22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

yapılmaması gayreti güdüldüğünü anladı. Bu hâle çok hiddetlendi. Hıristiyan mîmârın<br />

cezâlandırılmasını emretti. Emir yerine getirildi. Eli kesildi. Yüzlerce kilometreden binbir<br />

emekle gelen mermer sütunlar, hıristiyan gayreti ile kısaltılmış, Sultanın emri ve iyi niyeti<br />

ayaklar altına alınmıştı.Üstelik devletin kânun ve nizâmına uymak karşılığında zımmîlik<br />

hakkı bahşedilmiş olmasına rağmen, böyle bir yola tevessül etmişti. Bir mîmâr için el, her<br />

şeyden daha fazla lüzumluydu. Ama mâlesef, düşünmeden işlediği bir suça diyet olmuş, elsiz<br />

kalmıştı. İki çocuğu bir hanımı vardı. Müslümanların hâlini, Osmanlıların adâletini bilenler;<br />

"Bu işte bir acelelik var, müslümanlar bu işi yapanı suçlu bulurlar, hele onların âdil kâdıları,<br />

pâdişâhın bile gözünün yaşına bakmaz cezâsını verirler." dediler. Hıristiyan mîmâr pek<br />

inanmadıysa da, ısrârlar karşısında dayanamayıp kâdıya gitmeye karar verdi. İşte onun için,<br />

Hızır Beyin huzûrunda bulunmaktaydı. Bütün bunları, âdil Osmanlı'nın âdil kâdısına tek tek<br />

anlattı. Hızır Bey, tam bir sükûnetle hâdiseyi dinledi. Daha sonra soruşturup, meseleye vâkıf<br />

oldu. Şâhidlerle berâber, Fâtih Sultan Mehmed Hânı, imparatorların, kralların, beylerin taht<br />

ve mülkleri, iki dudağı arasından çıkacak bir çift söze bağlı olan Osmanlı pâdişâhını<br />

mahkemeye dâvet etti. Bildirilen saatte mahkeme teşkîl edildi. O sırada, Fâtih Sultan<br />

Mehmed Hân da geldi. Eli kesilen hıristiyan mîmâr ayakta duruyor, ürkek ürkek etrâfını<br />

seyrediyordu. Böyle bir mahkemeyi ilk defâ görüyordu. Çünkü onların bildiği, güçlü olanın<br />

hâkim olmasıydı ve gücü yetene her şey mübahtı. Köhne Bizans, zayıf olan herkesin ezildiği,<br />

güçsüzün elinden ekmeğini kapanın kahraman olduğu, mahkemelerin değil suçluya cezâ<br />

vermek, zulüm gören mâsûmu cezâlandırdığı bir yerdi. Böyle bir toplumdan gelen bir kimse,<br />

Osmanlının âdil idâresini hayâl bile edemezdi. İstanbul Fâtihi Sultan Mehmed Hân,<br />

mahkeme salonu olarak kullanılan yere girince, baş köşede bulunan yere oturmak arzusuyla o<br />

tarafa doğru yöneldi. Pâdişâhın bu hâlini gören kâdı Hızır Bey, hiç çekinmeden; "Oturma<br />

begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzûrunda ayakta dur!" dedi. Sultan, sözü<br />

ikiletmeden söylenilen yere geçti. Mahkemenin pâdişâhı HızırBeydi. Çünkü Hızır Beyin<br />

şahsında, İslâmiyetin âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı. Hızır Bey; "Sen, Murâd oğlu<br />

Mehmed! Bu zımmînin elini kestirdin mi?" deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; "Sen,<br />

Murâd oğlu Mehmed! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin için kısas<br />

olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek! Eğer zımmîyi râzı edebilirsen, ölünceye<br />

kadar onun ve çoluk-çocuğunun maîşetini temin etmek karşılığında elini kesilmekten<br />

kurtarabilirsin!" dedi. Herkesle birlikte Pâdişâh da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi.<br />

Hıristiyan mîmâr, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Pâdişâhın<br />

ellerine kapandı. Ölünceye kadar maîşetini temin etmek karşılığında anlaştılar. Zâlimleri bile<br />

ağlatacak böyle bir adâletin, ancak hak bir dînin mensupları tarafından icrâ edilebileceğini<br />

düşünen hıristiyan mîmâr, âile efrâdı ile birlikte müslüman olmakla şereflendi. O da yüce<br />

İslâm dîninin yayılması için gayret eden kimseler arasına katıldı. Bu mahkemeden birkaç gün<br />

sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hân, Kâdı Hızır Beyi ziyâret etti. Mahkeme esnâsında gösterdiği<br />

adâlete teşekkür edip; "Eğer bana, bir suçlu gibi değil de, bir pâdişâh gibi muâmele etseydin,<br />

seni şu kılıcımla parçalardım." dedi. Hızır Bey de, Pâdişâha mahkeme esnâsındaki hâl ve<br />

hareketleri için teşekkür ettikten sonra; "Eğer pâdişâhlığına güvenip, dînin emri olan<br />

hükmüme karşı gelseydin, seni bu arslanlara parçalattırırdım." dedi ve paltosunun iki eteğini<br />

çekti. Bakanlar, Hızır Beyin eteği altındaki iki arslanın sert bakışlarını gördüler. "Böyle<br />

sultana, böyle kâdı." demekten kendilerini alamadılar.<br />

Hızır Çelebi'nin; Ahmed, Sinan ve Yâkûb adlarında üç oğlu vardı. AhmedPaşa, Bursa<br />

müftülüğünde, Yâkûb Paşa, Bursa ve İstanbul medreseleri müderrisliğinde, Sinan Paşa da<br />

Fâtih Sultan Mehmed'in hocalığı vazîfelerinde bulunmuş olup, hepsi zekâları, ilim ve<br />

irfanları ile temâyüz etmiş üstün kimse idiler.<br />

Hızır Beyin güzel ahlâkı, zühd ve takvâsı da, ilmi gibi yüksekti. Arap, Fars ve Türk<br />

edebiyâtında da geniş bilgi sâhibi olup, şâirliği de vardı. Her üç dilde de kıymetli şiirler<br />

yazdı. Akâide dâir meşhûr Kasîde-i Nûniyye'yi nazmetti. Beyitler hâlinde yazılan kasîdenin

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!