22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Duâsı kabûl edildi.<br />

Cânânı buldu hasta gönül, cânı istemez,<br />

Bir hastadır ki çâre-i Lokmânı istemez.<br />

Zencîr-i zülf ile Pâbend olan gönül,<br />

Bâğ-ı cinânda sünbül ü reyhânı istemez.<br />

Ehl-i kemâle nazîm bildirdi kendini,<br />

Müştâk, eğerçi şöhret ile şânı istemez."<br />

Müştâk Efendinin Fârisî dilinde çok kıymetli şiirleri vardır. Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1)<br />

Dîvân, 2) Âsâr-ı Müştâk Esrâr-ı Uşşâk, 3) Mektûbât-ı Müştâk, 4) Bahârnâme.<br />

UNUTULAN ÇAKI<br />

Müştâk Kâdirî hazretlerinin Erzurum'da konağı ve meyve bahçeleri vardı. Müştâk Efendi burada<br />

dinlenirdi. Bir zaman Müştâk Kâdirî hazretleri İstanbul'a gittiler. O sırada Erzurum'daki evinin<br />

bahçesinde meyveler ve sebzeler yetişmiş, olgunlaşmıştı. Bahçıvan bunları toplarken; "Âh Müştâk<br />

Efendi hazretleri burada olsaydı tâzece bunlardan ona takdim eder, o da bana bahşiş verirdi." diye<br />

gönlünden geçirdi. O sırada Müştâk Efendi evden çıkıp yanına geldi ve bahçıvana selâm<br />

verdi.Oradaki çimenlerin üzerine oturdu. Bahçıvan ile konuşup hal hatır sordu. Bahçıvan bu hâle<br />

şaşırdı. Hemen meyvelerden toplayıp getirdi. Müştâk Efendi de cebinden sedef çakısını çıkarıp, bir iki<br />

tane meyve soyup yedi. Koynundan bir avuç altın çıkarıp bahçıvana bahşiş verdi. Sonra da geldiği<br />

gibi eve girdi. Fakat çakısını unuttu. Bunu gören bahçıvan çakıyı alarak arkasından koştu ve evinin<br />

kapısını çaldı. Kapıya evin hanımı çıktı. Ona; "Efendi hazretleri az önce çakıyı bahçede unutmuşlar.<br />

Onu getirdim." dedi. Evin hanımı ve hizmetçiler bu işe şaşıp; "Efendi hazretleri burada değil,<br />

İstanbul'da biliyorsun." dediler. Hanımı çakıya baktığında onun Müştâk Efendiye âid olduğunu anladı<br />

ve çakıyı alıp sakladı. Üç ay sonra Müştâk Efendi İstanbul'dan geri döndü. Durumu hanımı<br />

kendilerine anlattığında, Müştâk Efendi; "Bunlar olan şeylerdir. Bahçıvan bizi çağırmıştı. Biz de<br />

gönlü hoş olsun diyerek geliverdik. Sonra da gittik." buyurdu. Çakıyı ise bahçıvana hediye ettiler.<br />

1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.1, s.119<br />

2) Risâle-i Müştâkiyye (Süleymâniye Kütüphânesi, Yazma Bağışlar Kısmı, No: 3220)<br />

3) İslâm Âlimleri <strong>Ansiklopedisi</strong>, c. 18, s. 166<br />

N<br />

NÂBÎ;<br />

Osmanlı şâiri ve velî. İsmi Yûsuf'dur. Nâbî, evliyâlar ve enbiyâlar şehri olarak bilinen Rûha<br />

(Urfa) da 1642 (H.1052) senesinde doğdu. 1712 (H.1124) senesi Rebî'ül-evvel ayının üçünde<br />

Cumartesi günü vefât etti. Üsküdar'daki Karacaahmed kabristanlığına defnedildi. Kabri,<br />

Sultan İkinci Mahmûd ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hân devirlerinde tâmir edildi.<br />

Nâbî'nin yirmi beş yaşına kadar olan hayâtı hakkındaki bilgiler rivâyetlere dayanmaktadır.<br />

Çocukluğunda Arapça ve Farsça'yı, anadili Türkçe ile birlikte en iyi şekilde kaynağından<br />

öğrendi. Daha sonra Yâkûb Halîfe isimli bir Kâdirî şeyhine talebe oldu. Şeyh Yâkûb Halîfe,<br />

talebesi Yûsuf Nâbî'yi, ilk önceleri bir kuzusuna bakmakla vazifelendirdi. Kısa bir süre sonra<br />

çobanlıktan usanan Nâbî, kendi kendine nefs muhâsebesi yaptığı sırada; "Ben bu yola Hakk'ı<br />

bulmak ve Hakk'ı bulmamda rehber olması için hocama baş vurdum. Hocam benden safını<br />

bulamadı da, ders vereceği ve zikr yaptıracağı yerde, bana hep kuzusunu otlattırıyor. Bu iş ne<br />

zamâna kadar sürecek?" diye düşündü. Bu düşüncesi hocasına Allahü teâlânın izniyle mâlûm<br />

oldu. Hocası derhal Nâbî'yi yanına çağırdı. Feyz saçan gözlerini öğrencisinin gözlerine<br />

dikerek; "Senin bir talebe gibi eğitilmeye ihtiyâcın yok. Sen ilimden nasîbini doğuştan

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!