22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

sâhibi bir velîdir." dediler ve daha başka sözlerle o zâtı çok medh ettiler. Bunun üzerine<br />

Bâyezîd-i Bistâmî; "Madem öyledir. O halde o büyük zâtı ziyârete gitmemiz lâzım oldu."<br />

buyurdular. Talebelerinden bâzıları ile birlikte onun bulunduğu yere geldiler. Bâyezîd-i<br />

Bistâmî bildirilen zâtın, mescide gitmekte olduğunu ve kıbleye karşı tükürdüğünü gördü.<br />

Görüşmekten vazgeçip derhal geri döndü. Sonra o kimse hakkında şöyle buyurdu: "Dînin<br />

hükümlerini yerine getirmekte, sünnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riâyette zayıf birisine,<br />

nasıl olur da kerâmet sâhibi denilir. Böyle bir kimsenin, Allahü teâlânın evliyâsından olması<br />

mümkün değildir." buyurdu.<br />

Bâyezîd-i Bistâmî'ye; "Bu yüksek makamlara nasıl kavuştunuz?" diye sordular. Cevâbında<br />

şöyle anlattı: "Bir gece herkesin uyuduğu bir sırada, Bistâm'dan çıktım. Ay her tarafı<br />

aydınlatıyordu. Giderken âniden karşımda çok heybetli bir makam gördüm. On sekiz bin<br />

âlem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu. Aklım başımdan gitti. Beni fevkalâde bir<br />

hâl kapladı. O halde iken; "Yâ Rabbî! Bu kadar büyük, bu kadar güzel bir dergâh acabâ niçin<br />

böyle boş?" dedim. Hemen; "Bu dergâhın boşluğu, kimse gelmediği için değil, belki<br />

gelenlerin lâyık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabûl<br />

etmeyişimizdendir." diyen bir ses duydum. Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması için şefâatçi<br />

olayım diye kalbime geldi. Fakat, bu şefâat makâmının Sultân-ül-Enbiyâ Muhammed<br />

Mustafâ efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim öyle düşünmemin, bu şefâat<br />

makâmına karşı edebe riâyetsizlik olacağını anlayıp, o düşüncemden vazgeçtim. Bir ses<br />

duydum ki; "Ey Bâyezîd, Sultân-ül-Enbiyâ'ya olan muhabbetin ve edebe riâyetin sebebiyle,<br />

biz de senin edeb ve mertebeni yükseltiyoruz. Kıyâmete kadar, Sultân-ül-Ârifîn, diye<br />

anılırsın buyuruyordu."<br />

Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî'yi bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı.<br />

Namazını kazâ edip o kadar ağlayıp inledi ki, bir ses işitti. "Ey Bâyezîd, bu günâhını<br />

affeyledim. Bu pişmanlık ve ağlamana da, ayrıca yetmiş bin namaz sevâbı ihsân eyledim."<br />

diyordu. Aradan birkaç ay geçtikten sonra onu, yine uyku bastırdı. Şeytan gelip, Bâyezîd'i<br />

Bistâmî'nin mübârek ayağından tutarak uyandırdı ve; "Kalk namazın geçmek üzeredir." dedi.<br />

Bâyezîd-i Bistâmî, Şeytan'a; "Ey mel'ûn! Sen hiç böyle yapmazdın. Herkesin namazının<br />

geçmesini, kazâya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın?" buyurunca,<br />

Şeytan şu cevâbı verdi: "Birkaç ay önce sabah namazını kaçırdığında, pişmanlığın ve üzüntün<br />

sebebiyle çok ağlayıp inlediğin için ayrıca yetmiş bin namaz sevâbı almıştın. Bu gün, onu<br />

düşünerek, sâdece vaktin namazının sevâbına kavuşasın da, yetmiş bin namaz sevâbına<br />

kavuşmayasın diye seni uyandırdım." dedi.<br />

Zamânında binlerce velî vardı. Hepsi de ibâdet, riyâzet, keşif ve kerâmet sâhibi idi. Fakat<br />

asrın kutupluğu, ümmî bir demircinin üzerinde idi. O bu işin sır ve hikmetine karşı hayretler<br />

içindeydi. Çoluk çocuğunun nafakası için geceli gündüzlü örs başından ayrılmayan demirciyi<br />

görmek istedi. Bir gün dükkânına gitti. Selâm verdi. Onu görünce, çocuklar gibi sevindi.<br />

Ellerine sarıldı, uzun uzun öptü ve ondan duâ ricâ etti. Henüz keşif âlemine girmemiş olduğu<br />

için kendi makâmından habersizdi. Ondan duâ isteyince dedi ki: "Ben senin ellerinden<br />

öpeyim de, sen bana duâ et! Sizin duânıza muhtaç olan benim!" O ise şöyle cevap verdi:<br />

"Benim sana duâ etmemle, içimdeki dert hafiflemez ki!" Bunun üzerine o da; "Derdin nedir?<br />

Söyle bir çâre arayalım?" dedi. "Acabâ kıyâmet gününde, bunca insanın hâli ne olur? Bunu<br />

düşünmekten, buna yanmaktan başka derdim yok." dedikten sonra hüngür hüngür ağlamaya<br />

başladı. Bâyezîd-i Bistâmî'yi de ağlattı. O vakit içinden; "Bunlar nefsim, nefsim diyenlerden<br />

değil, ümmetim ümmetim diyenlerdendir." diyen bir ses duydu. Hemen içindeki hayret<br />

silindi. Kutupluk makâmının bu demirciye niçin verildiğini sezdi. Anladı ki, böyleleri, sevgili<br />

Peygamber efendimizin kalbine her an bağlıdır. Onun hakîkatine mazhardır. Demirciye dedi<br />

ki: "İnsanların azap çekmesinden sana ne?" Demirci de; "Bana mı ne? Benim fıtratımın<br />

mayası, şefkat suyuyla yoğurulmuştur. Cehennem ehlinin bütün azâbını bana yükleseler de,<br />

onları bağışlasalar, ben saâdete ererim ve derdimden kurtulurum." dedi.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!