22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ıraktığımızdan dolayı bizleri kötülediğiniz o ilim hazîneleriniz nereye gitti." dedim. Bunun<br />

üzerine; "Bizden gönül istiyorlar. Yâni selim kalb istiyorlar. Bizde ise ondan eser yok.<br />

Izdırâbım bundandır." dedi."<br />

Seyfeddîn Menârî, o zamanda bulunan himmet ehli velîlerden idi.Bir defâsında şöyle anlattı:<br />

"Eğer insan sıhhatte iken, kalb huzûruna varamıyacak ve ondan bir meleke elde edemeyecek<br />

olursa, hastalık vaktinde kuvvetler eksilmeye başlayınca huzûru bulmak son derece zor olur.<br />

Sâlihlerin böyle hastaları ziyârete gelmesi, hastaya rûhânî bir kuvvet kazandırmak içindir. Bu<br />

yolda yükseklik iddiâsında bulunan, bir şey bildiğini zannedip parlak kelimelerle millete vâz<br />

ve nasîhat edenlerin çoğunun âhirete intikâllerini gayet âciz ve dağınık gördüm. Böylelerinin<br />

bütün ilimleri, bu müthiş ânda silinip gidiyor. Elde edilmesi sunîlikle olan bu şeyler, çeşitli<br />

hastalıkların hücûmu ve insan tabiatinin zaafı olan ölüm ânında hiçbir fayda vermiyor.<br />

Bilhassa şiddet ve mihnetlerin en büyüğü olan rûhun bedenden ayrılışı zamânında sunîliğe<br />

hiç yer kalmaz." Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin, Seyfeddîn isminde dört talebesi vardı. Biri<br />

mahbûb (sevilen), biri makbûl, biri makhûr (kahra uğramış) ve biri de merdûd (kovulmuş).<br />

Burada hâl tercümesini verdiğimiz Seyfeddîn Menârî, mahbûb (sevilen) olanı idi. Makbûl<br />

olanSeyfeddîn Hoşkan'ın, Şâh-ı Nakşibend'e bağlanması şöyle olmuştu. Seyfeddîn Hoşkan,<br />

ticâret ile uğraşırdı. Bir gün, ticâret maksadıyla, Buhârâ'dan, Harezm'e geldi. Orada<br />

Alâüddîn-i Attâr'ın sohbetine kavuştu. Sonra Buhârâ'ya döndü. Alâüddîn-i Attâr'dan aldığı<br />

feyz ile Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin sohbetine devâm etti. Şâh-ı Nakşibend'den yolun edeb<br />

ve usûlünü öğrendi. Bu yola sımsıkı sarıldı.<br />

Şâh-ı Nakşibend'in kahrına uğrayan Seyfeddîn ise, Seyfeddîn Bâlâhâne idi. Bu Seyfeddîn ile<br />

Muhammed Pârisâ'nın amcası Hüsâmeddîn Yûsuf Seyfeddîn Hoşkan, gece-gündüz berâber<br />

sohbet edip, birbirinden ayrılmazdı. Seyfeddîn Hoşkan, Şâh-ı Nakşibend'in yoluna girince,<br />

birgünSeyfeddîn Hoşkan'ın evinde toplandılar. Şâh-ı Nakşibend'in yüksekliği, kemâli<br />

üzerinde konuştular. Seyfeddîn Hoşkan, arkadaşlarına, kendilerinin de Şâh-ı Nakşibend'in<br />

yoluna girmeleri ve büyük saâdete ermeleri için ısrârda bulundu. Seyfeddîn Bâlâhâne de<br />

şöyle anlattı: "Bir gün Şâh-ı Nakşibend hazretlerine rastladım. Üzerlerinde yeni bir hırka<br />

vardı. Gönlüm o güzel hırkaya meyletti. Kalbimden o hırkayı bana verse diye geçirdim.<br />

İçimden geçeni keşfedip, o hırkayı bana verdi. O zâtın evliyâlık yolunda kemâl derecede<br />

olduğuna ben de şâhidim. Lütfedip bana vâsıta olun beni Şâh-ı Nakşibend'in sohbetine<br />

eriştirin." dedi. Bunun üzerine, berâberce Şâh-ıNakşibend'in huzûruna gittiler. Kabûl<br />

edilmesi için yalvardılar. Şâh-ı Nakşibend, bu yalvarmaları üzerine onu kabûl etti. Fakat bir<br />

müddet sonra, Seyfeddîn Bâlâhâne, Şâh-ıNakşibend ve birkaç talebesi ile berâber Buhârâ<br />

sokaklarından gidiyordu. Birden karşılarına yüksek tanınan, fakat Şâh-ı Nakşibend'in<br />

üstünlüğünü inkâr eden biri çıktı. Şâh-ıNakşibend, yükseklikleri ve yaratılışları îcâbı o<br />

kimseyi gâyet nâzik ve güleryüzle karşıladı. İltifât etti. Hattâ birkaç adım da yanında<br />

yürüyerek uğurladı. Fakat Seyfeddîn Bâlâhâne, Şâh-ı Nakşibend geri döndüğü hâlde, birkaç<br />

adım uğurlama ile kalmayıp, o bid'at sâhibi kimseyi tâkib etti. Şâh-ı Nakşibend, bu edebe<br />

uymayan işten dolayı çok müteessir oldu.Seyfeddîn Bâlâhâne geri dönünce; "O kimseyi<br />

uğurlamakta mübâlağa gösterdin. Bu hatâ yüzünden kendini rüzgâra verdin. Belki Buhârâ'yı<br />

da harâb ettin!" buyurdu. Şâh-ıNakşibend'in bu üzüntüsünden, Seyfeddîn Bâlâhâne o gün<br />

öldü. Özbekistan taraflarından gelen bâzı kimseler de Buhârâ ve çevresini yağmalayıp, her<br />

tarafı harâb ettiler. Birçok mâsum insanı da öldürdüler.<br />

Diğer Seyfeddîn ise; başlangıçta, Şâh-ıNakşibend hazretlerini severdi. Ticâretle uğraşır,<br />

bütün zamânını para kazanmaya sarf ederdi. Bu sebeple kendisinde hasislik alâmetleri<br />

başgöstermişti. Bir gün Şâh-ıNakşibend hazretlerini, talebeleri ile berâber evine yemeğe<br />

dâvet etti. Şâh-ı Nakşibend hazretleri dâimâ yemeğin sonunda tatlı veya meyve yerlerdi.<br />

Meyvesiz veya tatlısız ziyâfetlere ise, latîfe ederek; "Bu ziyâfetin demi yok" derdi. O günde<br />

yemek yenilip, yemeğin sonunda tatlı veya meyve gelmeyince; Seyfeddîn'e latîfe yollu;<br />

"Verdiğin yemek demsiz oldu." buyurdu. Bu söz Seyfeddîn'e çok ağır geldi. Kalbinde Şâh-ı

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!