22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

olduğunu bildirdi. Orada hazır olanlara ve olmayanlara, Sultânın emirlerine saygılı olmalarını<br />

tavsiye etmiş ve ayrıca; "Harameyn-i muhteremeyne (Mekke-i mükerreme ve Medîne-i<br />

münevvereye) hizmetleri ile başlara tâc olan Sultâna benden duâ ve selâmlarımı ve<br />

muhabbetlerimi iletirken, dünyâdan da sefer ettiğimi bildirin." diye vasiyette bulunmuştu.<br />

Şam vâlisi derhal durumu Sultanın kapısına duyurdu.<br />

Bu sırada Sultânın yanında hocası Halîmî Çelebi Efendi ile Hasan Can bulunuyordu. Sultan<br />

hocasına dönerek; "Şöyle bir rüyâ görmüştüm. Hasan Can da böyle yorumlamıştı.<br />

Çoğunlukla rüyânın gerçekleşmesi tâbirin şekline bağlıdır. Şimdi o velî zât, vefât etmiştir.<br />

Böyle olması tâbirden ileri gelmiştir. Siz hakem olun. Bu yönden cezâlandırılmaya hak<br />

kazanmadı mı? Bu şekilde tâbirin cezâsı dayak değil mi?" dedi. Halîmî Efendi ise Hasan<br />

Can'a bakıp; "Senden böyle acemi davranış beklemezdim. Atılganlık etmişsin."<br />

deyince,Hasan Can utancından başını öne eğip dedi ki: "Vefât günü ile rüyânın görüldüğü<br />

târih tesbit edilsin. Eğer rüyâ daha önce ise fermân devletlü Pâdişâhımındır. Eğer iş aksi ise,<br />

gerçek budur ki, cezâsı câize, hediye ihsânıdır." Halîmî Efendi bu sözleri doğru bulup, dedi<br />

ki: "HasanCan kulunuzun görüşü akla uygundur. Gerçekte de değerli katınızda hoş<br />

karşılanmalıdır." Başlara tâc olan Pâdişâh bundan sonra Şam'dan gelen mektubu gösterdi.<br />

Gördüğü rüyânın, Muhammed Bedahşî'nin vefât ettiği geceye rastladığı meydana çıkınca,<br />

Hasan Can'a kıymetli bir hil'at, elbise ile, tam ayar iki yüz dînâr altın ihsân buyurdu. Bunca<br />

lütfu Muhammed Bedahşî'nin kerâmeti eseri bilen Hasan Can, şeyhin azîz rûhuna duâlar<br />

eyledi.<br />

Hasan Can, Yavuz SultanSelîm'in vefâtını şöyle anlatmaktadır: "Sultan-ı Arab ve Acem,<br />

1520 Şâbân ayında eski saltanat merkeziEdirne'ye gitmeyi kararlaştırıp, vezirler ve dîvân<br />

erkânını önceden, ordu-yı hümâyûna lâzım olan pekçok ağırlıklar ve hazîne-i âmire ile yola<br />

çıkardılar. Ferhad Paşayı, berâber gitmek üzere alıkoydular. Hareketten evvel, bir gün<br />

oturdukları köşkten çıkıp, sarayın eteğindeki bahçeye yürüyerek indiler. Gezintileri sırasında<br />

bir yokuşa çıkarken, ol dîn-i İslâmın koruyucusu, sırtlarında hissettikleri bir acıdan rahatsız<br />

olup, bu zavallı hizmetçilerine hitâb ederek; "Arkama gûyâ bir diken batıp acıtır."<br />

buyurdular. Bu hakîr dahî: "Herhâlde bahçedeki ağaçlardan düşüp gömleğe takılmış olmalı.<br />

Ferman buyurulursa görülsün." dedim. Buyurdular ki: "Câizdir." O anda iskemleci, taşımakta<br />

olduğu yaldızlı kürsüyü getirdi. Selîm Hân da, kürsü üzerine oturdu. Mübârek yakalarından<br />

elimi sokup her ne kadar araştırdımsa da, bir şey bulamadım. Mübârek arkaları gâyet kıllı<br />

olduğu için, elimi sürmekle bir şey hissedemedim. Ayağa kalkıp bir miktar gittikten sonra,<br />

acıdan şikâyetlerini tekrarladılar. Bu kere düğmelerini açıp baktım. Kılların arasından<br />

birdenbire gördüm ki, bir kıl başı kadar yer ağarıp, etrâfı kırmızı olmuş. Üzerine dokununca;<br />

"İşte oldur." dediler. "Ne makûle nesnedir?" diye suâl buyurdukta, beyân ettim. Buyurdular<br />

ki: "Bir parça sık!" Ben dahî şehâdet ve orta parmaklarımla kenarından yokladım.<br />

Parmaklarımın arası sertleşmiş büyük bir gudde ile doldu. İrâdemi kaybedip; "Saâdetlû<br />

Pâdişâhım, bu büyük bir çıbandır. Henüz hamdır, olmadıkça zedelemek câiz değildir. Bir<br />

münâsip merhem koymak gerektir." dedim.<br />

Meğer bu hâdiseden üç gün önce, bu bendelerinin, çıban eleminden rahatsız olup arka arkaya<br />

üç gün kendilerine hizmet şerefinden mahrum olduğum hâtır-ı şerîflerinde kalmış imiş. Bu<br />

sözlerime karşı latîfe olmak üzere: "Biz çelebi değiliz ki, bir küçük çıbandan ötürü cerrahlara<br />

mürâcaat edelim." dediler. Bu hâlle Kasr-ı saâdete çıktılar. Ol geceyi acı ve ıstırap ile<br />

geçirdiler. Ertesi gün çıbanın olgunlaşması için hamama gittiler. Bu bendelerinin hazır<br />

bulunmadığını fırsat bilip, kendi tellâkları olan Hasan adındaki hizmetçilerine iyice sıktırıp,<br />

çıbanı zedelemişler. Hamamdan geldikte ayaklarına kapandım. "Hasan Can, sözünle amel<br />

etmedik amma, kendimizi helâk ettik." buyurdular. Mâcerâyı etraflıca anlatınca, aklım<br />

başımdan gitti. Zaman geçtikçe ol sert madde azıtıp, taştıkça taştı. Pâdişâh, Edirne'ye gitmeye<br />

karar verdiğinden, geri bırakılmayıp, Şâbân ayının ikinci günü Edirne'ye doğru yola çıktılar.<br />

Hastalığı gitgide şiddetlendi, ilaç kabûl etmez bir hâl aldı.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!