Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Erol Göka-Türk’ün Göçebe Ruhu
Ecem Tuba Hızarcı
Türk’ün Göçebe Ruhu, yüzlerce yıl sürmüş göçebe tarihimizi
ve bu tarihin bizlerde bıraktığı etkileri anlamak
için ele aldığımız çok önemli bir başvuru eseridir. Yazar
ve psikiyatr, Erol Göka, güzel ve akıcı bir üslupla, eserinde
verdiği bilgilerin kaynaklarıyla, farklı araştırmalarla
bizlere iki bölüme ayrılmış bir kitap sunuyor. Türk’ün
Göçebe Ruhu’nun ilk bölümü “Göçebelikten Bugünlere”
diye adlandırılmış ve tarihsel açıdan Türk göçebelik tarihini
ele alır; ikinci bölüm ise, “Ruhumuzdaki Göçebelik
Mirası”’ adını taşır ve bugün Türk toplumunun psikolojisinde
ve gündelik yaşantısında göçebe hayatının bıraktığı
izleri anlatır.
Birinci bölümde, yazar Türk toplumunun göçebeliğini
ön plana alıyor ve bu önemli göçebeliğin diğer toplumlara
göre farklarından bahsediyor. İlk bölümün kronolojik
bir şekilde ilerlediğini söyleyebiliriz. İslam öncesi ve İslam
sonrası Türk göçebeliği baş konulardan biridir. Erol
Göka, Türk tarihinin tanıdığı, kendilerini ilk Türk olarak
sayan Göktürkler’den başlayıp daha sonra devam eden
farklı toplumların göçebe hayatına karşı hareketlerini ve
özelliklerini sunar. Nasıl, neden ve ne zaman Türklerin
yerleşik yaşama geçmeye başladıkları konusu, birinci bölümün
önemli konularından biri.
“Türklerin Anadolu’daki acılar ve zaferlerle dolu öyküsü,
bir yanıyla da yerleşiklik ve göçebelik arasındaki kendine
özgü gerilimin öyküsüdür.” diyor kitabında Göka. Okudukça,
Türklerin kendilerine has çoğu yaşam özelliklerinin
yerleşik yaşama geçişe karşı sorgulayıcı olduklarını
anlıyoruz ancak yeniliğe, değişime ve uygarlığa karşı
iyimser bakışları aynı zamanda onlar için büyük bir avantaj
olmuş.
Erol Göka, bizlere Türklerin göçebeliğinin bir dikey
göçebelik olduğunu, mekân değişimine karşı Türk toplumunun
göçebeliğinin nasıl benzer kaldığını ve “Türk
grup davranışı” olarak adlandırdığı, “Kültür Koduna”
benzer terimleri bizlere sunuyor. Anadolu’ya giden Türk
göçebelerin daha sonra kentlileşme, İslamlaşma ve modernleşmeye
karşı nasıl davrandıklarını öğrenebiliyoruz.
Yazar yaptığı açıklamaları tarihî, mimari ve birçok farklı
ögelerle vurguluyor. Günümüzde Türk toplumunun sergilediği
davranışları ve tarih boyunca ne zaman toplumsal
davranışların değişime uğradığını anlamak ve kavramak
için göçebe tarihimiz hakkında bilgi edinmemiz gerektiğini
anlıyoruz kitapta. Erol Göka, modern dünyada göçebeliğin,
mekân değişiminin, eski zamanlara nazaran nasıl
daha hızlı bir şekilde gerçekleştiğini de belirtiyor.
Göçün tarihsel sürecini okuduktan sonra, ikinci bölümde
ayrıntılı bir şekilde bölümün isimlerinin belirttiği gibi,
“Ruhumuzdaki Göçebelik Mirası”’nı yani göçebelikten
kalma, toplumsal hayatımıza yansıyanları, Türk toplumunun
psikolojinde göçebeliğin görünümlerini ve son
olarak da göçebeliğin bize miras bıraktığı sözlü toplum
karakteristiğinin özelliklerini öğreniyoruz. Göka bizlere,
“Türklerin davranışları geçen bin yıllık zamana rağmen
nesillere aktarılıp durmaktadır.” diyor; Türk toplumu
göçebe tarihinin mirasına sahip. Bu, doğal olarak, zihniyete,
hareketlere ve psikolojiye yansıyor. Bu konulara
değinmek için daha önce yapılmış araştırmalardan bahsediyor
yazar ve bizlerin Dede Korkut Kitabı gibi örneklerle
bu mirası daha iyi görmemizi sağlıyor. Kitabın en
önemli sözlerinden biri şu olabilir: “Dil, basit bir iletişim
aracı değil, aynı zamanda bir topluluğun tüm yaşamının
da aynasıdır.” Bu sözle, dilin ve tarihin bağlı olduğunu,
günümüzde kullandığımız kelimelerin Erol Göka’nın
verdiği birçok örnekle, köklerine ve anlamlarına inildiğinde,
Türk toplumunun karakteri hakkında bizlere bilgi
verdiklerini fark ediyoruz. Türk göçünün söz kültürüne
dayalı olduğunu, sözün günümüzde de toplumumuz
için önemine ve yansımasına dikkatimizi çekiyor yazar.
118