22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Efendi de; “Onun bir noksanı yoktur. Acabâ bunun ceplerini dikmediniz mi?” diye sordu.<br />

Bunun üzerine Kusta Usta; “Efendim! Cebini dikmiştim. Cep ağızları dikişlidir. Verin bana<br />

ağızlarını açayım.” dedi. O zaman Yahyâ Efendi, ona; “Ellerini ceplerine sok ne çıkar, ne<br />

bulursan senin olsun.” buyurdu. Terzi Kusta bu söze bir mânâ veremeyip şaşırdı ve ellerini,<br />

ipliklerini söktüğü ceplere soktu. Bir avuç altın çıkardı. Kusta Usta’nın aklı başından gitti ve<br />

kendisini bir titreme aldı. Sonra Yahyâ Efendinin ellerine sarıldı ve; “Ey Allah’ın sevgili<br />

kulu! Bana yardım edin. Mümin olma zamânım geldi. Îmân etmek istiyorum. Bana îmânı<br />

öğretiniz.” dedi. Yahyâ Efendi onun başına kendi tülbendini sardı ve; “Artık ismin Ali Usta<br />

oldu.” buyurdu. Ali Efendi Kelime-i şehâdeti söyleyip Yahyâ Efendinin talebeleri, sevdikleri<br />

arasına girdi ve dergâhta ömür boyu hizmet etti.<br />

Yahyâ Efendinin torunu Azîz İbrâhim Efendi anlatır: “Dedemin yanında oturmuştum. Bir<br />

beyt okudu. “Nasîbin var ise gelir Yemen’den. Ne Yemen’den. Hind’den de dahi Hind’den<br />

de.” dedi. Sözünü tamamladığında kapı çalındı. Bana; “Kapıyı çalan kimdir bir bak?”<br />

buyurdu. Ben de gidip kapıya baktım. Hindli birisi duruyordu. Ona; “Kimsin ve ne<br />

istiyorsun. Çaldığın bu kapıdan istediğin nedir?” dedim. Sonra geri dönüp ceddime;<br />

“Dedeciğim birisi sizinle kapıda görüşmek istiyor.” diye haber verdim. O da bana; “Onu<br />

içeriye dâvet et, sohbet etmek istiyoruz.” dedi. Derhal gidip kapıyı açtım ve ona; “Dedem sizi<br />

istiyor.” dedim. O da eşyâsıyla birlikte içeriye girdi. Selâm verdi ve dedemin elini öptü.<br />

Koynundan bir mektup çıkarıp verdi. Sonra da; “Ben senin için tâ Hindistan’dan geldim. Sizi<br />

sevenler bizi bilir. Bu hediyeleri size gönderdiler.” dedi. Dedem Yahyâ Efendi hazretleri de<br />

tebessüm edip, o kişiyi misâfir ettiler ve sonra geri gönderdiler.”<br />

Yahyâ Efendinin Boğaz’da çok güzel bir bahçesi vardı. Orada Mustafa Efendi adında biri<br />

hizmet ederdi. Bir gece Yahyâ Efendi ona; “Bana biraz su getir.” buyurdu. O sırada hiç su<br />

yoktu. Mustafa Efendi testiyi alıp dışarı çıktı. Dışarısı çok karanlık olup, göz gözü görmez<br />

derecedeydi. Üstelik su getirilecek yer de oldukça uzak ve tehlikeliydi. Mustafa Efendi bir<br />

türlü gitmeye cesâret edemedi. Geriye de dönemedi. Neticede; “Yahyâ Efendiye fedâ olsun,<br />

diye gönlünden geçirip yola koyuldu. Birden gideceği yer gündüz gibi aydınlandı. Selâmetle<br />

gidip testiyi doldurup getirdi. Lâkin bu aydınlığa şaşıp kaldı. Tekrar dışarı çıkıp bu aydınlığı<br />

görmek istedi. Dışarı çıktığında her tarafı kapkaranlık gördü. Bu hâli Yahyâ Efendiden<br />

sormak istedi. İçeri girdiğinde Yahya Efendi ona; “Bak Mustafa Efendi! Bu gördüğünü<br />

kimseye söyleme. Bizi de ellere verme. Bir kimsede yakîn nûru varsa, o kimse zulmette,<br />

karanlıkta kalmaz.” buyurdu. Bu hal onun bir kerâmetiydi.<br />

Belbân isminde gayr-i müslim bir çobanın sürüsünden, iki koyun kaybolmuştu. Kaybolan<br />

koyunlar, Yahyâ Efendinin dergâhının bahçesine gelmişlerdi. Çoban, koyunlarını bütün<br />

aramalara rağmen bulamadı. Nihâyet orada bulunduklarını öğrenip, doğruca dergâha geldi.<br />

Yahyâ Efendinin, müslümanların büyük bir âlimi ve velîsi olduğunu işitmişti. “Acabâ bana<br />

nasıl alâka gösterir, benimle ilgilenir mi, ilgilenmez mi? Eğer benimle ilgilenir, aç ve yorgun<br />

olduğumu anlayıp; tâze ekmek, tereyağı ve bal ikrâm ederse, onun hakîkaten büyük bir zât<br />

olduğunu anlarım.” gibi düşünceler ile Yahyâ Efendinin huzûruna girdi. Yahyâ Efendi onu<br />

görünce, o daha hiçbir şey söylemeden; “Bu kişi, koyunlarını ararken, dağ taş demeden<br />

dolanıp çok yorulmuş ve acıkmıştır. Buna tâze ekmek, tereyağı ve bal getirin.” diye<br />

hizmetçiye emretti. Emredilen yiyecekler, derhâl hazırlanıp getirildi. Ortaya konunca, Yahyâ<br />

Efendi Belbân’a; “İşte sana tereyağı, mumlu bal ve tâze nân (ekmek), Dilersen yağa ban,<br />

dilersen bala ban.” dedi ve tebessüm ederek, yemesi için işâret etti. Belbân da o<br />

yiyeceklerden yedi. Gönlü ve kalbi yumuşadı. Evliyânın lokması kalp hastalığına şifâ<br />

olmuştu. Bunun üzerine Belbân îmân etmekle şereflenip müslüman oldu. Bu nîmetin<br />

şükrânesi olarak, Allah rızâsı için, kendisinin olan o iki koyunun kesilmesini ve orada<br />

bulunanlara ikrâm edilmesini istedi. Bunun üzerine Yahyâ Efendi, şu şiiri söyledi:<br />

Sabahleyin iki ganem (koyun),<br />

Menzile mihmân (misâfir) geldi.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!