22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

arkasından fırlatınca, birinin ayağını yaraladı. O harâmînin bir ayakkabısı düşüp, orada kaldı.<br />

Ertesi gün hâdiseyi duyan emânet sâhipleri, gelip eşyâlarının durumunu sordular. Eşyâlarına<br />

hiçbir şey olmadığını, hepsinin yerli yerinde durduğunu gördüler. Ama İbrâhim Gülşenî'nin<br />

talebelerinin bâzı eşyâları çalınmış diğerlerine bir şey olmamıştı. Talebelerin eşyâlarının<br />

zarar görmesinin hikmetini İbrâhim Gülşenî'ye sordular: "Yarın hepsi yakalanıp, birer<br />

uzuvlarının kesileceğine alâmettir." diye cevap verdi. Ertesi gün harâmîler, gerçekten de<br />

yakalandılar. Kimi öldürüldü. Kiminin ayağı, kiminin eli kesildi. Ama Ahmed Hayâlî,<br />

ayağını yaraladığı kişi için; "Bu benim yaraladığım harâmîdir. Bunu serbest bıraksınlar."<br />

dedi. O adamı, daha henüz küçük olan Ahmed Hayâlî'ye bağışladılar. Cezâlandırılmaktan<br />

kurtulan harâmî, hatâsını anlayıp tövbe etti ve dervişlerden oldu.<br />

Şâh İsmâil ve çevresinde toplanan çapulcular, Akkoyunlu Devletinin merkezi olan Tebrîz'i<br />

işgâl etmeden önce, İbrâhim Gülşenî hazretleri bir rüyâ gördü. Rüyâsında gözlerini kan<br />

bürümüş, işi-gücü insanlara zulmetmek olan Şâh İsmâil ve çapulcularının, Tebrîz'i işgâl<br />

ederek, her evi talan edip, yakıp-yıktıklarını gördü. Bu rüyâdan sonra yakınlarına durumu<br />

anlattı. "Bu belâ gelmeden buradan gidelim." dedi. Talebeleri ve yakınları ile yola çıktılar.<br />

Bu sırada oğlu Emîr Ahmed Hayâlî küçük bir çocuktu. Babası; "Evlâdım, korkuyor musun?"<br />

dedi. Ahmed Hayâlî; "Mâdem ki sizinle berâberim; hiçbir şeyden korku ve endişe etmem."<br />

dedi. İbrâhim Gülşenî hazretleri; "Bizden ayrı olduğun zamanda da Allahü teâlâ seni<br />

korkudan muhâfaza etsin. Arkana bakma, İhlâs sûresini okumaya devâm et." dedi. Bundan<br />

sonrasını Emîr Ahmed Hayâlî şöyle anlatır: "Ondan sonra kalbim rahatladı. Artık hiç korku<br />

ve endişem kalmadı. İhlâs sûresini her okuyuşumda, kalbimde yeni bir nûr meydana gelirdi.<br />

Böyle hep berâber giderken, açık bir arâziye geldik. Ben, babamın atının terkisinde idim.<br />

Babam benimle meşgûl olurken çok yoruluyordu. Ona bir hayli sıkıntı vermiştim.<br />

Kalbimden; "Keşke babamın yanında olmasaydım da rahat etseydi." diye geçirdim. Ben bu<br />

düşüncede iken, babam bana dönüp; "Ahmed, istersen birkaç gün bizden ayrıl. Sakın ha<br />

namazlarını terk etmeyesin. Su bulamazsan, yoldan biraz içeri git, su ve yiyecek bulursun.<br />

Düşmandan kurtulur, sonra bana ulaşırsın." deyip, beni attan indirdi. Kendisi atını koşturup<br />

gitti. Gece karanlığında, büyük bir sahrânın ortasında tek başıma kalakaldım. Kâh ayrılık<br />

üzüntüsü, kâh ne tarafa gideceğimi bilememenin şaşkınlığı içinde bocaladım. Bir müddet<br />

gittikten sonra, bir ateş gördüm. Ateşin yanına yaklaşınca, bir köyün en son evinin ateşi<br />

olduğunu farkettim. Ev sâhibine seslendim. Dışarı çıkıp beni içeri aldı. Kim olduğumu<br />

sordular. Kendimi tanıttım. Orada bulunanlar, babamı tanıdıklarını söylediler. Bana çok<br />

hürmet ve iltifâtta bulundular. Sonradan onları ben de hatırladım. Onlar Tebrîz'e babamı<br />

ziyârete gelmişler; süt, kaymak gibi hediyeler getirmişlerdi. Babam da onlara hediyeler<br />

vermiş; "Siz garîbsiniz, ama oğlum Ahmed de sizin garîbinizdir." demişti. O zaman kimse bu<br />

sözden bir şey anlamamıştı. Bu hâlin babamın bir kerâmeti olduğunu söyleyip, benim için ne<br />

yapacaklarını şaşırdılar. Ben de, annemin Tebriz'den ayrılmadan önce, kuşağımın içine<br />

koyduğu, altın ve mücevherlerden birini çıkarıp ev sâhibine verdim. Diğerleri bunu görünce,<br />

aralarında fısıldaşmaya, bana ters ters bakmaya başladılar. Hepsini para hırsı kapladı. Beni<br />

tutup elbisemi soydular. Eski bir elbise giydirdiler. Kuşağımdan çıkan otuz kadar altın ve<br />

mücevherimin hepsini aldılar. Bana zarar verebileceklerinden korktum. Akşam olunca evden<br />

çıktım. Babamın gittiği tarafa doğru koşarak gittim. Onlar da peşimden çıktılar. Adımı<br />

söyleyip çağırdılar. Hangi tarafa gittiğimi bilemeyip geri döndüler. Bu sırada önüme beyaz<br />

bir kuzu çıktı. Onun peşine düştüm. Kuzuyu göremediğim zaman, hemen meleyerek yerini<br />

haber verirdi. Kalbim çok rahattı. Sabaha kadar böyle gittim. Bir çeşmeye vardım. Abdest<br />

alıp namazımı kıldım. Kuzu beni bekledi. Ona su verdim. Yine önüme düştü. Bir sahrâdan<br />

geçtik. Öğleye doğru bir ormanlığa vardım. Su bulup namazımı kıldım. Kuzu ile berâber ben<br />

de ot yedim. İkindi vaktine kadar yine yola devâm ettik. İkindi namazını da kılıp tekrar yola<br />

koyulduk. Yolda giderken, iki tâze ekmekle, bir peksimet buldum. Fakat sâhibini bilmediğim<br />

için almak istemedim. Kuzu yanıma geldi. Peksimeti verdim, yemedi. Ekmeği uzattım yedi.<br />

Ben de peksimeti yedim. Sâhibi gelirse ücret olarak külâhımı veririm diye düşündüm. Akşam

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!