22.03.2018 Views

Evliyalar Ansiklopedisi - Turkiye Gazetesi Yayinlari

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

teslim olarak ve görünüşte mahzûn olan hanımını tesellî için; "Ümîd edilir ki, Allahü teâlâ o<br />

nîmeti almakla, bize ondan daha hayırlısını ihsân eder." dedi. Bir zaman sonra sultân ava<br />

çıktı. Bir yerde, av için arkadaşları ile geniş bir halka teşkil edip, geniş bir yeri kontrolleri<br />

altına aldılar. Arâzi kontrol edilip, halka iyice daraltıldığında, sultân, ortada bir çocuğu<br />

emziren bir ceylânı gördü. Yanına gidip çocuğu şevkatle bağrına bastı; "Oğlumun yerine<br />

bunu alayım." diye düşündü. Onu alıp, evine getirdi. Gâyet sevinçli idi. Hanımına;<br />

"Oğlumuzun yerine, Allahü teâlâ bize bu çocuğu verdi. Bunu al! Yetiştir! Bizim oğlumuz<br />

olsun." dedi. Kadın çocuğa bakınca, kendi çocukları olduğunu anladı ve şiddetli bir şekilde<br />

hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendisine de; "Vallahi bu benim oğlumdur." dedi.<br />

Hâdiseyi de olduğu gibi anlattı. Sultan da; "Onu bize kavuşturan Allahü teâlâya hamdolsun."<br />

diyerek, Allahü teâlâya şükretti. Kadın, çocuğu emzirip ihtimâm ile büyüttü. Kur'ân-ı kerîm<br />

okumasını öğretti. Yedi yaşına gelince, Kur'ân-ı kerîmin kırâatine âid ilimleri öğrenmeye<br />

başladı. Ebû Midyen Magribî hazretlerinin yetiştirdiği velîlerden olan Ebû Ahmed Câfer<br />

el-Endülüsî'nin huzurunda güzel bir şekilde yetişti. İnsanlardan ayrı ve uzak bir hâli vardı.<br />

Dünyâ malına rağbet etmezdi. Babası memleketinin sultânı olduğundan, dünyâ nîmetlerinden<br />

fazlasıyla çok çok faydalanmak elinde ve gâyet kolay olduğu hâlde, o bunların hiç birine<br />

iltifât etmez, kalın kumaşlardan elbise giyer, fakirler arasında bulunur, peksimet, limon ve<br />

tuz yerdi. Evliyâlık yolunda bulunanlara mahsûs olan bu hâlini anlıyamıyan bâzı insanlar,<br />

elinde çok fazla imkânları olduğu hâlde, dünyâ nîmetlerinden niçin istifâde etmiyor diye<br />

hayret ederlerdi. Ebü'l-Abbâs hazretleri de, bu insanların niçin bu kadar gaflette olduklarına,<br />

dünyânın gelip-geçici, aldatıcı ve çabuk bitici zevk ve eğlencelerine dalarak, sonsuz olan<br />

âhiret için hazırlanmayı ihmâl etmelerine ve böylece ebediyyen bitmeyecek gerçek saâdete,<br />

sonsuz nîmetlere kavuşmaktan mahrûm kalmalarına çok hayret ediyordu. Ebü'l-Abbâs<br />

el-Basîr, memleketinde bir zaman kaldıktan sonra Mısır'a gitti. Nil Nehri kenarında yerleşti.<br />

Nil Nehri kıyısında Bâb-ül-Hark denilen yerde bulunan tekkesinde talebelerine ders verirdi.<br />

Ebü's-Süûd'un tekkesi de Nil'in karşı kıyısında Bâb-ül-Kantara denilen yerde idi. Bu iki zât,<br />

birbirleri ile mektuplaşırlardı. Ebü'l-Abbâs hazretleri mektup göndereceği zaman, mektubu<br />

Nil Nehrine su üzerine bırakırdı. Mektubu karşı kıyıdan alırlardı. Orada bulunan Ebü's-Süûd<br />

hazretleri cevap yazarak yine aynı şekilde nehrin üzerine bırakır, bu taraftan alırlardı. Alınan<br />

ve gönderilen mektuplar, Allahü teâlânın izni ile hiç ıslanmazdı.<br />

Evliyâdan Hâtim isimli bir zât, Ebü's-Süûd hazretlerine yirmi sene hizmet etti. Bu yolda ahd<br />

verip kendisini mezûn etmesini istedi. Ona; "Sen benim evlâdımdan, (benim yanımda<br />

yetişecek kimselerden) değilsin. Sen, Magrib memleketinden gelecek olan kardeşim<br />

Ebü'l-Abbâs'ın evlâdındansın." buyurdu. Nihâyet Ebü'l-Abbâs hazretleri Mısır'a gelince,<br />

Ebü's-Süûd hazretleri, Hâtim'e dedi ki: "Senin üstâdın, seni yetiştirecek zât bu gece geldi.<br />

Bulak şehrine git! Orada o zât ile konuş!" Bunun üzerine Hâtim, Bulak şehrine gelip<br />

Ebü'l-Abbâs'ı buldu. Bu sebeble Ebü'l-Abbâs ile Mısır'da ilk karşılaşan zât, bu Hâtim oldu.<br />

Ebü'l-Abbâs, Hâtim'i görünce, kendisiyle müsâfeha etti. Hâtim hiçbir şey söylemeden,<br />

Ebü'l-Abbâs; "Evlâdım Hâtim, hoş geldin. Allahü teâlâ, kardeşim Ebü's-Süûd'a hayırlı<br />

karşılıklar ihsân buyursun. Biz gelinceye kadar seni korudu, himâye etti." buyurdu.<br />

Ebü'l-Abbâs, Mısır'dan yürüyerek hacca gitti. Mekke-i mükerremede, Ebü'l-Haccâc el-Aksarî<br />

ile karşılaştı. Harem-i şerîfte bir yerde oturup sohbet ediyorlardı. Bir ara Ebü'l-Haccâc, Ebü'l<br />

Abbâs'a; "Siz Kâ'be-i muazzamayı çok tavaf ettiniz mi?" diye sordu. Ebü'l-Abbâs hazretleri<br />

buna karşılık; "Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, beytini (Kâ'be-i muazzamayı) o kulların<br />

etrâfında tavâf ettirir." buyurdu. Bu söz üzerine Ebü'l-Haccâc etrâfına bakınınca Kâbe'nin<br />

etraflarında döndüğünü gördü.<br />

Ebü'l-Abbâs hazretleri, yemek olarak peksimet, limon ve tuzlu şeyleri, zarûret mikdârı yer,<br />

gelenlere de onlardan ikrâm ederdi. Ebü's-Süûd bin Ebi'l-Âşâir'in ve talebelerinin âdeti ise,<br />

tatlı ve lezzetli yemekler idi. Ebü'l-Abbâs'ın talebelerinden bir grup, bu güzel yemeklere<br />

kavuşmak arzûsuyla bu zâtın yanına gitmeye karar verdiler. O yemeklere meyletmeleri

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!