22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Tâhir-i Bedahşî ilk zamanlar askeriyede çalışıyordu. Askerler kalelerden birini fethetmek için<br />

yola çıktıkları sırada, bir gece rüyâda Peygamber efendimizi gördü. Hazret-i Sıddîk-i Ekber,<br />

diğer halîfeler ve Eshâb-ı kirâm Resûlullah'ın huzûr-ı saâdetlerinde idi. Peygamber efendimiz<br />

kendisine; "Bu seferden döndükten sonra, sen bu askerin arasından ayrıl! Tasavvuf<br />

büyüklerinin sohbetinde bulun." buyurdular. Ebû Bekr-i Sıddîk, Peygamber efendimizin emri<br />

ile kendisine hırka giydirdi. Uykudan uyanınca, askerliği bırakmaya karar verdi. Bu sefer<br />

dönüşünde askerler, çalılar ve ağaçlar arasından geçerken, kendisi attan indi ve ağaçların<br />

arasına girdi. Emir eri, abdest bozmaya gittiğini zannetti. Bir müddet bekledi. Tanıdıkları ne<br />

kadar aradıysalar, bulamadılar. Tâhir-i Bedahşî, o havâlide bir çiftçiye rastladı. Kendi<br />

elbiselerini ona verip onun elbiselerini giydi ve o memleketteki dervişlerin sohbetine katıldı.<br />

Aradan yıllar geçti. Akrabâları onun hayatta olup olmadığını bilmiyorlardı. Tâhir-i Bedahşî,<br />

eve gelince durumu hanımına anlattı. Hanımı; "Ben de seninle geleceğim." dedi. Üstüne bir<br />

örtü, eline bir âsâ alıp, kocası ile berâber yola çıktı. O memlekette bulunan, gönül sâhibi bir<br />

âlimin hizmet ve huzûruna kavuştu. Bu zât, kendisine; "Senin nasîbinin Nakşibendî yolunda<br />

olan büyüklerden olacağını anlıyorum." dedi. Delhi ve Lâhor tarafına gitmesini işâret<br />

buyurdu. Bu zamanda o diyarda hazret-i Hâce Muhammed Bâkî vardı. Cihânı aydınlatan bir<br />

güneş gibiydi. Sözlerini duyanlar, o gönüller sultânı büyük âlimin etrâfından ayrılmıyorlardı.<br />

Huzûruna kavuşmadan birkaç gün önce, Muhammed Bâkî-billah âhirete irtihâl eyledi. Tâhir-i<br />

Bedahşî şaşkın bir hâlde kaldı. Allahü teâlânın ihsânı ile İmâm-ı Rabbânî hazretlerine<br />

gitmeye karar verdi. Huzûruna gidip talebesi olmak ve hizmette bulunmakla şereflendi. O<br />

yüksek dergâhta canla başla çalıştı. Nasîbi olan her şeye kavuştu. Talebe arkadaşı Hâşim-i<br />

Keşmî şöyle anlattı: "Yalnız ve kalabalıkta iken, Peygamber efendimizin mübârek sûretini<br />

müşâhade ederdi. Saf ve temiz rûhlu idi. Kendi hâllerini ve keşflerini hazret-i İmâm'a öyle bir<br />

edâ ile arzederdi ki, hazret-i İmâm ister istemez tebessüm ederlerdi. Bâzan hazret-i İmâm'dan<br />

yüksek mârifetleri dinlerken, öyle bir şekilde; "Evet, öyledir." deyip başını sallardı ki,<br />

hazret-i İmâm; "Bu sırlar Mevlânâ Tâhir'e bildirilmiştir, biz ise bunların tercümânıyız."<br />

buyururdu. Tecellîye, yüksek hâllere ve cezbeye kavuştuktan sonra, hazret-i İmâm kendisine<br />

icâzet, diploma verdi ve Canpûr şehrine gönderdi."<br />

Yine Hâşim-i Keşmî anlattı: Hazret-i İmâm, Ecmîr'i teşrif eylediği günlerde, bu fakîr de<br />

hizmetlerinde idim. Bu sırada Mevlânâ Tâhir'den mektup geldi. Mektubunda, kendisine<br />

talebe gelmediğini yazıyordu. Hazret-i İmâm şöyle buyurdu: "İşin esâsı, hâlleri muhâfaza<br />

etmek, yapacağı işleri düşünmek, îmân üzüntüsünde, âhiret endişesinde olmaktır. Bu hâlde,<br />

her kimi Allahü teâlâ gönderirse, tâlim ve terbiyesine memûr ederse, emre uyarak, Allah için<br />

o işle meşgûl olmak lâzımdır."<br />

AKILLI İSEN KIL NAMÂZI<br />

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Tâhir-i Bedahşî'ye yazdığı mektuplardan ikisi:<br />

"Allahü teâlâya hamdü senâ olsun! O'nun sevdiği, iyi insanlara selâmetler olsun! Canpûr'dan<br />

gönderdiğiniz mektup geldi. Rahatsız olduğunuzu okuyunca, üzüldük. Sıhhat haberini<br />

bekliyoruz. Vazifenize çok çalışınız! Hâsıl olan hâlleri bize yazınız! Ey sevgili kardeşim! Bu<br />

dünyâ, çalışmak yeridir. Ücret alınacak yer, âhirettir. Sâlih amelleri yapmağa uğraşınız! Bu<br />

amellerin en faydalısı ve ibâdetlerin en üstünü namaz kılmaktır. Namaz, dînin direğidir.<br />

Müminlerin mîrâcıdır. O hâlde, onu iyi kılmağa gayret etmelidir. Erkânını (yâni farzlarını),<br />

şartlarını, sünnetlerini ve edeblerini, istenildiği ve lâyık olduğu gibi yapmalıdır. Namazda<br />

tumânînete (yâni rükûda, secdelerde, kavmede ve celsede, bütün âzânın hareketsiz<br />

kalmasına) ve tâdîl-i erkâna (yâni, bu dört yerde sükûn ve tumânînet bulduktan sonra, bir<br />

mikdar durmaya) dikkat etmelidir. Çok kimse bunlara dikkat etmeyip, namazlarını elden<br />

kaçırıyor. Tumânîneti ve tâdîl-i erkânı yapmıyorlar. Bunlara azâblar ve tehdîdler<br />

bildirilmiştir. Namaz, doğru kılınınca, kurtuluş ümîdi çoğalır. Çünkü, dînin direği dikilmiş

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!