22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Sibgatullah'ın elinde bir kerpiç vardı. Kerpici hizmetçiye verdi. Kerpiç bir anda altın<br />

oluverdi. Orada bulunan; Mîr Zarîf, Mîr Gulâm Hüseyin, Mirza Muhammed Mes'ûd ve daha<br />

birçok zât bu hâdiseye şâhid olduk. Hizmetçi, elinde bulunan altını paraya çevirmek<br />

istiyordu. Oradakiler bu altını satın almakta tereddüd ettiler. Fakat, Mîr Gulâm Hüseyin<br />

hepimizden atik davrandı ve altını hizmetçiden satın alıp, teberrüken sakladı."<br />

Hazret-i Kayyûm-i Zaman'ın hizmetçilerinden biri yolculuğa çıkmıştı. Yolculuk esnâsında<br />

arkadaşlarını kaybetti. Yolunu şaşırıp bir dağ başına geldi. Burası hiç bilmediği, tanımadığı<br />

bir yerdi. Her taraf öyle yeşil, öyle güzeldi ki, sanki hazan rüzgârları bu yapraklara hiç<br />

dokunmamıştı. Burada dört mevsim birleşmiş, hepsi bahar gibi olmuştu. Rengârenk güller,<br />

boy boy sünbüller, deste deste, demet demet açmış, her taraf güzelliklerle donanmış, boş bir<br />

yer kalmamıştı. Talebe buranın, uzun zaman Cennet bahçesi misâli gönül açıcı<br />

güzelliklerinin seyrine daldı. Bir müddet sonra, yolunu kaybettiğini, buraya yanlışlıkla<br />

geldiğini hatırladı. Üstelik etrafta hiç insan görünmüyordu. Bir insan ile karşılaşır konuşurum<br />

ümidiyle dolaşmaya başladı. İnsan bulunduğuna dâir bir işâret yoktu. Üstelik hep vahşî<br />

hayvanlar ve yırtıcı kuşlar ile karşılaşıyordu. Vücûdunda bir ürperti meydana geldi.<br />

Korkmaya başladı. Her tarafı iyice aradı. Ama kimseyi bulamayınca, ümîdi iyice azaldı ve<br />

korkusu şiddetlendi. Artık o güzel bahçeyi, canını almak isteyen bir belâ gibi görüyordu. Bu<br />

sırada gönüllerin sultânı olan hocası Kayyûm-i Zaman'ı hatırladı. Kalbi ile ondan yardım ve<br />

imdâd istedi. O anda hocasını karşısında buldu. Kayyûm-i Zaman orada, bu talebesine;<br />

"Gözlerini yum!" diye emretti. Yumunca kulağına kâfile arkadaşlarının sesleri gelmeye<br />

başladı. Gözlerini açtığında kâfilenin yanındaydı. Fakat hocası ortada yoktu. Allahü teâlânın<br />

izni ve hocasının kerâmeti ile bir anda oraya geldiğini anladı.<br />

Kayyûm-i Zaman, Emk beldesinde, o memleketin kâdısının evinde misâfir bulunuyordu. O<br />

sırada kâdı evde yoktu. Ramazân-ı şerîf ayı idi. Terâvih namazı kılınıyordu. Âniden şehirde<br />

bir gürültü ve büyük bir karışıklık meydana geldi. Bu karışıklık ve kavga sesleri, şehrin<br />

kâdısının evine yâni Kayyûm-i Zaman'ın bulunduğu yere doğru yaklaşıyordu. Bin kişi kadar<br />

olduğu tahmin edilen kalabalığın, kadının evini yağmaya geldikleri anlaşıldı. Kâdının âilesi<br />

ve yakınları bu hâli haber alınca, çok korkup üzüldüler ve ağlamaya başladılar. Bu kalabalık<br />

eve yaklaşınca durakladı ve geri çekilmeye başladı. Sonra birbirine girdiler. Birçoğunun<br />

başının kesildiği görüldü. O memleketi terk edip gidinceye kadar karışık hâlleri devâm etti.<br />

Ortalık yatışınca onlara bu gerilemelerinin ve hezîmetlerinin sebebi sorulduğunda, dediler ki:<br />

"Kâdının evine yaklaştığımızda, beyaz sakallı, heybetli bir zât gördük. Elinde öyle bir kılıç<br />

vardı ki, kime sallasa başını gövdesinden ayırıyordu. Bu hâli görünce can korkusundan geri<br />

çekildik. Çoğumuz da o keskin kılıçtan kurtulamayıp telef oldu. Kılıç sallayan zâtı iyice târif<br />

ettiklerinde, Kayyûm-i Zaman'ı gördükleri anlaşıldı.Hâlbuki, kendisi o sırada, bütün<br />

düşüncelerden arınmış olarak namaz kılıyordu.<br />

Sûfî Abdüllatîf isminde bir zât şöyle anlatır: Kayyûm-i Zaman hazretleri Kâbil'i teşrif etmişti.<br />

Huştî Köprüsünün yanında, Mirzâ Muhammed Âdil ismindeki bir zâtın evinde kalıyordu.<br />

Ayaklarında nikris denilen rahatsızlık vardı. Bu sebeble doktorlar soğuk su içmesini<br />

yasaklamışlardı. Bu yüzden yanında bulunanlar kendisine buzlu su getirmezlerdi. Kayyûm-i<br />

Zaman bir gün bu fakîre; "Bâzı pınarlar vardır ki, suyu kardan daha soğuk olur. Bu<br />

yakınlarda böyle bir pınar biliyor musun?" buyurdu. "Buralarda öyle bir pınar yoktur<br />

efendim." deyince; "Görmeden cevap vermeyin, kalkın, arayın." buyurdu. Bu yakınlarda<br />

böyle bir pınarın bulunmadığı bilindiği hâlde emirlerine uyarak talebelerinden bir kısmı ile<br />

çıktık. Kapıdan çıkar çıkmaz bir pınar göründü. Duvarın dibinde su kaynıyordu. Oraya<br />

yaklaşınca, bir su gördüm ki, hakkında; "Sütten daha beyaz, baldan daha tatlı ve kardan daha<br />

soğuk." sözü söylenebilirdi. Bu duruma oradan gelip geçenler de şaşırdı. Önce o sudan ben<br />

içtim. Sonra kabı doldurup huzûruna getirdim. Buralarda böyle bir suyun bulunmadığını, bu<br />

hâlin, kendilerinin tasarruf ve himmetleriyle olduğunu arz ettim. Sevindi ve Allahü teâlâya<br />

şükreyledi. O pınara, "Nûr pınarı." ismini verdi. O pınar, o güzel hâliyle epey müddet aktı."

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!