ISLAM MEDENİYETİ VE FUAT SEZGİN PROJESİ
Education Education
Prof. Dr.Fuat SezginMimar SinanAli KuşçuFarabiİbni SinaPiri ReisKatip ÇelebiÖmer HayyamT.C. BÜYÜKÇEKMECEİLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜYIL: 2020 / Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Yayınıdır.
- Page 3 and 4: “İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin
- Page 5 and 6: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 7 and 8: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 9 and 10: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 11 and 12: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 13 and 14: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 15 and 16: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 17 and 18: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 19 and 20: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 21 and 22: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 23 and 24: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 25 and 26: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 27 and 28: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 29 and 30: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 31 and 32: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 33 and 34: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 35 and 36: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 37 and 38: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 39 and 40: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 41 and 42: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 43 and 44: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 45 and 46: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 47 and 48: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 49 and 50: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
- Page 51 and 52: İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Pr
Prof. Dr.Fuat Sezgin
Mimar Sinan
Ali Kuşçu
Farabi
İbni Sina
Piri Reis
Katip Çelebi
Ömer Hayyam
T.C. BÜYÜKÇEKMECE
İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ
YIL: 2020 / Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Yayınıdır.
“İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi”
Gençlik ve Spor Bakanlığımızın desteklemiş olduğu Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz
koordinesinde yürütülen İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesiyle bizim öğrencilerimize
öğretmenlerimize Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın şahsında İslam Bilim Tarihinin ne demek
olduğunu anlatıyoruz. İslam Tarihine mâl olmuş, tarihi ve bilim dünyasını yapılandırmış olan
bilim insanlarının bizlerde hangi hakikatleri ve gelişmeleri orataya koyduğunu bu proje sayesinde
genç kuşaklara anlatmış oluyoruz. Gerek çekilen videolarla gerek okullarda yapılan çalışmalarla,
etkinliklerle öğrencilerimiz Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın şahsında büyük İslam düşünürlerini, İslam
bilginlerini tanıyorlar. İslam Bilim İnsanlarımızın üretmiş oldukları bilimi tekrar bugün daha ileriye
nasıl taşıyabilecekleri konusunda büyük bir öz güvene sahip hale geliyorlar. Bu proje ile Türkiye artık
Büyükçekmece özelinde kendine yeniden bilim dünyasında üretebileceğine dair özgüvenini kazanıyor.
Bu çocuklar gelecekte İbni Sinaların, Farabilerin, Ali Kuşçuların olduğu yerin çok daha ötesinde bir
yere gelerek; batıya doğru akan nehrin batıyı yeniden yıkamasına, batıyı yeniden aydınlatmasına,
batıyı yeniden temizlemesine vesile olacaktır. Bu neslin yetişmesine öncülük ettiği için Prof. Dr. Fuat
Sezgin Hocam ve onun şahsında bütün bilim insanlarımıza; aynı zamanda bu projeyi koordine ettiği
için İlçe Proje Koordinatörümüz İlker Bayrak, projede görev alan tüm öğretmen ve öğrencilerimize
bir kez daha teşekkür ediyorum. Öğrencilerimizin bu projede gerçekten büyük emekleri var, yeniden
bilimsel üretimi gerçekleştirebilecekleri özgüveni sağlamış olmaları ümidi ile hepsine başarılar
diliyorum.
Hasan UYGUN
İlçe Milli Eğitim Müdürü
İmtiyaz Sahibi
Proje ve Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Adına
Hasan Uygun
Proje Koordinatörü
Gülden Bayrak
Yayın Yönetmeni
İlker Bayrak
Yayın ve Bilim Kurulu
Prof. Dr. Hülya Aşkın Balcı
Prof. Dr. Yıldız Kocasavaş
Güler Biçici
Grafik Tasarım
Burçak Karahacıoğlu
Basım Tarihi
Nisan 2020
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Etkinliklerden Görüntüler- Videolar
İslam Medeniyeti
Ali Kuşçu
Farabi
İbn-i Sina
Piri Reis
Ömer Hayyam
Katip Çelebi
Mimar Sinan
Prof. Dr. Fuat Sezgin
Islamic Civilization And Fuat Sezgin
6
9
10
20
23
27
30
33
36
40
43
48
Fuat Sezgin
Sahneler
Fuat Sezgin’in
Hayatından
Kesitler
Dünden
Bugüne
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
İslam Medenİyetİ
&
Fuat Sezgİn
Projesİ
PROJENİN TANIMI
Büyükçekmece İlçemizde İslam Medeniyeti ve Müslüman Bilim Adamları üzerine dijital bir portalın
geliştirilmesi sağlanacak; artırılmış gerçeklik teknolojisi ile zenginleştirilecek e-içerikler güvenli ve
ücretsiz bir şekilde başta ortaokul; ortaöğretim ve yükseköğretim öğrencilerinin yararına sunulacak;
projede gönüllü görev alacak gençlerle portalı tanıtan bir konferans gerçekleştirilecek ve bilim yürüyüşü
düzenlenecektir.
PROJENİN GEREKÇESİ
Toplumun değişik katmanlarında meydana gelen değişimlerden eğitim sistemlerinin etkilenmemesi,
değişim ve dönüşümlere karşı duyarsız kalması düşünülemez. Eğitim sistemimizde e-içerikler, e-içerik
geliştirme süreci, teknoloji destekli eğitim çalışmaları yoğun olarak devam etmektedir. Yaptığımız
saha araştırmalarında, ortaokul ve ortaöğretim öğrencilerine yönelik İslam Medeniyeti ve Müslüman
Bilim Adamlarını ihtiva eden e-içeriklere rastlanmamıştır. İslam Medeniyetini merak eden, bu alanda
araştırma yapan, çalışmak isteyen gerçek kişi ve kurumların başvurabilecekleri bir portal yoktur.
Hazırlanan e-içerikler daha ziyade Matematik, Fen Bilgisi, Yabancı Diller gibi belli ilköğretim ve ortaöğretim
müfredat konuları ile sınırlı kalmaktadır; İslam Medeniyetini, İslam Medeniyetinin Dünya
Medeniyetine katkılarını anlatan ve Müslüman Bilim Adamlarını tanıtan e-içerikler geliştirilmesi gerekmektedir.
Yaptığımız anket çalışmasında gençlerin %65’i Müslüman Bilim Adamlarını tanımamaktadır.
İslam Medeniyetinin Dünya Medeniyetine katkıları hakkında fikirleri sorulan gençlerin %52’
“fikrim yok” cevabını vermiştir.
PROJENİN GENEL AMAÇLARI
• İslam Medeniyeti ve Müslüman Bilim Adamları üzerine dijital bir portalın geliştirilmesini sağlamak.
• İslam Medeniyeti ve Müslüman Bilim Adamları üzerine dijital içeriklerin başta ortaokul; ortaöğretim
ve yükseköğretim öğrencilerinin, araştırmacıların sonra genel halkımızın kullanımına sunmak.
6
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
• İslam medeniyetindeki bilimsel ve teknolojik çalışmaların kurumsal çerçevesinin değerlendirilmesi,
eğitim- öğretim ve araştırma mekânlarının tanıtımını yapmak.
• Müslüman bilim adamları ile ilgili inovatif e-içerikler hazırlamak.
• İslam Medeniyetinde bilimsel ve teknolojik etkinliğin ortaya çıkış ve gelişim süreçlerinin aydınlatılmasına
katkı sunmak.
• İslam Medeniyetinin araştırma mekânlarının rasathane, kütüphane, hastane, eczane, medrese vb.
araştırılmasına zemin hazırlamak.
• Müslüman bilim adamlarına temas edilmesini sağlamak.
• Öğrenmenin odağında bulunan insanın yaşam boyu öğrenmesi ve nitelikli yetişebilmesi için en
doğru, etkin ve verimli yöntemler, stratejiler, teknikler geliştirmek ve bu teknikleri belirlenen
konu alanı ile buluşturmak.
Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Projeleri Destek Programı 2019-1 Özel Çağrı
Kapsamında Desteklenen “İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin” Projesinin aşağıdaki
başlıklarda e-içerikleri oluşturulmuştur.
I. İslam Medeniyetini Hazırlayan Ȃmiller
1. Medeniyet Tarihi: Yunan, İran, Hint, Mısır,
Mezopotamya Medeniyetleri
2. Farklı Medeniyet Dairelerinin Türk İslam
Medeniyetine Etkileri
3. İslam ve Bilim
II. İslam Medeniyetinin Tanıtılması
1. Eğitim- Öğretim ve Araştırma Mekânları
2. Uzay- Gökyüzü- Rasathane- Astronomi
3. Eczacılık ve Tıp
4. Musiki ve Farklı Disiplinler
III. İslam Medeniyetinin Başta Batı Medeniyeti
Olmak Üzere Dünya Medeniyetine Katkıları
a) Karanlık Oda ve Gözün Özellikleri
b) Uçmak
c) Sabun
d) Kimyanın Gelişimi
e) Mil Sistemi
f) Kubbe ve Kemer
g) Cerrahi Aletler
h) İlk Aşı
i) Keşifler
j) Astronomi
IV. Büyük Şahsiyetler/ Müslüman Bilim
Adamları
a) Farabi
b) İbn-i Sina
c) Ali Kuşçu
d) Ömer Hayyam
e) Mimar Sinan
f) Katip Çelebi g) Piri Reis
V. Prof. Dr. Fuat Sezgin
VI. Kaynakça
7
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
PROJEDE UYGULANACAK YÖNTEMLER
KURAMSAL YAKLAŞIM
• e- İçerik Portalının hazırlanmasında TPİB (Teknoloji, Pedagoji, İçerik Bilgisi) Modeli uygulanacaktır.
TPİB Modeline göre, İslam Medeniyeti ve Bilim Adamları öğretim konularının aktarılmasında
farklı teknikler kullanmada uzman yardımına başvurulacaktır. Video sektöründe, kliplerde, reklamlarda
hatta haber programlarında sıkça gördüğümüz Green Screen teknolojisi, yeşil veya mavi
arka plan ile iki farklı videoyu birbirine iç içe geçirmek için kullanılır. Bu şekilde tehlikeli, yüksek
miktarda harcama gerektiren sahneler ve çekilmesi imkânsız olan bilim kurgu filmlerinin kolay
şekilde çekilmesi mümkün olur.
• Son yıllarda Green Screen teknolojisi hemen hemen her alanda kullanılır hale geldi. Çoğu dizi ve
film sahnelerinde hem maliyet hem de zaman açısından tasarruf sağlamak amacıyla bu teknoloji
yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Peki bu teknoloji eğitimde ve İslam Medeniyeti ve Müslüman
Bilim Adamları E- İçerik Portalında neden kullanılmasın? İslam Medeniyetine dair öğretim
yöntem ve tekniklerinin çeşitli çoklu medya ortamlarla e-içerikler hazırlanarak çeşitlendirilmesi
önemli bir adım olacaktır. Akli bilimler ile nakli bilimler arasındaki etkileşimin değerlendirilmesi
sonucu oluşacak portal, basit bir veri tabanı değildir. Bilimler ve disiplinler arası etkileşimin daha
iyi vurgulanması için farklı alim ve bilim insanı profillerinin karşılaştırılmaları analiz sonuçları ile
beraber yer alacaktır.
• Projede Karşılaştırmalı tarih tekniği de kullanılacaktır. Proje kapsamında çağrı metninin ruhuna
uygun bir fark ve katma değer oluşturacaktır. Gençler bu çalışmanın aktörü olarak, Yapılandırmacı
Eğitim yaklaşımına göre 5 E Öğrenme Döngüsünün bilhassa Explore basamağı ile ilgili
senaryolarda yer alacaklardır. Öğrencilerle İslam Medeniyetine dair dramalar ve küçük videolar
da hazırlanacaktır. Green Screen Teknolojisinde, Sahneler yeşil ya da mavi arka plan önünde çekilir.
Daha sonra özel bilgisayar programları sayesinde bu yeşil ya da mavi fon silinerek videoda
kullanılacak olan arka plan, efektler, ya da istenen başka bir video montajlanır. İslam Medeniyetinin
yetiştirdiği Mimar Sinan’ın konu edindiği e-içerikte, bir senaryoda; arka fonda Mimar Sinan
Köprüsünün verildiği e-içerikler buna güzel bir örnek olarak gösterilebilir. Yine bu teknoloji ile
hazırlanacak e-içeriklerde Selimiye Camii, Şehzadebaşı Camii sırayla yer alabilecektir. Etkili BİT
entegrasyonunun İslam Medeniyetinin ifadesinde etkin bir araç olarak kullanılması düşünülmektedir.
Avrupa’da Ortaçağda ruh hastalığı olanların yakıldığı bir dönemde;
Sultan II. Bayezid Külliyesi Edirne Darüşşifasında, böyle hastalıkları olanlar
Rönesans devrinde ve tıp tarihinde bir eşine daha rastlanamayacak
şekilde musiki ile tedavi edilmekteydiler. Artırılmış Gerçeklik kullanılarak
Darüşşifanın e-içerik konusu olması buna yine güzel bir örnek olarak
gösterilebilir. Gençler bu çalışmanın aktörü olarak, Yapılandırmacı Eğitim
yaklaşımına göre 5 E Öğrenme Döngüsünün bilhassa Explore basamağı ile
ilgili senaryolarda yer alacaklardır. Öğrencilerle İslam Medeniyetine dair
dramalar ve küçük videolar da hazırlanacaktır.
İslam Medeniyeti
ve Fuat Sezgin
Projesi Kolaj
8
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Etkinliklerden Görüntüler
& Videolar
Gençlik Projeleri Destek Programı 2019-1 Özel Çağrı Kapsamında Gençlik ve Spor
Bakanlığı tarafından desteklenen “İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin” Projesi kapsamında
öğrencilerimiz Prof. Dr. Fuat Sezgin başta olmak üzere Ali Kuşçu’dan Farabi’ye; Farabi’den
Ömer Hayyam’a; Ömer Hayyam’dan Piri Reis’e, İbn-i Sina’ya; İbn-i Sina’dan Katip
Çelebi’ye kadar onlarca bilim insanını hazırladıkları kısa filmler ve tarihi kostümlerle
canlandırdılar. Green Screen / Yeşil Ekran teknolojisi kullanılarak montajlanan ve
zenginleştirilen içeriklere ilçe milli eğitim müdürlüğü internet sitemizden ve proje portalı
www.islammedeniyetivefuatsezgin.com ve Büyükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
resmi internet sitesi http://buyukcekmece.meb.gov.tr/ adreslerinden ulaşabilirsiniz.
9
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
İSLAM MEDENİYETİNİ HAZIRLAYAN AMİLLER
1. Medeniyet Tarihi: Yunan, İran, Hint, Mısır ve Mezopotamya Medeniyetleri
Bilim, tüm insanlığın ortak mirasıdır. İslam medeniyetinin
gelişmesinden önce İskenderiye,
Cündişapur ve Edessa (Harran) gibi üç büyük
kültür merkezi bulunmaktaydı. Bu bölgeler aynı
zamanda dönemin önemli birer tercüme merkezleriydi.
Roma İmparatorluğu’nun baskısı altında
olan bilim adamları ve filozoflar Suriye ve Irak
toprakları üzerinde bulunan Edessa’ya sığındılar.
Burada Nesturi ve Ya’kubi bilim adamlarının
Yunan felsefe ve tıp eserlerini önce Süryanice’ye
daha sonra da Arapça’ya çevirmeleriyle birlikte
büyük bir bilimsel atağa geçtiler. Bilim adamları
yine bölgedeki baskıdan kaçmak için Pers ülkesindeki
Cündişapur’a yerleştiler. Bizans imparatoru
Jüstinyen tarafından sürgün edilen bazı filozoflar
da bölgeye gelerek bu bilim adamlarına
katılmış ve İran’ın Ahvaz yakınlarında bulunan
Cündişapur şehri önemli bir entelektüel başkent
haline gelmiştir. Burada yaşanan hoşgörü ortamında
Yunan-Mısır, İran-Hint ve Yahudi-Hıristiyan
geleneksel kültürleri karşılaştılar ve önemli
eserleri tercüme ederek İslam bilim ve medeniyetinin
gelişmesine katkı sağladılar.
2. Farklı Medeniyet Dairelerinin Türk-İslam Medeniyetine Etkileri
İslam dünyası VII. yüzyılda fetihler yoluyla, sınırlarını
kuzeyde Anadolu ve Batı İran’a güneybatı
da ise Mısır’a kadar genişletmişlerdir. Müslümanlar
bu şehirlerde önce Roma ardından Bizans
hâkimiyeti altında yaşayan halka iyi davranmışlar
ve bu dönemde bilim ve teknik bilgilerini de
geliştirmişlerdir. Müslümanlar Kıbrıs, Rodos ve
Sicilya kıyılarını ele geçirerek fethettikleri bölge
halklarıyla (İran, Mısır, Yunan) işbirliği yapmışlar
ve bilimde ilerlemeye devam etmişlerdir. Tercüme
faaliyetleri de bu çalışmalarını geliştirmelerinde
önemli bir rol oynamıştır. Bu kültür bölgeleri
dışında Emeviler döneminde Horasan’ın fethi
ile de alanında önemli eserler Sasanilerden Araplara
geçmiştir. Ayrıca bu dönemde Maveraünnehir,
Sistan, Kuzey Afrika ve Anadolu’ya seferler
düzenlenmiştir. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmaya
başlamasıyla birlikte Türk-İslam devletleri
de İslam bayrağının taşıyıcısı ve koruyucusu
olmuşlardır.
10
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
3. İslam ve Bilim
Din kavramı, Mısır, Hind, Yunan ve Mezopotamya gibi medeniyetler üzerinde olduğu gibi İslam medeniyetinde
de etkili olmuş ve onu şekillendirmiştir. Müslüman toplumlarda bilim ve medeniyetin
gelişmesinde temel dinamizm kaynağı İslam dinidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed bizzat ilme
önem vermiş ve onu elde etme konusunda teşvik edici olmuştur. Özellikle Bedir’de savaş esirlerini
on müslümana okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması onun ilme, eğitime verdiği
değeri göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Hz. Muhammed ile temeli atılan İslam devleti döneminde olduğu gibi sonrasında kurulan Emevi ve
Abbasi devletleri de bilimi desteklemiştir. Emeviler döneminde başlayan tercüme faaliyetleriyle birlikte
Süryanice, Yunanca hatta Kıptice birçok eser Arapçaya çevrilmiş ve İslam dünyasında bilimsel
çalışmalar büyük bir ivme kazanmıştır. Abbasiler döneminde İslam medeniyeti en parlak ve verimli
dönemlerinden birini yaşamıştır. İspanya’da kurulan Endülüs
Emevileri döneminde İslam medeniyeti en yüksek zirve
noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde tarih,
coğrafya, edebiyat, felsefe, tıp, kimya,
astronomi, tıp ve musiki gibi alanlarda
yaşanan gelişmeler sonucunda
İslamiyet artık Avrupa tarafından da
tanınmaya başlanmıştır. Müslüman bilim
adamları farklı alanlarda yapmış
oldukları bu çalışmalar ve tercüme faaliyetleriyle
İslam medeniyetinin gelişmesine
katkı sunmuşlardır.
Bilimsel faaliyetler dini açıdan büyük
bir itibar görmüş ve hükümdarlar
tarafından da teşvik edilerek ödüllendirilmiştir.
İslam medeniyetinde
yaşanan bu gelişmeler neticesinde
Bağdat’tan Endülüs’e kadar modern
bilimsel teorilerin öncülüğünü yapan
bilim adamları,
doğudan batıya
bir bilim köprüsü
inşa etmişler ve Av- rupa’da Rönesans
hareketinin başlamasında etkili olmuşlardır.
Ünlü bilim tarihçisi Fuat SEZGİN de İslam dünyasında bilimsel faaliyetlerin
IX. yüzyıl ve XV. yüzyıl arasında büyük bir gelişme kaydettiğini belirtmektedir.
İslam Medeniyeti
Müzesi
11
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
İSLAM MEDENİYETİNİN TANITILMASI
1. Eğitim-Öğretim ve Araştırma Mekânları
Başlangıçtan itibaren İslam devletleri ilim, bilim,
kültürel-sanatsal faaliyetleri ve benzeri çalışmaları
desteklemişlerdir. İslam tarihinde açılan ilk
eğitim-öğretim kurumu, Hz. Peygamber’in mescidinin
bitişiğine yapılan Ashab-ı Suffe’dir. Abbasiler
zamanında Bağdat’ta kurulan ve içinde
kütüphane, rasathane gibi bölümler olan Beytü’l
Hikme’de Yunanca ve Farsçadan birçok kitap
Arapçaya çevrilmiştir. Astronomi, matematik, tıp
gibi ilimlerle ilgili çalışmalar yapılmıştır.
Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın emriyle
vezir Nizamu’l Mülk tarafından 1066 yılında
Bağdat’ta “Nizamiye Medresesi”nin kurulması
önemli bir dönüm noktasıdır. Nizamiye Medreseleri,
dönemin yükseköğretim düzeyinde derslerin
verildiği bir eğitim kurumudur. Ardından İslam
coğrafyasında Basra, Belh, Nişabur, İsfahan, Herat
ve Musul’da açılan medreselerin yanında Konya’da
açılan Karatay Medresesi, Sırçalı Medrese
ve Sivas’ta açılan Gök Medrese dönemin önemli
eğitim öğretim kurumları olmuşlardır.
İspanya’da Endülüs Emevî Devleti’nde kurulan
Kurtuba Medresesi’nde ileri düzeyde eğitim verilmesi
nedeniyle Hıristiyan aileler de eğitim için
bu medreselere öğrenci göndermişlerdir. Bu eğitim
kurumları Osmanlı Devleti döneminde de gelişerek
devam etmiş ve İstanbul’da Fatih Sultan
Mehmet döneminde Sahn-ı Seman, Kanuni Sultan
Süleyman döneminde ise Süleymaniye medreseleri
bunlardan başında gelmektedir.
İslam medeniyetinde bir eğitim kurumu olan kütüphaneler
aynı zamanda araştırma merkezidir.
İslam dünyasında kültürün en yüksek seviyeye
ulaştığı XI. ve XII. yüzyıllarda pek çok şehirde
kurulan çok sayıda kütüphane ve yüz binlerce
cilt yazma eserin bulunduğu bu mekânlar önemli
birer eğitim ve araştırma mekânlarıdır.
2. Uzay-Gökyüzü-Rasathane-Astronomi
İnsanlar tarih boyunca gökyüzü hareketlerini incelemiş
ve bu hareketliliği anlamlandırmaya çalışmışlardır.
Müslümanlar da kozmoloji hakkında
ilk bilgileri Kur’an-ı Kerim’den öğrenmişler ve
özellikle Hz. Muhammed’in ibadetleri yerinde ve
zamanında yapmak gerektiği konusunda tavsiye-
12
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
lerde bulunması astronomi çalışmalarına önem
verilmesine sebep olmuştur. Müslümanlar, günlük
hayatta ve dini vecibelerin yerine getirilmesi
konusunda gökyüzünden, astronomi biliminden
faydalanmışlardır. Müslümanların bilimsel olarak
astronomi ile ilgilenmeleri Emeviler Dönemi’nde
tercüme faaliyetleri ile başlamıştır. Müslüman
Araplar ibadet vakitlerini belirlemek amacıyla
“Muvakkithaneler” açmışlardır. Astronomi eğitimi
veren bu kurumlar araştırma içerikli bir gözlemevi
vazifesi de görmekteydi.
Birçok araştırmacı ve Fuat SEZGİN de İslam tarihinde
ilk kurulan gözlemevlerinin Abbasi Halifesi
Me’mûn tarafından kurulan Şemmâsiye ve
Kâsiyûn rasathaneleri olduğunu kabul eder. Bu
rasathanelerin kurulmasıyla birlikte sistemli ve
düzenli gözlemler başlamıştır. Gözlemevlerinde
yapılan dakik gözlemler sayesinde elde edilen sonuçlar
İslam Dünyası’nda ilk astronomi tabloları
olan “Zic’i” ortaya çıkarmıştır. Abbasiler döneminde
de astronomi çalışmaları devam etmiştir.
Müslümanların bu dönemde astronomi alanında
yaptıkları tercümeler Hint ve İran astronomisinin
etkisi altındadır. Halife Harun Reşid döneminde
tercüme faaliyetlerinde Yunan astronomisi etkili
olmuştur. Müslümanlar ilk iki asır içinde Süryani,
Hind ve Yunanlılara ait temel astronomi eserlerini
tercüme ederek Batlamyus astronomi sistemini
benimsemişlerdir.
İslâm tarihinde kurulan rasathanelerin en önemlileri
Fahrüddevle (Rey), Melikşâh (İsfahan),
Merâga, Semerkant ve İstanbul rasathaneleridir.
İslâm astronomi bilimi bu rasathanelerde yapılan
gözlemler sonucunda gelişti ve Batı’da Rönesans’ın
temellerini oluşturdu. Batı devletlerinde
ise rasathane kurma çalışmaları İslâm dünyasından
yaklaşık beş yüz sene sonra başlamıştır.
3. Tıp ve Eczacılık
İslâm tarihinde tıp bilimi Hz. Muhammed döneminden
itibaren önem verilen bir bilim dalı olmuştur.
Bu dönemde görülen tıp anlayışı daha
çok tecrübeye ve geleneksel yöntemlere göre
yapılsa da Emeviler döneminde tıp alanında çalışmalar
hız kazanmaya başlamıştır. Muaviye’nin
torunu olan Hâlid b. Yezîd’in tıp alanındaki bilgi
ve çalışmaları özellikle de Hind tıbbına ait
“el-Künnaş fi’t tıbb” adlı eserini Arapça’ya tercüme
ettirmesi Araplar arasında Hind tıp anlayışının
tanınması açısından önemlidir. Ömer b. Abdülaziz’de
Harran’da bir Tıp Okulu kurdurmuştur
ancak İslâm tıbbının gelişmesinde M.350 yılında
Sasanî hükümdarı II. Şâpûr tarafından kurulan
Cündişâpûr Tıp Okulu’nun etkisi büyük olmuştur.
Müslümanlar tarafından yapılan ilk hastane
el-Velid bin Abdülmelik tarafından 706 yılında
Dımaşk’da kurulmuştur. Ardından Mısır, Suriye,
Irak ve Anadolu’da birçok hastane yapılmıştır. Fetihler
nedeniyle geniş coğrafyalara ulaşan Müslümanlar,
farklı medeniyet ve kültürlerle tanıştılar.
Abbasîler döneminde Antik Yunan, Hind ve İran
medeniyetine ait tıp alanındaki eserlerin tercüme
edilmesiyle bilimsel alanda atağa geçmişlerdir.
Abbasî halifesi Mansur döneminde çeviri
faaliyetleriyle tıbbi anlamda büyük bir ilerleme
kaydedilmiştir. Halife Mansur döneminde çevirisi
yapılan her kitabın ağırlığınca altın ödenerek
hekimler ödüllendirilmiştir. Ayrıca bu dönemde
Bağdat, Antakya ve Harran gibi şehirler tıp ilmi-
13
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
nin önemli merkezleri haline gelmişlerdir. Günümüz
anlamında tıp fakülteleri ve hastaneler
kurulması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Yine
bu dönemde Süryanice ve Farsça yazılmış tıbbi
eserler tercüme edilmiştir. Bu çeviri faaliyetlerinde
Irak toprakları üzerinde yaşayan Cündişapûr
tıp ekolüne bağlı olarak yetişmiş Nastûrî hekimlerin
katkısı büyüktür. Aynı zamanda din adamı
olan bu Nastûrî hekimler Sâsânîler döneminde
İran dillerine ve Süryaniceye çevrilmiş olan antik
Yunan, Roma ve İskenderiye tıbbına ait kitapları
Arapçaya tercüme etmişlerdir. Bu tercüme faaliyetlerinin
neticesinde tıp, eczacılık ve toplum
sağlığı gibi alanlarda büyük bir ilerleme kaydedilmiştir.
Abbasîler döneminde tıp alanında yaşanan
bu gelişmeler neticesinde Antik Yunan,
Roma ve Mısır tıp anlayışları İran ve Hind tıbbıyla
birleşerek yeni bir sentez oluşturmuştur.
Yunanistan’dan Suriye’ye geçen tıbbi eserler
başlangıçta Süryanî diline, ardından Arâmice
ve Arapçaya aktarılarak Bağdat, Kahire ve Kurtuba
gibi bilim-kültür merkezlerine ulaşmıştır.
İspanya Yahudileri de bu eserleri Latinceye tercüme
ederek Batı dünyasına aktarmıştır. İslam
dünyasında tıp alanında yaşanan bu gelişmeler
neticesinde birer tıp otoritesi olarak kabul edilen
önemli bilim insanları yetişmiştir. Bu dönemde
İslam coğrafyasında eserleri yüzyıllar boyunca
Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan
Sâbit b. Kurre, Ebû Bekr er-Râzî, Ali b. Abbas
el-Mecûsî, İbnü’l-Cezzâr ve İbn Sînâ gibi büyük
tıp otoriterleri yetiştirmiş bulunuyorlardı.
İslam dünyasında VIII. yüzyıldan itibaren tıp alanında
yaşanan bu gelişmeler neticesinde ilaçlar
ve eczacılık alanıyla ilgili de birçok eser yazılmaya
başlanmıştır. İslâm etkisi altında eczacılık
bilimi (farmakoloji) tıptan ayrıldı ve bir meslek
olarak yeni bir statü kazandı. Emevîlerden Halid
b. Yezid, İskenderiye’deki Yunan Okulu’nun ilaç
hazırlama yöntemlerini öğrendi ve bunu İslam
dünyasına kazandırdı. Ayrıca bu disipline, Cafer-i
Sâdık, Cabîr b. Hayyân, el-Kindî ve er-Razî
gibi dönemin önemli bilim insanları da katkı bulunmuşlardır.
Abbasi Halifesi Me’mûn, ilâçların
devlet kontrolü altında yapılması ilkesini getirerek
tıp ve eczacılık alanına önemli bir katkı sağlamıştır.
Müslüman bilim adamlarının çalışmalarına örnek
olarak el- Kindî birleşik ilâçlar konusunda
da Kitâbü’l-Akrâbâzîn’i yazmıştır. İbn Sînâ’nın
el-Kānûn Fi’t-Tıb adlı eserinin ikinci kitabında alfabetik
olarak 800’ün üzerinde ilâca yer verilmiştir.
Bîrûnî de “Kitab el-Saydala” adlı eserinde ilaç
yapımında kullanılan 720 bitkisel hammadde
olan drogları alfabetik sırayla açıklamıştır. Ayrıca
Bîrûnî, eczacılığın babası olarak kabul edilmiş
ve yazmış olduğu bu eserinde eczacılık mesleğini
tarif ederek eczacının görevlerini açık bir şekilde
belirtmiştir. Dönemin önemli bir ilim, kültür
merkezi olan Kurtuba ‘da dünyaya gelen Zehravî’nin
yazmış olduğu “Kitâb et-tasrif adlı eserinde,
basit ve mürekkep ilâçlar ve hazırlanması,
bitkisel ve hayvansal gıdaların ve basit ilâçların
özelliklerinden madensel, bitkisel ve hayvansal
14
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
ilâç tabletlerinin yapımına kadar pek çok makaleye
yer vermiştir. Farmakoloji alanında yapılan
kimyasal araştırmaların ilerlemesi sonucunda da
lüks boya ve parfüm türleri de çeşitlilik kazanmıştır.
Bu dönemde doğuda Bağdat, batıda ise
Kurtuba iki önemli tıp merkezi hâline gelmiştir.
Osmanlı döneminde ise bugünkü anlamda eczanelerin
kuruluşu XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren
başlamıştır.
4. Musiki ve Farklı Disiplinler
İslâm dünyasında musiki sistemindeki teorik yapı
VIII-XIII. yüzyıllarda gelişerek Endülüs’ten Çin’e
ve Orta Afrika’dan Kafkaslar’a kadar geniş bir
alanda yaygınlaşmıştır. Bu bilgilerin Ortadoğu
coğrafyasına ulaşmasında İskenderiye, Antakya,
Harran ve Urfa gibi İlkçağ’ın önde gelen bilim
merkezlerinin büyük rolü olmuştur. İslâmiyet’in
bölgede yayılmasından sonra İskenderiye’nin
yanı sıra Anadolu, Suriye, Irak ve İran’da birçok
ilim merkezi Müslümanların eline geçmiştir. İslâm
dünyasında ilk musiki nazariyatı çalışmaları
Emevîler ve Abbâsîler devrinde başlamıştır.
İslâm dünyasında musiki çalışmalarının teori ve
sazlarla ilgili olarak yoğunlaştığı söylenebilir. İlk
İslâm filozofu olan Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, Arap
musikisinde ilmî ekolün kurucusu olarak kabul
edilir. Kindî, ebced harflerine dayalı bir nota sistemi
kurmuş, musikiyi mantık, felsefe, hesap,
hendese ve heyet ilimleriyle birlikte değerlendirmiştir.
Kindî ayrıca “Ethos Doktrini” çerçevesinde
udun dört teliyle, gök cisimleri, burçlar, ay, rüzgâr,
mevsimler, günler ve dört unsur arasında bağ
kurduktan sonra bunların insan vücuduna etkilerini
açıklamıştır.
Kindî’den sonra musikiye dair çalışmaları günümüze
ulaşan bir diğer İslâm filozofu Fârâbî’dir.
Aynı zamanda iyi bir icracı olan Fârâbî’nin musiki
alanında telif ettiği eserlerle Musiki konusunda
Yunan ve İslâm dünyası arasında köprü vazifesi
görmüştür. Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi
olan ve musikiyi riyâzî ve eğitici ilimler arasında
sayan İbn Sînâ ise musiki konusunda müstakil bir
eser yazmamışsa da Batı kaynaklarında Yunan
eserlerini şerh edenler ekolünden sayılmaktadır.
İbn Sînâ, Fârâbî’nin müzik üzerindeki düşüncelerini
daha da genişleterek kendi sistematiği içerisinde
incelemiştir. İbnü’l-Heysem, Nasîrüddîn-i
Tûsî, İbn Bâcce, İbn Rüşd gibi birçok önemli bilim
adamının da bu alanla ilgili çalışmaları bulunmaktadır.
Ayrıca X. yüzyılda yazılan bazı tarih
ve coğrafya kitaplarında musikişinasların hayatlarına,
eserlerine ve musiki tarihine dair geniş
bilgilere yer verildiği görülmektedir. Osmanlı döneminde
İstanbul’un bir kültür ve sanat merkezi
haline gelmesinin ardından musiki nazariyatı
sahasındaki çalışmaların çoğunlukla İstanbul ve
çevresinde devam ettiği görülmektedir.
Tiyatral
Okuma
15
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
İSLAM MEDENİYETİNİN
BAŞTA BATI MEDENİYETİ OLMAK ÜZERE
DÜNYA MEDENİYETİNE KATKILARI
araştırmacılarından olan Prof. Dr. Philip K.Hitti,
Ebu Ma’şer için, “gel-git olayının prensip ve kanunlarını
Avrupa’ya öğreten, bu konudaki teoriyi
ilk defa ortaya atan kişi” diye bahsetmiştir.
Astronomi: Ebu Ma’şer, Latince’ye tercüme edilmiş
eserlerinin en önemlilerinden biri el-Medhalü’l-kebîr
ilâ ‘ilmi ahkâmi’n-nücûm’dur. Eser sekiz
“makale” halinde düzenlenmiştir. Bu makalelerde
sırasıyla astrolojinin filozofik ve tarihî gerekçesi,
sabit yıldızlarla burçların sayıları ve özellikleri,
yedi gezegenin ve bilhassa güneşle ayın yeryüzüne
olan etkileri, gezegenlerin astrolojik karakterleri
ve burçlarla gökyüzünün diğer kısımlarına
olan tesirleri, burçların birbirleriyle ve insanlarla
olan ilişkileri, burçlarla iklimler arasındaki münasebeti,
gezegenlerin güçleri ve aralarındaki
bağıntılar, astrolojiyle ilgili temel tarihî bilgiler
konu edilmiştir. Johannes Hispalensis 1133 yılında
kitabın tamamını, Hermannus Secundus
ise 1140’ta eseri özet halinde Latince’ye çevirmişlerdir.
Kitap ayrıca XIII. yüzyılda İbrânîce’ye,
XIV. yüzyılda Almanca ve İngilizce’ye çevrilmiştir.
Ebu Ma’şer’in ilim dünyası tarafından tanınmasını
sağlayan en önemli çalışması, dünyamızda her
12 saat 25 dakikada bir meydana gelen, her gün
bir önceki günden 50 dakika daha geç tekrarlanan,
Ay’ın Dünya’nın çevresinde dönmesi nedeni
ile oluşan, deniz sularının kabarıp çekilmesi
(gel-git) konusunda yaptığı astronomik temellere
dayalı astrolojik açıklamalardır. İlim tarihi
Cerrahi Aletler: Batı’da “Albucasis” olarak bilinen
Endülüs Emevî hekimlerinden Ebü’l-Kāsım
Halef b. Abbâs ez-Zehravî, yazmış olduğu “Kitâb
et-tasrif fi’t-Tıbb” adlı eserinde farklı hastalıkların
tedavisinde kullanılan cerrahi yöntem ve aletleri
ayrıntılı olarak açıklamıştır. Zehravî, bu eseriyle
cerrahî teknolojisinin gelişmesine büyük katkı
sağlamış, cerrahî makas ve bıçakları ile bistüri
gibi aletlerin şekilleri kadar onların imal edilmesinde
kullanılacak metallerin özellikleri üzerinde
de durmuştur. Ayrıca neşter, kemik testereleri,
kazıyıcı, kanca, göz ameliyatı makaslarının da
aralarında bulunduğu 200 cerrahi alet tıp alanında
hala kullanılmaktadır. Zehrâvî tarafından
ilk defa kullanılan tıp yöntemlerinin biri de açık
yaralarda hayvan bağırsağından yapmış olduğu
16
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
(katgüt) attığı dikişlerin kendi kendine kaybolduğunu
keşfetmesidir. Zehrâvî diş tedavisine yönelik
yöntem ve aletler de geliştirmiştir. Hatta
eksik dişlerin yerine hayvan kemiklerinden yapılan
yapay dişler kullanmıştır. Dünyada bugün
kullanılan cerrahi aletlerinin tümünün tasarımları
Zehravi’ye aittir. Harvard Üniversitesi kütüphanesinde
de ez-Zehravî’nin “Kitâb et-tasrif fi’ttıbb”
adlı bu ansiklopedik eseri yer almaktadır.
İlk Aşı: Konu hakkında muhtelif bilgiler olsa da
kaynaklara göre çiçek hastalığı için ilk aşı günümüzden
yaklaşık bin yıl önce Çinliler tarafından
geliştirilmiştir. Hastalığın ilk çıkış noktasının Asya
ve Afrika olduğu düşünülmektedir. Uygur Türkleri
döneminde yazılmış bazı tıp kitaplarında kızamık
ve çiçek hastalığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır.
Bu uygulama daha sonra Anadolu’ya gelen
Türkler tarafından çiçek salgını görüldüğünde
uygulanmıştır. Orta Çağ hekimlerinden Razi, Ali
İbn Abbas ve İbn Sina’nın kitaplarında konuyla
ilgili bilgiler yer almaktadır. Razi’nin “el-Cudari
ve’l-Hasbah” adlı eseri çiçek hastalığına ilişkindir
ve burada Razi, çiçek ve kızamığı ayrı hastalıklar
olarak tanımlamıştır. Razi’nin bu eseri çiçek ve
kızamık hastalıkları hakkında yazılan ilk kitaptır.
X.yüzyılda yaşayan Ali İbn Abbas’ın Ortaçağ’ın
önde gelen hekimlerinden biridir. Tıp bilimiyle
ilgili “Kâmil el-Sınâa” adlı eseri daha sonra Kâmil
el-Sınâa Tercümesi adıyla Aydınoğlu Umur Bey
adına tercüme edilmiştir (14/15 yüzyıl). Eserde
ülser, çiçek ve kızamık hastalıklarıyla ilgili bilgi
verilmektedir. İbn Sina’nın“el-Kanun Fi’t-Tıb” adlı
eserinde de bu hastalıklarla ilgili bilgi verilmiş
ayrıca İbn Sina cüzzam, uyuz, çiçek, veba, kızıl,
tüberküloz gibi hastalıkların bulaşıcı olduğunu,
temasla geçtiğini tespit etmiş ve korunmak için
karantina uygulanmasını önermiştir. Osmanlı döneminde
“deneme yanılma” yoluyla başlayan aşı
uygulamalarıyla çiçek aşısının Avrupa’da kullanılmasından
yaklaşık 50 yıl önce Osmanlı Devleti
döneminde çocuklar çiçek hastalığına karşı
aşılanmaktaydı. Lale devri’nin başlangıcında İstanbul’da
bulunan İngiliz büyükelçisinin eşi Lady
Montagu, bu aşı uygulamasına tanık olmuş ve bu
yöntemin İngiltere’de de uygulanması için kampanyalar
düzenlediyse de bu düşüncesi destek
görmemiştir. Cevdet Paşa’nın kayıtlarında da çiçek
aşısının Anadolu Yörükleri arasında uygulandığı
belirtilmektedir.
Karanlık Oda ve Gözün Özellikleri: İbn Heysem
Batı Dünyası’nda “Alhazen” ve “Alhacen”; İslam
Dünyası’nda “Fizikçi” ve “İkinci Batlamyus”
olarak tanınmıştır. Işık ve kırılma konusunda
uzayı incelemiş ve birtakım çalışmalar yapmıştır.
X.yüzyılda yaşayan İbn Heysem, ilk kez ışığın
göz içine girerek kırılması sonucunda dünyayı
görebildiğini keşfetmiş bir Müslüman âlimdir.
İbn Heysem, duvardaki delikten gelen güneş ışığının,
dışarıdaki görüntüyü karşı duvara ters biçimde
yansıttığını keşfeden ünlü matematikçinin
mucidi olduğu “camera obscura” (karanlık oda),
bugünkü kameraların atası sayılmaktadır. Yazdığı
ünlü kitabında gözün yapısı, yanılsama, serap
17
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
olayı perspektif, ışığın kırılması ve fotoğraf makinesinin
atası olan, “karanlık oda” dan söz etmekte
ve böyle bir delikli kamera ile ters görüntü
elde edilebileceğini belirtmektedir. İbn-i Heysem
ayrıca kendine ait bir gezegenler teorisi de geliştirmiştir.
Keşifler: Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron
olarak geçen Biruni, 17 yaşında bilimsel çalışmalara
başlamıştır. Dünyanın boyutu, yarıçapı
ve çevresini bugünkü değerlere çok yakın olarak
hesaplamıştır. Dünyanın eksen eğikliği ile ilgili
yaptığı çalışmayla da 23 27’ eğiklik durumunu
gerçek değere en yakın şekilde hesaplamayı
başarmıştır. Biruni, dünyanın döndüğünü, Ümit
Burnu, Amerika ve Japonya’nın varlığından ilk
bahseden bilim insanıdır. Biruni, Amerika kıtasından
ise Kristof Kolomb’un keşfinden 500 sene
önce bahsetmiştir. Matematik, Tıp, Felsefe, Coğrafya,
Fizik, Jeoloji ve Astronomi gibi birçok farklı
alanda eserler yazmıştır. Biruni, trigonometriyi
kullanarak bir dağın yüksekliğini ölçmüş ayrıca
ilk defa meridyen yayının uzunluğunu da hesaplamıştır.
Kimyanın Gelişimi: Modern kimyanın kurucusu
olarak kabul edilen Câbir bin Hayyân, araştırmalarını
deney ve matematik temelleri üzerine
oturtmuştur. O’na göre insan bilgisinin bütün
gerçeklikleri, kendisinin “ölçüler öğretisi” (ilm-el
mizan) adını verdiği denge ilişkileri prensibine
götüren bir nicelik ve ölçü sistemine bağlanabilir.
Sıvıları değişik kaynama noktalarına göre birbirinden
ayırma işlemini ilk kez Cabir bin Hayyan
bulmuştur. Bilinmeyen birçok kimyasal bileşiği
keşfetmiştir. Cabir’in keşiflerinden biri de, hidroklorik
asit ve nitrik asitin karışımıyla hazırlanan
“Kral Suyu”dur. Altını bile eritebilen bu keşif,
uzun yıllar boyunca simyada önemli bir yer
edinmiştir. Hayyan’ın çalışmaları buharlaştırma,
süzme, eritme, damıtma ve kristalleştirme gibi
yöntemler üzerinde toplanmıştır. “İmbik” Cabir
b. Hayyan tarafından geliştirilmiş ve ortaya attığı
“baz” kavramıyla Kimya’nın gelişmesine katkıda
bulunmuştur. Eserlerinden Kitab al-Kimya, XII.
yüzyılda Latince’ye tercüme edilmiştir. Bu eser
Simya ve Kimya kelimelerinin kökeni olmuştur.
Câbir bin Hayyân, eczacılık, fizik, gökbilim, coğrafya,
felsefe gibi farklı bilim dallarıyla ilgili çalışmalar
yapmış ve önemli eserler yazmıştır.
Kubbe ve Kemer: Eski Roma ve Doğu Roma
uygarlıklarında kubbe ve kemerli yapı örnekleri
bulunmaktadır. Örneğin “Ayasofya” kubbeli bir
mimari örneğidir ve 537 yılında yapımı bitmiştir
ancak Avrupa’nın birçok yerinde bulunan gotik
katedrallerin kemerlerinin, İslam mimarisinden
esinlenilerek yapıldığı belirtilmektedir. İslam
mimari anlayışının oluşumunda Greko-Romen,
Sasani ve Hindu mimari teknik ve yapılarından
esinlenilmiş ve ilk defa minare, mihrap ve min-
18
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
ber inşası bu dönemde görülmüştür. Özellikle
kubbe mimarisi konusundaki teknikler Avrupa’ya
İslam bilginleri aracılığıyla taşınmıştır.
Mil Sistemi: Diyarbakır’da Artuklular Beyliği
döneminde yaşamış Cizreli büyük mucit Cezeri’dir.
Bilgisayarın temelini atmıştır. Dünya bilim
tarihi açısından bakıldığında bugünkü sibernetik
ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim
adamı ve “sibernetik biliminin asıl kurucusu” dur.
Bu alanının en büyük dâhisi olarak kabul edilmektedir.
Yapmış olduğu robotlar, saatler, su
makineleri, şifreli kilitler, şifreli kasalar gibi 60’a
yakın makinenin mucididir. El-Cezerî’nin Artuklu
hükümdarına takdim ettiği otomatik olarak çalışan
ve ilk robotu yapıp çalıştırdığı kabul edilen
Cezeri’nin Leonardo da Vinci’ye de ilham kaynağı
olduğu düşünülmektedir.
Roma’da sabun benzeri temizlik maddeleri vardı.
Özellikle Roma’da hamam kültürüne özel bir
önem verilmekteydi. Fenikeliler ve Galyalılar için
sabun ticarette önemli bir takas aracıydı. Ancak
Batı Roma’nın 476’da yıkılmasıyla birlikte hamamlar
da tarihe karışmıştı. Roma da yaşanan
bu zengin banyo kültürü, dini açıdan kilisenin
de uygun görmemesi gibi nedenlerle insanlar
arasında giderek kişisel temizliğin de ihmal edilmesine
sebep olmuştu. Kimi tarihçiler, Avrupa’yı
kasıp kavuran veba salgınlarının başlıca sebepleri
arasında kişisel temizlikte gözlenen bu gerileme
ve sağlıksız yaşam şartlarını göstermekteydi.
Yaklaşık XVII. yüzyıla kadar bu karanlık dönem
devam etmiştir. Ancak bugünkü sabunun ilk hali
yine ilk çağlarda Araplar tarafından kullanılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde de çok çeşitli sabun imalatı
ve tüketiminin oldukça yaygın olduğu bilinmektedir.
Sabun: Araştırmacılara göre, sabunun tarihi
binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih boyunca
insanlar gerek kişisel bakımlarını yapmak,
gerekse kıyafetlerini ve çevrelerini temizlemek
amacıyla toprak, kil, kül,çeşitli bitkiler ve hayvan
yağlarından yararlanmışlardır. Eski Mısır’da,
Uçmak: Endülüslü astronomi ve kimya bilgini
olan Abbas Kasım İbn Firnas, 852 yılında Cordoba’daki
Ulu caminin minaresinden tahtadan
yaptığı kanatlarla atlayarak uçmayı denedi ancak
uçamadı. Ama tahta kanatların yarattığı paraşüt
etkisi sayesinde yere inmeyi başardı. İbn Firnas,
yapmış olduğu uzun çalışmalar sonunda yeni bir
keşifte bulunarak bir cihaz tasarladı. Bu cihazın
üzerine de kumaş geçirip, büyük kuş kanatları takarak
bir uçurumdan havalanmış ve yaklaşık 10
dakika kadar havada kalmayı başarmış, sonrasında
ise yavaşça yere inmiştir. Bu başarılı uçuş denemesi
Batı’da uçak yapıp uçmayı başaran Wright
Kardeşler’den 1023 yıl öncesine dayanmaktadır.
19
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Ali Kuşçu
Timurlular
döneminde
Semerkant’ta
yetişmiş astronom ve
matematikçi
Asıl adı Alâeddin Ali, babasının adı Muhamed’dir.
Bugün Özbekistan sınırları içinde kalan Semerkantta
XV. yüzyıl başlarında dünyaya geldiği tahmin
edilmektedir.
Babası Muhammed, Timur’un torunu olan Uluğ
Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “Kuşçu” lakabıyla
anılmışlardır. Ali Kuşçu, doğuda müspet ilimlerin
çökmeye yüz tuttuğu bir dönemde Uluğ Bey’in
kurduğu rasathanede, onun yanında yetişmiş,
bir süre rasathanede müdürlük yapmıştır. Uluğ
Bey’in, oğlu Abdullatif tarafından katledilmesiyle
hâmîsini kaybeden Ali Kuşçu, Semerkand’dan
Hacc’a gitmek bahanesiyle ayrılarak, Azerbaycan
bölgesine geçerek Tebriz’e ulaşmıştır. Tebriz şehrinde
dönemin Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan,
Ali Kuşçu’ya büyük bir hüsnü kabul göstererek
onu yanında alıkoymuş, sonrasında ise Uzun Hasan,
Osmanlı Sultanı Mehmed Hân ile aralarını
düzeltmesi için ona elçilik teklifinde bulunmuştur.
Uzun Hasan’ın teklif ettiği elçilik görevini
kabul eden Ali Kuşçu İstanbul’a hareket etmiştir.
Ali Kuşçu İstanbul’a ulaştığında II. Mehmet, onun
müspet ilimlerde olan bilgisine ve aklî ilimlerde
olduğu kadar naklî ilimlerdeki liyakatine de hayran
olur. Ona çok ikramda bulunarak İstanbul’da
kalmasını rica eder. Ali Kuşçu, doğunun ve batının
ünlü âlim ve sanatkârlarını yanında toplama
düşüncesinde olan II. Mehmet’’in bu ricasını ancak
elçilik vazifesini tamamladıktan sonra yerine
getirilebileceğini belirterek kabul eder. Ali Kuşçu
elçilik vazifesini yerine getirdikten sonra geçtiği
her yerde saygı ve hürmetle karşılanarak Tebriz’e
geri döner. Uzun Hasan’dan izin isteyerek İstanbul’a
döneceğini söyler. Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın
kabul etmesiyle birlikte padişaha olan vaadi üzerine
iki yüz kişiye ulaşan akrabaları ile İstanbul’a
doğru hareket eder.
II. Mehmet, Ali Kuşçu’nun yola çıktığını duyunca
onu Akkoyunlu devleti ile Osmanlı sınırında
karşılamak için bazı adamlarını göndermiş, her
konakladıkları yer için de bin akçe harcırâh ayrılmasını
ferman buyurmuştur. Ali Kuşçu’nun Üskü-
20
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
dar’a geldiği haberi işitilince, II. Mehmet derhal
bir kadırga donattırarak İstanbul ulemâsından
bir heyeti onu karşılamaya göndermiştir.
Ali Kuşçu ikinci ve son defa İstanbul’a gelişinde
II. Mehmet ‘e hediye olarak, daha önceden Farsça
kaleme almış olduğu eseri daha da genişletip
bazı notlar ilâve ederek Arapça’ya çevirdiği ve
“Muhammediye” adıyla sunduğu bir matematik
kitabı vardır. Bu eser Ayasofya Kütüphânesi’nde
3733 numarada kayıtlı bulunmaktadır.
II. Mehmet’in 1473’de Uzun Hasan üzerine çıktığı
sefere bazı âlimlerle beraber Ali Kuşçu da davet
edilmiştir. Ali Kuşçu, sefer sırasında ve boş
kaldığı zamanlarda ilmî sohbetlerde II. Mehmet
‘in yanında bulunmuştur. Bu seferde II. Mehmet
‘e ithâf olunmak üzere Arapça bir astronomi kitabı
kaleme almıştır. II. Mehmet’in zaferiyle sonuçlanan
Otlukbeli Savaşı (11 Ağustos 1473)
sonrası astronomi kitabının bitimi de Uzun Hasan’a
karşı zaferin kazanıldığı güne rastladığından
Ali Kuşçu eserine “Fethiye” adını vermiştir.
Üç bölümden oluşan bu eserin birinci kısmında;
gezegenlerin hareketleri, ikinci kısmında; yerin
şekli ve yedi iklim, son kısmında ise yere ilişkin
ölçüler ve gezegenlerin uzaklıklarıyla ilgili bilgiler
yer almaktadır. Ali Kuşçu’nun kendi el yazısı
ile olan bu eseri Sultan II. Mehmet, Muhammediye
adlı eserle birlikte ciltletip kendi kütüphanesine
koymuştur.
II. Mehmet’in Uzun Hasan üzerine yaptığı sefer
dönüşünde Ali Kuşçu’yu gündeliği iki yüz akçe
ile Ayasofya Medresesi’ne müderris olarak tayin
etmiştir. Ali Kuşçu’nun Ayasofya müderrisliğine
tayininden önce Sahn-ı Semân medresesinin de
ders programını yaptığı ve müderrisliğinde bulunduğu
bilinmektedir. Ali Kuşçu’nun yapmış
olduğu bu ilmi faaliyetleri İstanbul’daki müspet
ilimlerin canlanmasına öncülük etmiştir. Ayasofya
Medresesi’nde verdiği dersler Osmanlı ulemâsı
arasında büyük alâka görmüş ve derslere devam
eden âlimler tarafından da artık Osmanlı
memleketinde astronomi âlimleri yetiştirilmeye
başlanmıştır. Nitekim dönemin ünlü matematikçilerinden
Sinan Paşa da Molla Lütfi aracılığı ile
onun derslerinden istifade etmiştir.
Ali Kuşçu, daha önceden Batlamyos tarafından
hesaplanan İstanbul’un boylamını yeniden hesaplamıştır.
Daha önceden hesaplandığı gibi enlem
derecesini yine 41 olarak bulmuş ve bu bilgi
doğru olduğu için değişikliğe gerek duymamıştır.
Ancak o güne kadar 60 olarak bilinen boylamı
59 olarak tespit ederek düzeltmiştir. Ali Kuşçu bu
çalışması ile birlikte İstanbul’un boylamını tam
olarak 59 derece, enlemini 41 derece 14 dakika
olarak belirlemiş ve ayrıca Fatih Camii minaresi
üzerine de bir güneş saati çizelgesi yapmıştır.
Ali Kuşçu’nun çalışmaları başta Kopernik olmak
üzere Avrupa’da birçok matematik ve astronomi
çalışmalarına da katkı sağlamıştır. Ayrıca matematik-cebir
ve geometri alanlarında kaleme aldığı
eserleri ile özellikle Osmanlı’da matematik ve
geometri çalışmalarının gelişmesinde de önemli
rol oynamıştır. Yaklaşık 2 yıl gibi bir süre kaldığı
Osmanlı’da, astronomi ve matematik çalışmalarına
ciddi bir düzenleme getiren Ali Kuşçu’nun
ortaya koyduğu çalışmalar, daha sonra Mîrim Çelebi
(torunu) ve diğer pek çok büyük bilim adamının
yetişmesine vesile olmuştur.
Ali Kuşçu’nun kelam, dil bilgisi ve matematik,
astronomi alanında da çalışmaları bulunmaktadır.
Adudüddin’in Risale-i Adüdiye’sine (Adudüddin’in
Risalesi) yaptığı yorumlar ve özellikle
Unkud-üz-Zevahir fi Nazm-ül-Cevahir (Mücevherlerin
Dizilmesinde Görülen Salkım) isimli
eserleri önemlidir.
Ayrıca Uluğ Beyin Zîc’ine yaptığı yorum, en
21
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
önemli yazılarındandır. Bunlardan başka Mahbub-ül-Hamail fi Keşif-il-Mesail (Meselelerin Keşfinde
Tılsımların en Makbulü) isimli ansiklopedik bir eseri daha vardır. Ali Kuşçu bütün bu çalışmalarının
yanında şiirle de uğraşmıştır.
Geride bıraktığı eserleri sayesinde yüzyıllar boyunca unutulmayacak olan işlere imza atan Ali Kuşçu,
15 Aralık 1474 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetmiş ve Eyüp Sultan haziresine defnedilmiştir.
***Ali Kuşçu’yu, er-Risâletü’l-Muḥammediyye adlı eserini
Fâtih Sultan Mehmed’e sunarken gösteren bir minyatür (eş-
Şaḳā’iḳu’n-nu’mâniyye, TSMK, Hazine, nr. 1263, vr. 113)
***Risale fi Hall-ü Eşkâl el Kamer adlı
eserinden
***el-Fethiyye adlı eserinden
Kaynakça:
Sultanların Bilim Adamı Ali Kuşçu, Ali Kuşçu,
Uluğ Bey ve Ali Kuşçu
TDV İslam Ansiklopedisi Ali KUŞÇU maddesi
Ahmet KANKAL; Ali KUŞÇU-Makale
***Ali Kuşçu’nun güneş saati
22
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Farabi
İslâm felsefesini
metot, terminoloji ve
problemler açısından
temellendiren ünlü
Türk filozofu
İslâm dünyasının yetiştirdiği en büyük filozoflardan
biri olan ve kaynaklarda kendisinden
“el-Feylesûf et-Türkî” diye söz edilen Ebû Nasr
Muhammed b. Muhammed b. Tarhân b. Uzluğ
el-Fârâbîdir. Farabi, Türkistan’da Sır-Deryâ’ya
Arıs kolunun döküldüğü, eski dönemlerde önemli
bir kültür merkezi olan Fârâb (Otrâr)’a tabi
olan Vesîc Kalesi Türk kumandanı Muhammed’in
oğludur. El-Farabi yaklaşık olarak 257/870 yıllarında
doğmuştur.
Fârâbî’nin iyi bir eğitim gördüğü Farab’daki tahsilini
tamamladıktan sonra bir süre kadılık yaptığı
bilinmektedir. Fakat ilim ve kültürün tadına
varınca mesleğini terk ederek kendisini ilme verdiği
ve hayatı boyunca devam edecek olan bir
seyahate başladığı kaynaklarda belirtilmektedir.
Fârâbî’nin bu akademik seyahat esnasında önce
Buhara, Semerkant, Merv ve Belh gibi kendi bölgesinin
veya İran’ın önemli ilim ve kültür merkezlerini
ziyaret ettiği, daha sonra Bağdat’a vardığı
tahmin edilmektedir.
Fârâbî, Felsefe öğrenimini Bağdat’ta tamamlamaya
çalıştı. Burada özellikle Ebû Bişr Mettâ b.
Yûnus’tan Mantık dersi alarak Aristo mantığını
iyice öğrendi. Arkadaşları arasında çalışkanlığı
ve zekâsıyla tanındı. Daha sonra Harrân’a gitti.
Orada Yûhannâ b. Haylân ile tanıştı ve ondan
ders alarak Mantık alanındaki bilgisini artırdı.
Yeniden Bağdat’a dönerek Aristo ve Eflâtun’un kitaplarını
inceledi. Birçok dil bilen ve çeşitli eserler
yazmış olan bu Türk filozofu, yirmi yıl kadar
Bağdat’ta yaşadı. Kitâbü’l-Hurûf, el-Elfâzü’l-müsta’mele
fi’l-Mantık ve el-Mûsîka’l-Kebîr adlı eserlerinde
bazen Arapça bir kelime veya terimin
Grekçe, Süryânîce, Farsça ve Soğdca’daki karşılıklarını
vermiş olması onun ana dilinden başka
beş altı dili bildiğini kanıtlamaktadır. Eserlerinin
çoğunu burada kaleme alan filozof, şehirde meydana
gelen karışıklıklar sebebiyle 330’da (941)
Bağdat’tan ayrılır. Farabi, önce Halep’e ardından
Dımaşk ve Mısır’a geçer. Bir müddet sonra tekrar
Dımaşk’a döner. Bu büyük Türk düşünürü
339/950 yılında 80 yaşlarında iken Şam’da hayatını
kaybeder.
23
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Fârâbî, Felsefe, Mantık, Psikoloji, Musikî, Kimya,
Matematik ve Tıp alanında önemli çalışmalar
yapmış büyük bir bilgindir. Fârâbî’nin asıl ünü
ise felsefeden ve özellikle felsefenin din ile ilgili
bahislerinden ileri gelmektedir. İslâm dünyasında
ilk defa Kindî’nin başlattığı felsefî harekete ve
onun şekillendirdiği Meşşâî akıma, kendi inanç
ve kültürünün temelini oluşturan ulûhiyyet, nübüvvet
ve meâd akîdesinin yanı sıra Eflâtun ve
Yeni Eflâtunculuk’tan aldığı bazı unsurları da katarak
eklektik bir sistem kuran Fârâbî, kazandığı
haklı şöhretten dolayı Aristo’dan sonra “Muallim-i
Sânî (İkinci Öğretmen) olarak anılmıştır.
“Sen mi daha bilgilisin, Aristo mu?” diye soranlara,
“Eğer Aristo’ya yetişseydim onun en seçkin
talebelerinden olurdum” diyerek kendinden beklenen
ölçülü davranışı göstermiştir.
Bu Türk filozofu siyaset felsefesiyle de uğraşmış
ve “Ârâ’ü Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla” adıyla bilinen
ünlü bir kitap yazmıştır. Bu kitapta genel bir
dünya devletini ve o devletin başkanının nasıl
olması gerektiğini anlatmıştır. Bilim tarihinde
Fârâbî’nin en önemli ve orijinal eserlerinden biri
olan Kitâbü’l-Mûsîkî Avrupa’da musikî teorilerine
temel olmuştur. Kaynaklar “kanun” denen
müzik aletini de ilk defa Fârâbî’nin icat ettiğini
söyler. Bu nedenle Farabi musiki alanında da
birçok tarihçi ve musiki nazariyatçısı tarafından
“Muallim-i Evvel” olarak kabul edilmiştir. “İhsâ’ü’l-‘Ulûm”
(İlimlerin Sayımı) ismindeki eserinde
de Aristo’dan esinlenerek kendi dönemindeki
ilimlerin tasnifini yapmıştır ve her ilmin tanımını,
teorik ve pratik açıdan değerini belirterek
eğitim ve öğretim faaliyetleri içindeki önemine
dikkat çekmiştir. Fârâbî Tahsîlü’s-Sa’âde, et-Tenbîh
‘Alâ sebîli’s-Aa’âde ve et-Tavtı’e adlı eserlerinde
de daha muhtasar bazı tasnifler vermektedir.
Filozof önce ilimleri beş ana başlık altında sınıflandırır,
sonra da aşağıda görüldüğü şekilde her
ilmin kapsamındaki diğer ilimleri sıralar:
1. Dil: Sarf, nahiv.
2. Mantık: Organon’un kapsamında yer alan sekiz
kitap.
3.Matematik: Aritmetik, geometri, optik, astronomi,
müzik, mekanik.
4.Fizik ve Metafizik :Burada fizikten maksat Aristo’nun
tabiat ilimleri alanındaki sekiz kitabıdır.
5. Medenî İlimler: Ahlâk, siyaset, fıkıh, kelâm.
Fârâbî dil ile mantık arasında yakın benzerlik
ve sıkı ilişki bulunduğu hususu üzerinde önemle
durur. Ona göre dil bilgisi hatasız konuşmanın,
mantık da doğru düşünmenin kurallarını
vermektir. Dil bir dış konuşma ise mantık da iç
konuşmadır. Şu var ki gramer bir milletin diliyle
ilgili kuralları içerirken mantık bütün insanlığın
düşüncesine ait kanunları ifade etmektedir. Gramer
bilmeyen hatasız konuşamaz, mantık bilmeyen
de her zaman doğru düşünemez.
Farabi’ye göre din, toplumun mutluluğa ulaşması
için zorunlu temellerden biridir. Toplumsal bir
olgu olan din, toplumu belirli bir yaşayışa yönlendirerek,
belli bir amacı gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.
İslâm felsefesi tarihinde Meşşâî okulun İbn Rüşd
dönemine kadar olan yaklaşık 250 yıllık geçmişi
ana hatlarıyla Fârâbî felsefesinin izlerini taşır.
Onun kurmuş olduğu felsefî doktrin gerek öğrencileri
ve eserleri, gerekse onu eleştiren düşünürler
kanalıyla kısa zamanda Mâverâünnehir’den
Endülüs’e kadar bütün İslâm coğrafyasına yayılmıştır.
Onun yapmış olduğu ilimler tasnifi, bu
sahada eser yazan İslâm müellifleri üzerinde olduğu
kadar Ortaçağ Latin yazarları üzerinde de
büyük ölçüde etkili olmuştur.
24
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Eserleri: Fârâbî’den geriye büyük küçük 100’den fazla eser kalmıştır.
El-Medînetü’l-Fâzıla: Fârâbî’nin Bağdat’ta telifine başlayıp Dımaşk’ta 941-942 yıllarında tamamladığı
ve ölümünden iki yıl önce Mısır’da iken tekrar gözden geçirerek konu başlıklarını düzenlediği bu eser,
onun felsefî doktrinini ana hatlarıyla ortaya koyan en olgun eseri sayılmaktadır.
Es-Siyâsetü’l-Medeniyye: Mebâdî’ü’l-Mevcûdât adıyla da anılmaktadır. El-Medînetü’l-Fâzıla kadar sistematik
olmamasına rağmen bu iki kitap içerik bakımından birbirini tamamlar niteliktedir.
Kitâbü’l-Mille: İki bölüme ayrılan eserin birinci bölümünde genel olarak dinin, dinî liderin ve fıkıh
ilminin felsefe ile olan yakın ilişkisi üzerinde durulur.
İhsâ’ü’l-’Ulûm: Filozofun ilimlerin tasnifine dair hazırladığı bir eseridir.
Tahsîlü’s-Sa’âde: Bazı kaynaklarda Neylü’s-Sa’âdât şeklinde de anılan eserde filozofun içtimaî, siyasî
ve ahlâkî problemleri bir arada işlediği görülür. İçinde ilimler tasnifine de yer verilmekle birlikte kitap
genel muhtevası itibariyle ahlâka dair bir eser sayılmaktadır.
Et-Tenbîh ‘alâ Sebîli’s-Sa’âde: Mutluluk ahlâkını konu alan bu eser muhtevası itibariyle bir öncekinin
devamı mahiyetindedir.
Fusûlü’l-Medenî: Fârâbî’nin başta siyaset ve ahlâk olmak üzere çeşitli meselelere dair görüşlerinin
kısa fasıllar halinde ifadesinden ibaret bir eserdir.
El-Cem’ Beyne Re’yeyi’l-Hakîmeyn: Eflâtun ile Aristo’nun görüşlerini uzlaştırmak amacıyla kaleme
alınan eserde ihtilâf konusu olan on üç mesele tespit edilmiş, bunların farklı açılardan yorumlanmasıyla
iki filozofun ortak bir noktada birleşecekleri ispat edilmeye çalışılmıştır.
El-İbâne ‘an Garazi Aristotâlîs fî Kitâbi Mâ Ba’de’t-Tabî’a: Fârâbî, dört sayfa tutan bu risaleyi Aristo’nun
Metafizika adlı eserini tanıtmak amacıyla kaleme almıştır.
Me’âni’l-’Akl: Kaynaklarda isminin başına “kitap”, “risale” ve “makale” kelimeleri getirilerek zikredilen
bu eserde Fârâbî akıl teriminin altı ayrı anlamı bulunduğunu söyler.
Risâle Fimâ Yenbağī En Yükaddem Kable Te’allümi’l-Felsefe: Felsefe öğrencilerine bir kılavuz olmak
üzere yazılan bu risalede Fârâbî İlkçağ’daki yedi felsefe ekolünü tanıttıktan sonra Aristo’nun eserlerinin
tasnifini yapmakta ve bu filozofun doktrinini anlayabilmek için uygulanması gereken yöntem
üzerinde durmaktadır.
‘Uyûnü’l-Mesâ’il: Ahlâk ve siyaset dışında Fârâbî felsefesinin özeti sayılabilecek olan bir eserdir.
El-Mesâ’ilü’l-Felsefiyye ve’l-Ecvibetü ‘Anhâ: Felsefe ve mantık alanında sorulan kırk üç soruya verilen
cevaplardan oluşmaktadır.
25
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Et-Ta’lîkāt: Bazı kaynaklarda Te’âlîḳ fi’l-Hikme adıyla da anılan eser, çeşitli felsefe problemleriyle ilgili
101 kısa notun bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir risaledir.
Ed-De’âva’l-Kalbiyye: Fârâbî felsefesinin temel problemlerine ait bir özet niteliğini taşımaktadır.
İsḇâtü’l-Müfârakāt: Ay üstü âleminde maddeden bağımsız şekilde bulunduğu ve gezegenlerin dinamik
olarak hareketini sağladığı kabul edilen akılların ispatını konu alan bir risaledir.
Felsefetü Aristotâlîs: Aristo’nun ahlâk ve siyaset dışındaki eserlerinin bir kritiği mahiyetindedir.
Felsefetü Eflâtûn: Eflâtun felsefesini tanıtmak amacıyla kaleme alınan eserdir.
Risâle fi’l-Hâlâ: Atomculuğa karşı maddî kâinatta boşluğun bulunmadığını ispat etmek üzere kaleme
alınan ve bilim tarihi açısından büyük önem taşıyan eserdir.
El-Fusûlü’-Hams: Mantığa yeni başlayanlar için özet bilgiler içeren ve Fusûlün Yuhtâcü İleyhâ fî
Sınâ’ati’l-Mantık adıyla da anılan bir risaledir.
Şerh li-Kitâbi Aristotâlîs fi’l-’İbâre: Mantık kitapları arasında Fârâbî’nin en hacimli eseridir.
El-Musika’l-Kebir: Asıl adı Kitabü Şına ati İlmi’l-Musiki olan bu eser İbn Ebu Usaybia’nın ifadesiyle
el-Musikal Kebir adıyla şöhret bulmuştur.
Kitabü İhşa’i’l-ika’at: Musiki usullerine dair olan bu eserin tek nüshası 1958 yılında Ahmet Ateş tarafından
Manisa il Halk Kütüphanesi’nde tespit edilmiştir.
Kitab Fi’l-ika At: Farabi’nin usullere dair ikinci eseridir. Eserin tek nüshası Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’ndedir .
Fârâbî hakkındaki ilk modern çalışmalar XIX. yüzyıldan itibaren
Batı’da başlamış olup bu çalışmalar monografiler, armağan
kitaplar, eser tetkiki ve neşri, makaleler, konferanslar, tebliğler,
tercümeler, ansiklopedi maddeleri, yıllıklar, bibliyografyalar vb.
şekillerde Batı ve Doğu ilim dünyasında halen devam etmektedir.
Kaynakça:
1. Esra TÜRKSEVER, Mehmet ÇİÇEK; INJOSOS AL-FARABI
INTERNATIONAL JOURNAL ON SOCIAL SCIENCES/ AL-FARABİ
ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ISSN - 2564-7946 2018
Vol. 2/2 21 FARABİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI İÇERİSİNDE DİN VE
FELSEFE İLİŞKİSİ
2. TDV İslam Ansiklopedisi “FARABİ” maddesi, (Müellif Mahmut KAYA)
3. Süleyman SÜLÜCÜ, İbrahim Hakkı AYDIN; Fârâbî Bibliyografyasına
Bazı İlaveler, Türk Dünyası Araştırmaları, Haziran, 1987, s. 192-208;
4. Yaşar AYDINLI; FARABİ’NİN BİLGİ ANLAYIŞINA GENEL BİR BAKIŞ,
Bilimname IV, 2004/1, 5-16
26
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Ibn-i Sina
İslâm Meşşâî
okulunun en büyük
sistemci filozofu,
Ortaçağ tıbbının önde
gelen temsilcisi
Asıl Adı Ebu Ali el-Hüseyn b.Abdillâh b.Ali b. Sina’dır
İbn Sina 980 yılında Özbekistan’ın Afşana
şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası önemli bir
bilim insanı olan Abdullah bin Sina’dır. İbn Sina,
Ortaçağ âlim ve düşünürleri tarafından kendisine
verilen “Eş-Şeyhü’r-Reis’’ unvanı ile de bilinir.
Batı’da genellikle Avicenna olarak bilinmekte ve
“filozofların prensi” olarak nitelendirilmektedir.
İbn Sina olağanüstü bir zekâya sahipti ve 10 yaşlarındayken
Kur‘an-ı Kerim’i ezberledi. İbn Sina
babasından geometri, aritmetik ve felsefe konusunda
ilk bilgilerini aldı. Babasının isteği üzerine
Mahmud el-Messah’tan Hint Aritmetiği dersi aldı.
Ardından Ebu Muhammed İsmail ez-Zâhid’den
fıkıh, Ebu Abdullah en Nâtilî’den Porfirios’un İsagucî
kitabını, Öklid’in Elementler kitabını ve Batlamyus’un
Almagest’ini okumuştur. İbn Sînâ
astronomi, felsefe, kimya, tıp ve eczacılık alanlarında
da ileri bir düzeye ulaşmıştır.
Kendi ifadesine göre daha on altı yaşında iken
birçok tabibin onu bir tıp otoritesi olarak görüp
bilgisinden faydalandığı İbn Sînâ, tıpta teoriden
pratiğe geçerek bilgilerini daha da geliştirdi.
Mantık, matematik ve fizik alanlarında ilerleme
kaydedip metafizik alanındaki eserleri incelemeye
başladı. Felsefe ve tıp alanında oldukça
ün kazanan İbn Sina Samani Hükümdarı Nuh b.
Mansur’un ağır bir hastalığa yakalanması üzerine
saraya davet edildi. Saray doktorları ile birlikte
sultanın tedavisi konusunda başarılı oldu.
İbn Sina, bu başarısından dolayı daha on sekiz
yaşında saray hekimi oldu. Bu görevi sayesinde
sarayın zengin kütüphanesine girerek tıpla ilgili
eserleri okuma ve inceleme imkânına kavuştu.
Bir süre sonra yanarak yok olan kütüphanede
daha önce ismini bile duymadığı pek çok tabip
ve düşünürü okuma fırsatını elde etmişti. Böylelikle
18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi.
Ebü’l-Hüseyin el-Arüzi’nin, kendisi için ilim ve
felsefe konusunda kapsamlı bir kitap yazmasını
teklif etmesi üzerine matematik dışındaki bütün
ilimleri içine alan “el-Hikmetü ‘l-’Aruziyye” adlı
bir eser kaleme almıştır. İbn Sina’nın hayatında
babasının ölümünden (393/ I003) sonra siyasi
27
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
ilişkiler yoğunluk kazanmıştır. İbn Sina Buhara’dan
Harizm’de bir kasaba olan Gürgenç’e gitti.
Burada mahalli bir emir olan Ali b. Me’mün, İbn
Sina’ya Gürgenç’te kaldığı müddetçe maaş bağladı.
Emirin sarayında Biruni, Ebu Sehl el-Mesihi
ve İbnü’l-Hammar gibi âlimler de bulunuyordu.
İbn Sina ile Birüni arasında fizik ve astronomiye
dair bazı münazaralar bu sırada gerçekleşti.
Ardından Nesa, Tus gibi şehirlerden geçerek
Cürcan’a geldi ve el-Ḳānûn fi’t-Tıbb’ın başlangıcı
ile Muhtasarü’l-Mecisṭî gibi birçok eserini burada
telif etti.
Bir süre Cürcan’da kaldıktan sonra Rey şehrine
gitti burada Büveyhî hükümdarı Şemsüddevle’yi
tedavi etmek için bir müddet onun sarayında bulundu.
Burada hükümdarı iyileştirmeyi başaran
İbn Sînâ birçok mükâfatla birlikte hükümdarın
dostluğunu da kazandı hatta hükümdarla birlikte
savaşa da katıldı. Savaş sonrası kendisine vezirlik
teklif edilen İbn Sînâ bu görevi kabul etti. Fakat
ordu içerisinde huzursuzlukların ardından isyan
çıktı. İbn Sînâ’nın evini kuşatan isyancılar onu
hapse atıp bütün mallarına el koydular; ayrıca
Şemsüddevle’den filozofun öldürülmesini istediler.
Bu isteği kabul etmeyen hükümdar isyancıları
yatıştırmak için onu görevinden uzaklaştırmak
zorunda kaldı. Ancak yeniden hastalanan Şemsüddevle
İbn Sina’dan tekrar kendisini tedavi etmesini
istemiş ardından İbn Sînâ yeniden vezirlik
makamına getirilmiş ve öncekinden daha fazla
itibar görmüştür.
Gündüzleri devlet işleriyle meşgul olan İbn Sina,
öğrenci yetiştirme işini de ihmal etmeden geceleri
ders vermeye devam etmiştir. Bir süre sonra
siyasi sebeplerle İbn Sînâ ile Büveyhîler arasındaki
gerginlik artmış, hatta İbn Sînâ kendisine
düşmanlık besleyen bazı kişilerin de faaliyetleri
üzerine Ferdecân Kalesi’ne hapsedilmiştir. Kalede
dört ay kalan İbn Sina, Alâüddevle’nin Hemedan’a
bir sefer düzenleyip orayı ele geçirmesinden
sonra serbest bırakılmıştır. Alâüddevle’de
İbn Sînâ’yı vezirliğe getirmiş ve önemli işleri onun
yetkisine bırakmıştır. Alâüddevle’nin düzenlediği
ilmî toplantılar filozofun şöhretinin İsfahan çevresinde
yayılmasını sağlamıştır. İsfahan’da kaldığı
yıllar boyunca sakin bir hayat süren İbn Sînâ,
Gazneli Hükümdarı Sultan Mesud’un İsfahan’ı
ele geçirmesinden sonra evinin ve kütüphanesinin
yağmalanması üzerine büyük bir üzüntü geçirmiş
ve sağlığı da bozulmuştur. Alâüddevle ile
Hemedan üzerine sefere çıktığında yolda hastalanan
İbn Sina 57 yaşlarında iken Hemedan’da
hayatını kaybetmiştir. Ardında yüzlerce eser bırakan
bu önemli bilim insanı henüz mikroskobun
keşfedilmediği bir dönemde, “Her hastalığı
yapan bir kurttur. Yazık ki onu görecek elimizde
alet yoktur.” sözleri ile dikkat çekmiş yapmış olduğu
çalışmalarla tıp ilminde çığır açmıştır. Kindî
ile başlayan İslâm felsefe geleneğinin zirvesinde
bulunan İbn Sînâ, felsefe alanında Fârâbî’nin öğrencisi
ve halefi olmakla birlikte üstadını aşmış
önemli bir bilim insanıdır.
*İbn Sina’nın çizimiyle insan
anatomisi
Kaynakça:
TDV İslam Ansiklopedisi; “İbn Sînâ”, maddesi,
(Müellif Ömer Mahir ALPER)
Hilmi Ziya Ülken, “İbn Sînâ”, İA, s. 807-824
28
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Eserlerinden örnekler:
Kitabü’ş-Şifa: 22 ciltlik bir eser olup mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik
konularında dönemin tüm bilgilerini bir araya getiren bir ansiklopedidir.
El Kanun fi’t Tıb: Bu kitap Yunan hekimlerinin bulgularıyla birlikte kendi gözlem ve deneylerine de
dayanan sistematik bir ansiklopedidir. İbn Sina’nın en ünlü kitaplarının başında gelir. Bu eser XII.
yüzyılda Latinceye çevrilmiş ve Batı’da büyük bir etki yaratmıştır. Fransa’nın en meşhur tıp fakültelerinde
temel tıp kitabı olmuştur. Yaklaşık 700 yıl boyunca Batı’da üniversitelerde ders kitabı olarak
okutulmuştur. Günümüzde Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yakınlarındaki
konferans salonunda İbn Sina ve er-Razi gibi iki bilginin portreleri ile karşılaşırlar. Beş
kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin birinci kitabı, anatomi ve koruyucu hekimlik, ikinci kitabı
basit ilaçlar, üçüncü kitabı patoloji, dördüncü kitabı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve beşinci
kitabı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.
Kitabu’n-Necat: Felsefenin temel konularında okuyucuya bilgi vermek amacıyla yazılmış bir eserdir.
(1026/1027)
Kitabu’l-İşaret ve’t-Tenbihat: Felsefenin mantık, tabîiyyât, ilâhiyyât ve ahlâk konularında yazılmış
olup eş-Şifâ’daki ilgili bölümlerin özeti niteliğinde olmasına rağmen ortaya konulan görüşlerin yeni
bir sistematik içerisinde verilmesi nedeniyle özgün bir eserdir.
Dânişnâme-i ‘Alâ’î: Felsefe alanında Farsça olarak yazılmış ilk ansiklopedik eserdir.
El-Mebde’ ve’l-Me’âd: Metafizik ve ahlâk konusunda yazılmış olup üç bölümden oluşmaktadır.
Ahvâlü’n-Nefs: Nefsin tanımı, oluşumu, güçleri, bedenle ilişkisi, ölümsüzlüğü ve mutluluğu gibi
konuları ele alan bir eserdir.
Lisânü’l-’Arab: Müellifin İsfahan’da bulunduğu sırada yazdığı Arapça sözlüktür. Bir Arap bilgini
onun Arapça bilgisini yetersiz gördüğünden İbn-i Sina üç yıl Arapçaya çalışarak müsvedde biçiminde
Lisanü’l Arab’ı yazmıştır.
*Kitab’ üş Şifa
*El-Kanun Fi’t Tıb
29
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Piri Reis
Kitâb-ı
Bahriyye müellifi,
ünlü Osmanlı denizci
ve kartografı
Piri Reis’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle
birlikte Gelibolu’da 1470’de doğduğu tahmin
edilmektedir. Asıl adı Pîrî Muhyiddin, babası
Hacı Mehmed’dir. Karamanlı bir ailenin çocuğu
olan Muhyiddin Piri’nin ailesi, Fatih Sultan Mehmed
döneminde padişahın emri ile Karaman’dan
İstanbul’a göç ettirilmiş, aile bir süre İstanbul’da
yaşadıktan sonra Gelibolu’ya yerleşmiştir.
Hayatı hakkındaki bilgiler daha çok Kitab-ı Bahriye’de
yazdıklarına dayandırılmaktadır. Burada
anlattığına göre amcası Kemal Reis’le birlikte
Venedik’e ait kale ve sahiller başta olmak üzere
bütün Akdeniz’de korsanlık yapmıştır. II. Bayezid
tarafından donanmayı kuvvetlendirmek için
Kemal Reis gemileri ve leventleriyle birlikte Osmanlı
hizmetine çağrılmıştır. Piri Reis deneyimli
bir denizci olarak Kemal Reis ile birlikte Osmanlı
donanmasına katılmıştır. 1499’da başlayan Osmanlı-Venedik
deniz savaşlarında Piri Reis, ilk
kez kendi savaş gemisinin kaptanı olarak görev
almıştır. 1499’da İnebahtı fethedilmiş, donanma
da kışı orada geçirmiştir. Aynı zamanda Pîrî Reis,
1495-1510 yılları arasında yapılan Moton, Koron,
Navarin, Midilli ve Rodos gibi deniz seferlerinde
görev almıştır. Piri Reis, Ege’de ticaret
güvenliğini sağlamak amacıyla amcasıyla birlikte
denizlerde mücadele etmiştir.
Kuzey Afrika ve Endülüs’teki Müslümanların korunmasında,
İspanya’ya düzenlenen akınlarda,
Portekizlilere karşı Memlükler’e yardım götürülmesinde
yine amcasının yanında yer almıştır.
1511’de amcasının bir deniz kazasında ölümünden
sonra Pîrî Reis’in hayatında yeni bir dönem
başlamış ve Gelibolu’ya yerleşmiştir. Pîrî Reis,
Gelibolu’da kaldığı dönemde dünya haritasını
hazırlamıştır.(1513) Bugün elimizde olan, Orta
ve Güney Amerika’nın doğu kıyıları ile Avrupa ve
Afrika’nın batı kıyılarını gösteren harita, bu dünya
haritasının bir parçasıdır.
Yavuz Sultan Selim’in 1516-1517 yıllarında yapılan
Mısır seferine gemi reisi olarak katılan Pîrî
30
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Reis, Nil nehri üzerinden Kahire’ye ulaştığında
yapmış olduğu ilk dünya haritasını padişaha takdim
etmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın Belgrad
seferi (1521) sırasında Tuna donanmasında bulunmuştur.
Hâin Ahmed Paşa isyanını bastırmak
için (1524) deniz yoluyla Mısır’a giden Sadrazam
Makbul İbrâhim Paşa’nın filosunda da “kılavuz”
olarak görev yapmıştır. Ancak hava muhalefeti
nedeniyle yola devam edemeyen gemiler Rodos’a
sığınmak zorunda kalmıştır. Piri Reis, bu
yolculukta Sadrazam İbrahim Paşa ile yakından
görüşme fırsatı bulmuş, sadrazam da Pîrî Reis’in
yazmış olduğu ilk Kitâb-ı Bahriyye müsveddesini
gemide incelemiştir.
Deniz ilminde usta olduğunu görünce de“Kitabı
düzeltip tamamla getir, Cihan Şahı Kanuni Sultan
Süleyman’a sunalım” demiştir. Pîrî Reis de sadrazamın
isteği üzerine kitabını temize çekmek için
Gelibolu’ya döner. 1526’da Kitâb-ı Bahriyye’nin
ikinci telifini ve 1528’de ikinci dünya haritasını
Kanûnî’ye sunar. Daha sonra Barbaros Hayreddin
Paşa’nın yeniden kurduğu donanmaya katılır.
Korfu kuşatması (1537) için Avlonya’da toplanan
Osmanlı donanmasında Pîrî Reis’e bir hil‘at giydirilmiştir.
1547’de Ferhad Paşa’nın yerine Hint
kaptanlığına getirilmiştir. Piri Reis, Süveyş’ten hareketle
Hint Okyanusu’nda bir Osmanlı üssü olan
Aden’e gelmiş ve burada Portekizlilerle yapılan
mücadele sonucunda 1549’da Aden fethedilmiştir.
Mısır Beylerbeyi Dâvud Paşa’nın Aden’in fethi
haberini İstanbul’a bildirmesi üzerine Pîrî Reis’e
100.000 akçelik terakkî verilmiş, diğer kumandanların
da ulûfeleri arttırılmıştır. Ayrıca 1550 de
sancak beyi rütbesindeki Hint Kaptanı Pîrî Reis’e
25.000 akçe terakkî verildiğine kaynaklarda rastlanmaktadır.
1552’de önemli bir Portekiz üssü
olan Maskat ele geçirilmiş, Hürmüz kalesi kuşatılmışsa
da Piri Reis bu kuşatmanın uzun sürmesi
üzerine Portekiz donanmasının baskınına
uğramaktan endişe duyarak muhasarayı kaldırmış
ve Basra’ya doğru hareket etmiştir. Ancak bu
kuşatmanın kendisine verilen altın ve mücevher
karşılığında kaldırıldığı haberleri de Basra’da yayılmaya
başlamıştır. Piri Reis asıl donanmayı burada
bırakarak 3 kadırga ganimet ile Süveyş’teki
donanma merkez tersanesine dönmek üzere
yola çıktığı yolda kadırgalardan birinin battığı
ancak 2 kadırga ile Süveyş’e geri dönebildiği belirtilmektedir.
Bu gelişmeler üzerine Basra Valisi
Kubad Paşa’nın kışkırtması ve Mısır Beylerbeyi
Davud Paşa’nın iftira mektupları üzerine Dîvân-ı
Mısır’da Piri Reis, kuşatmayı kaldırmak ve donanmayı
bırakmak suçlarından yargılanmıştır.
Halep’te bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı
üzerine de 1554’te boynu vurularak idam
edilmiştir. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde
olan Piri Reis’in terekesi Mısır’daki idareciler tarafından
müsadere edilerek İstanbul’a gönderilmiştir.
*Kitâb-ı Bahriyye’de Venedik’i
tasvir eden minyatür (Millet Ktp.,
Coğrafya, nr. 1, vr. 79b)
31
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Eserleri:
Dünya Haritası: Pîrî Reis’in en önemli eserlerinin başında çizmiş olduğu dünya haritaları gelir. Gelibolu’da
çizdiği 1513 tarihli dünya haritasının parçası İspanya, Portekiz ve Batı Afrika kıyıları ile
Amerika kıtasının doğu kıyılarını göstermektedir. Günümüzde mevcut en eski dünya haritası olması
bakımından oldukça önemlidir. Haritanın kaynaklarını ise Doğu ve Batı dünyasından kendisine ulaşan
eski haritalar ve Kristof Kolomb’un haritası oluşturur. 1528-29 tarihleri arasında çizdiği ikinci
dünya haritası Atlas Okyanusu’nun kuzeyini, Kuzey ve Orta Amerika kıyılarını göstermektedir. Bu
dünya haritaları renkli olarak ve deri üzerine yapılmıştır.
Kitab-ı Bahriye: Ege ve Akdeniz kıyılarının atlası niteliğindeki Kitâb-ı Bahriyye adlı eseriyle Piri Reis
büyük ün kazanmıştır. İlki 1521’de mensur olarak, ikincisi gözden geçirilmiş ve temize çekilmiş, kısmen
manzum şekilde 1526’da Kanûnî Sultan Süleyman’a takdim edilmiştir. Birinci telif Kitâb-ı Bahriyye
nüshalarında en fazla görülen 134 olan harita sayısı ikinci telifte 223’e ulaşmaktadır Asıllarından
kopya edilmiş nüshaları İstanbul ve dünyada önemli merkezlerinin (Berlin, Dresden, Paris,
Viyana, Londra gibi) özel ve devlet kütüphanelerinde bulunmaktadır. Yabancı dillerde tam ve kısmî
tercümeleri bulunmaktadır.Temel olarak önemli bir denizcilik kılavuz kitabıdır.
Ayrıca Hadikat’ül Bahriye, Bilad-ül Aminat ve Eşkalname adlı eserleri de bulunmaktadır.
*Kitâb-ı
Bahriyye’de
Venedik’i tasvir
eden minyatür
(Millet Ktp.,
Coğrafya, nr. 1, vr.
79b)
*Pîrî Reis’in Kitâb-ı
Bahriyye adlı eserinin
ilk sayfası (TSMK,
Hazine, nr. 642)
*Piri Reis’in Kaş
Haritası”
Kaynakça:
Afet İnan, Piri Reis’in Hayatı ve Eserleri, Türk
Tarih Kurumu
TDV İslam Ansikopedisi, “Piri Reis” maddesi,
Müellif, İdris BOSTAN
Mine Esiner Özen, Piri Reis ve Müntehab-ı Kitab-ı
Bahriye, Osmanlı Bilimi Araştırmaları
“Piri’nin Dünya Haritası”
32
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Ömer Hayyam
İranlı âlim,
matematik bilgini,
fizikçi, astronom, şair
ve filozof
Horasan eyaletinin merkezi Nîşâbur’da 1048 yılında
doğduğu düşünülmektedir. Asıl adı Ebü’l-
Feth Gıyâsüddîn Ömer b. İbrâhîm el-Hayyâm’dır.
Hayatının büyük bir kısmını Nişabur ve Semerkant’ta
geçirdi. Sözlükte Hayyâm kelimesi “çadır
yapımcısı” anlamına gelmektedir. Ayrıca
Hayyam’ın İran’a yerleşmiş Arap asıllı Hayyâmî
kabilesine mensup olabileceği ile ilgili görüşler
bulunmaktadır. İbn Sînâ ekolüne mensup bir
âlim-filozof olarak kabul edilen Ömer Hayyâm
matematik, geometri, astronomi, fizik ve tıp bilimleriyle
ilgilenmiş, birçok icadı ve eseri bulunmaktadır.
Ayrıca müzikle uğraşmıştır. Doğu
edebiyatında rubai türünün kurucusudur. İbn Sina‘dan
sonra Doğu’nun yetiştirdiği en büyük bilgin
olarak kabul edilmiştir. Hayyam, İran’ın Büyük
Selçuklu yönetiminde olduğu dönemde
yaşamış ve Selçuklu veziri Nizamülmülk, bilgisine
çok güvendiği için devlet yönetimi konusunda
Hayyam’dan yardım istemiştir. Ancak Hayyam,
saray entrikalarından uzak kalmayı tercih ettiği
için bu teklifi kabul etmemiş, kendini bilimsel
araştırmalara adamıştır. Horasan bölgesindeki
Semerkant, Belh, Buhara, İsfahan ve Merv gibi
şehirleri ve bilim merkezlerini gezmiş ve Bağdat‘a
da gitmiştir.
Ömer Hayyâm, Doğu’nun en fazla hayranlık duyulan
şairi ve en tanınmış âlimlerinden biridir.
Hayyâm’ın genelde matematiğin ve özelde analitik
geometrinin gelişimi üzerindeki etkisi çok büyüktür.
Hayyâm’ın katkıda bulunduğu alanların
en önemlisi cebirdir. İlk olarak Öklid tarafından
ikinci dereceye kadar özel durum olarak keşfedilen
denklemler Ömer Hayyam tarafından genişletilmiştir.
Bu alanda üçüncü dereceden kübik
denklemleri de kapsayan birçok cebirsel denklemi,
matematik tarihinde ilk kez Ömer Hayyam
sınıflandırmıştır. En değerli cebir eserlerinden
biri olan Risâle fi’l-Berâhîn ‘alâ Mesâ’ili’l-cebr
ve’l-Mukabele’de denklemlerin birden fazla köklerinin
bulunabileceğini göstermiş ve bunları kök
sayılarına göre sınıflandırmıştır. Bu arada üçüncü
dereceden denklemleri terim sayılarına göre tasnif
etmiş ve her grubun çözüm yöntemlerini belirlemiştir.
Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın
33
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
çok ötesinde olan Ömer Hayyam, 13 farklı 3. dereceden
denklem tanımlamıştır. Denklemleri çözerken
çoğunlukla geometrik metod kullanmıştır.
Hayyam, binom açılımını ve bu açılımdaki katsayıları
bulan ilk kişidir. Üçüncü dereceden denklemleri
sistemli bir şekilde çözdüğü için Hayyâm,
cebirde Hârizmî’nin gerçekleştirdiği gelişmenin
ötesine geçmiştir. Paskal Üçgeni olarak bilinen
matematik kavramı da aslında Ömer Hayyam tarafından
oluşturulmuş “Hayyam Üçgeni”dir.
Astronomi alanına da büyük katkıları olan Ömer
Hayyâm, İbnü’l-Esîr’in verdiği bilgiye göre 1074-
75 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından
İsfahan’a davet edilerek bir bilim heyetinin
başkanlığına getirilmiş ve bir rasathâne
kurup o yıllarda kullanılan Yezdicerd takvimini
düzeltmekle görevlendirilmiştir. Ömer Hayyâm
ile diğer bilim adamları yaptıkları çalışmalar sonucunda
bu takvimi düzeltmek yerine mevsimlere
tam uyum gösterecek yeni bir takvim düzenlemenin
daha doğru olacağına karar vermiştir.
Böylece güneş yılı uzunluğu 365,2424 (modern
ölçümlere göre gerçek uzunluk 365,2422 gün
ve dolayısıyla hata payı 5000 yılda 1 gün olan
“Celâlî takvimi” ortaya çıkmıştır. Heyet ayrıca
“Zîc-i Melikşâhî” adlı bir zîc hazırlamış, kurulan
rasathâne de Melikşah’ın ölümüne (ö.1092) kadar
faaliyetlerini sürdürmüştür.
Hayyâm, rubâîleriyle tanınmış bir şairdir. Kendine
özgü üslûbunu yansıtan rubâîlerin sayısı 100
civarındadır. Rubâîlerinin Latince çevirileri XVIII.
yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Hayyâm’ı
bir şair olarak Batı’ya asıl tanıtan ve sevdiren ise
Edward Fitzgerald’ın yaptığı İngilizce tercümelerdir.
Ömer Hayyam, yaptığı çalışmaların birçoğunu
kaleme almamış olmasına rağmen kendisi
birçok teori ve icadın isimsiz kahramanıdır. Bu
büyük bilginin Nîşâbur’da net olarak bilinmemekle
birlikte 1131/1132 yılında seksen beş yaşlarında
hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.
Ömer Hayyam’ın ismi 1970’te Ay’ın üzerindeki
bir kratere, 1980’de de yeni bulunan bir kuyruklu
yıldıza adı verilmiştir.
*Ömer Hayyâm’ın Nîşâbur’daki türbesi
KAaynakça:
TDV İslam Ansiklopedisi, “Ömer Hayyam” maddesi,
Müellif, Yavuz UNAT
Yakup Kenan, Ömer Hayyâm ve Rubaîleri, İstanbul 1967
*Ömer Hayyâm’ın Rubâ’iyyât’ının
ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp.)
34
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Eserleri:
Levâzımü’l-Emkine: Felsefî bir eserdir.
Risâle fî taksîmi Rub’i’d-Dâ’ire: Üçüncü dereceden denkleminin çözümüne ilişkindir.
Risâle fi’l-Berâhîn ‘alâ Mesâ’ili’l-cebr ve’l-Mukabele: Denklemlerin sınıflandırılmasına ve her grubun
çözüm yöntemlerine ilişkindir.
Risâle fî Şerhi mâ Eşkele min Musâderâti Kitâbi Öklîdes: Öklid’in Elementler’i üzerine bir yorumdur.
Nevrûznâme: İsfahan’da Celâlî takvimi dâhil kendi yönteminde hazırlanan takvimler üzerinedir.
Zîc-i Melikşâhî: Hayyâm’ın kendi kurduğu gözlemevinde yapılan gözlem sonuçlarını içerir.
Mîzânü’l-hikem fî İhtiyâli Ma’rifeti Mikdârey ez-Zeheb ve’l-Fidda fî cismin Mürekkebin Minhümâ: Metal
alaşımlarındaki altın ve gümüş miktarının cebirsel yöntemlerle belirlenmesi hakkındadır. Abdurrahman
el-Hâzinî tarafından tamamlanmıştır.
Fi’l-kustâsi’l-Müstakīm: Hayyâm’ın icat ettiği hidrostatik teraziyle ilgili olup Hâzinî’nin Mîzânü’l-hikem’inin
yedinci kitabının sekizinci bölümünde geçer.
Silsile-i Tertîb: Dört bölüm halindeki eserde birinci ve ikinci bölümler Fârâbîci ve İbn Sînâcı kozmolojinin
temel öğelerini, üçüncü bölüm külliyyât ve kategoriler, dördüncü bölüm ise hakikat konularını
içerir.
el-Kavl ‘ale’l-Ecnâs elletî bi’l-Erba: Eserde müzikte diatonik, kromatik ve harmonik olmayan tonlar ele
alınır ve bu üç ton dışında 4/3 oranıyla gösterilen dördüncü bir ton daha verilir.
el-Kevn ve’t-Teklîf
Cevâb’an Selasi Mesâ’il: Żarûretü’t-Teżâd fi’l-’âlem ve’l-Cebr ve’l-Beka
ez-Ziyâ’ el-’Aklî fî Mevzû’i’l-’İlmi’l-Küllî
Risâle fi’l-Vücûd
Şerhu’l-Müşkil min Kitâbi’l-Mûsîka
Rubâ’îyyât: Pek çok dile çevrilmiştir.
*Ömer Hayyam’ın
matematik el
yazmalarından
35
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Katip Çelebi
XVII. yüzyıl Türk
ilim dünyasının
müspet düşünceyi
temsil eden büyük
siması ve çeşitli
konulara dair pek çok
eserin müellifi
Şubat 1609’da İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mustafa,
babasının adı ise Abdullah’tır. Osmanlı uleması
arasında adı Kâtib Çelebi, Dîvân-ı Hümâyun
üyeleri arasında ise Hacı Halîfe olarak bilinir.
Kâtip Çelebi, Osmanlı Türklerinin yetiştirdiği nadir
zekâya sahip tarih, coğrafya ve bibliyografya
konularında dünyaca ünlü bilginlerden biridir.
Babası Abdullah, Enderun’da yetişmiş silâhdarlık
göreviyle saraydan emekli olmuştu. Ayrıca devrin
âlim ve şeyhlerinin meclislerine katılarak ilim
faaliyetlerine karşı büyük bir ilgi içinde olmuştur.
Kâtib Çelebi beş yaşında iken babasının isteği
üzerine İsa Halîfe el-Kırîmî’den ilk dinî bilgileri
almış ve Kur’an’ı Kerim’i kısmen ezberlemiştir.
Daha sonra dönemin ünlü âlimlerinden dil bilgisi
ve yazı dersleri almıştır.
Kâtib Çelebi on dört yaşına geldiğinde babasının
çalıştığı Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinden Anadolu
Muhasebeciliği Kalemi’ne girerek burada hesap
kaidelerini, erkam ve siyâkat yazısını öğrendi.
Ertesi yıl Abaza Paşa isyanını bastırmak için
Erzurum ve Bağdat seferlerine katıldı. İstanbul’a
dönünce Kadızâde Mehmed Efendi’nin derslerine
devam etti.
Sadrazam Hüsrev Paşa’nın ordusunda Hemedan
ve Bağdat seferlerine katıldı. Bu seferler sırasında
geçtikleri Gülânber Kalesi, Hasanâbâd, Hemedan,
Bîsütûn gibi şehir ve menziller hakkındaki
gözlemlerini Cihannümâ ve Fezleke adlı eserlerinde
anlattı ve savaşın safhalarını canlı bir şeklide
tasvir etti. Daha sonra İstanbul’a dönen Kâtib
Çelebi yine Kadızâde’nin tefsir derslerine devam
etti. Tabanıyassı Mehmed Paşa’nın kumandasındaki
ordu ile tekrar Şark seferine gitti (1633-
1634); ordunun Halep’e çekilmesinden istifade
ederek hac farizasını yerine getirdi. 1635’te IV.
Murad’ın Revan seferine katıldı. İstanbul’a döndükten
sonra kendini tahsile ve ilmî çalışmalara
verdi. Yine kendi ifadesiyle “cihâd-ı asgardan
cihâd-ı ekber”e döndü. Yoğun şekilde ilim ve telifle
uğraştığından IV. Murad’ın Bağdat seferine
katılmadı.
36
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Döneminin faziletli ve meşhur âlimlerinden dersler
alarak medrese öğrenimindeki eksikliklerini
giderdi. Arapça, Farsça ve biraz da Latince biliyordu.
Çok yönlü bir âlimdi. Dini bilimler, edebiyat,
tarih, coğrafya, hesap, astronomi, kitabiyat ve tıp
alanına kadar geniş bir yelpazede çalışmalarına
devam etti. Hayatı okumak, yazmak ve okutmakla
geçti. Yaklaşık on yıl geceli gündüzlü ilimle
uğraşan Kâtib Çelebi bazen kendini tamamen bir
kitaba verir, her şeyi unutur odasında güneşin
doğmasına kadar mum yakar ve çalışmalarına
devam ederdi. 1645 Girit seferi münasebetiyle
harita yapımıyla da ilgilendi. Bu sıralarda divanda
hak ettiği makama getirilmediği için memuriyetten
ayrıldı. Ancak 1648’de Takvimü’t-Tevarih
adlı eseri dolayısıyla Şeyhülislam Abdürrahim
Efendi aracılığıyla ikinci halifeliğe tayin edildi.
Bundan dolayı Hacı Halife olarak tanındı.
Bir taraftan öğrenci yetiştirmeye de devam eden
Kâtib Çelebi, hastalığı sırasında tedavi yollarını
öğrenmek amacıyla bir yandan tıp kitaplarını
okurken bir yandan da mânevî çareler aramak
için esmâ ve havas kitaplarını inceledi. Müslüman
olan Fransız asıllı Mehmed İhlâsî’nin yardımıyla
bazı eserleri Latince’den Türkçe’ye çevirdi.
6 Ekim 1657 tarihinde 48 yaşındayken vefat etmiş
ve Zeyrek Camii civarındaki kabristana defnedilmiştir.
Vakur bir kişiliği olan Kâtib Çelebi hicivden pek
hoşlanmazdı. Çiçek yetiştirmek gibi ince bir zevk
ve merakının bulunduğu, hatta katmer, salkımlı
mavi sümbüller yetiştirdiği bilinmektedir. Devrinin
kaynaklarından Kâtib Çelebi’nin aşırı derecede
kitaba düşkün olduğu ve en çok tarihî ve
biyografik eserlerle meşgul olduğu belirtilmektedir.
Kâtip Çelebi, tarihî bir olayı aydınlatmak
için birçok kitap incelemekten çekinmemiştir. Örneğin
Arapça Fezleke’sini yazarken elinden 1300
eserin geçtiğini belirtmektedir.
Savaşlarda serdarların işledikleri hataları onların
tarih bilmemesine bağlayan Kâtib Çelebi, devlet
adamlarının ve iktidarda bulunanların tarih ve
coğrafya okumalarının gerekliliği konusunda ısrar
etmektedir. Ayrıca tarih yazarken duyguları
bir yana bırakıp tarafsızlığa bağlı kalmayı da savunur.
Kâtib Çelebi tarihten başka coğrafya ile de
ilgilenmiş, Batılılar’ın ve Yunanlılar’ın bu alanda
İslâm coğrafyacılarından ileride olduğunu belirterek
bu eksikliği gidermek için Cihannümâ’yı
yazmaya karar vermiştir. Müellif, kâinattaki hakikatleri
anlamak hususunda hey’et (astronomi)
ilminin önemi üzerinde durmuş, hey’et ve teşrîh
(anatomi) bilmeyenin Allah’ı tanımaktan âciz kalacağını
bir hadise dayanarak belirtmiştir.Kâtib
Çelebi, toplumun düzeni ve devamı için ilmi bir
vasıta olarak kabul etmiş ve âlimleri toplumun
kalbi saymıştır. Bilgiye dair hiçbir şeyin küçük görülmemesi
gerektiğini belirtmiştir.
XVII. yüzyıl Osmanlı ilim ve kültür hayatına
âdeta damgasını vuran Kâtib Çelebi, Türkiye’de
olduğu kadar Batı dünyasında da büyük bir takdir
ve şöhret kazanmış, eserlerinden hayranlıkla
bahsedilmiştir. Franz Babinger onu Osmanlılar’ın
Süyûtî’si olarak nitelemiştir. Kâtib Çelebi’nin çeşitli
eserleri ve özellikle Keşfü’z-zunûn, Batı’da
İslâm araştırmaları yapan hemen herkesin müracaat
ettiği temel bir başvuru eseri olmuştur.
Kâtib Çelebi, daha çok yaşadığı dönemde veya
daha önce ortaya çıkarak Osmanlı devlet ve toplum
düzenini sıkıntıya sokan meselelerle uğraşmış,
bunları çözmeye çalışmıştır. Bu yönden Kâtib
Çelebi aynı zamanda yaşadığı döneme şahitlik
yapmış bir düşünürdür. Kâtib Çelebi çeşitli yönlerden
İbn Haldun’un önemli bir takipçisi olmuştur.
İlmin toplumsal hayatın devamı açısından
önemli olduğunu vurgulayan Kâtib Çelebi, dinle
hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın ancak
ilim yoluyla olabileceğini belirtmiştir.
37
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Kâtip Çelebi’nin Eserleri:
Fezleketü’t-tevârîh: Târîh-i Kebîr olarak da nitelendirilir. Kâinatın yaratılışından 1641 yılına kadar
gelen umumi bir tarih olup müellif hattıyla yazılmış tek nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndedir.
Fezleke: 1592-1655 yılları arasındaki olayların anlatıldığı bir Vekāyi‘Nâmedir.
Tuhfetü’l-kibâr fî esfâri’l-bihâr: 1645’te başlayan ve yıllarca süren Girit seferi münasebetiyle kaleme
alınan bu eserde 1656 yılına kadar gelen Osmanlı deniz savaşları anlatılmıştır. Osmanlı denizcilik tarihi
için önemli bir kaynak olan kitap çok ilgi çekmiş ve 1729 da Müteferrika Matbaası’nda basılmıştır.
Takvîmü’t-tevârîh: Hz. Âdem’den başlayıp 1648’e kadar gelen vak‘aların, bu arada müellifin Arapça
Feẕleke’sinin bir nevi kronoloji cetvelidir.
Kanunnâme: Bazı teşrifat kaidelerinin toplandığı ve günümüze ulaşamayan bir eserdir.
Târîh-i Frengî Tercümesi: Johann Carion’un 1548’de Paris’te yayımlanan Chronicle adlı eserinin tercümesidir.
Kâtib Çelebi Kanûnî Sultan Süleyman’dan, Müslümanların İspanya’dan çıkarılışından da
bahsetmiştir. Eserin tek yazma nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’ndedir.
Târîh-i Kostantîniyye ve Kayâsire: Johannes Zouaras Nicestas Acominate, Nicephorus Gregoras ve Atinalı
Laonicos Chalcondyle tarafından yazılmış Historia rerum in Oriente gestarum (Frankfurt 1587)
adlı büyük eserin İstanbul’la ilgili kısımlarının çevirisidir. Eserde İslâmiyet’in yayılışından, Bulgar
Devleti’nin çöküşünden, Bizanslılar’dan, Selçuklular’dan, Haçlı seferlerinden, İstanbul’un su yollarından,
yangınlarından, zelzelelerinden söz edilmektedir. Bunun da bir nüshası Konya İzzet Koyunoğlu
Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
İrşâdü’l-Hıyârâ ilâ Târîhi’l-Yûnân ve’r-Rûm ve’n-Nasârâ: Avrupa ülkeleri hakkında bilgisi olmayan müellif
ve tarihçileri bilgilendirmek amacıyla yazılmış elli sekiz varaktan ibaret bir risâle olup Atlas Minor
vb. eserlerden faydalanıp kaleme alınmıştır.
*Müntehab-ı
Bahriyye
Kaynakça:
TDV İslam Ansiklopedisi, “Kâtip Çelebi”
maddesi, Müellif Orhan Şaik GÖKYAY
38
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Süllemü’l-Vüsûl ilâ Tabakāti’l-Fuhûl: Alfabetik sıraya göre hazırlanmış Arapça bir tabakat kitabı olup
iki ana bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde kendi adlarıyla meşhur olmuş kişiler, ikinci bölümde nesep,
künye ve lakaplarıyla bilinen şahıslar yer alır. Daha çok Keşfü’ẓ-Zunûn’da geçen kitapların yazarlarına
ait indeks özelliği taşır.
Cihannümâ: Kâtib Çelebi’nin coğrafyaya dair ünlü eseridir.
İlhâmü’l-Mukaddes min Feyzi’l-Akdes: Müellifin astronomiyle meşgul olduğu sıralarda zihnini kurcalayan
bazı meselelere cevap arayan ilmî bir risâledir.
Keşfü’z-Zunûn ‘an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Fünûn: Kâtib Çelebi’nin yirmi yılda hazırladığı büyük bibliyografik
eseridir. Arapça-Türkçe eserlerin bibliyografyası ve aynı zamanda bir ilimler sözlüğüdür. Eser,
on beş bine yakın kitap ve risale, on bin kadar müellif adı ve üç yüzü aşkın ilim dalı hakkında bilgi
vermektedir.
Tuhfetü’l-Ahyâr fi’l-Hikem ve’l-Emsâl ve’l-eş‘âr: Alfabetik olarak hazırlanan bir nevi ansiklopedik sözlüktür.
Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış çeşitli eserlerden bilgiler bir araya toplanmıştır.
Dürer-i Müntesire ve Gurer-i Münteşire: Niyet, istikbâl-i kıble, yeme içme âdâbı, anne karnındaki
cenin, Kâbe içinde namaz, kanaat vb. konuların ele alındığı eser merak ve tecessüs sonucu ortaya
çıkmıştır. Başlıca kaynağı Gazzâlî ve diğer tanınmış İslâm âlimleridir.
Düstûrü’l-Amel li-Islâhi’l-Halel: Devlet bütçesindeki açığın sebeplerini araştırmak ve buna çare bulmak
amacıyla 1653 yazılarak Dîvân-ı Hümâyun’a sunulmuş bir rapordur.
Hüsnü’l-hidâye: Mahmud adlı bir talebesinin ricası üzerine Ali Kuşçu’nun er-Risâletü’l-Muhammediyye’sine
yazdığı bir şerhtir ancak öğrencisinin ölümü üzerine yarım kalmıştır.
Câmi’u’l-Mütûn min Celli’l-Fünûn: Kâtib Çelebi’nin çeşitli konulara dair okuduğu ve okuttuğu yirmi
yedi eserin özetleri ve şerhlerinden meydana gelmiş antoloji mahiyetinde bir mecmuadır.
Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ehak: Kâtib Çelebi’nin telif ettiği son eser olup devrinin tartışmalı konularının
müspet fikirlerle açıklanmasından ibarettir.
39
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Mimar Sinan
Osmanlı Mimarbaşı
Mimar Sinan dönemi, Osmanlı mimarisinin bir
dönüm noktası, dünya mimarlığının zirvesidir.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte
doğumu 1491’in öncesi olarak tarihlenmektedir.
Mimar Sinan’ın hayatı ile ilgili en ayrıntılı bilgileri
çağdaşı ve en yakın arkadaşı olan şair Sai
Mustafa Çelebi’den öğrenmekteyiz. Sai Mustafa
Çelebi’nin yazdığı Tezkiretü’l-Bünyan’ da (1586
-1587) Sinan’ın kendi ağzından anlattığı hayat
hikâyesi ve eserlerinin bir dökümü bulunmaktadır.
Bu eserde Mimar Sinan, kendisiyle ilgili “Bu
hakir, Sultan Selim Hân-ı Evvel’in gülistân-ı saltanatının
devşirmesi olup Kayseriye sancağında
ibtidâ oğlan devşirmek ol zamanda vâki olmuştur.”
demiştir. Bu bilgiden hareketle Yavuz Sultan
Selim döneminde Anadolu’dan da devşirme
yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat sultanın ölümü
üzerine bizzat Sinan’ın yazmış olduğu bir şiirde
devşirmelik durumundan şöyle bahseder: “Anın
devşirmesiyem ben kemîne / Aceb lutf eylemiştir
bu hazîne.”
Ayrıca Mimar Sinan’ın kaleme aldığı ileri sürülen
taslak halinde kalmış üç eseri daha vardır. Mimar
Sinan’ın kökeniyle ilgili farklı görüşler olmakla
birlikte Kayseri-Ağırnas bölgesinde yerleşik Ortodoks-Türk
ailelerinden birinin çocuğu olması
kuvvetle muhtemel görünmektedir. Sinan, Osmanlı
kültüründe yetişmiş, çocukluğundan beri
Türkçe konuşulan bir aile çevresinde büyümüştü.
Sinan’ın daha çok Karamanlı cemaatine yakın
olduğu düşünülmektedir. Osmanlı dönemindeki
bütün belgelerde adı Sinan olmasına rağmen
kendi yapmış olduğu Büyükçekmece Kanuni
Sultan Süleyman Köprüsü’ne kazınmış kitâbede
“Amilehû Yûsuf İbn Abdullah” olarak, Dâyezâde’nin
Risâle-i Selîmiyye’deki bir derkenarda ise
Sinâneddin Yûsuf şeklinde farklı bir isim yazdığı
görülmektedir. Sinan’ın İstanbul’a geldiğinde yirmi
iki yaşlarında olduğu ileri sürülmektedir. İstanbul’da
sultanın sarayına ve Ayasofya Camii’ne
yakın bir yerde Atmeydanı’na bakan bir okulda
eğitime başladığı düşünülmektedir. Bu sırada
kendi isteğiyle neccârlık sanatıyla da ilgilendiği-
40
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
ni belirtmektedir. Yavuz Sultan Selim döneminde
orduyla birlikte Çaldıran Seferi’nde bulunduğuna
dair bilgiler çelişkilidir. Kendisi bir süre
padişahın hizmetinde Arap ve Acem diyarlarını
gezmiştir. Ayrıca Sinan’ın Mısır seferine katıldığı
ve bu sefer esnasında mimari çevreyi tanıdığı,
Selçuklu ve Safevî dönemi yapılarından ve Mısır
piramitlerinden çok etkilendiği, mimari-şehir
ilişkileri konusunda zengin bir birikim kazandığı
anlaşılmaktadır.
Paşa onun bu çabasını karşılıksız bırakmayarak
1537’de Sinan’ı mimarbaşılık görevine getirmiştir.
Kendisi de birçok seferde padişaha hizmet ettiğini,
çeşitli rütbeler aldığını, ancak asıl amacının
mimarlık olduğunu belirtmektedir.
Mimar Sinan’ın bizzat katıldığını belirttiği ilk iki
sefer Kanûnî Sultan Süleyman’ın Belgrad (1521)
ve Rodos (1522) seferleridir. Bu seferlere yeniçeri
piyadesi olarak katılmıştır. Mohaç Savaşı’nda
acemi oğlanların yayabaşılığı görevi kendisine
verilmiştir. 1532 Alman seferi,1534’te Irakeyn
seferlerinde gösterdiği başarı ile dikkat çekmiş
ve Lütfi Paşa’nın emriyle Tatvan’da üç kadırga
yapmıştır. Bu gemileri top, tüfek gibi silâhlarla
donatarak Safevîler üzerine keşif seferi yapmış
ve onlar hakkında bilgi toplamıştır.1537 Korfu
Seferi’ne de katılmıştır. Ardından 1538’deki
Boğdan Seferi sırasında Prut Nehri üzerinde bir
köprü kurularak ordunun karşıya geçirilmesi gerektiğinden
Lütfi Paşa’nın önerisi üzerine köprü
kurma görevi de kendisine bırakılmıştır. Kırk sekiz
yaşında, on üç günde yaptığı bu ahşap köprü
onun ustalığını gözler önüne sermiştir. Sinan’ın
köprü yapımındaki başarısının ardından Lütfi
*Nakkaş Osman’ın Kanûnî
Sultan Süleyman’ın cenazesinin
Süleymaniye Camii’ne getirilişini
tasvir eden minyatüründe Mimar
Sinan’ın resmedildiği detay (Seyyid
Lokmân, Zafernâme, Chester Beatty
Library, nr. T. 413, vr. 115b)
*Ömer Hayyâm’ın Nîşâbur’daki türbesi
*Müntehab-ı
Bahriyye
41
Sinan’ın Mimarlık Aşamaları:
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
1537 yılından sonra yaptığı projelere kendi imzasını atmaya başlayan, 48 yaşında mimarbaşı olan ve
vefatına kadar “Reîs-i Mimârân” kalan Sinan, mesleğinde kaydettiği aşamaları üç ayrı yapıyla ifade
eder: “Çıraklık Aşaması” 1548 yılında Kanuni Sultan Süleyman, ölen şehzadesi için bir külliye yaptırmak
istemiştir. Mimar Sinan, çıraklık eseri olarak nitelediği Şehzade Camii’ni 54 yaşında inşa etmiştir.
Böylelikle ilk büyük sultan camisini tamamlamıştır. “Kalfalık Aşaması” Şehzade Camii’nin tamamlanmasının
ardından Sultan adına bir külliye yapması istenir ve külliyenin inşasına başlanır. Yedi yıl içinde
Osmanlının ve İstanbul’un en görkemli külliyesi olan “Süleymaniye” tamamlanır (1557). Mimar
Sinan’ın “ustalık eserim” dediği ve II. Selim adına Edirne’de inşa ettiği cami ise en büyük eseridir. Bu
yapı tamamlandığında Sinan, seksen üç yaşındaydı ve yaşlılığından dolayı artık “Koca” lakabıyla anılıyordu.
Sinan 1584 yılında hacca gitmiştir. Hac dönüşünde ve 100 yaşına yaklaştığı halde görevini
şevkle yapmaya devam eden büyük usta 1588’de vefat etmiştir.
Yakın arkadaşı Sâî Mustafa Çelebi ise onun mezar kitâbesini şu satırlarla bitirir: “Geçti bu demde cihandan
pîr-i mi‘mârân Sinân.” Bugün türbesi Süleymaniye Külliyesi’nde olan Sinan’ın tarihi belirsiz
olan vakfiyesine göre hanımı Mihrî kendisi hayattayken ölmüş, oğlu Mehmed ise şehid olmuştur. Vakfiyeden
iki kızının ve iki torununun olduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyesinde ayrıca on sekiz ev, otuz sekiz
dükkân, araziler, bahçe, kayıkhane, değirmen gibi mal varlığından bahsedilmektedir. Nakit miktarı
ise 300.000 akçedir.
Mimar Sinan’ın hayatı boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok şehrinde inşa ettiği eserlerin sayısı
net değildir. Bazı kaynaklarda 452 bazı kitaplarda ise 350 civarında eser inşa ettiği yazılıdır. Mimarın
yüz yıla yakın yaşadığı bilinmektedir. Osmanlı coğrafyanın genişliği ve dönemin ulaşım imkânları göz
önüne alındığında bütün eserleri bizzat Mimar Sinan’ın yapmasının pek mümkün olmadığı, baş mimarın
bazı yapıların sadece planlarını çizdiği, projeyi gözden geçirdiği, uzak yapı alanlarına ise yetiştirdiği
ustalar, kalfalar vasıtasıyla ulaştığı ve inşaat sürecini bu şekilde denetlediği düşünülmektedir.
Mimar Sinan, hayatı boyunca yapmış olduğu eserlerle sadece mimari alanda değil aynı zamanda mühendislik,
lojistik, şehir tasarımı ve planlamacı olarak da kendini göstermektedir. Osmanlı ve dünya
mimarisine damgasını vurmuştur. Yaşadığı dönem “Sinan Çağı” olarak adlandırılmıştır. Çağını aşan
bu büyük usta Osmanlı mimarisinde daha yaşarken güçlü bir Sinan ekolü ortaya çıkarmıştır. Mimar
Sinan, yetiştirdiği öğrencileri ve yapmış olduğu eserleriyle sonraki dönemlerde de Osmanlı mimarisinde
etkisini ve yol göstericiliğini sürdürmüştür. Dâvud Ağa, Sedefkâr Mehmed Ağa gibi yetiştirdiği
öğrencilerin yapmış olduğu eserler bunun bir göstergesidir. Mimar Sinan’ın, mimarlık hayatı boyunca
92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darülkurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 10 köprü, 20 kervansaray,
36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere yaklaşık 350’nin üzerinde eser inşa ettiği
belirtilmektedir.
Kaynakça:
TDV İslam Ansiklopedisi, “Mimar Sinan” maddesi,
Selçuk Mülayim, cilt: 38, sayfa: 223-227, yıl: 2010
42
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Prof. Dr. Fuat Sezgin
“Âlimler yeryüzünün
kandilleridir.”
Hadis-i Şerif
İslam medeniyetinin altın çağının kâşifi, Müslüman
bilim insanlarının pek çok eser ve buluşunu
gün yüzüne çıkaran dünyaca ünlü bilim tarihçimiz
Prof. Dr. Mehmet Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924
tarihinde Bitlis, Kızıl Mescit’te dünyaya geldi.
Babası Mirza Mehmet Efendi, annesi Cemile Hanım’dır.
Fuat Sezgin’in ailesi aslen Siirt´in Şirvan
ilçesinden olup ataları yüzyıllarca Şirvan beyleri
olarak Osmanlı Devleti’ne hizmet etmişlerdir.
Fuat Sezgin 1936 yılında ilkokulu Doğubeyazıt’ta
okudu. Babası Mirza Mehmet Efendi’nin vefatı
üzerine Bitlis’e giderek, 1939 yılında burslu ve
yatılı olarak ortaokulu bitirdi. 1942 yılında ise
Erzurum’a giderek yine burslu ve yatılı olarak Erzurum
Lisesi Fen Bölümü’nü bitirdi.
Fuat Sezgin, 1943 yılında matematik okuyup
mühendis olma düşüncesiyle İstanbul’a geldi. Bir
yakınının tavsiyesi üzerine İstanbul Üniversitesi
Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde alanında
en tanınmış uzmanlardan olan Alman şarkiyatçı
Hellmut Ritter (1892-1971) tarafından verilen
bir seminere katıldı. Katıldığı bu seminerden o
kadar etkilendi ki, mühendis olma sevdasından
vazgeçerek Hellmut Ritter’in talebesi olmaya karar
verdi. Sezgin’i, bu kesin kararından ne Hellmut
Ritter´in disiplini ne de alanının zorluğu
vazgeçiremedi. Hiç zaman kaybetmeden kayıt
olmak üzere Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’ne
gitti ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arap ve Fars Filolojisi bölümünde lisans eğitimi
almaya başladı. Bu esnada yabancı dil muafiyet
sınavına ortaokul yıllarında da görmüş olduğu
Fransızca’dan girerek muaf tutuldu.
Türkiye İkinci Dünya Savaşına katılmadığı halde
bu savaşın etkisi altında kalmıştı. Dönemin şartları
sonucu 1943 yılında Türkiye’de üniversite öğretimi
askıya alındığında, Ritter öğrencilerine bu
uzun arayı değerlendirmelerini ve Arapça öğrenmelerini
tavsiye etti. O sırada Fuat Sezgin, İslam
âlimi Cerîr et-Taberî’nin Kur’ân-ı Kerîm tefsirini,
Türkçe mealini içeren kitaplarla karşılaştırmaya
karar verdi. Zor bir dille yazılan tefsiri anlayabilmek
için bu zaman zarfında sürekli Arapça çalış-
43
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
tı. Altı ayın sonunda Taberî tefsirinin Arapçasını
rahatlıkla okuyabiliyordu. Hellmut Ritter, İslam
düşünürü Ebû Hamid el-Gazâlî’nin İhyâu Ulûmi´d-Dîn
kitabını okuması için Fuat Sezgin’in
önüne koyduğunda, öğrencisinin bunu kolayca
başarabilmesine çok memnun oldu. Dil öğrenmede
büyük yeteneğe sahip olan Fuat Sezgin’in
beş dile aynı anda başlayarak her yıl yeni bir dil
öğrenmesini tavsiye etti. Sezgin de ileri yaşlarına
kadar bu yüksek çalışma temposunu devam
ettirdi.
Fuat Sezgin, üniversite üçüncü sınıfa başladığı
dönem olan 1945’te Arap Filolojisi’nden tezli,
Eski Türk Edebiyatı, Yeni Türk Edebiyatı ve Fransız
Edebiyatı’ndan tezsiz sertifika almak üzere
serbest lisansa başvurdu. Hellmut Ritter, Fuat
Sezgin’in ilmî çalışmalardaki azmini ve kendisine
olan bağlılığını gördükçe çalışmalarında
onu da yanına alarak kütüphanelerde bulunan
İslam Bilim Tarihi alanındaki yazma eserleri ve
araştırmaları birlikte incelemeye başladılar. Fuat
Sezgin, bu incelemelerin neticesinde İslam bilim
tarihi çalışmalarındaki eksikleri daha iyi tespit
etme fırsatı bulmuştu. Bu alanda yazılmış olan
Carl Brockelmann´ın eseri Geschichte der Arabischen
Litteratur’u (Arap Edebiyatı Tarihi) okuduktan
sonra bu eserin bazı eksikliklerini fark
etti ve tamamlanması gerektiği kanaatine vardı.
Nitekim hocası Ritter de bu hususta ona hak veriyordu.
Henüz öğrenci iken araştırma yapacağı
konular hakkında kaynak toplamaya başlamıştı.
Fuat Sezgin 1947 yılında İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Filolojisi’nden lisans
öğrenimini tamamlayarak mezun oldu. Aynı
zamanda Bedî’ İlminin Tekâmülü ve İstanbul’da
Bulunan Bedîiyyat Yazmalar Kataloğu başlıklı lisans
bitirme tezini de tamamladı. Bu tez, edebiyatın
bir kolu olan güzel söz söyleme sanatının
klasik İslam Medeniyetinde gelişimini ele almaktaydı.
1947 yılı Ekim ayında doktoraya başvurarak
Hellmut Ritter’in danışmanlığında ilmi çalışmalarına
devam etti. Doktora tez çalışmasını,
Arap dili ve tefsir ilimleri âlimi Ebû Ubeyde Ma´mer
İbn el-Musenna et-Teymî’nin (ö.210/824-
5) bir tefsiri üzerine yaptı. Bu tezin konusu ise
Kur’ân-ı Kerim’de gerçek anlamı dışında kullanılan
mecazî ifadeler hakkındaydı. Doktora tezini
1950 yılında tamamlayıp teslim etti. Fuat Sezgin
bu tarihlerde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde
memur olarak çalışmaktaydı.
Fuat Sezgin, doktoraya devam ettiği ve görev
yaptığı İstanbul Üniversitesi´nden Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi´nde asistanlık görevini
yürütmek üzere 1950 yılında ayrıldı. Ankara
İlahiyat’ta Prof. Muhammet Tayyib Okiç’in Dogmatik
İlimler Kürsüsü’nün (Temel İslam Bilimleri
Bölümü) ilk asistanlarından olan Fuat Sezgin,1950-1953
yılları arasında bu görevi yürüttü.
Bu zaman diliminde askerlik görevini yedek subay
olarak ifa etti. Asistanlık yaptığı dönemde,
doktorada ele aldığı çalışmayı yayımlamak isteğiyle
bir süre Kahire’de bulundu. Fuat Sezgin
uzun yıllar bünyesinde bulunduğu İstanbul Üniversitesi’ne
dönmek üzere 1953 yılında asistanlık
görevinden ayrıldı.
28 Şubat 1953 tarihinde İstanbul’da Zeki Veli Togan’ın
başkanı olduğu Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde
asistan olarak vazifeye başladı. Fuat
Sezgin, doktora tezi için araştırmalarını sürdürdüğü
sırada, Buhârî’nin hadis kitabından bazı
yerlerin Mecâz’ul-Kur’ân’dan alındığını fark etti.
Buhârî’nin yazılı kaynakları kullanmış olması,
hadis derlemelerinin sadece sözlü geleneğe dayandığına
dair önceki tezlerin yanlış olduğunu
kanıtladı.
Bir taraftan asistanlık görevini yürütürken, diğer
taraftan da doçentlik tezi olarak aldığı Buhari
Tefsirinin Yazılı Kaynakları konusuyla ilgili
materyal toplamakla meşgul oldu. İslam Tetkik-
44
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
leri Enstitüsü Kütüphanesi’nde, gelen kitapların
kayıt ve kataloğunu yaptı. İslam Tetkikleri dergisinin
basımına yardım edip bu dergiye makale
hazırladı.
Umumi Türk Tarihi Kürsüsü asistanı Fuat Sezgin,
1953/54 eğitim yılı içinde tezini bitirdi ve doçentlik
imtihanının yabancı dil safhasını başarıyla
tamamladı. Fuat Sezgin Buhârî’nin Kaynakları
Hakkında Araştırmalar adındaki doçentlik tezini
1956 yılında yayımladı.
1957 yılında merkezi Almanya´da olan ve tüm
dünyadaki bilim insanlarını destekleyen Alexander
von Humboldt Vakfı bursunu kazandı. Bu
burstan faydalanarak ilmî incelemelerde bulunmak
ve Almancasını ilerletmek için 1957-58 yılları
arasında Almanya’da bulundu.
1960 yılında Türkiye’de askerî darbe ile iktidara
gelen hükümet tarafından hazırlanan ve 147
akademisyenin üniversitelerden ihraç edildiği listede
kendi adının da bulunması üzerine Sezgin,
çalışmalarını Türkiye dışında sürdürmek durumunda
kaldı.
Fuat Sezgin, “Hayatımın belki de en mühim hadiselerinden
biri, hayatımdaki talihli bir tesadüf”
diyerek bahsettiği eşi Dr. Ursula Hanım ile
1966 yılında evlendi.
Fuat Sezgin araştırma ve öğretim faaliyetlerine
Frankfurt Üniversitesinde devam etti. Buradaki
bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası Arap-İslam
Doğa Bilimleri Tarihi oldu. Bu alanda Câbir
bin Hayyân konulu doçentlik tezini 1965 yılında
Frankfurt Üniversitesi Institut für Geschichte
der Naturwissenschaften’da yazdı ve bir yıl sonra
profesör unvanı kazandı.
Öğrencilik yıllarından beri Carl Brockelmann´ın
eseri Geschichte der Arabischen Litteratur’u geliştirme
niyetiyle kaynak toplamaya başlayan
Sezgin, yaptığı araştırmalar sonucu bilimin başlangıcından
bugüne kadar sahasında yazılan en
kapsamlı eser olan Arap-İslam Bilimler Tarihi’nin
(Geschichte des Arabischen Schrifttums) ilk cildini
1967 yılında yayımladı. 17 ciltten oluşan
bu kapsamlı eserin muhtelif ciltlerinde bulunan
konulardan bazıları şöyledir: Kur’an ilimleri, hadis
ilimleri, tarih, fıkıh, kelam, tasavvuf, şiir, tıp,
farmakoloji, zooloji, veterinerlik, simya, kimya,
botanik, ziraat, matematik, astronomi, astroloji,
meteoroloji ve ilgili alanlar, dilbilgisi, matematiksel
coğrafya ve haritacılık.
“Hayatımda çizdiğim yeni yol”
Fuat Sezgin çok sevdiği vatanına veda etmek ve
Almanya’ya gitmek zorunda kaldı. Vatanından
ayrılacağı için hüzünlü fakat ilim uğruna atacağı
bu adımda son derece kararlıydı.
Carl Brockelmann’ın Geschichte der Arabischen
Litteratur adlı eserini geliştirmekle ilgilenen ve
farklı ülkelerden seçilen ondan fazla akademisyenden
oluşan bir komite GAS’yi takdir etti ve
Brockelmann’ın eserini geliştirme işini Sezgin’e
bırakmaya karar verdi. Fuat Sezgin o dönemde
İstanbul’da bulunan Hocası Ritter’in uzman gözüyle
GAS‘yi değerlendirmesi için birinci cildin
bir kopyasını gönderdiğinde, tecrübeli şarkiyatçı
“böyle bir çalışmayı daha önce kimsenin yapamadığını
ve bundan sonra da hiç kimsenin yapama-
45
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
yacağını” ifade ederek öğrencisini tebrik etti.
1978 yılında Kral Faysal İslamî İlimler Ödülü’ne
lâyık görülen Fuat Sezgin, bu ödül kendisine takdim
edildiğinde, verilen bu desteği değerlendirerek
1982 yılında Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne
bağlı olan Institut für Geschichte der
Arabisch-Islamischen Wissenschaften´ı (Arap-İslam
Bilimler Tarihi Enstitüsü) kurdu.
Alman fizikçi Eilhard Wiedemann 1900 yılında
İslam bilim tarihi eserlerinde bulunan aletleri tanıtmak
amacıyla aslına uygun olarak modellemeye
başlamıştı. 1928 yılına kadar, hayatının yaklaşık
30 yılında sadece beş aletin modelini yapmayı
başarmıştır. Prof. Dr. Fuat Sezgin “Acaba 30 aleti
yapmayı başarabilir miyim?”, “Bir müze olmasa
bile bir odayı doldurabilir miyim?” düşüncesi ile
çalışmalara başladı. Frankfurt’ta kurduğu İslam
Bilim Tarihi Müzesi’nde 700’den fazla aleti modelleyerek
hayal ettiğinin çok ötesinde bir başarıya
imza attı. Aynı binada hayatı boyunca dünyanın
her yerinden büyük bir özen ve çabayla bir
araya getirdiği 45.000 ciltlik kitabı ihtiva eden
Bilimler Tarihi Kütüphanesi bulunmaktaydı.
Prof. Dr. Fuat Sezgin, Almanya’da kurduğu İslam
Bilim Tarihi Müzesi’nin bir benzerini kendi vatanında,
İstanbul’da kurmaya karar verdi. Hedefi,
Türklerin kendi medeniyetlerinin bu olağanüstü
başarılarını ve Müslüman bilim insanlarının
ilimler tarihine katkılarını daha somut bir şekilde
görmelerini sağlamaktı. Türkiye’ye dönerek müzenin
hazırlıklarına başladı. Fuat Sezgin’in kendi
ülkesinde, kendi milleti için sarf ettiği bu çaba ve
emekleri neticesinde yıllardır hayalini kurduğu
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin açılışı
25 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleşti. Açılışını
Kaynakça:
*İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı sayfasından alınmıştır.
http://www.ibtav.org/sayfa/1/ozgecmisi
dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı.
İstanbul’da Gülhane Parkı içerisinde bulunan
müze yaklaşık 600 eser ihtiva etmektedir. İslam
bilim tarihi alanında kurulan bu iki müze, bilim
tarihinin değişik disiplinlerdeki evrimini, Müslüman
bilim insanlarının yüzyıllar boyu insanlığa
armağan ettiği icat ve keşiflerini kapsamlı şekilde
sunarak kendi sahasında büyük bir yenilik arz
etmektedir.
Bu müzelerdeki aletleri tanıtıcı mahiyette Prof.
Dr. Fuat Sezgin tarafından yazılmış 5 ciltlik İslam’da
Bilim ve Teknik adlı katalog eser bulunmaktadır.
Müze kataloğu olarak böyle kapsamlı
ve bütüncül bir eser bugüne kadar ilk kez yazılabilmiş,
Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca
olarak 4 dilde yayınlanmıştır.
Müzenin faaliyetlerini desteklemek amacıyla
2010 yılında Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi
Araştırmaları Vakfı kuruldu. Ayrıca yine Fuat
Sezgin’in öncülüğüyle 2013 yılında Fatih Sultan
Mehmet Vakıf Üniversitesi bünyesinde lisans,
yüksek lisans ve doktora alanlarında eğitim veren
Bilim Tarihi Bölümü açıldı. Fuat Sezgin’in bilim
tarihi alanında Türkiye’ye yaptığı son büyük
hizmet, Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Dr. Ursula Sezgin
Bilimler Tarihi Kütüphanesi’ni kurmak oldu. Fuat
Sezgin’in bütün bu çalışmaları sırasında Dr. Ursula
Sezgin de eşine daima destek verdi.
46
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
2017 yılında Gülhane Parkı içerisinde kurulan kütüphanede yaklaşık 27.000 kitap bulunmaktadır.
Kütüphanedeki envanteri çıkarılan kitapların çalışmalarını yakından takip eden Fuat Sezgin, bu çalışmada
yer alan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Bilim Tarihi Bölümü talebelerini sık sık ziyaret
ederdi. Kataloglaması yapılan kitapların önemini vurgulayıp İslam Bilim Tarihi alanını talebelerine
emanet bıraktığını, azimle çalışmaları gerektiğini öğütlerdi. Hayatının son günlerinde dahi İslam bilim
tarihi alanından ve kitaplarından uzak kalmamıştı.
“Âlimin Ölümü Âlemin Ölümü Gibidir”
Prof. Dr. Mehmet Fuat Sezgin son yıllarını geçirdiği ve çalışmalarını sürdürdüğü İstanbul’da 30 Haziran
2018 tarihinde hayata veda etmiştir. Eşine az rastlanan azim ve beşeri gücün sınırlarını zorlayan
çalışkanlıkla geçirdiği ömrünü ilme adamış, geriye çok kıymetli eserlerini ve düşüncelerini bırakmıştır.
Fuat Sezgin İslam Bilim ve Düşünce Tarihi üzerine çalışan ilim erbabı tarafından ilgiyle takip
edilip eserlerinden faydalanılan, alanında önemli bir yere sahip müstesna bir değerdi.
“Fuat Sezgin hocanın ruhu şâd, ilim câmiasının duaları onun ilme olan katkısının şâhidi ve sadaka-i
câriyesi olsun.”
Başlıca Eserleri:
İslâm Bilimleri Tarihi (10 cilt, Almanca)
İslâm Bilimleri Bibliyografyası (5 cilt, Almanca)
İslâm Kültür Dünyasının Bilimler Tarihindeki Yeri (2004)
Fuat Sezgin
Veda
İslâm’da Bilim ve Teknik (Çev. Abdurrahman Ali, Ankara, 2007)
47
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Islamic Civilization And Fuat Sezgin
ALİ KUŞÇU
Astronomer and mathematician who grew up in
Samarkand during the Timurid period.
Ali Kuşçu recalculated the longitude of Istanbul
previously calculated by Batlamyos. As it was calculated
before, he found the degree of latitude as
41 again and this information was correct and did
not need any change. However, he has corrected
the longitude as 59, which was knownas 60
before, until that day. With this study, Ali Kuşçu
determined the longitude of Istanbul exactly 59
degrees and its latitude 41 degrees 14 minutes
and also made a sundial on the Fatih Mosque
minaret. Ali Kuşçu’s work has also contributed to
many mathematics and astronomy studies in Europe,
especially Copernicus.
He also played an important role in the development
of mathematics and geometry studies especially
in the Ottoman Empire with his works in
mathematics-algebra and geometry. The studies
put forward by Ali Kuşçu brought a serious arrangement
to the studies of astronomy and mathematics
in the Ottoman Empire, where he stayed
for about 2 years and later led to the training
of Mîrim Çelebi (his grandson) and many other
great scientists.
Ali Kuşçu also has studies in theology, grammar
and mathematics and astronomy. Adudüddin’s
comments to Risale-i Adüdiye (The Risalesi of
Adudüddin) and especially his works named Unkud-Üz-Zevahir
fi Nazm-ül-Cevahir (Clustering
of Gems) are important. In addition, his comment
to Uluğ Brain Zic is one of his most important
writings. In addition, he has an encyclopedic
work called Mahbub-ül-Hamail fi Keşif-il-Mesail
(the most admired of talismans in the discovery
of issues). Ali Kuşçu has also dealt with poetry in
addition to all these Works.
FARABİ
The famous Turkish philosopher who based Islamic
philosophy in terms of method, terminology
and problems.
Fârâbî is a great scholar who has done important
studies in the field of Philosophy, Logic, Psychology,
Music, Chemistry, Mathematics and Medicine.
The real fame of Fârâbî comes from philosophy
and especially from philosophy’s bets on religion.
For the first time in the Islamic world, Fârâbî,
who established an eclectic system by adding
some elements from EfLâtun, to the philosophical
movement initiated by Kindî and the Meşşâî
movement formed by him, as well as some of
the theoretical, prophetic and spiritual culture,
which was the basis of his belief and culture.
This Turkish philosopher also dealt with political
philosophy and wrote a famous book known as
“ârâ” Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla “. In this book, he
explained a general State and how the president
of that State should be. Kitâbü’l-Mûsîkî, one of
the most important and original works of Fârâbî
in the history of science, became the basis of
his musical theories in Europe. Sources say that
Fârâbî invented the musical instrument called
“kanun(cither)” for the first time.
He emphasizes that there is a close resemblance
and close relationship between language and
logic. According to him, grammar is to give the
rules of speaking correctly and logic to think
correctly. If language is external speech, logic is
internal speech. However, while it contains the
rules of the language of a grammatical nation,
48
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
logic refers to the laws of the thought of all humanity.
Those who do not know grammar cannot
speak correctly, and those who do not know logic
cannot always think correctly. According to Farabi,
religion is one of the essential foundations for
the society to reach happiness. Religion, a social
phenomenon, aims to achieve a certain purpose
by directing the society to a certain life.
FUAT SEZGİN
A Life Specially Dedicated to Science.
Our world-wide known science historian Professor
Dr Fuat Sezgin, who found many works
and discoveries of Muslim scientists, is the discoverer
of the golden age of Islamic Civilization.
While he was working as an assistant, he was
also busy collecting materials related to the Written
Sources of Bukhari Tafsir. He made records
and catalogs of incoming books in the Library of
Islamic Studies Institute. He helped publish the
Islamic Studies magazine and prepared an article
for it. Fuat Sezgin, assistant of the General
Turkish History Chair, completed his dissertation
in the 1953/54 academic year and successfully
completed the foreign language phase of his associate
professor exam. In 1956, he published his
associate professorship thesis called “Research
on the Sources of Buhârî”.
German physicist Eilhard Wiedemann started
modeling in 1900 in order to introduce the tools
found in Islamic science history. Until 1928, he
managed to model only five tools in about 30
years of his life. Professor Dr. Fuat Sezgin: “Can
I manage to make 30 tools?”, “Can I fill a room
even if it is not a museum?” started to work with
the thought. He modeled more than 700 tools in
the Islamic History of Science Museum he founded
in Frankfurt, and he achieved a great success
beyond his imagination. In the same building,
there was a History of Sciences Library containing
45,000 volumes of books, which he brought
together with great care and effort from all over
the world.
Professor Dr. Fuat Sezgin decided to set up a museum
of the Islamic History of Science Museum in
his homeland, in Istanbul. His goal was to enable
Turks to see these extraordinary achievements of
their civilization and the contribution of Muslim
scientists to the history of science in a more concrete
way.As a result of his efforts,the opening of
the Islamic Science and Technology History Museum,
took place on 25 May 2008.
Professor Dr. Fuat Sezgin passed away on 30
June 2018 in Istanbul, where he spent his last
years and continued his studies. He devoted his
life to science with his diligence and hard work
that pushes the limits of human power, and left
his very valuable works and thoughts behind.
Fuat Sezgin was an exceptional value with an
important place in his field.
İBN-İ SİNA
The biggest systematic philosopher of the Islamic
Meşşâî school, the leading representative of medieval
medicine.
Ibn-i Sina had an extraordinary intelligence and
he memorized the Quran when he was 10 years
old. Ibn-i Sina has reached an advanced level in
the fields of astronomy, philosophy, chemistry,
medicine and pharmacy.
He made progress in the fields of logic, mathematics
and physics and began to study the works
in the field of metaphysics. Ibn-i Sina was invited
to the palace after Sultan Mansur had a severe
illness. Together with the palace doctors, he
succeeded in the treatment of the sultan. Ibn-i
49
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
Sina became a palace
physician at the
age of eighteen
due to this success.
Thanks to
this task,
he got into
the rich
library of
the palace
and had the opportunity
to read
and study medical
works. After a
while, he had the opportunity
to read many
physicians and thinkers whom
he had not even heard their names in
the library.At the age of 18 he learned all the sciences
of his age. Upon the proposal of Ebü’l-Hüseyin
el-Arüzi to write a comprehensive book on
science and philosophy for himself, he wrote a
work called “al-Hikmetü ‘l-’ Aruziyye” that covers
all sciences except mathematics.
This important scientist, who left hundreds of
works behind, at a time when the microscope
was not discovered,stated that, “It is a wolf that
makes every disease. Unfortunately we have no
tools to see it.” He drew attention with his words,
and he made a breakthrough in medical science.
Being at the top of the Islamic philosophical tradition
that started with Kindî, İbn Sînâ is a student
and successor of Fârâbî in the field of philosophy,
but is an important scientist who has
surpassed his master.
KATİP ÇELEBİ
Being trained by virtuous and famous scholars
of his time, he filled the deficiencies in the education
of the madrasah. He knew Arabic, Persian
and a little Latin. He was a sophisticated scholar.
He continued his studies in a wide range from
religious sciences, literature, history, geography,
calculus, astronomy, literature and medicine. He
spent his life reading, writing and searching.
Kâtib Çelebi, who had a dignified personality, did
not like satire very much. It is known that there is
a delight and curiosity, such as growing flowers,
even growing blue, hyacinth hyacinths. It is stated
that one of the sources of his era, Kâtib Çelebi
was extremely fond of books and was mostly engaged
in historical and biographical works. Kâtip
Çelebi did not hesitate to examine many books to
illuminate a historical event. For example, when
writing the Arabic Fezleke, he stated that he had
overviewed 1300 works.
Franz Babinger described him as the Sufi of the
Ottomans. Various works of Kâtib Çelebi, and especially
Keşfü-Zunûn, have become a basic reference
work that is practiced by almost everyone
who studies Islam in the West. Kâtib Çelebi dealt
with the issues which aroused in the Ottoman
state and social order to emerge during his life
or earlier, and tried to solve them. In this respect,
Kâtib Çelebi is also a witness who witnessed the
period he lived in. Kâtib Çelebi has been an important
follower of Ibn Haldun in various ways.
Emphasizing that science is important for the
continuation of social life, Kâtib Çelebi stated
that establishing a healthy relationship between
religion and life can only be achieved through
science.
MİMAR SİNAN
Mimar Sinan, expresses the stages he has recorded
in his profession with three different structures:
“Apprenticeship Stage” . Mimar Sinan built
the Şehzadebaşı Mosque, which he described
as an apprenticeship, at the age of 54. Thus, he
completed the first big sultan mosque. After the
50
İslam Medeniyeti ve Fuat Sezgin Projesi
completion of the “Journeyman Stage” Şehzade
Mosque, he is asked to make a complex for the
Sultan and the construction of the complex begins.
“Suleymaniye”, the most magnificent complex
of Ottoman and Istanbul, was completed in
seven years (1557). What Sinan said “My masterpiece”
and is the mosque he built in Edirne on
behalf of Selim.This is his greatest work. When
this structure was completed, he was eighty-three
years old and was now known as “Koca” because
of his old age. Sinan went on pilgrimage in 1584.
Mimar Sinan continued his influence and guidance
in Ottoman architecture with his students
and his works. Dâvud Ağa, Sedefkâr Mehmed
Ağa’s works produced by students he trained are
an indication of this. Throughout the architectural
life of Mimar Sinan, there are 92 mosques, 52
mosques, 55 madrasahs, 7 darülkurra, 20 tombs,
17 imaret, 3 hospital, 10 bridges, 20 caravanserais,
36 palaces, 8 cellars and 48 baths.
ÖMER HAYYAM
Ömer Hayyâm is one of the most admired poets
and well-known scholars of the East. Hayyâm’s
influence on the development of mathematics
in general and analytical geometry in particular
is enormous. The most important fields that
Hayyâm contributed to are algebra. The equations
that were first discovered by Euclid as a
special case until the second degree were extended
by Ömer Hayyam.
For the first time in the history of mathematics,
Ömer Hayyam classified many algebraic equations
in this field, including third-order cubic
equations. Hayyâm is a poet known for his rubâîs.
The number of rubâîs reflecting its unique style
is around 100. It is the English translations made
by Edward Fitzgerald who introduced Hayyâm to
the West as a poet. Ömer Hayyam is the anonymous
hero of many theories and inventions,
although he has not written many of his works.
Although this great information is not clearly
known in Nîşâbur, it is estimated that he died at
the age of eighty-five in 1131/1132. The name of
Ömer Hayyam was given to a crater on the Moon
in 1970, and a comet that was newly discovered
in 1980.
PİRİ REİS
The information about his life is mostly based
on his writings in Kitab-ı Bahriyye. According to
what he explained here, he worked in the Mediterranean
with his uncle Kemal Reis. In order to
strengthen the navy by Bayezid, Kemal Reis was
invited to the Ottoman service with his ships.As
an experienced sailor, Piri Reis joined the Ottoman
navy with Kemal Reis. Piri Reis was the captain
of his own warship for the first time in the
Ottoman-Venice naval wars that started in 1499.
At the same time, Pîrî Reis took part in sea voyages
such as Moton, Koron, Navarin, Mytilene and
Rhodes between 1495-1510. Piri Reis struggled
in the seas with his uncle to ensure trade security
in the Aegean.
The world maps he drew at the top of
Pîrî Reis’ most important works. Part
of the world map dated 1513 in Gallipoli shows
the coasts of Spain, Portugal and West Africa and
the east coast of the American continent. It is very
important in terms of being the oldest world map
available today. The sources of the map are the
old maps reaching him from the East and West
world and the map of Christopher Columbus.
The second world map he drew between 1528
and 29 shows the north of the Atlantic Ocean and
the shores of North and Central America. These
world maps are made in color and on leather.
Piri Reis gained great fame with his work titled
Kitâb-ı Bahriyye, which is the map of Aegean and
Mediterranean coasts.
51
Projeyle İlgili Videolara QR Kodu Tarayarak Ulaşabilirsiniz