22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Bunun üzerine abdestli olarak karşısına oturtup beni bîat ettirdi. Tasavvufta yetiştirmek üzere<br />

talebeliğe kabûl etti. Bana günde on beş bin defa söylemem için verdiği zikir vazîfesini<br />

yapmaya başladım. Bir müddet tesirini göremedim. Beni tekrar huzûruna alıp ikinci defâ<br />

benimle ilgilendi. Kalbimin açılması için teveccüh etti. Fakat yine bir tesiri görülmedi.<br />

Bunun üzerine benim yüzüme bakarak bir (âh) çekti. Bu sırada nefesi yüzüme dokunup<br />

ağzıma ve burnuma doldu. Ben de nefesini içime çekip, kalbim açılmadıkça bu nefesi<br />

salmayacağım diye düşünerek nefesimi tuttum. Ölsem bile salmıyacağım diye niyet ettim ve<br />

salmadım. Bu halde iken birdenbire kalbim mânen açılıp genişleyiverdi. Bambaşka bir hâle<br />

girdim. Tasavvufta tarîkat-ı aliyye-i Nakşibendiyye hallerine kavuşup, tattım.<br />

Feyzullah Efendi, Hüseyin Vâiz hazretleriyle tanışıp ondan feyz aldıktan sonra vazîfeli<br />

olarak bir müddet çeşitli memleketlere gitti. Vazîfesi icâbı hanımı ve çocuklarıyla birlikte<br />

deniz yoluyla İskenderiyye'ye giderken hanımı hastalandı.<br />

Yolculukları sırasında şiddetli bir rüzgâr esiyor ve yağmur yağıyordu. Bu hava şartlarında<br />

çok tehlikeli ve sıkıntılı bir hâle düştüler. Şöyle anlatır: "Şimşekler, yağmur ve şiddetli<br />

rüzgârdan ateş ve kandil yakmak imkânsız idi. Kaptan ve tayfalar hayatlarından ümit<br />

kesmişlerdi. O gün o ürpertici ve dehşetli havada, hasta hanımımın başında ümitsiz duruyor<br />

ve üzgün üzgün etrâfıma bakınıyordum. Bu sırada Peygamber efendimizin rûhâniyeti<br />

göründü; "Bu kızım Fâtımâ'yı size emânet ettim, güzelce hizmetinde bulunun." buyurdu.<br />

Hanımım iyileşmeye başlayıp kısa zamanda tam sıhhatine kavuştu."<br />

Feyzullah Efendi, daha önce görüşüp feyz aldığı hocası Hüseyin Vâiz hazretleri vefât edince,<br />

başka bir rehber arıyordu. Şöyle anlatır: "Mürşidimin vefâtıyla muhtaç olduğum bir rehber<br />

buluncaya kadar dünyânın her tarafını dolaşmak en büyük arzumdu. Bu şekilde başıboş<br />

kalışım beni kahrediyordu ve yerimde duramıyordum. Ancak (işler vakitlerine bırakılır,<br />

zaman gelince olur) buyrulduğu gibi bir müddet sabırla bekledim. Bu hal üzere bir ay geçti.<br />

(Daha sonra verilen bir vazîfede dokuz ay daha çalıştım.) Hakîkî maksadıma kavuşuncaya<br />

kadar gezip dolaşacaktım. İskenderiye'den Anadolu'ya giden bir gemiye binip yola çıktım.<br />

Yolda bir İngiliz korsan gemisi bizi esir aldı. Birkaç gün sonra da serbest bıraktı. Bundan<br />

sonra denizde fırtına çıktı. Alaiye iskelesine güçlükle geldik ve on beş gün kaldık. Bu sırada<br />

o memleketin insanlarından bâzılarıyla görüşüp konuştuk. Bu konuşmalarımız sırasında<br />

Konya'da büyük bir âlim ve meşhûr bir velî olan Muhammed Kudsî Efendiden bahsettiler.<br />

Onun büyüklüğünü ve üstünlüğünü anlattılar. O zâta karşı kalbimde bir muhabbet ve meyl<br />

hâsıl oldu. Derhal âilemin bulunduğu yere gidip onlara; "Ben aradığımı buldum! Hazırlanın<br />

yarın Konya'ya gideceğiz." dedim. Onlar hazırlıklarını yaptılar ve ertesi gün yola çıktık.<br />

Meğer Muhammed Kudsî hazretleri Konya'da değil, Bozkır'ın Hoca köyünde imiş. Yola<br />

çıkışımızın dördüncü yâni Cumâ günü o köye ulaştık. Köye yaklaşınca, köyün yakınında<br />

akan bir çaydan geçerken ayakkabımın teki suya düştü. Bulmak mümkün olmadı. Atımdan<br />

indim, üzerimde kıymetli elbise, bir ayağımda ayakkabı ve bir ayağımda da mest olduğu<br />

halde yürüyordum. Arkamdan da hanımım, çocuklarım ve hizmetçilerim geliyordu.<br />

Eşyâlarımızla yüklü bir halde pazar yerinden geçerken bize bakıp birbirlerine; "Acaba nereye<br />

gidiyorlar?" diyorlardı. Hava soğuk ve kar yağmıştı. Önce bir evde misâfir olduk. Sonra<br />

hemen bir ev kirâlayıp yerleştik.<br />

Hemen o gün Muhammed Kudsî hazretlerinin huzûruna gittim. Mübârek yüzünü görünce,<br />

ben de tam bir aşk ve muhabbet hâsıl oldu. İçimden bu büyük zât beni talebeliğe kabûl etse<br />

diye geçerken, bana; "Soyun da gel!" buyurdu. Dünyâlık nâmına neyim varsa her şeyimi<br />

bırakmamı işâret ettiğini farkettim. Hemen kirâladığım eve gidip bütün âile efrâdımı yanıma<br />

çağırdım. Bütün altın kıymetli mücevherât ve silah sandıklarını açıp bunları taksim edip<br />

dağıttım. Sonra da hizmetçilerimin tamâmını serbest bıraktım. Onlara; "Ey evladlarım!<br />

Küçüklüğümden beri cân u gönülden aradığım mürşid-i kâmili ve mürebbi-i mükemmili<br />

Allahü teâlâya hamdolsun ki bugün buldum. Yıkayıcının elindeki ölü gibi ona teslim ve tâbi<br />

oldum. "Bana soyun da gel!" buyurdu. Artık benim dünyâ ile işim kalmadı. Siz beni öldü

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!