11.10.2017 Views

2017_4_2

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:2<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

Bosphorus Medical Journal<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Licence Owner<br />

Aytekin KAYMAKÇI<br />

Editör<br />

Editor<br />

İlknur AKTAŞ<br />

Editör Yardımcıları<br />

Asistant Editor and Secretary<br />

Yelda Buyru ÖZKURT, Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK, Burak Yağmur ÖZTÜRK, Erdem DUYAR<br />

Yabancı Dil Editörü<br />

Foreign Language Editor<br />

Burcu Seher ANIL<br />

Yayın Kurulu<br />

Editorial Board<br />

Ayhan VERİT, Eren GÖZKE, Canan AĞALAR<br />

Onur Kurulu<br />

Honor Committee<br />

Abdulvahit SÖZÜER, Kemal MEMİŞOĞLU, Metin ÖZAYDIN, Şuayip BİRİNCİ<br />

Danışma Kurulu / Advisory Committee<br />

Arzu TATLIPINAR<br />

Aydın ATAKAN<br />

Ayhan VERİT<br />

Aysu Karatay ARSAN<br />

Ayşe SÖNMEZ<br />

Ayşe Ferzan AYTUĞ<br />

Aytekin KAYMAKCI<br />

Aziz Bora KARİP<br />

Banu AÇIKALIN<br />

Baransel SAYGI<br />

Barış YILMIZ<br />

Bora GÜRER<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />

Burcu Seher ANIL<br />

Bülent KAYA<br />

Canan AĞALAR<br />

Cem NAZİKOĞLU<br />

Ceren KÖKSAL<br />

Cihangir UYAN<br />

Coşkun SAF<br />

Dilber Ayçiçek ÇEÇEN<br />

Dilek Erdoğan ARI<br />

Duygu Geler KÜLCÜ<br />

Elif AKSOY<br />

Ender ONUR<br />

Erdal OKUR<br />

Eren GÖZKE<br />

Erhan ÇELİKOĞLU<br />

Evrim Karadağ SAYGI<br />

Fatih URUÇ<br />

Fatma Alibaz ÖNER<br />

Fatma Nur BOY<br />

Fatma Nur AKGÜN<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Gül Nihal ÖZDEMİR<br />

Güldem TURAN<br />

Gülseren AKYÜZ<br />

Hacer Kuzu OKUR<br />

Hakan GÜNDÜZ<br />

Hakkı Muammer KARAKAŞ<br />

Hande Senem DEVECİ<br />

Hasan Hilmi MURATLI<br />

Hüseyin ÖZKURT<br />

Işıl Kalyoncu ASLAN<br />

İlker YAĞCI<br />

Iİlkin ZİNDANCI<br />

İlknur AKTAŞ<br />

İrşadi İstemi Alp YÜCEL<br />

Kemal MEMİŞOĞLU<br />

Kenan AKGÜN<br />

Korhan ÖZKAN<br />

Levent ÖZTÜRK<br />

Mehmet Akif SARGIN<br />

Mehmet Derya ONUK<br />

Mehmet Müfit ORAK<br />

Mehmet Özgür HABEŞOĞLU<br />

Meral KIZILTAN<br />

Merih İŞ<br />

Metin YILMAZ<br />

Nalan ÇAPAN<br />

Nalan OKUROĞLU<br />

Necati ÇAKIR<br />

Niyazi TUĞ<br />

Numan Doğu GÜNER<br />

Nuray OLTAN<br />

Olcay ÜNVER<br />

Ozan ÖZKAYA<br />

Özge Ecmel ONUR<br />

Özgür Haki YÜKSEL<br />

Özgür OKUMUŞ<br />

Pelin DOĞAN AK<br />

Pınar AKPINAR<br />

Rabia Gönül SEZER<br />

Seda SANCAK<br />

Semra KÜLEKÇİ<br />

Sevda Aydın KURNA<br />

Sinem Eroğlu ÇİLOĞLU<br />

Süheyla ABİTAĞAOĞLU<br />

Tomris ŞENGÖR<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

Tülay Erden HABEŞOĞLU<br />

Ümit AKYÜZ<br />

Yelda ÖZKURT<br />

Yeşim Aydın ORAL<br />

Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlarda dahil olmak<br />

üzere kullanma ve çoğaltılma hakları Boğaziçi Tıp Dergisine aittir. Yazılı ön izin olmaksızın materyallerin tamamının ya da bir<br />

bölümünün çoğaltılması yasaktır. Dergi Basım Meslek İlkeleri’ne uymaktadır.<br />

All rights are reserved. Rights to the use and repraduction, including in the electronic, media, of all communication,<br />

papers, photographs and illustrations appearing in this journal belong to journal of The BOSPHORUS<br />

MEDICAL JOURNAL. Repraduction without prior written permission of part on all of any material is forbidden.<br />

The journal complies with the Professional Principles of the Press.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:2<br />

DERGİ HAKKINDA<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından yayınlanan multidisipliner<br />

bilimsel bir dergidir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editoryal<br />

yorum/tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları yayınlayan, ulusal ve<br />

uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir.<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak<br />

olmayı prensip edinmiştir. Yayınlanmak için gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş<br />

olması gerekir. Eğer makalede daha önce yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi<br />

ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek zorundadır.Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir.<br />

Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editörler kurulu tarafından danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri<br />

doğrultusunda yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler ve editöryel komite tarafından uygun görülürse<br />

yayınlanır.<br />

Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar isimleri ve sıralaması esas<br />

alınır. Bu aşamadan sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar dışında yazar ismi eklenemez ve<br />

yazar sırası değiştirilemez.<br />

Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı<br />

ve yayınevine bildirilmelidir.<br />

Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk<br />

reklamı veren kuruluşa aittir.<br />

Periyodu: Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanmaktadır.<br />

Yayına başlama tarihi: 2014<br />

e-Yayına başlama tarihi: 2014<br />

Yayın Dili: Türkçe, İngilizce<br />

Temel Hedef Kitlesi: Tıp alanında tüm branşlardaki hekimler, uzman ve öğretim üyeleri, tıp öğrencileri<br />

Makalelerin ortalama değerlendirme süresi: 4 haftadır<br />

Yayın Hakları: Boğaziçi Tıp Dergisi’nin basılı ve web ortamında yayınlanan yazı, resim, şekil, tablo ve uygulamalar yazılı izin alınmadan<br />

kısmen veya tamamen herhangi bir vasıtayla basılamaz. Bilimsel amaçlarla kaynak göstermek kaydıyla özetleme ve alıntı yapılabilir<br />

Makale takibi - İletişim<br />

Prof. Dr. İlknur AKTAŞ<br />

iaktas@hotmail.com<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

E5 Karayolu Üzeri İçerenköy Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

Faks: +90 (216) 578 30 00<br />

e-posta: info@bogazicitipdergisi.com<br />

YAZARLARA BİLGİ<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi – Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dergisine ilginize teşekkür ederiz.<br />

Derginin elektronik ortamdaki yayınına erişim www.bogazicitipdergisi.com adresinden serbesttir. Boğaziçi Tıp Dergisi tıbbın klinik<br />

ve deneysel alanlarında özgün araştırmalar, olgu sunumları, derlemeler, davet edilmiş derlemeler, mektuplar, ilginç, fotoğraflı soru-cevap<br />

yazıları, editöre mektup, toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini yayınlamaktadır. Yılda 3 sayı olarak<br />

Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanan Boğaziçi Tıp Dergisi hakemli ve multidisipliner bir dergidir. Gönderilen yazılar Türkçe veya<br />

İngilizce olabilir.<br />

Değerlendirme süreci:<br />

Dergiye gönderilen yazılar, ilk olarak dergi standartları açısından incelenir. Derginin istediği forma uymayan yazılar, daha ileri bir<br />

incelemeye gerek görülmeksizin yazarlarına iade edilir. Zaman ve emek kaybına yol açılmaması için, yazarların dergi kurallarını dikkatli<br />

incelemeleri önerilir. Dergi kurallarına uygunluğuna karar verilen yazılar Editörler Kurulu tarafından incelenir ve en az biri başka kurumdan<br />

olmak üzere iki ya da daha fazla hakeme gönderilir. Editör, Kurulu yazıyı reddetme ya da yazara(lara) ek değişiklikler için gönderme<br />

veya yazarları bilgilendirerek kısaltma yapmak hakkına sahiptir. Yazarlardan istenen değişiklik ve düzeltmeler yapılana kadar, yazılar yayın<br />

programına alınmamaktadır. Boğaziçi Tıp Dergisi gönderilen yazıları sadece online olarak http://bogazicitipdergisi.com adresinden kabul<br />

etmektedir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir. Boğaziçi Tıp Dergisi yazıların bilimsel sorumluluğunu kabul etmez. Makale değerlendirmek<br />

için gönderildiği sırada; yayın hakkı devir formu ve çıkar çatışması formu imzalanıp dergiye iletilmelidir. Gönderilen yazıların<br />

dergide yayınlanabilmesi için daha önce başka bir bilimsel yayın organında yayınlanmamış olması gerekir. Daha önce sözlü ya da poster<br />

olarak sunulmuş çalışmalar, yazının başlık sayfasında tarihi ve yeri ile birlikte belirtilmelidir. Yayınlanması için başvuruda bulunulan makalelerin,<br />

adı geçen tüm yazarlar tarafından onaylanmış olması ve çalışmanın başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayınlanmak üzere<br />

değerlendirmede olmaması gerekmektedir. Çalışma ile ilgili herhangi bir mali ya da diğer çıkar çatışması var ise çıkar çatışması formunda<br />

belirtilmelidir.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:2<br />

MAKALE YAZIM KURALLARI<br />

GENEL BİLGİLER<br />

Boğaziçi Tıp Dergisi; Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin resmi yayın organıdır. Yılda 3 kez yayınlanır. Yayınlanma zamanları<br />

Ocak, Mayıs ve Ekim aylarıdır. Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel araştırmalar, derlemeler,<br />

olgu sunumları, editoryal yorum/tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları yayınlayan,<br />

ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir. Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı makalelerde, konu<br />

ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı prensip edinmiştir. Yayınlanmak için gönderilen makalelerin<br />

daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. Eğer makalede daha önce yayınlanmış; alıntı yazı,<br />

tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek zorundadır. Bilimsel<br />

toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editörler kurulu tarafından danışman<br />

hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri doğrultusunda yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler ve editörler kurulu<br />

tarafından uygun görülürse yayınlanır. Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar<br />

isimleri ve sıralaması esas alınır. Bu aşamadan sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar dışında yazar ismi<br />

eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez. Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili tüm yazarların açıklamalı,<br />

yazılı izinleri alınmalı ve yayınevine bildirilmelidir. Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile ilgili sorumluluk<br />

kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı veren kuruluşa aittir.<br />

YAYIN KURALLARI<br />

Bilimsel Sorumluluk<br />

Tüm yazarların gönderilen makaleye akademik ve bilimsel olarak doğrudan katkısı olmalıdır. Yazar olarak belirlenen isim aşağıdaki özelliklerin tamamına<br />

sahip olmalıdır: -makaledeki çalışmayı planlamalı veya yapmalı, -makaleyi yazmalı veya revize etmeli, -son halini kabul etmelidir. Makalelerin<br />

bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır.<br />

Etik Sorumluluk<br />

Dergi, ”insan” öğesinin içinde bulunduğu tüm çalışmalarda Helsinki deklerasyonu prensiplerine uygunluk ilkesini kabul eder. Yazarlar kurumlarının<br />

etik kurulundan aldıkları onay belgesini makale ile birlikte yazı işlerine sunmalıdırlar. Gereç ve yöntemler bölümünde etik kurul onayı aldıklarını ve<br />

‘’bilgilendirilmiş onam formu “ aldıklarını belirtmelidirler. Yazarlar retrospektif çalışmalar için; çalışmanın yapıldığı yer, materyal ve tarihi belirten<br />

yazıyı kurum yetkilisine (Eğitim Planlama Komisyonu, başhekim, bilimsel konsey gibi….) onaylatarak belgelemelidirler. Çalışmada “hayvan” ögesi<br />

kullanılmış ise yazarlar, makalenin YÖNTEM VE GEREÇLER bölümünde hayvan deneyleri etik kurullarından onay aldıklarını belirtmeli ve bu<br />

belgeyi gereği halinde dergi editörler kuruluna sunmalıdırlar. Olgu sunumlarında hastalardan “bilgilendirilmiş olur” alınmalıdır. Eğer makalede direktindirekt<br />

ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum mevcut ise yazarlar; kullanılan ticari ürün, ilaç, firma … ile ticari hiçbir ilişkisinin<br />

olmadığını ve varsa nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar), editöre sunum sayfasında bildirmek zorundadır. Makalelerin etik<br />

kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır.<br />

İstatistik Değerlendirme<br />

Tüm retrospektif, prospektif ve deneysel araştırma makaleleri biyoistatiksel olarak değerlendirilmeli ve uygun plan, analiz ve raporlama ile belirtilmelidir.<br />

Gerek görülmesi halinde editörler kurulu istatistik yöntemle ilgili önerilerde bulunabilir.<br />

Yazım Dili Yönünden Değerlendirme<br />

Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Türkçe makalelerde Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğü veya www.tdk.org.tr adresi, ayrıca Türk tıbbi<br />

derneklerinin kendi branşlarına ait terimler sözlüğü esas alınmalıdır. Ayrıca gönderilmiş olan makalelerdeki yazım ve dilbilgisi hataları için de yazarlardan<br />

düzeltme istenebilir.<br />

Yayın Hakkı<br />

Yayınlanmak üzere kabul edilen yazıların her türlü yayın hakkı dergiyi yayınlayan kuruma aittir. Yazılardaki düşünce ve öneriler tümüyle yazarların sorumluluğundadır.<br />

Yazarlar http://www.bogazicitipdergisi.com, internet adresinden ulaşacakları “yayın hakları devir formu”nu doldurup, online olarak,<br />

http://www.bogazicitipdergisi.com, adresinde yer alan “online makale gönder” linkindeki bölümden, makale ile birlikte göndermelidirler.<br />

Yazı Çeşitleri<br />

Dergiye yayınlanmak üzere gönderilecek yazı çeşitleri şu şekildedir;<br />

Orijinal Araştırma:<br />

Kliniklerde yapılan retrospektif-prospektif ve her türlü deneysel çalışmalar yayınlanabilmektedir.<br />

Yapısı:<br />

-Özet (ortalama 350-400 kelime; amaç, yöntem ve gereçler, bulgular ve sonuç bölümlerinden oluşan, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Giriş<br />

-Yöntem ve Gereçler<br />

-Bulgular<br />

-Tartışma<br />

-Sonuç<br />

-Teşekkürler (varsa)<br />

-Kaynaklar<br />

Derleme:<br />

Doğrudan veya davet edilen yazarlar tarafından yazılır. Tıbbi özellik gösteren her türlü konu için son tıp literatürü de taranarak hazırlanmalıdır.<br />

Yapısı:<br />

-Özet (ortalama 350-400 kelime, bölümsüz, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Konu ile ilgili başlıklar<br />

-Kaynaklar


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:2<br />

Olgu Sunumu:<br />

Nadir görülen, tanı ve tedavide farklılıklar gösteren olgularla ilgili makalelerdir. Yeterli sayıda fotoğraflarla ve şemalarla desteklenmiş olmalıdır.<br />

Yapısı:<br />

-Özet (ortalama 250 kelime, bölümsüz, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Anahtar kelimeler (İtalik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir, Türkçe ve İngilizce)<br />

-Giriş<br />

-Olgu sunumu<br />

-Tartışma<br />

-Kaynaklar<br />

Editoryal Yorum/Tartışma:<br />

Yayınlanan orijinal araştırma makaleleri ile ilgili, araştırmanın yazarları dışında, o konunun uzmanı tarafından değerlendirilmesidir. Konu ile<br />

ilgili makalenin sonunda yayınlanır.<br />

Editöre Mektup:<br />

Son bir yıl içinde dergide yayınlanan makaleler ile ilgili okuyucuların değişik görüş, tecrübe ve sorularını içeren en fazla 500 kelimelik yazılardır.<br />

Başlık ve özet bölümleri yoktur. Kaynak sayısı 5 ile sınırlıdır. Hangi makaleye (sayı, tarih verilerek) ithaf olunduğu belirtilmeli ve sonunda<br />

yazarın ismi, kurumu, adresi bulunmalıdır. Mektuba cevap, editör veya makalenin yazarları tarafından, yine dergide yayınlanarak verilir.<br />

Yazım Kuralları<br />

Dergiye yayınlanması için gönderilen makalelerde aşağıdaki biçimsel esaslara uyulmalıdır:<br />

Kısaltmalar:<br />

Kelimenin ilk geçtiği yerde parantez içinde verilir ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılır. Uluslararası kullanılan kısaltmalar için “bilimsel<br />

yazım kuralları” kaynağına başvurulabilir.<br />

Şekil, Resim, Tablo ve Grafikler:<br />

-Şekil, resim, tablo ve grafiklerin metin içinde geçtiği yerler ilgili cümlenin sonunda belirtilmelidir. Şekil, resim,tablo ve grafiklerin açıklamaları<br />

makale sonuna eklenmelidir.<br />

-Şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg, veya .gif dosyası olarak sisteme eklenmelidir.<br />

-Şekil, resim, tablo ve grafiklerde geçen kısaltmalar; şekil, resim, tablo ve grafiklerin alt satırında açıkça yazılmalıdır.<br />

-Daha önce basılmış şekil, resim, tablo ve grafik kullanılmış ise izin alınmalıdır ve bu izin açıklama olarak şekil, resim, tablo ve grafik açıklamasında<br />

belirtilmelidir.<br />

-Resimler/fotoğraflar renkli, ayrıntıları görülecek derecede kontrast ve net olmalıdır.<br />

Editöre Sunum Sayfası:<br />

Gönderilen makalenin kategorisi, daha önce başka bir dergiye gönderilmemiş olduğu, varsa çalışmayı maddi olarak destekleyen kişi ve kuruluşlar<br />

ve varsa bu kuruluşların yazarlarla olan ilişkileri belirtilmelidir.<br />

Kapak Sayfası:<br />

Makalenin başlığı (Türkçe ve İngilizce), tüm yazarların ad-soyadları, akademik ünvanları, kurumları, iş telefonu-GSM, e-posta ve yazışma<br />

adresleri belirtilmelidir. Makale daha önce tebliğ olarak sunulmuş ise tebliğ yeri ve tarihi belirtilmelidir.<br />

Özetler:<br />

“Yazı Çeşitleri” bölümünde belirtilen şekilde hazırlanarak, makale metni içerisine yerleştirilmelidir.<br />

Anahtar Kelimeler:<br />

En az 3-5 adet, Türkçe ve İngilizce yazılmalıdır. İngilizce anahtar kelimeler “medical subject headings (MESH)”e uygun olarak verilmelidir.<br />

Türkçe anahtar kelimeler MESH terimlerinin aynen çevirisi olmalıdır.<br />

Teşekkür:<br />

Eğer çıkar çatışması, finansal destek, bağış ve diğer bütün editoryal (istatiksel analiz, İngilizce/Türkçe değerlendirme) ve/veya teknik yardım<br />

varsa, metnin sonunda sunulmalıdır.<br />

Kaynaklar:<br />

Orijinal basımı Türkçe olan kaynakların başlığı [] içinde ve İngilizce olarak yazılmalıdır. Kaynaklar makalede geliş sırasına göre yazılmalı ve<br />

metinde cümle sonunda noktalama işaretlerinden hemen önce “parantez içinde ( )” sayı olarak belirtilmelidir. Makalede bulunan yazar sayısı 6<br />

veya daha az ise tüm yazarlar belirtilmeli, 7 veya daha fazla ise ilk 6 isim yazılıp” ve ark.et al” eklenmelidir. Kaynak yazımı için kullanılan format<br />

index medicus’ta belirtilen şekilde olmalıdır. (bakınız: www.icmje.org). Kongre bildirileri, kişisel deneyimler, basılmamış yayınlar, tezler<br />

ve internet adresleri kaynak olarak gösterilemez.<br />

Kaynakların yazımı için örnekler (noktalama işaretlerine dikkat ediniz):<br />

Makale için:<br />

Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt, sayı, sayfa numarası belirtilmelidir. (Yee AJ, Bae HW, Friess<br />

D, Roth SM, Whyne C, Robbin M,et al. The use of simvastatin in rabbit posterolateral lumbar intertransverse process spine fusion. Spine J<br />

2006;6:391-6.)<br />

Kitap için:<br />

Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar<br />

belirtilmelidir. (Francis XC. Arthrodesis of the spine. In: Canale ST, Beaty JH, editors. Campbell’s operative orthopaedics. Vol. 2. 11th<br />

ed.Philadelphia: Mosby; 2008. p. 1851-53).<br />

Yazar ve editörün aynı olduğu kitaplar için:<br />

Yazarların/editörün soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve<br />

sayfalar belirtilmelidir. (Kumar V, Cotran RS, Robbins SL. Basic pathology. 5th ed.Philadelphia: W.B. Saunders; 1992. Çeviri Editörü: Çevikbaş<br />

U. Temel patoloji. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi ve Yüce Yayınları; 1994. s. 47-60.)<br />

Sadece on-line yayınlar için; DOI tek kabul edilebilir on-line referanstır.


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:2<br />

Editörden;<br />

Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi bilimsel yayın organı ‘Boğaziçi Tıp Dergisi’ nin <strong>2017</strong> yılı ikinci sayısı<br />

ile sizlerleyiz. Multidisipliner tıp dergimiz sizlerin yoğun ilgisi ile her geçen gün<br />

büyümeye devam etmektedir.<br />

Değerli okuyucularımız ve yazarlarımız, dergimizin yeni ekibinde editör<br />

yardımcısı olarak yer alan, üstün gayretleri ile son sayılarımızı çıkardığımız<br />

Doç. Dr. Hacer Kuzu Okur, emekli olarak hastanemizdeki görevinden ve editör<br />

yardımcılığından ayrıldı. Farklı bir kurumda çalışma hayatına devam edecek<br />

olan arkadaşımıza bundan sonraki hayatında başarı ve mutluluk diliyoruz. Yine<br />

editör yardımcılarımızdan Erdem Duyar hastanemizdeki görevinden ayrıldı.<br />

Editör yardımcılığı görevine devam edecek olan arkadaşımıza yeni görev yerinde<br />

başarılar diliyoruz. Dergimizin ilk editörü, hastanemize uzun yıllar son<br />

derece başarılı bir şekilde hizmet vermiş olan Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />

Kliniği Şefi Uzm. Dr. Fatma Nur Akgün emekli olmuştur. Başarılı çalışmalarına<br />

devam edeceğini düşündüğümüz hocamıza ömür boyu mutluluklar diliyoruz<br />

Prof. Dr. İlknur Aktaş<br />

Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, Eğitim Sorumlusu


BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ<br />

<strong>2017</strong>; Cilt:4 Sayı:2<br />

Cilt (Volume) 4 Sayı (Number) 2<br />

<strong>2017</strong> Mayıs<br />

İÇİNDEKİLER (Contents)<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Aytekin KAYMAKÇI<br />

Editör<br />

İlknur AKTAŞ<br />

Editör Yardımcıları<br />

Yelda Buyru ÖZKURT<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN<br />

Tuba Cimilli ÖZTÜRK<br />

Burak Yağmur ÖZTÜRK<br />

Erdem DUYAR<br />

İstatiksel Danışma<br />

EMPİAR<br />

info@empiar.com<br />

Kapak Tasarım<br />

Burak BALCI<br />

Burak MENGİ<br />

Grafik Tasarım<br />

Yaşar ÖZER<br />

ÖZGÜN ARAŞTIRMA MAKALESİ (Original Research Article)<br />

Mobbing Davranışı ve İki Kamu Hastanesi Çalışanlarına Yönelik Anket Çalışması<br />

Mobbing Behavior and Two Public Hospitals Survey for Employees<br />

Eylem YILMAZ, Selma SÖYÜK<br />

Acil Serviste İlaç İntoksikasyonu ve Serum İlaç Düzeyi İlişkisi<br />

Drug Intoxication at Emergency Service and Serum Drug Level Relationship<br />

Servan KARA, Zeynep Mine KARA, Arzu Denizbaşı ALTINOK, Özge Ecmel ONUR<br />

Elektif Sezaryen Doğumlarda İntratekal Levobupivakaine Eklenen Fentanil ile Morfinin Etkileri<br />

Effects of Fentanyl and Morphine Combined with Intrathecal Levobupivacaine in Elective Cesarean Sections<br />

Yıldız Yiğit KUPLAY, Dilek SUBAŞI, Ahmet YILDIRIM, Güldem TURAN<br />

Pressure Pain Threshold in Musculoskeletal Disorders<br />

Kas İskelet Hastalıklarında Basınç Ağrı Eşiği<br />

Özbil Korkmaz GÜREL, Aslıhan TARAKTAŞ, Duygu KURTULUŞ, Cengiz BAHADIR<br />

Mikroalbüminürisi Olmayan Tip 2 Diyabetik Hastalarda Nabız Basıncı ile Üriner Albümin Atılımı<br />

Arasındaki Korelasyon<br />

Correlation Between Pulse Pressure and Urinary Albumin Excretion in Type 2 Diabetic Patients without<br />

Microalbuminuria<br />

Elif Dizen KAZAN<br />

Acil Serviste Epistaksis: Rutin Kan Tahlili Her Zaman Gerekli mi?<br />

Epistaxis in Emergency Room: Is Routine Blood Work Always Necessary?<br />

Sinem DOĞRUYOL, Mehmet Fatih KORÇAK, Çiğdem ÖZPOLAT, Arzu DENİZBAŞI<br />

OLGU SUNUMU (Case Report)<br />

55-61<br />

62-67<br />

68-76<br />

77-83<br />

84-88<br />

89-94<br />

Baskı<br />

Arena Dijital<br />

İletişim<br />

E5 Karayolu Üzeri, İçerenköy<br />

Ataşehir, 34752 İSTANBUL<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

Faks: +90 (216) 578 30 00<br />

iaktas@hotmail.com<br />

B e d e l s i z d a ğ ı t ı l ı r<br />

Clay Shoveler Kırığı: Olgu Sunumu<br />

Clay Shoveler’s Fracture: Case Report<br />

Serdar ÖZDEMİR, Gökhan AKSEL<br />

Retinal Arter Dal Tıkanıklığı Olgusunda Optik Koherens Tomografi ve Fundus Fluoresein Anjiografi<br />

Bulguları: Olgu Sunumu<br />

Optic Coherence Tomography and Fluorescein Fundus Angiography Findings in a Patient with Retinal Artery<br />

Branch Occlusion: A Case Report<br />

Fatih B. KAPLAN, Yusuf E. DOĞAN, Ayşe YILMAZ, Murat YAMİÇ, Murat GARLI, Yelda B. ÖZKURT<br />

Damar Yaralanması Sonrası Derin Metabolik Asidoz (Ph:6.61) ve Sağkalım<br />

Profound Metabolic Asidosis (Ph:6.61) After Vascular Injury and Recovery<br />

Emine Şeyma Denli YALVAÇ, Mustafa ALDAĞ, Cemal KOCAASLAN, Sıdıka GÜRSEL, Ebuzer AYDIN<br />

Nadir Bir İnme Nedeni: Cadasil<br />

A Rare Couse of Stroke: Cadasil<br />

Tuba NAZLIGÜL, Feyza Ü. ÖZKAN, İlknur AKTAŞ, Pınar AKPINAR, Duygu G. KÜLCÜ, Metin ÖZAYDIN<br />

Diz Patolojisi ile Karışan Diyabetik Amyotrofi Olgusu<br />

A Diabetic Amyotrophy Case Misdiagnosed as Knee Pathology<br />

Gamze Gül GÜLEÇ, İlknur AKTAŞ, Feyza Ünlü ÖZKAN, Kübra Neslihan KURT, Erhan MESCİ<br />

DERLEME (Review)<br />

95-96<br />

97-101<br />

102-104<br />

105-107<br />

108-110<br />

Hipospadias Cerrahisine Yaklaşım<br />

A General Approach to Hypospadias Surgery<br />

Cesim İRŞİ, Aytekin KAYMAKÇI<br />

111-116<br />

ISSN: 2149-0287


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Mobbing Davranışı ve İki Kamu Hastanesi Çalışanlarına Yönelik<br />

Anket Çalışması<br />

Mobbing Behavior and Two Public Hospitals Survey for Employees<br />

Eylem YILMAZ 1 , Selma SÖYÜK 2<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi Teknisyeni<br />

2. İstanbul Üniversitesi, Sağlık Yönetimi Anabilim dalı, Öğretim Üyesi<br />

ÖZET<br />

Amaç: Araştırmanın amacı, iki kamu hastanesinde çalışan<br />

sağlık personelinin mobbing davranışı ile karşılaşma<br />

durumlarını ve mobbing karşısında baş etme yöntemlerini<br />

belirlemektir.<br />

Yöntem ve Gereçler: Araştırma tanımlayıcı nitelikte<br />

planlanmıştır. Araştırma örneklemini 04.11.2012 ve<br />

30.05.2013 tarihleri arasında Marmara Bölgesi’nde<br />

kolayda örneklem yoluyla seçilen bir kamu hastanesi ve<br />

ağız ve diş sağlığı merkezinde çalışan sağlık personelleri<br />

oluşturmaktadır. Verilerin toplanmasında sosyodemografik<br />

özellikleri, mobbing davranışı ile karşılaşma durumlarınınım<br />

ve mobbing davranışına maruz kalan personelin<br />

nasıl tepki gösterdiklerinin yer aldığı üç bölümden oluşan<br />

anket formu kullanılmıştır.<br />

Bulgular: Çalışmada kamu hastanesi ve ağız ve diş sağlığı<br />

merkezindeki tüm çalışanların en az bir defa mobbing<br />

davranışına maruz kaldığı ve mobbing davranışı ile karşılaştıkları<br />

görülmüştür.<br />

Sonuç: Mobbing davranışı özellikle sağlık hizmeti verilen<br />

kamu kurumlarında oldukça sık görülmektedir.<br />

ABSTRACT<br />

Aim: The research has been planned in the nature of comparative<br />

descriptive with the aim of determining the circumstances<br />

of encounter with mobbing behavior of State<br />

Hospital’s health staffs and assistants.<br />

Materials and Method: All health care workers and assistants<br />

working in public hospital and Oral Health Care<br />

Center are in this research sample on between 04 November<br />

2012 and 30 May 2013. A questionnaire form consisting<br />

of 3 parts was used so as to designate.<br />

Results: In the study it was seen that all employees in the<br />

public hospital and oral and dental health center were<br />

exposed to mobbing behavior at least once and met with<br />

mobbing behavior.<br />

Conclusion: Consequently, mobbing behavior is frequently<br />

seen especially in the public institutions serving as<br />

health care service.<br />

Keywords: mobbing behavior; psychological terror; health<br />

Anahtar Kelimeler: mobbing davranışı; psikolojik terör;<br />

sağlık<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Eylem YILMAZ<br />

Yazışma Adresi: FSM Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi Kliniği,<br />

İstanbul<br />

Tel: +90 (530) 781 70 13<br />

E-Posta: eylemyilmaz-78@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 23.01.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 15.05.<strong>2017</strong><br />

- 55 -


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

GİRİŞ ve AMAÇ<br />

Bilgi çağında örgütler ve örgüt çalışanları<br />

gerek insan kaynağı açısından gerekse bilimsel<br />

bilgi sonucu üretilip toplumun hizmetine<br />

sunulan hizmetler açısından önemli bir işlev<br />

üstlenmektedir. Örgütlerin söz konusu işlevleri<br />

yerine getirebilmesinde iş görenlerin önemli<br />

bir katkısı vardır. İş görenler arasında huzura<br />

dayalı bir ortamın olması, onların çalışmalarını<br />

ve bu bağlamda da örgütün topluma iki<br />

yönlü hizmet etmesini kolaylaştırıcı bir etkiye<br />

sahiptir (1). Örgütlerde ayrımcılık, yıldırma,<br />

korkutma, ihmal, sömürü (istismar), bencillik,<br />

işkence (eziyet), şiddet-baskı-saldırganlık, iş<br />

ilişkilerine politika karıştırma, hakaret ve küfür,<br />

bedensel ve cinsel taciz, görev ve yetkinin<br />

kötüye kullanımı, dedikodu, dogmatik davranışlar<br />

gibi etik dışı davranışlarla kendini gösteren<br />

ve örgüt işleyişini, verimliliğini bozan<br />

mobbing (2-3) 1990 yılında ilk defa Leymann<br />

tarafından tanımlanmıştır. Leyman mobbing<br />

davranışını; ‘‘İş yaşamında bir ya da daha fazla<br />

kişiye yönelik sistematik olan düşmanca ve<br />

etik dışı iletişim kurma yoluyla psikolojik terör’’<br />

olarak ifade etmiştir (4).<br />

Mobbinge neden olan örgütsel etkenlerden<br />

bazıları; değişen örgüt yapısı, örgüt kültürünün<br />

bir parçası olarak korku kültürünün gelişmesi,<br />

yetersiz ve kötü bir yönetim şekli, örgüt içi yetersiz<br />

iletişimin varlığı, yönetimin yıldırmaya<br />

inanmaması ya da yıldırmayı kabullenmemesi,<br />

zayıf liderlik, işin monoton yapısı, örgütteki<br />

etik bozulma ve ilkesizlik, rekabet, değişim,<br />

şirket evlilikleri, stresli çalışma koşulları olarak<br />

sıralanabilmektedir (5). Leyman’a göre<br />

bireye yönelmiş olumuz davranışların mobbing<br />

kapsamında değerlendirilebilmesi için “haftada<br />

en az bir kez gerçekleşmesi”, “en az 6 ay boyunca<br />

süregelmesi”, “belirli bir hedefe yönelik<br />

olması” ve “mobbing davranışına maruz kalan<br />

mağdurun durumla baş etmekte zorlanıyor olması”<br />

gerekmektedir (4).<br />

- 56 -<br />

Mobbing 1994 yılında İsveç’te İş Güvenliği<br />

ve İşçi Sağlığı Yasası’yla bir suç olarak<br />

tanımlanmıştır. Psikolojik şiddet olarak da tanımlanan<br />

mobbing, cinsiyet ve hiyerarşi farkı<br />

gözetmeksizin, tüm kültürlerde ve tüm işyerlerinde<br />

gerçekleşebilen bir olgudur (6). Bu konu<br />

üzerine yapılan araştırmalar, günümüzde psikolojik<br />

şiddetin fiziksel şiddetten daha tehlikeli<br />

boyutlara ulaştığını ve çalışanlar bakımından<br />

işyerinde önemli bir mesleki sağlık ve güvenlik<br />

sorunu haline geldiğini göstermektedir (7).<br />

Sağlık çalışanlarının şiddete uğrama riskinin<br />

diğer hizmet sektörü çalışanlarına oranla 16 kat<br />

daha fazla olduğu bir araştırma sonucu tespit<br />

edilirken hemşirelerin ise diğer sağlık çalışanları<br />

arasında üç kat daha fazla risk altında olduğu<br />

belirtilmektedir (8). Avrupa Birliği’nde;<br />

Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 1, 6 ve<br />

31. maddelerinde, Roma ve Amsterdam Antlaşmalarında<br />

eşit çalışma koşulları, çalışanın güvenliğinin<br />

sağlanması, kişilik haklarına saygılı<br />

olunması ve ayrımcılık yapılmaması yönünde<br />

maddeler bulunsa da Avrupa Birliği’nde sadece<br />

mobbingle ilgili bir yasa bulunmamaktadır. Ülkemizde<br />

ise gerek İş Kanunu’nda gerekse Türk<br />

Ceza Kanunu’nda doğrudan mobbingi düzenleyen<br />

açık bir hüküm yoktur. Ancak İş Hukuku<br />

mevzuatında mobbing kapsamında ele alınabilecek<br />

davranış biçimlerini yaptırıma bağlayan<br />

önemli düzenlemeler bulunmaktadır.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Araştırma 04.11.2012 ve 30.05.2013 tarihleri<br />

arasında Marmara Bölgesi’nde kolayda<br />

örneklem yoluyla seçilen bir kamu hastanesi<br />

ve ağız ve diş sağlığı merkezinde çalışan tüm<br />

personelin (N=853) mobbing davranışları ile<br />

karşılaşma durumlarını ve mobbingle başa çıkma<br />

yollarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı<br />

olarak gerçekleştirilmiştir. Veri toplama aracı<br />

olarak anket yöntemi kullanılmıştır. Anket formunda<br />

önce sosyodemografik özellikler sorgulanmış,<br />

sonra Erkan Yaman tarafından geliştirilen,<br />

uluslararası kabul görmüş, 23 maddeden<br />

oluşan ve 5’li Likert tipinde hazırlanan Psikoşiddet<br />

(mobbing) Ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin<br />

maddelerinin Cronbach Alpha güvenirlik<br />

katsayısı 0,929 olarak bulunmuştur. Maddeler<br />

4 faktör üzerinden değerlendirilmiştir. Bu faktörlerden<br />

aşağılanma (11), ayrımcılık (4), cinsel<br />

taciz (3), iletişim engelleri (5) madde olarak<br />

belirlenmiştir. Faktörlerin Cronbach Alpha<br />

katsayıları sırası ile (aşağılanma) 0,824, (ayrımcılık)<br />

0,583, (cinsel taciz) 0,734, (iletişim<br />

engelleri) 0,736 olarak tespit edilmiştir. Her iki<br />

kurumda çalışan 853 personel çalışmaya alınmış<br />

ve hepsine anket dağıtılmıştır. 124 kişinin<br />

anketleri dönmemiş veya eksik dönmüştür. Sonuçta<br />

araştırma anketlerinin geri dönüş oranı<br />

%85 olmuştur.<br />

Araştırma öncesi geçerlik ve güvenirlik<br />

analizi yapılmış; 515 kamu görevlisi üzerinde<br />

uygulanan ölçek, güvenirlik çalışması için 185<br />

kamu görevlisine üç hafta arayla ikinci kez tekrarlanmıştır.<br />

Madde analizi sonucunda ölçeğin<br />

düzeltilmiş madde toplam puan korelasyonlarının<br />

0,54 ile 0,78 arasında sıralandığı, ölçeğin<br />

iç tutarlılık güvenirlik kat sayıları psikoloji ve<br />

eğitim alanında kullanılan ölçekler için gerekli<br />

olan 0,70 olarak bulunmuştur. Üç hafta arayla<br />

yapılan test tekrar test güvenirlik çalışmasında<br />

ise iki uygulama arasındaki korelasyonların oldukça<br />

yüksek olduğu görülmüştür. Bu sonuç,


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

ölçeğin kararlılıkla aynı yapıyı ölçtüğünü ortaya<br />

koymaktadır. Veri toplama öncesi kamu hastaneleri<br />

yöneticilerinden ve başhekimliklerinden<br />

yazılı izin alınmıştır. Araştırma sonucunda<br />

elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS<br />

16.0 paket programı ile analiz edilmiştir. Verilerin<br />

tanımlayıcı istatistikleri frekans, oran, ortalama<br />

ve standart sapma değerleri kullanılmıştır.<br />

Verilerin dağılımı Kolmogorov-Smirnov ile<br />

tespit edilmiştir. Parametrik olmayan veri analizinde<br />

Mann-Whitney U Test, Kurskal Wallis<br />

Testi ve Wilcoxon Testi kullanılmıştır. Mobbing<br />

Ölçeği maddelerinin güvenirliği Cronbach<br />

Alpha ile test edilmiştir. Ölçek maddeleri<br />

için faktör analizi uygulanıştır. Faktörlerin korelasyon<br />

analizinde Pearson korelasyon analizi,<br />

anket formunun son bölümünde yer alan mobbing<br />

mağdurlarının tepkilerini sosyodemografik<br />

özellikler ile karşılaştırılması sırasında ise<br />

Ki-kare Test ve Fischer Testi kullanılmıştır.<br />

BULGULAR<br />

Araştırmaya katılan çalışanların %69’u<br />

(N=503) erkekti. %33,9’u ebe - hemşire<br />

(N=247), %10,7’si hekim (N=78) idi, %41 inin<br />

0-4 yıldır aynı kurumda çalıştığı (N= 300) saptandı.<br />

Çalışanların sosyodemografik verileri<br />

Tablo 1’de görülmektedir. Sağlık personelinin<br />

%84’ünün en az bir kez mobbing davranışı<br />

ile karşılaştığı saptandı. Araştırmada mobbing<br />

davranışlarından cinsel taciz (%19), ayrımcılık<br />

(%27), iletişim engelleri (%28), aşağılanma<br />

(%26) davranışlarından herhangi biri belirgin<br />

olarak öne çıkmazken; cinsiyet, yaş, mesleki<br />

unvan, medeni durum, eğitim durumu, yöneticilik<br />

durumu, mesleki deneyim, bulunduğu kurumda<br />

toplam çalışma süresi farkı gözetmeksizin<br />

her çalışanın mobing davranışına maruz<br />

kaldığı yapılan çapraz kıyaslamalar saptandı<br />

(Tablo 1).<br />

Tablo 1: Çalışanların Sosyodemografik Özelliklerine Göre Mobbingle Karşılaşma Oranları.<br />

DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER<br />

MOBBİNGLE KARŞILAŞMA<br />

YOK<br />

VAR<br />

N % N % N %<br />

Cinsiyet<br />

Kadın 226 31 46 20.5 180 79,5<br />

Erkek 503 69 71 14,1 432 85,9<br />

20-29 yaş 185 25,4 30 16,2 155 83,8<br />

Yaş<br />

30-39 yaş 304 41,7 48 15,8 256 84,2<br />

40-49 yaş 189 25,9 25 13,2 164 86,8<br />

50 yaş ve Üz. 51 7 14 12 37 72,5<br />

Sağlık Meslek Lisesi 76 10,4 20 26,3 56 73,7<br />

Ön lisans 217 29,8 23 10,4 194 89,4<br />

Eğitim Durumu<br />

Lisans 180 24,7 20 11,1 160 88,9<br />

Yüksek Lisans 82 11,2 19 23,2 63 76,3<br />

Diğer 174 23,9 35 20,1 139 79,9<br />

Medeni Durum<br />

Evli 501 68,7 71 14,2 430 85,8<br />

Bekâr 228 31,3 46 20,2 182 79,8<br />

Ebe 60 8,2 2 3,3 58 96,7<br />

Hemşire 187 25,7 34 18,2 153 81,8<br />

Mesleki Unvan<br />

Hekim 78 10,7 16 20,5 62 79,5<br />

Sekreter 131 18 17 13 114 87<br />

Laborant 29 4 3 10,3 26 89,7<br />

Diğer 244 33,5 45 18,4 199 81,6<br />

0-4 yıl 300 41,2 52 17,3 248 82,7<br />

Kurumda Çalışma Süresi<br />

5-9 yıl 171 23,5 25 14,6 146 85,4<br />

10-14 yıl 116 15,9 16 13,8 100 86,2<br />

15 yıl ve üzeri 142 6,4 24 16,9 118 83,1<br />

0-4 yıl 156 21,4 27 17,3 129 82,7<br />

Mesleki Deneyim<br />

5-9 yıl 148 20,3 27 18,2 121 81,8<br />

10-14 yıl 143 19,6 23 16,1 120 82,9<br />

15 yıl ve üzeri 282 38,7 40 14,2 242 85,8<br />

Yöneticilik Durumu<br />

Yönetici 13 1,8 4 30,8 9 69,2<br />

Yönetici Değil 716 98,2 113 15,8 603 84,2<br />

- 57 -


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

Mobbing davranışına maruz kalan sağlık<br />

personeline mobbing davranışı karşısında nasıl<br />

bir tutum sergiledikleri de sorulmuş ve Şekil<br />

1’de görüldüğü gibi; sağlık personelnin %48’i<br />

ciddi olarak işten ayrılmayı düşünürken, %48’i<br />

kurum içinde görev yerini değiştirmenin yeterli<br />

olacağını belirtmiştir. Katılımcıların %88’i<br />

uğradığı haksızlığı, ilgili kişiyle yüz yüze konuşarak<br />

çözmeyi deneyebileceğini belirtirken,<br />

%80’i maruz kaldığı olumsuz davranışları üst<br />

makama bildireceğini, %58’i ise yargıya başvurabileceğini<br />

belirtmişlerdir. Yine personelin<br />

%93’ü mobbingle mücadele için işine daha<br />

çok özen göstererek mücadele edebileceğini,<br />

%96’sı daha planlı ve daha çok çalışarak mücadele<br />

edebileceğini belirtirken, katılımcıların<br />

%7’si ise intiharı düşündüklerini belirtmişlerdir.<br />

Tüm faktör gruplarının istatiksel açıdan<br />

birbirleri ile anlamlı bir ilişki içerisinde olduğu<br />

görülmektedir, yanı sıra iletişim engelleri<br />

ve aşağılama arasında kuvvetli bir lineer ilişki<br />

olduğu söylenebilir.<br />

Bununla beraber ayrımcılık ve aşağılama,<br />

iletişim engelleri ve ayrımcılık arasındaki ilişkilerin<br />

kuvvetli olduğu söylenebilir. Ancak cinsel<br />

taciz ve aşağılama, cinsel taciz ve ayrımcılık,<br />

iletişim engelleri ve cinsel taciz arasındaki<br />

ilişkiler ise göreceli olarak kuvvetsizdir (Tablo<br />

2).<br />

Tablo 2: Faktörler arası korelâsyon analizi dağılımı<br />

Faktör<br />

Grup<br />

Aşağılama<br />

Ayrımcılık<br />

Cinsel Taciz<br />

İletişim<br />

Engelleri<br />

Aşağılama<br />

r 1<br />

p<br />

Ayrımcılık<br />

r 0,687 1<br />

p 0<br />

Cinsel<br />

Taciz<br />

r 0,339 0,299 1<br />

p 0 0<br />

İletişim<br />

Engelleri<br />

r 0,735 0,644 0,235 1<br />

p 0 0 0<br />

Pearson Korelasyon** p


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

TARTIŞMA<br />

Çalışanlara işyerlerinde yapılan etik dışı<br />

ve sistemli yıldırma davranışlarını içeren mobbing,<br />

insan faktörünün gün geçtikçe önem kazandığı<br />

günümüzde işletmelerin önemle üzerinde<br />

durdukları konuların başında gelmektedir.<br />

Konu ile ilgili yapılan araştırmalar yıldırma<br />

davranışlarının en çok görüldüğü sektörlerden<br />

biri olarak sağlık sektörünü işaret etmektedir.<br />

Araştırmaya katılan sağlık personelinin<br />

%84 gibi büyük bir oranının en az bir mobbing<br />

davranışı ile karşılaştığı gözlenmiştir.<br />

Bu oran 2002 yılında yapılan Uluslararası<br />

Çalışma Konferansı, Uluslararası Hemşireler<br />

Konseyi, Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası<br />

Kamu Hizmetleri derneğinin sağlık sektöründeki<br />

şiddeti önlemek amacıyla yaptıkları araştırma<br />

sonuçlarına göre hayli yüksektir. Çalışmamızda<br />

tespit edilen mobbinge uğrama oranı<br />

ülkemizde sağlık alanında yapılan mobbing<br />

araştırmalarındaki oranlardan da yüksektir.<br />

Nitekim 2000 ve 2010 yılları arasında Çöl’ün<br />

Muğla ilindeki (7), Şahin ve Dündar’ın Bolu<br />

ilindeki (9), Öztürk ve diğerlerinin Trabzon’daki<br />

(10), Özler ve diğerlerinin Kütahya’daki (11),<br />

Karakuş’un Sivas’taki (12), Yıldız ve Yıldız’ın<br />

Kars’taki sağlık çalışanları üzerindeki araştırmalarında<br />

çalışanların mobbinge uğrama oranları<br />

%30 ile %70 arasında değişmektedir (13).<br />

Araştırmaya katılan sağlık personelinin<br />

eğitim durumlarına bakıldığında %30 ile ön<br />

lisans mezunları ilk sırada gelmektedir. Yıldız<br />

ve Yıldız’ın araştırması (13), Durdağ ve<br />

Nakdiyok’un araştırması çalışmamızla örtüşmektedir<br />

(14). Karcıoğlu ve Akbaş’ın araştırmasına<br />

göre ise sağlık çalışanları arasında en<br />

büyük payı %49 ile üniversite mezunlarının<br />

almaktadır (15).<br />

Araştırmaya katılanların mesleki deneyim<br />

süreleri incelendiğinde %39’unun 15 yıl ve<br />

üzerinde mesleki deneyime sahip olduğu görülmektedir.<br />

Karakuş’un (12) Sivas’ta hemşireler<br />

ile yaptığı araştırma sonuçları ile benzerlik<br />

göstermektedir.<br />

Araştırmaya katılanların cinsiyete göre<br />

mobbinge maruz kalma durumu en yüksek<br />

olan erkek personel olup bu oran %86 dır.<br />

Ancak kadınların mobbinge maruziyeti ile erkeklerinki<br />

arasında çok belirgin bir fark bulunmamaktadır.<br />

Çalışmamızla paralel olarak;<br />

Şahin ve Dündar’ın araştırmasında mobbinge<br />

maruz kalan sağlık çalışanları arasında %73<br />

ile erkekler yoğunlukta iken (9), Karcıoğlu ve<br />

- 59 -<br />

Akbaş’ın araştırmalarında da sağlık çalışanları<br />

arasında erkek çalışanların kadın çalışanlardan<br />

daha fazla mobbinge maruz kaldığı sonucuna<br />

ulaşılmıştır. Karcıoğlu ve Akbaş’ın araştırmalarında<br />

psikolojik tacize maruz kalma durumu<br />

ile çalışanların cinsiyetleri arasında anlamlı bir<br />

fark olduğu görülürken; çalışmamızda cinsiyet<br />

ile psikolojik tacize uğrama arasında istatistiki<br />

olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (15).<br />

Araştırmaya katılan sağlık personelinin<br />

yaş gruplarına göre mobbinge uğrama oranı en<br />

yüksek olan grup 40-49 yaş arası sağlık personelleri<br />

olup bu oran %87 dir. Araştırmamız<br />

bu yönüyle, sağlıkçıların yirmili yaşlarda işe<br />

başladıkları göz önüne alınırsa; Einarsen ve<br />

Skogstad’ın “yaşlı çalışanların, genç çalışanlardan<br />

daha fazla ‘mobbing’e uğradıkları” ifadesi<br />

ile örtüşmektedir (16).<br />

Araştırmaya katılanların eğitim durumlarına<br />

göre mobbinge maruz kalma oranı en yüksek<br />

olan önlisans mezunları olup bu oran %90 dır.<br />

Tutar ve Akbolat’ın çalışmalarında çalışanların<br />

eğitim durumu ve çalışma sürelerinin mobbing<br />

algılarında anlamlı bir farklılığa neden olmadığı<br />

gözlenirken (17), Acar ve Dündar da eğitim<br />

durumu ve kıdem ile mobbinge maruz kalma<br />

sıklığı arasında bir ilişki olmadığını tespit etmişlerdir<br />

(18).<br />

Çalışmamıza göre, mobbing ile karşılaşma<br />

oranı en yüksek olan evli personeller olup bu<br />

oran %86 dır. Ancak medeni durum ile mobbinge<br />

maruziyet arasında istatistiksel açıdan<br />

anlamlı bir fark yoktur. Araştırmamız bu yönü<br />

ile Şahin ve Dündar’ın araştırmaları ile paralellik<br />

sağlarken (9), Bilgel’in araştırma sonuçlarından<br />

ayrılmaktadır. Çünkü Bilgel’in Bursa<br />

İli’nde sağlık ve eğitim sektörleri ile emniyet<br />

teşkilatında beyaz yakalı çalışanlar arasında<br />

yaptıkları alan araştırmasına göre bekâr, genç<br />

ve idari görevi olanların mobbinge maruziyeti<br />

daha yüksek bulunmuştur (19).<br />

Araştırmaya katılan sağlık personeli arasında<br />

mobbing ile karşılaşma oranı en yüksek<br />

olan ebeler olup bu oran %97 dir. Acar ve Dündar<br />

meslek veya pozisyon gibi çeşitli isimler<br />

altında toplanan unvanlar ile mobbing arasında<br />

ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır (18).<br />

Tutar ve Akbolat da benzer şekilde, ünvan değişkeni<br />

ile sözlü ve fiziksel yıldırma, kültürel<br />

kimliğe yönelik aşağılama ve kültürel kimliğe<br />

dayalı dışlama boyutlarında istatistiksel açıdan<br />

anlamlı fark bulmuşlardır (17).<br />

Araştırmada mobbinge maruz kalan sağlık<br />

çalışanlarının %80’i maruz kaldığı olumsuz<br />

davranışları üst makama bildireceklerini ifade


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

ederken, %58’i yargıya başvurmayı düşündüklerini<br />

ifade etmişlerdir. Sağlık ve Sosyal<br />

Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) sağlık<br />

çalışanları ile yaptığı araştırma sonucunda da<br />

çalışanların mobbingle karşılaşma durumunda<br />

%27’si resmi şikâyette bulunacağını belirtmiş<br />

ve bu tepki çalışmamızla paralellik göstermiştir<br />

(20).<br />

Araştırmada; uğradıkları mobbing nedeniyle<br />

çalışanların %7’si intihar etmeyi düşündüklerini<br />

belirtmiştir. Çalışmamızla paralel<br />

olarak; Yıldırım ve arkadaşlarının hemşireler<br />

üzerindeki araştırmasında da %85 oranında<br />

psikolojik tacize rastlanmış ve taciz sonucu çalışanların<br />

%10 unun intiharı düşündüğü sonucuna<br />

ulaşılmıştır (21).<br />

Araştırmada mobbing davranışlarından<br />

cinsel taciz (%19), ayrımcılık (%27), iletişim<br />

engelleri (%28), aşağılanma (%26) davranışlarından<br />

herhangi biri belirgin olarak öne çıkmazken;<br />

Şahin ve Dündar’ın Bolu ili örneğinde<br />

%66 ile iletişimin engellenmesi mobbing<br />

davranışlarında ilk sırada yer almaktadır (9).<br />

Tutar ve Akbolat’ın araştırmasında mobbing<br />

davranışları içinde “özel yaşama yönelik yıldırma”,<br />

en fazla görülen mobbing davranışı olarak<br />

gözlemlenirken (17), Durdağ ve Naktiyok’un<br />

araştırmasında ise %49 ile itibara ve sosyal ilişkilere<br />

saldırılar ilk sırada yer almaktadır (14).<br />

Gerek bizim araştırmamız gerekse ülke genelinde<br />

sağlık alanında yapılan araştırmalar sonucunda<br />

mobbing davranışları içinde iletişimin<br />

engellenmesi, aşağılama, ayrımcılık kurumlara<br />

göre farklı sıralara yerleşirken; cinsel tacize<br />

uğrama oranının diğer mobbing davranışlarının<br />

gerisinde olduğu gözlenmektedir. Bu konuda<br />

yapılan tespitin doğru olabileceği gibi toplumsal<br />

ve kişisel çekinceler neticesinde cinsel taciz<br />

davranışlarının inkârı ve gizlenmesinin de bu<br />

rakamlarda rol oynayabileceğinin göz ardı edilmemesi<br />

gerekmektedir.<br />

Uluslararası çalışma bulgularına göre<br />

mobbingin; kaygı bozukluğu, yoğunlaşma<br />

bozukluğı, obsesyon, depresyon gibi bireysel<br />

sonuçları yanında; işçi dönüşüm oranında artma<br />

(%83) işe devamsızlık (%87), verimliliğin<br />

azalması (%21-58), iş kalitesinde azalma<br />

(%19-28), psikolojik yardım alma (%18), işle<br />

ilgili hataların artışı (%10), suç oranında artış<br />

(%2) gibi örgütsel sonuçları da bulunmaktadır<br />

(22).<br />

SONUÇ<br />

Araştırmamız sağlık hizmeti verilen kurumlarda<br />

mobbing vakalarındaki artışı vurgulamaktadır.<br />

- 60 -<br />

Araştırmamızda saptanan mobbing davranışlarından<br />

en belirgin olanı iletişimin engellenmesidir.<br />

Mobbinge maruziyeti en yüksek<br />

olanlar önlisans mezunlarıdır. Mobbingin önlenmesi<br />

ve gerek sektörel gerekse kişisel hasarın<br />

minimalize edilebilmesi için kurum içi<br />

iletişim kanallarının olabildiğince geliştirilmesi<br />

ve hekim dışı sağlık personellerinin eğitim<br />

seviyelerinin artırılması mevcut durumun nasıl<br />

iyileştirilebileceğinin yanıtı olabilir.<br />

Daha kaliteli ve nitelikli sağlık hizmet sunumunun<br />

hedeflendiği günümüzde, sağlık hizmet<br />

sunucularının fiziksel ve ruhsal sağlıklarını<br />

önemli derecede etkileyen ve verilen sağlık<br />

hizmet kalitesinin düşmesine neden olan mobbing<br />

vakalarının olabildiğince bertaraf edilmesi<br />

gerekmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Yaman E. Psycho-violence in the workplace in terms of<br />

management psychology-Mobbing, Nobel Tıp, Ankara, 2009;<br />

10-150.<br />

2. Pehlivan İ. Managerial, Professional and Organizational<br />

Ethics, Pegem Publishing, Ankara, 2001; 7-8.<br />

3. Poussard J.M. Çamuroğlu M.İ. A General View on the<br />

Concept of Psychological Harassment, Nobel Publishing House,<br />

Ankara, 2009; 10-120.<br />

4. Leymann HL. The Content and Development of Mobbing<br />

at Work European Journal of Work and Organizational Psychology<br />

1996;5(2):165-184.<br />

5. Zapf D, Knorz C, Kulla M. On the Relationship Between<br />

Mobbing Factors and Job Content, Social Work Environment<br />

and health outcomes. European Journal of Work and Organizational<br />

Psychology 1996; 5(2):215-237.<br />

6. Tinaz P, Bayram F, Ergin H. Working Psychology and Legal<br />

Dimensions and Psychological Harassment at Work (mobbing)<br />

Beta Publishing, İstanbul, 2008; 7-8.<br />

7. Çöl S. Psychological Violence in the Workplace: A Research<br />

on Hospital Employees. Journal of Labor and Society<br />

2008; 19:107-135.<br />

8. Kingma M. Workplace Violence in the Health Sector: A<br />

Problem of Epidemic Proportion. International Nursing Review<br />

2001; 48:129-130.<br />

9. Şahin B, Dündar T. Investigation of the Relationship between<br />

Ethical Climate and Burning Behaviors in the Health Sector.<br />

Journal of Ankara University Faculty of Political Science<br />

2009; 10-66.<br />

10. Öztürk H, Sökmen S, Yılmaz F, Çilingir D. Measuring<br />

Mobbing Experinces of Academic Nurses: Development of a<br />

Mobbing Scale. Journal of American Academy of Nurse Practitioners<br />

2008; 20: 435-442.


Eylem Yılmaz ve Ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):55-61 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.648<br />

11. Özler DE, Atalay CG, Şahin MD. A Research on Determining<br />

the Effect of Mobbing on Organizational Commitment.<br />

Dumlupınar University Journal of Social Sciences 2008; 22:37–60.<br />

12. Karakuş H. Nursing Behaviors Based on the Effect of<br />

Institution and Administration in Nurses. Journal of Academic<br />

Researches and Works 2011; 3(5):83-102.<br />

13. Yıldız S, Yıldız SE. The Relationship Between Bullying<br />

and Depression: A Survey Between Healthcare Workers in Kars.<br />

Istanbul Commerce University Journal of Social Science 2009;<br />

8(15):133-135.<br />

14. Durdağ M, Nakdiyok A. The Role of Psychological Abuse<br />

on Organizational Confidence. Kafkas University Journal of<br />

Economics and Administrative Sciences 2013; 1(2):5-35.<br />

15. Karcıoğlu F, Akbaş S. Psychological Violence and Job<br />

Satisfaction in the Workplace. Ataturk University Journal of<br />

Economics and Administrative Sciences 2010; 24(3):331-332.<br />

16. Einarsen S, Skogstad A. Prevalence and Risk Groups of<br />

Bullying and Harassment at Work. European Journal of Work<br />

and Organizational Psychology 1996; 5:185-202.<br />

17. Tutar H, Akbolat M. Mobbing Perceptions of Health Employees<br />

in Terms of Managerial Sex. Journal of Selcuk University<br />

Social Sciences Institute 2012; 10(1):39-60.<br />

18. Acar A B, Dündar G. Investigation of the Relationship<br />

Between Psychological Illumination (Mobbing) Exposure and<br />

Demographic Characteristics in the Workplace. Istanbul University<br />

Journal of Business Administration Journal 2008; 37(2):<br />

111-120.<br />

19. Bilgel N, Aytaç, Bayram N. Bullying in Turkish White Collar<br />

Workers. Occupational Medicine 2006; 56: 226-231.<br />

20. Karakaş SA, Okanlı A. Nursing and Mobbing’, Gumushane<br />

University Journal of Health Sciences 2013; 2(4):562-572.<br />

21. Yıldırım A, Yıldırım D. Mobbing in The Workplace By<br />

Pers and Managers: Mobbing Experienced By Nurses Working<br />

in Healthcare Facilities in Turkey and Its Effect On Nurses Journal<br />

of Clinical Nursing 2007; 16(8):1444-1453.<br />

22. Moayed FA, Daraiseh N, Shell R, Salem S. Workplace<br />

Bullying: A Systematic Review of Risk Factors and Outcomes.<br />

Theoretical Issues in Ergonomics Science 2006; 3:311-327.<br />

- 61 -


Servan Kara ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):62-67 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.669<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Acil Serviste İlaç İntoksikasyonu ve Serum İlaç Düzeyi İlişkisi<br />

Drug Intoxication at Emergency Service and Serum Drug Level Relationship<br />

Servan KARA 1 , Zeynep Mine KARA 2 , Arzu Denizbaşı ALTINOK 1 , Özge Ecmel ONUR 1<br />

1. Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, İstanbul<br />

2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Laboratuvarı, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: İlaç ve ilaç dışı maddelerle oluşan zehirlenmeler<br />

günümüzde hala önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır.<br />

Bu çalışmada, suicid amaçlı ilaç intoksikasyonu tanısı<br />

ile başvuran hastaların yaş, cinsiyet, ilacın cinsi gibi demografik<br />

özelliklerinin tespiti, ve alınan ilacın serum düzeyi<br />

ile klinik takip sonucu arasındaki ilişkiyi araştırmak<br />

amaçlanmıştır.<br />

Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya suisid amacıyla ilaç aldığı<br />

saptanan ve serumda düzeyi tespit edilebilen ilaç zehirlenmesi<br />

olan 18 yaş üstü hastalar alındı. Hastaların yaş,<br />

cinsiyet, geliş vital bulguları kayıt altına alındı. Taburcu<br />

edilen ve yoğun bakım ünitesine kabul edilen hastalar<br />

olarak 2 grup oluşturuldu. Böylelikle serum ilaç düzeyine<br />

göre klinik korelasyon arasındaki ilişki incelendi.<br />

Bulgular: Şubat 2013-Ağustos 2013 arasında acil servisimize<br />

başvuran çalışma normlarımıza uygun 60 hasta incelenmiştir.<br />

Hastalarımızın %71,7 si bayan (n=43), %28,3<br />

ü erkekti (n=17). Yaş ortalaması 26,88±8,88 tespit edildi.<br />

Klinik seyire göre dağılımda hastaların 38’ i (%63,3) acil<br />

serviste en az altı (6) saat, en fazla 24 saat gözlendikten<br />

sonra taburcu edildiği, 22’sininde (%36,7) yoğun bakıma<br />

nakledildiği görülmüştür. Trisiklik antidepresanın (TSA)<br />

yüksek serum düzeylerinin artmış yoğun bakım yatışı ile<br />

ilişkili idi. Her 2 gruptaki parasetamol seviyeleri birbirine<br />

yakın değerde idi ve bu seviyelerin yoğun bakım yatışı<br />

üzerinde anlamlı bir etkisi yoktu. Ve yine, çalışmamızda<br />

vital bulgular ile ilaçlar arasındaki ilişki de tespit edildi.<br />

Bununla birlikte, TSA alan grup, istatistiksel olarak<br />

anlamlı düzeyde düşük ortalama arteryal basınç (OAB),<br />

artmış kalp hızı ve solunum hızına sahipti.<br />

Sonuç: Sonuç olarak aldığı ilaç miktarı tam olarak bilinmeyen<br />

veya ifade edemeyen hasta grubunda taburculuk<br />

veya yatış kararının verilmesinde serum ilaç düzeylerinin<br />

yanında klinik bulguların özellikle OAB, nabız gibi vital<br />

parametrelerin de beraber değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.<br />

Anahtar Kelimeler: ilaç intoksikasyonu; serum ilaç düzeyi;<br />

klinik korelasyon<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Intoxications due to drugs and other substances are<br />

still an important health issue. In this study we want to<br />

investigate the correlation between serum drug levels and<br />

demographic properties of patients who present to the<br />

emergency department with suicide attempts with drugs.<br />

Materials and Methods: Patients over 18 years of age<br />

who presented to emergency department (ED) with drug<br />

intoxication due to suicide attempt and whose blood drug<br />

levels could be obtained are included in our study. Age,<br />

gender, vital signs on presentation are all recorded. Two<br />

major groups were formed, patients who are discharged<br />

and who were admitted to intensive care unit (ICU). By<br />

this data, correlation between the drug levels and clinical<br />

progress is observed.<br />

Results: Between February 2013 and August 2013, 60 patients<br />

who met our inclusion criteria were studied. 71,7%<br />

were female (N=43), %28,3 were male (n=17). Mean<br />

age was 26.88±6.2. 38 patients (63,3%) were monitored<br />

in ED for 6 to 24 hours and were discharged. 22 patients(36,7<br />

%) needed ICU admission. The higher blood<br />

levels of tricyclic antidepresants (TCA) correlated with<br />

higher incidence of ICU admission. Paracetamol levels in<br />

both groups were nearly same, and these levels proved no<br />

importance in ICU admission. And, we also observed the<br />

correlation between the drugs and vital signs in our study.<br />

In addition to this, The group who had TCA, had statistically<br />

significant low mean arterial pressures, faster heart<br />

rate and faster respiratory rate.<br />

Conclusions: We conclude that clinical decision making<br />

of patients with unknown or undetermined amounts of<br />

drug intake should be made not only according to their<br />

blood drug levels but also to their clinical states and their<br />

vital signs especially mean arterial pressure (MAP), heart<br />

rate.<br />

Keywords: drug intoxication, serum drug level; clinical<br />

correlation<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Servan KARA<br />

Yazışma Adresi: Selâhaddin Eyyubi Devlet Hastanesi, Diyarbakır<br />

Tel: +90 (505) 293 46 79<br />

E-Posta: dr.servan@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 12.02.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 02.05.<strong>2017</strong><br />

- 62 -


Servan Kara ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):62-67 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.669<br />

GİRİŞ<br />

İnsanlık var olduğundan itibaren çeşitli<br />

zararlı maddelerin herhangi bir şekilde vücuda<br />

girmesi ile sağlığın olumsuz etkilendiği bilinmektedir.<br />

İnsan sağlığını bozan mineral, bitkisel,<br />

hayvansal ya da sentez kaynaklı maddelere<br />

zehir ve bunlarla organizmanın geçici ya da sürekli<br />

bozulmasına da zehirlenme adı verilmektedir<br />

(1).<br />

Ülkemizde zehirlenme tanısı ile acil servislere<br />

ve dolayısıyla yoğun bakımlara başvuran<br />

hastalar hakkında ne yazık ki yeterli istatistiksel<br />

veri bulunmamaktadır. Örneğin, Amerika<br />

Birleşik Devletleri‘nde 2008 yılında zehir kontrol<br />

merkezlerine yaklaşık 2, 5 milyon toksik<br />

vaka bildirimi yapılmıştır, bunlardan toksin<br />

veya ilaç ilişkili ölüm sayısı 1,315’dir ve %58’i<br />

12 yaş altındaki çocukları kapsamaktadır (2).<br />

Bu çalışma ile suisid amaçlı ilaç intoksikasyonu<br />

tanısı ile başvuran hastaların yaş, cinsiyet,<br />

ilacın cinsi gibi demografik özelliklerinin<br />

tespitinin yanı sıra alınan ilacın serum düzeyi<br />

ile klinik takip sonucu arasındaki ilişkiyi araştırmak,<br />

yapılan diğer çalışmalarla karşılaştırmak<br />

ve yapılacak diğer çalışmalara ışık tutması<br />

amaçlanmıştır.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Bu çalışma; İstanbul, Marmara Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi Etik Kurul Başkanlığı‘ndan<br />

onay alındıktan sonra Marmara Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi Pendik Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Acil Servisi’ne başvuran ilaç intoksikasyonlu<br />

hastalarda serum ilaç düzeyleri ile<br />

klinik bulguları arasındaki korelasyonun araştırılması<br />

amacıyla prospektif olarak yapılmıştır.<br />

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,<br />

bölgesinde tek üçüncü basamak sağlık<br />

tesisi ve üniversite hastanesi olup, zehirlenme<br />

ile gelen hastalar için toksikoloji merkezi konumundadır.<br />

Bu çalışma 2013 yılı Şubat ayı<br />

başı ile 2013 yılı Ağustos ayı sonu arasında<br />

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi<br />

Acil Servisi’nde gerçekleştirilmiştir.<br />

Şubat 2013 ile Ağustos 2013 tarihleri<br />

arasında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Hastanesi Acil Servisi’ne başvuran ve çalışmaya<br />

katılmayı kabul eden toplam 60 ilaç<br />

intoksikasyonu ile gelen hasta araştırmanın<br />

örneklemini oluşturmuştur. Bizim çalışmamızın<br />

örneklem grubunu oluşturan ve ilaç<br />

intoksikasyonu olan hasta grubu genellikle;<br />

112 vasıtası ile ya da kendi imkanları ile acil<br />

- 63 -<br />

servis kritik hasta müdahale alanına getirilmektedirler.<br />

Araştırmaya dahil edilme kriteri;<br />

acil servise başvuran, 18 yaş üzerinde olan,<br />

suisid amaçlı ilaç zehirlenmesi olan, serum<br />

seviyesi ölçülebilen ilaç intoksikasyonu ile<br />

gelen (fenobarbital, parasetamol, fenitoin,<br />

asetilsalisilik asit, karbamazepin, lityum, trisiklik<br />

antidepresan, valproik asit), dosyadaki<br />

verileri tam olan ve çalışmaya katılmaya gönüllü<br />

olup; kendisi ya da yakını tarafından bilgilendirme<br />

formunun okunması sonrası onam<br />

formu dolduran hastalardır. Bunun dışında<br />

kalan hasta grupları çalışmaya dahil edilmemişlerdir.<br />

Çalışmaya katılmaya gönüllü olup, onamları<br />

alınan hastalardan ilacı ilk alım saatinden<br />

itibaren dördüncü saatinde yaklaşık 5 cc kan<br />

alındıktan sonra bakılacak ilaç düzeyi ölçümü<br />

için EDTA’lı kan tüpüne konulup, 10 dakika<br />

3000 devirde santrifuj edilmiş ve serumu ayrıştırılmıştır.<br />

Ayrıştırılan serumlar analiz yapılıncaya<br />

kadar -60 derecedeki derin dondurucuda<br />

korunmaya alınmıştır. 6 ay süre içerisinde<br />

çalışmaya toplam 60 hasta dahil edilmiş olup;<br />

çalışmada hastaların demografik ve klinik verilerinden<br />

yaş, cinsiyet, aldığı ilaç türleri, vital<br />

bulguları, alınan kan serum örneğinden tespit<br />

edilen ilaç düzeyleri tek tek hazırlanmış olan<br />

standart çalışma formuna kaydedilmiştir.<br />

Çalışmadaki analizler SPSS 21.0 paket<br />

programında yapılmıştır. Sonuçlar sürekli değişkenler<br />

için ortalama ve standart sapma ile<br />

beraber güven aralıklarıyla verilmiştir. Univarite<br />

istatistiksel analizler kategorik değişkenler<br />

için ki-kare testi ve sürekli değişkenler için<br />

student-t testi kullanılarak yapılmıştır.<br />

Grup içi karşılaştırmalarda gruplar normal<br />

dağılım göstermediği ve gruplardaki denek<br />

sayısı eşit olmadığından dolayı çoklu<br />

karşılaştırma yöntemi olarak Mann-Whitney<br />

U testi kullanılmıştır. Tip 1 hata %5 olarak kabul<br />

edilerek bunun altındaki p değerleri (p


Servan Kara ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):62-67 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.669<br />

Erkeklerin hemen hemen tüm suisid denemelerinde<br />

parasetamol kullanılırken kadınlarda<br />

daha farklı etken maddelerin kullanıldığı belirlenmiştir.<br />

Cinsiyete göre yoğun bakım yatış oranları<br />

karşılaştırıldığında; kadınların, istatistiksel<br />

olarak anlamlı derecede daha yüksek oranda<br />

yoğun bakımda takip edildikleri belirlenmiştir<br />

(ki-kare, Fisher’in kesin testi, p=0,049).<br />

Kadınların neredeyse yarısı yoğun bakımda<br />

(%44,2) takip edilmiş, erkeklerden ise sadece<br />

%17,6’sına yoğun bakım endikasyonu konulmuştur<br />

(Tablo 2).<br />

Yaş ortalaması 26,88±8,88 (%95 GA;<br />

24,59-29,18) tespit edilmiş iken, erkeklerin<br />

yaş ortalaması 31,17±12,75 (%95 GA; 24,62-<br />

37,74), kadınların yaş ortalaması 25,18±6,21<br />

(%95 GA; 23,28-27,10) olarak saptanmış olup,<br />

aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır<br />

(t-testi; p=0,017). Erkekler kadınlardan ortalama<br />

olarak 5,99±2,45 (%95 GA; 1,09-10,88)<br />

yaş daha büyüktür.<br />

Parasetamol alan gruptaki en genç hasta<br />

18 yaşında iken en yaşlı hasta ise 54 yaşında<br />

idi. Trisiklik antidepresan alan gruptaki en<br />

genç hasta 18 yaşındayken en yaşlı hasta 33 yaşında<br />

idi. Hastaların vital bulguları incelendiğinde;<br />

ortalama arteryel basınç (OAB) 86,32 ±<br />

12,57 (%95 GA 83,07-89,56; Aralık 63 – 119),<br />

Nabız 93,60 ± 17,88 (%95 GA 88,98-98,22;<br />

Tablo 1: Alınan etken maddeye göre cinsiyetlerin karşılaştırılması.<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

n % n %<br />

Parasetamol 28 65,1 15 88,2<br />

TSA 11 25,5 0 0,0<br />

Valproik Asit 2 4,6 1 5,9<br />

Salisilat 1 2,4 1 5,9<br />

Fenitoin 1 2,4 0 0,0<br />

Toplam 43 100 17 100<br />

Aralık 59–150), solunum sayısı 19,88 ± 1,92/<br />

dk (%95 GA 19,39-20,38; Aralık 16 – 25) olarak<br />

tespit edildi. Vital bulguların ortalamaları<br />

hastaların cinsiyetine ve klinik sonlanımlarına<br />

göre karşılaştırıldığında erkeklerin başvuru<br />

anındaki nabız ve solunum sayılarının anlamlı<br />

derecede daha düşük olduğu (Tablo 3), klinik<br />

sonlanımı yoğun bakım olarak gerçekleşen<br />

hastaların da başvuru anında istatistiksel olarak<br />

anlamlı derecede daha yüksek solunum sayısı<br />

ile başvurduğu ve aradaki farkın klinik olarak<br />

belirgin olmadığı gözlemlendi.<br />

Çalışmamıza göre geliş vital bulgularının<br />

alınan etken maddeye göre değişimlerine bakıldığında<br />

ortalama arteryel basınç açısından<br />

sadece parasetamol ve trisiklik antidepresan<br />

(TSA) zehirlenmesi ile gelen hastalar arasında<br />

kıyaslama yapılabilmiştir. Bu iki grup arasında<br />

TSA alan gruptaki hastaların ortalama arteryel<br />

basınçları anlamlı olarak daha düşük tespit<br />

edilmiştir (Z=-2,719, p=0,007).<br />

Çalışmamızda hastaların kalp tepe atım<br />

sayısına bakıldığında gözlem sayısı yetersiz olduğundan<br />

burada da parasetamol ve TSA alan<br />

gruplar karşılaştırılmış ve TSA grubunda anlamlı<br />

olarak hastaların taşikardik olduğu saptanmıştır<br />

(ᵪ2 =8,854, p=0,003).<br />

Yapmış olduğumuz çalışmada; vital bulgular<br />

açısından hastalarımızın solunum sayısına<br />

bakıldığında parasetamol ve TSA grubunun<br />

Tablo 2: Cinsiyete göre taburculuk ya da yoğun bakım yatışı<br />

oranlarının karşılaştırılması.<br />

Kadın<br />

Erkek<br />

N % N %<br />

Taburcu 24 55,8 14 82,4<br />

Yoğun Bakım 19 44,2 3 17,6<br />

Toplam 43 100,0 17 100,0<br />

Tablo 3: Geliş vitallerinin cinsiyet ve sonlanımlara göre karşılaştırılması.<br />

Ortalama<br />

Kadın<br />

Standart<br />

Sapma<br />

Ortalama<br />

Erkek<br />

Standart<br />

Sapma<br />

OAB 84,47 12,17 91,00 12,71 0,069<br />

Nabız 96,58 18,38 86,06 14,41 0,039*<br />

Solunum S. 20,23 2,03 19,00 1,28 0,024*<br />

Ortalama<br />

Taburculuk<br />

Standart<br />

Sapma<br />

Ortalama<br />

Yoğun Bakım<br />

Standart<br />

Sapma<br />

OAB 87,21 10,27 84,77 15,94 0,474<br />

Nabız 91,34 16,32 97,50 20,08 0,201<br />

Solunum S. 19,45 1,61 20,64 2,22 0,020*<br />

* İstatistiksel olarak anlamlı fark vardır.<br />

- 64 -<br />

p<br />

p


Servan Kara ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):62-67 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.669<br />

haricindeki grupların gözlem sayısı yetersiz olduğundan<br />

ancak bu iki grup kıyaslanabilmiştir.<br />

Bu iki grup arasındaki kıyaslamada TSA grubunun<br />

solunum paterni açısından parasetamol<br />

alan gruptan anlamlı olarak daha takipneik olduğu<br />

saptanmıştır ( ᵪ2 =7,662; p=0,006).<br />

Klinik seyire göre dağılımda hastaların<br />

38‘ i (%63,3) acil serviste en az altı(6) saat en<br />

fazla 24 saat gözlendikten sonra taburcu edildiği,<br />

22’sinin de (%36,7) yoğun bakıma nakledildiği<br />

görülmüştür. Taburcu ve yoğun bakım<br />

gruplarında parasetamol zehirlenmesi ile gelen<br />

hastaların daha fazla yüzdeye sahip olduğu<br />

görülmüştür (sırasıyla %81,6; %54,5). Alınan<br />

etken maddelerin ölçülebilen seviyelerine bakıldığında<br />

TSA alan hastaların ilaç seviyesinde<br />

belli artışın yoğun bakım yatışı ile sonuçlandığı<br />

görülmektedir. Hasta sayısı azlığı nedeniyle istatistiksel<br />

olarak karşılaştırma yapılamamıştır.<br />

Parasetamol alan hasta grubunda bakılan ilaç<br />

seviyeleri her 2 grup için de hemen hemen aynı<br />

seviyede olup, yoğun bakım yatışı üzerinde seviyenin<br />

anlamlı bir etkisi olmadığı saptanmıştır<br />

(Z=-1, 76 p=0,081). Valproik asid etken maddeli<br />

ilaç alan 3 kişiden yoğun bakım yatışı yapılan<br />

hastanın da ilaç seviyesi belirgin olarak<br />

yüksek saptanmasına rağmen grupta sadece 3<br />

hasta olduğundan bu grup da istatistiksel olarak<br />

karşılaştırılamamıştır.<br />

Tüm hastalar incelendiğinde en uzun alım<br />

sonrası başvuru süresi fenitoin etken maddeli<br />

ilaç alan kişilerde saptanmıştır. Parasetamol<br />

alan grupta taburcu olan hastaların acil servise<br />

başvuru sürelerinin daha uzun olduğu saptanmıştır.<br />

Ama bu değer istatistiksel olarak anlamlı<br />

bulunmamıştır.<br />

TSA alan hasta grubuna bakıldığında daha<br />

geç acil servise başvuran hastaların yoğun bakıma<br />

alındığı gözlemlenmekle birlikte sayı azlığı<br />

nedeniyle istatistiksel karşılaştırma yapılamamıştır.<br />

TARTIŞMA<br />

İntihar, kaza ve de mesleki maruziyetlerle<br />

ortaya çıkabilen zehirlenmeler, önemli bir acil<br />

servis başvuru nedeni olup; kısa süreli yatış, taburculuk<br />

ve hatta ölüm ile sonlanabilmektedir.<br />

Pekdemir ve arkadaşları, 2002 yılında yayınlanan<br />

makalelerinde, ülkemizde her yıl 150000<br />

civarında hastanın zehirlenme nedeniyle acil<br />

servislere başvurduğunu tahmin ettiklerini belirtmişlerdir<br />

(3). Günümüzde, halen net bir<br />

başvuru sayısı olmamakla beraber, 2012 yılı<br />

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı İstatistik<br />

verilerine göre, ülkemizde 1 yıldaki 320967<br />

ölümün 13173’ü zehirlenme ve dışsal yaralanma<br />

- 65 -<br />

nedeniyledir (4). 2009 yılı Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi İlaç ve Zehir Danışma Merkezi<br />

verilerine göre zehirlenmelerde en sık neden<br />

ise ilaçlardır (5).<br />

Zehirlenme başvurularında cinsiyet ve sıklığını<br />

bildiren Gündüz ve arkadaşları, 302 vakalık<br />

bir çalışmada kadın hasta oranını %77,3<br />

olarak rapor ederken; Yeşil ve arkadaşları, 147<br />

olgudan 83’ünün kadın (%56,5) olduğunu rapor<br />

etmiştir (6,7). Her iki çalışmada saptanan bu<br />

sonucu çalışmamız da desteklemektedir. Benzer,<br />

fakat yoğun bakım hastalarının incelendiği,<br />

Göktaş ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise<br />

yoğun bakımda takip edilen zehirlenme olguları<br />

retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bu çalışma<br />

sonucunda, yoğun bakımda takip edilen intihar<br />

amaçlı zehirlenmelerde kadınların (%48,78)<br />

oranının erkeklerden (%24,39) daha fazla olduğu<br />

gösterilmiştir (8). Çalışmamızda cinsiyete<br />

göre yoğun bakım yatış oranları karşılaştırıldığında<br />

kadınların istatistiksel olarak anlamlı derecede<br />

daha yüksek oranda yoğun bakımda takip<br />

edildikleri belirlenmiştir.<br />

Cinsiyet açısından literatürle benzerlik taşıyan<br />

çalışmamız, yaş ortalamaları açısından da<br />

çok farklı değildi. Buna göre, Tountas ve arkadaşlarının<br />

yaptığı çalışmada yaş ortalaması bayanlarda<br />

ve erkeklerde sırasıyla 29.82 ve 33.09<br />

olarak rapor edilmiş iken (9), çalışmamızda bayanların<br />

yaş ortalaması 25.18 ± 6.20 erkeklerin<br />

ise 31.17 ± 12.75 idi. İstatistiksel olarak da<br />

anlamlı bulduğumuz bu saptamanın nedenleri,<br />

çalışmamızda araştırılmamıştır. Kadınların<br />

daha erken yaşta başvuruyor olmasının nedeni<br />

sosyokültürel, ekonomik ya da ruhsal faktörlere<br />

bağlanabilse de detaylı araştırılması gereken bir<br />

konudur.<br />

Hastaların hastaneye başvuru süreleri açısından<br />

bakıldığında; Kavalcı (10) ve Al‘ın (11)<br />

çalışmalarında olguların hastaneye başvuru süresinin<br />

ortalama 155 ile 180 dakika arasında<br />

değiştiği gösterilmiştir. Bundan farklı olarak,<br />

Yeşil ve arkadaşlarının yaptığı diğer bir çalışmada<br />

ise, olgular acil servise ortalama 7.61 ± 6.35<br />

saatte (~457 dakika) başvurduğu saptanmıştır<br />

(7). Çalışmamızda, hastanın aldığı ilaca bağlı<br />

olarak başvuru sürelerinin de değişebildiğini<br />

görmemiz, bu iki çalışmada elde edilen sonuçların<br />

farklılığını açıklayabilme konusunda fikir<br />

vermektedir.<br />

Literatürle desteklenmiş çalışma bulgumuz<br />

olan genç yaşlarda daha fazla zehirlenme sıklığı,<br />

zehirlenme nedeni olabilecek ilaç grubuna<br />

da yansımış olmalı ki; çalışmamızda %71,7’lik<br />

yüzde ile en fazla alınan ilaç parasetamol idi.<br />

Kronik hastalıkları çok daha az olan, genç yaş


Servan Kara ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):62-67 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.669<br />

grubunun nisbeten akut sayılabilecek patolojiler<br />

nedeniyle parasetamol grubu ilaçları daha kolay<br />

elde edebilecek olması da bu sonucu ortaya<br />

çıkarmış olabilir. Çalışmamızla benzer şekilde,<br />

Akın ve arkadaşlarının çalışmasında Diyarbakır<br />

ve çevresinde ilaçla zehirlenme olgularının<br />

yaklaşık %50’sinin parasetamol ile olduğu görülmüştür<br />

(12). Yine, Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi İlaç ve Zehir Danışma Merkezinin<br />

2009 verilerine göre en sık içilen ilaçlar,<br />

parasetamol (%11,8) ve amitriptilindir (%3,9).<br />

Aynı merkez, zehirlenmelerde diğer sık rastlanılan<br />

etkenleri kimyasallar, metaller, kozmetikler<br />

(%4,7) ve alkol (%4,7) olarak rapor etmiştir (5).<br />

Çalışmamızda, en sık kullanılan ilaç olduğunu<br />

saptadığımız parasetamolün ilaç seviyelerinin<br />

hem yoğun bakım yatışı olanlar için, hem<br />

de taburcu olanlar için hemen hemen aynı seviyede<br />

olduğu; ilaç seviyesinin yoğun bakım yatışı<br />

üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığı saptanmıştır.<br />

Bunun nedeninin hastanın ya da yakınının<br />

verdiği abartılı öykü olabileceği kanaatindeyiz.<br />

Zira bu abartılı öyküye dayanılarak, hastanın tek<br />

dozda toksik düzey olan 150 mg/kg’ın (13) üzerinde<br />

aldığı varsayılmış ve serum asetaminofen<br />

düzeyi beklenmeden yoğun bakıma nakli yapılmış<br />

olabilir.<br />

Çalışmamızda, TSA alan hastaların ilaç<br />

seviyesindeki belli bir artışın, parasetamol alımıyla<br />

başvuran hastaların aksine, yoğun bakım<br />

yatışı ile sonuçlandığı görülmektedir. Hasta sayısı<br />

azlığı nedeniyle, çalışmamızda istatistiksel<br />

olarak karşılaştırma yapılamamış olsa da; Paksu<br />

ve arkadaşlarının yaptığı bir diğer çalışma, ortaya<br />

çıkardığı istatistiksel olarak anlamlı sonuçla<br />

tespitimizi desteklemektedir.<br />

Akut amitiriptilin zehirlenmesi olan 250<br />

hastanın değerlendirildiği bu çalışmaya göre;<br />

komplikasyonların eşlik ettiği grup ile komplikasyonların<br />

olmadığı grup arasındaki serum<br />

TSA seviyeleri incelenmiş ve komplikasyonların<br />

görüldüğü grupta serum TSA seviyesinin anlamlı<br />

olarak yüksek çıktığı tespit edilmiştir (14).<br />

Çalışmamız bulgularını destekleyen bir başka<br />

sonuç da, TSA zehirlenmesi ile gelen hastalarda<br />

parasetamol alan grupla kıyaslandığında istatistiksel<br />

olarak anlamlı oranda daha hipotansif<br />

oldukları konusundadır. Buna göre, Foulke ve<br />

arkadaşlarının yaptığı 66 antidepresan zehirlenmesi<br />

başvurusunda, %8,9 oranında belirgin hipotansiyon<br />

görülmüştür (15).<br />

Çalışmamızda kalp tepe atımı ve solunum<br />

paterni gibi diğer klinik parametrelere de bakılmış<br />

olup, literatürle karşılaştırmaları yapılmıştır.<br />

Geliş kalp tepe atımının, TSA zehirlenmesi ile<br />

gelen hastalarda parasetamol alan grupla kıyaslanmasında<br />

istatistiksel olarak anlamlı oranda<br />

taşikardik oldukları saptandı.<br />

Parasetamol ve TSA‘nın farmakolojik özellikleri<br />

dikkate alındığında bu bulgu beklenen bir<br />

sonuç olarak değerlendirilebilinir. Nitekim, Ünverir<br />

ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada da<br />

TSA alımı sonrası EKG bulguları incelenmiş<br />

ve hastalarının %41’inde normal sinüs ritmi,<br />

%40,7’sinde sinüs taşikardisi saptanmıştır (16).<br />

Çalışmamızda, yeterli gözlem sayısına ulaşılamadığından<br />

ancak parasetamol ve trisiklik<br />

antidepresan grupları kıyaslanabilmiştir. Solunum<br />

paterni açısından, TSA alan grubun anlamlı<br />

olarak daha takipneik olduğu gösterilmiştir.<br />

SONUÇ<br />

Acil servise başvuran ilaç intoksikasyonu<br />

hastalarında ilaç düzeyi bakma maliyet açısından<br />

pahalı bir yöntem olmasına rağmen özellikle<br />

toksisite bulguları daha sonra gelişen parasetamol,<br />

trisiklik antidepresan ve salisilik asit gibi<br />

ilaç intoksikasyonlarında toksik düzeyin tespiti<br />

ve takip açısından yardımcı bir parametredir.<br />

Sonuç olarak aldığı ilaç miktarı tam olarak bilinmeyen<br />

veya ifade edemeyen hasta grubunda<br />

taburculuk veya yatış kararının verilmesinde serum<br />

ilaç düzeylerinin yanında klinik bulguların<br />

da beraber değerlendirilmesinin uygun olacağını<br />

düşünmekteyiz.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Dökmeci İ. Toksikoloji: Zehirlenmelerde tanı ve<br />

tedavi. 3. Baskı. İstanbul: Nobel Tıp Kitapevi; 2001. s.<br />

1–52.<br />

2. Tintinalli J, Stapczynski S, Ma J, Cline D, Cydulka<br />

R, Meckler G. Tintinalli’s Emergency Medicine: A Comprehensive<br />

Study Guide. 7th ed. North Carolina. McGraw<br />

Hill;2011. Çeviri Editörü: Çete Y, Denizbaşı A, Çevik A,<br />

Oktay C, Atilla A. Acil Tıp: Zehirlenmiş Hastaya Genel<br />

Yaklaşım. İstanbul: İstanbul Nobel Tıp Kitabevi, 2013. s.<br />

1187-93.<br />

3. Pekdemir M, Kavalcı C, Durukan P, Yıldız M.<br />

Acil servisimize başvuran zehirlenme olgularının<br />

değerlendirilmesi. Acil Tıp Dergisi 2002; 2: 36-40.<br />

4. Başara B, Güler C, Yentür K. Türkiye Cumhuriyeti<br />

Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2013. 23.<br />

5. Tunçok Y. Ege Bölgesi Zehirlenme Profili-Dokuz<br />

Eylül Zehir Danışma Merkezinin İşlevi. Türkiye‘de ve<br />

Dünyada Zehir Danışma Merkezleri ve Klinik Toksikoloji.<br />

31Mayıs 2009.<br />

6. Gündüz A, Kesen J, Topbaş M, Narcı H, Yandı<br />

M. İntihar Amaçlı Zehirlenme Nedeniyle Acil Servise<br />

Başvuran Hastaların Analizi. TSK Koruyucu Hekimlik<br />

Bülteni, 2004; 3:10.<br />

- 66 -


Servan Kara ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):62-67 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.669<br />

7. Yeşil O, Akoğlu H, Onur Ö, Güneysel Ö. Acil<br />

Servise Başvuran Zehirlenme Olgularının Geriye Dönük<br />

Analizi. Marmara Medical Journal 2008; 21(1): 26-32.<br />

8. Göktaş U, Işık Y, Çeğin M.B, Soyoral L, Katı<br />

İ. Yoğun Bakım Ünitemizde Takip Edilen Zehirlenme<br />

olgularının Retrospektif Analizi. Journal of Anesthesia.<br />

2011; 19(2): 111-114.<br />

9. Tountas C, Sotiropoulas A, Skliros SA, et al. Voluntary<br />

self-poisoning as a cause of admission to a tertiary<br />

hospital internal medicine cilinic in piraeus, Greece<br />

within a year. BMC Psychiatry 2001;1: 4.<br />

10. Kavalcı C, Durukan P, Çevik Y, Özer M, İkizceli İ.<br />

Zehirlenme olgularının analizi: Yeni bir hastanenin bir<br />

yıllık deneyimi. Türkiye Acil Tıp Dergisi. 2006; 6: 163-<br />

166.<br />

11. Al B, Güllü M, Küçüköner M, Yılmaz B, Aldemir<br />

M,Kara İ. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisine<br />

ilaçlara bağlı zehirlenmeler ile başvuran hastaların<br />

epidemiyolojik özellikleri. Toksikoloji Dergisi 2006; 4:<br />

11-20.<br />

12. Akın D, Tüzün Y, Çil T. Türkiye‘nin Güneydoğusundaki<br />

Akut Zehirlenme Olgularının Profili.<br />

Dicle Tıp Dergisi 2007 ; 34: 195-198.<br />

13. Satar S. Acilde Klinik Toksikoloji: Parasetamol zehirlenmesi.<br />

Adana: Adana Nobel Tıp Kitabevi; 2009. s.<br />

355-358.<br />

14. Paksu S, Duran L, Altuntaş M, Zengin H, Salis<br />

O, Özsevik S, Albayrak H, Murat N, Güzel A, Paksu M.<br />

Amitriptyline overdose in emergency department of university<br />

hospital: Evaluation of 250 patients. Hum Exp<br />

Toxicol. 2014 Feb 6. Online erken baskı.<br />

15. Foulke GE. Identifying toxicity risk early after<br />

antidepressant overdose. Am J Emerg Med. 1995; 13:<br />

123–126.<br />

16. Unverir P, Atilla R, Karcioglu O, et al. A retrospective<br />

analysis of antidepressant poisonings in the emergency<br />

department: 11-year experience. Hum Exp Toxicol.<br />

2006; 25: 605–612.<br />

- 67 -


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

Elektif Sezaryen Doğumlarda İntratekal Levobupivakaine Eklenen Fentanil ile<br />

Morfinin Etkileri<br />

Effects of Fentanyl and Morphine Combined with Intrathecal Levobupivacaine in Elective Cesarean Sections<br />

Yıldız Yiğit KUPLAY 1 , Dilek SUBAŞI 2 , Ahmet YILDIRIM 3 , Güldem TURAN 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Arş. Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon, İstanbul<br />

2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Arş. Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon, İstanbul<br />

3. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />

ÖZET<br />

Amaç: Bu çalışma; sezaryen doğum operasyonunda kombine<br />

spinal-epidural anestezide (KSEA) intratekal levobupivakaine<br />

eklenen fentanil ve morfinin etkilerini değerlendirmek amacıyla<br />

yapıldı.<br />

Yöntem ve Gereçler: Hastane etik kurul onayı ve olguların yazılı<br />

onayları alındıktan sonra elektif sezaryen doğum operasyonu<br />

geçirecek ASA I-II grubunda, rejyonel anestezinin kontrendike<br />

olmadığı, 18–45 yaşları arasında 40 gebe kadın çalışmaya dahil<br />

edildi. Hastalar rastgele randomizasyonla Grup LF (n:20); 7,5<br />

mg % 0.5 levobupivakain + 25 µg fentanil ve Grup LM (n:20);<br />

7,5 mg % 0.5 levobupivakain + 100 µg morfin olarak çalışmaya<br />

dahil edildi.<br />

Bulgular: Her iki grupta bütün bireylerin “cilt inzisyonu” VAS<br />

skorları “0” olarak tespit edilmiştir. Gruplar arasında yapılan<br />

karşılaştırmalarda, grupların “uterus inzisyonu” ve “postop 30.<br />

dakika” VAS skorları dağılımları arasında anlamlı bir farklılık<br />

bulunmamıştır. Ancak grupların “periton kapatma” ve “postop<br />

60. dakika” VAS skorları dağılımları arasında anlamlı bir<br />

farklılık olduğu görülmüştür (p


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

GİRİŞ<br />

Sezaryen anestezisinde genel ve rejyonel<br />

anestezi teknikleri kullanılmaktadır. Son yıllarda<br />

rejyonel anestezi hastanın isteği, bilincinin<br />

açık olması, aspirasyon riski taşımaması, yenidoğanda<br />

solunum depresyonu yapmaması,<br />

uterus atonisine yol açmaması gibi avantajları<br />

nedeniyle tercih edilmektedir (1, 2).<br />

Kombine spinal-epidural anestezi<br />

(KSEA), spinal ve epidural anestezinin avantajlarını<br />

korurken dezavantajlarının da bir kısmını<br />

azaltabilir. KSEA, spinal bloğun sağladığı<br />

hızlı başlangıç, etkinlik ve minimal toksik etki<br />

ile epidural anestezinin sağladığı anestezi süresinin<br />

uzatılabilmesini de sağlar. Analjezi postoperatif<br />

dönemde de devam ettirebilir. Lokal<br />

anestezik ve opioidlerin düşük dozda kombine<br />

edilebileceği bu yaklaşımda çok selektif bir<br />

sensoriyal blok elde edilir.<br />

Levobupivakain rasemik bupivakainin<br />

S (-) izomeri olan amid tipte uzun etkili bir<br />

lokal anestezik olup bupivakaine benzer farmakodinamik<br />

özellikler gösterir. Genelde invitro,<br />

invivo ve gönüllülerdeki sinir blok çalısmalarında<br />

levobupivakainin bupivakain kadar<br />

potent olduğu, benzer duyusal ve motor blok<br />

olusturduğu gösterilmiştir. Levobupivakainin<br />

bupivakainden daha uzun süreli duyusal blok<br />

oluşturduğuna dair çalışmalar da mevcuttur (3,<br />

4).<br />

Biz çalışmamızda elektif sezaryen planlanan<br />

gebe grubuna KSEA yöntemi kullanılarak<br />

intratekal % 0.5 7.5 mg hiperbarik levobupivakaine<br />

25 µg fentanil veya 100 µg morfin kombinasyonlarını<br />

uygulayarak; annede uygulama<br />

sonrası hemodinamik değişiklikler, motor ve<br />

duyusal blok düzeyleri ile yeni doğanda Apgar<br />

değerleri ve umblikal ven kan gazı üzerine olan<br />

etkilerini araştırmayı amaçladık.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Çalışmamıza Haydarpaşa Numune Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi 1. Anesteziyoloji<br />

ve Reanimasyon Kliniğinde, elektif sezeryan<br />

planlanan ASA I-II grubundan 18–45 yaşları<br />

arasında 40 gebe kadın dahil edildi. Çalışmaya<br />

alınacak hastalar (n:40) Grup LF (n:20); 7,5<br />

mg % 0.5 levobupivakain + 25 µg fentanil ve<br />

Grup LM (n:20); 7,5 mg % 0.5 levobupivakain<br />

+ 100 µg morfin olarak çalışmaya dahil edildi.<br />

Preoperatif vizit esnasında hastalara çalışma<br />

ile ilgili bilgi verildi, yazılı onayları alındı.<br />

Rejyonel anestezi uygulamasına kontrendikasyon<br />

teşkil edebilecek durumu olanlar ve<br />

- 69 -<br />

uygulamayı kabul etmeyen hastalar çalışmaya<br />

alınmadı. Ameliyathaneye alınan hastalara el<br />

sırtından No:20 kanul ile venöz yol açılarak, 15<br />

ml/kg dengeli elektrolit solüsyonu perfüzyonuna<br />

başlandı. Hastalara Siemens SC–7700 monitör<br />

ile elektrokardiyografi (EKG), noninvazif<br />

sistolik, diyastolik arter basıncı (SAB, DAB),<br />

kalp atım hızı (KAH) ve periferik oksijen saturasyonu<br />

(SPO 2) monitorizasyonu yapıldı. Tüm<br />

hastalar oturur pozisyonda işlem bölgesi %10<br />

povidon iyot antiseptik çözeltici (İsosol ®) ile<br />

dezenfekte edilerek steril olarak örtüldü. L3-4<br />

aralığından girilerek 3 ml (60 mg) lidokain ile<br />

infiltrasyon anestezisi uygulandı. Aynı aralıktan<br />

18 gauge Tuohy iğnesi ile serum fizyolojik<br />

kullanılarak “direnç kaybı” yöntemiyle epidural<br />

aralığa girilmesi işleminden sonra iğne içinden<br />

iğne metodu ile 27 gauge spinal iğne ile<br />

intratekal aralığa girilerek gruba uygun ilaç uygulandıktan<br />

sonra epidural kateter kranial yönde<br />

2-3 cm ilerletilerek yerleştirildi ve epidural<br />

kateterin cilt dışında kalan kısmı uygun şekilde<br />

cilde tespit edilerek işlem sonlandırıldı. Ardından<br />

hasta supin pozisyona getirilerek duyusal<br />

blok seviyesi T4 olunca cerrahiye izin verildi.<br />

Duyusal blok düzeyi iğne batırma yöntemi ile<br />

(pinprick testi) dermatom düzeyi, motor blok<br />

derecesi ise “Bromage Skalası” ile değerlendirildi.<br />

Hastanın motor blok başlama süresi, 1, 3.<br />

ve 5. dk.daki motor, duyusal blok seviyeleri ile,<br />

duyusal bloğun T4 seviyesine çıkış süresi, en<br />

yüksek motor bloğa çıkış süresi, en yüksek motor<br />

ve duyusal blok seviyeleri, ilk analjezik ihtiyaç<br />

zamanı(postoperatif dönemde ilk analjezik<br />

ihtiyacına kadar geçen süre), motor blok geri<br />

dönüş zamanı, intratekal enjeksiyon-doğum süresi,<br />

intratekal enjeksiyon, annenin her 5 dk.da<br />

bir SpO2 değerleri ve bebeğin umblikal ven<br />

kan gazı değerleri ile 1. ve 5. dk Apgar skorları,<br />

yan etki profili (hipotansiyon, bulantı-kusma,<br />

bradikardi, efedrin ihtiyacı, kaşıntı ve postoperatif<br />

dönemde baş ağrısı) kaydedildi. Olguların<br />

cilt insizyonu, uterus insizyonu, periton kapatma,<br />

peroperatif ve postoperatif 30.dk ve 60.dk<br />

VAS skorları (VAS skoru ağrının düzeyinin hiç<br />

olmaması halinde sıfır (0), orta şiddetli ağrı (5)<br />

ve çok şiddetli (10) olmak üzere 1 den 10 a kadar<br />

rakamsal değer verilerek kaydedildi. Ameliyat<br />

sırasında anestezinin yetersiz kaldığı olgularda<br />

(VAS 3-4) öncelikle i.v. opioid (fentanyl<br />

50 mcg) ve sedasyon (propofol 2 mg/kg/sa)<br />

uygulandı. Bunlara rağmen anestezinin yetersiz<br />

olması durumunda genel anesteziye geçildi<br />

ve bu olgular çalışma dışı bırakıldı. Hastanın<br />

tekrar aynı anestezi tekniğini isteyip istemediği<br />

ve hasta memnuniyet değerleri kaydedildi. Hipotansiyon<br />

sınırı anestezi öncesi ortalama arter<br />

basıncında %30 ve üzerinde veya SAB’ nın


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

90 mmHg’nın altına düşme; bradikardi sınırı<br />

KAH 50 atım/dk.nın altı olarak kabul edildi.<br />

Hipotansiyon geliştiğinde 5 mg efedrin, bradikardi<br />

geliştiğinde 0.5 mg atropin bolus intravenöz<br />

yapılması planlandı. Yenidoğan 1.dk ve<br />

5.dk Apgar değerleri ve umblikal ven kan gazı<br />

değerleri kaydedildi. Hastada bulantı-kusma ve<br />

kaşıntı hafif-orta-şiddetli olmak üzere sınıflandırıldı.<br />

Şiddetli kaşıntı durumunda 40-80 µg<br />

Naloksan (iv) ve şiddetli bulantı-kusma durumunda<br />

4-8 mg Ondansetron (iv) yapıldı.<br />

Çalışmada elde edilen veriler değerlendirilirken<br />

istatistiksel analizler için SPSS 17.0<br />

(Statistical Package for Social Sciences) paket<br />

programı kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde<br />

tanımlayıcı istatistiksel tekniklerin<br />

(ortalama, standart sapma, frekans) yanı sıra<br />

nicel veriler için; gruplar arası karşılaştırmalarda<br />

“Bağımsız Gruplar T-Testi” (Independent<br />

Samples T-Test), grup içi karşılaştırmalarda<br />

“Eşleştirilmiş Gruplar T-Testi” (Paired Samples<br />

T-Test) kullanılmıştır. Gruplardaki dağılımların<br />

karşılaştırılmasında ise “Fisher’s Exact<br />

Test” ve “Ki-Kare Testi” kullanılmıştır.<br />

BULGULAR<br />

Grupların yaş, boy, ağırlık ve gebelik süresi<br />

ortalama değerleri arasında anlamlı bir farklılık<br />

bulunmamıştır. Grupların parite değerleri<br />

dağılımları arasında ise anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(p>0,05) (Tablo 1).<br />

Tablo 1: Demografik Özellikler.<br />

Grup LM<br />

Ort ± SD<br />

Grup LF<br />

Ort ± SD<br />

Yaş (yıl) 28,84±4,59 28,75±4,41 0,949<br />

Boy (cm) 160,74±7,97 160,90±6,66 0,945<br />

Ağırlık (kg) 76,58±11,48 76,40±11,09 0,961<br />

Gebelik (gün) 271,53±4,99 270,95±8,64 0,802<br />

Parite<br />

1 4 (% 21) 3 (% 15)<br />

2 10 (% 53) 12 (% 60)<br />

3 3 (% 16) 5 (% 25)<br />

4 1 (% 5) 0 (% 0)<br />

5 1 (% 5) 0 (% 0)<br />

P<br />

0,592<br />

Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların sadece “0.” dakika ortalama kalp<br />

atım hızları(KAH) değerleri arasında anlamlı<br />

bir farklılık bulunmuş (p0,05) (Tablo 2).<br />

- 70 -<br />

Tablo 2: Grupların Kalp Atım Hızları Değerleri Karşılaştırması.<br />

Grup LM<br />

Grup LF<br />

ort ± Ss ort ± ss<br />

Preop 85,89 ± 14,918 93,10 ± 14,142 0,130<br />

0. dk 84,58 ± 11,601 95,95 ± 16,700 0,019 *<br />

1. dk 90,58 ± 18,035 96,00 ± 19,126 0,369<br />

3. dk 91,74 ± 18,648 96,00 ± 22,748 0,527<br />

5. dk 94,84 ± 19,803 93,80 ± 23,630 0,882<br />

10. dk 91,79 ± 18,155 86,85 ± 17,848 0,397<br />

15. dk 88,53 ± 17,277 85,55 ± 16,379 0,584<br />

20. dk 86,74 ± 14,071 90,15 ± 14,042 0,453<br />

25. dk 94,32 ± 20,031 89,05 ± 15,439 0,362<br />

30. dk 97,89 ± 19,723 91,40 ± 13,873 0,240<br />

35. dk 98,11 ± 18,654 91,55 ± 16,227 0,248<br />

40. dk 94,21 ± 16,349 90,00 ± 17,290 0,440<br />

45. dk 91,68 ± 15,162 87,37 ± 14,084 0,369<br />

60. dk 90,61 ± 14,308 82,47 ± 11,457 0,073<br />

Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların sadece “40. Dakika” ortalama<br />

SAB değerleri arasında anlamlı bir farklılık<br />

bulunmuş (p0,05). Gruplar<br />

arasında yapılan karşılaştırmalarda, grupların<br />

3. 5. 10. ve 30. dakika ortalama DAB değerleri<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmuş<br />

(p0,05)<br />

(Tablo 3).<br />

Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda,<br />

hiçbir ölçümde grupların ortalama SpO 2<br />

değerleri arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(p>0,05). Her iki grupta bütün bireylerin<br />

“cilt inzisyonu” VAS skorları “0” olarak<br />

tespit edilmiştir. Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların “uterus inzisyonu”<br />

ve “postop 30. dakika” VAS skorları dağılımları<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(p>0,05). Ancak grupların “periton kapatma”<br />

ve “postop 60. dakika” VAS skorları dağılımları<br />

arasında anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür<br />

(p


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

Tablo 3: Grupların Sistolik ve Diyastolik Arter Basıncı Değerleri Karşılaştırması.<br />

Ort.<br />

Sitolik<br />

arter<br />

basıncı<br />

± ss<br />

Grup LM Grup LF P<br />

Ort.<br />

diyastolik<br />

arter basıncı<br />

± ss<br />

Ort.<br />

Sitolik<br />

arter<br />

basıncı<br />

± ss<br />

Ort.<br />

diyastolik<br />

arter basıncı<br />

± ss<br />

Ort.<br />

Sitolik<br />

arter<br />

basıncı<br />

Ort.diyastolik<br />

arter<br />

basıncı<br />

Preop 128,05 ± 12,882 81,11 ± 09,735 132,10 ± 16,470 77,85 ± 13,620 0,400 0,398<br />

0. dk 126,21 ± 09,108 78,89 ± 10,888 128,90 ± 13,595 75,50 ± 14,122 0,475 0,408<br />

1. dk 126,21 ± 11,103 78,89 ± 11,676 122,50 ± 19,270 71,05 ± 13,790 0,469 0,064<br />

3. dk 120,16 ± 12,070 74,26 ± 08,218 118,00 ± 20,419 63,20 ± 14,965 0,692 0,007 *<br />

5. dk 119,68 ± 16,018 73,16 ± 12,980 110,25 ± 22,131 59,85 ± 15,226 0,138 0,006 *<br />

10. dk 116,00 ± 18,031 69,79 ± 15,838 109,65 ± 16,471 58,80 ± 14,588 0,258 0,030 *<br />

15. dk 117,68 ± 15,599 69,53 ± 12,795 113,85 ± 11,873 64,20 ± 13,387 0,392 0,212<br />

20. dk 121,32 ± 17,907 71,21 ± 12,848 115,05 ± 08,709 65,60 ± 09,610 0,170 0,130<br />

25. dk 121,84 ± 12,881 66,42 ± 13,031 118,15 ± 10,059 68,50 ± 07,667 0,324 0,545<br />

30. dk 121,68 ± 13,748 72,47 ± 12,112 118,95 ± 12,159 63,55 ± 11,551 0,514 0,024 *<br />

35. dk 123,47 ± 17,138 69,68 ± 12,129 119,55 ± 08,841 64,90 ± 09,613 0,371 0,179<br />

40. dk 125,47 ± 13,301 73,63 ± 09,364 116,95 ± 08,363 67,45 ± 11,223 0,021 * 0,070<br />

45. dk 123,26 ± 14,575 75,68 ± 16,159 116,35 ± 11,962 69,25 ± 08,252 0,113 0,123<br />

60. dk 121,11 ± 17,204 72,83 ± 08,119 117,65 ± 10,583 70,41 ± 12,967 0,481 0,510<br />

Tablo 4: Grupların VAS Skoru Dağılımı Karşılaştırması.<br />

VAS<br />

n (%)<br />

Uterus<br />

Periton<br />

Kapatma<br />

Postop<br />

30. dakika<br />

Grup LM<br />

n (%)<br />

Grup LF<br />

0 18 (% 95) 20 (% 100)<br />

2 1 (% 5) 0 (% 0)<br />

0 1 (% 5) 9 (% 45)<br />

1 0 (% 0) 1 (% 5)<br />

2 1 (% 5) 3 (% 15)<br />

3 3 (% 15) 3 (% 15)<br />

4 6 (% 32) 2 (% 10)<br />

5 4 (% 21) 2 (% 10)<br />

6 2 (% 11) 0 (% 0)<br />

7 2 (% 11) 0 (% 0)<br />

0 13 (% 69) 7 (% 41)<br />

1 3 (% 15) 2 (% 12)<br />

2 2 (% 11) 5 (% 29)<br />

4 0 (% 0) 2 (% 12)<br />

5 1 (% 5) 1 (% 6)<br />

0 15 (% 79) 4 (% 23)<br />

1 1 (% 5) 0 (% 0)<br />

P<br />

0,487<br />

0,035 *<br />

0,268<br />

VAS skoru 0 iken Grup LF’de hastaların 0, 2,<br />

3, 5 ve 6 değerlerine dağıldığı görülmüştür.<br />

Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda;<br />

grupların “tekrar tercihi”, “analjezik ihtiyacı,”<br />

ve “hasta memnuniyeti” dağılımları arasında<br />

anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05)<br />

(Tablo 4).<br />

Umblikal ven kanı örneğinin gruplar arasında<br />

yapılan karşılaştırmalarda, grupların PH,<br />

PCO 2 , PO 2 , Laktat ve BE ortalama değerleri<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(p>0,05). Ancak grupların HCO 3 ortalama değerleri<br />

arasında anlamlı bir fark olduğu görülmüş<br />

(p0,05)<br />

(Tablo 5).<br />

Tablo 5: Grupların APGAR Dağılımı Karşılaştırması.<br />

APGAR<br />

n (%)<br />

Grup LM<br />

Grup LF<br />

n (%) n (%)<br />

p<br />

2 2 (% 11) 3 (% 17)<br />

6 0 (% 0) 2 (% 10)<br />

Postop<br />

60. dakika<br />

3 1 (% 5) 4 (% 24)<br />

5 0 (% 0) 2 (% 12)<br />

6 0 (% 0) 2 (% 12)<br />

7 0 (% 0) 1 (% 6)<br />

9 0 (% 0) 1 (% 6)<br />

0,032 *<br />

1. dakika<br />

5. dakika<br />

7 5 (% 26) 2 (% 10)<br />

8 13 (% 69) 16 (% 80)<br />

9 1 (% 5) 0 (% 0)<br />

8 0 (% 0) 3 (% 15)<br />

9 11 (% 58) 14 (% 70)<br />

10 8 (% 42) 3 (% 15)<br />

0,206<br />

0,060<br />

- 71 -


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

Tablo 6: Grupların Duyusal Blok Dağılımı Karşılaştırması.<br />

Duyusal Blok<br />

n (%)<br />

1. dakika<br />

3. dakika<br />

5. dakika<br />

Grup LM<br />

Grup LF<br />

n (%) n (%)<br />

T4 0 (% 0) 1 (% 5)<br />

T7 0 (% 0) 1 (% 5)<br />

T8 0 (% 0) 6 (% 30)<br />

T9 3 (% 16) 2 (% 10)<br />

T10 6 (% 32) 5 (% 25)<br />

T11 2 (% 10) 1 (% 5)<br />

T12 8 (% 42) 4 (% 20)<br />

T2 0 (% 0) 1 (% 5)<br />

T4 0 (% 0) 2 (% 10)<br />

T5 2 (% 10) 3 (% 15)<br />

T6 4 (% 22) 2 (% 10)<br />

T7 2 (% 10) 2 (% 10)<br />

T8 5 (% 26) 6 (% 30)<br />

T9 4 (% 22) 1 (% 5)<br />

T10 2 (% 10) 3 (% 15)<br />

T2 0 (% 0) 3 (% 16)<br />

T3 0 (% 0) 1 (% 5)<br />

T4 9 (% 50) 5 (% 26)<br />

T5 2 (% 11) 4 (% 21)<br />

T6 5 (% 27) 3 (% 16)<br />

T7 1 (% 6) 1 (% 5)<br />

T8 1 (% 6) 2 (% 11)<br />

Tablo 7: Grupların Motor Blok Dağılımı Karşılaştırması.<br />

Motor<br />

Blok<br />

1. dakika<br />

3. dakika<br />

5. dakika<br />

Bromage<br />

Grup LM<br />

Grup LF<br />

n (%) n (%)<br />

0 16 (% 84) 11 (% 55)<br />

1 3 (% 16) 7 (% 35)<br />

2 0 (% 0) 2 (% 10)<br />

0 0 (% 0) 3 (% 15)<br />

1 9 (% 47) 10 (% 50)<br />

2 8 (% 42) 5 (% 25)<br />

3 2 (% 11) 2 (% 10)<br />

1 3 (% 17) 3 (% 15)<br />

2 4 (% 22) 11 (% 55)<br />

3 11 (% 61) 6 (% 30)<br />

Tablo 8: Duyusal ve Motor Blok Özellikleri.<br />

Motor Blok<br />

Başlama (sn)<br />

En Üst Motor<br />

Bloğa Ulaşma<br />

(sn)<br />

Motor Blok<br />

Gerileme (dk)<br />

İki Dermatom<br />

Gerileme (dk)<br />

İlk Analjezik<br />

İhtiyacı (dk)<br />

T4 Duyusal Bloğa<br />

Ulaşma (sn)<br />

Grup LM<br />

Ort ± SS<br />

Grup LF<br />

Ort ± SS<br />

p<br />

0,127<br />

0,547<br />

0,357<br />

p<br />

0,105<br />

0,293<br />

0,098<br />

126,315±35,466 135,000±75,707 0,652<br />

261,789±53,224 328,500±129,666 0,044 *<br />

51,000±11,954 59,650±20,597 0,120<br />

87,580±16,807 89,850±16,297 0,671<br />

820,530±135,120 162,550±37,303 0,000 *<br />

356,842±94,284 345,000±134,692 0,753<br />

P<br />

- 72 -<br />

Tablo 9: Grupların Görülen Yan Etkiler Dağılımı Karşılaştırması.<br />

Grup LM<br />

Grup LF<br />

n (%) n (%)<br />

Hipotansiyon 5 (% 26) 12 (% 60)<br />

Bulantı 7 (% 37) 11 (% 55)<br />

Kusma 3 (% 16) 7 (% 35)<br />

Efedrin İhtiyacı 5 (% 26) 7 (% 35)<br />

Bradikardi 5 (% 26) 7 (% 35)<br />

Sedasyon 10 (% 53) 7 (% 35)<br />

Kaşıntı 13 (% 68) 13 (% 65)<br />

Baş Ağrısı 0 (% 0) 2 (% 10)<br />

P<br />

0,555<br />

Gruplar arası yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların 1, 3 ve 5. dk duyusal blok dağılımları<br />

arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.<br />

(p>0,05) (Tablo 6).<br />

Gruplar arası yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların 1, 3, 5. dk. motor blok dağılımları arasında<br />

anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05)<br />

(Tablo 7).<br />

Gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların “motor blok başlama”, “motor<br />

blok gerileme”, “iki dermatom gerileme”, “T4<br />

duyusal bloğa ulaşma” süreleri ortalama değerleri<br />

arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır<br />

(p>0,05). Ancak grupların “en üst motor bloğa<br />

ulaşma” ve “ilk analjezik ihtiyacı” sürelerinin<br />

ortalama değerleri arasında anlamlı bir farklılık<br />

olduğu görülmüş (p0,05). Ancak grupların maksimum<br />

duysal blok seviyeleri dağılımları arasında anlamlı<br />

bir farklılık olduğu görülmüş (p0,05) (Tablo 9).


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

TARTIŞMA<br />

Kombine spinal-epidural anestezi tekniği<br />

(KSEA), spinal ve epidural anestezinin avantajlarını<br />

korurken dezavantajlarının da bir kısmını<br />

azaltabilir. KSEA, spinal bloğun sağladığı<br />

hızlı başlangıç, etkinlik ve minimal toksik etki<br />

ile epidural anestezinin sağladığı anestezi süresinin<br />

uzamasını da sağlar. Analjezi postoperatif<br />

dönemde de devam ettirilebilir. Lokal anestezik<br />

ve opioidlerin düşük dozda kombine edilebileceği<br />

bu yaklaşımda çok selektif bir sensoriyal<br />

blok elde edilir. Yapılan çalışmalarda KSEA<br />

tekniğinin ilaç titrasyonuna olanak sağlaması<br />

nedeniyle minimal motor bloğa neden olurken<br />

selektif duysal blokaj yaptığı ve operasyon<br />

sonrası mobilizasyonu, güvenli ve hızlı hale<br />

getirdiği gösterilmiştir (5, 6).<br />

Levobupivakain, bupivakainin S(-) enantiomeridir.<br />

Levobupivakain, rasemik bupivakaine<br />

benzer farmakokinetik özellikler gösterir.<br />

Ancak çalışmalarda levobupivakainin<br />

kardiyovasküler ve merkezi sinir sistemi yan<br />

etkilerinin bupivakaine göre daha az olduğu,<br />

etki başlangıç süresinin ve etki süresinin, spinal<br />

anestezi sonrası hemodinamik değişikliklerin<br />

bupivakainle aynı olduğu belirtilmiştir.<br />

Levobupivakainin bu nedenle kardiyovasküler<br />

rahatsızlığı olan hastalarda alternatif olabileceği<br />

bildirilmiştir (10).<br />

Opiyoidlerin lokal anestezikler ile kombinasyonunun<br />

sensoriyel ve motor blok başlangıç<br />

zamanını kısalttığı, daha etkin ve daha uzun süreli<br />

anestezi oluşturduğu bilinmektedir (11-13).<br />

Kombine spinal-epidural anestezide lipofilik<br />

opioidler, lokal anesteziklere eklenerek<br />

motor blok süresini uzatmadan anestezi kalitesini<br />

arttırmaktadır. Bu tür kombinasyonlarda<br />

motor bloğun ortadan kalkma hızı da artmaktadır<br />

(14). Ayrıca sempatik bloğa neden olmadan<br />

lokal anesteziklerle sinerjistik etki göstermeleri<br />

nedeniyle, spinal anestezide opioid ilavesinin<br />

gerekli lokal anestezik dozunu azaltarak daha<br />

stabil kan basıncı değerleri sağladığı ve anestezi<br />

kalitesini arttırdığı bildirilmiştir. Opioid<br />

analjeziklerin eklenmesi postoperatif ağrı kontrolünde,<br />

lokal anestetiğin etki süresinin artması<br />

ve dağılım hacmini artırması gibi etkilerinin<br />

olduğu çalışmalarla desteklenmiştir.<br />

Kaya ve ark. (15) sezaryen operasyonu<br />

planlanan ASA I-II, 72 hastada yaptıkları çalışmada<br />

hastaları 2 gruba ayrılmış ve I. grup<br />

hastalara 10 mg bupivakain + 10 μg fentanil,<br />

II. grup hastalara 10 mg levopubivakain + 10<br />

μg fentanil intratekal uygulamışlar; maksimum<br />

- 73 -<br />

motor bloğa ulaşma süresini levobupivakain<br />

uygulanan grupta daha kısa bulmuşlar ve yan<br />

etkiler arasında anlamlı bir fark bulamamışlardır.<br />

Akçaboy ve ark (16) TURP operasyonu uygulanacak<br />

49 hastada yaptıkları çalışmada hastaları<br />

2 gruba ayırmışlar, grup B hastalara 5 mg<br />

bupivakain + 25 μg fentanil, grup L hastalara 5<br />

mg levobupivakain + 15 μg fentanil intratekal<br />

uygulamışlardır. Grup B’de duysal blok başlama<br />

zamanı ortalama 10.98 dakika, grup L’de<br />

duysal blok başlama zamanı ortalama 11.27<br />

dakika bulmuştur. Biz grup levobupivakain +<br />

morfin (LM) de duysal blok oluşma süresini<br />

5,9 dk ve grup levobupivakain + fentanil (LF)<br />

de 5,7 dk olarak bulduk ve istatiksel olarak aralarında<br />

anlamlı bir fark bulunmadı.<br />

Intratekal adjuvan olarak opiyoidlerin<br />

ilave edilmediği ve levobupivakainin tek ajan<br />

olarak kullanıldığı çalışmalarda; Glaser ve ark.<br />

(17) motor blok başlama zamanını 10 dk. olarak<br />

bildirilmistir. Çalışmamızda opiyoidlerin adjuvan<br />

olarak ilavesi levobupivakainin motor blok<br />

başlangıç süresini kısalttı. Motor blok oluşma<br />

zamanı levobupivakain+fentanil grubunda 135<br />

sn., levobupivakain+morfin grubunda ise 126<br />

sn. olarak bulunmustur.<br />

Spinal ponksiyon ile T4 duyusal bloğa<br />

ulaşma süresi fentanil grubunda 5,7 dakika,<br />

morfin grubunda 5.9 dakika olarak bulundu.<br />

Sensoriyel blok T4 düzeyine ulaşınca cerrahiye<br />

izin verildiği göz önünde bulundurulursa her<br />

iki grup arasında herhangi bir anlamlı fark saptanmamıştır.<br />

Karaman ve ark. (18) intratekal bupivakaine<br />

eklenen sufentanil veya morfinin etkilerini<br />

karşılaştırdıkları çalışmalarında motor blok<br />

sürelerinin benzer olduğunu bildirmislerdir.<br />

Gautier ve ark. (19) ise, sezaryen için spinal<br />

anestezide levobupivakain (8 mg) + sufentanil<br />

(2,5 mikrogram) kombinasyonu ile maksimum<br />

motor bloğun gelisme süresini ortalama 13,<br />

motor blok süresini ise ortalama 121 dakika<br />

olarak bildirmişlerdir. Borgia ve ark. (20) sezaryen<br />

için spinal anestezide levobupivakain<br />

ve bupivakain’e ilave edilen sufentanil (2,5<br />

mikrogram) ve morfinin (50 mikrogram) etkilerini<br />

karşılaştırdıkları çalısmalarında yalnızca<br />

5. dakikada istatistiksel olarak önemli olmayan<br />

hızlı motor blok geliştiğini bildirmişlerdir. Bizim<br />

çalışmamızda 1, 3 ve 5.dakika motor blok<br />

dağılım Bromage skorları arasında her iki grup<br />

arasında anlamlı bir fark bulunmadı.<br />

Karaman ve ark. (18) ise, intratekal bupivakaine<br />

eklenen sulfentanil veya morfinin<br />

etkilerini karşılaştırdıkları çalışmalarında sensoriyel<br />

blok başlama zamanını, en yüksek sen-


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

soriyel blok zamanını, en yüksek sensoryel blok<br />

düzeyi ve sensoryel blok gerileme zamanını<br />

benzer olarak bildirmişlerdir. Bizim çalışmamızda<br />

gruplar arasında yapılan karşılaştırmalarda,<br />

grupların “motor blok başlama”, “motor<br />

blok gerileme”, “iki dermatom gerileme”, “T4<br />

duyusal bloğa ulaşma” ve “operasyon” süreleri<br />

ortalama değerleri arasında anlamlı bir farklılık<br />

bulunmamıştır (p>0,05). Ancak grupların “en<br />

üst motor bloğa ulaşma” ve “ilk analjezik ihtiyacı”<br />

sürelerinin ortalama değerleri arasında<br />

anlamlı bir farklılık olduğu görülmüş (p0,05). Ancak<br />

grupların “periton kapatma” ve “postop 60.<br />

dakika” VAS skorları dağılımları arasında anlamlı<br />

bir farklılık olduğu görülmüştür (p


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

“Postop 60. dakika” ölçümünde ise Grup<br />

LM’de hastaların çok büyük bölümünün VAS<br />

skoru 0 iken Grup LF’de hastaların 0, 2, 3, 5 ve<br />

6 değerlerine dağıldığı görülmüştür; bu da fentanilin<br />

lipofilik ve buna bağlı etki başlama süresinin<br />

daha kısa olması ve morfinin hidrofilik ve<br />

buna bağlı etki süresinin daha uzun olmasıyla<br />

yorumlanmıştır.<br />

Glaser ve ark. (17) 80 hastada yaptıkları<br />

çalışmada levobupivakain grubunda bir hastada<br />

hipotansiyon, bir hastada bradikardi, bupivakain<br />

grubunda iki hastada hipotansiyon gözlemişlerdir.<br />

Vanna ve ark. (26) 70 hastada yaptıkları<br />

çalışmada levobupivakain grubunda iki hastada,<br />

bupivakain grubunda dört hastada hipotansiyon,<br />

levobupivakain grubunda iki hastada,<br />

bupivakain grubunda bir hastada bradikardi<br />

gözlenmiştir. Spinal anestezide kullanılan opiyoidlerin<br />

spinal analjezi etki başlama süresini<br />

hızlandırdığı, yayılımı arttırdığı, daha derin<br />

blok oluşturduğu ve bulantı-kusma, kaşıntı, solunum<br />

depresyonu gibi yan etkilerde artışa neden<br />

olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir (27,<br />

28). Ancak bunun tersine hipotansiyona bağlı<br />

olanlar dışında bulantı kusma bloğun ulaştığı<br />

seviyeye bağlı olarak ortaya çıkabilir.<br />

Yetersiz sensoryel blok ile peritoneal yapıların<br />

operasyon sırasında gerilmesi sonucu<br />

peroperatif bulantı/kusma ortaya çıkabilir. Intratekal<br />

opiyoidlerin sezaryen operasyonlarında<br />

visseral ağrıyı azalttığı ve dolayısıyla bulantı-kusma<br />

insidansını azalttıkları da iddia edilmiştir<br />

(28, 29). Yetersiz blok seviyesine bağlı<br />

olarak da küçük dozlarda intratekal lokal anestezik<br />

ile opiyoidlerin sinerjik etkiye sahip oldukları<br />

yapılan çalışmalarda gösterilmiştir (30,<br />

31). Bizim çalışmamızda da her iki grupta en<br />

sık görülen yan etkilerin kaşıntı (her iki grupta<br />

13’er hasta) ve hipotansiyon (morfin 7 ve fentanil;<br />

12’şer hasta) olduğu görülmüş diğer yan<br />

etkiler olarak da bradikardi, bulantı ve kusma<br />

olmuştur.<br />

Fentanil grubunda 2 hastada başağrısı<br />

görülmüştür. Ancak gruplar açısından herhangi<br />

anlamlı bir fark yan etki profili açısından<br />

bulunamamıştır. Morfin grubunda 5, fentanil<br />

grubunda 7 hastada efedrin ihtiyacı oluşmuş,<br />

ancak istatiksel olarak anlamlı fark gruplar arasında<br />

bulunmamıştır.<br />

Dahlgren ve ark. (32) sezaryen için spinal<br />

anestezide bupivakaine ilave edilen fentanil<br />

ve sulfentanilin etkilerini karşılaştırdıkları<br />

çalışmalarında sulfentanil grubunda kaşıntının<br />

doza bağlı olarak sulfentanil grubunda daha<br />

sık görüldüğünü bildirmişlerdir. Palmer ve ark.<br />

(33) intratekal fentanil ile yaptıkları çalışmada<br />

- 75 -<br />

kaşıntının dozla bağımlı olmadığı ve tüm hastalarında<br />

gözlendiğini belirtmişlerdir. Çalışmamızda<br />

tüm gruplarda en çok görülen yan<br />

etkinin kaşıntı olduğu, ancak gruplar arasında<br />

istatistiksel fark olmadığı belirlenmiştir.<br />

Levobupivakaine kardiyovasküler ve santral<br />

sinir sistemine düşük yan etki profili nedeniyle<br />

gebelerde sezaryan doğumda güvenle<br />

kullanılabilecek bir lokal anestezik olup % 0,5<br />

lik levobupivakaine eklenen 25 µg fentanil ve<br />

100 µg morfin ile anne ve bebekte düşük yan<br />

etki profili oluşturup diğer çalışmalara göre<br />

daha kısa sürede bir motor bloğun gelişmesiyle<br />

birlikte levobupivakaine eklenen morfin daha<br />

uzun süreli bir analjezi sağlamakta ve postop<br />

dönemde hastaların analjezi ihtiyacını azaltmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Erdine S. Sinir Blokları. İstanbul: Emre Matbaacılık,<br />

1993: 9-24.<br />

2. Yegül İ. Obstetride Rejyonal Analjezi ve Anestezi. VI.<br />

Uludağ Kış Sempozyumu, 5-8 Aralık 1996, Bursa: Özet Kitabı<br />

1996: 80-5.<br />

3. Bromage PR. An Evaluation of Bupivacaine in Epidural<br />

Analgesia for Obstetrics. Can Anaesth. Soc. J, 1969; 16: 46-56.<br />

4. Dailey PA, Fisher DM, Shnider SM, Baysinger CL, Shinohara<br />

Y, Miller RD, Abboud TK, Kim KC. Pharmacokinetics<br />

placental transfer and Neonatal Effects of Vecuronium and<br />

Pancuronium Adminictered During Cesarean Section. Anesthesiology,<br />

1984, 60: 569-74.<br />

5. Albringht G, Ferguson A, Thomas G. Anesthesia in Obstetric,<br />

2th,Boston<br />

6. Rawal N. The Combined Spinal-Epidural Tecnique.<br />

1999,1-35.<br />

7. Dennison B. Combined subarachnoid and epidural block<br />

for caesarean section. Can J of Anaesth,1987;34:105-6.<br />

8. Cheek TG, Gutsehe BB. Maternal Physiologic Alternaties<br />

during Pregnancy. In, Sehineder SM, LEvinson (eds) Anesthesia<br />

for obstetrics, The Williams and Wilkins Baltimore,<br />

1993, 3-17.<br />

9. Clark SL. Cesarean Section. In: Hankils, GDV, Clark<br />

SL, Cunnigham FG, Giltstrap III LC (eds). Operative Obstetrics.<br />

Appleton and Lenge, Connecticut 1995, 301-322.<br />

10. Joshi GP, Mc Caroll SM. Evalluation of combined spinal-epidural<br />

anesthesia using two different techiques. Regional<br />

anesthesia,1994; 19:169-74.<br />

11. Gustafsson LL, Hallin ZW. Spinal opioid analgesia.<br />

Drugs 1988; 35: 597-603.<br />

12. Kirson LE, Goldman JM, Slover RE. Low dose intrathecal<br />

morphine for postoperativepain control in patients undergoing<br />

transuretral resection of the prostate. Anesthesiology<br />

1989;71: 192-195.


Yıldız Yiğit Kuplay ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):68-76 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.675<br />

13. DahI JB, Rosenborg J, Dirkes WE. Prevention of postoperative<br />

pain by balanced analgesia. Br J Anaesth. 1990; 64:<br />

518-20.<br />

14. Colins VJ. Principles of Anesthesiology. 3 th Ed.Volum II<br />

,Philadelphia: Lea and Febiger, 1993.<br />

15. Kaya S, Ölmez G, Uludağ Ö. Sezaryen operasyonlarında<br />

İntratekal levobupivakainin fentanil ile kombine edilmesinin<br />

duyusal ve motor blok üzerine olan etkileri. TARD Dergisi.<br />

2006; 154: 253-56.<br />

16. Akçaboy ZN, Akçaboy EY, Bilal B, Baydar M, Canbay<br />

E, Göğüş N. Transüretral prostatektomilerde uygulanan spinal<br />

anestezide düşük doz % 0.5’lik levobupivakain ile%0.5’lik<br />

bupivakain’in karşılaştırılması TARD Dergisi 2007; 35<br />

(5):114-115<br />

17. Glasser C, Marhofer P, Zimpfer G, Heinz MT, Sitzwol C,<br />

Kapral S, Schindler I. Levobupivacaine versus racemic bupivacaine<br />

for spinal anaesthesia. Anaesth Ana.l 2002; 94: 194-<br />

198.<br />

18. Karaman S, Kocabas S, Uyar M, Hayzaran S, Fırat V.<br />

The effects of sufentanil or morphine added to hyperbaric bupivacaine<br />

in spinal anaesthesia for caesarean section. Eur JAnaesthesiol.<br />

2006 ; 23 (4): 285-91.<br />

19. Gautier P, De Kock M, Huberty L, Demir T, Izydorczic<br />

M, Vanderick B. Comparison ofthe effects of intrathecal ropivacaine,<br />

levobupivacaine, and bupivacaine for caesarean section.<br />

Br J Anaesth. 2003; 91(5): 684-89.<br />

20. Unlugenc H1, Gunduz M, Guzel B, Isik G.A. Comparative<br />

study on the effects of intrathecal morphine added to levobupivacaine<br />

for spinal anesthesia. J Opioid Manag. 2012; 8<br />

(2): 105-13.<br />

21. Ozyilkan NB, Kocum A, Sener M, Caliskan E, Tarim<br />

E, Ergenoglu P, Aribogan A. Comparison of Intrathecal Levobupivacaine<br />

Combined with Sufentanil, Fentanyl, or Placebo<br />

for Elective Caesarean Section: A Prospective,Randomized,<br />

Double-Blind, Controlled Study. Current Therapeutic Research<br />

2013; 75: 64–70.<br />

22. Şenyaşar NK, Erkal H, Temizel Ş, Özyurt Y. Geriatrik<br />

Hastaların Ürolojik Cerrahi Girişimlerinde Uygulanan Spinal<br />

Anestezide Levobupivakain Ve Levobupivakain-Fentanilin Etkilerinin<br />

Karşılaştırılması. J Kartal TR 2009; 2: 82-89.<br />

23. Misirlioglu K, Sivrikaya GU, Hanci A, Yalcinkaya A. Intrathecal<br />

low-dose levobupivacaine and bupivacaine combined<br />

with fentanyl in a randomised controlled study for caesarean<br />

section: blockade characteristics, maternal and neonatal effects.<br />

Hıppokratıa 2013, 17: 262-267.<br />

24. Acar P, Özyuvacı E, Vatansever Ş, Toprak N, Akyol O.<br />

Assessment of the effect of intrathecal levobupivacaine combined<br />

with fentanyl morphine on postoperative analgesia in<br />

patients undergoing cesarean section. Agrı 2010; 22 (4): 151-<br />

158.<br />

25. Vercauteren M. Curr Opin Anaesthesiol. Obstetric spinal<br />

analgesia and anesthesia 2003;16 (5): 503-7<br />

26. Vanna O, Chumsang L, Thongmee S. Levobupivacaine<br />

and bupivacaine in spinal anesthesia for transurethral endoscopic<br />

surgery, J Med Assoc Thai. 2006; 89 (8): 1133-1139.<br />

27. Adkinson GH, Waters JH, Burger GA. Fentanil added to<br />

lidocaine results in higher spinal anesthetic levels (abstract).<br />

Anesth Analg 1993; 76: 52.<br />

28. Alahuhta S, Kangas-Saarela T, Hollmen AI, Edström<br />

HH. Visceral pain during cesarean section under spinal and<br />

epidural anaesthesia with bupivacaine. Acta Anaesthesiol<br />

Scand 1990; 34: 95-8.<br />

29. Ishiyama T, Yamaguchi T, Kashimoto S, Kumazawa T.<br />

Effects of epidural fentanil and intravenous flurbiprofen for<br />

visceral pain during cesarean section under spinal anesthesia.<br />

Br JAnesth. 2001; 15: 69–73.<br />

30. Dahlgren G, Hultstrand C, JakobSson J, Norman M,<br />

ErikSson EW, Martin H. Intrathecal sufentanil, fentanil, or placebo<br />

added to bupivacaine for cesarean section. Anesth Analg<br />

1997; 85(6): 1288-1293.<br />

31. Akerman B, Arwestrom E, Post C. Local anesthetics potent<br />

spinal morphine antinociception. Anesth Analg 1988; 67:<br />

943-8.<br />

32. Rucci FS, Cardamone M, Migliori P. Fentanil and bupivacaine<br />

mixtures for extradural blockade. Br J Anaesth 1985;<br />

57: 275-84.<br />

33. Palmer CM, Cork RC, Hays R, Maren GV, Alves D. The<br />

dose–response relation of intrathecal fentanil for labor analgesia.<br />

Anesthesiology 1998; 88: 355 -61.<br />

- 76 -


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

Original Research Article<br />

Pressure Pain Threshold in Musculoskeletal Disorders<br />

Kas İskelet Hastalıklarında Basınç Ağrı Eşiği<br />

Özbil Korkmaz GÜREL 1 , Aslıhan TARAKTAŞ 2 , Duygu KURTULUŞ 3 , Cengiz BAHADIR 4<br />

1. Physical Medicine and Rehabilitation Department, VM Medicalpark Hospital, Kocaeli<br />

2. Physical Medicine and Rehabilitation Department, Fatih Sultan Mehmet Training and Research Hospital, Istanbul<br />

3. Physical Medicine and Rehabilitation Department, Umraniye Training and Research Hospital, Istanbul<br />

4. Physical Medicine and Rehabilitation Department, Vocational School of Health, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep<br />

ABSTRACT<br />

Aim: Pain is the most significant symptom in musculoskeletal<br />

disorders. General hypersensitivity to pain is often<br />

associated with conditions of chronic pain. In this study<br />

we compared pain degrees of different musculoskeletal disease<br />

groups by pain pressure threshold and visual analog<br />

scale.<br />

Materials and Method: Patients diagnosed with ankylosing<br />

spondylitis (n=34), fibromyalgia (n=30), myofascial<br />

pain syndrome (n=33), osteoporosis (n=34), generalized<br />

osteoarthritis (n=34) and rheumatoid arthritis (n=34)<br />

and healthy subjects (n=30) were included in the study.<br />

Beck depression inventory was used for psychological<br />

evaluation. Visual analog scale (VAS) was used to quantify<br />

clinical pain. PPT measurements made from the areas<br />

that generally not showing involvement of disease: at<br />

middle deltoid, middle ulna, hypothenar eminence, thumb,<br />

mid-tibia, and quadriceps femoris.<br />

Results: VAS score for clinical pain ranged from 4.76±3.15<br />

in ankylosing spondylitis to 7.44±2.42 in fibromyalgia.<br />

Fibromyalgia consistently had the lowest PPT across all<br />

sites of measurements indicating increased pain sensitivity.<br />

Myofascial pain syndrome and ankylosing spondylitis<br />

were the only diseases that did not show greater sensitivity<br />

to pain compared to healthy controls. Osteoporosis patients<br />

also reported an average clinical pain of 6.09±3.23<br />

on VAS, and showed general tenderness regardless of presence<br />

of verified fractures. Overall, female gender, advanced<br />

age, depression and NSAID use correlated with lower<br />

PPT.<br />

Conclusions: The level of pain sensitivity may provide a<br />

clue regarding the mechanism and treatment options of<br />

musculoskeletal disorders.<br />

Keywords: pressure pain threshold; ankylosing spondylitis;<br />

myofascial pain syndrome; osteoporosis; arthritis;<br />

fibromyalgia<br />

ÖZET<br />

Amaç: Ağrı kas iskelet sistemi bozukluklarında en belirgin<br />

semptomdur. Ağrıya karşı genel aşırı duyarlılık sıklıkla<br />

kronik ağrı koşullarıyla ilişkilidir. Bu çalışmada, farklı<br />

kas-iskelet sistemi hastalık gruplarının ağrı derecelerini,<br />

ağrı basınç eşiği ve görsel analog skala ile karşılaştırdık.<br />

Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya ankilozan spondilit (n =<br />

34), fibromiyalji (n = 30), miyofasiyal ağrı sendromu (n =<br />

33), osteoporoz (n = 34), jeneralize osteoartrit (n = 34)<br />

ve romatoid artrit (n = 34) tanısı alan hastalar ve sağlıklı<br />

kişiler (n = 30) dahil edildi. Psikolojik değerlendirme için<br />

Beck depresyon envanteri, klinik ağrıyı ölçmek için görsel<br />

analog skala (VAS) kullanıldı. PPT ölçümleri hastalık<br />

tutulumu göstermeyen alanlardan yapıldı: orta deltoid,<br />

orta ulna, hipotenar belirginlik, başparmak, orta tibia ve<br />

kuadriseps femoris.<br />

Bulgular: Klinik ağrı için VAS skoru, ankilozan spondilitte<br />

4.76 ± 3.15, fibromiyaljide 7.44 ± 2.42 idi. Fibromiyalji,<br />

ağrı duyarlılığının arttığını gösteren tüm ölçüm yerlerinde<br />

tutarlı olarak en düşük PPT’ye sahipti. Miyofasyal ağrı<br />

sendromu ve ankilozan spondilit, ağrıya sağlıklı kontrollerle<br />

karşılaştırıldığında daha fazla duyarlılık göstermeyen<br />

tek hastalıktı. Osteoporoz hastaları ayrıca VAS’da<br />

ortalama klinik ağrı 6.09 ± 3.23 ve doğrulanmış kırıkların<br />

varlığına bakılmaksızın genel hassasiyet göstermiştir. Genel<br />

olarak, kadın cinsiyet, ileri yaş, depresyon ve NSAID<br />

kullanımı düşük PPT ile koreleydi.<br />

Sonuç: Ağrı duyarlılığının düzeyi, kas-iskelet bozukluklarının<br />

mekanizması ve tedavi seçenekleri hakkında ipucu<br />

sağlayabilir.<br />

Anahtar Kelimeler: basınç ağrı eşiği; ankilozan spondilit;<br />

myofasial ağrı sendromu; osteoporoz; artrit; fibromiyalji<br />

Contact:<br />

Corresponding Author: Aslıhan TARAKTAŞ<br />

Address: Physical Medicine and Rehabilitation Department, Fatih Sultan<br />

Mehmet Training and Research Hospital, Istanbul, Turkiye<br />

Phone Number: +90 (216) 578 30 00<br />

E-mail: aslihantaraktas@gmail.com<br />

Submitted: 15.02.<strong>2017</strong><br />

Accepted: 16.03.<strong>2017</strong><br />

- 77 -


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

INTRODUCTION<br />

Chronic pain is an integral part of most<br />

musculoskeletal disorders, having a negative<br />

impact on the quality of life of the patients. Although<br />

pain is regarded as the body’s response to<br />

noxious stimuli, its presentation, frequency and<br />

intensity varies considerably between disease<br />

groups and individuals. Certain conditions may<br />

be associated with a general hypersensitivity to<br />

pain or tenderness, while others may be specific<br />

to the affected area. Quantitative assessment<br />

of experimentally evoked pain has been used<br />

to reveal differences between genders and age<br />

groups of healthy individuals as well as disease<br />

groups. These differences may have important<br />

implications in terms of diagnosis, disease management,<br />

prediction of treatment response and<br />

understanding the underlying pain mechanisms<br />

(1).<br />

In this study, we compared pain pressure<br />

threshold (PPT) in areas of the body normally<br />

not affected by the disease between ankylosing<br />

spondylitis, fibromyalgia, myofascial pain,<br />

osteoporosis, generalized osteoarthritis, rheumatoid<br />

arthritis and healthy control subjects<br />

to assess the pain perception degrees, presence<br />

and extent of general hypersensitivity to mechanical<br />

stimulus.<br />

was diagnosed according to WHO definition<br />

(6). Generalized osteoarthritis was defined as<br />

bilateral involvement of fingers or involvement<br />

of the spine and both femorotibial joints (7).<br />

Patients fulfilling diagnostic criteria for<br />

more than one of the above musculoskeletal<br />

disorders were excluded from the study. Measurement<br />

of bone mineral density (BMD)<br />

was performed by using Dual Energy X-ray<br />

Absorptiometry (DEXA). Measurements were<br />

taken in all cases and the patients who had osteoporosis<br />

and one of the any other diseases were<br />

excluded also. In addition, subjects were excluded<br />

if pregnant, younger than 18 years of age,<br />

having cognitive or mental problems, history<br />

of surgery in the upper or lower extremity or<br />

any disease that may affect upper or lower extremity<br />

performance such as polyneuropathy,<br />

vasculitis, dermatological diseases, neurovascular<br />

skin diseases, peripheral vascular disease,<br />

spinal cord injury, malignancy, burn or loss of<br />

sensation. Patients who had disease involvement<br />

in the measurement area were excluded.<br />

The study was approved by the institutional<br />

review board. Written informed consent<br />

was obtained from all participants.<br />

Procedures<br />

MATERIALS and METHODS<br />

Study design and patients<br />

This was a prospective study comparing<br />

pain pressure threshold of different musculoskeletal<br />

disorders associated with chronic pain.<br />

Patients followed in our Physical Medicine and<br />

Rehabilitation Outpatient Clinic with a clear<br />

diagnosis of one of the following diseases were<br />

included in the study: rheumatoid arthritis<br />

(n=34), ankylosing spondylitis (n=34), fibromyalgia<br />

(n=30), myofascial pain syndrome in the<br />

trapezius muscle (n=33), osteoporosis (n=34)<br />

and generalized osteoarthritis (n=34). In addition,<br />

thirty healthy control subjects were included<br />

in the study.<br />

Rheumatoid arthritis was diagnosed based<br />

on the 1987 American College of Rheumatology<br />

(ACR) classification criteria (2). Ankylosing<br />

spondylitis was diagnosed based on the<br />

modified New York criteria (3). Fibromyalgia<br />

was diagnosed based on the 1990 ACR criterias<br />

(4).<br />

The presence of myofascial trigger points<br />

was determined using the diagnostic criteria<br />

described by Simons et al (5). Osteoporosis<br />

- 78 -<br />

General (clinical) pain was evaluated<br />

using the visual analog scale (VAS), where<br />

patients were asked to mark the level of pain<br />

related to their disease on a 10 cm lateral scale<br />

with one end indicating no pain and the other<br />

end indicating worst possible pain.<br />

Pain pressure threshold was measured<br />

using a digital algometry (JTECH Medical –<br />

Algometer Commander – USA). Patients were<br />

familiarized with the algometry and a demonstration<br />

was carried out on a different part of<br />

the body unrelated to the sites of measurement<br />

(thenar area). Patients were asked to say “stop”<br />

when they feel pain first to indicate pain threshold.<br />

A 1 cm 2 probe was used and values are<br />

presented in Newton (N). Pressure was increased<br />

at a speed of 10N/s until patient reported<br />

pain and to confirm reliability three readings<br />

were taken from each site with 5 sec intervals<br />

between readings and the mean value was used<br />

in the analysis. All measurements were carried<br />

outby the same physician who was blind<br />

to the patient groups, in the same room and<br />

room temperature, using the same equipment<br />

and. Measurements were carried out bilaterally<br />

and always in the same order: middle deltoid,<br />

middle ulna, hypothenar eminence, thumb, mid<br />

tibia, and quadriceps femoris muscle.


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

Beck Depression Inventory (BDI) was<br />

completed by all subjects (8). BDI is a 21-item<br />

questionnaire, where a score of 21 or above<br />

represents depression.<br />

Statistical analysis<br />

Statistical analysis was performed using<br />

NCSS (Number Cruncher Statistical System)<br />

2007 and PASS 2008 Statistical Software<br />

(Utah, USA). Data was summarized using<br />

descriptive statistics (mean, standard deviation,<br />

percentage). For variables with normal distribution<br />

one-way ANOVA was used to compare<br />

means and post-hoc Tukey HDS test was used<br />

to determine the groups differing from each other.<br />

For variables with non-normal distribution<br />

Kruskal Wallis was used to compare means and<br />

Mann Whitney U test was used to determine<br />

the groups differing from each other. In two<br />

group comparisons Student t test and Mann<br />

Whitney U test were used for normal and nonnormally<br />

distributed variables, respectively.<br />

Pearson correlation analysis and Spearman’s<br />

rho correlation analysis were used for normal<br />

and non-normally distributed variables, respectively.<br />

Chi-square test was used for analysis of<br />

categorical variables. Results were evaluated<br />

within 95% confidence interval and the level of<br />

significance was set at p


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

Table 2: Pressure pain threshold (PPT) values (mean±SD) at different body sites.<br />

HC AS FS MPS OS GOA RA p<br />

Mid deltoid 1 4.47±1.54 4.57±1.60 3.15±0.82 5.02±1.59 3.94±0.89 4.02±1.24 4.42±1.40 0.001<br />

Midline ulna 2 5.32±1.40 4.59±1.74 3.44±0.82 5.15±1.60 4.03±1.03 3.96±1.24 4.22±1.39 0.001<br />

Hypothenar eminence 3 5.50±1.71 4.64±1.78 3.71±1.00 4.97±1.86 4.44±1.02 3.89±1.45 4.04±1.61 0.001<br />

Thumb 4 4.43±1.17 3.55±1.23 2.57±0.58 3.72±1.35 3.25±0.70 2.97±1.18 2.87±1.16 0.001<br />

Mid tibia 5 4.80±1.60 3.76±1.11 2.91±0.77 4.34±1.55 3.56±0.91 3.18±1.07 3.53±1.33 0.001<br />

Quadriceps femoris 6 6.36±2.29 5.89±1.96 3.59±0.83 5.76±1.83 4.49±1.28 3.98±1.38 4.65±1.76 0.001<br />

Whole body PPT 7 5.15±1.50 4.50±1.40 3.23±0.64 4.83±1.43 3.95±0.80 3.67±1.08 3.96±1.25 0.001<br />

HC: healthy control; AS: ankylosing spondylitis; FS: fibromyalgia syndrome; MPS: myofascial pain syndrome; OS: osteoporosis; GOA: generalized<br />

osteoarthritis; RA: rheumatoid arthritis.<br />

1, FS significantly lower than HC, AS, MPS and RA (p


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

Osteoporosis patients had low PPT in the<br />

arm and moderately low PPT in the leg, while<br />

rheumatoid arthritis patients had low PPT in the<br />

hand and moderately low PPT in the leg. PPT<br />

of ankylosing spondylitis patients were mostly<br />

close to the PPT values of healthy subjects with<br />

a significant difference detected only on the<br />

mid tibia readings. Myofascial pain syndrome<br />

patients had the highest PPT among different<br />

patient groups with no significant difference<br />

from healthy subjects at any sites of measurement<br />

(Table 2).<br />

The effect of age, disease duration and actual<br />

clinical pain (VAS score) on PPT was assessed<br />

using correlation analysis. There was a<br />

moderate positive correlation between age and<br />

PPT in rheumatoid arthritis patients (r: 0.416,<br />

p=0.014), but a weak negative correlation was<br />

observed for all subjects (r: -0.136, p=0.039)<br />

(Table 3). PPT was not correlated with disease<br />

duration, while it showed a weak negative correlation<br />

with VAS when all patients were considered<br />

(r: -0.133, p=0.045) (Table 3).<br />

PPT was significantly higher in men compared<br />

to women (5.07±1.47 vs. 3.91±1.16,<br />

p=0.001). A similar difference was seen in the<br />

healthy control group, but not in ankylosing<br />

spondylitis, myofascial pain or rheumatoid<br />

arthritis groups. The effect of gender on PPT<br />

could not be measured on the other disease<br />

groups as the number of men was insufficient<br />

for statistical analysis. Patients with depression<br />

had significantly lower PPT scores in<br />

the rheumatoid arthritis group (3.35±1.01 vs.<br />

4.29±1.27, p=0.040) and in the overall analysis<br />

of all subjects (3.90±1.36 vs. 4.30±1.30,<br />

p=0.039). NSAID users had lower PPT in the<br />

overall analysis of all subjects (3.95±1.15 vs.<br />

4.34±1.43, p=0.030) but no significant difference<br />

was detected in the analysis of individual<br />

disease groups.<br />

DISCUSSION<br />

In this study, we compared general pain<br />

sensitivity of patients with a variety of musculoskeletal<br />

disorders based on measurements at<br />

unaffected body sites. This is the first study<br />

which compares PPT in six different frequent<br />

diseases and healthy individuals.<br />

The VAS is a well known subjective pain<br />

scale with simple application. VAS improved<br />

long time ago, has been found to be valid and<br />

reliable tool for assessing pain relief and pain<br />

intensity (9). International Association for the<br />

Study of Pain (1986) outlined the pain threshold<br />

as “the minimum intensity of a stimulus that is<br />

- 81 -<br />

perceived as painful” (10). PPT is a reliable test<br />

for hyperalgesia in superficial body structures<br />

(11, 12).<br />

Our results showed a clear difference in<br />

pain sensitivity between inflammatory joint<br />

disorders. AS patients had no evidence of tenderness<br />

in unaffected body sites, while RA and<br />

GOA patients had overall tenderness. Previous<br />

studies comparing pressure pain threshold<br />

in AS and RA patients also concluded that in<br />

contrast to RA, there is no generalized tenderness<br />

in AS patients (13-15).<br />

Differences in the presentation of these<br />

arthritic diseases may account for the differences<br />

in pain perception. AS is manifested as<br />

enthesitis and is characterized by spinal involvement.<br />

On the other hand, RA begins at the<br />

synovium and involves the extremities. Also,<br />

genetics may play a role through increased susceptibility<br />

to pain in RA compared to AS.<br />

In the Gerecz-Simon et al., study hip or<br />

knee OA patients were compared with AS, RA<br />

and healthy controls. In their study PPT of OA<br />

patients were higher than healthy controls and<br />

RA, similar to AS patients. However, subsequent<br />

studies conducted on knee OA patients determined<br />

decreased PPT near the affected knee<br />

as well as at distant body sites suggesting central<br />

sensitization (16-19). Similarly, our patients<br />

with generalized OA also showed tenderness<br />

across all the tested body sites.<br />

Fibromyalgia is a chronic muscle pain disease<br />

characterized by widespread allodynia<br />

and/or hyperalgesia (20). A diagnostic criterion<br />

for fibromyalgia involves pain sensitivity to a<br />

pressure of 4 kg at eleven out of eighteen tender<br />

points.<br />

However, it is established that tender points<br />

are not the source of pain, rather they are<br />

anatomically more sensitive spots to be used in<br />

diagnosis (21). We found the lowest PPT scores<br />

in fibromyalgia patients for all body sites, indicating<br />

general tenderness in accordance with<br />

previous studies (22, 23). The underlying mechanism<br />

for tenderness in fibromyalgia is thought<br />

to involve central sensitization and impaired<br />

pain modulation in addition to peripheral<br />

sensitization (20).<br />

As expected PPT was higher in MPS compared<br />

to FS, even though the clinical pain scored<br />

by VAS were not significantly different between<br />

these groups. Although both syndromes<br />

involve muscle tissue and can be found concomitantly<br />

in some patients, MPS is a regional


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

pain syndrome characterized by trigger point in<br />

a taut band, in contrast to the diffuse pain experienced<br />

in FS (24).<br />

As far as we know this is the first study<br />

investigating pressure pain threshold in osteoporosis<br />

patients. Although osteoporosis is often<br />

described as a silent disease, osteoporotic pain<br />

has a serious impact on the patient’s quality of<br />

life (25). Chronic back pain in osteoporosis patients<br />

is usually related to vertebral compression<br />

fractures resulting in deformities in the spine.<br />

In this study, clinical pain of osteoporosis<br />

patients were comparable to the other chronic<br />

pain conditions studied and generalized sensitivity<br />

to pain was observed compared to healthy<br />

control subjects.<br />

One limitation of this study is that disease<br />

groups and healthy control subjects were not<br />

age and gender matched due to the differences<br />

in demographics of the diseases. Comparison<br />

of pain perception between younger and older<br />

age groups show varying results based on the<br />

methodology used to inflict experimental pain.<br />

Most studies conducted on healthy individuals<br />

support an increase in pain threshold with<br />

advanced age (26-28). In contrast, a weak negative<br />

correlation suggesting lower PPT with<br />

advanced age was determined when all subjects<br />

were considered in our study. Moreover,<br />

OS and GOA, two groups composed of patients<br />

with advanced age had significantly lower PPT<br />

compared to the younger groups.<br />

Similarly, studies show that there is a gender<br />

bias in pain perception such that women<br />

have a lower threshold to experimental pain<br />

stimuli (29, 30). While it could be argued that<br />

a more balanced representation of men in healthy<br />

control and AS groups may account for<br />

the higher PPT values, equally high PPT values<br />

of MPS group composed predominantly of women<br />

patients contradicts this line of reasoning.<br />

In conclusion, perception of pain in general<br />

is not affected in AS and MPS, while<br />

hypersensitivity is seen in RA, GOA, OS, and<br />

FS. Overall, female gender, advanced age, depression<br />

and NSAID use correlated with lower<br />

PPT. A weak negative correlation was detected<br />

between VAS and PPT when all patients were<br />

considered, but no significant correlation was<br />

present within the disease groups. Long-term<br />

chronic pain may lead to overall tenderness via<br />

central and peripheral sensitization and impaired<br />

pain modulation. Intrinsic hypersensitivity<br />

to pain may also play a role in chronic pain disorders.<br />

- 82 -<br />

REFERENCES<br />

1. Edwards RR, Sarlani E, Wesselmann U, Fillingim<br />

RB (2005) Quantitative assessment of experimental pain<br />

perception: multiple domains of clinical relevance. Pain<br />

114 (3):315-319.<br />

2. Arnett FC, Edworthy SM, Bloch DA, McShane DJ,<br />

Fries JF, Cooper NS, Healey LA, Kaplan SR, Liang MH,<br />

Luthra HS, et al. (1988) The American Rheumatism Association<br />

1987 revised criteria for the classification of<br />

rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum 31 (3):315-324.<br />

3. Van der Linden S, Valkenburg HA, Cats A (1984)<br />

Evaluation of diagnostic criteria for ankylosing spondylitis.<br />

A proposal for modification of the New York criteria.<br />

Arthritis Rheum 27 (4):361-368.<br />

4. Wolfe F, Smythe HA, Yunus MB, Bennett RM, Bombardier<br />

C, Goldenberg DL, Tugwell P, Campbell SM,<br />

Abeles M, Clark P, et al. (1990) The American College<br />

of Rheumatology 1990 Criteria for the Classification of<br />

Fibromyalgia. Report of the Multicenter Criteria Committee.<br />

Arthritis Rheum 33 (2):160-172.<br />

5. Simons DG, Travell J, Simons L. (1999) Myofascial<br />

pain and dysfunction: the trigger point manual, vol<br />

1. 2nd edn. Baltimore, Williams & Wilkins, pp. 23-34.<br />

6. Kanis JA, Melton LJ, 3rd, Christiansen C, Johnston<br />

CC, Khaltaev N (1994) The diagnosis of osteoporosis.<br />

J Bone Miner Res 9 (8):1137-1141.<br />

7. Dougados M, Nakache JP, Gueguen A (1996) Criteria<br />

for generalized and focal osteoarthritis. Rev Rhum<br />

Engl Ed 63 (9):569-575.<br />

8. Beck AT, Steer RA (1984) Internal consistencies of<br />

the original and revised Beck Depression Inventory. J<br />

Clin Psychol 40 (6):1365-1367.<br />

9. McCormimack HM, Horne DJ, Sheather S. Clinical<br />

applications of visual analogue scales: a critical review.<br />

Psychol Med 1988;18:1007-19<br />

10. International Association for the Study of Pain<br />

(IASP). Clasification of chronic pain, descriptions of<br />

chronic pain syndromes and definitions of pain terms.<br />

Amsterdam: Elsevier,1986<br />

11. Nie H, Arendt-Nielsen L, Andersen H, et al.Temporal<br />

summation of pain evoked by mechanical stimulation in<br />

deep and superficial tissue. J Pain 2005;6:348-55<br />

12. Rombaut L, Scheper M, De Wandele I, et al. Chronic<br />

pain in patients with hypermobility type of Ehler-<br />

Danlos syndrome: evidence for generalied hyperalgesia.<br />

Clin.Rheumatol 2014.<br />

13. Huskisson EC, Hart FD (1972) Pain threshold and<br />

arthritis. Br Med J 4 (5834):193-195.<br />

14. Incel NA, Erdem HR, Ozgocmen S, Catal SA, Yorgancioglu<br />

ZR (2002) Pain pressure threshold values in<br />

ankylosing spondylitis. Rheumatol Int 22 (4):148-150.


Aslihan Taraktas et al.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):77-83 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.676<br />

15. Gerecz-Simon EM, Tunks ER, Heale JA, Kean WF,<br />

Buchanan WW (1989) Measurement of pain threshold in<br />

patients with rheumatoid arthritis, osteoarthritis, ankylosing<br />

spondylitis, and healthy controls. Clin Rheumatol<br />

8 (4):467-474.<br />

16. Arendt-Nielsen L, Nie H, Laursen MB, Laursen BS,<br />

Madeleine P, Simonsen OH, Graven-Nielsen T (2010)<br />

Sensitization in patients with painful knee osteoarthritis.<br />

Pain 149 (3):573-581.<br />

17. Bajaj P, Graven-Nielsen T, Arendt-Nielsen L<br />

(2001) Osteoarthritis and its association with muscle<br />

hyperalgesia: an experimental controlled study. Pain 93<br />

(2):107-114.<br />

18. Imamura M, Imamura ST, Kaziyama HH, Targino<br />

RA, Hsing WT, de Souza LP, Cutait MM, Fregni F, Camanho<br />

GL (2008) Impact of nervous system hyperalgesia<br />

on pain, disability, and quality of life in patients<br />

with knee osteoarthritis: a controlled analysis. Arthritis<br />

Rheum 59 (10):1424-1431.<br />

19. Lee YC, Lu B, Bathon JM, Haythornthwaite JA,<br />

Smith MT, Page GG, Edwards RR (2010) Pain sensitivity<br />

and pain reactivity in osteoarthritis. Arthritis Care<br />

Res (Hoboken).<br />

20. Nielsen LA, Henriksson KG (2007) Pathophysiological<br />

mechanisms in chronic musculoskeletal pain<br />

(fibromyalgia): the role of central and peripheral sensitization<br />

and pain disinhibition. Best Pract Res Clin<br />

Rheumatol 21 (3):465-480.<br />

21. Marques AP, Ferreira EA, Matsutani LA, Pereira<br />

CA, Assumpcao A (2005) Quantifying pain threshold and<br />

quality of life of fibromyalgia patients. Clin Rheumatol<br />

24 (3):266-271.<br />

22. Granges G, Littlejohn G (1993) Pressure pain<br />

threshold in pain-free subjects, in patients with chronic<br />

regional pain syndromes, and in patients with fibromyalgia<br />

syndrome. Arthritis Rheum 36 (5):642-646.<br />

23. Lautenbacher S, Rollman GB, McCain GA (1994)<br />

Multi-method assessment of experimental and clinical<br />

pain in patients with fibromyalgia. Pain 59 (1):45-53.<br />

24. Staud R (2007) Future perspectives: pathogenesis<br />

of chronic muscle pain. Best Pract Res Clin Rheumatol<br />

21 (3):581-596.<br />

25. Lips P, van Schoor NM (2005) Quality of life in patients<br />

with osteoporosis. Osteoporos Int 16 (5):447-455.<br />

26. Edwards RR, Fillingim RB (2001) Age-associated<br />

differences in responses to noxious stimuli. J Gerontol A<br />

Biol Sci Med Sci 56 (3):M180-185.<br />

27. Gibson SJ, Helme RD (2001) Age-related differences<br />

in pain perception and report. Clin Geriatr Med<br />

17 (3):433-456, v-vi.<br />

28. Jensen R, Rasmussen BK, Pedersen B, Lous I,<br />

Olesen J (1992) Cephalic muscle tenderness and pressure<br />

pain threshold in a general population. Pain 48<br />

(2):197-203.<br />

29. Fillingim RB (2000) Sex, gender, and pain: women<br />

and men really are different. Curr Rev Pain 4 (1):24-30.<br />

30. Riley JL, 3rd, Robinson ME, Wise EA, Myers CD,<br />

Fillingim RB (1998) Sex differences in the perception of<br />

noxious experimental stimuli: a meta-analysis. Pain 74<br />

(2-3):181-187.<br />

- 83 -


Elif Dizen Kazan<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):84-88 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.682<br />

Mikroalbüminürisi Olmayan Tip 2 Diyabetik Hastalarda Nabız Basıncı ile<br />

Üriner Albümin Atılımı Arasındaki Korelasyon<br />

Correlation Between Pulse Pressure and Urinary Albumin Excretion in Type 2 Diabetic Patients without Microalbuminuria<br />

Elif DİZEN KAZAN 1<br />

1. Sandıklı İlçe Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Afyonkarahisar<br />

ÖZET<br />

Amaç: Mikroalbüminüri diyabetik nefropatinin klinik olarak<br />

tespit edilebilen ilk evresidir ve kardiyovasküler hastalıklar<br />

için bir risk faktörüdür. Artmış nabız basıncı da<br />

kardiyovasküler bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir.<br />

Bu çalışmamızda mikroalbüminüri düzeyine ulaşmamış<br />

üriner albümin atılımı olan tip 2 diyabetik hastalarda<br />

üriner albümin atılımı ile nabız basıncı arasındaki korelasyonu<br />

araştırmayı amaçladık.<br />

Yöntem ve Gereçler: Ocak 2015-Mayıs 2016 tarihleri<br />

arasında poliklinik kontrollerine gelmiş tüm tip 2 diyabet<br />

hastaları retrospektif olarak incelendi. Üriner albümin<br />

atılımı 30 mg/24 saat’in altında olan hastalar çalışmaya<br />

alındı. Tekrarlayan kayıtları önlemek amacıyla her hastanın<br />

ilk geliş kayıtları incelendi. Hastalar nabız basıncına<br />

göre ≤46 mmHg olanlar, 46-56 mmHg arasında olanlar<br />

ve ≥56 mmHg olanlar olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Gruplar<br />

üriner albümin atılımı açısından karşılaştırıldı.<br />

Bulgular: Çalışmaya %70,1’i kadın (n:103), %29,9’u<br />

erkek (n:44) toplam 147 hasta dahil edildi. Nabız basıncı<br />

grupları arasında açlık plazma glukozu, HbA1c, total<br />

kolesterol, LDL kolesterol, HDL kolesterol, trigliserid,<br />

üre ve kreatinin değerleri açısından fark yoktu (sırasıyla<br />

p:0,06, p:0,1, p:0,8, p:0,7, p:0,1, p:0,6, p:0,2 ve p:0,09).<br />

Ortalama üriner albümin atılımı nabız basıncı ≤46 mmHg<br />

olan grupta 6,92±4,2 mg/24 saat, 46-56 mmHg arasındaki<br />

grupta 11,15±7,7 mg/24 saat ve nabız basıncı en yüksek<br />

olan grupta ise 15,31±5,8 mg/24saat idi. Grupların üriner<br />

albümin atılımı değerleri ile nabız basınçları arasında istatistiksel<br />

olarak anlamlı pozitif bir korelasyon mevcuttu<br />

(p


Elif Dizen Kazan<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):84-88 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.682<br />

GİRİŞ<br />

Tip 2 Diyabetes Mellitus (DM) prevalansı<br />

tüm dünyada dramatik bir şekilde artış göstermektedir.<br />

Dünya Sağlık Örgütü 2014 yılı<br />

itibariyle 18 yaşından büyüklerde 422 milyon<br />

kişide DM olduğunu tahmin etmektedir (1).<br />

Ülkemizde de dünya verilerine benzer şekilde<br />

DM prevalansı hızla artış göstermektedir.<br />

Türkiye’de DM epidemiyolojisini araştıran<br />

TURDEP 1 ve TURDEP 2 çalışmalarında<br />

12 yıllık süreçte %90’lık bir prevalans artışı<br />

saptanmıştır (2, 3).<br />

Mikroalbüminüri (MAÜ) üriner albümin<br />

atılımının (ÜAA) günlük 30-300 mg arasında<br />

olması olarak tanımlanabilir. Tip 2 DM<br />

hastalarında MAÜ, %20-40 oranında aşikar<br />

nefropatiye ilerler ve sonuç olarak hastaların<br />

%20 kadarında son dönem böbrek yetmezliği<br />

gelişir (4, 5). ÜAA’nda artış genel anlamda<br />

vasküler disfonksiyonun bir göstergesi olarak<br />

kabul edilmektedir (6). ÜAA’nın Tip 2 DM<br />

hastalarında hipertansiyon (HT) ile de ilişkili<br />

olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur (7).<br />

NB; SKB ve DKB arasındaki aritmetik<br />

fark olarak tanımlanabilir (8). Artmış NB’nin<br />

subklinik kardiyovasküler hasar, sol ventrikül<br />

hipertrofisi ve MAÜ ile ilişkili olduğu gösterilmiştir<br />

(9). Framingham verilerine göre koroner<br />

arter hastalığı riski ile kan basıncı parametreleri<br />

değerlendirildiğinde SKB, DKB ve<br />

NB arasında koroner arter hastalığı ile en fazla<br />

ilişkili bulunan NB olmuştur (10). Yapılan<br />

birçok yayında ÜAA ile nabız basıncı (NB)<br />

arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur (11-14).<br />

Biz de bu çalışmamızda MAÜ’sü olmayan<br />

Tip 2 DM hastalarında ÜAA ile NB arasındaki<br />

ilişkiyi incelemeyi amaçladık.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Hasta seçimi: Ocak 2015-Mayıs 2016 tarihleri<br />

arasında Manisa Demirci İlçe Devlet Hastanesi<br />

iç hastalıkları polikliniğine başvurmuş olan bütün<br />

Tip 2 DM hastalarının kayıtları retrospektif<br />

olarak incelendi. Çalışmaya ÜAA’sı 30 mg/<br />

gün’ün altında olan hastalar dahil edildi. Hastaların<br />

yaş, cinsiyet, sistolik kan basıncı (SKB),<br />

diyastolik kan basıncı (DKB), ortalama kan<br />

basıncı (OKB), açlık plazma glukozu, HbA1c,<br />

kolesterol paneli, üre, kreatinin ve ÜAA değerleri<br />

kayıt altına alındı. Kan basıncı 130-80<br />

mmHg’nin üzerinde ölçülen hastalar yeni tespit<br />

hipertansiyon hastaları olarak kabul edildi. Nabız<br />

basıncını etkileyebilecek kalp kapak hastalığı<br />

olan hastalar, aktif idrar yolu enfeksiyonu<br />

- 85 -<br />

olanlar, gebeler, Tip 1 DM hastaları, MAÜ pozitif<br />

olan hastalar, menstürasyon döneminde<br />

olan kadın hastalar, hipertansiyon tanısı bulunan<br />

ve antihipertansif ilaç kullanan hastalar,<br />

nefrotik sendrom tanılı hastalar, bilinen böbrek<br />

yetmezliği ve kalp yetmezliği olan hastalar çalışmaya<br />

alınmadı. Çalışma retrospektif olarak<br />

yapıldığından Etik Kurul onayı alınmamıştır.<br />

Laboratuvar testleri: Serum glukoz düzeyleri;<br />

enzimatik UV testi (Hekzokinaz yöntemi),<br />

HbA1c düzeyleri, Trinity Biotech Premier<br />

HB9210 cihazı kullanılarak Boronat afinite<br />

HPLC yöntemi ile bakıldı. Total kolesterol,<br />

trigliserit ve HDL; enzimatik kolorimetrik<br />

yöntemle Beckman Coulter AU 2700 plus biyokimya<br />

analiz cihazında ölçüldü. LDL friedewald<br />

formülü ile hesaplandı [LDL= Total<br />

Kolesterol- (HDL +Trigliserit/5)]. Üre; kinetik<br />

UV testi, kreatinin; kinetik kolorimetrik yöntem<br />

(Jaffe yöntemi) ile çalışıldı. ÜAA değerleri<br />

her hastanın sabah 8’den ertesi sabah 8’e<br />

kadar biriktirdiği idrar örneklerinde mikroalbümin<br />

düzeyi türbidimetrik yöntem ile çalışılarak<br />

kayıt altına alındı. Yapılan üç farklı<br />

ölçümde saptanan SKB ve DKB değerlerinin<br />

ortalamaları alınarak SKB ve DKB değerleri<br />

belirlendi. “NB= SKB-DKB” formülünden<br />

NB, “(2 x DKB +SKB) /3” formülünden ise<br />

OKB değerleri hesaplandı. Hastalar NB’a göre<br />

NB≤46 mmHg olanlar, NB 46-56 mmHg arasında<br />

olanlar ve NB≥56 mmHg olanlar olmak<br />

üzere 3 gruba ayrıldı. Gruplar ÜAA açısından<br />

karşılaştırıldı.<br />

İstatistiksel yöntem: Tüm istatistiksel analizler<br />

SPSS 17.0 (SPSS Inc., Chicago, IL, USA) sürümü<br />

kullanılarak yapıldı. Değişkenlerin normal<br />

dağılıma uygunluğu görsel (histogram ve olasılık<br />

grafikleri) ve analitik yöntemlerle (Shapiro-<br />

Wilk testi) incelendi. Gruplar arasındaki kategorik<br />

verilerin karşılaştırılmasında Ki-kare<br />

testi kullanıldı. Gruplar arasındaki laboratuar<br />

parametreleri karşılaştırmasında Spearman korelasyon<br />

testi testi kullanıldı. Tüm p değerleri 2<br />

yönlü olup, 0.05’e eşit ya da altındaki değerler<br />

istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.<br />

BULGULAR<br />

Çalışmaya %70,1’i kadın (n:103), %29,9’u<br />

erkek (n:44) toplam 147 hasta dahil edildi.<br />

Çalışma grubumuzun medyan yaşı 55 tespit<br />

edildi. Hastaların %37,4’ünün (n:55) NB≤46<br />

mmHg olan grupta, %40,8’inin (n:60) NB 46-<br />

56 mmHg olan grupta ve %21,8’inin (n:32)<br />

NB ≥56 mmHg olan grupta oldukları tespit<br />

edildi. Gruplar cinsiyet dağılımı ve yaş açısından<br />

birbirine benzerdi (sırasıyla p:0,7 ve p:0,3).


Elif Dizen Kazan<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):84-88 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.682<br />

NB≤46 mmHg grubun ortalama açlık<br />

plazma glukozu 158,55±71,1 mg/dl, ortalama<br />

HbA1c’si 7,16±1,4 %, ortalama total kolesterolü<br />

192,51±46,6 mg/dl, ortalama LDL kolesterolü<br />

112,7±34,5 mg/dl, ortalama HDL kolesterolü<br />

46,04±9,9 mg/dl, ortalama trigliserid<br />

174,02±101,5 mg/dl, ortalama üre 32,44±9,2<br />

mg/dl ve ortalama kreatinin 0,67±0,1 mg/dl<br />

olarak saptandı. NB 46-56 mmHg arasında<br />

olan grupta ise ortalama açlık plazma glukozu<br />

134,47±64 mg/dl, ortalama HbA1c’si 7,1±1,2<br />

%, ortalama total kolesterolü 192,9±43,4 mg/<br />

dl, ortalama LDL kolesterolü 116,14±32,8<br />

mg/dl, ortalama HDL kolesterolü 43,47±9,3<br />

mg/dl, ortalama trigliserid 176,5±104,9 mg/<br />

dl, ortalama üre 32,44±9,2 mg/dl ve ortalama<br />

kreatinin 0,69±0,1 mg/dl olarak tespit edildi.<br />

NB≥56 mmHg olan grubun ortalama açlık<br />

plazma glukozu 155,12±57,1 mg/dl, ortalama<br />

HbA1c’si 7,8±1,6 %, ortalama total kolesterolü<br />

185,69±29,4 mg/dl, ortalama LDL kolesterolü<br />

109,2±27,4 mg/dl, ortalama HDL kolesterolü<br />

41,5±7,5 mg/dl, ortalama trigliserid<br />

185,44±98,4 mg/dl, ortalama üre 29,94±9,3<br />

mg/dl ve ortalama kreatinin 0,75±0,2 mg/dl<br />

idi. Gruplar arasında açlık plazma glukozu,<br />

HbA1c, total kolesterol, LDL kolesterol, HDL<br />

kolesterol, trigliserid, üre ve kreatinin değerleri<br />

açısından fark yoktu (sırasıyla p:0,06, p:0,1,<br />

p:0,8, p:0,7, p:0,1, p:0,6, p:0,2 ve p:0,09). Tablo<br />

1, NB gruplarına göre hastaların genel özelliklerini<br />

göstermektedir.<br />

Hastaların %28,6’sına (n:42) yeni hipertansiyon<br />

tanısı kondu. NB≤46 mmHg olan<br />

grupta ortalama NB 41,73±4,1 mmHg, ortalama<br />

SKB 119,09±7,9 mmHg, ortalama DKB<br />

77,36±6,7 mmHg, ortalama OKB 91,25±6,8<br />

mmHg ve ortalama ÜAA 6,92±4,2 mg/24 saat<br />

olarak tespit edildi. NB 46-56 mmHg arasındaki<br />

grupta ortalama NB 50,67±2,9 mmHg,<br />

ortalama SKB 128±7,9 mmHg, ortalama DKB<br />

77,33±8,9 mmHg, ortalama OKB 94,16±9<br />

mmHg ve ortalama ÜAA 11,15±7,7 mg/24<br />

saat saptandı. NB en yüksek olan grupta ise<br />

ortalama NB 65,31±7,2 mmHg, ortalama SKB<br />

154,06±11,5 mmHg, ortalama DKB 88,75±9,2<br />

mmHg, ortalama OKB 110,5±9,4 mmHg ve ortalama<br />

ÜAA 15,31±5,8 mg/24saat idi. Gruplar<br />

arasında ortalama NB, SKB, DKB ve OKB açısından<br />

anlamlı farklılık tespit edildi (p


Elif Dizen Kazan<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):84-88 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.682<br />

TARTIŞMA<br />

KAYNAKLAR<br />

NB, SKB ile DKB arasındaki fark olarak<br />

tanımlanmaktadır. Kırk yaş üstü bireylerde<br />

NB’deki artış, arteriyel sertleşmenin<br />

bir sonucu olarak kabul edilmektedir (15).<br />

Altmış yaş üstü bireylerde ise DKB’deki<br />

azalma ve SKB’deki artma nedeniyle<br />

NB’nin arttığı düşünülmektedir (16). Yapılan<br />

çalışmalarda artmış NB kardiyovasküler<br />

morbidite ve mortalite için bir risk<br />

faktörü olarak bulunmuştur (10, 17-20).<br />

Ayrıca diyabetik olmayan olgularda ve Tip<br />

2 DM’li hastalarda, artmış NB ile ÜAA<br />

arasında ilişki olduğu gösterilmiştir (21).<br />

1. The World Health Organization. The Diabetes<br />

Program. [http://apps.who.int/iris/bitstre<br />

am/10665/204871/1/9789241565257_eng.pdf?ua=1]<br />

Erişim Tarihi: 10.08.2016<br />

2. Satman I, Yılmaz T, Sengül A, Salman S, Salman F,<br />

Uygur S, et al. Population-based study of diabetes and<br />

risk characteristics in turkey results of the Turkish diabetes<br />

epidemiology study (TURDEP). Diabetes care 2002;<br />

25:1551-6.<br />

3. Satman I, Omer B, Tutuncu Y, Kalaca S, Gedik S,<br />

Dinccag N, et al. Twelve-year trends in the prevalence and<br />

risk factors of diabetes and prediabetes in Turkish adults.<br />

Eur J Epidemiol 2013;28(2):169-80.<br />

Diyabetik nefropati son dönem böbrek<br />

yetersizliğinin en önemli sebebidir (22).<br />

MAÜ, DM’nin mikrovasküler bir komplikasyonu<br />

olan diyabetik nefropatinin en erken<br />

klinik işaretlerinden birisidir (23). Yapılan<br />

çalışmalarda Tip 2 DM’de diyabetik<br />

nefropati prevalansı tanı sırasında %5-10<br />

iken, tanıdan 20 yıl sonra ise %25-60 olduğu<br />

tespit edilmiştir (24, 25).<br />

NB yüksek olan hastalarda artan basınç<br />

pulsatilitesinin mikrovasküler renal<br />

hasarda rol oynayabileceği ve ÜAA’yı artırabileceği<br />

düşünülmektedir. Sistemik arteryel<br />

dokuda prekapiller rezistans arteryoler<br />

kanın pulsatil enerjisini absorbe edebilirken,<br />

böbrekte glomerüler filtrasyon basıncını<br />

koruyabilmek için afferent arteriyolün<br />

vasküler direnci sürekli olarak efferent<br />

arteriyolün direncinden düşük tutulur. Bu<br />

nedenle de glomerül basınç pulsatilitesine<br />

daha fazla maruz kalır. MAÜ ile NB arasında<br />

korelasyon olduğunu gösteren çalışmalar<br />

mevcuttur (9, 11).<br />

Çalışmamızın sonuçlarına göre NB,<br />

henüz MAÜ düzeyine ulaşmamış ÜAA ile<br />

de korelasyon göstermektedir. Farasat ve<br />

arkadaşlarının yaptığı çalışmada da ÜAA<br />

ile NB’nin parelellik gösterdiği tespit edilmiştir<br />

(26). NB ile normoalbüminürik bireylerde<br />

ÜAA arasında korelasyon olması<br />

NB’nin MAÜ’ye gidişatın da bir göstergesi<br />

olabileceğini desteklemektedir. Artmış NB<br />

diyabetik nefropati gelişimi için bir risk<br />

faktörü olarak kullanılabilir.<br />

Kolay ulaşılabilir ve ucuz bir parametre<br />

olan NB’a klinik uygulamada gereken<br />

önemin verilmediğini düşünmekteyiz. Tip<br />

2 DM hastalarında özellikle NB düşürücü<br />

tedavi modaliteleri ile ÜAA’nda azalma<br />

sağlanabilir ve diyabetik nefropatinin ilerlemesi<br />

durdurulabilir.<br />

- 87 -<br />

4. Parving HH, Gall MA, Skott P, Jorgensen HE, Lokkegaard<br />

H, Jorgensen F, et al. Prevalence and causes of<br />

albuminuria in non-insulin-dependent diabetic patients.<br />

Kidney Int 1992;41(4):758-62.<br />

5. Adler AI, Stevens RJ, Manley SE, Bilous RW, Cull CA,<br />

Holman RR. Development and progression of nephropathy<br />

in type 2 diabetes: The United Kingdom Prospective Diabetes<br />

Study (UKPDS 64). Kidney Int 2003;63(1):225-32.<br />

6. Deckert T, Feldt-Rasmussen B, Borch-Johnsen K,<br />

Jensen T, Kofoed-Enevoldsen A. Albuminuria reflects<br />

widespread vascular damage. The Steno hypothesis. Diabetologia<br />

1989;32(4):219-26.<br />

7. Fogarty DG, Rich SS, Hanna L, Warram JH,<br />

Krolewski AS. Urinary albumin excretion in families with<br />

type 2 diabetes is heritable and genetically correlated to<br />

blood pressure. Kidney international 2000;57(1):250-7.<br />

8. Kelly R, Hayvard C, Avolio A, O’Rourke M. Noninvasive<br />

determination of age-related changes in the human<br />

arterial pulse. Circulation 1989; 80:1652-9<br />

9. Palmas W, Moran A, Pickering T, P. Eimicke J, Teresi<br />

J, E. Schwartz J, et al. Ambulatory pulse pressure and<br />

progression of urinary albumin excretion in older patients<br />

with type 2 diabetes mellitus. Hypertension 2006; 48:301-<br />

8<br />

10. Franklin SS, Khan SA, Wong ND, Larson MG, Levy<br />

D. Is pulse pressure useful in predicting risk for coronary<br />

heart disease? The Framingham heart study. Circulation<br />

1999; 100:354–60.<br />

11. Palatini P, Mormino P, Dorigatti F, Santonastaso<br />

M, Mos L, De Toni R, et al. Glomerular hyperfiltration<br />

predicts the development of microalbuminuria in stage 1<br />

hypertension: The HARVEST. Kidney Int 2006;70(3):578-<br />

84.<br />

12. Parving HH, Lewis JB, Ravid M, Remuzzi G, Hunsicker<br />

LG. Prevalence and risk factors for microalbuminuria<br />

in a referred cohort of type II diabetic patients: A<br />

global perspective. Kidney Int 2006;69(11):2057-63.<br />

13. Viazzi F, Leoncini G, Ratto E, Vaccaro V, Tomolillo<br />

C, Falgui V Et al. Microalbuminuria, blood pressure load,<br />

and systemic vascular permeability in primary hypertension.<br />

Am J Hypertens 2006;19(11):1183-9.


Elif Dizen Kazan<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):84-88 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.682<br />

14. Verhave JC, Fesler P, du Cailar G, Ribstein J, Safar ME,<br />

Mimran A. Elevated pulse pressure is associated with low renal<br />

function in elderly patients with isolated systolic hypertension.<br />

Hypertension 2005;45(4):586-91.<br />

15. Safar ME, Levy BI, Struijker-Boudier H. Current perspectives<br />

on arterial stiffness and pulse pressure in hypertension<br />

and cardiovascular diseases. Circulation 2003; 107:2864-9.<br />

16. Franklin SS, Gustin W, Wong ND, Larson MG, Weber<br />

MA, Kannel WB, et al. Hemodynamic patterns of age-related<br />

changes in blood pressure. The Framingham Heart Study. Circulation<br />

1997; 96:308-15.<br />

17. Fang J, Madhavan S, Alderman MH. Pulse pressure: A<br />

predictor of cardiovascular mortality among young normotensive<br />

subjects. Blood Press 2000; 9:260-6.<br />

18. Mazza A, Pessina AC, Gianluca P, Tikhonoff V, Pavei A,<br />

Casiglia E. Pulse pressure: An independent predictor of coronary<br />

and stroke mortality in elderly females from the general<br />

population. Blood Press 2001; 10:205-11.<br />

19. Benetos A, Safar M, Rudnichi A, Smulyan H, Richard JL,<br />

Ducimetieere P, et al. Pulse pressure: a predictor of long-term<br />

cardiovascular mortality in a French male population. Hypertension<br />

1997; 30:1410–5.<br />

20. Chae CU, Pfeffer MA, Glynn RJ, Mitchell GF, Taylor JO,<br />

Hennekens CH. Increased pulse pressure and risk of heart failure<br />

in the elderly. JAMA 1999; 81:634–9.<br />

21. Knudsen ST, Andersen NH, Mogensen CE. Ambulatory<br />

Pulse Pressure and Progression of Albuminuria in Type 2 Diabetes.<br />

Hypertension 2006; 48:207-8<br />

22. Parving HH. Diabetic nephropathy: Prevention and<br />

treatment. Kidney Int 2001;60(5):2041-55.<br />

23. Zarini GG,Exebio JC, Gundupalli D, Nath S, Huffman<br />

FG. Hypertension, poor glycemic control, and microalbuminuria<br />

in Cuban Americans with type 2 diabetes. International<br />

Journal of Nephrology and Renovascular Disease 2011; 4:35-<br />

40.<br />

24. Mogensen CE. Preventing end-stage renal disease. Diabet<br />

Med 1998; 15:551-6.<br />

25. İbrahim HHA, Vora JP. Diabetic nephropathy. Bailliere’s<br />

Clin Metab 1999; 13:239-64.<br />

26. Farasat SM, Valdes C, Shetty V, Muller DC, Egan JM,<br />

Metter EJ, et al. Is longitudinal pulse pressure a better predictor<br />

of 24-hour urinary albumin excretion than other indices of<br />

blood pressure? Hypertension 2010;55(2):415-21.<br />

- 88 -


Sinem Doğruyol ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):89-94 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.709<br />

Özgün Araştırma Makalesi<br />

Acil Serviste Epistaksis: Rutin Kan Tahlili Her Zaman Gerekli mi?<br />

Epistaxis in Emergency Room: Is Routine Blood Work Always Necessary?<br />

Sinem DOĞRUYOL 1 , Mehmet Fatih KORÇAK 2 , Çiğdem ÖZPOLAT 2 , Arzu DENİZBAŞI 2<br />

1. Tunceli Devlet Hastanesi, Acil Servis, Tunceli<br />

2. Marmara Üniversitesi, Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Amaç: Bu çalışmada üçüncü basamak bir sağlık kuruluşunun<br />

acil servisine epistaksis nedenli başvuran hastalar<br />

etyolojik, klinik ve demografik özellikler açısından değerlendirilmiştir.<br />

Çalışmamızın amacı bu tip hastalarda<br />

rutin istenen laboratuvar tetkiklerinin epistaksis etyolojisini<br />

aydınlatmadaki yerini değerlendirmektir.<br />

Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya 2015 Ocak-2015 Haziran<br />

tarihleri arasında epistaksis tanısı konularak acil<br />

serviste değerlendirilmiş, 18 yaş ve üstü hastalar dahil<br />

edildi ve hasta dosyaları retrospektif olarak incelendi.<br />

Travma nedenli epistaksis olan olgular çalışmaya dahil<br />

edilmedi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, eşlik eden ve kanamaya<br />

yatkınlık oluşturabilecek hastalıkları, kanamayla<br />

ilişkili ilaç kullanımları, vital bulguları ve kan tetkikleri<br />

değerlendirildi.<br />

Bulgular: Çalışmadaki 100 olgunun 48’i kadın, 52’si erkek<br />

olup, yaş ortalamaları 58,22±16,76 olarak hesaplandı.<br />

Ortalama sistolik kan basıncı 147±31,39, ortalama<br />

diyastolik kan basıncı 88,38±20,12 şeklindeydi. Olgularda<br />

hipertansiyon (%59), diyabetes mellitus (%16), kronik<br />

böbrek yetmezliği (%3), malignite (%6), Glanzman<br />

hastalığı (%1) öyküsü olduğu saptandı. Kronik hipertansiyon<br />

tanısı olan ve acile geliş anında hipertansif olarak<br />

saptanan 33 olgunun 4’ünde uluslararası düzeltme oranı<br />

(INR) yüksekliği olduğu ve bunlardan bir olgunun warfarin<br />

sodyum kullanmakta olduğu görüldü. Bu durum<br />

istatistiksel olarak anlamlı saptandı (p=0.022). Kanama<br />

ile ilişkili ilaç kullanım oranları warfarin sodyum (%11),<br />

asetil salisilik asit (%26) ve klopidogrel (%6) şeklindeydi.<br />

Neoplastik hastalık öyküsü olanlarda düşük hemoglobin<br />

ve yüksek INR değerleri saptandı (p


Sinem Doğruyol ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):89-94 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.709<br />

GİRİŞ<br />

Epistaksis, toplumda sıklıkla karşılaşılan<br />

(popülasyonun %60’ında), olay anında oldukça<br />

travmatize edici görülmekle beraber nadiren<br />

hayati tehlike oluşturan bir durumdur (1,<br />

2). Epistaksis, 50 yaş üstü ve 10 yaş altında<br />

daha sık görülmesine rağmen her yaş grubunda<br />

karşılaşılabilecek bir tablodur (3). Cinsiyetler<br />

arası dağılım konusunda tam bir kesinlik olmamakla<br />

birlikte, erkeklerde kadınlardan daha sık<br />

görüldüğünü bildiren çalışmalar mevcuttur (4).<br />

Etyolojik faktörler lokal ve sistemik olarak<br />

sınıflandırılır. Lokal faktörler daha çok<br />

genç hasta popülasyonunda karşılaşabileceğimiz;<br />

travma, yabancı cisim, enflamasyon,<br />

tümör, anevrizma ve granülomatöz hastalıklar<br />

gibi nedenleri içine alır. Sistemik faktörler sıklıkla<br />

daha ileri yaşta izlenen, kronik hipertansiyon<br />

(HT), koagülasyon bozukluğu, karaciğer<br />

yetmezliği ve ilaç kullanımı gibi daha komplike<br />

durumlardır (5). Epistaksisin sebepleri hastaların<br />

ancak %15’inde tespit edilebilir. Diğer<br />

nedenler ise idiopatik olarak sınıflandırılır (6).<br />

Ülkemizde üçüncü basamak sağlık kurumlarına<br />

epistaksis nedeniyle yıllık ortalama<br />

500-600 civarı hasta başvurusu olmaktadır (7).<br />

Çalışmamızda da günlük pratiğimizde oldukça<br />

sık karşılaştığımız bu tablonun etyolojik, klinik<br />

ve demografik özelliklerinin değerlendirilmesi<br />

amaçlanmıştır. Geriye dönük olarak, yapılmış<br />

olan tetkiklerin sonuçları incelenerek, laboratuvar<br />

tetkiklerinin etyolojiyi aydınlatmadaki yeri<br />

değerlendirilmeye çalışılmıştır.<br />

YÖNTEM ve GEREÇLER<br />

Hasta grubu ve parametreler<br />

Kurumumuz acil servisine, 2015 Ocak-<br />

2015 Haziran tarihleri arasında epistaksis nedeniyle<br />

başvuran hastalar çalışmaya dahil edildi<br />

ve bu hastaların dosyaları retrospektif olarak<br />

incelendi. 18 yaş ve üstü hastalar çalışmaya<br />

alındı. Travma nedenli epistaksis olan olgular<br />

çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların yaşı, cinsiyeti,<br />

eşlik eden ve kanamaya yatkınlık oluşturabilecek<br />

hastalıkları, kanamayla ilişkili ilaç<br />

kullanımları, vital bulguları ve laboratuvar tetkikleri<br />

geriye dönük olarak dosya kayıtlarından<br />

incelendi. Hemoglobin (Hg), hematokrit (Hct),<br />

eritrosit dağılım genişliği (RDW), trombosit<br />

sayısı (PLT), ortalama trombosit hacmi (MPV),<br />

protrombin zamanı (PT), aktive parsiyel tromboplastin<br />

zamanı (aPPT) ve uluslararası düzeltme<br />

oranı (INR) değerleri incelendi. Hasta dosyalarına<br />

bakılarak başvuru anındaki kan basıncı<br />

140/90 mmHg ve üstü olan olgular hipertansif<br />

olarak sınıflandırıldı (8). Geliş anında hipertansif<br />

saptanan bu hastalar kronik HT tanısı olan<br />

hastalardan ayrı olarak değerlendirildi.<br />

İstatistiki analiz<br />

Verilerin istatistiksel açıdan değerlendirilmesinde,<br />

bilgisayar ortamında IBM Statistics<br />

20.0 (SPSS) istatistik paket programı kullanıldı.<br />

Sürekli değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu<br />

Kolmogorov-Smirnov testi ile ölçüldü.<br />

İstatistiksel değerlendirilmelerde normal<br />

dağılım gösteren sürekli değişkenlerin grup<br />

ortalamalarının karşılaştırılmasında Bağımsız<br />

t-testi kullanıldı. Kategorik değişkenlerin istatistiksel<br />

değerlendirmesinde ise Ki-Kare testi<br />

kullanıldı. Sürekli değişkenler için tanımlayıcı<br />

istatistik olarak ortalama ve standart sapma<br />

verilirken, kategorik değişkenler için yüzde ve<br />

sıklık (frekans) değerleri verildi. Sürekli değişkenler<br />

arasındaki ilişki Pearson korelasyon katsayısı<br />

ile incelendi.<br />

BULGULAR<br />

Belirtilen tarihler arasında kliniğimize<br />

başvuran 100 hasta çalışmaya alındı. Hastaların<br />

48’i kadın, 52’si erkekti (p>0.05). Yaş<br />

ortalamaları 58,22±16,76 olarak hesaplandı.<br />

Hastaların eşlik eden kronik hastalıkları ile ilaç<br />

kullanımları Tablo 1’de özetlendi.<br />

Olguların ortalama sistolik kan basıncı<br />

(SKB) 147±31,39, ortalama diyastolik kan basıncı<br />

(DBK) 88,38±20,12 şeklinde hesaplandı.<br />

İncelenen laboratuvar parametrelerinin normal<br />

referans aralıkları, ortalamaları ve standart<br />

sapmaları (SS) cinsiyetlere göre düzenlenerek<br />

Tablo 2’de gösterildi.<br />

Tablo 1: Eşlik eden hastalıklar ve ilaç kullanımları.<br />

Hastalık N %<br />

Kronik HT<br />

DM<br />

KBY<br />

Malignite<br />

Glanzman<br />

Warfarin Kullanımı<br />

ASA Kullanımı<br />

Yok 59 59,0<br />

Var 41 41,0<br />

Yok 84 84,0<br />

Var 16 16,0<br />

Yok 97 97,0<br />

Var 3 3,0<br />

Yok 94 94,0<br />

Var 6 6,0<br />

Yok 99 99,0<br />

Var 1 1,0<br />

Yok 89 89,0<br />

Var 11 11,0<br />

Yok 74 74,0<br />

Var 26 26,0<br />

Yok 95 95,0<br />

Klopidogrel Kullanımı<br />

Var 5 5,0<br />

HT: hipertansiyon, DM: diyabetes mellitus, KBY: kronik böbrek<br />

yetmezliği, ASA: asetil salisilik asit.<br />

- 90 -


Sinem Doğruyol ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):89-94 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.709<br />

Tablo 2: Eşlik eden hastalıklar ve ilaç kullanımları.<br />

Normal aralık Ortalama (Kadın) SS (Kadın) Ortalama (Erkek) SS (Erkek)<br />

Hg (g/dl) 11,5-16,5 12,10 1,97 13,65 2,59<br />

Hct (%) 35,0-55,0 35,73 5,81 40,45 7,71<br />

RDW (%) 11,0-16,0 14,12 4,05 14,98 3,59<br />

PLT (10³/µl) 100-400 216,21 91,17 194,42 81,48<br />

MPV (fl) 8,0-11,0 9,62 2,38 8,91 1,54<br />

PT (sn) 11,7-17,3 16,51 7,59 15,08 4,08<br />

aPTT (sn) 25-39 29,69 7,43 29,44 4,16<br />

INR 0,8-1,2 1,40 0,90 1,20 0,38<br />

Hb: hemoglobin, Hct: hematokrit, RDW: eritrosit dağılım genişliği, PLT: trombosit sayısı, MPV: ortalama trombosit hacmi, PT: protrombin zamanı,<br />

aPPT: aktive parsiyel tromboplastin zamanı, INR: Uluslararası Düzeltme Oranı, SS: standart sapma.<br />

Tablo 3: Eşlik eden hastalıklara göre laboratuvar parametrelerinin ortalama değerleri.<br />

HT DM Malignite<br />

Ortalama ± SS Ortalama ± SS Ortalama ± SS<br />

Hg (g/dl) 13,20 ± 1,96 12,66 ± 2,09 10,71 ± 2,37<br />

Hct (%) 39,43 ± 5,72 37,77 ± 6,56 30,68 ± 7,08<br />

RDW (%) 13,76 ± 2,26 14,22 ± 2,49 17,20 ± 2,45<br />

PLT (10³/µl) 228,29 ± 69,55 222,38 ± 87,19 40,33 ± 45,78<br />

MPV (fl) 9,21 ± 2,19 8,89 ± 1,36 8,95 ± 1,22<br />

PT (sn) 15,55 ± 7,13 15,51 ± 4,77 16,32 ± 1,47<br />

aPTT (sn) 28,89 ± 7,36 28,30 ± 1,36 27,28 ± 4,21<br />

INR 1,26 ± 0,745 1,22 ± 0,38 1,37 ± 0,20<br />

HT: hipertansiyon, DM: diyabetes mellitus, Hb: hemoglobin, Hct: hematokrit, RDW: eritrosit dağılım genişliği, PLT: trombosit sayısı, MPV: ortalama<br />

trombosit hacmi, PT: protrombin zamanı, aPPT: aktive parsiyel tromboplastin zamanı, INR: Uluslararası Düzeltme Oranı, SS: standart sapma.<br />

Tablo 4: Olguların laboratuvar parametrelerinin referans aralığına göre dağılımları.<br />

Hg (g/dl)<br />

Hct (%)<br />

RDW (%)<br />

PLT (10³/µl)<br />

MPV (fl)<br />

PT (sn)<br />

aPTT (sn)<br />

INR<br />

- 91 -<br />

N %<br />

Normal Aralığın Altı 24,0 24,0<br />

Normal Aralık 73,0 73,0<br />

Normal Aralığın Üstü 3,0 3,0<br />

Normal Aralığın Altı 29,0 29,0<br />

Normal Aralık 70,0 70,0<br />

Normal Aralığın Üstü 1,0 1,0<br />

Normal Aralığın Altı 10,0 10,0<br />

Normal Aralık 67,0 67,0<br />

Normal Aralığın Üstü 23,0 23,0<br />

Normal Aralığın Altı 12,0 12,0<br />

Normal Aralık 86,0 86,0<br />

Normal Aralığın Üstü 2,0 2,0<br />

Normal Aralığın Altı 25,0 25,0<br />

Normal Aralık 61,0 61,0<br />

Normal Aralığın Üstü 14,0 14,0<br />

Normal Aralığın Altı 1,0 1,0<br />

Normal Aralık 83,0 83,0<br />

Normal Aralığın Üstü 16,0 16,0<br />

Normal Aralığın Altı 15,0 15,0<br />

Normal Aralık 78,0 78,0<br />

Normal Aralığın Üstü 7,0 7,0<br />

Normal Aralığın Altı - -<br />

Normal Aralık 75,0 75,0<br />

Normal Aralığın Üstü 25,0 25,0<br />

Hb: hemoglobin, Hct: hematokrit, RDW: eritrosit dağılım genişliği, PLT: trombosit sayısı, MPV: ortalama trombosit hacmi, PT: protrombin zamanı,<br />

aPPT: aktive parsiyel tromboplastin zamanı, INR: Uluslararası Düzeltme Oranı


Sinem Doğruyol ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):89-94 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.709<br />

Tablo 5: İlaç kullanımına göre laboratuvar parametrelerinin dağılım aralıkları.<br />

Warfarin sodyum ASA Klopidogrel<br />

Yok (%) Var (%) Yok (%) Var (%) Yok (%) Var (%)<br />

Normal Aralığın Altı 87,5% 12,5% 75,0% 25,0% 95,8% 4,2%<br />

Hg (g/dl)<br />

Normal Aralık 89,0% 11,0% 72,6% 27,4% 94,5% 5,5%<br />

Normal Aralığın Üstü 100,0% ,0% 100,0% ,0% 100,0% ,0%<br />

Normal Aralığın Altı 89,7% 10,3% 75,9% 24,1% 96,6% 3,4%<br />

Hct (%)<br />

Normal Aralık 88,6% 11,4% 72,9% 27,1% 94,3% 5,7%<br />

Normal Aralığın Üstü 100,0% ,0% 100,0% ,0% 100,0% ,0%<br />

Normal Aralığın Altı 70,0% 30,0% 60,0% 40,0% 90,0% 10,0%<br />

RDW (%)<br />

Normal Aralık 92,5% 7,5% 74,6% 25,4% 94,0% 6,0%<br />

Normal Aralığın Üstü 87,0% 13,0% 78,3% 21,7% 100,0% ,0%<br />

Normal Aralığın Altı 91,7% 8,3% 75,0% 25,0% 100,0% ,0%<br />

PLT(10³/µl)<br />

Normal Aralık 88,4% 11,6% 74,4% 25,6% 94,2% 5,8%<br />

Normal Aralığın Üstü 100,0% ,0% 50,0% 50,0% 100,0% ,0%<br />

Normal Aralığın Altı 92,0% 8,0% 80,0% 20,0% 100,0% ,0%<br />

MPV (fl)<br />

Normal Aralık 90,2% 9,8% 75,4% 24,6% 93,4% 6,6%<br />

Normal Aralığın Üstü 78,6% 21,4% 57,1% 42,9% 92,9% 7,1%<br />

Normal Aralığın Altı 100,0% ,0% 100,0% ,0% 100,0% ,0%<br />

PT (sn)<br />

Normal Aralık<br />

Normal Aralığın Üstü<br />

96,4%<br />

50,0%<br />

3,6%<br />

50,0%<br />

74,7%<br />

68,8%<br />

25,3%<br />

31,3%<br />

94,0%<br />

100,0%<br />

6,0%<br />

,0%<br />

Normal Aralığın Altı 86,7% 13,3% 66,7% 33,3% 100,0% ,0%<br />

aPTT (sn)<br />

Normal Aralık 94,9% 5,1% 76,9% 23,1% 93,6% 6,4%<br />

Normal Aralığın Üstü 28,6% 71,4% 57,1% 42,9% 100,0% ,0%<br />

Normal Aralık 97,3% 2,7% 72,0% 28,0% 93,3% 6,7%<br />

INR<br />

Normal Aralığın Üstü 64,0% 36,0% 80,0% 20,0% 100,0% ,0%<br />

Hb: hemoglobin, Hct: hematokrit, RDW: eritrosit dağılım genişliği, PLT: trombosit sayısı, MPV: ortalama trombosit hacmi, PT: protrombin zamanı,<br />

aPPT: aktive parsiyel tromboplastin zamanı, INR: Uluslararası Düzeltme Oranı, ASA: asetil salisilik asit<br />

Geliş anında hipertansif olan olgularla,<br />

hipertansif olmayan olguların yaş ortalamaları<br />

arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu<br />

(p0.05). Kadın olgulardan,<br />

21’inde (%43,8) kronik HT, 10’unda (%20,8)<br />

diyabetes mellitus (DM), 1’inde (%2,1) kronik<br />

böbrek yetmezliği (KBY), 2’sinde (%4,2) malignite<br />

öyküsü mevcuttu. Erkek olgulara bakıldığında<br />

20 olguda (%38,5) kronik HT, 6 olguda<br />

(%11,5) DM, 2 olguda (%3,8) KBY, 4 olguda<br />

(%7,7) malignite ve 1 olguda (%1,9) Glanzman<br />

hastalığı birlikteliği izlendi. Komorbit hastalıklara<br />

göre laboratuvar parametrelerinin ortalama<br />

ve standart sapmaları Tablo 3’te gösterildi.<br />

Tüm olguların laboratuvar parametreleri;<br />

normal aralıkta olanlar, normal aralığın<br />

üstünde olanlar ve normal aralığında altında<br />

olanlar olmak üzere ayrı ayrı değerlendirildi.<br />

Bu değerler olgu sayısına göre frekansları verilerek<br />

Tablo 4’te gösterildi. Eşlik eden hastalıklar<br />

açısından bakıldığında, malignitesi olan<br />

olgular ile olmayanların hemoglobin düzeyleri<br />

arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık<br />

saptandı (p=0.041). Malignitesi olanların<br />

%66,7’sinde hemoglobin düzeyleri normalin<br />

altında iken, malignitesi olmayanların sadece<br />

%21,3’ünde hemoglobin düzeyi normalin<br />

altında bulundu. Diğer komorbit hastalıklar<br />

ile olguların hemoglobin değerleri arasında<br />

anlamlı ilişki bulunmadı (p>0.05). INR değerleri<br />

açısından bakıldığında, kronik HT tanısı<br />

olanların %14,6’sında INR değeri normal<br />

aralığın üstünde, olmayanların %32,2’sinde<br />

INR değeri normal aralığın üstünde izlendi.<br />

Bu ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulundu<br />

(p=0.046). Malignitesi olanlar ile olmayanların<br />

INR değerlerine bakıldığında da istatistiksel<br />

açıdan anlamlı farklılık saptandı (p=0.03).<br />

Malignitesi olanların %83,3’ünde INR değeri<br />

normal aralığın üstünde iken, olmayanların<br />

sadece %21,3’ünde INR değeri normal aralığın<br />

üstünde hesaplandı. Diğer laboratuvar<br />

parametreleri ile eşlik eden hastalıklar arasında<br />

anlamlı ilişki izlenmedi. İlaç kullanımı<br />

ile olguların laboratuvar parametrelerinin<br />

referans aralık dağılımlarını gösteren veriler<br />

Tablo 5’te verilmiştir. Kronik HT tanısı olan<br />

41 hastanın 33’ü geliş anında hipertansif olarak<br />

saptandı. Bu hastaların da yalnızca 4’ünün<br />

- 92 -


Sinem Doğruyol ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):89-94 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.709<br />

INR değerinin normal aralığın üzerinde olduğu<br />

görüldü. INR değeri yüksek saptanan bu 4<br />

olgudan yalnızca birinde, durumu açıklayan<br />

warfarin sodyum kullanımı olduğu izlendi.<br />

Hem kronik HT tanısı olan hem de acile geliş<br />

anında hipertansif olarak saptanan bu 33 olgu<br />

ile INR yüksekliği arasında istatistiksel olarak<br />

anlamlı ilişki saptandı (p=0.022).<br />

TARTIŞMA<br />

Epistaksis, kulak burun boğaz acillerinin<br />

önemli bir kısmını oluşturmakta ve günlük<br />

pratiğimizde de sık sık karşımıza çıkmaktadır.<br />

Her yaş grubunda karşılaşabileceğimiz bu tablo<br />

6. dekatta daha sık görülmektedir (9). Bizim<br />

çalışmamızda da literatürle benzer şekilde<br />

ortalama yaş 58,22±16,76 olarak tespit edildi.<br />

Erkek olgularda burun kanamasının daha sık<br />

görüldüğünü bildiren literatürden farklı olarak,<br />

cinsiyetlere göre dağılım sıklığı benzer<br />

bulundu (4).<br />

Meta-analiz çalışmaları, HT ve kardiyovasküler<br />

hastalıkların epistaksiste en sık<br />

görülen etyolojik faktörler olduğunu bildirmektedir<br />

(10). Kronik HT, burun damar yapılarındaki<br />

aterosklerotik değişiklikleri arttırarak<br />

kanamaya yatkınlık oluşturmaktadır (11).<br />

Bu nedenle başvuru anındaki akut hipertansif<br />

durumun yanı sıra, HT’nin kronik etkisi de<br />

damar duvarını kırılgan ve kanamaya yatkın<br />

hale getirmektedir. Bizim çalışmamızda da<br />

olguların %41’inin bilinen HT tanısı mevcut<br />

olup, %47’sinin ise başvuru anında hipertansif<br />

olduğu görüldü. Eşlik eden diğer durumlara<br />

oranla kronik HT’nin bu kadar ön planda<br />

olmasını, bu çalışmadaki olguların yaş ortalamasının<br />

yüksek olmasına bağlayabiliriz. Ayrıca<br />

literatür ile uyumlu olarak, çalışmamızdaki<br />

olgular kendi arasında incelendiğinde de hipertansif<br />

olma durumu ile hastaların yaş ortalamaları<br />

arasında istatistiksel olarak anlamlı<br />

fark izlendi (8). Kronik HT tanısı olan ve acile<br />

başvuru anında da hipertansif olarak saptanan<br />

hastaların INR değerleri çok küçük bir grup<br />

hastada yüksek olarak bulundu. Bu hastaların<br />

büyük bir çoğunluğunda epistaksis etyolojisi<br />

hipertansif olma durumu ile açıklanabilmekteydi.<br />

Yine bu hastaların hemen hiçbirinde<br />

INR değerlerinin yüksek saptanmaması, etyoloji<br />

tespitinde anamnezin ve vital bulguların<br />

laboratuvar tetkiklerinden daha belirleyici<br />

olduğunu göstermektedir. Epistaksisli çoğu<br />

olguda etyoloji net belirlenemediği için pek<br />

çok olgu idiopatik kabul edilmektedir. Ancak<br />

karaciğer yetmezliği, neoplazi gibi kanamaya<br />

yatkınlık oluşturan hastalıkları olan ve aynı<br />

şekilde ilaç kullanımı olan olgularda etyoloji<br />

daha belirgin olarak anlaşılabilir (9).<br />

- 93 -<br />

Çalışmadaki 100 olgunun 6’sında çeşitli<br />

neoplazik hastalıklar, 3’ünde KBY, 1’inde<br />

Glanzman hastalığı olduğu görülürken, hiçbirinde<br />

karaciğer yetmezliği öyküsü tespit edilmedi.<br />

Ayrıca hastaların bir kısmında kanamayla<br />

ilişkili olabilecek warfarin sodyum, asetil<br />

salisilik asit (ASA) ve klopidogrel kullanım<br />

öyküsü olduğu görüldü. Çalışmamızdaki olguların<br />

laboratuvar parametrelerine bakıldığında,<br />

INR değerleri dışında tüm parametrelerin<br />

normal referans aralığında olduğu izlendi. Ortalama<br />

INR değerinin normal aralığında üzerinde<br />

saptanmasını, olguların yaş ortalamasının<br />

fazla olması ve buna bağlı olarak da eşlik<br />

eden ilaç kullanımı ve kanamaya yatkınlık<br />

oluşturan hastalık birlikteliğinin artmış olmasına<br />

bağlamaktayız. Tüm olguların %25’inde<br />

INR normal aralığın üstünde saptanırken; kronik<br />

HT, geliş anında yüksek tansiyon ve INR<br />

yüksekliğinin birlikteliği %4 hastada izlendi.<br />

Bizim çalışmamızda elde edilen önemli<br />

sonuçlardan biri de neoplastik hastalık öyküsü<br />

olan hasta grubunda, düşük hemoglobin<br />

ve yüksek INR değerlerinin istatistiksel<br />

olarak anlamlı bulunmuş olmasıdır (12, 13).<br />

Yine çalışmamızda olguların burun kanaması<br />

ile MPV ve RDW değerleri arasında anlamlı<br />

bir ilişki bulunmadı. Bu durum, Özgür Kemal<br />

ve arkadaşlarının epistaksiste MPV ve RDW<br />

değerlerini araştıran ve MPV yüksekliğini anlamlı<br />

bulan çalışması ile farklılık göstermektedir<br />

(14).<br />

Kısıtlılıklar<br />

Olgular 6 aylık bir döneme ait hastane<br />

kayıt sisteminden derlenmiş olup, daha uzun<br />

bir süre ve farklı hastanelerin arşivlerinin incelenmesi<br />

daha geniş bir hasta verisine ulaşmayı<br />

sağlayabilir. Verilerinde eksiklik olan<br />

olgular çalışma dışı bırakıldığından, aynı çalışma<br />

prospektif olarak dizayn edildiğinde bu<br />

veri eksikliğinin önüne geçilebileceğini düşünmekteyiz.<br />

SONUÇ<br />

Tek başına tansiyon yüksekliği ister akut ister<br />

kronik olsun, epistaksis etyolojisini açıklamakta<br />

çoğu olguda yeterlidir. Bu nedenle,<br />

kronik HT tanısı olan ve aynı zamanda acil<br />

servise geliş anında hipertansif olarak saptanan<br />

hastalarda, epistaksis etyolojisini belirlemek<br />

için ek laboratuvar tetkikine gerek olmayabilir.<br />

Daha geniş popülasyonlarla çalışmalar<br />

yapılarak hangi hastalardan ne tür tetkikler<br />

isteneceğine dair kriterlerin belirlenmesinin,<br />

epistaksis yaklaşımımızı daha standart hale<br />

getireceğini düşünmekteyiz.


Sinem Doğruyol ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):89-94 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.709<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Varshney S, Saxena RK. Epistaxis: a retrospective clinical<br />

study. Indian Journal of Otolaryngology, Head Neck Surgery<br />

2005;57:125-12.<br />

2. Tan LK, Calhoun KH. Epistaksis. Med Clin North Am<br />

1999;83:43-56.<br />

3. Barnes ML, Spielmann PM, White PS. Epistaxis: a contemporary<br />

evidence based approach. Otolaryngol Clin North<br />

Am 2012;45(5):1005-17.<br />

4. Gilyoma JM, Chalya PL. Etiological profile and treatment<br />

outcome of epistaxis at a tertiary care hospital in Northwestern<br />

Tanzania: a prospective review of 104 cases. BMC Ear<br />

Nose Throat Disord 2011;5:11-8.<br />

5. Ömür M. Epistaxis. Turkish Journal of Family Practice<br />

1997; 1(3):139-142.<br />

6. Ciaran SH, Owain H. Update on management of epistaxis.<br />

The West London Medical Journal 2009; 1:33-41.<br />

7. Özgür A, Birinci M, Coskun ZÖ, Terzi, Erdivanli ÖÇ,<br />

Demirci M, Dursun E. A Cross-Sectional Study of Epistaxis:<br />

Etiologic and Clinical Characteristics. J Clin Anal Med<br />

2016;7(6):804-806.<br />

8. James PA, Oparil S, Carter BL, Cushman WC, Dennison-Himmelfarb<br />

C, Handler J, et al. Evidence-Based Guideline<br />

for the Management of High Blood Pressure in Adults. JAMA<br />

2014;311(5):507-520.<br />

9. Varshney S, Saxena RK. Epistaxis: a retrospective clinical<br />

study. Indian Journal of Otolaryngology, Head Neck Surgery<br />

2005;57:125-129.<br />

10. Kikidis D, Tsioufis K, Papanikolaou V, Zerva K, Hantzakos<br />

A. Is epistaxis associated with arterial hypertension? A<br />

systematic review of the literature. Eur Arch Otorhinolaryngol<br />

2014;271(2):237-43.<br />

11. Abrich V, Brozek A, Boyle TR, Chyou P, Yale SH. Risk<br />

factors for recurrent spontaneous epistaxis. Mayo Clin Proc<br />

2014; 89:1636–1643.<br />

12. Nalbant S, Karan MA. İç Hastalıkları Uzmanının Anemiye<br />

Yaklaşımı Rehberi. İç Hastalıkları Dergisi 2010;7: 7-15.<br />

13. Koçak S, Ertekin B, Polat M, Girişgin S, Kara H.<br />

Onkolojik Hastaların Acil Servise Başvuru Nedenleri. Sakarya<br />

Tıp Dergisi 2012; 2(1): 16-20.<br />

14. Kemal O, Müderris T, Sevil E, Kutlar G. Relation of<br />

mean platelet volume and red blood cell distribution width with<br />

epistaxis. The Laryngoscope 2014;125(4):788-790.<br />

- 94 -


Serdar Özdemir ve Gökhan Aksel<br />

Olgu Sunumu<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):95-96 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.647<br />

Clay Shoveler Kırığı: Olgu Sunumu<br />

Clay Shoveler’s Fracture: Case Report<br />

Serdar ÖZDEMİR 1 , Gökhan AKSEL 1<br />

1. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tıp Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Clay Shoveler kırığı daha çok alt servikal vertebralar<br />

ve üst torakal vertebralar seviyesinde görülen spinöz<br />

proçes kırığıdır. En yaygın semptomu ağrıdır. Tedavide<br />

4 hafta boynun immobilizasyonu (boyunluk kullanma),<br />

ağrı kontrolü için analjezikler önerilmektedir. Biz bu<br />

olgu sunumunda travma sonrası meydana gelen Clay<br />

Shoveler kırığı olgusunu görseli ile beraber sunmayı<br />

amaçladık.<br />

Anahtar kelimeler: clay shoveler kırığı; servikal vertebra<br />

kırığı; vertebra kırığı<br />

SUMMARY<br />

The Clay Shoveler fracture is the fracture of the<br />

spinous process which is seen in the lower cervical vertebrae<br />

and upper thoracic vertebrae. The most common<br />

symptom is pain. Treatment includes immobilization for<br />

4 weeks (using a collar), analgesics for pain control. In<br />

this case report, we aimed to present a case of the Clay<br />

Shoveler fracture that occurred after trauma with images.<br />

OLGU<br />

53 yaşında erkek hasta yaklaşık 1,5 metre<br />

yükseklikteki ağaçtan düşme şikâyeti ile kliniğimize<br />

başvurdu. Hastanın başvurusunda<br />

vital parametreleri tansiyon arteriyel 119/71<br />

mmHg, nabız 71/dk, spO 2 %98 olarak değerlendirildi.<br />

Alınan anamnezden özgeçmişinde<br />

hastalık, ilaç kullanma ve alerji öyküsünün<br />

olmadığı öğrenildi. Yapılan fizik muayenede<br />

alt servikal ve üst torakal vertebra seviyesinde<br />

orta hatta hassasiyet ve şişlik izlendi. Batın ve<br />

toraks muayenesinde özellik yoktu. Nörolojik<br />

defisit tespit edilmedi. Hastaya boyunluk<br />

takıldı. Yapılan spinal bilgisayarlı tomografi<br />

görüntülemesinde C7 vertebra spinöz proçeste<br />

fraktür izlendi. Manyetik rezonans görüntülemede<br />

ligament hasarı izlenmedi. Hastaya ağrı<br />

kontrolü sağlandıktan sonra boyunluk kullanması<br />

önerilerek taburcu edildi.<br />

Keywords: clay shoveler fracture; cervical vertebra<br />

fracture; vertebra fracture<br />

GİRİŞ<br />

Clay Shoveler kırığı ismini kürek işçilerinden<br />

alan daha çok alt servikal vertebralarda<br />

ve üst torakal vertebralar seviyesinde görülen<br />

spinöz proçes kırığıdır. Kırığın mekanizması<br />

genellikle rölatif olarak uzun olan spinöz proçeslere<br />

tutunan muskulus trapezius, rhomboid<br />

minör grubu kaslar ve ligamentum nuchae’nin<br />

gerilmesi sonucu spinöz proçeste kopma ve ilgili<br />

alana travmadır. Kırık genellikle C7 veT1<br />

vertebralarında meydana gelmektedir. Geçmişte<br />

ağır işlerde çalışan işçilerde rapor edilen<br />

kırıklar günümüzde spor yaralanmaları sonrasında<br />

rapor edilmektedir (1). Biz bu olgu sunumunda<br />

travma sonrası meydana gelen Clay<br />

Shoveler kırığı olgusunu görseli ile beraber<br />

sunmayı amaçladık.<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Serdar ÖZDEMİR<br />

Yazışma Adresi: Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tıp<br />

Kliniği, Ümraniye, İstanbul<br />

Tel: +90 (505) 267 32 92<br />

E-Posta: serdar.ozdemir@ueh.gov.tr<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 23.01.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 14.04.<strong>2017</strong> Şekil - 1<br />

- 95 -


Serdar Özdemir ve Gökhan Aksel<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):95-96 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.647<br />

Şekil - 2<br />

TARTIŞMA<br />

Clay Shoveler kırığı üst torasik vertebra<br />

ve servikal alt vertebraların spinöz proçeslerin<br />

kırığıdır. Literatürde yirminci yüzyılın başlarında<br />

İngiliz kanal kazıcılarında, Fransız toprak<br />

işçilerinde ve alman işçi emeklilerinde değişik<br />

isimlerle bildirilmiştir (1). 1940 yılında McKellar<br />

yaptığı çalışmada özellikle kürek ile çalışan<br />

işçilerde bu kırık tipini tanımlaması üzerine<br />

alt servikal ve üst torakal vertebranın spinöz<br />

proçes kırıkları Clay Shoveler kırığı olarak anılmıştır<br />

(2). O dönemlerde daha çok ağır işlerde<br />

çalışan işçilerde görülürken sanayi devrimi ile<br />

bu iş sektörlerinin azalmasıyla birlikte spor yaralanmalarında,<br />

nakil sonrası steroid kullanan<br />

hastalarda ve travma sonrası görülmeye başlanmıştır<br />

(3). Servikal ve torakal vertebraların<br />

spinöz proçesleri içersinde en fazla etkilenen<br />

C7 ve T1 vertebralarının spinöz proçesleridir.<br />

Vakaların %25’inde birden fazla seviyede kırık<br />

hattı izlenmektedir (4). Bu iki vertebranın spinöz<br />

proçeslerinin rölatif uzunluğu ve eğimleri<br />

sebebiyle diğer vertebraların spinöz proçeslerine<br />

nispeten travmaya daha açıktır. Travmada<br />

aşırı hiperektensiyon veya trapezius ve rhomboid<br />

minör kas gruplarının ani kuvvetli kasılmaları<br />

kırıklara neden olmaktadır (1, 4). Bizim<br />

olgumuzda da düşme sırasında başın hiperektensiyonu<br />

mekanizması mevcuttu. İzole spinöz<br />

proçes kırığının en yaygın semptomu ağrıdır (1,<br />

4, 5). Ağrı genellikle keskin, iki omuz arasında<br />

omurga orta hattan başlayarak boyna ve kollara<br />

yayılan karakterdedir (4, 5). Hastalar genellikle<br />

intrakapsüler hareketi azaltmak için boynu hafif<br />

eğik, omuzları yukarda tutma eğilimindedir.<br />

Boyun ve omuz hareketleri genellikle ağrılıdır.<br />

Eşlik eden vertebra yaralanmalarına bağlı nörolojik<br />

defisit görülebilir (5). Anteroposterior<br />

direkt grafilerde orta hatta kırık seviyesinde çift<br />

gölgelenme izlenebilir. Yine sağlam vertebralar<br />

sevisinde spinöz proçesler üçgen yapıda izlenirken<br />

kırık hattının olduğu seviyede bu yapı<br />

bozulmuştur. Lateralden çekilen direkt grafilerde<br />

ise kırık hattı izlenebilir.<br />

- 96 -<br />

Her ne kadar direkt grafi genellikle tanı<br />

koymak için yeterli olsa da hastalarda eşlik<br />

eden kemik ve yumuşak doku yaralanmalarına<br />

tanı koyabilmek için bilgisayarlı tomografi veya<br />

manyetik rezonans görüntülemelerine başvurmak<br />

gerekmektedir (1, 4, 6). Yine bu hastaların<br />

ağrıları sebebiyle omuzlarını yukarda tutmaları<br />

lateral grafilerde alt servikal vertebraların görüntülemesini<br />

sınırlamaktadır. Bu sebeple pek<br />

çok klinik bizim kliniğimizde olduğu gibi yüksek<br />

enerjili travmalarda görüntüleme yöntemi<br />

olarak öncelikli olarak bilgisayarlı tomografiye<br />

başvurmaktadır (6). McKellar çalışmasında<br />

tedavide kırık parçaların cerrahi rezeksiyonunu<br />

önermekteydi (2). Ancak günümüzde Clay<br />

Shoveler kırıkları stabil kabul edilmekte ve<br />

konservatif yaklaşımlar tercih edilmektedir (1,<br />

5, 7, 8). Konservatif tedavide 4 hafta boynun<br />

immobilizasyonu (boyunluk kullanma), ağrı<br />

kontrolü için analjezikler önerilmektedir. Hastaların<br />

normal hayatlarına dönmeleri 3 haftadan<br />

4 aya kadar değişen aralıkta sağlanabilmektedir.<br />

Ağrı kontrolünün sağlanamadığı nadir vakalarda<br />

cerrahi eksizyon gerekmektedir (4, 8).<br />

Sonuç olarak Clay Shoveler kırkları nadir<br />

görülmekle beraber tipik bulgu ve radyolojik<br />

bulguları sebebiyle acil servis hekimleri tarafından<br />

tanınmalıdır. Tedavi konservatif olmanın<br />

yanı sıra hastalarda klinik takip sonuçları<br />

oldukça iyidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. de Boer JP, van Wulfften Palthe AF, Stadhouder A, Bloemers<br />

FW. The Clay Shoveler’s Fracture: A Case Report and<br />

Review of the Literature. The Journal of Emergency Medicine,<br />

Vol. 51, No. 3, pp. 292–297, 2016.<br />

2. McKellar H. Clay-shoveler’s fracture. J Bone Joint Surg,<br />

12 (1940) 63–75.<br />

3. Iftach H, Gideon M, Eran D, David M, Meir N. Clay<br />

shoveler’s fracture in a volleyball player. Phys Sportsmed, 33<br />

(2005)38–42<br />

4. Umredkar A, Sura S, Mohindra S.Multiple contiguous<br />

isolated spinous process fracture (Clay-Shoveler’s fracture) of<br />

the cervicodorsal spine. Neurol India, 59 (2011)788–789<br />

5. Kaloostian PE, Kim JE, Calabresi PA, Bydon A, Witham<br />

T. Clay-shoveler’s fracture during indoor rock climbing. Orthopedics.<br />

2013 Mar;36(3):e381-3.<br />

6. Lin JT, Lee JL, Lee ST. Evaluation of occult cervical<br />

spine fractures on radiographs and CT. Emerg Radiol. 2003<br />

Dec;10(3):128-34<br />

7. Solaroğlu I, Kaptanoğlu E, Okutan O, Beşkonakli E.<br />

Multiple isolated spinous process fracture (Clay-shoveler’s<br />

fracture) of cervical spine: a case report. Ulus Travma Acil<br />

Cerrahi Derg. 2007 Apr;13(2):162-4.<br />

8. Unay K, Karatoprak O, Sener N, Ozkan K. A clay-shoveler’s<br />

fracture with renal transplantation and osteoporosis: a<br />

case report. Journal of medical case reports, 2008,2(1), 1.


Fatih Bilgehan Kaplan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):97-101 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.665<br />

Olgu Sunumu<br />

Retinal Arter Dal Tıkanıklığı Olgusunda Optik Koherens Tomografi ve<br />

Fundus Fluoresein Anjiografi Bulguları: Olgu Sunumu<br />

Optic Coherence Tomography and Fundus Fluorescein Angiography Findings in a Patient<br />

with Retinal Artery Branch Occlusion: A Case Report<br />

Fatih Bilgehan KAPLAN 1 , Yusuf Emre DOĞAN 1 , Ayşe YILMAZ 1<br />

Murat YAMİÇ 1 , Murat GARLI 1 , Yelda Buyru ÖZKURT 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Ünv. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

59 yaşında bayan hastada arter dal tıkanıklığı<br />

sonrasında optik koherens tomografi (OKT) ve fundus<br />

fluorescein anjiografi (FFA) bulguları değerlendirildi.<br />

OKT’de erken dönemde iç retinal katmanlarda kalınlık<br />

artışı ve hiperreflektivite, fotoreseptör tabakası ve retina<br />

pigment epitelinde ise reflektivitede azalma olduğunu<br />

görüldü. Foveolar çukurluk, foveadaki fotoreseptör<br />

tabakası ve altındaki retina pigment epitelinin normal<br />

olduğu görüldü. FFA’da arter akımında yavaşlama ve<br />

dolum defektleri görüldü. Geç dönemde tekrarlanan incelemelerde<br />

iç retinal tabakalarda atrofi gelişimi ve nöroretinal<br />

rimde incelme görüldü. OKT bulguları iskemi<br />

sonucu intrasellüler proteinlerin denaturasyonu ve yıkımı<br />

sonucu gelişen iç retinal tabakalardaki intrasellüler<br />

ödem ve geç dönemde gelişen atrofi ile uyumluluk göstermektedir.<br />

Anahtar kelimeler: retinal arter dal tıkanıklığı; optik koherens<br />

tomografi; fundus fluoresein anjiografi<br />

ABSTRACT<br />

59-years-old female patient after retinal artery<br />

branch occlusion optic coherence tomography (OCT)<br />

and fundus fluorescein angiography (FFA) findings were<br />

evaluated. OCT examination showed increased thickness<br />

and hyperreflectivity in the inner retinal layers, and decreased<br />

reflexivities in the photoreceptor layer and retinal<br />

pigment epithelium. Foveolar depression, foveal photoreceptor<br />

layer and underlying retinal pigment epithelium<br />

were normal. In FFA, slowing of arterial flow and filling<br />

defects were observed. Repeated examinations in the late<br />

period revealed atrophy in the inner retinal layers and<br />

thinnig at the neuroretinal rim. OCT findings are consistent<br />

with intracellular edema in the inner retinal layers,<br />

resulting from denaturation and destruction of ischemic<br />

intracellular proteins, and late atrophy.<br />

Keywords: retinal artery branch occlusion; optical coherence<br />

tomography; fundus fluorescein angiography<br />

GİRİŞ<br />

Retinal arter dal tıkanıklığı (RADT) damarın<br />

emboli veya aterom ile tıkanması sonucu<br />

oluşan potansiyel yıkıcı sonuçlara neden<br />

olabilen görsel hastalıktır. Tüm yaş gruplarına<br />

bakıldığında erkekler kadınlara göre 2:1 oranında<br />

daha sık etkilenmektedir. Genç hasta<br />

grubunda ise (50 yaş altı) erkek ve kadın etkilenme<br />

oranı eşittir (1). RADT hastaları tipik<br />

olarak 50 yaş üstü, etkilenen alana bağlı<br />

olarak kalıcı görme kaybı veya görme alanı<br />

defektleri olan hastalardır. Görme keskinliği<br />

eğer makuler tutulum varsa düşmüştür.<br />

Sağ gözün (%60) sol göze (%40) göre<br />

daha sık etkilenmesi kardiak veya aortik embolinin<br />

sağ karotid arter üzerinden taşınımını<br />

düşündürmektedir (2, 3). Embolizasyon retinal<br />

arter dal tıkanıklığında en sık rastlanılan<br />

nedendir (3, 4). Emboli varlığı RADT vakalarında<br />

%68’e varan oranlarda bildirilmiştir (5).<br />

Emboli başlıca kolesterol (hollenhorst<br />

plağı), trombosit-fibrin, kalsifik olmak üzere<br />

üç ana gruba ayrılır. Nadir görülen diğer emboli<br />

nedenleri tümör hücreleri, septik emboli,<br />

yağ embolisi, hematolojik problemler, sistemik<br />

vaskülitler, göz çevresi ilaç enjeksiyonu<br />

gibi sistemik nedenlerle birlikte toksoplazma,<br />

akut retinal nekrozis, drusen, peripapiller arteriyel<br />

loop gibi lokal nedenleri de içerebilir.<br />

RADT’nin etyolojisinin geniş bir yelpazeye<br />

sahip olmasından dolayı karotis doppler ultrasonografi,<br />

ekokardiyogram, tam kan sayımı<br />

ve vasküler değerlendirmeleri de içermek üzere<br />

tam medikal değerlendirme yapılmalıdır (6).<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Fatih Bilgehan KAPLAN<br />

Yazışma Adresi: Sağlık Bilimleri Ünv. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve<br />

Arş. Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği E5 Karayolu Üzeri İçerenköy -<br />

Ataşehir, 34752, İstanbul<br />

Tel: +90 (545) 894 04 53<br />

E-Posta: fthkaplan@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 14.12.2016<br />

Makalenin Kabul Tarihi: 04.01.<strong>2017</strong><br />

- 97 -<br />

RADT’de etkilenen retina alanı gelişen<br />

intrasellüler ödem nedeniyle çevreye göre<br />

daha beyaz görünmektedir. Normalde transparan<br />

olan intrasellüler proteinlerin denatürasyon<br />

ve yıkımı, intrasellüler sıvı birikimi<br />

retinanın bulutlu beyaz görünümüne neden<br />

olmaktadır (5). Optik koherens tomografi<br />

(OKT) görüntüleri RADT’de oluşan yapısal<br />

değişiklikleri anlamamıza yardımcı olabilir.


Fatih Bilgehan Kaplan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):97-101 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.665<br />

Şekil 1: Sağ göze ait fundus fotoğrafında üst temporal arter periferik bifurkasyonunda emboli, optik disk üzerinde başlayıp üst temporale<br />

uzanan alev şeklinde hemoraji ve üst temporal retinada beyazlaşma görülmektedir (1a). İlk muayeneden 2 ay sonraki fundus<br />

görüntüsünde aksonal ödem alanın kaybolduğu aynı bölgeyi besleyen damarlarda incelme geliştiği görülmektedir (1b).<br />

OLGU<br />

59 yaşında bayan hasta sağ gözde ani başlangıçlı<br />

2 saattir olan tüm alt kadranda başlayıp<br />

alt nazal kadrana yerleşen görme kaybı<br />

şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. En iyi düzeltilmiş<br />

görme keskinliği sağ gözde 20/20 sol<br />

gözde 20/20 idi. Muayenesinde sağ gözde afferent<br />

pupil defekti görüldü. Konfrontasyon yöntemi<br />

ile yapılan görme alanı testinde sağ gözde<br />

alt nazal kuadranopsi saptandı. Biyomikroskop<br />

ile yapılan ön segment muayenesi ve tonus ölçümleri<br />

her iki gözde normal olarak saptandı.<br />

Sağ göz dibi incelemesinde üst temporal arter<br />

periferik bifurkasyonunda emboli ve optik disk<br />

üzerinde başlayıp üst temporale uzanan alev<br />

şeklinde hemoraji görüldü. Retinal beyazlaşma<br />

görülmedi. Sol göz fundus muayenesi normaldi.<br />

Ertesi gün, RADT gelişiminden 16 saat<br />

sonra, yapılan muayenesinde ilk bulgularına ek<br />

olarak etkilenen alanda retinal beyazlaşma saptandı<br />

(Şekil 1).<br />

1a<br />

- 98 -<br />

1b<br />

Yapılan OKT incelemesinde sağ gözde<br />

retinal beyazlaşma olan alanda iç retinal katmanlarda<br />

kalınlık artışı ve hiperreflektivite, fotoreseptör<br />

tabakası ve retina pigment epitelinde<br />

ise reflektivitede azalma görüldü (Şekil 2a).<br />

Emboli üzerinden geçen lineer OKT kesitinde<br />

retinada emboli sınırından distale doğru uzanan<br />

gölgelenme görüldü (Şekil 3). Sağ göz foveolar<br />

çukur, fovealar fotoreseptör tabakası, altındaki<br />

retina pigment epiteli ve sol göz normaldi. OKT<br />

retinal sinir lifi tabakası (RSLT) incelemesinde<br />

sağ göz ortalama kalınlığı 93 sol göz ortalama<br />

kalınlığı 93 olarak saptandı. Her iki göz<br />

arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Fundus<br />

fluorescein anjiografi (FFA) sağ gözde üst temporal<br />

arter periferik bifurasyonunda retinal arter<br />

akımında yavaşlama ve perifere zincir şeklinde<br />

uzanan dolum defektleri görüldü (Şekil<br />

4). Humphrey görme alanı incelemesinde sağ<br />

gözde yoğun olarak alt nazal görme alanını içeren<br />

görme alanı defekti görüldü (Şekil 5). Sol<br />

göz tüm testlerde normal sınırlarda saptandı.<br />

İlk muayenesinden 10 gün sonra OKT’leri<br />

tekrarlanan hastada makula üst temporalinde<br />

ödemli görülen alanın incelerek atrofiye olmaya<br />

başladığı görüldü (Şekil 2b). Yapılan RSLT<br />

tetkikinde ise anlamlı farklılık saptanmadı.<br />

İlk muayenesinden 2 ay sonra yapılan<br />

kontrollerinde her iki gözde görme keskinliğinin<br />

20/20 olarak korunduğu sağ gözde konfrontasyonla<br />

yapılan görme alanı testinde alt<br />

nazal defektin devam ettiği saptandı. Fundus<br />

muayenesinde iskemik alandaki aksonal ödemin<br />

yerini atrofiye bıraktığı bölgedeki damarlarda<br />

incelme geliştiği görüldü. Yapılan OKT<br />

tetkiklerinde makuladan geçen radial kesitte<br />

iskemik alanda retina iç katmanlarında atrofi<br />

geliştiği görüldü. Yapılan RSLT tetkikinde ise<br />

başlangıçta 106 olan üst kuadran kalınlığının<br />

81 e düştüğü görüldü. RSLT bulgusu iskemik<br />

alandaki ganglion hücre kaybını desteklemektedir.<br />

Etyolojiye yönelik yapılan kan tetkikleri<br />

total kolesterol 255 mg/dl, LDL kolesterol 189<br />

mg/dl dışında normal; ekokardiyograsifinde sol<br />

ventrikül hipertrofisi 1. derece mitral yetmezliği;<br />

beyin Manyetik Rezonans incelemesinde<br />

de iki serebral hemisferde kortikal sulkuslar ve<br />

fissürlerin derinlikleri genişliklerinde atrofiye<br />

sekonder artış ve iskemik-gliotik alanlar; karotis<br />

dopler ultrasonografisinde bilateral karotis<br />

arter bifurkasyonunda fibrofatty plak saptandı.<br />

Hastanın uygun tedavisi ilgili birimlerce düzenlendi.


Fatih Bilgehan Kaplan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):97-101 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.665<br />

2a<br />

2b<br />

2c<br />

Şekil 2: Sağ göze ait olan OKT kesitinde makula üst temporalinde retinal beyazlaşma olan alanda gölgelenme nedeniyle dış retinal<br />

katmanların net seçilemediği görülmektedir (2a). Aynı göze ait olan OKT kesiti 10. günde çekilmiş olup retinal beyazlaşma<br />

alanında atrofiye gidişi göstermektedir (2b). 2 ay sonra çekilmiş olan OKT kesitinde aynı alanda iç katmanlarda belirgin atrofi<br />

izlenmektedir (2c).<br />

- 99 -


Fatih Bilgehan Kaplan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):97-101 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.665<br />

3<br />

Şekil 3: Üst temporal arter bifurkasyonunda emboli üzerinden geçen kesitte embolinin periferinde retinal beyazlaşma görül-mektedir.<br />

Şekil 5: Sağ göze ait Humphrey görme alanı incelemesinde alt<br />

nazal görme alanı defekti görülmektedir.<br />

TARTIŞMA<br />

4<br />

Şekil 4: Sağ göze ait FFA görüntüsünde üst temporal arterde<br />

dolma defekti, arter akımında yavaşlama ve zincir yapmış emboli<br />

parçaları görülmektedir.<br />

Retinal arter obstrüksiyonunda santral retinal<br />

arter %57, retinal arter dallar %38, silioretinal<br />

arter ise %5 oranında tutulum gösterir (7)<br />

Görsel progroz retinal arter dal tıkanıklığında diğerlerine<br />

göre daha iyidir (9).<br />

Genç hastalarda yüksek oranda eşlik eden<br />

sistemik hastalık olması retinal arter tıkanıklıklarında<br />

hayati tehlikeye neden olabilecek embolik<br />

ve hiperkoagülatif hastaları dışlamak için agresif<br />

muayene ve incelemeyi zorunlu kılmaktadır.<br />

Bizim vakamızda kardiyovasküler sistemi<br />

ilgilendiren multipl patolojiye rastlanmış<br />

ve gelecekte olabilecek komplikasyonları önlemek<br />

için ilgili birimlerle beraber tedavisi düzenlenmiştir.<br />

Retinal arter dal tıkanıklığı sonrası iç<br />

retina tabakalarındaki erken koagülatif nekroz,<br />

- 100 -


Fatih Bilgehan Kaplan ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):97-101 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.665<br />

fundus gri beyaz olarak görünen aksonlardaki<br />

intrasellüler ödeme neden olur (8). Retinal arter<br />

tıkanıklığı sonrası erken enükleasyon çok nadiren<br />

yapılması nedeniyle patolojinin akut fazındaki<br />

bulguları inceleme şansı çok azdır.<br />

1965 yılında Dahrling ganglion hücrelerinin<br />

bulutlu şişmesi ile karakterize iç retina<br />

tabakalarının diffüz ödemi olarak tanımlamıştır<br />

(9). Etkilenmiş bölgelerdeki iç retina tabakalarının<br />

artmış kalınlık ve hiperreflektivitesi<br />

ile karakterize OKT bulguları akut dönemdeki<br />

histopatolojik bulguları destekler niteliktedir.<br />

Retina içerisinde hiporeflektif kistik boşlukların<br />

görülmemesi beyazlığın retinal kapiller<br />

5 kaçağa bağlı ekstrasellüler ödem sonucu<br />

değil iskemiye bağlı olduğunu göstermektedir.<br />

Bu bulgular diğer çalışmalarda gösterilen<br />

bulgular ile de uyumludur (10, 11). Bizim olgumuzda<br />

OKT de üst temporal perifoveal alan<br />

etkilenmiş görülmesine rağmen görme keskinliği<br />

20/20 olarak kalmıştır. OKT nin en önemli<br />

avantajlarından biri de aynı OKT kesitinde<br />

RADT’den etkilenen ve normal alanları beraber<br />

göstermesi ve asimetriyi karşılaştırmaya<br />

yardımcı olmasıdır (Resim 2).<br />

Sonuç olarak OKT incelemeleri fundus<br />

muayenesi ile beraber arter dal tıkanıklığında<br />

erken dönemde gelişen iç retinal tabakalardaki<br />

intrasellüler ödem ve ilerleyen dönemdeki atrofiye<br />

ilişkin yararlı bilgiler sağlamakta ve olayın<br />

patofizyolojisine yönelik önemli ipuçları vermektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Yanoff M, Fine BS. Branch retinal artery occlusion. In: Ocularpathology,<br />

a text and atlas, 4th ed.;2008:522.<br />

2. Sanborn GE, Magargal LE. Arterial obstructive disease of<br />

the eye. In: Tasman WS, Jaegar EA, editors. Clinical ophthalmology,<br />

Philadelphia: Lippincott; 1993 (3);14:1–29.<br />

3. Mames RN, Snady-McCoy L, Guy J. Central retinal and posterior<br />

ciliary artery occlusion after particle embolization of the<br />

external carotid artery system. Ophthalmology 1991;98:527–<br />

31<br />

4. Blair NP, Shaw WE, Dunn R, et al. Limitation of retinal injury<br />

by vitreoperfusion initiated afteronset of ischemia. Arch<br />

Ophthalmol 1991;109:113–18.<br />

5. Brown GC, Magargal LE. Retinal artery occlusion and visual<br />

acuity. Ophthalmology 1982;89:14-9.<br />

6. Baharak Asefzadeh, O.D., and Kimberly Ninyo, O.D. Longitudinal<br />

analysis of retinal changes after branch retinal artery<br />

occlusion using optical coherence tomography Optometry<br />

2008;79:85-89<br />

7. Brown GC, Reber R. An unusual presentation of branch retinal<br />

artery obstruction in association with ocular neovascularization.<br />

Can J Ophthalmol. 1986; 21 (3):103-6.<br />

8. Ryan SJ, Schachat AP, Wilkinson P, Hinton DR, editors. Retina.<br />

Philadelphia: Mosby; 2006.<br />

9. Dahrling BE 2nd. The histopathology of early central retinal<br />

artery occlusion. Arch Ophthalmol. 1965;73:506-10.<br />

10. Karacorlu M, Ozdemir H, Karacorlu SA. Optical Coherence<br />

Tomography findings in branch retinal artery occlusion<br />

Eur J of Ophthalmol. 2006:352-3.<br />

11. Falkenberry SM, Ip MS, Blodi BA, Gunther JB. Optical<br />

coherence tomography findings in central retinal artery occlusion.<br />

Ophthalmic Surg Lasers Imaging. 2006;37 (6):502-5.<br />

- 101 -


Mustafa Aldağ ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):102-104 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.677<br />

Olgu Sunumu<br />

Damar Yaralanması Sonrası Derin Metabolik Asidoz (Ph:6.61) ve Sağkalım<br />

Profound Metabolic Asidosis (Ph:6.61) After Vascular Injury and Recovery<br />

Emine Şeyma Denli YALVAÇ 1 ,<br />

Mustafa ALDAĞ 1 , Cemal KOCAASLAN 1 , Sıdıka GÜRSEL 1 , Ebuzer AYDIN 1<br />

1. İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Metabolik asidoz, kanda bikarbonat konsantrasyonunda<br />

azalmaya neden olan, vücut tamponlarının<br />

birincil tüketimi ile karakterize bir asit-baz<br />

bozukluğudur. Bu olguda delici kesici alet yaralanma<br />

sebebiyle acil servise başvuran ve hemorajik<br />

şok gelişen 16 yaşındaki erkek hastanın, operasyon<br />

sırasında yaşamla bağdaşmayan derin metabolik<br />

asidoz (Ph=6.61) sonrası sağkalınımını ortaya koymaya<br />

amaçladık.<br />

16 yaşındaki erkek hasta delici kesici alet yaralanması<br />

sebebiyle acil servise başvurdu. Hastanın<br />

şuuru konfüze, hipotansif (40/20 mmHg) ve taşikardikti<br />

(145/dk). Hastanın aktif kanaması yoktu.<br />

Sağ alt ekstremitede uyluk posteriorunda yaklaşık 3<br />

cm çapında açık yarası mevcuttu. Bilateral alt ekstremite<br />

nabızları elle alınamamaktaydı. Herhangi<br />

bir darp veya baska delici kesici alet yaralanması<br />

insizyonu olmayan hasta acilen entübe edilerek<br />

ameliyathaneye alındı. Per-operatif hastanın laboratuvar<br />

değerleri: Hemotokrit %17, hemoglobin 6<br />

mg/dL, lökosit 22800 mm 3 , pH: 6.61, PaCO2 44.5<br />

mmHg, PaO2 352 mmHg, HgHCO3: 3,8 mmol/L,<br />

BE: -31 mmol/L, laktat: 20 mmol/l, SO2 %97,4 idi.<br />

Sağ yüzeyel femoral arter ve sağ ana femoral vende<br />

tama yakın parsiyel kesi olduğu görüldü. Primer tamir<br />

tekniği ile arter, uç-uca onarım tekniği ile femoral<br />

ven tamiri yapıldı. Yapılan acil operasyondan<br />

iki saat sonra hastanın Ph değeri 7.24, baz açığı<br />

-10 mmol/L ve laktat 21 mmol/L olarak tespit edildi.<br />

Operasyondan 10 saat sonra hastanın kan gazı<br />

değerleri normale geldi ve hasta ekstübe edildi.<br />

Rehabilitasyon sonrası hasta postop 7.gün taburcu<br />

edildi. Bu olgu acil müdahale tedavisi ile hemostaz<br />

sağlanan derin metabolik asidozda (Ph:6.61, Laktat:20)<br />

sağkalımın mümkün olabileceğini göstermektedir.<br />

Anahtar kelimeler: derin metabolik asidoz; delici<br />

kesici alet yaralanması; hemorajik şok<br />

SUMMARY<br />

Metabolic acidosis is an acid-base disturbance,<br />

which is characterized by primary consumption<br />

of body buffers and causing decreased blood sodium-bicarbonate<br />

level. In this case report we discuss<br />

a 16 years-old male with profound metabolic acidosis<br />

(PH=6.61) due to hemorrhagic shock resulted<br />

by stab wounds.<br />

A 16-year-old male was admitted to the emergency<br />

department due to stab wounds. When he was<br />

seen in the red area, his blood pressure could not be<br />

measured with loss of consciousness and no active<br />

bleeding. On examination, he had a 3-cm incised<br />

wound in the mid posterior thigh. No other organ<br />

injuries and wound were observed. Bilateral lower<br />

extremity pulses were not detectable. Immediately<br />

after his admittance to the operation room, blood<br />

gas analysis which was done prior to surgery<br />

revealed profound metabolic acidosis (pH:6.61,<br />

PaCO2: 44,5 mmHg, PaO2: 352 mm, HgHCO3: 3,8<br />

mmol/L, SpO2: %97,4 BE: -31 mmol/L, lactate:20<br />

mmol/l), hematocrit %17, hemoglobine 6 mg/dL<br />

and leucocyte 22800 mm 3 . It was seen that the right<br />

superficial femoral artery and right common femoral<br />

vein were cut near completely. Femoral artery<br />

repaired primarily and femoral vein was repaired<br />

by end-to-end anastomosis technique. The patient<br />

received 32 NaHCO3 over the next 2 hours with<br />

good improvement in his haemodynamic profile.<br />

Two hours after the emergency operation, he had<br />

a pH 7,24, base excess rate was −10.0 mmol/l and<br />

lactate 21 mmol/l. Ten hours later, arterial blood<br />

gas values were measured as normal and he was<br />

extubated. After seven days recovery period without<br />

problem, the patient was eventually discharged<br />

from hospital. To our knowledge this is the first reported<br />

case of survival after a pH of 6.61 secondary<br />

to hemorrhagic shock in our country. Also it should<br />

be considered that immediate operative hemostasis<br />

and vascular repair may help to patients to survive<br />

even at profound metabolic acidosis.<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Mustafa ALDAĞ<br />

Yazışma Adresi: İstanbul Medeniyet Üniv., Göztepe Eğt. ve Arş. Hast.,<br />

Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Dr. Erkin Cad. No:12, Kadıköy, İstanbul<br />

Tel: +90 (532) 374 71 70<br />

E-Posta: mustafa.aldag@medeniyet.edu.tr<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 21.02.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 11.03.<strong>2017</strong><br />

- 102 -<br />

Keywords: profound metabolic acidosis; stab wounds;<br />

hemorrhagic shock


Mustafa Aldağ ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):102-104 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.677<br />

GİRİŞ<br />

Hemorajik şok, intravasküler volümün<br />

azalması sonucu, kalbin yeterli kanı ve oksijeni<br />

hayati organlara ulaştıramadığı ve dokulardan<br />

metabolik atık ürünleri uzaklaştıramadığı<br />

sistemik bir bozukluktur. Erken tanı ve tedavi,<br />

hücre hasarı ve ölümü engellemek bakımından<br />

çok önemlidir. Semptom ve bulgular kan kaybının<br />

şiddetine bağlıdır. Total kan volümünün<br />

%30-40’ı (1500-200 ml) kaybedildiğinde mental<br />

konfüzyon, ajitasyon ve ciddi asidoz gözlenir.<br />

Normal metabolizmada hücre içi enzimatik<br />

reaksiyonların yeterli bir şekilde yapılması ve<br />

hücre membran bütünlüğünün korunması için<br />

kan pH’nın 7.35-7.45 arasında tutulması gerekir.<br />

PH 7.20’nin altına indiğinde kardiyak<br />

kontraksiyonlar bozularak aritmi riski artar,<br />

katekolaminlere yanıt azalır, pulmoner damar<br />

yatağında vazokonstriksiyon gelişir ve hastada<br />

akciğer ödemi tablosu oluşur (1, 2). Asidozun<br />

derinleşmesi ile letarji, stupor ve koma gelişebilir.<br />

Yaşamı tehdit eden kan pH sınırları 7.70 olarak belirtilmiştir (3). En sık karşılaşılan<br />

metabolik asidoz (MA) nedeni diabetik<br />

ketoasidozdur (4). Plazma laktat konsantrasyonu<br />

4-5 milimol/Litre (mmol/L) (Normal<br />

aralık: 0.5-1.5 mmol/L) aştığında oluşan laktik<br />

asidoz (LA) ise anyon açıklığı olan metabolik<br />

asidoz nedeni olup, doku hipoperfüzyonu ya<br />

da eksojen toksin ve ilaçlara bağlı gelişebilir<br />

(5). Laktik asidozun prognozu oldukça kötü olduğu<br />

için erken tanı ve tedavi ciddi morbidite<br />

ve mortaliteyi önler. Serum laktat değerindeki<br />

artış mortalite yüzdesini arttırmaktadır. Laktat<br />

düzeyi 10 mmol/L ulaştığında yaşam şansı çok<br />

azalır (5).<br />

Vasküler yaralanmaya neden olan penetran<br />

travmaların %26’sı delici kesici alet yaralanmalarıyla<br />

oluşmaktadır (6). Bu olgu sunumunda<br />

damar yaralanması sonucu hemorajik<br />

şok tablosunda acil servise getirilen ve derin<br />

metabolik asidozda yaşamla bağdaşmayan pH<br />

(6.61) ve laktat (20 mmol/L) değeri olan hastaya<br />

yapılan acil vasküler cerrahi girişim ve sonrasında<br />

sağkalım anlatılmıştır.<br />

OLGU<br />

Bilateral alt ekstremite nabızları elle alınamamaktaydı.<br />

Hipovolemik hemorajik şoktaki<br />

hasta acilen entübe edilerek ameliyathaneye<br />

alındı. Per-operatif hastanın laboratuvar<br />

değerleri: Hemotokrit %17, hemoglobin 6<br />

mg/dL, lökosit 22800 mm 3 , pH: 6.61, PaCO 2<br />

44.5 mmHg, PaO 2 352 mmHg, NaHCO 3: 3,8<br />

mmol/L, BE: -31 mmol/L SO 2 %97.4 idi. Sağ<br />

femoral 1/3 proksimal segmentte bulunan<br />

açık yara eksplore edildi. Sağ yüzeyel femoral<br />

arter ve sağ ana femoral vende tam kata<br />

yakın yaralanma gözlendi. Sistemik 5000 U<br />

heparinizasyonu takiben 6/0 prolen sütürlerle<br />

femoral arter primer teknikle tamir edildi.<br />

Sağ femoral ven uç uca anastomoz tekniği ile<br />

onarıldı. Sağ femoral sinirin kesik olduğu görüldü.<br />

Nöroşirurji ekibi tarafından sinir tamiri<br />

yapıldı. Kanama kontrolünü takiben loja bir<br />

adet hemovak dren konularak ameliyata son<br />

verildi. Operasyon dopamin ve steradin infüzyonu<br />

altında yapıldı. Hastaya toplam 3 ünite<br />

(Ü) eritrosit süspansiyonu, 3Ü taze donmuş<br />

plazma, 1000 cc kolloid, 3600 cc kristalloid,<br />

32 ampul sodyum bikarbonat (NaHCO 3) replasmanı<br />

yapıldı. Post opearatif dönemde alt<br />

ekstremite nabızları elle alınmakta idi. Hasta<br />

operasyon sonrası entübe vaziyette yoğun<br />

bakıma alındı. Post-op 1. gün ekstübe edilen<br />

hastanın şuuru konfüzeydi. Hemodinamisi<br />

stabil seyreden hastanın post-op 2. gün laboratuar<br />

değerlerinden transaminazlar yüksek<br />

seyretti (AST:4121 U/L) fakat takiplerinde<br />

normal seviyelere geriledi. Post op 3. gün kooperasyon<br />

kısmen sağlanan hastanın Gloskow<br />

Koma Skalası 10 olarak hesaplandı. Post-op<br />

4. gün şuuru açık, kooperasyon sağlanan hastanın<br />

minimal düzeyde ajitasyonu mevcuttu.<br />

Hasta yoğun bakım ünitesinde 5 gün takip<br />

edildikten sonra tedavisinin devamı için servise<br />

alındı. Servis takiplerinde disarti ve ekstremitelerde<br />

fleksiyon ve rijidite bulunan hastaya<br />

nöroloji konsültasyonu yapıldı. Çekilen<br />

EEG ve kranial diffuzyon MR da belirgin bir<br />

patoloji görülmedi. Fiziksel tedavi ve rehabilitasyona<br />

başlandı. Post–op 7. gün hasta poliklinik<br />

kontrolüne çağrılarak taburcu edildi.<br />

Poliklinik takiplerinde 1 ay sonra hastanın anlaşılalabilir<br />

konuştuğu ve yardımsız yaklaşık<br />

15 metre yürüyebildiği görüldü.<br />

16 yaşındaki erkek hasta delici kesici alet<br />

yaralanması sebebiyle acil servise başvurdu.<br />

Hasta acil servise getirildiğinde şuuru konfüze,<br />

kan basıncı ölçülemeyecek kadar (40/20<br />

mmHg) düşüktü. Hastanın aktif kanaması<br />

yoktu. Periferik nabızların alınamadığı, cildin<br />

ileri derecede soluk, soğuk, terli olduğu tespit<br />

edildi. Sağ alt ekstremitede uyluk posteriorunda<br />

yaklaşık 3 cm çapında delici kesici alet yaralanması<br />

bağlı insizyonu vardı.<br />

- 103 -<br />

TARTIŞMA<br />

Hemorajik şok hayatı tehdit eden ve sağkalım<br />

için acil tıbbi tedavi gerektiren acil bir<br />

klinik durumdur. Hemorajik şokun temelde 4<br />

evresi vardır. Total kan volümünün %15’inden<br />

azının kaybı (750 ml’ye kadar) neticesinde<br />

1.evre, %15-30’u (750-1500 ml) kaybedilince<br />

2.evre, %30-40’ı (1500-200 ml) kaybı<br />

neticesinde 3.evre ve %40 üzeri kayıpla ölüm


Mustafa Aldağ ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):102-104 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.677<br />

söz konusu olan 4. evre mevcuttur. Bu çalışmada<br />

sunulan vakada mental konfüzyon, ajitasyon<br />

ve ciddi metabolik asidoz gözlenen 3.evre hemorajik<br />

şok söz konusudur. Hemorajik şokda<br />

oksidatif metabolizma yerini anaerobik metabolik<br />

yola bırakır ve hastada laktat düzeyi artışına<br />

bağlı metabolik asidoz oluşur. Laktik asidoz<br />

Tip A ve Tip B olarak iki gruba ayrılır (7).<br />

Tip A Laktik asidoz daha sık görülmekte olup<br />

hipoperfüzyon hipovolemi veya hipoksiye bağlı<br />

gelişir. Tip B laktik asidoz ise bazı ilaç, kimyasal,<br />

toksik bileşenlere veya laktat birikimine<br />

sebep olabilen genetik bozukluklara bağlı oluşur.<br />

Serum laktat düzeyi 10 mmol/L olanlarda<br />

mortalite %75, laktat düzeyi 15 mmol/L ulaştığında<br />

ise yaşam şansı yok denecek kadar az<br />

olması nedeniyle laktik asidozun prognozu oldukça<br />

kötüdür. Hastaları tedavi ederken laktik<br />

asidozun altta yatan problemin yansıması olduğu<br />

unutulmamalıdır (8). Laktik asidoza sahip<br />

126 hastada yapılan bir çalışmada ortalama sağ<br />

kalım süresi 38,5 saat olarak belirlenmiş olup<br />

30 günlük yaşam süresi %17’dir (9). Litaratürde<br />

yer alan en düşük pH’lı yaşayan hasta 84<br />

yaşında metformin kullanımı sonrası pH 6.30<br />

olan hastadır (10). Bir diğer derin metabolik<br />

asidozdan sağkalım sağlanan hasta denizde boğulma<br />

sonrası resüsitasyonla sağ kurtulan pH’ı<br />

6.33 olan 24 yaşında erkek hastadır. Bu hastada<br />

da tam bir nörolojik iyileşme sağlanmıştır<br />

(11). Daha önce yapılan çalışmalarda hemorajik<br />

şok neticesinde en düşük pH ile sağkalınımı<br />

sağlanan hasta 65 yaşında, atriyal fibrilasyon<br />

dışında bilinen önemli bir hastalığı olmayan,<br />

genel durum bozukluğu nedeniyle acil servise<br />

getirilmiş, 2 saat sonra karın ağrısı başlayan ve<br />

splenik arter kanamasına bağlı derin metabolik<br />

asidoz (pH=6.527) gelişen hastadır (12).<br />

Travma sonrası hastaların yaklaşık %2’sinde<br />

vasküler yaralanma görülmektedir. Damar<br />

yaralanmalarının dörtte üçünü periferik, dörtte<br />

birini de toraks ve abdominal bölgede yer alan<br />

vasküler yapılar oluşturmaktadır (13). Travma<br />

hastalarının acil servisde hızlıca değerlendirilmesi<br />

ve öncelikli olarak sirkulasyonunun<br />

sağlanması önerilmektedir (14). Bu nedenle<br />

hemorajik şok hastalarına kanamayı kontrol<br />

altına alacak hızlı ve acil girişim önceliklidir.<br />

Bu yazıda sunulan vaka acil servise getirildikten<br />

sonra 10 dakika içinde operasyona alınmış,<br />

vasküler yaralanması onarılmış, düşük pH ve<br />

yüksek laktat seviyelerine rağmen gerekli resüsitasyon<br />

yapılarak hemodinamisi stabil hale<br />

getirilmiştir.<br />

Delici kesici alet yaralanmaları yüksek<br />

mortaliteye sahip olup, hastaların vital bulguları<br />

ve genel durumları prognozu belirler. Bu<br />

hastalarda hemorajik şok neticesinde derin<br />

metabolik asidoz gelişebilir. Arteryel kan gazı<br />

ve laktat ölçümleri hipoperfüzyon ve asidozun<br />

şiddetinin belirlenmesinde önemlidir. Bu nedenle<br />

yükselmiş laktat düzeyleri genel perfüzyon<br />

bozukluğunun ve organ disfonksiyonlarının<br />

önemli bir göstergesidir.<br />

Sonuç olarak, pH değeri 6.61’e kadar<br />

düşmüş, laktat değerleri 20 mmol/L’ye kadar<br />

yükselmiş hastalarda bile nörodefisit kalmadan<br />

sağkalım mümkün olabileceğinden, hemorajik<br />

şoktaki hastaların cerrahi girişimle kanama<br />

kontrolünün sağlanması mortaliteyi azaltacak<br />

en önemli etkenlerden biridir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Chan JCM, Mak RHK. Acid-base homeostasis. In:<br />

Avner ED, Harmon WE, Niaudet P. Pediatric Nephrology.<br />

5th edition, Philadelphia, Lippincott Williams&Wilkins,<br />

2004, s189-208.<br />

2. Bruno CM, Valenti M. Acid-base disorders in patients<br />

with chronic obstructive pulmonary disease: a pathophysiological<br />

review. J Biomed Biotechnol 2012;2012:915150.<br />

3. Emmett M. Anion-gap interpretation: the old and the<br />

new. Nature Clin Pract Nephrol 2006; 2: 4-5.<br />

4. Causso C, Arrieta F, Hernandez J, Botella-Carretero<br />

JI, Muro M, Puerta C, et al. Severe ketoacidosis secondary<br />

to starvation in a frutarian patient. Nutr Hosp 2010; 25:<br />

1049-52.<br />

5. Warner A, Vaziri ND. Treatment of lactic acidosis.<br />

South Med J 1981;74:841-7.<br />

6. Pasch AR, Bishara RA, Lim LT, Meyer JP, Schuler JJ,<br />

Flanigan DP. Optimal limb salvage in pentrating civilian<br />

vascular trauma. J Vasc Surg 1986; 3: 189-95.<br />

7. Luft FC. Lactic acidosis update for critical care clinicians.<br />

J Am Soc Nephrol 2001;12 Suppl 17:15-9.<br />

8. Yenerel M. Hematolojide metabolik aciller. Türkiye<br />

Klinikleri Cerrahi Tıp Bilimler 2006;2:9-15.<br />

9. Stacpoole PW, Wright EC, Baumgartner TG, et<br />

al. Natural history and course of acquired lactic acidosis<br />

in adults. DCA-lactic acidosis study group. Am J Med<br />

1994;97:47-54.<br />

10. Sirtori CR, Pasik C. Re-evaluation of a biguanide,<br />

metformin: mechanism of action and tolerability. Pharmacol<br />

Res. 1994;30:187-228.<br />

11. Opdahl H. Survival put to the acid test: Extreme arterial<br />

blood acidosis (pH 6.33) after near drowning. Critical<br />

Care Medicine 1997;25:1431–36.<br />

12. Di Rollo N, Caesar D, Ferenbach DA, Dunn MJ. Survival<br />

from profound metabolic acidosis due to hypovolaemic<br />

shock. A world record. BMJ Case Rep. 2013; Jan 30;2013.<br />

13. Robert B, Rutherford MO. Vascular Surgery. Chapter<br />

5, p:404,1989.<br />

14. Marsch S, Tschan F, Semmer NK, Zobrist R, Hunziker<br />

PR. ABC versus CAB for cardiopulmonary resuscitation: a<br />

prospective, randomized simulator-based trial. Swiss Med<br />

Wkly. 2013;143:w13856.<br />

- 104 -


Tuba Nazlıgül ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):105-107 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.678<br />

Olgu Sunumu<br />

Nadir Bir İnme Nedeni: Cadasil<br />

A Rare Couse of Stroke: Cadasil<br />

Tuba NAZLIGÜL 1 , Feyza Ünlü ÖZKAN 1 , İlknur AKTAŞ 1<br />

Pınar AKPINAR 1 , Duygu Geler KÜLCÜ 1 , Metin ÖZAYDIN 2<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğt. ve Arş. Hastanesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği<br />

2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

CADASIL (Cerebral Autosomal Dominant<br />

Arteriopathy with Subcortical Infarcts and Leukoencephalopathy/Serebral<br />

otozomal dominant arteriyopati<br />

ile subkortikal enfarktlar ve lökoensefalopati)<br />

Notch3 gen mutasyonundan kaynaklanan, bir<br />

serebral küçük damar hastalığıdır. Başlıca klinik<br />

bulguları geçici iskemik atak, inme, auralı migren,<br />

psikiyatrik semptomlar, erken başlangıçlı demans<br />

ve epileptik nöbetler şeklindedir. CADASIL genç<br />

inmenin önemli nedenlerinden biri olarak kabul<br />

edilmektedir. Erken yaşlarda ortaya çıkan ve ailesel<br />

özellik gösteren serebrovasküler olaylarda ayırıcı<br />

tanıda düşünülmelidir. Etkilenmiş bireyler tespit<br />

edilerek diğer aile üyelerinin de genetik danışmanlık<br />

alması sağlanmalıdır. Bu vaka sunumunda<br />

Notch3 gen analiziyle CADASIL tanısını doğruladığımız<br />

genç iskemik inme atağı geçiren bir olguyu<br />

paylaştık.<br />

Anahtar kelimeler: cadasil; genç; inme<br />

GİRİŞ<br />

Serebral otozomal dominant arteriyopati<br />

ile subkortikal enfarklar ve lökoensefalopati<br />

(CADASIL: Cerebral Autosomal Dominant<br />

Arteriopathy with Subcortical Infarcts and Leukoencephalopathy),<br />

19. kromozomda bulunan<br />

nörojenik lokus notch homolog proteini-3<br />

(Notch3) genindeki mutasyonlar sonucu oluşan<br />

kalıtsal bir küçük damar hastalığıdır (1).<br />

Semptomatik ve asemptomatik Notch3 gen<br />

mutasyon taşıyıcılarının tahmini prevalansı<br />

4.15/100000 olarak bildirilmiştir (2). Otozomal<br />

dominant geçişli olup cinsiyet farkı gözetmemekte<br />

ve sıklıkla 10-40 yaşları arasında belirti<br />

vermektedir. Klinikte başlıca geçici iskemik<br />

atak, subkortikal iskemik olaylar, auralı migren,<br />

psikiyatrik bulgular, erken başlangıçlı demans<br />

ve epileptik nöbetler olmak üzere birçok<br />

nörolojik ve psikiyatrik bulgular ile karşımıza<br />

çıkabilir (1).<br />

ABSTRACT<br />

CADASIL (Cerebral autosomal dominant arteriopathy<br />

with subcortical infarcts and leukoencephalopathy)<br />

is a cerebral small vessel disease<br />

caused by mutations in the Notch3 gene. The major<br />

clinical manifestations of CADASIL are transient<br />

ischemic attack, stroke, migraine with aura, psychiatric<br />

symptoms, early onset demantia and epileptic<br />

seizures. CADASIL is one of the important causes<br />

of stroke in young. CADASIL should be considered<br />

in young patients with stroke with a positive family<br />

history, thus identification of affected patients would<br />

enable family members to seek genetic counselling.<br />

In this report, we present a young patient with<br />

ischemic stroke that we established the diagnosis of<br />

CADASIL by Notch3 gene analysis.<br />

Keywords: cadasil; young; stroke<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Tuba NAZLIGÜL<br />

Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

E5 karayolu üzeri, Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (216) 578 30 00<br />

E-Posta: drtuba_@hotmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 22.02.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 16.03.<strong>2017</strong><br />

- 105 -<br />

CADASIL genç inmenin önemli nedenlerinden<br />

biri olarak kabul edilmektedir (3). Erken<br />

yaşlarda ortaya çıkan ve ailesel özellik gösteren<br />

serebrovasküler olaylarda ayırıcı tanıda<br />

düşünülmelidir. Bu vaka sunumunda Notch3<br />

gen analiziyle CADASIL tanısını doğruladığımız<br />

genç iskemik inme atağı geçiren bir olguyu<br />

paylaştık.<br />

OLGU<br />

Sol hemiparezisi olan 53 yaşında erkek<br />

hasta nörolojik rehabilitasyon amacıyla kliniğimize<br />

yönlendirildi. Öyküsünde 4 yıl önce ani<br />

olarak gelişen sol hemiparezi ve dizartri dışında<br />

özellik yoktu. Özgeçmişinde sigara öyküsü<br />

dışında vasküler bir risk faktörü saptanmadı.<br />

Fizik muayenede Brunnstrom evresi üst ekstremitede<br />

evre 3, el ve alt ekstremitede evre<br />

4 olarak değerlendirildi. Modifiye Ashworth<br />

skalasına göre sol dirsek ve el bileğinde evre<br />

1+, parmak fleksörlerinde evre 2, kalça fleksörleri,<br />

abduktorları ve dizde evre 1, ayak bileğinde<br />

evre 3 spastisite saptandı. Kraniyal sinir<br />

muayenesi normaldi. Derin tendon reflekslerinin<br />

sol üst ve alt ekstremitede hiperaktif olduğu<br />

görüldü. Hoffman ve Babinski refleksleri


Tuba Nazlıgül ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):105-107 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.678<br />

solda pozitifti. Desteksiz oturma dengesi mevcuttu<br />

ve tek kanedyenle ambule idi. Yıldız silme<br />

testinde ihmal saptanmadı. Mini mental testten<br />

tam puan aldı. İnme etiyolojisine yönelik yapılan<br />

laboratuar incelemelerinde aterosklerotik<br />

hastalık, koagülopati, konnektif doku hastalığı<br />

ve vaskülit lehine bulgu saptanmadığı öğrenildi.<br />

Elektrokardiyografi ve transözofagial ekokardiyografi<br />

incelemeleri normaldi. Vasküler<br />

patolojilerin araştırılması amacıyla yapılan<br />

manyetik rezonans (MR) anjiografide majör<br />

serebral arterlerde stenoz, malformasyon ve diseksiyon<br />

saptanmamıştı. Yürüme ve denge eğitimi,<br />

germe ve kuvvetlendirme egzersizleri ile<br />

üst ekstremiteye yönelik ayna tedavisini içeren<br />

rehabilitasyon programına başlandı. Spastisite<br />

bulunan üst ekstremite parmak fleksörleri ve alt<br />

ekstremite plantar fleksörlerine botulinum toksin<br />

enjeksiyonu yapıldı. Yatışı sırasında inme<br />

etyolojisine yönelik tekrarlanan laboratuvar<br />

tetkiklerinde özellik saptanmadı. Kraniyal MR<br />

görüntülemede (MRG) T2 ve FLAIR kesitlerde<br />

bilateral sentrum semiovale ve frontopariyetal<br />

bölgede subkortikal ve periventriküler beyaz<br />

cevherde birleşme eğilimi gösteren yaygın hiperintensiteler;<br />

sağ kaudat nükleus komşuluğunda<br />

ve eksternal kapsül lokalizasyonunda<br />

kronik laküner enfarkt saptandı (Şekil 1).<br />

Aile öyküsü sorgulandığında kızında epilepsi<br />

ve babasında inme öyküsü olduğu öğrenildi.<br />

Karakteristik MRG bulguları ve aile<br />

öyküsünden şüphelenilerek CADASIL ön tanısıyla<br />

Notch3 gen analizi önerildi. Analiz sonucu<br />

Notch3 geninde ekzon 4 üzerinde heterozigot<br />

Arg133Cys mutasyonu saptandı. Olgu ve<br />

ailesi CADASIL hastalığı açısından bilgilendirildi,<br />

genetik danışmanlık almaları önerildi.<br />

Olgunun asemptomatik olan kardeşinde<br />

de aynı mutasyon saptandı.<br />

Nörolojik rehabilitasyon programı tamamlanan<br />

olgunun son muayenesinde Brunnstrom<br />

evresi üst ekstremitede evre 4, el ve alt ekstremitede<br />

evre 5 bulundu. Modifiye Ashworth<br />

skalasına göre değerlendirilen spastisitede<br />

azalma izlendi. Ev programı düzenlenerek taburcu<br />

edilen hasta takibe alındı.<br />

TARTIŞMA<br />

(a)<br />

Subkortikal iskemik olaylar CADASIL<br />

hastalarının %60-80’inde görülür; inme veya<br />

geçici iskemik atak şeklinde olabilir ve tekrarlayıcı<br />

özelliktedir. İnmeyle başvuran hastaların<br />

yaklaşık yarısında bilişsel etkilenmenin de olduğu<br />

görülür. Diğer inme risk faktörlerinin olmaması<br />

durumunda ortalama 45-50 yaşlarında<br />

ortaya çıkar. Kognitif bozukluklar ise %40-60<br />

oranıyla ikinci sıklıkta görülür. Subkortikal demans<br />

ya da apati şeklinde izlenebilir. CADA-<br />

SIL hastalarında izlenen diğer bulgulardan olan<br />

auralı migren %20-40, sıklıkla depresyon atağı<br />

şeklinde karşılaşılan duygu durum bozuklukları<br />

%20, epileptik nöbetler ise %5-10 oranında<br />

bildirilmiştir (4). Klinik özellikler arasında periferik<br />

sinir, kardiyak ya da oküler gibi atipik<br />

sistemik etkilenmeler de bildirilmiştir (5).<br />

Şekil 1: a. Sagittal T2 ve b. Aksiyel FLAIR ağırlıklı kraniyal<br />

MRG kesitlerinde subkortikal ve periventriküler beyaz cevherde<br />

birleşme eğilimi gösteren yaygın hiperintensiteler izlenmektedir.<br />

- 106 -<br />

(b)<br />

Tanı için hiçbir klinik veya radyolojik<br />

bulgu patognomonik değildir. İnme veya demans<br />

yönünden pozitif aile öyküsü olan, tipik<br />

klinik semptomlar ve kraniyal MRG bulguları<br />

olan hastalarda CADASIL şüphesiyle ileri tanısal<br />

incelemeler yapılmalıdır. Gen analiziyle<br />

Notch3 mutasyonunun saptanması veya cilt<br />

biyopsisinde küçük çaplı arterlerde karakteristik<br />

ultrastrüktürel birikimin gösterilmesi gerekmektedir<br />

(4, 6).


Tuba Nazlıgül ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):105-107 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.678<br />

CADASIL, 19. Kromozomun kısa kolunda<br />

bulunan Notch3 genindeki mutasyonlar sonucu<br />

ortaya çıkar. Bu gen, esas olarak vasküler düz<br />

kaslarda bulunan ve bu hücrelerin sağ kalımı ile<br />

fonksiyonunu düzenleyen Notch3 transmembran<br />

reseptörünü kodlar (1). CADASIL’e neden<br />

olan mekanizma kesin olarak bilinmemektedir<br />

ancak mutasyon nedeniyle reseptörün bozuk<br />

şekillenmesi ve işlenmesi sonucu Notch3’ün<br />

hücre dışı parçasının küçük çaplı arterlerde birikmesi<br />

patogenetik mekanizma olarak düşünülmektedir<br />

(7). İskemik beyin hasarında bazal<br />

membranda biriken granüler osmofilik depozitler<br />

(GOM) saptanmıştır. GOM birikimi sonucu<br />

oluşan mikroanjiyopati iskemik lezyonların bir<br />

nedeni olabilir (7).<br />

Bugüne kadar Notch3 geninde 100’den<br />

fazla mutasyon bildirilmiş ve mutasyonların<br />

farklı etnik gruplarda farklı spektruma sahip<br />

olduğu gösterilmiştir. Türkiye’de yapılan bir<br />

çalışmada en sık mutasyon ekzon 4, ikinci sıklıkta<br />

ise ekzon 3 üzerinde saptanmıştır (8). Biz<br />

de olgumuzda Notch3 geni ekzon 4 üzerinde<br />

mutasyon saptadık.<br />

Kraniyal MRG CADASIL’in karakteristik<br />

radyolojik bulgularını göstermede en yararlı<br />

görüntüleme yöntemidir. T2 ve FLAIR ağırlıklı<br />

kesitlerde yaygın beyaz madde hiperintensiteleri,<br />

çok sayıda laküner enfarkt, anterior temporal<br />

lob ve eksternal kapsül tutulumu izlenmesi<br />

CADASIL için tipik MRG bulgularıdır ve hastalığın<br />

henüz semptom vermediği dönemlerde<br />

de saptanabilmektedir (9).<br />

CADASIL hastalarında henüz sadece<br />

semptomatik tedavi yaklaşımları bulunsa da<br />

Notch3 gen mutasyonunu düzeltmeyi amaçlayan<br />

in vitro çalışmalarla geleceğe yönelik yeni<br />

tedavi arayışları devam etmektedir (10). Kan<br />

basıncının sıkı kontrolü vasküler komplikasyon<br />

gelişme riski yüksek olan hastalarda genellikle<br />

zorunlu olarak düşünülür. Ancak CADASIL<br />

hastalarında antihipertansifler ve nöroleptikler<br />

gibi kan basıncını düşüren tedaviler serebral<br />

kan akımını azaltma ve iskemik olaylara neden<br />

olma riski nedeniyle dikkatli kullanılmalıdır<br />

(11).<br />

Migren için parasetamol, steroid olmayan<br />

anti-inflamatuar ilaçlar ve diğer analjezikler<br />

önerilir, triptan benzeri vazokonstriktif ajanlardan<br />

kaçınılmalıdır (4). İnme geçiren olgularda<br />

intravenöz trombolitik kullanımı intraserebral<br />

kanama riski nedeniyle tartışmalıdır (11). Bu<br />

hastalardaki engelliliğin önlenmesinde fizik tedavi<br />

ve rehabilitasyon oldukça önemli bir yere<br />

sahiptir.<br />

Ortalama sağ kalım erkeklerde 64.6, kadınlarda<br />

70.7 yıl olarak bildirilmiştir (4). En sık<br />

ölüm sebebi alt solunum yolu enfeksiyonları ve<br />

özürlülüğe bağlı ortaya çıkan sekonder nedenlerdir<br />

(7).<br />

CADASIL, auralı migren, subkortikal iskemik<br />

inme, demans veya duygu durum bozukluğu<br />

öyküsüyle birlikte bilateral periventriküler<br />

beyaz cevher lezyonları olan genç-orta<br />

yaş grubu hastaların ayırıcı tanısında mutlaka<br />

düşünülmelidir. Pozitif aile öyküsü önemlidir<br />

ancak hasta de novo mutasyona uğramış olabileceğinden<br />

mutlak gerekli değildir. Etkilenmiş<br />

bireyler tespit edilerek diğer aile üyelerinin de<br />

genetik danışmanlık alması sağlanmalıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Joutel A, Corpechot C, Ducros A, Vahedi K, Chabriat<br />

H, Mouton P, et al. Notch3 mutations in CADASIL, a hereditary<br />

adult-onset condition causing stroke and dementia.<br />

Nature 1996; 383:707.<br />

2. Razvi S, Davidson R, Bone I, Muir K. The prevalence<br />

of cerebral autosomal dominant arteriopathy with subcortical<br />

infarcts and leucoencephalopathy (CADASIL) in the<br />

west of Scotland. Journal of Neurology, Neurosurgery, and<br />

Psychiatry. 2005;76(5):739-741.<br />

3. Opherk C, Peters N, Herzog J, Luedtke R, Dichgans<br />

M. Long-term prognosis and causes of death in CADASIL: a<br />

retrospective study in 411 patients. Brain 2004; 127:2533.<br />

4. Choudhary S, McLeod M, Torchia D, Romanelli P. Cerebral<br />

Autosomal Dominant Arteriopathy with Subcortical<br />

Infarcts and Leukoencephalopathy (CADASIL). The Journal<br />

of Clinical and Aesthetic Dermatology. 2013;6(3):29-33.<br />

5. Bianchi S, Rufa A, Ragno M, D’Eramo C, Pescini F,<br />

Pantoni L, et al. High frequency of exon 10 mutations in<br />

the NOTCH3 gene in Italian CADASIL families: phenotypic<br />

peculiarities. J Neurol. 2010 Jun;257(6):1039-42.<br />

6. Pantoni L, Pescini F, Nannucci S, Sarti C, Bianchi S,<br />

Dotti MT, et al. Comparison of clinical, familial, and MRI<br />

features of CADASIL and NOTCH3-negative patients. Neurology.<br />

2010 Jan 5;74(1):57-63.<br />

7. Benbir G, İnce B. CADASIL and stroke. Turkiye<br />

Klinikleri J Neurol-Special Topics 2014;7(4):48-52<br />

8. Ince B, Benbir G, Siva A, Saip S, Utku U, Celik Y,<br />

et al. Clinical and radiological features in CADASIL and<br />

NOTCH3-negative patients: a multicenter study from Turkey.<br />

Eur Neurol. 2014;72(3-4):131<br />

9. Stromillo ML, Dotti MT, Battaglini M, Mortilla M, Bianchi<br />

S, Plewnia K, et al. Structural and metabolic brain<br />

abnormalities in preclinical cerebral autosomal dominant<br />

arteriopathy with subcortical infarcts and leucoencephalopathy.<br />

J Neurol Neurosurg Psychiatry. 2009 Jan;80(1):41-7.<br />

10. Rutten JW, Dauwerse HG, Peters DJ, Goldfarb A, Venselaar<br />

H, Haffner C, et al. Therapeutic NOTCH3 cysteine<br />

correction in CADASIL using exon skipping: in vitro proof<br />

of concept. Brain. 2016 Apr;139(Pt 4):1123-35.<br />

11. André C. CADASIL: pathogenesis, clinical and radiological<br />

findings and treatment. Arq Neuropsiquiatr. 2010<br />

Apr;68(2):287-99.<br />

- 107 -


Gamze Gül Güleç ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):108-110 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.688<br />

Olgu Sunumu<br />

Diz Patolojisi ile Karışan Diyabetik Amyotrofi Olgusu<br />

A Diabetic Amyotrophy Case Misdiagnosed as Knee Pathology<br />

Gamze Gül GÜLEÇ 1 , İlknur AKTAŞ 1 ,<br />

Feyza Ünlü ÖZKAN 1 , Kübra Neslihan KURT 1 , Erhan MESCİ 1<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Eğt. ve Arş. Hastanesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği<br />

ÖZET<br />

GİRİŞ<br />

Diyabetik amyotrofi (DA); sıklıkla Tip 2 diabetes<br />

mellitus hastalarında görülen, alt ekstremitelerde yanıcı<br />

tarzda ağrı ve proksimal kas güçsüzlüğüyle seyreden<br />

bir hastalıktır. Diyabet hastalarının daha yaşlı bir grubunu,<br />

sıklıkla 50 yaş üzerindeki erkekleri etkilemektedir.<br />

Nadir görülmesi sebebiyle tanınması zordur ve yanlış<br />

tanı alabilir. Yanlış tanı gereksiz tetkiklere ve tedavilere,<br />

hatta cerrahi girişimlere neden olabileceğinden alt ekstremitede<br />

ağrı ve güçsüzlük şikayetiyle gelen diyabetik<br />

hastalarda DA mutlaka akılda bulundurulmalıdır. Tanı<br />

klinik bulgular ve elektrofizyolojik çalışmalarla konur.<br />

Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) olası patolojileri<br />

dışlamak için kullanılabilir. Tedavide sıkı glisemik<br />

kontrol, ağrıya yönelik medikal tedavi ve fizik tedavi ve<br />

rehabilitasyon önemli yer tutar. Çoğunlukla spontan olarak<br />

geriler. Bu makalede diz patolojsiyle karışan bir DA<br />

olgusu eşliğinde DA kliniği, tanısı ve tedavi yöntemleri<br />

tartışıldı.<br />

Anahtar kelimeler: amyotrofi; atrofi; diyabet; nöropati<br />

ABSTRACT<br />

Diabetic amyotrophy (DA); is a disease of the lower<br />

extremity most commonly found in type 2 diabetes<br />

mellitus patients, with burning pain and proximal muscle<br />

weakness. It affects an older group of diabetics, more frequently<br />

males, usually over age 50. Because it is a rare<br />

condition, It represents a serious diagnostic challenge<br />

and therefore may be misdiagnosed. DA should be kept<br />

in mind in diabetic patients with pain and weakness in<br />

the lower extremity as misdiagnosis may cause unnecessary<br />

examinations and treatments, and even surgery. Diagnosis<br />

is based on clinical findings and electrophysiological<br />

studies. Magnetic resonance imaging (MRI) may<br />

be used to exclude possible pathologies. Tight glycemic<br />

control,medical treatment for pain and physical therapy<br />

and rehabilitation have an important place in treatment<br />

of DA. Its natural course mostly is spontaneous recovery.<br />

Herein we report a patient with knee pain finally<br />

diagnosed as DA and discuss the clinical features, pathology<br />

and management of DA with the review of literature.<br />

Keywords: amyotrophy; atrophy; diabetes; neuropathy<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Gamze Gül GÜLEÇ<br />

Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Hastanesi, E5 karayolu üzeri,<br />

Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (530) 952 95 09<br />

E-Posta: gamzegulgulec@gmail.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 21.03.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 23.04.<strong>2017</strong><br />

- 108 -<br />

Diyabetik nöropatiler diyabetin kronik<br />

komplikasyonları arasında en sık görülenlerdir.<br />

Bu heterojen grup sinir sisteminin farklı<br />

bölümlerini etkiler ve çeşitli klinik tablolarla<br />

ortaya çıkar (1). Diyabetik nöropatilerin en<br />

sık görüleni diyabetik sensorimotor polinöropatidir<br />

(DSPN). Fakat ciddi ağrı ve kuvvetsizlik<br />

nedeni olabildiğinden diyabetik amyotrofi<br />

(DA) gibi nadir görülen ve morbiditeye<br />

neden olan durumların tanınması önemlidir<br />

(2, 3). Benzer semptomlara neden olabilecek<br />

lokomotor sistemin farklı patolojileri ile karışarak,<br />

gereksiz tetkiklerin yapılmasına ve<br />

olguların yanlış tedavi edilmelerine ve hatta<br />

gereksiz ameliyatlara neden olabilir. Bu yazıda<br />

klinik pratikte ayırıcı tanıda akılda bulundurulması<br />

amacıyla; klinik, laboratuvar ve<br />

tedavi özellikleri ile DA’lı bir olgu sunulmuştur.<br />

OLGU<br />

Seksen iki yaşında erkek olgu, altı aydır<br />

devam eden, sağ bacakta geceleri artan<br />

ağrı, temasla aşırı duyarlılık ve sağ dizde<br />

boşalma hissi nedeniyle kliniğimize başvurdu.<br />

Öyküsünde daha önce ortopedi kliniğine<br />

başvurduğu ve eklem içine birkaç kez enjeksiyon<br />

yapıldığı öğrenildi. Çekilen sağ diz<br />

Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)’de<br />

medial menisküs posterior hornda ve korpusunda<br />

grade 3A yırtık, anterior çapraz bağda<br />

minimal parsiyel rüptür saptanması üzerine<br />

kliniğimize yönlendirildi. Fizik muayenede<br />

sağ alt ekstremite kas kuvveti; iliopsoas 3/5,<br />

kuadriceps 3/5, hamstringler 4/5, tibialis anterior<br />

(TA) 3/5 olarak değerlendirildi. Sağda<br />

L2, 3, 4 dermatomlarında hipoestezi mevcuttu.<br />

Bilateral patella ve aşil refleksi alınamadı.<br />

Patolojik refleks yoktu. Sağ kuadriceps kası<br />

sola göre atrofikti (sağ 36 cm/sol 38 cm).<br />

Sağ dizde ön çekmece testi pozitifti. Her iki<br />

dizde muayene sırasında yoğun krepitasyon<br />

alınmaktaydı. Kas zaafı ve duyu kaybının kök<br />

basısına bağlı olabileceği düşünülerek lomber<br />

MRG istendi. MRG’de L4-L5 seviyesinde sol<br />

foraminal uzanımlı diskal protrüzyon ve tüm


Gamze Gül Güleç ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):108-110 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.688<br />

vertebralarda dejeneratif değişiklikler izlendi.<br />

Olgunun şikayetleri MRG bulgularıyla<br />

uyumlu değildi. Diyabet öyküsü olan hastada<br />

lumbosakral pleksopati olabileceği düşünülerek<br />

Elektromiyografi (EMG) istendi. EMG’de<br />

sağda aktif denervasyonun eşlik ettiği L2-L4<br />

kök tutulumu, ayrıca alt tarafta baskın, duysal-motor<br />

liflerin etkilendiği polinöropati<br />

sendromu tespit edilmesi üzerinde olgu DA<br />

tanısıyla rehabilitasyon programına alındı.<br />

Rehabilitasyon sürecinde lomber stabilizasyon<br />

egzersizleri, alt ekstremite progresif rezistif<br />

egzersizler, denge ve propriosepsiyon<br />

egzersizleri ile birlikte elektrostimulasyon<br />

(rektangüler, bifazik pulse akım, 50 Hz, 250<br />

mikrosaniye, 1:3) uygulandı. Sağ ayak bileği<br />

için ayak bilek ortezi planlandı. Dahiliye ile<br />

konsülte edilerek regüle olmayan kan şekeri<br />

kontrol altına alındı. Nöropatik ağrı için pregabalin<br />

300 mg/gün başlandı. Tedavi sonrası<br />

3. ayda sağ alt ekstremite kas kuvveti; iliopsoas<br />

4/5, kuadriceps 4/5, hamstringler 4/5, tibialis<br />

anterior 4/5 olarak değerlendirildi. Sağ<br />

alt ekstremitede hipoestezi bulguları devam<br />

eden olgu, ev egzersiz programı ile takibe<br />

alındı.<br />

TARTIŞMA<br />

Diyabetik amyotrofi, Bruns-Garland<br />

Sendromu, diyabetik lumbosakral radikülopleksopati<br />

(3, 4) gibi farklı isimlerle de bilinir.<br />

Diyabetik hastaların %1’inde görülür (5).<br />

Vakaların çoğunu tip 2 diyabetes mellitus<br />

(DM)’lu, orta yaşlı, erkek hastalar oluşturur<br />

(6). Genellikle ciddi kilo kaybını takiben ortaya<br />

çıkar (7). Hastalığın klinik özellikleri; kalça<br />

ve uylukta akut ya da subakut başlangıçlı<br />

asimetrik ağrı ve proksimal uyluk kaslarında<br />

güçsüzlük ve anterolateral uyluk bölgesinde<br />

parestezidir. Ağrı nöropatik karakterdedir (8).<br />

Hastalığın ileri dönemlerinde, ağrı ve güçsüzlük<br />

bacak distalini ve kontralateral ekstremiteyi<br />

de etkileyebilir (5, 6). Hastalar merdiven<br />

çıkamamaktan, sandalyeden kalkamamaktan<br />

şikayetçidir. Muayenede proksimal uyluk<br />

kaslarında belirgin güçsüzlük ve atrofi vardır.<br />

Patella refleksi alınmaz, aşil refleksi sıklıkla<br />

korunur ancak DSPN varlığında alınamayabilir<br />

(10). Motor, duyusal ve otonom, tüm sinir<br />

lifleri etkilenebilir (4).<br />

Tanı, çok dikkatli bir klinik değerlendirme<br />

ile konulur. Metabolik, nörolojik, otoimmun,<br />

inflamatuar ve onkolojik hastalıklar<br />

ayırıcı tanıya girmektedir (9, 10). Lokomotor<br />

sistemin diğer bozukluklarıyla da karışmaktadır,<br />

klinik tablo radikülopati olarak yorumlanabilir.<br />

Bizim hastamızda DM, sağ alt<br />

ekstremitede ağrı, güçsüzlük ve hipoestezi,<br />

- 109 -<br />

kuadriceps kas çapında azalma ve arefleksi<br />

bulgularıyla DA klinik tablosuyla uyumluydu.<br />

Ancak öncesinde diz ağrısı ve dizde boşalma<br />

hissi olması ve bu nedenle çekilen diz<br />

MRG’de saptanan bulgular yanlış tanı almasına<br />

neden olmuştu. Bizim olgumuzda olduğu<br />

gibi, elektrodiagnostik yöntemler tanıda en<br />

faydalı yöntem olmakla birlikte erken dönemde<br />

yanıltıcı olabilir. Genellikle ağrının başlangıcından<br />

3-4 hafta sonra bulgular görülmeye<br />

başlar (11, 12). Laboratuvar bulguları diyabet<br />

ile uyumludur, sedimentasyon yüksekliği<br />

görülebilir (13). Serebrospinal sıvıda protein<br />

seviyesi artmış olarak bulunabilir (14). MRG<br />

gibi radyolojik çalışmalar potansiyel etyolojileri<br />

dışlamanın yanı sıra poliradikülopati tanısında<br />

da faydalıdır (15).<br />

Hastalık DSPN’nin aksine, genellikle<br />

glisemik kontrolün sağlandığı ve komplikasyonların<br />

nadir görüldüğü diyabetik hastalarda<br />

ortaya çıkar (16). Patogenezinde vaskülopati<br />

ve metabolik bozukluğun rol oynadığı görüşünden<br />

uzaklaşılmıştır; günümüzde immün<br />

aracılı olduğu düşünülmektedir (16, 17). Patogenezinin<br />

aydınlatılmasıyla immünsüpresif<br />

tedaviler gündeme gelmiştir (18). Ancak,<br />

2009 ve 2012 Cochrane derlemelerinde randomize<br />

çalışmalardan elde edilen kanıtlarda<br />

DA tedavisinde immünoterapi kullanımını<br />

destekleyen bir öneri bulunmadığı sonucuna<br />

varılmıştır (19, 20).<br />

Güncel ve etkili tedavi stratejileri, yeterli<br />

glisemik kontrol ve ağrı yönetimidir<br />

(21). DSNP için farmakolojik güncel birinci<br />

basamak tedavi, hastanın komorbiditeleri ve<br />

maliyet düşünüldüğünde; trisiklik antidepresanlar<br />

(örneğin amiltriptilin), gabapentin ve<br />

pregabalin gibi antikonvülzanlar ve serotonin<br />

ve norepinefrin geri alım inhibitörleri duloxetin<br />

ve venlafaxindir (22, 23). Etkin dozda<br />

kullanıldığında pregabalin diyabetik periferik<br />

nöropatik ağrıyı dikkate değer oranda azaltır;<br />

ayrıca ağrı kesici etkisi uzun süreli ve hızlı<br />

başlangıçlıdır (23, 24). Kas gücü kaybı ve yürüme<br />

bozukluğunun tedavisi için fizik tedavi<br />

ve rehabilitasyon programı ile birlikte lüzum<br />

halinde uygun ortez planlaması yapılmalıdır.<br />

Biz de tedavi kapsamında kan şekerini regulasyonunu<br />

sağlayarak nöropatik ağrı için etkin<br />

dozda pregabalin tedavisi başladık.<br />

Lomber stabilizasyon egzersizleri, alt<br />

ekstremite kasları kuvvetlendirme egzersizleri<br />

ve elektrostimulasyonla motor gücü arttırmayı<br />

ve atrofiyi azaltmayı hedefledik. Uzun<br />

dönem takiplerimizde olgunun kas kuvvetlerinde<br />

artışla beraber nöropatik semptomların<br />

gerilediğini gözlemledik.


Gamze Gül Güleç ve ark.<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):108-110 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.688<br />

SONUÇ<br />

DA uyluk, kalça ve bacaklarda atrofi,<br />

ağrı, kas kuvvetinde azalma ve duyu kusuru<br />

bulguları ile yaşlı hastalarda diğer lokomotor<br />

sistem sorunlarını taklit edebilir. DM’li bir<br />

hasta alt ekstremite de ağrı ve güçsüzlük şikayetiyle<br />

başvuran olguların ayırıcı tanısında<br />

DA mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.<br />

DA’nın erken tanınması ile gereksiz radyolojik<br />

tetkikler ve muhtemel cerrahi girişimlerin<br />

önüne geçilmiş olacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. 1. Powers A.C. Diabetes Mellitus: Complications. In:<br />

Kasper, Dennis L, editors, Harrison’s Principles of Internal<br />

Medicine, 19th ed. New York: Mc Graw Hill Education<br />

Medical 2015 p. 2426.<br />

2. Pascoe MK, Low PA, Windebank AJ, Litchy WJ. Subacute<br />

diabetic proximal neuropathy. Mayo Clin Proc 1997;<br />

72:1123-32.<br />

3. Barohn RJ, Sahenk Z, Warmolts JR, Mendell JR. The<br />

Bruns-Garland syndrome (diabetic amyotrophy): revisited<br />

100 years later. Arch Neurol. 1991; 48:1130–35.<br />

4. Dyck PJ, Norell JE, Dyck PJ. Microvasculitis and ischemia<br />

in diabetic lumbosacral radiculoplexus neuropathy.<br />

Neurology. 1999; 53:2113–21.<br />

5. Dyck PJ, Kratz KM, Karnes JL, et al. The prevalence<br />

by staged severity of various types of diyabetic neuropathy,<br />

retinopathy, and nephropathy in a population-based cohort:<br />

The Rochester Diyabetic Neuropathy Study. Neurology.<br />

1993;43(4):817–24.<br />

6. Coppack SW, Watkins PJ. The natural history of diabetic<br />

femoral neuropathy. Q J Med. 1991 Apr; 79(288):307–<br />

13.<br />

7. Russell JW, Berent-Spillson A, Vincent AM, Freimann<br />

CL, Sullivan KA, Feldman EL. Oxidative injury and neuropathy<br />

in diabetes and impaired glucose tolerance. Neurobiol<br />

Dis. 2008 Jun. 30(3):420-9.<br />

8. Dyck PJ, Norell JE, Dyck PJ. Non-diabetic lumbosacral<br />

radiculoplexus neuropathy: natural history, outcome<br />

and comparison with the diabetic variety. Brain 2001;<br />

124:1197-207.<br />

9. Ehler E, Vyšata O, Včelák R, Pazdera L. Painful Lumbosacral<br />

Plexopathy: A Case Report. Barna. S, ed. Medicine.<br />

2015;94(17):e766.<br />

10. Diabetic lumbosacral plexopathy. Emedicine. http://<br />

emedicine.medscape.com/article/316151- overview. Accessed<br />

October 28, 2016.<br />

11. Tataroglu C, Bicerol B, Kiylioglu N, Ozkul A, Akyol A.<br />

Proximal femora lconductions in patients with lumbosacral<br />

radiculoplexus neuropathy. Clin Neurol Neurosurg. 2007<br />

Oct. 109(8):654-60.<br />

12. Pourmand R. Immune-Mediated Neuromuscular Diseases.<br />

Basel: Karger; 2009.<br />

13. Bradley WG, Chad D, Verghese JP, Liu HC, Good P,<br />

Gabbai AA, et al. Painful lumbosacral plexopathy with elevated<br />

erythrocyte sedimentation rate: a treatable inflammatory<br />

syndrome. Ann Neurol 1984; 15:457-64.<br />

14. Imtiaz KE, Lekwuwa G, Kaimal N, Rai M, Nafeez M,<br />

Majeed T. Elevated cerebrospinal fluid protein in diabetic<br />

lumbosacral radiculoplexus neuropathy. QJM. 2012 Nov.<br />

105 (11):1119-23.<br />

15. O’Neil BJ, Flanders AE, Escandon S, Tahmoush AJ.<br />

Treatable lumbosacral polyradiculitis masquerading as diabetic<br />

amyotrophy. J Neurol Sci. 1997; 151:223–5<br />

16. Dyck PJ, Windebank AJ. Diyabetic and nondiyabetic<br />

lumbosacral radiculoplexus neuropathies: new insights<br />

into pathophysiology and treatment. Muscle Nerve 2002;<br />

25:477-91.<br />

17. Kawamura N, Dyck PJ, Schmeichel AM, Engelstad<br />

JK, Low PA, Dyck PJ. Inflammatory mediators in diabetic<br />

and non-diabetic lumbosacral radiculoplexus neuropathy.<br />

Acta Neuropathol. 2008 Feb. 115(2):231-9.<br />

18. Kilfoyle DM, Ch B, Kelkar, P. MD; Parry, G. J. MB,<br />

Ch B, FRACP Pulsed Methylprednisolone Is a Safe and<br />

Effective Treatment for Diyabetic Amyotrophy. Journal of<br />

Clinical Neuromuscular Disease 2003;168-70<br />

19. Chan YC, Lo YL, Chan ES. Immunotherapy for diabetic<br />

amyotrophy. Cochrane Database Syst Rev. 2009 Jul 8.<br />

CD006521. [Medline].<br />

20. Chan YC, Lo YL, Chan ES. Immunotherapy for diabetic<br />

amyotrophy. Cochrane Database Syst Rev. 2012 Jun<br />

13. 6:CD006521. [Medline].<br />

21. Callaghan BC, Cheng HT, Stables CL, Smith AL,<br />

Feldman EL. Diabetic neuropathy: clinical manifestations<br />

and current treatments. Lancet Neurol. 2012;11(6):521-34.<br />

22. Tesfaye S. Advances in the management of diabetic peripheral<br />

neuropathy. Curr Opin Support Palliat Care 2009;<br />

3:136–43<br />

23. Tesfaye S, Boulton A. Diabetic Neuropathy, Oxford<br />

University press 2009, (98): 74-6.<br />

24. American Academy of Neurology (AAN). Treatment of<br />

painful diabetic neuropathy. https://www.aan.com/Guidelines/home/GetGuidelineContent/480.<br />

Published 2011. Accessed<br />

October 28, 2016.<br />

- 110 -


Cesim İrşi ve Aytekin Kaymakçı<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):111-116 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.661<br />

Derleme<br />

Hipospadias Cerrahisine Yaklaşım<br />

A General Approach to Hypospadias Surgery<br />

Cesim İRŞİ 1 , Aytekin KAYMAKÇI 2<br />

1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Çocuk Cerrahisi, İstanbul<br />

2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Çocuk Cerrahisi, İstanbul<br />

ÖZET<br />

Hipospadias, izole doğumsal anomaliler den olup<br />

insidansı 300 erkek çocukta 1 dir. Etiyolojisi tam olarak<br />

bilinmemekle birlikte; hormonal, genetik ve çevresel sebeblerden<br />

kaynaklandığı düşünülmektedir. Cerrahi onarımda<br />

çok sayıda teknik tanımlanmış ve modifikasyonlarla<br />

birlikte bu sayı 300 civarındadır. Cerrahi sağaltım<br />

da ektopik mea düzeyine göre flep ya da greftleme yöntemi<br />

kullanılır, ileri olgularda iki evreli onarım yapılır.<br />

Ameliyat tekniklerinde ve cerrahideki teknolojik ilerlemeye<br />

rağmen hastalığın kendine özgü yapısı nedeniyle<br />

bazı olgularda komplikasyonlara rastlanmaktadır. Bu<br />

makalede hipospadias olgularının cerrahisine yaklaşım<br />

ve başarı şansını artıran faktörler vurgulanmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler: hipospadias; cerrahi onarım; çocuk<br />

ABSTRACT<br />

Hypospadias is one of the most common isolated<br />

congenital anomalies in male children which reconstruction<br />

performed in pediatric surgery clinics. The incidence<br />

of the hypospadias is 1 in 300 male children. Although<br />

there is no determined certain etiological factor<br />

for occurrence of the disease; hormonal, environmental<br />

and genetic multifactorial reasons are blamed for hypospadias<br />

occurrence. Numerous surgical techniques have<br />

been published to treat hypospadias including 300 different<br />

modifications of surgical repair. Despite numerous<br />

advances in operative techniques and suture materials<br />

complications can be seen during postoperative followup.<br />

To overcome these complication from clinics to clinics<br />

some technical differences and preferences related<br />

to the graft, flaps, types of stents, dressing, antibiotic<br />

use and issue of treatment in one or two steps. With this<br />

article, we try to underline and mention the current treatment<br />

modalities and factors improving hypospadias<br />

surgical outcomes.<br />

Keywords: hypospadias; surgical repair; children<br />

GİRİŞ<br />

Hipospadias; erkek çocuklarda kongenital<br />

seyreden ventral üretral meanın olması gereken<br />

yer dışında anormal konumlandığı oldukça<br />

sık gözlenen bir hastalıktır ve yaklaşık olarak<br />

1/300 oranında görülmektedir. Kelime anlamı<br />

olarak eski Yunan dilinde ‘’altında’’ anlamına<br />

gelen “Hypo” ve “yarık” anlamına gelen “Spadon”<br />

kelimelerinden oluşmaktadır. Ektopik<br />

üretral meanın penil lokalizasyonu hastalığın<br />

ciddiyeti ile orantılı olarak penoskrotal, perineal<br />

bölgeden glandüler seviyeye kadar farklı<br />

anormal penil konumlarda olabilir.<br />

Hipospadiaslı hastalarda üretral katlantılar<br />

tam olarak orta hatta kapanamamakta ve prepisyum<br />

penil vental yüzde glansı saramamaktadır.<br />

Defektin genişliği üretral mea açıklığının<br />

seviyesini belirler. Çoğu vakada bu gelişim defektine<br />

sebep olan şeyin ne olduğu bilinmesede<br />

genetik ve çevresel faktörler gibi çoklu sebeblerin<br />

rol aldığı bilinmektedir (1-4).<br />

Normalde embriyolojik olarak, erkek fetusun<br />

genetik özelliği ile ilintili olarak meydana<br />

gelen adrogenetik uyarımlar genital katlantıları<br />

arka yüzden birleştirerek genital tüberkülü ve<br />

falusu oluşturur. Bu aşamada penil üretra endodermal<br />

katlantıların yeniden şekillenme ve<br />

birleşme hareketi sonucu oluşur. Bu süreç kendiliğinden<br />

proksimal ve distal yönde vertikal<br />

düzlemde üretral tabanın kanalize olması ile<br />

devam eder. Penil gestasyonel gelişim 12. haftada<br />

penil koronal sulcus ve 16-18. haftalarda<br />

ise penil üretranın oluşması ve prepisyum (sünnet<br />

derisi) tamamen glansı önde çevrelemesi ile<br />

tamamlanır (5-7).<br />

İletişim Bilgileri<br />

Sorumlu Yazar: Cesim İRŞİ<br />

Yazışma Adresi: Fatih Sultan Mehmet Hastanesi, E5 karayolu üzeri,<br />

Ataşehir, İstanbul<br />

Tel: +90 (532) 226 20 72<br />

E-Posta: csmirsi@yahoo.com<br />

Makalenin Geliş Tarihi: 07.02.<strong>2017</strong><br />

Makalenin Kabul Tarihi: 07.04.<strong>2017</strong><br />

- 111 -<br />

Normal erkek genitelya gelişimi için gerekli<br />

olan androjenik hormonal uyarım bozukluğunun<br />

hipospadias oluşumuna neden olduğu<br />

tezi androjen metabolizma geni bozukluğu<br />

olan hastalarda hipospadias gözlenmesi ile desteklenmektedir.<br />

Yine de çoğu vakada neden ortaya<br />

konulamamıştır.


Cesim İrşi ve Aytekin Kaymakçı<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):111-116 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.661<br />

Hipospadias oluşumuna neden olan başlıca<br />

faktörler:<br />

• İleri anne doğum yaşı<br />

• Östrojen maruziyeti<br />

• Gestasyonel diabet<br />

• Ailevi hipospadias hikayesi<br />

• Gebelikte sigara kullanımı<br />

• Pestisit maruziyeti<br />

• Düşük plasenta hacmi<br />

• İatrojenik nedenler (sünnet işlemi, izole<br />

kordi onarımı gibi)<br />

Tanı, genellikle yenidoğan genital muayenesinde<br />

ortaya konulur. Bu durum glansın<br />

prepisyumla önden çevrelenmemesi ve işeme<br />

kanal açıklığının çift izlenimi verip penis ön<br />

gövde açılımı söz konusudur. Bazı olgulara<br />

anormal penil gövde eğriliği olarak bilinen ‘penil<br />

kordi’ de eşlik eder.<br />

Penil meanın (işeme açıklığı) anormal<br />

yerleşimi hastalığın ciddiyetini ve sınıflamasını<br />

belirler. Genelde penil gövde baz alınarak<br />

açıklığın konumuna göre distal, midpenil ve<br />

proksimal olarak üç sınıflama yapılmıştır. Distal<br />

hipospadias olguları %40-50 oranında gözlenir,<br />

bu olgularda ektopik mea (anormal açıklık)<br />

glansa yakın yer alır. Midpenil hipospadias<br />

%25-30 oranında ve ektopik mea penil gövde<br />

ortasında konumlanır. Proksimal hipospadias<br />

olguları ise %20 oranın da görülmekle birlikte<br />

ektopik mea skrotuma yakın lokalizasyonda<br />

yer alır (Şekil 1).<br />

Distal hipospadias gurubunun %6’sı gibi<br />

bir oranında prepisyum sağlamdır ve sadece<br />

glans da mea anomalisi megameatus olarak<br />

gözlenir. Tanı ile beraber her ne kadar izole<br />

kongenital anomali olarak bilinsede eşlik eden<br />

ek anomali varlığı araştırılmalıdır. Penil gelişim<br />

gestasyonun 12. haftası sonrası tamamlandığından<br />

üst üriner sistem anomalisi izole<br />

hipospadias olgularında genellikle gözlenmez<br />

ve ilave değerlendirmeye rutin ihtiyaç duyulmaz.<br />

Hipospadias olgularında inmemiş testis<br />

en sık eşlik eden ek anomalidir. İnmemiş testis<br />

varlığın da intersex ve genital anomali varlığı<br />

da araştırılmalıdır (8-10). Özellikle çift taraflı<br />

inmemiş testis ve hipospadias birlikteliğinde<br />

mutlaka intersex anomalisi varlığı düşünülerek<br />

olası adrenogenital sendrom kaynaklı elektrolit<br />

düzeyleri de kontrol edilmelidir. Midpenil<br />

ve proksimal hipospadias olgularında yüksek<br />

oranda penil kordi eşlik ettiği için bu hastalarda<br />

işeme zorluğu yanında erektil disfonksiyon<br />

sorunu da görülür. Ektopik mea genellikle stenotiktir,<br />

düzeltilmediği taktirde ileri yıllarda<br />

idrar retansiyonu, idrar yolu enfeksiyonu ve<br />

üst üriner sistem sorunları oluşturabilir. Penisin<br />

anormal anatomik yapısı nedeni ile bu hastalarda<br />

psikolojik sorunlara yol açabilir (11-15)<br />

(Şekil 2).<br />

2a<br />

2b<br />

Şekil 1: Hipospadias, penil ektopik mea açıklık lokalizasyonları. Şekil 2: (a), (b) Glanüler ve koronal hipospadias olguları.<br />

- 112 -


Cesim İrşi ve Aytekin Kaymakçı<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):111-116 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.661<br />

Bu hastaların cerrahi sağaltımında sünnet<br />

derisi destek doku ve bazen neoüretra oluşturmak<br />

için kullanılabileceğinden sünnet kesinlikle<br />

önerilmez. Cerrahi düzeltim yaşının son<br />

güncel çalışmalarda term ve sağlıklı olgularda,<br />

cinsel farkındalık gelişmeden ve seperasyon<br />

anksiyetesinin daha az olacağı 6- 18 aylar arasında<br />

daha uygun olacağı şeklindedir.<br />

Hipospadias cerrahisi genelde son yıllarda<br />

yaygın olarak ciddi ve redo (tekrar edilen) hipospadias<br />

olguları dışında günü birlik cerrahi<br />

olarak genel anestezi eşliğinde uygulanmaktadır.<br />

Farklı teknikler kullanılsa da ektopik yerleşimli<br />

meatusun glans ucuna taşınması, hastanın<br />

düz ve ileriye doğru idrar yapmasının sağlanabilmesi<br />

ve peniste olan kordinin düzeltilmesi<br />

hipospadias cerrahisinin ana amaçlarını oluşturmaktadır<br />

(Şekil 3).<br />

Hipospadias onarım teknikleri çok sayıda<br />

olmakla beraber belli başlı kullanılan yöntemler:<br />

MAGPI (Meatal advancement and glanuloplasty):<br />

Ektopik meanın glans üzerinde<br />

yer aldığı, meatusun stenotik olduğu, ventral<br />

glanüler oluğun derin olmadığı ve penil kordinin<br />

olmadığı olgular da tercih edilir. Ektopik<br />

mea, üretroplasti yapılmadan olması gereken<br />

glanüler lokalizasyona ilerletilerek gerçekleştirilir.<br />

GAP (Glans approximation procedure): Ektopik<br />

meanın glans üzerinde yerleştiği ve mea<br />

açıklığının çok geniş olduğu (megameatus)<br />

aynı zamanda penil kordinin olmadığı olgular<br />

da kısmi bir üretroplasti ile yapılan onarım tekniğidir.<br />

PYRAMID TEKNİĞİ: Tüm olgularının %6’sı<br />

gibi bir oranda görülen glanüler megameatuslu<br />

ve özellikle sünnet derisinin intakt olduğu hastalarda<br />

tercih edilen bir teknik olup, GAP yöntemine<br />

benzer şekilde onarım yapılır.<br />

MATHIEU TEKNİĞİ: Ektopik perimeal derinin<br />

dartos fasiasından uygun uzunlukta ayrılıp<br />

ters flep olarak üretral plakla sütüre edilerek<br />

neoüretranın oluşturulma yöntemi olup genel<br />

de seçili midpenil hipospadias olgularında kullanılır.<br />

Şekil 3: Penil kordi artifisyal ereksiyon.<br />

TIPU (Tubularized Incised Plate Urethroplasty):<br />

Üretral plak (plate) insizyonu veya<br />

insizyonsuz tübülarize edilerek neoüretranın<br />

oluşturulduğu en popüler onarım tekniğidir. Bu<br />

teknik genelde distal ve penil şaft lokalizasyonlarındaki<br />

hipospadias olgularında kullanılmaktadır<br />

(Şekil 4).<br />

TIPU, ilk kez 1994 yılında Snodgrass ve<br />

arkadaşları tarafından geliştirilmiştir. Bu teknikte,<br />

üretral plak orta hattan vertikal düzlemde<br />

insize edilerek yeterli genişlikte ve esneklikte<br />

üretral doku elde etmeyi amaçlar (16-23).<br />

Bu teknik tanımlandığı ilk yıllarda sadece<br />

distal hipospadias cerrahisinde kullanılırken<br />

zaman içinde proksimal hipospadias vakalarında<br />

da kendisini ispatlayan bir teknik halini almıştır.<br />

Bu yöntemin en önemli özellikleri:<br />

Şekil 4: Hipospadias TİPU onarımı.<br />

- 113 -<br />

• Doğal üretral plağın yani plate’in kullanılması<br />

• İn situ tübülarizasyon yapılabilmesi<br />

• Doğrudan deri flebi gereksinimi kalmaması<br />

• Hemen hemen tüm olgularda kullanılabilir<br />

olması


Cesim İrşi ve Aytekin Kaymakçı<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):111-116 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.661<br />

TİPU yönteminde ilk adım ektopik meaya<br />

konulan bir stent ile distal üretrayı örten<br />

dokunun kalınlığının belirlenmesi sonrada bunun<br />

1-2 mm altından dairesel cilt insizyonu<br />

yapılmasıdır. Bu cilt insizyonu üst de glansa<br />

doğru devam ederek firlit (yaka) insizyonu ve<br />

degloving (penil derinin serbestleştirilmesi) ile<br />

tamamlanır. Degloving işlemi sonrası mutlaka<br />

artifisyal ereksiyon ile üretral kordi varlığı<br />

kontrol edilir. Deglovinge rağmen üretral kordi<br />

varsa öncelikle bu üretral kordi uygun tekniklerle<br />

düzeltilir. Daha sonra distal üretral plağın<br />

görülen kenarlarından iki paralel insizyon ile<br />

distal kısmı glans kanatlarından ayrılır. Ortaya<br />

çıkan plağın genelde 4-8 mm genişlikte olduğu<br />

görülür. İşte bu aşamada ortaya konan plak orta<br />

hatta, ektopik meatusun içinden plağın distal<br />

ucuna kadar uzanan ve altta korporalara kadar<br />

derinleşen bir epitelyum ve bağ dokusu vertikal<br />

insizyonu yapılır. Bu noktada distalde insizyonun<br />

glansa uzanmamasına dikkat edilir. İnsizyon<br />

derinliğini, plağın derinliği belirler. Yeterli<br />

insizyonu takiben plağın eni en az 12mm genişliğe<br />

ulaşır ve böylece neo-üretra deri fleplerine<br />

ihtiyaç duyulmadan oluşturulabilir. Oluşturulan<br />

neoüretra da fistül oluşumu gibi komplikasyonları<br />

azaltmak amacıyla çevre dokularıyla<br />

(prepisyum, Buck fasiası gibi…) güçlendirilir.<br />

Glanoplasti ve meatoplasti oluşturulmasını takiben<br />

üretral stent glansa tespit edilir (Şekil 5).<br />

Hastaların postoperatif takiplerinde; proflaktik<br />

antibiotik verilerek, küçük çocuklarda<br />

üretral stent ile “çift bez uygulaması”, büyük<br />

çoçuklarda sadece üretral stent ile ortalama 1<br />

hafta takip edilir.<br />

Onlay ada flep onarımı (Duckett yöntemi):<br />

Daha ciddi olgularda (penoskrotal, perineal ve<br />

redo) tercih edilir, varsa kordi onarımını takiben<br />

sıklıkla prepisyum iç mukozası neoüretra<br />

oluşturacak genişlikte ve uzunlukta tübülarize<br />

edilip oluşturulan vasküler flebin penil neoüretra<br />

olarak şekillendirilmesi işlemidir.<br />

İki evreli onarım: Braca’nın popülarize ettiği<br />

bu onarım tekniği üretral plağın oldukça az ve<br />

uygun olmadığı, ciddi penil kordinin eşlik ettiği<br />

ve ayrıca nüks olgularda tercih edilir. İlk aşamada<br />

varsa penil kordi midpenil plikasyon ile penil<br />

şaft düzeltilir. Üretral plak prepisyum flebi,<br />

ağız iç mukozası, uyluk iç deri veya kulak arka<br />

dokusu grefti ile hazırlanır (Şekil 5). Yaklaşık 6<br />

ay sonra oluşan bu plak TİPU yöntemine uygun<br />

şekilde tübülarize edilerek neoüretra oluşturulur.<br />

Penil Kordi onarımı: Sıklıkla proksimal hipospadias<br />

olgularında olmak üzere tüm olguların<br />

yaklaşık %25 gibi yüksek biroranda gözlenmektedir.<br />

Penil şaftın vertikal düzlemde >%30 oranında<br />

gözlenen eğrilik olması, kordi onarımını<br />

gerektir (24, 25). Bazı olgularda sadece penil<br />

degloving yeterli düzelme sağlarken, fasia defektli<br />

olgularda midpenil plikasyon gerekmektedir<br />

(Şekil 3). Penil kordinin üretra nedenli olduğu<br />

olgularda ise üretral serbestleştirme ve veya<br />

beraberinde transvers penil fasia kesileri (hot<br />

dog) gerekebilir.<br />

• Tunika Albuginea Plikasyonu: nöral demetin<br />

olmadığı penil şaftın lateralinden buck<br />

fasiasının kaldırılıp transvers düzlemde tunika<br />

albugineaya iki kesisi yapılarak bunların dış<br />

yüzlerinin 5/0 sütür materyali ile onarılma işlemidir.<br />

• Nesbit İşlemi: dorsal penil şaftın eğriliğin<br />

en fazla olduğu noktadan fasianın vertikal insizyonu<br />

ile transvers yaklaştırlması veya fasianın<br />

vertikal kısmının eksizyon ile transvers sütüre<br />

edilmesi yöntemi ile eğriliğin onarım şeklidir.<br />

• Dorsal Orta Hat Plikasyonu: penil şaftın<br />

dorsalde saat 12 hizasından fasianın çift insize<br />

edilerek sütüre edilmesi yöntemidir.<br />

Şekil 5: Onarımı yapılmış postoperatif stentli hipospadias olgusu.<br />

- 114 -<br />

Hipospadiasın eşlik etmediği sadece kordi<br />

varlığı tüm kordi olgularının %7 sini teşkil eder.<br />

Bu durum fibrotik üretra, penil deri defekti veya<br />

korporokavernöz fasia defekti nedeniyle olmaktadır.<br />

Hipospadias onarım komplikasyonları: üretral<br />

fistül, mea darlığı, üretral striktür, yara ayrışması,<br />

yara yeri enfeksiyonu ve üretral divertikül<br />

olarak görülebilir. En sık görülen komplikasyon<br />

üretral fistüldür. Güncel cerrahi onarım teknikleri<br />

ile gözlenme sıklığı %5 in altına çekilmiştir.<br />

Özellikle yara ayrışması başta olmak üzere gözlenen<br />

diğer komplikasyonlar; teknik yetersizlik,<br />

kullanılan cerrahi malzemedeki uygunsuzluk ve<br />

doku iyileşmesini bozan faktörlerden kaynaklanır.


Cesim İrşi ve Aytekin Kaymakçı<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):111-116 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.661<br />

HİPOSPADİAS CERRAHİSİNDE BAŞA-<br />

RIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER<br />

Hipospadias tedavisinde cerrahi başarıyı<br />

etkileyen başlıca faktörler: ameliyat yaşı, üretral<br />

plakın durumu, penil doku, sütür materyali,<br />

penil kordi varlığı, optik büyütme kulanımı,<br />

flep ya da greft kullanımı, stent, hemostaz, neoüretra<br />

ve meanın çapı, preoperatif ve postoperatif<br />

analjezidir.<br />

Cerrahi hasta yaşı 6-12 aylık yaş dönemi<br />

önerilmektedir. Daha geç onarım yaşının artan<br />

komplikasyon oranı olarak bildiren çalışmalar<br />

vardır. Üretral plak; hipospadias cerrahisinde<br />

başarıyı artıran en önemli etken olarak kabul<br />

edilmektedir. Üretral plağın < 8mm altında olması<br />

artan komplikasyon oranı iken > 14mm<br />

nin üzerindeki üretral plak çapının olması, yüksek<br />

başarı oranı olarak bildirilmektedir.<br />

Glans çap yetersizliğinde veya mikropenis<br />

durumunda (sündürülmüş boyut


Cesim İrşi ve Aytekin Kaymakçı<br />

BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ; <strong>2017</strong>; 4 (2):111-116 - Doi: 10.15659/bogazicitip.17.05.661<br />

8. Shukla AR, Patel RP, Canning DA. Hypospadias.<br />

Urol Clin North Am 2004; 31: 445.<br />

9. Snodgrass WT. Consultation with the specialist:<br />

hypospadias. Pediatr Rev 2004; 25: 63.<br />

10. Cerasaro TS, Brock WA, Kaplan GW. Upper urinary<br />

tract anomalies associated with congenital hypospadias:<br />

is screening necessary? J Urol 1986; 135:537.<br />

11. Davenport M, MacKinnon AE. The value of ultrasound<br />

screening of the upper urinary tract in hypospadias.<br />

Br J Urol 1988; 62: 595.<br />

12. Shelton TB, Noe HN. The role of excretory urography<br />

in patients with hypospadias. J Urol 1985; 134: 97.<br />

13. McArdle F, Lebowitz R. Uncomplicated hypospadias<br />

and anomalies of upper urinary tract. Need for<br />

screening? Urology 1975; 5: 712.<br />

14. Tasian GE, Zaid H, Cabana MD, Baskin LS. Proximal<br />

hypospadias and risk of acquired cryptorchidism. J<br />

Urol 2010; 184:715.<br />

15. Huang WY, Chen YF, Guo YJ, et al. Epidemiology<br />

of hypospadias and treatment trends in Taiwan: a nationwide<br />

study. J Urol 2011; 185:1449.<br />

16. Schneuer FJ, Holland AJ, Pereira G, et al. Prevalence,<br />

repairs and complications of hypospadias: an<br />

Australian population-based study. Arch Dis Child 2015;<br />

100:1038.<br />

17. Lambert SM, Snyder HM 3rd, Canning DA: The<br />

history of hypospadias andhypospadias repairs. Urology.<br />

2011; 77(6): 1277–83.<br />

18. Zaontz MR: The GAP (glans approximation procedure)<br />

for glanular/coronalhypospadias. J Urol. 1989;<br />

141(2): 359–61.<br />

19. Duckett JW: MAGPI (meatoplasty and glanuloplasty):<br />

a procedure forsubcoronal hypospadias. Urol<br />

Clin North Am. 1981; 8(3): 513–9.<br />

20. Snodgrass W: Tubularized, incised plate urethroplasty<br />

for distal hypospadias. J Urol. 1994; 151(2): 464–<br />

5.<br />

21. Duckett JW: The current hype in hypospadiology.<br />

Br J Urol. 1995; 76(Suppl 3):1–7.<br />

22. Bush NC, Holzer M, Zhang S, et al. Age does not<br />

impact risk for uretroplasty complications after tubularized<br />

incised plate repair of hypospadias in prepubertal<br />

boys.J Pediatric Urol 2013;9:252-6.<br />

23. Weber DM, Shonbucher VB, Gobet R,et al. Is there<br />

an ideal age for hypospadias repair? A pilot study. J<br />

Pediatric Urol 2009;5:345-50.<br />

24. Mouravas V, Filippopoulos A, Sfoungaris D. Urethral<br />

plate grafting improves the results of tubularized<br />

incised plate urethroplasty in primary hypospadias. J<br />

Pediatr Urol 2014; 10: 463-8.<br />

25. Snodgrass W, Bush NC: Tubularized, incised plate<br />

proximal hypospadias repair: Continued evolution and<br />

extended applications. J Pediatr Urol. 2011; 7(1): 2-9.<br />

26. Nerli RB, Koura A, Prabha V, et al.: Comparison<br />

of topical versus parenteraltestosterone in children with<br />

microphallic hypospadias. Pediatr Surg Int. 2009;25(1):<br />

57–9.<br />

27. Asgari SA, Safarinejad MR, Poorreza F, et al. :<br />

The effect of parenteraltestosterone administration prior<br />

to hypospadias surgery: A prospective,randomized and<br />

controlled study. J Pediatr Urol. 2015; 11(3): 143.e1–6.<br />

28. Paiva KC, Bastos AN, Miana LP, et al. : Biometry<br />

of the hypospadic penisafter hormone therapy (testosterone<br />

and estrogen): A randomized, doubleblindcontrolled<br />

trial. J Pediatr Urol. 2016; 12(4): 200.e1–6.<br />

29. Stock JA, Cortez J, Scherz HC, et al. : The management<br />

of proximal hypospadiasusing a 1-stage hypospadias<br />

repair with a preputial free graft for neourethralconstruction<br />

and a preputial pedicle flap for ventral skin<br />

coverage. J Urol.1994; 152(6 Pt 2): 2335–7.<br />

30. Grosos C, Bensaid R, Gorduza DB, et al. : Is it safe<br />

to solely use ventralpenile tissues in hypospadias repair?<br />

Long-term outcomes of 578 Duplayurethroplasties performed<br />

in a single institution over a period of 14 years. J<br />

Pediatr Urol. 2014; 10(6): 1232–7.<br />

31. Haid B, Becker T, Koen M, et al. : Penile appearance<br />

after hypospadiascorrection from a parent’s point<br />

of view: Comparison of the hypospadiasobjective penile<br />

evaluation score and parents penile perception score.J<br />

Pediatr Urol. 2016; 12(1): 33.e1–7.<br />

32. Bush NC, Villanueva C, Snodgrass W: Glans size<br />

is an independent riskfactor for urethroplasty complications<br />

after hypospadias repair. J Pediatr Urol.2015;<br />

11(6): 355.e1–5.<br />

33. McNamara ER, Schaeffer AJ, Logvinenko T, et al. :<br />

Management of ProximalHypospadias with 2-Stage Repair:<br />

20-Year Experience. J Urol. 2015; 194(4):1080–5.<br />

34. Hueber P, Salgado Diaz M, Chaussy Y, et al. :<br />

Long-term functionaloutcomes after penoscrotal hypospadias<br />

repair: A retrospective comparativestudy of<br />

proximal TIP, Onlay, and Duckett. J Pediatr Urol. 2016;<br />

12(4): 198.e1–6.<br />

35. Keays MA, Starke N, Lee SC, et al. : Patient Reported<br />

Outcomes inPreoperative and Postoperative<br />

Patients with Hypospadias. J Urol. 2016;195(4 Pt 2):<br />

1215–20.<br />

- 116 -

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!