09.09.2020 Views

Telve

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

du. Onları şimdi yerleştirmek istemiyordu.

Ayaklarının dibinden ayrılmayan Lili’nin mamasını

verdi. Seramik sürahiyi alıp serin suyla doldurdu

ve tekrar salona yöneldi. Çiçekleri onu bekliyordu.

Onun ilgisini, sevgisini... “Çocuklarım!” derdi onlara.

Eskiden ailesi ve arkadaşları solmuş veya ölmek

üzere olanları saksılarıyla birlikte ona getirirlerdi.

Çünkü onun elinde hepsi bir süre sonra canlanıp

tekrar çiçek açarlardı. Bugün de her gün olduğu gibi

çiçeklerini kontrol ediyor, toprağı kuruyanlara su veriyordu.

Bir yandan da özlemle ormanına bakıyordu.

Çiçeklerin kurumuş dallarını, dökülmüş yapraklarını

tek tek, özenle, hiçbir acelesi yokmuşçasına ayıklıyordu.

Zaten hiçbir acelesi de yoktu. Korkusu da

yoktu aslında. Her şeye inat yıllardır günaşırı ziyaret

ettiği sırdaşına gidip içinde yürüyüş yapabilirdi.

Güneşin tadını çıkarabilirdi. Ağaçlara sırtını dayayıp

oturabilirdi. Korkusu ölmek değildi. Onun için korku

sözcüğü ölümle hiç buluşmamıştı. O sadece cansız

bedeninden kaçılacak bir ölüm istemiyordu. Özellikle

de yalnız gömülmeyi hiç istemiyordu. En azından

buna hakkı vardı. Eğer böyle bir şekilde ölecekse de

gömülmeyi değil yakılmayı istiyordu. „Bu şekilde

virüsten arınmış, temiz ve kimseye zararım olmadan

gitmiş olurum“ diye düşünüyordu. Dünkü telefon

konuşmasında da böyle tembihlemiş, böyle vasiyet

etmişti kızına. Ailesinin bile katılamayacağı bir cenaze

törenini asla istemiyordu. Sahipsiz bir köpek gibi

yalnız ve kimsesiz... Ormanın çimle serili alanında

köpeklerini gezdirmeye getiren aileleri görünce ‘Onlar

bile yalnız değiller.’ diye mırıldandı.

İçten içe olanlara hayret ediyor, küçücük bir virüsün

bütün dünyayı bu denli etkileyişini anlayamıyordu.

Dahası son yolculuğu için endişeleneceği aklından

bile geçmezdi. “Hayat sürprizlerle dolu.” diye geçirdi

içinden. Her zaman da böyle olduğunu düşünmüştü.

Eşi Paul ise ona hiç katılmazdı “Daha ne göreceğiz

Erika!” derdi.

Bazen eşine hak vermek istese de hayat her defasında

sürprizlerle dolu olduğunu göstermişti. Yıllar geçtikçe

de daha iyi anlamıştı: Her ne kadar bu sürprizler

bazen umut verseler de aslında onların çoğu sevimsiz

şeylerdi. Bazıları gerçekten de çok sevimsizdi.

Bir anda gözlerinin önünde anılar canlandı ve onlara

dalıp gitti. Uzunca bir süre geçmişe yolculuk yaptı.

Anılar tekrar solmaya başlayınca yavaş yavaş kendine

geldi. Güneş de parlaklığını yitiriyordu. Elindeki

sürahiyi bir kenara koydu. Televizyonu açtı. Bir

spikerin ince ve tiz sesi kulağına geldi. Dışarı çıkma

yasağına uymayan vatandaşlara para cezası kesileceğini

bildiriyordu. Ardından bir muhabirin, parkta

oturanlara ‘Neden yasağa uymuyorsunuz?’ sorusuna

‘Biz risk grubunda değiliz ki!’ diye cevap veren

gençlerin sesini işitti. Televizyonu kapattı. Eski ahşap

saatin seslerinden başka bir şey duyulmuyordu

artık. Tik, tak, tik, tak…

Salonun camlarını açtı. Sehpanın üzerinde geçen haftadan

kalma gazeteler, bulmacalar uçuştu. Rüzgâr,

seyrek ve gri saçlarının arasından geçip odayı selamladı.

Temiz havayı içine çekti. Sonra yatak odasına

gidip oradaki camları da açtı. Ormanın kokusu bütün

evi sarmıştı. Gözlerini kapayıp pencereye yaklaştı.

Pencereden eğilerek bedeninin üst bölümünü aşağı

doğru sarkıttı. Sanki dışarıdaydı ve özgürdü. Özgürlük,

yalnızlığının tek ilacıydı. Günün geri kalanına

yetecek kadar özgürlük depolayınca tekrar içeri girdi.

Esintinin sevinçle aktığı koridordan yürüdü. Rahatlamış

bir şekilde mutfağa geçip kahvesini hazırladı.

Tabakta duran kruvasanın yanına, geçen yıl kızıyla

yaptığı kayısı marmelatından koydu. Eşinin sevdiği

marmelatlı kruvasan ve az sütlü kahve ile tekrar salona

geçti. Güneş göğü kızıla boyayarak batmaktaydı.

Her zaman olduğu gibi eşi için bir mum yaktı ve onu

masada duran gümüş çerçevenin önüne koydu. İçinde,

eşinin takım elbiseli ve siyah beyaz çekilmiş bir

fotoğrafı vardı. Yüzünde belli belirsiz bir tebessümle

ona bakıyordu. Yaşlı kadının gözleri nemlenmişti ve

ince dudaklarından;

“Daha göreceklerimiz varmış canım.” cümlesi döküldü.

Hava kararmıştı. Yoldan artık hiçbir şey geçmiyordu,

zamandan başka.

ZÜMRA UFUK

T

1985 İzmir doğumlu. İstanbul Aydın Üniversitesi

İnternet Gazeteciliği ve Yayıncılığı bölümünü

ve Bahçeşehir Üniversitesi Görsel İletişim

ve Tasarım bölümlerini tamamladı. Yüksek

Lisansını Viyana Üniversitesi İletişim

Bilimleri’nde bitirdi. YTB Türkçe Ödüllerine

Deneme ve Öykü kategorilerinde katıldı.

Viyana’da yaşıyor.

14

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!