Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Telve
ÖYKÜ
tirmek için tırtıklı bigudiler kullanmış olmalıydı, zira
parmakla sayılacak kadar seyrek saçları vardı. Güven
veren sıcak bir ses tonuyla;
‘Hoş geldin, ben Frau Pang’ diyerek gayet şık bir biçimde
elini uzatmıştı.
Alabildiğine soğuk, buz kesmiş bir ülkenin halisane ve
içimi ısıtan hoş selamını saygıyla aldım.
Aradan geçen zamanla ben de diğerleri gibi bu sınıfta
iyi kötü mayalandım. Artık konuşulanları anlıyor, üç
beş kelimeyi bir araya getirerek diyalog kurabiliyordum.
Onlarca farklı etnik kökenden çocuk bir araya
gelmiş, yirmi beş metrekarelik bir sınıfta aynı sıraları
paylaşarak bir yandan Almanca öğrenmeye, diğer yandan
da müfredat programına yetişmeye çalışıyorduk.
Ancak öyle günler vardı ki, herkes ayrı bir telden çalıyor,
ipini koparmışçasına bildiğini okuyor, büsbütün
Frau Pang’ın sinirleriyle oynuyorlardı.
Kimi teneffüs zili çalmadan bir şeyler yiyor, çöp kutusuna
yürümek yerine basket atmayı yeğliyor, kimi de
acaba en büyük balonu kim şişirecek yarışında sakızları
yarıştırıyordu. Bu ve sonradan anlayacağım gibi diğer
bütün sınıflarda dersler çoğunlukla türlü şamatalar
eşliğinde kaynatılarak yapılıyordu. Zavallı öğretmen,
alnında sedef gibi parlayan su damlalarını silerken, genellikle
camdan dışarı bakıyor, bir nebze de olsa rahatlıyor
olmalıydı ki; derin bir nefes alarak derse kaldığı
yerden devam ediyordu. Disiplin kavramının, en üst
rafların ta arkalarına kaldırıldığı bu sınıflarda saygılı
ve edepli öğrenciler mumla aranıyordu.
Sınıfa her yeni gelen öğrenci için birlikte tanışma
çemberi yapılıyordu. Yeni geldiğimde de katılmıştım,
ancak henüz konuşulanları anlamadığım için bu curcunaya
bir seyirci gibi iştirak etme hakkına sahiptim.
Şimdi aynı hakka Ladan sahip, seyirci olmak müdahil
olmaya karşın bulunmaz bir nimetti. Sandalyeleri daire
şeklinde sınıfın ortasına yerleştirdik. Sıralar ‘U’ şeklinde
dizili olduğundan, ortada epey bir boşluk vardı.
Herkes gelişigüzel oturduğu sandalyede şaşırtıcı bir
sessizlikle Frau Pang‘ın elindeki renkli, yumuşak tüylü
topu gözlemliyordu. Sınıfın pür dikkat takip ettiği
şanlı top, pat diye avuçlarıma düştü. Kuş kadar hafif ve
pamuk gibi yumuşak topun tüylerini farkında olmadan
sıvazlarken, Frau Pang’ın sorularına cevap vermeye
çalışıyordum. Konuşmayı yeni sökmüş küçük bir çocuk
gibi kem küm ederek kafamdaki kelimeleri doğru
yerlerine koyarken bayağı debeleniyordum.
Sıra bana geldiğinde sesim içime siniyor, daha önce
hiç duymadığım, bana ait olmayan tiz bir ton kontrolüm
dışında dudaklarımdan dökülüyordu. Kafesine
sığmayan kalbim ağzımdan çıkan sözcüklerin hemen
ardından bir ok gibi fırlayacak diye ödüm kopuyordu.
Sırayla ismimizi, yaşımızı, geldiğimiz ülkeyi, Almanya’ya
gelme sebebimizi, sevdiğimiz renkleri sayıyorduk.
Ne çok ülke vatandaşı aynı çatı altında toplanmıştık.
Arnavutluk, İspanya, Portekiz, İtalya, Bosna
Hersek, Amerika, Romanya, Yunanistan, Polonya,
belki daha da vardı.
Eski sınıfımda hepimiz Örnek Mahallesi‘ndendik.
83