Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ve kalıplaşmış bilgilerden uzaklaşarak
farklı bir gerçeğin olasılığına
inancımız artar. Diğerkâmlık, hoşgörü,
duyarlılık, anlayış vs. artar,
çünkü sınırların ötesinde bir sınır
olduğunu bilir. Tek dil konuşanlardan
ziyâde bildiğin diller çerçevesinde
kendi sınırlarını kendin oluşturursun.
Ne kadar çok dil bilirsen
o kadar çok bildiğin dillerin sınırlarını
tanırsın. Bir dilde düşünürken
çıkmaz sokağa girdiğinde duvara
toslarsın bazen. Duvarın ötesindeki
yoldan haberdar olduğun için
ya duvarı yıkarsın ya da kanatlanıp
uçarsın.
Dil zihnimizin hazinesi ve sermayesidir.
Yola çıktığımız coğrafyada
kelime dağarcığımızdan besleniriz
ve bu beslenme ağırlığına göre
o bölgedeki varoluşumuza kefil
olur. Bir bölgede var olabilmenin
temeli dil bilmekten geçer. Dile
ne kadar hâkim olursan yaşamın
da bir o kadar garantilenir. Daha
fazla yol kat edebilmek için sermayeyi
sürekli katlamak gerek.
Sermayen ne kadar büyük olursa
diğer bir dile olan yatırımın da o
kadar sağlam ve kârlı olur. İlerleyen
yıllardaysa kârı ve zararı ile gelecek
nesillere miras bırakılır. Bu
kapsamda dillerin birbirine olan
rekabeti kaçınılmaz olur. Algılar
hiyerarşik bir sistemde birleşir ve
belli diller bu sıralamada asla rağbet
görmez. Örneğin Avusturya’da
Almanca, İngilizce, Fransızca, İspanyolca,
İtalyanca gibi diller ön
planda tutulurken Türkçe, Kürtçe,
Arapça, Boşnakça, Sırpça gibi diller
küçümsenir ve bu dilleri konuşan
insanlar hayata bir sıfır geriden
başlamış gibi lanse edilir. Ben
de bu durumdan muzdaribim.
Avusturya’da yaşayan birisi olarak
hakkımızda sürekli istatistikler
çıkarılıyor ve sanki çok dil bilmek
bir dezavantajmış gibi basında
gündem konusu oluyor. Hiçbir zaman
hakikati yansıtmayan istatistikler...
Babam küçük yaşlarda gelmiş bu
topraklara. Türkiye’deki eğitim
hayatını yarıda bırakarak dedeme
eşlik etmiş. Annem Türkiye’de dönemin
şartlarından dolayı ancak
ilköğretimi tamamlayabilmiş. O
da genç yaşlarda gelmiş ailesiyle
Avusturya’ya. Bu coğrafyada kesişmiş
yolları. Babam erken yaşta
gelmenin avantajıyla Almancayı
bir hayli öğrenmiş. Annemse kendini
biraz olsun ifade edebilecek
kadar öğrenmiş onu. Kardeşlerimin
ve benim, eğitim hayatına
atılmadan önce öğrendiğimiz dil
Türkçeydi. Yanlış bilgi aktarırım
çekincesiyle annem bize, Almanca
öğretmeye kalkışmamış. Babamsa
yoğun iş koşullarından
dolayı bildiği dili, bize öğretecek
vakit bulamamış. Bu sebeplerden
dolayı hayatımızın temelini aile
içerisinde öğrenebildiğimiz kadarıyla
Türkçeyle attık. Sadece bir
bölgede alışılagelmiş konuşma
tarzından ziyade, tek bir bölgede
Türkiye’nin farklı bölgelerinin üslubunu
taşıyan insanların birleşiminde
öğrendik Türkçeyi. Zihnimiz
bizi bu dille besliyor, bu dilde
var ediyor ve bu dilde yaşıyorduk.
Almanca konuşamaz duruma gelen
akrabalarımızla iletişim kurabilmenin
yolu Türkçeden geçiyor.
Yaşadığımız coğrafyadan mesafe
yönüyle uzakta kalan aile büyüklerimize
yol oldu Türkçe. Uzakları
yakınlaştıran ve bizi birbirimize
bağlayan dil…
Eğitim hayatına atılmamızla beraber
yaşantımıza Almanca da
eklendi. Bu kapsamda her zaman
dillerin rekabet edercesine
kıyaslandığını bütün şiddetiyle
yaşadık. Türkçe hep bir adım geri
kalmışlığın ifadesini taşımaya başladı.
Etrafımız bunu dayatıyor ama
hissettiklerimiz ve tecrübelerimiz
aksini iddia ediyor. Kimi zaman
Türkçe konuşabildiğimiz için öz
güvenimiz zedelense de bu tür dayatmalardan
güç alarak daha sağlam
adımlar attık bu yolda. Kimi
zaman aksini ispat etmek ve çok
dil bilmenin büyük bir avantaj olduğunu
kanıtlayabilmek için, yolumuza
örülen duvarları aşıp sınır
ötesini görmeye adadık kendimizi.
Kimi zamansa Türkçe konuşabildiğimiz
için entegre olmamakla
suçlandık ve belli kalıplara sıkıştırıldık.
Bir dil yaşantımızı karamsar
düşüncelere hapsedip sınırlar çizerken,
diğer dilde aradık teselliyi.
Türkçenin kelimeleri, deyimleri
ve atasözleriyle umut ışığı yaktık
karanlıklara ve bizi kanatlandırıp
özgürlüğe uçurmasını seyreyledik
dilimizin. Nitekim çok dil bilmek
insanın ufkunu genişletiyor. Bir
dilde edebiyat, kültür, sanat, ilim
vs. gibi alanlarda yoksulluğunu
çektiğin boşlukları diğer dille doldurmak
zenginleştiriyor zihnimizi.
Her alanda sınırlardan soyutlanıp
uçsuz bucaksız imkânların varlığında
kaybolarak ilerliyorsun baş
koyduğun yolda. Dillerin birbirine
olan düşmanlığını unutup güzelliklerini
öne çıkardığın zaman, faydalanıp
lezzet almaya başlıyorsun.
Bazen yokuşlu, taşlı, engebeli, yollar
çıkıyor insanın karşısına fakat
bu yolları aşmak ve hissiyatlarına
tercüman olacak tabirlere ulaşmak,
değiyor çektiğin sıkıntılara.
Kendini anlamak ve anlatabilmek,
dilin sunduğu ifadeler kadardır.
Bazen öyle durumlar vardır ki dilin
kelime hazinesi kifayetsiz kalır
38