22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Abdülazîz Bekkine Kazan'dan döndükten sonra medrese arkadaşı Mehmed Zâhid Efendi<br />

vâsıtasıyla Tekirdağlı MustafaFeyzî Efendi ile tanıştı ve sohbetlerine devâm etti. Yirmi yedi<br />

yaşındayken 1922'de mânevî ilimlerde irşâd selâhiyeti mertebesine ulaştı. Râmûz el-Ehâdis<br />

kitabını okutma icâzeti aldı. Bütün hayatı boyuncaİslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle meşgûl<br />

oldu. pek çok talebe yetiştirdi. Sohbetleri tatlı bir hava içinde geçerdi. Konuşmaları kısa,<br />

mânâlı ve özlü idi. Bir gece, sohbetinde talebelerine dedi ki:<br />

"Bir gün gelir danışacak hocalarınız da bulunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda<br />

arayacağınız vasıf nedir?"<br />

Orada bulunanlar değişik şeyler söylediler. Fakat bu cevapları yeterli bulmayan Abdülazîz<br />

Bekkine şöyle söyledi:<br />

"O kimsenin sabrını kontrol edersiniz. İnsanlarda riyânın karışamıyacağı, anlaşılabilir tek<br />

vasıf sabırdır. Sabır musîbet geldiği an (ilk anda) hiç şikâyet edilmeden sîneye çekebilme<br />

hâlidir. Şâyet o kimse ilk anda feverân eder de sonra sîneye çekerse, ona sabırlı değil<br />

tahammüllü insan denir."<br />

Bir sohbetinde de şöyle dedi:<br />

"Müminin dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki zevk ve sefâya bakar, arkasında Cehennem'i<br />

görür. Meşakkate, hizmete bakar, arkasında Cennet'i görür. Yâni müminin nazarı dünyâya<br />

takılmaz."<br />

Abdülazîz Bekkine iki defâ hacca gitti. İkinci gidişinde hacdan döndükten sonra<br />

rahatsızlandı. Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamıyarak 57 yaşında 2 Kasım 1952 (H.1372)<br />

senesinde İstanbul'da vefât etti. Edirnekapı Sakızağacı kabristanında defnedildi.<br />

Abdülazîz Bekkine zekî bir kimse idi. Hangi meslekten, tahsîl ve kademeden olursa olsun<br />

sohbetinde bulunan herkes, zekâ ve ilmine hayran kalırdı. Hoş sohbet olup, meclisinde<br />

bulunanlar ondan ayrılmak istemezlerdi. Sohbetleri umûmiyetle sualli-cevaplı geçerdi.<br />

Sohbetlerinde zaman da mevzubahs değildi. Umûmiyetle yatsı namazından sonra oturulur,<br />

bâzan sabaha kadar devâm edilirdi.<br />

Buyurdular ki:<br />

"Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri Allah'ın muhabbetidir."<br />

"Seni Mevlâdan alıkoydu ise, dünyâ bir çöp de olsa dünyâdır."<br />

"Peki, demesini öğrenmek lâzımdır."<br />

"İslâmiyet baştanbaşa mes'ûliyet ve mükellefiyettir. Ondan kaçamayız."<br />

"Tâlib başkasının yükünü yüklenip, kimseye yük olmayan kimsedir."<br />

1) Râmûz-ül-Ehâdîs Mukaddimesi<br />

ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ;<br />

Fas'ta yaşayan evliyânın büyüklerinden. İsmi Abdülazîz bin Mes'ûd Debbağ'dır. Soyu<br />

hazret-i Ali efendimize dayanmakta olup hem şerîf, hem de seyyiddir. 1679 (H.1090)<br />

senesinde Fas'ta doğdu. 1720 (H.1132) senesinde doğduğu yerde vefat etti.<br />

Babası Mes'ûd ed-Debbağ, âlim bir zat olup, büyük velî Seyyid el-Arabî el-Feştalî<br />

hazretlerinin yanında yetişti. Hocasının Farîha isimli yeğeni ile evlendi. Abdülazîz Debbağ<br />

doğduktan kısa bir süre sonra Seyyid el-Arabî hazretleri vefâtından önce annesi ve babasını<br />

yanına çağırarak, bir fes ve bir çift postalını Abdülazîz Debbağ'a verilmek üzere emanet etti.<br />

Abdülazîz hazretleri büyüyüp, oruç tutacak yaşa gelince, annesi ona; "Oğlum! Seyyid

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!