22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

görme imkânı bulamayanlar, meselelerini mektupla sorup cevap alırlardı. Kuvvetli îmân ve<br />

güzel ahlâk sâhibi idi. Herkese güler yüz, tatlı dil gösterirdi. Kimseyi kırmazdı. Bir gün bir<br />

yere giderken, onu tanımayan kimseler yanına gelip, "Kelime-i şehâdeti söyle bakalım."<br />

dediler. O da peki deyip, okudu. Sonra onlar; "Şimdi kadıya gidelim. Onun huzûrunda yeni<br />

müslüman olanların yaptığı gibi, sen de oku." dediler. Orada bulunan büyük küçük herkes<br />

berâberce kadıya gittiler. Kadı hemen Abdülazîz ed-Dîrînî'yi tanıdı ve; "Efendim, bu ne hâl?<br />

Bunlar kim?" dedi. O da; "Bilmiyorum. Bunlar beni ne zannetti iseler, Kelime-i şehâdeti<br />

okumamı istediler ve buraya getirdiler. Ben de onları kırmayıp geldim." dedi.<br />

Abdülazîz ed-Dîrînî; Ali Müleyhî ismindeki zâtı çok sever ve sık sık ziyâretine giderdi.<br />

Ziyâretlerinden birinde, Ali Müleyhî ikrâm olarak bir piliç pişirip getirdi.Sofraya koydu.<br />

Berâberce yediler. Yemekten sonra ed-Dîrînî hazretleri; "Bunun karşılığını inşâallahü teâlâ<br />

görürsünüz." buyurdu. Bir süre sonraAbdülazîz ed Dîrînî, Ali Müleyhî'yi tekrar ziyârete gitti.<br />

Ali Müleyhî tekrar bir piliç pişirdi ve ikrâm etti. Hanımı, pilicin ikrâm edilmesini pek hoş<br />

karşılamadı. Piliç sofraya gelince, Abdülazîz Dîrînî kızarmış pilice bakıp, hişt demesiyle piliç<br />

canlandı ve yürüyüp gitti. Sonra da; "Çorba bize yeter. Hanımınız üzülmesin." buyurdu.<br />

Bir gün talebeleri, hocalarının kerâmet göstermesini akıllarından geçirdiklerinde;<br />

"Yavrularım, bizler, yerin dibine batmaya müstehak kimseler olduğumuz hâlde batmamamız,<br />

bir de Allahü teâlânın bizi, yeryüzünde bu hâlde bulundurması en büyük kerâmet değil<br />

midir?" buyurdu.<br />

Talebelerine, sohbet ederken talebenin hocasına karşı göstermesi gereken edepleri şöyle<br />

anlattı:<br />

Talebe, doğru yolu öğrenmek isteyince, hocasına karşı tam olarak boyun eğmesi ve itâat<br />

etmesi gerekir. Hattâ talebenin, hocasına karşı meyyit gibi olması lâzımdır. Nasıl meyyit<br />

yıkayıcıya hiçbir şey şart koşmadan, îtirâz etmeden teslimiyet gösteriyorsa, talebenin de<br />

hocasına, bu şekilde teslimiyet göstermesi gerekir. Yoksa, teslimiyet ve itâat etme<br />

mertebesinden düşüp takvâ ve doğru yol üzere bulunma derecesinden uzaklaşır.<br />

Talebe, özellikle hocasının huzûrunda, nefsinin arzu ettiği bir şeyin iddiâsında<br />

bulunmamalıdır. Çünkü böyle bir iddiâda bulunmak, talebenin en büyük hatâlarından olup,<br />

hocasının gözünden düşmesine yol açar. Fakat talebenin, hocasının huzûrunda sâdece<br />

dinlemesi, söze karışmaması, nefsine âit herhangi bir iddiâda bulunmasına mâni olur. Onun<br />

en güzel şekilde hocasına tâbi olmasına yardımcı olur. Bu ise, zâten talebenin, hocasının<br />

huzûrunda iken dikkat etmesi lâzım gelen hususlardandır.<br />

Talebe, kendi derecesinin, hocasının derecesinden yüksek olduğunu düşünmemelidir. Bilakis,<br />

her yüksek mertebeyi hocası için istemeli, Allahü teâlânın yüksek ihsanlarını ve bol<br />

lütuflarını hocası için temenni etmelidir. Hakîkî talebe böyle olur. Bu sebeple, en yüksek<br />

mertebelere çıkar.<br />

Abdülazîz Dîrînî, duâlarında Allahü teâlâya şöyle münâcâtta bulunurdu:<br />

"İlâhî! İhsân ve ikrâm ederek bize kendini tanıttın. Nîmetlerin deryâsına bizleri daldırıp<br />

garkettin. Her an nîmetlerin deryâsında yüzmekte, onlardan istifâde etmekteyiz. Bizleri râzı<br />

olduğun, beğendiğin yer olan Cennetine dâvet ettin. Seni hatırlamak, emirlerini yapmak<br />

sebebiyle, bizlere sonsuz nîmetler hazırladın, ihsân ettin. Ne büyüksün yâ Rabbî!<br />

Yâ İlâhî! Biz kendimize zulmettik. Nefsimizin kötülüğü her yanımızı kapladı. Gaflet denizi<br />

kalblerimizi doldurdu. Her hâlimizle perişanlığımız apaçık. Bizim bu hâlimizi en iyi bilensin.<br />

Yâ İlâhi! İsyânımız ve günahımız, senin azâbını bilmemek, duymamak sebebiyle değildir.<br />

Lâkin âsî nefsimiz bize, azâba düşürecek işleri yaptırdı ve günahları işletti. Senin günahları<br />

örtüp, yüzümüze vurmaman sebebiyle şımardık. Bu yüzden çok günah işledik. Senin af ve<br />

magfiretine güvenip, günahlara daldık. Şimdi yaptıklarımızın cezâsı olarak, bize hazırladığın

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!