22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleriyle, bir bahar mevsiminde yola çıkmıştık. Yolumuz, sel<br />

sularıyla dolup taşarak akan bir dereye rastladı. Karşıya geçmemiz îcâb etti. Talebeler karşıya<br />

geçmek üzere saz ve kamışlardan sal yapıp, sudan geçtiler. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de<br />

karşıya geçmek için sallardan birine bindi. Beni de yanına aldı. Hareketten biraz sonra,<br />

derenin ortasında suyun büyük bir hızla aktığı noktaya gelmiştik. Bindiğimiz salın kamışları<br />

çözülmeye başladı. Sular, bağlar gevşediğinden kamışları ve sazları sökerek salı dağıtıyordu.<br />

Ben çok korktum. Karşı sâhile bir ok atımı mesâfe vardı. Suyun şiddetle aktığı yeri aşıp<br />

karşıya ulaşmamız mümkün değildi. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bu hâle hiç aldırmadan<br />

oturuyordu. Kamışlar git gide biraz daha çözülüp dağılıyor, ben ise korkudan eriyordum.<br />

Hocamın yanında, onun rûhâniyyetine, tasarrufuna sığınıp, tevekkülle bekledim.<br />

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bu durum karşısında birdenbire "Allah!" diye bağırdı. Derin bir<br />

ürperti geçirerek, neticeyi bekledim. Bindiğimiz sal, suyun en şiddetli aktığı noktayı geçti.<br />

Sazlardan ve kamışlardan hiçbiri çözülmeden, sal karşı kıyıya ulaştı. Kıyıya gelince, hocam<br />

bana;"Kalk!" buyurdu. Kalkıp, sal üzerinden kıyıya atladım. Kendisi de indi. Mübârek<br />

ayaklarını yere basar basmaz, sal birdenbire bir çöp yığını hâline gelip, su üzerinde<br />

dağılıverdi."<br />

Mevlânâzâde Nizâmeddîn anlatır: "Kış zamanıydı. Günlerin en kısa olduğu bir mevsimde,<br />

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleriyle bir köyden bir köye gidiyorduk. İkindi namazını yolda<br />

kıldık. Güneş solmaya başlamış ve ufuk çizgisine yaklaşmıştı. Menzilimiz gâyet uzaktı ve bu<br />

vaziyette oraya gecenin geç saatlerinden evvel varmak ihtimâli yoktu. Etrafta ise barınılacak<br />

hiçbir yer bulunmuyordu. Her taraf bozkırdı. Kendi kendime; "Menzil ırak, vakit akşam, yol<br />

korkunç, hava soğuk, sığınılacak yer yok; hâlimiz ne olacak?" diye düşünmeye başladım.<br />

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, atını hızla sürüp gidiyor ve hiçbir telâş eseri göstermiyordu.<br />

İçimden bu düşünceler geçince, başlarını bana döndürdüler ve; "Yoksa korkuyor musun?"<br />

diye sordular. Sükût ettim. "Atını sıkı sürüp yol almaya bak! Belki güneş batmadan<br />

menzilimize ulaşırız" buyurdu. Böylece atlarımızı sıkı sürerek yol almaya başladık. Bir hayli<br />

gittikten sonra, güneşin yerinde durduğunu gördüm. Ufka yakın bir noktada ve göğe<br />

çivilenmiş gibiydi. Köye girer girmez, sanki güneş söndürülmüş gibi, birdenbire zifirî<br />

karanlık içinde kaldık."<br />

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerinden ticâret işlerine bakan Mevlânâ Necmeddîn<br />

şöyle anlatmıştır: Bir defâsında büyük bir kervan hâlinde, develerimiz ticâret eşyâsı yüklü<br />

olarak dönerken, eşkıyâ yolumuzu kesti. Kervanda bulunanlar, eşkıyâyı görünce büyük bir<br />

dehşete kapıldı. Mallarını gitmiş, kendilerini de esir edilmiş düşündüler. Ben içimden dedim<br />

ki; Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bana emânet edilmiş mallarını, cenk etmeden<br />

eşkıyâya teslim etmek talebelik şânına uymaz. Böyle bir hareket mertlik ve insanlıktan<br />

uzaktır. En iyisi, hocamın mallarını muhâfaza etmek yolunda şehîd olmaktır. Böyle<br />

düşünerek, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin rûhâniyyetinden yardım isteyerek kılıcımı<br />

çektim. O ânda kendimi, hocam Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri şeklinde gördüm ve eşkıyâ<br />

üzerine at sürerek, kılıç sallamaya başladım. Sonunda eşkıyânın kervanı bırakıp kaçtığını<br />

gördüm. Hâlbuki eşkıyâ bizden fazla idi. Benim maksadım şehîd olmaktı. Kervandakiler, bu<br />

hâle benden daha çok hayret etti. Kaldı ki, ömrümde cenk etmiş ve çarpışma nedir bilen bir<br />

insan da değildim. Bu işin Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin tasarrufu ile olduğunu<br />

anladım. Huzûruna gittiğimde, hâdiseyi bütün teferruatıyla anlattım. Buyurdu ki: "Zayıflar,<br />

kuvvetli düşmanla karşılaştıkları zaman, kendi kuvvetlerinden geçerler ve büyüklerin<br />

rûhâniyyetinden yardım isterlerse, Allahü teâlâ onlara öyle bir kuvvet verir ki, onunla<br />

düşmanlarını yenerler."<br />

Ubeydullah-ı Ahrâr zamânında, Taşkend'de şeyhlik iddiâsında bulunup, irşâd makâmına<br />

kurulup oturan pek çok kimse vardı. Bunlar, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine karşı kıskançlık<br />

ve ayrılık gösterirlerdi. Neticede, hepsi tek tek silinip gittiler. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri,<br />

Bagistan'dan Taşkend'e gelip, tâlibleri irşâd ile meşgûl olduğu zaman orada bir âlim vardı.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!