22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

mağaraya geldi. Arkasından Hızır aleyhisselâm geldi ve; "Ey Ebû Tâhir! Ahmed'in malına<br />

vakıf dersin. Şüpheli ete helâl dersin. Bunu kimden öğrendin? Ahmed'in mertebesi çok<br />

yüksektir." buyurdu. Ebû Tâhir o zaman meseleyi anlamış oldu.<br />

Ahmed Nâmıkî Câmî, bir nehrin kenarında oturmuş bir talebesine tasavvuf yolunda, Allahü<br />

teâlânın sevdiklerine ne kadar lütuf yapmış olduğundan bahsediyordu. Bu sırada nehri<br />

gösterip; "Eğer Allahü teâlânın dostları, sevdikleri, işâret edip, ey su! Geri dön ve yukarı<br />

doğru ak! deseler, geri dönüp yukarı doğru akar." buyurması ve işâret etmesiyle su gerisin<br />

geri akmaya başladı.<br />

Bir gün bir dağın eteğinde oturmuş talebelerine ders anlatıyordu. Yanına birisi gelip abdest<br />

almak için su istedi. Ahmed-i Nâmıkî Câmî; "Falan yerde çeşme var. Oraya git, abdest al."<br />

buyurdu. O şahıs çeşmenin olduğu yeri bilmiyordu. Bunun üzerine Ahmed Nâmıkî parmağı<br />

ile; "İşte şurasıdır." diye işâret etti. O anda târif ettiği yerdeki çeşme Allahü teâlânın izni ile<br />

yerinden kalkıp, havaya yükseldi ve bir mikdâr havada kaldı. O şahıs da gidip abdest aldı.<br />

Orada bulunanlar, buna şahid oldular.<br />

Ebü'l-Hasan Salah isimli bir zât gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Dört halîfesi<br />

sağ tarafında, Ahmed-i Câmî hazretleri sol tarafında oturuyordu. Resûlullah efendimiz<br />

Eshâb-ı kirâm ile konuşuyordu. Konuşmaları bitince, Ebü'l-Hasan selâm verip huzûra<br />

yaklaşarak; "Yâ Resûlallah! Bugün kendisine uyulacak zât kimdir? Kime uymak lazımdır."<br />

diye sordu. Resûlullah efendimiz, Ahmed-i Nâmıkî Câmî'yi işâret ederek; "Ehl-i sünnet<br />

vel-cemâat, Ehl-i sünnet vel-cemâat, Ehl-i sünnet vel-cemâat." buyurdular. Ehl-i sünnet<br />

vel-cemâat ile Ahmed Nâmıkî'yi kasdetmişlerdi.<br />

Ahmed-i Nâmıkî Câmî'yi sevenlerden birisi bir gün; "Ahmed Nâmıkî hazretlerinin yanına<br />

gideyim, mübârek eliyle ağzıma bir lokma koysun." diye aklından geçirdi. Bu zât ile Ahmed<br />

Nâmıkî Câmî'nin bulunduğu yer arasında üç günlük mesafe vardı. Yola çıkıp, Ahmed Nâmıkî<br />

Câmî'nin yanına vardı. O sırada sofra hazırdı. O zâtı da sofraya buyur ettiler. Ahmed-i<br />

Nâmıkî eline bir lokma aldı ve o zâtın kulağına; "Senin istediğin bu ise, işte lokma." deyip,<br />

ağzına koydu.<br />

Mukrî Mehmed isimli bir zât bir gün Ahmed-i Nâmıkî'ye gidip; "Hiç bir şeyim yok, çalışıp<br />

kazanacak halde de değilim. Hem çok zayıfım. Babama söyle de bana servetinden bir şeyler<br />

versin." dedi. Ahmed Câmî; "Ey Mukrî! Gönlü böyle şeylere bağlamamalı. İnsan kanâatkâr<br />

olmalı." buyurdu. Buna rağmen o; "Nasıl kanâatkâr olayım ki?" dedi. Ahmed Câmî; "Az veya<br />

çok bir şeyin de mi yok?" diye sorunca; "Hiçbir şeyim yok." dedi. Bunun üzerine Ahmed<br />

Câmî; "Sen önce falanca yere sakladığın altınlarını harca bakalım. Ondan sonra Allahü teâlâ<br />

sana başkasını ihsân eder." buyurdu. Mukrî Mehmed; "Hangi altından bahsediyorsunuz ve ne<br />

kadar?" diye sorunca, Ahmed Câmî parmağı ile on sekiz dinara kadar saydı. "On sekiz buçuk<br />

dinarı da gördüm." buyurdu. Bu durum karşısında o zât mahcûb oldu ve yaptığına tövbe etti.<br />

Ahmed Nâmıkî 1142 (H.536) senesi Ocak ayında vefât etti. Meşhed ile Herat arasındaki<br />

yolun tam ortasında Türbei Câmî bahçesine defnedildi.<br />

Ahmed Nâmıkî Câmî'nin vefâtından bir süre sonra bir harb çıktı. Bu harpte Kâdı İmâdüddîn<br />

Vâsıtî isimli bir zât yaralanmıştı. Yaralı hâlde bir medresede kalıyordu. Talebelerinin çoğu<br />

dağılmış, yanında birkaç kişi kalmıştı. Medresede, yalnız, garip, kimsesiz bir halde kalıyordu.<br />

Durumu epeyce ağırlaşmıştı. Kendisini tedavî edecek kimse de yoktu. Çok sıkıntılı bir<br />

durumdaydı. Bu hâlde iken bir gece bulunduğu odada bir nûr göründü. Ne olduğunu<br />

bilmiyordu. Birisi gelip, elini onun başına koydu. O anda çok ferahladı. Ona; "Siz kimsiniz,<br />

sizi tanıyor muyum." diye sordu. O zât; "Ben Ahmed-i Nâmık-i Câmî'yim." dedi. Bunun<br />

üzerine onu tanıyıp; "Ey efendim!Bak ne hâldeyim. Âciz, kimsesiz ve bîçâreyim." dedi.<br />

Ahmed Nâmıkî; "Ben senin yaralarını tedâvî için geldim." buyurdu ve elini yaraları üzerine<br />

koydu. Dokunduğu yer iyileşiyordu. Uyandığında elli kadar yaradan hiç eser yoktu.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!