonunda Hayalimdeki Başyapıt

adını verdiğim projemi izleyiciyle buluşturmayı

planlıyordum. Şu an bu olasılığı çok düşük tutmama

rağmen, bu seriye büyük bir heyecan ve tutkuyla

devam ediyorum. Elimde yeni eskizlere kaynak oluşturacak

arşivimin olması bir şans. Atölyemin evimle

aynı sokakta, çok yakın olması büyük bir özgürlük

bu dönem benim için. O yüzden düzenli bir şekilde

üretimime devam edebiliyorum. Elbette ilk haftalar

konsantre olmakta zorlandım, ama şimdi gerekli

önlemleri alarak nasıl yaşayacağımızı oturtmaya

başladığımız için daha sakin ve konsantre bir şekilde

üretebiliyorum. Hatta son haftalarda bu yoğunlaşmanın

heyecanını her zamankinden daha güçlü

yaşamaya başladığımı hissettim. Bunun bir sebebi

dikkatimi dağıtacak unsurların, yani insan ilişkilerinin

azalması; bir diğeri ve bence daha önemli olan,

duygusal anlamda hepimizin bir değişim ve dönüşüm

içinde olduğumuz gerçeği. Yaşadığımız dönemin,

duygusal ve psikolojik şartlarının yansısı bir anlamda

yaratıcı edimi tetikliyor. Eminim ileriki tarihlerde

bunu çok daha etkili bir şekilde göreceğiz.

Ele aldığım temalara gelince, genelde çevresel

konulara derin bağlılıkla hareket ettim. Terk edilmiş

sanayi tesisleri, tahrip edilen doğa, taş ve mermer

ocakları, sentetik doğa manzaraları gibi var oluşumuzu

bir tehdit haline getiren çevre sorunlarını mesele

edindim. Doğayla olan sorunlu ilişkimizi ortaya

koyan güncel konuları işledim.

Son dönem üzerinde çalıştığım seri ise antik dünyayı

temel alarak, insanoğlunun doğa üstündeki eski

ve yeni inşa formlarını buluşturmasını ve araştırmasını

yansıtıyor. Bu anlamda çok zengin bir coğrafyada

olmamız; bu kültürel, sanatsal zenginliği daha görünür

kılma arzusu uyandırıyor bende. Şu an Covid-19

virüsünün doğaya, çevremize olan davranışımızı sorgulatarak

daha çok gündemimize yerleştirdiği çevresel

farkındalıkları, sanatımla ifade etmeye devam

edecek gibi görünüyorum...

“Önemli olan gerekli dersleri alıp

almayacağımız”

Fırat Engin

Korona virüs ‘bu haliyle’ bizim kuşağın daha önce hiç karşılaşmadığı

bir sorun. Fakat 1. Körfez Savaşı çıktığında dönemin Irak

devlet başkanı Saddam Hüseyin’in Türkiye’ye kimyasal silahla

saldırma tehdidini hatırlıyorum. O zaman çok küçüktüm ama

akşamları kentlerde karartma uygulandığını, imkanı olanların

evlerinin içinde panik odası oluşturduğunu biliyorum. Yine

1986’da Çernobil Nükleer Santral kazası olduğunda kimsenin

Karadeniz’e gidemediğini, gıda sıkıntısı yaşadığını, herkesin

kanser olma riski ile karşılaştığını hatırlıyorum. Daha da yakın

tarihe bakacak olursak, iki yıl öncesine kadar sokaklarda,

AVM’lerde bomba paniği yaşadığımız; meydanlarda, toplu taşıma

araçlarında ve duraklarında sürekli bir panik havası estiği

dün gibi aklımızda. Yani demek istediğim toplumsal travmalar

bizi hiç yalnız bırakmadı; dün de, bugün de… Tarihte örnekleri

ise her dönemde çok çok fazla…

Korona virüs yapısı itibariyle daha önce karşılaşmadığımız

bir olay ama az önce bahsettiğim olaylardan ötürü, “Bir bu eksikti

zaten” diyebileceğimiz bir sorun. Hayat böyle; kültür evrenimiz

medeniyeti inşa ederken adaletsizlik, eşitsizlik, sömürü ve

rant düzeni içinde tüm bu toplumsal travmaları da beraberinde

yaratıyor. Korona virüs de, diğer tüm sorunlar gibi, bana kalırsa

bunun bir sonucu. Şu an salgınla ilgili ilk panik havasını attığımızı

düşünüyorum, sonbaharın başında da bu işin artık bitmiş

olacağını öngörüyorum. Ama önemli olan sonrası: Yani buradan

gerekli dersleri alıp, alamayacağımız... Kapitalist düzenin gelip

dayandığı bu hali ile bu iş sürdürülebilir değil, bu gidişle korona

biter, başkası başlar...

Benim açımdan 2020-2021 planlarım alt üst oldu, birçok

sergim ertelendi, iptal oldu. Dolayısıyla planlarımı yeniden

yapmam gerekiyor. Benim iç dünyamda, üretimimde ve

temalarımda ise radikal bir değişiklik olur mu? Bilemiyorum...

Ama hepimiz bu süreçten dersler çıkarıyoruz. Ben de kendi adıma

dersler çıkarmaya çalışıyorum, daha sorumlu olmak adına,

daha iyi bir insan olmak adına düşünmemiz lazım. Bu süreç sonunda

hepimizin, her bir bireyin kendi iç değişimlerine açık olmasını

arzu ediyorum. Bu anlamda benim yaşayacağım her içsel

değişiklik kuşkusuz işlerime de yansıyacak, bu değişimlerin biçim/içerik

ilişkisi açısından neye evrileceğini ise zaman gösterecek.

Çağatay Odabaş, HAPPY, akrilik/tuval, 168x168cm, 2020

“Hayvanat bahçelerindeki hayvanların ne

durumda olduğunu insanlık umarım daha

iyi anlayabilmiştir”

Çağatay Odabaş

Fırat Engin, Dilek Ağacı/Wish Tree, neon düzenleme, 2019

İçinde bulunduğumuz pandemi durumu gerçekten her zaman

karşılaşacağımız bir durum değil. Ancak bu durumun, bir sanatçının

bütün sanat üretimini baştan sona köklü değişikliklerle

yerinden oynatacağını düşünmüyorum. Sosyal ve iş yaşamımızda

bir takım geçici değişiklikler oldu, bunların eserlerimizde

etkileri görülebilir. Ancak biraz önce de dediğim gibi, bende baştan

aşağı bir değişiklik veya farklılık durumu yaratmadı. Aksine

ben durumu kendi şartlarıma göre dengelemeye çalıştım. Sizinle

daha önce farklı platformlarda da röportaj yapmıştık hatırlarsanız,

orada da bahsettiğim gibi, ben son derece disiplinli çalışan

ve üreten bir sanatçıyım. Bu ve benzeri durumlarda bunu eserlerime

yansıtmak yerine, tedbirlerimi alarak, üretimlerimi aksatmadan

nasıl yoluma devem ederim diye düşünmeyi tercih ediyorum.

Sosyal izolasyon durumu doğal olarak zamanı kullanma

gibi kısıtlamalar getirdi. Bundan şikayetçi olsam da sağlıklı bir

biçimde eserlerimi üretmeye devam edebildiğim için kendimi

şanslı hissediyorum. Bunların haricinde, ben sinemadan esinlenerek

eserlerimi yaratan bir sanatçıyım. Karantina durumundan

dolayı ortaya çıkan ekstra zamanı izleme fırsatı bulamadığım

yapımları izleyerek değerlendiriyorum.

Ayrıca uzun yıllardır elektrogitar çalıyorum. Yine bu zaman

zarfında gitarımla daha fazla zaman geçirme şansı buldum. Bir

de, bu evde karantina durumlarında hayvanat bahçelerindeki

hayvanların ne durumda olduğunu insanlık umarım daha iyi anlayabilmiştir.

“Sanatım neredeyse, evim orada”

Nezaket Ekici

Benim için zor bir zaman. Bir performans

sanatçısı olarak çoğunlukla seyahat ediyorum.

Öyle ki, sanatım neredeyse orada

evde hissettiğim için bana “sanat göçebesi”

denmişti. Başka kültürlerden, mekanlardan

insanlarla birlikte çalışmayınca,

ilham bulmak benim için neredeyse

imkansız. Aynı zamanda, izleyici benim

canlı performanslarım için de çok önemli.

Performanslarımda kendimi ve izleyicileri

birlikte deneyimliyorum ve süreç interaktif

bir biçimde gerçekleşiyor. Ayrıca sanat

hakkındaki ortak paylaşımı da özlüyorum.

Sanat üretmeyerek geçirdiğim bu kısa süreçte,

kültürel etkinliklere katılmayı; sinemaya,

müzeye, kütüphanelere gitmeyi

gerçekten özledim. Ama insan başını da

kuma gömmemeli. Hala çalışkan biriyim.

Yeni işler için fikirler üretiyor, çizimler

yapıyor ve yine performans sergiliyorum:

Bu kez online.

Birkaç format üzerinde düşündüm ve

izleyicime hala nasıl ulaşabilirim üzerine

denemeler yaptım. @nezaket.ekici

Instagram hesabım üzerinden gerçekleştirdiğim,

bir hafta süren canlı performans

“Monday to Sunday/Instagram

Video Flashmob”, izleyicilere her gün

bir saat sanal ortamda benimle birlikte

dans etme imkanı sundu. Onun dışında,

yine Instagram üzerinden Mimar

Sinan Üniversitesi doktora öğrencisi

Tuğçe Arslan ile “Sanatçı konuşmaları”-

na ve birçok galerinin ve sanatçının katıldığı,

Zoom üzerinden gerçekleştirilen

“Galeriler ve Sanatçılarla Canlı Konuşma”

etkinliklerine katıldım. Geçtiğimiz haftalarda

Konrad Adenauer Stiftung (EHF

2010) web sitesinde yayınlanmak üzere;

korona, işlerim ve planlarım üzerine 7

dakikalık bir video-açıklama hazırladım.

Instagram’daki yeni projemse canlı performans

etkinliği olacak. Canlı olarak, takipçilerimle

performans bölümlerini icra

edeceğim. İnternetin, sanal ortamın dilini

en iyi şekilde anlamaya ve kullanmaya çalışıyorum.

Şu süreçte Instagram hesabım,

Zoom ve Skype konuşmalarım bana çok

yardımcı oluyor.

Yaratıcılık konusu ise şöyle: Değişen

iletişim kanallarının yaratıcılığımı farklılaştırdığını

ya da arttırdığını söyleyemem.

Geçmişte de çeşitli işlerin insanların

korkularından ve var olan krizlerden

beslendiğine dair farkındalığım oluşmuştu.

Kaygı, kapalı kalma, panik gibi temalara

önceki işlerimde de yer vermiştim:

Örneğin “Screaming Feathers” (2006 kuş

gribi)… Instagram sayfamda da kendimi

alçı içinden kurtardığım “Blind” ve bir

oda dolusu nesneyi kırmızı bir rujla öperek

iz bıraktığım “Emotion in Motion”

işlerimin, korona virüsü krizine dair

öngörüler olduğu şeklinde yorumlar görüyorum.

Nezaket Ekici, Screaming Feathers, Performance Installation, 2006,

Camera by Hans T Sternudd, Photo by Ylva Magnusson, Sound : Georg Klein



24 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 25

MÜZAYEDE

MÜZAYEDE

Paul Klee, Abend in N (Evening in N) or

Architektur Abends (Architecture in the Evening)

Théo van Rysselberghe, À Thuin ou La Partie de Tennis

Edgar Degas, Scène de ballet, Arlequin et Colombine

René Magritte, Le Temps Jadis

Steve Claydon, Graven in Tandem, 2012

Camille Pissarro, Le Jardin des Tuileries, Matinée

de Printemps, Temps Gris

Andy Warhol, One Blue Pussy, 1954

Korona ve Sonrası Müzayedeleri

Korona döneminin en çok etkilediklerinden biri kültür sanat alanıydı.

Peki ya müzayedeler? Dünyanın en önemli müzayede evleri Christie’s,

Sotheby’s, Phillips ve Bonham’s müzayede raporu...

Christie’s “Kağıt Üzeri İşler”e Ağırlık Veriyor

Gözler Sotheby’s Paris’e Çevrilecek

Christie’s, haziran ayında

gerçekleştireceği online

müzayedelerinde ağırlığı

Avrupa sanatı ile modern

sanata veriyor. Müzayede

evi, ay sonunda New

York’ta gerçekleştirmeyi

planladığı 20. Yüzyıl Haftası

satışlarını ise 10 Temmuz’a

erteledi. Bu özel global

satış, müzayede evinin dört

lokasyonunda birden olarak

gerçekleştirecek.

Christie’s Müzayede Evi, sanatseverleri

20 Mayıs’ta başlayıp 9 Haziran’a

kadar devam edecek “Arp’a

Saygıyla: Greta Stroeh Koleksiyonu” başlıklı

online müzayedede bir araya getiriyor.

Müzayedenin yıldızının 300-500 bin

euro’luk tahmini satış fiyatıyla

Jean (Hans) Arp’ın Torse’u olması

bekleniyor. Arp’ın Configuration’u 100-

150 bin, Fleur de Rêve au Museau’su 40-60

bin, Sculpture automatique dite Hommage à

Rodin’i 25-35 bin euro’dan alıcılarla buluşacak.

Christie’s 25 Mayıs-1 Haziran sürecinde

online olarak gerçekleştirdiği

“Seçkin Bakış: Çin Resimleri” müzayedesinde

91 lot sunuyor. Müzayedenin yıldızının

200-300 bin Hong Kong Doları aralığında

satılacağı düşünülen Fan Zeng’in

Playing with Toad’u olması bekleniyor.

Onu 150-200 bin Hong Kong Doları fiyatıyla

He Baili’nin Flowers of the Four

Seasons’ı takip ediyor. Öne çıkanlardan

Xu Zhi’nin Spring Landscape’i ile

Lin Zhimian’ın Calligraphy in Clerical

Script’i 60-100 bin, Fang Zhaoling’in

Cave Dwellings’i ile Huang Yongyu’nun

Sunflower’ı 60-80 bin Hong Kong Doları

fiyat aralığında koleksiyonerlerin karşısına

çıkıyor.

PİCASSO’DAN GİACOMETTİ’YE

USTALARIN BAŞYAPITLARI

Christie’s’in 29 Mayıs’da başlayıp 11

Haziran’a kadar devam edecek “Form ve

Fantezi” isimli tematik satışı, modern sanatın

soyut ve ‘fantastik’ yüzünün ilgilileri

için önemli bir fırsat olmaya aday.

Seçkide Pablo Picasso, Joan Miró,

Alberto ve Diego Giacometti ile Marino

Marini’nin aralarında olduğu ustaların işleri

yer alıyor. Joan Miró’nun Sans Titre’i

ile Marino Marini’nin Gertrude, il piccolo

cavallo’su 250-350 bin, Max Ernst’in

Un Microbe Vu à Travers un Tempérament’ı

150-250 bin, Pablo Picasso’nun Deux

Personnages’ı 100-150 bin dolar tahmini

fiyat aralığında satılacak.

2-18 Haziran tarihleri arasında online

olarak gerçekleşecek “Savaş Sonrası ve

Çağdaş Sanat: Amsterdam” müzayedesi

seçkisinde göze çarpan işlerin başında

Miquel Barcelo’nun Cap de Boc Marinat’sı

geliyor. Eserin tahmini satış fiyatı 250-

350 bin euro. Öne çıkan diğerlerinden

Daan van Golden’in Celuy Qut Fut Pris’i

100-150 bin, Pierre Alechinksy’nin Le

Hoquet du Poisson Crapaud’su 60-80 bin,

Julian Schnabel’in Untitled’ı 50-70 bin,

Karen Appel’in Personnage et Animaux’su

25-35 bin ve Jörg Immendorff’un Der

Dogmatiker’i 20-30 bin euro aralığında

yeni sahipleriyle buluşacak.

Müzayede evi, online müzayedelerini

2-17 Haziran arasında gerçekleşecek

“Avrupa Sanatı” ile sürdürüyor. Resim,

heykel ve çizimleri satışa sunacak müzayede

seçkisi, Art Nouveau’nun da aralarında

olduğu farklı sanat akımlarından

yaklaşık 90 bin sanatçının işlerini bir araya

getirecek. Sembolist, oryantalist, realist

ve İskandinav ekollerinden eserlere

de yer verecek. Christie’s, bu satışlarda

daha önce Eugène Delacroix, Théodore

Gericault, Gustave Courbet, Jean-

Baptiste-Camille Corot, Jacques-Émile

Blanche ve William Bouguereau’nun aralarında

sayılabileceği sanatçılar ile rekorlara

imza atmıştı.

Christie’s Müzayede Evi, 2-19 Haziran

tarihleri arasında devam edecek “Eski

Usta Resim ve Heykelleri” müzayedesini

online olarak gerçekleştiriyor. Geniş bir

dönemi ve farklı ekolleri kapsayan seçkisiyle

dikkat çeken müzayedede, birkaç

bin dolara da, 100 bin dolara da iş satın

almak mümkün olacak. Seçkinin yıldızları

arasında Pietro Antoniani, Giuseppe

Bernardo Bison, François Boucher’in

eserleri göze çarparken Jacob Jordaens,

Orazio Borgianni, Isaac Luttichuys’un resimleri

ile stüdyosundaki anonim bir sanatçının

elinden çıkan bir Rembrandt

portresi de koleksiyonerlerin karşısında

olacak.

Christie’s, online müzayedelerini

4-25 Haziran tarihleri arasında devam

edecek Hint Sanatı: “Kutsal Tanrılar,

Dünyevi Zevkler” başlıklı satışla sürdürüyor.

Seçkide Hindu tanrıları, destanları

ve kahramanlarını betimleyen resimler

ile Mughal, Deccani, Rajasthani ve Pahari

ekollerinden örneklerin yanı sıra çeşitli

objeler de yer alacak. İşlerin fiyatlarının

200 sterlinden başlayarak 35 bin sterline

kadar uzanacağı tahmin ediliyor.

Müzayede evi, sanatseverleri 15

Haziran’da başlayıp 1 Temmuz’da sona

erecek online müzayede “Kağıt Üzeri

Modern İşler&Baskılar”da buluşturacak.

1880’lerden 1960’lara uzanan işlerin yer

verecek seçkinin gözdeleri arasında Pablo

Picasso, Marc Chagall, Joan Miro, CRW

Nevinson ve Francis Bacon’ın işleri yer

alacak. Müzayededeki eserlerin tahmini

fiyatları ise 1.500 ila 50 bin sterlin aralığında

değişecek.

Müzayede evi, 26 Haziran’da başlayıp

14 Temmuz’da sona erecek online müzayedesi

“Dialog: Modern ve Çağdaş Sanat”ı

açıkladı. Müzayede içeriğiyse henüz açıklanmış

değil.

LONDRA, PARİS, NEW YORK ve

HONG KONG’DA GLOBAL SATIŞ

Christie’s haziran ayını Paris’te sonlandırmayı

planlıyor. 29 Haziran’da koleksiyonerleri

Paris’te “Afrika, Okyanusya ve

Kuzey Amerika Sanatı”nda buluşturacak

müzayede evi, 30 Haziran’da ise “Savaş

Sonrası ve Çağdaş Sanat” başlıklı müzayedeyle

ayı sonlandıracak. Seçkisi hakkında

açıklama yapılmayan müzayedeyi

ve diğer müzayedeleri pandemi döneminde

takip edenler için Christie’s internet

sitesine girdiğinizde, duyurular sayfasının

takip edilmesini hatırlatıyor. Covid-19

salgını nedeniyle ertelemeler olabileceğini

belirtiyor.

Öyle ki, Christie’s 20. Yüzyıl Haftası

kapsamında New York’ta gerçekleştirmeyi

planladığı “Empresyonist ve Modern

Sanat” ile “Savaş Sonrası ve Çağdaş

Sanat” müzayedelerinin programı değiştirdiğini

duyurdu. Buna göre, müzayede

evi, 10 Temmuzda “Tek: 20. Yüzyıl Sanatı

Global Satışı” başlığını taşıyacak bir müzayede

gerçekleştirecek. Christie’s’in

Londra, Hong Kong, Paris ve New York

merkezlerinde eş zamanlı gerçekleştirilecek

satış ile müzayede evi dijital ve fiziksel

ortamları buluşturan hibrit bir sistem

sunacak. Hong Kong saatiyle saat

20.00’de Hong Kong’da başlayacak ve

yaklaşık iki saat sürecek satış, dört bölüm

halinde gerçekleşecek ve her bölgenin

müzayedesini ayrı bir görevli yönetecek.

Alıcıların hem online hem de (kısıtlama

olmayan bölgelerde) fiziksel olarak katılabileceği

müzayedenin seçkisindeki milyon

dolarlık başyapıtlar ise sanat dünyasını

şimdiden heyecanlandırıyor. Roy

Lichtenstein’ın pop art eseri Nude with

Joyous Painting’ininse yaklaşık 30 milyon,

Pablo Picasso’nun 1955 tarihli Les femmes

d’Alger (version ‘F’)’inin yaklaşık 25 milyon

dolara satılması bekleniyor. Satışın

yıldızlarından biri de Ed Ruscha’nın

Annie’si olacak. Eserin 20-30 milyon dolar

aralığında yeni sahibiyle buluşacağı

tahmin ediliyor. Çinli-Fransız sanatçı Zao

Wou-Ki’nin 21.10.63’sinin tahmini satış

fiyatıysa 10 milyon dolar.

Sotheby’s, online

müzayedelerini sürdürse

de, ayın öne çıkan satışları

18-19 Haziran’da Paris’te

organize etmeyi planladığı

“Empresyonist&Modern

Sanat Satışı” ile ertesi gün

gerçekleşecek “Kağıt Üzeri

İşler” müzayedesi olacak. Paul

Klee, René Magritte ve Pablo

Picasso’nun milyon euroluk

işlerinin sunulacağı satış, sanat

dünyasının gözlerini Paris’e

çevirecek.

Sotheby’s Müzayede Evi, korona virüsü

pandemisi kısıtlamalarıyla devam eden

süreçte, müzayedelerini dijitale başarıyla

taşıyarak, yüksek rakamlı satışlara ulaşmasıyla

dikkat çekmişti. Sotheby’s Müzayede Evi, 27

Mayıs-10 Haziran arasında online olarak düzenlediği

“Modern ve Çağdaş Güneydoğu Asya

Sanatı” satışında resim, heykel, baskı ve kağıt

üzeri işleri bir araya getiriyor. Hem tanınmış

sanatçıların hem de yükselişte olan sanatçıların

işlerini buluşturan müzayede, bu alana ilgili

koleksiyonerler için de iyi bir fırsat sunacak.

PAUL KLEE ve MAGRİTTE’İN

MİLYON EUROLUK İŞLERI

4-16 Haziran tarihleri arasında Sotheby’s

Milan’ın organize edeceği “Çağdaş Sanat/

Milan” müzayedesi 20. yüzyıldan günümüze,

İtalyan ve uluslararası ustaların işlerinden bir

seçkiye yer verecek. Giorgio Morandi’nin 1948

tarihli yağlıboya işlerinden Mario Schifano’nun

Roma pop-art’ına uzanan seçkisiyle satış, geniş

bir beğeni grubuna hitap edecek. Satışta

Lucio Fontana ve Piero Manzoni’nin işlerinin

yanı sıra Yayoi Kusama ile Liu Ye’nin aralarında

olduğu çağdaş sanatçılara ait eserler de sunulacak.

Piero Manzoni’nin Merda d’Artista’sının

tahmini satış fiyatının 120-180 bin euro aralığında

olması bekleniyor.

Müzayede evinin sunacağı online müzayedelerden

biri de İngiltere’nin savaş sonrası dönemdeki

en başarılı heykeltıraşlarından kabul

edilen William Turnbull’ın işlerini odağına alan

“Sonsuz: William Turnbull” olacak. Seçki sanatçının

heykellerinden resim ve kağıt üzeri işlerine

ve hatta 1950’lerden grafik işlerine yer

verecek.

Sotheby’s, online olarak düzenleyeceği,

12-18 Haziran tarihleri arasında devam edecek

“Avrupa Sanatı: Resimler&Heykeller” müzayedesinde

19.yüzyıl ve erken 20.yüzyıl döneminden

resim ve heykelleri, anatomi tasvirlerinden

portrelere ve mitolojik anlatılara kadar

farklı temalar altında koleksiyonerlerle buluşturacak.

Satış kapsamında açıklanan işlerden

öne çıkanlardan Eduard Gardner’ın 1840 tarihli

View of Moscow’u 200-300 bin, Antonio

Boritelli’nin Aria (Air)’ı 100-150 bin sterlin, Sir

Alfred Munnings’in Springtime, Apple Blossom

with a Mare and Foal’ı 80-120 bin sterlin aralığında

satışta olacak.

Sotheby’s, 18 Haziran tarihinde Paris’te

“Empresyonist ve Modern Sanat” müzayedesinde

Rodin’den Man Ray’a, Francis

Picabia’dan Paul Klee’ye pek çok ustanın işlerinden

bir seçkiyle sanatseverleri heyecanlandıracak.

Satışın gözdesinin 2-3 milyon Euro

arasında satın alınması beklenen Paul Klee’nin

Abend in N (Evening in N) or Architektur Abends

(Architecture in the Evening)’i olacağı düşünülüyor.

René Magritte’in Le Temps Jadis’i 1.4-1.8

milyon euroluk tahmini satış fiyatıyla onu takip

edecek. Öne çıkan diğerlerinden Rembrandt

Bugatti’nin Tigre de Siberié’si 1-1.5 milyon,

Emil Nolde’un Wolken’i 350-450 bin, Francis

Picabia’nın Sans Titre’i ile Ida’sı 250-350 bin,

Raoul Dufy’nin Vence’i 200-300 bin Euro aralığında

satışta olacak.

Müzayede evi, 19 Haziran’da Paris’te

“Kağıt Üzeri İşler” satışını gerçekleştirecek.

Müzayedenin yıldızı 700 bin-1 milyon

Euro aralığında satılması beklenen Pablo

Picasso’nun Portrait de Dora Maar’ı olacak.

Öne çıkan diğerlerinden Wifredo Lam’ın Sans

Titre’i 260-360 bin, yine Picasso’nun Tête de

Faune Barbu’su, Joan Miró’nun Tête’i ve Marc

Chagall’ın Femme À La Bougie ou Ma Grand-

Mere’i 250-350 bin, Miró’nun Paysage’i 200-300

bin, Henri Matisse’in La Lecture’ü 150-200 bin

Euro aralığında yeni sahipleriyle buluşacak.

LALANNE’İN HİPOPOTAMLARI

DİKKAT ÇEKECEK

Sotheby’s, 23 Haziran’da Londra’da

“Empresyonist ve Modern Sanat Akşam Satışı”

ertesi gün, 24 Haziran’da yine Londra’da

“Empresyonist ve Modern Sanat Gündüz

Satışı”nı organize edecek. Müzayede seçkileriyse

henüz açıklanmadı.

24 Haziran’da Paris’te ise önce “Çağdaş

Sanat Gündüz Satışı”, ardından da “Çağdaş

Sanat Akşam Satışı” gerçekleşecek. “Çağdaş

Sanat Gündüz Satışı”nda son 80 yılın ustalarının

başyapıtları koleksiyonerleri heyecanlandırırken,

“Çağdaş Sanat Akşam Satışı”, savaş

sonrası dönem ve çağdaş sanatın ‘blue-chip’

kategorisinde değerlendirilen işleriyle göze

çarpacak. 20. yüzyılın ikinci yarısına damga vuran

ustalara ait eserler, meraklılarını buluşturacak.

25 Haziran’da Paris’te gerçekleşecek

“Önemli Tasarımlar” müzayedesi, 20. Yüzyılın

önemli tasarımlarına yer verirken, sanatseverlere

Jean Dunand, Georges Jouve, Jean-Michel

Frank, Pierre Jeanneret, Alberto Giacometti,

Claude & François-Xavier Lalanne, Paul Dupré-

Lafon, Marc Newson, Eugène Printz ve Ron

Arad’ın aralarında olduğu sanatçıların işlerini

sunacak. Seçkinin gözdelerinden François-

Xavier Lalanne’in Famille d’Hippopotames’ının

fiyat istek üzerine belirlenecek.

Sotheby’s’in 26 Haziran’da Londra’da

gerçekleştireceği “Çağdaş Sanat Gündüz

Müzayedesi”, şubatta gerçekleşen çağdaş sanat

gündüz müzayedesinin başarısı ardından

koleksiyonerleri bir araya getirecek. Müzayede

kapsamında açıklanan işlerden A.R. Penck’in

1971 tarihli System B-System A’inin 180-250 bin

sterlin aralığında satılacağı tahmin ediliyor.

Müzayede evi, 23 Haziran ile 30 Haziran

arasında online olarak “Tablo, Desen, Heykel

1300-1900” başlıklı satışı gerçekleştirecek.

Eski ustaların çizim ve resimlerinden 19. Yüzyıl

resim ve heykellerine uzanan geniş bir seçki

sunacak müzayedenin dikkat çekenleri arasında

Sébastien Bourdon, Jacob van Loo, Jean-

Baptiste Carpeaux ile Jean-Baptiste-Camille

Corot’nun işleri yer alacak.

Sotheby’s’in haziran sonunda dikkat çeken

müzayelerinden biri de 22 Haziran-2

Temmuz arası online olarak gerçekleşecek

“Empresyonist & Modern Sanat” satışı

olacak. Müzayede seçkisi ise henüz açıklanmadı.

Sotheby’s’in haziran ayında New

York’ta gerçekleştireceği “Amerikan Sanatı”,

“Çağdaş Sanat Akşam Müzayedesi” ve

Empresyonist&Modern Sanat Akşamı” satışlarının

tarihleri de henüz netleşmiş değil.

Bonhams’ta Empresyonist Ustalar İlgi Görecek

Phillips’ten Online Çağdaş Sanat Seçkisi

Bonhams Müzayede

Evi, 23 Haziran’da New

York’ta gerçekleştireceği

“Empresyonist ve Modern

Sanat” müzayedesi

ve seçkisindeki Edgar

Degas’nın Scène de Ballet,

Arlequin et Colombine’ı

ile koleksiyonerleri

heyecanlandırıyor.

Bonhams Müzayede Evi, 10

Haziran’da Sydney’de gerçekleştireceği

“The Grice Collection” satışında

baskı, resim ve minyatürlerden

oluşan geniş bir seçkiye yer verecek.

Açıklanan işlerden öne çıkanlar arasında

Adrian Feint’ın Tulips and Roses’ı yer alıyor.

Eserin tahmini satış fiyatı 7-10 bin

Avustralya doları olarak açıklandı.

Bonhams yine aynı tarihte, 10

Haziran’da New York’ta “19. Yüzyıl

Avrupa Resimleri” müzayedesi düzenleyecek.

Satışın gözdesinin 250-350 bin

dolar tahmini satış fiyatına sahip, Jean-

François Millet’nin Laitière Normande’ı

olacağı tahmin ediliyor. Jean-Baptiste

Camille Carot’nun Environs d’Arras, borde

de la Scarpe’ı 80-120 bin, Luzancy, Le

Chemin des Bois’sı 50-70 bin aralığında

satışta olacak. Jules Cyrille Cavé’nin

Meditation’ı 50-70 bin, Thomas Luny’nin

The East Indiaman General Goddard with

the Dutch Fleet’i 40-60 bin dolar aralığında

alıcılarıyla buluşacak.

ÇAĞDAŞ ORTADOĞU SANATI

MERAKLILARI BULUŞACAK

Bonhams, 11 Haziran’da Londra’da iki

ayrı müzayede düzenleyecek. “İslam ve

Hint Sanatı” satışında 262 lot bir araya

getirilecek. Müzayedenin gözdeleri arasında

Maqbool Fida Husain’in işleri göza

çarpıyor. Sanatçının Mother Theresa’sının

tahmini satış fiyatının 30-50 bin, Bird of

Peace’ininki ise 15-20 bin sterlin aralığında.

Syed Haidar Raza’nın Flora Fountain,

Bombay’ı ile George Keyt’in Two Figures’u

ise 8-12 bin sterlin aralığında satışa çıkacak.

“Modern ve Çağdaş Ortadoğu Sanatı”

satışında ise Jewad Selim’in Nisa Fi Al-

İntidar’ı 150-250 bin sterlinlik tahmini

sartış fiyatıyla müzayedenin gözdesi

olmaya aday. Mahmoud Mokhtar’ın The

Veiled Woman or Princess (El-Amira)’i 90-

120 bin, Sohrab Sepehri’nin Untitled (from

the Tree Trunk Series)’i 80-120 bin dolar

tahmini satış fiyatıyla ön plana çıkıyor.

Aynı gün, 11 Haziran’da Amerika kıtasına

baktığımızda ise, Bonhams’ın

programında New York’ta gerçekleşecek

“Modern ve Çağdaş Afrika Sanatı” müzayedesinin

olduğunu görüyoruz. Nijeryalı

sanatçı Demas Nwoko’nun Children on

Cycles’ı ile Senegalli Papa Ibra Tall’ın Vin

Noir’ının yüksek rakamlara ulaşacağı düşünülüyor.

18 Haziran’da Londra’da gerçekleşecek

olan “Baskı&Çoğaltmalar” müzayedesinden

paylaşılan işler arasında ise

Harland Miller’ın Overcoming Optimism’i

göze çarpıyor. Eserin tahmini satış fiyatı

10-15 bin sterlin aralığında.

Bonhams’ın 23 Haziran’da New

York’ta gerçekleştireceğini açıkladığı

“Empresyonist&Modern Sanat” satışı ise

hazirana damga vurmaya aday. Fransız

empresyonist ustalardan Edgar Degas’nın

Scène de Ballet, Arlequin et Colombine’ı

300-500 bin dolar tahmini fiyata yeni sahibiyle

buluşmaya hazırlanıyor.

24 haziran’a geldiğimizde ise

Bonhams’ın takviminde Londra’daki

“Modern&Çağdaş Sanat” isimli müzayedeyi

görüyoruz. Seçkiden açıklanan tek

iş, 5-7 bin sterlin aralığında alıcı bulması

beklenen Carla Accardi’nin Azzurro Viola

Arancio’su oldu. Aynı tarihte New York’ta

ise “Savaş Sonrası&Çağdaş Sanat” müzayedesini

görüyoruz. Seçkiye dair yer verilen

tek bilgi ise, müzayedenin Amerikalı

sanatçı Leo Villereal’in 2002 tarihli

Lightscape’ine yer veriyor oluşu…

Phillips, ay başında çağdaş

sanat seçkisi sunacağı

“Bağlan/Yansıt/Topla” başlıklı

satışı haricinde haziran

ayını online tasarım, saat ve

mücevher müzayedeleriyle

tamamlayacak.

Phillips Müzayede Evi, küresel korona virüsü

salgını nedeniyle insanların evlerinde

karantinada geçirdiği süreçte, haziran

ayını da kısmi olarak online müzayedelerle

geçirecek. 13-21 Mayıs tarihleri arasında online

olarak gerçekleşen “Shaping the Surface”

müzayedesi, resim düzleminin iki boyutlu yapısını

‘bozan’ çağdaş sanat eserlerinden oluşan

bir seçkiye yer verdi. Müzayedenin öne çıkanları

arasında Martin Kippenberger’in 1992

tarihli Ohne Titel(der Onkel kommt’u, Amoako

Boafo’nun Sleepy Lady’si (2019) ile Genieve

Figgis’in Adam & Eve’i (2019) yer aldı. 13-21

Mayıs tarihleri arasında gerçekleşerek 21 Mayıs

Perşembe sonlanan bir diğer müzayede “Happy

Hour: Online Auction” adını taşıyordu. 33 lotun

sunulduğu müzayedede öne çıkanlar arasında

50 bin dolarlık açılış fiyatıyla Urs Fischer’in

4.15pm & 4.15pm’i ile 40 bin dolar açılış fiyatına

sahip Vik Muniz’in The Raft of the Medusa, after

Géricault from Pictures of Chocolate’ı yer aldı.

Phillips’in 20-28 Mayıs tarihleri arasında sanal

ortamda gerçekleşen “Refresh:Reload”

müzayedesi, 20. Yüzyıl sanatı ve çağdaş sanat

işleriyle birlikte değerli saatler ve mücevherleri

bir araya getiren bir seçkiye

sahip. İşler arasında öne çıkanlar ise şöyle:

Genieve Figgis’in Gentleman Caller’ı (2014),

Katherien Bernhardt’ın Fake Love’ı (2019),

Claire Tabouret’nin My Waves’i (2019) ve Josh

Sperling’in Red Squiggle’ı (2015).

26 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında ise

“Bağlan/Yansıt/Topla Çağdaş Sanat Seçkisi”

başlıklı müzayedeyi görüyoruz. Seçkide yer

alan işlerden öne çıkanlar arasında Amoako

Boafo’nun Cobinnah with Yellow Nails’ını, Andy

Warhol’un 1954 tarihli One Blue Pussy’sini, Enoc

Pérez’in Ponce Inter-Continental Hotel, Ponce,

Puerto Rico, 2003’sini ve Steve Claydon’ın The

Graven in Tandem’ını saymak mümkün.



26 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

GÜNCEL SANAT/ÖZEL SÖYLEŞİ

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 27

GÜNCEL SANAT/ÖZEL SÖYLEŞİ

“Çağdaş Sanata Destek” Kampanyası

“Bu salgın İstanbul’a farklı bir güç

verdi” diyen Ali Güreli, salgın sebebiyle

başlattıkları “Çağdaş Sanata Destek”

kampanyasını, CI’ın Eylül ayı yerine Aralık’ta

yapılacağını ve fuarın online versiyonu için

çok kapsamlı bir çalışma başlattıklarını

anlattı.

Şebnem KIRMACI

Ali Güreli

Dünyanın en önemli sanat

etkinliklerinin başında gelen Venedik

Bienali’nin 2022 yılına (Nisan 23

– Kasım 27) ertelendiği açıklandı.

Art Basel iptal edildi. Bu kararlar,

salgının sadece önümüzdeki günlerde

değil, önümüzdeki yıllarda da

sanat ve kültür dünyasında ki çoğu

etkinliğin programını değişikliğe

uğrayacağının en iyi göstergelerinden.

Siz İstanbul’un uluslararası çağdaş

sanat fuarını yıllardır yapan bir

yapının başındasınız. Salgın bu yıl

Eylül ayında yapılması planlanan

Contemporary Istanbul programını

her anlamda nasıl etkiledi?

İçinde bulunduğumuz ortam, bu salgının

bilinmezlikleri doğal olarak dünyayı

ve tüm insanları etkiledi. Dünya insanı

ilk kez bununla karşılaştı. Her gün yeni

bir bilgi doğuyor, yoğun bir öğrenme sürecindeyiz.

Bu sürecin devam edeceğini de

öğrendik. Türkiye’nin ve Türk insanının

bir avantajı yaşadığımız bölgenin ve de

ülkemizin “kriz” kavramına yatkınlığıdır.

Ben krizlerle büyüdüm ve yaşadım, hepsi

de geride kaldı ama öğrendik, bu yaşama

da böyle bakar olduk. Öğrendiğimiz

önemli husus, sorunu iyi anlamak, izlemek

ve hızla çözümü aramak yanında bu

ortamda elde edilebilecek fırsatlar nelerdir,

fırsat ‘varmıdır’ aramak oldu. Mart

ayı başından itibaren dikkatle izliyorum

ve bugün de büyük bir fırsat görüyorum.

CI 2006 yılında dünyada 21. sanat fuarı

olarak yerini aldı, 2019 yılında sanat fuarı

sayısı 320’yi geçti. Salgın fuarları durdurdu,

erteletti, aynı zamanda sayısının da

ciddi olarak azalması sonucunu doğurdu.

Bu ne kadar devam edecek göreceğiz ancak

aynı zamanda CI’a ve İstanbul’a faklı

bir güç verdi.

Nasıl?

Birçok fuar devam edip etmemeyi düşünebilir

ama İstanbul dünyada sanat ve

kültür kenti olma yolunda yukarı sıralara

tırmanır diye görüyorum. Bu çerçevede

CI fuarı bu yıl da gerçekleştirecek. Bu kararımızda

15. Senede de Akbank’la birlikte

yola devam ediyoruz ve yanımızda olmasının

önemi büyük. İstanbul’un belki en

güzel ayı olan Eylül ayı yerine daha tedbirli

olmak, insanların kendilerini daha

güvenli hissetmeleri ve tabii seyahat etme

duygusunun daha kuvvetli olabileceği düşüncesi

ile Aralık 2020’ye geçmeye karar

verdik. Bu düşüncemizi önce Danışma Üst

Kurulu ile paylaştık, devamında 40’a yakın

yerli galeri ile paylaştık ve eğilim bu

şekilde oluştu. Haziran ayında ise yabancı

galerilerle görüşmelerimizi ele alacağız.

Yurt dışında ve ülkemizde ki ortamın

yumuşadığını izlemek ve akabinde yurt

dışı galerilerle de paylaşmayı tercih ettik.

Yurt dışında 14 farklı şehirde yerleşik

CI Ambassadors ile geçtiğimiz hafta paylaşımımızda

da Aralık ayının tercih edildiği

anlaşıldı.

Aslında CI bu yıl 15.yılına girdiği

için bir dönüm noktası sayılabilecek

zaman dilimindeydi. 15.yıl

hazırlıkları ve sunumu salgın

kapsamında nasıl etkilendi?

15. Yılında da, her yönü ile sarsılmış bir

dünyada sanatın devamlılığı, birbirimize

daha önceki kadar yaklaşamayacak

olsak da sanat fuarı ortamında olmanın

değerini gözeterek “bu yılda yaptık

Contemporary Istanbul’u” diyebilmenin

keyfini, gururunu düşünerek çalışmaları

sürdürüyoruz. Ocak 2020’de yeni

kurulan DÜK Danışma Üst Kurulu ilk toplantısını

yaptı, hedeflerini 2020 yanında

önümüzdeki yılları da kapsayacak şekilde

konuştu, değerlendirdi. 21 Mayıs’ta New

York’dan başlayarak, Ekim’de Londra

(Frieze) ve 2021’de Venedik Bienali, New

York ve Los Angeles’ide kapsayan ve her

yıl tekrarlanmak üzere davetler programını

New York merkezli ATS American

Turkish Society ile birlikte çalışmaya başladık.

2021 yılında ayrıca Dubai, Berlin ve

Moskova’da da benzer tanıtım davetlerinin

yapılabilmesini 2019 yılında kurulan

TGTA Turizm Geliştirme ve Tanıtma

Ajansı ve THY ile birlikte planlama sürecini

ilerlettik ve aniden Mart ayında

DÜK’ün 2. toplantısını yapmaya da fırsat

kalmadan “evde kal” dönemine girdik.

Bu programı dünyadaki gelişmelere

paralel olarak, 2021 başından itibaren

devam ettirmek istiyoruz. Art Basel Basel

çok yeni bu yıl gerçekleşmeyeceğini ve

2021’e odaklandıklarını açıkladı, Aralık ilk

haftasında yer alan Art Basel Miami yapacaklarını

da belirttiler, Miami’deki paralel

fuarlar da Aralık başında yerlerini alacaklardır,

bunlardan Untitled’in hem fiziki

hem de çevrimiçi yer almasına çalışılıyor.

Ben geleceğe olumlu bakıyorum, zorlukların

içinden farklı iyiliklerin doğacağına

ve bu ülkenin geleceğinin çok iyi

olacağına inanıyorum. Evet etkilendik,

evlerimizden nasıl daha iyi yaparızı düşünüyor,

tartışıyor ve çalışıyoruz.

Sanata ve sanatçıya genel anlamda

destek olunması konusunda bir

girişiminiz olacak mı? Olacaksa nedir

ve detaylarıyla anlatır mısınız?

1990’lı yılların başından itibaren turizm

sektöründe gelişmenin, ilerlemenin,

başarılı olmanın paylaşma ve dayanışma

olduğuna inanarak sektörel sivil

toplum kuruluşlarında kurucu olarak görev

yaptım. Üniversite ve sonrası dönemde

sanat sever, devamında ise sanat alımı

yaparak devam ettim. Yıllara yayılan

bu süreçte sanat piyasası ve sektörünü ihtiyaçları,

eksikleri, nasıl gelişebileceği yönünde

sürekli izleyerek, öğrenerek sanat

fuarı yapmaya karar verdim. İlk 4 yıl

Art İstanbul ve son 15 yıldır da CI ile ilerliyoruz.

Bu sektörün gelişmesi için yoğun

bir sorumluluk hissi ile ilerlemeye çalışıyoruz.

Toplumumuzda sanata ilgi, sevgi

ve önemini anlama konusunda bir görevimiz

var diye görüyoruz. Sanatın gelişmesi,

pazarın büyümesi için öncelikle

önündeki engellerin kaldırılabilmesi

için gerekli mevzuat değişiklikleri, yasalardaki

farklılaşmaları sağlamak için çalıştık,

çalışmaya devam ediyoruz. Bir sanat

fuarının üzerine vazife olmayan işleri

yaptık. Bu nedenledir ki bu işleri kurumsal

olarak yapmak için CI Vakfı’nı 2019 sonunda

kurduk. Vakfın amacı sanat, kültür

ve eğitim olarak geçer ancak ayrıca ticari

bir amacı olmayan bu kurumun gelişmeleri

örgütlü olarak yapma amacı ve görevi

de vardır. Global anlamda yaptığımız

ve yapmaya devam edeceğimiz husus tüm

sektör paydaşlarının dünyadaki meslektaş

ve kurumlarla daha sağlıklı iletişim kurmalarına

ortam sağlamak, platform görevi

olmaktır.

Üç ay boyunca evlerimize hapsolmamıza sebep veren salgın

global anlamda tüm kültür sanat takvimini altüst etti.

Bu söyleşiyi gerçekleştirdiğimizde dünyanın şampiyon

sanat fuarı olarak bilinen Art Basel ertelenmiş ancak tamamıyla

iptal edilmemişti. Ülkenin tek uluslararası fuarının kurucusu

Ali Güreli’ye bu yıl 15.si düzenlenecek Contemporary İstanbul’un

akıbetini sormak için ulaştık. Ancak bu söyleşiyi gerçekleştirmekteki

asıl amacımız yerel ve uluslararası galerileri bir çatı altında

toplayan bir sanat fuarını uzun süredir yapan biri olarak,

sadece CI’ın ayakta kalması için değil, sanatın global anlamda

varlığını sürdürmesi için bir düşüncesi olup olmadığını sormaktı.

Güreli bu konuda sorumluluk hissettiklerini “geçmiş yıllarda

yapamadık ama bugün paylaşma ve dayanışma zamanıdır,”

diyerek başlattıkları #çağdaşsanatadestek kampanyasını, CI’ın

Aralık’ta yapılacağını ve İstanbul’un nasıl bu işten güçlenerek

çıkacağına inandığını anlattı.

CI’18, Pascale Marthine Tayou, Colonne coloniale, 2015, Galleria Continua

glass sculptures made by Berengo Studio, Murano, Italia, column of enamelled pots

Almanya başta olmak üzere Avrupa

ülkeleri sanata ve sanatçıya son derece

parlak destek paketleri sundular hatta

hemen hayata geçirdiler. Ülkemizde

güncel sanat alanına destek konusunda

herhangi bir yardım konusu gündeme

gelmiş değil. Sizce gelmeli mi? Eğer

devlet bu alana hiç yardım etmezse

burada maddi yükümlülüğü kim

omuzlayacak? Bunun önemi nedir?

Evet çok önemli bir konu bu, sanata ve sanatçıya

destek veren ülkeleri gelişmiş ülkeler

başlığında toplayabiliriz. Bu ülkeler

onlarca yıl önce sanatın toplumun sağlığı

için önemini anlamış, “paylaşmış ve dayanışmış”

ülkelerdir. Sanat ve kültür, ülkeleri

ileri götüren kuvvetli ekonomi ve

siyaset kadar hatta onlardan daha önem-

lidir. Bu anlayış olmadan herkes münferiden

zenginleşmeye çalışarak kendi

yaşamlarını düşünürken aslında çocuklarının,

ülkelerinin geleceğini göz ardı

ederler. Sorunuzun kaynağında “devlet

ne yapmalıdır, nasıl destek olmalıdır

ve neden olmamaktadır yatıyor. Bu soruyu

iki hafta kadar önce ana konusu turizm

olan, TTYD Türkiye Turizm Yatırımcıları

Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanı ve

üst yöneticileri ile olan dijital toplantımızın

sonunda sorma fırsatı buldum. Netice,

devletin destek verebilmesi için sektörün

ölçülebilir, tariflenebilir olmak yolunda

örgütlenmesi gerekiyor. Bugüne

kadar devletle olan iletişimi hiç de görevi

ya da sorumluluğu olmamasına rağmen

Contemporary Istanbul çeşitli şekillerde

üstüne aldı. Bu sektörün KOBİ’lere verilen

desteklerini gerçekleştirdi, gelişme, büyüme

için yüksek KDV’nin büyük bir engel

olduğunu, kurumsal koleksiyonerliğin

yerleşmesi için Kurumlar Vergisi matrahında

sanat eseri alımlarının yer alması

gerektiğini, gelişmiş ülkelerde böyle olduğunu

vurguladı ve Maliye Bakanlığı’na

anlattı, çabaladı. Şimdi diyorum ki, CI’ın

tek başına çabalaması ile bu belki olur

ama başta sanat galerileri olmak üzere

tüm paydaşların birlikteliği, dayanışması

ile netice elde edilebilir.

Birlikte düşünme, paylaşma ve dayanışma

kültürünü mutlaka öğrenmemiz

gerekiyor.

Salgın dolayısıyla Dallas Art Fair, Art

Basel Hong Kong ve David Zwirner’ın

“Platform” adlı dijital inisiyatifi

online sanat satışı konusunda ilk

örnekler oldular. Bu deneyimlerden

ortaya çıkan sonuçlardan biri fiyat

politikasında şeffaflıktı. Şayet online

versiyon olursa katılımcı tüm galeriler

sizce fiyat politikalarında şeffaflık

sergilemeli mi? Düşünceniz nedir?

Covid 19’un ortaya çıkışı ile zaten var olan

ve büyümekte, yayılmakta ve yeni kuşakların

adeta 6. duyusu haline geldi. Covid

19 bu gelişmeyi birden çok hızlandırdı,

yeni dijital çağ diye adlandırdık ancak gelecek

zaten bu yolda ilerlemekteydi. CI’da

fiziki fuar ile paralel hibrid model anlamında

çevrimiçi fuarını da hazırlamaya

Nisan ayı başında girişti. Sanatı izleme,

hissetme, bir eserin önüne geldiğinizde

sizde oluşan duygu ve düşüncelerin keyfini

ve anlamını bilen kuşaklar olarak bu

yeni dünyayı kabullenmekte zorlanmamız

son derece doğaldır. Kimlerimiz hiç

kabullenmeyebilir ancak çevrimiçi sanat

dünyasının büyümesini kaçınılmaz olarak

görüyorum. Teknolojik gelişme bize,

bizim kuşağa da bunu öğretecek diye görüyorum.

Fiziksel fuarların, sergilerin

ve sanat galerilerinin devam edeceklerine

de kuvvetle inanıyorum. Birisi diğerinin

alternatifi olarak bakmamak gerek,

sanat fuarları, sanat galerileri, çeşitli

sergiler hatta müzeler sanatın izlenmesi

yanında insanlara kıymeti çok yüksek

deneyim yaşatmakta, zamanımızı nitelikli

yaşadığımız duygusunu vermektedirler.

Bu duygudan vazgeçmemizin gereği

yok tabii ancak dijital dünyaya sanatın

çok daha büyük kitlelere daha hızlı ulaşmasını

sağlayan önemli bir araç olarak da

bakıyorum.

Sanatın online dünyada fiyatlanarak

yer almasını son derece olumlu buluyorum.

Özellikle de ülkemizde. Dört yıllık

Art İstanbul deneyiminden sonra CI’ın

15. Yılına geldik. Art İstanbul ile beraber

bu 19 yıl içinde sanat sever sayısının artışını,

koleksiyoncu, sanatçı ve galeri sayısının

artışını izledim ancak genç insanların

bilemedikleri, sormaya çekindikleri

sanat eserinin fiyatı nedeni ile sadece bu

duygunun değişemediğini de izledim. Bu

çekingen tavır ülkemiz insanında yerleşik

bir görüntü, giderek değişiyor, genç insanların

yeni sanat severlerin bilinçlendikçe,

öğrendikçe, derinleştikçe ve dolayısı

ile kendilerine olan güven duyguları

güçlendikçe değişecektir. Sanat eserinin

fiyatı bu yönden önemli, cesaretlendirici

olur düşüncesindeyim. Bir diğer açıdan ise

sanat pazarının şeffaflaşması, netleşmesi,

ölçülebilir seviyeye ve dolayısı ile reel bir

sektör olarak konumlanması sonucunun

da yararlı olacağını hatta şart olduğunu

düşünüyorum. Tabii ki bu sadece fiyat

koymakla olmaz, buna paralel gelişmenin

önünde duran engellerin de hızla kaldırılmalarının

zamanı çoktan geldi.

Sanat eseriyle izleyicinin kurduğu

ilişki çok biricik ve kişisel.

Online bir platformda yaşanacak

deneyim sizce sanatın içeriğini

uzun vadede şekillendirir mi?

Sanatı insan üretiyor, nasıl ve hangi düşünce,

malzeme ve teknikle üreteceğine

de sanatçı karar veriyor. Sanatçıların

bu özgürlükten taviz vermelerinin mümkün

olamayacağı aşikar, anlamı da yok.

Sanatın ve sanatçının varoluşuna aykırı

olarak görürüm. Online platform, içinde

tarifi net olan sadece bir platform. Sanatın

bir gösterilme şeklinden öte bir şey değil

ancak zaman içinde bazı sanatçılar eserlerinin

online platformda daha iyi ya da

farklı algılanmaları için farklı teknikleri

kullanırlar mı, buda zaten halen de mevcut

olan bir üretim şekli.

Önümüzdeki süreç halen çok belirsiz

ve sanat etkinliklerinin tarihileri ve

içerikleri konusunda bir çok değişikliği

de beraberinde getireceğe benziyor.

Daha sonradan yaşanan gelişmelerle fikriniz

değişebilir ancak şu anda olduğumuz

noktadan baktığınızda nasıl bir CI hayal

ediyorsunuz?

Evet, belirsizlikler devam ediyor, daha

önce ülke olarak yaşadığımız krizli, zor

dönemlerden farkı aynı belirsizlik sürecini

bütün dünyanın birlikte yaşıyor olmasıdır.

Ancak sürecin başındaki döneme

göre daha belirgin olan bir çok hususta

var. Süreklilik arz eden bir öğrenme, keşfetme

dönemindeyiz, bu yönden baktığımızda

zamanın lehimize geliştiğini, gelişmesi

gerektiğini varsayabiliriz. Aynı

geçmiş aylarda olduğu gibi önümüzdeki

ayların sonunda da farklı düşüneceğiz.

Ben içinde bulunduğumuz dönemin

CI ve sanat sektörü için değerli fırsatlar

taşıdığını düşünüyorum. Bu yılın ilk yarısında

nerede ise tüm fuar ve etkinlikler

yapılamadı. Önümüzdeki 3-4 ayda kritik

olma ihtimali yüksek aylardır. Bunun

neticesi olarak sanat pazarı çok ciddi küçüldü,

sanatçılar, galeriler ve daha bir çok

sanat kurumu ayakta kalma mücadelesi

içinde. İlk soru içinde dünyadaki fuar

adetleri seyrini belirttim, adeta sanat fuarı

olmayan kentler kendilerini eksik hisseder

bir konuma girdiler. Bu durum hızla

değişiyor, belli bir süre bu dönem devam

edebilir. Hangi fuar yada etkinliklerin

devamlılığı olacaktır diye bakıldığında

İstanbul’un gücü, konumu, özellikleri

ile daha farklı ve güçlü olacağını düşünüyorum.

Dünyada insanlar İstanbul’a seyahat

etmekten büyük keyif alıyorlar, bu

şehrin kıymeti öne çıkacaktır diye bakıyorum.

Bizlerin, tüm oyuncuların bu bakış

ile dünyadan galerileri, sanatçıları,

koleksiyoncuları ve tüm profesyonelleri

İstanbul’a davet etmemiz, Aralık ayında

gelin İstanbul’da birlikte olalım, bu sene

kendinize, sevdiklerinize İstanbul’da bir

sanat eseri alın diyen bir çalışmayı birlikte

yapmalıyız. Öncelikle batı dünyasının yıllardır

sadece dinlenme, eğlenme ve yeni

yılı kutlama ayı olarak kabul ettiği Aralık

ayının 2020 yılında farklı konumlanması

mümkündür. Bunu bir fırsat olarak görüyorum.

2021 yılı ise İstanbul’da Atatürk

Kültür Merkezi ve Galata Port projelerinin

yerini aldığı yıl olacak.

11-19 -21 Mart tarihleri arasında

yapılması planlanan Art Basel Hong

Kong malum sebeplerden dolayı

fiziksel mekanında gerçekleşmedi.

Fuar 20-25 Mart tarihleri arasında

Online Viewing Room’larda

gerçekleşti. 31 ülkeden, 235

uluslararası galerinin katıldığı fuarda

2.000 sanat eseri satışa sunuldu.

Aldığımız bilgilere göre online fuarı

dünyanın farklı yerlerinden 250.000

ziyaretçi gezdi. Aynı fuar fiziksel

mekanında bir önceki yıl 88.000

ziyaretçiyi ağırlamıştı. Aynı fuardan

çıkan bir başka sonuçsa dijital fuarın

tecrübe olarak fiziksel fuarın yerini

tutamadığıydı. Galericiler ve sanat

alıcıları sadece işleri sergilemekle

yada görmekle tatmin olmadıklarını,

önemli olanın fikir alışverişi

yapmak, ilişkileri geliştirmek, yeni

bağlantılar kurmak ve projelere

adım atmak olduğunun altını

çizdiler. Bu verilere bakarak sizin

yorumlarınız ve fikirleriniz nelerdir?

Bu konu yani kısaca “fuarın lezzeti” üzerinde

ilk başından itibaren çalışmaya başladık.

Aynı soruları önce kendimize sorduk.

Bizler fuarın sadece bir sanat alış

verişi ortamı olmadığını bilen, aynı zamanda

bir sosyal ortam, bir duygu alış verişi

ortamı olduğunu da bilen yaşayan insanlar

olarak online fuarı şekillendirerek,

yazılımını buna adapte etmeyi benimsedik.

Bu yönde çalışmalarımız devam ediyor.

Bugüne kadar yapılan online fuarlar

en son Frieze NewYork çıktıları ile bir

çok ders alacak ve farklılaşacaklardır.

Bugünler de ArtParis var, onuda izliyoruz.

Bu kadar kapsamlı bir etkinliğin online

olarak başarılı sunulması için sadece

teknoloji değil belli bir zaman dilimine de

ihtiyaç var, çok kapsamlı bir çalışmadan

söz diyoruz. Contemporary Istanbul 2020

Online’ın birinci versiyonu azami kapsamlı

ve keyifli olacaktır, hedefimiz böyle.

CI’18, Aboudia, Gangster 01, 2018, Ethan Cohen

Mixed media on canvas

ÖNCE YAPAMADIK, ŞİMDİ YAPALIM

Her zor dönem ki bu kadar zoru, bilinmeyeni ve geleceği göremediğimiz bir dönemi

hiç yaşamadık, içinde farklı çözümleri ve fırsatları da taşır diye düşünüyorum.

Başlangıçta sanat satın aldım, sanatçıları tanıdım, ve bu dünyadan beslendim, zihnimi

ve bedenimi genç tuttum ve buna devam ediyorum. Ancak “fuar” yapmaya

karar verdiğim 2001 yılından itibaren, bu sektörün farklı dinamiklerini izledim,

bir sektör olarak vasıflandırılması için nelerin eksik ya da engel olduğunu fark ettim.

Bu uzun bir liste ancak birinci sırada, insanlığın ortaya çıkışından itibaren var

olan bu muhteşem duygunun daha fazla paylaşma ve birbirini anlayan insanların

daha fazla dayanışma içinde olmaları yer almaktadır. Paylaşma ve dayanışma,

motto budur. Geçmiş yıllarda yapamadık, bugün bu anlayışa gelmenin, buna inanmanın

tam zamanıdır.

CI EYLÜL DEĞİL, ARALIK’TA

Contemporary Istanbul, tarihini belirlemek için bir seri dijital toplantılar düzenledik.

İlk toplantımızı Başkanlığını Suzan Sabancı Dinçer’in üstlenmiş olduğu DÜK

Danışma Üst Kurulu ile yaptık. Takiben 40’a yakın yurt içi galerinin katılımı ile üç

ayrı toplantıda bu husus ele alındı. Aynı dönemde dünyada 14 ayrı şehirde yerleşik

14 CI Ambassador’un katılımı ile aynı konuyu paylaştık.Netice olarak, son 75

gündür izlediğimiz dünyadaki değişmeler, Covid 19 eğrilerinin seyri, dünya turizm

ve ulaşım sektörlerindeki yaklaşımlar, planlamalar bizi 2020 CI’ın Aralık ayına

taşınması kararına getirdi. 14 ve 15 Aralık özel ön izleme, 16-20 Aralık kamuya

açık günler olarak 14 yıldır 4,5 gün yerine toplam 7 gün olarak gerçekleştirmeyi

hedefliyoruz. Önümüzdeki günlerde Uluslararası Fuarlar Birliği UFİ ve ülkemizde

de TOBB’nin kararları ile fuar ziyareti yeni yönetmeliği çıkacaktır. Bu yönetmelik

fuar ziyaretçisi oranları ve sağlık tedbirlerini belirleyecek. Ziyaretçi sayısı ve saatlerinin

yönetilmesi son derece önem taşımaktadır. Daha fazla gün sayısı buna paralel

öngörüldü.

#ÇAĞDAŞSANATADESTEK

Çağdaş İstanbul Vakfı, 1 Haziran’da #çağdaşsanatadestek çağrısını başlattı.

Öncelikle sosyal medyada Danışma Üst Kurul Başkan ve üyelerinin kısa video davetleri

instagram sayfalarında yer alacak şekilde başladı ve 15 Temmuz’a kadar devam

edecektir. Umarız yakalanacak başarı eğrisi ile Eylül ayına kadar da devam ettirilir.

Vakıf çağrıyı başlattı, devam ettirecek, başarıya götürecek olan ve sanatın

devamlılığı, sanatçının üretmesi, galerilerin yaşayabilmesi amaçlı bu girişim herkesin

benimseyerek içinde yer almasıdır. Bu çağrı ile sadece ülkemizde değil dünyaya

da olumlu bir mesajın ülkemizden çıkması, dikkatlerin ve ilginin sanata dönmesi

pek ala mümkün olur. Buna tüm sektörün büyük ihtiyacı var. Bu açık çağrı ile

bu ülkenin sanatçıları ve galerileri #çağdaşsanatadestek haşhtag’i altında birleşecek,

sanat izleyicisi de burada oluşan ve büyüyen çok canlı, üretken ve dayanışan,

paylaşan kitlenin bir parçası olacak.

CI’19, Sudarshan Shetty, Untitled, 2016, Galerie Krinzinger

Porcelain and wood



28 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 29

MİMARİ / ÖZEL SÖYLEŞİ

MİMARİ / ÖZEL SÖYLEŞİ

Geleceğimiz Kırsal Alan mı?

Dünya nüfusunun %50’si

şehirlerde yaşıyor, kırsal

bölgelerse dünyanın

%98’ini oluşturuyor!

Kendimizi hapsettiğimiz

dar alanlarda bir de

pandemiyle baş etmeye

çalışırken Şubat ayında

New York Guggenheim’de

açılıp-kapanan bir sergi

hayatımızın odağına

koymamız gereken bir

sorudan yola çıkıyor.

“Geleceğimiz kırsal alanlar

da mı?” Rem Koolhaas’la

birlikte sergiyi düzenleyen

Samir Bantal ile ArtDog

İstanbul için özel bir söyleşi

yaptık.

Jeenah Moon, The New York Times

Bahar TURKAY

Jeenah Moon, The New York Times

Jeenah Moon, The New York Times

Çoğumuz bir konservenin içine sıkışmış kadar dar alanlarda

yaşıyoruz. Hepimiz alt alta, üst üste şehirlerdeyiz. Kırsal

bölgeler yani kentler tarafından işgal edilmemiş alanlarsa

dünyanın %98’ini oluşturuyor! Dünya nüfusunun %50’si ise

şehirlerde yaşıyor. Koskocaman bir gezegeni kullanma şeklimiz

bu! Kırsal bölgelere romantik bir özlemle ve uzaktan bakmak

yerine, oradaki gerçeklik üzerinden pek çok şeyi anlamaya

ihtiyacımız var. Countryside, The Future sergisi, Rem Koolhaas

ve 1998’de OMA bünyesinde çeşitli araştırma ve düşünce üretim

çalışmaları gerçekleştirmek üzere kurulan AMO’nun direktörü

Samir Bantal’ın gözünden meseleyi ortaya koyuyor.

Şubat’ta New York Guggenheim Müzesi’nde açılıp pandemi

yüzünden kapanan Countryside, The Future sergisi gerçekten

son yılların en ufuk açıcı en katda değer sergilerinden biri.

Sergi, Rem Koolhaas’ın son on yılını adadığı bir mesele üzerine

kurulmuş.

Taschen yayınlarından çıkan Countryside, A Report adlı kitap

sergiye eşlik ediyor.

Hızla ilerleyen teknolojik gelişmelerin, küresel ısınmanın

ve göç hareketlerinin etkisinde kırsal alanın nasıl bir dönüşüme

uğradığını gözler önüne seriyor bu sergi.

Japonya’dan Uganda’ya, Hollanda’dan Siberya’ya uzun süredir

görmezden geldiğimiz kırsal alanlar geleceğimizi radikal

şekilde değiştirme potansiyeline sahip. “Dünya nüfusunun

%50’sinden fazlasının şehirlerde yaşıyor olması kırsal alana iyice

sırtımızı dönmemize sebep oldu. Son yıllarda kırsal alanlarda

yaşanan inanılmaz dönüşüme tanıklık ediyorum. Bu sergi kırsal

alanda yaşanan dönüşümün hiç anlatılmamış hikayesini gözler

önüne seriyor, “diyen Koolhaas son yılların en önemli sergisine

kafa yormuş desek abartmış olmayız.

Guggenheim Müzesi’ndeki sergi, 20 Şubat tarihinde açıldı.

Açılıştan bir süre sonra hepimizi etkisi altına alan korona salgını

nedeniyle kapandı. Samir Bantal’ın verdiği bilgiye göre serginin

Haziran ayında yeniden ziyarete açılması umuluyor ve sergi takviminin

uzatılarak, yılın sonuna kadar açık kalması öngörülüyor.

Countryside, The Future sergisi kısaca ve toplu olarak “kırsal”

şeklinde isimlendirilen alanda meydana gelen radikal değişimler

üzerine yapılan araştırmaya dayanıyor. Samir Bantal’ın önerisi,

bunu kent veya kentsel gelişim üzerine bir eleştiriden ziyade,

kırsalla ilgili farklı ve çarpıcı bir okuma olarak değerlendirmekten

yana. Yıllardır farklı kıtalarda ve pek çok kentte hayli iddialı

mimari projelere imza atan Rem Koolhaas’ın bu içerik ve kapsamda

bir araştırma ve sergi projesi ortaya çıkarması da tam

olarak bu yaklaşımın bir yansıması gibi görünüyor.

Salgının hepimizi evlerden çalışmaya zorunlu kıldığı günlerden

birinde, İstanbul-Amsterdam arası canlı bağlantı kurarak,

Samir Bantal ile konuştuk.

%98’LİK ALANDA YAŞAYAN YOK

Sergi fikri nasıl ortaya çıktı?

2007 yılında ortaya konulan bir istatistik

kentlerde yaşayan insan sayısının,

kırsal nüfusun önüne geçtiğini söylüyordu.

Serginin dayanağı olan araştırma

ve fikir bu bilgiden çıktı. Sanıyorum

dünya tarihinde ilk kez karşı karşıya olduğumuz

ve elbette mimarlar da dahil

olmak üzere herkesin yalnızca kentleşmeye

odaklanması sonucunda şekillenen

ve beklenen bir durumdu. Sergide,

kentlere yönelik geliştirilen teoriler anlamında

ortaya konulan çaba ile, kırsal

bölgelere yönelik yapılan fikir üretiminin

eksikliğini aynı düzlemde göstermek

istedik. Bunun mimarlık için ne anlama

geldiğini tartışmak üzere 2010’un

başlarından itibaren, çeşitli dersler, konuşmalar,

stüdyolar kapsamında bir takım

girişimler oldu. Ardından, 2015 yılında

tanıştığımız Guggenheim Vakfı’nda

Mimari ve Digital Girişimler küratörü

Troy Conrad Therrien bize bu konudaki

araştırmamızı Guggenheim’da sergilemeyi

teklif etti. Bu bizim için de ilgi çekici

bir öneriydi, çünkü biz bu istatistiği sunduktan

sonra, bir yandan da her zamanki

işlerimizi, yani dünyadanın %2’lik bölümünü

kapsayan kentsel bölgedeki çalışmalarımızı

sürdürüyorduk.

EĞLENCE VE KONFOR: KENT

Kentler, eğlencenin gittikçe daha fazla

hakimiyet kazandığı, güvenlik, konfor

ve sürdürülebilirliğin yeni dogmalar olduğu

yerler haline geliyordu. Geri kalan

%98’lik kırsal bölgeler, yiyeceğimizin,

enerjimizin üretildiği alanlar olmaya devam

ederken, bir yandan da çok büyük bir

dönüşüm geçiriyordu. Biz de görmezden

geldiğimiz bu alanın, özellikle de mimarlar

tarafında daha fazla ciddiye alınması

gerektiği öne sürdük. Öncelikle denklemi

tamamlamak için…Çünkü, insanlar

bir yerden başka bir yere hareket ettiğinde,

gidilen yerle ilgili çalışmalar yürütülüyor,

ancak geride bırakılan yerle ilgili de

bu çalışmaları sürdürmek gerekiyor.

PEKİ KIRSAL NEDİR?

Bu anlamda gördük ki, kentin ayakta kalmasına

hizmet eden en radikal dönüşüm

kırsalda gerçekleşiyordu ve dolayısıyla

daha fazla görmezden gelinmemeliydi.

Biz de Harvard, Tokyo ve Nairobi üniversiteleri

gibi kurumlarla işbirliği içinde,

kırsal olarak adlandırdığımız bölgeyi

daha iyi anlamak için yaklaşık beş yıl süren

bir araştırma başlattık. “Kırsal” elbette

çok zor bir tanım çünkü pek çok şeyi

içerdiği için kapsama alanı kente göre bir

hayli geniş. Diğer yandan –örneğin tarım

arazisi gibi- bir kategori kısıtlaması

yapmaktan özellikle kaçındık. Meselenin

özünü net olarak %2’lik kentsel, %98’lik

kentsel olmayan alan olarak tarif ettik ve

bu tanımlama üzerinden ilerledik.

Kendi sorumluluğumuzu, bir terim

olarak dahi görmezden geldiğimiz bu parçanın

ne olduğunu daha iyi anlamaya çalışmak

olarak gördük. Bizler kent ve kentsel

planlamayla çok fazla meşgul olduk ve

nüfusun azaldığı alanlarla pek de ilgilenmedik.

Bu noktada odağımızı değiştirmek

için bunun araştırmaya değer bir mesele

olduğunu düşündük.

YİYECEK VE ENERJİ

Serginin hedeflerinden biri belirttiğin

gibi, kırsal alanı gündemimize yeniden

almak. Peki sence bu alanı daha fazla

araştırmak neden önemli?

Modern toplumların kırsal alanda olup

bitene gittikçe daha fazla bağlı olduğunun

farkındaysanız, bu alanı görmezden

gelmenin imkansız olduğunu görürsünüz.

Örneğin sosyal sistemimiz internete bağlı

ve internet şehir dışındaki veri merkezlerinde

barındırılıyor. Bazı durumlarda büyük

işletmelerin merkezleri dahi şehir dışında

konumlanıyor. Tüm bunlar bize o

bölgelerle tek bağımızın oradan gelen yiyecek

üzerinden olmadığını gösteriyor.

Enerji de oradan geliyor. Dolayısıyla plansız

işleyen bir sürece terk edilemezler.

Internetin arka planında işleyen tüm bu

veri merkezlerinin vahşi ve doğal ortamda

birer kutu halinde durduğu bu bölgelere

bakarsanız, buralarda bir planlamanın söz

konusu olmadığını görürsünüz. Bu sürece

dahil olan bir plancı veya mimar yok ortada.

Bu elbette biz mimarların işin içinde

olup bu mekanları tasarlaması gerektiği

anlamına gelmemeli. Ancak ölçeği ve

önemi itibariyle, bu tartışmanın bir parçası

olma noktasında sorumluluğumuz

olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu sebeple

bu değişimi gözlemlemenin, buna dahil

olma olasılığına bakmanın ve bu tartışmanın

bir tarafında yer almanın bizim

sorumluluğumuz olduğunu hissediyoruz.

AKILLI VE SAVUNMASIZ

Şu anda hepimizin bireysel, toplumsal

ve küresel boyutta salgınla mücadele ettiği

günler yaşıyoruz. Serginin temelindeki

bu fikir ve araştırmanın bugünlerde

daha fazla anlam kazandığını söyleyebilir

miyiz?

Bununla ilgili iki gözlem ortaya koyabilirim.

Öncelikle korona salgını bize çok

önemli şeyler gösterdi. “Akıllı” hayatlarımızın

ne kadar savunmasız olduğunu

gördük. “Akıllı” şehirlerde yaşıyoruz,

“akıllı” telefonlarımız var ve etrafımızdaki

her şey bu anlamda “akıllı”. Bu

“akıllı” ekonomiyle fazlasıyla iç içeyiz. Bu

anlamda hükümetlerin bile artık ortada

olmadığı bir yaklaşım özellikle Batı dünyasında

artış göstermişti. Örneğin bazı

ülkelerde sağlık hizmetleri tamamen dış

kaynakla temin ediliyordu. Ancak bu durum

bugün yaşadığımız sorunla başa çıkamamamıza

yol açtı ve hemen piyasanın

hükümetler tarafından yeniden inşa edilmesi

beklendi. Buradan bakınca önceki finansal

krizler bize hiçbir şey öğretmemiş

gibi görünüyor ve tüm bunlar her şeyini

piyasa kaynaklı ekonomiden temin eden

bizlerin ve modern toplumumuzun halen

ne kadar savunmasız olduğunu açığa

çıkarıyor. Bu enteresan bir gözlem bana

göre. Gelecekte çok daha fazla insanın

kentlerde yaşaması beklendiğine ve dolayısıyla

daha fazla insan bu piyasa odaklı

ekonomiye bağımlı olacağına göre, bu durum

gelecekte daha sorunlu hale gelecek.

DOĞAYLA BAĞIMIZ KOPTU

Bunun yanı sıra, günümüzde doğayla ilişki

kuracak bir arayüz bulma konusundaki

yetersizliğimiz de koronanın bize

gösterdikleri ile ilgili ortaya koyabileceğim

ikinci gözlem. Doğayla bağımız koptu.

Kent-doğa arasındaki sınırlarla nasıl

başa çıkılacağını bilmiyoruz. Kırsal alandan

ayrılmış olmamız, doğaya dair ortak

bilgiden de uzak olduğumuz anlamına

geliyor. Bu da beraberinde, doğayı nasıl

koruyacağımız sorusunu getiriyor. Bu

yalnızca iklim değişikliğine bir tepki anlamında

değil, aynı zamanda ortaya çıkan

talebe bir tepki olarak da önemli bir soru.

Bu doğrultuda geliştirilen veya en azından

üzerinde çalışılan farklı modeller var

ve bunlar daha fazlasını keşfetmek anlamında

değerli. Örneğin bu modellerden

biri, doğayı yani insan yaşamını korumanın

yegane yolunun, dünyanın / yeryüzünün

en azından yarısını doğa için muhafaza

etmek olduğunu iddia ediyor. Bir

diğer model, dünya ile ilişkimizi, daha ilkel

uygulamalar üzerinden öğrenme yoluyla

yeniden tanımlayıp, modern yaşamın

doğa ile nasıl bir arada olabileceğini

bulmak üzerine kurulu. Bunların hepsi

bana göre içinde bulunduğumuz korona

salgını üzerinden düşünebileceğimiz

önemli gözlemler.

ALTI ADET RAMPA

Projelere ve anlatıma gelirsek,

izleyicileri sergide ne bekliyor?

Guggenheim Müzesi zeminden yukarıya

doğru kesintisiz bir spiral şeklinde yükselen

altı rampadan meydana geliyor. Her bir rampa,

kırsal bölge ile ilgili tarihsel, güncel veya geleceğe

dair spekülatif bir anlatımdan oluşuyor.

Zemin katta Roma dönemindeki eski villaları

dönüştürerek sunduğumuz bir görsel koleksiyonu

var.

Müzenin dışında, 5 th Avenue girişinde endüstriyel

tarımda kullanılan kocaman traktör duruyor.

Bu yerleştirmeyle, makinanın gerçek ölçeğini

ve karmaşıklığını göstermiş oluyoruz. Sonuçta

traktör hayli sofistike ve yüksek teknolojiye sahip

bir cihaz.

SEBZELER YETİŞİYOR

Konteynır görünümünde, büyük, beyaz bir kutuysa

salatalık gibi küçük boyutta sebzeleri, doğal

koşullardan tamamen uzak bir şekilde yetiştirmek

için kullanılıyor. Yani ideal koşullarda sebzeleri

yetiştirebildiğiniz tamamen yapay kontrollü

bir ortam söz konusu. Bunun arkasında,

üreticilerin yeni organiğin ne olduğuna dair söylemi

var. Yeni organik olarak tarif edilen şey, en

iyi yiyeceği elde etmek üzerine kurulu, tamamen

kontrol edilen, bir hayli yapay ve teknolojik bir

süreci kapsıyor. Bu da bizim için ele almak üzere

enteresan bir kavram.

RAMPALAR VE BÖLÜMLER

Müzeden içeri girdiğinizde, ilk rampada yer alan

iş Rem’in, kendi anlatımıyla fiziki olarak büyüyen

ancak nüfusu gittikçe azalan İsviçre’deki bir köyü

konu alıyor.

Bunun dışında “Political Redesign”

“Experimentations”, “Preservations and

Nature”, “Cartesian” adlı bölümler var.

“Political Redesign / Yeniden Tasarımın

Politikası” ibaresi ne anlama geliyor?

Tarihte nüfusun büyük çoğunluğu kırsal alanda

yaşıyordu ve dolayısıyla politik güç de o taraftaydı.

Dolayısıyla tümüyle üretim ve tarıma dayalı

meseleler politik gündemin önemli bir parçasıydı.

İnsanlar kentlere gitmeye başlayınca, siyasi güç

de o yöne doğru kaydı. Bunun sonucu olarak da

kırsal alanda kalan insanlar siyasi güçlerini kaybettiler.

LİDERLER VE KIRSAL

Tarih boyunca bazı siyasi liderlerin nasıl kırsalı,

modernizasyonun veya değişimin antik bir formu

olarak seçtikleri üzerinden bir anlatım var.

Burada gezegenin bu kadar geniş bir alanının,

politik sebeplerle nasıl yeniden şekillenmek durumunda

kaldığını çeşitli bölümlerle anlatıyoruz.

GÖZLER AFRİKA’DA

Bu bölümlerden biri 1920’ler, 30’larda

Avrupa’nın, Asya ve Amerika ile rekabet için

Afrika ile işbirliğine girilmesi gerektiğine dair

geliştirdiği düşünceye dayanıyor. Bu düşüncenin

arkasında, Avrupa nüfusunun var olabilmesi ve

bir geleceğe sahip olması için, yalnızca kendisine

güvenemeyeceği, yeterli alan ve kaynak olmadığı,

dolayısıyla hayatta kalmak için yapılması gereken

yegane şeyin Afrika ile birleşmek olduğu yatıyor.

Bu doğrultuda yeni bir Akdeniz gölü üzerinde demiryollarının,

köprülerin, enerji santralinin inşa

edildiği bir şehir mühendisliği planı bile yapılmış.

NE KENT, NE KIRSAL

Bu başlıktaki diğer bir bölümde, kentin de kırsal

alanın da yaşamak için ideal yerler olmadığını savunan

bir teoriye yer veriliyor. Bu teori, yaklaşık

iki bin kişilik komünal yapılar öneriyor. Bu yapıda,

kişi sayısı iki bini geçtiğinde, mevcutun uzağında

başka bir komün kurulması gerekiyor.

STALİN VE BENZERLERİ

Bunun yanında Stalin, Kruşçev, Brejnev gibi, nehirleri

tersine çevirerek, yapay kemerler yaparak,

iklim değişimi ile savaşmak ve mümkün olmayan

arazilerde dahi tarım faaliyeti gerçekleştirmek

üzere doğayı ve araziyi kelimenin tam anlamıyla

yeniden tasarlamaya çalışan liderlere de yer

veriyoruz. Bunun benzeri bir şekilde Amerika’da

da yapılmaya çalışıldı ve sonuçta bu düşüncelerin

hiçbiri hayata geçemedi. Çin ve Katar’da tarım

endüstrisi için yapılanlar da bu zihniyetin bir

parçası.

MANHATTAN BAĞLAMI

Guggenheim Müzesi ikonik kent mimarisi

anlamında referans olabilecek yapılardan biri

olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda serginin

burada olmasının içeriği ve bağlamı daha ilgi

çekici bir hale getirdiğini düşünüyor musun?

Burada bağlamı Manhattan olarak almak gerekiyor.

Manhattan adeta modern şehrin arketipi.

Örneğin, Central Park’ın tarihine bakarsanız

buranın bir zamanlar topraklarından kovulan

insanların yaşadığı bir alan olduğunu düşünmek

zor. Dolayısıyla bu bağlamın zıttı olarak kırsal

bölgeyle ilgili bir sergiyi burada yapmanın çok

enteresan olacağını düşündük, evet.

GÖRMEZDEN GELMEYE SON

Internet sitenizde sergiyle ilgili yer alan

metinde, “serginin, küresel odağı kentsel

alanlardan, kentsel olmayan alanlara

kaydırmaya yönelik bir girişim olduğu”

ifade ediliyor. Kentleri ne hale getirdiğimize

bakınca, bu yönde bir küresel odak

kaymasının, kırsal alanları da felakete

sürükleme riski taşıdığını düşünüyor musun?

Bizi bunu yapmaktan ne alıkoyacak?

Bu ilginç bir soru… Biz bu sergide herkesi kırsal

bölgelere geri dönmeye çağırmıyoruz. Çünkü

bu da bana gerçekçi gelmiyor. Şu anda görüyoruz

ki kırsal bölgeler tek bir net fikir üzerinden

çalışılmış, planlanmış, iyileştirilmiş, korunmuş

alanlar değiller. Çeşitli şekillerde, son derece

parçalanmış yerler. Bu bölgelerde dikkat vermemizi

gerektiren çok fazla şey meydana geliyor.

Araştırmalarımız sonucunda ulaştığımız gerçek

şu ki; kırsal alanı, onu mahvetmeden, gerçek anlamda

burayla ilgili çalışmalar yürüterek ve belki

de doğru şekilde muhafaza ederek, korumak ve

iyileştirmek için hala fırsatımız var. Bu anlamda

doğa ile aramızdaki bağları onarmamız ve yeniden

dengeli bir yere oturtmamız gerekiyor.

Görmezden gelirsek asıl o zaman geri dönülmez

bir hata yapmış olacağız. Bu anlamda preservation

/ koruma düşüncesi önem kazanacak çünkü

hayatta kalmamız için korumamız zaruri. Belki

de insan kaynaklı hareketin sınırlandırılması gereken

yerler olacak.

KIRSAL ALAN POTANSİYELİ

Bu sergi kentsel gelişim üzerine eleştirel

bir bakış açısı da ortaya koyuyor mu? Yoksa

yalnızca kırsal bölgeyle ilgili odaklandıkları

üzerinden mi değerlendirmeliyiz?

Bu da enteresan bir soru aslında. Doğrusunu istersen

bu tam olarak şehirle ve şehircilikle ilgili

bir eleştiri olmaktan ziyade “akıllı şehir”

olarak adlandırdığımız şeyle ve bu büyük teknolojinin

her şeyle sürekli bağlantı halinde olacağımız

vaadi ile ilgili. Akıllı şehir düşüncesinin tüketim

açısından çok fayda sağladığını söyleyebiliriz.

Şehirdeki serveti artırmak yönünde pazar ekonomisi

adına iyi bir fikirdi, ki bunun da çok küçük

bir kısmı kentin sakinleriyle alakalı. Dolayısıyla

bu sistemin kentteki yaşamı daha iyi bir hale getirip

getirmediğini sorgulamalıyız.

Ayrıca kentteki teknolojinin kırsal alan için

de daha fazla bir hızlanma ve verimlilik anlamına

geldiği söylenebilir mi ki? Neticede dünya nüfusunun

%80-90’ının kentlerde yaşayacak olması,

yalnızca %10-20’sinin tarım, enerji, doğanın korunması,

iklim değişikliği gibi konularla ilgilenmesi

anlamına geliyor. Bu da insanlığın yalnızca

%10’unun ya da %20’sinin üstlenmesi için biraz

fazla bir sorumluluk ve bunu başarılabilmesi için

yeterli donanım yok. Bu, sonuçta küçük grupta

kalan insanların marjinalleşmesi anlamına gelir

ve bunun kolektif radarımızda olduğu söylenemez.

Ne de olsa hepimiz kentlere doğru bu büyük

harekete odaklanmış durumdayız ve geride ne

kaldığıyla ilgilenmiyoruz.

Buradan bakınca sergi şu anki şehircilik ve

kırsal alanın potansiyeli anlamında kritik bir

okuma. Ve şu aşamada kırsal alanın potansiyeli

daha önemli bir mesele.

GELECEK ÜZERİNE

Hepimizin iyimser olmasına ihtiyaç var. Bizi ancak bu daha

iyi bir dünyaya doğru götürebilir. Bir yandan da umutluyum,

çünkü yalnızca teknolojiye güvenip doğayı bir kenara bırakmak

ya da teknolojiyi, doğayı yeniden keşfetmek, ondan öğrenmek,

bu sayede doğa ile daha fazla iç içe olmak için kullanmak

arasında seçim yapmak için çok iyi bir noktadayız.

Bu da bize -umarım- üzerinde olduğumuz toprak parçasını

daha iyi kullanma fırsatı veriyor.

Sergide bir grup bilim insanının üzerine çalıştığı “pixel

farming” projesi buna iyi bir örnek. Günümüzde tarım çok

büyük bir alanın tek bir ürüne ayrıldığı bir sisteme dayalı

ve bu aslında toprak için bir tür yıkım yaratıyor. Buna karşılık

geliştirilen yaklaşımlardan birisi yan yana birden fazla

ürün olması ve bunların toprak üzerinde ve altında birbirinin

varlığından faydalanması üzerine kurulu. “Pixel farming”

çeşitliliği artırılmış bir yöntem. Pikseller 50x50 cm

alanlardan oluşuyor ve şu aşamada yapılan denemeler toprağın

çok daha iyi durumda kalabildiğini gösteriyor. Bundan

kuşların, böceklerin olduğu daha geniş anlamdaki ekosistem

de faydalanıyor. Bu yaklaşım ayrıca çeşitliliğin mono

kültüre nazaran nasıl daha iyi koşullar sunabildiğini de ortaya

koyuyor. Bu nedenle belki de teknolojinin bize bu anlamda

düşündüğümüzden daha fazla yardımcı olabileceğini

düşünebiliriz.

KEYİF VE KAÇIŞ

“‘Otium’, Romalıların kullandığı bir kavram. ‘Otium’, işten

inzivaya çekilme anlamına geliyor. Diğer bir anlatımla, insanın,

okuyarak, şiir yazarak, resim çizerek, beste yaparak

zihnini geliştirmesi, kendi kendine kalması… Bunun yapıldığı

yerse kırsal alan. Araştırmamız sırasında hemen hemen

aynı dönemde Çin’lilerin de aynı şekilde bir yaklaşımları olduğunu

keşfettik. Onlar için de kırsal bölgeler ilham almak,

kendilerini yansıtmak, kendileriyle baş başa kalmak için

bulunduğun yer. Kentte ise yoğun bir çalışma söz konusu.

Dolayısıyla bu iki fiziksel alan arasında enteresan bir ilişki

var. Zaman ilerledikçe boş zamanın nasıl geçireceğiyle ilgili

yaşanan değişimi ortaya koymak istedik. Eskiden ifade ettiği

şeyden nasıl uzaklaştığı, tatil köyleri, parklar, “ne yersen

ye” tipi yeme-içme yerleri, yoga salonları gibi mekanlar

tarafından nasıl bir tür toplu tüketim unsuru haline geldiği

anlatılıyor. Sonuçta boş zaman trilyon dolarların döndüğü

bir endüstri haline geldi ve aslında bir zamanlar kendini

geliştirmek için kullanılan bu alan bir şekilde metalaştırıldı.

Halen kendi kendine kaldığın bir zamandan bahsediyor olsak

da, bu kez işin içine başka bir sürü insan ve unsur da dahil

oluyor.”



30 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

TASARIM

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 31

TASARIM

Tasarımın Pandemi Reaksiyonu

Tasarım ve mimarlık,

yaratıcı düşünme ve

üretim pratiği, erişim

kapasitesi ve etki alanları

düşünüldüğünde, toplumsal

ve kitlesel değişim

süreçlerinde önemli bir

yerde duruyor. Tasarım

pandemi ile hayatımıza

giren “yeni normal” i nasıl

şekillendirecek?

Restoran ve kafe gibi sosyalleşme mekanlarında kullanılmak üzere MARGstudio tarafından tasarlanan Soffio adı verilen şişirilebilir yüz maskeleri.

iSphere, Plastique Fantastique

Bahar TURKAY

Covid-19 salgını sonrasındaki süreç

-artık- “yeni normal” olarak tanımlanıyor.

Kabul görecek bir tanımlama

olup olmadığı tartışılır. Asıl

önemlisi şu ki; tanımın içinin nasıl dolacağını

önümüzdeki günler, aylar gösterecek.

Ancak geride bıraktığımız yaklaşık iki

aylık sürecin ardından pek çok şeyin farklı

seyredeceği kesin. Süreç tam da bu günlerde

şekillenmeye başlamışken, bireyler,

kurumlar ve çeşitli yapılar üzerinden hemen

hemen tüm üretim alanlarında temkinli

de olsa yeni bir pozisyon alma eğilimi

söz konusu.

Tasarım ve mimarlık, yaratıcı düşünme

ve üretim pratiği, erişim kapasitesi ve

etki alanları düşünüldüğünde, toplumsal

ve kitlesel değişim süreçlerinde önemli

bir yerde duruyor. Dolayısıyla merceği o

tarafa tutup, ne yönde yaklaşımlar sergilendiğine,

nasıl fikirler ve ürünler geliştirildiğine

baktık.

Hak Eşitliği

Dünyayı, ekonomiyi, sosyal ilişkileri, yarattığımız

ve tükettiğimiz kaynakları ve

pek çok alanda hak eşitliğini yeniden düşünmemiz

gereken zamanlardayız. Bir

çoğumuzun evlerden yalnızca “zorunlu”

haller için çıkabildiği günler yaşıyoruz. Bu

günler geride kaldığında hem birbirimizle,

hem de insan olmayan canlılarla bir

arada yaşadığımız dünyayla kurduğumuz

ilişki, yaşam döngüsüne bakışımız, gündelik

yaşantımız, kullandığımız cihazlar

ve mecralar, fiziksel ve mekânsal pratiklerimiz

anlamında çok fazla şey değişecek

muhtemelen.

Yaşama Öneri Sunmak

Böyle zamanlarda -ki birkaç kuşak olarak

böylesiyle karşılaşmamıştık aslında-

ilk yapmaya çalıştığımız, koşulları

kendimiz için “tanıdık” hale getirmek.

Bildiğimiz yerden başlamak yani. Bazı uzmanlıklarsa,

bundan farklı olarak mesleki

formasyonları, düşünce ve yaratıcı üretim

pratikleri doğrultusunda çeşitli öngörülerde

bulunarak, sundukları yeni süreçlerle

ve yaşam formlarıyla insanları yakın

gelecekteki koşullara taşımaya daha yakın

olabiliyorlar. Tasarım bu alanlardan biri

olarak düşünülebilir.

Meselenin bir diğer yanı da hızlı gelecek

öngörülerinin, ortaya atılan değerlendirmelerin

ve hatta çözüm önerilerinin,

konuya pazarlama ve tüketim ekseninden

bakarak, yeni bir serbest piyasa ekonomisi

fırsatı yaratma ihtimali taşıması. İşte

bu, meselenin ortaya koyduklarını görme,

okuma, anlama ve bir şeyleri farklı yapmaya

başlama şansını -bir kez daha- pas

geçme anlamına gelebilir. Örneğin görüş

almak üzere iletişime geçtiğim bir akademisyenin

paylaştığı üzere, sürecin en başından

beri, üniversitelerin tasarım ve

mimarlık bölümlerinin de doğal olarak

dahil olduğu “uzaktan eğitim” olarak ifade

edilen sürecin, aslında olağanüstü koşullarda

evden eğitim olması gibi.

Ancak elbette amaç piyasacı bir yaklaşım

ortaya koymaktan ziyade, biraz daha

farklı bir yerden bakıp, öngörüde bulunmaya

çalışmak olduğunda, tasarım ve

mimarlık pratikleri düşünce ve üretim

süreçleri itibariyle geniş bir spektrum sunabilir.

Tasarım Dünyasının Reaksiyonu

Salgının küresel etkisinin görülmeye başladığı

günlerde tasarım dünyasından gelen

ilk haberler, bahar-yaz aylarında gerçekleşen

ve camianın yakından takip

ettiği Milano Tasarım Haftası, Venedik

Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi gibi

etkinliklerin erteleme duyuruları oldu.

Erteleme ve iptal haberi veren etkinliklerin

sayısı gün geçtikçe çoğaldı. Bu haberleri,

hızlı bir şekilde devreye giren

dijital içerikler takip etti. Kültür ve sanat

dünyasının farklı alanlarında olduğu

gibi, tasarım ve mimarlık dünyasında

da çeşitli konuşmalar, atölyeler, sergi

ve müzeler, belgesel gösterimleri, yayınlar

ve özel seçkiler çevrimiçi erişime açıldı.

Gary Hustwit’in erişime açılan belgeselleri,

Frank Lloyd Wright’ın sanal tura

açılan yapıları, Modern Sanatlar Müzesi

(MoMA)’nin “Tasarım olarak Moda”

gibi başlıkları da içeren çevrimiçi dersleri

ve benzer pek çok içerik ilgi gördü.

Türkiye’de de bu anlamda çeşitli uygulamalar

oldu elbette. Mimarlar Odası

İstanbul Büyükkent Şubesi, Uluslararası

Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nde

gösterimi yapılan belgesellerden oluşan

bir seçkiyi Mimarist TV üzerinden çevrimiçi

gösterime açtı. 20 Nisan’dan itibaren

başlayan gösterimler bir hafta boyunca

erişime açık olarak izleyicilere sunuldu.

Pek çok yayın, geçmiş ve güncel sayılarını

dijital platformlara yükledikleri gibi,

çevrimiçi yeni içerikler ve programlar da

sunmaya başladılar.

Moskova Tasarım Haftası

Tasarım ve mimarlık alanları, tüm bu dijital

içeriklere ek olarak çeşitli etkinlik denemelerine

de sahne oldu. Moda tasarımı

alanında bu denemelerden biri, 830.000

kişinin izlediği çevrimiçi gösterimlerin

yapıldığı Moskova Tasarım Haftası idi.

Virtual Design Festival

Bu anlamdaki en önemli girişimlerden

birisi ise, tasarım dünyasının önemli

ve ilgi gören dijital mecralarından biri

olan Dezeen tarafından gerçekleştirildi.

Dezeen’in pek çok kişi ve kurumla işbirliği

kurarak düzenlediği ve dünyanın ilk

çevrimiçi tasarım festivali olma özelliğini

taşıyan Virtual Design Festival (Sanal

Tasarım Festivali) 15 Nisan’da başladı.

Festival kapsamında, Earth Day 22 Nisan

tarihinde küratör Beatrice Galilee tarafından

oluşturulan özel bir programla sunuldu.

Yine aynı festivalde, tasarımcı Ron

Arad, Los Angeles’ta gerçekleşmesi planlanan

ancak salgın nedeniyle iptal olan

sergisinin dijital versiyonunu paylaştı.

Alanın önde gelen isimleri ile yapılan

canlı röportajların, konuşma programlarının,

film gösterimlerinin, markaların

geliştirdiği özel ürünlerle ve tasarımlarla

ilgili içeriklerin yer aldığı program 30

Haziran’a kadar devam ediyor.

Londra Tasarım Haftası

Ayrıca, Londra Tasarım Haftası’nın da

2-14 Haziran tarihleri arasında yeni dijital

formatıyla gerçekleştirileceği açıklandı.

Londra’nın da programında, dünyanın

çeşitli noktalarında yaratıcı alanda üretim

yapanlarla canlı röportajların, konuşmaların

ve çevrimiçi etkinliklerin yer aldığı

bir içerik sunulacak.

Elbette tüm bu çevrimiçi içerikler,

yüzbinlerce, milyonlarca insanın kolayca

erişebileceği bir formatta olması itibariyle

önemli bir katkı sunmuş olsa da, geliştirilen

bu formatların içerik ve etkileşim

anlamındaki değerlendirmesi için üzerinden

biraz daha zaman geçmesi gerekecek

gibi görünüyor.

Sunulan Yeni Ürünler

Virüsün küresel yayılım göstermeye başladığı

andan itibaren tasarım alanında

görülen bir diğer reaksiyon da, konunun

farklı yönleri için çözüm olabilecek ürünler

geliştirmek ve bunları -çoğunlukla

sosyal medya üzerinden- sunmak oldu.

Bunlar arasında üç boyutlu yazıcılarla

üretilen maske ve koruyucu malzemeler,

antibakteriyel yüzeyler ve aparatlar,

yüz koruyucu siperlikler, taşınabilir sağlık

kitleri, sağlık çalışanları için özel olarak

tasarlanan tulum ve önlükler, dezenfektanlar

gibi pek çok ürün yer aldı. Bu çalışmalardan

bazıları yakın gelecekte üretilme

ihtimali olan prototip aşamasındaki

ürünler olarak kalırken, aralarında üretimi

gerçekleştirilenler de vardı. 3 boyutlu

destek adlı kolektif üretim hareketi, kurulan

destek ağı ile 4250 yazıcı kullanılarak

40.000’den fazla siperlik üretti örneğin.

Production Club adlı kreatif stüdyo, salgın zamanında gece kulubü ve barlarda kullanılmak üzere koruyucu kıyafet tasarladı.

Fransız tasarımcı Christophe Gernigon’un post pandemi döneminde restoranlarda kullanılması için pleksiden hazırladığı Plex’eat adlı korunaklı masalar.

Mimari Çözümler

Mimari ölçekte ise, karantinayı kolaylaştırma

iddiasındaki mekan tasarımları,

kentsel ölçekte açık ve kapalı alan önerileri,

çeşitli formlardaki barınma yapıları

paylaşıma sunuldu.

Grafik ve Görsel Tasarımlar

Grafik ve görsel tasarım alanındaki çalışmalar,

doğal olarak daha hızlı bir yayılım

gösterdi. Corona koşullarına göre yeniden

yorumlanan sokak tabelaları, kamusal

alanlarda çeşitli sınırlamaları ve mekansal

tanımlamalarını kolaylaştıran şerit

ve bant tasarımları, kitlesel farkındalığı

ve insanların iyi hissetmelerini destekleyecek

afiş çalışmaları, hem keyifli

hem de işlevsel sonuçlar ortaya koydu.

Bunların yanı sıra geliştirilen çeşitli dijital

veri haritalama örnekleri kitlesel anlamda

önemli bir katkı sağlama potansiyeli

içeriyordu. Örneğin Çin’de kullanılan

renkli qr kod sistemi, virüsün birey üzerindeki

seyrinin pratik bir şekilde verileştirmesini

sağladı. Ayrıca Johns Hopkins

Üniversitesi’nde Sistem Mühendisliği

profesörü Lauren Gardner tarafından

tasarlanan interaktif harita, WHO,

NHC gibi kurumların verilerini kullanarak

oluşturulan gerçek zamanlı veriye

erişimi kolaylaştırdı. Paylaşıma sunulan

ilgi çekici içeriklerden bir diğeri de,

Office for Political Innovation ‘ın kurucusu

Andres Jaque’ın, Ivan Munuera ile birlikte

gerçekleştirdiği “The Transscaler

Architecture of Covid-19” isimli kısa film

oldu. Bu kısa film, salgının ortaya çıkışına

dair mekansal odaklı bir rapor sunmak ve

tetiklediği politik gerilimleri araştırmak

üzere hazırlandı.

Dünyadan Yükselen Sesler

Tüm bunların yanında, salgın ve sonrasıyla

ilgili değerlendirmeler çoğaldıkça,

tasarım dünyasından uzmanlar da konuyla

ilgili öngörülerini ve farklı eksenlerdeki

analizlerini paylaşmaya başladılar. Diğer

yandan, sosyal psikoloji, ekonomi, sosyoloji

gibi pek çok alandan uzmanın halen

bir etki analizi yapmak için bir hayli erken

olduğunu belirttiği şu günlerde, ihtiyacı,

gelecek hayalini ve yaratıcı düşünmeyi

birleştiren tasarım ve mimarlık dünyası

için de bunun böyle olduğunu söylemek

yanlış olmaz.

MoMA’nın Mimarlık ve Tasarım küratörü

ve Araştırma-Geliştirme Direktörü

Paola Antonelli’ye göre de tüm bunların

bizi nasıl etkilediği ve nelere yol açacağı

üzerine net bir görüş ortaya koymak

için çok erken. Kendisinin bu sürecin bizi

nasıl şekillendireceğine dair soruya verdiği

cevap, net bir “bilmiyorum”. Buna

ek olarak, Antonelli, geçtiğimiz yıl kendisinin

küratörlüğünü üstlendiği “Broken

Nature” sergisinin de kapsadığı üzere,

kısa bir zaman içeriğinde meydana gelen

doğa felaketlerinin ve şimdi de virus kaynaklı

bu sürecin sonunda öncelikli olarak

düşünmemiz gereken şeyin, başka türlerle

bir arada yaşama ve daha sorumlu davranma

tavrını sergileyebilmek olduğunu

söylüyor.

Tasarım dünyasının cüretkar “trend”

yorumlarıyla tanıdığı Hollandalı tasarımcı

Li Edelkoort’a göre ise coronavirüsün

etkileri inanç kaybından, olası senaryolar

üzerine ürkütücü bir kavrayışa, toplumdaki

ayrışmalardan, nihai çözüm için irade

ortaya koyma çabasına kadar, çok katmanlı

ve karmaşık olacak, Edelkoort bu

sürecin sonunda “yeni bir başlangıç için

boş bir sayfa”ya sahip olacağımız görüşünde.

Bu yeni başlangıç, üretim, dağıtım,

satış gibi pek çok süreçte başka değerlerin

ve yöntemlerin geçerli olacağı yeni bir

ekonomi oluşturmak için çok daha fazla

bilgi ve cesaret gerektirecek. Edelkoort,

bunu “insanlığın değerlerinin sıfırlanması”

şeklinde tanımlıyor ve daha iyi bir sistem

ortaya çıkacağı konusunda umutlu.

Ona göre yerel endüstriler ve faaliyetler

ivme kazanacak, takas sistemi, açık masalar,

üretici pazarları, sokak etkinlikleri

ve insan temelli girişimler önem kazanacak.

Uluslararası tasarım camiasında erken

denilebilecek bir aşamada görüşlerini

ve öngörülerini paylaşan isimlerden birisi

de tasarım eleştirmeni ve yazar Alice

Rawsthorn oldu. Kendi Instagram hesabında

“Design and Pandemic” başlıklı

bir seri hazırlayan ve bu alanda öne çıkan

projeleri paylaşan Rawsthorn’a göre

anahtar çözümü bilim insanları sunacak.

Ancak tasarım bu çözümün akıllıca ve

sürdürülebilir bir şekilde dağılımına yardımcı

olma, bu alanda gelişmelerin, tedavinin,

hasta bakımının, gerekli ölçümlerin

ve iletişimin kamusal anlamda eşit şekilde

net ve erişilebilir olması noktasında

önemli bir rol üstlenebilecek. Biz bu yazıyı

hazırladığımız sırada Alice Rawsthorn,

Paola Antonelli ile birlikte, tasarımın bu

süreçte nasıl bir etki yaratacağı üzerine

hazırladıkları yeni projeleri “Design

Emergency” yi duyurdular. “Design

Emergency”, Rawsthorn ve Antonelli’nin

bu konuda hazırlayacakları kitap kapsamındaki

ilk proje olarak, haftalık canlı

Instagram konuşmalarından oluşacak

ve bu konuşmalarda, küresel anlamda tasarım

dünyasının Covid-19 sürecine yönelik

verdiği reaksiyon üzerine önde gelen

isimler yer alacak.

Tasarım dünyasından sürecin başında

yükselen bu sesler ve ortaya konulan

projeler bir yana, tasarım odaklı düşünme

(design thinking) olarak tanımlanan

metodolojiyi de sürecin devamında, uzun

vadeli çözüm geliştirme ve bu sürecin etkilerini

yakın gelecekte doğru bir kanala

yönlendirme anlamında iyi yöntem olarak

değerlendirenler de oldu. Bu görüşe göre,

kapsamında empati, kolektif fikir üretimi,

prototipleme, test etme gibi teknikler

ve süreçleri barındıran tasarım odaklı düşünme,

tasarım dışı alanlarda da yaratıcı

ve pratik çözümler sunulmasına yardımcı

olabilir. Diğer yandan Paola Antonelli örneğin,

bunun bilimsel düşünme gibi tanımlı

süreçlerden çok da farklı olmadığını,

dolayısıyla çok katı, net bir ayrımı da

içermediğini ifade ediyor. Antonelli’nin

temkinli olarak tasarım adına yaptığı yegane

öngörü, tasarımcıların her durumda

değişen davranışlara cevap verdiği, dolayısıyla

bu durumda da adres edecekleri

yeni davranışlar ortaya çıkacağı ve bunlardan

hangileri kalıcı olacaksa, onları

üzerine çalışacakları yönünde.



32 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 33

TASARIM

FİKİR

Rhuthmos,

Ritim ve Politika

Türkiye’den

İsimler Ne Diyor?

Tasarım ve mimarlık pratiklerinin mesleki düşünme, araştırma,

uygulama, ve üretim biçimleri, içinde bulunduğumuz günleri ve

sonrasını anlamak, adapte olmak, yeni yaklaşımlar belirlemek,

yeni yaşam ve üretim formları geliştirmek anlamında nasıl ışık

tutabileceği ve bugünlerin tasarım ve mimarlık alanlarında nasıl

bir etki, değişim yaratacağı sorularını merak edip Türkiye’deki

tasarımcı ve mimarlara sorduğumuzda, onlar arasında da bu soruların

anlamlı olduğunu ancak bir cevap vermek için erken olduğunu

ifade edenler oldu. Bunlardan birisi mimar Aslıhan

Demirtaş. Demirtaş, şu aşamada kendi görüşüne göre “mimar ve

tasarcıların gıda üretmeyi, kentte gıda üretecek yer bırakmayı,

her projeye hırsla atlamamayı, her konunun konvansiyonel mimari

projeyle çözülemediğini anlamak durumunda kalacaklarını”

ifade ediyor. Ayrıca, “balkon ve terasın önemini, arka bahçenin

önemini, temizlenmesi kolay mekan ve malzeme, iyi hava

akımı olan mekan tasarımı gibi geri planda kalmış birçok kıymeti

sandıklardan çıkaracağımızı” düşünüyor.

Araştırma ve tasarım platformu Liveable Covid-19 salgınından korunmak için başı ve gövdeyi kaplayan rattan malzemeden üretilmiş bir zırh hazırladı.

Banu Binat

Yüksek Mimar ve Binat İletişim ve Danışmanlık

Kurucu Ortağı

Hayatımız ya travmalarla ya da salgının öğrettiği

hijyen, izolasyon, karantina, sosyal mesafe kavramları

nedeniyle bir hayli değişecek. Tüm yapılı

çevrenin standartları, güvenlik ve sağlık kriterleri

baştan belirlenmek zorunda. Kentlerden,

kamusal alanlardan, bireyin odasına ve o mekanı

oluşturan tüm bileşenlere kadar yaratılan fiziksel

çevre insan odaklıdır ve her türlü olumsuz

koşul öngörülerek, bireyin sağlığı, güvenliği için

tasarlanır. Fiziksel çevreyi insan oluşturur ama

bir süre sonra içinde bulunduğumuz fiziksel çevre

bireyi şekillendirmeye başlar. Tam da bu noktada

yaşam alanlarının planlama kriterleri, standartlar,

güvenlik koşulları baştan tanımlanacak

diyebilirim.

Bu günler, mimaride yeni planlama kriterleri

getirecek. Salgın olasılığı kamusal alanlarda

ve tüm yapı tiplerinde de artık önemli bir etmen.

Evde daha iyi izole olmak bu yeni kriterlerle

çok daha güvenli olabilir. Çeşitli alanların buna

göre yeniden planlanması, bu alanların güvenliği

ve hijyeni tasarımcı için önemli başlıklar olacak.

Birey ve nesneler arasında temassız bir iletişimin

kurgulanması da hızlı çözümlerden biri olacak.

Kolu olmayan kapılar, buna uygun kilit sistemleri,

düğmesi olmayan asansörler, üzerinde bakteri

tutmayan kaplama malzemesi ve tekstil ürünleri

tasarımcıları ve üreticileri bekleyen gelişmeler.

Malzeme ar-ge’lerinin önemli bir noktaya geleceği

ve nano teknoloji ile kendini temizleyen,

bakteri tutmayan yüzeyler üzerine çalışmaların

artacağı kesin.

Meriç Kara

Endüstriyel Tasarımcı

Bu sürece geçiciymiş gibi bakıyoruz ama gelecekte

tekrarları olabilir ve benzer durumlara hazırlıklı

olmamamız gerektiğini düşünüyoruz. Ortaya

çıkan yeni davranış biçimlerini, ritüelleri ve ilişkileri

tekrar incelemek önemli. Bundan kastettiğim

insan-insan, insan-obje, insan-mekan,

obje-mekan ilişkileri ve bunların üçlü kombinasyonlarında

da oluşturdukları durumlara dair analizin

gerekliliği. Daha yukarıdan baktığımızda şehirle

ilişkimizi şu anda kestirmek güç.

Odaklar değişti, malzemeler ve dokular

önemsenmeye başlandı. Paylaştığımız alanlara

ve nesnelere yaklaşımımız aynı değil. Bunların

hepsinin tasarıma etkileri var. Özellikle hijyen

ve mesafe standartları yerine oturunca, durumu

gözlemleyerek yeni öneriler ve pratikler geliştirebileceğiz.

Şu an herkes dünyaya daha az dahil

oluyor ve temas ediyor, bu sakinlikten dersler

alabilecek miyiz yoksa arayı mı kapatacağız, bunu

durup görmemiz lazım.

Zamanla yarıştığımız bir dönemdeydik ve birden

durmamız gerekti. Bazı ihtiyaçları bu ayrılan

zaman çözebildi, kısıtlı mekan ve nesneyle yeni

çözümleri kişiler kendileri üretebildi. Tasarımın

sürecini şu an bir çoğumuz evimizde yaşıyoruz.

Şu ana kadar sahip olduğumuz ürünlerin insanlara

bu ipuçlarını çoktan verdiğini düşünüyorum.

Form olarak olsun, çalışma prensibi ya da

önerdiği çözümlerle var olan tasarımlar insanlara

bu dönemde oldukça fikir veriyor. Şu anda kişiler

ihtiyaçlarını yeniden değerlendiriyor ve onların

seçimlerine göre tasarım gelişecek.

Ortak mekanlarda da kişisel çapımızın büyümesiyle

daha fazla alana ihtiyacımız olacak. Boş

alana olan ihtiyaç arttı, kendi kişisel alanlarımızı

yeni baştan tanımladığımız gibi genel ve ortak

alanlarımızı da yeniden düzenliyoruz. Bu alanda

da bir durmamız ve bakmamız gerekiyor.

Yağmur Yıldırım

Mimar, Editör ve Radyo Programcısı

Anaakım mimarlığın bir süredir içinde bulunduğumuz

toplumsal, ekonomik, politik ve ekolojik

krizlerle “kalbura dönmüş” dünyada sürdürülebilir

olmadığı bu pandemiden önce ortadaydı.

Yaşanabilir gelecekler için, tahakküme ve hiyerarşik

örgütlemelere dayalı yapma biçimlerimizi

değiştirmemiz gerekiyor; kendimizi örgütlemek

ve sürdürmek için yeni yollar yaratmamız acil.

Eylemleri ve değerleri üreten mekânsal pratiklerin

bu anlamda kritik potansiyeli olduğuna inanıyorum.

Yaşadığımız küresel salgında daha az

dolaşımın, daha az nesnenin, daha çok kendine

yetmenin ve eldekiyle yetinmenin pekâlâ gerçekleşebileceğini

deneyimledik. İklim krizini aşmak

için “büyümeme” (degrowth) fikrinin özünde de

bu düşünce yatıyor zaten.

Bu deneyimin nasıl kendisini sürdüreceği

üzerine farklı öngörülerde bulunmak mümkün

ama ben umudumu korumaya çalışıyorum, öğrenilenin

yeni yollarda kendisini gerçekleştireceğini

varsayıyorum. Son on yılda tanık olduğumuz

ve yapılı çevreye dair davranışları, diyalogları,

süreçleri, bilgi üretme biçimlerini başkalaştıran,

işbirliğine dayalı çok sayıda yeni pratiğin

daha da çoğalacağını, yeni tartışma ve üretimlerle

görüş alanımızın zenginleşeceğini düşünüyorum.

Bir yandan da mimarlık ve tasarıma damga

vuran iki kavramın “empati” ve “işbirliği” olması

dikkate şayan. Anaakım mimarlığın odağında

olmayan ileri yaşta ya da hasta bireyler, çocuklar,

bedensel engelliler, sağlık çalışanları gibi gruplar

için kolektif olarak fikirler geliştiriliyor, tasarım

ve üretimler yapılıyor, bunlar herkesin faydalanması

için açık kaynak olarak paylaşılıyor.

Okullar ve atölyeler üretim için kapılarını açıyor.

Tüm bunlar uzun vadede norma dönüşmeyecek

belki ama geçirdiğimiz zor günlerde insanın içini

hafifletiyor.

Deniz Ova

İstanbul Tasarım Bienali Direktörü

Tüm alışkanlıklarımızı, ilişkilerimizi, değerlerimizi

ve tüketim pratiklerimizi tekrar tanımlayacağız.

Dünyanın veya insanlığın yarattığı denklemin

çok boyutlu bir problem olduğunu, her

alanın birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu şiddetli

bir şekilde öğrendik. İçinde bulunduğumuz an

bir değişim ânı.

Çok katmanlı problemleri çözmek konusunda

“uzman” olan tasarımcılar, bu süreçte yaratıcılıklarıyla

hızlı harekete geçme kabiliyeti sergiledi.

Tasarım, gelecekte neler olabileceğini tahlil

etmeye çalışırken acil sorunlara da cevap vermeye

başladı.

Bir sonraki adımın ne olacağını bilemesek de,

temel tartışmanın tasarımdan ziyade sosyolojik,

ekonomik, özellikle de politik olduğunu anlamalıyız.

Toplumsal bir değişimin, ekonomik ve politik

krizin eşiğindeyiz, bu yüzden acilen iş yapma

şekillerimizi ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmemiz

gerekiyor.

Üretimlerin sürdürülebilirliği üzerine düşünmek

için zaten geç kalmıştık, yeni duruma

uyum sağlamak için daha çok çaba harcamamız

gerekiyor. İçinde bulunduğumuz günleri ve

sonrasını anlamaya çalışırken ve buna göre yeni

modeller düşünürken etki ettiğimiz bütün ekosistemi

göz önünde bulundurarak hareket etmeliyiz.

Meseleye bütüncül yaklaşmamız, sürdürülebilir

bir kurgu bulmamızı sağlayacaktır.

Oğul Öztunç, Atıl Aggündüz,

Melodi Gülbaba

Piknikworks

İnsan kısa bir zaman diliminde değişen rutinlere

uyum sağlamayı, kendisini güvende hissedeceği

alanı bulmayı ve yeni bir hayat akışı yaratmayı

iyi beceriyor. Tasarım ve mimarlık pratikleri

evden çalışma/üretme tarafında çoğu zaman çok

elverişli ve meditatifken, işin sonunda somutlaşması

gerektiği noktada sahada olmanızı istiyor.

Şu noktada internetin olanaklarıyla uzun bir

süre daha herkesin üretmeye devam edeceği fikrini

sevsek de, bir gün yeniden bir mimarinin koridorun

sonunda bizi aniden eşsiz bir manzarayla

karşılaştırıp şaşırtmasını dört gözle bekliyoruz.

Rutinlerimizdeki bu ani değişiklik nedeniyle

hepimiz kendimizi ifade edebileceğimiz tek kanaldan

-sosyal medya- “unutulmamak - geride

kalmamak” üzere paylaşımlarda bulunmaya çabaladık.

Bu pek tabii çok sağlıklı bir yönelme olmayabilir,

biraz sakinlemek, içinde bulunduğumuz

durumu özümsemek de önemli. “Neler

oluyor?” diye durup durup tekrar şaşırdığımız

anlar yaşıyoruz sanırız çoğumuz.

İçinde bulunduğumuz koşullar içinde daha

önce hiç keşfetmediğimiz yeni iletişim yolları bulabilir,

yeni çalışma pratikleri geliştirebiliriz; dolayısıyla

işlerin medyasından tutun, iletişim kurma

şekline kadar tüm dünyası değişebilir. Biz de

bu dönüşümü uzaktan izlemek yerine, değişimin

bir parçası olmayı, özne ve öncülerinden biri olacak

kadar cesaretli olmayı umuyoruz.

SANATKAÇ

Zafer ARACAGÖK

Homeros’un Odysseus’un gemisinin

Siren’lerin karanlık ve büyüleyici

darboğazından geçişini tasvir

ettiği zamanlardan bu güne birçok sanatçı,

yazar ve düşünür bu sahneyi ele almış,

Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanma’nın

Diyalektiği 1 (1944) ve Franz Kafka’nın

“Siren’lerin Sessizliği” 2 (1931) adlı öyküsü

en dikkat çekici yorumlar arasında yerlerini

almışlardır. İki çalışma arasında pek

ortak nokta bulunmamasına rağmen, bu

metinlerde ritime dair hiçbir gönderme

olmaması şaşırtıcıdır çünkü Sirenler’in

sesi ya da sessizliği kadar Odysseus’un

gemisindeki tayfaların kürek çekişi ve

Odysseus’un kulaklarının balmumuyla tıkanıp

Siren’lerin sesi ya da şarkılarının

ritimini duymasının engellenmesinin ritim

kavramıyla yakından ilişkisi vardır.

Antik Yunan’da söylendiği gibi “rhuthmos”

ya da ritim, Pascal Michon’un 3 kapsamlı

araştırmaları, makale ve kitaplarıyla

bizleri aydınlattığı gibi, siyaset ve

eğitimin denetim araçları olarak kurulması

bağlamında düşüncede yer almayan

bir yer’e sahiptir. Platon’nun müsade ettiği

sürece varolan, Sokrat öncesi düşünürlerde

sahip olduğu köken bağlamında

düşüncede varolmayan bir yapıdır “rhuthmos”.

Ritimin sabit formlara ve dolayısıyla

eğitim ve kontrole dayalı; ses, hareket

ve zaman belirlenmeleriyle üretilen

1 Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Dialectic of

Enlightenment, çev. John Cumming, London: Verso, 1989.

2 Franz Kafka: Collected Stories, ed. Gabriel Josipovici, Everyman’s

Library, NY: 1993, ss. 398-99.

3 Pascal Michon, Elements of Rhythmology I: Antiquity, ve Elements

of Rhythmology II: From the Renaissance to the 19 th Century, Paris;

Rhuthmos 2018.

işitilebilir bir ürün olduğunu savunan bir

metafizik geleneğe daha ne kadar tahammül

edebiliriz? Öte yanda, Kafka’ya referansla,

ses ya da ritimin işitilemez olduğunu,

yani kulaklarımız balmumuyla

tıkanmış olsun ya da olmasın, Siren’lerin

zaten baştan susturulmuş olduğu iddiasını

ve “rhuthmos”un kökeninde zaman,

aralık, periyodik tekrar ve işitilebilirlik

değil akış içinde, sürekli değişken, yani,

oluş ile igili bir ritim kavramı olduğunu

dikkate alarak nasıl farklı bir ritim kavramı

oluşturabiliriz?

Émile Benveniste’in 4 ritim üstüne

yazdığı bir makalede açıkladığı üzere,

ῥυθμός (rhuthmós) adlı kavram, lirik

ve trajik Yunan şiirinde milattan önce

7. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar varolmuş ve

ancak 5. yüzyılda Atomizm’in kurucusu

olan Leukippos ve Demokritos tarafından

teknik bir terim olarak kullanılmıştı.

Milattan önce 7. yüzyıldan itibaren,

“rhuthmos”, “biçim” ya da “şekil”

(skhêma) anlamına geliyordu. Biçim anlayışımıza

yakın olsa da, “rhuthmos”un

farklı anlamları da vardı: örneğin, “akış

Antik Yunanda Müzik ve Ritim Dersi, İ.Ö. 500

İsveç Jimnastik Eğitimi, 1800 sonları

içinde olan bir şeyin anlık durumu”, “özel

bir akış biçimi” ya da “bir hareketin özel

bir oluş kipi” gibi 5 . Bu farklı anlamlandırmaların

şöyle bir rolü vardı ki, daha sonraki

yüzyıllarda Platon’nun atfedeceği,

sabit, hareketsiz bir ritim anlayışının

4 Émile Benveniste, “The Notion of ‘Rhythm’ in its Linguistic

Expression”, Problems in General Linguistics, çev. M.E. Meek,

Florida: University of Miami Press, 1971, ss. 281-88.

5 Elements of Rhythmology I: Antiquity, s.17.

aksine, Sokrat öncesi düşüncede “rhuthmos”,

“değişim içinde olan şekil” anlamına

geliyordu. Bir başka deyişle, rhuthmos

“ritimin oluşması değil, ritimin

oluşmasının kendine has bir kipi” 6 ydi. Bu

şu anlama geliyordu: bugün, Platon’dan

beri kullandığımız ritim anlayışı sadece

anlık olarak tespit edilebilecek, sabit bir

biçime sahip olmayan bir akıştı.

Platon ile birlikte Sokrat öncesi “rhuthmos”

anlayışı sona ermiş, sabit, değişken

olmayan bir kavram haline gelmişti.

Bugün hala kullandığımız, “rhuthmos”-

dan evrilen ritim anlayışımızın oluşmasının

ardında Platon’yu ilgilendiren çok

başka konular vardı. Aşağıda göreceğimiz

gibi, Sokrat öncesi düşünürler ve

Platon arasında metafiziğin düşünceye

girmesinin engellenmesi konusunda derin

farklar bulunuyordu. Bu farklılıkları,

Benveniste’in “değişim içinde olan şekil”

ve “sabit biçimler” arasındaki fark

olarak nitelendirdiği gibi felsefi anlamda

“oluş” ve “olmak” kavramları arasındaki

fark olarak nitelendirilebilirsek, en başta

Platon’nun düşünceye idea, sabit formlar,

mimesis, model ve kopya gibi kavramları

sokmadan önce insanların kozmos’u kendilerine

nasıl açıkladığını görmemiz gerekiyor.

Örneğin, Heraklitos’a göre kozmos’u

yaratan bir Tanrı yoktur: kozmos her zaman

varolmuş, varolan, varolacak, ateşin

hayatımıza girip çıktığı gibi, “gereksinim

ve doyum”la ilgili bir yapıdır. Düşünüre

göre, ateş hayattaki herşeyin varolageldiği

ve geri döneceği temel öğedir. Bu ileri

ve geri hareket hali, dahası gerilim ve

gerilimin çözülmesi, savaş ve mücadele

gibi karşıtlıklar olmaksızın varolamayacak

hayat ve gerçekliğin temel özelliğidir.

Platon, Cratylus’ta Heraklitos’u şöyle

alıntılar: “aynı nehire iki defa giremezsin”

7 : hayatta herşey sürekli bir akış içindedir.

Bir başka deyişle, Heraklitos’a göre,

kozmos ve onu oluşturan her şey, zaman

ve oluş’un gerilimi ve bu gerilimin çözülmesi

ilkesi üstüne kuruludur. Nehir, nehir

olmayan şeyler aracılığıyla nehir olur.

Ateş ya da alevler içinde yanan kozmos

her an kendiyle savaş içinde ama aynı zamanda

barış içindedir.

Leukippos ve öğrencisi Demokritos

gibi Atomistlere göreyse, kozmos sonsuz

sayıda, bölünemez ve yokedilemez, ancak

aldıkları şekiller aracılığıyla birbirinden

ayırt edilebilen, oldukça küçük birimlerden

oluşmaktaydı. Sonsuz boşluğun içinde

hareket ederek, birbiriyle çarpışır, birleşirler

ve böylece birbirlerinden içlerinde

bulundurdukları atomların sayısı, boyutu,

şekli ve biraraya gelme biçimine göre

ayırt edilebilen nesneleri oluştururlardı.

Bir başka deyişle, Atomistlere göre kozmos

atomların bir araya gelme ve birbirlerinden

ayrılma durumlarına göre sürekli

bir değişim içindeydi. Atomlar çevresel bir

etmen onları birbirinden ayırıncaya kadar

bir arada dururlar ve ardından tekrar sürekli

hareket içinde olma durumlarına kavuşurlardı.

Sokrat öncesi düşünürlerin çoğuna

göre kozmosu ikiye bölen yukarısı ve aşağısı

diye bir ayrım yoktu: kesin, değişmez

bir “biçim” anlayışına sahip değillerdi.

Skhêma, yani şekil, sürekli değişim,

sürekli oluş içinde varolan bir biçim demekti.

“Rhuthmos” bazı zamanlar biçim

anlamına gelse de şeylerin sonsuz değişim,

değişkenlik içinde olan şeklini nitelerdi.

Demokritos’un önerdiği gibi, şeyleri

oluşturan atomlar sürekli bir hareket

içinde olduğu için oluşturdukları şeylerin

şekli de sürekli bir değişim içindeydi

ve bu şeylere sabit bir biçim vermektense

onların akışkan bir şekil içinde olmalarını

sağlıyordu. Sonuç olarak kozmos kaotik

değildi ama bir düzene sahip bir yer

de değildi. Sokrat öncesi düşünürler için

anahtar sözcük “olmak” değil “oluş”tu.

“Rhuthmos”un zaman ya da aralık ile bir

6 Benveniste, s. 286.

7 Daniel W. Graham, The Texts of Early Greek Philosophy: The

Complete Fragments and Selected Testimonies of the Major

Presocratics. 2 vols. Cambridge: Cambridge University Press,

2010, s. 158.

alakası yoktu: bir şeyin oluşa geçmesi ya

da şekillerin sürekli oluşması ve değişimi

anlamına geliyordu.

Platon’un düşünceye yukarısı/aşağısı

ayrımını, ya da daha doğrusu, metafiziği

sokması ile birlikte herşey dramatik

anlamda değişecekti. Kozmos’un aşağısı

ve yukarısı diye ikiye ayrılmasıyla “rhuthmos”

çok farklı bir kavramsallaştırmaya

evrilecekti. Pascal Michon’dan 8 öğrendiğimiz

gibi, başlangıçta Platon “rhuthmos”

düşüncesine tamamıyla karşıydı

çünkü kavramsallığa gelmeyen, bu Sokrat

öncesi düşünürlere ait anlayış, kurmaya

çalıştığı Devlet’e zarar verebilirdi. Sabit

bir biçimden kaçan “rhuthmos” düşüncesi

Devlet’i oluşturacak yurttaşları yoldan

çıkarabilir; tıpkı müzik, dans, trajedi, şiir

gibi kontrolsüz temsil, taklit etme halleri,

kısacası, mimesis insanları biçim dışına

çekebilir, dolayısıyla Devlet’in mahvına

yol açabilirdi. Öte yanda “rhuthmos”u

ritim olarak, yani zaman ve aralık’a dayalı

bir kavramsallaştırmaya tabi tutma olasılığı

genç yurttaşların akıl ve bedenlerini

eğitmek amacıyla tekrar gözden geçirilebilirdi.

Toplumu güzel doğa ve zihin yapısına

yöneltmek amacıyla Devlet ritimi

bir siyaset aracı olarak tekeline alıp, bir

kontrol mekanizması olarak kullanabilirdi.

Ve bütün bunlar, ancak kozmosun aşağısı

ve yukarısı olarak ikiye ayrıldığı; idea

ve sabit, değişmez biçimler; model kopya

ilişkisi, kısacası, mimesis kavramını temel

alan bir metafiziğin düşünceye sokulmasıyla

başarılabilirdi. Platon’un “rhuthmos”

düşüncesinden bir kavram, ritim

kavramı yaratmasının temelinde yatan

şey şuydu: yukarılarda varolan, sabit, ideal

biçime sahip ritim, aşağıdaki insanlar

tarafından keşfedilip, birebir model kopya

ilişkisi içinde, yani mimetik olarak, tekrar

edilecek olursa, yurttaşlar erdemli ve ahlaklı

bir yolda ilerleyebilir, iyi yurttaş olmanın

yolunu bulabilirlerdi. Böyle bir düzen

ancak ve ancak yukarılara ait ritimin

ölçülebilme (métron) ve sayılandırmaya

tabi tutulması aracılığıyla gerçekleştirilebilirdi.Yukarıda

varolan düzen, sonlu

ve sonsuz, biçim ve biçim-dışı arasındaki

ilişkiyi belirleyen, düzenleyen, sayılar

ve ölçüme dayalı yeni ritim anlayışı üstüne

kurulabilirdi. Bu yüzden, her ne kadar

Demiurge evreni, düzen sahibi ve ritimize

edilmiş yukarılarının bir kopyası olarak

yaratmışsa da, insan tam dengeye sahip

olmayan ve kolaylıkla yoldan çıkıp, düzensizlik

ve değişime maruz kalabilecek

bir canlı olduğu için kusursuzluğa ulaşabilmek

yolunda yapması gereken tek şey

yukarıya ait ritimleri, biçimleri keşfetmek

ve onları taklit etmek olmalıydı.

Platon’la birlikte “rhuthmos” ritime

ya da değişmez, sabit biçime dönüştüğünde,

“rhuthmos”un işitilip işitilemeyeceği

sorusu da ortadan kaybolacak

ve böylece Antik Yunan’dan Heidegger

ve Agamben’e uzanan, yüzyıllardır mahkum

olduğumuz hattın önü açılmış olacaktı.

Platon’un kavramsallaştırmasında,

“rhuthmos” işitilebilir bir olgu, ritim

olarak ortaya çıkıyorsa, bunun nedeni insanın

Tanrılar tarafından verilen ideal

biçimleri kavrayabilme yetisine sahip

olarak formülize edilmesinde yatar. Bu

noktada insanın yapması gereken tek şey,

ideal ritime biçim-dışından biçime geçişte

olduğu gibi, model ve kopya ilişkisi

içinde biçim vermek olacaktır. Böyle bir

geçitin önkoşulu ise kaostan düzene, bilinmezden

bilinene olan geçişlerin zaman

ve aralıklarla belirlenip, ritimin işitilebilir

bir olgu olarak ön kabülünden geçer.

Heidegger ve Agamben gibi düşünürler

tarafından algılanıp kuramsallaştırılan

aletheia ve arithmos gibi kavramlar,

Platon’un yüzyıllar önce işitilebilir olarak

kavramsallaştırdığı ritim kavramının

uzak yansımalarıdır. Ritimin gerçeği bize

açık mıdır? Ritim işitilebilir bir olgu olarak

kuramsallaştırıldığı sürece, evet. Ya

da, ritimin bir gerçeği olabilir mi? Evet,

ritim işitilebilir bir olgu olarak kuramsallaştırıldığı

sürece, evet.

8 Elements of Rhythmology I, s. 28-68.



34 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

TİYATRO / DOSYA KONUSU

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 35

MODA / İNCELEME

Korona Günlerinde Tiyatro

Bütün varoluşunu birebir seyirciyle ilişki üzerine kurulmuş tiyatro pandemiden en ağır darbelerden birini aldı.

Seyircisiz bir tiyatro düşünülebilir mi? Tiyatrolar nasıl yaşayacak? Salonlara geri dönülecek mi? Mehmet Ergen,

Nedim Saban, Berfin Zenderlioğlu ve Yeşim Özsoy’a sorduk.

Zeynep AKSOY

Modern zamanların en distopik

günlerini yaşıyoruz. Bir virüs

geldi ve çok övündüğümüz

“ileri” sistemimizi altüst etti, bildiğimiz

dünya düzenini sarstı. Pandemiden bütün

sektörler ve insanlar çeşitli derecelerde

etkilendi ve etkileniyor fakat bütün varoluşunu

birebir seyirciyle ilişki üzerine kurulmuş

performans sanatları en ağır darbelerden

birini aldı. Seyircisiz bir tiyatro

düşünülebilir mi? Sahneler kapalı kaldığı

sürece neler olacak, tiyatrolar nasıl yaşayacak,

alternatif tiyatro izleme biçimleri

neler olacak-bir daha ne zaman salonlara

geri döneceğiz, dönebilecek miyiz ve döndüğümüzde

neler değişmiş olacak? Hepsi

kendi alanlarında çok başarılı ve üretken

dört tiyatro insanına korona ve sonrasında

tiyatroyla ilgili düşüncelerini sorduk.

Sil

Baştan

Moda

Moda haftalarının sanal platforma

taşınması, arttırılmış gerçeklikle birlikte

dijital iletişimin hiç olmadığı kadar önem

kazanması, Yves Saint Laurent’in ardından

Gucci’nin moda haftasından çekilip kendi

takvimlerini oluşturması derken moda

dünyası yeni “normale” adapte olmaya

çalışıyor.

Maison Margiela 2018/2019 sonbahar/kış koleksiyonu defilesi 28 Şubat 2018, Paris

Fotoğraf: Getty Images aracılığıyla FRANCOIS GUILLOT/AFP

Melike Ayça GÜZEL

Berfin Zenderlioğlu

Şermola Performans-Yönetmen, Oyuncu,

Dramaturg

“Tiyatronun zaman, dil ve seyirciyle

hemhal olma arayışları...”

Tiyatro kendi özgürlük alanını yarattıktan

sonra, hiçbir iktidar mekanizması ya da

siyasi odak, sanatı ve sanatçıyı bu şekilde

kuşatıp evlere kapatamamıştı. Çağımızın

yeni hastalık biçimi olan virüslerin yarattığı

mutasyon, görünen o ki tiyatrocuları,

tiyatro sahnelerimizi ve seyircimizi

büyük oranda olumsuz bir şekilde etkileyecek.

Zaten tamamen seyirci desteğiyle

ayakta kalan, inatla yoluna devam eden

özel tiyatrolar, birer birer sahnelerini kapatmak

ve oyunlarını iptal etmek durumunda

kaldılar.

Nedim Saban

Tiyatrokare-Yönetmen, Oyuncu

“Bütün dünyanın perdeleri aynı

anda kapandı.”

Mart ayında başlayan salgının adını koyana

kadar, Dünya Tiyatro Günü geldi ve

tarihte çok uzun bir zaman sonra bütün

dünyanın perdeleri aynı anda kapandı.

Geçenlerde Amerikalı bir oyuncunun

yazısında 11 Eylül saldırısından iki

gün sonra bile daha çok eğlence sektörü

sayılan müzikallerin bile perde açtığını

okudum. İkinci Dünya Savaşı’nda

bombardıman uçaklarının saldırılarında

tüm Avrupa’da perde açan tiyatrolar,

Türkiye’deki darbe dönemlerinde

gece 24’de sokağa çıkma yasağının bitişine

yetişmeye çalışarak evlerine koşturan

seyirciler gördük. Hatta ben 13 Eylül

1980’de AST’ın Kenter Tiyatrosundaki bir

turne oyununa gitmiştim seyirci olarak.

Ancak bu kez durum farklı. Sadece kendimizin

değil, seyircimizin de sağlığı sözkonusuydu,

perde mutlaka kapanmalıydı.

ŞU AN SÖZ SIRASI DOĞA’NIN

Böyle bir şoku herkes farklı yaşayabilir

saygı duyarım. Herkes sosyal medyadan

varlık göstermeye çalışıyor, tabi ki bu

da bir varoluş mücadelesi. Özellikle oyuncularda

yeni tiyatro ve televizyon döneminde

gözde olmak, unutulmamak kaygısı

var. Bu da çok doğal, sektörde ağır bir

KÜLTÜR POLİTİKASIZLIĞI

Ülkeyi yönetenlerin kültür-sanat politikasızlığından

yakınan bağımsız tiyatrolar,

maalesef ki böylesi bir süreçte de ticari

kurum muamelesi görüp, şu ana kadar

hiçbir iyileştirme ve maddi destek alamadan

iktidar nezdinde gözden çıkarılabilecek

kurumlar arasında yerlerini aldılar.

DİREN TİYATRO

Korona virüsü ile birlikte, evlerde iletişimi

türlü performanslarla yakalamaya çalışan

tiyatro gurupları ve tiyatrocular aslında

böylesi dönemlerde sanatın iyileştirici

ve rehabilite eden yönünü yeniden açığa

çıkarıyor. Seyirciyle hayat bulan, canlı

ve interaktif olan tiyatro, diğer sanat dalları

gibi bu karanlık günlere karşı yeni bir

dil arayışı içerisine girip bir direniş alanı

yaratıyor kendisine. Şimdilik bunun arayışları

dijital medya ve instagram üzerinden

yapılmaya çalışılıyor. Umudumuz en

kısa sürede canlı ve gerçek olan sahnelerde,

mekanlarda, seyircimizle sanaldan

uzak, doğal bir iletişim yakalayabilmek.

Öz’e dönmek.

işsizlik var. Sanatçının teslimiyeti de kabul

etmemesi sözkonusu. Ancak şu an için

söz sırası doğada, sanki doğayı dinlemek

daha doğru.

TİYATRO DİJİTALE KİTLENMEZ

Ben tiyatronun özlenmesinin gerektiğine

inananlardanım. Kendimce iİnsan soluğunun

en arka sıradan bile en yoğun

biçimde duyumsanması olarak tanımlayabileceğim

sanatımızı dijitale kilitlemek

uzun vadede çok sakıncalı. Radyo tiyatrosu

nostaljisini yaşatmak tatlı olabilir ama

şu an bir gereklilik olan “evdekal” çağrısı,

uzun vadede asosyal, apolitik ve en

önemlisi duygu, düşünce yoksunu bir kitlenin

yaratılmasına dönüşmemeli.

Berliner Ensemble Instagram hesabından yayınladığı bu fotoğrafın altına “Gelecek sezon görüntüsü” notunu düşmüştü.

GERÇEKLİK ZEMİNİ KAYDI

Gerçeklik zemininin bu kadar kaydığı, etrafımızdaki

hayatın neredeyse her anının

bir kurgusallığa dönüştüğü bu dönemde,

yaşadığımız topraklarda ve tüm dünyada

da sanatı nereye oturtacağımızın arayışı

halindeyiz. Ne için tiyatronun yanı

sıra, nasıl bir tiyatro yaptığımızın, özellikle

güncel ve sahne sanatları gibi dilini,

kurgusallığını alımlayıcısıyla tam da şimdiki

zamanda paylaşan, sanat dallarında

yeni bir dili nasıl oluşturduğumuz önem

kazanacak.

DEVLET ACİL DESTEK OLMALI

Devletin acilen bu dönemde, diğer dünya

ülkelerinin yaptığı gibi özel tiyatroların

ayakta kalabilmesini sağlayabilecek

ekonomik desteği oluşturması gerekiyor.

Kurum ve bağımsız tiyatrolar arasında

hakkaniyetli bir dağılıma gidilmeli; tiyatroyu

profesyonel anlamda icra eden

sanatçılar, kültür ve sanata ayrılan fonla

desteklenmelidir.

SANAT TUZAĞA DÜŞMESİN

Kapitalist düşünce iflas etti ama bu virüse

tutunarak yeni tüketim alışkanlıkları icat

etme peşine düştü. Sanat bu tuzağa düşmemeli.

Bu kötü günler bittiği zaman sanatçı

sokağa çık, çıkarken de bir arkadaşınla

çık çağrısı yapmalı.

Tarihimizin en büyük talihsizlikleri,

sözgelimi Birinci ve İkinci Dünya

Savaşlarında tiyatro biçem değiştirdi.

Sanatçı dünyayı farklı gözle gördü, farklı

biçimde anlatmak ihtiyacını duydu içgüdüsel

olarak. Günlük dil, imgeler ve metaforlar

anlamını yitirmişti, sahneye de bu

tasa yansıdı zaten. Hatta sahne düşüncesi

bile terk edildi ama bütün bunlar tiyatronun

gücünün artması, etkisinin yükselmesini

sağladı. Tiyatro, özüne döndü,

ilkel insan güdülerini, kaybedilen şenlik

duygusunu yakalamaya çalıştı, sadeleşti.

Bu süreçte tiyatro tabii ki yeni anlatım

kaynakları içinde dijitalleşmeye de

yer verecek, ama asla online’a kilitlenmemeli.

Teknoloji ile sosyal medyayı da ayırmak

gerekiyor, her yeni model akıllı telefon

teknolojik bir ilerleme değil, tam

tersine bir yalnızlaşma, bir asosyalleşme

modeli. Yeni bir bağımlılık ve tüketim

alışkanlığı tasarısını modernleşmek olarak

tanımlamayalım. Her yenilik modernlik

demek değil.

BİRAZ ÖZLEYELİM BİRBİRİMİZİ

Bu zor günler sonunda, tiyatro da her haliyle

varolacak ama sosyal mesafe kuralları,

esneme filanla olacak şey değil

bu, salgının her anlamda azalması, insanların

korkularını yenmesi gerekiyor.

Almanya’da 1000 kişilik tiyatroda 200 kişi

sosyal mesafede oturmuş, bunun hem bizim

deyimimizle “oyunun aşağıya geçmesi”

açısından tadı yok, hem de zaten

yalnızlığa, yoksunluğa ve yoksulluğa itilmiş

özel tiyatrolar için hiç imkanı yok.

Sanat mesafe tanımaz derken birbirimize

1 metre mesafe uzaktan mı konuşacağız?

Biraz özleyelim birbirimizi, seyirci de

bizi özlesin. Yasakları aştığımızda, birbirine

sarılmayı unutan insanların en basit

aşk sahnesi karşısındaki heyecanlarını

düşünebiliyor musunuz? Şu anda eski

filmlere bakıp bakıp birbirine korkusuzca

dokunan insanlara öykünüyoruz. Sahnede

bunu yapabileceğimiz günlerin hasreti var

şimdi.

Yeşim Özsoy

GalataPerform’un Kurucusu, Oyun Yazarı,

Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı

“Zor zamanlar geliyor… Özgürlüğü,

daha büyük bir realitenin

gerçeklerini hatırlayacak yazarlara

- şairlere, vizyonerlere- ihtiyacımız

olacak.” (Ursula le Guin,

20 Kasım 2014)

Şu yaşadığımız süreçte “gelecek” kelimesi

ve ifade ettiği kavramlar, açılımlar, şu

anda belki de her zaman olduğundan daha

çok bizi ilgilendiriyor ve büyük bir muamma

olarak karşımıza dikiliyor. Bu sebeple

GalataPerform olarak salgın ve tüm

yaşadıklarımızı dikkate alarak bu senenin

temasını “gelecek” olarak belirledik.

Mehmet Ergen

İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat

Yönetmeni

“Pandemi tiyatronun ne kadar olmazsa

olmaz olduğunu gösterdi.”

Korona zamanında tiyatro şimdilik internet

üzerinden hem sanatçının hem de seyircinin

birbirlerine, kendilerini hatırlattıkları

bir süreç içinde sürüyor.

Evlerimize kapandığımız bugünlerde

herkes okuduğu eserlerle edebiyatın,

dinledikleriyle müziğin, seyrettikleriyle

sinemanın, tiyatronun ne kadar olmazsa

olmaz olduğunu bir kez daha idrak etti

sanıyorum. Bu sanat kollarından tabi ki en

çok yıpranan tiyatro oldu. Şimdilik ekranlardan

iki taraflı bir hasret giderme var

ancak uzun dönemde sağlık koşullarını

yerine getirerek salonları yeniden doldurmak

zorundayız.

TİYATRO AYAKTA KALIR

İçinde bulunduğumuz atmosferin içinde,

elimizden geldiğince, ilham veren,

zenginleştiren, üreten ve seyircimizle ne

olursa olsun farklı bağlar kurmayı araştıran

bir yapıyla devam etmeyi tercih etmenin

şart olduğunu düşünüyorum. Bu

noktada tiyatro sanatının ne olduğundan

ya da ne olmadığından çok, teatral

olanın nerede ve nasıl yeniden yaratılabileceğini

ve sürdürülebilirliğini düşünen

bir bakış açısını yaratma sorumluluğumuz

var bence. Tiyatro tarihin her

döneminde özellikle kırılma noktalarında

ayakta kalmış ve büyük değişimler yaşamıştır.

Dünya tarihine ve coğrafyasına

baktığımızda teatral olanın arayışını binlerce

farklı şekilde görmek mümkündür.

Bu dönemler de bir kırılma noktası arz etmesi

açısından kanımca büyük değişimlere

gebedir.

YILMAMAK LAZIM

Eski formlara tutunmak yerine var olan

denklemlerin içinde hem seyirciyi hem

de tiyatro sanatıyla uğraşan kişiler olarak

bizleri içinden geçtiğimiz bu fırtınada

yeni seyir ve tiyatro biçimlerine açacak bir

düzlem yaratmanın önemine değer veriyorum.

Her ne olursa olsun yılmamak ve

yeni şeyler söylemek zamanı.

TİYATRO DİJİTAL OLAMAZ

YouTube ve benzeri kanallardan eski

oyunlar yayınlanıyor. Arşiv olarak hiçbir

zaman yeterince hazırlıklı olamadığımız

için çoğu kayıt yeterli kalitede değil ne

yazık ki. İlerde bunları daha nitelikli çekmek

için düşünmeye başladığımızda da

kafamızın içinde iyi çekilmiş oyunlar değil,

filmler oluşmaya başlıyor.

Dijital ortamda yeni akımlar da denenmesi

olumlu ancak kolektif tüketilen

ve üretildiği anda tüketilmek gibi özel bir

koşulu olan tiyatro sanatı, salonların açılmasını

beklemeye devam edecek gibi görünüyor.

Çünkü bu iş canlı seyirci ile aynı

odada olmadan aynı heyecanı vermiyor.

MESAFELİ SEYİRCİ VE OYUNCU

Korona sonrasında salonlarda seyircinin

oturma biçimleri ve kapasite çok konuşuluyor.

Özellikle koltuklar arası mesafe ve

oyuncuların aralarındaki mesafe. Ancak

en riskli alanlar fuaye, gişe ve tuvaletler.

Klima sistemlerinin de yeniden düşünülmesi

gerekiyor. Ayrıca daha kontrollü

sahnelemeler de yapılsa, burada esas risk

oyunculardan çok sahne arkasında çalışanlar

için var.

SOKAKLAR SAHNE OLABİLİR

İstanbul Şehir Tiyatroları olarak eğer sağlıklı

koşullar sağlanırsa büyük bir hızla

ve daha büyük bir enerjiyle projelerimize

kaldığımız yerden devam edeceğiz. O zamana

kadar, zaten işgal ettiğimiz sosyal

medya ortamı dışında, parklar, bahçeler,

meydanlar ve hatta kamyonlar bizim sahnemiz

olabilir mi diye alternatif projelere

kafa yoruyoruz.

Covid-19 salgını hayatımızı farklı

yönlerde etkilemeye devam ediyor.

Salgının beraberinde getirdiği

değişim ve durgunluk moda dünyasını

da etkisi altına alıyor. Salgınla mücadelede

milyon euroluk bağış yapan moda aktörleri,

diğer yandan belirsizliğin getirdiği

ekonomik dalgalanmayla baş etmeye

çalışıyor. Ürün fiyatlandırmasında artış,

moda haftalarının sanal platforma taşınması,

arttırılmış gerçeklikle birlikte dijital

iletişimin hiç olmadığı kadar önem kazanması,

Yves Saint Laurent’in ardından

Gucci’nin moda haftasından çekilip kendi

takvimlerini oluşturması derken moda

dünyası yeni “normale” adapte olmaya

çalışıyor.

Üretim merkezlerini yüz maskesi,

hastane önlüğü, el dezenfektanı üretimine

adayan tanınmış modaevlerinden, kâr

paylarını cömertçe bağışlayan küçük ölçekli

firmalara kadar bütün moda dünyası

salgınla mücadelede tek yürek oldu. Ralph

Lauren, Burberry, Chanel, Mayhoola,

Louis Vuitton, Gucci, Dior, Bulgari, Prada,

Bottegaveneta, De Beers, Kenneth Cole,

Puma ve diğerleri...

Ralph Lauren, İngiltere ve Amerika

Birleşik Devletleri’nde kurumlara türlü

yardımlarda bulunsa da belki de en dikkat

çeken desteği New York metro bölgesindeki

sağlık çalışanlarına Ralph’s

Coffee Truck isimli aracıyla sağladığı bedava

kek ve kahve hizmetiyle verdi. Ünlü

moda markası, ayrıca, korona virüsle mücadelede

bağışladığı on milyon dolarlık

yardımla biliniyor. Ralph Lauren’in yanında

Burberry de hastaneleri destekliyor.

İngiliz moda evi tüm dünyaya yayılan

salgın için Yorkshire Fabrikasının

kapılarını açtı. Fabrikayı, hastane önlüğü

ve maske üretimi için kullanan Burberry,

Oxford Üniversitesi’ne aşı araştırmaları

için hatırı sayılır yardımda bulundu.

“Zor zamanlarda birlikte hareket etmeliyiz,”

diyor Burberry Genel Müdürü Marco

Gobbetti. “Burberry çalışanları olarak,

gerek hastaları tedavide, gerekse aşı sürecine

verdiğimiz destekle, Covid-19 virüsüyle

durup dinlenmeden mücadele

eden kahramanları desteklemekten gurur

duyuyoruz.”

Chanel, Fransa’daki hastaneler için

bu dönemde olmazsa olmaz yüz maskeleri

üretiyor. Prototip bir örnek üzerinde

çalıştıklarını ve üretimden önce bu prototiplerin

Fransız otoriteleri tarafından

onaylanması gerektiğini aktaran Chanel,

krizi kontrol altına almak için bir milyon

euro bağışlamış.

Valentino ve Balmain’in başka markası

Mayhoola, İtalya’da Korona virüsle

savaşmak için iki milyon euro yardımda

bulundu. Bu yardımla ilk olarak

Milano’daki Sacco Hastanesi yoğun bakım

ünitesinin güvenliğini ve verimliliğini

artırmak, ikinci olarak ise İtalya’da acil

durumların yönetimiyle ilgili ulusal kurum

Protezione Civile Italiana’nın çalışmalarına

hız vermek hedefleniyor. Louis

Vuitton, Fransa’daki deri fabrikalarını

kapılarını binlerce maske üretimi için

ardına kadar açarak ön saflarda çalışan

sağlık çalışanlarına yardımı amaçlarken;

Gucci, organize ettiği iki kampanyayla

iki milyon euroluk yardım topladı. Dior,

Givenchy ve Louis Vuitton’un ardındaki

marka LV, Fransız hastanelerine ücretsiz

dağıtılması için tüm üretim merkezlerini

el dezenfektanı üretmeye koştu. Bulgari

ise el dezenfektanı üretmesinin yanı sıra

Spallanzani Hastanesi’ne üç boyutlu mikroskop

alımı için yüklü bir miktar bağışladı.

İtalyan moda markası Prada, San

Raffaele ile Sacco ve Vittore Buzzi olmak

üzere, Milano’nun en büyük hastanelerinin

yoğun bakım ünitelerine bağışta bulundu.

De Beers ise iki bin beş yüz dolarlık

para aktarımında bulunacağını duyurdu.

Bu destekle Botswana ve Namibya’daki

sağlık çalışanları ve topluluklara yardımda

bulunmayı arzu ediyor. Bottegaveneta

yardımlarının İtalya’daki araştırma faaliyetlerine

akacağını açıkladı. Veneto, Lazio

ve Campania bölgelerinde iki yıllık burs

vereceğini duyuran moda markası böylelikle

İtalyan sağlık çalışanlarına ve virüsle

ilgili araştırmalara omuz veriyor. Repossi,

kâr amacı gütmeyen CARE organizasyonuyla

el ele vererek Korona virüsten etkilenen

zor durumdaki gruplara yiyecek ve

hijyen yardımı yapıyor. Haziran 2020’den

itibaren, ön siparişle satın alınabilecek,

sınırlı sayıda üretilen pembe altın yüzüğün

satışından elde edilecek tüm gelir,

yardıma yönelik harcanacak.

Bununla birlikte virüs moda sektöründe

satış fiyatlarını oldukça arttırdı.

Chanel, Louis Vuitton ve Tiffany Co. gibi

moda devleri artan maliyetleri karşılamak

için kıyafet ve aksesuarlarına yüzde

beş ila yüzde on yedi arası zam uyguladı.

Dünya genelinde artan malzeme maliyetleri

ve ekonomik gerileme etkisiyle el

çantası ve bazı deri ürünlerinin fiyatlarında

artışa giden Chanel; Gabrielle, Boy

ve Chanel 19 modelĺeri ve küçük deri aksesuarlarına

euro bazında zam yapmak

zorunda kaldı. Öte yandan, Chanel’den

başka Louis Vuitton ve Tiffany & Co.’nun

arasında bulunduğu bazı markalar da

Güney Kore’de fiyat artışına gitti, bu firmalardan

Louis Vuitton’un Kore ülkesinde

bazı çanta, giysi ve aksesuarlar için ortalama

yüzde beş ila yüzde altı oranında

zam yaptığı belirtildi.

Dünya genelinde korona virüs nedeniyle

artan malzeme maliyetleri ve ekonomik

darboğazın üzerine bir de insanların

evlerine çekilme zorunluluğu

eklenince moda haftalarının 2020’yle

dansı benzersiz görünüyor. Her yılın

Eylül ayında New York, Londra, Paris ve

Milano’da düzenlenen Moda Haftalarında

görmeye alıştığımız kalabalığı bu yıl göremeyeceğiz.

Büyük Dörtlü olarak tanımlanan

New York, Londra, Paris ve

Milano’da binlerce ilgili, moda markalarının

bir sonraki dönem için hazırladıkları

koleksiyonları izleme imkanından

en azından fiziksel olarak yoksun kalacak.

New York ve Londra’da düzenlenmesi

planlanan moda haftaları korona virüsün

yol açtığı tehlike nedeniyle iptal edilseler

de markalar koleksiyonlarını görsel iletişim

araçlarını kullanarak modaseverlerin

ilgisine sunabilecek, alışılagelmiş

takvimlerin dışında kendilerine göre bir

gösteri düzeni belirleyecek.

Moda sektörünün karşılaştığı çaresizlik,

bir bakıma milyon dolarlık yatırımların

çöpe atılması demek. Bu nedenle

sanal/görsel moda gösterileri (virtual

fashion weeks), dijital iletişimin ve arttırılmış

gerçekliğin ismini yüceltiyor.

Markalar da birbirinden orijinal fikirlerle

ürünlerini “evden” piyasayla buluşturmaya

çalışıyor.

Karantina günlerinde moda gösterileri

için bir alternatif, top model Carine

Roitfield’den geldi. amfAR ve Covid-19 aşı

araştırmaları için fon toplama girişimine

yönelik gerçekleştirilen online moda gösterisinde

modeller evlerinde kendilerini,

kendi gardıroplarındaki giysileri eşliğinde

videoya çekti. Modeller arasında daha önceden

belirlenmiş bir format yoktu. Hatta

videonun yatay ya da dikey mi olacağı hususunda

karar vermemişlerdi, ancak sonuç

çok olumlu oldu: tatlı ve naif video,

YouTube’da 300K görüntülenme elde etti.

İngiliz tasarımcı Christina Seewald ise

aynı dijital yaklaşım ancak daha planlı bir

yöntemle yeni FW20 koleksiyonunu online

moda gösterisiyle sergiledi.

Yeni tasarımların dijital giysi katalogları

ve uzaktan defilelerle ilgililerin ilgisine

sunulması korona günlerinden sonra

da devam edeceğe benziyor. Dijital moda

belki de daha sık duyacağımız bir kelime

haline gelecek. Dijital moda, video oyunlarıyla

karşımıza çıkan bir alan; Fornite

ve World of Warcraft oyunları için insanların

dijital kıyafet satın almaları Korona

virüs öncesinden beri alışık olduğumuz

bir pratikti aslında. Bununla birlikte ünlü

Moda Haftaları

Şangay ve Moskova, Mart ve Nisan sonunda

dijital gösterime giden ilk moda

haftalarıydı. Şangay Moda Haftası,

Alibaba’yla anlaşması sayesinde, sekiz

yüz milyon izleyici tarafından görüldü.

Balenciaga’nın CEO’su Cédric Charbit

nisan ayının ortalarında Vogue Global

Conversations’a verdiği demeçte moda

gösterilerinin geleceği hakkında fikirlerini

paylaştı. Canlı moda gösterilerinin

altı yüz ziyaretçi tarafından izlenmesine

karşılık sanal ortamda on milyondan

fazla izleyici bulması ekonomik yatırımların

nereye yapılacağına ilişkin çabaların

yeniden düşünülmesini gerektirdiğini

kaydetti.

Şangay Moda Haftasında Çinli tasarımcı

Angel Chen, gerçek modellerin

bilgisayar tasarımı grafiklerle iç

içe geçtiği bir format oluşturdu. Görsel

moda şovlarının sunduğu olanakları

gözler önüne seren format, 1988 yapımlı

Akira filminden esinlenerek bir

retro bilim kurgusu estetiğinde düzenlendi.

Öte yandan İngiliz Moda Kurulu

markaların video oyunları aracılığıyla

ürünlerine alıcı bulmaya çalışmaları pek

rastlanan bir durum değildi. Avatarların

moda markalarınca giydirildiği ve onlar

aracılığıyla kıyafetlerin sergilendiğini düşünsenize.

Bu doğrultuda, Valentino ve Marc

Jacobs geçtiğimiz günlerde Animal

Crossing oyunu kullanıcıları için koleksiyonlarının

indirilebilir kodlarını geliştirdiler.

Bu eylem, platformlar ve disiplinler

arasındaki geçişkenliğin ne kadar

esnek olduğunu göstermesi bakımından

da önemli. Bu arada Travis Scott’un

Fornite’te on iki milyon kullanıcının dinlediği

online konserini unutmayalım.

Modanın ve teknolojinin kesişim kümesinde

uğraş veren ve yıllardır giysilerin

dijital ortamda sergilenişini geliştirmeye

çalışan The Fabricant ve Carlings, sosyal

izolasyonla birlikte emeklerine ilginin

arttığını ifade ediyor. The Fabricant’ın

CEO’su Kerry Murphy geliştirdikleri teknoloji

yardımıyla üç boyutlu avatarlarla

gerçekleştirilen ilk moda şovunu izleyeceğimizi

belirtiyor. Bu şovda avatarların

giydikleri giysiler dijital olarak tasarlanıyor,

gerçek modellerin yüzleri üç boyutlu

ortama aktarılıyor ve gerçek modeller

gerçek ya da dijital kıyafetler giyiyorlar.

Görsel moda şovları, gösterilerin düzenlenmesinde

markalara hayal gücü serbestliği

getiriyor, geleneksel moda gösterileri

değişime uğruyor. Geleneksel moda

gösterilerinde madde dünyasının zorunlu

kıldığı şartlar görsel moda gösterilerinde

etkisini yitirebiliyor. Zaman, mekan ve

yer sonsuz biçimde çeşitleniyor, sınırlayıcı

unsur olmaktan çıkıyor.

moda haftalarını Haziran ortasında

hayata geçireceğini duyurdu.

Temmuzda gerçekleştirilecek Helsinki

Moda Haftası da yine dijital düzenlenecek.

Milan Moda Haftası ise endüstrinin

kilitlenmesiyle koleksiyonlarını

tamamlayamadıklarından ertelenerek

Temmuza kaldı. Barselona’da evlilik

sektörüne yönelik Valmont Bridal

Moda Haftası Eylül için tarih belirlerken

Madrid Moda Haftası herhangi bir duyuruda

bulunmadı.

Yves Saint Laurent nisanda Paris

Moda Haftasından çekildiklerini, kendi

takvimlerini oluşturacaklarını duyurmuştu.

Gucci ise mayıs ayının son haftasında

yayınladığı Instagram duyurusunda

Eylül ayındaki Moda haftasından

çekildiklerini, genel takvimlerden bağımsız

yeni bir program oluşturduklarını

ifade etti. Yoğun gösterimlerin

salgın ortamında gerekmediğine

vurgu yapan Gucci CEO’su Alessandro

Michele, bu kararı vermek için uzun

süre düşündüklerini ve yılda yalnızca iki

moda gösterisi yapmaya karar verdiklerini

açıkladı.

Hibrid bir Yaklaşım

Sosyal izolasyon her geçen gün azalsa

da güvenlik önlemlerinin kısa dönemde

azalmayacağı bariz. Bu dönemde moda

gösterilerinin yüzde yüz görsel, bir başka

deyişle telefon ya da tablet ekranında

olacağını tahmin etmek zor değil. Bir

araya gelmelerin, seyahatin en azından

eskisi olmayacağının bilindiği yeni normalde

moda haftalarının sona ermediği

ama şekil değiştirdiği bir moda dünyasından

söz edebileceğiz. Yalnızca orta

vadede değil salgın geçtiğinde de moda

ile teknolojinin kesişim kümesi önemini

yitirmese de canlı gösterilerin, kıyafete

dokunup hissetmenin verdiği

tatmin kimi markaların geleneksel sergilemelere

olan her zamanki bağlarını

koruyacak. Özetle; bazı markalar görseli

bazı markalar dijitali seçecek ya da her

ikisini birden harmanlayacak.

Böylece gösteriler fiziksel ve görsel

şovlardan oluşarak her türlü izleyiciye

yanıt verecek ve uzun vadede “kanlı

canlı” moda gösterilerinden sanal ve

dijital moda şovlarına karma, hibrid

kompozisyonlarla karşılaşacağız.



36 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 37

SİNEMA / İNCELEME

SİNEMA / İNCELEME

Zorunlu Antrakt:

Sinemaya COVID-19 Darbesi

1 “Deloitte analiz etti:

Covid-19 salgını Türkiye’de

hangi sektörleri ne kadar

etkiledi?”, Marketing

Türkiye, 7 Nisan 2020,

Haber: Eylem Arslan, https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/

deloitte-analiz-etti-covid-19-salgini-turkiyede-hangi-sektorleri-ne-kadar-etkiledi/

2 “AMC Theatres Bankruptcy

Likely, Analysts Say”,

Variety, 9 Nisan 2020,

Haber: Todd Spangler, https://variety.com/2020/

film/box-office/amc-theatres-bankruptcy-likely/

3 “Netflix Traffic Hits

All-Time Highs Amid

Coronavirus Pandemic,

Says AT&T”, 24 Mart 2020,

Forbes, Haber: Simon

Chandler, https://www.

forbes.com/sites/simonchandler/2020/03/24/

netflix-traffic-hits-all-time-highs-amid-coronavirus-pandemic-says-att

4 “Netflix viewership surging,

will have plenty of

new content for a few

months”, 23 Mart 2020,

Entertainment Weekly,

Haber: James Hibberd, https://ew.com/tv/netflix-viewing-coronavirus/

COVID-19 pandemiğinin dünya üzerindeki

herhangi bir bireyi, sektörü

ya da eylemi etkilemediğini söylemek

imkansız. Her şeyin başında tabii

ki sağlığımız geliyor, fakat gündelik yaşamımızın

muhtelif parçalarının pandemiden

ne şekilde etkilendiği, alışkanlıklarımızın

ya da rutinimizin nasıl değiştiği

ve belli alanlardaki normalleşmenin nasıl

ya da ne zaman olabileceği de oldukça

önemli. Dışarıda olamamanın bir sonucu

olarak yokluğunu en çok hissettiğimiz,

pandemiden en çok etkilenen alanların

başında kültür, sanat ve sinema geliyor.

Ötelenen gösterim tarihleri, iptal edilen

ya da ertelenen film festivalleri, tedbir

amaçlı kapatılan salonlar, durdurulan

film prodüksiyonları derken sinemanın

zorunlu olarak verdiği antrakt bir hayli

uzun süreceğe, COVID-19’un sinemadaki

etkileri aylarca, hatta birkaç yıl boyunca

hissedileceğe benziyor. Deloitte’in

Mart 2020’deki araştırması ve Marketing

Türkiye’nin haberine 1 göre, “[COVID-19

salgınının Türkiye’deki etkileri açısından]

tüm incelenen kategoriler arasında

açık ara en negatif ayrışan kategori sinema,

konser ve tiyatro gibi kültürel topluluk

faaliyetlerini içeren Kültür-Sinema

kategorisi oldu. […] Mart ayı başlarında

başlayan sert düşüş, sonraki haftalarda

devam etti ve karşılaştırılan ocak dönemindeki

etkileşimin yüzde 95’ini kaybetti.”

Durum dünyada da pek farklı değil,

krizin en önemli işaretlerinden biri

olarak ABD’nin en büyük sinema zincirine

sahip AMC Entertainment’ın yaşadığı

zor durumu örnek göstermek mümkün: 17

Mart’tan beri ABD’deki 630 farklı lokasyondaki

sinemalarını kapamak ve 25 bini

aşkın çalışanını ücretsiz izine çıkarmak

zorunda kalan AMC Entertainment’ın,

MKM Partners’ın raporuna ve Variety’nin

haberine 2 göre temmuz ayına kadar kapalı

kalması durumunda iflasını açıklaması

öngörülüyor.

BAĞIMSIZ SİNEMA

SALONLARI TEHLİKEDE

Gelişen teknolojiler ve değişen film izleme

alışkanlıkları nedeniyle tüm dünyada

halihazırda zor durumda olan sinema

endüstrisinin, bu olağanüstü hâlde ve

ansızın ortaya çıkan yeni koşullar altında

toparlanmasının ne kadar süreceğini

öngörmek oldukça zor. Hatta ne yazık

ki, birçok (özellikle bağımsız) sinema salonu,

hayat normale döndüğünde bıraktığımız

yerde olmayabilir. Bu kötü sondan

olabildiğince kaçmak için hem dünyada

hem de Türkiye’de çeşitli kampanyalar,

kitlesel fonlamalar ve yardım kampanyaları

ortaya çıktı bile: “Art-house”

sinemanın önemli temsilcileri Criterion

Channel ve Janus Films, ABD’deki bağımsız

sinema salonları için bir kitlesel yardım

fonu başlatırken, başta New York, Los

Angeles ve Chicago olmak üzere ABD’deki

birçok metropol de bağımsız salonlarını

ve sinema çalışanlarını desteklemek

için bölgesel yardım kampanyaları duyurdu.

ABD ve Avrupa’daki birçok “art-house”

sinema, kendi internet siteleri ya

da farklı çevrimiçi platformlar üzerinden

programlarındaki filmleri kirala-izle

sistemleriyle erişime açmaya başladı.

Benzer bir uygulama, “art-house” sinemanın

ülkemizdeki en büyük kalesi Başka

Sinema’nın duyurduğu BluTV ortaklığı

ile Türkiye’de de mevcut; 8 Nisan’dan

beri Başka Sinema’nın ilkbahar ayları

için gösterimini planladığı birçok film, iki

haftalık süreler boyunca BluTV üzerinden

kiralanarak izlenebiliyor, elde edilen gelirin

bir kısmı Başka Sinema gösterimlerinin

yapıldığı bağımsız sinema salonlarına

destek için ayrılıyor. Bir diğer örnek ise

Beyoğlu Sineması’nın alternatif bir projesi;

sinemanın hazırladığı 1989 adındaki

haftalık sinema e-gazetesine belli bir

maddi destek karşılığında aylık ya da yıllık

olarak abone olunabiliyor.

FİLM FESTİVALLERİ BİR

BAŞKA BAHARA…

Sinema salonları kadar film festivalleri

de COVID-19’un etkisinden nasibini

aldı. Pandeminin henüz adının konmadığı

ve Avrupa ile Amerika’yı henüz etkisi

altına almadığı günlerde, ilk erteleme kararı

5-15 Mart tarihleri arasında düzenlenmesi

planlanan Selanik Belgesel Film

Festivali’nden geldi. ABD’nin hem bağımsız

sinema hem de bağımsız müzik

sahnesi için en önemli etkinliklerinden,

13-22 Mart tarihleri arasında düzenlenmesi

planlanan SXSW bir süre dirense de,

Amazon, Apple ve Netflix gibi şirketlerin

çekilme kararlarının ardından iptal edildi.

Festivalde gösterimi planlanan filmlerden

birçoğunun nisan ayında Amazon

Prime Video aracılığıyla on günlüğüne

tüm ABD’nin ücretsiz erişimine açılmasıyla

SXSW bu dönemde çevrimiçi seçeneğine

yönelen ilk önemli film festivali

oldu. New York’taki Tribeca Film Festivali

(15-26 Nisan) ise basın ve sektör çalışanları

için çevrimiçi olarak gerçekleşti; halka

açık gösterimlerin ise eylül ayındaki

Tribeca Televizyon Festivali’yle birleştirilebileceği

konuşuluyor.

CANNES VE VENEDİK ÇEVRİMİÇİ

FESTİVAL SEÇENEĞİNE KARŞI

COVID-19’un yarattığı küresel endişe

büyürken, sinema dünyasının gözleri

Cannes Film Festivali’nin (12-23 Mayıs)

üzerindeydi. Dünyanın farklı köşelerindeki

festival ve etkinlikler birbiri ardına iptal

edilirken tarihi gittikçe yaklaşan, dünyanın

en prestijli festivali sayılan ve tüm

sinema endüstrisini bir araya getiren festival,

erteleme ya da iptal duyurusunu geciktirmekle

kalmadı, belli bir süre boyunca

gerçekeleşeceğini ima eden sosyal

medya paylaşımlarıyla takipçilerini hayrete

düşürdü. Fakat sounda Cannes Film

Festivali’nin duyurusu da geldi; festival

haziran sonu ya da temmuz başına ertelendiğini

açıkladı. Diğer yandan görünen

o ki, şu anki koşullar göz önünde bulundurulduğunda

bu tarih de Cannes Film

Festivali çapındaki bir etkinliğin gerçekleşebilmesi

için fazla iyimser belirlenmiş.

Festivalin bu tarihlerde gerçekleşememesi

durumunda - böylesi geleneksel ve kapalı

görüşlü bir festivalin hiçbir koşulda çevrimiçi

seçeneğini değerlendirmeyeceği de

göz önünde bulundurularak - iptal edilmesi

bekleniyor. Diğer yandan göreceli

olarak uzak bir tarihi bulunan Venedik

Film Festivali (2-12 Eylül) de seçeneklerini

değerlendirmeye başladı. Festivalin

planlandığı tarihlerde gerçekleşememesi

durumunda, tıpkı Cannes Film Festivali

gibi çevrimiçi festival seçeneğine karşı

olduğu ve böyle bir olasılıkta erteleneceği

ya da iptal edileceği açıklandı. Bahar

festivallerinin ardından güz festivallerinin

de durumu konusunda belirsizliklerin

ortaya çıkmaya başlaması gösteriyor ki,

2020’de düzenlenebilmiş tek büyük festivaller

Rotterdam Film Festivali (22 Ocak

- 2 Şubat), Sundance Film Festivali (23

Ocak - 2 Şubat) ve Berlin Film Festivali

(20 Şubat - 1 Mart) olarak kalabilir.

The Hunt, Craig Zobel, 2020

İSTANBUL VE ANKARA

FESTİVALLERİ ERTELENDİ

Türkiye’de de durum farklı değil. İstanbul

ve Ankara izleyicisi için bahar aylarıyla

özdeşleşen, iki kentin en büyük sinema

etkinlikleri olan İstanbul Film Festivali

(10-21 Nisan) ve Ankara Film Festivali

(4-14 Haziran), henüz açıklanmayan

ileri birer tarihe ertelendi. 16 Mart’ta

İstanbul’da başlayıp bahar ayları boyunca

farklı şehirleri ziyaret etmesi planlanan

Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin

de düzenlenmeyeceği açıklandı; festival

sosyal medya hesaplarından her gün

kısa ya da uzun metrajlı bir filmin 24 saat

erişilebilir bağlantısını paylaşmaya başladı.

Her yıl 1 Mayıs haftasında izeyiciyle

buluşan İşçi Filmleri Festivali ise “Evde

Kalamayanlara” başlığı altında, 1-7 Mayıs

tarihlerinde çevrimiçi düzenlendi.

WE ARE ONE: KÜRESEL BİR

ÇEVRİMİÇİ FESTİVAL

Tüm bu gelişmeler bir yana, 27 Nisan’da

duyurulan We Are One: A Global Film

Festival projesi, sinema endüstrisi ve sinefiller

için umut oldu. 29 Mayıs’ta başlayan

ve 10 gün boyunca YouTube’dan

erişilebilecek bu küresel çevrimiçi film

festivali projesi, Berlin, Cannes, Karlovy

Vary, Locarno, Londra, New York, San

Sebastian, Saraybosna, Sundance,

Toronto ve Venedik film festivallerinin

de aralarında bulunduğu 20 festivalin ortak

küratörlüğünde bir araya getirilen bir

seçkiyle izleyici karşısına çıkıyor.

GÖSTERİM TARİHLERİNDE

ZİNCİRLEME DEĞİŞİKLİKLER

Sinemaların dünyanın dört bir yanında

kapılarını kapatmasıyla stüdyo filmi ya da

bağımsız film fark etmeksizin birçok filmin

gösterim tarihi ertelendi ve ertelenmeye

devam ediyor. Mart, Nisan ve Mayıs

2020’de gösterime girmesi planlanan ve

COVID-19 nedeniyle ertelenen filmler

arasında A Quiet Place Part II (20 Mart →

Ötelenen gösterim

tarihleri, iptal edilen ya da

ertelenen film festivalleri,

tedbir amaçlı kapatılan

salonlar, durdurulan film

prodüksiyonları derken

sinemanın zorunlu olarak

verdiği antrakt bir hayli

uzun süreceğe, COVID-19’un

sinemadaki etkileri aylarca,

hatta birkaç yıl boyunca

hissedileceğe benziyor.

Emre EMİNOĞLU

Onward, Dan Scanlon, 2020

4 Eylül), Mulan (27 Mart → 24 Temmuz),

No Time to Die (2 Nisan → 25 Kasım),

The New Mutants (3 Nisan → Belirsiz),

Antlers (17 Nisan → Belirsiz), Black

Widow (1 Mayıs → 6 Kasım), F9 (22 Mayıs

→ 2 Nisan 2021), Wonder Woman 1984

(5 Haziran → 14 Ağustos), Candyman (12

Haziran → 25 Eylül), Soul (19 Haziran →

20 Kasım), In the Heights (26 Haziran →

18 Haziran 2021), Top Gun: Maverick (26

Haziran → 23 Aralık), Minions: The Rise

of Gru (3 Temmuz → 2 Temmuz 2021),

Ghostbusters: Afterlife (10 Temmuz → 5

Mart 2021), Bob’s Burgers: The Movie

(17 Temmuz → 9 Nisan 2021), The French

Dispatch (24 Temmuz → 16 Ekim), Jungle

Cruise (24 Temmuz → 30 Haziran 2021)

gibi filmler var. Üstelik uzun vadeli dağıtım

ve pazarlama stratejileri belirleyen

büyük stüdyoların programları bu zorunlu

ertelemeler nedeniyle o kadar karıştı

ki, büyük stüdyoların 2021, hatta

2022 takvimleri zincirleme ertelemelerle

güncellendi. En büyük karmaşayı yaşayan

ise kuşkusuz Walt Disney Pictures,

Marvel Studios, Lucasfilm, Searchlight

Pictures ve 20th Century Studios ve Pixar

Animation Studios’u bünyesinde barındıran

The Walt Disney Studios. Özellikle

Marvel Sinema Evreni filmlerinin birbirine

bağlı yapısı nedeniyle gösterim tarihi

5 Kasım 2021 olarak duyurulmuş Thor:

Love and Thunder dahi 18 Şubat 2022’ye

ertelendi!

VİZYON FİLMLERİ İÇİN İKİNCİ

BİR ŞANS: İNTERNET

Peki ya sinemalar kapandığında halihazırda

gösterimde olan, dahası sinemalar

kapanmadan henüz birkaç gün önce

gösterime girmiş olan filmler? Birçok ülkede

resmî kararlarla kapıları geçici süreliğine

kapatılan sinema salonlarının

izleyici sayılarında, bu kararlar alınmadan

da önemli bir düşüş gözlenmişti;

kendi iradesiyle sosyal mesafe uygulayan

izleyici, sinemaya gitmeyi tercih

etmiyordu. ABD’de bu sırada gösterimde

olan ya da gösterime henüz girmiş

filmler arasında stüdyo filmleri Sonic the

Hedgehog (14 Şubat), The Invisible Man

(28 Şubat), Emma. (6 Mart), Onward (6

Mart) ve The Hunt (13 Mart) ile bağımsız

filmler Downhill (14 Şubat), Saint

Frances (28 Şubat) ve Wendy (28 Şubat)

vardı. Ulaştığı izleyici sayısı ve elde ettiği

gişe hasılatı sinemaların kapanmasıyla

beraber öngörülemeyecek kadar

düşük kalan bu filmlerin bazıları, interneti

ikinci bir şans olarak gördü. Normal

şartlarda gösterime girdikten aylar sonra

Apple iTunes, Google Play ve Amazon

Prime Video gibi VOD (video on demand)

dağıtım kanallarına açılan filmler, gösterim

tarihleriyle neredeyse eşzamanlı

olarak internette erişilebilir hale geldi.

Bu hamleyi ilk yapan, gösterimde üç

filmi birden bulunan Universal Studios

oldu: The Invisible Man, Emma. ve The

Hunt, 20 Mart’ta VOD platformlarında

yaklaşık 20$ karşılığında erişilebilir

hale geldi. Aynı tarihte Disney, Pixar animasyonu

Onward’ı VOD erişimine sundu.

Vizyon gösterimleri kısa süre önce tamamlanmış

bazı filmlerin de VOD erişim

tarihleri öne çekildi; 24 Mart’ta Warner

Bros. Birds of Prey’i, STX Films ise The

Gentlemen’ı yayınladı.

Sinemaların kapılarının bir süre

daha kapalı kalacağını öngören bazı dağıtım

şirketleri ve stüdyolar ise doğrudan

VOD erişimini tercih etmeye başladı

bile. Focus Features, Sundance ve

Berlin film festivallerinde oldukça iyi

eleştiriler alan Never Rarely Sometimes

Always’i 3 Nisan’da, Universal ise animasyon

devam filmi Trolls: World Tour’u

10 Nisan’da, sinemaların açılmasını

beklemeden VOD kanallarına sundu.

Paramount’un elinde bulunan, prömiyerini

SXSW festivalinde yapması, ardından

da ABD’de 3 Nisan’da gösterime sokulması

planlanan komedi Lovebirds,

Netflix tarafından satın alındı ve 22

Mayıs’ta platformun kataloğuna ekleneceği

duyuruldu. COVID-19 tehlikesi

ve alınan önlemler sürdükçe, bu yöntemi

bir gelir kaynağı olarak gören şirketlerin,

gösterim tarihi bekleyen birçok filmi

bu şekilde yayınlaması bekleniyor.

Gösterimdeki filmlerin eşzamanlı olarak

(ya da bir-iki hafta arayla) VOD erişimine

açılması hayat normale döndüğünde

de devam ederse sinema endüstrisini

ve izleme alışkanlıklarını büyük ölçüde

değiştirecek. Bu noktada ortaya çıkabilecek

en büyük sorun ise, özellikle Türkiye

gibi korsan erişimin denetlenemediği ve

cezalandırılmadığı ülkelerde izleyicinin

filmleri sinema salonunda izlemeye bir

alternatif olarak VOD değil, korsan erişimi

tercih edecek olması.

ÇEKİMLER VE

PRODÜKSİYONLAR DURDU

Güz festivallerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği,

yeni filmlerin gösterime

girmek için festival gösterimlerini ve sinema

salonlarının açılmasını mı bekleyeceği,

yoksa VOD seçeneğini mi değerlendireceği

merak ediledursun, 2021

ve 2022’de gösterime girmesi planlanan

birçok büyük prodüksiyon da şimdiden

COVID-19 nedeniyle askıya alındı.

Durdurulan çekimler ve prodüksiyonlar

özellikle dev bütçeli stüdyo filmlerini

belirsizliğe sürükledi: James Cameron’ın

Avatar 2, Avatar 3, Baz Luhrmann’ın Elvis,

Ridley Scott’ın The Last Duel, Joel Coen’in

Macbeth, Wachowski Kardeşler’in Matrix

4, Guillermo del Toro’nun Nightmare

Alley, Robert Eggers’ın The Northman,

Jane Campion’un The Power of the Dog,

Ryan Murphy’nin The Prom, ayrıca popüler

serilerin ve sinema evrenlerinin

yeni filmleri The Batman, Jurassic World:

Dominion, Mission: Impossible 7, Shang-

Chi and the Legend of the Ten Rings’in çekimleri

yarım kaldı.

İlgiyle izlenen ve yeni sezonları

merakla beklenen diziler ve büyük

bir heyecanla yolu gözlenen yeni diziler

için de biraz daha beklemek gerekecek;

Amazon’un The Lord of the Rings,

Disney+’ın Falcon and the Winter Soldier,

Loki, WandaVision, FX’in American Crime

Story, Atlanta, Fargo, Pose, HBO’nun

Barry, Euphoria, Succession, Hulu’nun The

Handmaid’s Tale, Netflix’in GLOW, Grace

and Frankie, Russian Doll, Stranger Things,

The Witcher gibi dizilerinin devam eden

çekimleri durduruldu ya da tamamlanan

sezonların yayın tarihleri ötelendi.

PANDEMİNİN KAZANANI:

DİJİTAL PLATFORMLAR

Pandeminin kazananı olmak pek tabii ki

rahatsız edici bir tabir, fakat evinde kalma

lüksüne sahip milyonlarca insan ve

dünyanın her yanında askıya alınmak

zorunda kalan bir sosyal yaşamın doğurduğu

en büyük ihtiyaçlardan biri evde izleyecek

film ve diziler oldu. Bu da başta

Netflix olmak üzere dijital platformların

trafiğinin ve üye sayısının büyük ölçüde

artmasıyla sonuçlandı. Forbes’un

haberine 3 göre Netflix, 20-22 Mart hafta

sonunda tüm zamanların izlenme rekorunu

kırdı ve 16 Mart haftasında Netflix

hisseleri (NFLX) yaklaşık %20 oranında

değer kazandı. Muhtemelen COVID-19

tehlikesi sürdükçe de yeni rekorlar kırılmaya

devam edecek. Netflix, yoğunluğun

altından kalkabilmek için Avrupa’da bir

aylık süreyle görüntü kalitesini ve indirme

hızını düşürme kararı aldıklarını ve

bununla Avrupa’daki internet altyapısına

binen trafik yükünü azaltmayı amaçladıklarını

açıkladı. Türkiye’de de hizmet

veren Netflix’in yanı sıra Amazon

Prime ve Mubi gibi uluslararası platformlar,

yerli dijital platformlar BluTv

ve puhutv ile Türkiye’de henüz hizmet

vermeyen Disney+ ve Hulu da evde vakit

geçirmek isteyenlerin yoğun ilgisiyle

karşılaşanlardan. Bunlar arasına, daha

önce planlandığı gibi mayıs ayı içinde,

WarnerMedia’nın yeni dijital platformu

HBO Max da eklenecek.

Dijital platformların sağladığı özgün

içerik ve lisanslı içerik neredeyse sınırsız

seçeneği evlere taşısa da, durdurulan

çekimler ve aksayan prodüksiyonlar

nedeniyle uzun vadede yeni özgün içerik

sağlamakta zorlanacaklarını kestirmek

zor değil. Entertainment Weekly’nin

haberine 4 göre, Netflix’in içerik yöneticisi

Ted Sarandos’un açıklamaları platformun

birkaç ay yetecek kadar özgün

içeriğe sahip olduğunu ve yayın takviminde

herhangi bir değişikliğe gitmeyeceğini

garanti etse de, içinde bulunduğumuz

koşulların devam etmesi halinde

yıl sonuna doğru sıkıntı yaşanabileceğini

işaret ediyor.

AKADEMİ’DEN OSCARLAR

İÇİN YENİ DÜZENLEME

Hayatın ve sosyal yaşamın normale dönmesinin,

film festivallerinin gerçekleşmeye

başlamasının ve sinema salonlarının

kapılarını açmasının ne kadar

süreceği bilinmiyor. Pandemi, yarattığı

kriz ortamı ve korunan sosyal mesafe

devam ettikçe, yeni erteleme ve iptal haberleri

geldikçe 2020’de yeni filmler izleme

olasılığı da düşüyor. Akademi ve

Hollywood Yabancı Basın Birliği şimdiden

Oscarlar ve Altın Küre Ödülleri için

yeni düzenlemeleri gündemine almaya

başladı bile. Her iki kurum da nisan ayı

içinde duyurduğu kural değişiklikleriyle,

sinema gösterimleri planlanmış fakat

vizyona girmeden doğrudan VOD erişimine

açılan filmlerin de değerlendirmeye

alınacağını garantiledi. Yine de normalleşmenin

ne zaman geleceğine bağlı

olarak erteleme ve iptaller, ödül sezonundaki

birçok organizasyon için kapıda

olabilir.

The Invisible Man, Leigh Whannell, 2020

2020 Sineması Üç Aydan mı İbaret?

Eğer pandemi kontrol altına alınamaz, sinemaların açılacağı ve güz festivallerinin gerçekleşebileceği

bir ortam sağlanamazsa 2020 sineması yılın ilk çeyreğinde izleyiciyle

buluşan yapımlardan ibaret olabilir. Böyle bir durumda 2020’yi hatırlayacağımız sayılı

filmden birkaçı şunlar olacak:

The Assistant (Yön. Kitty Green):

Başrolünde Emmy ödüllü oyuncu Julia Garner’ın rol aldığı drama, kariyerinin başlarındaki

bir genç kadının, asistanlığını yaptığı güçlü yapımcının tacizlerini ortaya çıkardığı

bir film olarak Hollywood’un yozlaşmış düzenini yansıtıyor.

Birds of Prey (Yön. Cathy Yan):

Suicide Squad’da tanıştığımız, Margot Robbie’nin canlandırdığı Harley Quinn karakterini

başrole yerleştiren film, DC evreninden Black Canary, Huntress ve Renee Montoya

gibi yeni karakterleri beyaz perdeye taşıyor.

Downhill (Yön. Nat Faxon & Jim Rash):

Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan, Julia Louis-Dreyfuss ve Will Ferrell’in

başrollerini paylaştığı bağımsız komedi, çığ düşme sahnesiyle sosyal medyada çokça

konuşan İsveç filmi Turist / Force Majeure’ün yeniden çevrimi.

Emma., Autumn de Wilde, 2020

Emma. (Yön. Autumn de Wilde):

Jane Austen’ın popüler romanından uyarlanan, on dokuzuncu yüzyıl İngiltere’sinde

geçen bu çöpçatanlık komedisi, Anya Taylor-Joy başta olmak üzere yeni nesil yetenekli

oyuncuları bir araya getiriyor.

First Cow (Yön. Kelly Reichardt):

Amerikan bağımsız sinemasının usta yönetmenlerinden Reichardt’ın Berlin Film

Festivali’nde yarışan dönem filmi, Oregon’a ilk ineğin geldiği yıllarda, bir fırıncı ve bir

Çinli göçmenin ticari kurnazlıkları üzerinden sömürgeciliği ve kapitalizmi eleştiriyor.

Gentlemen (Yön. Guy Ritchie):

Matthew McConaughey, Charlie Hunnam, Colin Farrell ve Hugh Grant gibi yıldız

oyuncular Ritchie’nin, dolandırıcılık, üçkağıt, rüşvet ve şantajla dolu yeni suç komedisinde

bir araya geliyor.

The Hunt (Yön. Craig Zobel):

Geçtiğimiz yaz Donald Trump’ın hedef göstermesiyle vizyon tarihi ertelenen korku türündeki

politik taşlama, kutuplaşmış Amerikan toplumunun gerçeklerini uç noktalara

taşıyan bir insan avını konu alıyor.

The Invisible Man (Yön. Leigh Whannell):

Elisabeth Moss’un yılın şimdilik en iyi eleştiriler alan performansını sergilediği korku

filmi, psikolojik ve fiziksel şiddetine maruz kaldığı erkek arkadaşının ölümünün ardından

rahat bir nefes alan bir kadının bu kez görünmez bir tehlikeyle karşılaşmasını konu

alıyor.

The Lodge (Yön. Severin Fiala & Veronika Franz):

Ich seh, ich seh / Goodnight Mommy filminin yönetmen ikilisi, bu kez kar fırtınasında

bir kulübede mahsur kalan iki küçük çocuk ve müstakbel üvey annelerinin yaşadığı gerilimi

anlatıyor.

Miss Americana (Yön. Lana Wilson):

Sundance Film Festivali’nin en büyük yankı uyandıran belgeseli, günümüz ikonlarından

birine dönüşmüş Taylor Swift’in kariyerine odaklanıyor.

Never Rarely Sometimes Always, Eliza Hittman, 2020

Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi oldu.

Never Rarely Sometimes Always (Yön. Eliza Hittman):

Berlin’de Jüri Büyük Ödülü kazanan film, istenmeyen hamileliğini sonlandırmak için

Pennsylvania kırsalından New York’a doğru yola çıkan iki genç kadının yolculuğunu,

oldukça gerçekçi ve sade bir sinema diliyle anlatıyor.

Saint Frances (Yön. Alex Thompson):

2019’da SXSW’da başlayan festival yolculuğunu sayısız izleyici ödülüyle taçlandıran

bağımsız yapımda genç bir kadın, kendi hamileliği konusunda bir karar verme aşamasındayken,

dadılığını üstlendiği altı yaşındaki kızla yakın bir arkadaşlık bağı kuruyor.

Onward (Yön. Dan Scanlon):

Pixar’ın elfler dünyasında geçen son animasyonu, iki kardeşin, genç yaşta kaybettikleri

babalarını bir gün de olsa görmelerini sağlayacak bir büyünün peşinden çıktıkları yolculuğu

konu alıyor.

The Way Back (Yön. Gavin O’Connor):

Ben Affleck’in başrolünde yer aldığı spor draması, basketbol kariyeri başlamadan biten

yetenekli bir sporcunun yıllar sonra kendi lisesinin takımını çalıştırmak için sahalara

geri dönüşünü işliyor.

Wendy (Yön. Benh Zeitlin):

İlk filmi Beasts of the Southern Wild ile büyük başarı elde eden Zeitlin, ıssız bir adada

kaybolmuş bir grup çocuğu merkezine alarak, Peter Pan’in klasikleşmiş öyküsünü modern

bir büyüme hikayesi olarak yeniden yorumluyor.



38 | Özel Dijital Sayı, Haziran 2020

EDEBİYAT/ DOSYA KONUSU

Özel Dijital Sayı, Haziran 2020 | 39

EDEBİYAT/ DOSYA KONUSU

Tuhaf Zamanların Edebiyatı

Menekşe Toprak - Yazar

“Pandeminin bizim dışımızdaki canlı türüne yaradığı

kesin.”

Hakan Bıçakçı, Ömer Erdem,

Ethem Baran, Jale Sancak,

Menekşe Toprak, Attilla

Şenkan ve İsmail Güzelsoy’a

salgın döneminde

yaşadıkları deneyimleri,

geleceğin edebiyatını ve

pandemi sonrası yazı ve

düşünce dünyasına dair

sorular sorduk.

Hakan Bıçakçı -Yazar

Tolga YÜKSEL

JACK LONDON’IN KIZIL VEBA’SI

Bu soruşturmada yaşadığımız olaylara

benzer durumları taşıdığını düşündüğüm

Jack London’un meşhur romanı

Kızıl Veba’yla başladık sorularımıza.

Romanda medeniyet, dünya üzerinden

silinmiştir. Hayatta kalmayı başaran

bir avuç insan, vahşi yaşamın ortasında,

kabileler halinde kendi medeniyetlerini

ve toplumsal sınıflarını oluşturmuştur.

Ancak sanattan bilime kadar

her türlü bilgiden yoksundurlar. İlkel

zamanlara geri dönülmüş, yaşam yine

‘yemek-çoğalmak-hayatta kalmak’

üçgenine hapsedilmiştir. Yetişen yeni

nesil de dünyayı hurafelerden ibaret

“Ürperiyorum her akşam ekrana gelen

turkuaz ölüm tablosu karşısında.”

Venedik Bienali’nin küratörü Ralph

Rugoff, 2019’da 58’incisi gerçekleşen

bienalin ana temasını, Asya’da

Çin bedduası olarak bilinen bir deyimden:

‘‘Tuhaf Zamanlarda Yaşayasın’’dan yola

çıkarak belirlemişti.

İngiliz Parlamento üyesi Sir Austen

Chamberlain, 1930’larda faşizmin yükselişini

ifade ederken kullanmıştı bu deyimi.

Asya’da görev yapan bir diplomattan

duyduğunu söylediği bu söz, küratör

Ralph Rugoff tarafından günümüz dünyasının

belirsizliklerini, krizlerini ve kaoslarını

anlatmak için bienalin ana temasında

kullanılmıştı.

İçinde bulunduğumuz dönemin

‘‘Tuhaf’’lığı, değerlerin, düşüncelerin

ve ahlaki çerçevelerin değiştiği ancak

bu değişimin yerine neleri koyup, neleri

çıkaracağımızı ve nasıl şekillendireceğimizi

henüz net olarak bilemememizden

geliyor. Zaten karışık ve karmaşık

olan modern politik ve sosyal yaşamımızı,

Covid-19 salgını sonrasında daha

karmaşık bir dönem bekliyor. Bu soruşturmamızda

Yazarlar ve şairler salgın döneminde

yaşadıkları deneyimleri, geleceğin

edebiyatını ve pandemi sonrası yazı ve

düşünce dünyasına dair sorularımızı yanıtladılar.

GEÇMİŞ SALGINLAR

Pandemi ile birlikte geçmişte salgınları

konu edinen kitaplar yeniden

çok satanlar listesine girdi. Albert

Camus’nun Veba, Gabriel Garcia

Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk,

Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm, bu

süreçte en çok ve tekrardan okunan

kitapların başında geliyor.

görmekte, her türlü batıla inanmaktadır.

Yitip giden eski dünyanın sırlarını

hatırlayan, hayatta kalan tek insan

da yaşı artık bir hayli ilerlemiş olan

Profesör James Howard Smith’tir ve

onun da tek umudu yetişecek neslin bu

barbarlığı, cehaleti ve umursamazlığı

aşıp medeniyete yeniden erişmesidir.

Yaşlı adama kulak verin, o geçmişi

ve yaşadığı günleri sadece torunlarıyla

değil sizlerle de paylaşıyor. Medeniyet

her bireyin ortak noktası… Peki, ya kızıl

veba gibi baş edilemeyen bir mikrop

onun sonunu getirirse, geriye insanlığa

dair ne kalır?”

1 En başta kaybedilen hayatlar var tabii. Adım adım

duyarsızlaştığımız, istatistiğe dönüşen ölümler.

Hâlâ ara sıra yabancılaşıp ürperiyorum her akşam

ekrana gelen turkuaz ölüm tablosu karşısında.

Daha genel bir zarar ise ekonomik açıdan olacak

kuşkusuz. Ekonomilerdeki çöküşler virüslere göre

daha çok insanı etkiliyor. Daha bulaşıcı. İş dünyasındaki

iflaslar artacak, zaten rekor düzeyde olan

işsizlik de. Kültür dünyasında da kapanacak salonların,

kitapçıların dışında gerçekleşemeyen konserler,

tiyatro oyunları, vizyona giremeyen filmler,

yayımlanamayan kitaplar var. Belki bir kısmı ertelenmiş

olarak karşımıza çıkabilecek ama bir kısmı

da gün yüzüne çıkamadan yok olacak.

2 Haftada bir genel temizlik, üç öğün yiyecek bir

şeyler hazırlama, okuma-izleme listelerini eritme

ve yazmakla geçiyor günler genellikle. Eşimle

ve kedimiz Yasemin’le birlikte. Şikayetçi değilim

bu rutinden. En tatsızı sürekli yemek organizasyonu

yapmak. Her öğün ne yiyeceğini planlamak yorucu

bir konu. Büfeden bir şeyler alıp bazı öğünleri

geçiştirdiğim hayatımı özlüyorum. Bir de akşam

çıkıp bir şeyler içmenin, iki arkadaşla buluşmanın

eksikliğini hissediyorum ara sıra.

3 Yeni alışkanlık yok. Ama hep ertelediğim bazı işleri

hallettim o fena olmadı. Kitaplık düzenlemesi,

defterlerdeki notların elden geçirilmesi, bilgisayar

klasörlerindeki karmaşanın giderilmesi gibi.

Bir de hiç yapmadığım kadar ev temizliği yaptım.

Belki burada yeni alışkanlıklar olmasa da yeni teknikler

edinmişimdir.

4 Kendimle ilişkimi etkilemedi bu süreç. Zaten bir

şekilde hep kendimle baş başaydım. Ancak evle bu

kadar baş başa değildim. Evle ilişkimi biraz etkilemiş

olabilir.

5 Ben bu dönem önümüze koyulan “verim terörü”nden

rahatsızım biraz. Bu dönemde çok okumalıyız,

izlemeliyiz, kendimizi geliştirmeliyiz saplantısını

yadırgıyorum. Bu işlerle ilgilenen insanlar vardır,

ilgilenmeyen insanlar vardır. Ben ilgilenenlerden

olduğum için hayatında bir şey değişmedi.

Okumaya, izlemeye, radarımdaki konular üzerine

çalışmaya devam ediyorum. Dönemin gazına gelmekse

farklı bir şey. Anlık, geçici bir durum. Orada

süreç şöyle oldu gözlediğim kadarıyla. Önce içten

gelen değil dışarıdan dayatılan bir verimli olma

hali. Kitaplar, filmler, diziler, canlı klasik müzik

konserleri, online tiyatrolar… Sonra “bunları birileriyle

paylaşamadıktan sonra ne anlamı var” sorgulaması

geldi, küçük çapta bir depresyon eşliğinde.

Ve günlük hayata dönüş.

6 Hiç sanmıyorum. Uzunca bir süre daha bilim insanlarını

ve doktorları dinleyeceğiz doğal olarak.

7 Yaşadığımız her şey gibi bu da edebiyata girecektir

bir noktada. Ancak burada hassas dengeler var. İlgi

gören bir konuyu ilgi görmek için kullanmak, gündemdeki

mevzuyu gündemde olabilmek için sömürmek

gibi tuzaklara dikkat etmek lazım.

1- Jack London’un Kızıl Veba’sı dünyada medeniyete son

vermişti. Bu salgın binlerce yıllık medeniyetimize ne gibi

zararlar verdi?

2- Evde bir gününüz nasıl geçti/geçiyor?

3- Kendi izolasyon deneyimlerinizden bahseder misiniz?

Mesela bu süreçte farklı bir yönünüzü keşfettiniz mi? Yeni

alışkanlıklar edindiniz mi?

4- Yaklaşık 3 aydır evlerdeyiz. Hiç kendinizle bu kadar baş

başa kalmış mıydınız?

Ömer Erdem – Şair

“Bu virüs zaten ‘medeniyet’ dedikleri çıkmazın

bir sonucu”

Jale Sancak - Yazar

“Totaliter rejimler iyice güçlenecek”

Manao tupapau, Paul Gauguin, (1894–1895)

The Art Institute of Chicago

5- Bu sürenin verimli geçtiğini söyleyebilir misiniz?

(Yazı hayatınıza ya da düşünce hayatınıza ne gibi katkıları oldu?)

6- Sanat ya da Edebiyat diyelim, bu yeni normal için nasıl

yaşayacağımıza ve düşüneceğimize dair rehberlik yapabilir mi?

7- Bu çağda bu yaşananlara tanık olan bir yazar olarak bu salgının

çağdaş edebiyatımıza girmesinden yana mısınız?

1 Medeniyete ne tür zarar verdi bunu hesaplamak

zor. Lakin unutulmamalı ki bu virüs zaten ‘medeniyet’

dedikleri çıkmazın bir sonucu değil mi? Bu

üretim tüketim dengesizliği, bu topraktan başlayarak

suyun, havanın, gökyüzünün talan edilişi de

aynı medeniyetin işi değil miydi? Öyleyse bir medeniyet

ziyanından öte bir medeniyet sonucundan

söz etmek daha açıklayıcı görünüyor bana.

2 Sabah çok erken kalkıyorum. Mutlaka bir yol bulup

yürüyorum. Geçtiğimiz ay yaşadığım sağlık sorunu

sebebiyle aldığım ağır ilaçların etkisini azaltmak

için de hareket etmek zorundaydım. Ama daha

çok okuyarak ve muhakeme ederek geçti/ geçiyor

vaktim.

3 Herhangi bir alışkanlık haline edinmedim. Bir kez

daha özgürlük ve hareket tutkusuna bağlı olduğumun

farkına vardım.

4 Ben esas itibariyle hep kendimle başbaşa bir insanım.

Ama uzun süredir böylesi olmamıştı.

5 Şair için verim gelecekte belli olur. Göreceğiz.

6 Hayır yapamaz. Ama ne olup bittiğini en iyi o anlatır.

7 Ben her tür sınıra karşıyım. Önemli olan girip girmemesi

değil, her iki durumun niteliği.

1 Uzunca bir süre başka hiçbir şeye öncelik vermeden,

sadece sağ kalmayı amaçlayarak yaşayacağız

ve sadece sağ kalmak için mücadele edeceğiz

gibi görünüyor. Bu salgın nedeniyle Zizek’in dediği

gibi komünizmi keşfedeceğimiz kanısında değilim.

Tam tersine içinde bulunduğumuz vahşi düzenin

daha da vahşileşeceğini, sınıflar arasındaki

uçurumun, yoksulluğun devleşeceğini, dayanma

gücü olmayanın hızla çökeceğini düşünüyorum.

Totaliter rejimler iyice güçleneceğe benziyor.

Sanat, özellikle müzik, sinema ve tiyatro ise çok

büyük yara aldı. Umarım yaşayabilirler.

2 Bir roman, bir de çocuk kitabı yazıyorum.

Zamanımın büyük bir kısmı bu uğraşla geçiyor.

Yoğunluktan okuyamadığım kitaplar vardı, onları

okuyorum. Gene zamansızlıktan seyredemediğim

filmler vardı, onları seyretme imkânı buluyorum.

Müzik dinliyorum. Birkaç online atölye çalışmam

var. Bu nedenle dolu dolu geçiyor.

3 Sigarayı azalttım. Yanı sıra ihtiyaç listem de azaldı

ve sadeleşti. Sinir bozucu hale geldiği için sosyal

medyayı fazla takip etmemeye çalışıyorum. Daha

düzenli ve sağlıklı beslenmeye başladım. Sokağa

çıkma yasağı olmadığı günlerde mutlaka çıkıp olabildiğince

korunarak yürüyüş yapıyorum, ağaçları

seyrediyor, onlara dokunuyorum, bu beni epeyce

sakinleştiriyor. Müzik dinlemek de öyle.

4 Hayır, kalmamıştım. Hep ve halen çalıştığım için,

ayrıca karakterim nedeniyle dekalabalık yaşadığımı

ve bundan hoşnut olduğumu söyleyebilirim.

Kendimle kalmaktan değil -çünkü kendimle kalmayı

da severim- ama bu insansızlıktan sıkıldım,

usandım. Yakınlarımdan, arkadaşlarımdan uzak

olmak pek bana göre değil.

5 Katkısı oldu elbette. Şöyle ki: Başka bir işle uğraşmadığım

için yazmaya daha çok zaman ayırabiliyorum,

bu açıdan biraz daha özgürleştim. Düşünce

hayatına gelince, insana, hayata, dünyaya dair düşüncelerimde

şu süreçte bir değişiklik olmadı doğrusu.

Belki daha sonra farkına varabileceğim etkilerinin.

6 Rehberlik edeceğini, bunu amaçlayacağını sanmıyorum

edebiyatçının ama farkınavarmamız, görüp

anlamamız, sorgulamamız için meseleyi/meseleleri

edebiyatla anlatmaya-yazmaya devam edecek,

bunu hedefleyecektir. Aslolan da böylesi bir rehberliktir

diye düşünüyorum.

7 Tabi ki yazılmalı. Koşul değil elbette, bu bir seçim

tabi. Deneyimledik ve artık böyle bir gerçekliğimiz

var. Salgınlı bir yeryüzü ve insan gerçekliği.

Üzerinden birçok şeyin tartışılabileceği, konuşulabileceği

bir hikâye. Birçok şeyi görmemizi, kavramamızı

kolaylaştırabilir, ve bu hiç de fena olmaz.

1 London’un Kızıl Veba romanı gibi medeniyetin çöküşünü anlatan

başka eserler de var. Aklıma hemen ilk etapta Jose

Saramago’nun Körlük romanı geliyor. O romanda da bir kişiyle

başlayan, yazarın beyaz körlük dediği veba şehirleri, ülkeleri

dolayısıyla insanlığın kurduğu koca bir sistemi yerle

bir eder. İlginçtir, bu tür distopik romanlarda - belki de dünyayı

kurtarmak için – hastalığa yakalanmayan bir kahraman

vardır hep. Pek bilinmese de Frankenstein’ın yaratıcısı Mary

Shelley 1826 yılında The Last Man adlı romanıyla bu türün ilk

örneklerinden birini vermiştir. Bu yazarların biyografilerine

baktığımızda, içine doğdukları toplumun en sivri uçlarını

yakalayıp sistem eleştirisi yaptıklarını anlarız. Ama ben bu virüsün

bizi böylesi büyük çöküşlere götüreceğine pek inanmıyorum.

Medeniyetimize yaptığı/yapacağı şeylerden biri de şu:

Pandemi, çoktandır fark etiğimiz pek çok hakikati kristalize

olmuş bir şekilde önümüze koydu. Dünyadaki hareketliliğin,

küreselleşmenin, hep daha fazla üretime dayalı hızlı tüketimin,

her daim genç ve sıhhatli kalma çılgınlığının bir ütopya

olduğunu, bunun bir yerde durması gerektiğini söyleyip dururduk

ama bunun gereğini yapamazdık. Bir virüsün - ilerde

işsizlikler ve yoksulluklarla sonuçlansa da - bütün bir dünya

düzenini altı üst edip insanları evlerine sokması, ülke hatta

kent sınırlarını kapatması, uçakları ve makineleri durdurup

silahları susturabilmesi muazzam bir şey, inanılmaz bir güç.

Pandeminin bizim dışımızdaki canlı türüne yaradığı kesin de,

bize zararının hangi boyutta olacağını şimdiden kestirmek zor.

2 Aslında ben yıllardır evde çalışıyor hatta edebiyat metinlerimi

yazdığım bilgisayarda radyo röportajlarımı da hazırlıyorum-Almanya’da

yayın yapan bir radyo kanalına serbest gazeteci

olarak çalışıyorum. Normalde sabahları en geç saat

yedide kalkıp ona göre de erkenden çalışma masama geçerim.

Eğer radyo için bir program hazırlamayacaksam, benim

için gün okuma yazmayla başlar. Bu durum bazı günler, araya

giren molalarla akşama kadar sürebilir. Normal zamanlarda

toplantılar ya da radyo röportajları gibi işler dışında evden

çıkmak zorunda olmadığım için bu dönemde de rutinimin fazla

değişmeyeceğini sanmıştım ilk başlarda. Hatta sanki herkes

benimle kader birliği yapıyormuş gibi bir duyguya kapıldığımı

biliyorum. Ama bu duygu çok kısa sürdü, çünkü karantina

evdeki eski rutinimi değiştirdi. Bu dönemi sürekli tedirgin

ve uyanık kalmak, pürdikkat kesilmek şeklinde yorumluyorum

ben. Üstelik normalde evde çalışmayı ekmek ya da börek pişirmeye,

sürekli temizlik yapmaya göre ayarlamadığım gibi dışarıdakini

içeriye almamak üzerine de kurgulamamışım.

3 Yeni alışkanlıklar edinmedim ama insanlarla karşılaşma biçimlerinin

nasıl değişip netleştiğini fark ediyorum. Bunun

olumsuz yanı dışarıdaki mesafeyi korumanın ne kadar yorucu

ve insana hüzün verdiği, özellikle yaşlı insanların bakışlarında

gördüğüm tedirginlik olabilir. Olumlu yanı ise şu: İnsanlarla

karşılaşırken mesafenin bir çeşit saygı olduğunu ve bunu talep

edebileceğimizi öğreniyoruz. Öte yandan, gözümde büyüttüğüm

pek çok şeyi kendi kendime yapabildiğimi gördüm, mesela

iptal edilen söyleşi ve okuma etkinliklerim için video kayıtları

hazırlamak ve düzenlemek gibi. Ayrıca artık ekşi hamur

mayası yapabiliyorum, börek açıyor, ekmek pişiriyor, balkonda

çiçeklerle daha fazla vakit geçiriyorum. Ağaçların daha iyi

canlandıklarını, diplere doğru daha fazla sürgün verdiklerini

fark ediyorum bir de.

4 Bu süreçte evde tamamen yalnız olmadığım için mutlak bir

yalnızlıktan söz edemem, hatta normalde kendi yalnızlığımı

arayıp bulma olanağım daha fazla olurdu. Mesele yazmakta

olduğum uzun soluklu bir metnin içine girmişsem haftalarca

yalnız kalabilirim – Ağıtın Sonu adlı romanımı bir ay boyunca

hiç kimseyle görüşmeden sonlandırdığımı biliyorum.

5 Özellikle ilk haftalarda sürekli uyanık ve dikkatli olmak

okumama ve yazmama engel oldu. Sadece sokakta ya da

alışveriş sırasındaki dikkatten söz etmiyorum. Sürekli

gündemi takip etmek, hastalık ve ölüm rakamlarına borsa

ya da hava durumunu izler gibi bakmak da bu dikkate dâhil.

Böylesi üzücü ve tedirgin edici zamanlarda eve kapanıp

üretmek çok zor. Bu uyanıklığın bende ilerde nasıl bir karşılık

bulacağını bilmiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim: Ben bu üç

ayın ancak son haftalarında eski rutinime yaklaşabildim.

6 Aslında sanat ve edebiyat bunu hep yapıyor, üstelik popüler

kültürün de bunu üstlenmeye çok hevesli olduğunu biliyoruz.

Mesela Maymunlar Gezegeni/Maymunlar Cehennemi gibi film

serileri insanlığa dair çok akıllı, çok haklı şeyler söyler, sistem

eleştirileri yaparlar. İyi edebiyatın özünde de aslında görünenin

ötesini kavramak, ontolojik özün, sayısalın dışındaki

hakikatin anlatımı vardır bana göre. Albert Camus’nün eserleri

böyledir. Aynı ışığı Ahmet Haşim’in denemelerinde, Sevgi

Soysal’ın Yürümek veya Tante Rosa gibi eserlerinde, çağdaşım

yazarlardan Ayhan Geçgin’in, Behçet Çelik’in ve sevdiğim

daha pek çok yazarın metinlerinde de görüyorum. Son derece

çapraşık ve karmaşık olan bu evreni en iyi sanat ve edebiyat

aracılığıyla tanıdığımızı ve kavrayabildiğimizi sanıyorum.

Hâlâ yazıyor ve okuyorsam, bu, hayatı anlama ve dünyamızdaki

karmaşayı çözme ve düzenleme isteğinden kaynaklanıyor

biraz da.

7 Asıl böylesi olağandışı bir durumun ve kırılmanın edebiyata

girmemesi tuhaf olmaz mı? Ama büyük toplumsal olayların,

hatta bireysel kırılmaların edebiyata daha yavaş girebildiğini,

edebiyatın daha fazla zamana ve mesafeye ihtiyaç

duyduğunu biliyoruz. Çünkü olay anında yazılan şey bir çeşit

kayıt tutmadır ve bu da daha çok gazetecinin işidir. Nitekim

Pınar Öğünç’ün karantina döneminde çalışmak zorunda kalan,

çoğunluk kendini korumaya almışken dışarıdaki tehlikeyle

yüz yüze olan kişilerin seslerini bize Gazete Duvar aracılığıyla

ulaştırmış olması çok değerli kayıtlardır. Tabii şu da var:

Böylesi olağandışı kırılmalar sanatçıya yepyeni ufuklar açabilir,

hatta onu farklı ifade biçimlerine de götürebilir. Benim şu

anki önceliğim: Gidişatı izlemek, anlamak, gördüklerimi kaydetmek

şeklinde daha çok.

Ethem Baran – Yazar

“Dışarısı tehlikeli bir alan haline gelmiş gibi ayaklarım geri geri gidiyor.”

Atilla Şenkon -Yazar

“Böbürlenen insanlar âlemine sıkı bir tokat attı bu salgın.”

1 Bilimde çok ileri bir noktaya ulaştığını düşünüp böbürlenen insanlar âlemine

sıkı bir tokat attı bu salgın. Virüs karşısındaki acizliğimiz medeniyete

bir zarar verir mi bilmem, ama bizim bu durumdan ders almamız, akıllanmamız

gerektiği kesin.

2 Evcil insan türünün iyi bir örneğiyim galiba. Evde kendimi güvende ve

huzurlu hissediyorum. Çalışma odamda, kitaplığımın yakınında olmak

beni mutlu ediyor. Bütün gün yazıyor, yorulup ara verdiğimde ise kitap

okuyarak dinleniyorum.

3 Kitaplarımı, dergilerimi kitabevlerinden almayı severim. Salgın nedeniyle

kitabevlerinin kapalı olduğu dönemde internet siteleri üzerinden sipariş

vererek kitap getirtmeye başladım. Ne var ki, bu zorunlu durumun

alışkanlığa dönüşeceğini hiç sanmıyorum. Gerçek kitabevlerinde dolaşacağım,

kitapları yine raflarından toplayacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum

çünkü.

İsmail Güzelsoy - Yazar

“Son sözü tarihçiler söyleyecek.”

1 İnsanlar yaşadığı büyük dönüşümleri adlandırmada aşırı atik

davranıyorlar ve tarihçilere iş bırakmamaya çabalıyorlar ama son

sözü tarihçiler söylüyor. Yaşadığımız olayları, henüz içindeyken

tanımlayabilmemiz göründüğü kadar kolay değil. Bizim gariban

hayatımızın açığa çıkardığı üç beş kırıntı bilgiyle bunu söyleyebilmek zor.

Çünkü medeniyet çok karmaşık bir yolculuk. Her an, kendisinden önceki

milyon yıllık birikime eklenerek, onu değiştirerek, yeniden işleyip onunla

bütünleşerek biçimleniyor. Komplo teorileri filan gelmesin aklınıza,

sadece tek bir odak noktasının ortaya çıkardığı verilerle sonuca ulaşmanın

akılcı olduğundan kuşkuluyum. En basitinden söyleyeyim, Covid-19’un

medeniyet üzerine yaptığı etkiyi, İşid’in yol açtığı hasarlarla birlikte ele

almazsak vahim bir yanılgıya düşebiliriz. Ya da neoliberallerin son otuz

yıldır dünyayı, insanları, doğayı, ilişkileri böylesine pervasızca nesneleştirmeleriyle

bir pandemi olgusunu yan yana düşünmeyi denemezsek

olmadık sonuçlara varabiliriz. Sorunuza dönecek olursak, ben bu çok

merkezli bakış içinde Covid- 19’un bir zararı olduğundan bile emin değilim.

Belki de insanlık, kendi normallerini sorgulayarak çıkacak bu süreçten.

Belki de neoliberal sistemlerin çöküşünün bir başlangıcını imleyecek.

Bilemeyiz ki. Belki de hiçbir şey olmamış gibi, “Nerede kalmıştık?” deyip

yoluna devam edecek herkes. Sanmıyorum ama bu da mümkün. Henüz

çok erken.

2 Ben evde yaşamayı çok seviyorum. Ev bir anlamda yaşayan bir organizma

gibidir. Yaptığım işle ilgili bir durum elbette ama evi bir “konaklama”

alanı olarak görürseniz edebi üretim yapma şansınız olmaz. Bütün öğrencilerim

bilir bunu, ev bir konfor alanıdır; hayallerimizi, rüyalarımızı, kurgularımızı,

korkularımızı besleyen bir sığınaktır. Orada geçen zaman hayatın

ta kendisidir.

3 Ben zaten üç ay eve kapanıp çalışmaya alışığım, bu anlamda çok sıkıntılı

bir şey değildi. Yalnız diğer zamanlarda sokağa çıkabilme ihtimalinin varlığı

bile, soyut bir özgürlük alanı yaratıyordu aklımızda. Yani aslında çıkmayacaksındır

ama birileri gelip “Çıkmayacaksın” dediği zaman insanın

inatlaşası geliyor. Hele de benim gibi birinin. Ama sonuçta “Ya virüs

kaptıysam ve farkında değilsem ve birilerine bulaştırırsam bu arada” diye

Riña a garrotazos, Francisco de Goya, 1819 - 1823

1 Yaşlı gezegenimiz bunun gibi ne salgınlar, ne felaketler, savaşlar, afetler

gördü. Bizler de belki yüz yılda bir yaşanan böylesi korkunç -evet,

korkunçtan başka aklıma kelime gelmiyor- bir durumla karşılaşacakmışız

demek ki. Konunun zarar boyutu çok çeşitli alanlara götürülerek

tartışılabilir, tartışılacaktır tabii; ben ise dünyamızı nasıl ve ne derece değiştireceği,

hatta değiştirip değiştirmeyeceği konusunda kafa yoruyorum.

2 Günlerim çoğunlukla evde geçiyordu zaten. Yeni emekli olmuş biri olarak

evde vakit geçirmenin, okuyup yazmaya daha fazla zaman ayırmanın ayrıcalığını

ve keyfini yaşıyordum. Ama salgın ve karantina günleriyle birlikte

psikolojim değişti; alışkın olmadığım ve beni bile yadırgatan tuhaf

bir gerginliğin içine düştüm. Normalde hemen her gün yürüyüş yapardım

evimin yakınındaki parkta. Dışarısı görünmez düşmanlarla çevrili tehlikeli

bir alan haline gelmiş gibi ayaklarım geri geri gidiyor şimdi. Zorunlu

haller hariç dışarı çıkmamaya çalışıyorum. İnsanın otobüse binmeyi, araba

kullanmayı, bir kahvede oturmayı, bir lokantada arkadaşlarıyla buluşmayı,

kitapçı dolaşmayı vs. bu denli özleyebileceğinin en somut halini yaşıyoruz.

Günlerim daha çok okumak ve film izlemekle geçiyor.

3 Çok titiz bir insan sayılmam; temizliğe önem veririm, aslan yatağından

belli oluratasözünü kulağıma küpe etmişimdir, düzenliyimdir, belli hassasiyetlerim

vardır ama çoğu konuda rahatımdır. Maskeyi unuttuğum

oluyor mesela, geri dönüyorum eve. Kıyafetlerimi değiştiriyorum her defasında.

Aldıklarımı balkona götürüyorum. Sigara içenlerin risk grubunda

olduğunu öğrenince sigarayı bıraktım, iki aydır içmiyorum. En büyük

korkum çevremdekilere zarar vermek. O yüzden virüs kapmamaya

çalışıyorum.

4 Hayır. Yazmaya yoğunlaştığım, özellikle romanla uğraştığım dönemlerde

uzun süre evde kaldığım oluyordu ama istediğim zaman dışarı çıkabileceğim

düşüncesinin verdiği bir rahatlık vardı. Özgürlüğümüz elimizden

alındı, daha ne olsun.

5 Bir yıldır üzerinde uğraştığım yeni romanıma pek çalışamıyorum. Yazmak

için gereken o duygunun çok uzağındayım şu günlerde. Sait Faik Hikâye

Armağanı dolayısıyla çoğalan söyleşileri cevaplamak dışında yazı hayatımın

verimli olduğunu söyleyemem. Üzerinde çalıştığım bir iki

yazı var; zaman zaman onları bitirmeye çalışıyorum ama dediğim gibi

adlandıramadığım ve sonlandıramadığım bir keyifsizlik, enerji düşüklüğü

hali var. Şu günler geçse de yazsam gibi bir hal. Mantıklı olmadığını biliyorum

ama böyle. Çabuk atlatmayı umuyorum.

6 Sanat her zaman hayatın önünde gider. Bu konuda da önden gideceğini,

rehber olacağını düşünüyorum.

7 Yana olmak demeyelim çünkü mutlaka girecektir. Bu hastalığı yaşayanlar,

tanıkolanlar, atlatamayanlar, acısını, sıkıntısını yaşayanlar oldu, olacak,

bunlar yaşanacak, yaşanıyor. Tabii ki edebiyata sızacak bu berbat günler.

İnsanlar işlerini kaybetti. Yoksullar daha da yoksullaştı. Yakınlarını,

sevdiklerini kaybedenler oldu. Yarına, geleceğe ilişkin umutlar azaldı.

Edebiyatın bunun dışında kalması düşünülemez.

4 Bir yazar olarak yıllardır kendimle baş başayım zaten. Üç ayın lafı mı olur?

5 İlk öykü kitabım 1990’da yayımlanmıştı. Bu yıl otuzuncu yaşını kutlayan

Her Gün Perşembe Olsa önümüzdeki ay İletişim Yayınları etiketiyle yeniden

okurla buluşacak. Bir yandan onun hazırlıklarıyla uğraşıyor, bir yandan

da yeni tamamladığım romanımın düzeltmelerini yapıyorum. Evde kaldığım

günlerin oldukça verimli geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

6 “Yeni normal” olarak adlandırılan geçiş dönemi en kısa zamanda yerini

“eski yaşam”a bırakacak. Dünya ne badireler atlatmış bugüne kadar.

İnsanlar neleri unutmamış, hangi yaraları sarmamışlar ki? Sanat ve

edebiyat yapıtları bundan böyle nasıl yaşayacağımıza ilişkin birer rehber

olmasalar bile yaşadıklarımızın üzerine sürülecek iyi bir merhem görevi

üstleneceklerdir.

7 Yazmak, çağının tanığı olmaksa eğer; Covid–19 salgını çağdaş edebiyatımızda

er geç kendine bir yer bulacaktır hiç kuşkusuz.

özetleyeceğim bir vicdani hesaplaşmanın sonucunda evde kalmayı tercih

ettim elbette ki. “Bu da diğer kapanış zamanlarımdan biri” diyerek işin

zorunluluk kısmını yumuşattım aklımca.

4 Önceki cevapta da söyledim, benim için üç dört aylık kapanmalar gayet

sıradan şeyler. Özellikle romanların son dönemecinde kapanıp çalıştığım

çok oluyor. Bazen bulandığım zaman çıkıp bir kahve içmek gibi küçük

lüksüm vardı, ondan feragat etmiş oldu, çok dert değil, sağlık olsun (kelimenin

tam anlamıyla.)

5 Yeni bir duruma başladığımı söyleyemem. Sadece Berna Moran’ın,

Edebiyat Kuramları ve Eleştirisi’ni yeniden okudum, programımda olmayan

tek şey buydu galiba. Onun haricinde derslerimizi Zoom üzerinden sürdürdük.

Yüz yüze ders yapmak kadar keyifli olmasa da sezon finaline kadar

geldik. Benim yayıncıma vermek üzere hazırladığım roman da bitti ve

onun yayına hazırlık aşamasını yine editörümle yazışarak, telefonlaşarak

hallettik. Yani rutin işlerimiz çok da aksamış sayılmaz. Ama yayıncımla

kahve sohbeti yapamamak gibi küçük özverilerimiz oldu ve bunlar sineye

çekilir şeylerdi. Verimli ve bereketli bir kapanıştı, diyebiliriz özetle.

6 Edebiyat nasıl yaşayacağımıza dair önermelerini, okurda duygusal tepkiler

üreterek yapar bir bakıma. Yani kimseye ne düşünmesi, ne hissetmesi

gerektiğini dolaysız bir yolla söyleyemez de, bir bakıma onun tersini

gösterir. Yani “normal”in gerisindeki karmaşayı, yıkıcılığı teşhir ederek

yeni bir normalin oluşumuna katkı sağlar, diye düşünüyorum. Bu anlamda

edebiyatı bir estetik hayatın kılavuzu olarak görenler açısından çok sıkı

malzeme var ortada. İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyemeyiz

ama yaşananları doğru tanımlayacak duygusal donanımı sunmayı deneyebiliriz.

Bu da dolaylı olarak dünyayı değiştirmek değil mi?

7 İşin etik boyutunu gözeterek her şeyin edebiyata malzeme olabileceğine

inanıyorum. Bunun nasıl yapılacağı, ne kadar sağlıklı bir esin sağlayacağı

önemli. İş olsun, torba dolsun diye yapılacak şeylere karşı temkinli ve önyargılı

olduğumu söylemeliyim. Bize yaşadıklarımızın, daha doğrusu yaşadığımızı

sandığımız sürecin geri planında, gölgede kalan bir ayrıntıyı

teşhir eden bir edebiyat her zaman kıymetlidir.



“CONTEMPORARY DEDUCTIONS”

Follow us at

www.artdogistanbul.com

Twitter

Facebook

Youtube

/artdogistanbul

Instagram

Sign up to our weekly newsletter

www.artdogistanbul.com/newsletter

Subscribe to the printed edition

and purchase individual issues

www.artdogistanbul.com/magaza

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!