22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1159<br />

6) Vekâyi-ül-Fudelâ, Üniversite Kütüphânesi, Türkçe Yazmalar Bölümü, No: 3216, c.2,<br />

v.218a<br />

7) Hadîkat-ül-Cevâmi'; c.2, s.168<br />

8) İslâm Âlimleri <strong>Ansiklopedisi</strong>; c.16, s.245<br />

VECÎHÜDDÎN ÖMER EFENDİ;<br />

Evliyânın büyüklerinden. Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) neslindendir. Muhammed Dîneverî<br />

amcasıydı. Babası Ebû Muhammed'dir. İlk zamanlarında memleketin ileri gelen âlimlerinden<br />

olup, fetvâlar kendisine sorulurdu. Bu sırada tasavvufa meyledip, kemâle ermiştir.<br />

Sühreverd'de doğup, Bağdat'ta yetişti.<br />

Tasavvuf yoluna girişi şöyle olmuştur: Âl-i Selçuktan İbrâhim Han zamânında Sühreverd'e<br />

onu kâdı tâyin ettiler. Pâdişâh tarafından yarlığ (ferman) verilip, gelip hizmete başladı. Bu<br />

sırada iki kişi huzûruna geldi. Biri aleyhinde bir hususta dâvâcı oldular. Beyyine (delil) de<br />

getirdiler. Yalancı şâhid ile dâvâlarını isbat ettiler. Sonra dâvâcıların dâvâlarında yalancı<br />

olduklarını ve şâhidlerinin de yalancı şâhid olduğunu Kâdı Vecîhüddîn öğrenince, üzülüp bu<br />

vazîfeden ayrıldı. Şeyh olan amcalarına talebe oldu. Mücâhede ve riyâzetle meşgûl olup<br />

yetişti ve tasavvufta yüksek derecelere kavuştu.<br />

Talebelerinden biri şöyle anlatır: Bir gün kendi bağımda zerdâli ağacına çıkmıştım. Meyve<br />

düşürüp dururken, Şeyh oradan geçiyordu. Şeyh ızdırabından beşeriyet hâli galebe edip,<br />

kendi kendine şöyle söyleniyordu: "Yâ Rabbî! Sen her şeye kâdirsin. Şu ağaçların yaprağını<br />

altın edip, onda olan meyveleri gümüş edersin." O anda o ağaçların altın, meyvelerinin<br />

gümüş olduğunu ve yolu üzere önüne dökülmeye başladığını gördüm. Şeyh bu durumu<br />

görünce söylediğine pişman olup yüzünü toprağa sürdü. İnleyip ağlayarak istiğfâr etti. Ben<br />

yerimde duramadım. Bağdan çıkıp yanına vardım. Ellerine sarıldım. Bana; "Biz sağ oldukça<br />

bu gördüklerini söyleme!" dedi. Hak teâlânın kendi dostları ile bu gibi muâmelesi çok<br />

olur.Ben dahi o zaman bir altın almıştım. Vefâtından sonra müridlere bu hâdiseyi anlattım.<br />

Buyururlardı ki: "Hak yolu arayanlara onlara yol gösterecek bir mürşîd-i kâmil, rehber<br />

lâzımdır."<br />

"Tasavvuf ehli, kavuştukları mânâları, halleri, çoluk çocuğunu muhâfaza ettiği gibi korur."<br />

Bir defâsında hasta oldular. Sevdiklerinden bâzısı; "Sultânım! İlaç alsanız olmaz mı?"<br />

dediler. "Bir tabib getirseniz iyi olur." buyurdu.Tabib; "Birkaç gün tahammül edebilseniz de<br />

size falanca şerbeti içirsek, iyi gelir." dedi. Şeyh; "Bizim rahatsızlığımız şerbet ve macunla<br />

gidecek bir şey değil. O kendiliğinden gider." buyurup, bir kerre; "Hû" deyince hemen o anda<br />

tabib kendinden geçti. Nice zaman öyle kaldı. Sonra kendisine gelip, Şeyh'in huzûrunda<br />

îmâna gelip ona talebe oldu. Şeyh; "Bizim hastalığımız seni küfr hastalığından kurtarmak<br />

içindi. Yoksa bizim ilâca ihtiyâcımız yoktu." buyurdu. Şeyh iyileşip, çok zaman yaşadıktan<br />

sonra 1050 (H.442) yahut 1060 (H.452) senesinde vefât etti. Kabirleri Bağdat'tadır. Abbâsî<br />

halîfelerinden El-Kâimbillah, Gaznelilerden İbrâhim bin Mes'ûd, Selçuklulardan Tuğrul Bey<br />

zamânında yaşadı. Dört halîfesinden biri Ömer Bekrî, Osman Harrât, Mâcid Şirvânî ve kendi<br />

yerlerine geçen Ebû Necib'dir.<br />

Buyurdular ki: "Dört kimseden şu dört işin meydana gelmesi güzeldir: 1)Bir pâdişâhın âdil<br />

olup, halka adâletle muâmele etmesi, 2)Âlimin, ilmi, âhiretle ilgili derecelere kavuşmayı<br />

kolaylaştırmak için öğrenmesi, 3)Tüccarın, bedeni kuvvet kazanıp, Allahü teâlâya ibâdete<br />

yardımcı olması için dolaşması, 4)Tövbe edip, tasavvuf yoluna girenin bunu Allah için<br />

yapmış olması.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!